DÖNEM : 20 CİLT :
41 YASAMA YILI : 3
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
37 nci Birleşim
25 . 12 .
1997 Perşembe
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. – GELEN KÂĞITLAR
III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
TEZKERELER VE ÖNERGELERİ
1. – Amerika Birleşik Devletlerine gidecek olan Ulaştırma Bakanı Necdet
Menzir’e, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Refaiddin Şahin’in vekâlet etmesinin
uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1237)
2. – Kuzeyden Keşif Harekâtının görev süresinin 31.12.1997 tarihinden
itibaren altı ay süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezekeresi (3/1238)
IV. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1. – 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/669) (S. Sayısı: 390)
2. – 1996 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına
Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile 1996 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/633,3/1046) (S. Sayısı: 401)
3. – Katma Bütçeli İdareler 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan
ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/670) (S. Sayısı: 391)
4. – 1996 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına
Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı
Tezkeresi ile 1996 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/634, 3/1047) (S. Sayısı: 402)
V. – SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1. – Erzurum Milletvekili Lütfü Esengün’ün, CHP Genel Başkanı Deniz
Baykal’ın, ileri sürmüş oldukları görüşlerden farklı görüşleri partilerine
atfetmesi nedeniyle konuşması
2. – Sıvas Milletvekili Temel Karamollaoğlu’nun, Başbakan A. Mesut
Yılmaz’ın, partilerine sataşması nedeniyle konuşması
3. – Başbakan A. Mesut Yılmaz’ın, Sıvas Milletvekili Abdüllatif Şener’in
şahsına sataşması nedeniyle konuşması
VI. – SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, Nevşehir-Kozaklı’da SSK
tarafından yaptırılan jeotermal hastanenin satıldığı iddialarına ilişkin sorusu
ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Nami Çağan’ın yazılı cevabı (7/3878)
2. – Giresun Milletvekili Ergun Özdemir’in, Vakıflar Bankası Genel
Müdürlüğüne sınavsız personel alındığı iddiasına ilişkin Başbakandan sorusu ve
Devlet Bakanı Metin Gürdere’nin yazılı cevabı (7/3899)
3. – Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, belediyelere yapılan
yardımlara ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Zekeriya Temizel’in yazılı cevabı
(7/3980)
4. – İstanbul Milletvekili Ali Talip Özdemir’in, genel nüfus sayımının
sağlıksız yapıldığı iddiasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet
Batallı’nın yazılı cevabı (7/3995)
I. – GEÇEN
TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel
Kurulu saat 10.00’da açılarak altı oturum yaptı.
Birinci, İkinci ve Üçüncü Oturum
KKTC
Cumhuriyet Meclisi Başkanı Hakkı Atun ve beraberinde bir Parlamento heyetinin
ülkemize davet edilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi Genel Kurulun bilgisine
sunuldu.
Yozgat
Milletvekili Abdullah Örnek’in (6/710) ve (6/712) numaralı sözlü sorularını
geri aldığına ilişkin önergeleri okundu; sözlü soruların geri verildiği
bildirildi.
Görev
bölümünü yapamamış olan Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonu üyelerinin başkan,
başkanvekili, sözcü ve kâtip seçimini yapmak üzere toplanacakları gün, yer ve
saate ilişkin Başkanlıkça duyuruda bulunuldu.
Genel
Kurulun 25.12.1997 Perşembe günkü Birleşimde, bütçe görüşmelerinden önce,
Kuzeyden Keşif Harekâtına dair Başbakanlık tezkeresinin görüşülmesine ve bu
görüşmelerde Hükümet ve gruplar adına yapılacak konuşmaların 10’ar dakika,
kişisel konuşmaların 5’er dakika olmasına;
Türkiye
Büyük Millet Meclisinin çalışmalarına 27.12.1997 Cumartesi gününden itibaren 10
gün ara verilmesine;
Genel
Kurulun 20.12.1997 tarihli 32 nci Birleşiminde açılması kabul edilen Avrupa
Birliği ve dışpolitika konusundaki genel görüşmenin, gündemin “Özel Gündemde
Yer Alacak İşler” kısmında yer almasına ve Meclis çalışmalarına ara verilmesi
nedeniyle, görüşmelerinin, Genel Kurulun 6.1.1998 Salı günkü Birleşiminde
yapılmasına; aynı birleşimde Radyo ve Televizyon Üst Kuruluna üye seçiminin de
yapılmasına ve bu işlerin sonuçlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına
ilişkin Danışma Kurulu önerisi kabul edildi.
1998 Malî
Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1996 Malî Yılı
Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının
(1/669; 1/670, 1/633, 3/1046; 1/634, 3/1047) (S. Sayıları: 390, 391, 401, 402)
görüşmelerine devam olunarak;
Maliye
Bakanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi ile 1996 Malî Yılı Kesinhesabı kabul edildi.
Gelir
bütçesi üzerindeki görüşmeler tamamlandı ve 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu
Tasarısının 10 uncu maddesine kadar kabul edildi.
Yasin Hatiboğlu
Başkanvekili
Ahmet
Dökülmez Ünal
Yaşar
Kahramanmaraş Gaziantep Kâtip
Üye Kâtip Üye
Dördüncü,
Beşinci ve Altıncı Oturum
1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe
Kanunu Tasarıları ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve
Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının (1/669; 1/670, 1/633, 3/1046; 1/634,
3/1047) (S. Sayıları: 390, 391, 401, 402) görüşmelerine devam olunarak;
1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının kalan maddeleri
ile 1998 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısı ve 1996 Malî
Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu
Tasarılarının Maddelerinin kabul edildiği ve açık oylamalarının, 25.12.1998
Perşembe günkü birleşimde, son konuşmalardan sonra yapılacağı açıklandı.
İçel Milletvekili Oya Araslı, Konya Milletvekili Remzi
Çetin ile Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya’nın, konuşmaları sırasında
partisine sataşmaları nedeniyle bir konuşma yaptı.
Kuzeyden Keşif Harekâtının Görev Süresinin Uzatılmasına
Dair Başbakanlık tezkeresini görüşmek, bütçenin tümü üzerindeki son konuşmaları
ve 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile
1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu
Tasarılarının açık oylamalarını yapmak için 25 Aralık 1997 Perşembe günü saat
10.00’da toplanmak üzere, birleşime 05.10’da son verildi.
Kamer Genç
Başkanvekili
Haluk
Yıldız Ali
Günaydın Kastamonu Konya Kâtip
Üye Kâtip Üye
Levent
Mıstıkoğlu
Hatay
Kâtip Üye
No : 58
II. –GELEN KAĞITLAR
25.12.1997
PERŞEMBE
Teklif
1. - Kocaeli Milletvekili Bekir Yurdagül’ün; İş
Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/1014) (Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonuna) (Başkanlığa Geliş Tarihi: 22.12.1997)
Yazılı Soru
Önergeleri
1.- Trabzon Milletvekili Kemalettin Göktaş’ın, A.B’ne
tam üyelik başvurusunun geri çekilip çekilmeyeceğine ilişkin Başbakandan yazılı
soru önergesi.(7/4084) (Başkanlığa geliş tarihi:23.12.1997)
2.-Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş’in, Mahallî İdareler
Derneğine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi.(7/4085) (Başkanlığa
geliş tarihi:23.12.1997)
3.-Giresun Milletvekili Ergun Özdemir’in, terör
olaylarıyla ilgili bir beyanına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi.(7/4086) (Başkanlığa geliş tarihi:23.12.1997)
4.- Konya Milletvekili Lütfi Yalman’ın, bazı firmalara
verilen teşviklere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi.(7/4087) (Başkanlığa
geliş tarihi:23.12.1997)
5.- Ordu Milletvekili Mustafa Hasan Öz’ün,
üniversitelerdeki öğrenci olaylarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru
önergesi.(7/4088) (Başkanlığa geliş tarihi:23.12.1997)
6.- Kırşehir Milletvekili Cafer Güneş’in, Kırşehir
İlinin okul ve öğretmen ihtiyacına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru
önergesi.(7/4089) (Başkanlığa geliş tarihi:23.12.1997)
7.- Siirt Milletvekili Ahmet Nurettin Aydın’ın,
Şirvan-Cevizlik-Hizan ve Ziyaret -Atabağ yollarına ilişkin Devlet Bakanından
yazılı soru önergesi.(7/4090) (Başkanlığa geliş tarihi:23.12.1997)
8.- İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın,
İstanbul-Köprü ve TEM gişelerinde uygulanan tarifelere ilişkin Bayındırlık ve
İskân Bakanından yazılı soru önergesi.(7/4091) (Başkanlığa geliş
tarihi:23.12.1997)
9.- İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, pil
kullanımının yol açtığı çevre kirliliğine ilişkin Çevre Bakanından yazılı soru önergesi.(7/4092)
(Başkanlığa geliş tarihi:23.12.1997)
10.- İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın,
motosiklet kullanımının teşvik edilip edilmeyeceğine ilişkin Ulaştırma
Bakanından yazılı soru önergesi.(7/4093) (Başkanlığa geliş tarihi:23.12.1997)
11.- İzmir Milletvekili Süha Tanık’ın, teşvik belgeli
yatırımlardan alınan iskân harcına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru
önergesi.(7/4094) (Başkanlığa geliş tarihi:23.12.1997)
12.- Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, bazı
derneklere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi.(7/4095) (Başkanlığa geliş tarihi:23.12.1997)
13.- Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, bazı
vakıflara ilişkin Devlet Bakanından yazılı soru önergesi.(7/4096) (Başkanlığa
geliş tarihi:23.12.1997)
14.-Giresun Milletvekili Ergun Özdemir’in,
Şebinkarahisar’ın il yapılıp yapılmayacağına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı
soru önergesi.(7/4097) (Başkanlığa geliş tarihi:24.12.1997)
BİRİNCİ
OTURUM
Açılma Saati
: 10.00
Tarih : 25
Aralık 1997 Perşembe
BAŞKAN :
Hikmet ÇETİN
KÂTİP ÜYELER
: Levent MISTIKOĞLU (Hatay), Zeki ERGEZEN (Bitlis)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 37 nci Birleşimini açıyorum.
Sayın milletvekilleri, 1998 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmelere devam
edeceğiz; ancak, görüşmelere başlamadan önce "Başkanlığın Genel Kurula
Sunuşları" vardır.
Cumhurbaşkanlığı tezkeresi vardır; okutuyorum:
III. –
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) TEZKERELER
VE ÖNERGELER
1. – Amerika
Birleşik Devletlerine gidecek olan Ulaştırma Bakanı Necdet Menzir’e, dönüşüne
kadar, Devlet Bakanı Refaiddin Şahin’in vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne
ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1237)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
24 Aralık 1997 tarihinde Amerika Birleşik Devletlerine
gidecek olan Ulaştırma Bakanı Necdet Menzir'in dönüşüne kadar; Ulaştırma
Bakanlığına, Devlet Bakanı Refaiddin Şahin'in vekâlet etmesinin, Başbakanın
teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.
Süleyman
Demirel
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Şimdi, Genel Kurulun 24.12.1997 tarihli 36 ncı
Birleşiminde alınan karar uyarınca, bütçe görüşmelerinden önce, Kuzeyden Keşif
Harekâtının görev süresinin 31.12.1997 tarihinden itibaren altı ay süreyle
uzatılmasına dair Başbakanlık tezkeresinin görüşmelerini yapacağız.
Başbakanlık tezkeresini okutuyorum:
2. – Kuzeyden
Keşif Harekâtının görev süresinin 31.12.1997 tarihinden itibaren altı ay
süreyle uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/1238)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Körfez Savaşı sonrasında alınan, Irak'la ilgili
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarının hedeflerine ve ruhuna uygun
olarak ve Irak'ın toprak bütünlüğünün muhafaza edilmesine özen göstererek,
Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere hava unsurlarının katılımıyla, Türkiye
tarafından belirlenen ilke ve kurallara bağlı olarak ve Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 25 Aralık 1996 tarihli ve 477 sayılı kararıyla Hükümete verdiği
yetki çerçevesinde yürürlüğe konulan ve sadece keşif ve gerektiğinde önleme
uçuşlarıyla sınırlı bir hava harekâtı olan Kuzeyden Keşif Harekâtının görev
süresinin 31 Aralık 1997 tarihinden itibaren altı ay süreyle uzatılmasına; 477
sayılı kararda belirtilen hususlarda bütün kararları almaya Bakanlar Kurulunun
yetkili kılınması için Anayasanın 92 nci maddesine göre izin verilmesini arz
ederim.
A.
Mesut Yılmaz
Başbakan
BAŞKAN – Sunulan Başbakanlık tezkeresi üzerinde,
İçtüzüğün 72 nci maddesine göre, görüşme açacağım.
Gruplara, Hükümete ve şahsı adına iki üyeye söz
vereceğim. Konuşma süreleri, daha önce alınan karar uyarınca; gruplar ve
Hükümet için 10'ar dakika, şahıslar için 5'er dakikadır. Görüşmelerin sonunda
da, tezkereyi oylarınıza sunacağım.
Hükümet?.. Burada.
Başbakanlık tezkeresi üzerinde, şimdiye kadar, grubu
adına bir arkadaşımız söz istemiştir; Sayın Ahmet Tan; ama, o da, gördüğüm
kadarıyla yok.
Gruplar adına başka söz talebi var mı?
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Anavatan Partisi Grubu adına
Sayın Mehmet Keçeciler konuşacak efendim.
BAŞKAN – Bir talep gelmediğine göre, Hükümet, sonunda
mı konuşacak?
DEVLET BAKANI YÜCEL SEÇKİNER (Ankara) – Nasıl uygun
görürseniz efendim.
BAŞKAN – Anavatan Partisi Grubu adına, Sayın Mehmet
Keçeciler; buyurun efendim. (ANAP sıralarından Alkışlar)
Süreniz 10 dakikadır.
ANAP GRUBU ADINA MEHMET KEÇECİLER (Konya) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Kuzeyden Keşif Harekâtının görev süresinin
altı ay müddetle uzatılması hususundaki Hükümet tezkeresinin görüşmelerine
başlıyoruz. Bu konuda, Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini arz ve ifade etmek
üzere söz aldım; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, Kuzeyden Keşif Harekâtını, üçüncü
defa, Çekiç Güç olarak kabul edersek, bunu, ondördüncü defa uzatmak üzere
toplanmış bulunuyoruz. Diğer bir deyişle, yaklaşık yedi seneden beri, bu olayı,
Meclisimizde, her altı ayda bir müzakere ediyor ve neticede, ülkemizin
çıkarları bu istikamettedir deyip, Çekiç Güçle ilgili kuvvetlerin görev
süresini uzatıyoruz.
26 Haziran 1997'de de, altı ay süreyle uzatmışız. O
zaman, hükümet tezkeresini, 54 üncü Hükümet adına, Sayın Necmettin Erbakan
imzalamış, Bakanlar Kurulu üyelerinin imzaları var. Bugün de, 55 inci
Hükümetimiz adına, Sayın Mesut Yılmaz tezkereyi imzalamış. Ben, iki tezkereye
de baktım, kelimesi kelimesine aynı, aynı ifadelerle huzurumuza gelmiş.
Dolayısıyla, bu görüşmelerde, genelde, hemen hemen, Parlamentoda grubu bulunan
bütün siyasî partilerin, Çekiç Güç'ün görev süresinin uzatılmasıyla ilgili
Parlamentoya sunduğu teklifler var. Bu teklifler, aynı niteliktedir. Bu yüzden,
bu toplantıda, siyasî tartışma yapmanın pek fazla faydası yoktur. Birbirimize
diyeceğimiz yoktur, söyleyeceğimiz yoktur; onu, hemen, baştan ifade edeyim.
Bu bakımdan, izniniz olursa, süremi, daha ziyade,
Türkiye'nin dışpolitikasında Irak'ın yeri ne olmalıdır; Irak'la ilgili
münasebetlerimizi düzenlerken nelere dikkat etmemiz icap eder konusuna ağırlık
vererek değerlendirmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye "Yurtta sulh,
cihanda sulh" prensibinin ilk ayağı olarak komşularıyla çok iyi ilişkiler
kurmalıdır; ama, bütün komşularımızla. Bize düşmanlık etmek isteyen
komşularımızla da, iyi ilişkiler kurmanın çarelerini mutlaka bulmalıyız; çünkü,
komşularımızla iyi ilişkiler içerisine girdiğimiz takdirde, çok daha rahat bir
şekilde barışçı bir politikayı götürmüş oluruz. Türkiye'nin, bugün Irak'la,
Suriye'yle, Yunanistan'la, Ermenistan'la; yani, komşularının büyük bir
çoğunluğuyla, ciddî, çözülmesi gereken sorunları vardır.
Yetmiş yıldan beri barışın içerisindeyiz, cumhuriyet
kurulduğundan bu yana savaşa girmemişiz; ama, komşularımızla ilişkilerimizde,
arzu ettiğimiz seviyeyi bir türlü gerçekleştirebilmiş değiliz. Ya bizim,
uygulamalarımızda ya politikalarımızda ya da kendimizi anlatmada bir eksiğimiz
var; çünkü, gerçekten de, biz, komşularımızdan hiçbirisinin toprağında gözü
olmayan bir ülkeyiz; bunu, tarihî gerçekler içerisinde, vakıalar içerisinde
ispat etmiş bir ülkeyiz. Bize 12 adayı teklif ettikleri halde almadık; işte
"Musul ile Kerkük'ü, hazır, olmuş armut gibi önünüze serdiler"
dediler; girmedik, şimdiye kadar yanlış politika yapmadık, bana göre doğruydu,
yapılan politikalar isabetliydi, barıştan ayrılmamakla isabet ettik; ama, bir
türlü, etrafımıza, komşularımıza bu iyiniyetimizi anlatamadık. Hâlâ bizden
çekinen, bizden korkan ve bizim, bir ölçüde, barışçı politikalarımızı şüpheyle
karşılayan komşularımız var. Bu yüzden, dışpolitikamızda kendimizi daha iyi
anlatabilmenin yollarını mutlaka bulmalıyız.
Değerli arkadaşlarım, Irak'la ilgili politikalarda,
geçen konuşmalarımda da işaret etmiştim, birkaç noktanın altını mutlaka
çizmeliyiz ve Türkiye olarak bu politikalardan katiyen vazgeçmemeliyiz.
Birincisi: Irak'ta barış ve istikrarın korunması
gerekir; yani, Irak'ın savaş içerisinde olması, dünyayla itilaf içerisinde
olması, Türkiye'nin yararına değildir. Irak'ta çıkabilecek bir huzursuzluk
-komşularımızın tamamı da aynı şekildedir- neticede bizi rahatsız eder;
komşusunda yangın çıkmış gibi olur. Komşusunda yangın çıkan insan nasıl evinde
rahat oturamazsa, biz de, Irak'ta meydana gelebilecek huzursuzluktan mutlaka
rahatsız oluruz.
İkincisi: Türkiye, Irak'la ilgili politikasında şuna
dikkat etmelidir: Irak'ın egemenliğine, bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne
mutlaka saygılı olunmalıdır; yani, Irak, egemen, toprak bütünlüğüne sahip ve
barış içerisinde bir ülke olarak kalmalıdır. "Hem iyi dostluk ilişkileri
içerisinde olacağız hem senin toprak bütünlüğüne saygı göstermiyorum"
demenin manası ve mantığı olamaz. O itibarla, biz, Irak'ın toprak bütünlüğü
konusunda, Türkiye olarak mutlaka ısrarlı olmalıyız; bütün dünyayla
ilişkilerimizde de ısrarlı olmalıyız.
Bir diğer önemli politika da, komşularımızla
ilişkilerde, biz, dışarıdan müdahalelere açık olmamalıyız. Bizim komşularımızla
ilişkilerimiz özel politika tabanına oturmalıdır; özel ilişkilerimiz olmalıdır;
dışarıdan bu bölgeye müdahale etmek isteyenlerin politikası, bizim
dostlarımızsa, müttefiklerimizse bizim politikamıza uygun olarak gelişmelidir.
Bir diğer dikkat edeceğimiz nokta, dördüncü ana nokta;
Irak topraklarında başka bir devletin kurulmasına, Türkiye, kesinlikle müsaade
etmemelidir. Mademki "Irak'ın toprak bütünlüğüne saygılı olacağız"
diyoruz, Irak toprakları üzerinde, adı ne olursa olsun, her ne nam altında olursa
olsun, bir başka devletin kurulmasına, Türkiye, izin vermemelidir; çünkü,
bunda, bizim millî menfaatlarımız yoktur; Irak'la da menfaatlarımız bu manada
çakışmaktadır. Aslında, zıt değildir, tenakuz değildir; biz, Irak'la, bu manada
aynı paralel içerisinde olabiliriz.
Bu doğrulardan hareket ettikten sonra, şu hususları da
belirlememizde büyük fayda vardır: Bir kere, bugün, Irak'ın dünyayla problemi
vardır. Bu problemin meydana gelmesinde Türkiye'nin herhangi bir dahli yoktur.
Daha önce, Körfez krizinde verilen kararlar sebebiyle, atılan yanlış adımlar
sebebiyle, Irak'ın, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ile ve bütün dünya
devletleriyle sorunları olmuştur. Bu sorunlar, bir an evvel bitirilmelidir; çok
uzamıştır, yıllardan beri devam etmektedir. Bu sorunların bitirilmesinde,
Türkiye, ağabeylik rolü oynamalıdır; önplana geçip, dünyayla aralarını bulmaya
yardımcı olmalıdır.
İkincisi, Kuzey Irak'taki otorite boşluğuna bir an
evvel son verilmelidir. Kuzey Irak'ta otorite boşluğu olduğu müddetçe Türkiye
rahat edemez ve oradaki otorite boşluğu, Türkiye'nin aleyhine kullanılamaz;
yani, orada terörist eylemleri meydana getiren unsurlar varsa, Türkiye, bu
terörist eylemlere son verme hakkını, zaten Irak'la yaptığı ikili anlaşmalarla
vaktiyle sağlamıştı. Şimdi, orada, tamamen Irak'ın kontrolü olmadığı müddetçe,
bizim oraya girip kendimizi koruma hakkımız vardır; ama, bu hakkı ilanihaye
düşünmemeliyiz; bir an evvel, oradaki otorite boşluğunu ortadan kaldıracak
akılcı çözümler üretmeliyiz. Türkiye, Irak'la olan ilişkilerini yeni bir
perspektife ve çerçeveye oturtmalıdır. Orada bir otorite boşluğu kaldığı
müddetçe, bizim başımız devamlı ağrıyacaktır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Keçeciler, çok yoğun bir programımız
var. Onun için, istirham ediyorum...
MEHMET KEÇECİLER (Devamla) – Hemen tamamlıyorum Sayın
Başkanım.
BAŞKAN – Lütfen...
MEHMET KEÇECİLER (Devamla) – Tabiî, Sayın Başkanım.
Zaten Mecliste dün akşam kâfi miktarda konuştuk; o yüzden, çok uzatmayacağım...
BAŞKAN – Lütfen, son cümlenizi söyleyin.
MEHMET KEÇECİLER (Devamla) – Konuyu şöyle özetlemek
istiyorum: Değerli arkadaşlarım, bugün, Türkiye, çok kritik bir dışpolitika
çizgisinden geçmektedir. Avrupa Birliğiyle ilişkilerinde, İslam Konferansıyla
ilgili ilişkilerinde önemli dönemeçlerin içerisinden geçmektedir ve bugün
bulunduğumuz nokta da, 55 inci Hükümetin üzerine fatura edilebilecek bir nokta
değildir; onu, özellikle, altını çizerek söylüyorum.
Bugünkü şartlar içerisinde Hükümetin talebi, yerinde
bir taleptir ve bu talebi karşılamak için, biz, Anavatan Partisi Grubu olarak
müspet rey vereceğiz ve bu verdiğimiz reyle beraber, Hükümetimizi de ikaz
ediyoruz; Irak politikasını çok sağlıklı bir temele oturtalım ve -inşallah-
buradaki belirsizliği kaldıralım.
Hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Keçeciler.
Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın Ahmet Tan;
buyurun efendim. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakikadır Sayın Tan.
DSP GRUBU ADINA AHMET TAN (İstanbul) – Teşekkür ederim
Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Demokratik Sol
Parti Meclis Grubunun, konuyla ilgili görüşlerini açıklamak üzere
huzurunuzdayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bilindiği üzere, bundan tam 1 yıl 1 gün önce, 26 Aralık
1996 tarihinde, biraz önce Başkanlıkça sunulan Hükümet tezkeresinin, sözcüğü
sözcüğüne aynısı, yine Türkiye Büyük Millet Meclisinin huzuruna getirilmişti. O
birleşimde, Demokratik Sol Parti olarak, konuyla ilgili duyarlılığımızı ve
Irak'ın toprak bütünlüğüne olan saygımızı dile getirmiş, Kuzey Irak'taki
otorite boşluğu yüzünden ülkemizin can ve mal kaybına uğradığını ortaya
koymuştuk. Şimdi de, aynı duyarlılık içerisinde, komşumuz Irak'ın toprak
bütünlüğünü desteklediğimizi belirtiyor, yurdumuza, o bölgeden gelen
saldırıların, demokratik, hak ve hukuk çerçevesinde önlenmesi yönünde,
Hükümetin gösterdiği kararlılığı desteklediğimizi bir kez daha ifade ediyoruz.
Kuzey Irak'taki otorite boşluğunun, aradan geçen uzun
süreye rağmen henüz doldurulmadığı gözler önündedir. Bu yüzden, ülkemize, söz
konusu bölgeden sinsi sızmalar sürmektedir. Silahlı Kuvvetlerimizin son dönemde
düzenlediği sınırötesi harekâtlarla, sınırdaş olan bölgede bir güvenlik çemberi
yaratılmaktadır.
Irak'a uygulanan siyasal ve ekonomik ambargodan,
Türkiye'nin büyük zarar gördüğünü, artık, dost, düşman, herkes bilmektedir.
Bölgede, kalıcı çözümlerin üretilip, uygulamaya konulması gerekmektedir. Bu
konuda, Amerika Birleşik Devletlerinin, bölgede yeni düzenlemelere gitmesi
bekleniyor. Ancak, bu konuda, henüz bir adım atılmış değildir. Mevcut
belirsizliğin ve boşluğun, siyasal istikrarsızlıkla birlikte, bölgedeki
sefaleti de artırdığı biliniyor.
Kuzey Irak konusunda, halkımızın rahatsızlığını,
duyarlılığını bir kez daha dile getirmek, Demokratik Sol Parti olarak
görevimizdir. Elbette, söz konusu bölgenin ve komşumuz Irak'ın mevcut
sıkıntılarının atlatılması, her şeyden önce, Türkiye'nin de bir dileğidir.
Kuzey Irak'taki otorite boşluğunun giderilmesi, kalıcı
bir barışa ve huzura kavuşması için, Hükümetin ortaya koyacağı her türlü
girişime, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak destek verilmesi gerekmektedir ve
inancımız odur ki, bu destek de verilecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kuzey Irak'ın
gereksinme duyduğu tıbbî ve insanî yardımların karşılanmasına, ülkemiz, öteden
beri büyük bir çaba gösteriyor. Bu arada, bölgeye, elektrik verilmesi ve
Kızılay aracılığıyla insanî yardım gönderilmesi görevini, öteden beri, Türkiye
olarak sürdürmekteyiz.
Ayrıca, Demokratik Sol Partinin içinde görev aldığı 55
inci Hükümet, bölgede sınır ticaretini teşvik eden önlemleri de, bir
kararnameyle yürürlüğe koymuştur. Bu sayede, bazı sınır illerinin ekonomik
yaşamına, toplumsal yaşamına canlılık gelmiştir. Biz, Parti olarak, doğu ve
güneydoğu bölgelerimize yönelik, her türlü, ekonomik, demokratik girişimi
desteklediğimizi, bir kez daha, bu vesileyle ifade ediyoruz.
Değerli arkadaşlarım, sayın milletvekilleri;
dikkatinizi çekmek istediğim bir başka konu da, bulunacak bu çözümde, öteden
beri, hatta, yüzyıllardan beri bölgede yaşayan Türkmenlerin, hak ve
özgürlüklerinin de korunmasına, ülke olarak, büyük özen ve hassasiyet
gösterdiğimizdir.
Çekiç Güç olarak nitelenen çokuluslu güç konusunda, her
görev süresi uzatımında, çeşitli tartışmalar yaşandı. Nihayet, geçtiğimiz yıl,
bu gücü oluşturan ülkelerden Fransa çekildi ve Huzur Harekâtı denilen operasyon
da, nitelik değiştirerek, bir keşif ve önleme uçuşu niteliği kazandı.
Dileğimiz, bölgede, Silahlı Kuvvetlerimizin, sınırötesi
harekât yapmasına gerek duymayacak kalıcı barış ortamının sağlanmasıdır. Söz
konusu Kuzeyden Keşif Harekâtı izninin, yalnızca, keşif ve önleme uçuşlarıyla
sınırlı olmasına rağmen, belli sakıncalar taşıdığının da bilincindeyiz.
Demokratik Sol Parti olarak, Kuzey Irak sorununun, çok
yönlü ve çok boyutlu uluslararası bir sorun olduğunun altını çiziyoruz. Türkiye
Büyük Millet Meclisi olarak, Meclisten istenen iznin, kapsamı belirli ve
sınırlı bir hava harekâtı olsa da, bu harekât, Türkiye tarafından belirlenen
ilkelere ve kurallara bağlı olarak yürütülse de, Kuzey Irak sorununun,
Birleşmiş Milletler kararına ve Irak'ın toprak bütünlüğü ilkesine uygun, kalıcı
ve hakça bir çözüme ulaştırılması gerekmektedir.
Bu düzenlemelerin, önümüzdeki dönemde gerçekleşmesi ve
Silahlı Kuvvetlerimizin, bölgede yaptığı sınırötesi harekâtların bölgeye barış
getirmesi, herkes gibi bizim de temennimizdir.
1991 tarihli, 688 sayılı, Irak'ın egemenliğini, toprak
bütünlüğünü ve siyasal bağımsızlığını öngören Birleşmiş Milletler kararının tam
olarak gerçekleştirilmesi, bu anlamda temel hedef olmalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir yandan, Irak
sorununun uluslararası hukuka uygun biçimde çözülmesine katkıda bulunmak, öte
yandan da, Güneydoğu Anadolumuzun sorunlarına, halkımızı tatmin edecek ve
bölücü eylemleri kökünden kurutacak bir çözüm getirilmesi yolunda girişimler
sürdürülüyor. Hükümetimizin, bu doğrultudaki çalışmalarının başarıya
ulaşacağına olan inancımızı, bu vesileyle, bir kez daha belirtiyoruz.
Demokratik Sol Parti Grubu adına, sizleri saygıyla
selamlıyorum. Teşekkür ederim. (Alkışlar)
BAŞKAN – Demokratik Sol Parti Grubu adına konuşan Sayın
Ahmet Tan'a teşekkür ediyorum.
Söz sırası, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Ünal
Erkan'da.
Buyurun Sayın Erkan. (DYP sıralarından alkışlar)
DYP GRUBU ADINA ÜNAL ERKAN (Ankara) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; Kuzeyden Keşif Harekâtının görev süresinin 31 Aralık
1997 tarihinden itibaren altı ay süreyle uzatılmasına, 447 sayılı kararda
belirtilen hususlarda bütün kararları almaya Bakanlar Kurulunun yetkili
kılınması hususundaki Hükümet teklifiyle ilgili, Doğru Yol Partisinin
görüşlerini arz edeceğim.
Halk tabiriyle Çekiç Güç diyoruz; başlangıçta Provide
Comfort diyorduk, sonra Kuzeyden Keşif Harekâtı oldu. İster Çekiç Güç, ister
Kuzeyden Keşif Harekâtı adıyla anılsın, Türkiye'nin güneyinde, güneydoğusunda
ve Ortadoğu'nun bu önemli bölgesinde, yedi yıldır, hem bölge istikrarına aykırı
hem komşu İran ve Suriye'nin aleyhine hem de Türk Devletinin, Türk Milletinin
aleyhine bir gelişme söz konusu.
Yedi yıldır konuşuyoruz, yedi yıldır, Birleşmiş
Milletler kararının uygulanması, bu karar uygulanırken, elbette, Irak'ın, kendi
topraklarındaki hükümranlık haklarına yönelik sıkıntıların ortadan kaldırılması
temennisi sık sık dile getiriliyor; ancak, bu temenniler içerisinde, genelde
“Biz, Türk Devleti olarak, Irak'ın toprak bütünlüğüne saygılıyız, Irak'ın
toprak bütünlüğüne halel gelmesini istemiyoruz" diyoruz ve bu tür
toplantılarda bu hususu dile getiriyoruz; ama, fiiliyat, söylediğimizle taban
tabana zıt bir görüntü ortaya koyuyor. Türk Devletinin, hem bölge istikrarı hem
Türkiye'nin aleyhine bir ortamın daha kesin çizgilerle yaratılmaması konusunda,
meseleye, Irak'ın toprak bütünlüğü
çerçevesinde çözüm getirilmesi şeklindeki temennileri, ciddî ölçüler içerisinde
ele alıp, bölge devletleriyle birlikte bu soruna çözüm getirmesi gerekmektedir.
"Irak'ın toprak bütünlüğüne saygılıyız"
diyoruz; yedi yıldır, Irak, “Kuzey Irak” diye isimlendirdiğimiz topraklarının
bir bölümünde hükümranlık haklarından yoksun. Elbette, Birleşmiş Milletler
kararları çerçevesinde Irak Devletine düşen görevler var, Irak Devletinin
yapması gereken işler var; elbette bunlar yapılmalı; elbette, Kuzey Irak'ta
yaşayan Türkmen kardeşlerimiz, Kürt kardeşlerimiz ve diğer kökenden gelen,
orada yaşayan insanlar, orada insanca yaşayabilmeyi mümkün kılacak bir yönetime
kavuşmalı; elbette, onların yaşamları bölgede garanti altına alınmalı. Ancak,
temennilerle geçiştirilen yedi yıllık süre, bizi öyle bir noktaya getirmiştir
ki, daha önceki görüşmelerde de ifade ettiğimiz gibi, bugün, güneyimizde,
Irak'ın kuzey topraklarında, her geçen gün biraz daha devletleşmiş bir
görüntüyle karşı karşıyayız.
Kuzeyden Keşif Harekâtının görevi, eğer, Irak'ta ayrı
bir devlet oluşturmak ise veya Çekiç Güç'ün görevi, sınırımızın bitişiğinde
ayrı bir devlet kurma amacına dönükse, Türkiye, burada bir tenakuzla karşı
karşıyadır. Biz, bir taraftan, içeride bölünmeyi önlemeye yönelik uğraş
veriyoruz. Onbinlerce şehit vermişiz ve Türk ekonomisini sıkıntıya soksa da, bu
güzel vatanı, şehitler pahasına böldürmeyiz diye bir uğraşın içerisinde aşağı
yukarı onüç yıldır mücadelemizi sürdürüyoruz. Elbette, emekler boşa gitmedi;
ama, bir taraftan içeride bu mücadeleyi sürdürürken; vatanımızı, milletimizi
böldürmeyelim derken; bir taraftan da, burnumuzun dibinde, bizim de içinde
bulunduğumuz bir organizasyonla, ayrı bir devlet görüntüsüne giden bir çizginin
seyircisi oluyoruz.
Bugün Kuzey Irak'ta bir parlamento vardır, bugün Kuzey
Irak'ta bir hükümet vardır, bugün Kuzey Irak'ta devlet otoritesini ifade edecek
bütün oluşumlar söz konusudur; bir tek, ilan edilmemiş bir devlet olgusu ve
bununla birlikte tanınma meselesi kenarda durmaktadır. Ondan sonra, bizim,
Irak'la dostluğumuz nasıl gerçekleşecek? Komşu ülkeler bu gelişmeler
karşısında, elbette, Türkiye'yi hasım görüp, Türkiye'nin terörle mücadelesine
zarar verecek görüntü içerisinde olacaklardır.
Bilindiği gibi, ben, bölgede, dört yıl bölge valiliği
yaptım; o zamanlar da bu konuları konuşuyorduk. Türkiye, dışpolitikasını, komşu
ülkelerin menfaatlarını da, elbette, kale almak suretiyle tespit etsin ve
dışarıdan bize yapılacak emrivakilerle, yarının ortadoğusunu sıkıntıya sokacak
oluşumlara sebebiyet vermesin; ama, bu, böyle devam ediyor, gidiyor. Bugün de
konuşuyoruz; bu karar alındıktan sonra, Kuzeyden Keşif Harekâtının süresi, altı
ay daha uzatıldıktan sonra mesele bitecek. Biz, yine, bu Keşif Harekâtının
içerisinde olacağız; ama, Kuzey Irak'ta, Irak Devletinin toprak bütünlüğü
aleyhine gelişmeler devam edecek.
Kuzey Irak, bu Çekiç Güç harekâtıyla, Körfez Savaşından
sonra, Çekiç Güç kararıyla, sanki, terörle mücadelede bizim işimizi
zorlaştırmak için, Kuzey Irak'ın kuzeyini bölücü terör örgütünün hâkimiyet
alanı haline getirdi. Tabiî ki, kahraman Mehmetçik, bu yanlışlığın bize verdiği
zararı gidermek için sık sık başarılı sınırötesi harekâtlar yapıyor; ama,
orada, geleceğe dönük oluşturulan ortam ve mutlaka, Türkiye'nin aleyhine
olduğunu değerlendirmemiz gereken bu ortam, sınırötesi harekâttan sonra,
stratejik açıdan önem arz eden noktalarda ne kadar ileri güvenlik tedbiri
alırsak alalım, arazinin genel yapısı, bizim, o alandan çekilmemizle, bölücü
terör örgütünün geri gelmesini mukadder kılmaktadır ve geçen yedi yıl
içerisinde, bölücü terör örgütü, öncelikle, Türkiye'nin aleyhine olmak
suretiyle, orada otorite olmuştur. Bu yanlışlığa devam ettiğimiz sürece, bölücü
terör örgütü, giderek, orada daha etkin olacaktır. Bu etkinliğini, en son
sınırötesi harekâtta, bizim, oradaki güçlere verdiğimiz destek de ortaya
koymaktadır.
Bu bakımdan, Irak'ın toprak bütünlüğüne zarar
vermeyecek politikaları sözde değil, özde gerçekleştirmek ve bu politikanın
gerçekleşmesi için, Türkiye'nin, çok ciddî diplomatik aktivitelere girmesi ve
sonuç alması gerekir; altı ay sonra aynı şeyi konuşacağız. Biraz evvel bir
arkadaşım diyor ki, bir plak konulsa da...
(Mikrofon
otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Erkan, size de, cümlenizi tamamlamanız
için 1 dakika süre veriyorum; bu süre içinde tamamlarsanız memnun olurum.
ÜNAL ERKAN (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Bir arkadaşımız" bir plak konulsa da aynı plaklar
dinlenilse".diyor; çünkü, söylenilenler ve temenniler, daha önceki
yıllarda da dile getirilmiş.
İçeride terörle mücadele faaliyeti sürmekte;
dışpolitikaya yönelik arza çalıştığım çerçeve içerisinde, Hükümetin gayretleri
sonuç alıcı olmalıdır; ama, içeride terörle mücadele faaliyetlerine zarar
verici tutum ve davranışlardan; özellikle, demokrasi adınaymış gibi; özellikle,
insan hakları adınaymış gibi, olmayacak ve olması mümkün olmayan teklifleri,
milletin beynini bulandıracak teklifleri getirmemelidir; hiç kimse
getirmemelidir. İçeride, bütünlüğümüze yönelik tehdidi ortadan kaldırmak için
mücadelemiz devam etmektedir, devam edecektir; bundan vazgeçmek söz konusu
değildir.
Bugün Karadenizdeki sükûneti de, geçici bir sükûnet
olarak kabul etmeli ihtimal olarak ve oradaki operasyonları daha ciddi ölçüler
içerisinde "sessizlik var, eylem yok" diye bir rahatlığın, rehavetin
içine girmeden, kış şartlarında, orada bir tek
terörist bırakmayıncaya kadar operasyonlara devam edilmelidir.
Sayın Başkanın müsamahasına şükranlarımı sunuyorum.
Doğru Yol Partisi Grubu olarak, Hükümetin getirdiği teklife olumlu oy
vereceğimizi ifade ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN– Doğru Yol Partisi Grubu adına konuşan Sayın
Ünal Erkan'a teşekkür ediyorum.
Şimdi, Refah Partisi Grubu adına söz sırası Sayın Ömer
Vehbi Hatipoğlu'nun.
Buyurun Sayın Hatipoğlu.
RP GRUBU ADINA ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) –
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Kuzeyden Keşif Harekâtının süresinin altı
ay daha uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresi üzerinde Refah Partisi
Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurunuza gelmiş bulunuyorum. Şahsım ve
Grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17.1.1991 tarihli ve
126 sayılı kararına dayanılarak başlatılan Huzur Harekâtının kuzey Irak'ta
meydana gelen gelişmeler de göz önünde bulundurularak, 31 Aralık 1996 tarihi
itibariyle sona erdirildiği malumunuzdur. Bunun ardından Kuzeyden Keşif Harekâtı
adıyla yeni bir yapılanmaya gidilmiştir.
Burada konuşma yapan değerli sözcülerin de ifade ettiği
gibi, bugün görüşmekte olduğumuz Hükümet tezkeresi, bundan önceki Hükümet
tezkereleriyle kelimesi kelimesine aynı olan bir tezkeredir.
Ancak, şunları hemen ifade etmek gerekiyor ki, yaklaşık
altı yıl boyunca Türkiye'de konuşlandırılan Çokuluslu Güç’ün faaliyetleri
konusunda Parlamentoda çok ciddî tartışmalar yapılmıştır ve hatırlanacağı
üzere, her seferinde, Refah Partisi, Çekiç Güç'ün faaliyetleri konusundaki
çekincelerini ortaya koymuştur.
Biz, öteden beri, Çekiç Güç'ün varlığının, varlık
nedeninin sorgulanması gerektiğini ifade edegeldik. Niçin karşı çıkıyorduk
Çekiç Güç'e; çünkü, biz, Çekiç Güç'ün o dönemde varlık nedeninin yalnızca
insanî amaçla izah edilebileceğine inanmıyorduk. Gerçi, Türkiye, davet etti,
Çokuluslu Güç geldi burada konuşlandı; ancak, getirdiğimiz gücü geri
göndermekte çok ciddi sıkıntılara düştüğümüz
de herkesin malumudur.
Biz, o gücün Türkiye'de veya kuzey Irak'ta varlığını
sürdürme gayretini birazcık da çıkarla ilgili buluyorduk; çünkü, dünya petrol
rezervinin yüzde 65,7'sinin bu bölgede olduğu herkesin malumudur; aynı zamanda,
Batılı güçlerin silah ticareti konusundaki tekeli ve pazarı elden bırakmama
gayretlerine de dikkati çekiyorduk.
Bir ikinci neden; Çekiç Güç şemsiyesi altında Türkiye
aleyhtarı faaliyetlerin gerçekleştirildiği konusunda çok ciddî kuşkularımız
vardı. Hepinizin malumu olduğu gibi, Çekiç Güç'ün faaliyetleri esnasında,
PKK'ya lojistik destek sağlandığı, istihbarat desteği sağlandığı iddiaları
basında yer almış ve çok ciddî iddialar olarak tartışılmıştır.
Üçüncü neden; Türkiye'nin bu güç üzerinde ciddî bir
inisiyatifinin bulunmadığı konusundaki endişelerimizdi.
Çekiç Güç'le ilgili bir başka ciddî endişemiz; Kuzey
Irak topraklarında PKK'ya destek verici faaliyetlerdi, özellikle Zaho'daki
karargâhın ve Birleşmiş Milletler Atruş Kampının PKK'nın eğitim faaliyetlerinde
kullanıldığı şeklindeki haberler, istihbarat bilgileri, bizim, Çekiç Güç
hakkındaki kuşkularımızın temel nedenleriydi.
Bunlara ilaveten, Çekiç Güç şemsiyesi altında yürütülen
misyonerlik faaliyetleriydi. Yine malumunuz olduğu gibi, sayısı 100'ü geçmiş
NGO'lar vasıtasıyla, Kuzey Irak'ta faaliyetler gösterilmekte ve "sivil
örgütler" adı altında gerçekleştirilen bu faaliyetlerde, Kuzey Irak
topraklarında misyonerlik faaliyetleri yapılmaktaydı. Hatta, öyle ki, kilise
örgütleri, Kuzey Irak'taki Kürt çocuklarını, eğitim gördürmek maksadıyla Avrupa
ülkelerine götürüyor ve burada kilise örgütleri kanalıyla Hıristiyanlaştırmak,
daha sonra da, ileriki bir tarihte Batılı ajanları bu bölgede yerleştirmek
şeklinde bir çalışmanın içindeydi.
Yine, Çekiç Güç'le ilgili, bir diğer çok önemli
çekincemiz de; Batılı istihbarat örgütlerinin, bu şemsiye altında bölgede kök
salmaya başladığı ve burada çok ciddî sorunlara neden olabilecek faaliyetleri
gerçekleştirdiği şeklindeki ifadelerdi. Bu endişemizin ne kadar gerçek olduğu,
ne kadar önemli olduğu geçtiğimiz yıl ortaya çıkmıştır. Malumunuz, Kuzey
Irak'taki harekâttan sonra, sadece Guam Adalarına yerleştirilmek üzere, 5 bin
Kuzey Iraklı Kürt buradan alınmış ve Türkiye üzerinden gönderilmiştir. Demek
ki, Çekiç Güc'e karşı çıkmak, o anlamda son derece önemliydi ve doğruluğu da
kanıtlandı.
Peki, ne yapılmalıydı? Malumunuz olduğu üzere, Refahyol
Hükümeti, öncelikle, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir genel görüşme açtı ve
gizli oturumda konu ele alındı, enine boyuna tartışıldı. Ayrıca, yine Türkiye
Büyük Millet Meclisi devreye konularak, Millî Savunma Komisyonu ile Dışişleri
Komisyonu ortak toplantıya çağrıldı ve ilgili ülkelerin temsilcileri de bu
toplantıya çağrılarak, milletvekilleri tarafından sorgulanmalarına zemin
hazırlandı; daha doğrusu, karşılıklı bir iletişimin sağlanmasına zemin
hazırlandı.
Çok önemli bir adım daha atıldı; diplomatik tüm
mekanizmalar harekete geçirilmek suretiyle, ortak bir payda etrafında uzlaşma
sağlandı. İlgili ülkelere, Türkiye'nin tüm istekleri, bu tip diplomatik
ataklarla kabul ettirildi. Türkiye'nin hükümranlık hakkı çerçevesinde
belirlenen ilke ve kurallara bağlı olarak, sadece hava unsurlarından müteşekkil
bir güç oluşturuldu. İşte, bu suretle Huzur Harekâtı sonuçlandırıldı, Çekiç Güç
gitti “Kuzeyden Keşif Harekâtı” adıyla, kara unsuru bulunmayan bir güç
oluşturuldu.
Refahyol Hükümeti döneminde gerçekleştirilen bu
gelişmeler üzerine, Kuzeyden Keşif Harekâtının görev süresinin uzatılmasına
ilişkin Başbakanlık tezkeresi Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülürken, o
günün muhalefet partileri buna karşı çıktılar. Zabıtlarda da ifade edildiği
gibi, Sayın Ecevit, o dönemde, bunu "örtülü Çekiç Güç" olarak da
nitelendirdi, vasıflandırdı; ancak, ben -Sayın Keçeciler'in de biraz önce ifade
buyurduğu gibi- siyasî bir tartışma açmak istemiyorum; teknik olarak ortadaki
farkı ifade etmek istiyorum. Çekiç Güç'ün Kuzey Irak topraklarındaki varlığına
son verildi. Böylece ne oldu -Keşif Harekâtıyla bu güç arasındaki farkı ifade
etmek istiyorum- Refahyol Hükümeti döneminde PKK'nın örgütlendiği, lojistik
destek sağladığı konusunda ciddî iddiaların bulunduğu Zaho karargâhı dağıtıldı,
Birleşmiş Milletler Atruş Kampı dağıtıldı, NGO'ların faaliyetlerine son verildi
ve kara unsurları geri gönderildi. Kısacası, Türkiye aleyhinde faaliyetlere
şemsiye görevi yapamayacak hale getirildi.
Peki, sonuç nedir; aradaki fark nedir? Yalnızca havadan
keşif unsuru yapacak ve bir tecavüz vukuunda Türkiye'nin bilgisi dahilinde
önlem alabilecek bir yapı ortaya çıktı; kuşkusuz, bu, bir ara çözümdür. Kuzey
Irak'ın toprak bütünlüğünün korunması yanında, bu bölgede yaşayan Kürtlerin ve
Türkmenlerin can ve mal güvenliğinin sağlanması için, Türkiye, aktif ve öncü
bir rol üstlenmelidir. Böylelikle, Keşif Güç'e de ihtiyaç kalmamalıdır diye
düşünüyoruz.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; uluslararası
ilişkilerde ebedî dostluklar yoktur; ama, karşılıklı çıkarlar vardır; fakat, bu
gerçek kadar önemli olan bir başka gerçek de şudur ki, ülkelerin kendi
komşularını seçme hakkı da yoktur. O halde, hazır bulduğumuz ve
değiştiremeyeceğiz, birlikte yaşamak zorunda olduğumuz komşularımızla, barış içinde
ve karşılıklı güven ve çıkar temeline dayalı politikalar geliştirmeliyiz. Zira,
komşularımızdaki yangın, bize de rahatsızlık verir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Kuzeyden Keşif
Harekâtının görev süresinin uzatılmasına ilişkin Başbakanlık tezkeresine, Refah
Partisi Grubu olarak olumlu oy vereceğimizi arz etmek istiyorum; ancak, bunu
ifade ederken, bunun da kalıcı bir nitelik kazanmaması gerektiğini, Kuzey
Irak'ın toprak bütünlüğünün sağlanması ve Türkiye'nin güvenliğinin güvence
altına alınması koşuluyla, Kuzeyden Keşif Harekâtının görev süresinin sona
erdirilmesi konusunda da Hükümetin ciddî gayret göstermesi gerektiğini ifade
ediyor; beni dinlemek lütfunda bulunduğunuz için, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Refah Partisi Grubu adına konuşan Sayın Ömer
Vehbi Hatipoğlu'na teşekkür ediyorum.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Ali Topuz.
Buyurun Sayın Topuz. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA ALİ TOPUZ (İstanbul) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; “Kuzeyden Keşif Harekâtı” olarak adlandırılan
düzenlemenin 31 Aralık 1997 tarihinden başlamak üzere altı ay süreyle
uzatılmasına ilişkin Hükümet tezkeresi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubunun görüşlerini sunmak üzere huzurunuzdayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Konuşmacı arkadaşlarımın da belirttiği gibi, adı ne
olursa olsun, bu konu, ondördüncü uzatma olarak Meclisimizin çalışmaları
arasında yer almaktadır. Harekâtın adı, ister “Çekiç Güç” olarak tanımlanmaya
çalışılsın, isterse “örtülü Çekiç Güç” olarak tanımlanmaya çalışılsın; isterse
“Kuzeyden Keşif Harekâtı” olarak tanımlansın, içeriği itibariyle, esas niteliği
itibariyle aynı konuyu tartışıyoruz; ama, biraz daha değişmiş başka bir ortamda
konuyu tartışıyoruz.
Bu konu üzerindeki tartışmaların, gerçekten ilginç ve
çok çelişkili durumlar yarattığını söylemeden geçemeyeçeğim. Bu ondördüncü
uzatmaya kadar yapılan her uzatmada, bu kürsüde yapılan konuşmaları alt alta
sıraladığımız zaman, bazı siyasetçilerin, bazı siyasî partilerin, farklı
zamanlarda ne denli farklı görüşlerle, bu kürsüye çıktığını görürüz. Onlar
üzerinde fazla durmak istemiyorum.
Ben, asıl üzerinde durmak istediğim konuyu, kısa süre
içerisinde, iki başlık altında ifade etmek istiyorum. Bir tanesi, özellikle
konunun özüyle ilgili, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak yeterince katkı
yapmadığımızı ifade etmek biçiminde olacaktır.
Meselenin özü nedir: Meselenin özü, pek çok sözcünün bu
kürsüden ifade ettiği gibi, Körfez Savaşından sonra Kuzey Irak'ta meydana gelen
değişmeler; Irak'ın toprak bütünlüğüyle ilgili uluslararası kurallara aykırı
gelişmeler; Irak'ın kuzeyindeki bir bölgenin, Irak'ın hükümranlık haklarından
bir kısmını kaybettiği bir bölge olarak bir döneme girmiş olması; bunun
yarattığı sorunların Türkiye açısından karşılanması ve çözülmesine dönük
birtakım önlemlerin alınması biçiminde ortaya çıkan bu olayda, esas unsurun,
Irak'la ilgili belirsizliklerin, yanlışlıkların düzeltilmesi meselesi olarak
görülmesi gerekir diye düşünüyorum.
Bu kürsüden konuşan pek çok değerli hükümet sözcüleri,
parti sözcüleri, daima, Irak'taki bu durumun, Türk-Irak dostluğunun, barış
içinde sağlanacak işbirliğinin ortaya konulmasıyla çözülebileceği yolunda çok
iddialı görüşler ve doğru görüşler ortaya koymuş olmalarına karşın, bu konuya
dönük olarak, iktidarlarda bulundukları sıralarda herhangi bir aşama
kaydetmemiş olmaları da üzüntü verici bir gerçektir.
Şimdi, 20 nci Dönemde, bu konuyla ilgili olarak, birkaç
kez, burada yaptığımız konuşmalarda, özetle şöyle bir tablo ortaya çıkmaktadır;
şimdi onun üzerinde durmak istiyorum: Yani, meselenin özünü çözmemiz gerekir.
Türkiye'ye düşen çok önemli görevler olduğu konusunda mutabık olduğumuz
anlaşılıyor; fakat, nedense, konunun bu tarafını çözmeye dönük bir girişim
başarıya ulaştırılamıyor, muhalefette söylenilenler iktidarda
gerçekleştirilemiyor. Türkiye'nin yabancıların etkisi altında Irak politikasını
sürdürmesine karşı tavır koyanlar, iktidar oldukları zaman, o söylediklerinin
gereğini yerine getiremiyorlar.
20 nci Dönemde, Meclisimiz, ilk kez, 28.3.1996
tarihinde bu konuyu gündemine aldı ve üç ay süreli bir uzatma söz konusuydu. Bu
uzatma, Demokratik Sol Partinin çekimser olarak desteklediği hükümet döneminde
olmuştu. Bütün bu uzun süreç şunu gösteriyor ki -burada, hemen onu belirteyim-
Doğru Yol Partisi ve Anavatan Partisinin bu konuyla ilgili tutumu, öteden beri,
daima, bu grubun, bu kuruluşun, bu hareketin yanında yer almak biçiminde
olmuştur; ama, Demokratik Sol Parti ve Cumhuriyet Halk Partisi, bu konuyla
ilgili olarak, endişelerini ortaya koymuştur ve bu uzatma kararlarına
katılmamıştır. Refah Partisi ise, bu süreç içerisinde, iktidardan önce
takındığı tavrı iktidarda iken yumuşatmıştır ve karşı olduğu şeyi, bir ölçüde
değiştirdiğini zannederek veya topluma öyle sunarak kendini savunmaya
yeltenmiştir; ama, bugün görüyorum ki, Refah Partisi de, Anavatan Partisi ve
Doğru Yol Partisi gibi, aynı çizgiye dönmüştür.
Ben, asıl, Demokratik Sol Partinin mücadelesiyle ilgili
olarak birkaç söz söylemek istiyorum.
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Sayın Topuz, fark
var.
ALİ TOPUZ (Devamla) – Elbette ki farklılık var;
ama, tarifi siz yapıyorsunuz; o tarife göre “farklılık var” diyorsunuz. Sayın
Ecevit'e sorarsanız, onun konuşmalarına bakarsanız, Çekiç Güç ile örtülü Çekiç
Güç arasında bir fark yoktur. Ben de Sayın Ecevit'in görüşüne katılıyorum.
Gerçekten, Sayın Ecevit...
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Kamplar boşaltıldı; 10
bin insan çekildi...
BAŞKAN – Sayın Karamollaoğlu, lütfen...
ALİ TOPUZ (Devamla) – Efendim, bütün bunlar
söylenebilir, başlangıçtakinden farklı bir durum vardır; ama, özü itibariyle
mesele değişmemiştir; yine, başkalarının verdiği bir karara dayanılarak,
Türkiye, kendi komşusu üzerinde, bazı konularda, birtakım görevler üstlenmiş
durumdadır. Buna itiraz eden politikacılara katıldığımı ifade etmek için
söylüyorum.
Sayın Ecevit, 18.6.1996’da, 1 ay 13 günlük bir
uzatmanın zorunlu hale gelmesi nedeniyle bu kürsüden yaptığı konuşmada,
çekimser olarak destekledikleri hükümetin, konuyu, Amerika Birleşik
Devletleriyle de görüşerek, ilgili başka ülkelerle de görüşerek çözebileceği
yolunda bir umut taşıdığını ifade ederek, bu sefer, çekimser de kalamayız,
geçen sefer çekinmser kalmıştık; ama, katılmamak suretiyle ancak bir katkı
yapabiliriz; bu katkı da, son katkı olur anlamında bir değerlendirme yapmıştı burada
ve daha sonra 30.7.1996'da Anayol Hükümeti döneminde, Sayın Soysal, DSP adına
burada konuşurken, bence çok içtenlikli bir değerlendirme yapmıştı ve
"konunun verileri değişmedikçe, burada süreyi uzatmakla, uzatmamakla
meseleyi çözemeyiz. Burada bir olay vardır, siyasî bakımdan bir önemli olay
vardır, bunun birkaç tane önemli unsuru vardır; Kuzey Irak'ın durumuyla ilgili,
bizim Kuzey Irak'la olan ilişkilerimizle ilgili, bu konuya yabancıların bakış
açısı ve bu konuyu etkileme anlayışlarıyla ilgili çok önemli siyasal sorunlar
vardır, bunlar çözülmedikçe bu sorun zaten çözülmez" demişti.
Daha sonra, 25.12.1996’da Sayın Ecevit, yine burada,
daha önce taşıdığı umutların kendisini tatmin edecek bir noktaya gelmediğini
görerek "adı Kuzeyden Keşif Harekâtı bile olsa; olayın, aslında,
başlangıçtaki Huzur Harekâtının içeriğine benzer bir içerik olduğunu, Çekiç
Güç'ün kalkıp kalkmadığı, dışarıya asker gönderme veya Türkiye'ye asker çağırma
konusunda daha evvel alınmış kararın, bu konuyla ilgili geçerliliğinin olup
olmadığı konusunda Anayasa açısından tereddütlerini ortaya koymuş" ve "şimdiki düzenlemeyle, bundan önceki
düzenleme arasında fazla bir fark yoktur, Kuzey Irak'la ilgili emeller, bizim
dışımızdaki ülkelerin emellerinde bir değişiklik olmamıştır; dolayısıyla, buna
karşı olmak durumundayız" demiştir ve karşı olmuşlardır.
Daha sonra, Sayın Sina Gürel, 26.6.1997'de -yani bundan
altı ay önceki birleşimde- burada birtakım değerlendirmeler yaptı ve
konuşmasını bitirirken de şunları söyledi:
"Türkiye, bölgesel ilişkilerini, artık, bölge dışı
devletlerin güdümünden mutlaka çıkarmalıdır" doğru, katılıyoruz.
"Bunu, Atatürk Türkiyesi başarmıştı daha olumsuz şartlarda, bugün niye
başarmayalım" demiştir. "Irak'la sağlıklı ilişkilerin kurulması
gerektiğini" söylemiştir "meselenin özünü çözme konusunda,
Türkiye'nin elinde bulundurduğu kozları ve imkânları değerlendirmesi
gerektiğini" söylemiştir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Bir dakika Sayın Topuz.
ALİ TOPUZ (Devamla) – Tamamlıyorum efendim.
BAŞKAN – Lütfen tamamlayın.
ALİ TOPUZ (Devamla) – "Eğer Demokratik Sol Parti,
başında veya içinde, yönetiminde etkili olduğu bir hükümet sorumluluğuyla karşı
karşıya gelirse, böyle bir konuda görev üstlenecek olursa, bu meseleyi
söyledikleri bu çerçevede; yani, meselenin özünü çözmeye dönük; Irak'taki
belirsizlikleri gidermeye dönük; Türk-Irak ilişkilerini barışçı anlayış
içerisinde geliştirmeye dönük ve üçüncü ülkelerin bu konudaki baskılarını ve
yönlendirmelerini bir tarafa itmeye dönük politikaları, göreve başladıkları
andan itibaren adım adım yürürlüğe koyacaklarını" söylediler.
Şimdi, ben, sözlerimi tamamlarken şunu söylüyorum. Bu
Hükümet kurulalı altı ay oldu. Bu altı ay içerisinde, Hükümetimizin, bu konuyla
ilgili nasıl bir politika izlediği ortaya çıkmadı, daha doğrusu, biz, bunu
göremiyoruz;. yani Sayın Gürel'in "başlar başlamaz yapacağımız"
dediği işlerle ilgili ne yapıldığını bilmiyoruz.
Sayın Gürel, üstelik, birkısım dışişlerinden sorumlu
Devlet Bakanı olarak da bu Hükümetin içinde önemli bir görev üstlenmiştir.
Acaba, bu Hükümetin 1997 ye ilişkin temel değerlendirmesi, bu Çekiç Güç veya
Kuzeyden Keşif Harekâtıyla ilgilide mi sürüyor; yani, 1997 içinde bu konulara
değinmek ve bu konularda mesafe almak kolay değildir, mümkün değildir, 1997
zaten bitmiştir "biz 1998'den itibaren Türkiye'nin sorunlarını çözeceğiz,
hani enflasyonu da 1998'in başından itibaren kontrol altına alacağız"
dedikleri gibi, acaba bu Kuzeyden Keşif Harekâtıyla ilgili, daha önce bizim de
katıldığımız görüşlerini, şu ana kadar uygulayamamalarına rağmen, 1.1.1998'den
itibaren uygulamaya koyabilecekler midir? Bunu beklemekteyim...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen... Bir dakika, bir dakika... Sayın
Topuz, son cümlenizi söyleyin.
ALİ TOPUZ (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkan.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, bu kez de,
Kuzeyden Keşif Harekâtının süresinin uzatılmasını doğru bulmadığımızı ifade
etmek istiyorum; olumsuz oy kullanacağız. Daha önce, hangi şartlarda olumsuz oy
kullanacaklarını söylemişlerse, aynı partilerin, o şartlar devam ettiğine göre,
aynı düşüncede olup olmadıklarını da, bu oylama sırasında, buradan, ibretle
izleyeceğiz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan
Sayın Ali Topuz'a teşekkür ediyorum.
Grupları adına başka söz isteyen?.. Yok.
Hükümet adına, Devlet Bakanı Sayın Yücel Seçkiner;
buyurun efendim. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)
DEVLET BAKANI YÜCEL SEÇKİNER (Ankara) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; sizleri, şahsım ve Hükümetim adına saygıyla
selamlıyorum.
Kuzeyden Keşif Harekâtının görev süresinin uzatılması
konusunda Hükümetimizin görüşlerini arz etmek amacıyla huzurlarınızda
bulunuyorum.
Değerli arkadaşlarım, Hükümet tezkeresi üzerinde
gruplar adına yapılan konuşmalara dinledik. Gerçekten, istifade ettiğimiz
görüşmeler yapılmıştır. Tüm sözcülere, bu bağlamda, teşekkürlerimi sunuyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilindiği üzere
"Kuzeyden Keşif Harekâtı" olarak adlandırılan uçuş düzenlemeleri,
Huzur Harekâtının 31 Aralık 1996 tarihi itibariyle sona erdirilmesini takiben,
Yüce Meclisimizin aldığı 25 Aralık 1996 tarih ve 477 sayılı karar uyarınca, 1
Ocak 1997 tarihi itibariyle başlatılmış; yine, Yüce Meclisimizin 26 Haziran
1997 tarih ve 506 sayılı kararıyla, görev süresi, altı ay için uzatılmıştır.
477 sayılı kararda açık olarak ifade edildiği üzere
"Kuzeyden Keşif Harekâtı" olarak adlandırılan bu yeni düzenleme,
ilgili Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarının hedeflerine ve ruhuna
uygun olarak ve Irak'ın toprak bütünlüğünün muhafaza edilmesine özen
gösterilerek, Amerika Birleşik Devletleri hava unsurları ile İngiltere hava
unsurlarının katılımıyla, sadece keşif ve gerektiğinde önleme uçuşlarıyla
sınırlı bir hava harekâtıdır.
Kuzeyden Keşif Harekâtı çerçevesindeki uçuşlar,
tarafımızdan belirlenen ilke ve kurallara bağlı olarak gerçekleştirilmektedir.
Bu çerçevede "Kuzeyden Keşif Harekâtı Kurallar ve İlkeler Belgesi"
adını verdiğimiz ve harekâta ilişkin teknik düzenlemeleri içeren bir kurallar
manzumesi yürürlüğe konulmuştur.
Görev süresi 31 Aralık 1997 tarihinde dolacak olan
Kuzeyden Keşif Harekâtı hususunda Yüce Meclisimizce yapılacak değerlendirmeye
katkıda bulunmak amacıyla, konunun tarihî gelişimini kısaca hatırlatmakta yarar
görüyorum.
1991 yılında sona eren Körfez Savaşının ardından, Irak
genelinde meydana gelen karışıklıklar sonucunda, 1991 yılı nisan ayı
başlarında, Kuzey Irak'tan ülkemize doğru kitlesel bir göç hareketi başlamış ve
farklı etnik gruplardan yaklaşık 500 bin Irak vatandaşının sınırlarımıza
yığılması, ivedi çözüm gerektiren, çok yönlü bir sorun yaratmıştır.
Göç sırasında ortaya çıkan acıklı manzaralar, masum ve
çaresiz insanların yaşadıkları sıkıntılar ve bu göçün ülkemiz açısından
yarattığı güçlükler, hafızalarımızda tazeliğini korumaktadır.
Zamanın hükümetinin girişimleri neticesinde çıkarılan
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 5 Nisan 1991 tarih ve 688 sayılı
kararıyla başlatılan uluslararası işbirliği sonucunda, göç etmek mecburiyetinde
kalan bu kitlenin Irak'a dönmesi sağlanmış; akabinde, yeni göç hareketlerine
yol açabilecek olayların engellenmesi ve Kuzey Irak'ta yaşayan halk için
yürütülen insanî yardım faaliyetlerinin devamını sağlayacak koşulların
muhafazası amacıyla, bilindiği üzere, Huzur Harekâtı yürürlüğe konulmuştur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın bu
bölümünde Kuzeyden Keşif Harekâtının ülkemize sağladığı yararları kısaca ortaya
koymak istiyorum.
Harekâtın, ülkemiz açısından önde gelen yararı,
ülkemizin sosyal ve ekonomik düzenini ve sınır güvenliğini tehdit eden yeni bir
göç hareketini önlemiş olmasıdır. Mevcut koşullarda, bu tehdidin ortadan
kalktığını gösteren bir emare bulunmamaktadır.
Irak'taki belirsizliklerin devam ettiği mevcut ortamda
harekâtın devamı, dış politikamızın dengeleri açısından önem taşımaktadır.
Harekât, ülkemize, Irak konusunda ve bölgede olumlu ve
etkin rol oynama imkânını vermektedir. Keza, harekât, ülkemiz açısından önem
taşıyan bazı konularda yararlı olmuştur. Bunlar hakkında, Yüce Meclisimize;
yine bilgi sunmak istiyorum.
Sayın Başkan, muhterem arkadaşlarım; uzun yıllar kapalı
kalan Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı, Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyinin 986 sayılı kararı çerçevesinde yeniden faaliyete geçmiştir.
Dolayısıyla, boru hattının çürüyerek zarar görmesi önlenmiş, Türkiye'nin Irak'a
gıda ve ihtiyaç maddesi ihracatı imkânı sağlanmış ve böylece, Türkiye'nin,
Körfez Savaşından bu yana uğradığı büyük zararların kısmen de olsa telafisi
yolunda bir adım atılmıştır. Bu kararın hazırlanması, kabul edilmesi ve
uygulanır hale gelmesinde, Türkiye, önemli rol oynamıştır.
Kuzey Irak'la ilgili olarak ülkemiz açısından sorun
yaratan diğer bir husus da, PKK terör örgütünün bu bölgede yuvalanmasıdır. Bu
açıdan bakıldığında, bu konuda hayli mesafe katettiğimizi memnuniyetle
vurgulamak isterim.
Bugün, PKK'nın ne denli eli kanlı bir terör örgütü
olduğu hususunda, harekâta katılan ülkeler tarafından saptamalar yapılmaktadır.
Nitekim "Amerika Birleşik Devletleri Antiterörizm ve Müessir Ölüm Cezası
Kanunu" hükümleri uyarınca işlem yapılacak olan 30 adet terör örgütü
arasında PKK da zikredilmektedir. Bu uygulamayla birlikte, söz konusu örgütün
ve yandaşlarının Amerika Birleşik Devletlerindeki faaliyetlerine etkili bir
engel getirilmiş olmaktadır.
Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; Irak'ın toprak
bütünlüğünün muhafazası konusuna atfettiğimiz önem ve hassasiyet, hepinizin
malumlarıdır. Türkiye olarak, komşumuz Irak'ın toprak bütünlüğüne zarar
verilmesini hiçbir zaman arzu etmeyiz. Irak'ın toprak bütünlüğünün korunması,
Kuzeyden Keşif Harekâtına katılan ülkeler nezdindeki tutumumuzun temelini
teşkil etmiştir. Türkiye'nin bu konudaki hassasiyeti, şüpheye mahal
bırakmayacak şekilde ortaya konulmuştur. Kuzeyden Keşif Harekâtının tabi olduğu
ilkelerin başında, Irak'ın toprak bütünlüğünün korunmasının yer aldığını burada
önemle vurgulamak istiyorum.
Türkiye, Irak'ın, ilgili Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi kararlarını tümüyle uygulayarak, bir an önce, uluslararası camiaya ve
kardeş Irak halkının normal yaşam koşullarına dönmesini arzu etmektedir.
Bölgemizde oluşacak olan barış, sükûn ve istikrardan, herkesten çok, Türk ve
Irak halkları yarar sağlayacaktır.
Öte yandan, 1996 yılı yaz aylarında, Kuzey Irak'ta,
Kürdistan Demokratik Parti ve Kürdistan Yurtseverler Birliği arasında cereyan
eden kanlı çatışmalar, ülkemizin de çabalarıyla durdurulmuştur. Tarafların
ateşkese razı edilmesinden sonra, Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri ve
İngiltere'nin eşbaşkanlığında, Ankara'da, Barzani, Talabani ve Türkmen cephesi
temsilcileri bir araya getirilmiştir. Bu şekilde başlayan Ankara sürecinin
temel hedefi, Kuzey Irak'ta, KDP ve KYB arasındaki ateşkesi sürekli kılmak ve
bunu denetlemek için bir mekanizma oluşturmak idi. Yaşanmakta olan birtakım
sorunlara rağmen, bu hedefe büyük ölçüde ulaşılmıştır. Ankara'da, ilgili bütün
tarafların katılımıyla bir Ateşkes İzleme Denetleme Komitesi kurulmuş,
çoğunluğu Iraklı Türkmenlerden oluşan Ateşkes İzleme Gücü, Kuzey Irak'ta
faaliyete geçmiştir.
Ankara süreci toplantıları sonunda yayımlanan
eşbaşkanlar bildirilerinde, taraflar, ateşkesin devamı konusundaki
kararlılıklarını ve bölgede kalıcı barış ve istikrarı temin amacıyla yapılacak
düzenlemelerin hiçbir surette, Irak'ın eğemenliğine, siyasî birliğine ve toprak
bütünlüğüne halel getirmeyeceğini vurgulamışlardır. Taraflar, Kuzey Irak'ta
terörizmle mücadele konusunda bu bildirileriyle taahhüt altına girmişler ve
Türkiye'nin meşru güvenlik endişelerinin haklılığını kabul etmişlerdir.
Türkiye, son haftalarda karşılaşılan bazı güçlüklere
rağmen, Ankara sürecinin devamının bölge istikrarı için önem taşıdığına
inanmakta, Ankara sürecine ev sahipliğinin yanında, bölgede cereyan eden
olaylarda yönlendirici bir rol oynamaktadır.
Türkiye, Kuzey Irak'taki varlığını devam ettirmeye
çalışan PKK terör örgütünü bölgeden temizlemek amacıyla, gerektiğinde bölgeye
yönelik askerî harekâtlar düzenlemektedir. Uluslararası kamuoyunun, terör
örgütüne karşı giriştiğimiz bu harekâtları daha iyi anlamasında, Kuzeyden Keşif
Harekâtı önemli rol oylanamaktadır. Sınırımıza mücavir bölgeleri fiilî kontrolü
altında bulunduran KDP'nin bu harekâtlar sırasında Silahlı Kuvvetlerimizle
aktif işbirliğinde bulunması, PKK'nın Kuzey Irak'ta yaşayan halk için de bir
tehdit haline geldiğini açıkça göstermektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Irak'ın,
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarını bütünüyle uygulayarak
uluslararası camiaya geri dönmesi, en halisane arzumuzdur. Türkiye, bu amaçla,
elinden gelen çabayı sarf etmeye devam edecektir; ancak, son olarak, Birleşmiş
Milletler özel komitesinin Irak'ın kitle imha silahları konusunda yürüttüğü
denetlemeler nedeniyle ortaya çıkan gerginliğin de gösterdiği üzere, Güvenlik
Konseyi, şu an için, Irak'ın kendisiyle ilgili bütün kararlara riayet ettiği
kanaatinde değildir. Ayrıca, Kuzey Irak'ta görmeyi arzuladığımız barış ve
istikrar, henüz tam manasıyla sağlanmamıştır. Böyle bir ortamda, mevcut
düzenlemenin devamında fayda mülahaza edilmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Kuzeyden Keşif
Harekâtının görev süresinin uzatılması yolunda yetki verilmesini talep eden
tezkerenin kabulünü, Yüce Meclisimizin takdirine sunuyor, hepinize saygılar
sunuyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Hükümet adına görüşlerini belirten, Devlet
Bakanı Sayın Yücel Seçkiner'e teşekkür ediyorum.
Kişisel söz isteyen?.. Yok.
Sayın milletvekilleri, Başbakanlık tezkeresi üzerindeki
görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, Başbakanlık tezkeresini tekrar okutup,
oylarınıza sunacağım:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Körfez Savaşı sonrasında alınan Irak'la ilgili
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarının hedeflerine ve ruhuna uygun
olarak ve Irak'ın toprak bütünlüğünün muhafaza edilmesine özen göstererek,
Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere hava unsurlarının katılımıyla, Türkiye
tarafından belirlenen ilke ve kurallara bağlı olarak ve Türkiye Büyük Millet
Meclisinin 25 Aralık 1996 tarihli ve 477 sayılı kararıyla Hükümete verdiği
yetki çerçevesinde yürürlüğe konulan ve sadece keşif ve gerektiğinde önleme
uçuşlarıyla sınırlı bir hava harekâtı olan Kuzeyden Keşif Harekâtının görev
süresinin 31 Aralık 1997 tarihinden itibaren altı ay süreyle uzatılmasına; 477
sayılı kararda belirtilen hususlarda bütün kararları almaya Bakanlar Kurulunun
yetkili kılınması için Anayasanın 92 nci maddesine göre izin verilmesini arz
ederim.
A.
Mesut Yılmaz
Başbakan
BAŞKAN – Tezkereyi kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, şimdi, bütçe görüşmelerine
geçiyoruz.
IV. – KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER
1. – 1998 Malî
Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/669) (S.
Sayısı: 390)
2. – 1996 Malî
Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1996 Malî
Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/633,
3/1046) (S. Sayısı: 401)
3. – Katma
Bütçeli İdareler 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/670) (S. Sayısı:391)
4. – 1996 Malî
Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1996 Malî
Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/634, 3/1047) (S. Sayısı: 402) (1)
BAŞKAN – Programa göre, 1998 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerindeki son görüşmelere
başlıyoruz.
Komisyon?.. Burada.
Hükümet?.. Burada.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Danışma Kurulu kararı
vardı Sayın Başkan...
BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet yerlerini aldılar.
Bu görüşmelerde, gruplar ve Hükümet adına yapılacak
konuşmalar 45'er dakika -bu süre, daha önce alınan karar gereğince, iki
konuşmacı tarafından kullanılabilir- İçtüzüğün 86 ncı maddesine göre yapılacak
kişisel konuşmalar ise, 10'ar dakikadır.
Şimdi, grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin
isimlerini okuyorum:
Doğru Yol Partisi Grubu adına, Afyon Milletvekili Sayın
İsmet Attila ve Kayseri Milletvekili Sayın Ayvaz Gökdemir; Demokratik Sol Parti
Grubu adına, Antalya Milletvekili Sayın Metin Şahin; Demokrat Türkiye Partisi
Grubu adına, Van Milletvekili Sayın Mahmut Yılbaş ve Çanakkale Milletvekili
Sayın Hamdi Üçpınarlar; Anavatan Partisi Grubu adına, Samsun Milletvekili Sayın
Biltekin Özdemir ve Bursa Milletvekili Sayın İlhan Kesici; Refah Partisi Grubu
adına, Sıvas Milletvekili Sayın Abdüllatif Şener; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına, Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal.
Şahısları adına; lehinde, Ankara Milletvekili Sayın
Agâh Oktay Güner ve Rize Milletvekili Sayın Ahmet Kabil; aleyhinde, Kırşehir
Milletvekili Sayın Cafer Güneş.
Sayın milletvekilleri, Doğru Yol Partisi Grubu adına
ilk söz, Afyon Milletvekili Sayın İsmet Attila'nın. (DYP sıralarından alkışlar)
Sayın Attila, iki arkadaş 45 dakikayı kullanacaksınız;
benim bir uyarı yapmamı istiyor musunuz?
(1) 390, 391,
401 ve 402 S. Sayılı Basmayazılar 16.12.1997 tarihli 28 inci Birleşim tutanağa
eklidir.
İSMET ATTİLA (Afyon) – Hayır efendim.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Attila.
DYP GRUBU ADINA İSMET ATTİLA (Afyon) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini sunmak
üzere huzurlarınızdayım. Sizleri ve yüce milletimizi, saygıyla selamlıyorum.
Hükümet, bu bütçeyle, millî gelirin yaklaşık yüzde
30'unu dört yerde harcayacaktır; maaş ve ücret ödeyecek, sosyal güvenlik
kuruluşlarının açıklarını kapatacak, genel cari giderleri ve savunma
harcamalarını karşılayacak, yüklü miktarda da borç faizi ödeyecektir. Bütçeden,
yatırıma ve üretime, kayda değer bir pay kalmayacak; işsizliği önleyecek bir
istihdam politikası da izlenmeyecek; tarımın, çiftçinin, köylünün ve tüm
kesimlerin sıkıntısı devam edecektir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; iddialı bir
şekilde işbaşına gelmiş olan bu Hükümet, enflasyonla mücadele edeceğini ve
istikrar hükümeti olacağını söylemiştir; ancak, halen, dağınık bir görüntü
sergilemektedir. Ülke ekonomisiyle ilgili bazı kararlar alınmaya çalışılıyor;
ama, birinin diğerinden haberi yok. Sayın Başbakan dahil, bakanlar,
birbirleriyle çelişkili ve tutarsız açıklamalar yapıyorlar. Toplumu
belirsizliğe sürükleyerek, güven bunalımına sebep olunuyor. Bu cümleden olarak
"1998'e siyasî olarak biraz belirsiz giriyoruz; sizce nasıl" sualine,
daha dün, bakın, Sayın Ecevit ne diyor: "Önümüzü göremiyoruz"
ifadesinden sonra "evet, belirsizlik ortamındayız; bu, doğal. İşbaşında üç
partili azınlık hükümeti olunca, bu ortam doğuyor. Bu da, strateji belirlemenin
zamanlamasını güçleştiriyor. Kalıcı mıyız, geçici miyiz; o, belli değil.
Kalıcıymışız gibi çalışıyoruz; ama, belirsizlik önemli faktör. Kolay değil
tahminde bulunmak. Tarih vermek mümkün değil. Elde olmayan etkenler de
var." İşte, Sayın Ecevit'in dünkü beyanı. Hep söylediklerimizi, Sayın
Ecevit, bir solukta söyleyivermiş olmuyor mu. Yani, ANAP'tan o da ümitvar
değil. Başka sözlere gerek yok; ama, yine, biz, devam edelim.
Bir dondurma işidir gidiyor; "dondurduk,
dondurmadık, altı ay dondurduk..." Bugün, bir bakıyoruz, bu Hükümet,
dondurmacılığı bırakmış, ondan da vazgeçmiş. Biz, daha önce söylemiştik;
dondurmacılığı, bazı meşhur illerimize ve ustalarımıza bırakın demiştik;
bırakmamışlardı. (DYP sıralarından alkışlar) Ama, şimdi görüyoruz ki, bugün
uyanıyoruz; dondurmacılıktan vazgeçtik, döviz kurlarındaki artışı
aksettireceğiz... Yanlış karardı ve döndü, döndüler, döndünüz, dönmek zorunda
kaldınız; çünkü, bunun, gerçekten izahı yoktu, izah etme imkânını da
bulamamıştınız.
Şimdi soruyoruz; madem, bu vazgeçtiğiniz dondurma
işiyle, sadece fiyatları dondurmak suretiyle enflasyonu düşürüyordunuz da, o
halde, bugüne kadar neden zam yaptınız? Şimdiye kadar uygulamadığınız
dondurmacılığı neden tatbik etmediniz?.. Milletimizi zamlara boğdunuz, ezdiniz.
Milletimizi ezdirmenin ne anlamı vardı; şimdi neden vazgeçtiniz? Şimdi,
kalkıyor "döviz artışlarını aksettireceğiz" diyorsunuz.
Eğer, bu Hükümet, sizler, bir istikrar programı
uygulamak niyetindeyseniz, neden bekliyorsunuz?.. Bir yandan, alınması gereken
tedbirler varsa, alınır; diğer yandan da, gerekiyorsa IMF ile görüşmelere devam
edilir. Önce, biz, kendimiz için yapmamız gerekeni bir yapalım. Hani vergi,
hani sosyal güvenlik, malî sektör, malî idareler reformu, idarenin yeniden
yapılandırılması ve özelleştirme gibi yapısal reformlar nerede?.. Bunlardan söz
edilmişti; var mı bilen, var mı gören, var mı duyan?..
REFİK ARAS (İstanbul) – Hepsi geliyor, biraz sabret!
İSMET ATTİLA (Devamla) – Hep vaat ettiniz... Biz
sabrediyoruz ülkenin iyiliği için; ama, milletimizin sabrı kalmadı. Sonra,
bunları yapın, sizi kale alsınlar.
Basında da yer aldığı gibi, yine hep beraber, yüksek
sesle söyleyelim. IMF'ye göre de Hükümet kararsız. Hükümetin yapması gerekenle
bütçe hedefleri arasında büyük fark var. Seçim endişesi içinde olan bu
Hükümetin IMF'nin isteklerini yerine getirmesi imkânsız. Zaten, IMF
yetkililerinin kanaatinin de böyle olduğu anlaşılıyor. Diyorlar ki:
"Seçime ne zaman gideceği belli olmayan Hükümetin üç yıllık bir istikrar
programı uygulaması çok zor; ama, Türk ekonomisinin rayına girmesi, ancak böyle
bir programa bağlı. Aksi halde, enflasyonu düşüremezler." Bunu, sizin için
söylüyorlar; IMF söylüyor.
"Hükümet ne yapacağına henüz karar verememiş;
bizden süre istiyor; ama, henüz bir program getirmiş değil..." Yine IMF
söylüyor. İşte, IMF'nin kanaati böyle. Demek ki, bu Hükümetin IMF ile anlaşma
ihtimali çok zayıf. Sergilenen bu dağınıklık ve belirsizlik ekonomide
dalgalanmalara sebep oluyor; neticede, Türk ekonomisi olumsuz yönde
etkilendiğinden, ülkeye zarar verilmiş oluyor. Elbette ki, bunun sorumlusu
Hükümet olacaktır; ama, milletimizin suçu nedir?
Bir de, hep dilden düşürülmeyen, istikrar tedbirleri,
orta vadeli program ve ekonomik önlemler konusunu da, bu kürsüden bir defa daha
açıklığa kavuşturmak istiyorum.
Hatırlayacaksınız, 1990'lı yıllar, 1980'li yılların
ikinci yarısında bozulan ekonomi ve Anavatan Partisi... Seçime birbuçuk yıl
var, arkasında büyük destek, 292 milletvekili tek başına iktidar... ANAP'ın
ekonomik sıkıntılara düşürdüğü ülke, istikrar tedbirlerine ihtiyaç duymuş;
ekonomiden sorumlu Sayın Pakdemirli bir istikrar tedbirleri programı
hazırlıyor, o günkü Sayın Başbakana ve ekonomiden sorumlu kurmaylarına sunuyor;
bunun sonucunda çıkan karar: "Biz, bu tedbirleri alamayız, dolayısıyla,
seçime gidelim." Ve aynen söylenen: "Seçime gidelim; biz gelirsek, bu
tedbirleri biz alırız; biz gelmezsek, Demirel gelir, o alır."
Bu, daha sonra gazetelere yansıyor ve "İstikrar
Paketi" makalesi adı altında, Milliyet Gazetesinin 5 Şubat 1994 tarihli
Taha Akyol'un makalesinde açık seçik yerini alıyor. Eğer, bilmiyorsanız, bunu
size vereyim, görün.
REFİK ARAS (İstanbul) – Bilinen bir şey.
İSMET ATTİLA (Devamla) – Ayrıca, yine, Sayın Kaya
Erdem'in 8 Şubat 1994 tarihli Milliyet Gazetesindeki beyanatı... Orada da,
Sayın Osman Ulagay'ın makalesi... "Kaya Erdem 'altı yıllık gecikmenin
bedeli ağır. Söyledik, dinletemedik; daha önce söyledik, dinletemedik; Sayın
Mesut Yılmaz'a da dinletemedik' diyor."
İşte, ülke, o günden bugüne, bu duruma geldi ve 5 Nisan
kararlarına da, DYP-SHP Hükümeti, bu çerçevede geldi; siz getirdiniz. Tedbirler
alındı ve tedbirler olumlu gidiyordu -bunu, dün, bu kürsüden ifade ettim- bütün
göstergeler olumlu gidiyordu. Erken seçim kararı alınması dolayısıyla, bütün
ekonomik göstergeler bozuldu, istikrar bozuldu; daha sonra, işte bu Hükümet de,
ekonomiyi, aldığından daha kötü duruma getirdi.
Bunların hepsi belgeli olan konulardır. Dolayısıyla,
Sayın Mesut Yılmaz'ın -maalesef, eski hastalığıdır- istikrar tedbirleri alma,
uygulama kararlılığı yoktur, cesareti yoktur, taşın altına elini hiçbir zaman
sokmamıştır. İşte altı ay geçti, yine laf, yine laf; ortada hiçbir şey yok.
Biz, sizi harekete davet ediyoruz; ne yapacaksınız, bir
an önce yapın. Bir misal vardır "git gel, Konya altı saat" derler;
siz, bunu, git gel, Amerika 24 saat yaptınız; çünkü, politikalarınız, hep
günübirlik, hep günübirlik...
FERİDUN PEHLİVAN (Bursa) – Amerika'yı 24 saat senin
liderin yaptı.
İSMET ATTİLA (Devamla) – Onu herkes biliyor; daha da
devam ediyorsunuz...
BAŞKAN –Lütfen, Sayın Pehlivan...
İSMET ATTİLA (Devamla) – Ayrıca, yine eski yaralarınız
depreşti. Nedir o; büyük ihaleleri, Bakanlar Kurulu kararıyla İhale Kanunu
dışarısına çıkarıp, yandaşlarınıza peşkeş çekmek suretiyle bu ihaleleri onlara
verme hastalığınız depreşti.
Tabiî, DSP buna nasıl alet oluyor, DTP buna nasıl alet
oluyor; anlamış değiliz. Nitekim, işte bu dönemdeki ihalelerinizden dolayı,
bürokratlarınız, şu anda, cezaevlerinde yatıyor. Yapmayın, etmeyin; bu aziz
milletin, bu fakir milletin parasını çarçur etmeyin.
İşte, Karadeniz konusunda da aynı şeyi yaptınız. Biz,
Karadenizin otoyollarına karşı değiliz. Keza, Karadenizin yollarını Demokrat
Parti yapmış, Adalet Partisi yapmış; daha sonra da, DYP ile SHP ve CHP'nin
ortak olduğu hükümetler yapmış. Biz,
yoldan yol bulmanız karşıyız, yoldan yol bulmanıza karşıyız... (DYP
sıralarından alkışlar)
Sonra, bizim getirdiğimiz şeffaflığı da, ne tuhaftır
ki, Anavatan Partisi olarak başka türlü anlıyorsunuz. Eş dost, bacanak, hısım,
akraba, arpalıklar... Sonra da, size "bacanak iktidarı" denildiğinde,
kızıyorsunuz. Var mı buna hakkınız, var mı buna hakkınız?!. Ve hep, siz
geldiğinizde, yolsuzluklardan söz ediliyor; bu da bir tesadüf müdür? Yine,
bugün, hayalî ihracatta artışlar varsa, bu da -açıklıkla söyleyelim ki- DYP,
SHP ve CHP Hükümetlerinin hayalî ihracatı gerçek ihracat yapmasındandır ve
korkarız ki, bu dönem içerisinde, yine eski yaranız olan hayalî ihracat da depreşmesin.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şimdi, ne yazık
ki, görünen köy kılavuz istemiyor... Zaman kaybıyla devlet idare edilemez...
İktidar olmak, ciddî bir iştir... Günü geldiğinde, millet, bu hesabı mutlaka
soracaktır. Dolayısıyla, siz, işçinin, memurun, emeklinin, çiftçinin, köylünün
ve esnafın, bu bütçeden umduğunu bulabileceğini söyleme imkânı bırakmadınız.
Dün akşam da yaptıklarınızı milletimiz izledi. O
sebeple de, bu bütçe, maalesef, ülkeye iyilikler getirecek bir bütçe değildir.
Hükümetin, bir an önce ne yapması gerektiğine karar vermesi ve ne yapıp yapıp,
istikrar tedbiriyse istikrar tedbirini veyahut da bu Hükümetin yapacağı en
önemli işlerden birisi, bizce, şu anda, Sayın Mesut Yılmaz'ın bir kâğıda
dilekçesini yazarak -şimdi, 16 kuruşluk pula da gerek yok- Sayın
Cumhurbaşkanına çıkıp emaneti vermesi "ben, bu işi beceremiyorum; beni
affedin Sayın Cumhurbaşkanım" demesi gerekiyor.
REFİK ARAS (İstanbul) – Emredersiniz... Olur...
İSMET ATTİLA (Devamla) – Bütçenin, ülkemize ve
milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını dilerken, sizleri ve yüce milletimizi,
Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum. (DYP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Doğru Yol Partisi Grubu adına ilk konuşmayı
yapan Afyon Milletvekili Sayın İsmet Attila'ya teşekkür ediyorum.
Şimdi, söz sırası, Doğru Yol Partisi Grubu adına,
Kayseri Milletvekili Sayın Ayvaz Gökdemir'de.
Buyurun Sayın Gökdemir (DYP sıralarından alkışlar)
Sayın Gökdemir, süreniz 30 dakikadır.
DYP GRUBU ADINA AYVAZ GÖKDEMİR (Kayseri) – Sayın
Başkan, zatıâlinizi ve Yüce Meclisin değerli üyelerini saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, sayın üyeler; zoraki ve zayıf bir
Hükümetin idaresinde millet altı aydır inim inim inliyor. Millet için, sadece
zam, sadece zulüm var. Çiftçi ezilmiş, esnaf perişan, örgüt bakanları
marifetiyle 10 bin memur hallaç pamuğu gibi atılmış, yorganı sırtında sürgün
yollarındadır. Bir iki ay önce memur emeklileri dertlerini yanacak bir muhatap
bulamadan, Başbakanlığın merdivenlerinde yığılıp kaldılar ve inkisar
içerisinde, yaşlı gözlerle dönüp gittiler. İşçi emeklileri, daha birkaç gün
önce, karakışta, bir kamu kuruluşunun merdivenlerinde, koridorlarında kıvrılıp
gecelerken, işgalci diye haber konusu edildiler; bir kısmı hastanelere
kaldırıldı, bir kısmı perişan, sokaklarda kaldı. İktidar ortağı, tekelci
sermayenin ayağına kendisi koşa koşa giden Sayın Başbakan, ayağına kadar gelmiş
olan bu saygıdeğer emektarlara, bir memurunu olsun gönderip de "nedir
derdiniz" demedi. Dayatma sürecinde, tekelci sermayeyle kol kola yıkım
ekibinde yer alan büyük sendika başkanlarımız, kısa sürede baltayı nasıl kendi
dizlerine vurduklarını gördüler; unuttukları demokrasiyi ve arkalarındaki
dargelirli kitleleri, nihayet hatırladılar; hüsran ve nedamet içerisinde, onlar
da yollara düştüler "yandım anam" demeye başladılar.
Cumhuriyet tarihinde görülmemiş yüksek enflasyon ve
karakış gibi çöken zamların yanı sıra, yüzde 30 dayatmasıyla ezilen ve kahrolan
dargelirliler, işçiler, memurlar, emekli, dul ve yetimler, kışta kıyamette, her
gün, yolları, meydanları doldurmaktadırlar. Bu manzaralar, yağdanlık kartel
medyası için, sadece, sıradan haber konusudur. Görüyorum ki, bu ıstırap
manzaraları, iktidar koltuğundaki yufka yürekli demokratik solcularımızın, asla
yüreğini sızlatmıyor. Görüyorum ki, bu manzaralar, iktidarın dışarıdan
destekçisi sosyal demokratlar içinse, sadece, meydanlarda nutuk malzemesi.
Kendilerini, nutukla vazifelerini yapmış sayıyorlar. Hem "zam, zulüm"
diye bağırıp hem de zamma, zulme destek vermek, nasıl bir mantıktır?! Bu çelişkiyi,
hangi akıl, hangi vicdan, hangi doktrin izah edebilir ve mazur gösterebilir,
bilemiyorum.
Klasik diyemeyeceğim; fakat, çok bayat bir oyun
oynanıyor. Bir yandan "cambaza bak" metoduyla, irticaydı, Susurluktu,
çetelerdi, bilmem neydi diye millet uyutulmaya çalışılırken, öte yandan,
birileri de, alelacele -tabiri amiyanesiyle- malı götürmeye bakıyor. (DYP
sıralarından "Bravo" sesleri)
İşçiler, memurlar, emekli, dul ve yetimler kahrolurken;
çiftçi, esnaf perişan olurken; dar ve sabit gelirli milyonlar inim inim inlerken,
karakış bunların başına kara gelirken, elbette, mesut ve bahtiyar olanlar da
var. Tekelci sermaye memnun; çünkü, daha, Hükümet güvenoyu almadan, iki taşın
arasında, kredi muslukları açılıvermiş; hortumdan 16,4 trilyonluk bir pay
derhal akmaya başlamış. 28 milyon nüfus demek olan çiftçilere, 30 trilyonluk
bir sübvansiyon, devletin götüremeyeceği kadar ağır bir yük sayılmış; ama,
Hükümetin, patronlarına ödemek zorunda olduğu diyetin ilk taksiti olan 16,4
trilyon, hafif bir yük, küçük bir ikram!.. O yetmezse, Boğaziçindeki yeşil
alanlar feda olsun!.. O da yetmezse, Karadeniz yol ihaleleri ne güne duruyor!..
Muhtemelen, bu da yetmez; elektrik dağıtım ihalelerini, santral ihalelerini
paylaştırıverirler. Özelleştirme pastasının dilimleri de, öyle sanıyorum ki,
havuç dilimi baklava kadar iştah çekicidir. (DYP sıralarından alkışlar)Yağma
sofrasında kabaran iştahları tatmin için tedbir ve çare mi tükenir?!
Birkısım televizyon kanallarının batırılması, basın
kuruluşlarının ortadan kaldırılması, derdest bulunuyor. Rekabeti yok etmek
üzere, yeni bir radyo televizyon kurumu tasarısı görüşme halinde. Bir RTÜK
Başkanı dayanamadı gitti; yerine gelene de Allah yardım etsin.
Birkısım sınaî ve ticarî teşebbüslerin, birkısım
sermaye şirketlerinin yok edilmesi, Anadolu kaplanlarının vurulup, çakallara
yem edilmesi, işten bile sayılmaz. Vurur mülteci damgasını, ezer geçersin!
Diyet devri geçti, tekelleşmeye yönelen ekonomik gücün, siyasete ve devlete
vesayet dönemini yaşıyoruz. İnanıyorum ki, bu fütursuzlukla, ihtiyaç duyulursa
-Sayın Attila'nın da ifade ettiği gibi- hayalî ihracat dümeni bile, yeniden
ihdas edilebilir.
Haram, helal, kanun, hukuk düşünülecek zaman değildir!
Öyle ya "yiğit bin yaşar, fırsat bir düşer" demişler. Fırsat elinizde
ve memleket, gerçekten, tam bir yağma sofrası. Bazılarının, hâlâ, yakın
geçmişteki kendi tecrübelerinden bile ders almadığını görüyorum. Şimdilik,
yiyin efendiler yiyin; ama, çok kısa bir zamanda, yiyenin burnundan fitil fitil
geleceğini de bilin. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Mazlumların ahına, dertlilerin gözyaşı seline, sizin,
yıkılmaz sandığınız ikbal kaleleriniz de, mukavemet edemeyecektir. Millet,
şöyle bir başını çevirip, haramhorların, haksızların, zalimlerin hepsine birden
"sen kimsin!.." dediği gün, doğrusu, onların yerinde olmak istemem.
Sayın Başkan, işte, 1997'nin son altı ayı böyle geçti
Türkiye'de; ancak, bu yılın, önceki yıllardan, bunlardan da önemli bir farkı
var; Türkiye, on, hatta oniki aydan beri bir rejim bunalımı içindedir ve bu
bunalım halen devam etmektedir. Altı aydan beri işbaşında olan ve halka kan
kusturan azınlık koalisyonu veya Sayın Cindoruk'un tabiriyle azınlık
konfederasyonu da bu bunalımın bir eseri ve unsurudur. Gerçek, birtakım mantık
oyunları ve şekil unsurlarıyla örtülmeye çalışılsa da, 55 inci Hükümetin
meşruiyeti tartışmalıdır ve bu Hükümet, düpedüz, bir ararejim modelidir hem de
kirli bir ararejim modeli.
"Demokratik rejim tartışmaları, ülkenin gündeminde
artık yer almamalıdır. Rejim sorunu, memleketimizin gündeminden
çıkmalıdır" deniliyor. Bu temenniye, her safhada, bütün gönlümüzle
katıldık, şimdi de katılıyoruz. Elbette, Türkiye'nin öncelikli hedefi, rejim
bunalımını aşmak ve demokratik rejim tartışmalarını ülke gündeminden
çıkarmaktır, hem de ebediyen.
Doğru Yol Partisi, bütün mevcudiyetiyle, bütün
gayretiyle, milletin, Meclisin, ilgili ve sorumlu herkesin önüne bu öncelikli
hedefi koymaya ve temenni edilen sonuca ulaşmaya çalışmaktadır. Şu var ki,
mevcut bunalımı yok sayarak veya görmezden gelerek bunalımın aşılamayacağı da aşikârdır.
Bunalımın eşiğinde değil, içindeyiz. Hem yaşayacağım hem yok sayacağım! Nasıl
olacak bu, söyler misiniz, nasıl?! Bu mızrak, çuvala nasıl sığacak, kim
sığdıracak? Normalleşme için, evvelemirde bunalım şartlarının ve doğurduğu
bütün sonuçlarla birlikte, bunalımın ortadan kaldırılması gerekmez mi?
Maalesef, bütün çırpınmalarımıza rağmen, bu yolda en küçük bir adım atıldığını,
en küçük bir iyiniyet emaresi gösterildiğini görmüyoruz; bir diyalog arayışı ve
çağrısı görmüyoruz; kaya yankısı gibi sadece kendi aksisedamızı duyuyoruz. Ne
meydanları dolduran milletin sesine ne anayasal düzeni yerine oturtalım diyen
partilerin ve milletvekillerinin sözüne kulak asan var. Sadece "susun,
itiraz etmeyin, razı olun, tabi olun" diyen bir umursamazlık, bir
fırsatçılık, bir dayatma ve açık-kapalı tehditler var. Gayet açık ve net
söylüyorum: Türkiye, iğrenç bir hipokrasiyi, ikiyüzlülüğü yaşıyor.
Bu millet kürsüsünden, milletin ve dünyanın önünde son
bir ümitle bir kere daha vicdanlara seslenmek istiyorum: Allahaşkına, gelin,
önce şu ikiyüzlülüğü ortadan kaldıralım.
İçinde yaşadığımız ve bildiğimiz Türkiye gerçekleri
var. Bu gerçek Türkiye'yi, acı gerçeklerin Türkiyesini, evde, sokakta, özel
sohbetlerde, Meclis kulislerinde konuşuyoruz, medya mensuplarıyla konuşuyoruz;
sıra, resmî beyanlara, Meclis kürsüsünde konuşmaya ve yazmaya gelince, neden
başka şeyler söylüyor ve başka şeyler yazıyoruz?! Bir insaf sahibi çıkıp
söylesin.
Türkiye'de, Millî Güvenlik Kurulunun 28 Şubat
toplantısının ne manaya geldiğini bilmeyen, anlamayan bir Allah'ın kulu kaldı
mı acaba? 28 Şubattan sonra, devlet idaresinde iktidar ve inisiyatifin nereye
kaydığını, neler olup bittiğini fehm edemeyen bir kimse kaldı mı?
Batı Çalışma Grubu denildiğinde herkesin eli ayağı
titriyor, benzi sararıyor. "Hayır, artık, Batı Çalışma Grubu yok; Batı
Çalışma Grubu, bu işlerden elini ayağını çekti" diyebilen var mı?! Batı
Çalışma Grubunu sorgu sual konusu yapmak bile mümkün değil. Nedir Batı Çalışma
Grubu dediğinizde, son derece hafif cevaplar alıyor, tafralı azarlar
işitiyorsunuz. Ekonomide, siyasette, hür teşebbüs alanında, düşüncede bir
tekelleşme ve dayatmayla karşı karşıyayken kimi kandırıyoruz allahaşkına?!
İlişkide olduğumuz bütün ülkeler, bazen açıkça
sormakta, nezaketen sormadıkları zaman da, akıllarının gerisinde bir suali
sürekli olarak tutmaktadırlar. Sual şudur: Türkiye'yi kim idare ediyor;
seçilmiş siviller mi, başkaları mı?..
MUSTAFA KEMAL AYKURT (Denizli) – Başkaları!..
AYVAZ GÖKDEMİR (Devamla) – Bırakın lüzumsuz alınganlığı
ve boşuna kendinizi yormayın. Sayın Yılmaz'a Amerika Birleşik Devletlerinde
veya dünyanın başka yerlerinde, birtakım dernekler marifetiyle, dünyanın en
büyük adamı ödülü verdirseniz de, bu suale açık, net ve inandırıcı cevap
veremeyen, Türkiye'yi kim idare ediyor; seçilmiş siviller mi, başkaları mı
sualinde bocalayan bir hükümeti, içeride de, dışarıda da, demokratik bir
hükümet olarak, kimsenin ciddîye alması mümkün değildir. (DYP ve RP
sıralarından alkışlar) İçeride kendinizi kandırabilirsiniz, devlet
televizyonlarında halkı aldatmak niyetiyle ve kanunları çiğneyerek, muvazaalı
programlar yaptırabilirsiniz, işbirlikçi medyanız da, halkı kandırmada gönüllü
destekçiniz olabilir; şunu bilin ki: Türk Halkı susar, dinler; fakat, kül
yutmaz. Diyelim ki, kendi halkınızı kandırdınız, dünyayı asla kandırmanız
mümkün olamaz, kandıramazsınız.
Sayın Başkan, sözün burasında, günümüz Türkiyesinin,
son derece elim ve vahim bir yarasına daha, özellikle, parmak basmak istiyorum:
Bu da yargının siyasallaştırılmasıdır. Bu devlet, bin yıldır, adalet temeli
üstünde durmuş ve yükselmiştir. Büyük milletimiz asırlar boyunca adaleti,
devletin temeli bilmiş ve şeriatın kestiği parmak acımaz diyerek kanuna,
adalete, hâkime güvenmiştir. Şimdi, soruyorum: Brifinglerde, üniformalıları
ayakta alkışlayan yargıçların adaletine de güvenebilir miyiz?! (DYP ve RP
sıralarından "Bravo" sesleri alkışlar)
Anayasamızın 138 inci maddesinde yer alan yargı
bağımsızlığına ilişkin hükümler, bir korku ve baskı vasatında, fiilen, ne kadar
geçerli olabilecektir?! Bir korku ve baskı vasatında, yerine ve adamına göre,
bazı mahkemelerin emir-komuta zinciri içinde ve emirle, bir ihtilal mahkemesi
gibi çalıştırılıp çalıştırılmayacağından ne kadar emin olabiliriz?! Korkutan
varsa, insanlar, hiç değilse, birkısım insanlar korkar, korkabilir arkadaşlar;
aslolan, korkuyu ortadan kaldırmaktır. Biz, Türkiye gökleri altında yaşayan her
insanın, korkudan ve baskıdan azade olmasını istiyoruz. Biz, ülkemizde kâğıt
üzerinde değil, fiilen ve gerçekten tam bağımsız yargı istiyoruz. Türk Milleti
adına, Türkiye'nin her tarafında hâkimler vardır diye güvenle haykırmak
istiyoruz. Yalnız Berlin'de değil, Ankara'da da hâkimler vardır diyebilmek ve
bin yıllık geleneğimiz içinde yargıya, adalete güvenmek istiyoruz.
Buna mukabil, yargı üzerinde kurulmuş ve kurulmak
istenen baskıları da esefle, ibretle, dehşetle izliyoruz. Anayasa Mahkemesi
Başkanı "Türkiye bir hukuk devleti değildir; Türkiye'de yargı bağımsızlığı
yoktur" dedi, sarih olarak böyle dedi. Neden böyle bir beyana ihtiyaç
duydu dersiniz, neden vicdanında böylesine dayanılmaz bir mecburiyet hissetti
dersiniz?! Sadece bu beyan yeteri kadar irkiltici ve düşündürücü sayılmaz mı?!
Arkadaşlar, hiç kimse unutmamalıdır ki, adalet hepimize lazımdır, herkese
lazımdır, tıpkı demokrasi gibi.
Bu fotokopi, 21 Aralık 1997 tarihli, yani, pazar günkü
Hürriyet Gazetesinin birinci sayfasının fotokopisidir. Sekiz sütuna manşet:
"Altı ay senaryosu
Başbakan Yılmaz, KİT zamlarını altı ay dondurup, Avrupa
Birliğine de altı ay resti çekerken, bunun gerisindeki plan da ortaya çıkmaya
başladı. Senaryo şöyle:
1- Bu ay sonunda Refah Partisi kapatılacak.
2- Ocakta Çiller, Yüce Divana gönderilecek.
3- DYP'nin başına daha ılımlı biri gelecek.
4- Mart veya nisanda DYP-DTP bütünleşecek,
Bağımsızlardan da geçişle, DYP 110 olacak.
5- DYP, DTP ile bütünleşince koalisyona girecek.
Koalisyonun sandalyesi 300'ü geçecek.
CHP olmadan koalisyon rahatlayacak. Yerel seçimde,
ANAP-DYP işbirliğiyle RP'nin büyükşehir hâkimiyeti kırılacak. Cumhurbaşkanlığı
seçiminden sonra ANAP-DYP bütünleşecek.
Bunlar gerçekleşmezse seçim olacak. Yılmaz, her şartta
“düşeş” atacak.Senaryo da şöyle: Avrupa Birliği, Türkiye'yi yeniden
değerlendirmeye alırsa, Yılmaz, “bastırdı kazandı” olacak.
Avrupa Birliği talebimizi dikkate almazsa Türkiye, tam
üyelik başvurusunu geri çekecek. Yılmaz, bu kez “Avrupa Birliğine kafa tutan
lider” olacak. Enflasyondaki iyileşme de kâr hanesine yazılacak" vesaire,
vesaire...
REFİK ARAS (İstanbul) – Basın, yanlış yazmış.
AYVAZ GÖKDEMİR (Devamla) – Ne bu, ne?! Bu mu sizin
ümidi iktikbaliniz? Açık toplum, temiz toplum, sivil toplum taleplerine
cevabınız bu mu?
FERİDUN PEHLİVAN (Bursa) – Kimin ifadesi o, kimin?
AYVAZ GÖKDEMİR (Devamla) –Bunu ben mi yazdırdım?
FERİDUN PEHLİVAN (Bursa) – Kimin ifadesi?..
BAŞKAN– Sayın Pehlivan lütfen müdahale etmeyin.
AYVAZ GÖKDEMİR (Devamla) – Dinle...Sadece bu gazetede
değil; bu senaryo, Sayın Baykal'ın bir
beyanına da konu olmadı mı?
Meclis kulislerinden, televizyon tartışmalarından sokağa kadar düşmedi mi bu
senaryo? Birilerinin el ovuşturarak sabırsızlık içinde bu senaryoyu vizyona
koymak için şubat ayını nasıl beklediğini görmüyor muyuz sanıyorsunuz?
"Öldürün Jeanne Darc'ı" çığlıklarını duymuyor muyuz sanıyorsunuz?Bu,
12 Eylül yönetiminin millet tarafından hüsrana uğratılan fersude senaryosu
değil mi? Bu, MDP, Halkçı Parti dayatmasının tekrarı değil mi? Hangi demokratik
ülkede, hangi normal anayasal düzende ve dönemde böyle Karagöz Hacivat senaryoları gündeme gelmiş, söyleyebilir
misiniz? Buna rağmen nasıl "bu ülkede rejim bunalımı
yok"denilebiliyor?
Tut ki, bu senaryo başarıya ulaştı; demokratik bir
sonuç olarak bunu kime yutturabileceğinizi sanıyorsunuz? Çok değil, üç beş sene
sonra, 1997'de bu olup bitenlerin nasıl hükme bağlanacağını tahmin edemiyor
musunuz?
Bugün 12 Eylülü, 12 Martı, 27 Mayısı nasıl
değerlendiriyoruz? Şimdi "sus,sus" oyunu oynayanlar, atanmışlığı
içine sindirenler, yarın utanmayacaklar mı?! (DYP sıralarından alkışlar)
Dolandırıcı Parsadan senaryolarıyla mı Türkiye
güçlenecek ve şanı artacak? Demokrasimiz, Parsadan iddialarıyla mı seviye ve
itibar kazanacak? Bir zamanlar Doğu Perinçek
idi, şimdi de rehberiniz Parsadan mı olacak? (DYP sıralarından
"Bravo"sesleri, alkışlar) Aklınızı başınıza toplamalısınız, böyle
saçma şeyleri bırakmalısınız. Başını
kopardığınız mevcudiyetine son ...
FERİDUN PEHLİVAN (Bursa) – Kimin adamı o?
AYVAZ GÖKDEMİR (Devamla) – Çok mu battı kardeşim;
sabredemiyorsan dışarı çık!
BAŞKAN – Sayın Pehlivan, lütfen müdahale etmeyin.
Buyurun Sayın Gökdemir.
AYVAZ GÖKDEMİR (Devamla) – Pehlivanlığınız anlamanıza
mani oluyor olabilir, sabır gösterin.
BAŞKAN – Lütfen... Siz, Genel Kurula hitap edin Sayın
Gökdemir.
AYVAZ GÖKDEMİR (Devamla) – Aklınızı başınıza toplayın,
böyle saçma şeyleri de bir kenara bırakın.
Mevcudiyetine son verdiğiniz, başını kopardığınız
partilerin taraftarı olan milyonlar, getirip size oy verecek, öyle mi?! Dağa,
taşa atar, yine size vermez; unutmayın... Unutmayın, bu millet, bir sürü
değildir, kâmil bir millettir; faruk, mümeyyiz bir millettir. Böyle bir saçmalığa
ümit bağlayanların aklına şaşarım, aklına!
Daha fazla vebalde kalmak istenmiyorsa, gerçekten bir
çözüm isteniyorsa, çözüme yönelmenin de, vebalden kurtulmanın da ilk adımı 55
inci Hükümetin derhal çekilmesidir.
A.HAMDİ ÜÇPINARLAR (Çanakkale)– Olur...
AYVAZ GÖKDEMİR( Devamla) – İktidarı ne kadar
sevdiğinizi biliyorum...
Dışındasın ama; sana da şirin geliyor Sevgili Hamdi.
...Ancak -bunu dikkatle dinleyin- bu şartlarda, bu
şekilde, geldiğiniz şartlarda kalmakta ısrar ederseniz, korkarım ki, siyaset, oyunun
bütün aktörleri bakımından içinden çıkılmaz bir bataklığa dönüşecektir.
YALÇIN GÜRTAN (Samsun) – Sizin için öyle...
AYVAZ GÖKDEMİR(Devamla) – Anlamadıysanız bir daha
söyleyeyim: Geldiğiniz şekilde, bu şartlarda kalmakta ısrar ederseniz, siyaset,
oyunun bütün aktörleri bakımından içinden çıkılmaz bir bataklığa dönüşecektir.
Çekilirseniz, bunu siyasî bir tartışmanın konusu yapmayacağız; yemin olsun
"bırakıp kaçtı" demeyeceğiz; sağduyunun ve vatanseverliğin gereği
sayarak alkışlayacağız.
YALÇIN GÜRTAN (Samsun) – Ne zaman yapalım o işi?
AYVAZ GÖKDEMİR (Devamla) – Ondan sonra, bir uzlaşmaya
oturalım. Türkiye'de uzlaşmadan çok söz ediliyor, gelin uzlaşalım; ama, uzlaşma
oyunu oynamayalım; millî bir sorumluluk bilinci içinde, cidden ve gerçekten
uzlaşalım. Uzlaşmanın herkes için en uygun, arızasız, kazasız belasız, ciddî,
objektif, hukukî zemini Türkiye Cumhuriyeti Anayasasıdır.
Değerli arkadaşlar, millî bir mutabakatla daha iyi bir
anayasa yapmak hususundaki rezervimiz bir yana, yürürlükte olan bu Anayasa, bir
süs, bir lüks değildir ve Türkiye'nin bir tane Anayasası vardır; elimizdeki
Anayasadan başka, üstün, geçerliği olan hiçbir belge yoktur ve olamaz. Anayasa
dışına çıkmanın gerekçesi de olamaz. Herhangi bir gerekçeyle Anayasanın yerine
fiilî durumları, emrivakileri ikame edemeyiz. Bizler, hepimiz bu Anayasaya
sadakat yemini etmiş milletvekilleriyiz. Esasen Anayasaya sadakat, bütün iyi
vatandaşlar için, medenî insan olmanın, iyi vatandaş olmanın ilk şartıdır.
Anayasanın başlangıç bölümü ile 2 nci maddesinde yer alan temel ilkeleri, gür
sesle, yeniden bir kere daha okuyalım.
ALİ TOPUZ (İstanbul) – Bütçeye de gelelim, biraz da
bütçe konuşalım.
AYVAZ GÖKDEMİR (Devamla) – Bunlar üzerinde samimî
mutabakatımızı ilan edelim; bu ilkeleri bir süs gibi bırakmayıp, bütün
gücümüzle hep birlikte hayata geçireceğimize, gerekiyorsa bir kere daha yemin
edelim.
Bunun yanı sıra, ilk iş olarak, ülkeyi tekelci
sermayenin vesayetinden çıkaralım ve Silahlı Kuvvetleri siyasetin dışına
çıkarıp, aslî görevine iade edelim. Silahlı Kuvvetleri siyasetin içinde
muhafaza etmenin, Türkiye ve Silahlı Kuvvetler için bir faydası yoktur. Her
zaman, her zeminde söyledik, yine söylüyorum: Türk Ordusu, Türk Milletinin de,
bizim de gözbebeğimizdir; milletimizi de, ordumuzu da çok sevdiğimiz için,
Silahlı Kuvvetler siyasete girmemelidir; şu veya bu şekilde girmişse, bir an
önce aslî ve şerefli görevine dönmelidir diyoruz.
Demokratik bir düzende, Silahlı Kuvvetlerin yerini
işaret etmek, ona düşmanlık değildir. Silahlı Kuvvetlerimizi yıpratmak, rencide
etmek, küçük düşürmek, Silahlı Kuvvetlere husumet tevcih etmek kimsenin
aklından geçmez. Kimse ucuz istismarlara sapmasın. Silahlı Kuvvetler
hepimizindir, Türk Silahlı Kuvvetlerine husumet vatan hainlerinin işidir; onu
da başka yerde arayın, bizde bulamazsınız. (DYP sıralarından alkışlar)
Bizim söylediğimiz şudur: Hepimizin özlemi olan, çağdaş
ve kudretli Türkiye'ye, demokrasiyi, laikliği, hukuk devleti ve hukukun
üstünlüğü ilkesini, bağımsız yargıyı, insan haklarını çiğneyerek erişilemez. Milletle,
milletin özdeğerleriyle, gelenekleri, maneviyat ve mukaddesatıyla kavga ederek
bir adım ileri gidebilmenin de imkânı yoktur.
Türk Devleti, İslamı bir tehlike saymak psikozundan
artık kurtulmalıdır. Türkiye, irtica beklentisinden ve irtica icadından
vazgeçmelidir. Herkes emin ve rahat olsun; irtica gelemez Türkiye'ye, gelemez.
Horozdan korkan oğlan gibi, çok azı dinî, pek çoğu geleneksel birtakım şekil
unsurlarından korkan bir devrimcilik ve ilericilik, cumhuriyetin 74 üncü
yılından sonra, inanın ki ayıp oluyor, biraz da komik oluyor.
1998'e, kendi halkını en büyük tehdit olarak algılayan
ve fişlemeye kalkan bir devlet anlayışıyla giremeyiz, girmemeliyiz. Defalarca
denenmiş, tepeden inme, zora dayanan tanzimlerle de bir yere erişilemez.
Tasfiye edilmeleri gerekiyorsa, bırakın şahısları da, partileri de,demokratik
süreç içinde, hür iradesiyle, millet tasfiye etsin. Milletin dinamiklerini,
Kuvayi Milliyeyi, yani millî gücü harekete geçiremeyen; millete mal olmayan;
milletin müşterek gücüne, fedakârlığına, hür katılımına dayanmayan; millet
iradesini rakipsiz üstün irade olarak hâkim kılmayan hiçbir proje başarıya
ulaşamaz. Ulaşır diye ısrar edecek olanlar varsa, bilmelidirler ki, devleti,
içeride halkından, milletinden, dışarıda dünyadan koparır, tecrit ederler;
ülke, şizofrenik bir vaziyete düşer. Türkiye, maalesef, böyle bir sürecin
başındadır. Büyük Türkiye'yi, güzel Türkiye'yi, bir an evvel, siyasî ve sosyal
bir cinnet sürecinin, şizofrenik bir sürecin içinden çekip çıkarmak lazımdır.
Bu ölçülerin dışındaki her tasavvur, ancak bir macera olabilir. İsteyen, şahsen
maceraya atılabilir; ancak, milleti maceralara kurban etmeye kimsenin hakkı
yoktur sanıyorum.
Bir rejim, kanun ve hukuk dışına çıkınca, zorbalık ve
keyfîlik hâkim olur. Zorbalıkla ve zora dayanan komplolarla, değil Türkiye gibi
büyük bir devlet, bir aşiret bile yönetilemez. Zorbalık zorbalığı, komplo
mukabil komployu, keyfîlik keyfîliği davet eder. Bir merhalede, zoru, keyfîliği
tercih eden, komployu kullanan, önünde sonunda, zorun, keyfîliğin, komplonun
tutsağı ve kurbanı olur Tarihin kanunu budur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika Sayın Gökdemir... Konuşmanızı
tamamlamanız için biraz süre vereceğim.
Buyurun Sayın Gökdemir, lütfen tamamlayın.
AYVAZ GÖKDEMİR (Devamla) – Sağ olun.
Bunun aksini iddia edenler ve denemeye kalkışanlar,
tarih boyunca hüsrana uğramışlardır. Milletin boşa akıp gidecek zamanına ve
enerjisine yazıktır. Gelin, uzlaşmış olarak, en kısa zamanda, milletin
hakemliğine gidelim, millî iradeyi tazeleyelim ve bunalıma son verelim. Mahcup
olmayı tercih ederim; ama, bu çağrıma olumlu cevap vermeniz ihtimalini zayıf
görüyorum. Siz ne cevap verirseniz verin, bu, makul bir uzlaşma çağrısıdır; bu,
bir demokrasi çağrısıdır; bu, bir millî birlik ve beraberlik çağrısıdır ve
büyük milletimiz, bu çağrıya kulak verecek, bu çağrıyı duyacaktır. Biz
"kral çıplak" demeye, meşru zeminlerde meşru ve medenî usullerle
milletin hakkını hukukunu aramaya devam edeceğiz. Başaracağımızdan şüphe etmiyoruz;
çünkü, yolumuz doğrudur. İstinatgâh olarak, bir Allahımız bir de milletimiz
var; o da bize yeter.
Bütçe hayırlı olsun; Yüce Meclise saygılar sunarım.
(DYP ve RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Doğru Yol Partisi Grubu adına ikinci konuşmayı
yapan Kayseri Milletvekili Sayın Ayvaz Gökdemir'e teşekkür ediyorum.
Söz sırası, Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın
Metin Şahin'de.
Buyurun Sayın Şahin. (DSP sıralarından alkışlar)
DSP GRUBU ADINA METİN ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; 1998 Malî Yılı Bütçe Yasa Tasarısı üzerinde, Demokratik
Sol Parti adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye Cumhuriyeti bütçeleri, hep, ülkeye hizmet,
halkımıza daha iyi bir yaşam olanakları verebilmek için hazırlana gelmiştir.
Yani, her yeni bütçe, bir umuttur. Şimdi, önümüzde olan 1998 yılı bütçesi de,
ülkemizde birikmiş ekonomik sorunların ve onunla bağlantılı sosyal sorunların
çözümü için bir umuttur; hatta, umudun ötesinde, bir iddia, bir kararlılıktır.
1998 yılı bütçesi üzerinde, 1997 yılının başlangıç
ödeneklerine kıyasla teknik bir değerlendirme yapmak sağlıklı sonuç
vermeyecektir. Bu nedenle, değerlendirmeyi, uygulama sonuçlarına göre yapmak
istiyorum.
1998 yılı konsolide bütçe ödenekleri, 1997 yılının 8
katrilyonuna karşılık, yüzde 82 dolayındaki bir artışla, 14,789 katrilyondur.
Bu giderlerin dağılımı şöyledir: Personel harcamaları 3,125 katrilyon, diğer
cari hesaplar 1,330 katrilyon, yatırım harcamaları 1 katrilyon, transfer
harcamaları 9,330 katrilyondur.
Bütçe gelirleri ise, 1997'nin denk bütçe diye
açıklanan, ancak, fiilî olarak gerçekleşen 5,427 katrilyonuna göre, yüzde 100
artışla 10,8 katrilyondur. 1998'de hedeflenen 10,8 katrilyonluk gelirin
dağılımı şöyledir: Vergi gelirleri 8,9 katrilyon, vergidışı normal gelirler 702
trilyon, özel gelirler ve fonlar 1,155 katrilyon, katma bütçe gelirleri 40
trilyon.
Denk iddiasıyla bağlanan 1997 yılı bütçesi, yaklaşık
2,4 katrilyon lira açık vermiştir. Vergidışı normal gelirlerin hayalî olması
nedeniyle de, faiz hariç, yine açık vermiştir.
TURHAN GÜVEN (İçel) – Komisyon temsil edilmiyor; Başkan
yok, Başkanvekili yok, sözcü yok.
METİN ŞAHİN (Devamla) – Gelir ve gider
farklılıklarından görüleceği gibi, 1998 yılı bütçesinin 4 katrilyon açığı
vardır. Bu açığı saklamıyoruz. Denk iddiasıyla halkımızı da, kendimizi de
aldatmıyoruz; ancak, faiz hariç tutulursa, 1,9 katrilyon...
BAŞKAN – Sayın Şahin, bir dakika...
Efendim, Komisyonu, Başkan, Başkanvekili ya da Sözcü
temsil edebilir. Şu anda, komisyon sıralarında Başkan veya Sözcü yok. O nedenle,
5 dakika kadar, biraz bekleyelim; dışarıda ise lütfen gelsin; yoksa,
arkadaşların, haklı olarak itirazları var.
Sürenizi kestim efendim.
METİN ŞAHİN (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
REFİK ARAS (İstanbul) – Yemek arasını öne alırsanız
daha makul olur Sayın Başkan.
BAŞKAN – Bakacağım efendim, eğer gelecekse...
12.15'te toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati
: 12.08
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati : 12.25
BAŞKAN : Hikmet Çetin
KÂTİP ÜYELER : Levent MISTIKOĞLU (Hatay), Zeki ERGEZEN
(Bitlis)
BAŞKAN – 37 nci Birleşimin İkinci Oturumunu açıyorum.
IV. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
1. – 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/669) (S. Sayısı : 390) (Devam)
2. – 1996 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başbakanlığı Tezkeresi ile 1996 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/633, 3/1046) (S. Sayısı : 401) (Devam)
3. – Katma Bütçeli İdareler 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/670) (S. Sayısı : 391) (Devam)
4. – 1996 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile 1996 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap
Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/634, 3/1047) (S. Sayısı :
402) (Devam)
BAŞKAN –
Görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Komisyon?
Yerinde.
Hükümet?
Yerinde.
Buyurun
Sayın Şahin.
Sayın Şahin,
3 dakika kullanmıştınız...
METİN ŞAHİN
(Antalya) – Takdir sizin efendim.
BAŞKAN –
Eğer, insicamım bozuldu diyorsanız, baştan başlayın.
METİN ŞAHİN
(Antalya) – Evet.
BAŞKAN –
Yalnız, daha önce, ben Genel Kurulun kararını almak istiyorum.
Bu
görüşmenin sonuna kadar görüşmelerin uzatılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Buyurun
Sayın Şahin.
DSP GRUBU
ADINA METİN ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1998 Malî
Yılı Bütçe Yasa Tasarısı üzerinde Demokratik Sol Parti adına söz almış
bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye
Cumhuriyeti bütçeleri, hep, ülkeye hizmet, halkımıza daha iyi bir yaşam
olanakları verebilmek üzere hazırlana gelmiştir; yani her yeni bütçe bir
umuttur. Şimdi, önümüzde olan 1998 bütçesi de, ülkemizde birikmiş ekonomik
sorunların ve onunla bağlantılı sosyal sorunların çözümü için bir umuttur.
Hatta umudun ötesinde bir iddia, bir kararlılıktır.
1988 yılı
bütçesi üzerinde, 1997'nin başlangıç ödeneklerine kıyasla bir teknik
değerlendirme yapmak sağlıklı sonuç vermeyecektir. Bu nedenle, değerlendirmeyi
uygulama sonuçlarına göre yapmak istiyorum.
1998 yılı
konsolide bütçe ödenekleri, 1997'nin 8.090 katrilyonuna karşılık, yüzde 82'lik
artışla 14.789 katrilyon liradır. Bu giderlerin dağılımı şöyledir:Personel
harcamaları 3.125 katrilyon; diğer cari hesaplar 1.330 katrilyon; yatırımlar 1
katrilyon; transfer 9.334 katrilyon liradır.
Bu bütçenin
gelirleri ise 1997'nin denk bütçe diye açıklanan; ancak fiili olarak
gerçekleşen 5.427 katrilyonuna göre yüzde 100 artışla 10.8 katrilyondur.
1998'de hedeflenen 10.8 katrilyonluk gelirin dağılımı şöyledir:
Vergi
gelirleri 8.9 katrilyon; vergi dışı normal gelirler 702 trilyon; özel gelirler
fonlar 1.158 katrilyon; katma bütçe gelirleri 40 trilyon liradır.
Denk
iddiasıyla bağlanan 1997 yılı bütçesi yaklaşık 2.4 katrilyon lira açık
vermiştir. Vergidışı vergi dışı normal gelirlerin hayalî olması nedeniyle de,
faiz hariç, yine açık vermiştir.
Gelir ve
gider farklılıklarından görüleceği üzere, 1998 yılı bütçesinin 4 katrilyon lira
açığı vardır. Bu açığı saklamıyoruz; denk iddialarıyla, halkımızı da, kendimizi
de aldatmıyoruz. Ancak, burada önemli bir özellik var; faiz hariç tutulursa,
bütçenin, 1,9 katrilyon lira fazlası vardır. Bir defa daha ifade ediyorum
arkadaşlar; 1998 bütçesinin, faiz hariç, 1,9 katrilyon fazlası vardır. 1998
bütçesinin en önemli özelliği budur; çünkü, bu bütçeye, faiz hariç, fazla
verdirilerek, borç ödeme niteliği öne çıkarılmıştır. Böylece, 1997 yılında,
gayri safî millî hâsıla içerisinde yüzde 9'lara ulaşacağı tahmin edilen bütçe
açığının, 1998'de 8,1'e çekilmesi hedeflenmiştir.
1998 yılı
bütçesi harcama kalemleri içerisinde 5,9 katrilyon lira faiz yükü vardır. Bu
yük, personel ve zorunlu transferlerle birlikte, bütçenin esnekliğini ortadan
kaldırmaktadır. Faiz ödemelerinin etkisini azaltmak, bir zorunluluk olmaktadır.
Vergi reformu da, bu yönüyle önem kazanmaktadır.
Öte yandan,
1991'de 100 trilyon lira dolayında olan içborç stoku, ne yazık ki, bugün -yani
altı yılda, 60 kat artarak- 5,6 katrilyon liraya yükselmiştir. Aynı şekilde,
1991'de 50 milyar dolar olan dışborcumuz, bugün, 80 milyar doları aşmıştır.
Bir başka
tespitimiz şudur: 1990'da yıllık yüzde 60 olan tüketici fiyatları artışı,
1994'te yüzde 125'e yükselmiş, bugün ise yüzde 95 dolayındadır.
Bu olumsuz
ekonomik gelişmelerin sonuçlarını, millî gelir dağılımında ve bölgelerin
kalkınmışlıklarında da görmekteyiz. Hepimiz biliyoruz ki, nüfusun en fakir
yüzde 20'si millî gelirden yüzde 5 pay alırken, en zengin yüzde 20'si millî
gelirden yüzde 55 pay almaktadır. Devlet İstatistik Enstitisünün 1996 yılı
istatistik sonuçlarına göre, fert başına gelir dağılımında, en yüksek il ile en
düşük il arasında 10 - 12 kat fark vardır.
Sayın
milletvekilleri, ülkemiz ekonomisi, ne yazık ki iyiye gitmemektedir. Böyle,
haksız ve ülke yararına olmayan gidiş karşısında, 55 inci Hükümetin önünde iki
seçenek vardı:
Bunlardan birisi,
mevcut durumu sürdürmek olabilirdi; yani, buna, günü kurtarmak da diyebiliriz.
Eğer, böyle bir yol izlenirse, 2000 yılında karşılacağımız tabloya göre; büyüme
hızı -2,1; enflasyon yüzde 121; bütçe açığı 16 katrilyon lira; bugün için yüzde
17 olan reel faiz yüzde 37; cari işlemler açığı 15 katrilyon lira ve 1 Amerikan
Doları 1 milyon 100 bin TL olacaktır. Özetle, tedbir alınmazsa, büyüme,
duracak, sonra küçülecektir; enflasyon, altından kalkılmaz boyuta ulaşacak;
çalışanların ücretleri, memur maaşları da, reel olarak, yüzde 3 dolayında değer
kaybedecektir.
Bu kötü
gidişe karşı tercih edilecek diğer yol ise, günü kurtarma değil, geleceği
kurtarma olacaktır. İşte, 55 inci Hükümet, bu yolu, yani enflasyondan
kurtulmayı hedef seçmiştir. Bu yolda alınacak tüm kararları, Demokratik Sol Parti, inançla destekleyecektir.
Sayın
milletvekilleri, 55 inci Hükümet, enflasyonu indirmek için, orta vadeli bir
program öngörmektedir. 1998 yılı bütçesi de, bu programın ilk adımıdır. Bu
bütçeyle, enflasyonla mücadele edilecektir; ekonominin dengeleri yerine
oturtulacaktır; kamu açıklarında azalma sağlanacaktır; kaynak kullanımında
verimlilik sağlanacaktır; tasarrufa riayet edilecektir; gelirlerde, giderlere
göre artış sağlanarak açık azaltılacaktır; kamu çalışanlarının, reel maaş
seviyeleri korunacaktır; kaynaklar, enerji, eğitim, sağlık, savunma ve güvenlik
gibi öncelikli alanlara yönlendirilecektir.
Öte yandan,
Hükümetin öngördüğü orta vadeli bir istikrar programının başarılı olması için,
bu bütçenin, vergi reformu sosyal güvenlik reformu, malî sektör reformu,
özelleştirme, mahallî idareler reformu gibi reformlarla desteklenmesi
gerekmektedir.
Bize göre,
Hükümet, toplum, özel sektör, böyle bir amaç doğrultusunda, uyumlu, samimî bir
çaba içinde olursa, enflasyon, hedeflendiği gibi, 1998'de yüzde 50'lere,
1999'da yüzde 20'lere, 2000 yılında da tek haneli rakamlara inecektir.
Sayın
milletvekilleri, görüştüğümüz 1998 bütçe tasarısı, amaçladığı hedeflere
ulaşabilmek için, önemli harcama tedbirlerini de beraberinde getirmektedir.
Bunlardan bazılarını şöyle sıralamak istiyorum:
Borçlanmaya
sınır getirilmiştir. 1997'deki, Hazinenin istediği kadar borçlanma olanağı
yerine, şimdi, bütçe açığı kadar, yani 4 katrilyona kadar bir borçlanmaya izin
verilmiştir. Böylece, malî disiplin sağlanacaktır. Bilindiği gibi, kamu kesimi
borçlanma gereği, 1997'de yüzde 9,5 dolayında gerçekleşmiştir; şimdi, 1998'de
yüzde 8,1'e inmesi hedeflenmiştir. Bu husus, Hükümetin, enflasyonu indirmede ve
borçlanmayı frenlemede açık ve samimî kararlılığıdır. Hükümete olan güvenimiz,
bu nedenle bir kez daha artmıştır.
Yatırım
harcamalarında savurganlık önlenecektir. 1998 bütçesinde, proje bedelinin yüzde
10'u kadar ödeneği olmayan yatırımlara başlanmayacak ve böylece, kaynakların
verimli kullanılması sağlanarak, bitme aşamasına gelen yatırımlar
tamamlanacaktır.
Bir diğer
tedbir de, bütçe ödeneklerinin kullanımında ayrıntılı harcama planının
yapılması kuralının getirilmesidir. Böylece, bütün kuruluşlar, yıl başından
itibaren, hangi harcamayı hangi zaman dilimi içinde yapacaklarını Maliye
Bakanlığına verecekler ve Maliye Bakanlığınca ödenekler bu plana göre serbest
bırakılacaktır; öte yandan da Hazine, bu harcama planına uygun nakit akışını
sağlayacaktır. Özetle, kamu kesiminde ödenek kullanımı ve nakit planlaması
gerçekçi olarak yapılabilecektir.
Bu bütçe
tedbirleri arasında yer alan bir diğer husus, kamu haznedarlığı ilkesine
kesinlikle uyulacağıdır. Böylece, devletin tüm gelirleri Merkez Bankası ya da
muhabir bir bankada toplanacak; yani, devlet, kendi parasına sahip çıkacak ve
kendi parası dururken, daha yüksek faizle borç almayacaktır. Yani, devlet, rant
ekonomisine hizmet etmeyecektir.
Duyarlı
herkesi rahatsız eden taşıt savurgunlığı önlenecektir.
Üniversitelere
kaynak yaratma ve ödenek kullanmada üç yenilik getirilmiştir. Bunlardan ilki,
Hazine tarafından tahsis edilmiş olan taşınmaz malların kiralanması veya
işletilmesi suretiyle elde edilecek gelirlerin kullanımı üniversiteye
bırakılmaktadır. Diğer yenilik ise, yaz okulu uygulaması yapan üniversitelerin,
öğrencilerinden öğrenim harcı alabilmesi ve bu gelirleri kendi ihtiyaçları için
kullanabilmeleridir. Üçüncü yeniliğe göre, 15 üniversiteye ödeneklerinin tamamı
verilerek, bütçelerini serbestçe uygulama olanağı tanınmıştır; bu uygulamanın
başarılı olması dileğimizdir. Böylece, tüm üniversitelerimize, ekonomik
bağımsızlık yolunda inisiyatif verilmiş olmaktadır. Demokratik Sol Parti,
üniversitelerimizin çok yakın bir gelecekte idarî özerkliğe de kavuşmaları için
gerekenlerin yapılması görüşündedir.
Dikkat çeken
önemli bir tedbir, yurtdışı eğitime disiplin getirilmiştir. Bazı olumsuzluk ve
usulsüzlüklerin görülmesi nedeniyle, lisansüstü öğretimde, YÖK tarafından
denkliği belirlenmiş nitelikli üniversiteler dışındaki üniversitelere öğrenci
gönderilmesi önlenmektedir.
Getirilen
bir diğer önemli tedbirle, bundan sonra, kamu kuruluşları, topladıkları
vergileri kendi finansman ihtiyaçlarına karşılık olarak kullanamayacaklar ve
mutlaka Maliyeye yatıracaklardır. Öte yandan, dış proje kredisi kullanan genel
ve katma bütçeli kuruluşlar, nakdî ve aynî kredi kullanımlarını, borç kaydı
için Hazineye, ödenek kaydı için de Maliyeye bildireceklerdir.
Sayın
milletvekilleri, görülmektedir ki, Hükümet, 1998 bütçesinin yapısı, aldığı
tedbirler ve kararlılığıyla, enflasyonu sorun olmaktan çıkarmak istemektedir.
Bilinmektedir ki, enflasyonu artırıcı harcamalar içerisinde, kamu kesiminin
payı yüzde 25, özel sektör kesiminin payı yüzde 75 dolayındadır. Bu nedenle,
özel sektörün tavrı, enflasyonu aşağı indermede önem kazanmaktadır. Ülkesini ve
vatandaşlarını seven tüm özel sektör kurumlarının, Hükümetin tedbirleriyle
uyumlu, destekleyici bir anlayış içerisinde olacağına inanıyoruz. Halkımız
arasında bir söz vardır: Başlamak, yolun yarısıdır. İşte, 55 inci Hükümet,
koalisyon ortaklarının uyumu, uzlaşması ve kararlılığının yanı sıra, toplumun
tüm kesimlerinin anlayışı ve desteğiyle yola çıkmıştır. Hükümetimiz,
enflasyonla mücadeleyi başaracaktır; halkımız, bunu beklemektedir.
Sayın
milletvekilleri, 55 inci Hükümet kurulduğunda, önünde, çözüm bekleyen birçok
sorunu bulmuştur. Bu sorunlara kayıtsız kalmamış ve çözüm yollarını programına
almıştır. Dikkatle incelenirse, görülecektir ki, altı ay önce yazılan bu
program, şimdi, adım adım, hayata geçirilmeye başlanmıştır. Beş aydır hiçbir şey
yapılmadı diyenlerin sağduyularına şu hatırlatmaları yapmak istiyorum.
İ. ERTAN
YÜLEK (Adana) – Zam yapılmadı mı?!
METİN ŞAHİN
(Devamla) – Ülke, rejim ve devlet bunalımından çıkmıştır. Ülkeye huzur ve güven
gelmiştir. Bu, başlıbaşına her şeyin ötesinde önemlidir. Bu bunalıma sebep
olanların, şimdi, demokrasi, rejim, bunalım edebiyatı yapmaya hakları yoktur!
(DSP sıralarından alkışlar)
Nüfus tespit
yasası çıkarılmış, gerekli tespitler yapılmıştır; sonuçlarından ülkemiz
yararlanacaktır.
8 yıllık
kesintisiz ilköğretim reformu çıkarılmıştır; büyük bir kararlılıkla uygulamaya
konulmuştur. 8 yıllık kesintisiz eğitime hâlâ karşı çıkanlar, fakir fukara
çocuklarının okula gitmemesini, yetişmemesini ve onları rahatça sömürelim
istiyorlar.
AHMET DOĞAN
(Adıyaman) – Tam tersi...
METİN ŞAHİN
(Devamla) – Nafile!.. Hevesleri boşa çıkacaktır. (DSP sıralarından alkışlar)
Bu yıl,
zorunlu olmadığı halde, beşinci sınıftan altıncı sınıfa kayıt yaptıran
öğrencilerin sayısı, 1996'ya göre yüzde 20 artışla 137 bindir. Bu çerçevede,
kız öğrencilerdeki artış yüzde 26'dır. Bu reform hareketini halkımız
sahiplenmiştir. Reformun önemi karşısında, Hükümetimiz, 1998 bütçesinin toplam
yatırım harcamaları içerisinde en büyük payı, yüzde 40'la, 407 trilyon lirayı
eğitime ayırmıştır. Halkımızın, kuruluşlarımızın gönüllü maddî destekleri
coşkuyla devam etmektedir. Öte yandan, Hükümetçe, çağdaş eğitimin emekçisi
öğretmenlerin özlük haklarını iyileştiren kanun tasarısı, Türkiye Büyük Millet
Meclisine sunulmuştur. Bu gelişmeler, Hükümet ortağına da Demokratik Sol
Partiye de yakışan bir tutarlılıktır.
Güneydoğuda
olağanüstü hal uygulaması daraltılmıştır; tümüyle kaldırılmasının şartları
yakın bir gelecekte sağlanacaktır. Yöre halkımızın huzur ve güvenliği
artırılırken, ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarını karşılayacak tedbirler
alınmaktadır. Yıllarca güneydoğuya umudun dışında hiçbir şey verilmedi. Bölge
halkı, terörden ezildi; güvenlik güçlerimizin özverili çalışmaları dışında
devleti yanında göremedi. İnsanlar, işinden oldu, okulundan oldu, köyünden,
tarlasından, merasından oldu. Bu bölgenin sorunlarına çözüm olarak, Demokratik
Sol Partinin görüşlerinin 55 inci Hükümete yansımış olmasını memnuniyetle
karşılıyoruz. Hükümetin, ortaklarımızla tam bir uyum ve kararlılık içerisinde
güneydoğuya huzur, güven, aş, iş getirilmesi yönündeki çabalarını
destekliyoruz.
Bu bağlamda,
getirilen teşvikleri fevkalade önemli buluyoruz. Bu teşviklerle, işverenlerin
yanında çalıştırmış oldukları işçilerin ücretlerinden kesilen vergilerin
ödenmesi ertelenmektedir ve bu vergiyi kendilerine finansman olarak
kullanabilme olanağı getirilmiştir. Bölgede faaliyette bulunan Gelir ve
Kurumlar Vergisi mükelleflerinin kazançları belirli bir süre vergiye tabi
tutulmayacaktır. Yatırımlarda vergi, resim ve harç muafiyeti sağlanacaktır.
Sosyal Sigortalar priminin işverence ödenecek olan kısmı, Hazinece
karşılanacaktır. Hazine arazileri ve arsaları, bedelsiz tahsis edilecektir.
Ayrıca, Demokratik Sol Partinin köy-kent olarak tanımladığı, ihtiyaç ve
hizmetlerin koordinesini sağlayacak merkezî köy düzenleme çalışmaları
başlatılmıştır.
Sözümün
burasında, bir hususa özellikle değinmek istiyorum. Bu teşvik tedbirlerinin
görüşülmesi sırasında "kalkınmada öncelikli yöre" tanımının, ilçeleri
de içerisine alacak şekilde -ve tabiî ki, bütün Türkiye'yi içerisine alacak
şekilde- belirlenmesinin zorunluluğu görülmüştür. Hükümetin, Maliye
Bakanlığımızın, Devlet Planlama Teşkilatımızın, bu konuda bir hazırlık
yaptığını biliyoruz. Bu düzenlenmelerin, en kısa zamanda yürürlüğe konulmasını
bekliyoruz.
Bundan üç
hafta önce yapılan nüfus tespiti sırasında, özürlü yurttaşlarımız için de bir
tespit yaptık. Çevremizde, hepimizin özen göstermesi gereken bir özürlü grubu
vardır. 55 inci Hükümet, çok başarılı bir şekilde, özürlülere, korunmaya muhtaç
çocuklara ve yaşlılara karşı itinalı ve gözetici bir tutum göstermektedir.
Hükümetimizin sıcak yaklaşımıyla, özürlü ve muhtaç insanlarımız, bir
hareketlilik kazanmış, örgütlenmiş ve devletle kaynaşmışlardır.
Sayın
milletvekilleri, sosyal güvenlik reformu, yıllardır çok konuşulan, ancak
gerçekleştirilemeyen bir konu olmuştur. 55 inci Hükümetin, Türkiye Büyük Millet
Meclisinin gündeminde yer almış olan 506 sayılı Yasayı, daha önce varılmış olan
uzlaşmayı da temel alarak ve ek önlemler paketi hazırlayarak sonuçlandırma
aşamasına gelmesinden, Demokratik Sol Parti, büyük bir memnuniyet duymaktadır.
Artık, devletin sosyal güvenlik sistemine düzenli bir şekilde katkıda
bulunmasını benimsemek durumundayız; sosyal devlet ilkesinin de bir gereği
budur. Tasarı, işçilerimizin, emekli, dul ve yetimlerinin haklı özlemidir. Biz,
bazıları gibi "ya çıkacak ya çıkacak" deyip de kaçanlardan değiliz.
(DSP sıralarından alkışlar) Biz, kararlılıkla, bu reformları uygulama ve hayata
geçirme kararlılığı içerisindeyiz.
Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığımızca, tarımda çalışan Bağ-Kurlulara, sağlık
hizmetlerinden yararlanma olanağı getirilmiştir. Ayrıca, sanatçılarımız, yoksun
kaldıkları sosyal güvenlik haklarına da kavuşacaklardır.
Çalışma
hayatına yönelik tedbirler arasında, işsizlik sigortasıyla ilgili düzenlemeler,
kaynağı da gösterilmek suretiyle hazırlanmıştır. Buna göre, Tasarrufu Teşvik
Kanunu yürürlükten kaldırılarak, işçi ve işverenden toplam yüzde 5 kesinti
yapılmasına son verilecektir. Sadece, yüzde 5 oranındaki primler, bundan böyle,
işsizlik sigortasının kaynağını oluşturacak ve devlet de, yüzde 2 ilave katkı
yapacaktır.
Öte yandan,
Tasarrufu Teşvik Fonunda bugüne kadar birikmiş bulunan anapara ve nemaların,
Türk Telekom AŞ'nin borsaya kote edilecek hisse senetlerine ya da benzer
senetlere dönüştürülmesi, çalışanlarımıza yıllardır yapılan haksızlıkların
telafi edilmesi olacaktır. Hatta, ondan da öte, sağlam bir maddî güvence
olacaktır. Bu uygulamayla, hem özelleştirmede şeffaflığa güzel bir örnek
oluşturulacak hem de sınaî mülkiyet tabana yayılacaktır. Biz, Demokratik Sol
Parti olarak, Hükümetimizden, çalışanlara bu hakkı bir an önce kazandırmasını
bekliyoruz.
Sayın
milletvekilleri, 55 inci Hükümetin, kamu görevlilerine, memurlara sendika kurma
ve toplugörüşme yapma haklarını getiren yasayı da, bir tasarı olarak Türkiye
Büyük Millet Meclisine sevk etmesinden büyük bir mutluluk duyuyoruz. Böylece,
memurlarımız da, çalışma hayatına yönelik düşünce ve görüşlerini örgütlü bir
şekilde dile getirecekler ve özlük hakları için, görüşme ve müzakere yapabilir
hale geleceklerdir.
Bu Hükümetin
en önemli özelliği, uzlaşmacılığıdır. Bu tutum, Ekonomik ve Sosyal Konseyin
çalışmaya başlamasıyla tüm kesimlere de yansımaya başlamıştır. Ülke sorunları,
çalışanın, işverenin, çiftçinin, esnafın bir arada görüşüp, konuşup,
birbirlerini ikna edebilmeleriyle çözümlenecektir. Bu yönde tüm kesimlerin
yaklaşımları, demokrasimiz adına umut vericidir.
Sayın
üyeler, gelir dağılımı bozularak reform yapılamaz; çalışanların ücretleri
kısılarak da reform yapılamaz. (DSP sıralarından alkışlar) Bütün dünyada,
devlet katkısı gözardı edilerek, sosyal güvenlik reformu hiç yapılamaz. Bu
gerçeği gözardı etmeden, çalışma hayatımızın demokratikleşmesiyle, kayıtdışı
istihdamın önlenmesi de dahil, bir büyük reform hazırlığından, Demokratik Sol
Parti heyecan ve gurur duymaktadır. Otuzbeş yıllık çizgi ve doğrultu
tutarlılığı, bir kez daha emekçilerimizin yanındadır! (DSP sıralarından
alkışlar)
Sayın
üyeler, ülke nüfusunun yüzde 40'ı tarımla geçinmektedir. Çiftçimiz, kalkınmamızın
temelidir. Ülkemizin bu gerçeğini bilerek, 1998 bütçesinde tarıma gerekli
ödeneklerin ayrılmasını takdirle karşılıyoruz. Tarımda, gelişmiş ülkelerde
olduğu gibi, bizde de üreticimize destekler devam edecektir. 1997'de, kimyevî
gübre, DFİF kredisi, ürün destekleme ödemeleri için toplam 159,5 trilyon lira
kaynak transfer edilmiştir ki, bunun önemli bir bölümü şimdiki Hükümet
tarafından transfer edilmiştir. 1998'de
-dikkatinizi çekiyorum- yüzde 121 artışla, 354 trilyon lira kaynak ayrılmıştır;
gerçek destekleme işte budur. Bu bağlamda, 55 inci Hükümetçe, hububat, fındık,
pamuk, ayçiçeği, haşhaş, soya, incir, üzüm, koza, tiftik, çay, şekerpancarı
gibi, üreticilerin temel ürünlerine yeterli ürün alım fiyatları verilmiştir.
TARIM VE
KÖYİŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Antepfıstığı...
METİN ŞAHİN
(Devamla) – Saymıyorum "gibi" dedim, daha çok, yirmiye yakın ürün.
Sayın Bakanımız, sizin memleketinizi unutmayacağız.
Üreticinin
yüzü gülmüştür. Çiftçinin, uzun yıllardan sonra cebi para görmüştür; ürün
bedellerinin tamamı zamanında ödenmiştir; çiftçinin alacağı kalmamıştır. Sırada
tütün, zeytin ve zeytinyağı gibi ürünler var. Hükümetimiz üreticilere verdiği
sözü tutmuştur.
Öte yandan,
hayvancılığımızı ve yetiştiricilerimizi zor durumda bırakan hatalı ithalat
politikası terk edilmiştir. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, hayvancılığın
gelişmesi için büyük bir projeyi yakında uygulamaya koyacaktır.
"Kalkınma
köylüden başlayacaktır" diyen Demokratik Sol Parti, köy hizmetleri
kuruluşlarımızın köylere götürdüğü hizmetleri fevkalade önemsemektedir. Kırsal
kesimde içmesuyu, sulamasuyu, yol, gölet yapımı, arazi ıslahı ve
toplulaştırılması için, gerek Köy Hizmetleri kuruluşlarımızın gerekse de Devlet
Su İşleri ve özel idare kaynaklarının seferber edilmesinden köylülerimiz
mutluluk duymaktadır.
Erozyonla
mücadele ve çevrenin korunması için
sivil toplum örgütlerinin çabalarına, başta Tarım ve Köyişleri Bakanlığı
ve yerel yönetimler olmak üzere, tüm kamu kurum ve kuruluşlarının da aynı
duyarlılıkla katılacağını bekliyoruz.
Kırsal kesim
örgütlenmesi diğer sektörlere göre çok geridedir. Tarım ve Köyişleri
Bakanlığımızın, çok zor şartlarla bir araya gelen köy kalkınma
kooperatiflerinin iki yıldır bekleyen üst örgütlenme başvurularına izin
vermelerini bekliyoruz. Unutulmamalıdır ki, çağdaş ülkeler, demokrasilerinin
gelişmesinde kooperatifçilik hareketlerinden yararlanmışlardır.
Sayın
milletvekilleri, küçük sanayi siteleri ve organize sanayi bölgelerinden bitme
aşamasına gelmiş olanların, bir an önce bitirilmesini bekliyoruz. Bütçede
getirilen verimlilik önlemlerinin, bu işyerlerinin tamamlanmasında etkili
olacağını umuyoruz. Bu bağlamda, 55 inci Hükümet beş ay içerisinde, 25 trilyon
lira esnaf kredisi vermiştir, KOBİ teşviki olarak yine beş ayda 12,6 trilyon
lira vermiştir. Ayrıca, Doğu ve Güneydoğuya Acil Destek Fonundan 11,9 trilyon,
genç ve kadın girişimcilere 2,9 trilyon olmak üzere, son beş ayda -dikkatinizi
çekiyorum- 52,5 trilyon lira, esnaf ve sanatkârlarımıza, girişimcilerimize
destek verilmiştir. Ekonominin görünmez lokomotifi KOBİ'ler, esnaf ve
sanatkârlar, Hükümetimize güvenmektedirler. Destekler devam edecektir. (DSP
sıralarından alkışlar)
Sayın
milletvekilleri, özelleştirme, hükümetlerin hep iddiayla sarıldığı, ama,
başaramadığı bir olaydır. 55 inci Hükümet de, özelleştirmeden, ülke ekonomisi
için umutlu sonuçlar beklemektedir. Özelleştirmede neden başarılı
olunamamaktadır; eksikler, hatalar, engeller nelerdir; özelleştirmeler yargıya
neden takılmaktadır, iyi etüt edilmesi gerekir. Demokratik Sol Partinin
özelleştirmeye olan yaklaşımı iyi anlaşılmalıdır. Demokratik Sol Parti,
özelleştirmeye karşı değildir. Eğer özelleştirmede başarılı olunamamışsa, bunun
sebepleri, bugüne kadarki hükümetlerin tutumunda ve onların hatalı
uygulamalarında aranmalıdır. 55 inci Hükümet, bu konuda, Demokratik Sol
Partinin eleştiri ve önerilerini dikkate alan bir uygulamayla, özelleştirmede
hedeflere ulaşabileceğini görmüştür. Bu, Demokratik Sol Partinin özelleştirmeye
bakışındaki haklılığının açık bir göstergesidir.
Bu bütçenin
tümü üzerinde yapılan görüşmeler sırasında, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı
Sayın Çiller, özelleştirmeyi kastederek "niye Danıştaya gidiyorsunuz, niye
Anayasa Mahkemesine gidiyorsunuz" diye, hesap soran bir üslup kullanmıştı.
Hukukun üstünlüğünü kavrayamamış, başbakanlık yapmış bir parti liderinin bu
tutumunu, ne yazık ki, ciddî devlet anlayışıyla bağdaştıramıyoruz. (DSP
sıralarından alkışlar)
Sayın
üyeler, Hükümetin kurulmasıyla birlikte, din istismar edilmekten çıkarılmıştır;
camilerde ibadet huzur içerisinde yapılır hale gelmiştir.
LÜTFİ YALMAN
(Konya) – Bravo!..
ALİ OĞUZ
(İstanbul) – Allah’tan korkun!..
METİN ŞAHİN
(Devamla) – Halkımız, ibadet yerlerinin siyasî gösterilere alet edilmek
istenilmesine destek vermemiştir. "Siyaset dinin emrindedir" diyen,
sonra da laiklik edebiyatı yapanların istismarcı söz ve davranışları,
halkımızın sağduyusuna çarpmıştır. (DSP sıralarından alkışlar)
AHMET DOĞAN
(Adıyaman ) – Zaman gösterecek.
METİN ŞAHİN
(Devamla) – İslamiyet, siyasî kavganın ve çekişmenin aracı değildir; çünkü,
İslamda, kardeşlik, sevgi ve birlik vardır. Demokratik Sol Partinin, dinimize,
gerçek dindarlarımıza, inançlara saygıyla yaklaşması, halkımız arasında büyük
bir takdirle karşılanmaktadır. (DSP sıralarından alkışlar)
Sayın
milletvekilleri, bir hafta önce, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin
Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda kabulünün 49 uncu yıldönümüydü. 1949'dan
bugüne kadar, ülkemizde, insan hakları ihlallerinin, işkencenin ortadan
kalkması beklenirken, ne yazık ki, aksine, bu yöndeki şikâyetlerin giderek
arttığını görüyoruz. 55 inci Cumhuriyet Hükümetinin, göreve başlar başlamaz,
İnsan Hakları Koordinatör Üst Kurulu aracılığıyla yaptığı çalışmaları, Devlet
Bakanımız Sayın Hikmet Sami Türk, bu kürsüden, 10 Aralık 1997 günü, geniş bir
şekilde açıklamıştı. Bu alanda, hem Hükümetimize hem de Demokratik Sol Partiye
yakışan bir anlayışın beş aydır titizlikle yürütülmesini takdirle karşılıyoruz.
AHMET DOĞAN
(Adıyaman) – Doğru; onyedi sene hapsettiniz!..
METİN ŞAHİN
(Devamla) – Kamu denetçisi veya kamu hakemi, Memurin Muhakematı Hakkında Kanun,
gözaltı, sorgulama ve ifade alma, terörle mücadele sırasına veya sonunda
vatandaşların mağduriyetlerinin giderilmesi, kayıp kişilerle ilgili çalışmalar,
kamu görevlileri tarafından bireylere işkence veya kötü muamele yapılması ya da
yetkilerinin kötüye kullanılması, insan hakları ihlalerine konu olan personelin
eğitimi, adlî muayenelerin bağımsız olarak yapılması gibi tüm önemli konularda
ciddî yasal çalışmalar yapılması sevindiricidir.
Öte yandan,
Hükümet, Adalet Bakanlığımızın hazırladığı tasarıyla, insan haklarının
geliştirilmesine yönelik, çok geniş kapsamlı, Anayasa, Türk Ceza Kanunu, Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanunu, Ceza İnfaz Kanunu, Devlet Güvenlik Mahkemeleri
Kanunu, Hâkim ve Savcılar Kanunu ve diğer kanunlarda reformlar, düzenlemeler
getirmektedir. Biliyoruz ki, eğitim ve vergi gibi, yargıda da bir reforma
ihtiyaç vardır. İnsan haklarının geliştirilmesi için Hükümetimizin sergilediği
kararlılık geniş toplum kesimlerinden destek görmektedir; Hükümetimizi
kutluyoruz.
Türkiye'nin
kültür mirasını ve tarihî zenginliklerini, demokratik, laik ve çağdaş bir
kültür devleti çerçevesinde gelecek kuşaklara devredebilmek için, Kültür
Bakanlığımızın sergilemeye başladığı tutum ve uygulamaları destekliyoruz.
Hiçbir ayırım yapmadan, müzeye, kütüphaneye, folklora, opera, bale ve
tiyatroya, sinema ve müzeye de aynı duyarlılıkla sahip çıkarken, Atatürk
Türkiyesine yakışır, modern, çağdaş değerlere de kucak açmaya devam edeceğiz.
İşte, bu
anlamda, Kültür Bakanlığımızın, Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşunun 700 üncü
yıldönümüne de, cumhuriyetimizin kuruluşunun 75 inci yıldönümüne de aynı
duyarlılıkla hazırlanmasını, Demokratik Sol Parti olarak memnuniyetle
karşılıyoruz.
Sayın
milletvekilleri, 55 inci Hükümet, önündeki üç yılda enflasyonu indirmeyi temel
hedef seçmiştir. Bu hedefe ulaşmada bütçeler önemlidir; ancak, yeterli değildir
ve önemli yapısal reformlarla desteklenmesi gerekmektedir. Sözlerimin başında
da ifade ettiğim üzere, bu reformların en önemlisi, vergi reformudur. Türkiye,
vergi reformu sözcüğünü çok duymuştur. Bugüne kadar -sağda olsun, solda olsun-
tüm hükümetler bu konuda iddialı sözler söylemişler, ancak, bırakın
gerçekleştirmeyi, ele bile alamamışlardır.
Sayın
milletvekilleri, mevcut vergi sisteminde kazanılmayan gelirden vergi alınırken,
kazanılan gelirden vergi alınmamaktadır. Kazanç-vergi bağlantısı kopmuştur.
Vergi inceleme oranı -yüzde 2 gibi- çok düşük olduğu için kaçaklar çoktur.
Cezalar caydırıcı değildir. Ücretli ve kayıtlı dürüst iş yapanlara, aşırı vergi
yükü getirilmiştir.
Özetle,
reform kaçınılmazdır. Kapsamlı, doyurucu, inandırıcı ve gerçekçi bir vergi
reformu hazırlamak kolay bir iş değildir; Hükümetimizi, Maliye Bakanımızı ve
uzmanlarımızı, yürekten kutluyoruz. Hazırlanan bu vergi reformuyla, her türlü
kazanç, vergilendirme kapsamına alınmak suretiyle, vergi tabanı
genişletilmektedir. Kayıtdışı ekonomi, ekonomik ve sosyal yaşamı düzenleyen
yasalarda değişiklikler yapılarak, kayda alınmaktadır. Diğer kesimler
-özellikle memurlar, işçiler, emekliler, küçük çiftçiler, küçük esnaf ve
sanatkârlar- üzerindeki vergi yükü, düşürülmektedir. Vergide basitlik
getirilmektedir. Ayrıca, vergi reformu gerçekleştirildiğinde, devletin faiz
ödemeleri de azalacaktır. Bu şekilde yaratılan kaynak, hem çalışanlar için hem
de altyapı yatırımları için destek olacaktır.
Bakınız,
çalışma, şimdiden, halkımızın desteğini ve güvenini kazanmıştır. Umuyoruz, bu
reform, iktidar-muhalefet çekişmesinin ötesinde, tüm parti gruplarımızın
desteğiyle, 8 yıllık kesintisiz ilköğretim reformu gibi, tarihe geçecektir.
Hükümetimizin,
enflasyonu indirme programı çerçevesinde, mahallî idareler reformu da vardır.
Halen, kamu hizmetlerinin yüzde 85'i merkezî idare, yüzde 15'i mahallî idareler
tarafından yerine getirilmektedir. Bu durum, yerinde yönetim açısından ve
verimlilik açısından sakıncalıdır. 1998'de, devletin merkezî idare
gelirlerinden, mahallî yönetimlere 1,3 katrilyon lira dolayında kaynak
aktarılacaktır; buna rağmen, sorunlar, giderek artmaktadır. Belediyelerimiz,
sadece kaynak tüketen değil, aynı zamanda, kaynak üreten konuma gelmelidir.
Bu nedenle,
köy ve mahallelerden başlayarak, halkın katılabileceği, halkla iletişimin
artırılacağı, yerel, ekonomik ve sosyal planlamaların yapılabileceği, köy kent
modellerinin öne çıkarılabileceği; aynı zamanda, malî ve öz denetimin
güçlendirilebileceği bir yapılanmaya hemen geçilmelidir.
Demokratik
Sol Parti, parti programında da yer aldığı gibi, yerel yönetimleri, mahallî
idareleri, demokrasiyi güçlendirmenin ve demokratik halk katılımıyla gelişmeyi
hızlandırıp yaygınlaştırmanın, en verimli aracı olarak görmektedir.
Hükümetimizin hazırladığı tasarıya bu gözle bakacağız, katkı koyacağız ve
destekleyeceğiz.
Sayın
milletvekilleri, her konuda olduğu gibi, enflasyonla mücadelede başarının temel
şartı kararlılıktır. Birilerinin, seçim mi yapacaksınız, icraat hükümeti mi
olacaksınız gibi, sadece kafa karıştıran ve Hükümetin hedefini şaşırtmayı
amaçlayan tutumlarına bakılmamalıdır. (DSP sıralarından alkışlar)
Hükümet,
vergi de dahil, başlangıçta düşündüğü, planladığı hiçbir reform hareketinden
de, içeriğinden de vazgeçmemeli, taviz vermemelidir. (DSP sıralarından
alkışlar) Türkiye, bir yıldır, siyasetçi, çete, mafya, kamu görevlileri
ilişkileri konusunda yoğun bir tartışma yaşamaktadır. Öte yandan,
milletvekillerinin dokunulmazlıklarının daraltılması da gündemimizde yer
almaktadır.
Bu iki
konuda temel hedef, yargının önünün açılması olmalıdır. Gerek
dokunulmazlıklarla ilgili, Anayasamızın 83 ve 100 üncü maddelerinin değiştirilmesi
gerek Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun bağımsızlığıyla ilgili 159 uncu
maddenin değiştirilmesi gerekse Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun
özerkliği, yargının önünün açılmasında önemlidir.
Demokratik
Sol Parti, 1995 seçimi öncesinden beri, kararlılık ve tam doğrultu
tutarlılığıyla, bu konularda yasa değişiklikleri çabalarını sürdürmektedir.
Yaşanan olaylar, Demokratik Sol Partinin haklılığını ve doğruluğunu
göstermiştir.
Sayın
milletvekilleri, dışpolitikadaki yeni sıcak gelişmeler, ulusal birliğimizin
önemini bir kez daha göstermiştir. Lüksemburg'daki AB Zirvesinden çıkan sonuç
sürpriz değildir. Anlaşılmaktadır ki, Türkiye'nin gücü ve önemi, bazı dost
bildiğimiz devlet yönetimlerinde, ekonomik ve siyasal kaygı yaratmıştır.
1963'te başlayan girişimlere karşın, ortaya çıkan sonuca tepki göstermede
elbette haklıyız; çünkü, bu karar, haksız ve yakışıksızdır.
Türkiye,
bugüne, Avrupa'nın desteğiyle gelmiş değildir; aksine, Türkiye, Avrupa'nın, her
alanda gerçek bir müttefiki olmuştur. 1974 Barış Harekâtı ambargosunu ve 1991
Irak Körfez Harekâtı kayıplarını ulusumuzun birliği ve gücüyle aştık. Yeni
zorlukları da aynı kararlılıkla aşabileceğimizi Avrupa Birliği görecektir.
Türkiye'nin ağırlığını ve önemini kavrayamayanlar, bunu çok yakında anlayacaklardır.
Artık, bize
düşen, tek başına bir Avrupa Birliği saplantısı yerine, hem batılı hem doğulu
hem kuzeyli hem güneyli konumumuzla bir dünya devleti olduğumuzun bilincine
vararak dünyaya açılmak olacaktır. Hükümetimiz, bu konuda, onurlu, haysiyetli bir
tutum sergilemektedir. Halkımızda bir infial yoktur; aksine, serinkanlılık,
kendine güven ve cesaret vardır. Ulusumuz, her zaman olduğu gibi, bu kez de
birlik ve beraberlik içindedir.
Sayın
milletvekilleri, her bütçe döneminde, çalışanların ücret artışları merak
uyandırır, tartışma yaratır. 55 inci Hükümet, 1998'in ilk altı ayı için yüzde
30 artış öngörmüştür. Bunun yanında da, ücretlileri, enflasyona ezdirmeyeceğini
taahhüt etmiştir. Hatırlanacağı üzere, Hükümetin kuruluşunu müteakip,
çalışanlara yüzde 35 zam verilmişti; asgarî ücrete de, işçi ve işverenin
mutabakatıyla, yüzde 108 zam yapılmıştı. Herkes, mutlu bir şekilde işine,
görevine koyulmuştu. Şimdi, yüzde 30 zam nedeniyle yakınmalarla karşı karşıya
bulunuyoruz. Yakınmalara da yakınanlara da hak veriyoruz. Burada dikkat
edilmesi gereken husus, yaşanan kısır döngüdür. Mesele, daha fazla vermekte
değildir; çünkü, fazla dediğiniz, yeterli dediğiniz ücret, kendi dönemi içinde
yetersizliğe dönüşmektedir. Bu kısır döngüye, 55 inci Hükümet de katılabilir,
ücretlere daha fazla zam yapabilirdi. Asıl olan, biraz önce dile getirdiğim
bütçe, vergi ve diğer reformlarla birlikte enflasyonu indirmektir. Kaynak
yarattıktan sonra çalışanların hak ettikleri gelir artışı sağlanacaktır.
Umuyorum, çalışanlarımız, ücret artışı azlığını şikâyet ederken, Hükümetin
enflasyonu indirme yönündeki girişimlerini özellikle de, vergi reformunu
destekleyeceklerdir. Demokratik Sol Parti bu yöndeki tüm tedbirleri, çalışanlarımızın hayat düzeyini
yükselteceğine inandığı için destekleyecektir. Sonuçta kazanan da dargelirliler
olacaktır.
Değerli
arkadaşlar, bütçe, ülkenin ekonomik ve sosyal değerlerine yön veren, gelir
dağılımını yeniden düzenleyen ve üretim ilişkilerini belirleyen bir malî
belgedir. Bu anlamda, 55 inci Hükümet. doğru, samimi ve gerçekçi bir programı
uygulamada kararlıdır. Öngörülen üç yıllık programla enflasyon düşürülecektir;
kamu açıkları ve kamudaki israfa son verilecektir; gelir dağılımı bozukluğu
önemli ölçüde düzeltilecektir; işsizlik azaltılacaktır. Hükümetin günü kurtarma
yerine geleceği kurtarma yolunu seçmesini, halkımız adına önemsiyoruz,
umutlanıyoruz, güveniyoruz.
Değerli
arkadaşlar, ülkemizin ekonomik, sosyal ve siyasal sorunları ağırlaşmıştır.
Politik çekişmeler, iktidar hırsı, sen-ben kavgaları, iktidar için hiçbir şey
yapamayıp sonra muhalefet ahkâmı kesmeler, her gün üretmeden eleştiri yapmalar
olumlu siyaset değildir. (DSP sıralarından alkışlar) Halkımız, bu tür siyaseti
de siyasetçileri de onaylamamaktadır.
Biz,
Demokratik Sol Parti olarak 55 inci Hükümete girerken doğru bulmadığımız
düşünce tutum ve davranışlardan uzak kalmayı ilke edindik. Bu tutumumuzu büyük
bir kararlılıkla sürdürüyoruz, sürdürmeye de devam edeceğiz. Ulusumuz, bizden
hizmet bekliyor; uzlaşma istiyor, demokrasiyi geliştirmemizi istiyor; onurlu,
saygın bir dışpolitikayla, ulusal çıkarlarımızın korunmasını bekliyor;
kronikleşen hayat pahalılığından kurtulmak istiyor; Atatürk'ün gösterdiği
yolda, laik, sosyal hukuk devletinin yaşamımıza egemen olmasını ve çağdaş,
modern dünya devletleri arasınde yer almamızı istiyor.
Sayın
milletvekilleri, beş ay gibi kısa bir süre içerisinde, Hükümetimizin,
Demokratik Sol Partinin de etkin katılımıyla, ne kadar hızlı çalıştığını ve ne
kadar yararlı hizmetlere giriştiğini halkımız görmektedir. Demokratik Sol
Parti, son kurultayından da aldığı güçle, halka hizmet yolunda inançlıdır,
kararlıdır.
Olumlu oy
vereceğimiz 1998 yılı bütçemizin, ulusumuza, ülkemize yararlı olmasını diliyor;
sizlere, Demokratik Sol Parti Grubu adına saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından
alkışlar)
Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
BAŞKAN –
Demokratik Sol Parti Grubu adına konuşma yapan Sayın Metin Şahin'e teşekkür
ediyorum.
Sayın
milletvekilleri, saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati : 13.15
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati : 14.00
BAŞKAN : Hikmet ÇETİN
KÂTİP ÜYELER : Mustafa BAŞ (İstanbul),
Mehmet KORKMAZ (Kütahya)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 37 nci
Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
Sayın milletvekilleri, bugün, aynı zamanda, Gaziantep'in 76 ncı kurtuluş
günü.
AYVAZ GÖKDEMİR (Kayseri) – Evet Sayın Başkan.
BAŞKAN – Ben ve Sayın Gökdemir dahil, bazı bakan ve milletvekili
arkadaşlarımız, Meclis çalışmaları nedeniyle gidemedik; ama, ben, bütün Türkiye
Büyük Millet Meclisi adına, Gaziantep'in kurtuluş gününü kutluyor ve bu mutlu
günde kendilerine başarılar diliyorum. (Alkışlar)
IV. – KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
1. – 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/669) (S.Sayısı: 390) (Devam)
2. – 1996 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1996 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/633, 3/1046) (S.Sayısı: 401)
(Devam)
3. – Katma Bütçeli İdareler 1998 Malî
Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/670) (S. Sayısı
: 391) (Devam)
4. – 1996 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1996 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler
Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/634, 3/1047)
(S. Sayısı : 402) (Devam)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, görüşmelere kaldığımız yerden devam
ediyoruz.
Söz sırası, Demokrat Türkiye Partisi Grubu adına, Grup Başkanı Sayın
Mahmut Yılbaş'ın.
Buyurun Sayın Yılbaş. (DTP sıralarından alkışlar)
Süreniz 45 dakikadır; ancak, iki arkadaş kullanacaksınız galiba.
DTP GRUBU ADINA MAHMUT YILBAŞ (Van) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri, Demokrat Türkiye Partisi Meclis Grubu adına, 1998 yılı bütçesi
üzerinde, son konuşmayı yapmak için söz almış bulunuyorum; hepinizi, saygıyla
selamlıyorum.
Biraz önce, Sayın Meclis Başkanımızın Gazianteplilere göndermiş olduğu
mesaja, hemşerileri olarak ben de katılıyor ve burada, gazi ve şehitlerimizi
saygıyla anıyorum.
Değerli milletvekilleri, bütçeyle alakalı görüşlerimizi iifade etmeden
önce, bugünkü bütçe görüşmeleri sırasında, bazı sözcülerimizin, bütçe
görüşmeleri vesilesiyle burada ifade etmiş oldukları düşünceleri ve ifade
tarzları üzerinde, hem Grubumuzun hem de şahsımın düşüncelerini ifade etmek
istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, halkımız, bugün, bütçe üzerinde,
milletvekillerinin gruplarını temsilen yapacakları görüşmeleri,
televizyonlarının başında merakla izlemeyi beklerken, buradan, bazı sözcülerin,
geçmişte yapılanları unutarak, sen-ben kavgasını tekrar edip, halkımızın
geçmişi unuttuğunu farz ederek düşünceler söylemesi, artık, siyasette yeri
olmayan davranışlar olarak değerlendirilmelidir. Halkımız, zaten, bunu böyle
değerlendiriyor ve bu tarz politikaların bir an önce rafa kaldırılmasını,
kendisiyle ilgili, içinde bulunduğu zor hayat koşullarının rahatlatılmasını ve
bir çözüm bulunması için katkıda bulunulmasını bekliyor.
Değerli milletvekilleri, bütçe görüşmeleri, malumlarınız olduğu üzere,
16.12.1997 tarihinde, tümü üzerindeki görüşmelerle başlamış ve sonradan da, 14
tur halinde bakanlık bütçelerinin görüşülmesi şeklinde devam etmiştir; bugün
de, 1998 bütçesinin üzerindeki son konuşmalar yapılmaktadır. Demokrat Türkiye
Partisi olarak, bütçenin tümü üzerinde görüşlerimizi ifade ederken, ülkenin
içinde bulunduğu sosyal, siyasal ve ekonomik koşulların bir değerlendirmesini
yapmıştık. Bu görüşme sırasında, içinde bulunulan ekonomik meselelerimizin
tamamının 55 inci Hükümet sırasında zuhur etmediğini, daha önceki hükümetlerin
uyguladıkları yanlış ekonomik politikaların günümüze yansımasından
kaynaklandığını belirtmiştik.
Sayın milletvekilleri, gerçekten, 1980'li yıllardan sonra uygulanmaya
başlanan sıcak para politikaları, ülkemizde, ekonomimizin hızla ihracatının
yavaşlamasına, iç ve dışborçların yükselmesine, ülkenin rant ekonomisinin
girdabına girmesine ve âdeta sanayileşmeyi unutmasına neden olmuşlardır. Bu
ekonomik politikalar sonunda, büyüme hızı yüzde 3 civarında kalmış, ayrıca
gelir dağılımı da altüst olmuştur. Bugün, en fakir; yani, yoksul
diyebileceğimiz 13 milyon insanımız, millî gelirin yüzde 5'ini, fakir olarak
nitelenen 13 milyon insanımız ise millî gelirin yüzde 9'unu yani, 26 milyon
insanımız millî gelirin ancak yüzde 14'ünü alabilmektedir. Bunun dışında, son
dilimi teşkil eden 13 milyonluk kesim ise, millî gelirin; yani, gayri safî
millî hâsılanın yüzde 54'ünü almaktadır. Bu rakamlar, gelir dağılımında
dengenin yüksek gelirliler lehine bozulduğunu göstermektedir.
Değerli milletvekilleri, bütün bunlara rağmen, büyük ve zengin
Türkiye'yi kurmak mümkündür. Çünkü, her türlü istikrarsızlık ve engellere
rağmen, sanayileşmemiz belirli bir seviyeye ulaşmıştır. Hür teşebbüs ve
nitelikli işgücümüz önemli gelişme kaydetmiştir. Sermaye birikimi ise yeterli
bir düzeye gelmiştir. Finans kesimi, bazı eksikliklerine rağmen, gelişmiş ve
dünya finans çevreleriyle bütünleşme aşamasına gelmiştir.
Bunun yanı sıra, ülkede sahip olduğumuz bu avantajlar yanı sıra,
uluslararası sermaye de, yatırım ve kâr sağlayabilen ülkelere akın etmektedir.
Ülkemiz ve dünyadaki bu gelişmeler birlikte değerlendirildiğinde, büyük ve
zengin Türkiye'yi oluşturmak hayal değildir. Bunun için, Türkiye'nin kötü
yönetimine dur demek gerekmektedir. Ne yazık ki, Türkiyemiz son yıllarda kötü
yönetilmiştir, zamanını sen-ben kavgalarıyla geçirmiştir. Bu kavgalar öyle bir
noktaya taşınmıştır ki, toplumumuzun siyasete bakış açısında ciddî
değişiklikler meydana gelmiştir. Artık, vatandaşımız, siyasal görüş
ayrılıklarının, gözünde fazla önem taşımadığını açıkça ifade etmektedir. Sol
veya sağ söylemlerin, artık, vatandaşımızı ciddî şekilde ilgilendirmediği,
siyasî tercihlerinde orta yere çıkmaktadır.
Değerli milletvekilleri, sağda veya solda bulunan siyasî partiler,
ortaklıklar oluşturarak, birbiri ardından iktidara gelmekte; ancak, ülke
meselelerine hiçbir ciddî çözüm bulamadan ömürlerini tamamlamaktadırlar. Bir
süre, bir sol partiyle bir sağ parti iktidar olmuş; ancak, halkın derdine deva
olmadan seçimlere gitmek durumunda kalmışlardır. Seçimlerden sonra, ardı ardına
kurulan koalisyonlar, kendi içlerinde tutarlı politikalar üretemediklerinden,
sorunlarımıza yeni sorunlar katmışlardır.
Halkımız, artık, siyasetin ve siyasetçinin, sağ veya sol farkı
gözetmeksizin, sorunların çözümünde ne işe yaradığını sorgulamaktadır. Siyaset
ve siyasetçinin; yani, son yıllarda gelmiş geçmiş iktidarlar ve onların başında
olanlar, halk yararına, ülke yararına ne yapmıştır? İşte, halkımız, bunu açık
açık sormaktadır. Ekonomide, kendini uzman gösteren başbakanlardan, kendilerini
kahraman ilan eden rantiyecileri dillerinden eksik etmeyenlerden, meydanlarda
kendilerine "aslan demokrat" dedirtenlerden halkımız bunu
sormaktadır. Milletimiz artık diyor ki "hangi derdime deva oldunuz, hangi
problemimi çözdünüz, yaralı parmağıma bir kez dönüp baktınız mı; ancak,
kürsülere ve meydanlara çıktığınızda mangallarda kül bırakmıyorsunuz" Vatandaşım soruyor ve diyor ki "siz,
benim gibi, kışın yolu kapalı bir köyde hiç olmazsa bir gün yaşadınız mı? Okulu
olmayan veya kapalı olan bir yerde yaşamanın ne demek olduğunu biliyor musunuz?
Hayatınızda bir kez kurtlu su içtiniz mi? Dağ başında eşkıya korkusuyla bir
gece geçirdiniz mi; yoksa, eşkıya denince aklınıza hep İnce Memet mi geliyor?
Gözünüzün önünde ailenizin tamamının terörist kurşunuyla öldürüldülmesinin ne
olduğunu biliyor musunuz? Ağaç Bayramlarında başkalarının..."
ÖMER FARUK EKİNCİ (Ankara) – Siz, hiç bunları yaptınız mı?
BAŞKAN – Lütfen...
MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – Değerli milletvekili, galiba, dünyayı hep
kendi pencerenizden görmeye alıştınız; size bunun dışında bir tablo
sunulduğunda, ne hazmedebiliyorsunuz ne de dinlemesini biliyorsunuz. Lüften...
Burada, devamlı olarak, saygı ve sevgiyle, düşüncelerinizi anlamaya,
sözlerinizin ne anlama geldiğini çıkarmaya gayret ediyoruz. Bizim gösterdiğimiz
tahammülün binde birini, lütfen, sizler de gösteriniz; "demokrasi,
demokrasi" diyorsunuz, demokrasi, ancak tahammül köprülerinden geçer.
İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Bu bilgilere ihtiyacımız yok, siz Meclise
konuşun.
MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, konuşmama devam
ediyorum. "...Ağaç Bayramlarında başkalarının eştiği çukura konulan fidana
bir kürek toprak atmaktan başka, hayatınızda toprağa bir fidan ektiniz mi?
Ektinizse, benim için, gübrenin, mazotun ne demek olduğunu bilmeniz gerekli.
Sabahın köründe kalkıp, gecekondunuzdan kilometrelerce uzakta işçi olarak
çalışılan fabrikaya, atölyeye gittiniz mi? Dolmuş veya otobüs duraklarında,
yağmurda, karda hiç beklediniz mi? Kasaba, manava, ev sahibine hiç borçlu
kaldınız mı? Eti, meyveyi bir tarafa bırakın, evinizde hiç yağsız, çaysız,
şekersiz kaldınız mı? Yakınlarınız, ucuz belediye ekmeği almak için, hiç güneş
doğmadan kuyruğa girdi mi?
Değerli milletvekilleri, kısaca, hayatınızda hiç olmazsa birgün, benim
gibi, yani vatandaş gibi yaşadınız mı?" Buna, burada "evet"
denilmesini çok arzu ederdim.
YAŞAR CANBAY (Malatya) – Hepsine evet...
MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – İşte, vatandaşımızın aklından ve gönlünden
geçenler bunlar. Bu duygu ve düşüncelerle, yani, gerçeklerle yüz yüze gelmek
yönetenlerin hiç işine gelmiyor. Gözlerimizin içine baka baka, sanal dünyalarını
halka anlatarak, inanmalarını bekliyorlar. Milletimizin yazgısı bu olamaz, bu
yazgı böyle devam edemez. Bu ülkede, bu makûs talihi durduracak bir kadro
mevcut değil mi? Sayın milletvekilleri, her alanda, milletimizin bu makûs
talihini yenecek kadrolar yetişmiştir. Yeter ki milletimiz, bu kadrolara bir
kez şans tanısın.
Demokrat Türkiye Partisi, her alanda uzmanları ve deneyim sahiplerini,
çatısı altında bir araya getirmiştir. Bu kadrolarla, halkımızın önüne, iktidar
adayı olarak çıkmış bulunuyoruz. Demokrat Türkiye Partisi, hem kadrosuyla ve
hem de programıyla iktidara hazır duruma gelmiştir. İktidara geldiğimizde, her
şeyden önce, ekonomiyi süratle düzelteceğiz. Sıcakpara politikalarıyla ihracat
hızı yavaşlayan, iç ve dışborçları çığ gibi artan, rant ekonomisine dönüşen,
sanayileşmesi ve büyüme hızı duran bugünkü ekonomimizi canlandırarak, büyük ve
zengin Türkiye'yi yaratacağız. Demokrat Türkiye Partisi iktidara geldiğinde,
bunun için, uluslararası piyasalara açık, yeniden sanayileşme stratejisini, vakit
geçirmeden yaşama geçirecektir.
Her türlü istikrarsızlık ve engellere rağmen, sanayileşmemiz belirli bir
düzeye gelmiştir. Hür teşebbüs ve nitelikli işgücümüz önemli gelişme
kaydetmiştir; sermaye birikimi yeterli ölçülere ulaşmıştır. Türk finansı, bazı
eksikliklerine rağmen, dünyaya açılma noktasına gelmiştir. Diğer taraftan,
dünyada ortaya çıkan küreselleşme hareketi, teknoloji, üretim ve sermayede
sınır tanımayan bir aşamaya gelmiş olup, uluslararası sermaye kâr sağlayan
ülkelere akın etmektedir. Bu bütünleşme, şirketlerin, yabancı ülkelerin kültür,
siyasî yapıları ve ülke ekonomilerini üretim süreçlerine katmaları şeklinde
orta yere çıkmaktadır. Gelişmiş kapitalist ülkelerde, yayılma sonucu,
sermayenin -parasal, ticarî ve üretken sermaye birikiminde- uluslararası
düzeyde yeniden düzenlenmesine gerek duyulmuştur. Açık ekonomi prensibine
dayalı olarak sermaye hareketinin de serbestliği esastır. Bunun sonucunda,
dünyada teknolojik gelişme ve zenginlik, tüm dünya ülkelerinde az çok eşit
olarak paylaşılmaktadır.
Bunun yanında, çevremizde Türk Cumhuriyetleri, ayakları üzerinde durmaya
çalışan Doğu Avrupa ülkeleri, Karadeniz ülkeleri ve Ortadoğu ülkeleri; mal
ticaretimizin yanında, turizm sektörümüzün gelişmesinde de büyük katkılar orta
yere koymaktadır. Bu avantajlarımızı, ulusal politikalarımızla, dünya ekonomik
düzeninin yapısına, mantığına ve bunların doğurduğu işbölümlerine göre
şekillendirmek gereklidir. Bu şekillendirmeyi yapacak kadro ve programlar
Demokrat Türkiye Partisi tarafından hazır hale getirilmiştir.
Demokrat Türkiye Partisinin ekonomi görüşüne göre, ekonomimizin sağlığa
kavuşturulması için, her şeyden önce büyümesi gerekmektedir. Türkiye'nin,
ekonomik büyümesinin, diğer gelişmiş ülkelerden daha hızlı olmasına dikkat
edilmelidir. Bütün veriler dikkate alındığında, büyüme hızımızın en az yüzde
7'nin altına düşmemesi icap eder. Yüzde 3 olan büyüme hızımızın, bu orana
çıkması için, ekonomimizin potansiyeli mevcuttur.
Türk sanayiine, iç pazar, artık çok dar gelmektedir; artık, iç pazarımız
Türk sanayiine, sanayiinin beklentilerine cevap veremez durumdadır. Son
yıllarda, ülkemizde yaşanan durgunluk, kanımıza göre, iç pazarın, sanayimize
dar gelmesinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, Türk sanayii, daha büyük oranla
dış pazarlara açılmalıdır. Burada, herşeyden önce, devletin yeni politikalar
üretmesini beklemekteyiz. Bugüne kadar döviz kazanmak amacıyla yapılmış olan
dışticaret, bundan sonra, ekonomik büyümeyi sağlamak amacıyla yapılmalıdır.
Büyümeyi belirli hızda tutamayan ülkeler, sonradan, bizim de geçmişte
zaman zaman yaşadığımız gibi, siyasal açıdan önemli değişmelerle karşı karşıya
kalmaktadırlar. Türkiye'nin, hem toplumsal hem de bireysel zenginliğe ulaşması,
ekonomimizin büyümesinden geçecektir.
Türk sanayi potansiyelinin tam olarak kullanılması, gereken ihracat
artışına bağlıdır. Bu bağlamda, devletin ve firmalarımızın üstlenmesi gerekli
görevler vardır. Bu konuda, piyasa ekonomisi içerisinde kalmak koşuluyla,
ihracatta, ağırlıklı sektörler belirlenmeli, ihraç yapılacak ülkeler çok ciddî
araştırmalarla tespit edilmelidir.
Beş yıllık kaynak tahsisi, plan ve programlar terk edilmeli; bunun
yerine, ulusal sınırları aşarak, dünya ölçeğinde örgütlenme ve dünya
ekonomileriyle birleşmeyi hedefleyen stratejiler saptanmalıdır. Devlet,
ekonomide istikrarı sağlamalı, rekabetin önündeki engelleri birer birer ortadan
kaldırmalıdır. Firmalar, makro ve mikro düzeyde ekonomi politikaları üretmeli
ve ürettikleri politikaları, devletle paylaşmalıdırlar.
Özetle, Türk ekonomisinin, durgunluktan kurtulması, potansiyel üretim
gücünü kullanması; böylece, ekonomik büyümeyi gerçekleştirmesi, akıcı ve akılcı
bir dışticaret politikasından ve stratejisinden geçmektedir. Türkiye'nin, son
yıllarda içinde bulunduğu sorunlar, ülkede günlük ve yanlış politikalar uygulanmasından
ileri gelmiştir. Ne yazık ki, son yıllarda, ülkeyi yönetenler, kendilerini
düşünmekten, ülkeyi yokluk ve sefalet içerisine itmişlerdir; ülkenin elinde
bulunan yüksek işgücü, ekonomik potansiyel ve girişimcilik yeteneklerini
verimli alanlara yönlendirememişlerdir.
Demokrat Türkiye Partisi, 2000 yıllarına girerken, ülkemizde, akılcı ve
rasyonel iktisat politikaları uygulayacak, iyi çalışmayan kurumları revize
edecek, çağdaş fikirlere sahip, ehil, dürüst ve deneyimli kadroları işbaşına
getirecektir. Bu kadrolarla işbaşına gelen Demokrat Türkiye Partisi, Türk
ekonomisini, dünya ekonomisiyle uyum içerisinde tutacak ulusal politikalara
kavuşturacaktır. Böylece üretim artacak, istihdam gelişecek, gelir dağılımı da
adilleşecektir. Halkımız, bize güven duymaktadır; çünkü, iyi ve realist ekonomi
programlarına sahibiz. Ayrıca, kadrolarımız, hem dürüst ve hem de deneyimlidir.
Bu kadrolarla, ihracatımız başarılı olacak, sonuçta halkımızı ezen enflasyon da
düşecektir.
Sayın milletvekilleri, 1997 yılını tamamlamak üzere olduğumuz şu
günlerde, başta işçilerimiz olduğu halde, çalışanlarımızın pek çok problemi
bulunmaktadır. Demokrat Türkiye Partisi iktidara geldiğinde, gelir
dağılımındaki bozukluktan en çok etkilenen işçimizin, memurumuzun, yetim, dul
ve emeklilerimizin durumlarının iyileştirilmesi için gerekli düzenlemelere
gidecektir. Zorunlu tasarruf nemaları, anapara ile birlikte hak sahiplerine
defaten geri verilecektir.
SSK, özerk ve demokratik bir yapıya kavuşturulacaktır. Geçici ve
mevsimlik işçiler kadrolara geçirilecektir. Devletin finansmana katkısıyla
işsizlik sigortası çıkarılacaktır. İş güvencesi sağlanacak, sendikal
örgütlenmenin önündeki engeller kaldırılacak, taşeronluk ve kaçak işçilik
önlenecektir. Kamu çalışanları için sendika yasası çıkarılması konusunda, bu
günlerde, girişimlerimiz, İktidar ortaklarımızla beraber uyum içerisinde
sürdürülmektedir.
Değerli milletvekilleri, Demokrat Türkiye Partisi olarak, siyasî ahlak
kavramına son derece önem vermekteyiz. "Yalandan kim ölmüş"
felsefesini devlet yönetimine taşıyanlar ile Türk siyasetini kirletenler, bu
ülkeye, bugüne kadar kötülükleri dokunan yalancılar, menfaatçı, köşe dönücü, iş
bitirici ve rüşvetçilerle mücadelemizi sonuna kadar sürdüreceğiz.
Parlamentomuzun, bunlar yüzünden uğradığı itibar kaybının sürdürülmemesi için,
2.12.1997 tarihinde, Meclis Başkanlığına, kamu yönetiminde ahlak
davranışlarıyla ilgili kanun teklifimizi sunduk. Çıkarılması için, parti
gruplarına, Yüce Milletimiz önünde, bir kez daha çağrıda bulunuyoruz.
Demokrat Türkiye Partisinin kuruluş amaçlarının en önemlilerinden
birisi, siyasî kadrolarda ve kamu yönetiminde görülen siyasî kirlenmeye son
vermektir. Bunun için, Parlamentoda, bir ahlak komisyonu oluşturmak amacıyla
gayretlerimizi sürdüreceğiz. Siyaset ve siyasetçi kirliliğine son verecek yasal
düzenlemeler, vakit geçirilmeden, iktidarımız sırasında kanunlaştırılacaktır.
Sayın milletvekilleri, Türkiyemiz, önemli sorunlar yaşamaktadır.
Demokrasimizin vazgeçilmez özellikleri olan laik, sosyal hukuk devleti
kavramlarını, bazı akımlara ve örgütlere karşı korumaya çalışmaktayız.
Türkiye'de, bütün zorluklara rağmen, demokratik rejimi, bütün kurum ve
kurullarıyla, demokrasi içerisinde kalmak şartıyla yerleştirmeyi hedefliyoruz
ve bunun için, yılmadan mücadele ediyoruz.
Değerli milletvekilleri, Demokrat Türkiye Partisinin, diğer konulardaki
görüşlerini, benden sonraki konuşmacı arkadaşımız, buradan, sizlere
sunacaklardır.
Ben, son olarak, 1998 yılı bütçesinin milletimiz ve ülkemiz için
hayırlara vesile olmasını Cenabı Allah'tan niyaz ediyorum. Ayrıca, milletimize
ve sizlere, yeni yılınızda sağlık ve mutluluk temenni ediyorum. Ramazanı
şerifinizi sağlık içerisinde, afiyetlerle idrak etmenizi Cenabı Allah'tan niyaz
ediyor, sizlere ve değerli Türk halkına saygılarımı sunuyorum. (DTP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Demokrat Türkiye Partisi adına ilk konuşmayı yapan Van
Milletvekili Sayın Mahmut Yılbaş'a teşekkür ediyorum.
Şimdi, Demokrat Türkiye Partisi adına ikinci konuşmayı yapacak olan
Çanakkale Milletvekili Sayın Hamdi Üçpınarlar'ı davet ediyorum
Buyurun Sayın Üçpınarlar. (DTP sıralarından alkışlar)
DTP GRUBU ADINA A. HAMDİ ÜÇPINARLAR (Çanakkale) – Teşekkür ederim Sayın
Başkan.
Değerli Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve Türk Milletinin
değerli temsilcileri; sözlerime başlarken, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime bir sitemle başlamak istiyorum; o sitem de şudur: Bütçe
görüşmelerinin çok uzun süre devam ettiği ve bu Meclis koltuklarının boş
olduğu, birçok konuşmacı tarafından hep ifade edilegelmiştir; ama, ne yazık ki,
geçtiğimiz dönemlerde yirmibeş gün süren bu bütçe görüşmeleri, İçtüzükte
yapılan bir değişiklikle, ancak on güne indirilebilmiştir. Şimdi, bütün grup
başkanvekillerine seslenmek istiyorum: Bu yılki çalışmalardan da anlaşıldığı
üzere, bu süreyi üç güne indirdiğimiz takdirde, bu çalışmaların daha verimli
olacağı kanaatini taşıdığımızı, Demokrat Türkiye Partisi sözcüsü olarak ifade
etmek istiyorum.
Sitemim ise, bütçe görüşmelerinin başlangıç günündeki o koltukların
doluluk oranının, son gün olan bu son görüşmelerde de yansımasıydı; ama, ne
yazık ki, maalesef, milletvekili arkadaşlarımızın yanında, Hükümette görev alan
bakanlarımızın dahi bu son görüşmeleri izlememesini, burada bir eksik olarak
gördüğümü ifade ediyorum ve bundan sonra bu tür hadiselerin zuhur etmemesini de
temenni ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, ülkemizde, son yıllarda, yasama, yargı, yürütmenin
kuvvetler ayrılığı prensibinin, bu üç erkin işbirliği içinde çalışmaların
sekteye uğrar hale geldiği gözlerimizin önüne serilmektedir. Ekonominin
bozukluğu da bu istenmeyen durumun daha da körüklenmesini sağlamış, ekonomi,
siyaseti de, yargıyı da zaman zaman gölgede bırakmaya başlamıştır. Siyasetin,
zaman zaman, yargıyı tahakküm altına aldığı gibi bir görüntü ortaya çıkmaya
başlamıştır.
Fazla değil, sadece on onbeş yıl önce hiç görmediğimiz manzaralarla
yargıda karşılaşılır olmaya başlanmış; hâkim ve savcılar, tıpkı bir öğretmen
gibi, Ankara'ya tayin yaptırmaya gelmeye başlamış; bir siyasetçi, Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulunun atama kararlarını yeniden düzenler hale gelmiştir.
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulundan, Adalet Bakanı ve Müsteşarı, muhakkak ve
muhakkak ayrılmalı, bu Kurul, özerk hale getirilmelidir diyoruz.
Yargı erkinin, en üstten en alt kademelere kadar bağımsız olarak hareket
etme zorunluluğu olduğunu ifade etmek istiyorum. Ülkemizin, Anayasamızdaki
gibi, tam bir hukuk devleti olma özelliği, tam olarak ortaya konulma
mecburiyetindedir. Yönetimde en önemli unsur, adalettir, eşitliktir; adalet,
hukukla tesis edilir; eşitlik, hukukla sağlanır; çeteler, ancak hukukla
temizlenir. Adil hukuk, güçlü savcıyla, bağımsız yargıçla tesis edilebilir. O
nedenle, hâkim ve savcılarımızın ekonomik durumu, kesinlikle en iyi hale
getirilmelidir diyoruz.
Kişisel hürriyetimizin teminatı olan hâkim ve savcılarımıza, devletimiz,
gerekirse, İngiltere'de olduğu gibi, açık çek bile verebilme başarısını
göstermelidir diyoruz.
Yargıçlarımız, büyük milletimizin, güçlü devletimizin korunmasından
yanadır. "Güçlü adalet" kavramının oturmasında, adlî zabıtanın
kurulması da şüphesiz önemli bir rol oyanayacaktır. Haklarında mahkemelerin
gıyabî tutuklama kararı olanların televizyonda boy göstermeleri de adlî
zabıtanın gerekliliğini ortaya koymaktadır.
Ülkemizin en üst yargı organı olan Anayasa Mahkemesi de, zaman zaman
çoğumuzun tasvip etmediği demeçlere maruz kalmaktadır. Bozuk ekonomi, sağlıklı
çalışmayan yargı, tam politize olmuş Türkiye Büyük Millet Meclisi, zaman zaman,
Anayasa Mahkemesini de politikaya alet eder noktaya ulaşmıştır. Türkiye Büyük
Millet Meclisinin her kararının Anayasa Mahkemesine götürülmesinin yanlış
olduğunu ifade etmek istiyoruz. Beğenmediğimiz bir uygulamaya, Anayasa
Mahkemesini, siyaseten, bizlerin alet etmesini hatalı bulduğumuzu ifada etmek
istiyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisinde alınıp da beğenilmeyen bir kararın
itiraz merciinin ya da temyiz yerinin Anayasa Mahkemesi olmaması gerektiğine
inandığımızı ifade etmek istiyorum.
Bunun için de, Demokrat Türkiye Partisi, hazırlamış olduğu programında,
yarıbaşkanlık sisteminde, Cumhuriyet Senatosunun kurulmasını ve Meclis
kararlarının burada, her şeyden evvel irdelenmesini öngörmektedir; çare de
budur işte.
Geliniz, önümüzdeki 1998 yılını bir hukuk yılı ilan edelim diyoruz.
Hukukî konulara tartışmasız öncelik verelim. Demokrat Türkiye Partisi Grubu
olarak, bu konuyu devamlı gündeme getirdiğimizden dolayı rahatsızlık
duyulmamasını da istiyoruz ve bunun, her şeyden evvel, insan haklarına değer
verilmesinin, demokratikleşmenin yapılmasının Avrupa ülkeleri için değil,
Avrupa Birliğine girmek için değil, Türk Milleti için yapılması gerektiğine
inandığımızı burada ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliğinin Türkiye ile ilgili aldığı son
kararlar, bizce hiç sürpriz sayılmamıştır. Milletimizi rencide eden bu
kararlara 7'den 77'ye tüm vatandaşlarımız itiraz etmekte ve isyan bayrağını
çekmekte haklıdırlar. Böylesine önemli bir kararın bu haline razı olmamızı, hiç
kimse beklememeliydi. Yalnız, burada, Türkiye Büyük Millet Meclisinde
geçtiğimiz yıllarda dışpolitikanın konuşulması ve görüşülmesi neticesinde,
dışpolitikaların, hükümet politikaları, parti politikaları olmaktan
çıkarılarak, bir devlet politikası olması yönünde temenni kararları alınmıştır.
İşte, Demokrat Türkiye Partisi olarak biz diyoruz ki, dışpolitikanın, muhakkak
ve muhakkak, partilerin, hükümetlerin değil, bir devlet politikası olarak işlem
görme mecburiyeti vardır.
Değerli arkadaşlarım, bugün değinmek istediğim konulardan bir tanesi de,
dünya devletlerinin çok önem verdikleri ve insan yaşantısıyla, insan
hayatiyetiyle doğru orantılı bağlam süren bir çevre sorunları vardır. Maalesef,
kentsel yerleşimlerdeki çarpıklıklar orman yangınları ve erozyon neticesinde
bozulan dengeyi düzeltmek, yaşamak için lazım olan teneffüs edeceğimiz havayı,
içecek suyumuzu, yiyecek ekmeğimizi aramamak için, çevre konusuna, orman
yangınlarına ve erozyona son derece dikkat etmemiz gerektiği inancı
içerisindeyim. Bunun, hükümetlerin değil, bir devlet politikası olarak ele
alınmasında fayda mülahaza ediyor; hükümetlerimizin bu konuya son derece önem
vermesini talep ediyoruz.
Ne yazık ki, sanayileşmekte olan Türkiyemizde sanayi kuruluşlarımızın
çoğunda arıtma tesislerinin olmayışı, işte, bu eksikliklerimizden bir
tanesidir. Maalesef, 36 adet organize sanayi bölgesinin sadece ve sadece 5 tanesinde
arıtma tesisi bulunduğunu üzülerek ifade etmek istiyorum. Arıtma tesisi
kurulması, hem belediyelerde hem sanayi tesislerinde cazip hale getirilmelidir.
Arıtma tesisine sahip belediyelerin bütçeden veya fonlardan aldıkları pay,
arıtma tesisi olmayanlardan çok daha yüksek hale getirilmelidir. Hatta ve hatta
arıtma tesislerini kurmayan sanayi kuruluşlarına verilen teşviklerde ve
kredilerde kısıtlama yoluna gidilmesi dahi denenmelidir.
Atalarımızdan aldığımız bu dünyayı, temiz bir toplum ve temiz toplumun,
temiz siyasetin içerisinde, tertemiz bir ülkeyi geleceğimiz olan çocuklarımıza
emanet etmek mecburiyetindeyiz. O nedenle, bugün için önemsenmeyen çevrenin çok
önemli bir noktada olduğunu, burada, ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, Tarım ve Köyişleri Bakanlığının planlandığı halde
bir türlü tertip edilememiş olan Birinci Tarım Şûrasını gerçekleştiren Değerli
Bakanı ve Hükümet üyelerini burada tebrik etmek istiyorum ve her konuşmamda
ifade ettiğim gibi, 63 milyon nüfusumuzun 23 milyonunu temsil eden tarım
kesimindeki vatandaşlarımızın, köylümüzün, çiftçimizin desteklenmesi gerektiği
inancı içerisinde olduğumuzu da ifade etmek istiyorum.
Nitekim, 55 inci Hükümetimizin Programında, tarım kesiminin
destekleneceği, KOBİ'lerin destekleneceği yer almıştır. O nedenle, sanayi
kesiminde Halk Bankasının uyguladığı kredi faizindeki yüzde 70'lik düşüncenin
yüzde 60'a çekilmesini memnuniyetle karşıladığımızı; ama, bunun yanında, Sayın
Başbakanım, tarım kesiminde, Ziraat Bankasının vermekte olduğu kredi
faizlerindeki yüzde 70'lik oranın yüksek olduğunu, bunun, hiç olmazsa 10 puan
daha aşağı çekilmesinde fayda mülahaza ettiğimizi, burada, ifade etmek
istiyorum. Zira, bir hesap yaptığınız takdirde, bu 23 milyonun yükünü, bunun
yanında, diğer 40 milyonluk nüfusun iş bulma yönündeki getireceği yükü hesap
ettiğimiz zaman, tarım kesimini desteklemekle ne kadar isabetli çıkılacağını
görmek mümkün olacaktır. Yani, normal bir vatandaşın, 40 milyonluk nüfusu
teşkil eden kesimdeki bir vatandaşın bir iş sahibi olabilmesi için 100
milyarlık bir yatırıma ihtiyaç duyulurken, 23 milyonluk nüfusu teşkil eden
çifti kesimindeki bir vatandaşa 200 dolarlık bir yatırım yapmak suretiyle,
onları müreffeh bir hale sokabilme imkânına sahip olacağımız kanaatindeyim.
Değerli arkadaşlarım, memleketin meselelerini dünkü konuşmalarımda da
ifade etmiştim. Hükümet yetkilileri dahil, muhalefet, bütün siyasî parti
konuşmacıları, hepimiz, Türkiye'nin içerisinde bulunmuş olduğu ekonomik
dengesizliğin ve bozukluğun, gelir dağılımındaki dengesizliklerin hepsini ifade
ediyoruz; ama, bir şeyde insaflı olmak gerektiği inancı içerisinde olduğumu
ifade etmiş ve bilhassa, bundan altı ay öncesine kadar iktidarda bulunan Doğru
Yol Partisi sözcülerinin insafsızca eleştirilerine de karşı çıkmıştım. Yine,
aynı şeyi tekrar ediyorum. Bu ekonomi bozukluğunun, Türkiye'nin bugünkü kötü
görüntüsünün bu hale gelmesini, herhalde bu altı aylık Hükümet
gerçekleştirmedi... O halde, senelerdir süregelen yanlışlıklar, eksiklikler bu
duruma getirmiştir. Ümitsiz misiniz; hayır. Karamsar mısınız; hayır. Niçin;
çünkü, bu duruma getiren, bu toplumun insanlarıyız; bu durumdan çıkaracak,
burayı düzeltecek olan da, yine bu toplumun insanları, yani bizler olacağız.
ERTUĞRUL ERYILMAZ (Sakarya) – Hamdi, bravo, sen de varsın...
A. HAMDİ ÜÇPINARLAR (Devamla) – Tabiî ki, ben, her zaman görevimi
yaptım, bundan sonra da yapmaya devam edeceğim.
Yalnız, bugünkü koruşmalarda, herhalde hocalıktan alışılagelmiş şairane
duygularla hazırlanmış Sayın Ayvaz Gökdemir kardeşimin konuşmalarını büyük bir
dikkatle dinledim ve sadece onun konuşmalarından birkaç konuya burada değinmek
istiyorum: On aydır süregelen rejim bunalımından bahsettiler ve altı aylık
Hükümetin, bu rejim bunalımındaki ciddiyetsizliğinden dem vurdular. Demek ki,
on ay önce, mensubu olduğu Doğru Yol Partisinin iktidarda olduğunu unutmuşlar
ve Refahyol Hükümeti Başbakanının, Sayın Cumhurbaşkanına istifasını sunarken
ortaya koymuş olduğu gerçeği de unutmuşlar. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)
AHMET KABİL (Rize) – Havada ikmal!..
A. HAMDİ ÜÇPINARLAR (Devamla) – Evet, havada ikmal meselesi.
Sayın Hocam, tabiî, makine mühendisi olduğu için, yer ile gökyüzünü
karıştırdı herhalde.
Diğer bir konu, efendim, dediler ki, "askerler yargı tarafından
ayakta alkışlanıyor." Şimdi, biz asker milletiz; bunu, hiç yadırgamamak
lazım. Bir resmî törende askeri ve sancağı gördüğü zaman, bırakın alkışlamayı,
hepimizin gözlerinin yaşardığını, burada kabullenmeyecek bir babayiğit, bir
Türk vatandaşı göremiyorum. O halde, o alkışlanmayı niçin yadırgarsınız, bu
Meclis kürsüsünden niçin söylersiniz, anlamakta güçlük çekiyorum.
H. AVNİ KABAOĞLU (Rize) – Askerlik yapmayana kız vermiyorlar.
A. HAMDİ ÜÇPINARLAR (Devamla) – Efendim, diğer bir konu:
"Uzlaşalım, geniş tabanlı bir uzlaşma yapalım" diyor. Şimdi, ben
kendilerine soruyorum, -eskiye gitmek istemiyorum, yeni olan hadiseyi
söylüyorum- bu Mecliste hükümetler kurulduktan sonra bütün komisyon
başkanlıkları, hükümet üyelerine tevdi edilir; yani, hükümeti kuran siyasî
partilerin temsilcilerine tevdi edilir; ama, Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi
temsilcilerinin inatlaşmaları yüzünden, Türkiye Büyük Millet Meclisinin en
önemli komisyonlarından biri olan KİT Komisyonuna hâlâ başkan seçilememiştir.
(ANAP sıralarından "Doğrudur" sesleri) Bunun hesabını nasıl
vereceksiniz siz vatandaşa? O zaman, sözlerimizi sarf ederken, burada ithamda
bulunurken, önce yaptığımız işleri bir değerlendirelim, ondan sonra şikâyetçi
olalım.
Bir konu daha: Bilhassa, Hükümette bulunan siyasî parti yönetcilerini
ikiyüzlülükle; yani, burada başka, dışarıda başka, evde başka konuşmakla itham
ettiler. Vaktimin müsaade ettiği kadarıyla kendilerine örnekler vermek
istiyorum; nasıl itham edilmiş, kim itham etmiş, niçin itham edilmiş.. Bakınız,
iki yıl önce söylenen sözleri unutarak, burada, diğer arkadaşlarımızı itham
etmek kadar yanlış bir şey yoktur. Ben, arkadaşlarımın iki yıl öncesine
gitmelerini, hafızalarını şöyle bir yoklamalarını istiyorum.
Kocaeli Milletvekili Şevket Kazan ve 56 arkadaşının TOFAŞ ihaleleriyle
ilgili olarak vermiş olduğu bir soruşturma önergesi var. "Kamuoyuna
yerleşen kanaatlerin gerçek olduğu, devletin en yüksek denetleme kurulu olan
Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunca yapılan özel inceleme sonunda tanzim
olunan raporda da sabit görüldüğünden, bu zarara muttali olan bazı kişiler,
Başbakanlık Yüksek Denetleme Kuruluna müracaat etmişler ve bu işte pis
kokuların olduğu ifade edilmiştir" diye, Sayın Şevket Kazan'ın vermiş
olduğu bir soruşturma önergesi var ve tabiî, bu soruşturma önergesi verildiği
zaman da ortaya konulan iddialar var; yani, -aynen- Türk Ceza Kanununun 240 ve
366 ncı maddeleri bakımından da soruşturma açılmasını talep eden, Yüce Divana
sevki konusunda da talepte bulunan önergeleri var; bu bir.
Yine, Refah Partisi Erzurum Milletvekili Lütfü Esengün'ün vermiş olduğu,
ahlaka aykırı şekilde mal edinme konusunda bir soruşturma önergeleri var.
YÜKSEL YALOVA (Aydın) – 62 arkadaşıyla birlikte_
A.HAMDİ ÜÇPINARLAR (Devamla) – "Önce, ancak geçinebilecek bir
gelire, daha sonra bir üniversite öğretim üyesi maaşına, daha sonra da bir
milletvekili ve nihayet bakanlık maaşına göre tasavvur edilebilecek servetine
karşı, Sayın Çiller'in, hem de birkaç yıl içinde birden bire akıllara durgunluk
verecek bir servete sahip olduğu ortaya çıkmıştır" diyor ve mal beyanıyla
ilgili, 1992 ile 1994 yılları arasında elde edinilen mal varlıkları, maalesef,
bu yaprakçıkların içerisine sığmıyor.
Kısaca geçmek istiyorum; aynı şekilde, o zaman benim de mensubu olduğum
Doğru Yol Partisinin Grup Başkanvekili ve milletvekilleri -açıklıkla itiraf
ediyorum- benim imzam olmayan bir önerge verdiler; çünkü, getirdikleri zaman,
böyle şeylerin Meclisi çalışmaktan alıkoyduğunu, artık ciddî şeylerin Meclise
getirilmesi gerektiğini söyleyerek imzaya getiren arkadaşımı da reddetmiştim;
ismi de, Kırıkkale Milletvekili Hacı Filiz'dir; o zaman da, Doğru Yol
Partisinin bir milletvekiliydim.
O zaman, Mercümek olayı ve Sayın Erbakan'ın mal varlığıyla ilgili, Doğru
Yol Partisi mensupları da soruşturma ve araştırma önergeleri verdiler. Netice
ne oldu? Netice -sadece Grup Başkanvekili olan Ali Rıza Gönül'ün ifadesini
söylüyorum- "Efendim, bizim, iddialarımızla ilgili, elimizde herhangi bir
delil mevcut değildir..." Ama, önergeyi verirken, içerisinde -vaktim
olmadığı için okuyamıyorum- birçok iddialar ve ispata yönelik delillerin olduğu
söyleniyordu. Niçin olmuştur bu? Çünkü, 1996 yılı başında, Refah Partisi,
seçimlerden birinci parti olarak çıkmıştı; o günkü şartlar içerisinde, Sayın
Yılmaz'la hükümet kurma çalışmalarının görüşüldüğü iddiaları ortaya atılmıştı
ve Sayın Çiller'in o günkü şartlarda söylediği sözlerden -vaktim olmadığı için
burada tekrar edemiyorum- sadece, birini söylemek istiyorum...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika Sayın Üçpınarlar...
Konuşmanızı tamamlamanız için size eksüre veriyorum; lütfen,
tamamlayınız efendim.
Buyurun.
A. HAMDİ ÜÇPINARLAR (Devamla) – Sayın Yılmaz'a, Erbakan'la yapacak
olduğu bir hükümet kurma çalışmasının, bir hükümet kurulmasının neticesinde,
çoluğuna çocuğuna ve torunlarına hesabını veremeyeceği bir yanlışın içerisine
gireceğini ifade etmişti yanılmıyorsam; muhtevası buydu sözün.
Ne oldu? Neticede -keşke vaktim olsa da, okusam- Sayın Esengün'ün
buradaki konuşmasına "sizinle hükümet kurmaktan -haşa- Allah korusun"
gibi ifadeler kullanan Hasan Ekinciler dahil; Sayın Esengün'ün de "farz
ediniz ki, bugün, Doğru Yol Partisiyle iktidardayız, bir ortaklık kurduk; ama,
biz, bu iddialarımızdan vazgeçmeyeceğiz" cümleleri bu zabıtların
içerisinde mevcuttur. Şimdi, o arkadaşlarıma soruyorum. İkiyüzlülük, nerede,
kimler tarafından, ne zaman ve nasıl yerine getirilmiş?! Bunları yapan
camiaların, buraya çıkıp da, diğer arkadaşlarımızı ikiyüzlülükle itham
etmesini, bundan öte, çok ağır ve toplumumuzun kabul edemeyeceği kelimelerin
kullanılmasını, reddettiğimi ve o arkadaşlarımı da ayıpladığımı ifade etmek
istiyorum.
Son söz olarak şunu söylüyorum: Geliniz, milletimizin örf, âdet,
gelenekleri doğrultusunda, milletimizin bizden beklediği tarzda ifadeler
kullanmaya çalışalım. Ekonomisinin güçlü olduğu, insan haklarına saygılı,
demokratikleşmenin tamamlandığı, gelir dağılımının iyileştirildiği bir
Türkiye'yi çocuklarımıza emanet edebilmek için gayret sarf edelim.
Demokrat Türkiye Partisi olarak, tüm siyasî partileri, 1998 yılında,
hukuk devletini tesis etmek için büyük bir gayret içerisine girmeye ve bu
hususta bir uzlaşmaya davet ediyorum.
Son olarak da, Hükümet Başkanına, hükümet programına benzer bir
programın, Hükümet Programındaki ve Hükümet çalışmalarındaki Meclise aksetmesi
gereken hususların, bir Meclis programı dahilinde takvimlendirilmesini teklif
ediyorum.
Ramazan ayının, yeni yılımızın ve bütçemizin, ülkemize ve milletimize
hayırlar getirmesini Cenabı Hak'tan niyaz ediyor, hepinize saygılar sunuyorum.
(DTP, ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Demokrat Türkiye Partisi Grubu adına konuşmasını yapan
Çanakkale Milletvekili Sayın Ahmet Hamdi Üçpınarlar’a teşekkür ediyorum.
Söz sırası, Anavatan Partisi Grubu adına, Samsun Milletvekili Sayın Biltekin
Özdemir'de. (ANAP, DSP ve DTP
sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Özdemir.
ANAP GRUBU ADINA BİLTEKİN ÖZDEMİR (Samsun) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Saygıdeğer milletvekilleri, Anavatan Partisi Grubu ve şahsım adına,
sizleri ve bizleri izlemekte olan sayın yurttaşlarımızı en derin saygılarımla
selamlayarak sözlerime başlıyorum.
Sayın milletvekilleri, Türkiye'de, devlet idaresini belki de en önemli
veçhesi, devletin ekonomi ve maliye politikalarının yürütülmesinden geçer. Bu
konuda başarılı olan hükümetler, ülkemizin geleceğine gerçekten katkıda
bulunmuş ve ülkemizi sorunlarından kurtarma yolunda değerlendirme yapmış
olurlar. Anavatan Partisi Grubu olarak biz, bu anlayış içerisinde, Komisyondaki
çalışmalarımız da dahil olmak üzere, çok yoğun ve ülke sorunlarını bu
perspektif içerisinde ele alan çalışmaların anlayışı içerisinde olduk.
Bildiğiniz gibi, Komisyondaki çalışmalarımız, gece gündüz 125 saatlik
bir çalışma maratonu gerektirmiştir; aynı şekilde Genel Kurulda da bu süreye
yakın çalışmalar tamamlanmak üzeredir; böylece, 1998 yılı bütçeleri üzerindeki
çalışmalarımız bitme aşamasına gelmiştir.
Bu çalışmaları yürütürken, tabiî, 1997 yılı bütçesini de, bir taraftan
tamamlamaktayız. Bu bütçenin başlangıçta öngördüğü hedeflerle bugün varmış
olduğu sonuçlar arasında ne büyük tutarsızlıklar olduğunu, tüm konuşmacılar
dile getirdiler. Daha geçen yıl, 97 bütçesinin, Refahyol Hükümetince Meclise
sunulduğu günlerde, hem yazılı hem de sözlü surette, ciddiyetle hazırlanmış bir
bütçe olmadığını defalarca vurguladık ve bu bütçe, hükümetin, 1997
ihtiyaçlarına cevap verme anlayışı içerisinde olmamıştır; gerçekten olmadığı
ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde, bu bütçe "denk" diye halka sunulmuş,
halk yanıltılmıştır. "Bu bütçenin asgarî açığı 2,5 katrilyon lira
olacaktır" demişizdir; aynen gerçekleşmiştir. O tarihlerde "en az 1,7
katrilyon lira dolaylarında bir ekbütçe ihtiyacıyla karşılaşacağız" diye yazılı surette demişizdir; fakat, o tarihteki
Hükümet hiç oralı olmamış; ama, bugünlere gelince o eködenek talebine aynen
katılmıştır, hazırlıklarımız içerisinde ve bu çerçevede, 1997 bütçesinin
sonlarına yaklaşmış bulunuyoruz.
Sayın milletvekilleri, 1997 bütçesinin açıkları, sadece bu verdiğim
tabloyla da sınırlı kalmamış, yaklaşık 5 katrilyon liralık faiz yükümlülüğü,
borçlanmaların stratejisinde izlenen o yönüyle olumlu; fakat, faiz yüklerinin
1998 yılına 5 katrilyon lira aktarılması suretiyle de 1998 bütçesini ipotek
altına alan bir sonuç vermiştir.
Değerli milletvekilleri, 55 inci Mesut Yılmaz Hükümeti işbaşına
geldiğinde -çok kısa arz ediyorum- Türkiye'de, tekrar, nasıl bir tabloyla karşı
karşıya idi: Toplum olarak enflasyon belası en büyük derdimizdi -bütçe açıkları
bunun en büyük nedenidir- alabildiğince artmaya devam ediyordu. Yatırımlar
yoktu. Özellikle, Türkiye, enerji yatırımlarında Türkiye'yi karanlığa sürükleme
günlerine yaklaşmış bulunuyordu. Bunu bütün siyasî partilerimiz
kabulleniyorlar. Yüksek cari işlemler açığı, bizi, dış ekonomik ilişkilerimizde
her an zor duruma düşürebilecek bir yapısal zafiyet gösteriyordu. Ekonomide
"kayıtdışı" diye tanımlanan, vergilendirilmeyen faaliyet, gelir ve
varlıklar ekonomik yönden israfa, malî yönden kaynak kaybına ve çalışanlarımız
yönünden de sosyal devlet idaresini tahrip eden ciddiyetsizlik ve otoritesizliğe
yol açabilecek boyutlara ulaşmıştı. Ülkede, bütün göstergeler, bir malî krizin
içerisinde olunduğunu gösteriyordu ve neredeyse, Türk toplumu, yıllarca böyle
bir tabloya da alıştırılmıştı.
Hatırlayınız, 1991 sonbaharında dünyadaki siyasal ve ekonomik konjonktürün
ve bizi doğrudan, birinci derecede etkileyen Körfez krizinin etkisiyle,
ülkemizde, o tarihte işbaşında bulunan Anavatan Partisi, bu sorunların köklü ve
radikal birtakım reformist önlemlerle giderilebileceği düşüncesiyle, halktan
siyasî bir güç alma ihtiyacını hissetti ve bu faziletli yaklaşım, o tarihte
muhalefette bulunanlar tarafından, yıllarca "yönetimden kaçtı"
biçiminde değerlendirildi; ama, bunun arkasındaki asıl devlet ciddiyeti bir
türlü fark edilemedi.
Sayın milletvekilleri, o tarihte iktidara gelmeye talip olanlar ve
bilahara da, kendilerine, halkın ortaklaşa yönetimine gelme yetkisi tanınmış
olanlar, ülkemizi, beş altı yıllık bir dönemde yönettiler. Yönettiler de
sonuçları ne oldu; işte, bugünkü tablolar, o günden bugüne yapılan onca yanlışların
bir birikimi oldu. O tarihte Türkiye'de ekonomik tablo hemen hemen bugün
yaşadığımız tablo gibiydi. Türkiye'de, kamunun borçlanma gereğinin, yani kamu
açıklarının azaltılması gerekiyordu. Ciddî bir gelir reformu yapılması, ciddî
bir vergi reformu yapılması ihtiyacı vardı; ama, ne yapıldı; aceleye
getirilmiş, yanlış vergi düzenlemelerine girildi. Vergi düzenlemelerinin
ekonomiye etkisi hiç dikkate alınmadı. Uygulama aşamasında inanılmayacak
zikzaklar ve geri almalar yaşandı. Vergi afları niteliğinde düzenlemeler
yürürlüğe konuldu. Net Aktif Vergisi ve buna benzer adlarla, vergi bilimiyle,
vergi kurallarıyla, ilkeleriye hiç bağdaşmayan birtakım düzenlemeleri vergi
diye halka anlatmaya gayretler gösterildi. Sonra, UDİDEM gibi gösterişli,
gerçekle hiç ilgisi olmayan, fakat, mevcut olumsuz tabloyu daha da olumsuz
noktaya götüren birtakım avutucu yaklaşımlar hep gündemde tutulmaya çalışıldı.
Son zamanlarda, geçtiğimiz Hükümet döneminde de, bunun bir başka türlüsü
Türk Halkının önüne getirildi. Adına kaynak reformları denildi; kaynaktan başka
her şey olan, tamamen hayalî birtakım dengeler ve yaklaşımlarla ülkenin bu
sorunlarının çözümleneceği ileriye getirildi; fakat, bütün bunlar, sonunda,
Türkiye'yi bugünkü olumsuz tablosuna sürükledi. Yatırımlar geriletildi, gelir
dağılımı bozuldu, enflasyon trendi şiddetle artmasına devam etti, kamu açıkları
habire yükselmeye devam etti. Hulâsa, ülke, yeni bir malî krizin içine doğru
süratle sürüklenir oldu. İşte, tam bu sırada, tekrar, Anavatan Partisinin
önderliğinde ve öncülüğünde bugünkü Mesut Yılmaz Hükümeti kuruldu.
Arkadaşlar, bu Hükümet, siyasî geleceğini hiç gözetmeden ve siyasî
hiçbir kaygı gütmeden, Türkiye'de, böyle bir tablonun, mutlak suretle, doğru
ekonomik tedbirleri içeren orta vadeli bir istikrar programını uygulamaya
koymadan ülkenin sorunlarına deva olunamayacağının faziletini göstermiş bir
anlayışı benimsemiştir. Bunun aksi benimsenseydi ne ocaktı; enflasyon üç haneli
hale gelecekti; gittikçe yükseliyor gördüğünüz gibi. Bu, geçtiğimiz ayların da
değil, geçtiğimiz yılların bir sonucudur. Enflasyonu geçen aya, üç ay önceye,
beş ay önceye mal etmek, meseleleri, halktan ve gerçeklerden uzaklaştırmak
demektir. Bu, geçmiş uzun yılların birikimi uygulamaların bir sonucudur.
Gelir dağılımı tahammül edilmez boyutlara gelmiştir ülkemizde. Rant
gelirlerinin payı artmaya devam etmektedir. İstihdam düşmekte, işsizlik
artmakta, göç artmaktadır. Yatırımlar durmuş, sosyal barış, neredeyse
zedelenmiş, ahlakî değerler bile, artık bozulmuştur değerli milletvekilleri.
Şimdi, işte bu çerçevede, bu Hükümet, 2000'li yılları hedefleyen üç
yıllık orta vadeli bir istikrar programının ilk dilimi olarak, 1998 yılı
bütçesini huzurlarınıza getirmiştir. Bu bütçede, 2000 yılında ülkemizi
istikrara kavuşturacak kademeli ve sosyal dengeleri gözeten bir yaklaşım, bütün
unsurlarıyla ele alınmıştır. Bunun ayrıntılarına burada girmiyorum; ama, ifade
edeyim ki, gerek ülke içi çalışmalarımızda gerek uluslararası ilişkilerimizde,
bu program, siyasî geleceği dikkate alınmadan, büyük beğeni bulmuştur ve bu
konudaki çalışmalar sürmektedir. Öyle inanıyorum ki, bu programın yakında
sonuçlanacak bağlantıları yapıldığı takdirde, içerisinde bulunacağımız 1998
yılında ülkemiz istikrara kavuşacak, gelir dağılımındaki bozuklukların, ahlakî
bozuklukların ve her türlü bozukluğun temelini oluşturan enflasyonun önü
alınmış olacaktır.
Sayın milletvekilleri, Plan ve Bütçe Komisyonunda yapılan çalışmalarda,
bu yıl, ilk defa, Hükümet, bütçe konusunda, her bakımdan, dengeleri koruyucu ve
tutarlı diye değerlendirdiğimiz bir yaklaşım benimsemiş ve netice itibariyle,
huzurunuza şöyle bir bütçe getirmiştir: Bu bütçe, Türkiye'nin ekonomik
gerekleri, ilgili yasaların emredici hükümleri, maliye biliminin kuralları,
uzmanların görüş ve önerileri dikkate alınarak hazırlanmış bir kimliktedir. Bu
bütçeyle, ülkemizin 1998 ihtiyaçlarına yeterli unsurlar olabildiğince yer
verilmiştir. Vatandaşımızın refahına, ülkemizin meselelerine, siyasî kaygıların
önünde, dikkatle eğilinmiş bir bütçedir, gerçekçi bir bütçedir. Bu bütçenin bugün
sunulan büyüklükleriyle, bu yıl sonunda varılacak büyüklükleri arasında,
göreceksiniz, dikkate değer bir farklılık olmayacaktır. Bu bütçe, enflasyonu
önleyecek ve ülkemizin yıllardır muhtaç olduğu istikrara ulaşmamıza fırsat
verecektir.
Bütün çalışanlarımızın enflasyon önünde ezilmemesi konusu, hem Sayın
Başbakanın hem Hükümet üyelerinin sürekli taahhüt ve ifadesi içerisinde ele
alınması gerekir. Nitekim, dün geceki çalışmalarımızda, bu konuda, Hükümetin,
Komisyonun ve Meclisimizin son derece tutarlı ve istikrarlı bir çalışma
gösterdiğini, hep birlikte, burada müşahede ettik.
Sayın milletvekilleri, sözlerimin bu son kısmında şunu ifade etmek
istiyorum: Türkiye'de, kişisel değerlendirmelerden, hatta, belki, siyasal
değerlendirmelerden de uzaklaşarak, ülkemizin geleceğini doğruya götürmenin
nereden geçtiğini hep birlikte bulmak zorunluluğumuz vardır; buna, hiçbir
milletvekilimizin itiraz edeceğini düşünmüyorum. Bu itibarla da, bugünkü
Hükümetin yaklaşımını "sizin, üç ay sonra, beş ay sonra siyasî geleceğiniz
var mıdır" gibi sorularla değerlendirerek, doğru politikalarını yanlış
şekilde halka takdim etme zafiyetine hiçbirimizin düşmemesi gerektiğini ifade
ediyorum.
Bakın, Hükümet, önemli bir vergi reformu çalışmasının içerisindedir. Bu
çalışmanın, kısa zamanda, tüm dengeleri gözeterek ve ekonominin ihtiyaçlarına
cevap verecek biçimde, Büyük Millet Meclisine sunulacağını umuyor ve
bekliyoruz. Bu konuda, biz, Meclis olarak da, Komisyon olarak da, elbette, en
büyük katkımızı yapmak konumundayız.
İkinci önemli husus sosyal güvenlik reformudur. Bugün, Türkiye'de,
denilebilir ki, Türkiye'nin sorunlarının kökünde, sosyal güvenliğe indirilmiş
olan son yıllardaki ağır darbeler yatmaktadır. Bir örnek arz edelim; 1998
yılında devlet, sosyal güvenliğe, açıktan, 1,4 katrilyon lira katkıda
bulunacaktır, bunu, bütün arkadaşlarımız ifade ettiler; fakat, bütçemiz bu
kadar yatırıma bile imkân bulamamıştır değerli arkadaşlarım.
Aynı şekilde, vergi gelirlerinde artışı sağlayacak, daha doğrusu, bugüne
kadar vergi dairesinin önünden geçmemiş insanlarımızı kavrayacak bir vergi
reformunun peşindeyiz. Bu reformla, bir yandan, vergi veren bilhassa orta gelir
gruplarımız, alt gelir gruplarımız, çalışanlarımız üzerindeki vergi yükü ciddî
şekilde hafifletilecek, diğer yandan da bu ülkenin gücünden yararlanan, ama,
vergi olarak devletine katkıda bulunmayanların kapısına mutlaka vurulacaktır.
Vergi reformunun özünde bu ilkeler yatmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, hiç şüphe yok ki, vergi reformu, sadece para
toplama amacına yönelik bir düzenleme değildir. İnanıyorum ki, vergi reformunun
en önemli amacı, ülkemizin yatırımlarını hızlandıran, ihracatını özendiren,
kalkınmamış yörelerine teşviklerle destek veren, ekonominin önünde ve emrinde
bir hükümler manzumesi olarak huzurunuza gelecektir. Biz, bu konuda, Hükümetin
titizliğine inanıyoruz ve Plan ve Bütçe Komisyonu olarak da meseleye bu
çerçevede bakacağımıza inanmanızı diliyoruz. Bunu tamamlayacak biçimde,
Hükümette ciddî reform çalışmaları vardır; bu çalışmalar da tamamlanmak
üzeredir.
Ben şuna inanıyorum; Anavatan Hükümetleri, her dönemde -içlerinde,
neredeyse, yirmi yıldır çalışıyorum- kısa vadeli siyasî çıkarlarını bir tarafa
iten, uzun vadede, ülkesinin ve toplumunun yararlarını gözeten anlayışları
benimsemiştir. Bugün, Mesut Yılmaz Hükümetinin de aynı anlayış içerisinde
olmasından -aynı zamanda bu partinin bir mensubu olmaktan dolayı- büyük kıvanç
duyuyorum, mutluluk duyuyorum ve başarılı olmasını dileyerek, hepinize ve
yurttaşlarımıza saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Anavatan Partisi Grubu adına ilk konuşmayı yapan Samsun
Milletvekili Sayın Biltekin Özdemir'e teşekkür ediyorum.
Şimdi, söz, yine Anavatan Partisi Grubu adına ikinci konuşmayı yapacak
olan Bursa Milletvekili Sayın İlhan Kesici'de.
Buyurun Sayın Kesici. (ANAP sıralarından alkışlar)
ANAP GRUBU ADINA İLHAN KESİCİ (Bursa) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi, Anavatan Partisi Meclis Grubu ve şahsım adına
saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Türkiye, zor bir dönemden geçmektedir; hem
siyasî bakımdan hem iktisadî bakımdan bir zor dönemdir. 55 inci Hükümetimiz,
böyle zor bir dönemde kurulmuştur. On gündür tartışılmakta olan 1998 yılı
bütçesi de, böyle zor bir iktisadî zaman içerisinde hazırlanmış ve
huzurlarınıza sunulmuştur.
On gün boyunca, 1998 yılı bütçesi, bütün teferruatıyla tartışılmıştır.
Ben inanıyorum ki, Hükümetimiz, yapılmış olan bütün değerli tenkitleri,
hüsnüzanla ele alacaktır.
Değerli milletvekilleri, 1998 yılı bütçesi, netice itibariyle, açığı
olan bir bütçedir; bu açık, küçük bir açık da değildir; bütçenin tamamına
nispeti itibariyle yüzde 27 civarında bir açığı vardır, millî gelire nispeti
itibariyle de yüzde 8,1 açığı vardır.
Elbette, bu, bir birikimin sonucu olarak böyle açık vermiş olan bir
bütçedir. Normalinde, denk bütçe yaklaşımı, modern bütçe teknikleri itibariyle
de, ekonomi politikaları itibariyle de, ille de arzulanan bir yaklaşım
değildir. Bütçelerin denk olması, dünyanın aradığı, bizim de aradığımız bir
hadise değildir; dünyanın da aradığı, bizim de aradığımız, bütçelerin millî
gelire nispeti itibariyle yüzde 2,5-3 nispetinde bir açık vermesi halinde, bu
bütçelerle ülkelerin özlemlerinin karşılanabilir olmasıdır.
Değerli milletvekilleri, bu bütçenin ikinci temel özelliği, yani, samimî
olmasının yanında ikinci temel özelliği, yaklaşık son otuz yılın, belki de
bütün bütçelerinden daha iddialı bir bütçe olmasıdır. Bu bütçeyle 55 inci
Hükümetimiz "ben, belli bir program içerisinde olmak üzere, önce birinci
senede bu enflasyon belasını yarıya, yüzde 50'ye; ikinci senede, yüzde 20'ye;
üçüncü senede, sadece yüzde 10'un da altında değil; ama, net olarak yüzde 3'e
indireceğim" diye büyük bir iddiada bulunuyor. Elbette, Hükümetimizin bu
iddiasını yerine getirip getiremeyeceğini zaman içerisinde göreceğiz; ama,
sadece, böyle büyük bir iddiada bulunmuş olması bile, bana göre, bize göre,
kutlanması gereken, kutsanması gereken bir yaklaşımdır.
Değerli milletvekilleri, Hükümetimiz, bu iddiayı kuvvetlendirecek başka
bir şeyler daha söylüyor; diyor ki: "Ben, bu üç yıllık zaman dilimi
içerisinde huzurlarınıza, Türkiye Büyük Millet Meclisinin huzuruna bir vergi
kanunu tasarısı sunacağım, sosyal güvenlik kanun tasarısı sunacağım, malî
mevzuatın ve malî piyasaların yeniden tanzim edilmesiyle ilgili bir yaklaşımı
huzurlarınıza sunacağım ve netice itibariyle, mahallî idareler reformunu da
Büyük Millet Meclisinin huzuruna sunacağım." Bu bakımdan, bu büyük iddiada
da bulunmuş olması münasebetiyle, ben, Hükümetimizi, şahsım ve Anavatan Partisi
Grubu adına tebrik ediyorum.
Değerli milletvekilleri, bu bütçenin en kritik kalemlerinden biri belki
de üzerinde en çok durmamız lazım gelen kalemlerden bir tanesi faiz kalemidir.
Müthiş bir birikim neticesinde, faizin, özellikle içborç faizlerinin millî
gelire oranı yüzde 11 gibi, şimdiye kadar hiç görülmemiş bir orana ulaşmış
olmasıdır. Bu, elbette, sadece bir 6 ayın, sadece bir 1 yılın, sadece bir 2
yılın birikimi değildir; uzun yılların birikimi olarak bu noktaya gelmiştir. Bu
rakamın normaline bakmamız icap ettiğinde, içborç faiz hadlerinin, millî gelire
nispeti itibariyle 0,5 ilâ 1 puan arasında olması normaldir, onun üzerindeki
bütün yük, ülkeyi sıkıntıya sokacak olan bir hadisedir.
Tabiî, on gündür Türkiye Büyük Millet Meclisinin huzurunda rakamlar
uçuştu; ama, ben de birkaç rakam vermek mecburiyetinde hissediyorum kendimi.
İçborç faizi 5,3 katrilyon lira. Ne demek acaba bu? Dolara vurursak 22 milyar
dolar; güne vurduğumuzda 15 trilyon lira. Yani, Sayın Başbakan veya Hükümet
veya Türkiye, sabah 09.00'da, bismillah deyip, işe başladığından akşam 18.00'e
kadar geçecek zaman süresi içerisinde, her gün, 15 trilyon lira içborç faizi
ödüyor. Bu, ekonomimizin biriktirmiş olduğu bütün problemlerin en belirgin, en
net göstergesidir.
Bu 15 trilyon lirayla ne yapılabilir; eğer, Hükümetin iddiası
istikametinde bu faiz belasından
kurtulabilirsek şu yapılır; Türkiye'nin her bölgesinden bir küçük örnek
vermek istiyorum değerli milletvekilleri: Muş ovaları, Türkiye'nin üçüncü büyük
ovalarıdır, Alpaslan-l, Alpaslan-ll barajını bekler; Alpaslan-l barajının
neredeyse üçte 1'i bitmiştir ve bitmesi için lazımgelen para, sadece 12 trilyon
liradır; yani, Türkiye, 1 günlük, bu faiz belasından kurtulmuş olsa,
Türkiye'nin en parlak ovalarından biri olan bütün Muş ovalarını ayağa kaldırmış
olur.
Türkiye'nin Ege Bölgesinden bir
örnek vermek istiyorum: Denizli Baklan ovaları... Aşağı yukarı 60 bin
hektardır; 20 bin hektarlık bölümü sulamaya açılmıştır, 40 bin hektarlık bölümü
su beklemektedir; yani, 400 bin dönüm arazi su beklemektedir. Baklan
ovalarının, bu 400 bin dönüm arazinin suyu alabilmesi için, sadece 16 trilyon
lira lazım; yani, Türkiye, içborcuna ödediği 1 günlük faiz parasıyla -faiz
yatırımıyla diyelim- 20 senedir bekleyen bütün Baklan ovalarını ayağa kaldırabilecek
takattadır.
Üçüncü örnek, Türkiye'nin dördüncü büyük vilayeti, ekonomide üçüncü
büyük vilayeti ve benim de seçim bölgem Bursa... Türkiye'nin her tarafına,
Türkiye'den dünyanın her tarafına uçakla gidilir; bir yere gidilemez;
Bursa'ya... Bursa, 20 senedir havaalanı bekler; havaalanıyla, 22 kilometrelik
şehir bağlantısı yolunu bekler, 23 kilometrelik bir çevre yolunu bekler. Bütün
bu projelerin toplam bedeli aşağı yukarı 130 milyon dolardır; yani,
Türkiye'nin, sadece 2 günlük faiz ödemesiyle halledebileceği bir meseledir.
Demek ki, biz, 2 günlük parayla, senede, 180 tane Bursa'nın, birikmiş 20 yıllık
ihtiyaçlarını karşılayabilme imkânına sahibiz.
4 üncü örnek, Orta Anadolu'nun en fakir, en geri kalmış bölgelerinden
biri olan benim memleketim Sıvas'tır. 1997 yılında yapılmış olan sayımda,
vilayet nüfusu olarak geri kalan, eksiye giden tek vilayeti var Türkiye'nin; o
da Sıvas. Sıvas'ın bütün birikmiş projelerinin tamamı 180 milyon dolardır. 3
günlük faiz ödemesinden kurtulmamız halinde, Sıvas'ın birikmiş bütün
problemlerini çözmek mümkündür.
Değerli arkadaşlar, hem dünyanın en büyük iftiharlarından biri olan hem
Anavatan Partisinin en büyük iftiharlarından biri olan hem de bütün Türkiye'nin
en büyük iftiharlarından biri olan baraj veya proje, Atatürk Barajıdır. Atatürk
Barajının maliyeti 2,5 milyar dolar veya 3 milyar dolar. Senede, bizim, iç
faize verdiğimiz rakam 22 milyar dolar. 22 milyar doları 2,5 milyar dolara
böldüğümüzde, Türkiye, her 1,5 ayda 1 Atatürk Barajı yapabilecek kabiliyete
sahip olacaktır.
Değerli milletvekilleri, bu meseleler, sadece Anavatan Partisinin
meselesi değildir, sadece 55 inci Hükümetimizin meselesi değildir; bu
meseleler, bize göre, bütün Türkiye'nin meselesidir, hepimizin meselesidir. Bu
bakımdan, benim Türkiye Büyük Millet Meclisinden istirhamım, bu iddia
içerisinde bulunan Hükümetimize her platformda destek vermesidir. Eğer
alışkanlıkları destek vermeye müsait gibi değilse, hiç olmazsa cesaret vermesi
lazımdır. (ANAP sıralarından alkışlar)
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Kösteklemesinler...
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bu faiz belasından Türkiye
kurtulur mu, bu enflasyon belasından Türkiye kurtulur mu, bu enflasyon düşer
mi?.. Bana sorarsanız düşer. Peki, dünyada hiç örneği olmuş mu?.. Değerli
arkadaşlar, bizim 1985-1995 yılları arasındaki on yılın ortalama yıllık
enflasyon oranı yüzde 64,9'dur. Uluslararası mukayese için 1985-1995 arasını
verdim. Ayrı ayrı kıtalardaki bazı ülkelerin, 1985-1995 yılları arasında yıllık
ortalama enflasyon oranıyla ilgili örnek vermek istiyorum. Polonya; 10 yılın
yıllık ortalama enflasyon oranı yüzde 92, 1998 yılında ulaşacakları nokta yüzde
13. Rusya; 10 yılın içerisinde büyük bir imparatorluk dağıldı, Sovyet bloku
çözüldü; 10 yılın yıllık ortalama enflasyon oranı yüzde 149 idi, 1998 yılında
ulaşmak istedikleri nokta yüzde14. Arjantin; 10 yılın yıllık ortalama enflasyon
oranı yüzde 255, bu sene ulaşmayı amaçladıkları nokta yüzde 1,6. Brezilya; 10
yılın yıllık ortalama enflasyon oranı 875, bu sene amaçladıkları nokta yüzde 7.
Değerli milletvekilleri, inanmanızı rica ediyorum ki, 55 inci Hükümetin
bu iddiası istikametinde bu bütçede almış oldukları tedbirler ve 1998 yılı
içerisinde alacakları yaklaşımlarla, ilave tedbirlerle, Türkiye, en geç 3 sene
içerisinde dünya ülkelerinin ulaştığı bu noktaya ulaşmış olacaktır. Bu mesele,
bütün Türkiye'nin meselesidir.
Değerli arkadaşlar, bizim gözümüz geçmişte değildir; bizim gözümüz
gelecekte, bizim işimiz gelecekle; ama, bütçenin açılış konuşmasında Sayın
Genel Başkan Prof.Çiller, kendi dönemleriyle, özellikle 1994 yılı ekonomik performansı
ve ona takaddüm eden günlerdeki Türk ekonomisiyle ilgili bazı iddialarda
bulundu; arkadaşlarımız, zaman içerisinde bunu değerlendi. Ben, sadece küçük
bir hatırlatmayla yetinmek istiyorum.
1994'ün önündeki yıl 1993; acaba, 1993 yılı, Türkiye'de çok kötü bir yıl
mıydı, çok iyi bir yıl mıydı onun tartışmasına girecek değilim; ama, bir
gösterge olması itibariyle, 1993 yılı ile ilgili tek bir gösterge vermek
istiyorum; o da, hem üretimi hem de ülkenin alımgücü kabiliyetini göstermek,
işaret etmek bakımından, 1993 yılı içerisinde üretilen ve satılan otomobil miktarıdır.
1993 yılında, Türkiye'deki fabrikalar, 344 bin otomobil üretmiş ve
satmıştır; 101 bin tane de ithalat yapılmış ve satılmıştır; yani, 1993 yılında
Türkiye, 445 binlik bir otomobil üretir, satar, satın alır ülke halindedir.
1993 yılının elbette problemleri, sıkıntıları vardır; ama, netice itibariyle,
böyle bir yıldır.
1994 yılına gelindiğinde; 344 bin olan otomobil üretimi, 208 bine
inmiştir; 101 bin olan ithalat da 28 bine inmiştir; yani, netice itibariyle,
1994 yılı, 1993 yılına nispetle yarı yarıya kötü bir yıldır.
Bunu, bir genel gösterge olmak itibariyle söylüyorum. Sayın Genel Başkan
Prof. Çiller, aynı zamanda, hem televizyon konuşmalarında hem bütçe
konuşmasında, çeşitli münasebetlerle, cumhuriyet tarihi rekorları kırdığını
ifade etmiştir; onlardan birkaç tanesini huzurlarınıza getirip bu bahisten
ayrılmak istiyorum.
1994 yılı fiyatları, yüzde 149; bu, gerçekten, cumhuriyet tarihi
rekorudur. 1994 yılındaki ekonomik büyüme, yüzde eksi 6,1; buna en yakın eksi büyüme hızı, 1940 yılında,
İkinci Dünya Harbinin içerisindeki performanstır, o da yüzde 2,0'dır. 1994
yılında gelinmiş olunan nokta eksi 6,1.
Değerli milletvekilleri, hatırlayacaksınız; Türkiye'de ilk defa, bütün
cumhuriyet tarihi boyunca da ilk defa -olmak üzere- 1994 yılında işçi
sendikaları sıfır zamla toplusözleşmeler imzaladılar; 1994 yılında yüzde
149'luk bir iklim içerisinde işçiler, sendikalar sıfır zamla toplusözleşme
imzaladılar.
Bir başka önemli hadise, 430 bin insan, işi olan insan, bu eksi 6
büyüme; yani, yüzde 6 küçülme münasebetiyle, işinden oldu. Bunlar, gerçekten,
cumhuriyet tarihi rekorlarıdır. Halkımızın deyimiyle, şu anda içinde
bulunduğumuz aziz, mübarek günlerde, Cenabı Allah'tan niyazımız, bir daha, bu
aziz millete, bu yüce millete, bu tür cumhuriyet tarihi rekorları nasip
etmesin, göstermesin!.. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, bizim meselemiz, bu ekonomik büyüklükleri,
ekonomik verileri daha büyük hale getirmektir. 55 inci Hükümetin de, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin de görevi, biraz önce verdiğimiz ekonomik rakamları
daha da büyütmektir. Bu rakamlar, Türkiye'nin çapına, Türkiye'nin imkânlarına
yakışır rakamlar değildir. Netice itibariyle, Türkiye'nin millî geliri 200
milyar dolardır, bütçesi 60 milyar dolardır; faiz ödemelerini inerseniz, 38
milyar dolar... Bu rakamlar, küçük rakamlardır. Anavatan Partisinin de, 55 inci
Hükümetin de, Türkiye Büyük Millet Meclisinin de işi, bu rakamları büyütmek
olmalıdır.
Bir tane örnek vermek istiyorum: Business Week Dergisi, her sene,
dünyanın en büyük 1 000 firmasını -firma bazında olmak üzere, holding değil-
ilan eder. Bu 1 000 firmadan ilk 10 tanesinin ekonomik varlığının değeri,
Türkiye millî gelirinin üzerindedir; yani, 200 milyar doların üzerindedir; ilk
100 tanesinin de ekonomik değeri, Türkiye bütçesinin üzerindedir. Bu rakamlar,
Türkiye'nin özlemlerini, 65 milyon insanımızın, kardeşimizin, vatandaşımızın
özlemlerini karşılayabilecek rakamlar değildir.
Bu münasebetle, bizim işimiz, Türkiye'nin bu ekonomik rakamlarını
büyütmek olmalıdır. Aradığımız şey, bütün milletimiz için, bütün
vatandaşlarımız için zenginliktir; aradığımız şey, herkese iş, herkese ev,
herkese daha iyi bir hayat standardı olmalıdır. Bunun yolu, teknik tabiriyle
bakacak olursak, adına ekonomik büyüme dediğimiz, adına kalkınma hızı dediğimiz
yaklaşımdan geçer. Türkiye'nin aradığı, yüzde 7'lik, yüzde 8'lik bir ekonomik
büyümedir.
Dünyada, otuz senenin ortalaması itibariyle, her yıl üst üste yüzde
7'lik, yüzde 8'lik ekonomik büyüme hızlarına ulaşmış onlarca ülke var. Bizim de
tarihimizde var; 1950-1958 yılları arasında her yıl, Türkiye'nin ortalama
büyüme hızı yüzde 7,3'tür; 1965-1971 yılları arasında yüzde 7,2'dir; 1983-1987
yılları arasında yüzde 6,6'dır. Özellikle 1980'den sonra elde edilmiş olan bu
ekonomik kalkınma hızı, hem dünyamızın şu anda içinde bulunduğu durum
itibariyle, ekonomik şartları itibariyle, ekonomik düzeni itibariyle
Türkiye'nin elde ettiği en büyük, dünyada en uyumlu olan ekonomik kalkınma
hızıdır; Türkiye'nin, yeniden aradığı budur. 55 inci Hükümetimiz, ben öyle
inanıyorum ki, bu üç yıllık program dahilinde olmak üzere Türkiye'yi birikmiş
bütün problemlerinden kurtaracak ve yeniden, Türkiye'yi, 2000'li yıllarda yüzde
7'ler, yüzde 8'ler civarında bir kalkınma hızına ulaştırmış olacaktır.
Değerli arkadaşlar, yüzde 7, yüzde 8 kalkınma hızı olduğunda ne olur
diye aklımıza gelebilir; üst üste 5 yıl yüzde 7'lik bir kalkınma hızıyla
gidildiğinde, 1 Türkiye'ye 2 Türkiye daha katılmış olur, Türkiye'de 1 olan her
şey 2 olur; 10 yıl üst üste devam etmesi halinde, 1 Türkiye 4 Türkiye olur;
birinci önemli noktası bu.
İkinci önemli noktası; istihdam ve işsizlikle ilgili olan bölümüdür.
Bizim ekonomimizde, millî gelirimizdeki her 1 puanlık artış, ortalama
-sektörlerine bağlı olmak üzere değişkenlik gösterir; ama- 70 ilâ 80 bin yeni
iş yaratır. Yüzde 7'lik bir kalkınma hızı, her yıl 500 bin insana yeni iş
bulabilen bir ekonomik performans demektir, 5 yıl üst üste devam etmesi
halinde, bu, 5 senede 2,5 milyon insanımızı, 10 senede 5 milyon insanımızı yeni
iş sahibi yapmış bir performans olur; Anavatan Partisinin de, 55 inci
Hükümetimizin de aradığı budur.
Türkiye, 5 milyona yakın işsizi olan bir ülkedir; bundan daha vahimi,
gençlerin işsizlik oranıdır, yüzde 34'tür özellikle büyük kentlerde; bundan da
daha vahimi, eğitimli gençlerin işsizlik oranıdır ve yüzde 37'dir. Yani,
analar, babalar yememişler yedirmişler, içmemişler içirmişler, giymemişler
giydirmişler, gezmemişler gezdirmişler; oğullarını, kızlarını lise mezunu,
üniversite mezunu haline getirmişler; ama, çarşıda, pazarda, lokantada, her
tarafta gördüğümüz her üç gençten biri işsiz. Bu problemin yegâne çözüm yolu
var; o da, Türkiye'nin, belli bir siyasî istikrara, belli bir ekonomik
istikrara kavuştuktan sonra, yüzde 7'lik, yüzde 8'lik bir kalkınma hızına
ulaşmasıdır.
Değerli arkadaşlar, 1990'ların sonlarında ve 2000'li yıllarda, artık,
Türkiye'nin, kalkınma stratejisi, sadece özkaynaklara dayalı olarak takip
edecek bir strateji içerisinde olamaz. Devletin 2000'li yıllarda kalkınma
stratejisi olarak ekonomideki yeni rolü, uluslararası ekonomiye ülkesinin
entegrasyonunu hazırlamaktır entegre etmektir; bu bir.
İkincisi müteşebbislerin önündeki bütün engellerin temizlenmesi,
müteşebbislerin önünün açılmasıdır. Bunun aradığı şey şudur: Tam siyasî
istikrar olacak; bir, tam rekabet ortamında, tam piyasa ekonomisi olacak; iki,
netice itibariyle, siyasî istikrarını tam demokraside arayacak; üç.
Eksik demokrasi, kısmî demokrasi, Türkiye'nin veya ülkelerin, dünyayla
entegrasyonuna mâni bir haldir. (ANAP, RP ve DYP sıralarından alkışlar)
Türkiye'nin de, Anavatan Partisinin de, 55 inci Hükümetinde aradığı, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin de arıyor olacağı şey, tam demokrasi olacaktır.
Değerli arkadaşlar, bu uluslararası ekonomik mevzuata uyum nedir; çok
kısa bir anekdotla, çok kısa bir fıkrayla -izin verirseniz- ifade etmek
istiyorum: Karadenizli hemşerimiz, Hacca gitmiş, Hacdan dönmüş -Mekke'den de
çok etkilenmiş, sevmiş, beğenmiş-.ve hemşerileriyle, lokantada veya bir kahvede
sohbet ediyor; "ben, bu Arapları da çok sevdim" demiş. Niye diye
sormuşlar. "Yahu, çok güzel adamlar; ezanları bizim ezan, namazları bizim
namaz, Kur'anları bizim Kur'an, ben çok sevdim; fakat, bir şeylerine akıl
erdiremedim... Nedir demişler. İşte, sizlere de hediye almak istiyordum, o
yüzden de alamadım -kusuruma da bakmayın, asıl anlatma sebebim de o- çarşı
pazarda, alışverişte dillerini sapıtıyorlar, bizim olmaktan çıkıyorlar"
demiş.
Değerli milletvekilleri, uluslararası ekonomiye entegre olmak demek,
artık, çarşı pazar dilinin, alışveriş dilinin dünyayla aynı hale getirilmesi,
dünyayla benzer hale getirilmesi demek.
Değerli arkadaşlar, demin arz ettiğimiz büyük kalkınma hızlarına
ulaşabilmek için aradığımız kaynak, dünyada vardır ve uluslararası sermaye
hareketleridir. Dünyada, her an, her dakika, ülkeden ülkeye, şirketten şirkete,
firmadan firmaya, borsadan borsaya hareket halinde olan yaklaşık 1 trilyon dolar para var ve Türkiye,
bundan, elbette bir pay alıyor, 600-700 milyon dolar; bölelim, 1/1 500...
Dünya, her sene 350 milyar dolar yabancı sermaye yatırımı yapıyor, adına
“doğrudan yabancı sermaye yatırımı” dediğimiz şey. Gelip, doğrudan fabrika
olan, doğrudan turizm tesisi olan, doğrudan yatırım olan sermaye 350 milyar
dolar. 1985-1995 yılları ortalaması; Türkiye'nin bundan aldığı pay, 350-400
milyon dolar; bölelim, 1/ 1 000.
Değerli milletvekilleri, dünyadaki doğrudan yabancı sermaye
hareketlerinin sadece binde 1'ini alan, uluslararası sermaye hareketlerinin
binbeşyüzde 1'ini alan bir ülkenin adı, ister Türkiye olsun, ister A ülkesi,
ister B ülkesi, ister C ülkesi, hangisi olursa olsun, halkının özlemlerini
karşılayabilmesi, onu, zenginliğe, refaha ulaştırabilmesi mümkün değildir. Bu
bakımdan, 55 inci Hükümetimizin hazırlamış olduğu ve Türkiye Büyük Millet
Meclisine önümüzdeki hafta, yeni yılın ilk haftasında sunacağı ifade edilen
vergi reformu ve buna bağlı olmak üzere, hazırlanıyor olan malî mevzuatın
yeniden düzenlenmesi istikametindeki tasarılar, Türkiye'yi 2000'li yıllarda, bu
dünya ekonomisine entegre etmeyi amaçlayan tasarılardır. Bu tasarılara da, ben
öyle inanıyorum ki, öyle ümit ediyorum ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi,
Hükümete, bu istikamette bir büyük destek ve bir büyük cesaret verecektir.
Değerli milletvekilleri, bizim bu uluslararası sermaye hareketlerinden
yeteri kadar istifade edebilmemiz ve halkımız için zenginlik yaratabilmemiz
için, onlara sunabileceğimiz birtakım imkânların olması lazımdır. Bunlardan bir
tanesi, devletin ekonomideki yeni rollerinden biri olan özelleştirmedir.
Türkiye'nin 1987-1997 yılları arasında yaptığı özelleştirme rakamı
toplam 3,7 milyar dolar. Bunu 10 yıla böldüğünüzde 400 milyon dolarlık bir
rakam çıkıyor; bununla Türkiye'nin bir yere ulaşabilmesi mümkün değildir.
Özelleştirme İdaresi Başkanlığının 10 milyar dolarlık bir özelleştirme portföyü
vardır. Dahada, Türkiye'nin özelleştirmeden elde edebileceği 40 ilâ 50 milyar
dolarlık bir rakam vardır. Türkiye 5 yıllık bir program içerisinde, bu 50
milyar dolarlık özelleştirmeyi yapabilme kabiliyetine sahip olmalıdır. Hem
Anavatan Partisinin hem de 55 inci Hükümetimizin bu istikametteki
davranışlarını ve yaklaşımlarını da Türkiye Büyük Millet Meclisinde cesaretle
desteklemek lazımdır diye düşünüyorum.
İkinci nokta; Türkiye borsası, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası. Bizim,
İstanbul Menkul Kıymetler Borsasına kayıtlı 256 firmamız var. Bunların toplam
piyasa değerleri aşağı yukarı 56 milyar dolar. Bunun yüzde 25'i; yani, 12
milyar doları kote edilmiş halde. 12 milyar doların 6 milyar doları yerli
yatırımcılarda, 6 milyar dolarlık bölümü de yabancı yatırımcılarda. Dünyadaki
sermaye hareketlerinden istifade etmek istesek, nasıl istifade edeceğiz?
O bakımdan, Türkiye'nin genel ekonomik iklimi -hükümetlerin asıl
görevleri de bu- öyle bir hale getirilmelidir ki, bu 56 milyar dolarlık 256
firma, sadece yüzde 25'ler civarındaki payını değil, dünyada olduğu gibi, yüzde
80'ler civarındaki payını kote edebilsin; bu münasabetle, Türkiye'nin dünyaya
da arz edebileceği ilave 40-50 milyar dolarlık bir kıymet ortaya çıksın.
Bu, sadece 256 firmamızla ilgili. İstanbul Sanayi Odası her yıl 500
büyük Türk firmasını ilan ediyor. 500 büyük Türk firmasına da öyle bir ekonomik
iklim hazırlanmalıdır ki -55 inci Hükümetin de malî mevzuatla ilgili
yaklaşımları aşağı yukarı bütünüyle bu istikamettedir- borsaya gelmemiş olan
firmalar, şirketler de borsaya gelsinler ve hem kendi vatandaşlarına hem de
dünyaya bunları takdim edebilir hale gelmiş olsunlar.
Değerli arkadaşlar, bütün bu işler, sadece, bizim, Anavatan Partisinin
meselesi değildir; bütün bu işler, sadece, 55 inci Hükümetimizin meselesi de
değildir; bu işlerin tamamı, Türkiye'nin ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin de
meselesidir. 55 inci Hükümete verilecek destekle, verilecek cesaretle -hiç
olmazsa cesaretinin kırılmamasıyla- bunların gerçekleşmesi halinde, buradan
elde edilecek iftiharın tamamı da, bütün Türkiye'nin ve Türkiye Büyük Millet
Meclisinin olacaktır.
Değerli arkadaşlar, Avrupa Birliğiyle ilgili olarak da çok kısa bir
temasta bulunmak istiyorum. Avrupa Birliğiyle ilgili bir öngörüşme, Türkiye
Büyük Millet Meclisinde yapıldı; genel görüşme, ocak ayının 6'sında yapılacak.
Asıl konuşulacaklar, mutlaka orada konuşulacaktır; ama, özet itibariyle, bu
karar, 2010 yılına kadar, Türkiye'nin, Avrupa Birliği genişlemesinin dışında
kaldığı istikametindeki bir sonuçtur. Avrupa Birliğinin aldığı bu karar,
milletimizi de üzmüştür, bizi de üzmüştür. Hükümetimiz, bu karar karşısında bir
tavır içerisinde olmuştur, bir tavır almıştır; bize göre, bu tavır, doğru bir
tavırdır. Netice itibariyle...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Konuşmanızı tamamlamanız için, size eksüre vereceğim.
Buyurun Sayın Kesici.
İLHAN KESİCİ (Devamla) – Bu karar, milletimizi üzmüştür, devletimizi
üzmüştür. Hükümetimizin tavrı, netice itibariyle, ne yalvaran bir tavırdır ne
iten bir tavırdır. Ben, öyle inanıyorum ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi de,
önümüzdeki genel görüşmede 55 inci Hükümetimize vereceği destekle, bundan sonra
yapılacak olan politikalarda Hükümetimizin ve Türkiye Devletinin devletimizin
elini kuvvetlendirmiş olacak.
Değerli arkadaşlar, aslına bakarsanız, bu 1997 yılı, bütün dünyada, bir
zirveler ve kararlar yılıydı. NATO iki büyük zirve yaptı, genişleme kararı
aldı; Avrupa Birliği iki büyük zirve yaptı, genişleme kararı aldı. Bütün
bunların hazırlıkları -bunlar sonuçtu- aşağı yukarı 1991 yılından bu yana,
dünyada yapılıyordu. Bana göre, bize göre, Türkiye, bu zirvelerde -kararların
alınacağı mutfak toplantılarında, mutfaklarında- yeteri kadar kendi imkânlarını
değerlendirebilmiş değildir ve bu münasebetle de -başka faktörler de vardır-
1997 yılındaki bu büyük kararlarda, kısmen, milletimizi ve devletimizi üzen,
vatandaşlarımızı üzen bir noktayla karşı karşıya kaldık. Elbette, bunda başka
faktörlerde vardır; ama, netice itibariyle, biz, Türkiye olarak, 4 yılda 6
hükümet; ama, daha da vahimi, son 3 yılda 9 dışişleri bakanı değiştirmiş olan
bir ülke durumundayız.
Sözlerimi bağlıyorum Sayın Başkanım.
Değerli arkadaşlar, bizim coğrafyamız zor bir coğrafyadır. Bizim
coğrafyamızda dışsiyaset yapmak da zordur. Bu coğrafyada iddiasız milletler
yaşayamazlar, şimdiye kadar da yaşayamadılar. Bizim milletimiz iddialı bir
millettir, milletimizin vekilleri de iddialı vekillerdir, iddialı insanlardır.
20 nci Yüzyıl iki büyük sıcak harbin ve bir de büyük soğuk harbin olduğu
bir yüzyıldır. 20 nci Yüzyıl, aynı zamanda, bir Türk yüzyılı da değildir, bizim
yüzyılımız da değildir; ama, 21 inci Yüzyıla, hem iki sıcak harbin tarafları
hem bir büyük soğuk harbin tarafları, müşterek projelerle, müşterek
yatırımlarla, aynı paktın içerisinde, aynı siyasî ve iktisadî paktın içerisinde
gidiyorlar, el ele gidiyorlar.
Bu Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türkiye'yi 21 inci Yüzyıla taşıyacak
olan Meclistir. Ben öyle inanıyorum ki, biz öyle inanıyoruz ki, cumhuriyetimizi
kuran ruh ve iradeyle, bütün yatırımlarımızı, bütün yaklaşımlarımızı
insanımıza, demokrasimize yapmamız halinde; aradığımız, özlemini duyduğumuz şey
olan, uluslararası platformlarda yarışan ve uluslararası standartlarda yaşayan bir
Türkiye'ye en kısa zamanda ulaşmış olacağız.
Bu özlemle, 1998 yılı bütçesi için, Anavatan Partisi Grubumuzun oyunun
renginin beyaz olduğunu ifade beyaz olduğunu ifade ediyor, 1998 yılı bütçemizin
aziz milletimize hayırlar getirmesini, hayırlara vesile olmasını temenni
ediyor, hepinize en derin saygılarımı sunuyorum. (ANAP, DSP, CHP ve DYP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Anavatan Partisi Grubu adına ikinci ve son konuşmayı yapan
Bursa Milletvekili Sayın İlhan Kesici'ye teşekkür ediyorum.
Söz sırası, Refah Partisi Grubu adına, Sıvas Milletvekili Sayın
Abdüllatif Şener'de. (RP sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Şener.
Sayın Şener, süreniz 45 dakikadır.
RP GRUBU ADINA ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; şahsım ve Refah Partisi Grubu adına hepinizi selamlıyorum.
Televizyonlarından bizleri izleyen saygıdeğer vatandaşlarımıza en içten, en
samimi duygularla saygılarımı sunuyorum.
Değerli milletvekilleri, bütçeler, hükümetlerin ne yapmak istediklerini
gösterir. Bütçeler, aynı zamanda, hükümetlerin neyi yapmak istemediklerini
gösterir. Bu bakımdan, bütün boyutlarıyla, bu Hükümetin ne yaptığı ne yapmak
istediği; neyi yapmadığı neyi yapmak istemediği konuşmamın ana çerçevesini
oluşturacaktır.
Hükümetlerin yapacakları ve yapmayacakları, aslında, iktidarı oluşturan
partilerin siyaset anlayışlarıyla yakından bağlantılıdır.
SITKI CENGİL (Adana) – Sayın Başkan, ne oluyor orada?..
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Mevcut iktidarın siyaset anlayışı ise
açıktır, nettir ve ortadadır. Bu iktidarın siyaset anlayışına göre...
BAŞKAN – Bir dakika, Sayın Şener...
Değerli arkadaşlarım, ayakta milletvekili arkadaşlarımı görüyorum, bu
nedenle de hatibi takip edemiyoruz. Lütfen, değerli arkadaşlarım...
Buyurun Sayın Şener.
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Saat çalışıyor mu Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Dikkate alacağım efendim.
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Hükümetlerin neyi yapacakları neyi
yapmayacakları, iktidarı oluşturan partilerin siyaset anlayışlarıyla yakından
bağlantılıdır. Mevcut İktidarın siyaset anlayışı ise, açıktır ve ortadadır. Oyu
vatandaştan almak; ama, vatandaşın, halkın vermediği oyla iktidar olmak,
milyonlara hizmet etmek yerine, bir avuç güç odaklarına kaynak aktararak
iktidarda kalmak ve bir avuç rantiyeci ve bir kısım medya patronundan razı
olmak, onların rızasını kazanmak. Siyaset anlayışı bu olan bir iktidarın ne
yaptığını ne yapmadığını, aslında, tartışmaya bile gerek yok.
Bu İktidarı ortaya çıkaran, halkın iradesi değildir; halkın vermediği
oylarla iktidar olmuşlardır; Anavatan Partisi, DSP, DTP, dışarıdan CHP destekli
bir azınlık hükümetidir. Hepinizin, 1995 seçimlerinde çıkardığınız milletvekili
sayısı, Mecliste hükümet kurmaya yetmemektedir; ama, bugün, iktidara nasıl
geldiğiniz herkesçe bilinmektedir. Rantiyecilerden ve bir kısım medya
patronlarından oluşan güç odaklarının desteğiyle, millî iradenin, seçim sandık
sonuçlarının çarpıtılmasıyla -sandık sonuçlarının ise nasıl çarpıtıldığı
ortadaydı- gerginlik ortamı yaratılarak... Gerginlik ortamı, sizi iktidar
yapmıştır. "Gerginliği biz oluşturmadık" diyorsunuz; ama, sizi
destekleyen rantiyeciler ve medya patronları oluşturdu; siz de onlara çanak
tuttunuz. Rantiyeciler, medya patronları, siyasetçi üçgenini tamamladınız.
Hani, hangi gerginlik, televizyon ekranlarındaki, gazete sayfalarındaki
gerginlik mi? O günlerde, sokaklarda huzur vardı; halkımızın arasında umut
vardı; memurlar, bugünkü gibi sokakta değildi, işçiler yürümüyordu,
Bağ-Kurlular ve emekliler feryat etmiyordu; esnaf, kesbikazancından memnundu;
köylü, çiftçi, son yılların en büyük desteğini, 54 üncü Hükümetten görmenin
coşkusu içerisindeydi; her şeyin düzelmekte olduğunu görüyordu, her şeyin
düzeleceğine inanıyordu ve geleceğe umutla bakıyordu; ama, gerginlik vardı;
çünkü, gerginliği yaratan aktörler vardı. Sayıları bir avuçtu; ama, güç
odaklarıydılar, başlarında rantiyeciler vardı, devlet hazinesini hortumlamaya
alışmışlardı; bankalardaki, devlete ait paraları, tekrar, devlete, yüzde 150
faizle vermek suretiyle, tatlı kârlar elde ediyorlardı. Tekelci piyasalar oluşturmuşlardı;
Anadolu sermayesinin tekelci yapılarını zorlamasından hoşlanmadılar, pazar
paylarına ortak olmalarından hoşlanmadılar; Refahyol Hükümetinin,
vergilendirilmeyen faiz gelirlerine yüzde 12 stopaj getirmesinden memnun
olmadılar; Refahyol İktidarının havuz sistemi getirmesinden, bankalardaki
devlet hesaplarını kontrol altına almasından rahatsız oldular, devlet parasıyla
devleti hortumlayamaz oldular.
Refahyol, devletin faiz giderlerini azaltmayı odak haline getirdi. Şubat
ayında faizler yüzde 83'e kadar düştü, enflasyon düzeyine kadar indi, devletin
parasıyla soydukları devleti, kendi paralarıyla bile hortumlayamaz oldular.
Diğer taraftan, önlerinde, iştahla bekledikleri elektrik santralları ve bilmem
daha nice ihaleler vardı.
Ne olduysa, tam ekonomik göstergelerin en iyi olduğu ayda, şubat ayında
oldu. Televizyon ekranları, gazete sayfaları suni gerginlik pompalamaya
başladılar. Sokaktaki umudu bir yana bıraktılar; bıkmadılar, usanmadılar,
aylarca irtica yaygaraları yaptılar. Dertleri, ne irticaydı aslında ne de
laikliği kurtarmaktı. Kendilerinin razı olacağı, kendilerinden de razı kalacak
bir İktidara ihtiyaçları vardı. Bunun için, üçgenin üçüncü ayağının
tamamlanması gerekiyordu, anayasal düzenin silah zoruyla değiştirilmesini dahi
dileyecek yayınlar yapıldığını hepiniz hatırlamaktasınız. Sonunda, olanlar
oldu, Meclisteki irade çarpıtıldı, dengeler değişti, 50'ye yakın milletvekili
parti değiştirdiler. basında, Meclis kulislerinde ve diğer siyasî kulislerde,
milletvekillerinin “5 milyon dolar bazen” falan ucuza gitti; 1,5 milyon “dolar
gibi laflarla” parti değiştirdiğine dair fısıltılar dolaşmaya başladı. Tenzih
ederim; dilerim olmamıştır.
Aslında, rantiyeciler ve birtakım medya patronları, kendi çıkarlarını
kovalıyorlar -bunu, yadırgayacak hiçbir şey yoktur- ama, üzücü olan,
Parlamentonun kötü bir sınav vermiş olmasıdır. Parlamentoda, millî iradenin
temsil edildiği bilinmelidir. Parlamento, millî iradeye sadakat sorumluluğu
altındadır. Parlamento, millî iradeye sahip çıkmalıydı; demokrasiyi, millî iradeyi
koruma konusunda, bütün partilerimizin dayanışma içerisinde olması gerekirdi;
olmadı...
Milletin vermediğini alma konusunda yeteneği olanlar önplana çıktılar o
günlerde. 12 Eylülün siyasî yasaklar döneminin, Türk siyasî hayatına armağan
ettiği Sayın Mesut Yılmaz, bu ortamdan yararlandı. (RP sıralarından alkışlar)
Demokrasi dışı eğilimlerin olduğu ortamlarda, her zaman, zaten prim yapmasını
bilmiştir.
Sonra, geçmişin "Güneş Motel" tecrübelerinin sahibi Sayın
Ecevit... Ne diyeyim; alışkanlıklar nüksetti aslında!.. (RP sıralarından
alkışlar) 55 inci Hükümetin kurulduğu 30 Haziranın o güzel havalarında, Orhan
Veli -bir şairi en iyi o anlar- bu hali, dizeleriyle çok güzel ifade etmiş:
İnsanı, o güzel havalar mahveder zaten,
Muhalefet görevinden böyle havalarda istifa edilir,
Belki, tütüne, böyle havalarda alışır insan,
Böyle havada aşık olur,
Eve, ekmek, tuz götürmeyi insan, böyle havalarda unutur,
Şiir yazma hastalığı, hep böyle havalarda nükseder,
Ve, hep bu güzel havalar mahveder zaten.
Ve, Sayın Cindoruk... Demokrasi mücadelesini en iyi bilen bir isim ve
politikacı; ama, fazla bir şey söylemek istemiyorum. Zaten, DTP iktidarda ha
var ha yok!.. neticede, ortaya, ANAP, DSP, DTP, dışarıdan CHP destekli bir
azınlık Hükümeti çıkmıştır. CHP dışarıdan destekçi, Hükümette, ortaklardan daha
etkili ve bütçenin ilk konuşmalarında değerli arkadaşımın ifade ettiği gibi,
aslına bakarsanız, CHP ideolojisi 1940'larda, 1960'larda, 1970'lerde nasıl
dayatıldıysa, bugün de dayatılmıştır. Bu dört parti, hepsi ayrı bir görüntüde;
ama, şu an, hepsi bir arada; 55 inci Hükümette bir araya gelmişler ve bu
Hükümette, bir arada icraat yapmaya çalışıyorlar. Bu tablodan, bu görüntüden
rahatsız olup olmadıklarını sormak istiyorum.
Nihayet, 55 inci Hükümet 30 Haziran 1997 günü kuruldu ve ertesi gün
irtica bitti. İrtica yaygarasını yapanlar, Türkiye'yi gerginlik ortamına
sürükleyenler, bu gerginlik ortamını da, yine kendi ekranlarında, yayınlarıyla
tasfiye etmesini bildiler.
Bu Hükümet işbaşına geldi; geldi de ne yaptı? Refahyol Hükümeti, malî
dengeleri kurmak için halkın refahını artırmak için kaynak arıyordu; Sayın
Yılmaz Hükümetinin ise, dağıtılacak kaynaklara ihtiyacı vardı; sonunda, halkın
sırtından kaynak devşirmeye başladı. Adaletli adaletsiz, halkın dayanma gücü
var yok, umurunda değildi ve işe zamlarla başladı. Benzine, mazota, tüpgaza,
gübreye zamlar yapıldı; tekrar zam yapıldı, tekrar zam yapıldı ve bu ürünlerin
fiyatı, beş ayda 2 katına çıkarıldı. Çaya, şekere her gün zam yapılmakta. İlk
günlerde, şok zamların yapıldığı günlerde “niçin zam yapıyorsun” diye
sorulduğunda, bazı sayın bakanlar "enflasyonu düşürmek için zam
yapıyoruz" diyorlardı. Son günlerde de, fiyatları dondurma lafı ediliyor.
Şimdi, yine, aynı Sayın Bakanlar "enflasyonu düşürmek için fiyatları
donduruyoruz" diyorlar. Önce, Hükümetin bir karar vermesi lazım;
enflasyonla mücadele etmek için fiyatları dondurmak mı lazım; yoksa, zam mı
yapmak lazım; ama, görünen odur ki, Hükümetin kafası karışık. Neye karar
vereceği, hangi tedbiri alacağını, âdeta, bilmezcesine davranıyor; ama, zam
yaparak da halkı eziyor, fiyatları dondurmak niyetiyle de, yine, kastı ve amacı
halkı ezmektir.
Enflasyon, bu Hükümet döneminde fırlamıştır. Temmuz ayı, Mesut Yılmaz
Hükümetinin birinci ayıdır; temmuz ayı enflasyonu, cumhuriyet tarihinin en
yüksek temmuz ayı enflasyonudur. Bu Hükümetin ikinci ayı, ağustos ayıdır;
ağustos ayı, cumhuriyet tarihinin en yüksek ağustos ayı enflasyonudur. Eylül,
ekim, kasım aylarında enflasyon patlamıştır ve neticede, hayat pahalılığı,
devraldıkları noktanın 20 puan üzerine çıkmıştır. Yüzde 78'le devraldıkları
enflasyon, bugün, yüzde 100'e dayanmıştır; ama, mutfaktaki enflasyon ve
mutfaktaki pahalılık daha da korkunçtur. Ekmekteki yıllık fiyat artışı yüzde
133, kıymada yüzde 132, salçada yüzde 205, çayda yüzde 157, şekerde yüzde 333,
tuzda yüzde 256, zeytinde yüzde 161 ve kuru fasulyede yüzde 203'tür. Korkunç
bir şekilde, fiyatları ikiye katlayan, üçe katlayan, mutfağı yangın yerine
çeviren bu İktidar, kaynak bulma ve kaynakları dağıtma uğruna halkı perişan
etmektedir.
Bu Hükümetin kaynak bulmak için oluşturduğu ikinci bir alansa, haksız,
vatandaşı ezen, dargelirli vatandaşların sırtına yüklenen vergilerdir.
Vergi reformundan bahsediliyor. Bu Hükümetin, şu ana kadar, vergilerle
ilgili yapmış olduğu düzenleme nedir; ilk yaptıkları iş, Akaryakıt Tüketim
Vergisini artırmak olmuştur. Benzinin, mazotun, tüpgazın üzerindeki fiyat
artışları, üzerindeki vergiler, geniş halk yığınlarından alınmaktadır,
vatandaştan alınmaktadır. Bu da, bütün temel gıda maddelerinin ve ürünlerin
fiyatlarını artırmaktadır; haksız, adaletsiz ve dargelirli halkın sırtına
vurulan bu vergiler, bu Hükümet döneminde artırılmıştır. Arkasından
"kesintisiz eğitime katkı" adı altında ilave vergiler vatandaşın
sırtına yüklenmiştir. Kesintisiz vergileri getirilmiştir. Her vergi
beyannamesinden, yıllık muhtasar, KDV beyannamesinden, SSK bildirimlerinden
kesintisiz vergisi alınmaktadır. Taşıt alımlarından kesintisiz vergisi
alınmaktadır; silah ruhsatlarından, av ruhsatlarından kesintisiz vergisi
alınmaktadır. Umut arayanların oynadığı spor loto, spor toto ve at yarışı gibi
oyunlardan da umut vergisi gibi, kesintisiz vergisi alınmaktadır.
Telefonlardan, sigaradan, alkollü alkolsüz içkilerden, tapu işlemlerinden ve
çiftçilerin kredi karşılığı yaptığı ipoteklerden "kesintisiz" adı
altında, haksız ve adaletsiz vergiler alınmaktadır.
Şu ana kadar, vergilerle ilgili yapmış oldukları düzenlemeler içerisinde
bir başkası daha var, o da, Gelir Vergisi dilimlerinin yeniden düzenlenmesi; 5
milyon lira olan ilk dilimi 7,5 milyon liraya çıkardılar; yani, yüzde 50
artırdılar. Hani, bunlar vergi oranlarını düşüreceklerd?... Enflasyonun yüzde
100 olduğu bir ortamda, vergi dilimlerinin yüzde 50 artırılması demek, alt
gelir gruplarına ait vergi oranlarının artırılması demektir. Ortada ne olduğu
bilinmeyen bir vergi reformu lafı dolaşıp duruyor ve bununla ilgili kırk tane
ayrı metin, kırk tane ayrı yorum var.
Evet, zamlar, vergiler yetmedi, bu Hükümet, rantiyeye, bulmak, kaynak
aktarabilmek amacıyla, memuru ezdi, emeklileri ezdi, işçileri ezdi, çiftçileri
ezdi, esnafı ezdi; tek bir amaç için, rantiyeye, bu hükümetin kurulmasına
destek sağlayanlara kaynak sağlamak amacıyla.
Memuru perişan ettiniz, mutfaktaki yangın yüzde 200'leri buldu. Bu ağır
enflasyon ortamında, 1996 yılının ikinci yarısı için yüzde 35 maaş artışı
verdiniz, enflasyonun altında bir maaş artışı verdiniz ve memuru, enflasyona
ezdirdiniz. Şimdi, 1998 yılının ilk yarısı için de vereceğiniz maaş artışının
yüzde 30 olduğunu söylüyorsunuz. Enflasyonun, fiyat artışlarının, mutfaktaki
yangının ayyuka çıktığı bir ortamda yüzde 30 maaş artışı demek, memurla alay
etmek demektir; ama, Hükümetin şu ana kadar yapmış olduğu şey de budur. Yüzde
30'luk maaş artışıyla ilgili oranın yetersiz olduğunun, Refah Partisi Grubu
olarak, dün akşam burada mücadelesini verdik. En azından 1998'in ilk yarısı
için yüzde 50 maaş artışı sağlanması için önergemizi verdik ve maalesef,
Hükümeti dışarıdan destekleyen CHP de bu önergeye destek vermedi...
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Siz niye hiç vermediniz?!.
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Ama, Refahyol Hükümeti, bir yıllık iktidarı
döneminde, memura, yüzde 131 maaş artışı sağlamıştır. O bir yıllık dönemde
enflasyon oranının yüzde 78 olduğunu düşünecek olursanız, memur maaşlarında
reel iyileştirme yapan iktidar, Refahyol İktidarıdır. (RP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar)
Bu Hükümet, sadece memuru değil, aynı zamanda emeklileri de perişan
etmiştir; feryatlarını dinlememektedir. Aslında umrunda değildir. Yine,
mutfaktaki bunca yangına rağmen, emeklilere, 1997'nin ikinci yarısında
verdikleri maaş artışı yüzde 35; 1998'in ilk yarısı için de yine yüzde 30.
Maalesef, bu konudaki Refah Partisinin gayretleri de, bu bütçe görüşmelerinde,
Hükümet ve destekçileri tarafından reddedilmiştir.
Fiyat artışlarının böylesine yüksek düzeylere ulaştığı bir ortamda,
emeklilerin, çok cüzi maaşla hayatlarını sürdürmeye çalışan bu insanların
maaşlarını reel anlamda azaltmak, onlarla alay etmek demektir, dertlerine ve
sıkıntılarına aldırış etmemek demektir; ama, bu aldırışsızlık, bu Hükümetin,
zaten, temel vasfı, temel özelliği olmuştur. (RP sıralarından alkışlar)
Refahyol Hükümeti, bir yıllık iktidarı döneminde, Bağ-Kur'luların
maaşlarında yüzde 311 artış yapmıştır; maaşlarda reel iyileştirmeler yapmıştır.
İşçi ve memur emeklilerinin maaş artışları da yüzde 120'nin üzerinde olmuştur.
Enflasyonun yüzde 78 olduğu bir ortamda, geçmiş yılların da telafisi amacıyla
memurların ve emeklilerin maaşlarında reel iyileştirmeler yapan Refahyol
Hükümetinden sonra, bugünkü 55 inci Hükümet, maalesef, memuru ezme ve yok etme
kararı almıştır; emekliyi ezme ve yok etme kararı almıştır. (RP sıralarından
alkışlar)
Aynı şekilde, bu yüksek enflasyon ateşi işçiyi de yakmış ve perişan
etmiştir. Refahyol döneminde, altı ayda, gürültüsüz, grevsiz, lokavtsız,
davullu zurnalı, huzur içerisinde toplusözleşmeler yapılmıştı. Bugün, işçi de
feryat ediyor; ama, onun feryadı da, maalesef, Hükümette makes bulmuyor.
Bu Hükümet, aynı zamanda, çiftçileri ve köylüleri de ezme kararını
açıkça ilan etmiştir. Mazota, gübreye yapılan zamlarla fiyatları iki katına
çıkarmak suretiyle, köylü, çiftçi perişan edilmiştir. Beş ay içerisinde
akaryakıt fiyatları yüzde 80'nin üzerinde artmıştır. DAP gübresi, 34 bin
liradan 62 bin liraya çıkarılmıştır.
Ziraî krediler, Refahyol döneminde yüzde 43 iken, bazı krediler yüzde
70'e, tohumluk krediler ise yüzde 118'e çıkarılmıştır.
Köylüyü ve çiftçiyi girdilere yapılan zamlarla perişan eden, ziraî kredi
faizlerine yapılan artışlarla perişan eden, ezme kararını ilan eden Hükümet,
çiftçinin derdine de, köylünün derdine de duyarsızdır; Ziraat Odalarının
feryatlarını da hiçbir zaman işitmemiştir.
Esnaf, yine, bu Hükümetin mağdurlarındandır, enflasyonun mağdurudur,
kesintisiz vergileri onları da vurmuştur. Çekler ve senetler, bugün, piyasada
protesto edilmektedir. Esnaf kredilerine yüzde 10'luk bir zam yapma hayali de,
yine, bu Hükümetin hayalleri arasında olmuştur.
Bütün bu ortam içerisinde, işçisiyle, memuruyla, emeklisiyle, çiftçisi,
köylüsü ve esnafıyla, bütün 63 milyon insanı perişan etme, ezme kararı vermiş
bir İktidar vardır.
Ziraat Odaları feryat ediyor, Hükümet aldırmıyor; işçi, İstanbul'dan
Ankara'ya yürüyor, Hükümet aldırmıyor, işçilerin ayak sesini duymuyor; ama,
postal sesleri Hükümete daha ilginç geliyor. (RP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar) Memurlar protesto ediyor, emekliler feryat ediyor ve Hükümet
yetkililerinin gelip de dertlerini dinlemeleri için DSİ salonunda bekliyor;
ama, maalesef, Hükümetten, İktidar kanadından hiç kimse, emeklilerin feryadını
dinlemek için gitme zahmetinde bulunmuyor.
SITKI CENGİL (Adana) – Cesaret yok, cesaret!..
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Ancak, bu Hükümet, halkı sadece ekonomik
olarak ezmemiştir. Bu Hükümet, aynı zamanda, halkın demokrasi, insan hakları,
fikir hürriyeti, din ve vicdan özgürlüğü, eğitim hakkını da kıskaca almıştır.
(RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Kesintisiz 8 yıllık eğitim adı altında, halkın dinî eğitim istekleri
baskı altına alınmıştır bu İktidar tarafından. (RP sıralarından alkışlar)
İmam-hatip okullarının orta kısımlarını kapatmışlardır, Kur'an
kurslarına gidişi zorlaştırmışlardır, engellemişlerdir ve bu konuda, halkın,
taleplerini siyasal karar mekanizmasına ulaştırmaması için, her türlü
antidemokratik engellemeyi ve baskıyı da uygulamışlardır, bütün mitingleri
yasaklamışlardır (RP sıralarından alkışlar) ve üstelik, kesintisiz 8 yıllık
eğitime "hayır" diyen vatandaşlara "yarasalar" diye hitap
etmekten asla incinmemiş, rahatsız olmamışlardır. Bir başbakan, fakiriyle
zenginiyle, dinlisiyle dinsiziyle bütün vatandaşların başbakanıdır; ancak,
Sayın Mesut Yılmaz'ın, vatandaşları, âdeta, farklı uçlara çekip, bir kısmını
"yarasalar" diye nitelendirmesi, vahim bir tablodur.
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sen konuşmayı anlayamamışsın Abdüllatif!..
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Kendi seçim bölgesinde, Rize'de, iki
vatandaş, "5+3; demokrasi istiyoruz" diye, işyerlerinin camına bir
kâğıt yapıştırdıkları için, altı ay hapis cezası almışlardır. Sayın Mesut
Yılmaz'ın Başbakan olduğu ülkede, Rize'de de demokrasiyi göremezsiniz,
Türkiye'de de tam anlamda demokrasi işlemez olur. (RP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar)
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Abdüllatif, sen de inanmıyorsun konuştuğuna!
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Bu sene, dinî eğitim veren kurumların orta
kısımlarını kapattınız; gelecek sene, Anadolu liselerini, kolejleri, meslek
okullarını kapatacaksınız ve okul kapatarak eğitim reformu yapmakta olduğunuzu
söylemek gibi bir garabetin içerisinde bulunacaksınız... (RP sıralarından
"Bravo" sesleri)
Uganda'daki eğitim sistemini Türkiye'ye getirmeye kalktınız. Bu 8 yıllık
kesintisizi kim istedi; Anavatan Partisinin programlarında mı var; hayır. Abant
belgelerinde mi var; hayır. Anavatan Partisinin bütün yazılı belgelerinde
"5+3" deniliyor ve maalesef, bu Genel Kurulda, kesintisiz 8 yıl
oylanırken, ben ANAP programına oy vereceğim, ben Abant belgelerindeki
ifadelere oy vereceğim diye kesintisize ret oyu veren kendi milletvekillerini
de partiden ihraç etmiştir! (RP sıralarından alkışlar)
Peki, bu kesintisizi halk mı istedi; hayır.
AYDIN TÜMEN (Ankara) – Evet.
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Türkiye'nin her tarafında, halkın, siyasal
taleplerini, siyasî karar organına iletmesini engellediniz; çünkü, o
taleplerden memnun değildiniz. O halde, ortada bir tek şey kalıyor. Sayın
Başbakan, bu kesintisiz 8 yıllık eğitimi siz mi istediniz?
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Erbakan istedi.
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Evet, bu kesintisiz 8 yıllık eğitimi Sayın
Başbakan istediler. Milletvekillerini ikna etmek için kullandıkları ifade
ortadaydı ve açıktı. Hangi gerekçeyle istediler; kendi ifadeleri belirgin,
"bunu çıkarmazsak iktidarda kalamayız" diyordu; yani, koltuğun bedeli
olarak_(RP sıralarından alkışlar) Üstelik, "Millî Güvenlik Kurulu
kararlarını ben almadım" diyorsunuz ve Millî Güvenlik Kurulu kararlarına
atıfta bulunuyorsunuz. İşte, temel yanlışınız da budur. Bunları, gelip bu
kürsüde de söylediniz. Millî Güvenlik Kurulu, Anayasada, kanunlarda çerçevesi
sınırlandırılmış, belirlenmiş bir kuruldur; ama, sizin mantalitenizde, sizin
anlayışınızda bu kurumlar da, Anayasadaki, kanunlardaki yetkilerin ötesinde
yetkilere sahiptirler.
1987 yılında merhum Turgut Özal'ın imza attığı Millî Güvenlik Kurulu
kararlarında da benzer birtakım tedbirler ve önlemler vardı; ama, Sayın Mesut
Yılmaz, bunları, iktidarı boyunca uygulamamıştır; çünkü, sorumluluk siyasî
iktidara aittir; çünkü, yetki, Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Siz, Meclis
Grubunuzdaki yetkiyi kesintisiz lehine kullanacaksınız, iktidarınızı kesintisiz
lehine kullanacaksınız, sonra, tavsiye niteliğindeki kararların altındaki
imzalardan bahsedeceksiniz... Baştan sona saptırma.
MAHMUT IŞIK (Sıvas) – Siz ne yaptınız?!.
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Evet, kesintisizi yaptınız, çıkardınız da
ne oldu; fakir köylü çocuklarının eğitim hakkını, eğitimde ilerlemesini
sınırlandırdınız. Altyapı yok, öğretmen yok, bir derslik bir öğretmenle 8
yıllık eğitim_
YALÇIN GÜRTAN (Samsun) – Hepsi var, hepsi_
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Bu çocukların, daha sonra, lise, üniversite
hayatına devam edebilmesi bile, intibak sağlayabilmesi bile mümkün değil. Bu,
köylü çocuklarını, eğitimde ilerletmemek için ortaya çıkarılmış bir mekanizma
olarak karşımızda durmaktadır ve 8 yıllık kesintisizle ilgili, başarısızlık
ifadeleriyle yüklü raporlar, devletin tepesinde elde ele dolaşıp durmaktadır.
Evet, bu Hükümet döneminde yaşanan hadiseler gerçekten ilginçtir ve
gariptir. Türkiye'de, düşüncenin, düşündüğünü yazmanın, düşündüğünü konuşmanın
bu kadar yoğun bir şekilde takip edildiği, yargılandığı ve cezalandırıldığı bir
dönem, son yıllar içerisinde görülmemiştir! (RP sıralarından alkışlar) Bu, bu
Hükümetle birlikte demokrasinin içerisine düştüğü durumu açık ve seçik
sergilemektedir. Düşünmek farklılık demektir; düşünmek zenginlik demektir;
baskı ve yasaklar, toplumu geriye götürür, toplumu yanlışlara doğru sürükler.
Bu zenginlikten ve toplumun gelişme, ileriye gitme düşüncelerinden ve ufkundan
ülkeyi geriye doğru çekmeye zorlamanın hiçbir anlamı yoktur ve maalesef, dünün
ilericileri, zaman değişmiştir, bugünün gericileri haline gelmişlerdir. (RP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Çeşitlilikten korkanlar, farklı düşüncelerden korkanlar, toplumda
düşünce zenginliğinden korkanlar, dün kendilerini ilerici diye
nitelendirenlerdir; ama, onlar, bugünün gericileri haline düşmüşlerdir; fakat,
gelişen ve ilerleyen Türkiye, bu gerici zihniyetleri de aşacaktır.
YALÇIN GÜRTAN (Samsun) – Sizi aştığı gibi...
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Üzücüdür; ancak, asıl üzücü olan,
Parlamento ve Hükümetin, ikide bir cumhuriyet için bir numaralı tehlike
listeleri hazırlayanlara, Kürtleri, solcuları, dincileri, demokratları
cumhuriyet için tehlikeli bulanlara, bu faili meçhul cinayetler, bu işkenceler,
bu baskılar, bu uyuşturucu kaçakçıları neden sizin tehlike listelerinizde yer
almıyor diyememesidir. (RP sıralarından alkışlar)
Maalesef, bu İktidar dönemiyle birlikte, inandığı gibi yaşama özgürlüğü
de insanlardan esirgenmeye başlanmıştır. Bazı üniversitelerde, başörtüsü
yasağı, eğitim hakkını engelleyecek derecede bir temel sorun haline
getirilmiştir. Beyazıt Meydanında öğrenciler toplanıyor; etraftan geçen
turistler ne oluyor diye soruyorlar; bizimkiler de "başörtüsüyle derslere
alınmadıkları için protesto ediyorlar, onun için burada toplanmışlar"
deyince, Batılı turistler bile, bunun ne olduğunu, ne biçim bir ülkeye
geldiklerini anlayamıyorlar. Türkiye'yi bu duruma düşürmeye hiç kimsenin hakkı
yoktur.
Bazı kamu kuruluşlarındaki başörtülüler, daire dışında bile takip
ediliyor. İnsanların fişlendiği bir dönem yaşıyoruz; ancak, başörtülüsü
başörtüsüzü, okullarda, üniversitelerde, derslerde ve dışarıda, bir arada, el
ele geziyor, arkadaşlık yapıyor; fakat, ne onların hocalarının ne de kendisini
ilerici ve aydın zanneden birtakım kalemşorların bu öğrencilerimizdeki
hoşgörüye bile sahip olamadığını görmek, elbette, üzücüdür ve Türkiye'nin
bugünleri aşması gerektiğinin açık bir göstergesidir.
Düşünceden, düşünce zenginliğinden, düşünceleri yazmaktan ve konuşmaktan
korkmayalım. Farklı yaşam biçimlerini, ülke için tehlike olarak görmeyelim.
Çankaya'yı, Hacı Bayram'ı, Şişli'yi, Fatih'i, Türkiye'nin dört bir yanını
dolaşalım, gezelim; çarşaflısıyla, mini eteklisiyle, değişik kıyafetleri,
değişik düşünceleri, değişik yaşam biçimleriyle insanlarımızı sevelim ve bu
farklılıkların toplum için bir zenginlik olduğunu görmeye çalışalım. (RP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Evet, Sayın Başbakan, Susurluk hadisesi ne oldu acaba? Bütün millet,
bunu soruyor sizden, ne oldu acaba diye. Muhalefetteyken "iktidarda olsam,
onbeş günde aydınlatırdım" dediniz; "elimde, bilgi var, belge var,
kaset var" dediniz, "Macaristan'da bana yumruk atan, çete
uzantısıdır" da dediniz; şimdi iktidardasınız... Şimdi ne diyorsunuz;
"elimde belge yok, kaset yok" diyorsunuz; "ben olayların yüzde
20'sini biliyorum, toplum yüzde 5'ini biliyor; istihbarattan bana bilgi
gelmiyor" diyorsunuz (RP sıralarından "o zaman istifa etsin"
sesleri) "elimden geleni yapmazsam, Başbakanlık bana haram olsun"
diyorsunuz.
Sayın Başbakan, Başbakanlığın size helal olduğunu kim söyledi?! (
RP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar)
Altı aydır elinizden hiçbir şey gelmemişse, altı aydır o koltukta
oturmak sizi rahatsız etmiyor mu?!
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Meclisi bakarak konuş! Doğru konuş! Sana
yakışmıyor! Ne biçim konuşuyorsun!
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Siz Meclis değil misiniz?!.
Türkiye'de insan hakları diye bir konu olduğunu, Sayın Başbakan, yine,
hatırlıyorlar mı?.. İnsan hakları diye bir konunun bulunup bulunmadığını Sayın
Başbakan ve Hükümet hatırlıyorlar mı acaba?..
Hatırladığınızdan eminim; çünkü, Sayın Başbakan, insan haklarıyla ilgili
demeçleri, yurtdışı seyahatlerine giderken, ayağı yerden kesildikten sonra
havada veriyor. (RP sıralarından alkışlar)
Hükümetin, ekonomik politikalarıyla, düşünce, inanç, fikir hürriyetiyle,
halkı ve geniş yığınları kıskaç altına aldığı açıktır, nettir ve sarihtir; ama,
diğer taraftan, birtakım kaynakları dağıtmaya devam ediyor ve dağıtmayla ilgili
hazırlıkları da sürdürüyor.
İşte, Sarıyer ormanları... Bir belde belediye başkanını transfer edeceksiniz,
arkasından, Sarıyer ormanlarını İstanbul merkez ilçe belediyelerinden birinin
elinden alıp, bu küçük belde belediyesine devredeceksiniz...
Diğer taraftan, bu Hükümete başından beri destek veren, her yapmış
oldukları yanlış icraata alkış tutan, bu sebepten dolayı da yanlışlıklarını
sürekli tahrik eden, artıran medyayı da memnun etmek gerekiyordu; işte, son
RTÜK hadiseleri ortada. RTÜK üyelerine yapılan baskılar... Parlamentoda
seçilmiş özerk bir kurumun üyelerine yapılan baskılar ve Başkanın istifa
etmesi... Arkasından Türkiye Büyük Millet Meclisine gönderilen kanun
tasarısı... Bu tasarı ne getiriyor:
1. Televizyon ve basınla ilgili faaliyet gösteren şirketlerdeki pay
sahiplerinin hisse sınırlandırılması kaldırılıyor. Hükümet öyle talep ediyor.
Aslına bakarsanız, Hükümetten de bu talebi, elbette ki, medya patronları
istiyorlar. (RP sıralarından alkışlar)
2. Birkısım medya patronlarına mahallî televizyonları alma imkânı
getiriyorlar.
3. Medya patronlarının devlet ihalelerine girme yasağını kaldırıyorlar.
Getirdiğiniz tasarı bu. Sizi, medya patronlarının devlet ihalelerine
girme yasağını kaldıran bir tasarıyı Türkiye Büyük Millet Meclisine göndermeye
sevk eden şey nedir, Hükümet bunun arkasında nasıl durabiliyor ve bu tablodan
hiç rahatsız olmuyor mu, sürekli merak etmişimdir.
Etibank, 185 milyon dolara ihale edilmişti; 30 milyon dolar daha düşük
bir fiyatla, 155 milyon dolara, bir medya patronuna verildi ve medya
patronlarına verilen 16 trilyon liralık teşvikler... Evet, sormak lazım, bu
Hükümet ne yapıyor, ne yapmak istiyor diye ve içimizden, ister istemez, diyet
mi ödüyorsunuz diye sormak geliyor.
Bu Hükümetin, bütün bu yaptıklarının dışında, bir başka icraatı da,
memur kıyımlarıdır. Merhum Turgut Özal'ın atadığı rektörler görevden alınıyor,
Hükümet seyrediyor. Memur kıyımları, Başbakanlıkta, Maliye Bakanlığında, bütün
bakanlıklarda, teamüllere uygun olmaksızın, devlet geleneklerine ve insafa
aykırı bir şekilde sürdürülmüştür. Sadece bürokratlar kıyıma uğratılmamış; aynı
zamanda, odacılar, şoförler, aşçılar, sürülmüş, işlerine son verilmiştir.
Kanserli bir hastanın ameliyat öncesinde işine son veren zihniyet, hangi
zihniyettir! İnsanların yaşama hakkına dahi uzanacak kadar bir kıyım
mekanizması ve mantalitesi, maalesef, bu Hükümetin ortaya çıkardığı bir
mantalitedir, bir mantıktır. Ancak, siz de çekip gidersiniz; ama, her zaman,
bırakmış olduğunuz kötü geleneklerle anılırsınız.
AHMET KABİL (Rize) – Erbakan gibi...
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Evet, bu, bütün yaptıklarınızla birlikte,
halk size ne diyor... Kamuoyu yoklamaları yapılıyor; Refah Partisi, bugün,
Türkiye'nin en büyük partisidir kamuoyu yoklamalarında.
AHMET KABİL (Rize) – Size göre...
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Sizin yaptırdığınız anketlerde de öyledir;
ama, hem bizim hem de sizin yaptırdığınız anketlerin tespit ettiği, belirlediği
bir şey var; Anavatan Partisi siliniyor, eriyor, yok oluyor. (RP sıralarından
alkışlar) İktidar partileri müthiş bir oy kaybı içerisindeler.
AHMET KABİL (Rize) – Rüya görüyorsun!..
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Anavatan Partisi yüzde 10'luk barajlar
düzeyinde dolaşıyor. Herhalde, hiç değilse bazı milletvekillerinin Meclise
gelebilmesi için, seçime giderken, umut ederiz barajları kaldırırsınız.
AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) – Bizim barajlarımız sağlamdır, sizinki gibi
su kaçırmaz.
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – İçeride oy kaybettikçe bu Hükümet ne
yapıyor; itibarı, oy istediklerinden değil, dışarıdan elde etmeye çalışıyor.
Almanya'ya gidiyor Sayın Başbakan ve istediğimizi elde ettik diyor. Medya da,
tabiî, her zamanki huyuyla, büyük manşetler halinde veriyor bunu. Sonunda,
Lüksemburg zirvesinde alınan kararlar hayal kırıklığı yaratmıştır. Türkiye,
Avrupa Birliğinin genişleme alanı içinde yok; Güney Kıbrıs var, eski demirperde
ülkeleri var; ama, Türkiye yok. Sürpriz değil. Avrupa Birliği, sadece ekonomik
bir topluluk değil tabiî, belli demokrasi normları var ve onu sende arıyorlar,
demokrasin kadar talep hakkı görüyorlar. Birini sınırlayarak öbürünün
sınırlarını aşmak mümkün değil; Hükümetin gördüğü de bu olsa gerek.
Arkasından, Amerika Birleşik Devletleri gezisi... Yine, medya, alkış
tutuyor, hiç yorulmadan, usanmadan ve sıkılmadan: "Clinton'dan büyük
destek, tam destek", "Bizi en iyi Amerika Birleşik Devletleri
anlıyor", "Yılmaz, istediğini aldı." Gazete sayfalarındaki
manşetler bunlar. Ne aldı?.. Sayın Yılmaz ile Clinton'un görüşmesinden sonra,
Sayın Başbakan, basın açıklamasını bile Başkanın Yardımcısıyla yapıyor.
Televizyonlara, kameralara karşı, sonra da diyor ki, görüşme süresi bilmem şu
kadardı, süre şu kadar aşıldı; Başkan üç defa uyarıldığı halde, şu kadar dakika
bizimle fazla görüştü... Bu, ne garip ruh halidir!.. Bu, ne garip ruh halidir,
anlayabilmek mümkün değil, övünülen, iftihar edilen üsluba bak! Gerçekten, bu
lafları Sayın Başbakan orada söylerken, burada, ben, televizyonlardan izlerken,
sırtımdan terledim.
AHMET KABİL (Rize) – Orası Kaddafi'nin çadırı değil.
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Bu ruh haliyle, Türkiye'yi, dışarıda,
acaba, nasıl temsil ediyorsunuz?
Sonuçta, Hükümet, Amerika Birleşik Devletlerinden ne aldı acaba diye
merak ettim; bütün haberleri taradım, benim tespit ettiklerim şunlar:
Türkiye insan hakları konusunda mesafe kaydetmeli diye, Amerika,
Türkiye'ye tavsiyede bulunmuş. (RP sıralarından "nasihatta bulunmuş"
sesleri) Nasihatta bulunmuş, evet.
"IMF ile görüşün, acı reçete konusundaki teknik bakışlarını
yumuşatsınlar" diye nasihatta bulunmuşlar.
"Kıbrıs ve Türk Yunan sorunlarının çözümüne, Türkiye yardımcı
olsun" diye, yine, nasihatta bulunulmuş; aslında, taviz istenmiş.
Parasını ödediğimiz helikopterleri vermediler.
"İnsan hakları konusunda somut ilerleme sağlarsanız, kongre
karşısında bizi güçlendirirsiniz" dediler.
Tekstilde, Türk ihracatçılarına getirilen sınırlamaları, kotaları
kaldırmadılar.
Heybeliada'daki ruhban okulunun yeniden öğrenime açılmasını talep
ettiler ve Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye'nin, Türkmen doğalgazının İran
üzerinden geçirilmesine ilişkin projesine karşı olduğunu söyledi.
Değerli arkadaşlarım, bu saydığımız maddeler içerisinden, Sayın
Yılmaz'ın Amerika Birleşik Devletlerinden ne aldığını çıkarabildiniz mi? (RP
sıralarından "hava aldı" sesleri) İstediği neydi de, neyi aldı? Hepsi
bu. Aldıkları, görünen odur ki, sadece nasihat. Yine, bütçenin ilk konuşmasında
Sayın Gül arkadaşımın ifade ettiği gibi, eğer nasihat almak için Amerika'ya
gidiyorsanız, oralara kadar gidip zahmet etmeyin; o nasihatı, zaten, her gün,
Mecliste biz veriyoruz. (RP sıralarından "Bravo" sesleri alkışlar)
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Nasihat mı veriyorsunuz!..
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Diğer taraftan, son İslam Konferansı
Toplantısı... Uzatmak istemiyorum; bir taraftan Doğu'da, bir taraftan Batı'da,
bu Hükümetin Türkiye'yi getirdiği nokta budur, açıktır ve nettir.
Türkiye'de demokrasiyi güçlendirmek için, insan haklarını, din ve vicdan
hürriyetini sağlam temellerde yükseltmek için, Türkiye'nin menfaatını içeride
ve dışarıda korumak için, bu Hükümetten Türkiye'nin kurtulması lazımdır! (RP
sıralarından alkışlar)
Şimdi, bütçeye geliyoruz. Bu bütçenin ne olduğunu çok kısa bir şekilde
özetlemek istiyorum. Hükümetin tercihlerinde...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika Sayın Şener; size de, konuşmanızı bitirmeniz için
süre vereceğim; lütfen tamamlayınız.
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Bir bütçedeki rakamların dağılımı,
hükümetin ne yapmak istediğini, ne yapmamak istediğini gösterir. Şimdi,
bakıyoruz; personel giderleri, 1997 bütçesinde yüzde 116 artmış, 1998
bütçesinde, bu Hükümetin bütçesinde, yüzde 66 artıyor. Gayri safî millî hâsıla
içerisindeki payına bakıyoruz; Refahyolun hazırladığı bütçede yüzde 7,2, bir
yıl önceki listede yüzde 6,5, bir yıl sonraki bütçede; yani, bu Hükümetin
bütçesinde de yüzde 7. Demek ki, 1997 bütçesinde, gayri safî millî hâsıla
içerisindeki payı itibariyle, ücretlilere en yüksek payı ayıran hükümet
Refahyol Hükümetidir. Refahyol Hükümetinin tercihi, memurlar ve emeklilerdir.
(RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bu Hükümet ise
"memura vermem, emekliye vermem" diyor; bütçe rakamı onu gösteriyor.
Diğer taraftan, yatırımlara bakıyoruz; 1997 yılı bütçesinde, Refahyolun
yaptığı bütçede yüzde 100'ün üzerinde artışlar var, bu Hükümetin yaptığı
bütçede ise yüzde 66. 300 trilyon liralık kesintisi yapılan yatırımı
çıkarırsanız, çok daha düşük. 1997 bütçesinde yatırımlara ayrılan pay, Refahyol
Hükümeti döneminde, gayrî safî millî hâsılaya oranı itibariyle, yüzde 2,1. Bir
önceki bütçede 1,6, bu Hükümetin bütçesinde yüzde 2. Demek ki, Refahyol
Hükümeti, bütçesinde "ben, yatırım yapacağım" demiştir. (RP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) "Benden önceki yılların
bütçesindekinden de fazla yatırım yapacağım, benden sonraki hükümetlerin
bütçesinden de daha fazla yatırım yapacağım" demiştir; ama, bu Hükümet,
bütün yatırımları azaltmıştır.
AHMET KABİL (Rize) – Ne yatırım yapmış?
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Bakın, kesintisize ayrılan yatırımları
çıktığınız zaman, tarıma yapılan yatırımlar, 1998 bütçesinde, reel anlamda
yüzde 34 azalmaktadır; madencilik yatırımları reel olarak yüzde 26
azalmaktadır; ulaştırma yatırımları reel olarak yüzde 38 azalmaktadır; turizm
yatırımları reel olarak yüzde 20 azalmaktadır; konut yatırımları reel olarak
yüzde 75 azalmaktadır; eğitime yapılan yatırımlar -kesintisizi
çıkarsanız-meslekî eğitimde reel olarak yüzde 26 azalmaktadır, kültürde, beden
eğitiminde de reel olarak yüzde 32, yüzde 35 azalmaktadır; sağlık yatırımları
reel olarak 10 azalmaktadır; içmesuları, köy altyapı, kanalizasyon gibi
yatırımlar reel olarak yüzde 25 azalmaktadır.
Bu Hükümet, bu bütçeyle "memura, emekliye vermem" diyor; bu
bütçeyle "yatırım yapmam" diyor ve diğer taraftan, diğer
transferlerde, tarım kesimine giden, esnafa giden transferlerde...
BAŞKAN – Lütfen, tamamlayın Sayın Şener.
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – ...gayri safî millî hâsıla içerisindeki
pay, bizim dönemimizde, 1997 bütçesinde yüzde 5,5'ken 3,4'e düşürülmüştür;
bizden önceki dönemde de 3,9 idi. Demek ki, biz "tarımı destekleriz,
esnafı destekleriz" dedik, bu Hükümet "tarımı desteklemem, esnafı
desteklemem" diyor. Neyi desteklerim diyor -bütçe rakamı ortada-
"rantiyecileri desteklerim" diyor. (RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Şener, lütfen...
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – İki cümleyle tamamlayacağım Sayın Başkan.
Faiz ödemelerinin bizden önceki bütçede, yani, 1996 bütçesinde gayri
safî millî hâsılaya oranı yüzde 10'du; biz, yüzde 8'e düşürdük, bu Hükümet,
bunu yüzde 12'ye çıkardı ve bütçe içerisindeki payı itibariyle bizden önce
yüzde 38'di, 1997 bütçesinde yüzde 28'e düşürüldü; bu Hükümet yüzde 40'a
çıkardı ve 5,9 katrilyon faiz ödeyecek.
Sayın bakanlar, sürekli "bu faizlerin büyük bir kısmı, 1997'den
devredilen faizlerdir" diyorlar. Evet, büyük bir kısmı 1997'den devredilen
faizlerdir; ama, bunun 3,5 katrilyonu, 1997'den, sizin döneminizdeki
borçlanmanın devreden faizleridir. (RP sıralarından alkışlar)
REFİK ARAS (İstanbul) – Hiç alakası yok!..
BAŞKAN – Lütfen, konuşmanızı tamamlayın; süreniz bitiyor.
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Maalesef, borçlanmanın azaltılmasıyla
ilgili maddeyi, değerli bildiğim bazı arkadaşlarım da, dün, buradan, tebrik
ederek ifade ettiler.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Şener, sürenizi 5 dakika aştınız; lütfen... Bu olanağı en
çok size verdim; lütfen, konuşmanızı tamamlayın efendim.
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Müsaade ederseniz, 2 dakikada tamamlayayım
efendim.
BAŞKAN – Yok, lütfen... 1 dakika eksüre veriyorum; lütfen, tamamlayın...
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bu Hükümet, borçlanmaya
sınır getirmiş değil; karşımıza karışık bir maddeyle çıkmıştır. Bu Hükümetin
programında, 1998 yılında kaç lira borçlanılacağı yazıyor; 12 katrilyon lira...
O madde, bu Hükümete, 12 katrilyon liranın üzerinde borçlanma imkânı sağlayan
bir maddedir; dolayısıyla, rantiyecilere kaynak aktaran bir Hükümet var, bir
İktidar var; memuru ezen, emekliyi ezen, çiftçiyi ezen, esnafı ezen bir Hükümet
ve bütçesi vardır.
Hepinize saygılar sunuyorum. (RP ve DYP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar)
BAŞKAN – Refah Partisi Grubu adına konuşan, Sıvas Milletvekili Sayın
Abdüllatif Şener'e teşekkür ediyorum.
Söz sırası, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Genel Başkan, Antalya
Milletvekili Sayın Deniz Baykal'da!
Buyurun Sayın Baykal. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)
CHP GRUBU ADINA DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri, sevgili vatandaşlarım; hepinizi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
ve şahsım adına, içten sevgilerle, saygılarla selamlıyorum.
Bugün, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, son seçimlerden sonraki
oluşumundan bu yana, günü gününe iki yıllık bir sürenin tamamlandığı gün. Bu
Parlamentonun arkasında, tam iki yıllık bir dönem var. Türkiye Büyük Millet
Meclisinin önünde, iki yıl önce seçimlere giderken Türkiye'nin hangi sorunları
çözüm bekliyordu, bugün -iki yıl sonra- üç hükümet denendikten sonra geldiğimiz
aşamada, Türkiye'nin önünde hangi sorunlar duruyor; bütçe görüşmesi, herhalde,
böyle bir muhasebenin çıkarılması için, bir fırsat olarak düşünülmelidir.
Bütçe vesilesiyle, siyasî partilerin, birbirleriyle olan tartışmalarını
ortaya koymaları, doğal karşılanmalıdır. Siyasetin tabiatında, böyle bir
çekişme, rekabet, kaçınılmaz olarak vardır; ama, Türkiye'nin içinde bulunduğu
durum, karşı karşıya bulunduğu bu sorunlar, öyle zannediyorum ki, böylesine bir
siyasî rekabet anlayışının etkisi altında durum değerlendirme şansından bizi
yoksun bırakmaktadır. İçinde bulunduğumuz durum, özel bir durumdur, ciddî bir
durumdur. O nedenle, sen ben kavgasının, sıradan bir iktidar çekişmesinin, bir
sandalye kavgasının temel anlayışı içinde, Türkiye'nin konularının,
sorunlarının ele alınıp çözülebileceğini zannetmiyorum. Türkiye tarihinin ciddî
bir dönüm noktasında olduğumuz çok açıkça gözüküyor; bu dönüm noktasının
hepimize yüklediği görevleri ve sorumlulukları, en demokratik bir tartışma
içinden geçerek ortaya koymak gibi bir sorumlulukla karşı karşıyayız. Türkiye
Büyük Millet Meclisi, bu görevi yerine getirmekle yükümlü olan temel devlet
organıdır. Siyasetin amacı budur. Siyaset, elbette, bir iktidar-muhalefet
çekişmesidir; ama, bütün bunların ötesinde, Türkiye'nin temel sorunlarının nasıl
tartışılacağının ortaya konulacağı platformlardır. Bu yönüyle de, bu
tartışmaları değerlendirme ihtiyacımız vardır.
Değerli arkadaşlarım, her vesileyle ifade ettiğim bir kanaatimi tekrar
ifade ederek, konunun içine girmek istiyorum. Bugün, Türkiye, çok büyük bir
ekonomik sorunla karşı karşıyadır. Türkiye'nin, sadece ekonomik sorunu yok; her
alanda sorunlarımız var; sosyal sorunlarımız var, dışpolitika sorunlarımız var,
siyasal çekişmelerimiz var. Türkiye'nin içinde, çeşitli toplum kesimlerinin
karşılıklı ilişkilerini sıkıntıya sokan, ekonomik, kültürel, ideolojik
ayrışmalar var. Bütün bunlar, elbette, büyük önem taşıyan konular.
Toplumumuzun her kesiminin büyük talepleri var; ama, şunu çok iyi
bilmeliyiz ki, bütün bu sorunların gelip noktalandığı bir ana noktayı
arıyorsak, İskender'in kılıcının kesmesi gereken düğümü arıyorsak, o düğüm,
ekonomidir, enflasyondur. Türkiye, enflasyon sorununun çözülmesi için sahip
olduğu zaman sınırının, artık, en son aşamalarına gelmeye başlamıştır. Bu
noktada, bir ihmalin, tereddütün daha da devam etmesi, Türkiye'yi çok daha
derin sorunlarla karşı karşıya bırakabilecektir. O nedenle, önümüzde duran
temel konu budur; iki yıl önce de bu idi, iki yıl sonra buraya geleceğimiz
görülebilir idi; şu anda da, bu olmaya devam ediyor. Önümüzdeki günlerde, bu
konudaki çözümsüzlüğün Türkiye'yi getireceği noktalar, tahmin ettiğimizden çok
daha büyük sıkıntılarla bizi karşı karşıya bırakabilir. Bunu, temel nokta
olarak görüyorum.
Bir siyasî heyetin başarısı -bunu sadece Hükümetler için söylemiyorum;
Parlamento olarak, hatta rejim olarak düşünüyorum- bir siyaset sisteminin
başarısı, Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı bu sorunu çözmedeki başarısıyla
ölçülür. Bu konuyu çözmeden, başka alanlarda durumu idare etme ve çeşitli
iddialar ortaya atma yaklaşımının hiçbir inandırıcılığı, kalıcılığı, ciddiyeti
yoktur. Türkiye'de, artık, bu, bir siyasî tartışma konusu olmaktan öteye
geçmiştir.
Değerli arkadaşlarım, geride bıraktığımız iki yıl, Türkiye'nin, bu
sorunu, kavrama ve çözme konusundaki iradesini, ne yazık ki, ortaya koyamadığı
bir dönem olmuştur. Şu anda dahi, bu sorunun en son sıkıntılı noktalarına
geldiğimiz şu dönemlerde dahi, Türkiye, içinde bulunduğumuz durumu hangi
kriterlerle değerlendireceğiz, hangi kriterlerle ölçeceğiz; bunun kararını dahi
alabilmiş gibi gözükmüyor. Bu, elbette, kaygı verici bir görüntüdür.
Açık gerçek şudur ki, Türkiye'de enflasyon, bu iki yıl içinde kontrol
altına alınamamıştır. Elbette, bu iki yılın siyasî sorumluluğu olarak bunu
söylemiyorum; ama, bunun, iki yıldır kontrol altına alınamaması, tartışma
götürmez bir biçimde, bu iki yılın siyasî sorumluluk taşımış olan heyetlerinin
karnesinde yerini almıştır. O nedenle "biz sizden iyiyiz, siz bizden daha
kötüsünüz" tartışmasının hiçbir anlamı yoktur.
Şimdi, 1997 bütçesinin sonundayız, 1998 bütçesini konuşuyoruz. 1997
yılı, bu açıdan kötü bir yıl olmuştur, iyi bir yıl olmamıştır. 1997 yılı içinde
sorumluluk üstlenmiş her iki hükümet için de kötü bir yıl olmuştur; hangisinin
hangisinden daha kötü olduğu tartışmasının bizi ilgilendiren hiçbir tarafı
yoktur. Türkiye, ne yazık ki, 1997 yılı içinde sorumluluk üstlenmiş hükümetleri
aracılığıyla karşı karşıya bulunduğu bu temel sorunu aşmaya yönelik bir
politikayı ortaya koyamamıştır. 1997 yılının ikinci yarısı, bu açıdan,
toplumumuzda yaratılan umutların kaybolduğu bir dönem olmuştur. 1997'nin ikinci
yarısında sorumluluk üstlenmiş olan ekibin, heyetin, bu noktanın gereğini
yerine getireceği umudu, inancı, toplumumuzda ve dış dünyada çok yaygın bir
şekilde paylaşılıyordu; hepimiz, bu umut ve anlayış içerisindeydik. Bir çözüm
hükümeti olacakları iddiasıyla yola çıkıyorlardı ve bu iddiayı
gerçekleştireceklerini bekliyorduk. Bu anlayışla, bu konuda yardımcı olacak iyi
niyetli kadrolar oluşturdular, buna yönelik ciddî taahhütler söylediler, bir
büyük umut oluşturuldu; ama, altı ay sonra geldiğimiz nokta, bu umudun
kaybolduğu noktadır. Bunu tespit etmekten hiç mutluluk duymuyorum; ama, bu
tespiti yapmak zorunda olduğumuzu herkesin kabul etmesini bekliyorum.(CHP
sıralarından alkışlar) Kimse kabahati örtmeye kalkmasın, kimse sorumluluktan
kaçmaya kalkmasın. Çok açıktır ki, altı ay israf edilmiştir.
Daha önceki dönem de yanlıştı. Türkiye, bu konunun gereğini, önemini,
önceliğini, yakıcılığını, aciliyetini kavrayamamış gibi davranıyordu; durum,
olmayacak yaklaşımlarla idare ediliyordu ve son altı ayda da... Haydi o dönemin
kendine özgü nitelikleri böyle bir yaklaşıma neden oldu; şimdi burada "bu
işi bilen insanlar geldi, gereğini yapacak" denilirken, maalesef umutlar
kaybolmuştur.
Bunu, bir siyasî değerlendirme olarak söylemiyorum; rakamlar ortada,
gerçek ortada.Türkiye, 1997 yılının birinci altı ayının sonunda yüzde 75,6'lık
bir toptan eşya fiyatı endeksi artışıyla karşı karşıya iken, 1997 yılının
sonunda, altı ay sonra, yüzde 92'lik ve TÜFE'de tüketici fiyatlarında, yüzde
95'lik bir fiyat artışıyla karşı karşıya gelmiştir. Yani, bunun bir başarı
olarak kabul edilecek tarafı var mıdır; bunun makul bir gerekçesi var mıdır;
Türkiye'nin koşulları, dünyanın koşulları bakımından böyle bir enflasyonu
kaçınılmaz kılacak, zorunlu kılacak bir unsur mu vardır; hiçbir şey yoktur, hiç
bir şey yoktur; olay, yanlış ekonomi yönlendirmenin bir sonucu olarak ortaya
çıkmıştır ve Türkiye'de enflasyon 20 puanın üzerinde altı aylık dönemde hız
kazanmıştır. Bu, bir başarı mıdır?
Türkiye'nin borçlanma temposu bu altı aylık dönemde artmıştır. Türkiye,
1997'nin temmuz ayından ağustos ayına kadar altı aylık dönemde, ondan önceki
bir yılda borçlandığı kadar borçlanmıştır. Şu anda, Türkiye'nin içborç stoku, 6
katrilyon 250 trilyondur; bu 6 katrilyon 250 trilyonun 2 katrilyonu altı ayda
yapılmıştır, bu Hükümet yapmıştır; öbür 2 katrilyonunu da, Refahyol Hükümeti
bir yıllık döneminde yapmıştır. Bunun bir başarı olarak söylenecek tarafı yok
ki!.. Borçlanmanın faizi artmıştır, süresi daralmıştır. Daha iki gün önce
yapılan borçlanmanın faizi, yüzde 137 olarak gerçekleşmiştir; daha iki gün
önce, yüzde 137 ile borçlanma yapılmıştır.
Türkiye'de, 1997'nin ikinci yarısında faiz dışı bütçe açık vermeye
başlamıştır; yani, Türkiye, 1997'nin ikinci yarısında, sadece borç faizlerini
ödemek için değil, ekonomik çarkı çevirebilmek için, günlük hayatı
sürdürebilmek için de borçlanır hale gelmeye başlamıştır; bu, sevindirici bir
tablo sayılabilir mi?!.. Enflasyon hızlanıyor, borçlanma hızlanıyor, borç yükü
artıyor, ekonomi giderek sıkışıyor...
Değerli arkadaşlarım, bakınız, sadece bu Hükümet dönemi için
söylemiyorum; karşı karşıya bulunduğumuz tabloyu doğru anlamamıza yardımcı olur
diye söylüyorum: Türkiye, 83 milyar dolarlık dışborcu olan bir ülke; içborcumuz
32-33 milyar dolar civarında; yani, aşağı yukarı, dışborcumuz, içborcumuzun 3
katına yakın. Dışborçlarımızı bir yıl çevirebilmek için ödediğimiz faiz, 1998
yılında 570 trilyon olacak. Yani, 83 milyar dolarlık dışborcu bir yıl idare
edebilmek için, 570 trilyon faiz ödeyeceğiz. Peki, onun üçte 1'i civarında olan
32-33 milyar dolarlık içborcumuzu yıl idare edebilmek için ne kadar faiz
ödeyeceğiz; 5 katrilyon 530 trilyon faiz ödeyeceğiz. Yani, üçte 1'i olan
içborcun faizi, 3 katı olan dışborcun faizinin 10 katı civarında. Peki, acaba
biz, dışborcu çok mu ucuz alıyoruz da, içborcumuzla arada bu kadar büyük faiz
farkı var; ne münasebet, hiç de ucuz almıyoruz. Peki, içborcun bu kadar yüksek
faizinin olması ne demek; dünyada hangi ülke, uluslararası faiz oranlarının bu
kadar üzerinde bir borçlanmayla ayakta kalabilir, bu kanamaya nasıl tahammül
edebilir; sorunun özü budur. Türkiye, dışborcunun 10 katı faiz ödeyerek,
içborçlanma yapabiliyorsa, bu ekonominin ayakta kalması elbette çok güçtür.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye, bu sorunları, geride bıraktığımız altı
aylık dönemde, bu Hükümet döneminde, ne yazık ki, rayına oturtamamıştır, doğru
teşhis edememiştir, gereken önlemleri cesaretle ortaya koyamamıştır, o
önlemleri uygulama kararını alamamıştır ve bu sorunun çözüleceğine yönelik umut
hızla kaybolmaya başlamıştır. Dikkatinizi çekerim, bu bütçenin Plan ve Bütçe
Komisyonuna verildiği anla, Genel Kurulda görüşmeyi gerçekleştirdiğimiz şu son
gün arasındaki ekonomi moodunun, ekonomi psikolojisinin, ekonomi moralinin
Türkiye'de nereden nereye geldiğine bir bakınız, durumu daha iyi anlamaya
başlarsınız. Bu işler, temelsiz moral enjekte ederek, aşırı propaganda
gayretleri ve iyimserlik yaratma çabalarıyla yönlendirilmez. Elbette, bunların
bir rolü vardır; ama, temelde bir şey olacak, bir politika koyacaksınız, bir
teşhis koyacaksınız, bir çare uygulamaya başlayacaksınız, özünü, kökünü
tutacaksınız; morali, onun üzerine yükseltirseniz bunun bir anlamı olur.
Özünde, kökünde hiçbir şey yoksa, moralle bir süre gidersiniz, onun yerine
derin bir hayal kırıklığı ortaya çıkmaya başlar; bugün, geldiğimiz nokta budur.
Eğer, bu Hükümetin enflasyon sorununu çözeceğine inanarak bu Hükümet içerisinde
sorumluluk üstlenmiş olan seçkin ekonomi yöneticileri, bir noktada "al
aptesini ver pabucumu, ben, ayrılıyorum bu işten" deme konumuna
gelmişlerse, bunun, bir anlamı olmak gerekir. Eğer, aylardır, hâlâ, IMF
kapısında, işte, konuştuk, konuşuyoruz; yapacağız, edeceğiz diye, müzakereler
sürüp gittiği halde, iş, bir kronik çıkmaza doğru gidiyor görüntüsünü vermeye
başlamışsa, bu noktaya geldikten sonra, hâlâ ciddî bir program ortaya
konulamamışsa, geleceğe yönelik bir umut besleme imkânı var mıdır?! Bu, sadece,
içteki siyasetçilerin değil, iyi niyetli dış gözlemcilerin de teşhisi olmaya
başlamıştır. Kısa bir süre önce The Economist'in son sayısında, bu Hükümetin
-Sayın Yılmaz Hükümetinin- popülist bir çizgiye girmekte olduğu teşhisi, ciddî
bir gözlem olarak ifade ediliyordu. Türkiye'ye çok sıcak yaklaşan Wall Street Journal'ın,
yine, bir süre önce, bu Hükümetin popülizm batağına doğru sürüklenmekte olduğu
teşhisi, bu Hükümet için ve herkes için bir uyarı olarak değerlendirilmelidir.
Bugün, Sayın Rüşdü Saracoğlu'nun, bu Hükümetin, artık, kaçınılmaz bir
karar noktasına doğru gelmekte olduğuna, popülizm ile ciddî davranma
konusundaki son fırsatla karşı karşıya bulunduğuna ilişkin başyazısını da, bir
ANAP milletvekili olarak, sorumlulukla ortaya atılmış bir değerlendirme olarak
görüyorum. Tablo bu...
Değerli arkadaşlarım, yılın sonuna geliyoruz. 1998 yılı ekonomi
politikasını yönlendircek ciddî bir program ortada yok, bir istikrar programı
yok, Maliye Bakanlığınca yapılması gereken bir harcama programı yok, Hazine
tarafından hazırlanması gereken bir borçlanma programı yok, 1998 yılıyla ilgili
Merkez Bankası tarafından ortaya konulması gereken para programı yok; bunlar
arasında nasıl bir uyumun ortaya çıkacağıyla ilgili ortada hiçbir şey yok.
Yavaş yavaş moral bozuluyor, bu moral bozukluğu da, ekonomiye, borsaya, iç ve
dış ekonomik çevrelere yansıyor. Bu gidiş, iyi bir gidiş değildir ve bu gidişin
başka hiçbir sorumlusu yoktur. Bu, doğrudan, Hükümetin kendi sorumluluğu
altında ortaya çıkmış olan bir olaydır ve altında yatan da, cesaret
eksikliğidir, teşhis koymada, tedavî uygulamada cesaret eksikliğidir; Türkiye
sorunlarının, ekonomik sorunlarının çözümü için gereken ciddî yaklaşımı ortaya
koyma konusunda kendisini gösteren ürkeklik, çekingenlik ve kararsızlıktır; bu,
Türkiye'nin talihsizliği olmuştur.
Bu Hükümetin "ben, bir çözüm hükümeti olacağım" diye yola
çıktıktan sonra, altı ayı geride bıraktığı halde, rakamlar bu olumsuz gidişi
kanıtlarken, hâlâ, ciddî bir kararlılık içerisine girememiş olması, ülkenin
geleceği açısından da, bu Hükümetin geleceği açısından da, kesinlikle, umut
verici bir tablo oluşturmuyor.
Değerli arkadaşlarım, bu manzara, enflasyonun önümüzdeki yıl içinde
kontrol edilebilir olmaktan, hedeflenen biçimde bir denetim altına alınmış bir
enflasyon tablosunun oluşturulacağı umudundan hepimizi uzaklaştırmaktadır.
Bakınız, bu, iyiniyetle hazırlanmış bir bütçe, hiç kuşku yok; ama, bu
bütçenin iyiniyetle hazırlanmış olmasının, onun, gerçekten, Türkiye'nin
enflasyon sorunu karşısında bir ilaç olması anlamına gelmediğini görüyoruz.
Nereden görüyoruz... Düşününüz, bu bütçe, 1997 yılının revize rakamlarını
varsayım olarak kabul ederek yola çıktı ve 1997 yılının revize enflasyon
tahmini, TEFE olarak, yüzde 86,3; 1997 yılının realize edilecek olan,
gerçekleşecek olan enflasyon rakamı, yüzde 92'nin üzerinde. 6 puan temeli şaştı
bu bütçenin, 6 puan şaştı; hassas dengelere göre kurulan bir bütçe. Bu bütçe
hazırlanırken, bu bütçenin öngördüğü borçlanma faiz oranı ne idi; daha iki gün
önce TÜFE X uygulamasıyla ortaya çıkan borçlanma faizi nedir; yüzde 137'nin
üzerinde, yüzde 137,1'lik bir borçlanmayı daha dün yaptık. Diyoruz ki,
"1998 yılında enflasyon ortalama olarak yüzde 50 olacak, yıl sonu yüzde 64
olacak" ama, yüzde 137'yle biz şimdi resmen borçlanıyoruz; yani, yüzde 87
reel faiz mi veriyoruz; bu ne zenginlik, bu ne güç... Yüzde 137'yle borçlanıp,
enflasyonu yıl sonu itibariyle yüzde 64'e, ortalama olarak yüzde 50'ye indirmek
mümkün olabilir mi?
Bu bütçenin 1998 yılı için dolar varsayımı neydi; 240 bin lira. Bugün
gazetelerde var, işadamlarına sormuşlar "üç ay sonrası için dolar
varsayımınız ne?"; 250 bin liraya kadar çıkıyorlar. İstanbul'daki
işadamları, mart sonu itibariyle "230 bin ve 250 bin lira arası" diye
dolar tahmini yapıyorlar. Dolar tahmini daha şimdiden şaşmaya başladı, dolar
203 bin liraya geldi. Dolar tutmayacak; varsayım olarak kabul ettiğiniz
enflasyon hızı, devraldığınız enflasyon hızı tutmayacak; borçlanma faiziyle
ilgili varsayımlarınız allak bullak olacak ve siz bu bütçeyle bu işi
çevireceğinizi düşüneceksiniz, iddia edeceksiniz!..
Değerli arkadaşlarım, bu bütçenin 1998 yılı içinde 6,250 katrilyondan 11
katrilyona çıkacak olan borçlanmasını, 5 katrilyonluk bir faizle çevireceği
kabul edilmiş. 5 katrilyon değil, 7 katrilyon olursa her şey allak bullak olur.
Değerli arkadaşlarım, bu bütçeyle ilgili olarak bu gözlemlerimi söylemek
istiyorum. Daha yıla girmedik, daha 1997 tamamlanmadı; ama, bu bütçeye olan
güven, bu bütçenin inandırıcılığı, bu bütçenin hesabı kitabı daha şimdiden
şaşmaya başladı. Bu bütçe hazırlanırken, KİT fiyatlarının bastırılacağını dikkate
aldı mı bu bütçe uzmanları, bütçeyi hazırlayan teknisyenler; onlara böyle mi
işaret verildi; KİT mallarına zam yapılmayacak, ona göre hesabınızı kitabınızı
yapın mı denildi; hayır, ne münasebet!.. E, peki, KİT mallarının fiyatları
durdurulunca, ne olacak bütçelerin dengeleri, hesabı?! Bütün bunları, bu konuda
başınızı ağrıtmak için söylemiyorum; ama, bu bütçeye kimse bel bağlamasın; onu
söylemek için bunları ifade ediyorum. Bu bütçenin, kendiliğinden bu işi
çözeceğini kimse zannetmesin. Bir ciddî istikrar programına ihtiyaç var.
İstikrar programı da, Sayın Güneş Taner'in bilgisayarındaki kalkınma hızı,
hedefleri, enflasyon varsayımlarıyla ortaya çıkmaz. İstikrar programı, hangi
hedeflere hangi politikalarla, nasıl ulaşılacağı konusunda, ciddî siyasî, ekonomik
değerlendirmeleri gerektirir. Hangi politikalar uygulanacak; bunları, daha
bilemiyoruz.
Bu bütçe hazırlanırken, bir vergi varsayımı vardı. Vergi reformu, geride
bıraktığımız günler içinde, niteliğini kaybetti, önemini kaybetti. Bu bütçenin
altında, Türkiye'nin dışarıdan önemli miktarda dışyardım alacağı varsayımı
vardı. Hâlâ bu umut gerçekleşmedi; gerçekleşip gerçekleşmeyeceği belli değil. O
nedenle, durum ciddîdir, durum ağırdır. Türkiye, çok tehlikeli bir bunalımla
karşı karşıyadır. Her an, her türlü olumsuz gelişmeye açık bir noktada
duruyoruz. Türkiye, çok kırılgan bir ekonomik konjonktürü yaşamaktadır. Bütün
bunların gerektirdiği kararlılığı ve ciddiyeti, Hükümette görmek istiyoruz; şu
ana kadar bunu görememiş olmaktan da, büyük üzüntü duyuyoruz.
Türkiye'deki bu tablo, toplumun iç ilişkilerini ve iç gerginliğini, çok
ciddî şekilde artırmaya başlamıştır. Gelir dağılımı, bu dönem içinde, çok
tehlikeli bir çarpıklaşmanın içine girmiştir. Çeşitli toplum kesimleri, giderek
artan bir tedirginliğin içine sürüklenmektedir. Emekli işçiler, bir süre önce
-hep birlikte izledik- bir büyük isyanı yaşama noktasına geldiler. Türkiye'de,
memur yürüyor, işçi yürüyor; çeşitli toplum kesimleri, çok ciddî
rahatsızlıklar, tıkanıklıklar yaşıyorlar. Hükümetin, enflasyonla mücadele
karşısında ciddî bir kararlılığı sergileyemediği, öyle bir karalılık olmadığı
halde, enflasyonla mücadele ediyorum diye, gelip geçici, palyatif önlemleri,
sosyal devleti tahrip etmek için, sosyal güvenceleri ortadan kaldırmak için
almaya başladığı düşünülecek olursa, karşı karşıya bulunduğumuz tablonun
ciddiyeti, çok daha açık bir biçimde ortaya çıkar.
Enflasyonla mücadele için ciddî, köklü önlemler alınmazken, toplumsal
ilişkileri sarsacak, ciddî olumsuzluklara yol açacak yanlışlıklar birbiri
ardından ortaya konuluyor; sosyal devlet tahrip ediliyor, çalışan kesimlerin
güvenceleri ortadan kaldırılıyor. En radikal enflasyonla mücadele programı
bile, bir sosyal neti, bir sosyal ağı, yukarıda, ipin üzerinde yürümekte olan
insanların altına gerer, onların altına düşemeyeceği bir asgarî güvenlik
düzeyini garanti altına almaya çalışır. Böyle bir kaygı, ne yazık ki, bu
Hükümette kaybolmuştur. Çok rahatlıkla, birtakım önlemler, birbiri ardından
alınmakta ve sıkıntı, daha da yaygınlaştırılmaktadır.
Eğitim, paralı hale gelmeye hızla devam ediyor. Sağlık, giderek artan
bir biçimde paralı olmaya devam ediyor. Sosyal güvenlik, anlamını, değerini
hızla kaybediyor. Devlet hastanelerinde dahi para ödemeden tedavi olma olanağı
tümüyle kalkmışa benziyor. Çeşitli sosyal güvenlik kuruluşlarının sağladığı
güvencenin hiçbir anlamı kalmamıştır. Bağ-Kur'un bir anlamı yoktur; esnaf,
kendi kaderine teslim edilmiş durumdadır. Çiftçi perişandır. Tarıma yönelik
geçen bütçedeki 280 trilyonluk destek, bu bütçede, nominal fiyatlarla 200
trilyona indirilmiştir. 280 trilyon 1997'de ödenmişken, 200 trilyon 1998'de
ödenecek diye planlama yapılmıştır. Tarımın faiz oranları yükseltilmiş, esnafın
faiz oranları yükseltilmiş ve Türkiye, işsizlik sorununun da giderek artmakta
olduğu dikkate alınırsa, bir büyük sosyal bunalım merkezi haline, neredeyse,
Hükümet eliyle itilir hale dönüşmüştür.
Bütün bunları, karşı karşıya bulunduğumuz sorunların yansımaları olarak
dikkatinize sunuyorum.
Değerli arkadaşlarım, bunun altında yatan, bir temel doğrultu
kararsızlığıdır. Bu Hükümetin bu uygulamalarının altında, ne yapacağını, nasıl
yapacağını hâlâ kararlaştıramamış olmasının bir temel unsur olarak yattığını
düşünüyorum.
Bakınız, şu sorular karşısında, Hükümetin tavrı, altı ay geçtiği halde hâlâ
netleştirilebilmiş değildir. Bu Hükümet, bir çözüm hükümeti midir, seçim
hükümeti midir? “Efendim, hem seçim hükümetiyiz, hem çözüm hükümetiyiz.” Bunun
hiçbir anlamı yoktur. Kendinizi bir çözüm hükümeti gibi düşünme noktasına
gelemediğiniz takdirde, karşı karşıya bulunduğunuz sorunların üstesinden
gelemezsiniz. Bakın, altı ay geçti, seçim arayışları başladı, seçim senaryoları
dolaşmaya başladı. Kafasına ve yüreğine seçim kaygısı giren bir Hükümetin,
ülkenin bu sorunları karşısında ciddî bir politika izleme imkânı var mıdır?
Değerli arkadaşlarım, en temel nokta bu idi. Bu noktayı berrak bir
şekilde çözmek durumunda olduklarını, bu hükümet kurulurken, Sayın Başbakanla
konuştuğumuzu çok iyi hatırlıyorum.
Şimdi, bu Hükümet IMF'le anlaşma istiyor mu, istemiyor mu? Bunun
kararını açıkça almak lazımdır. Bir yandan IMF'le anlaşma istemiyor gibi
cakalar satarken öte yandan IMF'le anlaşma arayışları, Hükümetin tutumuna
inandırıcılık katmıyor. Stand-by istiyor mu istemiyor mu bu Hükümet? IMF'den
yardım istiyor mu, istemiyor mu? 10 milyar dolar mı istiyor, 15 milyar dolar mı
istiyor, yoksa 20 milyar dolar mı istiyor? Bir yıllık istikrar programıyla mı
enflasyona karşı mücadele edecektir, üç yıllık bir istikrar programıyla mı
mücadele edecektir? Bu Hükümetin, artık, şu noktada karar alması lazımdır: KİT
ürünlerine zam yaparak mı enflasyonu indirecektir; yoksa, KİT ürünlerinin
fiyatlarını dondurarak mı indirecektir?
Değerli arkadaşlarım, bu kararsızlık, bu perspektif belirsizliği, bence,
bu Hükümetin temel sorunudur.
Altı ay sonra, senaryo düzenlemelerini uygulayarak bir seçime mi gitmek
söz konusudur, 2000 yılına kadar Türkiye'yi yönetmek mi söz konusudur?
Özelleştirmeyi, bu Hükümet, uygulayacak mı; yoksa, askıya mı almıştır? KİT
fiyatları, önümüzdeki altı ay boyunca dondurulacak mı; yoksa, dondurma
kararından -bugün basına yapılan açıklamalar doğrultusunda- vaz mı geçilmiştir?
Bunlar, bu Hükümetin önündeki, temel ekonomi politikasıyla ilgili karar
noktalarıdır. Bu konuları ele alıp çözmeden bir yere ulaşma imkânının
olmadığını düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu Hükümetin, ekonomi politikasıyla ilgili bu
dağınıklığı, kararsızlığı, tutarsızlığı, çelişkileri, Türkiye'yi, çok muhtaç
olduğu bir ciddî antienflasyonist, enflasyonu ortadan kaldıracak bir program
uygulama şansından yoksun bırakıyor. Eğer bunun altında ne yattığını
araştıracak olursak, son günlerde basına yapılan bazı açıklamalarda bunun
işaretlerini bulabiliriz. Öyle anlaşılıyor ki, bu Hükümet, enflasyonla
mücadelenin ciddî, sarp yollarına yönelme noktasında değildir; doluya koyuyor
almıyor, boşa koyuyor dolmuyor; ne
yapacağını bir türlü kararlaştıramıyor ve günübirlik yaklaşımlarla durumu idare
etmeyi tercih ediyor.
Bakınız, bu ruh halinin ifadesi "önümüzü göremiyoruz"
cümlesinde saklıdır. Bu Hükümetin önünü göremediği anlaşılıyor. Son günlerde,
bu değerlendirme çok sık ifade edilmeye başlanmıştır. Bu Hükümet niye önünü
göremiyor, önünü görmek ne demek; bunu, izin verirseniz tartışmak istiyorum;
çünkü, bu Hükümetin başarısızlığının altında yatan temel sorunun bu olduğu
anlaşılıyor.
Önce, bir durumu dikkatinize sunmak istiyorum: Hükümetin önünü
görememesi, bir hükümet olma iddiasından vazgeçmek anlamına gelir. Önünü
göremeyen hükümeti tasavvur etmek mümkün değildir; çünkü, hükümet, devlet
gemisinin kaptan köşkündedir, önü görmesi gereken odur; haritalar onun
önündedir, pusula onun önündedir, radar onun önündedir, jiroskop onun
önündedir, sualtı derinlikleri onun önündedir, her şeyi o tanzim edecektir;
ama, Türkiye'de, devlet gemisinin kaptan köşkündekiler önlerini göremediklerini
söylüyorlar. Kaptan köşkündekiler, önlerini göremezse, kamaradakiler,
ambardakiler nasıl görsünler önlerini! (CHP sıralarından alkışlar) Hükümet
"önümüzü göremiyoruz" diyor. Hükümetin görevi, önünü görmek, Türkiye
adına önünü görmek, Türkiye'nin rotasını çizmek. Bunu yapmak için gelmişsiniz,
bunu yapacağız demişsiniz!.. Şimdi "göremiyoruz" diyorlar. Önlerini
göremiyorlarmış!..
Değerli arkadaşlarım, niye göremiyorlar? Değişen ne, ne oldu? Altı ay
önce 2000 yılına kadar gideceğiz diyorlardı, altı ay içerisinde ne değişti?
Muhalefetin tavrında, benim görebildiğim, hiçbir şey değişmedi; Cumhuriyet Halk
Partisi olarak bizim tavrımızda hiçbir şey değişmedi. Biz, altı ay önce ne
söylüyorduysak; ilk konuşmamızda, Sayın Başbakan, size ne söylediysem, aynı
şeyi şimdi söylemeye devam ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar) On gün önce,
grup toplantınızda "Cumhuriyet Halk Partisinin tutumu, itiraf etmeliyim
ki, çok dürüst -kendi ifadenizle söylüyorum- çok correct bir tavırdır"
demiştiniz. Evet, Cumhuriyet Halk Partisinin tavrında, değişen hiçbir şey
yoktur; ilk gün Sayın Mesut Yılmaz'a ne söylediysek, aynı şeyi söylemeye devam
ediyoruz. Biz, bu Hükümetin içerisinde değiliz; biz, bu Hükümetin parçası
değiliz; biz, bu Hükümeti, aldığı alacağı bütün kararlarda destekleme
sorumluluğu altına da, hiçbir noktada girmiş değiliz (CHP sıralarından
alkışlar); altı ay önce de girmemiştik, şu anda da böyle bir taahhüdün altında
değiliz.
Altı ay önce, Sayın Başbakan, bize "güvenoyu veriyorsunuz; güvenoyu
yetmez. Ben, şu şu kararları alacağım; şu noktalarda sizden destek
bekliyorum" diye bir talep yapmadı. Benim de, Sayın Başbakana, bu
konularda, hiçbir kabulüm olmadı. Çünkü, Sayın Başbakan, o zaman, altı ay önce,
bizimle böyle bir müzakere yapmadan iktidarı üreteceğini, bir kere yola
çıktıktan sonra Hükümetin göçünü yolda düzeltebileceğini zannettiğinden olacak
ki, böyle bir müzakere ihtiyacını hissetmemişti. Altı ay önce bu Hükümete hangi
çizgiyi koyduysak, aynı noktadayız. Türkiye'de bir siyasî kriz istemiyoruz, bir
hükümet krizi istemiyoruz. Bu Hükümetin Türkiye sorunlarını çözme doğrultusunda
atacağı her ciddî adıma destek verme niyetindeyiz; bir taahhüdümüz yok,
kendimizden gelen sorumluluğumuzun gereği. Sekiz yılda bunu ortaya koyduk.
Vergi yasa tasarısını getiriniz, aynen, orada da destekleyerek bu tutumumuzu
sergileyelim. (CHP sıralarından alkışlar)
Bizim, Türkiye sorunlarının çözümüne yönelik -hiçbir noktada taahhüdümüz
olduğundan dolayı değil- sorumluluğumuzun gereği bir anlayışımız var. (CHP sıralarından
alkışlar) Bu Hükümetin, niçin, nerede, nasıl aldığını bilmediğimiz kararlarına
sahip çıkmamızı gerektiren hiçbir taahhüdümüz yoktur. Bu Hükümetin kuruluşundan
kısa bir süre sonra yapılan zamlara, en şiddetle, Cumhuriyet Halk Partisi karşı
çıkmıştır. Elbette karşı çıkacağız, elbette bunu engelleyen hiçbir şey yok ve o
davranışı sürdürüyoruz, yine aynı noktadayız.
Değerli arkadaşlarım, bilinmesi gereken temel nokta şu: Bu Hükümet önünü
göremiyorsa, muhalefet partilerinin tavrından dolayı değil. Neden; bu Hükümet,
kendine olan güvenini kaybetti de ondan dolayı önünü göremiyor. Altı ay önce
işbaşına geçtikleri zaman, 2000 yılına kadar Türkiye'yi başarıyla yönetiriz
zannediyorlardı; altı ay sonra, o umutlar yerle yeksan olmuştur. Türkiye'yi
başarıyla yönetemeyecekleri, ekonominin kesin tablosuyla, rakamlarıyla ortaya
çıkmıştır. Kaybolan, Hükümetin özgüvenidir, kendine olan inancıdır; Türkiye
sorunlarının üstesinden geleceğine yönelik umudu kaybolmaya başlamıştır. O umut
kayboldukça da, önünü göremez hale gelmeye başlamıştır. Bu Hükümetin önünü
göremiyor olması, kendi konumundan, kendi tutumundan kaynaklanmaktadır. İcraat
yapmayan bir hükümetin başarılı olması, işbaşında kalması mümkün değildir;
pedalı çevirmeden bisiklette duramazsınız; enflasyonla mücadele edeceksiniz,
Türkiye'nin temel sorunlarını çözeceksiniz. Ha, onlarla mücadele edemem,
şartlarım müsait değil dediğiniz anda, kaybetmeye mecbursunuz.
Bakınız, iki ay önce, Kore bir ciddî krizle karşı karşıya geldi. İki ay
içinde, Kore, o krizin aşılması için gerekli önlemleri uluslararası
kuruluşlarla müzakere etti, anlaşmasını yaptı, kararını aldı ve -Sayın
Başbakan, dikkatli dinleyiniz- iki hafta sonra da seçim yaptı. Yani, seçime iki
hafta kalan bir hükümet, Kore'de, ülkesinin karşı karşıya bulunduğu ekonomik ve
finans krizi karşısında, benim görevim bunun önlemini almaktır dedi, seçimden
korkmadı, önlemini aldı ve şerefiyle kaybetti seçimi; üç puanla, dört puanla
kaybetti.
Bakınız, eğer, ben, ülkenin bunalım dönemlerinde üzerime düşeni yapmam,
seçim kazanırım zannediyorsanız, bir büyük hayal içindesiniz. (CHP sıralarından
alkışlar) Ülkenin bunalım dönemlerinde gerekeni yapmadığınız için sadece seçim
kaybetme durumunda kalmazsınız, inanılırlığınızı, güvenilirliğinizi de ciddî
şekilde kaybedersiniz. Bugün, bu Hükümetin karşı karşıya bulunduğu durum, işte
budur. Bir hükümet ki "enflasyonla mücadele edeceğim; bu mücadelenin
sonunda ben seçim kaybederim" diyorsa, onun enflasyonla mücadele etmesi de
mümkün değildir, seçim kazanması da mümkün değildir; yani "enflasyonla
mücadele edelim, enflasyonu yenelim, biz tarihe geçelim, siz de iktidara geçin;
yağma yok" diyorsa bir başbakan, enflasyonla mücadele etmesi mümkün
değildir. (CHP sıralarından alkışlar) Enflasyonla mücadele etmeden de başarılı
olmak mümkün değildir. Bunlar, Türkiye'nin, karşı karşıya bulunduğumuz, temel
gözlemleridir.
Değerli arkadaşlarım, Hükümet önünü göremiyor. (RP sıralarından
"göster" sesleri) Ne yapalım Hükümete önünü göstermek için; bu konuda
yapabileceğimiz ne var?!
MUHAMMET POLAT (Aydın) – Desteğinizi çekin.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Hükümet ne istediğine karar versin, ne
yapacağına karar versin, uygulamasını ortaya koysun. Daha ne söyleyelim?
Diyoruz ki : Bir hükümet krizi istemiyoruz, bir hükümet krizi yaratmayız, bir
hükümet krizi oluşturmayız; ama, biz, bir muhalefet partisiyiz; muhalefet
partisi olarak, elbette, her uygulamayı tartışırız, eleştiririz. Demokrasinin
gereğini herkes içine sindirmek durumundadır.
Değerli arkadaşlarım, o noktalarda da, izin verirseniz... Anlaşılıyor k
i, Cumhuriyet Halk Partisinin bu Hükümetle ilişkisi epeyce ilgi çekiyor.
MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – Dün gördük.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Dün, Refah Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu arasında bir önemli ihtilaf vardı. Bu ihtilaf şu noktada ortaya
çıkıyordu: Biz, memurlara verilecek olan maaş artışının, milletvekillerine maaş
artışına dönüşmemesi için tedbir alarak öneri getiriyorduk. (RP sıralarından
gürültüler)
MUHAMMET POLAT (Aydın) – Sizin öneriniz...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Refah Partisinin önerisi, sadece memurlara
değil, aynı zamanda milletvekillerine de maaş artışını öngörüyordu. O nedenle,
biz, ona destek vermedik, kendi önerimizi ortaya koyduk. Eğer o önerimizi
Parlamentoda görüşme imkânı ortaya çıkmış olsaydı ve sizler de desteklemiş
olsaydınız, bu konudaki anlayışınız görülürdü. (RP sıralarından gürültüler)
MUHAMMET POLAT (Aydın) – Hayır!..
MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – Alakası yok!..
BAŞKAN – Karşılıklı konuşmayın lütfen.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değerli arkadaşlar, şimdi, bakınız, Hükümet
önünü göremediği için, senaryo üretimi hız kazanmıştır. Hükümet önünü
göremiyor, şimdi senaryo üretimi başlamıştır. Senaryolara göre, işte,
önümüzdeki beş altı ay içinde, çeşitli gelişmeler değerlendirilerek Türkiye bir
seçime götürülecektir ve bu Hükümet, görevini, sorumluluğunu yerine getirmeden,
içinden geçmekte olduğumuz konjonktürü değerlendirerek, bu seçimden başarılı
çıkmaya gayret edecektir.
Değerli arkadaşlarım, bu senaryo yaklaşımlarıyla ilgili olarak şunu
söylemek istiyorum: Sayın Başbakan, son Avrupa Birliği krizi dolayısıyla doğru
bir şey söyledi ve dedi ki: "Türkiye, bir muz cumhuriyeti değildir."
Doğrudur; Türkiye, bir muz cumhuriyeti değildir. Bunu, tabiî, Avrupalı
muhataplarımıza söylememiz lazım da... Türkiye'nin bir muz cumhuriyeti
olmadığını, Türkiye'de senaryo planlaması yaparken birbirimize de söylememiz
lazım. (CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Türkiye, bir hukuk devletidir; Türkiye, bir demokrasidir; Türkiye, bir
kurum devletidir. Türkiye'yi, kâğıt üzerinde senaryolar düzenleyerek, şu şöyle
olacak, bu böyle olacak, arkasından da böyle olacak diye bir senaryo istikametinde yönlendirmeye
imkân olmadığını...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika Sayın Baykal; size de, konuşmanızı tamamlamanız için
süre vereceğim.
Buyurun Sayın Baykal.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
...çünkü, Türkiye'nin bir muz cumhuriyeti olmadığını herkesin çok iyi
bilmesi gerekiyor. Herkes kazanacak, demokrasi içinde kazanacak; iddiasını
söyleyecek, herkes halktan destek alacak, öyle gelecek. (CHP ve DYP
sıralarından alkışlar) Birbirine tuzak kurarak, birbirine çelme takarak, ortaya
çıkacak olan çeşitli yol kazalarını fırsat bilerek, değerlendirmeye kalkarak
Türkiye'de demokrasiyi kökleştirmenin mümkün olmadığını herkesin çok iyi
kavraması gerekiyor.
Değerli arkadaşlarım, şunu hemen söylemeliyim: Eğer böyle senaryolar
geliştiriliyorsa, herkes hesabını öyle yapsın ki, Cumhuriyet Halk Partisi,
böyle senaryolarda kendisine verilecek olan rolü kesinlikle oynamayacaktır.
(CHP ve DYP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, birkaç cümleyle de dışpolitika gelişmelerine
değinmek istiyorum. Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizde yeni bir noktaya geldik.
Karşı karşıya bulunduğumuz tablo, hiç kuşkusuz, üzüntü vericidir. Türkiye'nin
zaten yeterince çok olan dışpolitika sıkıntılarına yenileri eklenmiştir. Bunu,
hepimiz, üzüntüyle tespit ediyoruz. Bu vesileyle, şu gözlemimi sizlere aktarmak
istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, dışpolitika sorunlarını içsiyaset tartışmasına
konu yapmaktan uzak durmak gerekir. Bir süre önce Türkiye'nin içinde bulunduğu
dışpolitika sıkıntılarını bir siyasî suçlama vesilesi haline getirmek
isteyenlerin kısa bir süre sonra içine girdiği manzara, gerçekten, ders
alınması gereken bir tablo oluşturuyor. Kimse, Türkiye'nin dışpolitika
sorunlarını şu partiye, bu partiye, şu kişiye, bu kişiye izafe ederek kendisine
yarar sağlamaya kalkmasın. Türkiye'nin Suriye’yle sorunu varsa, bu sorun,
Türkiye'nin sorunudur; Türkiye'nin İran'la sorunu varsa, bu, İran'ın sorunudur.
Türkiye'nin Yunanistan’la Kıbrıs’ya sorunu varsa, bu, Türkiye'nin sorunudur.
Türkiye, bir büyük imparatorluğun köküdür, mayasıdır. İçinde bulunduğumuz
coğrafyanın özellikleri ortadır. Tevarüs ettiğimiz büyük tarihî mirasın bize
getirdiği imkânlar, sorunlar ve sıkıntılar, üzerimize çektiğimiz husumet,
çelişkiler ortadadır. Böyle bir tablo karşısında, Türkiye'nin bu coğrafyada
sürekli sorunlarla karşı karşıya bulunmasını siyasî partilerin birbirlerini
suçlama vesilesi yapmaları kadar yanlış bir şey yoktur. (CHP sıralarından
alkışlar) Bu suçlamaları yapanlar, şimdi, o suçlamaların altında kalmaya
başlamışlardır.
Geldiğimiz nokta ortadadır. Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizde sorun var.
Bu sorun, Türkiye'nin sorunudur; bunu biliyoruz, bunu biz, biliyoruz; ama, bu
sorunun Türkiye'nin sorunu olduğunu, öyle zannediyorum ki, birileri yeni yeni
kavramaya başlıyorlar.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle ilişkisi, bugünün
ilişkisi değildir. Bu, sadece otuzdört yıllık bir ilişki de değildir,
yetmişdört yıllık bir ilişki de değildir; ta 1839'dan, 1856'dan, Gülhane Hattı
Hümayunundan, Islahat Fermanından günümüze kadar bir büyük tarihî evrimin bizi
getirdiği noktadır. Bu noktada, belli haklarımız vardır, belli hukukî temelimiz
vardır. Bu konularda yapmamız gereken önemli görevlerimiz, sorumluluklarımız
vardır.
Değerli arkadaşlarım, içinde bulunduğumuz noktada, öyle anlaşılmıştır
ki, Avrupa Birliği, Hükümetin gayretine, çabasına, iyi niyetli uğraşısına,
içine girdiği iyimserliğe, kendisini kaptırdığı umuda, bu doğrultuda yaptığı
açıklamalara rağmen, bir tıkanıklık noktasında bulunmaktadır. Bu tıkanıklık
noktasıyla ilgili Hükümetin takındığı tavır, hepimizin de paylaştığı tavırdır.
Elbette, Avrupa Birliğine karşı, Türkiye'nin, kendi kimliğini, hukukunu ortaya
koyarak, ciddî bir tutum alması gerekiyordu. Bu Hükümet bu tavrı almıştır.
Bundan büyük memnuniyet duyuyorum, Hükümeti de bu tavrı dolayısıyla kutluyorum;
ama, bu tavrın hangi amaçla alındığı ve bundan sonraki gelişmelerinin ne
olacağı konusunda da, bir zihnî berraklaşmaya şiddetle ihtiyaç vardır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Baykal, lütfen, toparlayınız.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Toparlayacağım.
Bakınız, Türkiye, ciddî bir hukuk devletidir. Dışpolitika konularında
nasıl kararlar alınacağı ortadadır. Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz fevkalade
önemlidir. Hükümetin Lüksemburg deklarasyonundan sonra aldığı tavrı kısa bir
süre sonra Başbakanın ağzından ileri bir aşamaya taşıma girişimi, çok ciddî bir
şaşkınlık yaratmıştır, Türkiye'de bu konularda nasıl karar alındığıyla ilgili
ciddî tereddütlerin ortaya çıkmasına da neden olmuştur.
Türkiye, Avrupa Birliğine üyelik müracaatını geri çekmiş midir, çekmemiş
midir? Sayın Başbakan, geri çekme kararını önce ilan etmiştir, sonra şarta
bağlamıştır. İyi niyetli koalisyon ortaklarının kendi bilgileri dışında ortaya
çıkan bu tabloyla ilgili olarak "herhalde alternatiflerden birisi olarak
değerlendirmiştir" yorumlarıyla, bir istikamete çekilmek istenmiştir. Bu
aşamada, böyle bir dışpolitika sorunuyla Türkiye karşı karşıya iken, böyle bir
dağınıklığın ortaya çıkmış olması, gerçekten, Türkiye açısından üzüntü verici
olmuştur.
Şunu herkesin çok iyi bilmesini istiyorum: Türkiye'nin Avrupa Birliğine
yönelik müracaatının geri çekilmesinde, Türkiye'nin hiçbir yararı yoktur. Bu,
Türkiye'nin bir hakkıdır. Müracaatı geri çekmeyi, muhataplarımızı ürkütecek,
baskı altına alacak bir unsur gibi değerlendirmek de fevkalade yanlıştır.
Türkiye'nin hakkıdır Avrupa Birliğine üyelik başvurusu. O müracaat yapılmıştır.
O müracaatın geri çekilmesi söz konusu değildir. Böyle bir müracaatı, böyle bir
Hükümetin çekmesi söz konusu değildir. Başbakan Yardımcısının haberi yok,
Dışişleri Bakanının haberi yok, Dışişleri Bakanlığının haberi yok -dün,
Komisyondan öğreniyoruz ki, Dışişleri Bakanlığının, müracaatın geriye
çekilmesine yönelik olasılık temeli etrafında bir çalışması dahi yok- bu
Hükümete destek vermiş bir siyasî parti olarak bizim haberimiz yok. Türkiye
Büyük Millet Meclisinin haberi yok. Ayaküstü bir kararla "bunu geri
çekiyoruz" açıklaması, öyle sanıyorum ki, çok ciddî bir yanlış olmuştur.
Şunu ifade etmek istiyorum: Değerli arkadaşlarım, bir bakıma belki
paradoksal bir ifade gibi gözükecek, bir çelişki gibi gözükecek; ama, inancımı
ifade etmek istiyorum; Türkiye, Avrupa Birliğine tam üye adayı olma noktasına,
belki de en yakın olduğu noktaya gelmiştir. Lüksemburg'ta ortaya çıkan o karar,
sonra Türkiye'nin takındığı tavır, kamuoyunda -içeride dışarıda- yapılan
tartışmalar; eğer biz hata yapmazsak, eğer biz sorumluluğumuzun gereğini yerine
getirirsek, Avrupa Birliğine tam üye adayı olma noktasında bizi fevkalade
önemli bir aşamaya taşımıştır; bunun kıymetini, değerini bilmek lazımdır. Bu
çerçevede şu noktalara da dikkati çekmek istiyorum:
Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliğiyle insan hakları ve siyaset
sorunlarını konuşmayacağız. İnsan hakları ve demokrasi konularını Avrupa
Birliğiyle konuşmayacağız da, Amerika'yla konuşacak mıyız? Amerika'nın
helikopter satışını, Türkiye'deki insan hakları ve demokrasi uygulamasına
bağlamasını kabul ederek, o çerçeve içerisinde, işbirliği anlayışına girecek
miyiz? İçinde bulunduğumuz çağda, insan hakları ve demokrasi sorunu, artık,
hiçbir ülkenin kendi iç sorunu değildir. (CHP sıralarından alkışlar) Hiçbir
ülkenin, vatandaşlarıma işkence yapmak benim hakkımdır, demesi mümkün değildir.
(CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Hiçbir ülkenin, hukuk
devletini bir yana itirek, devlet içerisinde çetelerin cirit atmasına göz
yumması mümkün değildir. (CHP sıralarından alkışlar) Hepimiz, artık, dünyanın
bütün insanlarının birbirine karşı sorumlu olduğu bir noktada bulunuyoruz.
İnsan hakları ve demokrasi konusunda sorunlarımızı çözmekle yükümlüyüz. Bunu,
elbette, kimseyle müzakare etmemize ihtiyaç yoktur; Avrupa'yla yoksa,
Amerika'yla da yoktur. Amerika'yla yaptığınız müzakereyi, Avrupa'ya karşı bir
tavır olarak kabul ettirmek, inandırıcı olmaktan uzaktır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Baykal, lütfen tamamlayın efendim.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Tamam Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1998 yılına, 1997 yılından
derlediğimiz umutlarla girmiyoruz. 1997 yılı, bize, 1998'e yönelik umut ve
iyimserlik telkin etmiyor. Türkiye, sıkıntılı bir dönemin içinde olmaya devam
ediyor. Karşımızdaki sorunlar aynen var olmaya devam ediyor. Enflasyonun
çözüleceğine dair işaret yoktur; Susurluk olayının aydınlatılacağına dair
işaret yoktur; Türkiye'de siyasetin temizlenmesi doğrultusunda güven verici bir
açılımın gerçekleştirileceğine dair bir işaret yoktur.
Böyle bir tablonun içinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi, tarihî
sorumluluğuyla karşı karşıyadır. İnanıyorum, Türkiye Büyük Millet Meclisini
devreye sokarak, senaryolara değil, siyasî tartışmalara halkın da muhatap
olduğu, tavır takındığı siyasî tartışmalara güvenerek, Türkiye'nin önünü
açacağız. Türkiyemizin bu güç dönemi de aşacağına inanıyorum.
1998 yılı bütçesinin, bütün bu gözlemlere rağmen hayırlı, uğurlu
olmasını tekrar diliyorum.
Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. (CHP, ANAP, DYP, DSP ve DTP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan Sayın Baykal'a
teşekkür ediyorum.
V. –
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1. – Erzurum Milletvekili Lütfü
Esengün'ün, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın, ileri sürmüş oldukları
görüşlerden farklı görüşleri partilerine atfetmesi nedeniyle konuşması
LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) – Sayın Başkan_
BAŞKAN – Sayın Esengün, pusulanızı aldım. Talebinizde, Sayın Baykal'ın
konuşmasında "Refah Partisi, milletvekili maaşlarını artırma amacına
yönelik bir önerge verdi" şeklinde, amacınızı aşan bir ifade kullandığını
söylüyorsunuz.
ALİ RIZA BODUR (İzmir) – Önerge ortada.
ADNAN KESKİN (Denizli) – Adil düzene uyuyor mu şu iş?!.
ERCAN KARAKAŞ (İstanbul) – Önergeyi okuyalım.
BAŞKAN – Bir dakika, değerli arkadaşlarım...
Sadece bu noktayla ilgili konuşmanız için yani, amacınızın o olmadığını
ifade edecek şekilde bir açıklama yapmanız için size söz veriyorum.
Buyurun. (RP sıralarından alkışlar)
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın Başkan, öyle şey olmaz; böyle bir usul yok
efendim.
BAŞKAN – Amacını aşan diyorum.
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Her konuşulan şeye cevap hakkı verirseniz,
yürütemezsiniz.
BAŞKAN – Sayın Esengün, sadece o amaca yönelik...
LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) – Evet efendim.
BAŞKAN – Rica ediyorum...
LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
İçtüzüğün 69 uncu maddesine göre, bize ait olmayan bir düşüncenin, bir
görüşün bize atfedilmesi sebebiyle ve bu konuda açıklama yapmak üzere söz almış
bulunuyorum.
Sayın Baykal, biraz önce, memur maaşlarının artmayışının müsebbibi
olarak, bizim partimizce verilen bir önergeyi gerekçe göstermeye çalıştı veya
kendilerinin verdiği önergeye, CHP'nin verdiği önergeye, Refah Partisinin
destek olmadığı şeklinde birtakım yorumlar yaptı huzurunuzda.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Öyle bir şey demedi ki Sayın Başkan; iki önerge
arasındaki farkı söyledi.
LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) – 5 inci madde üzerinde verdiğimiz önerge, CHP'nin
de oylarıyla reddedildi.
NİHAT MATKAP (Hatay) – İki önerge arasındaki farkı söyledi Lütfü Bey.
LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) – Bütçe tekniğine uygun olan, bütçe kanununa
uygun olan, asıl kabulü gereken ve memur maaşlarının artırılmasına yol açacak
olan önergemiz, CHP'nin oylarıyla reddedildi; bir.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Hangi önerge reddedildi?
BAŞKAN – Bir dakika, Sayın Esengün... Size, o önergedeki milletvekili
maaşlarıyla ilgili konuda açıklama yapmanız için...
LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) – Sayın Başkan, bir kısa açıklama yapıp...
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, hangi önerge reddedildi; öyle bir
önerge var mı!
BAŞKAN – Bir dakika... Siz karışmayın efendim...
LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) – Bir ikincisi, verdikleri önergede...
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Esengün, hangi önerge görüşüldü ki
reddedilsin. Niye yalan söylüyorsun? Öyle bir önerge var mı!
LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) – ...bizim kabul etmediğimizi iddia ettikleri
önergede, yüzde 20 ilâ yüzde 60 arasında bir artış...
NİHAT MATKAP (Hatay) – Önergeler işleme konulmadı
ki! Yapmayın... Doğruyu söyleyin siz.
BAŞKAN – Bir dakika...
LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) – Bakın, Nihat Bey, siz, Grup
Başkanvekilisiniz...
BAŞKAN – Bir dakika...
Değerli arkadaşlarım, eğer, bir yanlışlık olursa, bir iddia olursa, size
de söz veririm. Bir dakika efendim...
NİHAT MATKAP (Hatay) – Ama, ne gerek var!
BAŞKAN – Bir dakika efendim...
Sadece o konuyu açıklayın. Lütfen, Sayın Esengün, yeni bir sataşmaya
imkân vermeyin.
LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) – Yüzde 20 ilâ yüzde 60 arasında bir artış
öngörülüyor. Bir defa, bu, bütçe tekniğine hiçbir şekilde uygun olmayan,
pratikte uygulanması, hayata geçirilmesi mümkün olmayan bir önerge idi.
İkincisi, aynı önergenin, CHP'nin önergesinin ikinci bendinde,
sözleşmeli personelin, bütçe tasarısında 267 milyon lira olan tavan ücreti 300
milyon liraya çıkarılsın diye ibare var. Milletvekili maaşlarının endekslendiği, ayarlandığı
Başbakanlık Müsteşarı, sözleşmeli personel statüsündedir. Siz, 267 milyon
lirayı 300 milyon liraya çıkarmakla, milletvekili maaşlarına, artı, ilaveten
bir zam yapmak istiyorsunuz. (RP sıralarından alkışlar)
OYA ARASLI (İçel) – Siz ne yaptınız?..
LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) – Sizin önergenizin altında, asıl,
milletvekili maaşlarının ekstradan artmasına dair talep var.
OYA ARASLI (İçel) – Yanıltıyorlar Meclisi...
BAŞKAN – Sayın Esengün, tamam... Lütfen...
LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) – Sayın Baykal'ı dinledik; zannederim -bir defa
daha- televizyonları başındaki insanların da kafası karıştı; muhalefet mi
iktidar mı, Hükümetin içinde mi dışında mı; neresinde CHP... (RP sıralarından
alkışlar; CHP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar, gürültüler)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen, Sayın Esengün... Lütfen... Sözünüzü kestim Sayın
Esengün... Lütfen... O konularda söz vermedim Sayın Esengün.
LÜTFÜ ESENGÜN (Devamla) – Saygılar sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Hükümet...
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, önergenin sahibi olarak,
vermiş olduğumuz önerge hakkında yanlış bilgi sunulmuştur; söz vermenizi
istiyorum.
BAŞKAN – Hangi konuda yanlış efendim?
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Cumhuriyet Halk Partili 30 milletvekilinin
müşterek imzasıyla dün burada vermiş olduğumuz, ancak Başkanlığın oylamaya
sunmadığı önergemizin özü itibariyle, Sayın Genel Başkanımın ifade ettiği gibi,
Başbakanlık Müsteşarının maaş artışının yüzde 20'yle sınırlandırılması, en alt
kademedeki devlet memuru maaşının ise yüzde 60'la artırılmasını öngören
önergenin...
LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) – Sayın Başkan, ben kürsüde konuşurken bana
müdahale ediyorsunuz, yerinden konuşan arkadaşa, benden fazla söz hakkı
veriyorsunuz...
BAŞKAN – Bir dakika efendim... Talebini almaya çalışıyorum. Bir dakika
Sayın Esengün...
Sayın Hacaloğlu, talebinizi almak istiyorum.
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – ...önergenin, gerçekten, söz alan sözcünün
belirttiği çerçevede yanlış şekilde sunulduğu için, bu önergenin özü hakkında
söz almak istiyorum. (Gürültüler)
BAŞKAN – Tutanağa geçti; buna rağmen söz istiyor musunuz?
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Tutanağa geçti zaten efendim... Rica ediyorum...
SITKI CENGİL (Adana) – Nasıl kıvırdıklarını 63 milyon gördü...
BAŞKAN – Bir dakika efendim... Siz karışmayın...
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, dün, sekiz saat, bu konuda
müzakereler oldu; ama, sık sık, Refah Partili milletvekilleri, bizim önergemizi
çarpıtarak, kendi önerilerini desteklemediğimizi... (RP sıralarından
gürültüler)
LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) – Sayın Başkan, böyle olmaz...
BAŞKAN – Efendim, önerge sahibi olarak... Önerge sahibi olarak...
"Önerge sahibiyim" diyor.
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) –...ve önergemizin teknik olarak yanlış
olduğunu ifade ediyorlar.
Ben iddia ediyorum, önergemiz teknik olarak doğrudur...
BAŞKAN – Peki... Teşekkür
ederim...
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Önergemiz, memurları korumaya yönelik bir
önergedir...
SITKI CENGİL (Adana) – Sayın Başkan, nasıl kıvırdıklarını 63 milyon
gördü.
ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Önergemiz, kamuda makası daraltmak ve
sosyal adaleti sağlamaya yönelik bir önergedir.
Arz ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkanım...
BAŞKAN – Efendim, durum anlaşıldı...
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkanım, izin verirseniz bir cümle... (RP
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Bir dakika arkadaşlarım... Şimdiye kadar sükûnetle götürdük,
anlamaya çalışıyorum. Bir dakika...
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, 1998 Malî Yılı Bütçe Kanun
Tasarısının 47 nci maddesinde, Başbakanlık Müsteşarıyla beraber
milletvekillerine de yüzde 30'luk bir artış öngörülüyor idi. Bizim verdiğimiz
önergede, bu artış oranının yüzde 20'ye çekilmesi öngörüldü. Arkadaşımız, bunu
yanlış anlattı. Bunların tutanağa geçmesini istiyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Matkap.
Bütçe görüşmelerine devam ediyoruz.
IV. – KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
1. – 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/669) (S. Sayısı : 390) (Devam)
2. – 1996 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1996 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/633, 3/1046) (S. Sayısı :
401) (Devam)
3. – Katma Bütçeli İdareler 1998
Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/670) (S.
Sayısı : 391) (Devam)
4. – 1996 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1996 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler
Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/634, 3/1047)
(S. Sayısı : 402) (Devam)
BAŞKAN – Hükümet adına, Başbakan Sayın Mesut Yılmaz; buyurun Sayın
Başbakan. (ANAP, DSP, CHP ve DTP sıralarından alkışlar)
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Rize) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının bu son görüşmeleri dolayısıyla, Yüce
Heyetinizi ve bu görüşmeleri televizyonları başında izleyen bütün
vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.
Hükümetimiz tarafından hazırlanan 1998 bütçesi, Komisyonda ve Genel
Kurulda enine boyuna tartışılmıştır. Bu tartışmalarda, bütçe tasarımızla ilgili
eleştirilerini dile getiren, görüşlerini dile getiren veya bize eleştiri
yönelten, iktidara ve muhalefete mensup bütün milletvekillerine teşekkür
ediyorum. Ancak, kabul etmek lazımdır ki, bu görüşmeler sırasında, bazı
muhalefet sözcüleri tarafından birçok talihsiz sözler de söylenmiştir.
Bütçe üzerinde, elbette ki, muhalefetin görüşleri ile iktidarın
görüşleri birbirinden farklı olacaktır; bu görüşler, burada tartışılacaktır;
ancak, Türkiye'de, hiç tartışılmayacak, hiç tartışılmaması gereken şey, millî
iradenin üstünlüğüdür. Üzülerek belirtmek zorundayım ki, bütçe görüşmeleri
sırasında, sadece bizi değil, iktidarı değil, millî iradeyi hedef alan bazı
saldırılar yaşanmıştır. Her şey affedilebilir, her hata telafi edilebilir,
yanlışlardan dönülebilir; ama, millî iradenin üstünlüğünü tartışmaya açmaya hiç
kimsenin hakkı yoktur. Parlamentoya saygı göstermeyen bir parlamenter veya
millî iradeye saygı göstermeyen bir siyasetçinin dayanacağı hiçbir demokratik
temel olamaz. (ANAP sıralarından alkışlar)
MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – Kendinizi tarif ediyorsunuz.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Bizim, Hükümet olarak, Türkiye'de
kurumları ve kuralları yerleştirme çabalarımız, bu konuda harcadığımız
gayretler, bazılarının hoşuna gitmeyebilir, bazılarının çıkarlarına da ters
düşebilir; ama, herkes bilmelidir ki, demokrasi ve hukuk devleti, ancak,
kurumlarla ve kurallarla yaşar. Kurumsuz ve kuralsız bir demokrasi, dünyanın
hiçbir yerinde olamaz. Eğer olursa, onun adına demokrasi denmez. Ama, buraya
çıkacak birileri, bir partinin sözcüsü, daha düne kadar Türkiye'yi idare etmiş
bir partinin sözcüsü, ülkenin medyasına "kartelci medya" diyecek...
(RP sıralarından "Yalan mı" sesleri)... Ülkenin iş âlemini
"tekelci sermaye" diye suçlayacak, ülkenin parlamentosuna "millî
iradeyi temsil etmiyor" diyecek, devletin ordusunu sürekli rencide
edecek...
TAHSİN IRMAK (Sıvas) – Ordunun arkasına sığınmayın Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – ...kurum ve kuruluşlarını
hırpalayacak, bu Meclisin güvenoyuyla işbaşında olan Hükümeti meşru görmeyecek;
sonra da, geçecek, elinden oyuncağı alınmış çocuklar gibi ağlayacak!.. (ANAP,
DSP, CHP ve DTP sıralarından alkışlar) Böyle bir demokrasi anlayışını kabul
etmek mümkün değildir; dünyanın hiçbir demokrasisinde, böyle bir demokrasi
anlayışı kabul göremez. (RP ve DYP sıralarından gürültüler)
AYVAZ GÖKDEMİR (Kayseri) – Böyle bir Hükümet de görülmedi.
BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım, şimdiye kadar sessizlikle bu noktaya
geldik; çok istirham ediyorum, sessiz olalım.
MUSTAFA KEMAL ATEŞ (Kilis) – Tahrik etmesin Sayın Başkan.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Şimdi, burada, Refah Partisinin
sözcüsü ne dedi: Ben, bizim grup toplantısında -bizim grup toplantısındaki
konuşmamızı nasıl izlemişler bilmiyorum- demişim ki, 8 yılı çıkarmazsak,
iktidarda kalamayız...
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Anlamamışlar...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Ben böyle bir şey demedim; ama,
benim dediğim başka bir şey var; ben, bu meseleyi, Anavatan Partisi Grubunda üç
defa, sabaha kadar tartışmaya açtım, kimin ne görüşü varsa söylesin dedim.
Ondan sonra buna benzer bir ifadem var; ama, sizin kulağınıza yanlış ulaşmış...
VEYSEL CANDAN (Konya) – Sen yanlış söylemişsin...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – ... Anavatan Partisinin bu konudaki
grup kararına uymayan, Anavatan Partisinde kalamaz dedim. (ANAP sıralarından
alkışlar)
Sayın Baykal, burada, senaryoları dile getirdiniz. Senaryolarınızın
dayanağı, yine, ya gazetelerdeki köşe yazarları ya da gazetelere yansıyan eksik
haberler. Acaba, bu senaryoları muhalefet partisinin başkanı olarak Meclis
kürsüsünden dile getirmek de başka bir senaryonun parçası mıdır?! (ANAP, DSP ve
DTP sıralarından alkışlar) Bana sorabilirdiniz; ben, size doğrusunu söylerdim;
işte, şimdi size doğruyu söylemeye geldim.
VEYSEL CANDAN (Konya) – Söyle, söyle.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Ben, hiç kimseyle oturup altı ay
senaryosu filan yapmadım. Senaryo yapacak vaktim de yok. Gazetelerde bana
atfen, benim çevreme atfen izafe edilen bütün senaryolar -adı üstünde-
senaryodur, hayal mahsulüdür. Ben, altı aydan beri, sadece, bu Refahyol
Hükümetinin bıraktığı tahribatı gidermek için çalışıyorum, gece gündüz onun
için çalışıyorum. (ANAP, DSP ve DTP sıralarından alkışlar; RP sıralarından
"Bravo" sesleri[!])
Değerli milletvekilleri, Hükümetimizin kurulduğu günden bu yana,
üzülerek izlediğimiz, garip bir siyaset anlayışını sürdürmek isteyenler, bizim
ve halkımızın vicdanını yaralayan bu garip siyaset anlayışıyla hareket edenler,
sanki Türkiye'de millî iradenin dışında başka bir irade varmış gibi, açıkça
bölücülük yapmaktadırlar. Bunların kendi çarpık anlayışlarını düzeltmek yerine,
millî iradeyi çarpıtma gayretlerini de, milletimiz ibretle izlemektedir.
Bizim, bu kürsüden her zaman gururla ifade ettiğimiz bir şey var; bizim
siyasî geçmişimizde, şaibenin ve hukuksuzluğun yeri yoktur. (ANAP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) Biz, iktidarı, şaibeleri gizleme yeri
olarak, şaibeleri gizleme aracı olarak görmeyiz; biz, Parlamentoyu da,
demokrasinin en saygın kurumu biliriz. Binlerce yıllık kültürümüzün içerisinde,
bizi, tüm kötü şartlara rağmen, bütün zorluklara rağmen ayakta tutan devlet
geleneğini, sadece bir yıl içerisinde, kimlerin perişan ettiğini, devleti
ayakta tutan değerleri nasıl yok ettiğini, çetelerin devlete sızmasına nasıl
seyirci kalındığını, henüz daha hiç kimse unutmadı. Türkiye'de, kimsenin,
toplumsal hafızanın zafiyetine dayalı politika yapmaya hakkı yoktur. (RP
sıralarından "Transferler" sesleri)
TAHSİN IRMAK (Sıvas) – Taransferlere gel.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Bize, öteden beri çok haksızlıklar
yapılmıştır.
TAHSİN IRMAK (Sıvas) – Yapanlar sizinle beraber oldu.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Anavatan İktidarına çok
haksızlıklar yapılmıştır. (RP sıralarından "Vah, vah" sesleri) Ama,
Hükümetimizin kurulduğu günden bu yana, bu haksızlıkları artırarak devam
ettirenler unutmasınlar ki, eğer bugün hâlâ bu Parlamento kürsüsünden serbestçe
konuşabiliyorlarsa, bugün Türkiye'de demokrasinin olup olmadığı tartışmasını
bile bu kürsüde yapabiliyorlarsa, bugün hâlâ bu kürsüye çıkıp ararejim
edebiyatı yapıyorlarsa, bunu, onlara bu demokratik şartları sağlayan bizim
İktidarımıza borçludurlar. (ANAP ve DSP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar)
Parlamentoya güveni sarsmak, hiç kimseye fayda sağlamaz. Eğer vatandaşı
Parlamentoya karşı tahrik ederseniz, provoke ederseniz, bundan siz de zarar
görürsünüz; eğer vatandaşı ordusuna karşı tahrik ederseniz, bundan bütün ülke
zarar görür. Böyle söyleyenleri, demokrasiye güvenmeye ve demokrasiye saygılı
olmaya çağırıyorum.
FETİ GÖRÜR (Bolu) – Önce kendin ol.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Biz, Türkiye'nin bütün
problemlerinin çözüm yeri olarak, tek çözüm yeri olarak, bu Parlamentoyu
görüyoruz; bu Parlamentonun üzerinde de hiçbir güç tanımıyoruz. (ANAP ve DSP
sıralarından alkışlar) Onun için diyorum ki, gelin, bu tarihî hatanızdan
vazgeçin; isterseniz, bu bütçeye ret oyu verebilirsiniz...(DYP ve RP
sıralarından "Vereceğiz zaten" sesleri) Canım, sizi biliyorum, ben
CHP'ye söylüyorum... Bu, sizin hakkınızdır; ama, şimdi size söylüyorum: Ret
oyunuzu verirken...
HASAN DİKİCİ (Kahramanmaraş) – Onlar veremezler.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – ...ülke olarak, millet olarak
bizi var eden geleneklerimize, kurumlarımıza, demokrasimize zarar verirseniz,
bunun telafisi yoktur; bunun altından kalkamazsınız.
Bakın, bugün "ararejim" gibi laflar ediliyor, "atanmış
Hükümet" deniliyor... (RP sıralarından "Doğru" sesleri) Aslında,
bu lafları burada edenler de biliyorlar ki, Türkiye'de hükümetler atamayla
değil, Yüce Meclisin güvenoyuyla işbaşına gelir ve ancak Yüce Meclisin
güvensizlik oyuyuyla görevden uzaklaştırılabilir. (RP sıralarından
"Transfer oylarıyla" sesleri) Meclisten güvenoyu almış bir Hükümet
için söylenen bu sözler, aslında, Hükümetime değil, Yüce Meclise hakarettir ve
demokrasiye saygısızlıktır.
Herkes şunu iyi bilmelidir ki, ortada bir ararejim hükümeti değil, tam
tersine, ararejimin gelmesini önleyen, ona geçit vermeyen demokratik bir
Hükümet vardır. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar) Bu Hükümet, Refahyolun
ülkeyi ararejime götürme macerasının önünü keserek, ülkeyi ve aslında ülkeyle
beraber onları da bir ararejimden kurtarmıştır. Cumhuriyet tarihi boyunca, 54
üncü Hükümetin işbaşında olduğu dönem kadar, Türkiye'de rejim tartışması
yaşanmamıştır.
Şimdi, birileri çıkıp da, yavuz hırsız evsahibini bastırır misali,
meydanlarda bağırıyorlarsa, bu beyhudedir. Onların bu bağırışları bile,
Türkiye'de, bizim demokrasiye olan hizmetimizin bariz bir delilidir.
VEYSEL CANDAN (Konya) – Rantiyecilere...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Ama, bugün, çağdaş dünyayla
entegrasyondan, sivil toplumdan bahsedenler, çağdaş dünya ile Türkiye arasına
koydukları uçurumu da göz önüne getirmek zorundadırlar. Soruyorum: 54 üncü
Hükümet olarak bir sene işbaşındaydınız; hangi çağdaş dünyayla ilişki kurdunuz,
hangi sivil toplum örgütünün sesine kulak verdiniz?
Değerli milletvekilleri, günümüzün dünyasında, küreselleşen dünyada, iki
kavram birbirinden ayrı düşünülemez; bunlar, demokrasi ve hukuk devletidir.
Demokrasiden vazgeçemeyeceğimiz gibi, hukuk devletinden de vazgeçmemiz mümkün
değildir. Burada, üstüne basa basa bir şeyi söylemekte yarar görüyorum: Hukuk
devletinin en önemli ilkesi, idarenin faaliyetlerinde hukuk kurallarına uyması
zorunluluğudur. Eğer, Türkiye'de hukuk devleti varsa; eğer, benim Hükümetim,
benim Hükümetime bağlı bütün kurumlar, o kurumlarda çalışan herkes, hukuka
aykırı, hukukun dışında en ufak bir eylem yapıyorlarsa, bu devlet, hukuku
çiğneyenlerin karşısına çıkacaktır; ben yaparsam, benim karşıma çıkacaktır.
Hepiniz kabul edersiniz ki, vatandaşın devlete güveninin sarsıldığı
dönemler, hukuk devleti ilkelerinin de zayıfladığı dönemlerdir. İşte, çeteler,
böyle dönemlerde ortaya çıkarlar; hukuk tanımazlık, derebeylik bu dönemlerde
oluşur. Şüphesiz, bu, bazılarının işine gelebilir, bazılarına menfaat da
sağlayabilir, bazılarına ikbal, istikbal de temin edebilir; ama, unutmayın ki,
hukuksuzluğun üzerine oturanı, eninde sonunda hukuk kaldırır...
VEYSEL CANDAN (Konya) – Sizi kaldıracak.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – ...demokrasiye ihanet edenleri,
demokrasi, sonunda alaşağı eder. Kuvvet, ancak kanunun emrinde olduğu zaman
yararlıdır; kuvveti kanunun emrinden çıkarırsanız, o kuvvet, bir gün, sizin de
aleyhinize işlemeye başlar; sadece sizin değil, milletin de aleyhine işlemeye
başlar.
Geçen sene ortaya çıkan Susurluk kazası sonrasında, Türkiye'de, hukuk devleti,
ağır yara almıştır.
NURHAN TEKİNEL (Kastamonu) – Budapeşte... Budapeşte...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Geçen seneki bütçe görüşmelerinde,
bu Meclisin kürsüsünden söyledim. O bütçe görüşmelerinde de Susurluk kazası çok
önemli bir yer tutmuştu. Bu tartışmalar, bir yıl sonra, bu bütçe görüşmelerinde
de hâlâ bitmiş değildir.
NURHAN TEKİNEL (Kastamonu) – Hani, ne oldu?!.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Bana sorarsanız, bu tartışmaların
bitmemesi lazımdır; ancak, bu tartışmaları, olayları çarpıtma, birilerini
kollama gayreti yerine, Türkiye'de hukuk devleti ve demokrasiye katkı noktasına
çektiğimiz zaman bu tartışmaların bir anlamı olur.
Şimdi, bana diyorlar ki: "Hani yirmi günde Susurluk'u
çözecektin?" (RP ve DYP sıralarından "Ne oldu" sesleri) Ben,
böyle şey demedim ki... (RP ve DYP sıralarından "Oo..." sesleri,
alkışlar [!])
Sizin söylediğiniz hadiseyi; bakın, hangi yanlışlardan... Söylediğim
şeyleri anlamıyorsunuz, çarpıtıyorsunuz, söylemediklerimi de söylediğimi iddia
ediyorsunuz.
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Kafaları ermez...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Benim söylediğim hadise şuydu: Biz
iktidardan ayrılmadan, Türkiye'de bir çete olayı çıkmıştı...
NURHAN TEKİNEL (Kastamonu) – Budapeşte...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – O çetenin adı da, Söylemez
Çetesiydi; onun sanıkları da, şu anda mahkûmdur. Ben dedim ki: "Biz,
onunla ilgili soruşturma açtık." O soruşturma yürütülürken, biz Hükümetten
ayrıldık. Bizden sonra gelen Refahyol Hükümetinin ilk yaptığı işlerden biri, o
soruşturmada görevlendirdiğimiz 2 müfettişi alıp, pasif idarî görevlere atamak
oldu, soruşturmayı engellemek oldu. O müfettişlerden birisi, işte, bizim o
zamanki İçişleri Bakanımıza geldi, dedi ki: "Hükümet olarak yirmi gün daha
işbaşında kalsaydınız, biz bu işi çözecektik..."
TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) – Altı ay oldu...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – İfade benim ifadem değil, sizin
soruşturmayı engellemenizden yakınan müfettişin ifadesi.
NURHAN TEKİNEL (Kastamonu) – Kasetler nerede?..
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Ama, ben, bakın, burada, açıkça ve
huzurunuzda bir kere daha söylüyorum. Eğer Susurluk olayı ortaya çıktığı zaman,
geçen sene kasım ayında, zamanın iktidarı, yani, Refahyol İktidarı, bu olayın
üzerine ciddî biçimde gitseydi, hukukun gereğini yapsaydı, çözme noktasında
irade ortaya koyabilseydi, bu olay yirmi günde çözülürdü.
Eğer, bu olayın fasa fiso olmadığını görecek basirete sahip olsalardı,
bugün Susurluk olayı çözülmüş olurdu. (RP sıralarından "Siz ne
yaptınız" sesleri) O dönemdeki sorumlular, sıcağı sıcağına bu olayın
üzerine gitmeyerek ve hatta, birkısım gerçeklerin üzerini örterek, Susurluk
olayının karanlıkta kalmasına neden olmuşlardır.
NURHAN TEKİNEL (Kastamonu) – Budapeşte ne oldu!
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Ama, her şeyin üzerini örtmeleri de
mümkün olmamıştır. Her belgeyi ve her delili ortadan kaldırmaları mümkün
olmamıştır. Biz, aradan sekiz ay geçtikten sonra, Hükümet olarak olaya müdahale
ettik ve Başbakanlık Teftiş Kurulunun Başkanlığında, bakanlıklararası bir
soruşturma kurulunu görevlendirdik. Bu kurul, çalışmalarını tamamlamak
üzeredir; ama, bugün burada çıkıp da, bana -Sayın Baykal dahil- "bu olayı
çözemedin" diyenlere söylüyorum.
NURHAN TEKİNEL (Kastamonu) – Budapeşte'yi mi!
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Dinle!.. Dinle!..
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Burada asıl söylemeniz gereken
hadise, buraya çıkıp, Başbakan olarak neyi yapmam gerekip de yapmadığımı
söylemektir, hangi yetkimi kullanmadığımı söylemektir veya hangi yetkimi kötüye
kullandığımı söylemektir.
Ben, Susurluk'u, hukuk devleti ilkelerine uygun olarak, hukuk
çerçevesinde çözmek için üzerime düşen sorumluluğun gereğini yerine getirmeye
devam edeceğim. Eğer, bu konuda beni engellemeye çıkanlar olursa, onları da...
(RP sıralarından "Çiğner geçerim" sesi) Evet, gereğinde ezip
geçeceğim. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; RP
sıralarından gürültüler)
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın Başkan, bunlar, dinlemesini bilmiyorlar.
BAŞKAN – Sayın milletvekili, bazı arkadaşlarımız, koro halinde sürekli
laf atıyorlar. Beni, başka bir önlem almaya sevk etmeyin. İstirham ediyorum...
Şimdiye kadar sükûnetle geldik; lütfen, dinleyin.
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın Başkan, rahatsız olan dışarı çıkar.
VEYSEL CANDAN (Konya) – Ezmek ne demek.
BAŞKAN – Sayın Candan, siz, başından beri müdahale ediyorsunuz. Lütfen,
susun!.. (ANAP sıralarından "atın dışarı" sesleri)
(ANAP ve RP sıralarından karşılıklı laf atmalar)
BAŞKAN – Sayın Candan, lütfen...
MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Başbakana ezmek yakışıyor mu? "Ezerim"
diyor.
BAŞKAN – Değerli milletvekili...
Bir dakika, Sayın Başbakan.
Değerli milletvekili, o, onun takdiri... Siz karışamazsınız efendim...
Sayın Başbakanın takdiri. Lütfen...
MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Halkı ezdiniz...
BAŞKAN – Sayın grup başkanvekilleri... Rica ediyorum...
Buyurun Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, burada,
konuşmamın başında, Hükümet olarak, polemik hükümeti değil, icraat hükümeti
olacağımızı söyledim. Bunu söylerken de, icraat hükümeti olmanın zorluklarını
pekala biliyorduk. Ancak, ülkenin yönetimini yanlışlara endeksleyen bir
zihniyet, bizim, Hükümet olarak, halka doğruları söylememize tahammül edemiyor;
çünkü, bizim söylediğimiz her doğru, aslında, onların bir başka açıklarının ortaya
çıkmasına, insanımızın, bazı siyasetçileri daha yakından tanımasına imkân
veriyor. Bütün telaşları bundandır, laf atmaları bundandır.
Tarihi tekerrür haline getiren ciddî siyasal ve sosyal kirlenmeye ve
kabul edilemez çarpıtmalara, artık, bir son vermeliyiz. Bu kürsüye çıkıp da
bütçemizi eleştirmek yerine, meydan
cazgırlığına soyunanlar, elbette, kendi seslerinden başkasını duyamazlar.
Dünyayı da, sadece kendi seslendirdiklerinden ibaret sayarlar. (ANAP sıralarından
alkışlar; DYP ve RP sıralarından gürültüler)
TAHSİN IRMAK (Sıvas) – Size sesleniyorlar...
BAŞKAN – Ne var Sayın Irmak...
TAHSİN IRMAK (Sıvas) – Ne oldu Budapeşte?!.
BAŞKAN – Sayın Irmak.
Bir dakika, Sayın Başbakan.
NURHAN TEKİNEL (Kastamonu) – Ayıp, ayıp... Ne oldu Budapeşte'ye?!.
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Konuşma!.. Otur yerine!..
(ANAP ve DYP sıralarından karşılıklı laf atmalar)
BAŞKAN – Bir dakika... Bir dakika efendim... Her şeyin bir usulü var.
Eğer, söz istiyorsanız, sataşma kabul ediyorsanız, zamanı geldiğinde
konuşursunuz.
MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Sayın Başbakanın takdiri... Lütfen sükûnetle dinleyelim.
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın Başkan, böyle şey olmaz... (DYP
sıralarından gürültüler)
MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Efendim, Sayın Başbakanın takdiri... Lütfen efendim...
Buyurun Sayın Başbakan.
MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Lütfen efendim, böyle bir usulümüz yok...
Bir dakika Sayın Başbakan.
Değerli milletvekilleri, sabahtan beri, hoşgörüyle şu ana kadar geldik
ve sükûnetle görüşmeleri götürdük. Görüyorum ki, bazı arkadaşlarımız, sürekli
olarak laf atıyorlar, ben onları tespit ediyorum; gerekirse İçtüzük hükümlerini
uygulayacağım... Rica ediyorum, sükûnetle dinleyelim.
TAHSİN IRMAK (Sıvas) – Ne yani...
BAŞKAN – Sayın Irmak... Sayın Irmak... Sayın Irmak, çok sinirliyseniz
dışarı çıkınız.
TAHSİN IRMAK (Sıvas) – Sinirlendim tabiî...
BAŞKAN – Kapaklara vuruyorsunuz.... Susun...Sürekli laf atıyorsunuz
Sayın Irmak.
Buyurun Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, devlet,
ancak, somut ve ciddî politikalarla idare edilebilir. Hükümet etmek, ciddiyet
işidir; hükümetin ciddiyetinin en önemli belgelerinden biri de onun bütçesidir.
Bizim Hükümetimiz, cumhuriyet tarihinin en ağır ve en haksız
saldırılarına muhatap olmuştur. Her türlü ahlak kuralını, nezaket sınırını
zorlayan bu eleştirilerin her birine verilecek cevabımız, elbette ki vardır;
ama, sorumlu devlet adamlığı, dedikodu ve hakaretlere cevap yetiştirmeyi değil,
ülkenin bugün içinde bulunduğu durumda, sorunlara çözüm getirmeyi, milletimize
hizmet etmeyi gerekli kılar. Onun için, işimize bakmaya devam edeceğiz.
Bugün karşınıza, ne Romalı komutan olarak ne de fasa fisolarla uğraşan
bir Başbakan olarak çıktım. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar) Size, hayal vadeden bir bütçe de sunmuyoruz...
NEVFEL ŞAHİN (Çanakkale) – Şimdiye kadar söyledikleriniz...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Bugün, huzurlarınıza, elli yıllık
problemlerimize çözüm arayan, bunları çözmek için didinen bir Hükümetin
Başbakanı olarak çıkıyorum.
SEBAHATTİN YILDIZ (Muş) – Maşallah!..
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Aslında ben beklerdim ki, bütçe
görüşmeleri sırasında, vergi reformuyla, sosyal güvenlik reformuyla, mahallî
idareler reformuyla, eğitim reformuyla, insan haklarıyla, hukuk devletiyle,
adalet reformuyla, muhalefetimizin görüşlerini öğrenebilelim. Bunlarla ilgili
görüşler, burada ortaya konulsun. Acaba, bunlara, Türkiyemizin hiç mi ihtiyacı
yok?! Burada, sadece, boş polemikler yaparak, Türkiye'nin harcayacak zamanı var
mı acaba?! Bunları bırakıp, bu söylediğim şeyleri bırakıp da, bu kürsüyü
birilerinin şahsî kavgası için kullanmak, onları, Türkiye'nin sorunlarının
önüne taşımak, aslında, o kişilere de bir yarar getirmez.
1997 yılı bütçe görüşmelerini bir hatırlayın: "50 yıldan beri
yapılan ilk denk bütçe -Erbakan'ın deyimi; 50 yıldan beri yapılan ilk denk
bütçe- değişim ve onarım bütçesi, borç-faiz sarmalını kıracak bütçe."
İşte, bu ifadelerle Türkiye'nin önüne getirilen, bu Meclisin önüne getirilen
bütçenin, Türkiye'yi ne hale getirip, Türkiye'den neler götürdüğünü, hep
birlikte gördük.
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Fazlası da var.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Türkiye'nin, hayalle hedefi
karıştıran, sanal hükümetlere de, sanal başbakanlara da ihtiyacı yoktur. (ANAP
sıralarından alkışlar) Milyonlarca vatandaş, sanal kurgularla değil, her gün
onları ezen gerçeklerle yaşamaktadır. Biz, o zaman da demiştik "bu bütçe
denk değildir, bu bütçe hayalî bütçedir." Bugün, bir sene sonra,
olayların, bir sene önce söylediklerimizi doğru çıkarmasından, katiyen
memnuniyet duymuyoruz; aslında, bunun üzüntüsünü yaşıyoruz.
Geçen yılki bütçenin, bütçe tekniğine ve ülke gerçeklerine uymayan,
yaptıkları diğer her iş gibi, hayalî temeller üzerine oturtulmuş o sözde denk
bütçenin, daha yılın ilk yarısını bile tamamlamadan; yani, biz Hükümeti
devralmadan önce, açık vermeye başladığını, hepiniz çok iyi biliyorsunuz.
Tabiî, o hayalî bütçenin sıkıntısını biz çektik. Onlar, yılın ilk altı
ayında, bütçeyi tam takır bırakıp gittiler. Asıl zorlu dönemi aşma mücadelesi
bizim omuzlarımıza yüklendi.
Bakın, altı aylık hükümetiz, altı yıldan beri ödenmeyen kamulaştırma
borçlarını 31 Aralık itibariyle tümüyle ödemiş olacağız. (ANAP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar; RP sıralarından gürültüler) 62 trilyon
lira bugün itibariyle ödedik, 6 trilyon lira daha borcumuz var. Söz vermiştik,
kamulaştırma borcunu 1998 yılına taşımayacağız. Bunun için de, sizin bir yıllık
döneminizin borcu da var, sizden önceki beş yılın borcu da var. (ANAP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Şu altı aylık dönemde, üreticiye, toplam 295 trilyon lira ödemişiz,
birliklere 94 trilyon lira ödemişiz.
FETİ GÖRÜR (Bolu) – Kartele ne kadar ödediniz?
BAŞBAKAN A.MESUT YILMAZ (Devamla) – Şimdi dikkat edin; sizin döneminizde
ödenmeyen gübre, süt, ilaç, tarımsal destek ödemelerine 42 trilyon lira ödedik.
(RP sıralarından "kartele ne kadar ödediniz" sesleri)
Sizin, çiftçiye ödemediğinizi, altı ayda biz ödedik. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar; RP sıralarından gürültüler)
Ziraat Bankasının görev zararlarını ödemediniz.
FETİ GÖRÜR (Bolu) – Kartele ne kadar ödediğinizi söyleyin.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Ziraat Bankasına 81 trilyon lira
sermaye artışını biz sağladık. Emlak Bankasına 13,5 trilyon, Halk Bankasına 88
trilyon...
MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – Hani para yoktu!..
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – ... Kalkınma Bankasına 8,5 trilyon,
Eximbanka 35 trilyonu biz ödedik.
Biraz önce burada konuşan Refah Partisi sözcüsü, 1998 bütçesinde
yatırımlara ayrılan paranın reel olarak 1997 yılı bütçesine göre azalma
anlamına geldiğini ifade etti. Yaptığı yanlış, özelleştirme gelirlerinden
yatırıma ayrılan 400 trilyon lirayı kale almamasından kaynaklanıyor.
NEVFEL ŞAHİN (Çanakkale) – Alsa ne olacak?!
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Özelleştirme gelirlerinden elde
edilen 400 trilyon lirayı da yatırıma koyduğunuz zaman, 1997 bütçesine göre,
reel olarak, yatırımları, yüzde 19,9 artırdık; yüzde 19,9; yani, ortalama yüzde
20.
NEVFEL ŞAHİN (Çanakkale) – Yanlış... Yanlış...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Değerli milletvekilleri,
Hükümetimizle birlikte, Türkiye, artık, kırıp dökme, dağıtma, hayal kırma
döneminden, derlenip toparlanma dönemine girmiştir. Bu dönem, ülkeyi fırtınalı
bir denizden, güvenli bir limana getirme dönemi olmuştur. Bundan sonra
yapacağımız, hızlı ve emin adımlarla yolumuza devam etmektir. Çünkü, bakın, bu
seneki bütçede ne Sincan'daki tankları ne de rejime yönelik endişeleri
tartışıyoruz; burada tartıştığımız meselelerin hepsi, milletimizin gerçek
meseleleridir. Bir yılda hallaç pamuğu gibi atılarak altüst edilen bu ülke,
Hükümetimizin çabaları ve Yüce Meclisin katkılarıyla, birkaç ayda sükûnete
kavuşmuştur. Bu nasıl oluyor diye soranlar, bunun, devletin kurum ve
kurallarını işletmeye kararlı bir irade ile devlet ve millet inancıyla yapılan
çalışmadan kaynaklandığını da aslında çok iyi biliyorlar.
Geçtiğimiz altı ayda yaptığımız, Türkiye'nin, sadece söküklerini dikip,
önceki dönemden kalan ayıplarını gidermeye çalışmaktır. Bu ülkeyi tepeden
tırnağa donatmak için, bundan sonra, kollarımızı sıvadık; toz duman dağılıp da
ortalık durulunca gördük ki, Türkiye, son birkaç yıldan beri çok büyük
ihmallere uğratılmıştır. Yeni bir projenin başlatılması veya yeni fikirler
üretilmesi bir yana, mevcut projeler dahi uygulanamamıştır...
BAYAR ÖKTEN (Şırnak) – Karadeniz sahil yolu...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – 1990'ların başında enerji fazlası
veren Türkiye, 2000'lerin eşiğine geldiği şu dönemde, karanlıkta kalma
tehlikesiyle karşı karşıyadır; aynı durum karayollarında da söz konusudur.
Telekomünikasyon konusunda, ihracat konusunda aynı durum geçerlidir. Şimdi,
bıraktığımız yerden, hatta, birçok bakımdan daha gerisinden başlıyoruz. Biz
diyoruz ki, Hükümet olarak icraat yapmak istiyoruz. Ne pahasına olursa olsun
icraat yapacağız.
Nedir yapmak istediğimiz icraat; enflasyonu. önümüzdeki üç yılın sonunda
tek haneli rakama indirmek istiyoruz. Karadeniz sahil yolu da dahil, geri kalan
otoyollarımızı üç yılda bitirmek istiyoruz.
İRFETTİN AKAR (Muğla) – 1983'te de aynı şeyleri söylediniz.
BAŞBAKAN A.MESUT YILMAZ (Devamla)– Daha önce zikrettiğim reformları,
biraz önce saydığım reformları birer birer gerçekleştirmek istiyoruz. Devleti,
kalkınmanın ve gelişmenin önünde engel olmaktan çıkarmak istiyoruz.
Buna karşılık bazıları çıkıyor "ne zaman seçime gideceksiniz"
diye bize soruyorlar. İşte, şimdi buradan söylüyorum; benim Hükümetimin
gündeminde seçim yoktur. Daha doğrusu, seçime karar vermek benim Hükümetimin
işi değildir; seçime karar vermek Yüce Meclisin işidir.
NEVFEL ŞAHİN (Çanakkale) – Hani seçime gidecektiniz!
BAŞBAKAN A.MESUT YILMAZ (Devamla) – Aynı şekilde, seçimi engellemek
de bize bağlı değildir; biz, icraatlarımıza devam etmek istiyoruz ve
kurulduğumuz günden beri her zaman aynı şeyi söylüyoruz; ancak, Yüce Meclis
seçim konusunda hangi iradeyi ortaya koyarsa, o iradeye uyacağımızı da bu
kürsüden açıkça ilan ediyoruz.
Burada bir çelişkiyi daha dikkatinize getirmek istiyorum. Birilerinin
anlayışına göre, eğer, bu Meclis, seçim kararı alırsa millî iradeyi temsil eden
bir meclis olacak; ama, bu Meclis, zor şartlar içerisinde kendi içinden bir
hükümet çıkarırsa, o zaman çıkan bu hükümet, bir ararejim hükümeti olacak(!)
Böyle çarpık mantık olur mu?
Kimse bizim söylediklerimizi veya yaptıklarımızı çarpıtmaya
çalışmamalıdır. Bizim enflasyonu önlemeye yönelik çalışmalarımızı, örneğin, KİT
ürünlerinin fiyatlarının belirlenmesi konusunda aldığımız kararı, farklı
değerlendirenler oldu. Oysa, biz, fiyatların kontrolüne kamu ürünlerinden
başlayarak, bu konuda, özel sektöre güven vermek istiyoruz. Bu konuda olumlu
tepkiler de aldık. Yaptığımız şey, fiyat dondurması filan değildir. Yaptığımız
şey,kamu ürünlerinde yeni bir fiyatlandırmaya geçmektir; ama, bazıları,
ortalığı velveleye vermekten geri kalmadılar. KİT ürünlerine zorunlu fiyat
ayarlamaları yaptığımız zaman "bakın, zam yapıyor" diye ortalığı
ayağa kaldıranlar, fiyatları bir süre artırmayacağımızı söylediğimiz zaman da "zam yapmıyor" diye, şimdi çifte
standartlarını ortaya koyuyorlar.
İSMAİL KARAKUYU (Kütahya) – Yalan söylüyorlar(!)
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Değerli milletvekilleri,
Hükümetimizin göreve gelmesinde ve bazı uygulamalara başlamasında uzlaşma
sağlanmış ve toplumsal destek, toplumun bütün kesimlerince Hükümetime
verilmiştir; bu desteğe, özellikle teşekkür ediyorum.
Bu Meclisten eğitim reformu geçmiştir. Türkiye, millî eğitim davasında,
yeni ve çok büyük bir hamle yapmıştır. Zorunlu eğitim, süresiyle, altyapısıyla,
anlayışıyla, ilköğretimden başlanarak eğitim sistemi yeniden ele alınmıştır;
ama, bazıları, bunu dahi suiistimal etmekten geri kalmamışlardır. Yıllarca
eğitime ayrılan payın düşüklüğünden bahsedenler, bugün eğitime ayırdığımız payı
görmezlikten, yapılanları anlamazlıktan gelmektedirler. Oysa, biz biliyoruz ki,
eğitim dediğiniz hadise, akşamdan sabaha, bugünden yarına halledilebilecek bir
olay değildir. Bu konuyu üç yıllık bir süreç içinde çözeceğimizi söyledik.
Aslında, bu başlattığımız hamlenin meyvelerini, çok daha ileride alacağız.
Hepinizi, mukayese ve muhasebe yapmaya davet ediyorum. Türkiye'de
yapılanları, mutlaka mukayese edelim; dönemleri mukayese edelim; sonra da,
birtakım kişisel saiklerle değil, bu ülke çıkarlarını önplana alarak bir değerlendirme
yapalım. Bir geçen yıla bakalım, şu Refahyol dönemine bakalım, bir de bu yıla
bakalım; arada dağlar kadar fark göreceksiniz. (RP sıralarından "Doğru...
Doğru..." sesleri)
Değerli milletvekilleri, burada çok dile getirildi; bütçenin açılışında
da getirildi, kapanışında da getirildi. Avrupa Birliği konusunda, Avrupa
Birliği ile bütünleşme konusunda Hükümetimin yapmış olduğu bazı
değerlendirmeleri, bu vesileyle, Sayın Başkanın müsamahasına sığınarak, çok
kısa olarak sizlerle paylaşmak istiyorum. Bir kere, şu noktayı herkesin iyi
bilmesi lazım: Biz, hükümete geldikten sonra, yani, temmuz ayının başında
Avrupa Komisyonu, sadece Türkiye ile ilgili değil, Avrupa Birliğinin genişleme
sürecine katılmak için müracaat eden, Avrupa Birliğine üye olmak için müracaat
eden bütün ülkelerle ilgili, Avrupa Birliği konseyine bir rapor sunmuştur.
Avrupa Birliğine tam üye olmak için müracaat eden ülke sayısı 12'dir; ama, bu
raporda, sadece 11 ülkeden bahsedilmiştir. Bu 11 ülkeden 6 tanesi için, 1998
yılının nisan ayında tam üyelik müzakerelerinin başlatılması önerilmiştir. Geri
kalan 5 ülkeyle de, bilahara, belli bir katılım stratejisi uygulandıktan sonra
tam üyelik müzakeresinin başlatılması önerilmiştir. Avrupa Komisyonunun, Avrupa
Birliği Bakanlar Konseyine sunduğu raporda, Türkiye ile ilgili olarak yapılan
öneri, sadece gümrük birliğinin devam ettirilmesidir. Şimdi, burada dikkat edin, bunu niye
söylüyorum; Hükümetimizin, Türkiye'nin, Avrupa Birliği ile bütünleşmesi
meselesinde başladığı nokta, sıfır noktasıdır. Bizden önceki hükümetin bu
konuda bize devrettiği miras, sıfır mesabesindedir; çünkü, Avrupa Komisyonu
demiştir ki; hayır, ben Türkiye'nin, bu genişleme süreci içine alınmasını
önermiyorum; Türkiye'nin, bu sürecin dışında kalmasını öneriyorum. Türkiye ile
ilişkinin, sadece gümrük birliği olarak devam etmesini öneriyorum. Komisyonun
yaptığı öneri budur. Biz ne yapmışız? Yeni bir Hükümetiz... Komisyonun bu
önerisine rağmen, Türkiye'yi, Avrupa Birliğinin genişleme sürecine dahil etmek
istiyoruz. İki şey yaptık. Oturduk, bir durum muhakemesi yaptık, özeleştiri
yaptık. Özeleştiri ne demek; eksiklerimizi görmek için değerlendirme yaptık.
Sayın Baykal'ın dediği gibi, özgüven eksikliğimiz filan yok. Özgüven eksikliği
olan insanlar, özeleştiri yapamazlar. Biz, özeleştiri yaptık. Bizim bu
halimizle tam üye olmamız mümkün değil; çünkü, bize bırakılan ekonomik miras,
yüzde 90 enflasyondur; bize bırakılan ekonomik miras, fert başına 3 000 doları
bulmayan bir millî gelirdir.
MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – İnsan hakları!..
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – İnsan hakları konusunda, onbeş
yıllık terör mücadelesinden kaynaklanan eksilerimiz var...
MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – Demokrasi!..
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Demokraside eksilerimiz var.
Bu halimizle, Avrupa Birliğine tam üye olamayız; ama, biz, Avrupa
Birliğine tam üye olmak için kimseyi zorlamak niyetinde değildik. Biz, evvela,
politikamızı ortaya koyduk; dedik ki, bu yapılan yanlışı tamir edin. Yanlış
derken, sadece bize yapılan yanlışı söylemiyorum, Kıbrıs konusunda yapılan
yanlışı diyorum. Kıbrıs ile ilgili, bizden önceki Hükümet zamanında değil,
ondan daha önceki hükümetler zamamında, 1996'da, Dublin'de karar aldılar.
Aldıkları karar, Güney Kıbrıs ile tam üyelik müzakeresini başlatma kararıdır.
Biz, dedik ki, bu kararı alamazsınız; çünkü, Kıbrıs, 1959 Londra, Zürih
Antlaşmalarıyla kurulmuş bir devlet. Kıbrıs Devletini kuran bu antlaşmalar,
Kıbrıs'ın, uluslararası bir birliğe katılmasını, ancak Türkiye ile
Yunanistan'ın onayı şartına bağlamış. Türkiye onay vermedikçe, siz, Kıbrıs ile
tam üyelik müzakeresi yapamazsınız.
Ayrıca, bize karşı ileri sürdükleri bir argüman var. Diyorlar ki, biz,
Türkiye'yi alamayız. Niye alamazsınız; bu eksikleriniz var. O eksikleri biz
kabul ediyoruz. Onun için diyoruz ki "bizi yarın almanıza lüzum yok; bize
süre verin, biz, bu eksiklikleri gidereceğiz." Ama, başka bir şey daha
söylüyorlar "sizin, Yunanistan ile ihtilafınız var" diyorlar.
"Sizin dahil olduğunuz, methaldar olduğunuz bir Kıbrıs meselesi var"
diyorlar. Bu sebepleri, bizim tam üyelik müracaatımızı olumlu
karşılamamalarının argümanı olarak, bize karşı kullanıyorlar. Şimdi, biz de,
onlara diyoruz ki: "Peki, benim başımda, Yunanistan ile olan Ege ihtilafım
var. Benim de, dolaylı dahil olduğum bir Kıbrıs ihtilafı var; ama, bu Kıbrıs'ın
kendisi zaten sorun. Bu Kıbrıs, otuz yıldan beri devam eden, İkinci Dünya
Savaşından sonraki en uzun ihtilaf. İkinci Dünya Savaşından beri devam eden,
kırk yıldan beri devam eden bir uluslararası sorun Kıbrıs. Kıbrıs'ta, iki ayrı
toplum var; Kıbrıs'ta, aslında, iki ayrı egemen devlet var."
Şimdi, Türkiye'ye gelince, ikili ihtilaflarını gerekçe olarak
göstererek, bizi dışarıda tutmak isteyenler, kendisi bir barut fıçısı olan,
kendisi her türlü çatışmaya gebe olan, açık olan, her türlü çatışmaya
potansiyel aday olan ve iki ayrı egemen varlığın yaşadığı Kıbrıs ile tam üyelik
müzakeresi yapmayı kararlaştırdılar.
Bizim ortak bir Avrupa Birliğine karşı aldığımız tavır, sadece,
Türkiye'ye karşı aldıkları karara karşı konulan bir tepki değildir. Eğer, gündemde,
sadece Türkiye olsaydı, aslında, alınan bu karar, şimdiye kadar Türkiye'nin
lehine alınmış olan en önemli karardır. Şimdiye kadar, Avrupa Birliğinin hiçbir
zirvesinde, Türkiye'nin tam üyeliği kabul edilmemiştir. Türkiye'nin tam üye
olabileceği, tam üye olmak için diğer adaylarla eşit kriterlere göre
değerlendirileceği hiçbir yerde söylenmemiştir; ilk defa Lüksemburg'ta
söylenmiştir. Bunu söyleyeceklerini, zirve toplantısından önce, bize
söylemişlerdir "sizinle ilgili böyle bir karar alıyoruz; bu, sizin için
bir siyasî zaferdir. Sizden önceki hiçbir hükümet zamanında, biz bunu
söylemedik" demişlerdir. Aslında, söyledikleri yanlış da değildir,
söyledikleri doğrudur. Lüksemburg'da alınan karar, şimdiye kadar Türkiye ile
ilgili alınan en ileri karardır; ama, biz değerlendirmemizi sadece buna bağlı
yapamazdık. Biz değerlendirmemizi yaparken, diğer aday olan onbir ülkeyle
Türkiye arasına konulan duvarı sormak zorundaydık. Avrupa'da dikilmek istenen
bu yeni kültürel Berlin Duvarını sorgulamak zorundaydık.
İkinci bir şeyi sorgulamak zorundaydık; Kıbrıs'ta müzakere yapacaksınız;
kiminle yapacaksınız, kim temsil edecek Kıbrıs'ı; Güney Kıbrıs'taki Rumlar
temsil edecek. Peki, sizin bu Güney Kıbrıs ile Kıbrıs adına müzakere yapmanız,
acaba, Kıbrıs sorununa çözüm mü getirecek? "Hayır, o konuda sizin
yardımınıza ihtiyacımız var" diyorlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika, Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Sayın Başkan, 15 dakika rica
ediyorum.
İSMAİL KARAKUYU (Kütahya) – Zamlardan bahsetmedi!.. Zamları merak
ediyoruz!.. (ANAP sıralarınan "sus, dinle" sesleri, gürültüler)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Beni 11'in dışında tutacaklar. 11'i
ikiye bölecekler, bir kısmına bu sene nisan ayında tam üyelik müzakerelerini
başlatacaklarını söyleyecekler, bir kısmına "biz size yardım yapacağız,
sizi tam üyeliğe hazırlayacağız" diyecekler, ondan sonra beni de birtakım muğlak ifadelerle geçiştirmeye
çalışacaklar.
Ben, bunu, gelip burada sizlere bir zafer olarak da takdim edebilirdim;
ama, benim siyaset anlayışım buna elvermezdi. Çünkü, ben, Avrupa Birliği
meselesine hiçbir zaman "ya olacak, ya olacak" diye bakmadım
"benim işime gelirse olacak" dedim "benim şerefime uyarsa
olacak" dedim. (ANAP ve DSP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar) Bana saygısızlık ederek, bana karşı ayrıcalık yaparak, pazarlık
karşılığı Kıbrıs'ı benim elimden almaya kalkarak beni, Avrupa Birliğine
sokacaksanız, ben orada yokum diyorum. (ANAP sıralarından "bravo"
sesleri, alkışlar)
Değerli milletvekilleri, gittik, bütün Avrupa Birliği üyelerini ikaz
ettik. Bugün tepkimiz ne olmuşsa, o tepkimizi zirve öncesinde o devletlerin
hepsine söyledik, "bize karşı ayırımcılık yaparsanız tepkimiz böyle
olur" dedik, "biz, sizinle bu meseleleri bir daha hiç
konuşmayız" dedik, "sizinle siyasî diyaloğu keseriz" dedik.
Anladım ki, bizim, altı aydan beri, çok ince ölçülüp biçilmiş, çok rafine bir
şekilde ortaya konulmuş, çok açık biçimde muhataplarımıza iletilmiş olan mesajımız,
Türkiye içinde bazı muhalefet partileri tarafından tam anlaşılmamış.
Bizim, bundan sonraki uygulayacağımız müeyyide, Avrupa Birliğiyle siyasî
diyaloğun, bize önşart olarak koşulan, Kıbrıs, Türk-Yunan ilişkileri ve insan
hakları dahil, Türkiye'nin iç meselelerini görüşmeme müeyyidesidir. Biz, Avrupa
Birliğiyle, anlaşmalarla taahhüde bağlanmış olan ilişkilerimizi devam
ettireceğiz; biz, Avrupa Birliğiyle 1963 Ortaklık Anlaşmasından doğan
vecibelerimize sadığız; biz, Türk Devleti olarak bütün vecibelerimize sadığız.
1995 Nisanında yapılan Gümrük Birliği Antlaşmasında, Türkiye'nin menfaatları
iyi savunulmamış olsa da, Türkiye açısından elde edilebilecek olanların
asgarîsiyle yetinilmiş olsa da, bu getirilip, Türkiye'de bir içpolitika
malzemesi olarak, seçim malzemesi olarak istismar edilmeye çalışılmış olsa da,
bizim devletimiz adına atılan imzaya biz bağlıyız; Gümrük Birliği Antlaşmasına
da devam edeceğiz. (ANAP sıralarından alkışlar) Ama, tam üyelikte henüz
neticelenmemiş bir süreç söz konusu; müracaatı yapan benim partim, Anavatan
Partisi. 1987'de tam üyelik için müracaat etmişiz, 1989'da bize cevap vermişler
ve demişler ki: "Şu anda sizi tam üye yapamayız, tam üyelik müzakeresine
başlayamayız"
İSMET ATALAY (Ardahan) – Parti müracaatınız ne zaman Sayın Başbakan;
Partinin müracaatı var mı?
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Benim Partimin iktidarda olduğu
dönemde yapılmış müracaat.
İSMET ATALAY (Ardahan) – O zaman düzeltin.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Şimdi, yeni bir döneme
girmişiz. 2000'li yılların ilk yarısı için Avrupa'nın sınırları belirleniyor.
Sadece önümüzdeki üç yılda, beş yılda değil, önümüzdeki elli yılda Avrupa
Birliğine katılacak olan ülkelere karar veriliyor, Avrupa'nın genişleme süreci
kararlaştırılıyor.
Tam üyelik müracaatı yapan ülkelerden birisi benim. Komisyon beni hiç
kale almıyor; beni, ilelebet, Gümrük Birliğinin getirdiği o muğlak zeminde, o
kaygan zeminde, benim aleyhime işleyen zeminde tutmak istiyor.
1980'den beri, ben, Avrupa Birliğinden beş kuruş para almamışım. İki yıldan
beri, anlaşma yaptıkları halde, Gümrük Birliği Antlaşmasında bana karşı
taahhüde girdikleri halde, Yunan vetosu nedeniyle malî işbirliğini
işletmemişler, bana kalkınma yardımı yapmamışlar, kredi vermemişler, hibe
vermemişler; Avrupa Birliğinden hiçbir fayda sağlamamışım; ama, iki sene
boyunca benim dış ticaret açığım, sadece, Avrupa Birliğiyle olan dış ticaret
açığım 22 milyar doları bulmuş. Avrupa Birliğinin gelişmesini ben finanse
etmişim. Benden aldıkları parayla, her sene, Yunanistan'a 8 milyar dolar
karşılıksız yardım yapıyorlar. Yunanistan'ın gelişmesini ben finanse etmeye
mecbur değilim. Ben, bunu, onlarla konuşma hakkına sahibim. (ANAP ve DSP
sıralarından alkışlar)
Şunu söylüyorum: Avrupa Birliğine karşı kör âşık gibi davranmayız.
Avrupa Birliği, işimize gelirse, bizim menfaatımızı dikkate alırsa, her şeyden
önce bana saygı duyarsa, onunla en ileri bütünleşmeye hazırım; ama, bunları
yapmadığı zaman, ben, Avrupa Birliğini istismar edip de Türkiye'de, ikibuçuk
oyun peşine düşmem. (ANAP sıralarından "Bravo"sesleri, alkışlar)
Sayın Baykal için söylüyorum "Avrupa Birliğinden, tam üyelik
müracaatımızı geri çektim " falan demedim. Dediğim hadise şudur...
METİN ARİFAĞAOĞLU (Artvin) – Basın öyle söyledi!
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Canım, basını düzeltmeye kalksam,
bir saat de yetmez. (Gülüşmeler)
Şimdi, benim söylediğim hadise şudur: Türkiye'ye karşı haksızlık
yapmışlardır, Türkiye'ye karşı ayırım yapmışlardır...
HASAN DİKİCİ (Kahramanmaraş) – Yeni mi anladınız?!
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Haksızlık yaptıklarını, şimdi,
kendi içlerinde de tartışmaktadırlar. Benim istediğim, onları, kendi
kendilerini sorgulamaya zorlamaktır. Benim talip olduğum Avrupa, Erbakan'ın
iddia ettiği gibi, Hıristiyan kulübü olan Avrupa değil...
ABDULKADİR ÖNCEL (Şanlıurfa) – Onu, siz söylüyorsunuz.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – ...benim talip olduğum Avrupa...
(RP sıralarından "siz söylüyorsunuz, siz" sesleri, gürültüler)
Bir dakika... Bir dakika...
Benim talip olduğum Avrupa, bu hatasını düzeltmeye mecburdur; bugün,
Türkiye'yi Avrupa'dan koparmak isteyen, bir, Avrupa'yı Hıristiyan kulübü olarak
gören Refah Partisi var; bir de, zaman zaman onlara hak verdirircesine davranan
Avrupa'nın...
MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – İtirafları var.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – İtirafları değil!
...Hıristiyan bağnazlığı var; ama, Avrupa, bundan ibaret değil.
Avrupa'nın kendi kendisini sorgulamasını istiyorum; Avrupa'nın Hıristiyan
kulübü olup olmadığını ortaya koymasını istiyorum. Türkiye, bunun için bir ayraçtır...
CAFER GÜNEŞ (Kırşehir) – Sayın Başbakan, çok geç anlamışsınız...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Türkiye'ye karşı takınacakları
tavır, Erbakan'ın doğru söyleyip söylemediğini ortaya koyacaktır.
CAFER GÜNEŞ (Kırşehir) – Çok geç anlamışsınız, çok geç...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Şimdi, diyorum ki: Bunu düzeltmek
için, bu zirvede yaptığınız yanlışı düzeltmek için, önünüzde haziran ayında bir
zirve daha var -ondan önce bunun düzelmesi mümkün değil- o zirve de, iyice
düşünün taşının; Türkiye'yle ilgili kararınızı gözden geçirin, yanlış
yaptıysanız düzeltin, hata yaptıysanız telafi edin. Türkiye, yoluna, böyle
kaygan bir zeminde devam edemez. Türkiye, yerine getirilmeyen yükümlülüklerin
kendisine ayrıcalık gibi sunulduğu bir sözde stratejiyle, boş laflarla idare
edilebilecek bir ülke değildir. Türkiye, İslam âlemi içerisinde, yönünü en net
şekilde ortaya koyan tek ülkedir, tek demokratik ülkedir, tek laik ülkedir.
(ANAP, DSP ve DTP sıralarından alkışlar) Türkiye, bu niteliklerini koruyabilmek
için, büyük mücadele vermektedir, büyük bedel ödemektedir. Bu mücadeleyi, ben
içeride vermeye devam ederken, benim Hükümetim, Türkiye'nin doğrultusunu, yüz
yıldan beri devam eden, Atatürk'le kurumlaşan doğrultusunu devam ettirmek için
çaba harcarken, sen Avrupa olarak, bana ayrımcılık yapamazsın diyorum. Beni
itersen, o zaman ben çaresiz değilim diyorum. Avrupa Birliği -hiç şüpheniz
olmasın- Türkiye'yle ilgili almış olduğu kararda yanlışlık yaptığını mutlaka
anlayacaktır. Şimdi, Avrupa için özeleştiri zamanıdır, yeniden değerlendirme
zamanıdır.
İSMAİL KARAKUYU (Kütahya) – Bütçeye gel...
ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Bunu anlamıyor musun?!. Bu anlattıklarını
anlamakta zorluk mu çekiyorsun?!
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Biraz dinlersen öğrenirsin...
BAŞKAN – Lütfen, değerli arkadaşlarım; arka sıralarda öyle bir
usulümüz yok.
Buyurun Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Lüksemburg zirvesinde ortaya
konulan neticenin, bizi tatmin etmeyen o kararların müsebbibi, ne Türkiye
Cumhuriyeti Devletidir ne de aziz milletimizdir. Bu kararların, bu neticenin
tek müsebbibi, bir taraftan, o masanın etrafında oturan ülkelerden bazılarının,
ezeli olarak taşıdıkları Türkiye fobisidir; bir yandan da, bugüne kadar, Türk
Devleti adına söz verip sözünü yerine getirmeyen, Avrupa Birliğini içpolitika
malzemesi yapan birtakım yöneticilerdir.
Bütün dünya bilmelidir ki, Türkiye, dışpolitikadaki imkânları sınırlı
bir ülke değildir; tam tersine, Türkiye, coğrafyasının da sağladığı avantajla,
jeopolitik konumuyla, sahip olduğu insan birikimiyle, çok farklı imkânlara, çok
geniş imkânlara sahip bir ülkedir. Bugün, Amerika Birleşik Devletleriyle,
Rusya'yla gelişen ilişkilerimiz, bu ilişkilerden sadece birisidir.
Biz, ülke olarak, Amerika Birleşik Devletleriyle, Rusyayla, Avrupa
Birliğiyle, diğer Avrupa ülkeleriyle, İslam ülkeleriyle, Türk
Cumhuriyetleriyle, komşularımızla; özetle, bütün dünyayla iyi ilişkiler kurmak
istiyoruz. Ancak, iyi ilişki kurmak istediğimiz bütün ülkeler bilmelidir ki,
Türkiye bağımsız bir ülkedir, Türkiye, başkalarının kendisine biçecekleri
kumaşları kabul etmeyecektir. Türkiye, kendi ihtiyaçlarını ve önceliklerini
kendisi belirleyecektir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Toparlayın Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Türkiye'nin dış politikadaki
imkânlarını tam olarak değerlendirebilmesi, dünyada oynayabileceği role
erişebilmesi için, Türkiye'nin yapması gereken şeyler vardır. Türkiye,
üretimini artırmak zorundadır. Türkiye, ihracatını artırmak zorundadır.
Ekonomik dengelerini kurmak zorundadır. Eğitim sistemini bilgi çağının
standartlarına ulaştırmak zorundadır. Sosyal güvenlikle, sosyal sistemiyle,
sağlık sistemiyle ve daha diğer sistemlerle ilgili handikaplarından kurtulmak
zorundadır. İdarî sistemdeki tıkanıklıklarını aşmak zorundadır. Bütün bunları
başardığımız zaman, bugün, bizi, kurdukları sisteme dahil etmemek için bin
türlü bahane uyduranlar, günü gelecek, kendileri, bizi, buyur edeceklerdir.
Hükümetimizin restorasyon çalışmalarının ve reform çalışmalarının
temelinde yatan en önemli saik budur; ama, Hükümetimiz, bunu, tek başına
yapamaz; idarî kararlarla yapılacak olanları yapmak bizim işimizdir; ama
biliyoruz ki, bunların birkısmı ancak Parlamentonun kararıyla yapılabilir. Onun
için, bu Parlamento zemininde mutlaka bir uzlaşma sağlamaya mecburuz.
Dokunulmazlıklar meselesi başta olmak üzere, önümüzdeki haftalarda, önümüzdeki
aylarda, Meclisimizin gündemine gelecek olan konularda göstereceğimiz
performans, sağlayacağımız uzlaşma, elde edebileceğimiz sonuçlar, bizim için de
ülkemiz için de önümüzdeki dönem için de çok önemli bir çıkış yolu olacaktır.
Değerli milletvekilleri, biz, devlet ve millet kaynaşmasına büyük önem
veriyoruz; çünkü, milletiyle kaynaşmayan devletin, hiçbir meselesini
çözemeyeceğini biliyoruz. Bunu, nereden mi biliyoruz; 54 üncü Hükümetten
biliyoruz. Devleti, milletiyle, kurumlarıyla; hatta, kendi yandaşlarıyla
kavgalı hale gelenler, millet tarafından, zaman içinde, tecrit edilirler.
Bugün, çoksesliliğin kaybolduğundan yakınanlar, daha düne kadar, Türkiye'yi
Refahçı...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Başbakan, lütfen toparlayın.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Hemen bitiriyorum.
Bugün, Türkiye'de çoksesliğinin olmayışından yakınanlar, daha düne
kadar, Türk insanını, Refahçı olanlar veya Refahçı olmaya aday olanlar gibi,
tek bir kalıbın içine sokmaya çalışanlardır.
CAFER GÜNEŞ (Kırşehir) – Anlamamışsın, ne yapalım.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) –Onların, bugün, daha çok demokrasi,
daha fazla seslilik istemelerini,
Türkiye'de, aslında, demokrasinin gelişimi bakımından çok sevindirici
bir gelişme olarak görüyoruz.
Yine, birileri, buradan, çıkıp da devamlı "diyet" lafını
ağızlarına almaktan çekinmiyorlar. Hiç kimse, altında kalacağı lafları ağzına
almamalıdır.
TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) – Mesela?..
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Mesela... Mesela...
BAŞKAN – Karşılıklı konuşmayın lütfen.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – "Diyet" lafını kullanmaya
en son hak kazanan kimdir biliyor musunuz; diyet borcu yüzünden, istiskale
uğradığı, en ağır hakaretlere uğradığı o çöl çadırında, dut yemiş bülbüle
dönenlerdir. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; DSP ve DTP
sıralarından alkışlar; RP sıralarından gürültüler) Onların diyet borcu olduğu
için, o çadırda sesleri çıkmamış olabilir; ama, bizim milletten başka kimseye
diyet borcumuz yoktur; onun için, gerekirse, Avrupa Birliğine karşı da bu
tepkiyi koymaktan geri kalmayız. (ANAP sıralarından alkışlar, RP sıralarından
sıra kapaklarına vurmalar)
HASAN DİKİCİ (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, yine hadise çıkaracak.
BAŞKAN – Lütfen, değerli arkadaşlarım... Lütfen... (RP sıralarından "Genel Başkanımıza
sataşma var" sesleri)
Onun usulü var efendim... Gelir söz ister, cevap verir efendim...
HASAN DİKİCİ (Kahramanmaraş) – Başbakana yakışmıyor; ayıp, ayıp!..
OSMAN HAZER (Afyon) – Saat geçti Sayın Başkan!..
BAŞKAN – Bitiriyor efendim...
Sayın Başbakan, lütfen, laf atmaya olanak verecek şekilde konuşmayın...
Lütfen, Sayın Başbakan... (RP sıralarından "süre bitti" sesleri)
CAFER GÜNEŞ (Kırşehir) – Sayın Başkan, Sayın Başbakan uygunsuzca tahrik
ediyor.
SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Sözünü geri alsın Sayın Başkan. (RP
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım, onun usulü var...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Bağlayabilir miyim Sayın Başkan?
BAŞKAN – Buyurun Sayın Başbakan. (RP sıralarından "süre bitti"
sesleri)
Bitirecek efendim...
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Evet, bu nafile çırpınışlar
içerisinde olanlar bilmelidir ki... (RP sıralarından "sensin"
sesleri) Hükümetimizi, milletimize hizmet yolundaki azim ve gayretinden hiçbir
güç geri çeviremeyecektir. Hizmet kervanı yürüyecek ve sonunda mutlaka
menziline varacaktır.
Hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından "Bravo"
sesleri, ayakta alkışlar, DSP sıralarından alkışlar, RP sıralarından sıra
kapaklarına vurmalar)
BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Başbakan.
V. –
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
2. – Sıvas Milletvekili Temel
Karamollaoğlu'nun, Başbakan A. Mesut Yılmaz'ın, partilerine sataşması nedeniyle
konuşması
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun Sayın Karamollaoğlu.
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Niye söz veriyorsunuz Sayın Başkan?
BAŞKAN – Bir dakika, değerli arkadaşlarım... Grup Başkanvekilini
dinliyoruz...
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Sayın Başkan, Sayın Başbakan, konuşması
esnasında, buradan, defaatle tekzip edilen bir konuyu yanlış bir tarzda dile
getirerek hakarette bulundu. Müsaadenizle, bunun cevabını vermek istiyorum.
(ANAP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Karamollaoğlu, söz konusu olan o dönemin Başbakanı;
burada olsaydı, kendisine söz verirdim. (RP sıralarından gürültüler)
Bir dakika... Bir dakika... (RP sıralarından gürültüler)
Sayın milletvekilleri, hepiniz birden konuşursanız...
MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Sayın Başkan, Grup Başkanvekilimiz...
BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım, başkasını dinlemiyorsunuz; ama, Grup
Başkanvekiliniz konuşurken niye müdahale ediyorsunuz?!.. (RP sıralarından
"söz verin" sesleri) Dinliyorum ben Grup Başkanvekilini.
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Sayın Başkanım, ben, Grup Başkanvekili
olarak, Sayın Genel Başkanımıza vekâlet ediyorum; bundan dolayı da, bu yapılan
haksız ithamları cevaplandırmak için söz istiyorum.
BAŞKAN – Hangi konuda?..
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Efendim, kendisinin, Libya'yla ilgili
olarak söylediği, sarf ettiği kaba sözlerden dolayı. (ANAP sıralarından
gürültüler)
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Bir dakika efendim... Grup Başkanvekilini dinliyorum; bir
dakika...
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın Başkanım, Sayın Başbakanımız, konuşmasında,
isim de vermedi, bir şahsı istiskal eden ifadede de bulunmadı.
Böyle bir usul yoktur; arkadaşlarımız bunu bilmiyorlar. (RP sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN – Bir dakika...
Sayın Karamollaoğlu, yeni bir sataşmaya yol açmadan, sadece... (ANAP
sıralarından gürültüler)
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Bir dakika efendim... Bir dakika...
Sayın Güney, Sayın Karamollaoğlu, sadece Libya gezisiyle ilgili olarak
ve Grup Başkanvekili olarak, o konuyla ilgili olarak söz istemiştir. (ANAP
sıralarından gürültüler)
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Onunla ilgili bir şey yok.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Karamollaoğlu. (RP sıralarından alkışlar)
Sayın Karamollaoğlu, sizden özellikle rica ediyorum; yeni bir sataşmaya
yol açmadan, sadece o konuyu düzeltmek açısından ve 1 dakikayı geçmemek üzere
söz verdim...
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Sayın Başkan, 2 dakika lütfen... 1
dakikada, bir cümle toparlanmaz. (ANAP sıralarından gürültüler)
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayın Başkana, vermiş olduğu sözden
dolayı teşekkür ediyorum; ancak, şurada, yaklaşık bir saattir Sayın Başbakanı
dinliyorum. Ben, bir Sayın Başbakanın, bütçe konuşmaları esnasında, bu kadar
hırçın, bu kadar saldırgan, bu kadar hiçbir şeye riayet etmeyen bir tavrını hiç
görmedim. (ANAP sıralarından gürültüler, sıra kapaklarına vurmalar)
BAŞKAN – Bir dakika... Bir dakika...
Sözünüzü kestim Sayın Karamollaoğlu... (RP sıralarından "niye
kesiyorsun" sesleri, gürültüler)
Bir dakika efendim... Çıkın dışarıya siz... (RP sıralarından gürültüler)
Bir dakika efendim...
Değerli arkadaşlarım, böyle bir usul yok. Ben, Sayın Karamollaoğlu ile
çözüyorum; karışmayın siz efendim... (RP sıralarından gürültüler)
Değerli arkadaşlarım, beni dinlemiyorsunuz; bari, Grup Başkanvekilinizi
dinleyin. Orada üç tane arkadaş var, sabahtan beri bağırıyorsunuz...
(Gürültüler)
Sayın Karamollaoğlu, yeni bir sataşmaya meydan vermeden, sadece o
konuya...
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Devamla) – Sayın Başkan, burada bir cümle sarf
edilirken, elbette, bu cümle bir cümleyle olmaz. Ben bir üslubu dile getirdim;
Eğer, bu üslubu beğenmeyen varsa, çıkar söyler. Ancak, bir Başbakan olarak,
hakikaten, Meclis kürsüsünde, bütçe görüşmeleri esnasında tavrını yadırgadım.
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Hani bunun sataşması?! Hani sataşma burada?!
(ANAP sıralarından gürültüler)
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Devamla) – Böyle bir tavrı, bu Büyük Millet
Meclisinde, bundan önceki Başbakanlar sergilemediler. (ANAP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Lütfen... Bir dakika...
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Devamla) – İkincisi, bugüne kadar, defaatle tekzip
edilen ve maalesef -üzülerek söylüyorum- özellikle bugünkü İktidar partilerinin
dile getirdikleri bir konuyu tekrar dile getirerek, o günkü Türkiye
Cumhuriyetini temsil eden Başbakanı, bu tarzda...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika...
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Devamla) – ...tezyif edecek ifadeler kullanmasını
yadırgıyorum, kendisini kınıyorum... (ANAP sıralarından gürültüler)
Kendisini elbette kınıyorum...
İBRAHİM YILMAZ (Kayseri) – Biz de seni kınıyoruz!.. (ANAP sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN – Bir dakika...
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Devamla) – Sizler de, burada adam gibi konuşmasını
öğrenin, öyle gelin buraya. (RP sıralarından alkışlar, ANAP sıralarından
gürültüler; ANAP ve RP milletvekillerinin kürsü önünde toplanmaları;
yumruklaşmalar)
BAŞKAN- Bir dakika efendim...
Sayın milletvekilleri, sayın İdare Amirleri... (Gürültüler)
Sayın İdare Amirleri, lütfen...
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Adam olana söz verilir. (RP sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN – Bir dakika... Ne demek efendim... Değerli arkadaşlarım, ara
vereceğim.
Birleşime 15 dakika ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 18.53
DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati : 19.05
BAŞKAN: Hikmet ÇETİN
KÂTİP ÜYELER : Mustafa BAŞ (İstanbul),
Mehmet KORKMAZ (Kütahya)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 37 nci Birleşimin Dördüncü Oturumunu
açıyorum.
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun Sayın Güney.
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Biraz önce... (Gürültüler)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen oturunuz; Grup Başkanvekilini
dinliyoruz.
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın Başkan, biraz önce, bir Grup Başkanvekili,
burada, Sayın Başbakanımızla ilgili olarak, Parlamentomuzun nezahetinin,
Parlamentomuzun, gereğini hiçbir şekilde kabul edemeyeceği ağır bir ifade
kullanmıştır. Bu ifadenin düzeltilmesini istiyorum. Aksi halde, bu ifade için
sizden söz istiyorum.
BAŞKAN – Hangi ifade?..
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – "Adam gibi konuşsun" diye bir laf etti
burada bir Grup Başkanvekili.
Ben, bu ifadeye, Grubum ve
Başbakanım adına cevap vermek istiyorum. (RP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Bir dakika efendim... Bir dakika... .
Çok gürültü vardı, ben, o gürültüde duymadım, tutanakları şimdi
getirtiyorum, bakacağım efendim.
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Bütün millet duydu.
BAŞKAN – Tutanakları getirtiyorum efendim.
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Tek cümleyle cevap vereceğim.
BAŞKAN – Sayın Güney, tutanakları getirtip, onun gereğini yapacağım.
Şimdi, şahısları adına söz alanlara geçiyorum.
MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun Sayın Gözlükaya.
MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Bu olaylardan sonra ağır konuşmak
istemiyorum da, yalnız, Sayın Başbakan, tahrik edici bir konuşma yaptılar. Bu
konuşmalarının arasında "meydan meydan gezen meydan cazgırları"
tabirini kullanarak, Sayın Genel Başkanımıza ve diğer siyasetçilere hakaret
ettiler. Bunu protesto ediyorum, kabul etmediğimi ifade ediyorum.
BAŞKAN – Çok teşekkürler Sayın Gözlükaya.
IV. – KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
1. – 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/669) (S.Sayısı: 390) (Devam)
2. – 1996 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1996 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/633, 3/1046) (S.Sayısı: 401)
(Devam)
3. – Katma Bütçeli İdareler 1998 Malî
Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/670) (S. Sayısı
: 391) (Devam)
4. – 1996 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1996 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler
Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/634, 3/1047)
(S. Sayısı : 402) (Devam)
BAŞKAN – Bütçeyle ilgili görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Komisyon ve Hükümet yerinde.
Lehinde, Ankara Milletvekili Sayın Agâh Oktay Güner; buyurun. (ANAP
sıralarından alkışlar)
Sayın Güner, süreniz 10 dakikadır.
AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, bizleri televizyonlarının başında
takip eden aziz vatandaşlarım; hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor ve bu
bütçemizin, âdeta ilahî kaderin bir lütfu gibi, güzel zamanların da başlangıcı
olacağını Muhterem Heyetinizin huzurunda tekrar etmek istiyorum.
Çok iyi bildiğiniz gibi, 30 Aralık günü mübarek Ramazan başlayacaktır,
31 Aralık günü de dünya yeni bir yıla girecektir. Allah'tan niyazımız, İslamın
insan onurunu arayan, sevgiyi, saygıyı, hoşgörüyü, anlayışı esas alan ilahî
hikmetinin, bütün dünyaya yeni yılda ışık sunmasıdır.
Ayrıca, bugün, yiğitler diyarı sevgili Gaziantep'in kurtuluş
yıldönümüdür. Şahinbeyleri yetiştiren bu yiğit beldeye, hepinizin duygularına
tercüman olduğuma inanarak, Allah'tan ebediyen bağımsızlık ve bereket
diliyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bu bütçe müzakerelerinde Refah Partili
kardeşlerime öncelikle teşekkür etmek istiyorum; dün gece, Antep savunması
gibi, bizi sabaha kadar uyutmadılar; böyle, gözümüz açık sabahı bulduk; her
madde üzerinde söz aldılar. Muhalefet olarak bu direnişlerine saygı duyuyorum.
Zaten demokrasilerde muhalefetin varlığı iktidarın gücüdür. Jet uçağının yakıtı
gibi, muhalefet, sizi geriye itecektir ve siz ileriye fırlayacaksınız; ancak,
bu vesileyle, hemen bir gerçeğe temas etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, önümüzdeki ilk iş, Yüce Meclisin İçtüzüğünü
değiştirmek olmalıdır. Bunca uykusuz geceye, bunca yorgunluğa, bunca çalışmaya
rağmen, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları hep boş sıraları seyrettiler ve
"görüyor musunuz şu milletvekillerini, yine, Meclisi bomboş bırakıyorlar,
kendi heva ve heveslerinde dolaşıyorlar" dediler.
Aziz arkadaşlarım, şimdi, bu bütçe, komisyonda enine boyuna görüşülüyor;
buradaki muhterem siyasî partilerin değerli temsilcileri var; enine boyuna
görüşülmüş. Fasılları arasında artırma imkânına sahip olmadığımız bir bütçeyi,
tekrar burada görüşmek zaman israfından başka bir şey değildir. O sebeple,
değerli genel başkanlarımdan, değerli grup başkanvekillerimden istirhamım, en
kısa zamanda Meclis İçtüzüğünü değiştirerek, bu kürsüyü verimli hale
getirmektir.
Sonra, şu gerçeği de görelim ki, zaman zaman, inatlaşma uğruna ve kendi
düşüncesine Meclisi götürme uğruna, çok hafif, çok muhtevasız konuşmalarla bu
kürsü işgal edilebiliyor. Bu, parlamenter rejimin aleyhinedir. Eğer, bu çatının
varlığına saygı duyuyor, bu çatının yaşamasını istiyorsak, Meclis İçtüzüğünü,
Meclisi, bütün kadrolarıyla, bütün çalışmalarıyla, zamanı israf etmeyen bir
güce götürecek sistem haline getirmeliyiz. Bu mümkündür ve inanıyorum ki,
yapılacaktır.
Dün, Refah Partili bir değerli kardeşimiz "önceki hükümetleri hatırlıyorum 'paket açıyoruz' diyorlar;
geliyorlar, paketi açıyorlar, bir bakıyoruz,
bir ip kalmış, paket maket yok" dedi. İşte, bu samimiyet önemlidir.
Muhalefet bu samimiyetle meseleleri getirmelidir. Bu aziz arkadaşımızın, bu samimî
cümlelerinde, gecenin geç vaktinde söylediği bu samimî cümlelerinde geçmiş
hükümetlerin de çok namuslu bir tenkidi vardır. Aziz arkadaşlarım, işte, o
tenkitlerin ışığında bu bütçe hazırlanmıştır.
Sayın Deniz Baykal'dan, ben, şunu beklerdim: Arkadaşlar, sizi tebrik
ediyorum, popülist olmadınız. -ne demek popülizm: Bu, Fransızca bir kelime,
halk dalkavukluğu demek- Dün gece muhalefetin getirdiği çalışanlara yüzde 50
zammı, bütçenin denkliğini bozar diye karşıladınız...
Şimdi, bu Mecliste oturan hangi milletvekili memurlara zam yapılmasına
karşı çıkabilir, hangi başbakan bu zammı istemez; mümkün mü... Ama, bu
rakamlarla bu zam mümkün değildir demek, devlet adamlığının ifadesidir
arkadaşlar. O sebeple, Sayın Yılmaz'ın, ateş denizinde yüzerken, en az ANAP'lılar
kadar sizler tarafından da yalnız bırakılmaması gerektiğine inanıyorum.
Aziz arkadaşlarım, sevgili kardeşlerim; Meclisimizi verimli çalıştırmak
zorundayız. Bu verimlilik, memlekete büyük huzur getirecektir. Siyaseti verimli
kılmalıyız. Şimdi, biraz önce, burada, Ziraat Bankası, Halk Bankası konuşuldu.
Arkadaşlar, ANAP'lı bakanların, ANAP'lı milletvekillerinin hiç aklı yok mu,
siyaset endişesi yok mu... Siz 1989 yılında Ziraat Bankasının faiz hadlerini
düzenleyeceksiniz, parayı yüzde 31'e mal ederken koyduğunuz faiz hadlerini,
parayı yüzde 130'a mal ettiğiniz zaman bile düzeltmeyeceksiniz... Bankanın
görev zararı arş-i âlâya çıkacak, faizler yükseltilecek, siz çiftçiyi ezdiniz
diyeceksiniz; ama, rakamlar, çiftçinin ezilmediğini gösteriyor; biraz sonra arz
edeceğim.
Sevgili kardeşlerim, ikincisi, kendi meşruiyetimizin üzerine, lütfen,
gölge düşürmeyelim. Ben, bu Mecliste 1980 öncesini de yaşamış bir
arkadaşınızım. Çok açık söylüyorum, bu kürsüde söylenen her sorumsuz söz, bu
kürsüde söylenen Meclisin itibarını yaralayan her türlü beyan, sistemin
aleyhinedir ve çok açık ifade ediyorum;
bu sistem meşru değil diyenlerin, bu Hükümet tankların gölgesinde
diyenlerin, bu sistem millî iradeyi aksettirmiyor diyenlerin bir tercih karşısında
bulunduklarını, müsaadenizle, ifade etmek istiyorum. Meclise meşru değil diyen
insan, Hükümete meşru değil diyen insan bu sıralarda oturmamalı, sine-i millete
dönecek cesareti göstermelidir. (ANAP sıralarından alkışlar) 28 Şubat kararları
alındığı zaman Başbakan Yardımcı olan çok Sayın Genel Başkanın hiç sesini
çıkarmadığını, laiklik konusunda, Avrupa Birliği konusunda "teminat
benim" dediğini hatırlıyorsunuz. Biz o zamanlar dedik ki, devletler, şahsî
teminatla ayakta durmaz; devletler, genel prensiple, hukukla ayakta durur. Hükümet
olduğunuz zaman rejim meşru, hükümet olmadığınız zaman rejim meşru değil... Bu
mantıkla, -üzülerek ifade ediyorum- on gün süren bütçe müzakerelerinde çok
zaman kaybettik.
Şimdi, burada, Sayın Çiller'e bir soru tevcih etmiştim, demiştim ki,
siz, Gümrük Birliğine giderken, hanımefendi "Güney Kıbrıs'ın Avrupa
Birliğine alınmasına karşıyız; bu konuda, Türkiye'nin, Londra ve Zürih
Antlaşmalarından doğan hakkı vardır dediniz mi? Lütfettiler, bu kürseye
çıktılar "İşte Gümrük Birliği Antlaşması, burada, Kıbrıs'ın Avrupa
Birliğine alınmasına dair bir hüküm yok" dediler. Arkadaşlarım, bununla
bunun ne alakası var? Yunan Başbakanı demeç veriyor, diyor ki: "eski
Hükümet döneminde Sayın Çiller -Le Monde Diplomatique'in geçen ayki nüshası
Meclis kütüphanesinde; buyurun bakın- bize söz vermişti." Herhalde onu
yalanlamak benim görevim değil, Sayın Çiller'in görevi olsa gerek.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Cevabını aldı o.
AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, Sayın Çiller
"siz, buhranı ne bilirsiniz" dedi; doğru. Faizle münasebetsiz bir
biçimde oynayarak, likiditeyi dövize kaydıran, sonra, bu memleketi 94
tedbirlerine getiren kendisidir.
Burada çok kıymetli iktisatçı arkadaşlarımız var. Dün gece boyunca da,
Meclisin kadroları arasında ekonomiden bu kadar çok anlayan arkadaşımızın
bulunmasından şahsen kıvanç duydum. Şimdi, hepinizin huzurunda şunu söylüyorum:
Parası konvertibl olan bir ülkede devalüasyon olur mu arkadaşlar? Sayın Çiller,
dünya ekonomi tarihine de bu büyük başarısıyla geçecektir. Parası konvertibl,
devamlı serbest piyasa şartlarına göre ayarlanan bir ülkede, kendileri
devalüasyon yapmanın öncüsüdürler.
H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Enflasyonu yüzde 100 yaptınız!
AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – İkincisi; yine, devalüasyona 24 saat kala,
Merkez Bankasının yüzbinlerce dolar sattığı ülke de Türkiye'dir.
Şimdi, ekonomi arşivine bakarsanız, bunları rahat rahat görürsünüz.
Aziz arkadaşlarım, Ziraat Bankası bu haldedir, Halk Bankası bu haldedir,
esnaf kefalet kooperatifleri, tarım kredi kooperatifleri bu haldedir. Bu zamlar
keyfî yapılmamıştır ve bu zamlar bir tercihin ifadesidir. Ülke belli iç
tasarruf oranına vergi reformuyla gelinceye kadar, Hükümet, mevcut durumu
kurtarmak için, devraldığı ekonominin açıklarını kapatmak için zam yapmıştır.
Aziz arkadaşlarım, şimdi, bu ülkede_
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Güner, çok geciktik; size, sadece 1 dakika eksüre
veriyorum.
HALİT DUMANKAYA (İstanbul) – Sayın Başkan, konuşma süreleri 15
dakikadır; bir yanlışlık var.
BAŞKAN – 10'ar dakika efendim.
AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, 1995 yılında 220 bin
ton, 1996 yılında 1 milyon 552 bin ton, 1997 yılında -bu Hükümet döneminde- 5
milyon 783 bin ton hububat alımı yapılmış, parası peşin ödenmiştir.
Türkiye'de, çiftçinin yanında olmadığımızı, işçinin yanında olmadığımızı
ifade eden çok değerli bir hatibe, gübre sübvansiyonunun başlangıçta yapılarak,
çiftçinin alacağı gübrenin yarısının bedelinin böylece ödendiğini, çiftçinin
kapı kapı dolaşmaktan kurtulduğunu söylemek istiyorum.
Aziz arkadaşlarım, son yarım dakikada şunu ifade edeceğim : Demokrasi,
çok iyi bildiğiniz gibi, bir fazilet rejimidir. Demokraside huzur duymak,
başkalarının namus ve şerefini, haysiyetini en az kendi şerefimiz, kendi
namusumuz kadar aziz bilmekle mümkündür.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – Bu ölçüyle, Yüce Heyetinizi saygıyla
selamlıyor, bütçenin vatanımıza hayırlı olmasını niyaz ediyorum. (ANAP ve DSP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Ankara Milletvekili Sayın Agâh Oktay Güner'e teşekkür ediyorum.
Aleyhinde, birinci sırada olan Kırşehir Milletvekili Sayın Cafer Güneş,
yazıyla başvurarak, söz sırasını Sıvas Milletvekili Sayın Abdüllatif Şener'e
devretmişlerdir.
Buyurun Sayın Şener. (RP sıralarından alkışlar)
Sayın Şener, süreniz 10 dakikadır.
ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün, bütçe görüşmelerinin son günü ve Hükümet adına değerlendirmeler
yapıldı. Bir Başbakanın, olgunluk içerisinde, iktidarda bulunmanın vereceği bir
tavır içerisinde bu kürsüden konuşması gerekirdi. Bütün İktidar partilerine
düşen de, tansiyonu yumuşatmaktır, olgunlukla konuşmaktır. Hele, bir Başbakanın
üslubunun bu olması gerekir; sert üslubu ve özellikle, seçmiş olduğu kavramlar,
ifadeler, hem televizyonları başında bulunan izleyicileri hem de
milletvekillerini şaşırtmıştır. Doğrusu, eğer, bir Başbakan, üslubunu iyi
ayarlamıyorsa, bu sefer, diğerlerine de başka şeyler, başka üsluplar kullanma hakkı
doğar. Eğer, bir Başbakan, çadır edebiyatı yapıyorsa, bir başkası da kalkar, bu
kürsüden, Budapeşte'den, kumarhanede yenilen yumruklardan bahsetmeye başlar.
(RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Ne alakası var!..
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Eğer, üslup ayarlanmazsa, bir Başbakan bu
kürsüden olgunlukla konuşmazsa, bir başkası da çıkar, bir medya patronunun
pijamalarla sizi karşılamasından söz eder. (RP sıralarından alkışlar)
Bu bakımdan, önce şunu hatırlatmak istiyorum: Ciddiyetten bahseden Sayın
Başbakan, acaba, yapmış olduğu konuşmaları daha sonra okudular mı, incelediler
mi? Kullandıkları kavramlar, bir ciddiyetin ifadesi midir?!
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Seninki çok ciddî!..
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Yarasalardan bahseden, cazgırlıktan
bahseden "yahu" tabirini ikide bir telaffuz eden bir Başbakanın,
ciddiyetten bahsetmeye hakkı olmasa gerekir. (RP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar)
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın Başkan, bu, bütçe üzerinde konuşma değil.
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Ciddiyetten bahsedilirken, bu bütçenin
samimiyeti var mı?! Bu bütçede, gayri safî millî hâsılanın yüzde 3'ü kadar
giderler artarken, 4 katrilyon açık varken, bu bütçeyi, istikrar bütçesi diye
takdim etmenin ciddiyeti olabilir mi?! (RP ve DYP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar; ANAP sıralarından gürültüler) 1998 yılsonu
enflasyon hedefini yüzde 50, dolar kurunu 240 bin lira olarak açıkladığınız
bütçede, ciddiyetten söz edilebilir mi?! 6 katrilyona varacak açıkları 4 katrilyona
indirmekle, ciddiyetten, samimî bütçeden söz edilebilir mi?!
Diğer taraftan, bu Hükümeti dışarıdan destekleyen Cumhuriyet Halk
Partisi... Sayın Başbakan, yapmış olduğu son bütçe konuşmasında, Cumhuriyet
Halk Partili değerli milletvekillerini tahrik etmek için "isterseniz, bu
bütçeye ret oyu verin" demektedir; âdeta, ikide bir, bırakıp kaçma
temayülleri sergilenirken ve tahriklerle, bu, bizzat kendisi tarafından
oluşturulmaya çalışılırken, hangi ciddiyetten bahsediyoruz acaba?! (RP ve DYP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Şu anda senin yaptığın ne!
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Daha önce, fiyat dondurma laflarından,
ifadelerinden söz ederken, biraz önce, kürsüye gelip de, burada "biz,
fiyat dondurma şeklinde ifade etmedik bunu; yeni bir fiyatlandırma sistemine
geçiyoruz" demekle, hangi ciddiyetten söz ediyoruz acaba?!
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Anlamadığın şeylerden konuşma...
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Sizin ciddiyet dediğiniz, işçiler, memurlar
yürürken, emekliler feryat ederken, ziraat odaları feryat ederken, onların
taleplerine kulak tıkamak mıdır?!
Yüzde 30 zamla, memuru, emekliyi ezmek mi ciddiyet oluyor?! Bu bakımdan,
ciddiyetin ne olması gerektiğini, samimiyetin ne olması gerektiğini tekrar
tekrar düşünmekte fayda olduğu kanaatindeyim.
Bu kürsüden, kartele verilen desteklerden söz edilmemesi de ilginçtir.
Sayın Başbakanın, Amerika Birleşik Devletlerinde, Yahudi lobisinden aldığı
Seçkin Devlet Adamı ödülü, gerçekten ilginçtir. (RP ve DYP sıralarından
alkışlar) Diğer taraftan, dışarıda bu tip iltifatlara mazhar olurken, içeride,
halkı ezen, bunaltan politikaları karşısında "yuhalanmaya razıyım"
diye ifadelerde bulunmak... (ANAP sıralarından gürültüler)
AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) – Ona, yürek ister.
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Ama, Sayın Başbakanın, Girit'te, Balkan
ülkeleriyle yaptığı toplantıdan çıktıktan sonra, gazetecilerin soruları üzerine
"Türkiye'nin, dünyadaki en yüksek ikinci enflasyona sahip ülke olmasından
utandım" demesi de ilgi çekicidir. (RP sıralarından alkışlar)
Utanılacak yeri yanlış seçmemek lazım; hele, iktidarın, yanlış yerde
utanmaması lazım. (RP sıralarından alkışlar, ANAP sıralarından gürültüler) Oy
almak için halkın, vatandaşın karşısına geçeceksiniz, oy isteyeceksiniz
"bana oy verin" diyeceksiniz; politikalarınızla ezeceksiniz,
"yuhalanmaktan da korkmuyorum" diyeceksiniz; sonra iktidar
olacaksınız, yüzde 78 ile devraldığınız enflasyonu, her gün yaptığınız zamlarla
yüzde 100'e dayayacaksınız, bu enflasyonun bütün sıkıntısını, ıstırabını bu
yoksul halkın sırtına yıkacaksınız, ondan sonra sıra utanmaya gelince, gidip de
Batılı meslektaşlarınızdan utanacaksınız!.. (RP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar; ANAP sıralarından gürültüler) Hayır, Sayın Başbakan,
utanmanın da, hesap vermenin de yeri başka yerdir: Bu, halktır, bu,
millettir...
Değerli milletvekilleri, İktidar kanadından bu kürsüye gelen her değerli
arkadaşımız, denk bütçeden, bütçenin denk olmadığından, 2,6 katrilyon açık
verdiğinden söz ettiler. (ANAP sıralarından "Yalan mı?" sesleri) Bu
bütçeyi biz hazırladık; ama, yılın ikinci yarısındaki altı aylık bütçe yönetimi
size aittir. (ANAP sıralarından gürültüler) Eğer diyorsanız ki, bu 2,6
katrilyon açık, sizin açığınızdır, bunun anlamı şudur: Hükümet olarak hiçbir
programımız yoktur, sizin programınıza teslim olduk, Refahyol Hükümetinin
tercihlerine teslim olduk, bütçeyi öylece yıl sonuna götürdük ve bu açık,
Refahyolun açığıdır diyorsunuzdur. Eğer bunu diyorsanız, siz bir hiçsiniz!..
(RP ve DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; ANAP ve DSP sıralarından
gürültüler)
Altı aylık bütçe yönetimi yapacaksınız, ondan sonra ekbütçe kanunu
getireceksiniz, eködenek kanunu getireceksiniz, 1998 bütçesinde yer alması
mümkün olan harcamaları, ödemeleri, 1997 yılı bütçesinin içerisine
sıkıştıracaksınız, ondan sonra da "1997 bütçesi şu kadar açık verdi"
diyeceksiniz... Bunu söylemeye hakkınız yok.
Bakınız, biz, denk bütçe yapmakla ne yaptık; size üç kelimeyle ifade
edeyim... (ANAP sıralarından "Neresi denk bütçeydi?" sesleri)
RASİM ZAİMOĞLU (Giresun) – Nesi denk bütçe?..
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Refahyol Hükümeti, bütçe hazırlıkları çalışmaları sırasında, o anda devraldığımız
borçlanma vadelerine ve borçlanma faizlerine göre, önümüze getirilen teknik
tabloda, 3,1 katrilyon liralık faiz ödemesi vardı. Şimdi yıl sonu itibariyle,
1997 yılı bütçesindeki faiz ödemelerinin 700 trilyon lira azaldığını siz
söylüyorsunuz, sizin koyduğunuz rakamlar söylüyor. Refahyol Hükümeti, denk
bütçe yapmakla, rantiyecilerden 700 trilyon lira kesmiş, millete
kazandırmıştır. (RP ve DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
TURİZM BAKANI İBRAHİM GÜRDAL (Antalya)– Nerede bu para? Bir anlat
bakalım...
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – "Vergi gelirlerindeki yüzde 94 artış
fazladır" diyordunuz; Refahyol, hükümeti devrederken, fakir fukaranın
sırtına bir kuruşluk vergi yıkmadı. Sizin gibi, Akaryakıt Tüketim Vergisini
artırıp, fakir fukarayı ezmedi. Kesintisiz eğitimdir diye milletin tepesine
vergileri yağdırmadı; ama, Refahyol döneminde vergi gelirlerindeki artış yüzde
101 oldu; öylece devrettik. Bu, vergi gelirlerindeki en yüksek artış oranıdır.
Gelir programını değiştirirsiniz, harcama programını değiştirirsiniz;
ondan sonra altı ay yönettiğiniz bütçenin faturasını karşı tarafa çıkarmaya
çalışırsınız ve biraz önce Sayın Güner'in ve Başbakanın da ifade ettiği gibi,
zaten 1997 yılı bütçesinde bulunan gübreyle ilgili ödemeler ve diğer tarımsal
ödemelerle ilgili olarak şu kadar... (RP sıralarından gürültüler)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafında kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Şener, size 1 dakika daha...
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – 1997 bütçesinde, Refahyol Hükümetinin
hazırladığı bütçede yer alan, ödenekleri bulunan harcamaları, ödemeleri,
gelirsiniz, bu kürsüden, bizim iktidarımız döneminde şu kadar ödendi diye
anlatırsınız... İşte bu, samimiyet değildir; işte bu, ciddiyet değildir.
ABBAS İNCEAYAN (Bolu) – Niye vermediniz o zaman?
ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Evet, değerli arkadaşlarım, biz, 1997
bütçesiyle memura verdik, siz, memurdan kıstınız, biz, emekliye verdik, siz,
emeklinin tepesine bindiniz; biz, çiftçiye verdik, siz, 1998 bütçesiyle
çiftçiye yapılacak ödenekleri, ödemeleri azalttınız, esnaftan kıstınız; biz
esnafa verdik; ama, siz, rantiyeye aktardığınız faizleri artırdınız, 6
katrilyon lira faiz dağıtıyorsunuz.
Saygılar sunuyorum. (RP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar)
BAŞKAN – Sıvas Milletvekili Sayın Abdüllatif Şener'e teşekkür ediyorum.
V. –
SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
3. – Başbakan A. Mesut Yılmaz'ın, Sıvas
Milletvekili Abdüllatif Şener'in şahsına sataşması nedeniyle konuşması
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Rize) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun Sayın Başbakan; oradan talebinizi alayım; talebiniz
hangi konuda?
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sataşma var Sayın Başkan.
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan... Sayın Başkan...
BAŞKAN – Bir dakika efendim... Bir dakika... Başbakanı dinliyorum.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Rize) – Benimle ilgili çok açık bir sataşma
var; söz istiyorum. (RP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Buyurun Sayın Başbakan. (ANAP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar)
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan, böyle yönetim olmaz. Neye
göre?..
BAŞKAN – Bir dakika... Söyleyeceğim efendim.
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Benim, hatibe değil sözüm, size...
BAŞKAN – Bir dakika... Söyleyeceğim efendim: "Kumarhanede yenilen
yumruklardan, medya patronlarını pijamamayla karşılamaktan dolayı açıklama
getireceğim, onun için söz istiyorum" diyorlar. (RP sıralarından
gürültüler)
Çok kısa ve yeni bir sataşmaya yol açmadan; buyurun Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Rize) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın milletvekilleri, biraz önce, şahsı adına konuşan Refah Partili
eski Maliye Bakanının, benim şahsımla ilgili ve 1997 yılı bütçesiyle ilgili tüm
söyledikleri külliyen yalandır. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar; DSP ve DTP sıralarından alkışlar; RP sıralarından gürültüler)
Anlıyorum ki, kendisinden önce, sataşma nedeniyle burada söz alan grup
başkanvekili "bu kürsüde adam gibi konuşmak lazım" derken, aslında,
kendisini kastetmiştir. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar;
DSP ve DTP sıralarından alkışlar; RP sıralarından gürültüler)
Sayın sözcü, burada, Amerika'da, bir Musevî derneği tarafından bana
verilen bir ödülü dile getirmiştir.
NURHAN TEKİNEL (Kastamonu) – Yalan mı?
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Doğrudur; ama, hakkını yememek
lazım; bu ödülü, bu Mecliste benden daha fazla hak eden birisi vardır; o da,
Sayın Erbakan'dır; çünkü, İsrail ile 4 tane anlaşma onun Hükümet Başkanlığı
döneminde imzalanmıştır. Ben, eğer arzu ederlerse, bu ödülü kendilerine
devretmeye hazırım.
Hepinize saygılar sunarım. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar; DSP ve DTP sıralarından alkışlar; RP sıralarından gürültüler)
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan... Sayın Başkan... İzin verir
misiniz?
BAŞKAN – Bir dakika efendim... Telaş etmeyin, sizi dinleyeceğim.
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkanım, konuşabilir miyim. (ANAP
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Buyurun efendim.
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan, ben, dikkat ettiyseniz, zatıâlinize
bir sual sordum; dedim ki, sayın sözcüye hangi sözünden dolayı konuşma imkânı
verdiniz; ama, Sayın Başbakan, biraz önce, sizin sataşma gerekçesi olarak
söylediğiniz sözlere cevap vermek, onları düzeltmek şeklinde doğru bir şeyi
söylemediği gibi, konuşmacımızla ilgili "yanlış" ve "yalan"
ifadesini kullanmış, ayrıca, bize de söz hakkı doğuracak bir konuşma yapmıştır.
(ANAP sıralarından gürültüler)
Biz, kendisine layık görülen bu ödülü iade ediyoruz; ancak, yeri geldiği
zaman "devlette devamlılık esastır" diyen kendileri olduğu
halde...(ANAP sıralarından gürültüler)
Lütfen...(ANAP sıralarından gürültüler)
Bu konuyla ilgili birkaç cümle söylemek istiyorum efendim. (ANAP
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Hayır efendim... Sataşma yok efendim. (RP sıralarından
gürültüler)
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Var efendim. (ANAP sıralarından gürültüler)
ÜLKE GÜNEY (Bayburt) – Kesinlikle sataşma yok efendim.
BAŞKAN – Bir dakika efendim...
Sayın Güney, ben, 10 kişiyi birden dinleyemem ki efendim; Sayın Grup Başkanvekilini
dinliyorum.
Sayın Kapusuz, nerede sataşma var efendim?
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Kendisine verilmiş olan bir ödül nedeniyle,
sadece devlet geleneğinden gelen birtakım normal yollarla yapılmış anlaşmalar
münasebetiyle, bizi itham edip, kamuoyunu yanlış bilgilendirmek istiyor. Biz, o
ödülle ilgili, kendisine bir şeyler söylemek istiyoruz; bize hak doğmuştur.
(ANAP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Efendim, anlaşma imzaladığı doğru mu, yalan mı? (RP
sıralarından gürültüler)
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Efendim, ödül kime verilmiştir?
BAŞKAN – Sayın Kapusuz, hükümette devamlılık vardır; elbette ki, her
hükümet, kendine göre, önüne gelen anlaşmaları imzalar. O dönemde de, o
hükümet, o konularla ilgili anlaşmaları imzalamıştır; yani, bunu,
imzalamamıştır diyebiliyor musunuz?.. Burada da bir şey yok.
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Ödül kime verildi?
BAŞKAN – Sayın Başbakana verildi.
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Peki, niye iade etme lütfunda bulunuyor? (ANAP
sıralarından gürültüler)
Sayın Başkan, sataşma konusunun dışına çıkmıştır; biz, millet adına
kendisine iade ediyoruz. (ANAP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kapusuz
ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan...(ANAP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Şener, lütfen... İstirham ediyorum efendim...
ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, bir iki şey söyleyeceğim.
(ANAP, DSP ve CHP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Bir dakika...
Buyurun.
ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başbakan, "söylediklerinin hepsi
yalandır" dedi; verdiğim rakamların hepsi doğrudur; ama, yalan kavramını,
biraz önce kürsüde zikrettiğim üslubuyla yorumluyor. (ANAP sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN – Teşekkürler, sağ olun.
IV. – KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
1. – 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/669) (S.Sayısı: 390) (Devam)
2. – 1996 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1996 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/633, 3/1046) (S.Sayısı: 401)
(Devam)
3. – Katma Bütçeli İdareler 1998 Malî
Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/670) (S. Sayısı
: 391) (Devam)
4. – 1996 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1996 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler
Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/634, 3/1047)
(S. Sayısı : 402) (Devam)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri; 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe
Kanunu Tasarıları ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesin Hesap Kanunu
Tasarıları üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. İçtüzüğümüzün 142 nci
maddesine göre, açık oylama zorunlu olduğu için, dört konuda açık oylama
yapacağız.
Birincisi, 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının; ikincisi, 1996 Malî
Yılı Genel Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarısının; üçüncüsü, Katma Bütçeli
İdareler 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının ve dördüncüsü, 1996 Malî Yılı
Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısının açık oylamalarını
yapacağız.
Her dört kanun tasarısının açık oylamasının bir arada ve adı okunan
sayın milletvekilinin, kürsü önüne konulacak 4 ayrı oy kutusuna oylarını atması
suretiyle yapılması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Kupalar, kürsü önüne konulsun.
Adı okunmayan milletvekilinin oy kullanmamasını rica ediyorum.
Sayın genel başkanlar isterlerse, ilk başta oy kullanabilirler.
Oylamaya Adana İlinden başlıyoruz.
(Oylar toplandı)
BAŞKAN – Oyunu kullanmayan sayın üye var mı? Yok.
Oylama işlemi bitmiştir.
Kupalar kaldırılsın.
(Oyların ayırımı yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, tasarıların açık oylama sonuçlarını
açıklıyorum:
1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının açık oylamasına 519 sayın üye
katılmış; 290 kabul, 212 ret, 5 mükerrer, 12 geçersiz oy çıkmıştır.
Kâtip Üye Sayın Mustafa Baş, Kâtip Üye Sayın Mehmet Korkmaz. (ANAP, DSP
ve DTP sıralarından alkışlar)
1996 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait
Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi
ile 1996 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısının açık oylamasına 501 sayın üye
katılmış, 487 kabul, 13 ret, 1 geçersiz oy çıkmıştır.
Kâtip Üye Sayın Mustafa Baş, Kâtip Üye Sayın Mehmet Korkmaz.
(ANAP, DSP ve DTP sıralarından alkışlar)
Katma Bütçeli İdareler 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarının açık
oylamasına 517 sayın üye katılmış, 283 kabul, 225 ret, 4 mükerrer, 5 geçersiz
oy çıkmıştır.
Kâtip Üye Sayın Mustafa Baş, Kâtip Üye Sayın Mehmet Korkmaz.
(ANAP, DSP ve DTP sıralarından alkışlar)
1996 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait
Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi
ile 1996 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısının açık
oylamasına 507 sayın üye katılmış, 482 kabul, 23 ret, 2 mükerrer oy çıkmıştır.
Kâtip Üye Sayın Mustafa Baş, Kâtip Üye Sayın Mehmet Korkmaz. (ANAP, DSP
ve DTP sıralarından alkışlar)
Sayın milletvekilleri, Yüce Heyetinizce kabul edilerek kanunlaşmış
bulunan bütçe ve kesinhesap kanunlarının, ulusumuz ve ülkemiz için hayırlı
olmasını temenni ediyor; bütçenin, ülkenin ekonomik istikrarına ve kalkınmasına
katkı yapmasını diliyorum.
Sayın milletvekilleri, teşekkür konuşması yapmak
üzere, Sayın Başbakan söz istemişlerdir.
Buyurun Sayın Başbakan. (ANAP, DSP ve DTP sıralarından "Bravo"
sesleri, ayakta alkışlar)
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Rize) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri,
Hükümetimiz tarafından hazırlanarak Yüce Meclise sevk edilen 1998 Yılı Bütçe
Kanunu Tasarısını kabul eden, dolayısıyla, Hükümetimize yeniden güven izhar
eden Yüce Meclise, Hükümetim adına şükranlarımı sunuyorum.
Aynı şekilde, bu bütçenin hazırlanmasında emeği geçen, başta Maliye
Bakanlığımız olmak üzere, devletin bütün kurumlarında çalışan her kademedeki
devlet görevlilerine, sabahlara kadar çalışmak suretiyle bu bütçeyi inceleyip
kabul eden Meclisimizin Plan ve Bütçe Komisyonunun Sayın Başkanına ve değerli
üyelerine ve Genel Kuruldaki bu görüşmeleri büyük bir dirayetle yöneten
Meclisimizin Değerli Başkanına ve Başkanlık Divanına teşekkür ediyorum.
Bu bütçeyle, Hükümetimize emanet edilen 14 katrilyon 789 trilyon liralık
meblağın her kuruşunu, burada yapılan eleştirilerin ışığında ve özenle
harcamaya dikkat edeceğimizi, gayret göstereceğimizi bir defa daha
belirtiyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP, DSP ve DTP sıralarından ayakta
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Başbakan.
Sayın milletvekilleri, öncelikle, hepinize yeni yılda sağlık, mutluluk
ve başarılar diliyorum. (Alkışlar)
Sayın milletvekilleri, alınan karar uyarınca, daha önce açılması kabul
edilmiş olan Avrupa Birliği ve dışpolitika konusundaki genel görüşmenin
görüşmelerini ve Radyo ve Televizyon Üst Kurulunda boş bulunan 1 üyeliğin seçimini yapmak için, 6 Ocak 1998 Salı günü
saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma
Saati: 20.47
VI. – SORULAR
VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – Nevşehir Milletvekili Mehmet
Elkatmış’ın, Nevşehir-Kozaklı’da SSK tarafından yaptırılan jeotermal hastanenin
satıldığı iddialarına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Nami
Çağan’ın yazılı cevabı (7/3878)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Çalışma ve SosyalGüvenlik Bakanı tarafından yazılı
olarak cevaplandırılması için gereğini saygı ile arz ederim.
17.11.1997
Mehmet
Elkatmış
Nevşehir
Sorular :
1. Nevşehir İli Kozaklı İlçesinde Sosyal Sigortalar
Kurumu tarafından yaptırılan Jeotermal Hastanenin ihale ile satıldığı veya
kiraya verildiği hususu doğru mudur? Şayet doğruysa hangi tarihte, hangi
şartlarla ve hangi bedelle bu işlem yapılmıştır ve ihale kime verilmiştir?
2. Mezkur hastaneyi alan kişi şartnameden doğan
yükümlülüklerini yerine getirmiş midir? Şayet getirmediyse hakkında ne gibi
işlem yapılmıştır?
3. Bu hastaneyi Sosyal Sigortalar Kurumu ne zaman ve
nasıl değerlendirmeyi düşünmektedir?
T.C.
Çalışma ve
SosyalGüvenlik Bakanlığı
Sosyal
Güvenlik Kuruluşları
Genel Müdürlüğü
Sayı :
B.13.0.SGK.0.13.00.01/9094-033865 25.12.1997
Konu : Yazılı Soru Önergesi
Türkiye
BüyükMillet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 25.11.1997 tarih ve
A.01.01.GNS.0.10.00.02.7/3878-9503/024589 sayılı yazınız.
Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış tarafından
hazırlanan “Nevşehir-Kozaklı İlçesinde Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından
yaptırılan Jeotermal Hastanenin satıldığı iddialarına ilişkin” 7/3878 Esas
No.’lu yazılı soru önergesi Bakanlığımca incelenmiştir.
Sosyal Sigortalar Kurumuna ait Nevşehir Kozaklı
Jeotermal Tesisinin tahmini kira bedelinin belirlenerek ihaleye çıkarılması
hususu Kurum Yönetim Kurulunun 16.5.1996 tarih ve XVI/1723 sayılı kararı ile
uygun görülmüştür.
1 055 000 000 TL. kira bedeli üzerinden 16.8.1996
tarihinde yapılan ihaleye 4 firma iştirak etmiş olup, iştirakçilerden Vetus
Turizm Yatırım ve İşl. Ltd. Şti.’nin ibraz ettiği belgelerin, ihale özel
şartnamesinin 7/C maddesine göre 1996 yılı onayını taşımadığının belirlenmesi
üzerine, bu firma komisyonca ihale dışı bırakılmıştır. 3 firmayla yapılan ihale
aylık 1 176 000 000 TL. bedelle 25 yıllığına Armak Mak. Tic. ve San. A.Ş.’nin
üzerinde kalmıştır. İhalenin, Kurum Yönetim Kurulunun 28.8.1996 tarih ve
XVI/3071 sayılı kararı ile kesinleşmesinden sonra, adıgeçen şirketle, sözkonusu
tesisin Jeotermal Sağlık tesisi olarak işletilmesi hususunda, 6.9.1996 tarihi
itibariyle bir mukavele yapılmıştır.
Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından eksiklikleri
giderilen tesis, 8.10.1997 tarihinde kiracı firma Armak Mak. Tic. ve San. A.Ş.
yetkililerine teslim edilmiş olup, Mukavele Özel Şartnamesinde, tesisin
işletmeye açılma tarihi ile ilgili bir hüküm bulunmamaktadır.
Diğer taraftan; 6.9.1997 tarihinden itibaren Tüketici
Fiyat Endeksi uygulaması sonucu, tesisin aylık kirası 2 100 000 000 TL.’ye
yükseltilmiş ve bugüne kadar oluşan kira alacaklarının, gecikme zamları ile
birlikte tahsil edilmesi hususunda, Sosyal Sigortalar Kurumu Nevşehir Sigorta
Müdürlüğüne gerekli talimat verilmiştir.
Bilgilerinize arz ederim.
Prof.
Dr. Nami Çağan
Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanı
2. – Giresun
Milletvekili Ergun Özdemir’in, Vakıflar Bankası Genel Müdürlüğüne sınavsız
personel alındığı iddiasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Metin
Gürdere’nin yazılı cevabı (7/3899)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Başbakanlığın ilgili kuruluşu olan Vakıflar Bankası
Genel Müdürlüğüne şimdiye kadar eleman alımlarında bankacılık konusunda bilgisi
olan kişiler titizlikle seçilip sınava tabi tutulmakta ve başarılı olanlar işe
başlatılmakta idi. Son günlerde basına ve medyaya intikal eden haberlerde
Vakıflar Bankasına Başbakanlığınızca bankacılık konusunda bilgisi olmayan 1 200
kişinin hiçbir sınava tabi tutulmaksızın işe alındığı yer almıştır.
Bu güne kadar imtihanla ve bankacılık konusunda bilgisi
olanların titizlikle seçilip alındığı kuruma böyle bir uygulamanın yapılıp
yapılmadığının, eğer yapıldıysa hangi gerekçe ile yapıldığı hususunun Sayın
Başbakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.
Op.
Dr. Ergun Özdemir
Giresun
T.C.
Devlet
Bakanlığı
Sayı :
B.02.0.010/03847 23.12.1997
Konu : Soru Önergesi
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : a) 01.12.1997 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02.7/3899-9547/24717 sayılı yazınız.
b) Başbakanlığın 4.12.1997 tarih ve
B.02.0.KKG/106-645/5211 sayılı yazısı.
c) Devlet Bakanlığının (Sayın Yücel Seçkiner)
15.12.1997 tarih ve B.02.0.005/00433 sayılı yazısı.
Giresun Milletvekili Sayın Ergun Özdemir’in Sayın Başbakanımıza
tevcih ettiği 7/3899-9547 esas nolu yazılı soru önergesi cevabı ekte
sunulmuştur.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Metin
Gürdere
Devlet
Bakanı
Giresun
Milletvekili Sayın Ergun Özdemir’in Sayın Başbakanımıza Tevcih Ettiği
7/3899-9547
Esas Nolu Yazılı Soru Önergesi Cevabıdır
Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne verilen soru
önergesinde belirtilen hususlarla ilgili olarak;
Bankamıza eleman alımları kural olarak sınavla
yapılmaktadır. Son olarak Ekim 1997 ayında yapılan sınav neticesinde Bankamıza
Malî Analist Yardımcıları atanmıştır.
Sınav dışı personel alımı ise eskiden olduğu gibi acil
ihtiyacı olan birimler için Bölgelerimiz ve Şubelerimizden gelen yazılı
talepler doğrultusunda, işin niteliğinin gerektirdiği özellikler gözönüne
alınarak gerçekleştirilmektedir.
3. – Konya
Milletvekili Veysel Candan’ın, belediyelere yapılan yardımlara ilişkin sorusu
ve Maliye Bakanı Zekeriya Temizel’in yazılı cevabı (7/3980)
Türkiye
BüyükMillet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Maliye Bakanı Sayın Zekeriya
Temizel tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim. 10.12.1997
Veysel
Candan
Konya
Bakanlığınız bünyesinde çeşitli fonlardan
belediyelerimize yardım yapılmaktadır. Kamuoyunda duyulan ve bazı belediye
başkanlarının da ısrarla kendilerine yardım yapılmazken hükümeti oluşturan
partilerden seçilen belediye başkanlarına yardım yapıldığı iddia edilmektedir.
Bu sebeple;
1. Bakanlığınızda göreve gelişinizden bu güne kadar
(Kasım ayı sonu itibarı ile) belediyelere ne kadar yardım yapılmıştır? Belediye
isimlerini ve miktarlarını gösteren bir liste gönderebilir misiniz?
2. Bu yardımlarda kriterleriniz nelerdir? Siyasî ayrım
yapılmış mıdır?
3. Hazırlanan listelerde farklılıklar çıkarsa mağdur
olan ve yardım gitmeyen belediyelere yardım etmeyi düşünüyor musunuz?
T.C.
Maliye
Bakanlığı
Bütçe ve Malî
Kontrol Genel Müdürlüğü 25.12.1997
Sayı :
B.07.0.BMK.011.013.600/31214
Konu : Yazılı Soru Önergesi
Türkiye
BüyükMilletMeclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Başkanlığının 17.12.1997 tarih ve KAN. KAR.
MD. : A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/3980-9848/25341 sayılı yazıları.
Konya Milletvekili Sayın Veysel Candan’ın 7/3980 esas
no’lu yazılı soru önergesinde yer alan
sorulara ait cevaplar aşağıda sunulmuştur.
Hükümetimiz döneminde, Maliye Bakanlığı bütçesinin
“Mahallî İdarelere Yapılacak Yardım ve Ödemeler” tertibinden belediyelere,
30.11.1997 tarihi itibariyle toplam 4 trilyon 663 milyar lira yardım
yapılmıştır.
Bu yardımlar yapılırken, belediyelerin nüfus, malî
durum, coğrafî konum, kalkınmışlık dereceleri, maruz kaldıkları tabii afetler
gibi çeşitli kriterler dikkate alınmaktadır.
Ayrıca geçmiş hükümet döneminde hiç yardım yapılmayarak
veya cüzi miktarlarda yardım yapılmak suretiyle mağdur edilen belediyelerin
durumu dikkate alınmıştır.
Bilgilerinize arz ederim.
Zekeriya
Temizel
Maliye
Bakanı
4. –
İstanbul Milletvekili Ali Talip Özdemir’in, genel nüfus sayımının sağlıksız
yapıldığı iddiasına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Mehmet Batallı’nın yazılı
cevabı (7/3995)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Mehmet
Batallı tarafından yazılı olarak
cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.
Dr.
Ali TalipÖzdemir
İstanbul
30 Kasım 1997 günü yapılan genel nüfus sayımında alınan
sonuçlar sokak, pafta, harita ve numaralama hata ve eksikliklerinden
kaynaklandığına inandığım sayım yanlış ve noksanlıklarına yol açmış, sonuçların
sıhhati bakımından bu da bazı endişeleri ortaya çıkarmıştır. Özellikle
İstanbul’da büyük oranda eksik sayım yapıldığı, sayımda görevli partili
arkadaşlarım tarafından tarafıma iletilmiş bulunmaktadır. Buna göre;
1. Sayım sonuçlarının sıhhatli olmadığı ve eksik
yapıldığı yolundaki endişeleri Bakanlık ve DİE olarak paylaşıyor musunuz?
2. Öyle ise Türkiye genelinde ve İstanbul’da
sayılamayan vatandaşlarımızın oranı tahmin edilmekte midir ve ne kadardır?
3. Eksik sayım yapılan yerlerde tespit için yeniden ve
nasıl bir çalışma yapılacaktır?
4. Özellikle İstanbul’un yeniden sayılması ya da bir
şekilde İstanbul’un nüfusu konusunda sağlıklı sonuç alınabilecek bir çalışma
yapılacak mıdır?
5. 2000 yılında yeniden bir nüfus sayımı yapılacak
mıdır?
6. Bundan sonraki sayımda vatandaşlarımızın evlerine
kapatılmayacağı açıklandığına göre, 2000’e 700 küsur gün kala yeni sayım için
hazırlık başlatılmış mıdır?
7. Yeni sayımı daha kapsamlı bir şekilde yapmayı
düşünüyor musunuz?
T.C.
Devlet
Bakanlığı
Sayı :
B.02.0.021/0958 25.12.1997
Türkiye
BüyükMillet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 19.12.1997 gün ve A.01.GNS.0.10.00.02-7/3995-9908/25454
sayılı yazıları.
İstanbul Milletvekili Ali Talip Özdemir’in Bakanlığıma
tevcih ettiği 7/3995-9908 sayılı Yazılı Soru Önergesine verilen cevaplarımız
ekte sunulmaktadır.
Bilgilerinize arz ederim.
Mehmet
Batallı
Devlet
Bakanı
1. Sayım sonuçlarının sıhhatli olmadığı ve eksik
yapıldığı yolundaki endişeleri Bakanlık ve DİE olarak paylaşıyor musunuz?
Cevap : Bugüne kadar ülkemizde yapılan GenelNüfus
Sayımlarının içinde en sağlıklı yapılanı 30 Kasım 1997 Pazar günü uygulanan
GenelNüfus tespitidir. Şöyle ki; 1965 yılında % 25.19 olan yıllık artış hızı
1980 yılında % 20.65’e 1997 Genel Nüfus tespitinde % 14.73’e düşmüştür. Buda
ülkemizde nüfus artış hızının beklenen trendi izlediği, eksik bir tespit
yapılamadığını ortaya koymaktadır.
Türkiye genelinde 1980 yılında yapılan Genel Nüfus
Sayımından sonraki sayımlarda belediyelerin gelir paylarını artırmak için
hayalî ve mükerrer yazımlar gözlenmiştir. Bu nedenle, ülke nüfusundaki nüfus
artış hızı sağlıklı bir trend oluşturmamıştır. Tüm bu olumsuzlukları ortadan
kaldırmak için hazırlanan soru kâğıdı ve alınan yeni teknoloji ile bu fazla ve
mükerrer yazım olanağı önlenmiş bulunmaktadır.
2. Öyle ise Türkiye genelinde ve İstanbul’da
sayılamayan vatandaşlarımızın oranı tahmin edilmekte midir ve ne kadardır?
Cevap : Türkiye ve İstanbul genelinde Nüfus tespit
komitelerinden Enstitümüze intikal eden yazışmalar sonucu her sayımda olduğu
gibi bu nüfus tespitinde de bazı hanelerin yazılmadığı olmuştur. Enstitümüze
intikal eden 442 ilçeden 416’ sında hiç sorun olmadığı, 26 ilçeden de sonucu
etkilemeyecek bazı hanelerin yazılmadığı, bu durumda belediyelerce düzenlenen
adreslerin sağlıklı oluşturulmamasından kaynaklanmıştır. İstanbul İlinde, nüfus
tespit komitelerinden gelen rapor sonucunda 19 ilçede eksik yazımın olmadığı,
çıkan sonucun da tahminlerimizle tutarlı olduğu görülmüştür. Konu ile ilgili
yeni bir tespit ve çalışma yapılması söz konusu değildir.
Bu nüfus tespitinde, nüfus kayıt bilgisi istenmesinden
ve soru kâğıdının fazla yazıma elverişli olmaması nedeni ile belediyelerin,
fazla yazım yapmaları engellenmiş ve bir çok yerleşim yerinin nüfusunda düşme
olmuştur. Eksik yazıldığı ifade edilen bu yerlerde de düşmeler bu nedenle
olmuştur.
3. Eksik sayım yapılan yerlerde tespit için yeniden ve
nasıl bir çalışma yapılacaktır?
Cevap : Her sayımda olduğu gibi bu GenelNüfus
Tespitinde de hiç bir yerleşim yerinin nüfusunu etkileyecek bir eksik yazım
olmamıştır. Komitelerden alınan raporlar sonucuna göre sağlıklı bir nüfus
tespiti yapılmış olup, konu ile ilgili yeni bir çalışmanın yapılması da söz
konusu değildir.
4. Özellikle İstanbul’un yeniden sayılması ya da bir
şekilde İstanbul’un nüfusu konusunda sağlıklı sonuç alınabilecek bir çalışma
yapılacak mıdır?
Cevap : İstanbulİlinde, ilçe tespit komitelerince 19
ilçe ile ilgili bildirilen raporda eksik yazımın olmadığı, çıkan sonucun da
tahminlerimizle tutarlı olduğu görülmüştür. Konu ile ilgili yeni bir tespit ve
çalışma yapılması söz konusu değildir.
5. 2000 yılında yeniden bir nüfus sayımı yapılacak
mıdır?
Cevap : DİE’nin kuruluşu ile ilgili 219 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnameye göre sonu “0” ile biten yıllarda nüfus sayımı yapılmasını
hükme bağlamıştır. Ayrıca BM kararlarına göre 2000 yılında tüm dünyanın nüfus
sayımları söz konusu bu çerçevede 2000 yılında ülkemizde bir Genel Nüfus Sayımı
yapılacaktır.
6. Bundan sonraki sayımda vatandaşlarımızın evlerine
kapatılmayacağı açıklandığına göre, 2000’e 700 küsur gün kala yeni sayım için
hazırlık başlatılmış mıdır?
Cevap : 2000 yılında yapılacak Genel Nüfus Sayımı ile
ilgili hazırlık çalışmaları çok önceden başlamış ve halen devam etmektedir.
7. Yeni sayımı daha kapsamlı bir şekilde yapmayı
düşünüyor musunuz?
Cevap : 2000 yılında yapılacak Genel Nüfus Sayımında
150 soruya yakın geniş kapsamlı bir soru kâğıdı ile uygulama yapılacaktır.
Sıra Sayısı : 390
Esas No. : 1/669
1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısına
Verilen Oyların Sonucu :
Kanunlaşmıştır.
Üye
Sayısı : 550
Kullanılan
Oylar : 519
Kabul
Edenler : 288
Reddedenler : 214
Çekimser : —
Mükerrer
Oylar : 5
Geçersiz
Oylar : 12
Oya
Katılmayanlar : 39
Açık
Üyelikler : 2
(Kabul
Edenler)
ADANA
Uğur
Aksöz
İmren
Aykut
İbrahim
Yavuz Bildik
M.
Ali Bilici
Mehmet
Büyükyılmaz
Erol
Çevikçe
Tuncay
Karaytuğ
Mustafa
Küpeli
Arif
Sezer
ADIYAMAN
Mahmut
Bozkurt
Celal
Topkan
AFYON
H.
İbrahim Özsoy
Yaman
Törüner
Kubilay
Uygun
Nuri
Yabuz
AĞRI
Yaşar
Eryılmaz
CelalEsin
AMASYA
Aslan
Ali Hatipoğlu
Haydar
Oymak
ANKARA
İlhan
Aküzüm
Nejat
Arseven
Yılmaz
Ateş
Ahmet
Bilge
Ali
Dinçer
Eşref
Erdem
Agah
Oktay Güner
Halis
Uluç Gürkan
Şaban
Karataş
İrfan
Köksalan
M.
Seyfi Oktay
Mehmet
Sağdıç
Önder
Sav
Yücel
Seçkiner
İlker
Tuncay
Aydın
Tümen
Hikmet
Uluğbay
ANTALYA
Hayri
Doğan
Emre
Gönensay
İbrahim
Gürdal
Bekir
Kumbul
Sami
Küçükbaşkan
Yusuf
Öztop
Metin
Şahin
ARDAHAN
İsmet
Atalay
ARTVİN
Metin
Arifağaoğlu
Süleyman
Hatinoğlu
AYDIN
Cengiz
Altınkaya
M.Fatih
Atay
Sema
Pişkinsüt
İsmet
Sezgin
Yüksel
Yalova
BALIKESİR
Safa
Giray
Tamer
Kanber
Mustafa
Güven Karahan
İ.Önder
Kırlı
Hüsnü
Sıvalıoğlu
BARTIN
Zeki
Çakan
Cafer
Tufan Yazıcıoğlu
BATMAN
Ataullah
Hamidi
BAYBURT
Ülkü
Güney
BİNGÖL
Mahmut
Sönmez
BİTLİS
Edip
Safder Gaydalı
Kâmran
İnan
BOLU
Avni
Akyol
Abbas
İnceayan
Mustafa
Karslıoğlu
BURDUR
Yusuf
Ekinci
Kâzım
Üstüner
BURSA
Yüksel
Aksu
Ali
Rahmi Beyreli
Cavit
Çağlar
İlhan
Kesici
Hayati
Korkmaz
Cemal
Külahlı
Feridun
Pehlivan
Yahya
Şimşek
Ertuğrul
Yalçınbayır
İbrahim
Yazıcı
ÇANAKKALE
Hikmet
Aydın
Mustafa
Cumhur Ersümer
Ahmet
Küçük
A.
Hamdi Üçpınarlar
ÇANKIRI
Mete
Bülgün
ÇORUM
Ali
Haydar Şahin
DENİZLİ
Hilmi
Develi
Adnan
Keskin
Hasan
Korkmazcan
Haluk
Müftüler
DİYARBAKIR
Muzaffer
Arslan
Ferit
Bora
Sebgetullah
Seydaoğlu
EDİRNE
Evren
Bulut
Mustafa
İlimen
Erdal
Kesebir
ERZİNCAN
Mustafa
Kul
Mustafa
Yıldız
ERZURUM
Necati
Güllülü
ESKİŞEHİR
Necati
Albay
Mustafa
Balcılar
Demir
Berberoğlu
İbrahim
Yaşar Dedelek
Mahmut
Erdir
GAZİANTEP
Mehmet
Batallı
Ali
Ilıksoy
Mustafa
R. Taşar
Ünal
Yaşar
GİRESUN
Burhan
Kara
Yavuz
Köymen
Rasim
Zaimoğlu
GÜMÜŞHANE
Mahmut
Oltan Sungurlu
HAKKÂRİ
Naim
Geylani
Mustafa
Zeydan
HATAY
Fuat
Çay
Ali
Günay
Nihat
Matkap
Levent
Mıstıkoğlu
Atilla
Sav
Ali
Uyar
Hüseyin
Yayla
IĞDIR
Adil
Aşırım
Şamil
Ayrım
ISPARTA
Erkan
Mumcu
İÇEL
Oya
Araslı
Ali
Er
Abdülbaki
Gökçel
D.
Fikri Sağlar
Mustafa
İstemihan Talay
Rüştü
Kâzım Yücelen
İSTANBUL
Bülent
Akarcalı
Ziya
Aktaş
Yıldırım
Aktuna
Sedat
Aloğlu
Ahat
Andican
Refik
Aras
Mehmet
Aydın
Nami
Çağan
H.
Hüsnü Doğan
Halit
Dumankaya
Bülent
Ecevit
Hasan
Tekin Enerem
Algan
Hacaloğlu
Metin
Işık
Cefi
Jozef Kamhi
Ercan
Karakaş
YılmazKarakoyunlu
M.
Cavit Kavak
Ahmet
Güryüz Ketenci
Osman
Kılıç
Hayri
Kozakçıoğlu
Mehmet
Tahir Köse
Emin
Kul
Necdet
Menzir
Mehmet
Moğultay
Yusuf
Namoğlu
Altan
Öymen
Ali
Talip Özdemir
H.
Hüsamettin Özkan
Yusuf
Pamuk
Mehmet
Cevdet Selvi
Mehmet
Sevigen
Ahmet
Tan
Güneş
Taner
Bülent
Tanla
Zekeriya
Temizel
Erdoğan
Toprak
Ali
Topuz
Şadan
Tuzcu
Bahattin
Yücel
Namık
Kemal Zeybek
İZMİR
Veli
Aksoy
Turhan
Arınç
Ali
Rıza Bodur
Işın
Çelebi
Hasan
Denizkurdu
Sabri
Ergül
Şükrü
Sina Gürel
AydınGüven
Gürkan
Birgen
Keleş
Mehmet
Köstepen
Atilla
Mutman
Metin
Öney
Ahmet
Piriştina
Rüşdü
Saracoglu
Işılay
Saygın
Rifat
Serdaroğlu
Suha
Tanık
Hakan
Tartan
Sabri
Tekir
Zerrin
Yeniceli
KAHRAMANMARAŞ
Esat
Bütün
Ali
Doğan
Mustafa
Kamalak
KARABÜK
Şinasi
Altıner
Erol
Karan
KARAMAN
Fikret
Ünlü
KARS
Y.
Selahattin Beyribey
Çetin
Bilgir
KASTAMONU
Fethi
Acar
Murat
Başesgioğlu
Hadi
Dilekçi
KAYSERİ
İsmail
Cem
İbrahim
Yılmaz
KIRIKKALE
Recep
Mızrak
KIRKLARELİ
İrfan
Gürpınar
Cemal
Özbilen
Necdet
Tekin
KIRŞEHİR
Ömer
Demir
KOCAELİ
Bülent
Atasayan
Halil
Çalık
Hayrettin
Uzun
Bekir
Yurdagül
KONYA
Ahmet
Alkan
Abdullah
Turan Bilge
Nezir
Büyükcengiz
Ali
Günaydın
Mehmet
Keçeciler
KÜTAHYA
Mustafa
Kalemli
Emin
Karaa
Mehmet
Korkmaz
MALATYA
Miraç
Akdoğan
Metin
Emiroğlu
Ayhan
Fırat
MANİSA
Abdullah
Akarsu
Tevfik
Diker
Ayseli
Göksoy
Hasan
Gülay
Sümer
Oral
Ekrem
Pakdemirli
Cihan
Yazar
MARDİN
Muzaffer
Arıkan
Süleyman
Çelebi
Ömer
Ertaş
MUĞLA
Lale
Aytaman
Zeki
Çakıroğlu
Enis
Yalım Erez
Fikret
Uzunhasan
MUŞ
Erkan
Kemaloğlu
NEVŞEHİR
Abdülkadir
Baş
NİĞDE
Akın
Gönen
ORDU
İhsan
Çabuk
Mustafa
Bahri Kibar
Müjdat
Koç
Nabi
Poyraz
Refaiddin
Şahin
Şükrü
Yürür
RİZE
Avni
Kabaoğlu
Ahmet
Kabil
Ahmet
Mesut Yılmaz
SAKARYA
Teoman
Akgür
Ahmet
Neidim
Ersin
Taranoğlu
SAMSUN
Cemal
Alişan
İrfan
Demiralp
Ayhan
Gürel
Yalçın
Gürtan
Murat
Karayalçın
Nafiz
Kurt
Biltekin
Özdemir
Adem
Yıldız
SİİRT
Nizamettin
Sevgili
SİNOP
Metin
Bostancıoğlu
Yaşar
Topçu
SIVAS
Musa
Demirci
Mahmut
Işık
ŞANLIURFA
Seyit
Eyyüpoğlu
Eyyüp
Cenap Gülpınar
ŞIRNAK
Mehmet
Salih Yıldırım
TEKİRDAĞ
Fevzi
Aytekin
Bayram
Fırat Dayanıklı
Enis
Sülün
TOKAT
Metin
Gürdere
Şahin
Ulusoy
TRABZON
Eyüp
Aşık
Ali
Kemal Başaran
İbrahim
Çebi
Şeref
Malkoç
Hikmet
Sami Türk
TUNCELİ
OrhanVeli
Yıldırım
UŞAK
Yıldırım
Aktürk
Mehmet
Yaşar Ünal
VAN
Şerif
Bedirhanoğlu
Mahmut
Yılbaş
YALOVA
Yaşar
Okuyan
YOZGAT
Lutfullah
Kayalar
ZONGULDAK
Veysel
Atasoy
Tahsin
Boray Baycık
Hasan
Gemici
Osman
Mümtaz Soysal
(Reddedenler)
ADANA
Cevdet
Akçalı
Yakup
Budak
Sıtkı
Cengil
M.
Halit Dağlı
Veli
Andaç Durak
İbrahim
Ertan Yülek
ADIYAMAN
Ahmet
Çelik
Ahmet
Doğan
AFYON
Sait
Açba
İsmet
Attila
Osman
Hazer
AĞRI
M.
Sıddık Altay
Cemil
Erhan
M.
Ziyattin Tokar
AKSARAY
Mehmet
Altınsoy
Sadi
Somuncuoğlu
AMASYA
Ahmet
İyimaya
Cemalettin
Lafçı
ANKARA
Saffet
Arıkan Bedük
Gökhan
Çapoğlu
Mehmet
Ekici
Ünal
Erkan
Mehmet
Gölhan
Ahmet
Tekdal
Rıza
Ulucak
Ersönmez
Yarbay
ANTALYA
Osman
Berberoğlu
Arif
Ahmet Denizolgun
ARDAHAN
Saffet
Kaya
ARTVİN
Hasan
Ekinci
AYDIN
Nahit
Menteşe
Muhammet
Polat
BALIKESİR
Abdülbaki
Ataç
Ahmet
Bilgiç
İlyas
Yılmazyıldız
BARTIN
Köksal
Toptan
BATMAN
Alaattin
Sever Aydın
Musa
Okçu
Faris
Özdemir
BAYBURT
Suat
Pamukçu
BİLECİK
Şerif
Çim
Bahattin
Şeker
BİNGÖL
Kâzım
Ataoğlu
Hüsamettin
Korkutata
BİTLİS
Zeki
Ergezen
Abdulhaluk
Mutlu
BOLU
Feti
Görür
Mustafa
Yünlüoğlu
BURDUR
Mustafa
Çiloğlu
BURSA
Mehmet
Altan Karapaşaoğlu
Turhan
Tayan
ÇANAKKALE
Nevfel
Şahin
ÇANKIRI
İsmail
Coşar
Ahmet
Uyanık
ÇORUM
Bekir
Aksoy
Mehmet
Aykaç
Hasan
Çağlayan
Zülfikar
Gazi
Yasin
Hatiboğlu
DENİZLİ
M.
Kemal Aykurt
DİYARBAKIR
M.
Salim Ensarioğlu
Sacit
Günbey
Seyyit
Haşim Haşimi
Ömer
Vehbi Hatipoğlu
Yakup
Hatipoğlu
EDİRNE
Ümran
Akkan
ELAZIĞ
Mehmet
Ağar
Ömer
Naimi Barım
Hasan
Belhan
Cihan
Paçacı
Ahmet
Cemil Tunç
ERZİNCAN
Tevhit
Karakaya
Naci
Terzi
ERZURUM
Zeki
Ertugay
Lütfü
Esengün
Abdulilah
Fırat
İsmail
Köse
Ömer
Özyılmaz
Aslan
Polat
Şinasi
Yavuz
ESKİŞEHİR
Hanifi
Demirkol
GAZİANTEP
Nurettin
Aktaş
Kahraman
Emmioğlu
Mehmet
Bedri İncetahtacı
GİRESUN
Turhan
Alçelik
Ergun
Özdemir
GÜMÜŞHANE
Lütfi
Doğan
HATAY
Abdulkadir
Akgöl
Süleyman
Metin Kalkan
Mehmet
Sılay
ISPARTA
Ömer
Bilgin
A.
Aykon Doğan
Mustafa
Köylü
Halil
Yıldız
İÇEL
Fevzi
Arıcı
Mehmet
Emin Aydınbaş
Saffet
Benli
Turhan
Güven
Ayfer
Yılmaz
İSTANBUL
Meral
Akşener
Tayyar
Altıkulaç
Azmi
Ateş
Mustafa
Baş
Mukadder
Başeğmez
Tansu
Çiller
Ekrem
Erdem
MehmetFuat
Fırat
İsmail
Kahraman
Hüseyin
Kansu
Göksal
Küçükali
Ali
Oğuz
Korkut
Özal
Mehmet
Ali Şahin
Osman
Yumakoğulları
Bahri
Zengin
İZMİR
Ufuk
Söylemez
İsmail
Yılmaz
KAHRAMANMARAŞ
Hasan
Dikici
Avni
Doğan
Ahmet
Dökülmez
Mehmet
Sağlam
KARABÜK
Hayrettin
Dilekcan
KARAMAN
Abdullah
Özbey
Zeki
Ünal
KARS
Sabri
Güner
Zeki
Karabayır
KASTAMONU
Nurhan
Tekinel
Haluk
Yıldız
KAYSERİ
Memduh
Büyükkılıç
Osman
Çilsal
Ayvaz
Gökdemir
Abdullah
Gül
Nurettin
Kaldırımcı
Salih
Kapusuz
Recep
Kırış
KIRIKKALE
Kemal
Albayrak
Hacı
Filiz
Mikail
Korkmaz
KIRKLARELİ
A.
Sezal Özbek
KIRŞEHİR
Cafer
Güneş
KİLİS
Mustafa
Kemal Ateş
KOCAELİ
Necati
Çelik
İsmail
Kalkandelen
Şevket
Kazan
Osman
Pepe
KONYA
Veysel
Candan
Remzi
Çetin
Necati
Çetinkaya
Necmettin
Erbakan
Abdullah
Gencer
Teoman
Rıza Güneri
Hasan
Hüseyin Öz
Mustafa
Ünaldı
Lütfi
Yalman
Mehmet
Ali Yavuz
KÜTAHYA
Ahmet
Derin
İsmail
Karakuyu
Metin
Perli
MALATYA
Oğuzhan
Asiltürk
Yaşar
Canbay
Fikret
Karabekmez
M.
Recai Kutan
MANİSA
Rıza
Akçalı
Bülent
Arınç
MARDİN
Fehim
Adak
Mahmut
Duyan
Hüseyin
Yıldız
MUĞLA
İrfettin
Akar
Mustafa
Dedeoğlu
MUŞ
Necmettin
Dede
Nedim
İlci
Sabahattin
Yıldız
NEVŞEHİR
Mehmet
Elkatmış
NİĞDE
Doğan
Baran
Mehmet
Salih Katırcıoğlu
Ergun
Özkan
ORDU
Hüseyin
Olgun Akın
Mustafa
Hasan Öz
SAKARYA
Nezir
Aydın
Cevat
Ayhan
Ertuğrul
Eryılmaz
SAMSUN
Ahmet
Demircan
Latif
Öztek
Musa
Uzunkaya
SİİRT
Ahmet
Nurettin Aydın
Mehmet
Emin Aydın
SİNOP
Kadir
Bozkurt
SIVAS
Temel
Karamollaoğlu
Abdüllatif
Şener
ŞANLIURFA
Zülfükar
İzol
Ahmet
Karavar
Abdülkadir
Öncel
M.
Fevzi Şıhanlıoğlu
ŞIRNAK
Mehmet
Tatar
TEKİRDAĞ
Nihan
İlgün
TOKAT
Abdullah
Arslan
Hanefi
Çelik
Ali
Şevki Erek
Ahmet
Feyzi İnceöz
TRABZON
Yusuf
Bahadır
Kemalettin
Göktaş
İsmail
İlhan Sungur
TUNCELİ
Kamer
Genç
UŞAK
Hasan
Karakaya
VAN
Maliki
Ejder Arvas
Mustafa
Bayram
Fethullah
Erbaş
Şaban
Şevli
YALOVA
Cevdet
Aydın
YOZGAT
İlyas
Arslan
Kâzım
Arslan
Yusuf
Bacanlı
Abdullah
Örnek
İsmail
Durak Ünlü
(Mükerrer Oylar)
AMASYA
Aslan
Ali Hatipoğlu (Kabul)
ANKARA
M.
Seyfi Oktay (Kabul)
BOLU
Avni
Akyol (Kabul)
DENİZLİ
Hasan
Korkmazcan (Kabul)
SAMSUN
Murat
Karayalçın (Kabul)
(Geçersiz Oylar)
ADANA
İ.
Cevher Cevheri
(Kabul Farklı oylar)
İ.
Cevher Cevheri (Red Farklı oylar)
BALIKESİR
İsmail
Özgün (Red Geçersiz oy)
DENİZLİ
Mehmet
Gözlükaya (Kabul Farklı oylar)
Mehmet Gözlükaya
(Red Farklı oylar)
İÇEL)
Halil Cin (Kabul Geçersiz oy)
KONYA
Hüseyin Arı (Red Geçersiz oy)
ŞANLIURFA
Necmettin Cevheri (Kabul Farklı oylar)
Necmettin Cevheri
(Red Farklı oylar)
ŞIRNAK
Bayar Ökten (Kabul Farklı oylar)
Bayar Ökten(Red Farklı oylar)
GAZİANTEP
Mustafa Yıldız (Kabul)
(Oya Katılmayanlar)
ADANA
Orhan Kavuncu
ADIYAMAN
Mahmut Nedim Bilgiç
AKSARAY
Nevzat Köse
Murtaza Özkanlı
ANKARA
Hasan Hüseyin Ceylan
Cemil Çiçek
Ömer Ekinci
ANTALYA
DenizBaykal
AYDIN
Ali Rıza Gönül
BOLU
Necmi Hoşver
BURSA
Ali Osman Sönmez
DENİZLİ
Ramazan Yenidede
DİYARBAKIR
Abdülkadir Aksu
Salih Sümer
GAZİANTEP
Hikmet Çetin (Başkan)
Mustafa Yılmaz (B.)
İSTANBUL
Ali Coşkun
Gürcan Dağdaş
Süleyman Arif Emre
Aydın Menderes
İZMİR
İ. Kaya Erdem
Gencay Gürün
KAHRAMANMARAŞ
Ali Şahin
KİLİS
Doğan Güreş
KOCAELİ
Onur Kumbaracıbaşı
MANİSA
Yahya Uslu
Erdoğan Yetenç
NEVŞEHİR
Esat Kıratlıoğlu
RİZE
Şevki Yılmaz
SAKARYA
Nevzat Ercan
SIVAS
Tahsin Irmak
Nevzat Yanmaz
Muhsin Yazıcıoğlu
ŞANLIURFA
Sedat Edip Bucak
İbrahim HalilÇelik
TEKİRDAĞ
Hasan Peker
TOKAT
Bekir Sobacı
ZONGULDAK
Necmettin Aydın
Ömer
Barutçu
(AçıkÜyelikler)
BURSA 1
KIRŞEHİR 1
Sıra Sayısı : 401
Esas No. : 1/633
1996 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil
Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna
İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1996 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu
Tasarısına Verilen Oyların Sonucu :
Kanunlaşmıştır.
Üye
Sayısı : 550
Kullanılan
Oylar : 501
Kabul
Edenler : 487
Reddedenler : 13
Çekimser : —
Mükerrer
Oylar : —
Geçersiz
Oy : 1
Oya
Katılmayanlar : 47
Açık
Üyelikler : 2
(Kabul
Edenler)
ADANA
Uğur
Aksöz
İmren
Aykut
İbrahim
Yavuz Bildik
M.
Ali Bilici
Yakup
Budak
Mehmet
Büyükyılmaz
Sıtkı
Cengil
İ.
Cevher Cevheri
Erol
Çevikçe
M.Halit
Dağlı
Veli
Andaç Durak
Tuncay
Karaytuğ
Mustafa
Küpeli
Arif
Sezer
İbrahim
Ertan Yülek
ADIYAMAN
Mahmut
Nedim Bilgiç
Mahmut
Bozkurt
Ahmet
Çelik
Celal
Topkan
AFYON
SaitAçba
İsmet
Attila
Osman
Hazer
H.
İbrahim Özsoy
Yaman
Törüner
Kubilay
Uygun
AĞRI
M.
Sıddık Altay
CemilErhan
Yaşar
Eryılmaz
M.Ziyattin
Tokar
AKSARAY
Mehmet
Altınsoy
AMASYA
Ahmet
İyimaya
Cemalettin
Lafçı
Haydar
Oymak
ANKARA
İlhan
Aküzüm
Nejat
Arseven
Yılmaz
Ateş
SaffetArıkan
Bedük
Göhkan
Çapoğlu
Ali
Dinçer
Eşref
Erdem
Ünal
Erkan
Mehmet
Gölhan
Agah
Oktay Güner
Halis
Uluç Gürkan
Şaban
Karataş
İrfan
Köksalan
M.
Seyfi Oktay
Mehmet
Sağdıç
Önder
Sav
Yücel
Seçkiner
Ahmet
Tekdal
İlker
Tuncay
Aydın
Tümen
Rıza
Ulucak
Hikmet
Uluğbay
Ersönmez
Yarbay
ANTALYA
Osman
Berberoğlu
Arif
Ahmet Denizolgun
Hayri
Doğan
Emre
Gönensay
İbrahim
Gürdal
Bekir
Kumbul
Sami
Küçükbaşkan
Yusuf
Öztop
Metin
Şahin
ARDAHAN
İsmet
Atalay
Saffet
Kaya
ARTVİN
Metin
Arifağaoğlu
Hasan
Ekinci
Süleyman
Hatinoğlu
AYDIN
Cengiz
Altınkaya
M.Fatih
Atay
Nahit
Menteşe
Sema
Pişkinsüt
Muhammet
Polat
İsmet
Sezgin
Yüksel
Yalova
BALIKESİR
Abdülbaki
Ataç
Ahmet
Bilgiç
Safa
Giray
Tamer
Kanber
Mustafa
Güven Karahan
İ.Önder
Kırlı
İsmail
Özgün
Hüsnü
Sıvalıoğlu
İlyas
Yılmazyıldız
BARTIN
Zeki
Çakan
Köksal
Toptan
Cafer
Tufan Yazıcıoğlu
BATMAN
Alaattin
Sever Aydın
Ataullah
Hamidi
Musa
Okçu
Faris
Özdemir
BAYBURT
Ülkü
Güney
Suat
Pamukçu
BİLECİK
Şerif
Çim
Bahattin
Şeker
BİNGÖL
Kazım
Ataoğlu
Hüsamettin
Korkutata
Mahmut
Sönmez
BİTLİS
Zeki
Ergezen
Edip
Safder Gaydalı
Kâmran
İnan
BOLU
Feti
Görür
Abbas
İnceayan
Mustafa
Karslıoğlu
Mustafa
Yünlüoğlu
BURDUR
Mustafa
Çiloğlu
Yusuf
Ekinci
Kâzım
Üstüner
BURSA
Yüksel
Aksu
Ali
Rahmi Beyreli
Cavit
Çağlar
İlhan
Kesici
Hayati
Korkmaz
Cemal
Külahlı
Feridun
Pehlivan
Yahya
Şimşek
Turhan
Tayan
Ertuğrul
Yalçınbayır
İbrahim
Yazıcı
ÇANAKKALE
Hikmet
Aydın
Mustafa
Cumhur Ersümer
Ahmet
Küçük
Nevfel
Şahin
A.
Hamdi Üçpınarlar
ÇANKIRI
Mete
Bülgün
İsmail
Coşar
ÇORUM
Bekir
Aksoy
Mehmet
Aykaç
Zülfikar
Gazi
Yasin
Hatiboğlu
Ali
Haydar Şahin
DENİZLİ
M.
Kemal Aykurt
Hilmi
Develi
Mehmet
Gözlükaya
Adnan
Keskin
Haluk
Müftüler
DİYARBAKIR
Muzaffer
Arslan
Ferit
Bora
M.
SalimEnsarioğlu
Sacit
Günbey
Seyyit
Haşim Haşimi
Ömer
Vehbi Hatipoğlu
Yakup
Hatipoğlu
Sebgetullah
Seydaoğlu
EDİRNE
Ümran
Akkan
Evren
Bulut
Mustafa
İlimen
Erdal
Kesebir
ELAZIĞ
Mehmet
Ağar
Ömer
Naimi Barım
Hasan
Belhan
Cihan
Paçacı
ERZİNCAN
Tevhit
Karakaya
Mustafa
Kul
Naci
Terzi
Mustafa
Yıldız
ERZURUM
Zeki
Ertugay
Lütfü
Esengün
Necati
Güllülü
Ömer
Özyılmaz
Aslan
Polat
Şinasi
Yavuz
ESKİŞEHİR
Necati
Albay
Mustafa
Balcılar
Demir
Berberoğlu
İbrahim
Yaşar Dedelek
Hanifi
Demirkol
Mahmut
Erdir
GAZİANTEP
Nurettin
Aktaş
Mehmet
Batallı
Kahraman
Emmioğlu
Ali
Ilıksoy
Mehmet
Bedri İncetahtacı
Mustafa
R. Taşar
Ünal
Yaşar
Mustafa
Yılmaz
GİRESUN
Turhan
Alçelik
Burhan
Kara
Yavuz
Köymen
Ergun
Özdemir
Rasim
Zaimoğlu
GÜMÜŞHANE
Lütfi
Doğan
Mahmut
Oltan Sungurlu
HAKKÂRİ
Naim
Geylani
Mustafa
Zeydan
HATAY
Abdulkadir
Akgöl
Fuat
Çay
Ali
Günay
Süleyman
Metin Kalkan
Nihat
Matkap
Levent
Mıstıkoğlu
Atilla
Sav
Mehmet
Sılay
Ali
Uyar
Hüseyin
Yayla
IĞDIR
Adil
Aşırım
Şamil
Ayrım
ISPARTA
Ömer
Bilgin
A.
Aykon Doğan
Mustafa
Köylü
Erkan
Mumcu
Halil
Yıldız
İÇEL
Oya
Araslı
Fevzi
Arıcı
Mehmet
Emin Aydınbaş
Saffet
Benli
Halil
Cin
Ali
Er
Abdülbaki
Gökçel
Turhan
Güven
D.
Fikri Sağlar
Mustafa
İstemihan Talay
Ayfer
Yılmaz
Rüştü
Kâzım Yücelen
İSTANBUL
Bülent
Akarcalı
Meral
Akşener
Ziya
Aktaş
Yıldırım
Aktuna
Sedat
Aloğlu
Tayyar
Altıkulaç
Ahat
Andican
Refik
Aras
Azmi
Ateş
Mehmet
Aydın
Mustafa
Baş
Mukadder
Başeğmez
Nami
Çağan
Tansu
Çiller
H.
Hüsnü Doğan
Halit
Dumankaya
Bülent
Ecevit
Hasan
Tekin Enerem
Ekrem
Erdem
Mehmet
Fuat Fırat
Algan
Hacaloğlu
Metin
Işık
İsmailKahraman
Cefi
Jozef Kamhi
Hüseyin
Kansu
Ercan
Karakaş
YılmazKarakoyunlu
M.
Cavit Kavak
Ahmet
Güryüz Ketenci
Osman
Kılıç
Hayri
Kozakçıoğlu
Mehmet
Tahir Köse
Emin
Kul
Göksal
Küçükali
Necdet
Menzir
Mehmet
Moğultay
Yusuf
Namoğlu
Ali
Oğuz
Altan
Öymen
Ali
Talip Özdemir
H.
Hüsamettin Özkan
Yusuf
Pamuk
Mehmet
Cevdet Selvi
Mehmet
Sevigen
Mehmet
Ali Şahin
Ahmet
Tan
Güneş
Taner
Bülent
Tanla
Zekeriya
Temizel
Erdoğan
Toprak
Ali
Topuz
Şadan
Tuzcu
Osman
Yumakoğulları
Bahattin
Yücel
Bahri
Zengin
Namık
Kemal Zeybek
İZMİR
Veli
Aksoy
Turhan
Arınç
Ali
Rıza Bodur
Işın
Çelebi
Hasan
Denizkurdu
Sabri
Ergül
Şükrü
Sina Gürel
AydınGüven
Gürkan
Birgen
Keleş
Mehmet
Köstepen
Atilla
Mutman
Metin
Öney
Ahmet
Piriştina
Rüşdü
Saracoglu
Işılay
Saygın
Rifat
Serdaroğlu
Ufuk
Söylemez
Suha
Tanık
Hakan
Tartan
Sabri
Tekir
Zerrin
Yeniceli
İsmail
Yılmaz
KAHRAMANMARAŞ
Esat
Bütün
Hasan
Dikici
Ali
Doğan
Avni
Doğan
Ahmet
Dökülmez
Mehmet
Sağlam
KARABÜK
Şinasi
Altıner
Hayrettin
Dilekcan
Erol
Karan
KARAMAN
Abdullah
Özbey
Zeki
Ünal
Fikret
Ünlü
KARS
Y.
Selahattin Beyribey
Çetin
Bilgir
Sabri
Güner
Zeki
Karabayır
KASTAMONU
Fethi
Acar
Murat
Başesgioğlu
Hadi
Dilekçi
NurhanTekinel
Haluk
Yıldız
KAYSERİ
Memduh
Büyükkılıç
İsmail
Cem
Osman
Çilsal
Ayvaz
Gökdemir
Abdullah
Gül
Nurettin
Kaldırımcı
Salih
Kapusuz
İbrahim
Yılmaz
KIRIKKALE
Kemal
Albayrak
Hacı
Filiz
Mikail
Korkmaz
Recep
Mızrak
KIRKLARELİ
İrfan
Gürpınar
A.
Sezal Özbek
Cemal
Özbilen
Necdet
Tekin
KIRŞEHİR
Ömer
Demir
Cafer
Güneş
KİLİS
Mustafa
KemalAteş
KOCAELİ
Bülent
Atasayan
Halil
Çalık
Necati
Çelik
İsmail
Kalkandelen
Şevket
Kazan
Osman
Pepe
Hayrettin
Uzun
Bekir
Yurdagül
KONYA
Ahmet
Alkan
Hüseyin
Arı
Abdullah
Turan Bilge
Nezir
Büyükcengiz
Veysel
Candan
Remzi
Çetin
Necati
Çetinkaya
Necmettin
Erbakan
Abdullah
Gencer
Ali
Günaydın
Teoman
Rıza Güneri
Mehmet
Keçeciler
Hasan
HüseyinÖz
Mustafa
Ünaldı
Lütfi
Yalman
MehmetAli
Yavuz
KÜTAHYA
Ahmet
Derin
Mustafa
Kalemli
Emin
Karaa
İsmailKarakuyu
Mehmet
Korkmaz
Metin
Perli
MALATYA
Miraç
Akdoğan
Oğuzhan
Asiltürk
Yaşar
Canbay
Metin
Emiroğlu
Ayhan
Fırat
Fikret
Karabekmez
M.
Recai Kutan
MANİSA
Abdullah
Akarsu
Rıza
Akçalı
Bülent
Arınç
Tevfik
Diker
Ayseli
Göksoy
Hasan
Gülay
Sümer
Oral
Ekrem
Pakdemirli
Cihan
Yazar
Hüseyin
Yıldız
MARDİN
Fehim
Adak
Muzaffer
Arıkan
Süleyman
Çelebi
Mahmut
Duyan
Ömer
Ertaş
Hüseyin
Yıldız
MUĞLA
İrfettin
Akar
Lale
Aytaman
Zeki
Çakıroğlu
Mustafa
Dedeoğlu
Enis
Yalım Erez
Fikret
Uzunhasan
MUŞ
Necmettin
Dede
Nedim
İlci
Erkan
Kemaloğlu
Sabahattin
Yıldız
NEVŞEHİR
Abdülkadir
Baş
Mehmet
Elkatmış
NİĞDE
Doğan
Baran
Akın
Gönen
Mehmet
Salih Katırcıoğlu
Ergun
Özkan
ORDU
Hüseyin
OIgun Akın
İhsan
Çabuk
Mustafa
Bahri Kibar
Müjdat
Koç
Mustafa
Hasan Öz
Nabi
Poyraz
Refaiddin
Şahin
Şükrü
Yürür
RİZE
Avni
Kabaoğlu
Ahmet
Kabil
Ahmet
Mesut Yılmaz
SAKARYA
Teoman
Akgür
Nezir
Aydın
Cevat
Ayhan
Ertuğrul
Eryılmaz
Ahmet
Neidim
Ersin
Taranoğlu
SAMSUN
Cemal
Alişan
İrfan
Demiralp
Ayhan
Gürel
Yalçın
Gürtan
Murat
Karayalçın
NafizKurt
Biltekin
Özdemir
Latif
Öztek
Musa
Uzunkaya
Adem
Yıldız
SİİRT
Ahmet
Nurettin Aydın
Mehmet
Emin Aydın
Nizamettin
Sevgili
SİNOP
Metin
Bostancıoğlu
Yaşar
Topçu
SIVAS
Musa
Demirci
Mahmut
Işık
Temel
Karamollaoğlu
Abdüllatif
Şener
ŞANLIURFA
Necmettin
Cevheri
Seyit
Eyyüpoğlu
Eyyüp
Cenap Gülpınar
Zülfükâr
İzol
Ahmet
Karavar
Abdülkadir
Öncel
M.
Fevzi Şıhanlıoğlu
ŞIRNAK
Bayar
Ökten
Mehmet
Tatar
Mehmet
Salih Yıldırım
TEKİRDAĞ
Fevzi
Aytekin
Bayram
Fırat Dayanıklı
Nihan
İlgün
Enis
Sülün
TOKAT
Abdullah
Arslan
Ali
Şevki Erek
Metin
Gürdere
Ahmet
Feyzi İnceöz
Şahin
Ulusoy
TRABZON
Eyüp
Aşık
Yusuf
Bahadır
Ali
Kemal Başaran
İbrahim
Çebi
Kemalettin
Göktaş
Şeref
Malkoç
İsmail
İlhan Sungur
Hikmet
Sami Türk
TUNCELİ
Kamer
Genç
OrhanVeli
Yıldırım
UŞAK
Yıldırım
Aktürk
Hasan
Karakaya
Mehmet
Yaşar Ünal
VAN
Maliki
Ejder Arvas
Mustafa
Bayram
Şerif
Bedirhanoğlu
Fethullah
Erbaş
Şaban
Şevli
Mahmut
Yılbaş
YALOVA
Cevdet
Aydın
Yaşar
Okuyan
YOZGAT
İlyas
Arslan
Kazım
Arslan
Yusuf
Bacanlı
Lütfullah
Kayalar
Abdullah
Örnek
ZONGULDAK
Veysel
Atasoy
Tahsin
Boray Baycık
Hasan
Gemici
Osman
Mümtaz Soysal
(Reddedenler)
AĞRI
Celal
Esin
AKSARAY
Murtaza
Özkanlı
Sadi
Somuncuoğlu
ANKARA
Ahmet
Bilge
Mehmet
Ekici
ÇORUM
Hasan
Çağlayan
ELAZIĞ
Ahmet
CemilTunç
ERZURUM
İsmail
Köse
İSTANBUL
Korkut
Özal
KAYSERİ
Recep
Kırış
SİNOP
Kadir
Bozkurt
TOKAT
Hanefi
Çelik
YOZGAT
İsmail
Durak Ünlü
(Geçersiz Oy)
KAHRAMANMARAŞ
Mustafa
Kamalak
(Red Geçersiz Oy)
(Oya Katılmayanlar)
ADANA
Cevdet Akçalı
Orhan Kavuncu
ADIYAMAN
Ahmet Doğan
AFYON
Nuri Yabuz
AKSARAY
Nevzat Köse
AMASYA
Aslan Ali Hatipoğlu (İ. A.)
ANKARA
HasanHüseyin Ceylan
Cemil Çiçek
Ömer Ekinci
ANTALYA
DenizBaykal
AYDIN
Ali Rıza Gönül
BİTLİS
Abdulhaluk Mutlu
BOLU
Avni Akyol
Necmi Hoşver
BURSA
Mehmet Altan Karapaşaoğlu
AliOsman Sönmez
ÇANKIRI
Ahmet Uyanık
DENİZLİ
Hasan Korkmazcan (Bşk. V.)
Ramazan Yenidede
DİYARBAKIR
Abdülkadir Aksu
Salih Sümer
ERZURUM
Abdulilah Fırat
GAZİANTEP
Hikmet Çetin (Başkan)
İSTANBUL
Ali Coşkun
Gürcan Dağdaş
Süleyman Arif Emre
Aydın Menderes
İZMİR
İ. Kaya Erdem
Gencay Gürün
KAHRAMANMARAŞ
Ali Şahin
KİLİS
DoğanGüreş
KOCAELİ
Onur Kumbaracıbaşı
MANİSA
Yahya Uslu
Erdoğan Yetenç
NEVŞEHİR
Esat Kıratlıoğlu
RİZE
Şevki Yılmaz
SAKARYA
Nevzat Ercan
SAMSUN
Ahmet Demircan
SIVAS
Tahsin Irmak
Nevzat Yanmaz
Muhsin Yazıcıoğlu
ŞANLIURFA
SedatEdip Bucak
İbrahim Halil Çelik
TEKİRDAĞ
Hasan Peker
TOKAT
Bekir Sobacı
ZONGULDAK
Necmettin Aydın
Ömer Barutçu
(Açık Üyelikler)
BURSA 1
KIRŞEHİR 1
Sıra Sayısı : 391
Esas No. : 1/670
Katma Bütçeli İdareler 1998 Malî Yılı
Bütçe Kanunu Tasarısına Verilen Oyların Sonucu :
Kanunlaşmıştır.
Üye
Sayısı : 550
Kullanılan
Oylar : 517
Kabul
Edenler : 283
Reddedenler : 225
Çekimser : —
Mükerrer
Oylar : 4
Geçersiz
Oylar : 5
Oya
Katılmayanlar : 38
Açık
Üyelikler : 2
(Kabul
Edenler)
ADANA
Uğur
Aksöz
İmren
Aykut
İbrahim
Yavuz Bildik
M.
Ali Bilici
Mehmet
Büyükyılmaz
Erol
Çevikçe
Tuncay
Karaytuğ
Mustafa
Küpeli
Arif
Sezer
ADIYAMAN
Mahmut
Bozkurt
Celal
Topkan
AFYON
H.
İbrahim Özsoy
Yaman
Törüner
Kubilay
Uygun
Nuri
Yabuz
AĞRI
Yaşar
Eryılmaz
AMASYA
Aslan
Ali Hatipoğlu
Haydar
Oymak
ANKARA
İlhan
Aküzüm
Nejat
Arseven
Yılmaz
Ateş
Ali
Dinçer
Eşref
Erdem
Agah
Oktay Güner
Halis
Uluç Gürkan
Şaban
Karataş
İrfan
Köksalan
Mehmet
Sağdıç
Önder
Sav
Yücel
Seçkiner
İlker
Tuncay
Aydın
Tümen
Hikmet
Uluğbay
ANTALYA
Emre
Gönensay
İbrahim
Gürdal
Bekir
Kumbul
Sami
Küçükbaşkan
Yusuf
Öztop
Metin
Şahin
ARDAHAN
İsmet
Atalay
ARTVİN
Metin
Arifağaoğlu
Süleyman
Hatinoğlu
AYDIN
Cengiz
Altınkaya
M.Fatih
Atay
Sema
Pişkinsüt
İsmet
Sezgin
Yüksel
Yalova
BALIKESİR
Ahmet
Bilgiç
Safa
Giray
Tamer
Kanber
Mustafa
Güven Karahan
İ.Önder
Kırlı
Hüsnü
Sıvalıoğlu
BARTIN
Zeki
Çakan
Cafer
Tufan Yazıcıoğlu
BATMAN
Ataullah
Hamidi
BAYBURT
Ülkü
Güney
BİNGÖL
Mahmut
Sönmez
BİTLİS
Edip
Safder Gaydalı
Kâmran
İnan
BOLU
Avni
Akyol
Abbas
İnceayan
Mustafa
Karslıoğlu
BURDUR
Yusuf
Ekinci
Kâzım
Üstüner
BURSA
Yüksel
Aksu
Ali
Rahmi Beyreli
Cavit
Çağlar
İlhan
Kesici
Hayati
Korkmaz
Cemal
Külahlı
Feridun
Pehlivan
Yahya
Şimşek
Ertuğrul
Yalçınbayır
İbrahim
Yazıcı
ÇANAKKALE
Hikmet
Aydın
Mustafa
Cumhur Ersümer
Ahmet
Küçük
A.
Hamdi Üçpınarlar
ÇANKIRI
Mete
Bülgün
ÇORUM
Ali
Haydar Şahin
DENİZLİ
Hilmi
Develi
Adnan
Keskin
Hasan
Korkmazcan
Haluk
Müftüler
DİYARBAKIR
Muzaffer
Arslan
Ferit
Bora
Sebgetullah
Seydaoğlu
EDİRNE
Evren
Bulut
Mustafa
İlimen
Erdal
Kesebir
ERZİNCAN
Mustafa
Kul
Naci
Terzi
Mustafa
Yıldız
ERZURUM
Necati
Güllülü
ESKİŞEHİR
Necati
Albay
Mustafa
Balcılar
Demir
Berberoğlu
İbrahim
Yaşar Dedelek
Mahmut
Erdir
GAZİANTEP
Mehmet
Batallı
Ali
Ilıksoy
Mustafa
R. Taşar
Ünal
Yaşar
Mustafa
Yılmaz
GİRESUN
Burhan
Kara
Yavuz
Köymen
Rasim
Zaimoğlu
GÜMÜŞHANE
Mahmut
Oltan Sungurlu
HAKKÂRİ
Naim
Geylani
Mustafa
Zeydan
HATAY
Fuat
Çay
Ali
Günay
Nihat
Matkap
Levent
Mıstıkoğlu
Atilla
Sav
Ali
Uyar
Hüseyin
Yayla
IĞDIR
Adil
Aşırım
Şamil
Ayrım
ISPARTA
Erkan
Mumcu
İÇEL
Oya
Araslı
Halil
Cin
Ali
Er
Abdülbaki
Gökçel
D.
Fikri Sağlar
Mustafa
İstemihan Talay
Rüştü
Kâzım Yücelen
İSTANBUL
Bülent
Akarcalı
Ziya
Aktaş
Yıldırım
Aktuna
Sedat
Aloğlu
Ahat
Andican
Refik
Aras
Mehmet
Aydın
Nami
Çağan
H.
Hüsnü Doğan
Halit
Dumankaya
Bülent
Ecevit
Hasan
Tekin Enerem
Algan
Hacaloğlu
Metin
Işık
Cefi
Jozef Kamhi
Ercan
Karakaş
YılmazKarakoyunlu
M.
Cavit Kavak
Ahmet
Güryüz Ketenci
Osman
Kılıç
Mehmet
Tahir Köse
Emin
Kul
Necdet
Menzir
Mehmet
Moğultay
Yusuf
Namoğlu
Altan
Öymen
Ali
Talip Özdemir
H.
Hüsamettin Özkan
Yusuf
Pamuk
Mehmet
Cevdet Selvi
Mehmet
Sevigen
Ahmet
Tan
Güneş
Taner
Bülent
Tanla
Zekeriya
Temizel
Erdoğan
Toprak
Ali
Topuz
Şadan
Tuzcu
Bahattin
Yücel
İZMİR
Veli
Aksoy
Turhan
Arınç
Ali
Rıza Bodur
Işın
Çelebi
Hasan
Denizkurdu
Sabri
Ergül
Şükrü
Sina Gürel
AydınGüven
Gürkan
Birgen
Keleş
Mehmet
Köstepen
Atilla
Mutman
Metin
Öney
Ahmet
Piriştina
Rüşdü
Saracoglu
Işılay
Saygın
Rifat
Serdaroğlu
Suha
Tanık
Hakan
Tartan
Zerrin
Yeniceli
KAHRAMANMARAŞ
Esat
Bütün
Ali
Doğan
Mustafa
Kamalak
KARABÜK
Şinasi
Altıner
Erol
Karan
KARAMAN
Fikret
Ünlü
KARS
Y.
Selahattin Beyribey
Çetin
Bilgir
KASTAMONU
Murat
Başesgioğlu
Hadi
Dilekçi
KAYSERİ
İsmail
Cem
İbrahim
Yılmaz
KIRIKKALE
Mikail
Korkmaz
Recep
Mızrak
KIRKLARELİ
İrfan
Gürpınar
Cemal
Özbilen
Necdet
Tekin
KIRŞEHİR
Ömer
Demir
KOCAELİ
Bülent
Atasayan
Halil
Çalık
Hayrettin
Uzun
Bekir
Yurdagül
KONYA
Ahmet
Alkan
Abdullah
Turan Bilge
Nezir
Büyükcengiz
Veysel
Candan
Ali
Günaydın
Mehmet
Keçeciler
KÜTAHYA
Mustafa
Kalemli
Emin
Karaa
Mehmet
Korkmaz
MALATYA
Miraç
Akdoğan
Metin
Emiroğlu
Ayhan
Fırat
MANİSA
Abdullah
Akarsu
Tevfik
Diker
Ayseli
Göksoy
Hasan
Gülay
Sümer
Oral
Ekrem
Pakdemirli
Cihan
Yazar
MARDİN
Muzaffer
Arıkan
Süleyman
Çelebi
Ömer
Ertaş
MUĞLA
Lale
Aytaman
Zeki
Çakıroğlu
Mustafa
Dedeoğlu
Enis
Yalım Erez
Fikret
Uzunhasan
MUŞ
Erkan
Kemaloğlu
NEVŞEHİR
Abdülkadir
Baş
NİĞDE
Akın
Gönen
ORDU
İhsan
Çabuk
Mustafa
Bahri Kibar
Müjdat
Koç
Nabi
Poyraz
Refaiddin
Şahin
Şükrü
Yürür
RİZE
Avni
Kabaoğlu
Ahmet
Kabil
Ahmet
Mesut Yılmaz
SAKARYA
Teoman
Akgür
Ahmet
Neidim
Ersin
Taranoğlu
SAMSUN
Cemal
Alişan
İrfan
Demiralp
Ayhan
Gürel
Yalçın
Gürtan
Biltekin
Özdemir
Adem
Yıldız
SİİRT
Nizamettin
Sevgili
SİNOP
Metin
Bostancıoğlu
Kadir
Bozkurt
Yaşar
Topçu
SIVAS
Mahmut
Işık
ŞANLIURFA
Seyit
Eyyüpoğlu
Eyyüp
Cenap Gülpınar
ŞIRNAK
Mehmet
Salih Yıldırım
TEKİRDAĞ
Fevzi
Aytekin
Bayram
Fırat Dayanıklı
Enis
Sülün
TOKAT
Metin
Gürdere
Şahin
Ulusoy
TRABZON
Eyüp
Aşık
Ali
Kemal Başaran
İbrahim
Çebi
Hikmet
Sami Türk
TUNCELİ
OrhanVeli
Yıldırım
UŞAK
Yıldırım
Aktürk
Mehmet
Yaşar Ünal
VAN
Şerif
Bedirhanoğlu
Mahmut
Yılbaş
YALOVA
Yaşar
Okuyan
YOZGAT
Lütfullah
Kayalar
ZONGULDAK
Veysel
Atasoy
Tahsin
Boray Baycık
Hasan
Gemici
Osman
Mümtaz Soysal
(Reddedenler)
ADANA
Cevdet
Akçalı
Yakup
Budak
Sıtkı
Cengil
İ.
Cevher Cevheri
M.
Halit Dağlı
Veli
Andaç Durak
İbrahim
Ertan Yülek
ADIYAMAN
Ahmet
Çelik
Ahmet
Doğan
AFYON
Sait
Açba
İsmet
Attila
Osman
Hazer
AĞRI
M.
Sıddık Altay
Cemil
Erhan
Celal
Esin
M.
Ziyattin Tokar
AKSARAY
Mehmet
Altınsoy
Murtaza
Özkanlı
Sadi
Somuncuoğlu
AMASYA
Ahmet
İyimaya
Cemalettin
Lafçı
ANKARA
Saffet
Arıkan Bedük
Ahmet
Bilge
Gökhan
Çapoğlu
Mehmet
Ekici
Ünal
Erkan
Mehmet
Gölhan
Ahmet
Tekdal
Rıza
Ulucak
Ersönmez
Yarbay
ANTALYA
Osman
Berberoğlu
Arif
Ahmet Denizolgun
Hayri
Doğan
ARDAHAN
Saffet
Kaya
ARTVİN
Hasan
Ekinci
AYDIN
Nahit
Menteşe
Muhammet
Polat
BALIKESİR
Abdülbaki
Ataç
İsmail
Özgün
İlyas
Yılmazyıldız
BARTIN
Köksal
Toptan
BATMAN
Alaattin
Sever Aydın
Musa
Okçu
Faris
Özdemir
BAYBURT
Suat
Pamukçu
BİLECİK
Şerif
Çim
Bahattin
Şeker
BİNGÖL
Kâzım
Ataoğlu
Hüsamettin
Korkutata
BİTLİS
Zeki
Ergezen
Abdulhaluk
Mutlu
BOLU
Feti
Görür
Mustafa
Yünlüoğlu
BURDUR
Mustafa
Çiloğlu
BURSA
Mehmet
Altan Karapaşaoğlu
Turhan
Tayan
ÇANAKKALE
Nevfel
Şahin
ÇANKIRI
İsmail
Coşar
Ahmet
Uyanık
ÇORUM
Bekir
Aksoy
Mehmet
Aykaç
Hasan
Çağlayan
Zülfikar
Gazi
Yasin
Hatiboğlu
DENİZLİ
M.
Kemal Aykurt
Mehmet
Gözlükaya
DİYARBAKIR
M.
Salim Ensarioğlu
Sacit
Günbey
Seyyit
Haşim Haşimi
Ömer
Vehbi Hatipoğlu
Yakup
Hatipoğu
EDİRNE
Ümran
Akkan
ELAZIĞ
Mehmet
Ağar
Ömer
Naimi Barım
Hasan
Belhan
Cihan
Paçacı
Ahmet
Cemil Tunç
ERZİNCAN
Tevhit
Karakaya
ERZURUM
Zeki
Ertugay
Lütfü
Esengün
Abdulilah
Fırat
İsmail
Köse
Ömer
Özyılmaz
Aslan
Polat
Şinasi
Yavuz
ESKİŞEHİR
Hanifi
Demirkol
GAZİANTEP
Nurettin
Aktaş
Kahraman
Emmioğlu
Mehmet
Bedri İncetahtacı
GİRESUN
Turhan
Alçelik
Ergun
Özdemir
GÜMÜŞHANE
Lütfi
Doğan
HATAY
Abdulkadir
Akgöl
Süleyman
Metin Kalkan
Mehmet
Sılay
ISPARTA
Ömer
Bilgin
A.
Aykon Doğan
Mustafa
Köylü
Halil
Yıldız
İÇEL
Fevzi
Arıcı
Mehmet
Emin Aydınbaş
Saffet
Benli
Turhan
Güven
Ayfer
Yılmaz
İSTANBUL
Meral
Akşener
Tayyar
Altıkulaç
Azmi
Ateş
Mustafa
Baş
Mukadder
Başeğmez
Tansu
Çiller
Ekrem
Erdem
MehmetFuat
Fırat
İsmail
Kahraman
Hüseyin
Kansu
Hayri
Kozakçıoğlu
Göksal
Küçükali
Ali
Oğuz
Korkut
Özal
Mehmet
Ali Şahin
Osman
Yumakoğulları
Bahri
Zengin
NamıkKemal
Zeybek
İZMİR
Ufuk
Söylemez
Sabri
Tekir
İsmail
Yılmaz
KAHRAMANMARAŞ
Hasan
Dikici
Avni
Doğan
Ahmet
Dökülmez
Mehmet
Sağlam
KARABÜK
Hayrettin
Dilekcan
KARAMAN
Abdullah
Özbey
Zeki
Ünal
KARS
Sabri
Güner
Zeki
Karabayır
KASTAMONU
Fethi
Acar
Nurhan
Tekinel
Haluk
Yıldız
KAYSERİ
Memduh
Büyükkılıç
Osman
Çilsal
Ayvaz
Gökdemir
Abdullah
Gül
Nurettin
Kaldırımcı
Salih
Kapusuz
Recep
Kırış
KIRIKKALE
Kemal
Albayrak
Hacı
Filiz
KIRKLARELİ
A.
Sezal Özbek
KIRŞEHİR
Cafer
Güneş
KİLİS
Mustafa
Kemal Ateş
KOCAELİ
Necati
Çelik
İsmail
Kalkandelen
Şevket
Kazan
Osman
Pepe
KONYA
Hüseyin
Arı
Veysel
Candan
Remzi
Çetin
Necati
Çetinkaya
Necmettin
Erbakan
Abdullah
Gencer
Teoman
Rıza Güneri
Hasan
Hüseyin Öz
Mustafa
Ünaldı
Lütfi
Yalman
Mehmet
Ali Yavuz
KÜTAHYA
Ahmet
Derin
İsmail
Karakuyu
Metin
Perli
MALATYA
Oğuzhan
Asiltürk
Yaşar
Canbay
Fikret
Karabekmez
M.
Recai Kutan
MANİSA
Rıza
Akçalı
Bülent
Arınç
MARDİN
Fehim
Adak
Hüseyin
Yıldız
MUĞLA
İrfettin
Akar
MUŞ
Necmettin
Dede
Nedim
İlci
Sabahattin
Yıldız
NEVŞEHİR
Mehmet
Elkatmış
NİĞDE
Doğan
Baran
Mehmet
Salih Katırcıoğlu
Ergun
Özkan
ORDU
Hüseyin
Olgun Akın
Mustafa
Hasan Öz
SAKARYA
Nezir
Aydın
Cevat
Ayhan
Ertuğrul
Eryılmaz
SAMSUN
Ahmet
Demircan
Nafiz
Kurt
Latif
Öztek
Musa
Uzunkaya
SİİRT
Ahmet
Nurettin Aydın
Mehmet
Emin Aydın
SIVAS
Musa
Demirci
Tahsin
Irmak
Temel
Karamollaoğlu
Abdüllatif
Şener
ŞANLIURFA
Necmettin
Cevheri
Zülfükar
İzol
Ahmet
Karavar
Abdülkadir
Öncel
M.
Fevzi Şıhanlıoğlu
ŞIRNAK
Bayar
Ökten
Mehmet
Tatar
TEKİRDAĞ
Nihan
İlgün
TOKAT
Abdullah
Arslan
Hanefi
Çelik
Ali
Şevki Erek
Ahmet
Feyzi İnceöz
TRABZON
Yusuf
Bahadır
Kemalettin
Göktaş
Şeref
Malkoç
İsmail
İlhan Sungur
TUNCELİ
Kamer
Genç
UŞAK
Hasan
Karakaya
VAN
Maliki
Ejder Arvas
Mustafa
Bayram
Fethullah
Erbaş
Şaban
Şevli
YALOVA
Cevdet
Aydın
YOZGAT
İlyas
Arslan
Kâzım
Arslan
Yusuf
Bacanlı
Abdullah
Örnek
İsmail
Durak Ünlü
(Mükerrer
Oylar)
ADIMAYAN
Ahmet
Doğan (Red)
İSTANBUL
Namık
Kemal Zeybek (Red)
SIVAS
Musa
Demirci (Red)
Tahsin
Irmak (Red)
(Geçersiz
Oylar)
ADIYAMAN
Mahmut
Nedim Bilgiç (Kabul Farklı Oylar)
Mahmut
Nedim Bilgiç (‘Red Farklı Oylar)
Mahmut
Nedim Bilgiç (‘Red Farklı Oylar)
MARDİN
Mahmut
Duyan (Kabul Farklı Oylar)
Mahmut
Duyan (Red Farklı Oylar)
(Oya
Katılmayanlar)
ADANA
Orhan Kavuncu
AKSARAY
Nevzat Köse
ANKARA
Hasan Hüseyin Ceylan
Cemil Çiçek
Ömer Ekinci
M. Seyfi Oktay
ANTALYA
DenizBaykal
AYDIN
Ali RIza Gönül
BOLU
Necmi Hoşver
BURSA
Ali Osman Sönmez
DENİZLİ
Ramazan Yenidede
DİYARBAKIR
Abdülkadir Aksu
Salih Sümer
GAZİANTEP
Hikmet Çetin (Başkan)
İSTANBUL
Ali Coşkun
Gürcan Dağdaş
Süleyman Arif Emre
Aydın Menderes
İZMİR
İ. Kaya Erdem
Gencay Gürün
KAHRAMANMARAŞ
Ali Şahin
KİLİS
Doğan Güreş
KOCAELİ
Onur Kumbaracıbaşı
MANİSA
Yahya Uslu
Erdoğan Yetenç
NEVŞEHİR
Esat Kıratlıoğlu
RİZE
Şevki Yılmaz
SAKARYA
Nevzat Ercan
SAMSUN
Murat Karayalçın
SIVAS
Nevzat Yanmaz
Muhsin Yazıcıoğlu
ŞANLIURFA
Sedat Edip Bucak
İbrahim HalilÇelik
TEKİRDAĞ
Hasan Peker
TOKAT
Bekir Sobacı
UŞAK
Hasan Karakaya
ZONGULDAK
Necmettin Aydın
Ömer Barutçu
(Açık Üyelikler)
BURSA 1
KIRŞEHİR 1
Sıra Sayısı : 402
Esas No. : 1/634
1996 Malî
Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk
Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1996 Malî
Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanun Tasarısına Verilen Oyların Sonucu
:
Kanunlaşmıştır.
Üye
Sayısı : 550
Kullanılan
Oylar : 507
Kabul
Edenler : 484
Reddedenler : 21
Çekimserler : —
Mükerrer
Oylar : 2
Geçersiz
Oylar : —
Oya
Katılmayanlar : 43
Açık
Üyelikler : 2
(Kabul
Edenler)
ADANA
Uğur
Aksöz
İmren
Aykut
İbrahim
Yavuz Bildik
M.
Ali Bilici
Yakup
Budak
Mehmet
Büyükyılmaz
Sıtkı
Cengil
İ.
Cevher Cevheri
Erol
Çevikçe
M.Halit
Dağlı
Veli
Andaç Durak
Tuncay
Karaytuğ
Mustafa
Küpeli
Arif
Sezer
İbrahim
Ertan Yülek
ADIYAMAN
Mahmut
Bozkurt
Ahmet
Çelik
Celal
Topkan
AFYON
SaitAçba
İsmet
Attila
Osman
Hazer
H.
İbrahim Özsoy
Yaman
Törüner
Kubilay
Uygun
Nuri
Yabuz
AĞRI
M.
Sıddık Altay
CemilErhan
Yaşar
Eryılmaz
Celal
Esin
M.Ziyattin
Tokar
AKSARAY
Mehmet
Altınsoy
AMASYA
Aslan
Ali Hatipoğlu
Ahmet
İyimaya
Cemalettin
Lafçı
Haydar
Oymak
ANKARA
İlhan
Aküzüm
Nejat
Arseven
Yılmaz
Ateş
SaffetArıkan
Bedük
Ahmet
Bilge
Göhkan
Çapoğlu
Ali
Dinçer
Eşref
Erdem
Ünal
Erkan
Mehmet
Gölhan
Agâh
Oktay Güner
Halis
Uluç Gürkan
Şaban
Karataş
İrfan
Köksalan
M.
Seyfi Oktay
Mehmet
Sağdıç
Önder
Sav
Yücel
Seçkiner
Ahmet
Tekdal
İlker
Tuncay
Aydın
Tümen
Rıza
Ulucak
Hikmet
Uluğbay
Ersönmez
Yarbay
ANTALYA
Osman
Berberoğlu
Arif
Ahmet Denizolgun
Emre
Gönensay
İbrahim
Gürdal
Bekir
Kumbul
Sami
Küçükbaşkan
Yusuf
Öztop
Metin
Şahin
ARDAHAN
İsmet
Atalay
Saffet
Kaya
ARTVİN
Metin
Arifağaoğlu
Hasan
Ekinci
Süleyman
Hatinoğlu
AYDIN
Cengiz
Altınkaya
M.Fatih
Atay
Nahit
Menteşe
Sema
Pişkinsüt
Muhammet
Polat
İsmet
Sezgin
Yüksel
Yalova
BALIKESİR
Abdülbaki
Ataç
Safa
Giray
Tamer
Kanber
Mustafa
Güven Karahan
İ.Önder
Kırlı
İsmet
Özgün
Hüsnü
Sıvalıoğlu
İlyas
Yılmazyıldız
BARTIN
Zeki
Çakan
Köksal
Toptan
Cafer
Tufan Yazıcıoğlu
BATMAN
Alaattin
Sever Aydın
Ataullah
Hamidi
Musa
Okçu
Faris
Özdemir
BAYBURT
Ülkü
Güney
Suat
Pamukçu
BİLECİK
Şerif
Çim
Bahattin
Şeker
BİNGÖL
Kazım
Ataoğlu
Hüsamettin
Korkutata
Mahmut
Sönmez
BİTLİS
Zeki
Ergezen
Edip
Safder Gaydalı
Kâmran
İnan
Abdulhaluk
Mutlu
BOLU
Avni
Akyol
Feti
Görür
Abbas
İnceayan
Mustafa
Karslıoğlu
Mustafa
Yünlüoğlu
BURDUR
Mustafa
Çiloğlu
Yusuf
Ekinci
Kâzım
Üstüner
BURSA
Yüksel
Aksu
Ali
Rahmi Beyreli
Cavit
Çağlar
İlhan
Kesici
Hayati
Korkmaz
Cemal
Külahlı
Feridun
Pehlivan
Yahya
Şimşek
Turhan
Tayan
Ertuğrul
Yalçınbayır
İbrahim
Yazıcı
ÇANAKKALE
Hikmet
Aydın
Mustafa
Cumhur Ersümer
Ahmet
Küçük
Nevfel
Şahin
A.
Hamdi Üçpınarlar
ÇANKIRI
Mete
Bülgün
İsmail
Coşar
Ahmet
Uyanık
ÇORUM
Bekir
Aksoy
Mehmet
Aykaç
Zülfikar
Gazi
Yasin
Hatiboğlu
Ali
Haydar Şahin
DENİZLİ
M.
Kemal Aykurt
Hilmi
Develi
Adnan
Keskin
Hasan
Korkmazcan
Haluk
Müftüler
DİYARBAKIR
Muzaffer
Arslan
Ferit
Bora
M.
SalimEnsarioğlu
Sacit
Günbey
Seyyit
Haşim Haşimi
Ömer
Vehbi Hatipoğlu
Yakup
Hatipoğlu
Sebgetullah
Seydaoğlu
EDİRNE
Ümran
Akkan
Evren
Bulut
Mustafa
İlimen
Erdal
Kesebir
ELAZIĞ
Mehmet
Ağar
Ömer
Naimi Barım
Hasan
Belhan
Cihan
Paçacı
ERZİNCAN
Tevhit
Karakaya
Mustafa
Kul
Mustafa
Yıldız
ERZURUM
Zeki
Ertugay
Lütfü
Esengün
Abdulilah
Fırat
Necati
Güllülü
Ömer
Özyılmaz
Aslan
Polat
Şinasi
Yavuz
ESKİŞEHİR
Necati
Albay
Mustafa
Balcılar
Demir
Berberoğlu
İbrahim
Yaşar Dedelek
Hanifi
Demirkol
Mahmut
Erdir
GAZİANTEP
Nurettin
Aktaş
Mehmet
Batallı
Kahraman
Emmioğlu
Ali
Ilıksoy
Mehmet
Bedri İncetahtacı
Mustafa
R. Taşar
Ünal
Yaşar
Mustafa
Yılmaz
GİRESUN
Turhan
Alçelik
Burhan
Kara
Yavuz
Köymen
Ergun
Özdemir
Rasim
Zaimoğlu
GÜMÜŞHANE
Lütfi
Doğan
Mahmut
Oltan Sungurlu
HAKKÂRİ
Naim
Geylani
Mustafa
Zeydan
HATAY
Abdulkadir
Akgöl
Fuat
Çay
Ali
Günay
Süleyman
Metin Kalkan
Nihat
Matkap
Levent
Mıstıkoğlu
Atila
Sav
Mehmet
Sılay
Ali
Uyar
Hüseyin
Yayla
IĞDIR
Adil
Aşırım
Şamil
Ayrım
ISPARTA
Ömer
Bilgin
A.
Aykon Doğan
Mustafa
Köylü
Erkan
Mumcu
Halil
Yıldız
İÇEL
Oya
Araslı
Fevzi
Arıcı
Mehmet
Emin Aydınbaş
Saffet
Benli
Halil
Cin
Ali
Er
Abdülbaki
Gökçel
Turhan
Güven
D.
Fikri Sağlar
Mustafa
İstemihan Talay
Ayfer
Yılmaz
Rüştü
Kâzım Yücelen
İSTANBUL
Bülent
Akarcalı
Meral
Akşener
Ziya
Aktaş
Yıldırım
Aktuna
Sedat
Aloğlu
Tayyar
Altıkulaç
Ahat
Andican
Refik
Aras
Azmi
Ateş
Mehmet
Aydın
Mustafa
Baş
Mukadder
Başeğmez
Nami
Çağan
Tansu
Çiller
H.
Hüsnü Doğan
Halit
Dumankaya
Bülent
Ecevit
Hasan
Tekin Enerem
Ekrem
Erdem
Mehmet
Fuat Fırat
Algan
Hacaloğlu
Metin
Işık
İsmailKahraman
Cefi
Jozef Kamhi
Hüseyin
Kansu
Ercan
Karakaş
YılmazKarakoyunlu
M.
Cavit Kavak
Ahmet
Güryüz Ketenci
Osman
Kılıç
Mehmet
Tahir Köse
Emin
Kul
Göksal
Küçükali
Necdet
Menzir
Mehmet
Moğultay
Yusuf
Namoğlu
Ali
Oğuz
Altan
Öymen
Ali
Talip Özdemir
H.
Hüsamettin Özkan
Yusuf
Pamuk
Mehmet
Cevdet Selvi
Mehmet
Sevigen
Mehmet
Ali Şahin
Ahmet
Tan
Güneş
Taner
Bülent
Tanla
Zekeriya
Temizel
Erdoğan
Toprak
Ali
Topuz
Şadan
Tuzcu
Osman
Yumakoğulları
Bahattin
Yücel
Bahri
Zengin
Namık
Kemal Zeybek
İZMİR
Veli
Aksoy
Turhan
Arınç
Ali
Rıza Bodur
Işın
Çelebi
Hasan
Denizkurdu
Sabri
Ergül
Şükrü
Sina Gürel
AydınGüven
Gürkan
Birgen
Keleş
Mehmet
Köstepen
Atilla
Mutman
Metin
Öney
Ahmet
Piriştina
Rüşdü
Saracoglu
Işılay
Saygın
Rifat
Serdaroğlu
Ufuk
Söylemez
Suha
Tanık
Hakan
Tartan
Zerrin
Yeniceli
İsmail
Yılmaz
KAHRAMANMARAŞ
Esat
Bütün
Hasan
Dikici
Ali
Doğan
Avni
Doğan
Ahmet
Dökülmez
Mehmet
Sağlam
KARABÜK
Şinasi
Altıner
Hayrettin
Dilekcan
Erol
Karan
KARAMAN
Abdullah
Özbey
Zeki
Ünal
Fikret
Ünlü
KARS
Y.
Selahattin Beyribey
Çetin
Bilgir
Sabri
Güner
Zeki
Karabayır
KASTAMONU
Murat
Başesgioğlu
Hadi
Dilekçi
NurhanTekinel
Haluk
Yıldız
KAYSERİ
Memduh
Büyükkılıç
İsmail
Cem
Osman
Çilsal
Ayvaz
Gökdemir
Abdullah
Gül
Nurettin
Kaldırımcı
Salih
Kapusuz
İbrahim
Yılmaz
KIRIKKALE
Kemal
Albayrak
Hacı
Filiz
Recep
Mızrak
KIRKLARELİ
İrfan
Gürpınar
A.
Sezal Özbek
Cemal
Özbilen
Necdet
Tekin
KIRŞEHİR
Ömer
Demir
Cafer
Güneş
KİLİS
Mustafa
KemalAteş
KOCAELİ
Bülent
Atasayan
Halil
Çalık
Necati
Çelik
İsmail
Kalkandelen
Şevket
Kazan
Osman
Pepe
Hayrettin
Uzun
Bekir
Yurdagül
KONYA
Ahmet
Alkan
Hüseyin
Arı
Abdullah
Turan Bilge
Nezir
Büyükcengiz
Veysel
Candan
Remzi
Çetin
Necati
Çetinkaya
Necmettin
Erbakan
Abdullah
Gencer
Ali
Günaydın
Teoman
Rıza Güneri
Mehmet
Keçeciler
Hasan
HüseyinÖz
Mustafa
Ünaldı
Lütfi
Yalman
MehmetAli
Yavuz
KÜTAHYA
Ahmet
Derin
Mustafa
Kalemli
Emin
Karaa
İsmailKarakuyu
Mehmet
Korkmaz
Metin
Perli
MALATYA
Miraç
Akdoğan
Oğuzhan
Asiltürk
Yaşar
Canbay
Metin
Emiroğlu
Ayhan
Fırat
Fikret
Karabekmez
M.
Recai Kutan
MANİSA
Abdullah
Akarsu
Rıza
Akçalı
Bülent
Arınç
Tevfik
Diker
Ayseli
Göksoy
Hasan
Gülay
Sümer
Oral
Ekrem
Pakdemirli
Cihan
Yazar
MARDİN
Fehim
Adak
Muzaffer
Arıkan
Süleyman
Çelebi
Ömer
Ertaş
Hüseyin
Yıldız
MUĞLA
İrfettin
Akar
Lale
Aytaman
Zeki
Çakıroğlu
Enis
Yalım Erez
Fikret
Uzunhasan
MUŞ
Necmettin
Dede
Nedim
İlci
Erkan
Kemaloğlu
Sabahattin
Yıldız
NEVŞEHİR
Abdülkadir
Baş
Mehmet
Elkatmış
NİĞDE
Doğan
Baran
Akın
Gönen
Mehmet
Salih Katırcıoğlu
Ergun
Özkan
ORDU
Hüseyin
Olgun Akın
İhsan
Çabuk
Mustafa
Bahri Kibar
Müjdat
Koç
Mustafa
Hasan Öz
Nabi
Poyraz
Refaiddin
Şahin
Şükrü
Yürür
RİZE
Avni
Kabaoğlu
Ahmet
Kabil
Ahmet
Mesut Yılmaz
SAKARYA
Teoman
Akgür
Nezir
Aydın
Cevat
Ayhan
Ertuğrul
Eryılmaz
Ahmet
Neidim
Ersin
Taranoğlu
SAMSUN
Cemal
Alişan
İrfan
Demiralp
Ahmet
Demircan
Ayhan
Gürel
Yalçın
Gürtan
Murat
Karayalçın
Biltekin
Özdemir
Latif
Öztek
Musa
Uzunkaya
Adem
Yıldız
SİİRT
Ahmet
Nurettin Aydın
Mehmet
Emin Aydın
Nizamettin
Sevgili
SİNOP
Metin
Bostancıoğlu
Kadir
Bozkurt
Yaşar
Topçu
SIVAS
Tahsin
Irmak
Mahmut
Işık
Temel
Karamollaoğlu
Abdüllatif
Şener
ŞANLIURFA
Necmettin
Cevheri
Seyit
Eyyüpoğlu
Eyyüp
Cenap Gülpınar
Zülfükâr
İzol
Ahmet
Karavar
Abdülkadir
Öncel
M.
Fevzi Şıhanlıoğlu
ŞIRNAK
Mehmet
Tatar
Mehmet
Salih Yıldırım
TEKİRDAĞ
Fevzi
Aytekin
Bayram
Fırat Dayanıklı
Nihan
İlgün
Enis
Sülün
TOKAT
Abdullah
Arslan
Ali
Şevki Erek
Metin
Gürdere
Ahmet
Feyzi İnceöz
Şahin
Ulusoy
TRABZON
Eyüp
Aşık
Yusuf
Bahadır
Ali
Kemal Başaran
İbrahim
Çebi
Kemalettin
Göktaş
İsmail
İlhan Sungur
Hikmet
Sami Türk
TUNCELİ
Kamer
Genç
OrhanVeli
Yıldırım
UŞAK
Yıldırım
Aktürk
Hasan
Karakaya
Mehmet
Yaşar Ünal
VAN
Maliki
Ejder Arvas
Mustafa
Bayram
Şerif
Bedirhanoğlu
Fethullah
Erbaş
Şaban
Şevli
Mahmut
Yılbaş
YALOVA
Cevdet
Aydın
Yaşar
Okuyan
YOZGAT
İlyas
Arslan
Kazım
Arslan
Yusuf
Bacanlı
Lütfullah
Kayalar
Abdullah
Örnek
ZONGULDAK
Veysel
Atasoy
Tahsin
Boray Baycık
Hasan
Gemici
Osman
Mümtaz Soysal
(Reddedenler)
ADIYAMAN
Ahmet
Doğan
AKSARAY
Sadi
Somuncuoğlu
ANKARA
Mehmet
Ekici
ANTALYA
Hayri
Doğan
BALIKESİR
Ahmet
Bilgiç
ÇORUM
Hasan
Çağlayan
ELAZIĞ
Ahmet
Cemil Tunç
ERZİNCAN
Naci
Terzi
ERZURUM
İsmail
Köse
İSTANBUL
Hayri
Kozakçıoğlu
Korkut
Özal
İZMİR
Sabri
Tekir
KAHRAMANMARAŞ
Mustafa
Kamalak
KASTAMONU
Fethi
Acar
KAYSERİ
Recep
Kırış
KIRIKKALE
Mikail
Korkmaz
MUĞLA
Mustafa
Dedeoğlu
SAMSUN
Nafiz
Kurt
TOKAT
Hanefi
Çelik
TRABZON
Şeref
Malkoç
YOZGAT
İsmail
Durak Ünlü
(Mükerrer
Oylar)
BİTLİS
Abdulhaluk
Mutlu (Kabul)
SIVAS
Tahsin
Irmak (Kabul)
(Oya
Katılmayanlar)
ADANA
Cevdet Akçalı
Orhan Kavuncu
ADIYAMAN
Mahmut Nedim Bilgiç
AKSARAY
Nevzat Köse
Murtaza Özkanlı
ANKARA
HasanHüseyin Ceylan
Cemil Çiçek
Ömer Ekinci
ANTALYA
DenizBaykal
AYDIN
Ali Rıza Gönül
BOLU
Necmi Hoşver
BURSA
Mehmet Altan Karapaşaoğlu
AliOsman Sönmez
DENİZLİ
Mehmet Gözlükaya
Ramazan Yenidede
DİYARBAKIR
Abdülkadir Aksu
Salih Sümer
GAZİANTEP
Hikmet Çetin (Başkan)
İSTANBUL
Ali Coşkun
Gürcan Dağdaş
Süleyman Arif Emre
Aydın Menderes
İZMİR
İ. Kaya Erdem
Gencay Gürün
KAHRAMANMARAŞ
Ali Şahin
KİLİS
DoğanGüreş
KOCAELİ
Onur Kumbaracıbaşı
MANİSA
Yahya Uslu
Erdoğan Yetenç
MARDİN
Mahmut Duyan (İ. A.)
NEVŞEHİR
Esat Kıratlıoğlu
RİZE
Şevki Yılmaz
SAKARYA
Nevzat Ercan
SIVAS
Musa Demirci
Nevzat Yanmaz
Muhsin Yazıcıoğlu
ŞANLIURFA
SedatEdip Bucak
İbrahim Halil Çelik
ŞIRNAK
Bayar Ökten
TEKİRDAĞ
Hasan Peker
TOKAT
Bekir Sobacı
ZONGULDAK
Necmettin Aydın
Ömer Barutçu
(Açık
Üyelikler)
BURSA 1
KIRŞEHİR 1
BİRLEŞİM
37’NİN SONU