DÖNEM : 20 CİLT
:41 YASAMA YILI : 3
T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ
35 inci Birleşim
23. 12.
1997 Salı
İ Ç İ N D E K İ L E R
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. – GELEN KÂĞITLAR
III. – YOKLAMA
IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. – Parlamentolararası Birlikte
TBMM’yi temsil edecek grupları oluşturmak üzere, siyasî parti grup
başkanlıklarınca aday gösterilen üyelerin isimlerine ilişkin Başkanlık
tezkeresi (3/1234)
2. – Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilâtı Parlamenterler Asamblesinde
TBMM’yi temsil edecek grupları oluşturmak üzere, siyasî parti grup
başkanlıklarınca aday gösterilen asıl ve yedek üyelerin isimlerine ilişkin
Başkanlık tezkeresi (3/1235)
3. – Kilis Milletvekili Mustafa Kemal Ateş’in (6/734) esas numaralı
sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/285)
4. – Kilis Milletvekili Mustafa Kemal Ateş’in (6/737) esas numaralı
sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/286)
V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1. – 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu
Tasarıları ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar
Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/669; 1/670; 1/633, 3/1046; 1/634, 3/1047) (S.
Sayıları : 390, 391, 401, 402)
A) SANAYİ VE TİCARET BAKANLIĞI
1. – Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi
2. – Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı
B) ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANLIĞI
1. – Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi
2. – Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı
a) Petrol İşleri Genel Müdürlüğü
1. – Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Bütçesi
2. – Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Kesinhesabı
b) Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü
1. – Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Bütçesi
2. – Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Kesinhesabı
C) MİLLÎ SAVUNMA BAKANLIĞI
1. – Millî Savunma Bakanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi
2. – Millî Savunma Bakanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı
D) ÇEVRE BAKANLIĞI
1. – Çevre Bakanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi
2. – Çevre Bakanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı
VI. – SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, personelin mal bildirimlerine ve
Genel Kurul salonu ihalesindeki yolsuzluk iddialarına ilişkin sorusu ve TBMM
Başkanı Hikmet Çetin’in yazılı cevabı (7/3868)
2. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, personel atamalarına, taşıt
kullanımına ve bazı müdürlüklerde çalışan personele ilişkin sorusu ve TBMM
Başkanı Hikmet Çetin’in yazılı cevabı (7/3869)
3. – Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, aralık-mayıs döneminde
hava şartlarından dolayı yolları kapanan yerleşim birimlerine ilişkin
Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz’ın yazılı cevabı (7/3876)
4. – Adana Milletvekili Orhan Kavuncu’nun, düzeltilmek üzere sahiplerine
iade edilen soru önergelerine ilişkin sorusu ve TBMM Başkanı Hikmet Çetin’in
yazılı cevabı (7/4002)
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 10.00’da açılarak iki oturum yaptı.
1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları
ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap
Kanunu Tasarılarının (1/669; 1/670; 1/633; 3/1046; 1/634, 3/1047) (S. Sayıları
: 390, 391, 401, 402) görüşmelerine devam edilerek;
Kültür Bakanlığı,
Millî Eğitim Bakanlığı,
Yükseköğretim Kurulu,
50 üniversite,
2 Yüksek Teknoloji Enstitüsü,
Galatasaray Eğitim, Öğretim Kurumu,
1998 malî yılı bütçeleri ile 1996 malî yılı kesinhesapları kabul edildi.
Aydın Milletvekili Sema Pişkinsüt, Kırıkkale Milletvekili Mikail
Korkmaz’ın,
Kahramanmaraş Milletvekili Mehmet Sağlam da, Millî Eğitim Bakanı Hikmet
Uluğbay’ın,
Kendilerine sataşmaları nedeniyle birer konuşma yaptılar.
Hazine Müsteşarlığı ile Dış Ticaret Müsteşarlığı Teşkilât ve Görevleri
Hakkında Kanun ile Vergi Usul Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun
Teklifinin (2/832) (S. Sayısı : 379) görüşmelerine devam edilerek, teklifin
kabul edildiği ve kanunlaştığı açıklandı.
Programda yeralan kuruluşların bütçe ve kesinhesaplarını görüşmek için,
23 Aralık 1997 Salı günü saat 10.00’da toplanmak üzere, birleşime 18.00’de son
verildi.
Kamer Genç Başkanvekili
Haluk Yıldız Ali
Günaydın Kastamonu Konya Kâtip
Üye Kâtip Üye
Ünal Yaşar Ahmet
Dökülmez Gaziantep Kahramanmaraş Kâtip
Üye Kâtip
Üye
II. – GELEN KÂĞITLAR No :
56
23.12.1997
SALI
Sözlü
Soru Önergeleri
1.– Şanlıurfa Milletvekili Abdülkadir Öncel’in, genel sağlık sigortası
çalışmalarına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/803) (Başkanlığa
geliş tarihi: 22.12.1997)
2.– Şanlıurfa Milletvekili Abdülkadir Öncel’in, S.S.K. emeklilerine
ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından sözlü soru önergesi (6/804)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22.12.1997)
3.– Şanlıurfa Milletvekili Abdülkadir Öncel’in, Şanlıurfa Devlet
Hastanesi inşaatına ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/805)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22.12.1997)
4.– Şanlıurfa Milletvekili Abdülkadir Öncel’in, Aile Sağlığı
Hizmetlerini Geliştirme Projesine ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi
(6/806) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.12.1997)
5.– Antalya Milletvekili Arif Ahmet Denizolgun’un, Alanya’da meydana
gelen sel felaketinde zarar gören vatandaşlara ilişkin Bayındırlık ve İskân
Bakanından sözlü soru önergesi (6/807) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.12.1997)
6.– Antalya Milletvekili Arif Ahmet Denizolgun’un, Alanya’da meydana
gelen sel felaketinde zarar gören vatandaşların mağduriyetine ilişkin Maliye
Bakanından sözlü soru önergesi (6/808) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.12.1997)
7.– Elazığ Milletvekili Ömer Naimi Barım’ın, R.T.Ü.K’na ilişkin
Başbakandan sözlü soru önergesi (6/809) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.12.1997)
Yazılı Soru Önergeleri
1.– Adıyaman Milletvekili Celal Topkan’ın, TPAO Genel Müdürlüğünce
açılan güvenlik görevlisi sınavında usulsüzlük yapıldığı iddiasına ilişkin
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/4070) (Başkanlığa
geliş tarihi: 20.12.1997)
2.– İçel Milletvekili D.Fikri Sağlar’ın, Uğur Mumcu cinayeti ile ilgili
basına yansıyan bazı iddialara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4071)
(Başkanlığa geliş tarihi: 21.12.1997)
3.– Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, Milletvekillerine ve
personele tahsis edilen lojmanlara ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanından yazılı soru önergesi (7/4072) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.12.1997)
4.– Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, Vakıflar Bankası’nın
iştiraklerine ilişkin Devlet Bakanından yazılı soru önergesi (7/4073)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22.12.1997)
5.– Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, cemevlerine ilişkin Devlet Bakanından
yazılı soru önergesi (7/4074) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.12.1997)
6.– Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, Vakıflar Bankası
personelinin ücretlerine ilişkin Devlet Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4075) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.12.1997)
7.– İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, bir TV kanalına ilişkin
Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/4076) (Başkanlığa geliş
tarihi: 22.12.1997)
8.– Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, personele ilişkin Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi (7/4077) (Başkanlığa
geliş tarihi: 23.12.1997)
9.– Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, Meclisteki taşıt ve şoför
sayısına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından yazılı soru önergesi
(7/4078) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.12.1997)
10.– Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, T.B.M.M. Genel Kurul
salonunun yenilenmesi ihalesine ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanından yazılı soru önergesi (7/4079) (Başkanlığa geliş tarihi: 23.12.1997)
11.– Trabzon Milletvekili Kemalettin Göktaş’ın, TEDAŞ Elektrik Dağıtım
Şebekeleri ihalelerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4080)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22.12.1997)
12.– Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Bursa ve İznik’e
yapılan turizm yatırımlarına ilişkin Turizm Bakanından yazılı soru önergesi
(7/4081) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.12.1997)
13.– Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, Bursa’daki sarılık
hastalığı vakalarına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/4082)
(Başkanlığa geliş tarihi: 22.12.1997)
14.– Bursa Milletvekili Ertuğrul Yalçınbayır’ın, tarım alanlarının
korunmasıyla ilgili çalışmalara ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı
soru önergesi (7/4083) (Başkanlığa geliş tarihi: 22.12.1997)
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati : 10.00
23 Aralık 1997 Salı
BAŞKAN : Başkanvekili Uluç GÜRKAN
KÂTİP ÜYELER : Mehmet KORKMAZ (Kütahya),
Mustafa BAŞ (İstanbul)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 35 inci Birleşimini açıyorum.
Sayın milletvekilleri, 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanun
Tasarıları ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarıları
üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz.
Ancak, görüşmelere başlamadan önce, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığının tezkereleri vardır; okutuyorum:
IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A)
TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. –
Parlamentolararası Birlikte TBMM’yi temsil edecek grupları oluşturmak
üzere, siyasî parti grup başkanlıklarınca aday gösterilen üyelerin isimlerine
ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1234)
22
Aralık 1997
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi
Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 2 nci maddesine göre "Parlamentolararası
Birlik"te Türkiye Büyük Millet Meclisini temsil edecek Grubumuzu
oluşturmak üzere, Siyasî Parti Grup Başkanlıklarınca aday gösterilen üyelerin
isimleri Genel Kurulun bilgilerine sunulur.
Hikmet
Çetin Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı
Parlamentolararası Birlik Türk Grubu isim listesi:
İrfan Köksalan (Ankara)
Zeki Ertugay (Erzurum)
Ziya Aktaş (İstanbul)
Zeki Ünal (Karaman)
Şevket Kazan (Kocaeli)
Ahmet Neidim
(Sakarya)
Cemal Alişan
(Samsun)
Orhan Veli Yıldırım (Tunceli)
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
İkinci tezkereyi okutuyorum:
2. – Avrupa Güvenlik ve İşbirliği
Teşkilâtı Parlamenterler Asamblesinde TBMM’yi temsil edecek grupları oluşturmak
üzere, siyasî parti grup başkanlıklarınca aday gösterilen asıl ve yedek
üyelerin isimlerine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1235)
22
Aralık 1997
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi
Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 2 nci maddesine göre "Avrupa Güvenlik ve
İşbirliği Teşkilati Parlamenter Asamblesi"nde Türkiye Büyük Millet
Meclisini temsil edecek Grubumuzu oluşturmak üzere, Siyasî Parti Grup
Başkanlıklarınca aday gösterilen üyelerin isimleri Genel Kurulun bilgilerine
sunulur.
Hikmet
Çetin Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı
Avrupa Güvenlik İşbirliği Parlamenter Asamblesi Türk Grubu İsim Listesi:
Asıl
İ. Cevher Cevheri (Adana)
Ahmet Bilge (Ankara)
Hayati Korkmaz (Bursa)
Yahya Şimşek (Bursa)
Tekin Enerem (İstanbul)
Mehmet Köstepen (İzmir)
Sabri Tekir (İzmir)
Lutfullah Kayalar (Yozgat)
Yedek
Nejat Arseven (Ankara)
Metin Arifağaoğlu (Artvin)
Cefi Jozef Kamhi (İstanbul)
Osman Çilsal (Kayseri)
Bülent Arınç (Manisa)
Salih Katırcıoğlu (Niğde)
Enis Sülün (Tekirdağ)
Teoman Akgür (Sakarya)
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Sözlü soru önergelerinin geri verilmesine dair tezkereler vardır;
okutuyorum:
3. – Kilis Milletvekili Mustafa
Kemal Ateş’in (6/734) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin
önergesi (4/285)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Gündemin "Sözlü Sorular" kısmında 143 üncü sırada yer alan
(6/734) esas numaralı sözlü soru önergemi geri çekiyorum.
Gereğini saygılarımla arz ederim.
22.12.1997
Mustafa
Kemal Ateş Kilis
BAŞKAN – Diğer tezkereyi okutuyorum:
4. – Kilis Milletvekili Mustafa Kemal
Ateş’in (6/737) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi
(4/286)
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Gündemin "Sözlü Sorular" kısmında 146 ncı sırada yer alan
(6/737) esas numaralı sözlü soru önergemi geri çekiyorum.
Gereğini saygılarımla arz ederim.
22.12.1997
Mustafa
Kemal Ateş Kilis
BAŞKAN – Sözlü soru önergeleri geri verilmiştir.
Bütçe görüşmelerine geçiyoruz.
V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
l.–
1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları
ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap
Kanunu Tasarıları (1/669; 1/670; 1/633, 3/1046; 1/634, 3/1047)
(S.Sayıları: 390, 391, 401, 402) (1)
A) SANAYİ VE TİCARET BAKANLIĞI
1. – Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1998
Malî Yılı Bütçesi
2. – Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1996
Malî Yılı Kesinhesabı
B) ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANLIĞI
1. – Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı
1998 Malî Yılı Bütçesi
2. – Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı
a) Petrol İşleri Genel Müdürlüğü
1. – Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1998
Malî Yılı Bütçesi
2. – Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1996
Malî Yılı Kesinhesabı
b) Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü
1. – Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü
1998 Malî Yılı Bütçesi
2. – Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü
1996 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN – Program uyarınca, bugün, iki tur görüşme yapacağız.
12 nci tur görüşmelere başlıyoruz.
Komisyon?.. Burada.
Hükümet?.. Burada.
12 nci turda, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanlığı, Petrol İşleri Genel Müdürlüğü katma, Devlet Su İşleri Genel
Müdürlüğü katma bütçeleri yer almaktadır.
12 nci turda, grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin
isimlerini okuyorum: Anavatan Partisi Grubu adına, Sayın Mete Bülgün, Sayın
Cengiz Altınkaya; Refah Partisi Grubu adına, Sayın İlyas Arslan, Sayın Ahmet
Derin, Sayın Suat Pamukçu; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Hilmi
Develi, Sayın Metin Arifağaoğlu; Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın İlyas
Yılmazyıldız, Sayın Halil Yıldız; Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın Ahmet
Piriştina, Sayın Hayati Korkmaz, Sayın Yavuz Bildik; Demokrat Türkiye Partisi
Grubu adına, Sayın Turhan Arınç.
Şahısları adına, lehinde Sayın Musa Okçu, Sayın Ayhan Fırat, Sayın
İsmail Özgün; aleyhinde, Sayın Sıtkı Cengil, Sayın Ekrem Erdem.
Sayın milletvekilleri, soruları, grupların konuşmaları tamamlanıncaya
kadar kabul edeceğiz. Grupların konuşmaları tamamlandıktan sonra soru kabul
etmeyeceğiz.
Şimdi, Anavatan Partisi Grubu adına, Sayın Mete Bülgün'ü kürsüye davet
ediyorum.
Buyurun Sayın Bülgün. (ANAP sıralarından alkışlar)
Sayın Bülgün, Grubunuz adına süre 30 dakikadır. Sizi kaçıncı dakikada
uyarmamı istersiniz?
METE BÜLGÜN (Çankırı) – Sayın Başkanım, ben, 15 dakika konuşacağım.
BAŞKAN – Buyurun.
ANAP GRUBU ADINA METE BÜLGÜN (Çankırı) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçesi üzerinde, Anavatan Partisi
Grubunun düşüncelerini arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi
saygıyla selamlıyorum.
Bilindiği gibi, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, toplumun ve fertlerin
gelirlerinin artmasında, refah seviyelerinin yükselmesinde, devletin ekonomik
yönden güçlenmesinde önemli bir role sahiptir. Küresel politikaların
benimsendiği, siyasî blokların kalktığı, bilim ve teknolojinin sınır tanımadığı
bir dünyada yaşadığımız malumdur. Hiç şüphe yok ki, dünya ekonomisine entegre
olan ve Avrupa Birliği uyum çerçevesinde, dışa açık, rekabet gücü yüksek,
hammadde ve insan kaynaklarının değerlendirildiği bir sanayi yapısının
oluşturulması, ülkemizin geleceği açısından büyük önem taşımaktadır.
Bugün, Türkiyemizin temel sorunu, üretim yetersizliği ve malların
pazarlanmasında karşılaşılan sorunlardır. Bunun başlıca nedeni, üretime
yeterince kaynak ayrılmaması, ayrılan kaynakların bir kısmının verimli
kullanılmaması, emek ve sermayenin faize mahkûm edilmesidir. Bunu aşmanın yolu,
üretimi engelleyen sebeplerin ortadan kaldırılması; yani, teşviktir. Sanayide
verimliliğin, kalite ve standardizasyonun geliştirilmesi, esnek üretim
sistemlerinin ve modern teknoloji kullanımının yaygınlaştırılması, küçük ve
büyük sanayi bütünleşmesinin sağlanmasını gerçekleştirmektir.
Sayın milletvekilleri, sanayi ve ticaret hayatının düzeni, öncelikle
yasal zeminin ihtiyaçlara cevap verecek şekilde düzenlenmesiyle mümkündür.
Avrupa Birliği ile entegrasyon sürecinde ve gümrük birliği uyum faaliyetleri
çerçevesinde düzenlenen tüketicinin korunması ve rekabetin korunmasıyla ilgili
yasalarla kalite standardının sağlanması, toplumsal beklentilerin üretimle
koordineli bir şekilde gerçekleşmesi mümkün olmuştur.
Sanayi Bakanlığından toplumumuzun beklentisi, Tüketicinin Korunması
Hakkında Kanun ile Rekabetin Korunması Hakkında Kanun hükümlerinin eksiksiz
olarak uygulanmasının tedbirlerini alması ve denetim mekanizmalarına işlerlik
kazandırmasıdır. Bu nedenle, taraf olduğumuz Gümrük Birliği Anlaşması
çerçevesinde, Rekabet Kurulunun oluşturularak çalışmaya başlaması, Türk
sanayicisi ve tüketicisi bakımından son derece yararlı olmuştur. Rekabet Kurulunun
ihtiyacı olan ilgili yasaların, bir an evvel, Yüce Meclise sevki için
Bakanlıkta çalışmaların süratle devam etmesi büyük memnuniyet vericidir. Bu
durum, sanayicimizin, fizikî ve teknik engellerle karşılaşmaadan, ürünlerini
Topluluk pazarlarında rahatça pazarlayabilmesine imkân verecektir.
Gümrük birliğine girilmiş olması nedeniyle, sanayiin belkemiğini teşkil
eden KOBİ'lerin gerektiği gibi desteklenmesi zarureti vardır. KOBİ'ler,
Türkiye'deki işletmelerin yüzde 98'ini teşkil etmekte; buna mukabil, kredilerden
ancak yüzde 4 pay almaktadır. KOBİ'lere yapılan kredi desteklerinin 55 inci
Hükümet zamanında artması, büyük ölçüde memnuniyet vermiştir. KOBİ'lere, iç
kaynaklardan -gerek Eximbank gerekse Türkiye Halk Bankasından- yapılan
desteklere ilave olarak KOSGEB bünyesindeki destekler artarak devam etmektedir.
Bilhassa, KOBİ'lere yapılan Eximbank desteği, 1997'nin ilk dokuz ayında 74
trilyona ulaşmıştır. Bu rakam, toplam Eximbank kredilerinin yüzde 35'ine
tekabül etmektedir.
Tabiî, bu desteklerin, ülkemizdeki KOBİ işletmeleri için kâfi olduğunu
söyleyemeyiz. Türk bankacılık sistemindeki ticarî bankaların, mutlaka,
KOBİ'lere destek yönünden daha etkin bir hale getirilme zorunluluğu vardır.
Bugün, ticarî bankalar, Hazineye para satarak, en kolay para kazanma yolunu
seçmiştir; ama, mutlaka, bulunacak bir formülle, örneğin, disponibilite
oranlarının azaltılmasıyla ticarî bankalarda yaratılacak kaynakların, KOBİ'lere
ihracat desteği olarak kullandırılması temin edilmelidir.
Sanayimizin altyapısına sağlıklı işyeri temin etmek olan organize sanayi
siteleri ve küçük sanayi siteleri konusunda 55 inci Hükümetin gayretlerini
takdirle karşılıyoruz. Organize Sanayi Bölgeleri Yasa Tasarısı önümüzdeki
günlerde Meclise sevk edilecektir. Hayatî önem taşıyan bu yasa tasarısının
yasalaşması, organize sanayi bölgelerinin yurt genelinde süratle
yaygınlaşmasına imkân verecektir. Hükümetimizin, bu kanunun çıkmasını
beklemeden, küçük sanayi sitelerinin ve organize sanayi sitelerinin ihalelerini
bölgelerdeki müteşebbis heyetlere yaptırması ve bakanlığın denetleyici rol
oynaması, esasen, bakanlığın yetki devrinin en güzel örneğini teşkil etmektedir
ve bu yetki devri işlerin süratlenmesine sebep olmuştur.
Tabiî, bu işleri yapmakla mükellef olan bakanlığın bütçesine baktığımız
zaman, yetersiz olduğunu görüyoruz; fakat, 1998 bütçesinin hedefi hepimizin
malumudur. Üç yıllık istikrar programının birinci yılı olan 1998 yılının bazı
kısıtlayıcı tedbirleri vardır. Sanayi Bakanlığının bütçesi geçen yıla göre
yüzde 58 nispetinde artmıştır. Bu artış yetersiz olarak görülse de, konsolide
bütçede faiz dışı artışın yüzde 54,4 olduğuna bakıldığında, Sanayi Bakanlığı
bütçesinin belli bir yere oturtulduğunu görürüz. Buna rağmen, organize sanayi
bölgeleri açısından, ilk bakışta, hoş olmayan bir durum görüyoruz. Organize
sanayi bölgeleri için, geçen yıl yüzde 137 artış yapılmış olmasına rağmen, bu
yıl artış yüzde 27'ye düşmüştür; fakat, Sanayi Bakanlığının yapacağı
özelleştirmeden gelecek olan 7 trilyon liranın da yatırımlara akacağını
düşünürsek, böylece yatırım bütçesi 18 trilyona, artış yüzdesi ise yüzde 125'e
ulaşmış olacaktır.
Bakanlığa bağlı olan KİT'lerin duran varlıklarının değerlendirilmesi ve
bu arada zarar eden KİT'lerin satışı konusunda Bakanlıkça yürütülen
faaliyetleri takdirle karşılıyoruz. Bunun ilk örneği, 1997 yılını büyük bir
zararla kapatacak olan SEKA'nın özelleştirmeye alınması olmuştur. Müesseseye
ait arazilerin tespit edilerek ilk etapta özelleştirilmesi ve müesseselerin
ayrı özelleştirilmesi ve özelleştirme çalışmalarının, Türkiye'de, ilk defa
olarak -4046 sayılı Yasanın çıkmasından bugüne kadar ilk olarak- Bakanlık ve
SEKA tarafından yürütülmesi, özelleştirme safhasında Özelleştirme İdaresine
devredilmesi, özelleştirmenin şeffaf, çalışanın hakkını koruyan ve ekonomiye
katmadeğer yaratacak şekilde yapılmasını temin edecektir.
Yine, KİT'ler içerisinde verimliliğini kaybeden Antalya pil fabrikasının
kapatılmasını ve bu fabrikaya ait 500 dönüm arazinin proje bazında ihaleye
çıkarılmasını gayet olumlu buluyor ve Bakanlığın bu icraatlarını bütünüyle
destekliyoruz.
Aynı şekilde, savunma sanayii ile direkt ilgisi bulunmayan ETA, TÜMSAN,
TEKSAN ve ASİLÇELİK müesseselerinin 1998 yılında özelleştirilecek olması çok
olumlu gelişmelerdir. Böylece bu müesseselerin özelleştirilmesinden elde
edilecek gelirler Hazineye aktarılacak ve Hazineden alınacak yeni kaynaklarla
Makina ve Kimya Endüstrisi Kurumunun yapısı güçlendirilerek, savunma sanayii
ihtiyacının daha büyük kısmının yurt içinden temin edilmesi sağlanacaktır.
Bakanlığa bağlı kuruluşlardan Türk Şeker Anonim Şirketindeki olumlu
gelişmeler, oldukça ciddî ve disiplinli çalışmaların sonucudur. Pancar
üretimindeki problemlerin üzerine gidilmesi sonunda, bugün, Türkiye, şeker
ithalatı yapan ülkeler listesinden çıkmıştır. Pancara verilen yüzde 135'lik
fiyat artışıyla, hem pancar ekim sahaları artırılmış hem de pancar çiftçisinin
ürününün gerçek değeri verilmiştir.
Başlıbaşına bir endüstri olan şeker sanayiinde, özel sektöre de şeker
fabrikası kurma izinlerinin verilmesi ve 1956 yılında yayımlanmış 6747 nolu
Şeker Kanununda değişiklik yapan yeni Şeker Yasa Tasarısının Meclise sevk
edilmek üzere olması, Türkiye'de pancar üretiminin başlamasından bu yana, şeker
sanayiinde cesaretle ve ülke menfaatı düşünülerek, aynı zamanda, Gümrük Birliği
Antlaşması çerçevesinde, Türk tarımsal sanayiinin rekabet gücünün hangi
alanlarda mevcut olduğunun tespitinin yapılarak uygulamaya geçilmesi yönündeki
ilk kararlardır. Bu kararlar nedeniyle, 55 inci Hükümeti ve Sanayi
Bakanlığımızı kutluyoruz.
Tarım satış kooperatifleri ve birliklerdeki son gelişmeler, 55 inci
Hükümet ve Sanayi Bakanlığının başarılı uygulamalarına güzel bir örnek teşkil
etmektedir. Bu kuruluşlar, tamamen siyasetten arındırılarak, bir ekonomik
kuruluş felsefesiyle yönetilerek, Türk ekonomisine, Türk çiftçisine ve
kooperatif üyelerine daha faydalı hizmet yapar hale getirilmiştir. 1997 yılı
içerisinde, birliklerce üreticiden alınan ürün bedelinin yüzde 90'ı bugüne
kadar ödenmiştir. Ürün bedelleri ödemesi için, birliklere, Destekleme Fiyat
İstikrar Fonundan verilen paraların birinci taksitleri, faizleriyle birlikte,
30 Eylül 1997 tarihinde 14,4 trilyon olarak Hazineye geri ödenmiştir. Buradan
da kolayca görüleceği gibi, başarılı ve siyasetüstü bir yönetim ile birlikler,
ülke ekonomisi için birer kara delik olmaktan kurtarılmıştır.
Sayın milletvekilleri, bu müzakereyi fırsat bilerek, Yüce Heyetinize
fındık konusunda açıklama yapmak istiyorum: 55 inci Hükümet, fındık fiyatını
açıkladığı zaman, özellikle muhalefet partilerinin haksız eleştirilerine maruz kaldı.
Dediler ki: "Sayın Başbakan Karadenizli, onun için fındığa yüksek fiyat
verildi." Hayır, hiç alakası yok. Bir ürünün fiyatı tespit edilirken,
ürünün dünya fiyatı, Türkiye'deki enflasyon ve üreticinin, fert başına düşen
millî gelirden alacağı pay dikkate alınır.
Dünya fındık ticaretinin yüzde 80'i Türkiye'nin elindedir. Bugüne kadar
fındık fiyatını alıcılar belirliyordu, ilk olarak bu yıl, fındığın fiyatını
Türkiye belirlemiştir. Doğrusu budur, doğru olan yapılmıştır. Fındığa, bu
fiyatın altında fiyat vermek vatana ihanettir. (ANAP ve DSP sıralarından
alkışlar) Aksi takdirde, Türkiye'nin döviz girdilerini azaltmaya yönelik bir
politika olur.
Diğer bir ifadeyle, fındığa düşük fiyat verilseydi, düşük fiyata
Avrupalıya fındık satmış olacaktık. Yani, Türk köylüsünün hakkını Avrupalıya
yedirecektik.
MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – Geçen sene ucuz muydu Sayın Sözcü?
METE BÜLGÜN (Devamla) – Biraz dinlerseniz_ Faydalı bilgiler arz
ediyorum.
FETİ GÖRÜR (Bolu) – İhale kaça yapıldı?..
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen, yerimizden müdahale etmeyelim.
Sizin grubunuzun da söz sırası var.
Buyurun Sayın Bülgün.
METE BÜLGÜN (Devamla) – Halbuki, muhalefet hep tersini söyledi; dediler
ki: "Fındığın fiyatı artarsa, Avrupalı almaz." Böyle düşünce olmaz.
İstatistikleri bakılırsa çok kolay görülecektir ki, fındığın fiyatıyla ihraç
miktarı arasında bir bağlantı yoktur. Geçen yıl fındığın ihraç fiyatı 328 dolar
iken, bu yıl 450 dolara çıkmıştır. Bu yıl, 2,5 ayda fındık ihracatı 348 milyon
dolar olmuştur, geçen yıl aynı dönemde, bu ihracat 204 milyon dolardı; yani,
144 milyon dolarlık bir fazla döviz girdisi elde etmişiz. Geçen yıl 62 bin ton
fındık ihraç ettik, bu yıl aynı dönemde 78 bin ton fındık ihraç edilmiştir.
Görüldüğü gibi Türkiye, fındıkta büyük düşünmek ve fındık politikası belirlemek
zorundadır.
Şimdi, bakınız, memleket meseleleri, böyle millî
menfaatlar açısından ele alınınca neler oluyor_
BAŞKAN – Sayın Bülgün, arkadaşınızla paylaştığınız sürenin dolmasına 1
dakika var.
METE BÜLGÜN (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Bugün, birliklere üye olmayan üreticiler, birliklere baskı kurmaya
çalışarak "aman, benim malımı da alın" diyor. İşte, güzel olan nokta
budur; 55 inci Hükümetin, birlikleri kısa zamanda getirdiği yer de budur.
Fakat, birliklerde yapılacak çok önemli bir iş vardır; birliklerin kooperatif
hizmetleri ile sınai hizmetlerini birbirinden ayırmak zorundayız. Bir taraftan
sanayileşme çabasına devam ederken, diğer taraftan tarımı ihmal edemeyiz; zira,
nüfusun yüzde 46'sı tarımda çalışıyor. Bu nedenle, devlet, desteğini direkt
kooperatiflere vermeli ve ürün alımında kullanılmalıdır. Sınai müesseseler ise
birer anonim şirket olarak çalıştırılmalı ve piyasa ekonomisi kuralları bu
müesseselere tam olarak uygulanmalıdır. Zira, devletin görevi rekabeti
sağlamaktır; sanayicilik yapmak değildir. Devlet, rekabeti sağlarken, hâkim
durumunda olanın bu durumu kötüye kullanmasına mani olmalıdır. İşte, burada,
Rekabet Kurulunun görevi açıkça ortaya çıkmaktadır.
3300 sayılı Yasa, Sanayi ve Ticaret Bakanlığına, sınai ürünlerin fiyat
tespitinde yetki vermiştir; fakat, bu yasayla verilen yetkiyi, Sanayi ve
Ticaret Bakanlığı, 24 Ocak 1980 tarihinden sonra hiç kullanmamıştır. Bunun
sebebi de, piyasa ekonomisinin tüm kurallarıyla işlemesinin temin edilme
gayretidir; fakat, piyasadaki hâkim durumunu kötüye kullananlara karşı,
Bakanlık bu yetkiyi mutlaka kullanmalıdır; çünkü, Bakanlığın temel
görevlerinden biri de tüketiciyi korumaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu düşüncelerle, Sanayi ve
Ticaret Bakanlığının 1998 yılı bütçesinin ülkemiz için hayırlı olmasını diler,
Yüce Heyetinize saygılar sunarım. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bülgün.
Sayın Cengiz Altınkaya, buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)
14 dakika süreniz var.
ANAP GRUBU ADINA CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Anavatan Partisi Grubu adına, Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanlığı bütçesi üzerinde görüşlerimizi ifade etmek üzere huzurlarınızdayım;
bu sebeple, hepinize, en derin saygılarımı sunuyorum.
Öncelikle, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı, bugün için, Türkiye'nin
en geniş teşkilatlanmış olan, en çok kuruluşu yöneten ve Türkiye'nin önemli
sorunları içerisinde olmaması gerekirken, maalesef, birinci öncelikli yere
gelmiş olan bir bakanlığımızdır.
Bakanlığın amacı, enerji ve tabiî kaynaklarla ilgili hedef ve
politikaların, ülkenin güvenliği ve refahı, ulusal ekonominin gelişmesi ve
güçlenmesi doğrultusunda saptanmasına yardımcı olmak; enerji ve tabiî
kaynakların, bu hedef ve politikalara uygun olarak araştırılmasını,
geliştirilmesini, üretilmesini ve tüketilmesini sağlamaktır. Bu amaçla kurulmuş
olan Bakanlığımız, bünyesindeki, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü, Petrol
İşleri Genel Müdürlüğü, Elektrik İşleri Etüt İdaresi ve ilgili kuruluşları
olan, TEAŞ, TEDAŞ, Türkiye Taşkömürü İşletmesi, Türkiye Kömür İşletmeleri,
Türkiye Demir Çelik İşletmeleri, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı ve BOTAŞ
gibi, fevkalade önemli ve geniş teşkilatları yönetmektedir.
Önce, Türkiye'nin, enerji açısından bugünkü konumuna dikkat çekmek ve
bugüne nasıl geldiğimize kısaca bakmak istiyorum: Türkiye, 1983'e gelindiğinde,
12 Eylül dönemi sonunda dahi, elektrik kısıtlaması uygulayan ve bu yüzden çok
büyük sıkıntılar çeken, imalat sanayiinde ilerleyemeyen, turizm yapamayan,
ihracat yapamayan, hatta sağlık tesislerini işletemeyen bir ülke konumundayken,
1983 İktidarı ve o dönemin atılımları neticesinde -ki, daha bir sene önce,
zamanın Devlet Başkanı Sayın Evren'in, Atatürk Barajının derivasyon
tünellerinin temel atma töreninde ifade ettiği gibi, uzun yıllar, Türkiye,
elektrik kısıtlaması beklentisi içerisindeyken- 1984 sonundaki reformcu
hükümet, yedi aylık dönemde elektrik santralları inşa edip, devreye alarak,
birdenbire Türkiye'deki elektrik kesintilerine son verdi. Yıl 1991'e
gelindiğinde, sekiz yıllık iktidarın sonunda Türkiye, 52 milyar kilovat/saat
elektrik tüketen bir ülke iken, yüzde 30'e yakın bir yedekleme kapasitesiyle
yeni bir iktidara devredildi. Anavatan Partisi, sekiz yıl sonunda, ithalata
rağmen kısıtlama olan bir ülkeden, 1991 sonuna geldiğimizde tüm elektrik
ihtiyacını güvenilir bir şekilde karşıladığı helde, yüzde 30'dan fazlasını da
yedekleyerek yeni bir iktidara devretti.
Bu ülkenin yönetimini bizden
devralan Sayın Başbakan, 28 Kasım 1991 günü Türkiye Büyük Millet Meclisindeki
bütçe görüşmeleri esnasında, benim arz etmek istediğim tabloyu hangi cümlelerle
aktarmış: "Elektrik kolaydır; çünkü, suyu topladığınız zaman, sadece
türbini, jenaratörü getirir koyarsınız, elektrik hazırdır..." Atatürk
Barajı bitmiş çünkü; su, ertesi yıl toplanacak, türbini de -türbin dışarıda
yapılıyor- getirip koyarsanız elektrik kolaydır; ama, barajı yapmak kolay
değildi, onu söyleyeyim. "...Bu kadar övünmeye ne gerek var, Türkiye, 1996'da
karanlıkta. Eğer yeniden birtakım şeyler yapılmazsa, 1996'da Türkiye
karanlıkta." Zamanın Başbakanının, Türkiye yönetimini devraldığı gün
çizdiği resim bu ve yıl 1991.
Tabiî ki, esasında yanılmadılar, evet Türkiye, geçmiş o dönemdeki gibi
yüzde 6'ya yakın bir kalkınma hızını tutturup gitseydi, 1996'da, bugünkü
tabloyu yaşayacaktık biz. Niye yaşamadık; çünkü, öyle bir 1994 yılı yaşadık ki,
-Allah, bir daha o yılları yaşatmasın bu ülkeye- Türkiye, kalkınma yerine
geriledi. Gerilediği için de, elektrik tüketim talebi normalin çok altına düştü
ve dolayısıyla, 1996'da almamız gereken tedbirleri, bir yıl gecikmeyle 1997'de
alıyoruz, bu kadar basit.
Türkiye'nin karekteristiği artık belirlenmiş durumda. Türkiye, yüzde
5'lik bir kalkınmayı temin etmek istiyorsa, elektrik şebekesine yüzde 11'lik
bir ilaveyi her sene koymak zorunda veya tersinden bakarsak, Türkiye, eğer
elektrik tüketimini yüzde 11 artırırsa, yüzde 5 kalkınıyor. Böylesine bir
karekteristiği, potansiyeli ve dinamizmi olan bir ülkenin yöneticileriyiz, sorumlularıyız
ve hiçbir günümüzü ve dakikamızı boş geçirmemek zorundayız.
Söz açılmışken ifade etmek istiyorum; Atatürk Barajı bu memleketin
gururudur. Atatürk Barajı, bütün dünyada, bu boyutta, sadece kendi ülkesinin
finansmanıyla yapılmış tek barajdır ve Türkiyemiz için, Türk işçisinin,
mühendisinin ve müteahhidinin yaptığı ve dört yılda yapılması itibariyle de
dünyada rekor kırılan, Türkiye'nin, yüzyılının en önemli projesidir;
Türkiye'nin baraj sevdasının doruk noktasıdır. Böylesine bize gurur veren ve kimliğimizi
bulmada yardımcı olan bu güzelim tesis, 25 Temmuz 1992 tarihinde elektrik
üretimine başlamıştır.
İçimde bir ukde olduğu için ifade etmek istiyorum. O gün törende, ben,
rahmetli Eşref Bitlis paşayla yan yana otururken, önümüzde, o günkü Devlet Planlama
Teşkilatı Müsteşarı Sayın İlhan Kesici kardeşimiz vardı ve tören başladıktan
itibaren hepimiz şoke olduk. Demin bahsettim, biz, 13 Ocak 1990 tarihinde o
barajda bir tören daha yapmıştık; sekizyüz yıllık hasreti bitirmiştik; Harran
ile Fıratı ebediyen nikâhladığımız gündü o gün; Türkiye var oldukça o nikâh
duracaktı. Orada, Adana'dan, Gaziantep'ten, Kahramanmaraş'tan, Elazığ'dan,
Adıyaman'dan, Şanlıurfa'dan, Mardin'den, Şırnak'tan -bütün bölgeden- tören
yerine, traktörüyle, kamyonuyla gelmiş altmış bini aşkın vatandaşımız
folklorünü yapıyor, davullarını, zurnalarını çalıyorlardı; bir şölen, bir düğün
yapıyorduk. 25 Temmuz 1992 tarihinde, bu gururla ifade ettiğimiz tablo, birden
bizi sükutu hayale uğrattı; bir baktık Fransız akrobatlar çıkmış karşımıza, o
kızıl sıcakta patlattıkları maytapların rengi belli değil. Argon gazının
alevini artırdıkları halde balonlar yukarı gidemiyor; çünkü, Urfa'nın sıcağı,
güneydoğunun sıcağı, o, argon gazının sıcağından fazla, balonu aşağı indiriyor;
böyle terslikler var. Meydan bizim aşağıdaki foklörcülerimize kalacak, şölen
yapacağız, Türk Milletinin gurununu burada bir kere daha göstereceğiz diye
beklerken, bir de baktık ki, senfonik müziklerin, valslerin eşliğinde bir tören
icra edildi ve Sayın İlhan Kesici'nin, o tören esnasında, oturduğu yerden,
kendini tutamayıp, bir şeyler mırıldandığına hep beraber şahit olduk. Böylesine
gurur verici bir günü berbat eden o günün yönetimini buradan bir kere daha
kınıyorum.
Kıymetli arkadaşlar, bugün, Türkiye'nin en önemli ekonomik faaliyetlerinden
birisi olan ihracattaki ana girdinin imalat sektörü olduğunu biliyoruz. İmalat
sektörünün ana girdisi de yüzde 90'ların üzerinde elektrik enerjisi. Bu kadar
hayatî bir problemi, her yönetimin, tabiî ki, hiç ihmal etmeden, sürekli
geliştirerek, Türkiye'nin hizmetine sunması şart.
1991 yılında devrettiğimiz bu tablo, arkadan gelen su biriktikçe devreye
giren santrallar sayesinde Türkiye -Menzelet gibi, Atatürk Barajı gibi- 1994
yılında 101 milyar kilovat/saat elektrik üretecek kapasiteye geldi; ama, hâlâ
daha yedekliydi; 1994 yılında dahi Türkiye yedekliydi. O yıl, kara bir yıl, 26
Ocak kara bir çarşamba ve o kara yıldan sonra -tablolar burada önümüzde-
Türkiye'nin elektrik üretim kapasitesi, kurulu gücü yerinde sayıyor. 1994'e
kadar Anavatan'ın mirasıyla, arkadan gelen islimle üretim kapasitesi 101 milyar
kilovat/saate tırmanıyor ve ondan sonra tablolar düz çizgi halinde devam ediyor
ve mesela, bu sene Türkiye, hâlâ daha 100 milyar, 101 milyar -biraz fazlası
var- kilovat/saat elektrik üretecek kapasiteye sahip; ama, artık, tüketimi,
yedeklemeyi bırakın bir tarafa, 105 kilovat/saate dayanmış ve şimdi, bu sene,
ithalat yapıyoruz, elektrik ithalatı yapıyoruz, yani, ikincil enerjiyi ithal
ediyoruz. Birincil enerjiyi zaten ithal ediyoruz; Türkiye o bakımdan, enerji
kaynakları bakımından ne yazık ki fakir bir ülke; yüzde 55'ini ithal ediyoruz,
sadece yüzde 45'ini de birincil enerji kaynaklarımızla kendimiz üretiyoruz,
üretime sokuyoruz.
Bugünden itibaren, tabiî ki, çok ciddî tedbirler alan Hükümetimizi
tebrik ediyoruz. Özellikle Sayın Başbakanımızın, Sayın Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanımızın, birinci konu olarak bu meseleyi uluslararası
platformlarda portföylerine almış olmasını Anavatan Partisi Grubu olarak
takdirle karşılıyoruz ve izliyoruz; milletimiz adına da minnettarız.
Memleketimizin bu kadar önemli bir projesinin, bu meselesinin, çeşitli
kaynakları devrede tutarak yürütmesi gerekiyor diye ifade etmiştim. O bakımdan,
bugün, su, kömür, petrol, doğalgaz, rüzgâr, güneş ve tabiî ki nükleer enerji
gibi kaynakları mutlaka devreye sokmamız lazım.
Bugün, Sayın TEAŞ yöneticilerini buradan bir şeye davet etmek istiyorum:
Nükleer santral ihalesi için alınmış teklifler var; birisi Kanada teklifi,
birisi Japon-Amerikan grubu teklifi, birisi de Alman-Fransız ortaklığı grubu
teklifi. Tam günüdür; şu Alman ve Fransızlara buradan ders veriniz, lütfen,
tekliflerini geri çeksinler.
Yine, Devlet Su İşlerine Avusturyalıların baraj yapımı teklifleri var.
Tam günüdür; Anavatan Partisi Grubu olarak, Türkiye'nin bu potansiyelinin
Avrupa'ya bir kere daha duyurulmasına ihtiyaç vardır. Türkiye büyük bir
ülkedir, büyük potansiyeli vardır ve elinin tersiyle falan itilecek bir ülke
değildir. İşte, bu önemli projelerimizi eğer yapmak istiyorlarsa, eğer burada
yarışa girmek istiyorlarsa, o zaman, bizimle kol kola olmak zorundadırlar.
Tabiî ki, darboğazları var, sıkıntıları var enerji sektörümüzün; kayıp
kaçak konusunda çok ciddî tedbirler alınması gerekiyor; zannedersem, bu
konudaki çalışmalar epeyce ilerlemiştir. Fabrika içi süzme sayaçlar, daha
verimli armatürler ve enerji tasarrufuna dönük her türlü tedbiri destekliyoruz.
Yenilenebilir kaynakların tüketilmesi, çevrenin korunması ve bol, güvenilir,
yerinde enerjiye kavuşmak, hedefimizdir, kararlılığımızdır.
Geçen 16 Aralık günü, burada yapılan konuşmada, bir sayın genel başkan,
enerji konusunda birtakım projeler saydı; "işte bunları yapmaya başladık,
Türkiye için her türlü tedbiri aldık" dedi. O projelere baktık, bunlar,
henüz daha etüt safhasında; hatta, bazılarının inşaatının yapılacağı yere daha
mühendis ayağı basmamış. Eğer bunlar yapılıyor, bunlar inşaa haline gelmiş
diyorsanız; o zaman, Akkuyu Nükleer Santralının kurdelesini kesmekte geç
kalmışız; çünkü, o, otuzbeş senedir konuşuluyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Altınkaya, 1 dakika içerisinde toparlayın lütfen.
CENGİZ ALTINKAYA (Devamla) – Bugün, 23 Aralık 1997, Menemen
hadiselerinin 67 nci yıldönümü. Şehit Kubilay'ı rahmetle anıyorum ve diyorum
ki, Türkiye laiktir, laik kalacaktır; bu, Türkiye'nin kararıdır, bu kararı
kimse bozamaz.
KÂZIM ARSLAN (Yozgat) – Ne alakası var!..
MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – Şimdi bunun ne alakası var!..
KÂZIM ARSLAN (Yozgat) – Temcit pilavı gibi, bunu önümüze sürüyorsunuz;
ne alakası var!..
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen...
CENGİZ ALTINKAYA (Devamla) – Hedefimiz, Atatürk'ün hedefi olan muasır
medeniyet seviyesine gelmek için, bugünkü 1 500 kilovat/saat elektrik
tüketiminden, 15 bin kilovat/saat elektrik tüketimine ulaşmaktır; bu, bizim
hedefimizdir.
KÂZIM ARSLAN (Yozgat) – Niye ulaşamadınız?..
CENGİZ ALTINKAYA (Devamla) – Bu, kararlı insanların, görevini ihmal
etmeyen insanların hedefidir ve hiç kuşkunuz olmasın, laik Türkiye, muasır
medeniyet seviyesindeki hedefe de ulaşacaktır.
Hepinize saygılar sunuyor, 1998 yılı bütçesinin hayırlı ve uğurlu
olmasını temenni ediyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Altınkaya.
MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – Bunların ne alakası var...
BAŞKAN – Sayın Yünlüoğlu, lütfen...
Refah Partisi Grubu adına, Sayın İlyas Arslan; buyurun. (RP sıralarından
alkışlar)
Sayın Arslan, süreyi eşit paylaşıyorsunuz yanılmıyorsam?
İLYAS ARSLAN (Yozgat) – Evet, eşit.
BAŞKAN – Sizi, 10 uncu dakikada uyaracağım.
RP GRUBU ADINA İLYAS ARSLAN (Yozgat) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sanayi ve Ticaret Bakanlığının
1998 yılı bütçesi üzerinde, Refah Partisi adına söz almış bulunuyorum; Yüce
Meclisi ve bizleri izleyen aziz milletimizi, Grubum ve şahsım adına saygıyla
selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sanayileşme ülkemizin önemli
meselelerinden biridir. Kalkınmanın temeli, motoru sanayileşmedir. İşsizliğin
önlenmesi, ülke ekonomisinin dışa ve faize bağımlılıktan kurtulması,
sanayileşmeyle mümkün olacaktır. Bu açıdan, sanayi ve ticaret hayatı yeniden
gözden geçirilmeli, öncelikle, yasal eksiklikler belirlenerek, ihtiyaca cevap
verecek şekilde düzenlenmelidir.
Sanayi yatırımlarının Anadolu'ya yayılması, bölgelerarası gelişmişlik
farklılıklarının giderilmesi, kişilerin işlerini kurmaları, esnaf ve
sanayicinin desteklenmesi, küçük ve büyük sanayi işletmeleriyle tarım ve
ticaretin bütünleşmesi, her alanda dünyayla rekabet ederek ihracatımızın
artırılması, ekonomik ve toplumsal potansiyelimizin bir an önce ortaya
çıkarılması sağlanmalıdır.
KİT'lerin özelleştirilmesinde yasal ve bürokratik engeller
giderilmelidir. Bu konuda, Sanayî ve Ticaret Bakanımızın Plan ve Bütçe
Komisyonunda bir beyanı var; “SEKA'nın ve diğer KİT'lerin özelleştirilmesi konusunu,
özellikle, Bakanlık olarak takip edeceklerini, daha sonra Özelleştirme
İdaresine devredeceklerini” söylüyorlar. Bu konu, olumlu bir gelişmedir,
inşallah, bu, takip edilir; çünkü, çok daha rahat bir uygulama sistemine
girilmiş olur.
Avrupa Birliğinde gelinen bu noktadan sonra, Gümrük Birliği Antlaşması
yeniden gözden geçirilmeli. Ticarete konu olan mallarımızın, fizikî ve teknik
engellerle karşılaşmadan, dışpazarlarda rekabet edebilmeleri sağlanmalıdır.
Uluslararası pazarlara daha kolay girebilmemiz için, rekabet gücü yüksek,
ihracata dönük programlar yapılarak, hammadde ve insangücü kaynaklarımız gibi
avantajlarımız kullanılmalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekonomik krizler, büyük sanayi
işletmelerini darboğaza sokmuş, birçok ülkede küçük ve orta boy işletmelerin
özel önem kazanmasını sağlamıştır. Küçük ve orta boy işletmeler olan
KOBİ'lerin, kalkınmış ülkelerde çok önemli bir yeri vardır. KOBİ'ler,
kalkınmanın lokomotifi, sanayinin yurt çapında dengeli dağılmasının yoludur.
KOBİ'ler, devleti küçültmenin alternatif adresidir.
KOBİ'lere kredi yönünden baktığımızda, toplam kredinin, Avrupa Birliği
ülkelerinde dahi yüzde 10'unu alırken, bizde, sadece yüzde 4'ünü almaktadır.
Oysa, bizde, istihdamın yüzde 60'ını KOBİ'ler sağlamaktadır.
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, sanayiye sağlıklı altyapı temin etmek için,
organize sanayi bölgelerine ve küçük sanayi sitelerine gerekli önemi
vermelidir. Organize sanayi bölgeleri, KOBİ'lerin ve Türkiye'nin ekonomik
potansiyelini artırmakla kalmayıp, sermayenin tabana yayılmasını sağlayacak,
bölgelerarası kalkınmışlık farklılığını da azaltacaktır.
KOBİ'ler, organize sanayi, küçük sanayi siteleri derken, çıraklık
müessesesine değinmeden geçemeyeceğim. Çıraklık müessesesi, hiç kuşkusuz, çok
önemlidir. Çıraklık eğitiminin, birtakım başka meselelere aracı olarak istismar
edilmesini de fevkalade yanlış buluyoruz. Önce gençlerimize sahip çıkmalı,
yüksek tahsil imkânı olmayan gençlerimizi meslek sahibi yapmak için, çıraklık
eğitiminde de "ağaç yaşken eğilir" sözüne uygun olarak, temel
eğitimin ilk aşamasından sonra, yönlendirmelere gidilmelidir. Bunun sıkıntısını
bu sene görmedik ama, önümüzdeki sene, temel eğitimin ilk 5 inci sınıfından
sonra çıraklık eğitimine öğrenci almadığımız zaman yaşayacağız ve önümüzdeki
yıllarda sanayi sektörünün bu yönden çok büyük darbeler yiyeceği kanaatini
taşıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kalkınmanın ve gelişmenin yolu
üretimden geçer; üretmeyen toplumların kalkınması ve güçlü olması da mümkün
değildir. Son aylarda uygulanan ekonomik politikalar, üretimi değil, repo, faiz
gibi rant gelirlerini teşvik etmiş, bu durum da, sanayi kalkınmasını
engellemiş, işsizliği artırmış, enflasyonu da körüklemiştir. Bu kısır
politikaların terk edilerek, yeni yatırımlara ağırlık verecek politikaların
uygulamaya konulması gerekir. Kalkınmada öncelikli yörelerle ilgili gerekli tüm
tedbirler alınmalıdır.
Buraya gelmişken, bir konuya daha değinmek istiyorum. Biliyorsunuz,
geçtiğimiz günlerde, olağanüstü hal bölgesi için bir kanun tasarısı gelmiş;
buralarda, gerek vergi indirimi gerekse elektrik kullanım bedelinde indirim
düşünülmüştü. Tabiî, Doğu Anadolu, İç Anadolu, geri kalmış bölgeler derken,
komisyon, bu kanun tasarısını geri çekmek zorunda kaldı. Bu kanun tasarısı,
inşallah, tekrar, Meclisimize, Genel Kurulumuza gelecek. O zaman şuna dikkat
edilmesini özellikle arz ediyorum: Geri kalmış yöreler, yalnız Doğu Anadolu'da,
Güneydoğu Anadolu'da değil; İç Anadolu'da da, Batı Karadenizde de, Doğu
Karadenizde ve Ege'de de geri kalmış yöreler var. Ben, bunun, bölgeden ziyade,
vilayet vilayet göz önüne alınması ve gayri safî millî hâsıla açısından
değerlendirilmesi gerektiğine inanıyorum. İnşallah, yeni kanun tasarısını
hazırlayanlar, bilhassa Maliye Bakanı, bu konuda gerekli tedbirleri alır kanaatini
taşıyorum.
Nüfusumuzun çoğunluğunun tarıma bağlı yaşadığını biliyoruz. Ekiminden
dikimine, bakımından hasadına kadar elemeği, göznuru isteyen ayçiçeği, pancar,
pamuk, zeytin, fındık, çay, tütün gibi sanayi ürünlerini gözardı edemeyiz.
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, sanayie dayalı tarım sektörüne de özellikle sahip
çıkmalıdır.
Buraya gelmişken, değerli Anavatan Partisi sözcüsünün biraz önceki
sözlerine kısaca değinmek istiyorum. "Şekerde ihracata geçtiğimizi"
söyledi; doğrudur... Fındıkta çok olumu taban fiyatlar verildiği doğrudur; ama,
bunun 55 inci Hükümet zamanında değil, 54 üncü Hükümet zamanında
başlatıldığının da bilinmesi gerekir; o da doğrudur... (RP sıralarından
alkışlar) Çünkü, pancarda 4 400 lira olan taban fiyata 11 bin lira taban fiyat veren
54 üncü Hükümettir; geçen yıl, fındığı gerçek değerine getiren, yine 54 üncü
Hükümettir. Siz, şimdi, bu sene, 54 üncü Hükümetin hasadını topluyorsunuz;
Hükümetinizin gerçek kapasitesini, İnşallah, önümüzdeki yıllarda göreceğiz.
Şeker, tabiî, İç Anadolu için ve seçim bölgem Yozgat için önemli.
Yirmiiki yıldır Yozgat'ın özlemi olan şeker fabrikamızı, inşallah, önümüzdeki
günlerde açacağız.
Sayın Bakanıma, buradan şunu söylemek istiyorum: Yozgatlı, şeker
fabrikasının açılışını bekliyor; ama, biraz buruk bekliyor; çünkü, Yozgat, göç
veren bir vilayetimiz; göç verdiği için, işçisi, işsizliği bol olan bir
vilayetimiz. Kendi işçisi dururken, bir nebze de olsa, az da olsa, dışarıdan
işçi getirilmesi, Yozgatlı için biraz üzüntü kaynağı olmuştur. Sevinen birkısım
var; şu anda, Sorgun'da, otelciler seviniyor; çünkü, diğer vilayetlerden gelen
işçiler otelcilerin yüzünü güldürmüştür.
Serbest piyasa ekonomisi, tüm kurum ve kurallarıyla uygulanmak
zorundadır. Rant ekonomisinden üretim ekonomisine geçmek zorundayız. Ülkemizin
ekonomik kaynakları, insan potansiyeli, coğrafî konumu, bunun için yeterlidir.
Hükümet, “fiyat dondurma” diye, özel sektörün bir kısmı da, yine “kâr
etmeme” diye bir şeyler ortaya attılar; amaç belli; dar gelirliyi biraz daha
zora sokmak. Bir başka amaç ise, kâr etmeyen hisse senedi sahipleri, acaba
kendi hisse senetlerinin fiyatını düşürüp, daha sonra düşük fiyatla, hisse
senetlerini tekrar piyasadan toplamak mı istiyor? Bence, amaç, biraz da bunu
çağrıştırıyor; çünkü, Koç, bu kararını açıkladığı gün, Koç'un hisse
senetlerinin borsadaki fiyatlarının düştüğünü ve -zannediyorum- Koç tarafından
da toplattırıldığı şeklinde duyumlar alıyoruz. Bu Hükümet, hiçbir surette,
kesinlikle zamdan vazgeçemez, özel sektör de kârından vazgeçemez; ama, yine,
birilerine yazık olur; bu da dargelirli ve bu konulara yatırım yapan
insanlarımız olacaktır.
Değerli milletvekilleri, buraya gelmişken, birkaç cümleyle de promosyona
değinmek istiyorum...
BAŞKAN – Sayın Arslan, 10 dakikanız dolmak üzere...
İLYAS ARSLAN (Devamla) – Bitiriyorum.
Sayın Bakanın, 54 üncü Hükümet döneminde de promosyonla, fevkalade,
mücadele ettiğini gördük; 55 inci Hükümette yine bakan; fakat, kendisinde çok
değişiklikler ve sessizlik görüyoruz. Sayın Bakan "ben iki gazete
patronunun bakanı değilim; halkın bakanıyım, bu milletin bakanıyım"
diyordu. Sayın Bakanın şanssızlığı, zannederim, halkın hükümeti olmayan bir
Hükümetin Bakanı olmasıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üzücü olan bir şey de şudur:
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçesi her geçen gün tırpanlanmaktaydı. Ne zamana
kadar; 54 üncü Hükümet gelinceye kadar. 54 üncü Hükümet, Sanayi ve Ticaret
Bakanlığı bütçesini, biliyorsunuz, 1996'dan 1997'ye geçerken yüzde 142
artırmıştı; ama, bu Hükümet ne yaptı; Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçesini,
geçen yıla oranla, sadece yüzde 65 artırabildi; oysa, aynı Hükümetin
bütçesinde, bir Cumhurbaşkanlığı bütçesinin yüzde 235 arttığı bir dönemde.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz diyoruz ki, Hükümet,
enflasyonla ciddî bir mücadele içine girmelidir; devlet yatırımlarının, hem
verimsiz hem de imkânsızlıktan tıkanmış olması nedeniyle, özel sektör
yatırımlarını, yani, Anadolu aslanlarını yönlendirmeli ve teşvik etmelidir.
Rant ekonomisinden, hızla, yatırım, üretim, ihracat ekonomisine
geçilmelidir.
Halk Bankası bürokrasiye boğulmadan, KOBİ'lere hizmet veren uzman banka
konumuna getirilmelidir. Sayın Bakanım bu çok önemli; çünkü, KOBİ'ler, Halk
Bankasında çok çile çekiyorlar, çok sıkıntı çekiyorlar. İnşallah bu konuya
eğilirsiniz; KOBİ'leri, bilhassa Anadolu aslanlarını bu sıkıntıdan
kurtarırsınız.
KOBİ'lerin önemi kavranmalı; devlet, sanayileşme hamlesini bunlarla
yapmalıdır.
BAŞKAN – Sayın Arslan, arkadaşlarınızın süresini epey azalttınız.
İLYAS ARSLAN (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım.
Günün şartlarına ve teknolojinin gereklerine göre ülkenin sanayi
politikası belirlenmeli; kalkınma plan ve programları, ülkelere göre
yönlendirilmeli, yeniden, büyük Türkiye'nin kurulmasına gayret sarfedilmelidir.
Yüce Meclisi ve değerli heyeti saygıyla selamlıyorum; Sanayi ve Ticaret
Bakanlığımız bütçesinin hayırlı olmasını diliyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın İlyas Arslan.
Sayın Suat Pamukçu, buyurun efendim.
RP GRUBU ADINA SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; şahsım ve Refah Partisi Grubu adına, sizleri ve ekran başında
bizleri izleyen aziz vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum. Bugün, Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanlığımızın 1998 malî yılı bütçesini görüşüyoruz; hayırlı
olmasını diliyorum.
Yüce Heyetinizi, teknik detayla meşgul edecek değilim. İşin teknik yönü
değerli bürokratlarımızca değerlendirilmiş, Plan ve Bütçe Komisyonumuzda
görüşülmüş; yani, mutfak görevi ifa edilmiş ve önümüze, bu bütçe getirilmiştir.
Gerek değerli bürokratlarımıza ve gerekse Plan ve Bütçe Komisyonumuzun Sayın
Başkan ve üyelerine teşekkür ediyorum; ancak, önümüze konulan bütçenin siyasî
sorumlusu olarak, Hükümeti, bu vesileyle eleştirmek de görevimizdir. Görevimizi
yaparken, karşı karşıya bulunduğumuz iki gerçeği, öncelikle ifade etmek
istiyorum. Bunlardan birincisi, ülkemizin birincil enerji üretiminin, tüketimin
ancak yüzde 40'ını karşıladığı; önümüzdeki dönemde, taşkömürü, linyit, petrol,
doğalgaz, hidrolik ve jeotermal enerji, odun, hayvan ve bitki artıklarından
oluşan birincil enerji kaynağı ve potansiyelimizin tamamını üretsek dahi, 2010,
2020 yıllarında da bu oranın değişmeyeceği; dolayısıyla, enerji ihtiyacımızın
karşılanmasında, yüzde 60 oranında dışalıma bağlı kalacağımız gerçeğidir.
İkinci gerçek nedir? Elektrik enerjisi kurulu gücünün -ki, şu an 23 bin
megavat civarındadır- her yıl yüzde 10'lar civarındaki talep artışına paralel
olarak artırılması gerektiği; bunun için de, her yıl 4 ilâ 4,5 milyar dolarlık
finansmana ihtiyaç duyulduğu; ancak, kamunun, şu önümüzdeki bütçeyle ve
muhtemelen, daha uzun süre, bu yatırımı yapamayacağı; dolayısıyla, yerli ve
yabancı özel girişimcilerin yatırım yapmalarının temin ve teşvik edilmesi
gerçeğidir.
Bu gerçekler karşısında, mevcut Hükümetin faaliyetlerini ve bütçeyi eleştirmeden
önce, Refahyol döneminde atılan adımları ve icraatı, kısaca özetlemek ve
mukayese imkânı sağlamak istiyorum. Refahyol döneminde neler yapılmıştır: 1997
yılında 11 milyar metreküp, 2000 yılında 27 milyar metreküp, 2010 yılında 52
milyar metreküp olacağı tahmin edilen doğalgaz talebini karşılamak üzere;
1.- Rusya'dan ilave 2 milyar metreküp, batıdan ve doğudan 8 milyar
metreküp olmak üzere, gaz temini,
2.- İran'dan 1998 yılında, 3 milyar metreküp, nihaî olarak 10 milyar
metreküp doğalgaz temini,
3.- Mısır'dan, 2000 yılından itibaren, 4 milyar metreküp LNG temini,
4.- Yemen'den, 2000 yılından itaren, 4 milyar metreküp LNG temini,
5.- Nijerya'dan, 1,5 milyar metreküp LNG temini,
6.- Cezayir'den, ilave, 1 milyar metreküp LNG temini,
7.- Türkmenistan'dan, 4 ilâ 8 milyar metreküp doğalgaz temini için
anlaşmalar yapılmıştır.
Yine, Refahyol döneminde, 2000
yılında 134 milyar kilovat/saat, 2010 yılında 290 milyar kilovat/saat, 2020
yılında 546 milyar kilovat/saat -yani, bunlar yıllık tüketimleri ifade ediyor-
olması beklenen elektrik enerjisi talebini karşılamak üzere;
1.- İnşa halindeki termik ve hidrolik santralların bitirilmesine yönelik
çalışmalar hızlandırılmıştır.
2.- Otoprodüktör yatırımları teşvik edilmiş, 2,7 milyar kilovat/saatlik
15 santral işletmeye alınmış, 4,6 milyar kilovat/saatlik 29 santralın
sözleşmesi imzalanmıştır.
3.- Çalıştırılamayan bazı termik santrallar işletmeye alınmıştır.
4.- İran, Bulgaristan ve Gürcistan'dan 2,5 milyar kilovat/saatlik
elektrik ithali için anlaşma yapılmıştır.
5.- Yatırım tutarı 5 milyar dolar olan 35 milyar kilovat/saat elektrik
enerjisi üretecek 7 adet termik santral için ihaleye çıkılmıştır.
6.- Yatırım tutarı 7,5 milyar doları bulan 7 000 megavat kurulu güce
sahip 58 adet hidroelektrik santral için, yap-işlet-devret modeli çerçevesinde
teklifler alınmış ve Çoruh Nehri üzerinde kurulması planlanan hidroelektrik
santrallardan bir kısmının anlaşmaları imzalanmıştır.
7.- En önemlisi, ülkemizi, nükleer teknolojiyle tanıştıracak olan ilk
nükleer santralımızın, Akkuyu'da, yüzde 100 dış kredili olarak kurulması için,
ihaleye çıkılmıştır.
Bütün bu icraatlar ve burada sayamadıklarımız neticesinde, ülkemizde,
enerji açığının kapatılması ve hatta, 1999 yılında, yüzde 10'luk bir fazlalık
hedeflenmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, izninizle, Hükümete
soruyorum: Refahyol Döneminde, ithal enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi ve
alternatif ülkelerden temini yönünde atılan adımlar ne durumdadır? Doğalgazla
veya LNG ile ilgili olarak, İran, Türkmenistan, Cezayir, Mısır ve Nijerya ile
yürütülen projeleri ne yaptınız? Yoksa, enerjide de yalnızları mı oynuyoruz?
Bütün umudunuzu, dün "Kıbrıs Rumlarına S-300 füzeleri veriyor" diye
kınadığımız Rusya ile yapıldığı söylenen doğalgaz anlaşmasına mı bağladınız?
Sayın milletvekilleri, biraz önce ortaya koyduğumuz gerçek hepimizin
malumu; tabiî ki Sayın Bakanımızın da. Plan ve Bütçe Komisyonunda yaptıkları
konuşmalardan ve basına yansıyan yazılardan da biliyoruz ki, Sayın Bakan,
enerji talebini karşılamakta zorlukları olduğunu biliyor ve bunları, önümüzdeki
kısa dönemde aşamadığımız takdirde, elektrik kesintilerini yeniden
yaşayacağımızı belirtiyorlar. Kurdurulduğu andan şu ana kadar, bu Hükümet,
yaptığı icraatlarla, zamlarla, milletin gündüzünü karartmış, varsın, şimdi de
gecesini karartsın.
Madem karanlıkta kalacaktık, neden, İran-Erzurum ve Erzurum-Ankara
doğalgaz hattının ihalesini iptal ettiniz? Şimdi, Sayın Bakan, dün ihalesini
yaptık diyecekler. Bu projelerin sürekliliği esas olması gerekirken, devlet
yönetiminde devamlılığın esas olması gerekirken, yaklaşık bir yıllık kaybı
nasıl izah edeceksiniz? Bir yıllık gecikmeden doğan, devletin ve 70 milyonun
ekonomik kaybının sorumluluğundan nasıl kurtulacaksınız?
Refah Partisi olarak, elbette, milletin hakkını sizden soracağız. Yoksa,
Karadenizden gelen, bize göre pis, belki size göre güzel kokular mı sizi
etkiledi? Sayın Baykal'ın "pis koku" demesi, kokuyu yakından
alamadığı içindir; yakından alabilseydi "pis koku" der miydi?!
Anavatan Partisi, CHP'ye, bu kokuları uzaktan değil, yakından koklatmalıdır.
Hem bu kokular başka yerlerden de geliyor. Termik santralların ve
dağıtım şebekelerinin işletme devri ihalelerinde de aynı kokular yayılmaktadır.
Hamitabat ve Ambarlı Santrallarını niçin ihale dışı bıraktınız? Sayın Bakan,
Plan ve Bütçe Komisyonunda sorduğumuz bu soruya şu karşılığı veriyor:
"Teklifler şartnameye uymadığı, kesintili gaz şartına uymadığı için iptal
ettik." Bu cevap, yakayı ele vermiştir Sayın Bakan.
Şimdi, bu ihaleye teklif veren firmalar hangileridir, bir bakalım:
AES-Doğan, Doğuş, Korona, Koç Holding, Tekfen, Doğan, Sabancı, Medya Holding,
Hema-Hidrolik ve Ova Elektrik. Bu firmaların tamamının, şartnameye aykırı
teklif vermesi mümkün müdür; elbette ki hayır. Şartnaneyi, Bakanlıktan aldım ve
inceledim; orada öyle bir hüküm yok; tam aksine, BOTAŞ, yani Bakanlık, gaz
teminini taahhüt etmiştir. Mesele nedir; adı geçen firmalardan bir ikisine
diyet borcu ödenecektir; ancak, ne var ki, bu firmaların teklif fiyatları
yüksektir ve RTÜK Yasasında yapılacak değişiklikler beklenecektir.
BAŞKAN – Sayın Pamukçu, Sayın Derin'in süresinden kullanmaya
başladınız!..
SUAT PAMUKÇU (Devamla) – Hemen bitiriyorum.
Hiç kuşkumuz yok ki, RTÜK Yasası çıktıktan sonra bu iki ihale de
bağlanacaktır. Sizin de hiç kuşkunuz olmasın ki, Refah Partisi, enerji
ihalelerinin ve tabiî ki, diğer ihalelerin arkasındaki karanlık ilişkileri her
platformda gündeme getirecek ve takip edecektir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizin kalkınması, kaliteli ve
ucuz enerjinin zamanında arzıyla mümkündür. Enerji yatırımları, hangi hükümet
döneminde olursa olsun, programlanan şekilde yürütülmelidir. Enerjinin gerek
yurt içinden temininde ve gerekse ithalatında, özel sektörü engelleyici tüm
yasal mevzuat ortadan kaldırılmalıdır.
Doğalgaz santrallarını yaygınlaştırırken, gazın arzında mutlaka güvenlik
sağlanmalı; buna ilaveten, bu santralların, alternatif enerji kaynaklarıyla
çalışabilmeleri temin edilmelidir.
Bazı elektrik üretim tesisleri ile dağıtım tesislerinin özel sektöre
devri yapılırken, bunların, uyum içerisinde, zamanında ve ekonomik olarak
çalışabilmelerini sağlayacak yasal ve idarî tedbirler süratle alınmalıdır.
Elektrik satış fiyatlarının istikrarlı ve makul olması için ithalat
serbestleştirilmelidir ve dağıtım yapan şirketlere bu hususta kolaylık
getirilmelidir.
Gelecekte önemli bir nükleer hammadde olan toryumun -ki, ülkemiz, bu
bakımdan en zengin ülkelerden birisidir- üretim teknolojisi geliştirilmelidir
ve halen bu sektörde yürütülen yatırımlar hızlandırılmalıdır.
Ülke şartlarına en uygun enerji kaynaklarının optimum modellerini
geliştirecek enerji şûrası oluşturulmalıdır. Yap-işlet modellerinin önündeki
Anayasa ve yasa engelleri kaldırılmalıdır. Ülkemizde nehir tipi küçük
hidroelektrik santrallarının kurulması teşvik edilmeli ve bu arada, Diyarbakır
TEMSAN Jeneratör Fabrikası, tam kapasite üretim yapabilecek konuma getirilmeli
veya süratle özelleştirilmelidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz, dünyanın en zengin
petrol ve doğalgaz rezervlerinin ve enerji talebinin en yüksek olduğu
bölgelerin merkezinde bulunmaktadır ve bu konumuyla, enerji terminali olmaya
adaydır. Bu bakımdan, Türkmenistan-Türkiye-Avrupa doğalgaz boru hattının,
Rusya-Karadeniz-Türkiye doğalgaz boru hattının ve Bakü-Ceyhan hampetrol boru
hattının gerçekleşmesiyle, hem ülkemizin enerji ihtiyacı karşılanmış ve hem de
çok önemli stratejik bir konum elde edilmiş olacaktır. Bu yönde atılacak her
adımı, Refah Partisi sonuna kadar destekleyecektir.
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığımızın bütçesinin, Bakanlık
mensuplarına ve ülkemize hayırlı olması dileğiyle, şahsım ve Refah Partisi
Grubu adına, Yüce Heyetinizi ve aziz vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.
(RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Pamukçu.
Sayın Ahmet Derin, buyurun. (RP sıralarından alkışlar)
RP GRUBU ADINA AHMET DERİN (Kütahya) – Sayın Başkan, saygıdeğer
milletvekilleri; Enerji Bakanlığının 1998 yılı bütçesi üzerinde, Refah Partisi
Grubunun üçüncü konuşmacısı olarak huzurlarınızdayım; bu vesileyle, hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Benden önce konuşan arkadaşım, genel manada, enerji ağırlıklı bir
konuşma yaptı. Bakanlığın adı Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı; bugüne
kadar, 54 üncü Hükümete kadar, tabiî kaynaklar, enerjinin, enerji
yatırımlarının âdeta gerisinde kalmış; her iki sektörü ilgilendirmesine rağmen
ağırlık, enerjide olmuş. Bunu, yıllar itibariyle yapılan sabit yatırımlarda
görüyoruz. 1980'lere kadar gayri safî millî hâsılada madenciliğin payı yüzde
2'lerde iken, 1995,1996 yılları dikkate
alındığında, madenciliğin gayri safî millî hâsıladaki payı yüzde 1'ler
mertebesine düşmüş.
Halbuki, ülkemizin maden potansiyeli incelendiğinde, eğer, Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanlığı buna ehemmiyet verse veya Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanlığından madencilik bakanlığı statüsü ayrılsa, devlet bakanlıklarından
biri, müstakilen madencilik bakanlığı haline getirilse, ülke imkânlarına sahip
çıkılacak ve gayri safî millî hâsıladaki madenciliğin payının, gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkelerde aşağı yukarı bizim 15 mislimiz olan yüzde 20'ler
mertebesine çıkmasının bizim ülkemizde de mümkün olduğu görülecektir.
Madencilik potansiyeli incelendiğinde, bazı verilere göre 3 trilyon
dolarlık bir rezerv, bazı ilim adamlarımıza göre de 4 trilyon dolara yakın bir
rezervin tespit edildiği görülecektir. Her ne kadar rezerv itibariyle dünyada
birkaç madenin dışında çok büyük rezervlere sahip olmasak bile, çeşitlilik
dikkate alındığında, 44 çeşit madeniyle, ülkemizin, âdeta yeraltı maden müzesi
olduğu görülecektir. Bu açıdan, ben, meseleyi, enerji ve madencilik noktasında
ikiye ayırarak konuşmamı yapmak istiyorum.
Benden önce konuşan arkadaşlarım, bazı rakamlar verdiler; işte, şu kadar
üretiyoruz, kişi başına şu kadar tüketimimiz var şeklinde. Herkesçe biliniyor
ki, son yıllarda, bir enerji krizi bizzat yaşanıyor. Mühim olan, nasıl
yapacağız da bu sıkıntılardan kurtulacağız... Her yıl, 3 500-4 000 megavat
kapasitenin sisteme ilavesi gerekiyor; bunun için de, ülkenin, dağıtım
hatlarıyla birlikte, her yıl 4-4,5 milyar dolarlık yatırıma ihtiyacı var.
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığımızın bütçesi incelendiğinde
görülecektir ki, bu rakamı bütçe kaynaklarından sağlayabilmek mümkün değil;
öyleyse, özel ve yabancı sermayeye ihtiyaç var. Ancak, mevzuatımız o kadar dar
kalıplar içinde ki, o kadar sahipsiz ki, şartlar, özel yabancı kaynağın veya
özel sektör yatırımlarının şartları ve altyapısı hazırlanmamış. İhaleler
yapılıyor, Danıştay tasdiki aylar sürüyor; ama, Türkiye, karanlığa mahkûm
oluyor.
Yabancı sermaye ve özel sektör, termik ve hidrolikten daha ziyade,
doğalgaza dönük santrallar yapmanın gayretinde. Bu açıdan, sadece Rusya'ya
konsantre olmak değil, Rusya'nın yanında, ihracatçı çeşitlendirmesine gitmek,
her hükümetin üzerinde durması gereken bir olay.
Ayrıca, ithal doğalgazın alternatifini de planlayıp icraata geçirmeli bu
hükümetler. Doğalgazın alternatifi olarak da, dünyada rezerv itibariyle ikinci
durumda olduğumuz toryum ve uranyum yataklarımıza dayalı nükleer alternatif ile
ithal kömüre dayalı termik santralların da alternatif olarak değerlendirilmesi,
doğalgaz alamadığımız takdirde karanlıkta kalmamamızın sağlanması gerekir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Derin, 1 dakika içinde toparlayınız.
AHMET DERİN (Devamla) – Ancak, 1970'lerden beri ülkemiz, nükleer santral
kuracağız gayreti içerisinde; ama, ne yazık ki, gizli bir el nükleer santralın
ülkemizde kurulmasını engelliyor. Bu çalışma 1959'da başlamış, 1970'lerde yer
tespiti yapılmış, aradan yirmiyedi yıl geçmiş, ne yazık ki, henüz, sadece
ihalesini yapabilmişiz ve bunun yanında da, seçimin yapılabilmesi, temelinin
atılabilmesi ve tekliflerin kabul edilebilmesi için şart olan müşavir
mühendislik ihalesi yapılmasına rağmen, teklifler, Bakanlık tarafından altı
aydır sonuçlandırılmamaktadır. Acilen, bunun sonuçlandırılması lazımdır ve
nükleer santrala dönebilmek için siyasî bir kararlılık şarttır, onun dışında
toplumsal kararlılık da şarttır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AHMET DERİN (Devamla) – Toplumsal kararlılığa ulaşabilmek için de,
halkın aydınlatılması...
BAŞKAN – Sayın Derin, teşekkür ediyorum.
AHMET DERİN (Devamla) – Cümlemi tamamlıyorum Sayın Başkanım.
...yöre halkının insan gücü planlaması ve nükleer santralın teknik
eğitiminin bugünden yapılması gerektiğine inanıyor; 1998 bütçesinin hayırlı
olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Derin.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Hilmi Develi; buyurun efendim.
(CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Develi, eşit paylaşıyorsunuz?..
HİLMİ DEVELİ (Denizli) – Evet
BAŞKAN – Buyurun.
CHP GRUBU ADINA HİLMİ DEVELİ (Denizli) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçesi üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubunun görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunmaktayım; sizleri,
Grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.
Bakanlık, 1957 yılında kurulmuş olup, ülkemizde sağ siyasetlerin
uyguladığı ekonomik politikalar, bakanlığın ismine de yansımış, o günden bugüne
kadar 12 kez isim değiştirmiştir. Yansıma, sadece isim bazında kalmamış,
Bakanlığın işlevleri ve etkinliği, giderek sanayinin dışına doğru kaymıştır.
Bakanlık, bugünkü konumuyla da toplumun tüm kesitlerini etkileyen bir
yapıda olup, sanayi, ticaret ve tarımın örgütlü üretici kısımları ile
tüketiciler, bu bakanlığın görev alanı içindedir. O nedenle, ekonomiyle
doğrudan ilişkilidir; dolayısıyla, ülke ekonomisi için alınacak tüm önlem ve
kararlar da, bu Bakanlığın katılımıyla yaşama geçecek ve ağırlığı en çok olacaktır.
Bölgelerarası gelişmişlik farklılıklarının giderileceği, girişimcilerin
kendi işlerini kuracağı ve geliştireceği, esnaf ve sanatkârın, küçük ve orta
ölçekli işletmelerin ve sanayinin Anadolu'ya yayılacağı; mikro elektronik,
telekomünikasyon, temiz enerjiler, yeni malzeme teknolojileri, genetik
teknolojisi, bilgisayar teknolojisi, bio teknoloji, bilgi-enformasyon, ana
sanayi ve yan sanayi ilişkileri, tarım ve sanayi bütünleşmesi, tarımda
üreticilerin demokratik örgütlenmeleri, tüketicinin korunması, her alanda dünya
rekabet koşullarıyla bütünleşerek üretime ve ihracatın artırılarak üretim
yatırım ekonomisine geçiş projelerinin hazırlanması ve yaşama geçirilmesi gibi
işler, Bakanlığın temel amacı olmalı ve bu bağlamda da yeniden yapılanmalıdır;
Japonya'daki Miti örneğinde olduğu gibi.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 24 Aralık seçimlerinden bugüne
kadar kurulan 53 üncü ve 54 üncü Hükümetlerin program ve uygulamalarına
baktığımızda, rant ekonomisinden üretim ekonomisine dönüşüm kararlılığını
gösteren bir uygulama olmadı. 55 inci Hükümetin pogramına, bütçesine ve bugüne
değin altı aylık uygulamalarına baktığımızda da, değişen bir şey olmadığını
görüyoruz.
Bu Hükümet, bir konuda kesin tavrını ortaya koymalıdır.; seçim hükümeti
veya çözüm hükümeti olma konusundaki ikircikli tavrı, ülkemize, siyasal ve
ekonomik istikrarsızlık getirmektedir. Eğer, bu bütçe, enflasyonla mücadele
bütçesiyse -kaldı ki, bize göre değil- 55 inci Hükümet enflasyonla mücadele
konusunda kararlı ise, tüm sorumluluğu üstlenip gereğini yerine getirmelidir.
Son bir aydır, gerek Sayın Başbakanın gerekse ekonomiden sorumlu Devlet
Bakanlarının çelişkili açıklamaları, piyasalarda dalgalanmalara neden
olmaktadır. Örneğin, Menkul Kıymetler Borsasındaki iniş ve çıkışlar,
spekülatörlere rant kazandırmaktadır. Piyasalarda hüküm süren istikrarsızlık,
müteşebbislerin yeni iş kurmalarına, sanayicinin yeni yatırım veya tevsi
yatırımlarındaki olumsuzluğa neden olmaktadır, esnaf ve sanatkârlarımız, siftah
yapamadan dükkânlarını kapatmaktadır. 55 inci Hükümetin bazı üyelerinin,
açıklamalarında daha dikkatli olması gerektiğini hatırlatmak isterim.
Sayın milletvekilleri, Lüksemburg'ta, Avrupa Birliği tarafından alınan
haksız kararlar ve bu kararlara gösterilen soğukkanlılıktan uzak ve duygusal
tepkiler, ekonomide, sanayi ve ticaretimizde bir kez daha dalgalanmalara neden
olmuştur. Sayın Başbakanın, Avrupa Birliğine altı aylık süre vermesi, bir
biçimde, Gümrük Birliği Sözleşmesini de olumsuz olarak etkileyecektir. Örneğin,
Gümrük Birliği Sözleşmesi gereği, KOBİ'lerde haksız rekabetin getireceği
olumsuzluklar için 3,5 milyar dolarlık malî yardımlar ile, Avrupa Yatırım
Bankası, Avrupa Sosyal Kalkınma Fonu kaynaklı projeler, yine, askıda kalmaya
devam edecektir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemiz nüfusunun yüzde 45'i,
tarımdan geçinen ve köylerde yaşayan bir yapıda ve bu oran, Türkiyemizin gelir
dağılımındaki dengesizliğinin bir göstergesidir. Türkiye, sanayi ile tarım
arasındaki bu çelişkiyi, bir anlamda gelir dağılımındaki bu bozukluğu, ancak,
sanayileşme sürecini hızlandırmakla giderebilir; bu süreç içerisinde, tarımı da
ihmal etmemelidir. Destekleme politikaları bire bir köylümüze verilmelidir.
Türkiye, tarımdaki verimliliği artırabilmek için, emekten yana, üreticiden
yana, ciddî ve tutarlı tarım politikaları hayata geçirilmelidir. Türkiye
tarımda sanayileşmeyi olmazsa olmaz şart olarak görmelidir.
Sanayi ve Ticaret Bakanlığına bağlı 16 Tarım Satış Kooperatifleri
Birliği vardır ve birliklerde, 408 kooperatifte, toplam 717 551 ortak üye
bulunmaktadır. Bugün, birlikler, Bakanlık tarafından yönetilmektedir. Bakan,
istediği zaman, seçilmiş yönetim kurullarını görevden alabilmektedir. Sayın
Bakan, üç yıldır, birliklerin demokratikleşeceğini söylüyor; ama, bu konudaki
yasa tasarısı henüz Genel Kurula gelemedi.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Bakanlık bütçesine baktığımızda,
1997'de 14 trilyon 380 milyar iken, 1998’de 21 trilyon 767 milyara yükselmiş,
artış oranı yüzde 58; oysa, konsolide bütçenin geçen yıla göre oranı, yüzde 88.
1997 yatırım programında yer alan ve 1998 yılında devam edilecek 168 organize
sanayi bölgesi projesi 195 küçük sanayi sitesi projeleri için, toplam 9 trilyon
500 milyar ödenek ayrılmıştır. 1998 yılı özelleştirme gelirlerinden de 7
trilyon 800 milyar geleceği hesaplanarak 363 organize sanayi bölgesi ve küçük
sanayi sitesi projesinin yapımı için, toplam 17 trilyon 300 milyar ödenek
ayrılmıştır. Proje başına düşen ödenek, yaklaşık 47, 6 milyardır.
Sayın millevtekilleri, bütün bu değerler, organize sanayi bölgeleriyle
küçük sanayi sitelerine ayrılan bütçe ödeneklerinin son derece yetersiz
olduğunu göstermektedir. Ülkemizde bir organize sanayi bölgesinin altyapısı
ortalama dört yıl, küçük sanayi sitelerinin yapımının tamamlanma süresi ise
ortalama sekiz yıldır. Gerek organize
sanayi bölgelerine ve küçük sanayi sitelerine ayrılan gerekse sanayi hizmetleri
ve Bakanlık ar-ge çalışmalarına ayrılan ödeneklerin azlığı, 55 inci Hükümetin
sanayi politikalarının yetersizliğini ortaya koymaktadır.
Ülke sanayisinin yüzde 98'ini oluşturan küçük ve orta ölçekli
işletmelere, bu Hükümetin bakış açısı da gerçekten düşündürücüdür. Plan ve
Bütçe Komisyonundaki bütçe görüşmelerinde, Cumhuriyet Halk Partili Komisyon
üyelerinin ikaz ve önergelerine rağmen, İktidar, küçük ve orta ölçekli
işletmelere teşvik niteliğinde bir tek kuruş bile ayırmamıştır. Hatta, Teşvik
Uygulama Genel Müdürlüğünde KOBİ dosyaları, finansman olmadığı gerekçesiyle
beklemektedir. Dolayısıyla, böyle bir yapı içerisinde bu yıl KOBİ'lere bir para
ayrılması, bir tek Eximbank kanalıyla olabilecektir.
Sayın milletvekilleri, 53 üncü ve 54 üncü Hükümetler, güvenoylaması
sonrası hemen soluğu güneydoğuda alır, bu bölgenin kalkınmasına yönelik bol
vaatli paketler açıklardı. 55 inci Hükümet de aynı yöntemi izledi. Bakanlar
Kurulu Siirt'te toplandı, bölgeye yönelik açıklamalarda da bulundu, hatta,
makûs talihin bu kez yenileceği söylendi. Açıklamanın yapıldığı günden bugüne
kadar, enerjide yüzde 50 indirim uygulaması dışında hiçbir iş yapılamadı.
55 inci Hükümetin olağanüstü hal bölgesinde ve kalkınmada öncelikli
yörelerde istihdam yaratılması ve yatırımların teşvik edilmesine yönelik yasa
tasarısı, 2 nci maddesi görüşülürken,
Plan ve Bütçe Komisyonunca geri çekildi.
Sayın milletvekilleri, doğu ve güneydoğunun kalkınmasına yönelik yasal
düzenlemeler ve teşvik uygulamaları güzel girişimler; ancak, alelacele olmayan,
ciddî düzenlemeler gerektirmektedir. Örneğin kalkınmada öncelikli yöreler
yerine, Devlet Planlama Teşkilatı ve Sanayi Bakanlığınca, fert başına düşen
millî gelir baz alınarak, ilçeler bazında çalışmalar yapılmalıdır. Yine, bu
bölgede hızla envanter çalışması yapılarak, çıkarılacak yeni yatırım projeleri,
fizibilite, danışmanlık hizmetleri ücretsiz olarak verilmelidir.
Organize sanayi bölgeleri ve küçük sanayi sitelerinin başlangıcını
oluşturacak düzenlemelerle, taşıma ve pazarlama destekleri sağlanarak, bir
bütünselliği olan teşvik sistemi uygulanmalıdır. Bunun yanı sıra, bölgede,
siyasal ve ekonomik, ciddî ve tutarlı politikalar yaşama geçirilmelidir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayın Bakanı, başlattığı, toplam
kalite yönetimi, yetki devri ve eleman alımındaki mülakat yöntemini kaldıran
uygulamaları nedeniyle kutluyorum. Özellikle, KİT yönetim kurullarına yapılacak
atamalar için belirlenen kriterler çok güzel. Yalnız, Sayın Bakan, bugüne
kadarki uygulamalarında bu anlayışın tam tersine haraket etti. Örneğin 53 üncü
ve 54 üncü Hükümetler döneminde, Doğru Yol, ANAP ve Refah Partilerinden aday
olmuş kişilere yönetimlerde görev vermiş veya hakkında suç duyurusunda bulunulmuş
kişileri yönetici olarak getirmiştir. Şimdi, Sayın Bakana soruyorum; güzel
uygulamaları, acaba, bu yapıyı değiştirerek mi yapacak?
Sayın Bakan, yapacağınız her güzel ve her doğru işte ülkemiz adına sizi
destekleriz; geçmişte yaptığınız kötü örneklere devam ederseniz, bunun da
hesabını Yüce Mecliste sizden sorarız.
Bugün, ülkemizde, KOBİ'lerin temel sorunu, teknolojik dönüşüm
ihtiyaçlarıdır. Bu sorunun çözümü ise, öncelikle, KOBİ'lerin finansman
sorununun çözümünü gerektirmektedir. Gelişmiş ülkelerde, KOBİ'lerin, genel
kredi hacmi içerisindeki payları, yüzde 45-55 civarındadır. Bu oran, ülkemizde
ise ancak yüzde 4 mertebesindedir. Bu yetersiz oranların, gelişmiş ülke
düzeyine çıkarılması ve bu amaçla, Halk Bankasının kredi plasman hacminin
devletçe katkı sağlanarak yükseltilmesi şarttır.
Küçük ve orta ölçekli sanayi işletmelerinin finansman yetersizliğinin
aşılabilmesi için Halk Bankası tarafından 1996 yılında başlatılan Teşvik Fonu
kredisi uygulamaları, maalesef, oldukça sembolik boyutlarda kalmıştır. Yapılan
başvurular, ticarî kredibilite yönünden değerlendirilmiş ve sonuçta, 1997 Ekim
ayı itibariyle toplam 2 272 firmaya kredi desteği verilebilmiştir. Oysa,
Türkiye'de, küçük ve orta ölçekli sanayi işletmelerinin sayısı 200 bindir;
yani, ancak, yüzde 1'lere tekabül edebilen bir teşvik uygulaması hayata geçme
noktasındadır.
Selektif bir yaklaşımla ele alınamayan bu kredi tahsis uygulamaları,
yetersiz boyutları bir yana, teknolojik içeriği yüksek ürünleri üretebilme
amacıyla da gerçekleştirilememiş ve dolayısıyla, ülke kaynaklarının israfı
olarak nitelendirilebilecek bir uygulamaya dönüşmüştür.
KOBİ'lerin finansman ihtiyaçlarının yeterli düzeylerde karşılanması
sağlanmalı ve uygulama, yeni finansal araçlarla geliştirilmelidir. Bu
doğrultuda olmak üzere, Kredi Garanti Fonuyla, risk sermayesi uygulamalarının
hukuksal altyapısı süratle oluşturulmalıdır.
Ekonomimizin, dünyadaki teknolojik dönüşüme uyum sağlayabilmesi için
yapılması gereken temel çalışmalardan biri de, teknoloji geliştirme
bölgelerinin oluşturulmasıdır. Üniversite-sanayi işbirliğini kurumsallaştıracak
ve sürekli kılıcak olan bu mekânların, organize sanayi bölgesi benzeri bir
yapılanmayla, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı öncülüğünde yaşama geçirilmesi,
ekonomimiz için son derece yaşamsaldır. Bugün "Asya Kaplanları"
dediğimiz ülkeler, ekonomik sıçramalarını ve bilgi toplumuna uyumdaki
başarılarını, büyük ölçekte, teknopark uygulamalarına borçludurlar; ülkemizde
de bu amaçla başlatılan çalışmaların, daha fazla zaman kaybedilmeksizin sonuçlandırılması
zorunludur. Bu konudaki her gecikme, globalleşen dünyadaki teknolojik yarışta
geride kalmamıza neden olmakta ve rekabet gücümüzü azaltmaktadır. Bakanlık
nezdinde çok önceleri başlatılan teknoloji geliştirme bölgeleri kanun tasarısı
hazırlık ve çalışmaları mutlaka sonuçlandırılmalı ve çok gecikmiş olduğumuz bu
alanda, gereken, süratle yapılmalıdır. Sayın Bakan hatırlarlar; ben KOSGEB
Başkanıydım, Sayın Bakan da Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanıydı; bu
yasa tasarısı o zaman gündeme geldi; yaklaşık üç yıldır, hâlâ, bu yasa tasarısı
Genel Kurula gelemiyor.
Bakanlık, yine, KOSGEB'le ilgili, bütçede ciddî anlamda hiçbir düzenleme
yapamamış. KOSGEB'in gelirlerini oluşturan fon, hâlâ, bütçe kapsamı içerisinde.
KOSGEB'in bütçesi, geçen yıl 2 trilyon 250 milyar, bu yıl 3 trilyon 400 milyar;
yine yetersiz. Üç yıldır, Sayın Bakan, 3624 sayılı KOSGEB Yasasında değişiklik
yapacağını ifade etmekte; ancak, bırakın bu yasa değişikliğini, KOSGEB'e, hâlâ,
üç yıldır bir başkan bile atayamadı.
Sayın Bakan, Başbakanlığa verdiğiniz, komisyonlarda bekleyen veya
hazırlayıp görüş istediğiniz yasa tasarılarını, lütfen, izleyerek, Genel Kurula
gelmesini sağlayınız; çünkü, hazırlanan bu yasa tasarıları ülkemiz için son
derece önemlidir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 55 inci Hükümet, Halk Bankasının
esnaf ve sanatkârlar ile KOBİ'lere uyguladığı kredi faizlerini 10 puan
artırmıştır. Oysa, Anayasanın 173 üncü maddesi gereği, esnaf ve sanatkârlar,
devlet tarafından korunması ve desteklenmesi gereken bir kesimdir. Halk Bankasının,
ihtisas bankası anlayışıyla görev yapması, kredilerin ekonomik ve sosyal
yönünün önplana çıkarılması gerekmektedir. KOBİ Kararnamesinde esnaf ve
sanatkârlar lehine düzenlemeler yapılmalıdır. Doğu ve güneydoğuda kredi faiz
uygulamaları ile özkaynak şartı için yüzde 50 indirim olmalı, artık, bundan
böyle, gayrimenkul ipoteği yerine tezgah rehni uygulamasına geçilmelidir. 1163
sayılı Kooperatifler Yasasının 19 uncu maddesi yeniden düzenlenerek, paylar, 1
000 paydan 5 000 paya çıkarılmalıdır. Bunun anlamı şudur: Halk Bankası, bugün,
esnaf ve sanatkârlara, bu Yasada öngörülen kısıtlamalar nedeniyle, en fazla 1
milyar lira verebilmekte; oysa, 5 000 paya çıkarıldığında, Halk Bankasının
esnaf ve sanatkârlara vereceği rakam 5 milyar lira olacaktır. Özellikle, esnaf
ve sanatkârlara verilen kredi uygulaması sırasında, bloke kesintisi, artık,
sona ermelidir. 507 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar Yasası güncelleşmelidir.
Özellikle, Türkiye'nin, gümrük birliği sürecinde, esnaf ve sanatkârların
tanımını yeniden yapma konusunda, 507 sayılı Yasada ivedilikle değişiklik
yapması gerekmektedir; çünkü, küçük işletmeler...
BAŞKAN – Sayın Develi, şu an, Sayın Arifağaoğlu'nun süresinden bir
hayli kullanmış durumdasınız.
HİLMİ DEVELİ (Devamla) – Bitiriyorum Başkanım.
Dolayısıyla, bu yasa, son derece önemlidir. Bağ-Kur Yasası, günün
koşullarına uygun hale getirilmelidir. Tüketici haklarının korunduğu bir
anlayış hâkim olmalı, tüketici mahkemeleri, zaman yitirilmeden kurulmalıdır.
Promosyonda, çifte standart uygulamasına neden olan yasal boşluklar
giderilmelidir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ileri ve dengeli sanayileşme
sağlanmadan, ne işsizlik kalıcı olarak indirilebilir ne toplumsal refah
geliştirilebilir ne ekonominin rekabet gücü arttırılabilir ne de demokrasimiz
derinleştirilebilir.
Bu anlayışla, Bakanlık bütçesinin, ülkemize, Bakanlığımıza hayırlı
olması dileğiyle Yüce Meclise saygılar sunuyor, devrim şehidi Kubilay'ı da
saygıyla anıyorum. (CHP, ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Metin Arifağaoğlu, buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Arifağaoğlu, 13 dakika vaktiniz var.
CHP GRUBU ADINA METİN ARİFAĞAOĞLU (Artvin) – Sayın Başkan, değerli
milletvekiller; Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının 1998 yılı bütçesi
üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; şahsım ve
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Yüce Meclisi ve izleyen vatandaşlarımı,
sevgilerle, saygılarla selamlıyorum.
Enerji politikaları, çevre bilinci ve ulusal çıkarlar gözönünde
tutularak belirlenmektedir. Bu bağlamda, siyasî tercihlerle ani kararlar
vererek, günlük ve değişken politikalar üretmek yerine, mevcut kaynaklarımızı
ve tüketim taleplerimizi çok iyi tespit edip, bunları daha gerçekçi
değerlendirmek suretiyle ulusal enerji politikasını oluşturmak gerekmektedir.
Ulusal enerji politikası oluşturmada, enerji kaynağının ekonomik olarak
işleyebilmesi yanında, güvenilir olması da çok önemlidir. Güvenilir enerji
demek, öncelikle yerli enerji kaynakları demektir. Bu kaynaklar işletilmediği müddetçe
güvenilir enerjiden bahsetmek mümkün değildir.
Ülkemiz, hidrolik enerji açısından zengin ülkeler arasında sayılabilir.
Hidrolik potansiyelimiz 433 milyar kilovat/saat/yıldır; ancak, ekonomik ve
teknik değerlendirilebilir hidrolik potansiyel 125 milyar kilovat/saat/yıl
olarak belirlenmektedir. 20 nci Yüzyılın sonlarına yaklaşıyoruz, bu hidrolik
potansiyelimizin ne kadarından istifade ettik; bitmeyen, tükenmeyen enerji
kaynağımız olan akarsularımızın yüzde 29'undan istifadeyle 36 milyar
kilovat/saat enerji üretebiliyoruz. İnşaat halindeki 32 adet barajın devreye
girmesiyle, üretilen hidrolik enerji toplamı, 2004 yılı sonunda takriben 50
milyar kilovat/saat/yıl olacaktır. 2004 yılı sonunda yeni barajlara
başlamazsak, yüzde 60'lık potansiyel, yine, boşuna akmış olacaktır.
1997 yılı sonu itibariyle, üretimin 102,8 milyar kilovat/saat olması
beklenmektedir. 1998 yılı enerji talebi 115,1 milyar kilovat/saat. Oysa,
üretilecek enerji miktarı 108,5 milyar kilovat/saat civarında beklenmektedir.
Buradan görüleceği gibi, 1998 yılında 6,6 milyar kilovat/saatlik bir enerji
açığı bulunmaktadır. Bu miktar enerji, ya ithal edilecek ya da elektrik
kısıtlamalarıyla, halkımız, sıkıntının içine sokulacaktır.
Niçin bu durumla karşı karşıyayız? Kaynaklarımızın tamamını kullandık
mı; hayır. Akarsularımızın takriben yüzde 70'i boşa akıyor. Bu, kimin
beceriksizliğidir; bu, bugüne kadar gelen hükümetlerin ihmal ve tutarsız
politikalarının neticesidir.
Benim üniversite yıllarımda, hidrolik potansiyelin yüzde 3'ünden
istifade ediliyordu. Aradan otuz yıl geçti. Bu rakam, yüzde 29 veya yüzde
30'lara yükselmiş oldu. Gelmiş geçmiş hükümetler, enerji için borçlanıp, bu
santralları, yüzde 70-80 mertebesine ulaştırmış olsalardı, bugün, dış kaynaklı
santralları çalıştırmaya gerek yoktu.
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı bütçesi görüşmelerinde, üçüncü kez
karşınızdayım. 1996 ve 1997 yılı bütçeleri üzerinde görüşlerimi belirtirken,
defalarca, hidrolik barajların üzerinde durdum. Vakit kaybetmeden, bütçedışı
olanaklar sağlanarak, projesi bitip, yapımı beklenen barajların, behemehal
başlamasının doğru ve akılcı bir yaklaşım olacağını vurgulamıştım.
Enerji havzalarımızdan Çoruh Nehri Havzası, diğer havzalar içerisinde
var olan brüt enerji potansiyeline oranla, ekonomik olarak kullanılabilir
enerji potansiyeli en yüksek olan havza durumundadır. Altını çizerek
belirtiyorum; bir an evvel bu projelere başlamazsak, ülkemizin sonu karanlık
olacaktır. Enerji olmadan sanayii gerçekleştiremezsiniz, Türkiye'nin önünü
açamazsınız.
54 üncü Hükümetin Başbakanı, Sayın Erbakan Hoca, Çoruh Vadisi
barajlarının tanıtım gecesinde, 17 baraja birden başlayacaklarını ifade
ettiler. Bu, doğru bir yaklaşımdır. Bu barajların hepsine başlamak en akılcı
yoldur; ancak, 17'sinden vazgeçtik, Erbakan Hoca birine dahi başlayamadı.
Barajların tanıtım gecesinde siyaset yapıldı; partisine katılanlara rozet
takıldı, partisinin il başkanından Artvin Şehrinin anahtarı alındı; ancak, buna
rağmen, bu barajlardan birine dahi başlanılamadı. Artvinliler, şehirlerinin
anahtarının verilmesini iyi bilirler, oyun oynanmasını istemezler. (CHP
sıralarından alkışlar)
Çoruh havzasında bulunan, 10 anakol üzerindeki barajlardan, Deriner
Barajının şantiye kurma çalışmaları devam ediyor. 55 inci Hükümet tarafından,
Artvin halkına ilan edilip, 9 Kasımda yapılamayan temel atma töreni için
mazeretlerinizi doğru bulmuyorum. Halkımıza, bu konuda yeterli bilgi
verilememiştir. Ulusal enerji politikamızın gereği olarak, Çoruh Havzasında
bulunan Muratlı, Borçka, Artvin ve Yusufeli Barajlarına vakit kaybedilmeden
başlanmalıdır.
Değerli milletvekilleri, üretimden tüketime enerji nakil hatları ve
dağıtım şebekelerindeki kayıp, ortalama yüzde 17 mertebesindedir. Bu, çok büyük
bir rakamdır. Bu konuda, yüzde 10'luk bir tasarruf, 10 milyar kilovat/saatlik
enerjinin heba edilmesini önler. Enerjide kayıpları önleyecek tasarruf,
Hükümete kaynak yaratacak en önemli faktörlerden biridir. Hükümetin, vakit
kaybetmeden, bu konuya eğilmesi gerekmektedir. İletim ve dağıtım şebekelerinde
gerekli çalışmaların yapılıp, kayıpların yüzde 7 mertebesine indirilmesi
hedeflenmelidir.
Değerli milletvekilleri, enerji kaynakları, milyonlarca yıllık dünya
tarihinin insanlığa bıraktığı doğal miraslardır. Bu nedenle, bize bırakılan bu
mirasları, yani enerji kaynaklarını iyi değerlendirelim. Bizler, bizden
öncekilerin yanlış yaptıklarını söylüyorsak, bizden sonrakilerin aynı
tenkitleri yapacaklarını da unutmayalım.
Değerli milletvekilleri, enerji kısıtlamalarıyla karşılaşmamak için,
yılda, 2 500 -3000 megavat kurulu güç ilavesine ihtiyaç vardır. Parasal olarak,
3 milyar dolarlık iletim ve donatım sistemiyle, yılda 4 milyar dolarlık
yatırıma ihtiyaç bulunmaktadır. Bugüne kadar uygulanan değişken enerji
politikalarıyla, bu taleplere cevap vereceğinize inanmak zordur. Köklü
tedbirler alarak, akıllıca borçlanarak, yerli kaynaklarımızın tamamını
kullanarak enerji sorununu çözüme ulaştırmalısınız.
Değerli milletvekilleri, çağdaş yaşama olanaklarının bölgesel ve
toplumsal olarak dengeli biçimde sağlanabilmesi ve sürdürülebilmesinin
öncelikli koşullarından birisi de, enerjinin, bütün vatandaşlara, güvenli,
kaliteli ve kesintisiz olarak sunulmasıdır. Bu, öncelikle, devletin vazgeçilmez
görevlerinden biridir. Bu anlamda, enerji kullanımı bir hak olarak algılanmalı
ve tüketiciye ulaştırılması için gereken her türlü yatırım ve hizmet, kamusal
gereklilik olarak değerlendirilmelidir.
Değerli milletvekilleri, sanayileşmenin, ilerlemenin ve refah toplumu
olmanın yolu, sanayileşmiş ülkelerin ürettiği kadar elektrik enerjisi üretmek
ve tüketmekten geçer. Elektrik enerjisinin üretimini yeterli miktarda
gerçekleştiremezsek, ne işsizlik ne sanayileşme ne üretim artışı ne de
enflasyon sorununu çözebiliriz. Üzerinde çok yazılıp çizilen ve masa başında,
para politikalarıyla çözülmek istenen enflasyon, elektrik enerjisi üretimi
yeterli miktarda artmayınca çözülemez.
Değerli milletvekilleri, Türkiye Taşkömürü Kurumuna kısaca değinmek
istiyorum. Taşkömürü Kurumunda bulunan sorunların ve çözüm yollarının tespit
edilmesi amacıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi Araştırma Komisyonu kurulmuş ve
raporunu Başkanlığımıza sunmuş, bu rapor Mecliste görüşülmüş; dönemin Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanı, bilimsel ve rasyonel verilerden oluşan raporun içeriği
ve sonuç bölümünde bulunan önerilere uyacaklarını belirterek, Komisyona
teşekkür etmiştir. Aradan bir yıl geçmiştir, hiçbir soruna el atılıp
düzeltilmemiştir. Liyakate değil, sadakate dayanan tayinlerle, Kurumun zararı
büyüyerek artmıştır. Türkiye Taşkömürü Kurumunda sorunların ve zararın
azaltılması isteniyorsa, Meclis Araştırma Komisyonu raporunun uygulanması
yeterli olacaktır.
Değerli arkadaşlarım, 55 inci Hükümet, görüşülmekte olan 1998 yılı
bütçesiyle, enflasyonu yüzde 50 mertebesine indireceğini ifade etmektedir.
Halkımızın beklentisi, enflasyonun tek haneli rakamlara inmesidir. Enflasyonu
indireceğiz diyorsunuz; ancak, uygulamalarınız, enflasyonu düşürecek tarzda
değildir. Ülkemiz, yirmi yıldır, yüksek enflasyonla karşı karşıyadır. Türkiye
gibi, yüksek enflasyonun devam ettiği ikinci bir ülke görmek mümkün değildir.
Yaptığınız uygulamalarla enflasyonu körüklediniz. Köylümüzün kullandığı ziraî
kredi faizlerini ortalama 20 puan artırdınız. Halkımızı sıkıntıya soktunuz;
halkımızın yaşam standardında bir rahatlama, ferahlama gösteremediniz. Yüce
Parlamentonun üyesi olarak, enflasyonu düşüreceğinize inanamıyorum; halkımız
nasıl inansın?
Değerli milletvekilleri, halkımız, uzun süredir, temiz toplum, temiz
siyasetçi arayışı içine düşmüştür.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Arifağaoğlu, 1 dakika içerisinde toparlayınız.
METİN ARİFAĞAOĞLU (Devamla) – Bu bağlamda, bu doğrultuda, ülkenin her
yerinden, temiz topluma giden yolların açılması konusunda demokratik talepler
yükselmektedir. Şimdi, bize düşen görev şudur: Toplumun her kesiminde var olan
ve kurumlaşan yolsuzluk, usulsüzlük, soygun, vurgun, çete ve mafya düzenini
ortadan kaldıracak girişimlerde birliktelik sağlayalım. Gelin, bu yolda, her
türlü yasal ve idarî yapılanmanın gereğini yerine getirelim. 20 nci Dönem
milletvekilleri olarak, bu onuru birlikte paylaşalım. Önce Meclisten
başlayarak, dokunulmazlıklarımızı kaldıralım. Yüzlerce yıllık toplumsal
değerlerimizi altüst etmeyelim.
1998 yılı Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı bütçesinin, halkımıza,
milletimize ve Bakanlıkta çalışanlara hayırlı olmasını diliyor, bu arada,
demokratik ve laik cumhuriyetin yiğit savunucusu...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
METİN ARİFAĞAOĞLU (Devamla) – ...şehit Asteğmen Kubilay'ı katledilmesi
nedeniyle, saygıyla, sevgiyle anıyor, karanlık düşüncelerin, kirli emellerine
hiçbir zaman ulaşamayacaklarını belirtiyor, Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Arifağaoğlu.
Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın İlyas Yılmazyıldız; buyurun
efendim. (DYP sıralarından alkışlar)
Sayın Yılmazyıldız, süreyi eşit mi paylaşıyorsunuz?
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – 15 er dakika efendim.
BAŞKAN – Buyurun.
DYP GRUBU ADINA İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri, değerli izleyiciler; Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçesi
hakkında, Doğru Yol Partisinin görüşlerini açıklamak üzere söz almış
bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sanayi Bakanlığımızın, ülkemizin gelişmesi, işsizliğin önlenmesi için
yürütülmekte olan pek çok projede önemli yönlendirici rolü vardır.
Sayın Bakanın, bütçenin sunuş konuşmasındaki ifadesiyle, Ülkemiz imalat
sanayiin toplam değerleri içinde yüzde 99,5'luk işyeri ve yüzde 61'lik istihdam
payını üstlenen küçük ve orta boy ölçekli işletmelerin sorunlarına köklü
çözümler getirmek üzere, destek ve geliştirme hizmetlerini, 1990 yılından bu
yana, 34 ilde kurulu bulunan 54 adet hizmet merkezinde sürdürmekte olan
KOSGEB'e, 1998 yılı bütçesinde ayrılan rakamlara baktığımızda, KOSGEB'in, ancak
çalışanların maaşını karşıyacak düzeyde olduğunu görmekteyiz."
Ülkemizin çok önemli ekonomik kurumları olan küçük ve orta boy
sanayicilere bilgi ve destek vermesi gereken bu Kurumun, bu bütçe rakamlarıyla,
böyle bir destek veremeyeceği açıktır. Sanayi Bakanından, KOBİ'lere daha iyi
destek hizmeti verebilmesi, bu kuruluşların, dünyanın diğer ülkelerindeki
benzerleriyle rekabet edebilmesi için, KOSGEB'e daha fazla kaynak bulması ve
KOBİ'lere ar-ge desteğini artırması için gerekli önlemleri almasını rica
etmekteyiz.
54 üncü Hükümet döneminde, KOBİ'lere verilen kredi miktarı 80 trilyon TL
iken, 55 inci Hükümetin altı ayda dağıttığı kredi miktarı bunun çok altındadır;
bendeki rakamlar eğer yanlış değilse 4,5-5 trilyon lira civarındadır. Ayrıca,
KOBİ kredisi için başvuran küçük ve orta boy işletmelerin, Halk Bankası ve
Hazine Müsteşarlığı tarafından, dosyaları sonuçlandırılmayarak, sürüncemede
bırakılarak kredi almaları engellenmektedir. Öncelikle, bu konulardaki
taleplerin karşılanması, Halk Bankası ve Hazinedeki engellemelerin kaldırılması
ve KOBİ'lere gerçek anlamda destek verilmesini 55 inci Hükümetten
beklemekteyiz. Bu Hükümetin, kendine destek veren sermaye çevrelerine diyet
ödemeye çalışacağına, ülkemizdeki üretimin büyük bir bölümünü yapan, istihdamın
çoğunu sağlayan KOBİ'lere daha fazla kaynak aktarması gerektiğini
düşünmekteyiz.
Değerli milletvekilleri, Sanayi ve Ticaret Bakanlığının, öncelikle konu
olarak kapsadığı alan çok geniştir. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, aslında ükenin
sanayi stratejisini belirlemesi gerekirken, aynı zamanda -isminde de olduğu
üzere- ticarî konulara değinmektedir; fakat, bakıyoruz, dışticaret çok parçalı,
dağılmış, birçok kuruluş tarafından yürütülmektedir. Halbuki, ülkemizin
kalkınmasında, ihracatın artırılması, döviz kazanılması çok önemlidir.
Ticaretin tek elden düzenlenmesi önemlidir.
Yine bakıyoruz, bir diğer olay, bugün Sanayi Bakanlığında -yine Sayın
Bakanın sunuş konuşmasından aldığım rakamlardır- üyeleri, ortak sayıları 4,3
milyonu aşan 66 bin civarındaki kooperatifler, yaklaşık 20 değişik türde
faaliyet göstermektedirler. Bu, birlik ve kooperatiflerin, dikkat ederseniz,
büyük bir kısmı çiftçiye, üreticiye hizmet vermektedir. Halbuki, Sanayi
Bakanlığının ağırlıklı olarak görevinin, sanayi stratejisini belirlemek
olmasını düşündüğümüze göre, bu birlik ve kooperatiflerin, gün geçirilmeden,
Doğru Yol Partisi zamanında hazırlanan, üreticiye devredilme projeleri bir an
önce kanunlaşmalıdır. Aksi halde, üreticiler üzerinde, hükümetlerin
politikalarına bağlı olarak, ayırımcı politikalar devam ettirilecektir; gerçek
anlamda liberalizasyon sağlanamayacaktır. Örneğin, Türkiye, 55 inci
Hükümette, ilk defa bir ayrımcılığı
yaşadı. Birkısım çiftçiye yüzde 50 faizle kredi verildi, birkısım çiftçiye
yüzde 70 faizle kredi verildi. Bunu anlamak mümkün değil. Ülkede değişik
ayırımcılıkları gördük; fakat, bunu anlamak mümkün değil. Çiftçinin tepkisi
üzerine bu kredi faizleri yüzde 50'ye indirildi. Böyle ayrımcılıkları ülkemizin
kaldıramayacağını, yanlış olduğunu, Doğru Yol Partisi olarak belirtmek istiyoruz.
Bugün, ayçiçeğini, zeytini, çeltiği, buğdayı, tütünü, üzümü, inciri
yetiştirirken ne zorluk çekiliyorsa, fındığı yetiştirirken de aynı zorluğun
çekildiğini -aynı zorluğu çektiklerini- bu Hükümetin bilmesi gerekmektedir.
Fiskobirlik'e yüzde 50 ile kredi, Tarım Kredi Kooperatiflerine yüzde 70'lik
faizle kredi; bunu anlamak mümkün değildir. Böyle ayrımcılıkların
tekrarlanmamasını, özellikle istirham ediyoruz.
Yine, bakıyoruz, daha önceki Doğru Yol Partisi döneminde, fındığa
gerçekten iyi fiyat verilmiştir; ama, diğer ürünlere de iyi fiyat verilmiştir.
55 inci Hükümet döneminde fındığa güzel fiyat verilmiştir -kendilerini
kutluyoruz- ama, bakıyoruz ki, ayçiçeğine yüzde 50, pamuğa yüzde 70, çeltiğe
yüzde 70 zam verilmiştir. Enflasyonun yüzde 100 olduğu bir ortamda, bu kadar
düşük zamlarla çiftçiyi desteklemek mümkün değildir; hele hele bu ayırımcılığı
anlamak mümkün değildir.
Yine, bakıyoruz, Doğru Yol Partisi İktidarı döneminde pancara verilen
taban fiyatı 11 bin lira. 55 inci Hükümet de "bu fiyat çok fazladır,
şekere zam yapacağım" demiştir. Sayın Bakanın bu ifadesi gazetelere
yansımıştır; fakat, görüyoruz ki, 55 inci Hükümetin ardı ardına yaptığı
zamlarla, 11 bin lira taban fiyatı da az gelmektedir. Bugün, Sinoplu, Konyalı,
Balıkesirli, kısacası, Türkiye'de geniş bir alanda pancar ekimi yapan
çiftçimiz, mazot fiyatlarına, gübre fiyatlarına gelen aşırı zamların karşılığı
olarak ilave destekleme beklemektedirler. Bu konuda Hükümeti duyarlı olmaya
çağırmaktayız.
Bir diğer konu, Sanayi Bakanlığı bünyesinde pek çok KİT bulunmaktadır.
Örneğin, şeker fabrikaları gibi... KİT'ler süratle özelleştirilmeden, kara
delikler kapatılmadan enflasyonun indirilmesi mümkün değildir. Öyle "ben,
ensesinden tutup, aşağı indiririm" diye, yalancı pehlivanlar gibi
böbürlenmenin de hiç âlemi yoktur!.. Enflasyon, ekonominin kuralları
içerisinde, mantıklı, akıllı uygulamalarla indirilebilir. Eğer, siz, bütçe
açığını kapatamazsanız; eğer, siz, zarar eden KİT'leri bir şekilde özelleştirip
devletin sırtından bu kamburları kaldıramazsanız, enflasyon inmez. O zaman, ne
olur; bu açıkları kapatmak için mazota her gün zam, gübreye her gün zam, ilaca
her gün zam, ekmeğe her gün zam, milletin sırtına biner, o şekilde bunu
kapatırsınız; bunun adı da enflasyon olur.
Onun için, yapılması gereken birinci öncelikli şey, KİT'lerin mutlaka
özelleştirilmesi lazımdır; ancak, bu konuda, bu Hükümetten de çok ümitsiziz;
çünkü, bu Hükümetin bir tarafı diyor ki, "özelleştirme olmalıdır"
bakıyoruz, diğer tarafı diyor ki, "özelleştirmeyi askıya aldım."
Dün, bir sayın büyükelçiyle konuştum; Hükümetin bu tutarsızlıklarını
Avrupa Birliğinden dışlandığımız zamanki tepkiler için de ifade ettiler,
dediler ki "Hükümetin ilk açıklaması hakikaten koordine edilmiş, mantıklı,
olumlu, akılcıydı." İşte "biz siyasî ilişkilerimizi keseriz; Ege'yi
Yunanistan dışında kimseyle konuşmayız; Kıbrıs'ı konuşmayız..." dediler;
ancak, bakıyoruz ki, daha sonra, Sayın Başbakan, Brüksel'de, kimseyle koordine
etmeden, aklına geldiği gibi konuşunca tutarsız tepkiler çıktı. Neymiş; biz,
altı ayda olmazsa şöyle yaparız, ekonomik ilişkileri keseriz... Enteresandır.
Bu konuşmalar, İktidar Partisi milletvekili sözcüsüne de yansıyor ve diyor ki
"biz bu ihalelerde nükleer santralları dışlamalıyız, şunu yapmalıyız, bunu
yapmalıyız." Benim, bunu anlamam mümkün değil. Peki, adamlar derse ki, biz
de, sizin tekstilinizi almıyoruz... Ne yapacaksınız; 500 bin işçinizi sokağa mı
koyacaksınız?.. Yani, uygulayamayacağınız şeyleri, böyle yalancı pehlivanlar
gibi, ensesinden tutar indiririm şeklinde değil, akılcı... Devlet adamı veyahut
sorumlu mevkideki kişiler, duygusal tepki göstermezler; sorumlu mevkideki
kişiler, daima söyleyeceklerini düşünerek, sonuçlarını iyi anlayarak
konuşmalıdırlar.
Bakınız, CHP'li bir sözcü dedi ki "bu konuşmalar, korkarım ki, KOSGEB'e
yönelik veya KOBİ'lere yönelik bir kısım kredilerin gelmesinde de savsaklamaya
yol açacaktır." Yine bakıyorsunuz, devlet adamı bir sayın bakan demeç
veriyor "enflasyon yüzde 100'ü aşacak" diye; doğru, hakikaten
enflasyon yüzde 100'ü aşıyor. Yani, böyle konuşma olur mu?!.
55 inci Hükümette, ne hikmetse, -belki, kuruluşundan kaynaklanan en
önemli neden- bu tür tutarsız demeçler çok. Sayın Sanayi Bakanı da, Doğru Yol
Partisinin milletvekili ve bakanı iken, promosyon konusunda gerçekten, büyük
mücadeleler verdi; ancak, saf değiştirdiği zaman, söylemleri de değişti. Bunu
anlamak mümkün değil. Ben, Plan ve Bütçe Komisyonundaki konuşmalarımda bu dile
getirdiğimde, Sayın Bakanın verdiği cevap şuydu: Diyordu ki, "efendim, ben
de biliyorum, kültürel değil, bugün de, yaptıkları promosyon değil. Promosyon
Yasasını okursanız, neyi yasakladığını göreceksiniz" ve devam ediyor
"bugün, gazeteyle beraber dağıtılan tabak çanağa gelince, Promosyon Yasası
hazırlanırken, orada ben de ifade ettim, her arkadaşım da aynen ifade etti;
genel amaç, tüketicinin aldatılmasını önlemekti. Bu nedenle, kampanyalı
satışları yasaklayan bir Promosyon Yasası getirdik. Bugün, gazeteyle beraber
dağıtılıyor; yani, gazeteyle beraber verildiği için, Promosyon Kanununa tabi
değil münferit tabaklar" diye, şu andaki gazetelerin, kültürel ürünler
dışında dağıttıklarını savunuyor.
Tüketiciyi Koruma Kanununa ek (4226/1) maddesiyle ilave edilen ek
hükümlere baktığımız zaman: "Süreli yayın kuruluşlarınca düzenlenen ve her
ne amaç ve şekilde olursa olsun, bilet, kupon, iştirak numarası, oyun, çekiliş
ve benzeri yollarla süreli yayın dışında ikinci bir ürün verilmesinin taahhüt
edildiği kampanyalarda; kitap, dergi, ansiklopedi, afiş, bayrak, poster, sözlü
veya görüntülü manyetik bant veya optik disk gibi süreli yayıncılık amaçlarına
aykırı olmayan kültürel ürünler dışında hiçbir mal ya da hizmetin taahhüdü ve
dağıtımı yapılamaz" deniliyor. Yani, Kanunda, kültürel ürünler dışında
hiçbir şey yapılamaz denilirken, Sayın Bakan, bunun böyle olmadığını iddia edebiliyor.
Bunun için, Anadolu'da bir tabir vardır: "Kimin arabasına binerse, onun
türküsünü söyler" diye; galiba, Sayın Bakanın tavrı da buna çok
uymaktadır. Biz, bakanların, başbakanların öyle, aklına geleni söylememesi
gerektiğine, söylediklerinin de daha tutarlı ve arkasında olması gerektiğine
inanmaktayız.
Bu konuda, Tüketiciyi Koruma Yasasının 11 inci maddesindeki açık hükme
rağmen, halen, gazetelerin çoğu tarafından sürdürülen, farklı fiyat karşılığı
ikinci ürün verilmesi uygulamasına Bakanlıkça nasıl izin verilmektedir; neden
göz yumulmaktadır; sıralanan bu usulsüzlükleri yapanlar hakkında ne işlem
yapılmıştır? Sayın Bakandan bunları öğrenmek istiyoruz.
Son olarak, organize ve küçük sanayi siteleri hakkında birkaç konuya
değinmek istiyorum. Öncelikle, organize sanayi bölgeleri ve küçük sanayi
sitelerinin gerçekten istihdam yaratacak, kamudaki iş talebini azaltacak önemli
projeler olduğunu düşünmekteyiz. Sayın Bakandan, bu konuda başlayan
yatırımların, hele hele büyük bir bölümü tamamlanan organize sanayi
bölgelerinin tamamlanmasını özellikle rica etmekteyiz.
Bakınız, Balıkesir Organize Sanayi yüzde 80 tamamlanmıştır. 18 milyar,
bütçeden, 384 milyar dışarıdan konulmuştur; ancak, bunun ödenmesi bile, 24
trilyon lira kaynak aktarılmasına bağlıdır. Halbuki, DPT'nin verdiği kaynak 5
trilyon liradır, eğer DSP özelleştirmeyi askıya almaktan vazgeçerse, 4 trilyon
da oradan gelecektir. Yani, bu rakamların ancak yarısı, hatta yüzde 40'ı
verilebilecektir.
Benzer şekilde, biliyoruz ki, Bandırma Organize Sanayi gibi, Gönen Deri
Organize Sanayi, Balıkesir'in Haddeciler Organize Sanayi veya diğer illerdeki
benzer organize sanayiler tamamlanmazsa, tarım arazileri elden çıkarılmaktadır.
Tarım topraklarını koruyan yasalardaki "yüzde 50'sine, yüzde 60'ına depo
yapılır" maddesini uygulayarak, bu araziler heba olmaktadır. Bu konuda,
Sayın Bakanın gerekli önlemleri almasını, kaynakları bulmasını özellikle rica
etmekteyiz.
Tabiî, Bakanlıkta olan bazı olumlu işler var, örneğin "Mükemmeliğe
Doğru Yolculuk" Sanayi Bakanlığında yeniden yapılandırma projesi,
kendilerini kutluyoruz; ancak, burada birkaç konu var. Bu kitabın ilk cümlesi,
kitabı hazırlayanların, öncelikle, kaliteyi tam, iyi anlayamadıklarının
ifadesidir. Diyor ki: "20 nci Yüzyıl, verimlilik çağıydı, 21 inci Yüzyıl,
kalite çağı olacak." Halbuki, kalite demek, verimlilik demektir;
verimlilik olmadan kalite olur mu?!
Bir diğer olay; yine, Sayın Bakan diyor ki: "Biz, Bakanlığın
vizyonunu tanımladık; bunun için hizmet politikamızı tanımladık. Yazılı
başvurulara iki günde cevap vereceğiz ve performansı da buna göre
değerlendireceğiz." Ben, kendilerini kutluyorum. Yalnız, elimde, Balıkesir
eski Senatörü Sayın Mehmet Güler'in bir mektubu var; 14.3.1996 tarihinde Sayın
Bakana yazmış; diyor ki: "Yirmialtı yıldır Balıkesir küçük sanayi
sitesinin arsasının tapuları verilmedi. Bu yirmialtı yılda neler oldu, bakın: 1
dolar, 13 lira iken, 68 bin lira." Mektup yazıldığı zaman 68 bin idi,
şimdi 200 bin lira. "7 demokratik seçim oldu, 2 askerî darbe oldu..."
Şimdi, 3 oldu; demokratik bir hükümet vardı; atanmış bir hükümet geldi; ben
bunu ilave ediyorum. "5 Cumhurbaşkanı, 18 Başbakan..." Şu anda, 9
Cumhurbaşkanı. Zannediyorum, yirmialtı yılı kastediyor; 6 Cumhurbaşkanı, 20
Başbakan. "26 Sanayi ve Ticaret Bakanı..." Şimdi, 28'e çıktı.
Yani, kısaca diyor ki: "Dünya beş yılda bir teknolojiyi
değiştiriyor. Şu anda, yirmisekiz yıl geçmiştir; bu mektubun üzerinden ise iki
yıl geçmiştir. Sayın Bakan, iki günde cevap vereceğim dediği mektuba, iki
yıldır cevap vermemektedir. Benden özellikle rica etti; bu faksı da bugün
gönderdi. Sayın Bakandan, bu durumda, performansının hangi kritere girdiğini de
sorgulamasını rica ediyorum. İnşallah, bu mektuba en kısa zamanda cevap verir
de, ilk olarak ortaya koydukları -uygulayacağından biraz şüphe ettiğim- toplam
kalite yönetimiyle ilgili çalışmalarının ilk uygulamasını bu şekilde başlatmış
olurlar.
BAŞKAN – Sayın Yılmazyıldız, arkadaşınızın süresini bir hayli aştınız.
İLYAS YILMAZYILDIZ (Devamla) – Bitiriyorum, tamam.
Ben, bu duygularla, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçesinin hayırlı
olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Halil Yıldız, buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)
DYP GRUBU ADINA HALİLYILDIZ (Isparta) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 1998 yılı Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı bütçesi
üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere, söz almış
bulunuyorum; bu vesileyle, şahsım ve Grubum adına, hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Ülkemizin, genelde, bir enerji darboğazından öte, bir enerji açlığı
içerisinde olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. 1994 yılı itibariyle, yıllık
ortalama dünya kişi başına elektrik tüketimi 2 245 kilovat/saat/kişi iken,
Türkiye için bu değer 1 280 kilovat/saat/kişidir. Aynı değer, Amerika Birleşik
Devletleri için 12 711, Almanya için 6 528, Fransa için ise 7 126
kilovat/saat/kişidir.
Bu tablodan çıkan sonuç göstermektedir ki; elektrik enerjisi üretimini
hızla, her türlü imkânı kullanarak artırmamız ve bu enerjiyi, gerekli tasarruf
tedbirlerini alarak, verimli olarak kullanmamız gerekmektedir. Bu iki temel
unsurun; yani, elektrik enerjisi üretiminin artırılmasının ve tasarrufunun,
bütün cumhuriyet hükümetlerinin yakınen takip etmesi gereken politikalar
olmasına olan inancımı burada belirtmek istiyorum; çünkü, elektrik enerjisi
tüketimi, yukarıda belirttiğimiz tabloda açıkça görülebileceği gibi, ülkelerin
kalkınmışlık seviyelerini gösteren önemli bir kriterdir.
Ülkemizin, elektrik enerjisi üretiminde dünya ülkeleri arasındaki durumu
bu iken; ülkemizde hâlâ, nükleer santral inşasına karşı belirli çevrelerin
muhalefetini, ancak, rahmetli Prof. Hacıeminoğlu’nun, deyimiyle “müstemleke
aydını zihniyeti” olarak tanımlayabiliyorum.
Bugün, Fransa’nın, elektrik enerjisi üretiminin yüzde 77, 4’ünü 57
nükleer santralla sağlamakta olup, 4 355 megavat gücünde 3 yeni nükleer
santralı da inşa etmekte olduğu; İsveç’in, 12 nükleer santralla elektrik
enerjisi üretiminin yüzde 57, 2’sini sağlamakta olduğu gözönüne alınırsa;
ülkemizin, bu konuda, neredeyse otuz yılı boş yere geçirmiş olmasını
-içerisinde bulunduğumuz şartlar gözönüne alınırsa- izah etmek mümkün değildir.
Nükleer santral yapımıyla ilgili çalışmaların bir an önce sonuçlandırılmasını
bekliyoruz.
Ülkemizde, enerji üretimini artırmak için, özel sektörün gücünden
istifade etmek amacıyla, 1994 yılında
3096 sayılı Kanun çıkarılmıştır; ancak, bu kanunun bugüne kadar yapılan
uygulamalarında karşılaşılan birtakım problemler vardır. Öncelikle, bunların
giderilmesi gerekmektedir. Anayasanın 155 inci maddesiyle, imtiyaz
sözleşmelerinin incelenme yetkisi Danıştaya verilmiştir. İnceleme süresinin
uzunluğu ve ihtilaf halinde, tekrar, Danıştaya gidilecek olması, yabancı
sermaye üzerinde caydırıcı bir etki yapmaktadır. Bunun için kesin çözüm, Anayasanın
155 inci maddesinde gerekli değişiklikleri yaparak, enerji projelerinin imtiyaz
statüsünden çıkarılması gerekmektedir.
Yap-işlet-devret projelerinin imtiyaz kapsamından çıkarılması için
gerekli yasal düzenlemelerin ivedilikle yapılması gerekmektedir.
Enerji yatırımlarının yeniden
değerlendirme kapsamı dışında tutulması, ayrılacak amortismanın gerçek değerini
bulamamasına, yatırım indiriminin teşvik edici bir unsur olmaktan çıkmasına ve
sonuçta da, elektrik enerjisinin tüketici için, pahalı bir girdi olmasına yol
açmaktadır. Bunun önlenmesi için enerji yatırımlarının yeniden değerlendirme
kapsamına alınması gerekmektedir.
Yine, yap-işlet-devret projeleri gibi büyük projeler için vergi
mevzuatında yeniden değerlendirme gözönünde bulundurularak düzenlemeye
gidilmelidir ve -son derece önemli bir konu- Elektrik Enerjisi Fonu mutlaka
bütçe kapsamı dışına çıkarılmalıdır.
Resmî Gazetenin 2 Ağustos 1997 tarih, 23068 sayılı nüshasında yayımlanan
97/9670 sayılı ve 16 Ağustos 1985 tarih, 85/9799 sayılı Bakanlar Kurulu
kararıyla yürürlüğe konulan "TEAŞ
ve TEDAŞ dışındaki kuruluşlara elektrik enerjisi üretim tesisi kurma ve
işletme izni verilmesi esaslarını belirleyen yönetmeliğe ek yönetmelik ile, 5
bin konutu aşan uydukent yerleşim birimlerine elektrik ihtiyaçlarının tamamını
veya bir bölümünü kendi elektrik üretim tesislerinde güvenilir biçimde ve
ekonomik olarak üretme hakkı tanınmıştır. Bu hükümle sanayi kesimindeki
kuruluşlara verilen otoprodüktörlük, yani kendi elektrik enerjisini üretme
hakkı, 5 bin konuttan fazla konutu kapsayan toplu yerleşim birimlerine de
tanınmış olmaktadır. Aynı yönetmelik kapsamında yer alan otoprodüktör veya
otoprodüktör grubu olarak elektrik enerjisi elde edilmek amacıyla kurulan
tesisin atık ısısı en geç 12 ay içerisinde değerlendirilir. Aksi halde, tesis
faaliyetten men edilir" ifadesi, kurulacak tesisin kojenerasyon; yani,
birleşik ısı-güç üretim sistemi teknolojisinde olması gerektiğine
hükmetmektedir. Bu yönetmeliğin hükümlerinin yürütülmesi de, aynı yönetmeliğin
4 üncü maddesi gereği, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığına verilmiştir.
Bu yönetmelikle, enerji üretiminde ve kullanımında verimliliği ve
dolayısıyla millî enerji tasarrufunu ve daha da önemlisi, ülkemizdeki çarpık
kentleşmeyi önleme imkânını sağlayabilecek olan uygulamalara yasal bir dayanak
sağlayacak otoprodüktör yatırımlarının sahasını geliştiren ve kojenerasyon
teknolojisinin ülkemizde yaygınlaşmasına imkân veren Hükümete ve Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanına ve bu yönetmeliğin hazırlanmasında katkıda bulunan
Bakanlığın değerli bürokratlarına şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına
teşekkür ediyorum.
Kojenerasyon sistemi, enerji tasarrufunu esas alan bir elektrik enerjisi
üretim yöntemidir. Sistemin prensibi, elektrik enerjisi üretilirken açığa çıkan
ısıyı, tasarruf ederek kullanmaktır. Uygulamada, beş bin konutu aşan toplukonut
alanlarında kurulacak bir otoprodüktör, şirket tarafından tesis edilecek
kojenerasyon sistemiyle, konutların ihtiyacı olan elektrik enerjisi üretilecek,
bu süreçte açığa çıkacak olan atık ısıyla da, konutların kış aylarında
ısıtılması ve yıl boyunca, 24 saat süreyle de kullanma sıcak suyu temin
edilebilecektir. Bu sistemle, konutların işletme giderleri olarak
tanımlanabilecek giderleri, toplamı alternatif fiyatların altında bir fiyatla toplukonut
yerleşim alanındaki konutların sakinlerine arz edilebilecektir.
Yukarıda belirtilen yönetmeliğin getirdiği imkânlar iyi
değerlendirildiği takdirde, ülkemizde yeni bir kentleşme stratejisi oluşturmak
ve bugün kentlerde yaşamakta olan insanlarımızın karşılaştıkları ekonomik
problemlerle, kent yaşamından doğan birçok olumsuzluğu da ortadan kaldırmak
mümkün olabilecektir.
Ülkemizde, bugüne kadar, kooperatifler, belediyeler, Emlak Bankası ve
Başbakanlık Toplu Konut İdaresi gibi kurum ve kuruluşlar tarafından
gerçekleştirilen toplukonut uygulamalarında, mevzuat eksikliğinden dolayı
kojenerasyon uygulamaları yapılamamış ve toplukonut yerleşim alanlarında konut
sahibi olan vatandaşlarımıza gerekli ölçüde avantajlar sağlanamamıştır.
Söz konusu yönetmelik ve toplukonut alanlarına getirilen otoprodüktörlük
hakkıyla kojenerasyon teknolojisi uygulaması imkânı, sadece bu alanlarda konut
sahibi olacak vatandaşlarımıza ekonomik avantajlar ve çağdaş bir yaşam imkânı
sağlamakla kalmayacak, aynı zamanda, ülkemiz ekonomisi açısından son derece
önemli olan enerji tasarrufuna da katkıda bulunacaktır. Bu kadar önemli
sonuçlar getirecek olan bu yönetmelik uygulamasının gerçekleştirilmesi, ancak
toplukonut uygulaması yapan kurum ve kuruluşlarla, Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanlığı arasında uyumlu bir koordinasyonun sağlanmasıyla mümkün
olabilecektir.
Türkiye'de toplukonut alan uygulamalarında çok önemli fonksiyonu olan
Başbakanlık Toplukonut İdaresi Başkanlığı, bundan sonra gerçekleştireceği
toplukonut uygulama projelerinde bu yönetmeliğin getirdiği imkânlardan mutlaka
istifade etme yoluna gitmelidir ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı da bunu
takipçisi olmalıdır. Zira, belirttiğim gibi, toplukonut alanlarında bu
yönetmelik hükümlerinin uygulanması ve buna bağlı olarak kojenerasyon
sisteminin tesisi, ancak uygulamanın proje safhasından itibaren bu uygulama
için gerekli altyapının planlanması ve projelendirilmesiyle mümkün
olabilecektir.
Ayrıca, bu yönetmeliğin, turizmin ülke ekonomisine yaptığı katkılar da
dikkate alınarak, turistik tesisleri de kapsama dahil edilmesini ifade etmek
istiyorum.
Kojenerasyon sisteminin ülkemiz ekonomisine, enerji tüketicilerine ve
ülkemiz için hayatî bir önem taşıyan millî enerji tasarrufuna getireceği olumlu
katkılardan dolayı, yaygınlaştırılması konusundaki çabaların partilerüstü bir
anlayışla desteklenmesi gerektiğini, burada belirtmeyi bir görev addediyorum.
Bu çerçevede, ülkemizde kojenerasyon teknolojisinin uygulanmasının
yaygınlaştırılmasını ve tanıtılmasını amaçlayan vatandaşlarımız tarafından
Kojenerasyon Derneğinin kurularak faaliyete geçmiş olduğunu da memnuniyetle
öğrenmiş bulunmaktayım. Kendi sahalarında uzman olan, pratik uygulamaları ve bu
konuda dünyadaki gelişmeleri yakınen bilen kişilerden oluşan bu dernekle, Bakanlığın
ilgili birimlerinin yakın ilişki kurmasının ve bilgi alışverişinde
bulunmalarının ülke ekonomisi açısından çok faydalı olduğunu belirtmek
istiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin bugün karşı karşıya
bulunduğu elektrik enerjisi darboğazı, ülkemizin, genel sanayileşme ve
dolayısıyla kalkınma sürecini olumsuz yönde etkilerken, bu olumsuz etkiler,
sanayileşme sürecini hızlı bir şekilde yaşamakta olan Anadolu'nun Çorum,
Gaziantep, Kahramanmaraş, Konya, Denizli gibi bölgelerinde daha da belirgin bir
şekilde ortaya çıkmaktadır. Ülkemize gelecek doğalgaz boru şebekelerinin, ana
hatlar dışında kalan bu bölgelere ulaşması uzun zaman alacaktır. Dolayısıyla,
Anadolu'da sanayileşme hamlesi içindeki bölgelerimizdeki yatırımcıların,
yatırım şevklerini kırmayacak kısa vadeli tedbirler almak gerekmektedir.
TÜPRAŞ'ın 1996 yılı 6 numaralı fuel-oil ihracatının 1 090 900 ton olarak
ortalama 96 dolar/ton fiyatla gerçekleştirildiğini tespit etmiş bulunmaktayım.
Takriben 104 milyon dolar gelir elde edilen bu ihracat yapılacağı yerde,
otoprodüktör statüsünde kojenerasyon sistemi kurmayı taahhüt edecek sanayi
kuruluşlarına, 6 numaralı fuel-oilin ihraç fiyatı üzerinden tahsisi halinde,
takriben yılda 4 milyar kilovat/saat tutarında elektrik enerjisi üretilebilecektir.
Devlet Planlama Teşkilatının yapmış olduğu çalışmalarda belirtildiği
gibi, talep edildiği halde karşılanamayan 1 kilovat/saat elektrik enerjisinin
ülkemiz ekonomisine getirdiği maliyetin 1 dolar olduğu varsayımından hareketle,
izah ettiğim yöntemle üretilebilecek 4 milyar kilovat/saat elektrik enerjisi
ülkemiz ekonomisine yılda 4 milyar dolar tutarında katkıda bulunacaktır. Bu
durum göz önüne alınarak, TÜPRAŞ tarafından ihraç edilen 6 numaralı fuel-oilin
içpiyasadaki -gelen vergi yüklerinden dolayı- KDV hariç, 150 dolar tutarındaki fiyatı yerine, bütün
vergilerden muaf tutularak, ihraç fiyatı üzerinden, özellikle, Anadolu'nun
sanayileşme hamlesi içerisinde bulunan bölgelerinde, kendi elektrik enerjisi
üretim tesislerini kurmayı taahhüt eden sanayicilerimize tahsisini, bu
bakımdan, son derece stratejik bir karar olarak görmekteyim.
Kısa bir süre içerisinde değerlendirebileceğimiz ve yenilenebilir
niteliği sebebiyle de büyük bir avantaj ve ülkemiz için de çok önemli
potansiyel olan jeotermal enerji kaynaklarına yeteri kadar önem verildiğini
söylemek mümkün değildir. Jeotermal enerji kaynağı, ülkemizdeki, maden, petrol
ve yeraltı suları kanunlarından hiçbirine uymayan özellikler göstermektedir.
Yenilenebilir olması nedeniyle, maden ve petrol, enerji içermesi ve yeraltı
sularına göre daha derinden gelmesi ve diğer birçok sebeplerden dolayı da,
yeraltı suları kapsamına girmemektedir. Bu sebeple, 84 arkadaşımla birlikte
hazırlamış olduğum jeotermal kanun teklifini 7 Ağustos 1996 tarihinde Meclis Başkanlığına
vermiş bulunmaktayız. Bu kanun teklifinin Bakanlıkça da benimseneceğini ümit
ediyor ve en kısa zamanda Yüce Meclisin gündemine getirilmesini talep ediyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1994 yılı sonu itibariyle, toplam
ekonomik hidrolik potansiyelimizin, ancak yüzde 30 civarını değerlendirmiş
bulunmaktayız. İnşa halindeki bütün hidroelektrik santrallarının devreye
girmesiyle, potansiyelin yaklaşık yüzde 34'ü değerlendirilmiş olacaktır. Bu
potansiyel dışında...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yıldız, lütfen, 1 dakika içerisinde toparlayınız.
HALİL YILDIZ (Devamla) – Sayın Arkadaşımın kullandığı hakkı, tekrar,
iade etmeyecek misiniz bana?
BAŞKAN – Grubunuzun hakkı efendim; Grubunuzun paylaşımı Grubunuzun
sorunu.
HALİL YILDIZ (Devamla) – Teşekkür ederim.
Aslında, birkaç konuda daha müşahhas tekliflerim olacaktı. Klasik
politik söylemlerin dışında, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının dikkate
alacağı konuda birtakım sözlerim olacaktı; ama, zamanı uygun kullanamamaktan
dolayı bunları söyleme durumunda kalamıyorum; ama, yine, son derece önemli
olduğunu düşündüğüm bir konuyu belirterek sözlerimi tamamlamak istiyorum.
Bilindiği gibi, ülkemizin elindeki en önemli kaynaklardan bir tanesi
olan sınıraşan sular kapsamında Fırat ve Dicle Nehirleri konusunda da, mutlaka,
bir hidro-strateji oluşturulmalı ve bu, uzun dönemde de tavizsiz olarak
uygulanabilecek hidro-politiğe dönüştürülmelidir.
Tabiî, bunun haricinde diğer kuruluşlarla ilgili olarak söyleyeceğim sözleri,
Sayın Bakanlık yetkililerine yazılı olarak takdim edeceğim.
Tekrar, 1998 yılı bütçesinin, hem Bakanlık için hem de milletimiz için
hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından
alkışlar.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yıldız.
Şimdi, Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın Ahmet Piriştina.
Buyurun Sayın Piriştina. (DSP sıralarından alkışlar)
DSP GRUBU ADINA AHMET PİRİŞTİNA (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, Sanayi ve Ticaret Bakanlığının 1998 malî yılı
bütçesi üzerinde Demokratik Sol Partinin görüşlerini aktarmak üzere söz almış
bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, Sanayi ve Ticaret
Bakanlığımızda oluşan anlayış değişikliğini, yeniden yapılanma anlayışını
sevinçle karşıladığımızı vurgulamak ve bu anlayış doğrultusunda ortaya konulan
üç yönetmeliğe; KİT Yönetim Kurulu, Personel Atama ve Yetki Devri
Yönetmeliklerine değinmek istiyorum.
Bunlardan birincisi, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Kamu İktisadî
Teşekkülleri Yönetim ve Denetim Kurulu Üyeleri Yönetmeliği.
Bakanlığa bağlı KİT'lerin yönetim kurulu üyeliklerine yapılacak
atamalar, Bakanlığın yayınladığı bir yönetmelikle belirli kurallara bağlanmış.
Bu yönetmeliğe göre, KİT'lerin yönetim kurullarına ataması yapılacak kişiler
için, siyasî partilerin merkez ve taşra örgütlerinde görevli bulunmama koşulu
getirilmiştir. Yine aynı yönetmelik, yönetimine üye olunacak kuruluş veya bağlı
ortaklığın faaliyet alanıyla ilgili olarak, en az beş yıllık idarî, meslekî
uzmanlığa sahip olma koşulunu aramaktadır.
Bunların yanı sıra, işçilerin yönetime katılımını sağlamak amacıyla,
yönetim kurulu üyeliklerinde 1 kontenjan, o KİT'te çalışan işçi sendikasının
bağlı olduğu konfederasyona 1 kontenjan, KİT'in bulunduğu bölgedeki
üniversitelere ayrılmıştır. Ayrıca, o malı en fazla tüketenlere de 1 kontenjan
sağlanmış olması, hedeflenen katılımcı ve özerk yapı için çok ciddî bir
adımdır. Öyle inanıyorum ki, bu katılımcı ve özerk anlayış hayata geçirildiğinde,
Sayın Bakan, kimseyi pencereden atma ihtiyacı hissetmeyecektir. Bu anlayış
hayata geçirildiğinde, stratejik KİT'ler korunanarak, siyasî görüşleri
doğrultusunda, hukuka uygun olarak ve çalışanların haklarını koruyarak,
hükümetler, bazı KİT'leri özelleştirirse kamu vicdanı rahatsız olmayacaktır.
Sayın Yılmazyıldız'ın da bu anlayışımızdan rahatsız olmaması gerekir.
İkincisi, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Personel Atama ve Yükselme
Yönetmeliği. Bu yönetmelik de, Bakanlık personelini kayırmayla değil, işindeki
verimlilik ve başarı oranında terfi edebilme olanağını vermektedir. Ayrıca,
sözlü sınavların kaldırılmış olması, personel istihdamında siyasî etkilerden
arınmayı sağlamaktadır.
Üçüncüsü, Sanayi ve Ticaret Bakanlığının Çalışma Esasları ve İmza
Yönetmeliği; yani, yetki devri konusu. Yetki ve sorumluluk, ayrılmaz bir
bütündür. Yetkisiz sorumlu, sorumsuz yetkili; verimliliğin, kalitenin en büyük
düşmanıdır. Bakandan başlayarak, yetkilerin, müsteşara, müsteşar
yardımcılarına, ilgili birim yöneticilerine, giderek rutin işlerin şube
müdürlerine, şeflere devredilmesi ileri bir adımdır. Bu anlayışın, yasal ve
hukukî düzenlemeler yapılarak, diğer hizmetlere de bir an önce yansıması
sağlanmalıdır. Şu anda, oda ve borsa meclislerinin yurtdışı seyahatleri Bakanlık
iznine bağlıdır.
Demokratik Sol Partinin, partimizin, 1995 seçim bildirgesinde yer alan,
kamuda toplam kalite yönetimi anlayışının, Sanayi ve Ticaret Bakanlığımızca da
benimsenmiş olması, bizleri mutlu etmektedir. Getirilmiş olan genel hizmet
standardıyla, merkez teşkilatı ve il müdürlüklerinin verdikleri hizmette önemli
süre kısalmaları sağlanmış.
Değerli milletvekilleri, sanayileşmeden, kalkınmayı sağlamak mümkün
değildir. Bakanlık, ülkenin sanayi politikasını belirlemek; sanayinin
gelişmesine, dünya koşullarına uygun teknolojiyi elde etmesine katkıda
bulunmak; küçük esnaf ve sanatkârın desteklenmesini sağlamak; öte yandan,
ticarî organizasyonu ve tüketiciyi koruyan düzenlemeleri yapmakla görevli
kılınmıştır. Devlet Planlama Teşkilatı, Sanayi Bakanlığı için danışma işlevi
görecek bir kuruluş niteliğinde görev yapmalı, ülkemizin sanayi politikalarının
belirlenmesinde destekleyici bir rol üstlenmelidir.
KOBİ'lerimiz, hak ettikleri yeterli kredi desteğini bulamamaktadır. KOBİ
Teşvik Fonunun yeterli düzeyde saptanması ve KOBİ kredilerindeki uygulama
eksiklerinin giderilmesi sağlanmalıdır.
Tarım satış kooperatifleri ve birliklerinin ürün alımları başarılı
geçmiştir; Hükümeti ve Bakanlığı kutluyoruz. Fındık, ayçiçeği, pamuk,
çekirdeksiz kuru üzüm, incir ve diğer tüm ürünlerin bedelleri peşin ödenmiştir.
Son olarak, zeytinyağı alımlarında da ödemelerin peşin yapılmasını
beklemekteyiz. Rekoltenin bu yıl görülmemiş boyutta düşük olması, ödemelerin
peşin yapılmasını kolaylaştırmakta ve üreticiler açısından zorunlu kılmaktadır.
Zeytin üreticisi ile rafineri yağ ihracatçısının çıkarlarının çelişmesi için
hiçbir neden yoktur. Doğru kararları alınıp doğru uygulanırsa, üretici ve
ihracatçı birbirine gol atma noktasına gelmeyecektir. Artık, bundan sonra
uygulanacak politikaların, zeytin üreticimizi de mağdur etmeden, ülkemizi,
katmadeğeri düşük ihracat yapma zorunluluğunda bırakmaması diliyoruz.
Sayın Bakanım, bölgemdeki odalarımızın ve borsalarımızın temsil
ettikleri kesimlerin çok iyi bildiğiniz sorunlarını, çözüm önerilerini;
kendileriyle yaptığım görüşmeler ve kendi saptamalarımız, düşüncelerimiz
doğrultusunda Yüce Meclisimize aktarmak istiyorum.
"Türkiye'de sorunları çözmek için kanuna gerek yok"
yaklaşımının felsefî içeriğine katılmakla birlikte, sorunlarının çözümüyle
yükümlü olduğumuz kesimleri çok yakından ilgilendiren yasal ve hukukî
düzenlemeleri bir an önce hayata geçirme zorunluluğu vardır. Tarım satış
kooperatifleri ve birlikleri, 3186 sayılı Yasada yer alan ve bağımlılığa neden
olan maddelerinin ortadan kaldırılmasını amaçlayan özerkleşmeyi beklemektedir.
Bakanlığın, bu konuda, Türkiye Büyük Millet Meclisi komisyonunda bekleyen
Demokratik Sol Parti Grubunun teklifini önemsemesini ve kendi görüşleriyle
bağdaştırarak yasalaştırılmasına yardımcı olmasını bekliyoruz.
Odalar ve Borsalara ilişkin 5590 sayılı Yasanın birçok önemli maddesi,
Haziran 1995'te kanun hükmünde kararnameyle değiştirilmiş, ancak, Anayasa
Mahkemesinin değişiklikleri iptal etmesi sonucu, yasal boşluklar doğmuştur.
507 sayılı Yasada mutlaka değişiklik yapılmalı ve günün koşullarına
uygun hale getirilmelidir. Ayrıca, esnaf ve sanatkârları ilgilendiren konularda
yerel yönetimlere bırakılan yetkilerin birçoğunun meslek odalarına
devredilmesi, artık, yaşadığımız günlerin zorunluluğudur.
3143 sayılı Sanayi ve Ticaret Bakanlığı Kuruluş Kanunu ile küçük sanayi
siteleri ile organize sanayi bölgelerinin kurulması, denetlenmesi,
kredilendirilmesi ve çeşitli kuruluşlarla koordinasyon sağlanması konularında
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı görevli ve yetkili kılınmıştır.
Şu anda, organize sanayi bölgeleri faaliyetleri, 31.1.1982 tarihli
Fonlar Yönetmeliğine göre yürütülmektedir. Söz konusu yönetmelik, müteşebbis
teşekküller ile bakanlık arasındaki kredi ilişkilerini düzenlemekte; organize
sanayi bölgelerinin, kuruluş, çalışma, usul ve esaslarındaki boşluk devam
etmektedir.
Çevre değerleri ve sanayimizin gelişmesi açısından son derece önem
verdiğimiz organize sanayi bölgeleri, halen bir tüzelkişiliğe sahip değildir.
Organize sanayi bölgelerinin yaygınlaşmasını öngören kanun tasarısının hızla
yasalaşması gerektiği inancındayız.
Organize sanayi bölgeleri gibi, organize ticaret bölgeleri de Bakanlık
organizasyonunda yer almalı ve kredilendirilmelidir; ancak, kurulan organize
sanayi bölgelerinin varlıklarını ve devamlılıklarını sürdürebilmeleri için,
çevrelerinde küçük sanayi sitelerine ihtiyaç vardır. Küçük sanayi sitelerinin
statülerinin de organize sanayi bölgeleri statülerindeki avantajlara
kavuşturulması gerekir.
Küçük sanayi siteleri uygulamasıyla benzer işkollarında çalışan
işletmeler aynı site içerisinde toplanmakta, bölgesel ihtiyaçları, hep birlikte
daha kolay ve ekonomik olarak karşılanabilmekte, işyerlerine yeni teknolojinin
sokulması daha kolay olmaktadır. Küçük sanayi siteleri, bölgesel ihtiyaçların
karşılanmasında, bölgesel istihdam olanakları, işsizlik, çarpık kentleşme ve
çevre sorunlarına çözüm bulunmasında büyük rol oynamaktadır.
Bakanlık, aynı site içinde toplanan benzer işkollarının, yeni bir
oluşumla, sektörel dışticaret şirketi kurmalarına öncelik etmeli, onları dış
piyasalarla buluşturmalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Rekabet Üst Kuruluna ilişkin
yasal düzenlemeler yapılırken, mutlaka, bu kurulun başkanına ve üyelerine
ilişkin yeni bir değerlendirme yapılmalıdır. Bu kurulun üyeleriyle ilgili
düzenlemeler hatalıdır. Üyeleri belirleyen kurumların, seçimi kimlerin
arasından yapacağı belirtilmemiştir. Rekabet Üst Kurulu, iş hayatının üst yargı
organı niteliğindedir. Kamu vicdanında kendisi yargılanacak konumda olan, iş
dünyasıyla içli dışlı, kulüp sözcüsü gibi davranan kişiler bu kuruma saygınlık
kazandırmayacaktır.
Sayın Bakanım, yetki devri konusundaki anlayışınızı sevinçle
karşıladığımızı vurgulamıştım. Bu kez de, sizden, gerçekte devrettiğiniz bir
yetkiyi, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanlığı yetkisini, uygulamada da
bırakmanızı diliyorum.
BAŞKAN – Sayın Piriştina, üçte birlik süreniz dolmak üzere.
AHMET PİRİŞTİNA (Devamla) – Bağlıyorum efendim; teşekkür ederim Sayın
Başkanım.
Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Yönetim Kurulu seçimlerini daha
demokratik bir yapıya kavuşturmalıyız. Delegelerin konsey üyelerini seçip,
konsey üyelerinin yönetim kurulunu seçtiği yöntemden vazgeçilmeli, genel
kurulda, yönetim kurulu, doğrudan, delegeler tarafından seçilmelidir. Geçmişte
alınan bir kararla, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği genel kurulunun da
talebi olan bu yasal düzenleme, ivedilikle, ilk genel kuruldan önce, diğer
düzenlemelerle birlikte yapılmalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; beni sabırla dinlediğiniz için
teşekkür ediyorum; Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçemizin, ülkemize esenlikler
getirmesini diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (DSP, ANAP ve CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Piriştina.
Şimdi, Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın Hayati Korkmaz.
Buyurun, Sayın Korkmaz.
DSP GRUBU ADINA HAYATİ KORKMAZ (Bursa) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının 1998 yılı bütçesi
üzerinde, Demokratik Sol Partinin görüşlerini açıklamak üzere söz almış
bulunuyorum. Sözlerime başlarken, Partim ve şahsım adına, hepinize sevgi ve
saygılarımı sunarım.
Enerji, sanayiin, gelişmişliğin ve çağdaş yaşamın vazgeçilmez bir
parçasıdır. Bu açıdan bakıldığında, ülkemizin kalkınması ve toplumumuzun yaşam
düzeyinin yükseltilmesi açısından, enerji politikaları, büyük önem
taşımaktadır. İzlenen yanlış politikalar sonucu, yıllardır yapılmayan yeterli
enerji yatırımları sonucu, enerji darboğazı gündeme gelmiş ve bu sorunun nasıl
aşılacağı konuları, kamuoyunun en önemli gündem maddelerinden biri haline
gelmiştir.
Enerji tesislerinin kurulması uzun zaman gerektirmektedir. Bu nedenle,
ivedi önlemler alınsa bile, enerji darboğazı, en az dört beş yıl Türkiye'nin
gündeminde kalacaktır.
Gümrük birliği ve küreselleşme sürecinde, sanayimizin rekabeti
açısından, hammadde ve enerji girdi maliyetleri büyük önem taşımaktadır. Bu
nedenle, ülkemiz, zaman kaybetmeden, sanayileşme master planlarını dikkate
alarak, kısa, orta ve uzun vadeli enerji politikalarını belirlemelidir; enerji
konusunda, yetkili kuruluşların eşgüdüm içerisinde, ülkemizin kaynaklarını ve
dünyadaki gelişmeleri dikkate alan bir ulusal enerji politikası modeli
belirlemelidir ve bu model doğrultusunda, çalışmalar süratle başlatılmalıdır.
Değerli milletvekilleri, konuşmamın bundan sonraki bölümünde, enerji
politikamıza yön verecek bazı konulara değinmek istiyorum. Özellikle, kendi
özkaynaklarımızı kullanarak, dışarıya ödenecek kıt malî kaynaklarımızı, ülkemiz
ekonomisinin ihtiyacı olan rekabet edebilir teknolojilerin transferinde ve
alternatif enerji kaynaklarının geliştirilmesinde kullanmalıyız.
Hidroelektrik santrallar, gerekli tedbirler alınırsa, çevresel sorunları
en az olan ve en ucuz olan elektrik üreten özkaynaklarımızdan biridir. 425
milyar kilovat/saatlik toplam potansiyele sahip olan ülkemizde, bugün için, 130
milyar kilovat/saatin ekonomik olduğu kabul edilmektedir. Bu potansiyelin de,
ancak, yüzde 30'u değerlendirilmektedir. Bu potansiyelin değerlendirilmesini
hızlandırmak, doğal ve sürekli kaynağın kullanılması açısından, büyük önem
taşımaktadır.
Ülkemizde kurulan hidroelektrik santrallar, ağırlıklı olarak, büyük ve
orta boyutludur. Oysa, diğer ülkelere baktığımızda, öncelikle, küçük ve çok
sayıda baraj yapımıyla başlandığını görmekteyiz. Bu sayede, santral ekipmanları
için yerli sanayi yaratılmaktadır; böyle bir sanayi yaratılmasıyla, başka
ülkelere santral kurma imkânları da, doğal olarak artacaktır; küçük barajlardan
sağlanacak katmadeğerle, orta ve büyük boyutlu barajların finansmanı
sağlanabilecektir.
Hidroelektrik santrallarının diğer bir avantajı da, aynı kurulu güç
için, diğer santarallara göre çok daha fazla istihdam yaratması ve yörenin
iklimini değiştirerek, tarım yapma olanaklarını artırmasıdır; ancak, barajların
ömrünü uzatmak için, ağaçlandırma çalışmalarının yapılması da büyük önem
taşımaktadır.
Enerji politikalarının temel yaklaşımlarından biri, enerji kayıplarını
en aza indirmektir. Ülkemizde, her alanda, büyük enerji kayıplarının olduğunu
gözlemlemekteyiz. Önemli kayıplardan biri, enerji iletim hatlarındaki
kayıplardır. Ülkemizde, yüzde 17 civarında olan bu kayıplar, dünya stardardı
olan yüzde 8 değerinin çok üzerindedir. Bu hatların verimliliğini yükseltmek
için gerekli olan yatırım ihtiyacı, enerji kayıplarının karşılığı olan tesisin
yapımından daha düşüktür. Ayrıca, iletim hatlarındaki kayıpların azaltılması,
bugüne kadar ve bugünden sonra kurulacak tesislerin verimliliklerini artıracak
ve maliyetlerin düşmesine neden olacaktır.
Yine, ülkemizde, konut ve sanayi tesislerinin yapımındaki yanlışlardan
kaynaklanan ısıtma kayıpları çok önemli yer tutmaktadır. Oysa, Türkiye'de,
konutlarda uygulanması gereken Isı Yalıtım Yönetmeliğinin uygulanması halinde
bile, yılda 1,2 milyar Amerikan Doları bir tasarruf sağlanmış olacaktır.
Uygulanacak iyi bir enerji tasarruf politikası ve ısı yalıtım yönetmeliğinin
Avrupa normlarına uygun hale getirilmesiyle, bu kazancın 2,5 milyar doların
üzerine çıkarılması mümkün olacaktır.
Değerli milletvekilleri, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çevre
Sözleşmesi, dünyanın sera etkisiyle ısınmasını önlemek amacıyla, sera gazı
emisyon düzeylerini, her ülkenin belli düzeyde tutması şartını getirmektedir.
Bunun yanında, bu sözleşmede, ülkemizin, OECD ülkeleriyle birlikte aynı listede
değerlendirilmiş olması, karşımıza daha ağır koşullar getirmektedir. 1-10
Aralık tarihleri arasında Japonya'nın Kyoto şehrinde yapılan Üçüncü Taraf
Ülkeler Konferansında, Türkiye olarak liste dışında kalma girişimlerimiz,
konunun, ancak önümüzdeki yıl yapılacak görüşmelerde gündeme alınmasını
sağlayabilmiştir.
Bilindiği üzere, ülkemizde çıkarılan linyitlerin kalitesi düşüktür.
Çevreye verdiği olumsuz etkilerin azaltılması amacıyla, kömür üretimi verimli
hale getirilmelidir. Kömür yıkama teknikleriyle temiz ve verimli yakma
sistemlerinden olan akışkan yatak sisteminin geliştirilmesi ve santrallarda
uygulanabilmesi, gecikmeden teşvik edilmelidir.
İster listedışı ister listede kalalım, ülkemiz, önümüzdeki yıllarda,
sera gazı emisyonlarını sınırlandırmak zorunda kalacaktır. Bundan, en çok
etkilenecek sektörlerin başında, enerji gelmektedir. Bu nedenle, enerji
üretiminde ortaya çıkan atıkların bertaraf edilmesi veya değerlendirilmesi
için, gerekli çalışmalar şimdiden başlatılmalıdır. Ayrıca, hidroelektrik
santralların yanında, diğer, yenilenebilir enerji kaynaklarından olan
jeotermal, güneş, rüzgâr ve biomass enerji kaynaklarının değerlendirilmesi
teşvik edilmelidir. Ayrıca, geleceğin enerji kaynağı kabul edilen hidrojen
enerji kaynağı konusunda, diğer ülkelerden geri kalmamak için, gerekli
araştırma geliştirme çalışmaları, şimdiden başlatılmalıdır.
Enerji üretimi için doğalgaz kaynağından faydalanılmaktadır. Doğalgaz
çevrim santralları, kuruluş maliyetleri düşük ve çok kısa sürede kurulabilen
tesislerdir; ancak, enerji üretiminde kullanılan doğalgazın getirdiği yüksek
maliyet nedeniyle, uzun vadede üretilen elektrik enerjisinin maliyeti yüksek
olmaktadır. Doğalgazın nakli kolaydır ve diğer enerji kaynaklarıyla
karşılaştırıldığında, nispeten, düşük oranda çevre kirliliği yaratmaktadır. Bu
gibi avantajları nedeniyle, kurulacak santralların çalıştırılması sırasında
ortaya çıkan atıl ısıdan rahatlıkla faydalanılabilecek yerleri kurmak
mümkündür. Bu da, enerji maliyetlerini düşürme olasılığını artırmaktadır.
Elektrik enerjisi üretimi yanında, buhar ve basınçlı hava üretiminin, ısıtma ve
seracılıkta kullanımıyla ek faydalar da sağlanabilir. Bu nedenle, çevrim
santrallarının bu amaçlara yönelik olarak kurulması teşvik edilmelidir.
Otoprodüktör olarak adlandırılan bu santrallar, organize sanayi bölgeleri ve
büyük sanayi kuruluşları için son derece uygundur. Böylece, özel sektörün,
enerji sektörüne girmesi sağlanmış olacaktır. Bu yaklaşımla kurulan Hamitabat
ve kurulmakta olan Ovakça kombine çevrim santrallarının doğru bir tercih olmadığını
düşünmekteyiz. Bundan sonra kurulacak santralların otoprodüktör olarak
yapılması ve atıl ısıdan faydalanılmasını teşvik etmek, ülkemizin çıkarınadır.
Değerli milletvekilleri, ülkemizin kalkınması açısından, enerji
kaynakları kadar, sahip olduğumuz doğal kaynakların harekete geçirilmesi de
büyük önem taşımaktadır. Madenlerimiz, çıkarılana kadar millî servettir ve
ancak çıkarılıp değerlendirildiği andan itibaren ekonomimize katmadeğer
yaratmaktadır. Madencilik sektörü, diğer sanayilere hammadde girdisi sağladığı
için, sanayileşmenin temelini oluşturmaktadır. Bu nedenle, madenlerin
çıkarılması, işlenmesi ve arama işlemlerinin gerçekleştirilmesi için kamu ve
özel kuruluşlar teşvik edilmelidir.
Bu duygu ve düşüncelerle, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının 1998
malî yılı bütçesinin hayırlı olmasını diler, saygılar sunarım. (DSP, ANAP ve
DTP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Korkmaz.
Demokratik Sol Parti Grubu adına,
son konuşmacı, Sayın Yavuz Bildik.
Buyurun Sayın Bildik. (DSP sıralarından alkışlar)
DSP GRUBU ADINA İBRAHİM YAVUZ BİLDİK (Adana) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 1998 yılı Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı Petrol İşleri
Genel Müdürlüğü bütçesi hakkında, Demokratik Sol Parti Grubunun görüş ve
önerilerini sunmak üzere, söz almış bulunmaktayım; Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Sözlerime, altmışyedi yıl önce bugün, karanlık özlemcisi yobazlar
tarafından Menemen'de katledilen, şehit edilen Asteğmen Kubilay ve
arkadaşlarını rahmetle anarak ve bıraktıkları laik Türkiye Cumhuriyetinin
teminatı olduğumuzu vurgulayarak, başlamak istiyorum. (DSP sıralarından
alkışlar)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilindiği üzere, ülkelerin enerji
gereksinimi, nüfus artışı, kalkınma ve yaşam standardının yükselmesine bağlı
olarak artmaktadır. Yapılan araştırmalar da bu kabulü doğrulamaktadır. Şöyle k:
Petrol eşdeğeri olarak, kişi başına enerji tüketimi, gelişmiş ülkelerde 5 000
kilogram, dünya ortalaması 1 600 kilogram, ülkemizde ise 1 015 kilogramdır. Bu
kıyaslamadan da anlaşılacağı gibi, Türkiye'deki enerji tüketimi, hem dünya
ortalamasının altında hem de gelişmiş ülkelerin üçte birinden daha azdır. Buna
karşın, bugünkü tüketim miktarıyla bile, Türkiye, özellikle, petrol ve
doğalgaza dayalı enerji ihtiyacını büyük oranda dışalımla karşılamaktadır.
Bütün dünyada kabul gören önemli bir gerçek de, ülkelerin gelişmişlik
düzeyinin belirlenmesinde, kişi başına düşen enerji tüketimi miktarıdır.
Ekonomik gelişmeyi devam ettirerek sanayileşmeyi gerçekleştirmek, buna bağlı
olarak da toplumsal yaşam standardını yükseltmek, ancak, tutarlı bir ulusal
enerji politikası ile, enerji üretiminin artırılmasına bağlıdır.
Öncelikli enerji grubunda yer alan petrol, uluslararası siyasetin
temelini oluşturmaya devam etmektedir. Ekonomik gelişme ve kalkınmanın temel
girdilerinden biri olan enerjinin önemi giderek artmaktadır. Bu gerçekten
hareketle, ekonomik ve teknolojik üstünlüğü olan ülkeler, doğal enerji
kaynaklarına sahip ülkeler üzerinde etkinlik kurma yarışnı bırakmamışlardır.
Pek çok soğuk ve sıcak savaşın bu yüzden çıktığı ve devam ettiği ortadadır.
Yani, petrol, ekonomik önemini sürdürürken, stratejik bir doğal kaynak olma
özelliğini de korumaktadır. Yakın gelecekte bu durumun değişeceği de
beklenemez.
Fosil kaynaklı enerji rezervlerinin bir gün tükeneceği hesabıyla,
alternatif enerji kaynakları ve buna bağlı olarak teknoloji geliştirme
çalışmaları, bütün ülkeler için önem kazanmaktadır.
Ülkemiz, petrol gereksiniminin yüzde 13'ünü, doğalgazda ise yüzde
2,7'sini yerel üretimle, geriye kalan bölümünü ise, dışalım yoluyla
karşılamaktadır.
Doğalgazda daha hızlı olmak üzere, petrol dışalımında da artış
kaçınılmazdır; ama, tek çözüm değildir.
Yurdumuzdaki petrol potansiyeli açısından umutlu alanlarda gerekli arama
ve sondaj çalışmaları tam olarak yapılıp bitirilmediği için, buralarda petrol
vardır ya da yoktur aşamasına gelinememiştir. Hatta, bu sahaların üçte 2'sinde
hiç araştırma yapılmadığı söz konusudur.
Ülkemizde, petrol arama ve üretme işlevinin yüzde 77'sini Türkiye
Petrolleri Anonim Ortaklığı yapmaktadır. Bu kurum, buna ek olarak, ülke dışında
ve özellikle Orta Asya cumhuriyetlerinde, dünyanın dev petrol şirketleriyle
birlikte faaliyet göstermektedir.
Ancak, uluslararası petrol şirketleri ile bizim ulusal petrol
şirketimizin yapılanmaları açısından önemli bir hususa dikkatinizi çekmek
istiyorum.
Uluslararası petrol şirketleri, arama, çıkarma, rafinaj, dağıtım ve
pazarlamaya kadar entegre bir yapı içinde çalışmaktadır. Bu entegre yapı, bu şirketlere, dağıtım ve
pazarlamadan elde ettikleri kârı, arama ve sondaj çalışmalarına transfer ederek
kaynak güvenliği sağlarken, uluslararası pazarlarda rekabet güçlerini
artırmaktadır.
Daha önce, ulusal petrol şirketimiz Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı
da bu yapılanma içerisinde iken, rafinaj, dağıtım, pazarlama ünitelerinin bu
yapının dışına çıkarılması kaynak bağımlılığı yaratmış, kendine ayrılan
kaynaklarla da ancak sınırlı alanlarda faaliyet gösterir konuma gelmiştir.
Ayrıca, uluslararası alanda finans problemi olmayan diğer petrol şirketleriyle
rekabet etme gücü zayıflamıştır.
Gerekli çalışma ve düzenlemeler yapılarak, bu kuruluşumuzun eski
konumuna dönüştürülmesi, hem petrol aramacılığımız hem de uluslararası bir
şirket standardına getirilmesiyle rekabet edebilirliği açısından çok önemli
olacaktır.
Petrol arama yatırımları, mevcut gereksinmemiz de dikkate alınarak
artırılmalıdır. Ancak, son yıllarda, artması gereken bu yatırımların azaldığına
tanık olmaktayız.
Ülkemizin petrol potansiyeli açısından umutlu alanlarında bir an önce
petrol arama yatırımlarına başlanılması, ülkemizin kaynaklarının
değerlendirilmesi ve petrol
potansiyelimizin tam olarak ortaya çıkarılması gerekir diye düşünüyorum.
Petrol İşleri Genel Müdürlüğümüz tarafından, Türkiye Petrolleri Anonim
Ortaklığı yanında, yerli ve yabancı özel şirketlere de petrol arama ruhsatı
verilmektedir. Bu konuda da, bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum.
Genellikle, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığının ruhsat aldığı
alanların yakın çevresindeki alanlar için ruhsat alan özel şirketlerin, bir
anlamda, ruhsat spekülatörlüğü yaptıkları gözlenmektedir. Enerji Bakanlığının
faaliyetlerini anlatan 1997 baskılı kitapta yer alan ve ruhsatlandırılan
alanların dağılımını gösteren harita incelendiğinde, bu olay net bir şekilde görülecektir.
Şöyle ki: Özel şirketler, petrol aramak için ruhsat aldığı alanda hemen
arama faaliyetlerine başlamıyorlar; nasıl olsa, komşu alanda bu işi devlet
yapıyor; eğer, komşu alanda devlet tarafından petrol bulunursa, kendi ruhsatı
altındaki alanların da değeri kendiliğinden artıyor. Petrol İşleri Genel
Müdürlüğümüzün bu konuyu dikkate alması ve ruhsat verirken, bu tür
kurnazlıkları engelleyecek tedbirler alması gerekmektedir.
Değerli milletvekilleri, zengin petrol yataklarına sahip Ortadoğu ve
Orta Asya'ya komşuluğumuz; yani, coğrafî konumumuz itibariyle Türkiye'nin
bölgedeki yeri, hem enerji talebi yönünden hem de uluslararası petrol trafiği
yönünden önemli bir konumdadır.
Bu nedenle, hükümetlere göre değişen bir petrol politikası yerine,
petrolle ilgili ve ilişkili tüm kurum ve kuruluşların üzerinde uzlaşacağı bir
ulusal petrol politikası belirlememiz gerekmektedir. Bugün, böyle bir
politikanın varlığından söz etmek oldukça güç.
Hazar petrollerinin Batı’ya taşınması için yapılması planlanan boru
hattının Türkiye'den geçirilmesi, hem Boğazların güvenliğine hem de ekonomik
anlamda ülkemize oldukça avantajlar sağlayacaktır; ancak, bundan daha önemlisi,
petrolün kendisine sahip olmaktır kanımca. Bu da, yurtdışı yatırımlarda gerekli
kaynağın artırılması ve petrol kaynaklarına sahip ülkelerle, karşılıklı çıkar
ilişkilerine dayalı bir dışpolitika izlemekle mümkündür.
Azerbaycan'da, Türkiye'nin de ortak olarak içinde yer aldığı, Mega Proje
ve Şahdeniz Projesi olmak üzere, iki proje uygulanmaktadır. Mega Projede
ülkemizin payı yüzde 6,75; Şahdeniz Projesindeki payımız yüzde 9'dur. Aynı
projelerde en büyük payı, finans yapısı çok daha güçlü olan İngiliz ve Amerikan
şirketleri almıştır.
Özellikle üç tarafı denizlerle çevrili olan ülkemizde, denizden petrol aramacılığı
konusunda çalışmalar yapılmalı, gerekli destek ve düzenlemelere gidilmelidir.
1954 yılında çıkarılan ve günümüze değin çeşitli değişikliklere uğrayan
6326 sayılı Petrol Yasası, ilgili kurum ve kuruluşların da görüşleri
doğrultusunda güncelleştirilmelidir.
Petrol İşleri Genel Müdürlüğümüzün personel durumu incelendiğinde,
teknik eleman istihdamının eksikliği göze çarpmaktadır. Teknik ve bilimsel
ağırlıklı olarak çalışan bu kurumun, alanında gerekli ve yeterli teknik elemanı
istihdam etmesi şarttır. Özellikle, bu konuda uzmanlaşmış teknik elemanların,
politik tercih nedenleriyle pasifize edilmemesi gerekir.
Değerli milletvekilleri, artan enerji talebimizin karşılanmasında
karşımıza çıkan alternatifleri değerlendirirken, özellikle, ekonomi, enerji ve
ekoloji dengesinin çok iyi kurulmasını dikkate alarak ve enerji kaynaklarının
çevre üzerinde olan etkilerini değerlendirerek karar vermek zorundayız.
Sözlerime, bu düşüncelerle son verirken, Petrol İşleri Genel Müdürlüğü
bütçesinin ve bütçe genelinin ülkemize hayırlı olmasını diliyor, Yüce Meclise
saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bildik.
Şimdi, Demokrat Türkiye Partisi Grubu adına, Sayın Turhan Arınç
konuşacaklar. (Alkışlar)
Sayın milletvekilleri, çalışma süremizin dolmasına, grup için tanınan
konuşma süresinden daha kısa bir süre kalmıştır. Bu nedenle, çalışma süremizin,
Sayın Arınç'ın konuşmasını tamamlayana kadar uzatılmasını oylarınıza sunuyorum:
Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Buyurun Sayın Arınç.
DTP GRUBU ADINA İ. TURHAN ARINÇ (İzmir) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Demokrat Türkiye Partisi Grubuna ayrılan süre içerisinde,
gerek Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ve gerekse Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanlığımıza ait düşüncelerimizi ifade etmek için huzurlarınızdayım, Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime, İzmir için, Ege için çok önemli olan dökme ham zeytinyağının
ihracına izin veren Sayın Bakanıma teşekkürle başlıyorum. Bu, sadece Tariş için
değil, Ege Bölgesi ve tüm ülkemiz için çok yerinde bir karar olmuştur, biraz
gecikmeyle olsa dahi.
Sayın Bakan, geçtiğimiz ay içerisinde Plan ve Bütçe Komisyonunda
Bakanlığın bütçesini takdim ederken, gelecek için ümit dolu olmamızı sağladı;
düşlediğimiz Türkiye imajını çizdi; devlet çarkının düzenli dönmesine mâni olan
çomakların, yerinden nasıl sökülüp atılabileceğini; devlet çarkının, tekrar,
yerli yerine nasıl oturtulacağını; bilinçli ve kararlı olarak üzerine
gidildiğinde bürokratik mekanizmanın nasıl işleyeceğini gösterdi. Bu bakımdan,
Bakanlık yönetim kademelerindeki yeniden yapılanma çalışmalarını ve
uygulamalarını takdirle karşılıyor, Bakanlık hizmetlerinin daha etkin ve daha
verimli olacağına inanıyor ve diğer kuruluşlarımıza da örnek olmasını temenni
ediyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; gayri safî millî hâsılamızın
oluşumuna yüzde 26 ve artış hızına yüzde 7 dolaylarında katkı sağlayan, sektör
olarak da, yılda, ortalama yüzde 9 oranında bir hızla gelişen sanayi sektörü,
özel ve kamu kuruluşlarıyla ekonomik yapımızda önemli bir yer almaktadır.
İktisadî yapımızda hayatî bir fonksiyona sahip sektörün, beş yıllık planlarında
ve yıllık icra planlarında stratejilerinin ve uygulama programlarının
belirlenmesinde, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı aktif bir rol almalıdır.
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, sanayicilerin, tacirlerin, esnaf ve
sanatkârların ve çeşitli meslek kuruluşlarının bakanlığı olmalıdır. Onların,
üretimden, ticaretten, teknik işlerden kaynaklanan problemlerine çözümler
üretebilen, özel sektör ile devlet arasında koordinasyonu sağlayan, yasal
ihtiyaçlarına cevap verebilen, yönlendirme yapabilen bir bakanlık hüviyetine
tekrar kavuşturulmalıdır.
Bakanlık işlevlerinin yeniden yapılanmasıyla ilgili önerileri, mevcut
teşkilat yapısının değiştirilmesine yönelik girişimleri, Demokrat Türkiye
Partisi olarak desteklediğimizi belirtmek istiyorum.
Ekonomik kalkınmanın yurt sathında dengeli yayılması, yatırımların
artırılması, işsizlik oranının düşürülmesi gibi temel ekonomik faaliyetler,
uzun dönem ekonomik politikaları gerektirir. Kısa dönemde sonuç alınmasında
katkı sağlayacak stratejilerden biri de bunun, organize sanayi bölgeleri ve
küçük sanayi siteleri projelerine ağırlık verilerek, yaygınlaştırılmasıdır.
Özellikle, hükümet programımızda da vurgulandığı gibi, Güneydoğu ve Doğu
Anadolu Bölgelerinde istihdamını artırılmasını, her hanede en azından bir
kişinin gelir getirici konumda olmasını sağlamak için, bu bölgelerde küçük
sanayi sitelerinin kurulmasına, esnaf ve sanatkârların malî politikalarla
desteklenmesine, el sanatları programlarının yaygınlaştırılmasına ve bunlarla
ilgili üretim ve tüketim kanallarının oluşturulmasına yönelik yeni projelere
ağırlık verilmelidir. Bu amaca yönelik olarak da, bu faaliyetlerin
planlanmasından, koordinasyonundan ve icrasından sorumlu Bakanlık olarak Sanayi
ve Ticaret Bakanlığına yeterli malî imkânların sağlanması da gerekmektedir.
1962-1996 yılları arasında yani, son 35 yıllık dönemde 36 organize
sanayi bölgesi bitirilmiş, 2000 yılına kadar da 120 projenin tamamlanması
planlanmıştır. Bu projelerin realize edilmesi halinde, 2 720 olan işyeri
sayısının 5 bine ulaşacağı, 272 bin olan işçi sayısının da 500 bine yükseleceği
öngörülmektedir. Bunun açık ifadesi, 2,5 milyon kişinin ekmek ve aşa kavuşması
demektir.
1998 bütçesinde Bakanlığa ayrılan ödenek, 20 trilyon liradır. Bu yılda
bitirilmesi gereken 11 organize sanayi bölgesi için 1,5 trilyon harcama
yapılacağı ifade edilmektedir. Kamulaştırılacak 24 yer için 2 trilyon, 1997
yılında başlatılmış 27 projenin etüt ve plan işlerinin devamı ve halihazırda
inşaatları devam eden 125 proje için de 8 ilâ 9 trilyon lira olmak üzere,
toplam olarak organize sanayi bölgeleri için ayrılan ödenek 12,5 trilyon
liradır.
Ekonomide kaynak kullanımında etkinliği sağlayacak önemli faktörlerden
biri de, işletmelerin kuruluş yerleridir. Bu nedenle, ihtisas organize sanayi
bölgelerine ağırlık verilmesi, external ekonomik dediğimiz dışşal ekonomik
faktörlerin etkilerinden de yararlanmayı sağlayacak, aynı zamanda da
çalışanların sağlık koşullarının iyileştirilmesine ve çevrenin korunmasına
katkı sağlanacaktır. Bu nedenle, ihtisas organize sanayi bölgelerine ağırlık
verilmesinin, sayılarının artırılmasının isabetli bir karar olacağına
inanıyoruz.
Sayın Başkan, sayın millevekilleri; Bakanlıkça küçük sanayi site
inşaatları da düşük faizli, uzun vadeli kredilerle desteklenmektedir. 1965-1996
yılları arası bu kapsamda, 289 adet küçük sanayi sitesi tamamlanmış, 1997 yılı
fiyatlarıyla, toplam 144 4 trilyon Türk Lirası harcanmıştır. 1998-2000 yılları
hedeflerine göre, küçük sanayi site sayısının 400'e, buralardaki işyeri
sayısının 96 bine ulaştırılacağı, bunun da 575 bin kişiye istihdam sağlayacağı
belirtilmektedir. Bu amaçların gerçekleştirilebilmesi için, Bakanlık ve Meclis
olarak acil çözümler üretmeliyiz.
1998 malî yılında 24 adet küçük sanayi sitesinin bitirileceği, 3, 5
trilyon ödenek ayrıldığı, yine, aynı malî yıl içerisinde, önceki yıllarda
başlatılmış 176 sanayi sitesinin inşaatlarına devam edileceği, bu amaçla da,
ayrıca, 3, 5 trilyon Türk Lirası ödeneğin bütçeye konduğunu görüyoruz. 1998
yılında küçük sanayi siteleri için verilen, toplam 7 trilyon liradır. Otuziki
yıllık sürede, yılda ortalama 9 küçük sanayi sitesi yapılmış, 1997 yılında 195
adet küçük sanayi sitesi projesi ele alınmış olmasına rağmen, kaynak yetersizliğinden
dolayı faaliyete geçirilememiştir. Bu sitelerin sayılarının süratle
artırılması, inşaatı devam edenlerin bir an önce bitirilerek hizmete sunulması
için, her türlü imkânın yaratılmasına çalışılmalıdır.
1997 yılında, organize sanayi siteleri ve küçük sanayi siteleri için
toplam harcanan miktar 15 trilyon Türk Lirasıdır. 1998 bütçesinde bu amaçla
tefrik edilen miktar ise 20 trilyon Türk Lirasıdır. 1997 yılına göre 1998 bütçe
ödeneklerindeki artış 5 trilyon liradır; diğer bir ifadeyle, artış oranı yüzde
33'tür. 1997 yılı enflasyonunun yüzde 100'lere yaklaştığını düşünürsek ve 1998
yılı fiyat artışlarının da yüzde 50 olarak hedeflendiği gerçeğinden hareket
edersek, organize sanayi bölgeleri ve küçük sanayi siteleri için planlanan
hedeflere ulaşılmasının mümkün olmayacağı görülmektedir.
Ülke ekonomisinde, toplam işletmeler içerisinde küçük işletmelerin payı
yüzde 98, toplam istihdama katkısı yüzde 48 olup, toplam yatırımların yüzde
20'sini oluşturmakta ve toplam üretime katkısı da yüzde 38 olmaktadır.
Ekonomimize büyük katkı sağlayan, sanayileşmemize ivme kazandıran KOBİ'lerin
daha verimli olmasını sağlamak için, bunların küçük sanayi sitelerinde organize
edilmesi ve her türlü imkândan yararlandırılması önemlidir. 1998 yılında
bitirilmesi amaçlanan 24 sitenin zamanında hizmete sokulabilmesi için, bütçe
içi ve bütçe dışı her türlü malî imkândan yararlandırılma yollarının
araştırılması da gerekmektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayın Bakanın da ısrarla belirttiği
gibi, organize sanayi sitelerinin hukukî altyapısının oluşturulmasıyla ilgili
kanun tasarısının bir an evvel yasalaşması, önem arz etmektedir. Yasal
boşluklardan doğan problemlerin ortadan kaldırılması için, Demokrat Türkiye
Partisi olarak her türlü desteği vereceğimizi beyan ederim.
Küçük ve orta ölçekli işletmelerin, araştırma ve geliştirme
faaliyetlerini desteklemek ve uygulanmasını temin için, teknopark yasasına
işlerlik kazandırılmalıdır.
Üniversitelerde, kamu ve özel araştırma kurumlarındaki bilim ve
teknolojik imkânlardan yararlanılmasını sağlamak için, üniversite-sanayi
işbirliğine önem verilmelidir. Bu amaçla, Küçük ve Orta Ölçekli Sanayi
Geliştirme ve Destekleme İdaresinin, yeniden yapılandırılarak, atıllıktan
kurtarılıp, kendisinden beklenen hizmetleri daha etkin bir şekilde yerine
getirebilmesi için gerekli düzenlemelerin yapılması da zorunlu görülmektedir.
Kamu kesiminin ekonomideki payının küçültülmesi, bu amaçla, kamu
iktisadî teşebbüslerinin,
özelleştirilerek, ekonomik etkinliğinin artırılması yönündeki
politikalar doğrultusunda, Bakanlığa bağlı KİT'lerin- iştirakleri ve atıl
taşınmazlar da dahil- özelleştirme faaliyetlerine hız kazandırılmış olması,
memnuniyet vericidir. Halihazırda, Bakanlığa bağlı gübre, şeker ve kâğıt
iktisadî teşebbüslerinin verimli ve kârlı çalışmasını sağlayacak organizasyon,
yatırım ve istihdam politikalarının günümüzün ekonomik şartlarına göre yeniden
düzenlenmesine, maliyet-fiyat ilişkisinin serbest piyasa kurallarına göre
işletilmesine azamî gayret gösterilmelidir.
Tarım satış kooperatifleri ve birliklerinin demokratikleşmesi ve
özerkleştirilmesi kanun tasarısının kısa zamanda yasallaştırılmasına yönelik
faaliyetlerin devam ettirilmesinin yararlı olacağı kanaatindeyiz.
Ülkemiz sanayi potansiyelinin ve ürünlerimizin tanıtımında, iç ve dış
fuar faaliyetlerinden beklenen yararların elde edilmesi için, daha etkin bir
murakabenin yapılmasının ülke ekonomisine yarar sağlayacağı da bir gerçektir.
Önceki hükümetlerin ve 55 inci Hükümetin de programında yer alan tarım
politikalarımızın önemli bir unsurunu oluşturan tarımsal ürün borsasını en kısa
zamanda oluşturarak işlerlik kazandırmak, Türkiye'nin en önemli projelerinden
birini gerçekleştirmek olacaktır. Altyapısı ve yıllık işlem hacmi itibariyle
uygun olan borsaların spot ürün alım sistemlerinin kurulması, mal mukabili
ambar makbuz sistemine geçişin sağlanması ve vadeli işlemler piyasasının
oluşturulabilmesi için, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı sorumluluğunda yürütülen
çalışmanın hızlandırılması, büyük önem taşımaktadır.
Tariş'le ilgili kısaca birkaç söz söylemek istiyorum: Pamuk, üzüm ve
incir için, üreticiye 12,8 trilyon Türk Lirası ödenmiştir. Ürün bedellerinin
zamanında ödenmiş olması ve pamukta kademeli fiyat uygulaması, memnuniyet
verici bir gelişmedir. Ayrıca, başta da belirttiğim gibi, Bakanlığın, dökme ham
zeytinyağı ihracına izin vermesi, bölgedeki insanlarımız arasında memnuniyet
yaratmıştır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; müsaadelerinizle, şimdi de, Partim
ve şahsım adına, Enerji Bakanlığımız bütçesi hakkındaki görüşlerimi ifadeye
çalışacağım.
Ülkemizde Büyük Atatürk'le başlatılan sanayi hamlesi, 1950'lerden sonra,
özellikle 1970'lerden itibaren, beraberinde enerji ihtiyacını da gündeme
getirmiştir. Bu ihtiyaçtan dolayı, 1970'li yıllardan itibaren, ülkemizde büyük
enerji yatırımları başlamıştır. Kalkınmasında belli hedefleri yakalayan
müreffeh Türkiye, enerjide dev adımları 1970-1993 yılları arasında atmıştır.
Enerji sektörü, günümüzde, tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de en
önemli sektör haline gelmiştir. Üretim için yapılan yatırımların asgarî dörtte
biri, enerji için yapılmaya başlanmıştır. Enerji yatırımları, artık insanın
olduğu her yerde olmaya başlamış, insanın ulaştığı her yere ulaşmıştır.
Sektördeki bu hızlı gelişme, tüm dünyada enerji tüketimini hızla artırmıştır. Bugün,
enerji tüketimi dünya ortalaması, kişi başına 3 500 kilovat/saattir. Ülkemizde
100 milyar kilovat/saat üretimden hareketle, bu rakam, Türkiye'de, kişi başına
1 600 ilâ 1700 kilovat/saatte kalmaktadır. Bu rakam, dünya ortalamasının yarısı
civarında, gelişmiş ülkelerin beşte biri dolaylarındadır; ancak, enerji
ihtiyacı, ülkemizde, inanılmaz ölçüde, hızla artmaktadır. Artan enerji ihtiyacı
paralelinde aksamadan devam eden enerji üretimi, özellikle, son birkaç yılda
sekteye uğramıştır.
1993-1996 yılları arasında
enerjiyle ilgili özelleştirme hamlesi, bir türlü yapılamamıştır; 1997 yılının başında,
hakikaten takdirle karşılanacak bir kararla, enerji sektöründeki özelleştirmenin
önünün açılmasında önemli bir mesafe kat edilmiştir. Bu cesur kararı alan o
zamanki yöneticileri de, müsaade ederseniz, tebrik etmek istiyoruz.
Rusya dışında, Avrupa ülkelerine göre çok daha geniş bir alana sahip
ülkemiz, hem turizm hem de enerji sektörü sahasında sürdürülen gelişmeyi devam
ettirme mecburiyetindedir. Enerji sektörü, ülkemiz kalkınmasının lokomotifi
olmalıdır. Dünya finans çevrelerinde birikmiş sermaye, artık patlama noktasına
gelmiştir. Bu çevrelerin favori yatırım sektörü enerji, favori ülkesi de
Türkiye'dir. Ülkemizde, petrol dışında, her türlü enerji kaynağı bol miktarda
vardır. Suya dayalı, güneşe dayalı ve rüzgâra dayalı enerji kaynakları en üst
seviyededir. Bunlara ilaveten, coğrafî konumundan dolayı, petrol üretim
sahalarının, doğalgaz üretim sahalarının denize ulaşacağı yegâne güzergâh
olması da, enerji üretimi ve enerji iletimi yatırımcılarının favori ülkesinin
Türkiye olmasını sağlamıştır.
Ülkemizde şu anda yılda 100 milyar kilovat/saat elektrik enerjisi
üretilmektedir. Bu üretimin kabaca 40 milyar kilovat/saati suya dayalı, 60
milyar kilovat/saate yakın kısmı da, çoğu ithal ikameli petrol ve doğalgaza
dayalı termik kaynaklı üretimdir. Termik elektrik üretimi kaynaklarının
tamamına yakın kısmı, hepinizin bildiği gibi, ithal hammaddelerdir. Bunların
ithali için, her yıl, milyarlarca dolar döviz transferi yapılmaktadır. Ancak,
çok hızlı artan enerji ihtiyacıyla, enerji üretiminin kalkınmamıza sağladığı
ivme, bu ithalatı da farz kılmaktadır.
Buna rağmen, ülkemizde sudan üretilebilecek elektrik enerjisi kapasitesi
200 milyar kilovat/saatin bir hayli üstündedir. Şu anda bu kapasitenin sadece
yüzde 20'sini değerlendirebiliyoruz; yüzde 5'lik kısmında da enerji üretimi
yatırımı devam etmektedir; yüzde 75'lik kısmının atıl olarak projelendirilmesi
beklenmektedir.
Ülkemizde 2010 yılına kadarki projeksiyonda gerekli enerji miktarı 300
milyar kilovat/saattir; bunun 100 milyarı şu anda mevcut kapasitedir; geriye,
200 milyar kilovat/saat kalmaktadır ki, bu da şu demektir: Önümüzdeki on yılda,
Türkiye'de sadece enerji sektöründe 200 milyar dolarlık yatırım yapılacaktır;
bu yatırım kaçınılmaz derecede elzemdir. Avrupa Birliği üyesi ülkelerin, bu
yatırım potansiyelini görmezlikten geleceklerini hiç sanmadığımızı ve bu
anlamda, çok kısa bir sürede ülkemizi birlik üyesi ülkeler arasında görmek
isteyeceklerini de ifade etmek istiyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; burada çok önemli bir problemin
Yüce Meclisin çatısı altında çözülmesi gereğini bir kere daha gündeme getirmek
istiyorum.
Biraz önce ifade ettiğim gibi, hızlı kalkınmamızı devam ettirmemiz için,
asgarî 200 milyar dolarlık enerji yatırımı yapmamız şarttır. Bu yatırımı,
sadece millî finans kaynaklarıyla yaptıramayacağımız da bir gerçektir; yani,
yabancı sermaye de gerekmektedir. Ancak, enerji yatırımlarında büyük hukukî
problemler vardır; imtiyazlar manasında anayasal problemler vardır; Enerji
Bakanlığının yetki devri aşamasında, Danıştayda hukukî problemler vardır, yasal
problemler vardır. Bu problemler, artık millî bir hedef haline gelen
özelleştirmenin her kademesinde kendini göstermektedir. Çok iyi niyetle gelen
yabancı sermaye, çoğu zaman, büyük uğraşlarla aştığı Hazine engelinden sonra,
bu hukukî engellere takılarak, yatırımdan vazgeçip, ülkemizden gitmektedir.
Unutmamak gerekir ki, Türkiye, bu enerji yatırımlarını yapmaya
mecburdur; enerji konusunda kalkınmasını devam ettirmeye mecburdur.
Enerji yatırımlarında, finansın yanında, önemli faktörlerden biri de
isabetli yer seçimi ile yatırımcıya yer tahsisidir. Çevreci bir mantıkla
hareket edildiğinde, her ne kadar karşı çıkılsa da, nükleer santralların
yapılması kaçınılmaz hale gelmiştir. Ancak, Gökova'da yapılan yanlış yer
seçimi, hiç olmazsa, bundan sonraki enerji yatırımlarında yapılmamalıdır. Yer seçimi, tahmin edileceği
gibi, özellikle termik ve nükleer santrallar için çok hassas bir şekilde yapılmalıdır.
Su, güneş ve rüzgâra dayalı santrallarda, çevreye zarar söz konusu
olmadığından, yer seçiminde, ancak potansiyel kapasite önplana çıkmaktadır.
Enerji üretimiyle ilgili olarak, büyük sanayi tesislerinin çok az bir
kısmınca uygulanan otoprodüktör sistemi geliştirilmeli, belli kapasite üzerinde
üzerinde enerji tüketen tüm sanayi tesislerinin, kendi enerjilerini
kendilerinin üretmeleri sağlanmalıdır. Otoprodüktörlük sisteminin tanıtımının
tam olarak yapılmadığı kanaatimi de ifade etmek istiyorum. Enerji Bakanlığı, bu
sistemi, hem tanıtmalı hem de geçmiş uygulamalardaki aksaklıkları tespit
ederek, yeniden teşvik edici bir şekilde düzenlemelidir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bildiğiniz gibi, Devlet Su İşleri,
yakın bir zamanda Enerji Bakanlığına bağlanmıştır. Bu, isabetli bir karardır.
Ülkemizde, biraz önce de ifade ettiğim gibi, elektrik enerjisinin önemli
kaynaklarından biri de sudur. Su, enerji üretimi yanında, en önemli insanî
ihtiyaçtır. Türkiye'nin, tarihten gelen beraberliği olan komşu ülkelere, bu en
önemli ihtiyacı esirgediğini düşünmek bile büyük hatadır. Ayrıca, ülkemizde
kişi başına düşen potansiyel su miktarı, komşularımızla hemen hemen aynı
seviyededir; fakat, başka bazı siyasî amaçlara suyun alet edilmesi de fevkalade
hatalıdır. Zaten rakamlar da, özellikle güney komşularımızın kişi başına düşen
potansiyel su açısından, Türkiyemizin gerisinde olmadıklarını göstermektedir.
Irak ve Suriye'de, kişi başına düşen potansiyel su miktarı 1 500 ilâ 2 000
metreküp seviyesi ile Türkiye ortalaması civarındadır.
Demokrat Türkiye Partisi olarak, biraz evvel izah ettiğim hukukî
problemlerin kaldırılmasında, yapılması şart olan bu yatırımların önündeki
anayasal ve yasal tüm hukukî engellerin kaldırılmasında, Türkiye Büyük Millet
Meclisi çatısı altında yapılacak her türlü çalışmaya destek vereceğimizi de
ifade etmek istiyorum. Bunun, aynı zamanda yüce mahkemeleri de meşguliyet ve
yanlış yorumlardan kurtaracağına inanıyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Demokrat Türkiye Partisi Grubunun
görüşlerini, bize ayrılan süre içerisinde ifadeye çalıştım.
Bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyor, her iki
bakanlığımızın bütçelerinin hayırlı olmasını diliyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Arınç.
Sayın milletvekilleri, saat 14.00'te yeniden toplanmak üzere, birleşime
ara veriyorum.
Kapanma Saati: 13.10
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati
: 14.00
BAŞKAN :
Başkanvekili Uluç GÜRKAN
KÂTİP ÜYELER
: Mehmet KORKMAZ (Kütahya), Mustafa BAŞ (İstanbul)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 35 inci
Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
1.- 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli
İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli
İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/669; 1/670; 1/633,
3/1046; 1/634, 3/1047) (S.Sayıları: 390,
391, 401, 402) (Devam)
A) SANAYİ VE TİCARET BAKANLIĞI (Devam)
1. – Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1998
Malî Yılı Bütçesi (Devam)
2. – Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1996
Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)
B) ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANLIĞI
(Devam)
1. – Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakalığı
1998 Malî Yılı Bütçesi (Devam)
2. – Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakalığı
1996 Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)
a) Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (Devam)
1. – Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1998
Malî Yılı Bütçesi (Devam)
2. – Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1996
Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)
b) Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü
(Devam)
1. – Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü
1998 Malî Yılı Bütçesi (Devam)
2. – Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü
1996 Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, bütçe görüşmelerine, kaldığımız yerden
devam ediyoruz.
Komisyon ve Hükümet yerlerini aldılar.
12 nci turda gruplar adına konuşmaları bitirmiştik; şimdi, şahıslar
adına konuşmalara geçiyoruz.
Bütçenin lehinde, Sayın Musa Okçu; buyurun. (RP sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakikadır.
MUSA OKÇU (Batman) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1998 yılı
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı bütçesi üzerinde, şahsım adına söz almış
bulunuyorum; Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.
GAP bünyesi içerisinde yerini almış, enerji amaçlı olarak planlanmış
Ilısu Barajı, Türkiye Petrolleri ve özelleştirme kapsamı içinde bulunan Batman
TÜPRAŞ Rafinerisi üzerinde görüşlerimi beyan etmeye çalışacağım.
Takriben, Dicle Nehri havzasında onbeşin üzerinde baraj inşası
planlanmaktadır. Halen, inşaatı devam eden ve bitmek üzere olan Kralkızı,
Silvan ve Batman Barajlarından sonra, Türkiye için ve bölge için hayatî önemi
haiz Ilısu ve Cizre Barajı entegre projesidir.
Ilısu Barajına ait karakteristik ölçülerden bazıları şöyledir: Barajın
yüksekliği 130 metre, normal su kotu 525 metre, göl hacmi yaklaşık 10 milyon
metreküp, göl alanı yaklaşık 270 milyon metrekare, Ilısu Barajı yıllık enerji
üretimi 3,5 milyar kilovat/saat, Ilısu artı Dicle Barajı yıllık enerji üretimi
5 milyar kilovat/saat.
Hasankeyf İlçesinin su altında kalması nedeniyle, 1992 yılında bir
komisyon kurulmuş ve yeni yerleşim alanı için üç yer belirlenmiştir; ancak, şu
ana kadar kesin bir yer saptanamamıştır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Hasankeyf, çok eski çağlardan beri,
Kuzey Mezopotamya ile Anadolu’nun girişim bölgesindedir. Yöre halkının
isteğiyle ve bence de, kültürümüzün temel taşı, beşbin yıldır gelmiş geçmiş halkların, milletlerin,
medeniyetlerin sentezi, çok çeşitli kültürlerin harman yeri Hasankeyf, sular
altına gömülmemelidir.
Hasankeyf medeniyetinde, âdeta, tarihî çağların hemen hepsinden izler
bulunmaktadır; bu tarihî dönemleri şöyle sıralamak mümkündür:
Mağara dönemine ait, en ileri seviyede işlenmiş, harika mağara sanatı,
mağara çarşıları vardır.
Ortaçağda, Yunan ve Roma medeniyetinin en uç üssüdür. Hıristiyanlığın
yayılışında, burada, Süryanilik kültürüne ait kalıntılar mevcuttur.
Yine ortaçağda, İslam medeniyeti döneminde, Abbasîlerin, Hamdanîlerin ve
Mervanîlerin sırayla ellerine geçmiştir ve bunlar ölümsüz eserler
bırakmışlardır. Daha sonra, Büyük Selçukluların tesir sahasına girmiş,
yeniçağın başına kadar Zengîlerin, Artukoğullarının, Eyyubîlerin ve
Akkoyunluların hükmü alanına girmiştir.
Yüzlerce muhteşem abidenin, camilerin, medreselerin, hanların,
hamamların, çeşmelerin, köprülerin bulunduğu ölü şehri anlatmaya ne zaman ne de
imkân vardır.
Bu ilçemiz, kanunlarla da koruma altına alınmıştır; Türkiye’nin ve
dünyanın birkaç önemli antik şehri arasında yer almaktadır ve vazgeçilemeyecek
bir SİT alanıdır. Kanaatimizce,
Enerji Bakanlığı, meseleyi ciddiye alırsa hem Hasankeyf’i kurtarabilir ve hem
de Ilısu Barajı projesi pekâlâ gerçekleştirilebilir.
Yöre halkının ve bu konuda bilgi sahibi vatandaşlarımızın ifadesine
göre, şehrin büyük kısmı 500 metre kotunun yukarısındadır. Bu itibarla, barajın
kotunun 26 metre düşürülmesiyle şehrin kurtarılacağı ifade edilmektedir. Devlet
Su İşleri yetkililerinin verdikleri kot düşürme rakamı ise çok yüksektir.
Bununla, maalesef, baraj üçte 2 enerji kaybına uğruyor; ancak, Elektrik Etüt
İdaresi Genel Müdürlüğündeki uzmanlar, şayet kot düşürülemeyecekse, şöyle bir
öneride bulunuyorlar:
1- Şehrin üst ve alt kısmında bent yapmak üzere, şehir orta kısımda
bırakılmak suretiyle,
2- Şehrin karşı tarafında tünel yapmak suretiyle suyu yönlendirmek
şekliyle Hasankeyf kurtarılabilir.
Bu, tabiî ki, projenin maliyetini yükseltir; ancak, bir antik beldeyi
kurtarmak için, devletin bu gibi maliyetlere katlanması gerekmektedir.
Bu konuda, sonuç olarak, söyleyeceğim şudur: Öncelikle, Hükümet, ciddî
olarak bu konuya eğilmelidir. Enerji Bakanlığı ve yine, özellikle, Kültür ve Turizm
Bakanlıkları ortak bir komisyon kurmalı, hem Hasankeyf’in kurtarılması ve hem
de bu projenin gerçekleştirilmesi için nihaî bir sonuç çıkarılmalıdır.
Türkiye Petrolleri ve TÜPRAŞ konusunda Hükümetin yeni bir anlayış
sergilemesini görmek istiyoruz. Uzaydaki uydular aracılığıyla, Türkiye’nin
petrol denizi üzerinde olduğunu gazetelerden öğrenmiş bulunuyoruz. Temennimiz,
bunun en kısa zamanda doğrulanmasıdır.
Ne var ki, Türkiye Petrolleri kendi elindeki imkânları tüketmiştir. 1995
yılından bu yana, kurum, yeni saha bulamamış. Türkiye Petrolleri, elindeki
mevcut lokasyonları değerlendiremediği gibi, birçok kuyuda da üretimi durdurmuş
bulunuyor. Hazro yakınında petrogaz çıkmasına rağmen, 6 kuyu rezerv ve güvenlik
gerekçe gösterilerek kapatılmıştır. Erzurum’da Horasan-1 sondajı hedefe
ulaşmadan durdurulmuştur. Batman Ekinli-1 kuyusu, güvenlik bahane gösterilerek
sondaj yapılmamaktadır. Gerçekte ise, bu kuyu karayoluna çok yakın,
Kurtalan-Beşiri arasında, güvenli bir bölgededir. Kozluk (Pisyar) sondajından
vazgeçilmiştir. Bu örnekler, maalesef, saymakla bitmez.
1990 yılına kadar, Türkiye Petrolleri, dünyada kâr eden 100 kuruluş
arasındayken, bugün nasıl olmuş da bu kadar küçülmüştür?!.
1990 yılında Batman bölgesinde 3 500 insan istihdam ediliyorken, ne
yazık ki, şu anda personel sayısı 1 100’e indirilmiş.
TÜPRAŞ, özelleştirme kapsamında olmasına rağmen, Batman Rafinerisinin
Türkiye Petrollerinden ayrı bir kurum olarak düşünülmesi mümkün değildir. 1954
yılından beri faaliyetini sürdüren Batman Rafinerisi, 1,1 milyon ton/yıl
hampetrol işleme kapasitesine sahiptir. Bölgede çıkan yerli ve ağır hampetrolü
işleyerek bölge ihtiyacını karşılamaya çalışan Batman Rafinerisi, günümüz
teknolojisinin gerisinde kalmış, ekonomik olmaktan çıkmış, sürekli artan petrol
ürünleri talebini dengeli bir şekilde karşılayamaz duruma gelmiştir.
1992 yılından beri Devlet Planlama Teşkilatına sunulan modernizasyon
projesi, hâlâ hayata geçirilmemiştir. Bölgenin de hassasiyeti göz önünde
bulundurularak modernizasyon projesi, maliyeti ne olursa olsun, hayata
geçirilmelidir. Ekonomiye bir yük getirecekse de, ileride çok daha büyük
katkısı olacaktır.
Rafinerideki darboğazın giderilmesi için gerekli olan reformer
ünitesinin kapasitesinin artırılması ve yeni bir desülfürizer yani, kükürt
giderme-ünitesinin kurulması gerekmektedir. Bu şartlarda reforme olduktan
sonra, şu anda yüzde 50’nin altında kapasiteyle çalışan rafinerinin tam
kapasiteyle çalışması sağlanacak; böylece, motorin üretiminde yüzde 62, asfalt
üretiminde yüzde 65 artış sağlanarak, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’nun yanı sıra,
İç Anadolu’nunda asfalt talebi karşılanacaktır.
Netice itibariyle, şunu söylemek istiyorum: Batman Rafinerisi
özelleştirme kapsamından çıkarılmalıdır veya ille özelleştirmede ısrar
edilecekse, bu rafineriyi Türkiye Petrolleri satın almalıdır. Türkiye
Petrolleri, normal şartlarda, faal olduğu takdirde, 4 milyon ton petrol üretme
imkânına sahiptir ki, bunu işlemek için Batman Rafinerisinin 4 katı
kapasitedeki bir rafineriye ihtiyaç vardır. Demek ki, Hükümet, bu rafineriyi,
kapatmayı planlamak yerine, kendi öz petrolünü işleyecek kapasitede modernize
etmelidir. Böylece, ek üniteler kurarak, önemli bir istihdam imkânını da
sağlamış olacaktır ve nispeten, işsizlere de iş fırsatı temin edilmiş
olacaktır.
Yüce Heyetinize saygılarımı ve selamlarımı sunuyorum. (RP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Şimdi, Hükümet adına, Sanayi ve Ticaret Bakanı Sayın Yalım Erez.
Buyurun Sayın Bakan. (ANAP sıralarından alkışlar)
Süreyi eşit mi paylaşacaksınız?
SANAYİ VE TİCARET BAKANI E. YALIM EREZ (Muğla) – Evet Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun.
SANAYİ VE TİCARET BAKANI E. YALIM EREZ (Muğla) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Bakanlığımın bütçesi üzerinde bazı görüşlerimi ifade
etmek ve konuşmacıların bazı görüşlerine cevap vermek üzere söz almış
bulunuyorum. Bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlarım.
Değerli milletvekilleri, konuşmamın başında, gerek Plan ve Bütçe
Komisyonunda gerekse Yüce Mecliste Bakanlığımın bütçesi üzerinde görüşlerini
ifade eden değerli milletvekillerine teşekkür ediyorum; ülkemizin sorunlarının hallinde, memleket
gerçeklerine uygun dile getirdekleri bu görüşlerini önümüzdeki dönem
çalışmalarımızda dikkate alacağımızı da ifade etmek istiyorum.
Yalnız, Doğru Yol Partisi Grubu sayın sözcüsünün, şahsımla alakalı bir
sözüne cevap vererek konuşmama başlamak istiyorum. Sayın sözcü, beni, kimin
arabasına binerse onun türküsünü söylemekle itham etti. Zannedersem, sayın
sözcü, sürçülisan da bulundu, kendisiyle beni karıştırdı. Kendisinin aynaya
bakmasını tavsiye ederim.
Değerli milletvekilleri, fizikî bir dünyadan sayısal bir dünyaya doğru
gidiyoruz. 21 inci Yüzyılın başında, artık, bilgisayar klavyelerinin
kullanılmayacağı ve insan sesinin bilgisayara komut verilmesinde kullanılacağı
beklenmektedir. Sunî zekâ, hayatımızın çeşitli yerlerinde yoğun bir şekilde
kullanılmaya başlanacaktır. Beş yıl önce, internetin ticaret uygulamaları
bilinmiyordu. 1992’de, 200 bin bilgiyasar internete bağlıyken, 1997 yılında bu
rakam 3 milyon olup, 27 milyon abone internetten faydalanmaktadır.
2000’e 2 kala, kâğıt, faks ve telefona dayanan klasik ticaret biçimi
yerine elektronik ticarete yönelme başlamıştır. Elektronik ticaret, yedi gün 24
saat çalışma prensibiyle, dünyadaki saat dilimleri aşılarak, müşterinin, bütün
dünya olarak tanımlanmasına dayanır. Elektronik ticaret, bilgi toplumuna geçişi
sağlayan bir hayat tarzı olmaya başlamıştır. 2005 yılında olması tahmin edilen
elektronik ticaret potansiyeli, yaklaşık 6 trilyon dolardır. Sadece, Amerika
Birleşik Devletlerinin elektronik ticaret potansiyeli, halen 8 milyon dolarken
2002 yılında olması tahmin edilen rakam 327 milyar dolar olacaktır. Elektronik
ticaret, yaratıcı düşünce ve bireyin önplana çıktığı bir düzendir. Bu teknoloji
kasırgası altında, dünyamız, büyük bir anlayış değişikliğine ve değişimine
sahne olacaktır; değişime adapte olan ayakta kalacak, diğerleri yok olacaktır.
İşte, bu görüşten yola çıkarak, Sanayi Bakanlığını çağın ihtiyaçlarına
cevap verir bir düzeye getirmek, 1997 yılında temel hedefimiz olmuştur ve
Sanayi ve Ticaret Bakanlığında, biraz evvel konuşmacıların da bahsettiği gibi
“Mükemmeliğe Doğru Yolculuk Projesi” 1 Eylül 1997 tarihinden itibaren
başlamıştır.
Bu, mükemmeliğe doğru yolculuktaki kastımız, vatandaşa daha hızlı, daha
kalileti ve daha az hatalı hizmet vermektir. Hedefimiz, 3 milyon işlemde 1 hata
yapmaktır ve bu sistemin kalıcı olması için yaptığımız çalışmalar konusunda,
kalite belgesi almak üzere Türk Standartları Enstitüsüne müracaat ettiğimizi,
önümüzdeki günlerde, İSO belgesi alınmak üzere TSE ile bir anlaşma
imzalayacağımızı da burada belirtmek istiyorum.
Bakanlığımızda başlatılan bu çalışma sonucunda bütün hizmet standartları
belirlenmiş ve işlemler, buna paralel olarak yürütülmeye başlanmıştır. Sizlere
dağıttığımız kitapta, bunların hepsi var olduğu için ve değerli konuşmacılar
tarafından da yeteri kadar belirtildiği için, tek tek temas etmek istemiyorum.
Buradaki amaç, biraz evvel de söylediğim gibi, daha küçük, ama, daha güçlü bir
devlet yapısını ortaya koymak, vatandaşına güvenen, vatandaşın beyanına
güvenen, vatandaşın zamanını israf etmeyen bir yönetim tarzını Sanayi ve
Ticaret Bakanlığında uygulamaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bakanlığımla ilgili bu işlemleri
yaparken, diğer yandan, Bakanlığımla ilgi ve bağlı kuruluşlar hakkında da,
size, bazı bilgiler vermek istiyorum. Biraz evvel değerli konuşmacıların da
bahsettiği gibi, hakikaten, birer ekonomik kuruluş olarak kurulan, ancak,
zamanla bu işlevlerinden uzaklaşan, ekonominin birer kara deliği haline gelen
tarım satış birliklerinde gerek 53 üncü Hükümet gerek 54 üncü Hükümet gerekse
de 55 inci Hükümet zamanında aldığımız tedbirlerle, bu birlikler, birer kara
delik olmaktan çıkarılmış, ekonomiye kaynak yaratan, vatandaşın ürünlerini
değerlendiren, vatandaştan aldığı ürünün bedelini zamanında ödeyen birer
kuruluş haline gelmişlerdir. Bunun yanı sıra da, son yıllarda ilk defa
gerçekleşen bir şey daha olmuştur; bu birlikler, bir önce aldıkları ürün
bedelini ödemek üzere aldıkları kredileri devlete geri öder hale gelmişlerdir.
Birliklerin, 1997 yılında, 19.12.1997 tarihi itibariyle aldıkları ürün değeri
101 trilyon liradır ve yine, memnuniyetle ifade edeyim ki, dün akşam
itibariyle, birliklerin üreticiye bir tek kuruş borcu kalmamıştır. Bu da, son
yirmi -belki otuz- yılda gerçekleşen ilk olaydır. (ANAP ve DSP sıralarından
alkışlar)
Geçen yıl, aynı tarih itibariyle, üreticiden alınan ürün bedeli 62
trilyon lira, buna karşılık, DFİF kaynaklarından kullanılan kredi 24 trilyon
lira, birlik kaynaklarından ödenen bedel 11 trilyon lira ve 19.12.1997 tarihi
itibariyle üreticiye kalan borç 26 trilyon lira iken; bugün itibariyle,
üreticiden alınan ürün bedeli 101 trilyon lira, DFİF kaynaklarından ödenen
kredi 72 trilyon lira ve birlik kaynaklarından ödenen yaklaşık 26 trilyon
lirayla, biraz evvel de belirttiğim gibi, tarım satış birliklerinin üreticiye
bir tek kuruş borcu kalmamıştır ve grubu adına konuşan bir arkadaşımızın
belirttiği gibi, bugün, artık, üyelerinin mal vermediği birlikler olmaktan
çıkmış, ortak olmayanların da birliğe mal sattıkları bir düzene gelmişizdir.
Tabiî, görevimiz bitmemiştir. Bu birlikleri, tam birer ekonomik kuruluş haline
getirmek mecburiyetindeyiz. Bunun için de, önümüzdeki günlerde, Yüce Meclise
iki maddelik bir kanun tasarısı sunacağız. Birliklerin kooperatif hizmetleri
ile sınai müsesseselerini birbirinden ayırıyoruz. Sınai müesseselerini birer
anonim şirket gibi çalıştıracağız. Yine, birliklerin özerkliğine yönelik kanun
tasarımız da önümüzdeki günlerde Meclis gündemine gelecektir.
Bu arada, bir konuşmacı, birliklerin özerkliğiyle alakalı, Sanayi ve
Ticaret Bakanının birlik yönetim kurulu üyelerini görevden aldığından bahsetti.
Değerli arkadaşlarım, kanunun verdiği bir hakkın kullanılması ne
zamandan beri kanunsuzluk sayılmaktadır; doğrusu, bunu da merak ediyorum. Tabiî
ki, verilen emirlere, kanunlara uygun çalışmayan olursa, kanunun bize verdiği
hakkı kullanmaktan, bugüne kadar sakınmadık, bundan sonra da sakınmayacağımızı
ifade etmek istiyorum.
Yine, yeri gelmişken, bir konuya daha burada cevap vermek istiyorum.
Doğru Yol Partisi sözcüsü arkadaşımız -herhalde, rakamları yanlış bildiğinden
olsa gerek- ayçiçeğine yüzde 50 zam verdiğimizden bahsetti. Halbuki, Balıkesir
milletvekili olması dolayısıyla -her ne kadar bilgisayarcı olsa da, ekonomiyle
ilgili olduğu için- Balıkesir’de de ayçiçeğinin yetiştiğini ve ayçiçeğine
verilen zammın, kendisinin belirttiği gibi yüzde 50 olmadığını, yüzde 100,
hatta yüzde 100’ü de aştığını belirtmek isterim.
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Ayçiçeği ekiyorum; yapmayın... Geçen
yıl 40 bin liraya, bu yıl 55 bin liraya...
SANAYİ VE TİCARET BAKANI E. YALIM EREZ (Devamla) – Geçen yıl, 54 üncü
Hükümet...
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Ayçiçeği ekiyorum, çiftçiliğini de
yapıyorum.
SANAYİ VE TİCARET BAKANI E. YALIM EREZ (Devamla) – Karşılıklı
konuşacaksak, söyleyeyim...
BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun, devam edin.
SANAYİ VE TİCARET BAKANI E. YALIM EREZ (Devamla) – Geçen yıl ayçiçeğine
verilen bedel 35 bin liradır, bu yıl ayçiçeğine verilen fiyat 70 bin liradır
sayın milletvekili.
Yine, bir konuya daha temas etmek istiyorum. Konuşmacı arkadaşlarımızın
belirttiği bir husus vardır; yeni piyasası açılan zeytinyağı konusu.
Zeytinyağının geçen sene rekoltenin yüksek olması ve dünya fiyatlarının düşük
olması nedeniyle de, hakikaten -54 üncü Hükümette de Sanayi ve Ticaret
Bakanıydım- zeytinyağı üreticisinin parasını zamanında ödeyemedik. Bu yıl,
zeytinyağının yok yılıdır; fakat, elimizde, 100 bin tonu aşan stok vardır. Bu
stokların bir an evvel eritilmesi ve üreticinin mağdur edilmemesi için, 55 inci
Hükümet olarak, iki karar aldık ve yürürlüğe koyduk. Bunlardan bir tanesi,
zeytinyağı üreticilerinin arzusu olan, ham yağın, dökme ham yağın ihracının
serbest bırakılmasıdır ki, dökme ham yağ ihracı altı ay süreyle serbest
bırakılmıştır.
Diğer bir konu da, ihraç kaydıyla, dünya fiyatlarından, yağ
sanayicilerine ürün verilmesi ve bu ürünü verecek Tariş’in görev zararının
ödenmesi için de Tariş’e 1 trilyon liralık kaynak aktarılmasıdır ki, bu
kararname de çıkmıştır.
Değerli arkadaşlarım, biraz evvel söylediğim gibi, bu yıl çeşitli
ürünlerin fiyatlarını, hem dünya fiyatlarını hem yurdumuzda yaşanan yüksek
enflasyonu hesaba alarak belirledik. Tarişin aldığı pamuk fiyatlarına geçen yıl
yapılan zam, yani 1996-1997 döneminde yapılan zam yüzde 75 iken, bu yıl,
1997-1998 döneminde yapılan zam yüzde 107’dir.
Yine, Tarişin aldığı kuru üzüme, 1996-1997 döneminde yüzde 57 fiyat
farkı verilmişken, bu yılki verilen fiyat farkı yüzde 144’tür.
Çukobirlik pamuğu, geçen yıl -yani 1996-1997 döneminde- bir önceki yıla
göre yüzde 76 fiyat farkıyla almışken, bu yıl verilen fiyat farkı yüzde 108 ve
buna paralel olarak hem soyanın hem pamuğun hem -biraz evvel belirttiğim gibi-
Trakyabirlik’in aldığı ayçiçeğinin fiyatları, enflasyona parelel olarak
artırılmıştır.
Tabiî, çok polemik konusu yapılan fındığa da değinmek istiyorum. Fındık,
ekonomik bir üründür, siyasî bir ürün değildir. O nedenle, fındığın fiyatı
belirlenirken Başbakanın nereli olduğuna bakmayız, bugüne kadar da kimse
bakmamıştır. Fındığın fiyatını belirlerken, Türkiye’nin menfaatlarına, fındık
üreticisinin menfaatlarına ve Türkiye’nin bu üründen elde edeceği dövize
bakarak bir değerlendirme yaptık. Geçen yıl, -Türk parası cinsinden bakarsanız-
fındığın açılış fiyatı 165 bin lira iken, bu yıl açış fiyatını 400 bin lira
görüp “efendim fındığa bu kadar yüksek zam verdiniz; bunu da, Başbakan
Karadenizli diye...” derseniz, ben size şunu söylerim: Biz, 1996-1997 döneminde
de, fındık, bir yıl önce 80 bin lira fiyatla açılıp, 60 bin liradan satılırken
165 bin lira fiyat verdik. Bunu verirken Sayın Erbakan Sinoplu diye mi verdik;
hayır. Doğrusu bu idi, dünya fiyatları bunu gerektiriyordu, bunun için bunu
verdik.
Burada yapılan işlem şudur: Türkiye, dünya fındık piyasasının yüzde
80’ine hâkimdir; ancak, maalesef, geçen yıla kadar, Türkiye, fındık
fiyatlarının belirlenmesinde söz sahibi olmamıştır. Türkiye’deki birkaç
ihracatçı ve Hamburg’taki birkaç alıcı, yıllardan beri, Türk fındığının
fiyatını kendi isteklerine göre belirlemekteydiler. İlk defa, Türkiye, geçen
yıl ve ağırlıklı olarak bu yıl, fındık fiyatını belirleyen ülke durumuna
gelmiştir. Artık, fındığın fiyatı Türkiye tarafından belirlenecektir ve fındık
ihtisas borsasının önümüzdeki yıl içerisinde Karadenizde kurulması için de Bakanlığımızda
her türlü çalışmayı başlatmış bulunuyoruz. Fındık üzerinde, Hans, bundan sonra
istediğini yapamayacaktır; Ahmetler, Mehmetler, dediğini yapacaktır. Fındık
politikamız budur. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar) Bundan da, zannedersem,
kimsenin rahatsız olmaması gerekir.
Değerli milletvekilleri, bunun dışında, Bakanlığıma bağlı KİT’lerin,
verimli çalışması, daha özerk çalışması için gerekli çalışmaların yapıldığını
ve başlatıldığını, özerk bir yapıya kavuşturulduğunu zaten biliyorsunuz; gerek
buradaki arkadaşlarımız ifade ettiler gerekse Bakanlığımızın size verdiği
kitaplarda bu konuyu görüyorsunuz.
MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Kayseri) – TAKSAN’dan bahset.
SANAYİ VE TİCARET BAKANI E. YALIM EREZ (Devamla) – Müsaade edin.
Bana göre, KİT’ler, birer ekonomi kuruluşudur. KİT’lerin sermayesinin
devlette olması, KİT’lerde siyaset yapılmasına müsaade etmemelidir veya
KİT’leri bugünkü duruma getiren, maalesef, bu yanlış anlayıştır. Artık,
KİT’ler, siyasetçinin, taraftarlarına iş ve işçi bulma kapısı olmayacaktır ve
aslında Sanayi Bakanlığında yaptığımız da budur. KİT’ler verimli çalışmak
mecburiyetindedirler. Bunlar, kaynak tüketen değil, kaynak yaratan teşekküller
olacaklardır; birer işsizlik sigortası gibi düşünülmeyeceklerdir. Bu nedenle,
Bakanlığıma bağlı KİT’lerde, bu anlayış doğrultusunda çalışmalar başlamıştır.
1997 yılı pancar taban fiyatı, bildiğiniz gibi, bir yıl öncesine göre
yüzde 150 oranında artırılarak, 11 bin lira olarak ilan edilmiştir ki,
üreticilere ödenen çeşitli prim ve tazminatlarla beraber ortalama fiyat 12 bin
liraya kadar ulaşacaktır.
Yine, Doğru Yol Partisi sözcüsü, aynı sözü, Plan ve Bütçe Komisyonunda
da ifade etmişti, fakat, cevabımı beklemeden çıkmıştı, burada da ifade ettiği
için cevaplandırmak istiyorum. Sayın Milletvekili, pancara 11 bin lira fiyatı
ben yüksek bulmadım; pancara 11 bin lira fiyatı, 54 üncü Hükümet zamanında,
Sayın Genel Başkanınız yüksek buldu ve benim o zaman getirdiğim 8 500-9 000
liralık fiyatı “popülist politika uyguluyorsun” diye, Ekonomik Kurulda tenkit etti.
Eğer, benim bir yanlışım varsa, Sayın Genel Başkanınızın yanlışına bakınız.
(ANAP sıralarından alkışlar; DYP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen dinleyin.
SANAYİ VE TİCARET BAKANI E. YALIM EREZ (Devamla) – Yanlış biliyorsunuz,
ben, pancar fiyatını yüksek bulmadım, o tarihteki Sayın Başbakan buldu ve
Ekonomik Kurul üyeleri de buna şahittir. Biraz sonra çıkıp sorabilirsiniz;
Sayın Tarım ve Köyişleri Bakanı da beraber olmak üzere... (DYP sıralarından
gürültüler)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen müdahale etmeyin.
Buyurun Sayın Bakan; 16 dakikayı geçtiniz.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Daha fazla verilmesi lazımdır diyoruz.
SANAYİ VE TİCARET BAKANI E. YALIM EREZ (Devamla) – Ben, bir yanlışı
düzeltmek için ifade ediyorum; pancara yüksek fiyat veren ben değilim. (DYP
sıraların gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Bakan, lütfen karşılıklı konuşmayın.
SANAYİ VE TİCARET BAKANI E. YALIM EREZ (Devamla) – Hayır, karşılıklı
konuşmuyorum Sayın Başkan; biri hakkımızda bir şey söyledi, onu
cevaplandırıyorum.
Değerli milletvekilleri, pancar üreticilerine bu yıl 177 trilyon liralık
ödeme yapılacaktır. Bugüne kadar toplam 50 trilyon lira pancar üreticilerine
avans ödenmiştir; kalan 120 trilyon liranın da 1998 yılına kadar ödenmesi
programlanmıştır ve memnuniyetle ifade edeyim ki, gerek geçen yıl gerek bu yıl,
Türkiye, artık, şeker ithalat eden bir ülke olmaktan çıkmış, şeker ihraç eden
bir ülke durumuna gelmiştir.
BAŞKAN – Sayın Bakan, 17 nci dakikadasınız.
SANAYİ VE TİCARET BAKANI E. YALIM EREZ (Devamla) –
Tamam efendim, bitiriyorum.
Değerli milletvekilleri, biraz evvel de ifade ettiğim gibi, Bakanlığıma
bağlı olan KİT’lerde özelleştirme, kanunî amaçlarına uygun, şeffaf bir şekilde
yapılacaktır. Bu meyanda, SEKA özelleştirme kapsamına alınmıştır. Önümüzdeki
yıl içerisinde, Makine Kimyanın TÜMOSAN, TAKSAN, Asil Çelik ve ETA fabrikaları,
özelleştirme kapsamına alınarak özelleştirilecek; ekonomik verimliliği kalmayan
Antalya Pil Fabrikası da kapatılacaktır.
Yine, Bakanlığıma bağlı olan KİT’lerin boş vaziyette duran
gayrimenkullerinin değerlendirilmesiyle elde edilecek gelirlerin, fonların
sermayelerine ilaveleri de planlanmıştır.
Sözlerime burada son verirken, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçesinin,
ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla
selamlıyorum. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Erez.
Sayın Cumhur Ersümer... (ANAP sıralarından alkışlar)
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Sayın Başkan, bir hususu arz
edebilir miyim?
BAŞKAN – Buyurun Sayın Yılmazyıldız.
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Sayın Bakan, bazı konularda yanlış
bilgi verdiğimi veya cevabı dinlemediğimi söylemiştir. O konuda bir düzeltme
yapmak istiyorum.
BAŞKAN – Efendim, İçtüzüğümüze göre size söz verebilme imkânım yok.
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Ben söz istemiyorum; yerimden, sadece
bir cümleyle düzeltmek istiyorum.
BAŞKAN – Böyle bir usulümüz yok efendim.
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Sayın Bakan, Plan ve Bütçe
Komisyonunda...
BAŞKAN – Efendim, sizin verdiğiniz bir rakamın...
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Hayır, onu konuşmayacağım. Müsaade
edin...
BAŞKAN – O zaman, söz veremeyeceğim Sayın Yılmazyıldız, böyle bir
usulümüz yok.
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Plan ve Bütçe Komisyonunda cevabını
dinlemiştim.
BAŞKAN – Sayın Yılmazyıldız, böyle bir usulümüz yok, ısrar etmeyin;
söyledikleriniz zabıtlara geçmiyor.
Sayın Bakan, 12 dakika süreniz var; buyurun.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale)
– Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; öncelikle sizleri saygıyla
selamlıyorum; grupları ve şahısları adına konuşma yapan milletvekili
arkadaşlarıma da, katkıları nedeniyle, teşekkür ediyorum.
Tabiî, burada yapılan konuşmalarda mutabakata varılan birçok husus oldu.
Bunların, bizim için, ülkenin enerji politikasının düzenlenmesinde ve bundan
sonraki hedeflerimizin gerçekleştirilmesinde de, mutlaka ki, büyük katkıları
olacaktır.
Burada herkesin kabul ettiği, ülkedeki enerji darboğazının, enerji
probleminin çözülebilmesinin bütçe imkânlarıyla mümkün olmadığıdır. Bütçe
imkânlarıyla çözülemeyen bu problemin çözümündeki hedefler de müşterektir.
Yine, bütün konuşmacıların üzerine basarak belirttikleri gibi, bu problemin
çözülebilmesi için, yerli ve yabancı, özel sektörün, bu piyasaya, enerji
sektörüne enjekte edilmesi, kanalize edilmesi gerekmektedir. Bu mealde, bizden
önceki hükümetlerin başlamış oldukları, bizim devam ettirmekte olduğumuz birçok
uygulama vardır. Bunları hızlı bir şekilde geçersek; bildiğiniz gibi, BOT’ler,
yani, yap-işlet-devret tarzında uygulamalar vardır; ancak, kanunun çıktığı
günden bugüne kadar bu uygulamayla istenilen, amaçlanan, hedeflenen sonucun
alınması mümkün olmamıştır. Bunun nedeni konusunda da bütün gruplarımız
mutabıktır. Burada hepimizin mutabık olduğu husus, Danıştayda inceleme
esnasında uzun bir sürenin geçmekte olması ve yine mutabakata varılan bir başka
husus da, arbitrasyon; yani, tahkim konusunda, özellikle yabancı sermayenin
ülkeye gelmesini engelleyen hususlardır.
Ben, buradaki bu mutabakattan güç alarak, destek alarak, önümüzdeki
günlerde, Meclisimizin huzuruna, bu konudaki yasal düzenlemeleri getireceğim ve
Anayasadan başlamak üzere -doğru söylüyorsunuz- gerekli yasal düzenlemeyi
getireceğiz. Ümit ediyoruz, Meclisin desteğini de yanımızda bulacağız ve
ülkemiz, bu noktadaki sıkıntıları da, bu yasal düzenlemeyle, büyük çapta
giderebilecektir.
Yine diğer bir özelleştirme şeklimiz, bildiğiniz gibi, BO konusunda
olmuştur; yani, yap-işlet... Bizden önceki hükümetlerin -53 üncü Hükümet, 54
üncü Hükümet- başlamış oldukları, getirmiş oldukları bir kararname
uygulamasının Danıştay tarafından iptal edilmesi üzerine, yine Meclisten
konsensüs içerisinde geçirdiğimiz Yap-İşlet Yasasıyla, bu özelleştirmeyle
ilgili işlemimizi bitirmek üzereyiz. Gerçekten de, hepimizin katkısı bulunan,
hepimizin övünmesi gereken bir özelleştirme olmuştur. 5 200 megavat gücünde 5
santralımız ihale edilmiş, firmaları belirlenmiş ve şu anda sözleşme
aşamasındadır.
Tabiî, bu konuda da bize gelen duyumlar var; işte, Elektrik Mühendisleri
Odası, yine Danıştaya gidecekmiş; yine Danıştaydan alınacak bir kararla Anayasa
Mahkemesine götürülüp, bu yasanın da iptal edileceği söyleniyor.
Ben, burada, şunu belirlemek istiyorum: Yani, ülkedeki bu problemin
çözümünün başka bir yere dayandırılamaması, başka bir çözüm üretilmemesi,
üretilen çözümlerin önüne de böylesine sunî birtakım yasal engellerin
çıkarılması konusunda, Meclisin bize destek olacağına da inanıyorum.
Bir diğer konu da işletme hakkı devirleriydi. Bildiğiniz gibi, bizden
önceki hükümetin başlatmış olduğu bir ihale sürecini devam ettirdik,
dağıtımlarla ilgili de devam ettiriyoruz; ihale konusunda 10 santralla yola
çıktık, 8’inin ihalesini yaptık -8 firmayı belirledik, görevlendirdik- 2
tanesini iptal ettik. Tabiî, bu iptalle ilgili Plan ve Bütçe Komisyonunda da
bana bazı sorular yöneltildi; Sayın Pamukçu’ya ben orada da bazı şeyleri izah
etme imkânına kavuştum; anladığım kadarıyla, tam izah edememişim.
Burada tekrar bir belirleme yapmak istiyorum: Sayın Pamukçu “ben,
şartnameye baktım; böyle bir husus yok; kesintili gaz dikkate alınarak bir
işlem yapılmasına dair bir husus yok” diyor; doğru. 17.3.1997 tarihli
şartnamede böyle bir husus yok; ancak, 16 Nisan 1997 tarihinde, Hükümetiniz
döneminde yayımlanan bir zeyilname var; o zeyilnamede de, doğalgaz için
kesintili gaz verilebileceğinin dikkate alınması şartı getirilmiş ve yine,
burada da, BOTAŞ’ın ihtiyaç duyması halinde “alıcının gaz arzını
kesebilecektir, kısabilecektir” şartı getirilmiş. Yani, ilk çıkılan şartnamede
böyle bir şart yok; müteakiben, 16 Nisanda yayımlanan zeyilnamede böyle bir
şart getirilmiş ve bizim, daha önce de belirttiğimiz gibi, bu zeyilnamede
belirlenen şarta rağmen, hiçbir firma, kesintili gazı esas alarak teklifte
bulunmamış.
Yani, ben, burada şunu belirlemek istiyorum: Hiç kimseye bir diyet borcu
ödeme kastıyla hareket edilmemiştir, hiç kimseye bir peşkeş çekme söz konusu
değildir; sadece ve sadece, düzenlenmiş olan şartnameye ek olarak düzenlenmiş
zeyilnameye uygun olarak teklif verilmemesi nedeniyle, bu iki ihale iptal
edilmiştir ve bütün hazırlıklar buna uygun olarak yapılmıştır; hiç endişe
buyurmayınız. İnşallah, bu iki santralımızı da, yine aynı şekilde ihale
edeceğiz; ancak, bunu ihale ederken şöyle bir şey yapacağız: Daha önceki ihale
şartnamelerinde bulunmayan ön eleme, araştırma sistemini buraya getireceğiz;
yani, bunu, yoldan geçen herkesin teklif verebileceği bir ihale olmaktan
çıkaracağız. Bunu, burada, size tekrar belirtme ihtiyacı duydum. Teşekkür
ediyorum.
ASLAN POLAT (Erzurum) – İran doğalgazının son durumu nedir; onu da
açıklar mısınız?
ENERJİ VE TABİî KAYNAKLAR BAKANI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) –
Tabiî, tabiî; onu da anlatacağım Sayın Polat.
BAŞKAN – Sayın milletvekilim, soru sorma hakkınızı kullanırken bu
şekilde müdahale edebilirsiniz.
ENERJİ VE TABİî KAYNAKLAR BAKANI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) –
Zamanımız oldukça dar; ben, üzerinde çok durulan hususları vurgulayarak geçmek
istiyorum.
Biz, göreve geldiğimiz günden beri, doğalgazın çeşitlenmesi noktasında,
gerek gaz çeşidi gerek ülke ismi olarak, bu hususa, bizden önceki hükümetlerin
de yaptığı gibi, aşırı dikkat gösterdik. Ancak, hemen belirteyim, Sayın
Pamukçu’nun burada listeler halinde saydığı gibi değildir; yani, o dönemde,
sadece kontrata bağlanmış. Çünkü, gaz alımlarında, biliyorsunuz, anlaşma çok
yapılıyor; ama, bunların hiçbiri anlaşma niteliğini haiz değil. Anlaşma
niteliğini haiz olanlar, bir başka manada, kontrata bağlanmış olanları dikkate
alarak konuşmamı sürdürüyorum; bunların içinde, sizin de belirttiğiniz gibi,
İran’la ilgili doğalgaz alımı vardır. Onun dışındaki, burada bahsedilen,
Nijeryası, Yemeni vesaire, bunların hepsi protokole bağlanmış, henüz kontrata
bağlanmamış, görüşmeleri süren gaz alımlarıdır ve biz, bu alımların hiçbirini
de ihmal etmiş değiliz, belli bir sistem dahilinde sürdürüyoruz.
Yine, sadece doğalgaz değil, LNG alımıyla ilgili görüşmelerimiz de bu
manada sürüyor ve LNG terminalinin İzmir’ Aliağa’da yapılmasıyla ilgili husus
da, yine BOTAŞ’ın programına alınmıştır ve bu çeşitleme de bu manada devam
edecektir.
Şimdi, bildiğiniz gibi, doğudan gelecek, yani, Türkmen gazını, önce
Türkiye’ye, daha sonra da Avrupa’ya taşıyacak olan boru hatlarıyla ilgili,
doğrudur, biz iki ihaleyi de iptal ettik; ama -yine Sayın Pamukçu da belirtti-
biz, tekrar ihaleye çıktık; önümüzdeki günlerde bu ihale yapılacak.
Biz, daha önce yapılan ihalede -Türkmen gazının Avrupa’ya taşınmasıyla
ilgili- boru hatlarında gerekli dikkatin gösterilmediği kanaatinde olduğumuz
için bunu iptal ettik. Efendim, 48 inçle başlayıp 36 inçle biten bir boru
hattında, Türkmen gazını Avrupa’ya taşıyamazsınız. Biz, bu boru hattını 48 inçe
çıkardık ve bu miktar gazı Avrupa’ya taşıyabilmek, artı, batıdan gelen gazla
buluşturup, doğalgazın basıncını belli bir seviyede tutup kontrol etme imkânını
da yaratma çabası içinde olduk.
Yine, tabiî, bu boru ihalesinde, çeşitli, her ihale için ayrı bir sistem
uygulanmıştı; o sistemi de kaldırdık, hepsinde aynı sistemi uyguluyoruz ve
neticede, biz, bu boru hattının bir an önce gerçekleşmesini istiyoruz. Çünkü,
ben...
İSMAİL İLHAN SUNGUR (Trabzon) – Bir sene kaybınız oluyor Sayın Bakan.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) – Biz,
o kaybı -sizin kayıp dediğiniz- telafi ederiz.
BAŞKAN – Değerli milletvekilleri, lütfen, bu müdahaleyi sorular
sorulurken yapın.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) –
İlanihaye, ömür boyu sürecek bir kaybı, böylelikle engellemiş oluyoruz. Ümit
ederim, sonuçta bize teşekkür edeceksiniz.
Yine, bu doğalgaz boru hattının güzergâhı, Bakû-Ceyhan güzergâhıyla üst
üste çakışmaktadır. Bildiğiniz gibi, Bakû-Ceyhan petrol boru hattının, daha
rantabl olabilmesi için, doğalgazla birlikte yapılması planlanmaktadır. Önemli
aşamalar kaydedilmiştir; Allah nasip ederse, 1998 senesi ekim ayında, biz, bu
Bakü-Ceyhan hattının temelini atma imkânına da kavuşacağımızı ümit ediyoruz.
Çünkü, göreve geldiğimiz günden beri, ülkenin en önemli projelerinden biri
olduğu inancı ve iddiası içinde, özellikle, petrolü ve gazı elinde bulunduran
ülkeler ile bu petrol ve gaz üzerinde hisse sahibi şirketlerin bir araya
gelerek verecekleri karar sonucunda bu projenin gerçekleştirilebileceğine
inandığımız için, bu manada çalışmalarımızı sürdürdük. Kazakistan, Türkmenistan
ve Azerbaycan’da çalışma grupları kurduk. En son, Amerika gezimizde Enerji
Bakanıyla birlikte imzaladığımız anlaşmanın hükümlerinden biri de, Amerika
Birleşik Devletleriyle de bu konuda bir çalışma grubunun kurulmasıdır.
Neticede, bu çalışma grupları bir araya gelecek ve şu anda Alman PLE firmasının
yapmakta olduğu fizibilite raporu, şubat ayının 28’inde Bakanlığımıza teslim
edilecektir ve neticede, üzerinde konuşup tartışabileceğimiz bir fizibilite ve
sonuçta verilecek bir kararla, Hazar bölgesi petrolünün ve gazının Türkiye üzerinden
Ceyhan’a taşınabilmesi; yine, Türkmen gazının, Türkiye üzerinden Avrupa’ya
taşınabilmesi imkânını elde etmiş olacağız.
Yine, kamuoyunda çok tartışılıyor; en son yaptığımız anlaşmayla
Rusya’dan alacağımız 16 milyar metreküplük doğalgaz konusunda altını çizerek
şunu belirlemek istiyorum: Bir yandan “Karadeniz altından bu gazın gelmesi
teknik olarak mümkün değildir” deniliyor; sonra da, bize dönüp “niye aldınız,
niye para harcıyorsunuz” diyorlar. Ben, burada iki şeyi belirleyeyim:
Birincisi, bu gazın Türkiye’ye getirilmesiyle ilgili olarak, Türkiye’nin
verdiği bir tek kuruş söz konusu değildir. Biz, bu anlaşmayı fob olarak, yani
Samsun’da teslim almak üzere yaptık. Karadenizin altından boru hattı gelecektir
ve bize, Samsun’da 16 milyar metreküp gaz, fob olarak teslim edilecektir. Yani,
iki şeyi vurguluyoruz; hem herhangi bir ödememiz yoktur ve hem de bir risk
varsa, biz, o riske girmedik.
Yine, bir başka şeyi de belirlemek istiyorum: Biz, bu 16 milyar
metreküplük gaz alımı konusunda, ileriye dönük perspektiflerimiz konusunda ve
doğalgaz planlamamız konusunda da, aman, biz, buradan 16 milyar metreküp gazı
bulduk, onun için, başka gaz aramayalım, diye de bir tavır içinde değiliz...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bakan, lütfen, 1 dakika içinde toparlayalım.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Devamla) –
Mühim olan, bütün bu imkânları bir araya getirip, neticede ülkeyi doğalgazsız
bırakmamanın ciddî çabasını göstermektir. Biz, elimizden geldiği kadar bunu
gösterme çabası içinde oluyoruz.
Tabiî, bu kadar az zamanda, kalkıp bütün bu değerlendirmeleri sizlere
sunmam mümkün olmuyor; ancak, bundan sonraki görüşmelerimizde de, şahsî
görüşmelerimizde de, dilimizin döndüğü kadar, bunları size arz etme çabası
içinde olacağız.
Ben, tekraren, burada konuşmalarıyla katkıda bulunan arkadaşlara
teşekkür ediyorum. Enerji Bakanlığı bütçemizin, ülkemize, milletimize,
Meclisimize hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (ANAP ve DSP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Bütçenin aleyhinde, Sayın Sıtkı Cengil; buyurun. (RP sıralarından
alkışlar)
SITKI CENGİL (Adana) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; sözlerimin
başında, hepinizi hürmetle selamlıyorum.
Sanayi Bakanlığı ve Enerji Bakanlığı bütçeleri üzerinde, şahsî
düşüncelerimi arz edeceğim. Haliyle, öncelikle, Sanayi Bakanlığı bütçesinden
başlamak istiyorum.
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı üretimden tüketime, ticaretten tarım ve
istihdama kadar, oldukça geniş bir alanı kapsar. Bakanlığın bu cesameti
yanında, maalesef, bütçesi çok cılız kalmaktadır. Genel bütçe harcamaları yüzde
83 artmışken, Sanayi Bakanlığı bütçesindeki artış yüzde 58’dir.
Bu Bakanlık içerisinde, organize sanayi bölgeleri ve KOBİ’ler çok büyük
önem arz etmektedir. Sanayileşmeyi tabana yaymak, gelir dağılımındaki
dengesizlikleri ortadan kaldırmak, istihdamı sağlamak, ihracatı artırmak ve
göçü durdurmak için organize sanayi bölgelerini bütün yurt sathına yaymak
mecburiyetindeyiz.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; böyle bir uygulama, Anadolu
aslanlarının piyasadaki etkinliklerini artıracağı için belki pazar payları
düşen tekelci sermayeyi rahatsız edebilir; ama, asıl olan, halkın çoğunun
rahatı olmalıdır. Organize sanayi bölgeleri için ayrılan pay 12 trilyon lira;
diğer taraftan, bakıyoruz, iki kartel medyasına verilen teşvik 16,4 trilyon
liradır.
Değerli arkadaşlar, aslında bu iki rakam, Hükümetin fotoğrafını açık ve
seçik bir şekilde ortaya koymaktadır; daha fazla söz söylemeye bile gerek yok.
Söz buraya gelmişken, bir hususa değinmeden geçemeyeceğim. Birinci günkü
görüşmelerde, Anavatan Partisi Grubu adına konuşan çok değerli bir arkadaşımız,
Refahyol döneminde işçiye, memura, emekliye, köylüye çok verildiğine atıfta
bulunarak “Siz, halk dalkavukluğu yaptınız” dedi. Refahyol Hükümeti “ben,
halkın hükümetiyim”demişti ve icraatlarıyla da bunu gösterdi. Aslında bunun
takdir edilmesi lazımdır; arkadaşımın tenkidini daha hâlâ anlayabilmiş değilim.
Şimdi, ben de, arkadaşımın o güçlü mantığından hareketle, siz, bütçe
içerisindeki faiz paylarını yüzde 28,5’ten yüzde 40’a çıkararak, rantiyecilere
bütçenin yüzde 40’ını verdiniz; kartel medyasına 16,4 trilyon lira teşvik
verdiniz, şeklinde, aynı kelimeyi, sizin mantığınızla, benim, sizin için
söylemem lazım; ama, ben söylemeyeceğim.
MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – İyi ki söylemedin.
SITKI CENGİL (Devamla) – Değerli arkadaşlar, ekonomik istikrar
için, idarî istikrar şarttır. Dünyanın en nazlı ve en ürkek nesnesi,
sermayedir. Maalesef, Hükümet üyelerinin dengesiz açıklamaları, piyasaları
altüst etmektedir. Bir gün çıkıp, enflasyon yüzde 100 olacak; ertesi gün,
hayır, yüzde 100 değil, yüzde 50 olacak; bir başka gün, şok tedbirler geliyor;
bir başka gün, efendim, fiyatlar dondurulacak, derseniz, üretim yapan insan,
sizin hangi açıklamalarınıza göre üretim stratejisini belirleyecek; ticaret
erbabı, ticaret politikasını, neye göre, hangi açıklamanıza göre ayarlayacak?!
Lütfen, biraz ciddî olun.
KOBİ’lerin toplam işletmeler içindeki payı yüzde 98’dir; istihdamın
yüzde 58’ini, katmadeğerin de yüzde 18’ini sağlarlar. Ancak, kredilere
baktığımızda, KOBİ’lerin kredilerden aldığı pay, sadece yüzde 4’tür. Halbuki,
Avrupa Birliği ülkelerinde bu rakam, yüzde 40’lar civarındadır.
Maalesef, KOBİ’lere yeterli kaynak ayrılmadığı gibi, 8 yıllık kesintisiz
eğitimle, çıraklık müessesesine büyük darbe vurdunuz. Her konuda celallenen
Sayın Bakanım, maalesef, bu konuda hiç sesiniz çıkmadı. KOBİ’lerin elini kolunu
kestiniz.
Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun tatbik edilmiyor. Aslında, sabah
konuşan arkadaşlarım bu konuya değindiler; eğer, Sayın Bakan, bu konuda
herhangi bir açıklama yapmış olsaydı, ben, bu konuyu tekrar huzura
getirmeyecektim; ama, maalesef, Sayın Bakan -özellikle, dikkatle dinledim- bu
konuda herhangi bir açıklama yapmadı. Bazı gazeteler, gazetecilik yerine, yine,
çanak çömlekçilik yapıyorlar maalesef; hem de esnafa karşı vergi kanunlarıyla
haksız bir şekilde korunarak... Bu alanlarda iş yapan esnafımız, çok büyük bir
haksızlıkla karşı karşıyadır. Örneğin; bir dayanıklı tüketim maddesini, malını
aldığınızda, esnaf olarak yüzde 23 vergi ödüyorsunuz; satarken de yine yüzde 23
vergisini, katmadeğerini de üzerine koyarak devlete ödüyorsunuz; ama, bu kesim
ne yapıyor; bu kesim, alırken yüzde 23 ödüyor, promosyon olarak dağıtırken, promosyon
olarak dağıttığı için yüzde 1’ini düşüyor, gerisini devletten iade olarak
alıyor; bu, haksız bir uygulamadır, bu uygulamanın bir an önce son bulması
lazım.
Bu Kanun çıkarken, kendisini eleştirenlere Sayın Bakan “ben, iki gazete
patronunun bakanı değilim” diyordu haklı olarak; ama, bugün maalesef, aynı
bakanı göremiyoruz. Zannediyorum, Sayın Bakanın durumu, içinde görev aldığı
hükümetin şekliyle yakından ilgilidir. O günkü hükümet, Meclis iradesiyle
kurulmuştu, arkasında halk desteği vardı; bugünkü hükümetin kuruluş biçimini ve
arkasındaki desteğin kimden geldiğini, cümleâlem, herkes, çok iyi biliyor. (RP
sıralarından alkışlar)
HASAN GÜLAY (Manisa) – Millet, millet...
REFİK ARAS (İstanbul) – Milletvekillerinin oyuyla...
SITKI CENGİL (Devamla) – Zannediyorum, Sayın Bakanın sıkıntısı da
buradan kaynaklanmaktadır.
Evet; milletin desteğini görmek istiyorsanız, millete gitmeniz lazım;
ama, millet söz konusu olunca, fellik fellik sandıktan kaçıyorsunuz; onun için
sizin “millet” deme hakkınız yok! (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Sayın Bakanım, kanunda bu konuda boşluk var mazeretinin de arkasına
sığınamazsınız; o zaman çıkarlar, madem bu kanunda boşluk var, altı aydan fazla
bir zamandır bakansınız, bu boşluğu doldurmak için ne yaptınız diye sorarlar
size. Onun için Sayın Bakanım, bu da mazeret değildir.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bir nebzecik de, araştırma ve
geliştirme faaliyetlerine değinmek istiyorum.
Eğer dünyayla rekabet edeceksek, ar-ge faaliyetlerine büyük önem
vermemiz gerekir. Maalesef, bu konuya ayrılan paralar da çok komiktir. Türkiye
ihracatının ithalatı karşılama oranı, yüksek teknolojide, sadece yüzde 15’tir;
yani, yüzde 85 açığımız var. Konunun önemini, seçim bölgemi yakından
ilgilendiren bir örnekle açıklamak istiyorum:
Değerli arkadaşlar, dışarıdan ithal ettiğimiz hibrit domates tohumunun
kilosu 3 milyar 850 milyon liradır. Bizim asgarî ücretli bir işçimizin bir kilo
hibrit domates tohumunu alabilmesi için, bugünkü fiyatlarla, 16 sene çalışması
lazım.
Bakanlık, sanayici ve üniversiteler ele ele vererek, araştırma ve
geliştirme faaliyetlerine büyük önem vermeleri gerekir.
Bakınız, elin oğlu, bir kilosunu 3 milyar 850 milyon liraya satacak
tohumu geliştirebilmiş; biz, hâlâ, üniversitenin kapısına oturmuşuz, senin başın
örtülü, içeri giremezsin, gibi çağdışı uygulamalarla uğraşıyoruz.
Değerli arkadaşlar, her konuda çağı yakalamak istiyorsak, her şeyden
önce, çağdaş bir kafa yapısına sahip olmamız ve bunu içimize sindirmemiz lazım.
(RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Sizde var zaten!..
TURİZM BAKANI İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Bu, ne kafası yahu!..
SITKI CENGİL (Devamla) – Hangi kafanın kimde olduğunu, millet çok iyi
biliyor! (RP sıralarından alkışlar) Hele
hele, böyle bir laf... Ben, kafanızın ne kafası olduğunu...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Cengil, 1 dakika içerisinde toparlıyoruz.
SITKI CENGİL (Devamla) – Sayın Bakan, ben, sizin nasıl bir kafa yapısına
sahip olduğunuzu söyleyeceğim; ama, bir bakanlık makamını temsil ediyorsunuz,
Türk halkına hakaret olur diye söylemiyorum...
BAŞKAN – Sayın Cengil... Sayın Cengil...
SITKI CENGİL (Devamla) – Yoksa, size öyle bir laf söylerim ki, altından
ebediyen kalkamazsınız.
BAŞKAN – Sayın Cengil, lütfen, Genel Kurula hitap edin.
SITKI CENGİL (Devamla) – Ama, siz, bunu, işgal ettiğiniz bakanlık
koltuğuna borçlusunuz...
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan, siz de, müdahale eden
arkadaşlara müdahale edin.
BAŞKAN – Her müdahale eden arkadaşa müdahale ediyorum; merak etmeyin.
TURİZM BAKANI İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Kendinizi çağdaş gösterip, bizi
hangi makama oturtuyorsunuz; söyleyin bakalım!
BAŞKAN – Sayın Bakan... Lütfen...
SITKI CENGİL (Devamla) – Sayın Bakan, ben isim vermedim, ama “yarası
olan gocunur” diye bir atasözümüz var; zannediyorum, öyle bir yaranız var ki
gocunuyorsunuz; ben hiç kimsenin ismini vermedim...
TURİZM BAKANI İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Öyle bir yaramız yok.
BAŞKAN – Sayın Bakan... Lütfen...
SITKI CENGİL (Devamla) – Bütün arkadaşlarımı da tenzih ediyorum. Bir
genel değerlendirme yaptım, bir hazır elbise biçtim; ama, bu elbise, tıpa tıp
üzerinize oturdu. (RP sıralarından alkışlar)
TURİZM BAKANI İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Yok canım!..
SITKI CENGİL (Devamla) – Evet...
BAŞKAN – Sayın Cengil, lütfen, Genel Kurula hitap edin.
SITKI CENGİL (Devamla) – Bir nebze de olsa, kalan sürem içerisinde
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı bütçesine değinmek istiyorum.
BAŞKAN – Süreniz kalmadı.
SITKI CENGİL (Devamla) – Kalmadıysa, teşekkür ediyorum Sayın Başkan. (RP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Buyurun.
Sayın milletvekilleri, şimdi, soru işlemlerine başlayacağız.
Soru işlemleri sırasında kâtip üye arkadaşımızın soruları oturarak
okumasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
1 inci soru sahibi Sayın Aslan Polat?.. Burada.
Sorusunu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Cumhur
Ersümer tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.
Saygılarımla. Aslan
Polat Erzurum
1- Erzurum-Hınıs-Başköy barajının ihalesini yaptığınız,
Pazaryolu barajını ihaleye çıkardığınız için, Erzurum halkı adına çok teşekkür
ederiz.
İspir-Çoruh Nehri üzerinde inşaı düşünülen Laleli,
İspir, Güllübağ, Arkun ve Aksu enerji barajlarının da ihalesini 1998 yılı
içerisinde yap-işlet çerçevesinde yapacak mısınız?
2 - Türkiye Kömür İşletmeleri Erzurum Linyit Kömür
Fabrikasının 1 Ocak 1998’den itibaren kapatılacağına dair, işyerinde çalışan
işçilerden, tarafımıza bilgi gelmiştir. Bu haberin doğru olmamasını temenni
etmekle birlikte, Sayın Bakanımın konu hakkında bilgi vermesini arz ediyorum.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan.
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER
(Çanakkale) – 1 inci soruyu sözlü olarak cevaplandırıyorum:
Laleli, İspir, Güllübağ, Aksu ve Argun barajları,
3096’ya göre, yap-işlet-devret modeliyle yapılmak üzere, ihaleye çıkarılmıştır.
Laleli projesine, Güllübağ projesine, Arkun projesine teklifler verilmiştir.
Aksu ve İspir projeleri herhangi bir teklif almamıştır. Bu işlemlere devam
ediyoruz.
Diğer konuyu da tahkik ettireceğim, ilgili arkadaşa bilgi vereceğim.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Soru cevaplandırılmıştır.
Sayın Celal Topkan’ın 4 adet sorusu var, 4’ünü bir arada okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı
Sayın Cumhur Ersümer tarafından cevaplandırılmasına aracılığınızı arz ederim.
Saygılarımla.
Celal
Topkan Adıyaman
1– Ülkemizde üretilen petrolün yüzde 63’ü Adıyaman’da
üretilmektedir. Türkiye ekonomisine yıllık katmadeğeri 50 trilyondan fazladır.
Ancak, ilde petrol işleme ve petrol istihdamına yönelik hiçbir tesis yoktur.
Petrolün yoğunluklu üretildiği yerleşim alanı olarak petrol refinerisi
kurulmaya müsait olan Kâhta İlçesinde bir rafineri kurulması düşünülüyor mu?
2– Yapılan araştırmalara göre, Adıyaman İl sınırları
içerisinde birçok bölgede işlenmeyi ve çıkarılmayı bekleyen petrol rezervleri
mevcuttur. Bu kadar potansiyeli olan il, üretilen petrolden hiç
yararlanamamaktadır. Üretilen bu boyuttaki petrolün gelirlerinin belli bir
oranı Adıyaman’da yatırıma ayrılacak mıdır?
3– Elektrik ve petrol üretimiyle birlikte ülke
ekonomisine 200 trilyon katmadeğer sağlayan Adıyaman İli, GAP bölgesindeki
diğer illere sağlanan elektrik tüketim indiriminden yararlanamamaktadır. Bu
uygulamayla ülke ekonomisine bu oranda katkı sağlayan il âdeta
cezalandırılmaktadır. Adıyaman İlindeki sanayi kuruluşları bölge illerine
sağlanan elektrik indiriminden yararlanacak mıdır?
BAŞKAN – Sayın Celal Topkan’ın sorularının okunmasına
devam ediyoruz:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı
Sayın Cumhur Ersümer tarafından cevaplandırılmasına aracılığınızı arz ederim.
Saygılarımla.
Celal
Topkan Adıyaman
Yürürlükte olan 1475 sayılı Kanun ve 83/6750 sayılı Bakanlar Kurulu
Kararının 9 uncu maddesi ve 55 inci Hükümetin 8 Kasım 1997 tarihli Resmî
Gazetede yayımlanan mevcut yönetmelikte değişiklik öngören 97/10182 sayılı
Kararı gereği, Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Daimi Kadrolarına İlk Defa İşe
Alınacaklar Hakkında Uygulanacak Sınav Yönetmeliğinde yapılan değişiklik
gereğince “sınavlar yazılı ve sözlü olmak üzere iki aşamalı yapılır; yazılı
sınav şarttır” denilmektedir.
1- TPAO Genel Müdürlüğüne Kasım 1997 tarihinde güvenlik görevlisi almak
amacıyla yaptığınız sınavda yalnızca “sözlü sınav” yaptığınız doğru mudur?
2- Yasa ve yönetmelikler yürürlükte olmasına karşı, bu sınavı yalnızca
“sözlü” olarak, bilerek mi yaptınız?
3- Bu sınavın yaplmasında uygulanan usul konusunda yanıltıldıysanız, bu
sınava çağrılan 1 997 kişinin mağduriyetinin giderilmesi ve yapılan bir
haksızlığın ortadan kaldırılması amacıyla bu sınavı bir an önce iptal etmeyi
düşünüyor musunuz?
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Cumhur Ersümer
tarafından cevaplandırılmasına aracılığınızı arz ederim.
Saygılarımla.
Celal
Topkan
Adıyaman
1- Atatürk Barajının yapımı tamamlanmış, enerji, sulama ve içmesuyu
hizmetlerini vermeye başlamıştır. Atatürk Barajı, kapladığı alanın yüzde 59’unu
Adıyaman topraklarından almıştır. Biri kaza olmak üzere, 85 yerleşim yeri sular
altında kalmıştır. Barajın kenarında sulanmayı bekleyen araziler
sulanamamaktadır. Pompaj sistemiyle baraj kenarındaki bu arazilerin sulanmasına
ne zaman başlanacaktır?
2- GAP Master Projesi kapsamında yer alan Besni Ovasını sulamak amacıyla
yapımı düşünülen Besni Barajının yapımı projelenmiş midir? Eğer projelenmemiş
ise, bu konuda bir çalışma var mıdır?
3- Atatürk Barajı bitirilmiş, enerji, sulama ve içmesuyu görevini
görmeye başlamış olmasına karşın, barajın kapladığı alanların istimlak
bedellerinin, henüz, ödenmesi tamamlanmamıştır. Bu insanların mağduriyetini bir
an önce gidermeyi düşünüyor musunuz?
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sanayi ve Ticaret Bakanı tarafından
cevaplandırılmasına aracılığınızı arz ederim.
Saygılarımla.
Celal
Topkan
Adıyaman
Adıyaman, İl olarak, GAP Projesi içindeki konumu gereği sanayi
potansiyeli oldukça yüksek olan bir il olmasına karşın, sanayileşmenin temeli
olan organize sanayi sitesi, küçük sanayi sitesi, Merkez İlçe dahil hiçbir
ilçede bitirilememiştir.
1 - Merkez İlçede yapımına henüz başlanamamış olan organize sanayi
sitesinin yapımına yeteri ödenek ayrılarak bu yıl başlanabilecek midir?
2 - Bezni ve Merkez İlçenin yapımı devam eden küçük sanayi siteleri
yetersiz ödenekten dolayı yıllardır bitirilemiyor. Bu yıl bitirmeyi düşünüyor
musunuz?
3 - Gölbaşı ve Kâhta’da projeleme aşamasında olan küçük sanayi
sitelerinin yapımına bu yıl başlanacak mıdır?
4 - GAP kapsamında sanayileşme potansiyeli yüksek olan Adıyaman İline
birçok küçük sermaye sahipleri yatırım yapmak istiyorlar. Bu yatırımlara teşvik
kolaylığı ve teknik yardımda bulunma konusunda Bakanlığınızın bir çalışması var
mıdır?
BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakanlar.
SANAYİ VE TİCARET BAKANI E. YALIM EREZ (Muğla) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkan.
Adıyaman Merkez İlçedeki organize sanayi bölgesinin 1997 yılında ihalesi
yapılmıştır ve altyapı inşaatı halen devam etmektedir.
Yine, sayın milletvekili “Besni ve Merkez İlçenin yapımı devam eden
küçük sanayi siteleri, yetersiz ödenekten dolayı kaç yıldır bitirilmiyor, bunu
bitirmeyi düşünüyor musunuz” diyor. Tabiî ki, bir şeye başlamışsak bitirmek
için başlamışızdır. Ayrıca, şunu ifade edeyim ki, Bakanlık olarak kalkınmada
öncelikli yöreler ve Doğu ve Güneydoğu Anadoludaki küçük sanayi sitelerine
öncelik tanıyoruz. Nitekim, Besni ve Merkez İlçenin küçük sanayi siteleri de
hiç ödeneksiz kalmamıştır.
Gölbaşı ve Kâhta’da projeleme aşamasında olan küçük sanayi sitelerinin
proje çalışması yapılmaktadır ve Kâhta küçük sanayi sitesi programa teklif
edilmiştir.
Yine, GAP kapsamında sanayileşme potansiyeli yüksek olan Adıyaman İline
birçok küçük sermaye sahipleri yatırım yapmak istiyorlar, herhangi bir teşvik
kolaylığı ve teknik yardımda bulunma konusunda bir çalışma var mı sorusuna
vereceğim cevap:
Hükümetimiz,göreve geldiği günden beri, dengeli bir kalkınmanın
sağlanabilmesi ve bölgelerarası dengesizliğin giderilebilmesi için, bu yörelere
ayrı bir önem vermektedir. Nitekim, olağanüstü hal bölgesindeki illerin teşviki
konusundaki kanun tasarısı çalışmamız, bunlardan bir tanesidir. Ayrıca, Hükümet
olarak, önümüzdeki dönem, kalkınmada öncelikli yöreler teşvik sisteminde bir
değişiklik yapılarak, teşviklerin, il bazından ilçe bazına indirilmesi
düşünülmektedir.
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Ersümer...
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) –
Sayın Başkanım, oldukça geniş sorular; onları yazılı olarak cevaplandıracağım;
ancak, sorulardan bir tanesi de TPAO’ya alınan güvenlik görevlileriyle
ilgiliydi; onu hemen belirlemek istiyorum.
TPAO, özel kanuna göre kurulmuş bir şirket niteliğinde ve sadece
mülakatla eleman alınması hususu, TPAO’nun kendi sınav yönetmeliğinde, kendi
eleman alma yönetmeliğinde belirlenmiş bir usul ve daha önce de uygulanmış bir
yöntem olduğu için, TPAO da aynı yöntemi uyguladı.
Bilgilerinize arz ediyorum.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Sayın Kadir Bozkurt?.. Burada.
Sorusunu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın, aracılığınızla, Sayın Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanı tarafından cevaplandırılmasını arz ederim.
Kadir
Bozkurt
Sinop
Soru 1- 1993 yılında ihalesi yapılmış olan Sinop İli
Karasu Barajı, şu anda, ödenek olmadığı için faaliyetini durdurmuştur. Bu
baraj, 4 364 hektar tarım sulaması, ayrıca Sinop İlinin içme, kullanma ve
endüstri suyunu da temin edecektir.
Aldığımız bilgiye göre, 1998 yılı ödeneğinin, çok az
olarak planlandığını öğrendim. Yukarıdaki sebeplerden dolayı, 1998 yılı
ödeneğine, eködenek düşünüyor musunuz? Ayrıca, Sinop-Saraydüzü Barajı, Dodurga
Barajı da aynı konumdadır. 1998 yılının, az olan ödenekleri artırılacak mıdır?
Soru 2- Ülkemizin enerjiye çok fazla ihtiyacı olduğu günümüzde, yılda
1,5 milyar kwh olarak planlanan ve enerji projeleri arasında, büyüklük
açısından, Altınkaya Barajından sonra ikinci; yükseklik yönünden ise, Karakaya
dahil, yurdumuzun beton ağırlık tipindeki en yüksek barajı olacak olan Boyabat
Barajı hakkında Bakanlığınızın çalışmaları nedir?
Soru 3- Kamuoyu ve Sinop halkı tarafından devamlı olarak gündemde
tutulan nükleer santral, Sinop’ta kurulacak mıdır; bu yönde bir çalışma
yapılmakta mıdır?
BAŞKAN – Sayın Bakan...
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) –
Sayın Başkanım, Yüce Meclisin bizlere sunduğu ödenekler çerçevesinde, bütün
barajlarımıza gerekli ödenekleri ayırma çabası içerisinde oluyoruz. Yine aynı
şekilde, bu her iki barajımıza da (Saraydüzü ve Dodurga Barajlarına da)
ödeneklerin artırılmasıyla ilgili çalışmalarımız sürüyor; yardımcı olacağız.
Yine diğer husus, Boyabat Barajıyla ilgilidir. Boyabat Barajıyla ilgili
sözleşmeyi geçtiğimiz günlerde imzaladım. Şu anda, temeli atılabilecek
durumdadır. İnşallah, sayın milletvekillerimizle bir araya gelip, bir gün
tespit edip, Boyabat Barajının temelini hep birlikte atacağız.
Nükleer santral konusunda ise, daha önce yapılan yer tespit
çalışmalarında, Mersin Akkuyu ve Sinop, nükleer santral yapılabilir yerler
olarak tespit edilmiştir. Şu anda, daha önce de açıkladığımız gibi, Akkuyu’da
bir nükleer santral yapımıyla ilgili ihaleye çıkılmıştır. O konudaki
çalışmalarımız devam etmektedir. Sinop’la ilgili, şu anda, bu manada bir ihale
çalışması söz konusu değildir.
Arz ediyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Sayın Ahmet Çelik?.. Burada.
Sorusunu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Delaletinizle, aşağıdaki sorularımın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı
tarafından cevaplanmasını saygı ile arz ederim.
23.12.1997 Ahmet
Çelik Adıyaman
1. Atatürk Barajı nedeniyle altmışa yakın köyümüz ve
bir ilçemiz sular altında kalmıştır. GAP Projesi içerisinde 6 barajın
Adıyaman’da yapılması gerekirken, Çamgazi Barajı dışında herhangi bir baraj
ihalesi yoktur. Çamgazi Barajı, kanalları ile birlikte ne zaman hizmete
sunulacaktır?
2. Adıyaman’da, 21 605 hektar araziyi sulayacak Koçali Barajının ihalesi
ne zaman yapılacak ve bu barajı hangi yılda hizmete sunmak istiyorsunuz?
3. GAP İçerisinde, Adıyaman - Göksu - Araban projesiyle 71 598 hektar
arazi sulanacaktır. Bu projenin çalışmaları hangi safhadadır; ne zaman hizmete
sunulacaktır?
4. 1997 Aralık ayı içerisinde ihalesi yapılan Kâhta - Samsat pompaj
sulama istasyonu, hangi tarihte bitirilecektir?
5. Kâhta’da, rafineri, ne zaman yapılacaktır?
BAŞKAN – Sayın Bakan...
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) –
Sayın Başkanım, yazılı olarak cevaplandırmak arzusundayım.
Arz ederim.
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Sayın Muhammet Polat?.. Burada.
Sorusunu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Delaletinizle, aşağıdaki sorumu, Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanınızın cevaplandırmasını arz ve talep ederim.
Muhammet
Polat Aydın
Soru: Aydın Karacasu Dandalar sulama barajı ile
Ortaklar İkizdere içme ve sulama barajını ne zaman ihale edeceksiniz?
BAŞKAN – Sayın Bakan...
ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER
(Çanakkale) – Aydın Karacasu Dandalar barajının ihale onayını vermiş
bulunuyorum; yani ihaleye çıktık; bu yıl içerisinde, mutlaka ihalesini
yapacağız.
İkizdere barajını da, 1998 yılında ihale edeceğiz.
BAŞKAN – Soru cevaplandırılmıştır.
Sayın Hüseyin Olgun Akın?.. Burada.
Sorusunu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun, Sayın Sanayi ve Ticaret Bakanı
tarafından cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.
Hüseyin
Olgun Akın Ordu
Soru: 54 üncü Hükümet zamanında, promosyon olayının üzerine giderek,
kaldırılmasında kesin kararlı olmanıza rağmen, tekrar başladı.
Yurdun çok yerinde ticaretle uğraşan insanlarımız siftah dahi yapmazken,
sizi, bu işi müsaade etmeye mecbur bırakan sebep neydi? Eski kararlılığınızı
gösterebilecek misiniz?
BAŞKAN – Sayın Bakan...
SANAYİ VE TİCARET BAKANI E. YALIM EREZ (Muğla) – Sayın milletvekilim,
hiç merak etmeyin, kararlılığımda en ufak bir sapma yoktur. Hangi hükümette
görevde bulunursam bulunayım, görevimi, kanunlara ve yönetmeliklere paralel
olarak sürdüreceğim.
Promosyon konusu, sizin de bildiğiniz gibi, 1996 yılında ağustos ayında
çıkarılan bir tebliğle disiplin altına alınmış, daha sonra, yine, ağustos
ayında çıkarılan kanunla, kültürel yayımlar dışında tüm promosyonların
yasaklanması hedeflenmişti; ancak, 1996 Ağustosunda çıkarılan Promosyon Yasası,
Sayın Cumhurbaşkanı tarafından, tekrar görüşülmek üzere Meclise iade edilmesi
nedeniyle, 1997’nin 20 Ocağına kadar yürürlükte bulunamamıştır. Bu boşluk
zarfında da, çeşitli yayın organları, temmuz ayında çıkarılan tebliğe uygun
olarak, Bakanlığımıza başvurmuşlar ve tebliğe uygun olarak, aldıkları izinlerle
promosyona başlamışlardır. Nitekim, bugün, Posta ve Meydan Gazetelerinin yaptığı
promosyonlar, 1996 Temmuz ayında yürürlüğe giren tebliğe paralel olarak yapılan
promosyonlardır.
20 Ocak 1997’den sonra, kanunun, Türkiye Büyük Millet Meclisinde ikinci
sefer görüşülüp, yürürlüğe girmesinden sonra -ki, bu kanun, Cumhurbaşkanı
tarafından, Anayasa Mahkemesine, bazı maddeleri Anayasaya aykırı diye
gönderilmiş ve Anayasa Mahkemesi de kanunun Anayasaya aykırı olmadığı konusunda
karar vermiştir- Türkiye’de promosyon yapılmamaktadır. Ancak, biraz evvel
konuşan bir milletvekili arkadaşımın da belirttiği gibi, Promosyon Kanununu
gerçek manada okursanız, Promosyon Kanunu, tüketicinin aldatılmasına,
kandırılmasına, tüketiciye vaat edilen malın zamanında ve aynı emsalde
ödenmemesine karşı tedbirler getirmiş ve yasaklamıştı. Lügatı da açıp baktığınız
zaman, kampanyalı satışın ne olduğu açık açık yazmaktadır. Gazeteyle beraber
tabak dağıtılması Promosyon Kanununa tabi değildir. O nedenle, bu yayınlara,
Promosyon Kanununu uygulamak imkânına Sanayi ve Ticaret Bakanlığı olarak sahip
değiliz.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Soru cevaplandırılmıştır ve sorular için ayrılan süre
tamamlanmıştır.
Şimdi, sırasıyla 12 nci turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi
konusunu ve bölümlerini ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım.
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1998 malî yılı bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oyluyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
III. –
YOKLAMA
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, şimdi, bölümleri okutup oylayacağım;
ancak, bir yoklama talebi vardır.
REFİK ARAS (İstanbul) – İnsaf!
SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Artvin) – Nereden çıktı bu!
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Çoğunluk var.
BAŞKAN – Salonda boş sıraları dikkatle saydım, maalesef, toplantıya
başlamadan önce çoğunluğun olduğunu ifade edebilme konumunda değilim. Onun
için...
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Geliyorlar.
BAŞKAN – Yani, gelmelerini bekleyemeyeceğim. Haklarını kullanıyor
arkadaşlarımız.
Yoklama talebinde bulunan arkadaşların burada olup olmadıklarını tespit
edeceğim.
Sayın Muhammet Polat?.. Burada.
Sayın Musa Uzunkaya?.. Burada.
Sayın Mustafa Kemal Ateş?.. Burada.
Sayın Musa Okçu?.. Burada.
Sayın Mustafa Yünlüoğlu?.. Burada.
Sayın Memduh Büyükkılıç?.. Burada.
Sayın Abdullah Örnek?.. Burada.
Sayın Mikail Korkmaz?..
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaizantep) – Tekabbül ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Bedri İncetahtacı tekabbül etti.
Sayın İsmail Özgün?.. Burada.
Sayın Abdullah Arslan?.. Burada.
Sayın İsmail İlhan Sungur?.. Burada.
Sayın Suat Pamukçu?.. Burada.
Sayın Nurettin Aktaş?.. Burada.
Sayın Ahmet Çelik?.. Burada.
Sayın Şaban Şevli?.. Burada.
Sayın Rıza Ulucak?.. Burada.
Sayın Bekir Sobacı?.. Burada.
Sayın Lütfi Doğan?.. Burada.
Sayın Ahmet Karavar?.. Burada.
Sayın Metin Perli?..
SACİT GÜNBEY (Diyarbakır) – Tekabbül ediyorum.
BAŞKAN – Sacit Günbey Bey tekabbül ediyor.
Sayın Feti Görür?.. Burada.
Yoklama yapılacaktır.
(Yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayımız vardır;
çalışmalara kaldığımız yerden devam ediyoruz.
V. – KANUN
TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER
İŞLER (Devam)
l. - 1998 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/669; 1/670;
1/633, 3/1046; 1/634, 3/1047) (S.Sayıları:
390, 391, 401, 402) (Devam)
A) SANAYİ VE TİCARET BAKANLIĞI (Devam)
1. - Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1998
Malî Yılı Bütçesi (Devam)
2. - Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1996
Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)
B) ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANLIĞI
(Devam)
1. - Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı
1998 Malî Yılı Bütçesi (Devam)
2. - Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı
1996 Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)
a) Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (Devam)
1. - Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1998
Malî Bütçesi (Devam)
2. - Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1996
Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)
b) Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü
(Devam)
1. - Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü
1998 Malî Yılı Bütçesi (Devam)
2. - Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü
1996 Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)
BAŞKAN - Bölümleri okutuyorum:
A) SANAYİ VE
TİCARET BAKANLIĞI
1.- Sanayi ve
Ticaret Bakanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi
A - C E T V E L İ
Program
Kodu A ç ı k
l a m a
L i r a
101 Genel
Yönetim ve Destek Hizmetleri 1
164 115 000 000
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Program
Kodu A ç ı k
l a m a
L i r a
111 Sanayi Hizmetleri 14
238 954 000 000
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
112 İç
Ticaret-Teşkilatlandırma-Tüketicinin ve Rekabetin Korun-
ması
Hizmetleri 426
961 000 000
BAŞKAN-
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
113 Merkez
Dışı Hizmetleri 2
252 970 000 000
BAŞKAN-
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
900 Hizmet
Programlarına Dağıtılamayan Transferler 3
658 405 000 000
BAŞKAN-
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
999 Dış
Proje Kredileri 1
000 000 000 000
BAŞKAN-
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
T O P L A M 22
741 405 000 000
BAŞKAN-
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1998 malî yılı bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir.
2.- Sanayi ve
Ticaret Bakanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN- Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1996 mali yılı kesinhesabının
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı
A - CETVELİ
L i r
a
- Genel Ödenek Toplamı : 7 983 529 561 000
- Toplam Harcama : 7
321 401 319 000
- İptal Edilen Ödenek : 574
924 785 000
- Ödenek Dışı Harcama : 124
901 000
- Ertesi Yıla Devreden Ödenek : 87
328 358 000
- Akreditif, taahhüt, art.ve dış proje kred. saklı tut.
ödenek : 45 088 643 000
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1998 malî yılı
bütçesi ile 1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu
olmasını temenni ederim.
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1998 malî yılı bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
B) ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANLIĞI
1.- Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi
A - C E T V E L İ
Program
Kodu A ç ı k
l a m a
L i r a
101 Genel
Yönetim ve Destek Hizmetleri 820
600 000 000
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
111 Maden ve Enerji Kaynaklarının
İşletilmesi 4 205 400 000 000
BAŞKAN-
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
900 Hizmet
Programlarına Dağıtılamayan Transferler 12
558 000 000 000
BAŞKAN-
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
T
O P L A M 17
584 000 000 000
BAŞKAN-
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1998 malî yılı bütçesinin bölümleri
kabul edilmiştir.
2.- Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı
1996 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN- Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1996 mali yılı
kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1996 Malî Yılı
Kesinhesabı
A - CETVELİ
L i r
a
- Genel Ödenek Toplamı : 8 150 792 327 000
- Toplam Harcama : 7
791 720 750 000
- İptal Edilen Ödenek : 359
071 577 000
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1996 malî yılı kesinhesabı kabul
edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1998 malî yılı bütçesi ile 1996 malî yılı kesinhesabı
kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.
Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1998 malî yılı bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
a) Petrol
İşleri Genel Müdürlüğü
1.- Petrol
İşleri Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Bütçesi
A - C E T V E L İ
Program
Kodu A ç ı k
l a m a
L i r a
101 Genel
Yönetim ve Destek Hizmetleri 175
750 000 000
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Program
Kodu A ç ı k
l a m a
L i r a
111 Petrol Faaliyetleri ve Akaryakıt
Politikası 189 250 000 000
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
900 Hizmet
Programlarına Dağıtılamayan Transferler 2
517 750 000 000
BAŞKAN-
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
T
O P L A M 2
882 750 000 000
BAŞKAN-
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelini okutuyorum:
B - C E T V E L İ
Gelir
Türü A ç ı k
l a m a
L i r a
2 Vergi
Dışı Normal Gelirler 4
500 000 000
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
3 Özel Gelirler, Hazine Yardımı ve Devlet
Katkısı 2 878 250
000 000
BAŞKAN-
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
T O
P L A M 2
882 750 000 000
BAŞKAN-
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1998 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir.
2.- Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1996
Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN- Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1996 mali yılı kesinhesabının
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Kesinhesabı
A - CETVELİ
L i r
a
- Genel Ödenek Toplamı : 585 377 370 000
- Toplam Harcama : 580
552 405 000
- İptal edilen Ödenek : 6
074 715 000
- Ödenek Dışı Harcama : 1
249 750 000
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
B - CETVELİ
L i r
a
- Tahmin : 581 300 000 000
- Tahsilat : 416 973 428 000
BAŞKAN- (B) cetvelini kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1996 malî yılı kesinhesabı kabul
edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1998 malî yılı bütçesi ile 1996 malî yılı
kesinhesabı kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1998 malî yılı bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
b) Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü
1.- Devlet Su
İşleri Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Bütçesi
A - C E T V E L İ
Program
Kodu A ç ı k
l a m a
L i r a
101 Genel
Yönetim ve Destek Hizmetleri 77
019 000 000 000
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
103 Makine
İkmal Hizmetleri 12
428 000 000 000
BAŞKAN-
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
111 İşletme ve Onarım Hizmetleri 2
354 000 000 000
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
112 Büyük
Su İşleri 166
045 000 000 000
BAŞKAN-
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
113 Küçük
Su işleri 18
408 000 000 000
BAŞKAN-
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
114 Yardımcı
Tesis Yapımı Hizmetleri 1
021 000 000 000
BAŞKAN-
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
900 Hizmet
Programlarına Dağıtılamayan Transferler 939
600 000 000
BAŞKAN-
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
999 Dış
Proje Kredileri 7
673 000 000 000
BAŞKAN-
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
T
O P L A M 285
887 600 000 000
BAŞKAN-
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelini okutuyorum:
B - C E T V E L İ
Gelir
Türü A ç ı k
l a m a
L i r a
2 Vergi
Dışı Normal Gelirler 5
050 000 000 000
BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
3 Özel Gelirler, Hazine Yardımı ve Devlet Katkısı 280 837 600 000 000
BAŞKAN-
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
T O
P L A M 285
887 600 000 000
BAŞKAN-
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1998 malî yılı
bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
2.- Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1996
Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN- Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1996 malî yılı kesinhesabının
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı
Kesinhesabı
A - CETVELİ
L i r
a
- Genel Ödenek Toplamı : 114 976 098 249 000
- Toplam Harcama : 111
454 248 854 000
- İptal edilen Ödenek : 3
184 670 991 000
- Ertesi Yıla Devreden Ödenek : 337
178 404 000
- Akreditif, taahhüt, art.ve dış proje kred. saklı tut.
ödenek : 309 317 595 000
BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
B - CETVELİ
L i r
a
- Tahmin : 89 888 300 000 000
- Tahsilat : 106 965 596 093 000
BAŞKAN- (B) cetvelini kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü1996 malî yılı kesinhesabı kabul
edilmiştir.
Sayın
milletvekilleri, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1998 malî yılı bütçesi ile
1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni
ederim.
Sayın milletvekilleri, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ile Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanlığı, Petrol İşleri Genel Müdürlüğü ve Devlet Su İşleri Genel
Müdürlüğünün 1998 malî yılı bütçeleri ile 1996 malî yılı kesinhesapları kabul
edilmiştir; hayırlar diliyorum.
C) MİLLÎ SAVUNMA BAKANLIĞI
1. - Millî Savunma Bakanlığı 1998 Malî
Yılı Bütçesi
2. - Millî Savunma Bakanlığı 1996 Malî
Yılı Kesinhesabı
D) ÇEVRE BAKANLIĞI
1. - Çevre Bakanlığı 1998 Malî Yılı
Bütçesi
2. - Çevre Bakanlığı 1996 Malî Yılı
Kesinhesabı
BAŞKAN – Şimdi, onüçüncü tur görüşmelerine başlıyoruz.
Komisyon ve Hükümet yerinde.
Onüçüncü turda, Millî Savunma Bakanlığı ve Çevre Bakanlığı bütçeleri yer
almaktadır.
Onüçüncü turda grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin
isimlerini okuyorum:
Refah Partisi Grubu adına, Sayın Mukadder Başeğmez, Sayın Azmi Ateş;
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Bekir Yurdagül, Sayın Yılmaz Ateş;
Doğru Yol Partisi Grubu adına Sayın Necmettin Dede, Sayın Fevzi Arıcı;
Demokratik Sol Parti Grubu adına Sayın Hasan Gülay, Sayın Fevzi Aytekin;
Demokrat Türkiye Partisi Grubu adına, Sayın Yıldırım Aktuna, Sayın Ayseli
Göksoy; Anavatan Partisi Grubu adına Sayın Refik Aras, Sayın Adil Aşırım.
Şahıslar adına: Lehinde, Sayın Avni Kabaoğlu; aleyhinde, Sayın Hüseyin Arı.
Refah Partisi Grubu adına Sayın Mukadder Başeğmez; buyurun.(RP
sıralarından alkışlar)
Sayın Başeğemez, süreyi eşit mi paylaşıyorsunuz?
MUKADDER BAŞEĞMEZ (İstanbul) –Sürem 10 dakika Sayın Başkan.
BAŞKAN– Yani, üçünüz eşit paylaşıyorsunuz, 9 uncu dakikada uyarmamı
istiyorsunuz; buyurun.
RP GRUBU ADINA MUKADDER BAŞEĞMEZ (İstanbul) – Sayın Başkan,
saygıdeğer milletvekilleri; Millî Savunma Bakanlığımızın 1998 yılı bütçesi
hakkında Refah Partisi Grubu adına görüşlerimizi arz etmek üzere
huzurlarınızdayız. Bu vesileyle, sözlerime, Refah Partisi Grubu ve şahsım adına
Yüce Meclisi saygıyla selamlayarak
başlıyorum.
Dünyanın en sorunlu bölgeleri olan Balkanlar, Kafkasya, Ortadoğu
bölgelerinin ortasında yer alan Türkiye’nin, bunlara ilave olarak içbarışı ve
misakımillî hudutlarını korumak amacıyla terörle yaptığı mücadeleyi ve dünya
barışına katkıda bulunmak üzere gerek Birleşmiş Milletler gerekse NATO Barış
Gücü içerisinde yer almakta olması durumları göz önünde tutulduğunda, güçlü,
caydırıcı, moral düzeyi yüksek bir orduyu idame ettirmesindeki zorunluluk daha
iyi anlaşılabilecektir.
Bir ordunun gücünün, asker sayısına, eğitim düzeyine, komuta heyetinin
yeteneğine, seferberlik organizasyonuna ve tabiî ki, silah gücü yüksek
teknoloji ürünlerine sahip olmasına bağlı olduğu herkesin malumudur. Bir
taraftan jeopolitik konum, diğer taraftan, sadece sınırların korunmasına
dayanan savunma politikası yerine, bölgesel bir güç olmanın gereklerini yerine
getirmek durumunda olan Türkiye’nin, Balkanlarda, Kafkasya’da, Ortadoğu’da
askerî ve politik bir güç olmasının, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yüksek
teknoloji ürünü silah sistemleri ile iyi eğitilmiş personele sahip olmasıyla
mümkün olacağı, bu özelliğin kazanımının da yüksek maliyet gerektirdiği
aşikârdır.
Görüşmekte olduğumuz Millî Savunma Bakanlığının 1998 yılı bütçesi, 1
katrilyon 390,3 trilyon olarak belirlenmiştir; 1997 yılı bütçesi 671 trilyondu.
Buna göre, artış oranı yüzde 107,2 olmaktadır. Buna karşılık, konsolide
bütçenin 1997 yılına göre artış oranı yüzde 132,5’tir. Enflasyon oranının 3 haneli
rakamlara çıktığı göz önüne alındığında, yüzde 107,2 oranındaki artışın reel
bir artış sağlayamayacağı ve 1998 yılı içinde eködenek ihtiyacını kaçınılmaz
kılacağı şimdiden aşikârdır.
Millî Savunma Bakanlığı bütçesinin fonksiyonel dağılımında en önemlisini
diğer cariler oluşturmaktadır. Diğer cariler içinde, personelin barınma,
beslenme, giyim gibi yasalarla belirlenmiş istihkakları; akaryakıt, yakacak,
taşıma, ulaştırma ve bunun gibi tüketim mal ve hizmet alımları ile her türlü
harp, silah, araç ve mühimmat tedariği ve bunlara ait altyapı ihtiyaçlarını
kapsayan, modernizasyon programının realizesi için gerekli ödenekler yer
almaktadır.
1998 yılında bu ihtiyaçların karşılanması için planlanan bütçe 950
trilyon liradır. Konsolide bütçe değeri carileri 1 katrilyon 329,8 trilyon Türk
Lirası olduğuna göre, bunun yüzde 71’i Millî Savunma Bakanlığına tahsis
edilmektedir; bu payın yüksekliğinde, özel savunma yatırımları olarak
adlandırılan modernizasyon projeleri için planlanan kaynağın diğer cariler
kategorisinde yer almasının etkisi bulunmaktadır. Özel savunma yatırımları,
diğer cariler kapsamında değerlendirildiğinden, yatırımlar olarak belirlenen
bölümdeki ödenekler ve buna bağlı olarak yatırım payı düşük gözükmektedir.
Yatırımlar içinde, sadece taşıt alımları, şehitliklerin bakımı ve onarımı,
şehitlerin tespiti için planlanmış ödenekler yer almaktadır.
Transferler kategorisinde ise, NATO başta olmak üzere, Silahlı
Kuvvetlerimizin üyesi bulunduğu uluslararası kuruluşlara yapılacak üyelik
aidatı ödemeleri, kamulaştırma giderleri, geçen yıllardan kalan borçlar için
bütçelenen ödenekler bulunmaktadır.
1998 yılı program hedeflerine göre gayri safî millî hâsılanın 49,1
katrilyon olacağı öngörülmektedir, konsolide bütçe toplamı da 14,8 katrilyon
olarak belirlenmiştir. Buna göre, Millî Savunma Bakanlığı bütçesinin gayri safî
millî hâsıla içindeki payı yüzde 2,8, konsolide bütçe içindeki payı ise yüzde
9,4 olmaktadır. Konsolide bütçenin gayri safî millî hâsılaya göre oranıysa
yüzde 30’a tekabül etmektedir.
Bu açıklamadan çıkan sonuç; konsolide bütçedeki artış oranı, Millî
Savunma Bakanlığı bütçesindeki artış oranının üzerinde olmasına rağmen, diğer
cariler bütçesinin önemli bölümü -ki, yüzde 71’i- Millî Savunma Bakanlığına
tahsis edilmektedir. 63 milyonluk halkımızın 1998 yılında üreteceği mal ve
hizmet değerinin her 100 lirasının 30 lirası bütçeye, bunun da yaklaşık 3
lirası Millî Savunma Bakanlığımıza tahsis edilmektedir.
Önemli addettiğimiz hususlardan biri, savunma sanayii alanında dışa
bağımlılığın azaltılarak, kritik silah sistemlerinin yurt içinden
karşılanmasının sağlanmasıdır.
Genelkurmay Başkanlığımızın düzenlediği bir konferansta ifade edildiğine
göre, ordumuzun silah ihtiyacının yüzde 79’u dışalımla karşılanmaktadır. Bu
oranı azaltmak amacıyla, yerli savunma sanayimizin geliştirilmesine yardımcı
olacak tedarikin tek elden yürütülmesi, yerli firmalara öncelik verilmesi ve
uygun bir teşvik ve kredi sisteminin oluşturulması yönünde başlatılan
çalışmalar, düzgün bir şekilde yürütülmelidir.
Malumdur ki, Avrupa Birliği üyeleri, her sahada ortak olmalarına rağmen,
Fransa Almanya’dan, Almanya İngiltere’den, böyle, yüzde 79’lara varan silah
alımı yapmaz. Bunlar, büyük oranda -yüzde 90, yüzde 96- kendi silahlarını
kendileri imal ederler; çünkü, savunma önemlidir. Savunma millî olmalıdır;
elbette, en teknolojik silahlar da millî vasıtalarla elde edilmelidir, yerli
olmalıdır; böylece, hem ekonomiye hem de ordumuza önemli katkılar sağlanmış
olur. Ancak, bu yöndeki çalışmalar, silah satıcısı ülkelerce engellenmeye
çalışılacağından, gerekli diplomatik önlemlerin şimdiden alınması da
gerekmektedir.
Silahlı kuvvetlerimizin ihtiyaçlarının karşılanmasında önemli
sayılabilecek katkısı bulunan Türk Silahlı Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfının
gelirlerinin yüzde 40’ı bazı modernizasyon projelerine ayırılmaktadır. Vakıf
kaynaklarının, yeni iştirakler yerine, mevcut iştiraklerin geliştirilmesiyle
daha çok projenin desteklenmesinde kullanılmasına devam edilmesinde yarar
vardır. Yeni iştiraklere katılarak ilgi alanının genişletilmesi ve böylece,
sermaye katılımlarının yükseltilmesi, modernizasyon projelerine Vakıf
kaynaklarından sağlanacak desteği azaltır.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin, yetişmekte olan Türk gençleri için bir okul
olduğu, her kültür seviyesindeki insanımıza, gerek askerî okul ve fakültelerde
gerekse kıtalarda çok çeşitli alanlarda eğitim verdiği, beceri kazandırdığı,
sivil hayata hazırladığı, yurdun her köşesinde sivil ve asker insanımıza sağlık
hizmetleri sunduğu göz önüne alınırsa, Millî Savunma Bakanlığı bütçesi içerisinde,
dolaylı olarak sağlık, gençlik spor ve eğitime destek verildiği sonucuna
kolaylıkla varılacaktır.
BAŞKAN – Sayın Başeğmez, 8 inci dakika...
MUKADDER BAŞEĞMEZ (Devamla) – Türk Milleti, şimdiye kadar, Ordusu için
her türlü fedakârlığı yapmıştır, bundan sonra da yapmaya devam edecektir.
Türkiye, kıt ekonomik kaynaklarını, her alanda en verimli şekilde kullanmak
zorundadır. Bu, millî savunmamız için de geçerlidir. Ayrılan her liranın,
silahlı kuvvetlerimizin gücünü artıracak şekilde harcandığına dair inancımız
tamdır ve bu, Türk Halkının parasıdır, şu veya bu sermayenin değil, şu veya bu
kuruluşun değil; öksüzden, yetimden, garipten, işçi ve memurdan, Konbassan’da
çalışan işçilerden, Koç Holdingte çalışan işçilerden, Faisal Finansta çalışan
işçilerden, İnterbankta çalışan işçilerden kesilen vergilerden, oralardan gelen
gelirlerden, bütün Türk Halkından alınan vergilerdir. Türk Milleti, Türk
Ordusuna bu parayı seve seve ayrımıştır, hayırlı olsun dileklerimi sunar,
saygılar sunarım. (RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Başeğmez.
Şimdi, söz sırası Sayın Azmi Ateş’te. (RP sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Ateş.
RP GRUBU ADINA AZMİ ATEŞ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 1998 malî yılı Çevre Bakanlığı Bütçesi üzerinde Refah Partisi
Grubu adına görüşlerimi arz etmek üzere huzurlarınızdayım. Bu vesileyle,
sizlere ve bizleri televizyonları başında izleyen aziz milletimize saygılarımı,
selamlarımı sunuyorum.
Dünyamızdaki bütün faaliyetlerin amacı, insanların refah ve mutluluğunu
sağlamak ve geliştirmek olmalıdır. Bunun en güzel göstergelerinden birisi de
yaşadığı çevresidir. Yaşanabilir bir dünya, ancak, yaşanabilir bir çevreyle
mümkündür. Bu manada insan, çevresiyle kuşatılmış olup, sürekli bir etkileşim
halindedir. İnsanın fizikî ve ruhî durumu çevresini şekillendirdiği gibi,
çevresi de insanın ruhî ve fizikî yapısına tesir etmektedir. İnsanımızda,
insanlığı ve bütün canlı mahlukatı yakından ilgilendiren çevre kirlenmesini
önleyebilmek için çevre bilincini geliştirmemiz lazımdır. Bunun en büyük
araçlarından biri de eğitimdir. İlkokuldan başlayarak, çocuklarımıza çevre
bilincini vermemiz lazımdır. Bunun için de, insanın görevi, bütün canlılara
armağan edilen dünyamızı tahrip değil, bilakis daha da güzelleştirmek olmalıdır.
Bu anlamda, sivil inisiyatifin, çevre bilincinin geliştirilmesinde aktif bir
şekilde rol almasını sağlamamız gerekmektedir.
Her ne kadar, çevre, dünyamızda sanayileşmeyle birlikte problem olarak
karşımıza çıkmaktaysa da, mensubu bulunduğumuz kültür yumağı içinde, konuyla
ilgili sorumluluğumuz ve hassasiyetimiz Peygamber Efendimiz dönemine
dayanmaktadır; ağaçlandırmanın önemine dair buyurdukları hadisi şeriflerinden
birinde şöyle demektedirler: “Kıyamet koparken sizden birinizin elinde bir
hurma dalı bulunur da bunu kıyamet kopmadan dikmeye gücü yeterse, muhakkak onu
diksin, bırakmasın.” Peygamber Efendimiz, ağaç dikimini teşvik etmekle
kalmamış, kendisi de bizzat 500 hurma ağacı dikmiştir.
Ecdadımız da bu yaklaşımdan hareketle, dünyamızın süsü, hayat ve bereket
kaynağı olan ormanlara fevkalade önem vermiştir; verdikleri önemi “yaş kesen
baş keser” ifadesiyle atasözü haline getirmişlerdir.
Bu meyanda, Fatih Sultan Mehmet, çevreye verdiği önemin ifadesi olarak
bir de çevre vakfı kurmuştur. Aynı Sultan Mehmet, Haliç’in dolmaması için de
Kâğıthane Deresi çevresinde hayvan otlatılması, bina yapılması, tarla
açılmasını yasaklamış ve dik yamaçları, erozyonu önlemek için ağaçlandırmıştır.
İşte bu düşünce, İstanbul’un fethini sağlayan temel fikirden
beslenmektedir. Ecdadımız, yeşili gözünün nuru gibi koruyup çoğaltırken, bugün
çevreci geçinen işadamı Rahmi Koç, üniversite inşası adı altında,
İstanbulumuzun akciğeri olan Sarıyer’deki ormanlarımızı, Hükümetin de
desteğiyle, katletmekte bir beis, sakınca görmemektedir.
Söz İstanbul’dan açılmışken, bu arada, bir taraftan Sayın Bakana geçmiş
olsun dileklerimi iletiyorum, diğer taraftan da, 25 Kasım 1997 tarihinde, Plan
ve Bütçe Komisyonunda Çevre Bakanlığı bütçesi görüşülürken, Çevre Bakanı olarak
yapmış oldukları konuşmalarının İstanbul’la ilgili bölümlerini, bir İstanbul
Milletvekili olarak, üzülerek ve de esefle karşıladığımı ifade etmek istiyorum.
Sayın Bakanın İstanbul’la ilgili sarf ettiği sözler gerçeği
yansıtmamaktadır. Şöyle ki: Sayın Bakan konuşmasında “ülkemizde, hastene
atıklarını (tıbbî atıkları) yakmak için, sadece İstanbul’da bir tesis var.
Bugün, bu tesisin modası geçmiştir” demektedirler. Oysa, bu tıbbî atık
tesisinin kapasitesi 25 ton/gündür. İstanbul’daki 160 hastane ve sağlık
kuruluşundan tıbbî atıklar, belediyenin Batılı standartlarda yaptırdığı
araçlarla, günlük olarak bu tesislere taşınmaktadır ve önceleri 2 ton
kapasiteyle çalışan bu tesis, bugün, 22 ton kapasiteyle çalışmaktadır. Bu
tesis, Batılı normlara uygun olarak çalışmakta, atıklar 1 100 derecede
yakılarak patojenik (hastalık yapıcı) mikroorganizmalar yok edilmekte, hatta,
380 kilovat/saat elektrik enerjisi üretilmektedir. Bacadan atılan kirleticiler
de, Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliğinde belirtilen sınırların fevkalade
altında kalmaktadır.
Sayın Bakan “Ümraniye çöp alanı da, sadece üstü kapatılmış,
çiçeklendirilmiş, o rehabilite edilmiş değildir” falan filan diyor. Sayın
Bakanın gerçekdışı bu beyanda bulunmadan önce, işi bilen biriyle yerinde
inceleme yaptıktan sonra konuşmasını arzu ederdim. Hatırlanacağı gibi, Ümraniye
Çöplüğünde 1993 yılında yaşanan facia sonucu 28 vatandaşımız hayatını
kaybetmiş, 470 bin metreküp çöp kaymıştır. 1995 yılında, Ümraniye Çöplüğünün
rehabilitasyonuna başlanmış olup, 1996 yılında tamamlanmıştır. Önce, araziye
uygun olarak topografik düzenleme yapılmış, vadinin her iki yamacından ve
arkasından çöp suları, drenfeksler yardımıyla drene edilmiştir, akabinde,
gelişmiş ülkelerdeki metotla, pasif gaz toplama sistemiyle mevcut ve düşük
gazların toplanması planlanmıştır. Ayrıca, çöplük üzerine 50 santimetre
kalınlığında bitki toprağı örtülerek yeşil alana çevrilmiştir; böylece, her
türlü spor yapılacak hale getirilmiştir. Gelişmiş ülkeler başta olmak üzere, bu
metot dünyada yaygın olarak kullanılmaktadır.
Kemerburgaz çöp depolama alanına gelince; bugün, buraya sadece Eyüp ve
Sarıyer İlçeleri çöplerini dökmektedir. Kemerburgaz vahşi çöp depolama alanı
önümüzdeki günlerde kapatılıyor; rehabilitasyon işlemine de başlandı. O alanda,
yakında elektrik enerjisi üretimine de başlanacak.
İstanbul’da 1993 - 1994 kışında hava kirliliği had safhada idi; artık,
bugün gündeme bile gelmiyor. 1993 - 1994 kışında kükürtdioksit değeri 400
mikrogram/metreküp iken, bugün bu değer 60 mikrogram/metreküpe düşürülmüştür.
Bu rakam, Dünya Sağlık Teşkilatının değeri olan 150 mikrogram/metreküpün dahi
altındadır.
Yine, İstanbul’da 1993 - 1994 yılında 8 milyon ton kömür tüketilirken,
bugün, bu miktar, artan nüfusuna rağmen 2,5 milyon ton kaliteli torba kömüre
düşürülmüştür.
1994 başında doğalgaz abone sayısı 180 bin iken, bugün, bu rakam 1
milyondur. Doğalgaz kullanım miktarı da 350 milyon metreküpten, 1,8 milyar
metrekübe ulaşmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1996 yılında İstanbul’da
denetlenen fabrika sayısı 3 500’dür. Bunun 2 500’üne ceza kesilmiştir. Sanayi
tesislerine kesilen para cezaları Çevre Fonuna gidiyor. Ayrıca, İstanbul
Belediyesi, denizleri de en modern denetim araçlarıyla sürekli olarak
izlemektedir; ayda, en az 10 gemiye ceza kesilmektedir. Bu para cezalarının
yüzde 80’i Çevre Bakanlığına gitmektedir. Burada, dikkatinizi, bir noktaya
çekmek istiyorum: Kesilen para cezalarından, belediye, bir kör kuruş dahi
almıyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Bakan, konuşmasında,
ayrıca, İstanbul’un arıtma tesislerinin önarıtma ve derin deşarj olduğunu ifade
ediyor. Oysa, İstanbul’da, 1994 yılına kadar, atıksuların yüzde 9’u toplanarak,
önarıtma ve deniz deşarjıyla, İstanbul Boğazının dip akıntısına verilmekteydi.
1994 yılından itibaren, atıksuların toplanıp, arıtılmasıyla alakalı çok büyük
tesisler yapılmaktadır. Ayrıca, İSKİ, 1996 yılını “çevre yılı” olarak ilan
etmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu dönemde, İstanbulumuzun,
içmesuyu konusunda sıkıntısı kalmamıştır; gelecek beş yıl için de su sıkıntısı
görülmemektedir. 2005, 2010 yıllarının su ihtiyacını karşılayacak planlar
yapılmaktadır. İstanbulumuzun mevcut içmesuyu şebeke hattının toplam uzunluğu
12 500 kilometredir; bunun 5 050 kilometresi 1984-1994 yılları arasında, 3 600
kilometresi ise, 1994 yılından sonra değiştirilmiştir. İstanbul Belediyesi ve İSKİ’nin üçbuçuk yılda,
birlikte inşa edip kullanıma sundukları yağmur suyu ve atıksu kanalının
uzunluğu 572 kilometredir.
Ayrıca, İSKİ yetkilileri, her türlü su analizine hazır olduklarını;
sularının, Türk Standartları Enstitüsü 226’da belirtilen tüm şartlara uygun
olduğunu, her fırsatta ifade etmektedirler.
BAŞKAN – Sayın Ateş...
AZMİ ATEŞ (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkan.
Bütün bu faaliyetler özkaynaklarla yapılmakta olup, Nisan 1994’te 250
milyar olan İSKİ’nin aylık geliri, emin ellerde, Ekim 1997’de 5 trilyon TL’ye
ulaşmıştır. Gelir, TL bazında 20 kat, dolar bazında ise 4 kat artmıştır.
Ayrıca, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin takdire şayan faaliyetlerinden
biri de, bugüne kadar 400 bin fidan dikmesi olup, bu adedin, üçüncü yıl
ağaçlama kampanyasıyla, 800 bin adede ulaşması hedeflenmektedir. Aynı zamanda,
hizmet dönemi sonunda, yeşil alan miktarı, işbaşına geldikleri güne göre yüzde
84 oranında artırılacaktır.
Netice olarak, 1995 yılının başında, İl Mahallî Çevre Kurulu kararıyla,
denetim yetkisi belediyeye verildikten sonra, halka hizmeti Hakka hizmet kabul
eden yöneticilerin elinde, İstanbul halkı, temiz havaya, içilebilir suya
kavuşmuş, çöp ve atık madde gibi birçok çevre probleminden kurtulmuştur. Bütün
bu icraatlar, bize “at, sahibine göre kişner” atasözünü hatırlatmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İstanbulumuzda, her sahada
saymakla bitiremeyeceğimiz birbirinden güzel hizmet veren, başta İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a, İSKİ Genel Müdürü
Sayın Prof. Dr. Veysel Eroğlu’na, Çevre Koruma Daire Başkanı Sayın Prof. Dr.
Mustafa Öztürk ve tüm belediye çalışanlarına teşekkür etmeyi bir borç
biliyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her fırsatta “çevreci” olduğunu
söyleyen Sayın Bakan İmren Aykut Hanımefendinin 1998 malî yılı bütçesi 8,77
trilyon liradır; yani, bu bütçeye baktığımızda, bu bütçe, 1997 yılı bütçesine
göre yüzde 100 enflasyon karşısında yüzde 15 olarak artırılmış olup, bu, çok
komik bir rakamdır. Şimdi, her fırsatta “çevreci” olduğunuzu söylüyorsunuz;
ama, bizim 1997 bütçemizin çok daha gerisinde reel bir artış vardır ve Çevre
Bakanlığı bütçesinin genel bütçe içerisindeki payı da yarı yarıya düşmüştür.
BAŞKAN – Sayın Ateş, arkadaşınıza bıraktığınız süre 7 dakika.
AZMİ ATEŞ (Devamla) – Bitiriyorum efendim.
Oysa, yürürlükten kalkmış bir kararnameyle, bir günde, sadece iki
tekelci medya grubuna “komple yeni bir yatırımdır” uydurma ifadesiyle peşkeş
çekilen ve Çevre Bakanlığı bütçesinin iki katı olan 16,459 trilyon TL teşvik
kredisinin verilmesini, Sayın Bakan önleyip, bu krediyi Çevre Bakanlığına
kaydırabilseydi neler halledilmezdi ki!.. Yeter ki, milletin geleceğini, en az
kendi gelecekleri kadar düşünen yöneticilere sahip olabilelim.
Bu duygu ve düşüncelerle, hepinize saygılar sunuyorum.
Sayın Başkan, size, teşekkür ediyorum. (RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sağolun Sayın Ateş.
Sayın İsmail Yılmaz, buyurun.
RP GRUBU ADINA İSMAİL YILMAZ (İzmir) – Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım; Çevre Bakanlığının bütçesi üzerinde, Refah Partisi
Grubumuzun görüşlerini aktarmak üzere huzurunuza gelmiş bulunuyorum; sizleri ve
bizleri ekran başında izleyen yüce milletimizi saygıyla selamlıyorum.
Mümkün olduğu kadar, bana ayrılan zaman içerisinde konuyu aktarmaya
çalışacağım.
Çevre, gerçekten, hepimizin hassas olduğu çok önemli bir konu; bir
ölçüde, insanlar, hayvanlar ve bitkilerden oluşan yaşam üçgeninin yaşam ortamı
olarak kabul ettiğimiz hava, su ve toprağın korunması, yaşanabilir halde
tutulması ve bizden sonraki nesillere yaşanabilir bir şekilde aktarılması
açısından, hepimizi çok yakinen ilgilendiren bir konu. Yapacağımız
çalışmalarla, sadece kendimizi değil, diğer canlıları da, hayvanları ve
bitkileri de korumuş oluyoruz. Bu çalışma, sadece bizi değil, diğer canlıları
da, aynı hassasiyetle bağlıyor; bugünümüzü değil, aynı zamanda yarınımızı
bağlıyor, çocuklarımızı bağlıyor, nesillerimizi bağlıyor.
Çevre konusu, siyasî malzeme yapılamayacak kadar önemli, hassas,
partilerüstü, hepimizi ilgilendiren bir konu. Dolayısıyla, siyasî malzemenin
ötesinde, Çevre Bakanlığının ve çevreyle ilgili yapılacak olan çalışmaların,
Meclis tarafından, bundan sonra yapılacak olan çalışmalara ışık tutması açısından
tekliflerimi arz etmek istiyorum.
Öncelikle, 4 Aralık 1996 tarihinde, Antalya’da yapılan 3 üncü Çevre
Şûrasına sahip çıkmasını ve zamanın bakanı Sayın Ziyaettin Tokar tarafından
hazırlanan, ilim adamlarımızın, yerel yönetim temsilcilerimizin, sivil toplum
kuruluşlarımızın, Çevre Bakanlığımızın ve diğer bakanlık yetkililerimizin de
katıldığı ve de çevre dostlarının buluştuğu o fevkalade güzel şûrada alınan
kararları kitap halinde yayımlayan Çevre Bakanlığımızın, sonuna kadar takipçisi
olmasını bekliyoruz, istiyoruz, arzu ediyoruz. Gerçekten, çok önemli bir
toplantıydı. Bu toplantıda, 12 komisyon, çevrenin değişik sorunlarını birer
birer masaya yatırdı, tebliğler sundu; sonuç bildirisi yayımlandı ve kitap
haline getirildi; bunun takipçisi olmasını istiyoruz.
Ayrıca, Çevre Bakanlığının kuruluşuyla ilgili bir kanun, şu anda, bir
yılı aşkın bir süredir Plan ve Bütçe Komisyonunda bekliyor. Çevre
Komisyonundan, Çevre Komisyonu üyeleri olarak hızlı bir şekilde çıkarmamıza
rağmen, şu anda, Çevre Bakanlığının, henüz, teşkilat kanunu çıkmamış vaziyette.
Düşünebiliyor musunuz; çevreyi emanet ettiğimiz, çevrenin korunması ve
kontrolünden sorumlu Çevre Bakanlığı, 1991 yılından beri, kanun hükmünde
kararnameyle yürüyor; henüz teşkilat kanunu çıkmamış; kanunun bir an önce
çıkarılması gerekiyor.
Bu kanunun içeriği çok önemli. Çevre Bakanlığının teşkilat yapısı
yeniden düzenlenirken, bu arada, çok önemli birimler ihdas ediliyor; 6 genel
müdürlük, 3 müstakil daire başkanlığı ilave ediliyor. Yine, Sürdürülebilir
Kalkınma Kurulu adıyla, Başbakanın başkanlığında, çevreyle ilgili tüm
bakanlıkların da koordinasyonunda çok önemli bir kurul oluşturuluyor. Bu Kurul,
bizim için hayatî önemi haiz bir kuruldur; hayata geçirilmesi lazım; çünkü,
çevre, hiçbir bakanlığın yetkisine bırakılmayacak kadar önemli bir konudur.
Başbakanlığın başkanlığında koordine edilmesi gerekir; ki, önemli sorunlar var.
Ülkede, çevre ile enerjinin çatışmasını isteyen, bu konuyu körükleyen çevreler
var. Gereksiz kutuplaşmalara ve zıtlaşmalara, muhakkak, böyle bir üst kurulun
“yeter” demesi, “dur” demesi gerekir. Sürdürülebilir bir kalkınmanın, çevreyi
tahrip etmeden, muhakkak, gerçekleştirilmesi gerekir.
Özellikle çevreyle ilgili konularda, kıyı balık üretme çiftliklerinde
yetki belli değil; belediyeler mi karışıyor, il özel idareleri mi karışıyor,
Çevre Bakanlığı mı karışıyor, Tarım Bakanlığı mı karışıyor, Turizm Bakanlığı mı
karışıyor, Sağlık Bakanlığı mı karışıyor, yoksa, denizcilikten sorumlu Devlet
Bakanlığı mı karışıyor? Kimin karıştığı belli değil. İşte, bunların da,
yapılacak olan düzenlemede net bir şekilde açığa kavuşturulması lazım. Gündemin
72 nci sırasında, 46 adet yeni il müdürlüğünün kurulması ve 190 sayılı cetvelde
yapılması gereken değişiklik için kanun teklifi var; inşallah çıkar diyoruz. Şu anda, 46 ilimizde, çevreyi
koruyacak kollayacak il müdürlüğümüz yok. Çevrenin tahribinin bir an önce
önlenmesi, denetimlerinin ve kontrollerinin yapılması için bunun süratle
çıkarılması gerekir.
Yine, şu anda, Çevre Komisyonunda, 2872 sayılı Çevre Kanununda yapılması
gereken değişiklikle ilgili bir kanun tasarısı var. Günümüzün gelişmelerine
göre, çağımızın yeni tekniklerinin uygulanacağı, yetki ve sorumlulukların
belirlendiği ve de bununla ilgili yeni yaptırımların getirildiği bu Çevre
Kanununun bir an önce yeni şekilde düzenlenmesi gerekir.
Yine, gündemin 19 uncu sırasında mera kanun tasarısı var. Mera ve
otlakların korunmasına ilişkin hukukî altyapı düzenlemeleri getiren mera
kanununun bir an önce çıkarılması lazım. Bu, hayvancılığı geliştirme ve
çölleşmeyi önleme noktasında önemli bir adım.
Yine, gündemin 15 inci sırasında çok önemli bir kanun tasarısı var,
hayvanları koruma kanunu tasarısı. Gerçekten, Türkiye’de, ilk defa çıkarılacak
olan bir kanun. Bu kanun tasarısıyla, başta evcil hayvanlarımız olmak üzere,
tüm hayvanlarımızın insan ve doğa kaynaklı uğradığı mağduriyetlerin önlenmesi,
yaşam haklarının teminat altına alınması, üremeleri, kötü muamelelerden uzak
tutulmaları ve sağlıklarının korunması öngörülmektedir. Hayvanlar, Cenabı
Allah’ın bize emaneti, onları en iyi şekilde korumak kollamak da bizim
görevimiz. Çağdaş bir kanun tasarısı bu. Bu kanun tasarısı, aynı zamanda Çevre
Komisyonunda görüşülürken tüm sivil toplum örgütleri, hayvansever dernekleri
masa etrafında buluşturulmuş ve bir uzlaşmayla çıkarılmıştır bu tasarı. Sayın
Bakanlığımızdan ve değerli milletvekillerimizden rica ediyorum, hiçbir siyasî
mülahaza yapmadan, bu kanun bir an önce çıkmalı; hayvan hakları teminat altına
alınmalı.
MUSA UZUNKAYA (Samsun) – İnsan hakları...
İSMAİL YILMAZ (Devamla) – Şimdi, bazı milletvekillerimiz, sayın
milletvekilim, insan hakları Türkiye’de tartışılıyor, konuşuluyor, bunlar
varken hayvanlara ne gerek var diyebilir; doğrudur. Pankart açtığı için 16 yıl
hapse mahkûm edilen öğrencilerimiz, sırf dükkânına 5+3 yazdığı için altı ay
hapis gören insanlarımız var; ama...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yılmaz, lütfen ,1 dakika içinde toparlayın...
İSMAİL YILMAZ (Devamla) – Birkaç dakikanızı rica edeyim...
BAŞKAN – 1 dakika efendim...
ASLAN POLAT (Erzurum) – 6 milyonluk siyasî parti kapatılıyor.
İSMAİL YILMAZ (Devamla) – 6 milyon seçmeni, 4,5 milyon üyesi olan siyasî
partinin kapatılma davasının görüşüldüğü günümüzde belki lüks gelebilir; ama,
şunu söylemek istiyorum. İnsan kendi haklarını ve özgürlüklerini koruma,
kollama ve de bununla ilgili mücadele etme yeteneğine sahip; ancak, hayvanlar,
bu yeteneğe sahip değil. Onların hakkını da biz savunacağız. Dolayısıyla, kendi
hakkımızı savunamamanın aczini, diyetini hayvanlara ödetmeyelim. Bu kanunu,
muhakkak, beraberce çıkaralım, hiç olmazsa insanlara örnek olsun bari diyorum.
Hayvanları koruma kanunu, bu açıdan çok önemli. Bütün sivil toplum örgütleri
bunu bekliyor; herkes bunu bekliyor; hayvanseverler bunu bekliyor. Sahipsiz ve
güçten düşmüş hayvanların, korunması, bunların itlafının önlenmesi ve bu
hayvanların gerçekten, insanın şefkatli ellerine bırakılması, yerel yönetimlere
bu konuda görevler ve yetkiler verilmesi için, bu kanun, inşallah sizlerin de
desteğiyle çıkarılacaktır.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yılmaz.
MUSTAFA ÜNALDI (Konya) – Sayın Başkan, İktidarın bütçesi mi, muhalefetin
bütçesi mi; anlayamadım?!. Muhalefet var, İktidar yok!..
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Bekir Yurdagül;
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA BEKİR YURDAGÜL (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Millî Savunma Bakanlığının 1998 yılı bütçesi üzerinde,
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz aldım; şahsım
ve Grubum adına, sizleri saygıyla selamlarım.
Önce, 23 Aralık 1930’da, yani bundan tam 67 yıl önce bugün Menemen’de,
şeriat yanlılarınca haince öldürülen, demokrasi ve laiklik şehiti Asteğmen
Kubilay’ı ve tüm şehitlerimizi rahmetle, şükranla anmak istiyorum.
Sayın milletvekilleri, konuşmama, ülkemizin savunma politikalarını
direkt etkileyen bölgemizin genel bir değerlendirmesini yaparak başlamak
istiyorum. Varşova Paktı ve Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla tek kutuplu hale
dönüşen dünyada, barışın hâkim olacağı ve bu çerçevede bir güvenlik ortamı
oluşacağı ve kalıcı barışın yeşereceği beklentileri boşa çıkmış; böyle
düşünenler sükûtu hayale uğramışlardır. Balkanlarda, Kafkaslarda ve
Ortadoğu’da, özellikle Körfez Savaşı sonrasında ortaya çıkan saldırgan
eğilimler ve etnik çatışmalar, bölgedeki yüksek tansiyonu sürekli
körüklemiştir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye, hiçbir ülke için tehdit
oluşturmamaktadır. Buna karşın, Türkiye’yi bir tehdit olarak görüp, bu
gerekçeyle Türkiye’nin çıkarlarına zarar verecek her türlü girişime karşı
caydırıcı önlemleri almak ise en doğal hakkımız olsa gerek.
Değerli milletvekilleri, Türkiye, demokratik, laik yapısı ve
değerleriyle bölgesinde bir istikrar unsuru olmaya devam etmektedir. Modernize
edilmiş savunma kuvvetleri ve bunu destekleyecek yeterli ekonomik güce sahip,
Avrupa ile entegre olmuş güçlü bir Türkiye, gerek komşularının ve
müttefiklerinin güvenliğine gerekse bölge ve dünya barışına önemli katkılarda
bulunacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın bu bölümünde biraz da
Millî Savunma Bakanlığı bütçesinin rakamsal büyüklüklerinden söz etmek
istiyorum. İlginçtir; diğer bakanlıkların bütçelerinde öngörülen artışın
gerekçesi gösterilmemesine karşın, Millî Savunma Bakanlığının bütçesi için
öngörülen yüzde 107,9’luk artışın gerekçesi olarak, personel özlük haklarındaki
mevcut durum, fiyat artışları ve döviz kurlarındaki yükselişler
gösterilmektedir; ancak, ödenek artışına gösterilen gerekçeler tartışmalıdır.
Şöyle ki: Tasarıda öngörülen artışa gerekçe olarak gösterilen değişkenler,
gerçekleşen artışların bir hayli ilerisindedir. Örneğin, 1997’de gerçekleşmesi
tahmin edilen enflasyon artışı yüzde 80, 6 iken, döviz kurları sepetindeki ise
yüzde 74’tür. Dolayısıyla, öngörülen artışa gerekçe olarak gösterilen
faktörler, bu artışı haklı kılacak nitelikte bir gelişme göstermemektedir.
1998 bütçe tasarısına göre, Hazine Müsteşarlığı ve Maliye Bakanlığı
dışarıda tutulduğunda -çünkü, bu kuruluşlar yatırımcı kuruluşlar değildir-
genel bütçeye dahil kuruluşlar içerisinde bütçedeki yatırım ödeneği payı en
düşük olan kuruluş Millî Savunma Bakanlığıdır. Bakanlık için ayrılmış pay binde
1’dir. İlginçtir; yatırımcı bir kuruluş olmayan Diyanet İşleri Başkanlığının
dahi gerisinde kalınmıştır.
Şimdi, sorulması gereken soru şudur: Bir yandan, dışa bağımlılığı
kaldırma iddiasıyla başlatılan yerli sanayi ile işbirliği projesinde, yabancı
tekellerin, bir ülkenin can damarı olan bu sektöre girmesi neden
kısıtlanmamıştır? Aynı şekilde, yerli üretim hedefini güden İktidar, Millî
Savunma Bakanlığının bütçesi içerisinde savunma yatırımlarını, binde 1 gibi bir
oranla, bu hedefe nasıl ulaştırmayı düşünmektedir? Bir ülke, kendi geleceğini
garanti altına alabilmek için dışa bağımlılığı azaltmak ve bağımsızlık hedefi
gütmek zorundadır. Bu nedenle, Millî Savunma Bakanlığı, kendi bünyesi
içerisinde mevcut silah üretimini gerçekleştirme hedefini gütmelidir. Yıllık
olarak yaklaşık 5 milyar dolara ulaşan dışalımların yerine, Millî Savunma Bakanlığı,
kendi silah üretimini gerçekleştirmek zorundadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamuoyuna da yansıdığı gibi,
savunma sanayii, ciddî yatırım hamleleri yapılan bir sanayidir. Bu yatırımların
önemli kısmı da, Savunma Sanayi Destekleme Fonundan yapılmaktadır; ama, ne
acıdır ki, fon uygulaması nedeniyle, yıllardır Bakanlık bütçesinde savunmaya
giden bütçedışı kaynakları tartışamıyoruz.
Bilindiği üzere, fonların bir kısmı Sayıştay denetimine tabidir ve
denetim sonuçları kesinhesap kanunu tasarısında yer almakta ve dolayısıyla Plan
ve Bütçe Komisyonu önüne bir şekilde gelmektedir. Diğer bir kısmı ise, örneğin,
Toplu Konut Fonu, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunca denetlenmekte ve
denetim sonuçları KİT Komisyonunda görüşülmektedir. Maalesef, benzer denetim
prosedürleri, Savunma Sanayii Destekleme Fonu için kurulamamıştır. Fonun
hesapları Meclis denetimi dışındadır.
Burada, şu itiraz yapılabilir: Bu Fon, Başbakanlık, Millî Savunma
Bakanlığı ve Maliye Bakanlığınca seçilen üyelerden oluşan 3 kişilik bir
komisyon tarafından denetlenmektedir. Dolayısıyla, denetim yapılmıyor tespiti
yanlış denilebilir; ancak, burada yapılan denetim, bir iç denetimdir. Bu tür
bir denetim gerekli ve doğal olmakla birlikte, yeterli değildir. Bu hesapların,
ayrıca, Parlamento denetiminden geçmesi gerekir. Bu tür bir denetim mutlaka
yapılmalıdır. Söz konusu Fonun kaynakları, büyük bir ölçüde, dolaylı vergi
niteliğindeki gelirlerden oluşmaktadır. Bu vergileri halk ödediğine göre, doğal
olarak, ödediği vergilerin, seçilmiş temsilcileri aracılığıyla nereye ve nasıl
harcandığını ayrıntısıyla denetlemek durumundadır. Maalesef, bu tür bir
demokratik gelenek, bir bilgilendirme bugüne kadar söz konusu olmamıştır.
Değerli milletvekilleri, savunma sanayii üretimi, iddia edilenin tersine,
büyük ölçüde dışa bağımlıdır. Yetkililerin belirttiği Savunma Sanayiini
millîleştirme projeleri doğrultusunda harcanan paralar, yabancı silah
tekellerine akarken, Türkiye, söylenilenin aksine, giderek, bu yabancı silah
tekellerinin boyunduruğu altına girmektedir.
Bir diğer nokta da, konsolide bütçe içerisinde önemli bir ağırlığı olan,
Millî Savunma Bakanlığı bütçesi içerisindeki yatırım payıdır. 1997 yılında
yaklaşık, 1,2 trilyon liralık tutarla, Millî Savunma bütçesinin yaklaşık binde
8’i kadar olan yatırım harcamaları, Eylül 1997 itibariyle gerçekleşme olarak
100 milyar Türk Lirasını bulmamıştır; yani, yaklaşık 1,1 trilyonluk bölüm
harcanmamış bulunmaktadır. Burada iki şey öne çıkıyor: Birincisi; bu kalan
miktar, 1998’e mi devrelecektir yoksa bu yıl içerisinde harcanacak mıdır? Bu
sorular, bize, zaten çok düşük bir rakam olan yatırımın da yapılmadığını
göstermesi açısından önemlidir. Yani, Bakanlık, kendi bünyesi içerisinde yılda
ancak 99 milyarlık bir yatırım mı yapabiliyor? Bir yandan yüksek teknoloji
kullanımından, üniversite-sanayi işbirliği ve ar-ge’den söz ediyoruz diğer
yandan zaten çok düşük bir oran olan yatırım harcamalarımızı bile yerine
getiremiyoruz. Bu, 2000’li yıllarda güçlü bir savunma anlayışıyla
örtüşmemektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamu savunma sanayii üretiminde
olumsuz bir gelişme de, taşeronlaştırma ve işlerin piyasalaştırılmasıdır. Fon
kanalıyla yatırım yapılması, üretim süreçlerinin belli aşamalarının taşeronlara
verilmesi sonucunu doğurmakta, böylece, Bakanlığa bağlı mevcut işyerlerinin iş
hacimleri küçültülmekte; diğer bir deyişle, mevcut işyerleri, yatırım
vizyonunda yoksun işletmelere dönüştürülmekte ve kaderlerine terk edilmektedir.
Binde 1’lik bir yatırım payıyla, Bakanlığa bağlı işyerlerinde teknoloji
yenilemesine nasıl gidilecektir? Kaldı ki, benzer bir taşeronlaşma süreci,
Bakanlığın kendi eliyle yaptığı yatırımlarda da görülmektedir. Bakanlık da,
giderek azalmakta olan yatırım ödeneğinin önemli bir kısmını, dışarıya
yaptırılan işlere aktarmaktadır. Mevcut işyerlerinin iş hacimleri, bir de bu
yönüyle küçülmektedir.
Taşeronlaşmanın yanında ikinci bir tehlike de, işlerin
piyasalaştırılmasıdır. Bazı çevrelerce, artık, Silahlı Kuvvetler bünyesinde
yapılan ilaç, pansuman malzemesi, boya yapımı, askerî elbise dikimi gibi
işlerin, günümüzde giderek gereksizleştiği ve yerli sanayilerin gelişmeleri
nedeniyle bu tür ihtiyaçlarının üretimi yerine, yerli piyasadan satın alınması
yoluna gidilmesi gerektiği söylenmektedir.
Aynı şekilde, Silahlı Kuvvetler bünyesinde yer alan tersanelerde, hava
ikmal-bakım merkezlerinde, tank palet fabrikalarında, ağır bakım fabrikalarında
ve dikimevlerinde yapılan işlerin piyasadan sağlanması gerektiği
vurgulanmaktadır. Oysa, bu tür üretimin, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde yapılması
zorunlu ve elzemdir; çünkü, hem üretim maliyeti çok düşüktür hem de ülke
savunmasında, Silahlı Kuvvetlerin hareket kabiliyetinin sağlanması ve ülkenin
genel çıkarları için, bu faaliyetler özel sektöre devredilemez.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Millî Savunma işkolunda son
yıllarda işçilerin yapması gereken bazı işler, memur ve uzman erbaşlara
yaptırılmak üzere kadro tahsis edilmiştir. Örneğin, Kara Kuvvetlerinin 10 Kasım
tarihli bir genelgesi var; burada, bugüne kadar işçilerin yaptığı işlerin,
bundan böyle memurlara yaptırılması istenmektedir. Bunlar hangi işlerdir,
özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum; örneğin, ağır silah tamircisi, bunun
meslek kodu ağır silah tamir teknisyeni olarak değiştirilerek, bu işler, bundan
böyle memurlara yaptırılmaya çalışılmaktadır. Yine, örnek veriyorum: Araç
tamircisi, demirci, yeni değişiklikte, demir işleri teknisyeni olarak;
adlandırılmaktadır; dökümcü, döküm teknisyeni olarak adlandırılarak, bu işler
memurlara yaptırılmaya çalışılmaktadır. Daha saymakla bitmeyecek kadar çok
meslek_ Örneğin, frezeci, kaportacı, kaynakçı, klimacı, kreyn operatörü,
lehimci, marangoz, motorcu gibi meslek kollarına, bundan böyle “teknisyen” adı
altında memur istihdamı öngörülmektedir.
Bu ve benzeri meslek kollarının, memur ve uzman erbaşların verdikleri
hizmetlere dönüşmesi, kamuda personel politikasının rasyonalize edilmesi
gerektiğinin vurgulandığı bir dönemde, tümüyle çelişkili bir politikadır. Bu
durum, işçilerin yapması gereken işlerin memurlara yaptırılması yoluyla, sendikal
örgütlenmeyi baltalamak amacı mı taşımaktadır? Nitekim, memur statüsündeki
sivil kamu çalışanlarına sendikalaşma yasağı getirmenin haklılığı da yoktur;
Türkiye’nin de kabul ettiği 98 sayılı ILO Sözleşmesine de aykırıdır. Siz,
öğretmeni, doktoru, mühendisi, hemşireyi, vergi memurunu, ziraat teknisyenini
sendikalı yaparken, motorcuyu, duvarcı ustasını, marangozu, şoförü, frezeciyi
memurlaştırarak sendikasızlaştırmaya çalışıyorsunuz; bunun, mantıklı hiçbir
izahı olmasa gerek.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Millî Savunma Bakanlığı bütçesi,
1998 yılı için, yüzde 107,19 oranında bir artış hedeflemektedir. Bunun
gerekçesi olarak ise, personel özlük haklarındaki mevcut durum, fiyat artışları
ve döviz kurlarındaki yükselişler gösterilmektedir; fakat, görülen odur ki,
ülkemizi emanet ettiğimiz ve her gün yüzlerce trilyon değerindeki yüksek
teknolojik araç ve gereci kullanan Türk Silahlı Kuvvetleri personeli için yüzde
30 oranında bir zam öngörülmektedir; bu da, doğal olarak, personelin satın alma
gücünün gelecek yıl düşeceğini göstermektedir.
Şimdi, size soruyorum: Bir yandan yılda 5 milyar dolarlık silah satın
alınırken, bu silahları, araç gereci kullanan, bakımını yapan ve üreten
insanların, bu silahlar kadar değeri yok mudur? Neden, personelin satın alma
gücünün düşürülmesi yerine, başka kalemlerden kısıntı yapma yoluna
gidilmemektedir?
Yeri gelmişken, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli 657 sayılı Kanuna
tabi sivil memurlar arasındaki farklılığı, eşitsizliği de dile getirmek
istiyorum. 15 Temmuz 1993 tarihinde yürürlüğe giren 486 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnameyle, sadece, Genelkurmay Başkanlığı, Millî Savunma Bakanlığı kuvvet
komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı merkez
karargâhlarında görevli genel idarî hizmetler sınıfına mensup memurlara ek özel
hizmet tazminatı verilmeye başlanmıştır. Bu, 21 Aralık 1996 tarihinde yürürlüğe
giren 568 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle biraz daha genişletilerek, az önce
saydığım merkez karargâhlarında çalışanların tamamını kapsamasına karşın, aynı
işi yapan, aynı mevzuata tabi taşradaki memurlara uygulanmamakta, mağduriyet ve
eşitsizlik devam ettirilmektedir. İş huzurunu ve barışını bozan bu ayrıcalık,
yeni bir kanun hükmünde kararnameyle, mutlaka ve ivedilikle giderilmelidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Silahlı Kuvvetlerin stratejik
hedef planı, mutlaka, ülkenin kalkınma planıyla ilişkilendirilmelidir. Olması
gereken bu ilişki, 1998 yılı bütçe tasarısıyla koparılmaktadır. Tasarının 10
uncu maddesinin ikinci paragrafında şöyle denilmektedir: “Silahlı Kuvvetler
bütçesinin programlarında (1) ödenek türü içinde yer alan savunma sektörü,
altyapı, inşa, iskân ve tesisleriyle, NATO-Enf. gerektirdiği inşa ve tesisler
ve bunlara ilişkin kamulaştırmalar ile stratejik hedef planı içinde yer alan
alım ve hizmetler, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığının vizesine bağlı
olmayıp, yıllık programlara ek yatırım çizelgelerinde yer almaz.” Her yıl, bu
düzenlemeyle, Silahlı Kuvvetlerin yatırımlarının vize zorunluluğu
kaldırılmaktadır. Silahlı Kuvvetlerin yatırımlarına da bu şekilde bir istisna
getirilmesi, tasarının 5 inci maddesindeki düzenlemeyle çelişmektedir; çünkü,
bütçeye dahil kuruluşların ödeneklerinin, kalkınma planı ve yıllık programda
öngörülen hedeflere uyumlu olması gerekir.
Silahlı Kuvvetlerin yatırım bütçe ödeneğinin, kalkınma planıyla bir bağ
kurulmaksızın, sadece kendisinin hazırladığı stratejik hedef planıyla
ilişkilendirilmesi, çağdaş plan-bütçe geleneğine aykırıdır.
Silahlı Kuvvetler, kendi planını hazırlarken, planının hem fizikî hem de
kaynak boyutlarını bilmek durumundadır. Bunun yolu ise, söz konusu planın,
Devlet Planlama Teşkilatının bilgisine sunulması ve bütüncül bir plan anlayışı
içerisinde, kalkınma planına entegre edilmesidir.
BAŞKAN – Sayın Yurdagül, Grubunuzun süresinin yarısını doldu.
BEKİR YURDAGÜL (Devamla) – 30 saniye istiyorum Sayın Başkan.
Ancak o zaman, Silahlı Kuvvetler tarafından hazırlanan planın fizikî ve
kaynak boyutları tespit edilmiş olur. Ortaya çıkan kaynak boyutu ve buna
bütçeden ayrılabilecek meblağın ne olacağının tartışılacağı yer ise Meclistir;
gerekli görülürse, gizli bir oturum da yapılabilir. Maalesef, maddenin, Silahlı
Kuvvetlerin yatırımını istisna haline getiren düzenlemesi, bu tür bir yol
izlenmesinin yolunu kapatmaktadır. Umuyorum ki, Yüce Meclis, bu eksikliği,
yanlışı giderecektir.
Bu duygularla, Millî Savunma Bakanlığının 1998 yılı bütçesinin hayırlı
olmasını diler, hepinize saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yurdagül.
Sayın Yılmaz Ateş, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
CHP GRUBU ADINA YILMAZ ATEŞ (Ankara) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Çevre Bakanlığının bütçesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi
Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurunuzdayım; Yüce Meclisi saygıyla
selamlıyorum.
Anayasamıza göre, her insanın sağlıklı ve mutlu bir çevre ortamında
yaşaması en doğal hakkıdır. Günümüzde, artık, anayasal bir hak olmanın
ötesinde, evrensel bir insan hakkı statüsüne de kavuşmuştur; ancak, ülkemizde
yaşayan insanlarımızın bu hakkını kullanabildiklerini söyleme olanağımız,
maalesef, son derece zordur.
Toprağımız, ormanımız, körfez ve sahillerimiz, denizlerimiz, göllerimiz,
nehirlerimiz, çaylarımız, altyapısız sanayileşme, çarpık kentleşme ve bilinçsiz
tarımsal sulamalar, uygulamalar sonucu kirlenmiştir. Pek çok çayımız, bugün
açık kanalizasyon halinde akıp gitmekte, çevreye mikrop saçmaktadır.
Göllerimiz, barajlarımız kaçak yapılaşma sonucu aşırı kirlenme tehlikesini
yaşamaktadır. Devlet Su İşleri tarafından, sulama amacıyla yapılan aşırı
miktarda su alımından dolayı Eğirdir, Beyşehir gibi göllerde su seviyesi düşmüş
ve ekolojik denge bozulmuştur.
Türkiye’nin tuz ihtiyacının yüzde 70’ni karşılayan Tuz Gölüne, Konya
Belediyesince, her yıl 5 bin ton deterjan, 350 bin ton yağ ve gres, 5 bin ton
organik madde, 92 ton nitrat, 60 ton sülfat, 300 kilogram civa akıtılmaktadır.
Ankara’nın Mogan Gölü, maalesef, Anakent Belediyesi tarafından
kurutulmaya yüz bırakılmıştır. Gölü korumakla görevli olan Anakent Belediyesi,
Özel Çevre Koruma Kurulunun raporuna rağmen, aykırı bir şekilde “dünyanın en
büyük fiskiyesi” diye oraya götürüp bir fiskiye kurmuş; ama, bu, dünyanın en
büyük fiyaskosuna döndüğü gibi, Özel Çevre Koruma Kurulunun da raporuna göre
gölün tabanını ve bitki örtüsünü kurutmaktadır, kuş türlerini yok etmektedir.
Ülkemizin sahilleri, koy ve körfezleri de, kara kökenli kirleticiler ve
deniz araçları tarafından kirletilmektedir. Marmara Denizimizde, daha birkaç
yıl öncesine kadar 125 balık türü yaşarken, bugün, bu balık türü 10’a inmiştir.
Türkiye’nin yüzde 50’sini bünyesinde barındıran Marmara havzasındaki
sanayinin yüzde 70’inde arıtma tesisi yoktur. Sadece Beykoz Deri Sanayii yılda
60 ton kurum, 20 ton sülfür, 650 ton katı madde, 600 ton biyolojik oksijen, 2 500
ton kimyasal oksijeni İstanbul Boğazına deşarj etmektedir.
Karadeniz, Avrupa ülkelerinin de katkılarıyla, maalesef, Karadeniz
olmaktan çıkmakta, kirlenen bir denize dönüşmektedir.
Çöp sorunu da Türkiye’nin en ciddî sorunu olmaya devam etmektedir.
Ankara ve İstanbul gibi İllerimizde, her gün, onbinlerce ton çöp, şehrin bir
ucundan bir ucuna açık bir şekilde getirilip, götürülmekte, çevreye, AIDS
mikrobu dahil olmak üzere, her türlü mikroplar saçılarak bir hizmet verilmeye
çalışılmaktadır. Bu, hizmet vermekten öteye, maalesef, bir mikrop saçma işlevi
oluyor.
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Yanlış... Yanlış söylüyorsun...
YILMAZ ATEŞ (Devamla) – Maden işletmelerimiz de, maalesef, yoğun olarak
arazi bozulmalarına, doğal çevrenin tahribine neden olmaktadır. 2 900
belediyemizden 140 bininde kanalizasyon şebekesi vardır. Bunların da sadece
43’ünün arıtma tesisi bulunuyor. Ancak, bu arıtma tesislerinin büyük bir bölümü
de, işletme maliyeti yüksek olduğu gerekçesiyle, maalesef,
çalıştırılmamaktadır.
Sayın milletvekilleri, kentlerde yaşayan nüfusun sadece yüzde 15’i
arıtmalı kanalizasyon şebekesinden yararlanıyor. Bu yüzde 15’in de bir bölümü
arıtma tesisini çalıştırmıyor. Türkiye genelinde insanlarımızın yüzde 9’u
arıtma hizmeti almaktadır. Diğer yerleşim alanlarında, atık sular, herhangi bir
arıtma işlemine tabi tutulmadan, deniz, göl ve nehirlere verilmektedir. İzmir
ve İstanbulda bunlara dahildir. Sonuç olarak: Bütün kanalizasyon suları, olduğu
gibi doğaya bırakılmaktadır.
Sayın milletvekilleri, Çevre Bakanlığımızın, bu kirlilikten, Türkiye’yi
nasıl kurtaracağına ilişkin projesi, parası, kaynağı ve de en önemlisi
politikası yoktur. Yasal mevzuat son derece karmaşık ve o oranda da
yetersizdir.
Sayın milletvekilleri, geçen yıl 8 trilyon lira dolayında olan Bakanlık
bütçesi, maalesef, bu yıl 7 trilyona inmiştir; geçen seneki bütçe rakamını dahi
koruyamamıştır. Bu, yeni Hükümetin, 55 inci Hükümetin çevreye verdiği önemin de
aynı zamanda çok bariz bir işaretini oluşturmaktadır. Bu 7 trilyonun tamamı da
Çevre Bakanlığına ait değildir; 2 trilyonu özel Çevre Koruma Kuruluna aittir,
kalan 5 trilyonun 2 trilyon 647 milyar Türk Lirası personel ve cari harcamalar
için ayrılmış, yatırım için 1 trilyon 225 milyar lira ayrılmış; Bakanlık
bütçesinin, genel bütçe içindeki payı da onbinde 5’e düşmüştür.
Geçen yılki Bakanlık bütçesini dolara endekslediğimiz zaman, 80 milyon
dolardı, bugün ise 35 milyon dolar konumuna düşmüştür, gerilemiştir o oranda.
Sanırım, bu Hükümetin çevreye bakış açısını ortaya koyması açısından da, görülüyor
ki, geçen yıla göre bütçesi artırılmayan, hemen hemen tek bakanlık, Çevre
Bakanlığı olmuştur.
Hükümetin çevre politikasını anlatmak için, Batılı birkaç ülkenin
çevreye yaptığı yatırımı 1995 rakamlarıyla bilgilerinize arz etmek istiyorum.
Almanya 30 milyon dolar, yani, bizim bugünkü bütçemizin 870 katı; Fransa 16
milyon dolar, bugünkü bütçemizin 450 katı; İngiltere 13 milyon dolar, bugünkü
bütçemizin 370 katından fazla çevre yatırımı için bir bütçe ayırmaktadır.
Tabiî, bu tablo, bu Hükümetin çevreyi gözten çıkardığını da ortaya koymaktadır.
Sayın milletvekilleri, son yıllarda, Çevre Bakanlığının işlevi,
maalesef, sadece, belediyelere traktör vermek, motor vermek gibi bir noktaya
götürülmüştür. Refahyol İktidarı döneminde, buna, ayrıca bir ek görev verilmiş;
Çevre Bakanlığının kaynakları, kendi partisine belediye başkanı transfer etmek
için kullandırılmış; (CHP sıralarından alkışlar) eski Sayın Bakan da burada,
karşımızda...
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Biz almadık...
YILMAZ ATEŞ (Devamla) – Şimdi vereceğim, size de niye vermediklerini
söyleyeceğim Sayın Bedük.
Sayın milletvekilleri, 1.7.1996-1.7.1997 tarihleri arasında, Çevre
Bakanlığının bütçesinden; yani, geçen yılki 8 trilyon liralık bütçenin 2,5
trilyon lirası, belediyelere araç gereç olarak verilmiş. Bunun 1,8 trilyon
lirası; yani, yüzde 72’si, sadece Refah Partili belediyelere verilmiş. Tabiî,
eski Sayın Bakan, kendi ilini de unutmamış, muhalef partilerini birer birer ele
aldığımız zaman, her bir muhalefet partisine yapılacak yardım kadar da, kendi
iline yardımda bulunmuş; böylece, Çevre Bakanlığının bütçesi de bu hale gelmiş.
Sayın milletvekilleri, şimdi, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak,
çevreye nasıl baktığımızı sizlere arz etmek istiyorum: Biz, çevresel eğitime
çok büyük önem veriyoruz. Zorunlu temel eğitimin 1 inci sınıfından başlamak
üzere, çevre eğitiminin, zorunlu ders olarak konulmasını sağlayacağız. Çevreyi
kirletene bedelini ödeteceğiz. Çevresel etki değerlendirme yüksek kurulu
oluşturularak, özerk bir yapıya kavuşturulacaktır. Sanayi politikaları,
programları ve yatırımları arasında bilimsel bir bağ kurulacaktır. Çevre
Bakanlığı, politikaları belirleyen ve yönlendiren konuma kavuşturulacaktır,
yatırım yapmayacaktır. Yaptırım ve denetim işlevleri, ağırlıkla, yerel
yönetimler ve çevreci sivil toplum örgütleriyle yerine getirilecektir. Nesli
tükenmekte olan hayvan ve bitki türleri koruma altına alınacaktır. Hayvan
Hakları Evrensel Bildirgesini, ülkemizde de yaşama geçireceğiz. Bakanlığı,
denetim için yeterli yaptırım yetkileriyle donatacağız. Çevresel öncelikli
planlar hazırlayacağız; çevreyi kirletmeden koruyacağız; çevreyi yok etmeden
sanayileşeceğiz ve kalkınacağız. Kıyılarımızı, sahillerimizi talan ettirmeden,
denizlerimizi kirletmeden turizmi geliştireceğiz. Sanayileşmenin bedeli olarak
karşımıza çıkan çevreyi yok olmaktan kurtaracağız. Bütün sivil toplum
örgütlerini, gönüllü birer çevre dostu, gönüllü birer çevre ajanı haline
getireceğiz;. Kitle iletişim araçlarında çevre bilincini geliştirici, eğitici
yayınlara yer verilmesini sağlayacağız. Komşu ülkelerdeki çevresel her sorunu,
sınırlarötesi, uluslararası bir sorun haline getireceğiz. Özel Çevre Kurumu
Başkanlığını, yatırımcı bir kuruluşa dönüştürmeyeceğiz, kararlarını uygulayan
bir kurul haline getireceğiz.
Hükümetin, yalnız kaynak değil, politikasının da olmadığını söylemiştim;
müsaadenizle bir iki örnek vermek istiyorum. Sayın Bakan, eylül ayı içerisinde,
valiliklere, anakent ve il belediye başkanlıklarına gönderdiği bir genelgede,
denizlerimizden, kıyılarımızdan, sularımızdan, göllerimizden, hava kirliliğine
kadar, alınması gereken bütün önlemleri çok güzel özetlemiş ve uymalarını
istemişti; ancak, sevgili arkadaşlar, bu genelgeden birkaç gün sonra da,
Anavatan Partisinin Ankara Anakent Belediye Meclis üyeleri bir önerge
veriyorlar: Ankara’ya sokulması yasak olan kaçak kömürün, bundan böyle,
gecekondulardaki yoksul vatandaşlara ve birtakım kamu kurumu, vakıf ve yurtlara
verilmesini öneriyorlar. Anakent Belediye Meclisinde, Refah Partisi ve Anavatan
Partisinin destekleriyle bu önerge bir belediye meclisi kararı haline
dönüşüyor. Yani, Anavatan Partisi, Refah Partisinin Ankara’da yarattığı her
türlü kirliliğin de ortağıdır. Ankaralıları zehirleyen makam da iktidar
ortağıdır. Bu yönetim de,âdeta, kirliliği teşvik etmektedir.
TAHSİN IRMAK (Sıvas) – İktidardaki kirliliğe de siz ortaksınız.
YILMAZ ATEŞ (Devamla) – O hangi kirlilikse, getirin de, hesabını
birlikte soralım; böyle, söylemle olmaz. Öyle, Refahın arkasına saklanarak
kirliliğinizi örtmeye de benzemez. Varsa, hodri meydan, getirin, o kirliliğin
hesabını soralım. (DYP ve RP sıralarından gürültüler)
Getirin, getirin... Getirin de,
hesabını görelim.
BAŞKAN – Sayın Irmak, lütfen karşılıklı konuşmayı tahrik etmeyelim.
Sayın Ateş, lütfen, Genel Kurula hitap edin. (RP ve DYP sıralarından
gürültüler, RP sıralarından “ne yapacaksın?” sesleri)
YILMAZ ATEŞ (Devamla) – Ne yapacağımı şimdi size anlatırım.
Sevgili arkadaşlar, bakın “BELKO” diye broşür dağıtılmış; oraya telefon
eden vatandaşlarımıza kömür gelmiş; ama, faturası da verilmiyor. Kasa fişi
verilmiş ve o da Temelli’den gelmiş. Gelen kömür kaçak; ama, BELKO’nun
ambalajında. O vatandaşımızın adresi, telefonu hepsi burada; kendi el yazısıyla
göndermiş.
Sevgili arkadaşlar “bu kömürü BELKO’dan aldım; ama, kaçak” diye 153 nolu
telefonu arıyor ve oradan aldığı yanıt: “Sakın, bunu, bir daha, bir yere
söylerseniz, gelir, elinizdeki kömürünüzü de alırız” diyorlar.
Şimdi, resmen, bu Belediye yönetimi, Ankaralıları zehirleyen kaçak
kömüre kapılarını sonuna kadar açmış ve bizim dönemimizde, o kapılara konulan
zabıta karakollarını da kaldırmıştır.
Sayın milletvekilleri, bir iki cümleyle de, uzun süredir siyanürle
mücadele eden Bergamalılara değinmek istiyorum.
Bergamalılar, bu ülkede, dokuz yıldır hukuk mücadelesi veriyorlar.
Nedeni de şu: Siyanürün 20 miligramı, bir insanı 30 saniyede öldürebiliyor.
Bergama’da kullanılacak siyanürün toplamı 4 bin tondur.!.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen, 1 dakika içerisinde toparlayalım.
YILMAZ ATEŞ (Devamla) – ...ve bu, 12 milyar insanı öldürmeye yetiyor.
2,5 milyon ton atık siyanürü 170 hektarlık alanda topluyorlar. Bu alanın
yeraltı sularına mesafesi 2, Bergamaya da 8 kilometre uzaklıkta. Aynı zamanda,
ağaçlar da talan ediliyor.
Buradan, yılda 3 bin ton -sekiz yılda da 24 bin ton- altın rezervi
çıkarılıyor. Bu firma 21 milyon dolar yatırım yapacak, yılda 35 milyon dolar
para kazanacak; devlet de, bundan, sadece 1,4 milyon dolar para kazanacak.
Bunun için, maalesef, böyle bir talan zihniyetiyle gidilmektedir.
Aynı şekilde, yargıyı kazandılar; fakat, uygulatacak makam
bulamamaktadırlar.
Gökova kirliliği devam etmektedir. Hükümetin, Akkuyu Nükleer Santralını
yapmaktaki ısrarını anlayamıyorum...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ateş.
YILMAZ ATEŞ (Devamla) – Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Meclisimizi
tekrar selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
M. ZİYATTİN TOKAR (Ağrı) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun Sayın Tokar.
M. ZİYATTİN TOKAR (Ağrı) – Sayın Ateş, Bakanlığım döneminde yaptığım
faaliyetlerle ilgili konuşmuş ve sataşmada bulunmuştur; izin verirseniz
açıklamada bulunmak istiyorum.
BAŞKAN – Efendim, sadece, sizin döneminizle ilgili rakam vererek “şuraya
şu harcama yapılmıştır” dedi. Eğer, bunların rakamsal olarak yanlış olduğunu
iddia ediyorsanız!.. Sadece rakamsal döküme izin veririm; yani, rakamsal döküm
dışında...
YILMAZ ATEŞ (Ankara) – Bunu, aynen, soru önergeme verilen yanıttan
aktarıyorum.
BAŞKAN – Onu söylüyorum.
Sayın Tokar, eğer, söylediği şu rakam, şu şekilde yanlıştır diye bir
açıklamanız varsa, söz verebilirim. Eğer, genel olarak “hayır, doğru değildir”
diyeceksiniz söz veremeyeceğim.
M. ZİYATTİN TOKAR (Ağrı) – Sayın Başkan, yönetimim döneminde, eskiden,
yardım almamış belde belediyelerine bakarak, yardım yapmayı planladım ve
baktığımızda, Refah Partili belediyelerin hiçbir yardım almadığını gördüğümden,
Refah Partili belediyelerden... Yapılan bu yardımlar da memleketimizin
belediyelerine gitmiştir efendim.
BAŞKAN – Yani, Sayın Ateş’in verdiği rakamları teyit ediyorsunuz; ama
“daha önce yardım almadıkları için, onların mağduriyetini telafi amacı
dedim...” Tutanaklara geçmiştir.
Şimdi, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Necmettin Dede; Buyurun
efendim. (DYP sıralarından alkışlar)
DYP GRUBU ADINA NECMETTİN DEDE (Muş) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Millî Savunma
Bakanlığının 1998 malî yılı bütçesi üzerinde Doğru Yol Partisi Grubu adına
görüşlerimi arz etmek üzere huzurlarınızdayım. Grubum ve şahsım adına, Yüce
Heyetinizi saygıyla selamlarım.
Sözlerime başlamadan önce, dört bir tarafı aziz şehitlerimizin
kanlarıyla sulanmış vatanımızın müdafaasında hayatlarını feda etmiş
şehitlerimize Allah’tan rahmet, gazilerimize ise acil şifalar diliyorum.
Değerli milletvekilleri, benden önce konuşan değerli milletvekilim,
devlet idaresinde, Refah Partisinin arkasına saklandığımızdan bahsetti; fakat,
Türkiye’de isminin başında “millî” kelimesi olan iki bütçe vardır; Millî Eğitim
Bakanlığı bütçesi ve Millî Savunma Bakanlığı bütçesi. Bir millî bütçenin
görüşüldüğü konumda, iktidar partilerine ait sıralarda milletvekillerinin
bulunmaması da benim için bir üzüntü kaynağıdır; lütfen, siz de onların
arkasına saklanmayın. (DYP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, sizlerin de bildiği gibi, ülkemiz, tarih
boyunca, coğrafî ve jeopolitik konumu itibariyle çok yönlü tehditlere maruz
kalmıştır. Günümüzde, bölgemizin ve Avrupa’nın karşı karşıya kaldığı en önemli
risklerden birisi de Balkanlar ve Kafkaslarda yaşanan gelişmeler ve meydana
gelen hızlı değişikliklerin nasıl sonuç vereceğinin tahmin edilememesidir.
Türkiye, jeopolitik konumundan kaynaklanan tehditlerle karşı karşıya
kaldığı aşikârdır. Bu tehditleri iki kategoride değerlendirebiliriz: Birincisi,
süper devletlerin, kendi çıkarlarına dayalı olarak oluşturdukları sürekli
tehdit. İkincisi de, bölgesel tehditlerdir. Bölgesel tehdit oluşturan ülkeleri
şöyle sıralayabiliriz:
Kıbrıs, azınlıklar, adaların silahlandırılması, kıta sahanlığı ve
karasuları meselesi, hava sahası, FIR hattı, NATO, komuta kontrol meselesi
bulunan Ermeni ve terör örgütlerine her türlü maddî ve manevî desteği veren
Pontus; soykırım iddialarını canlandıran, Trakya, İzmir ve İstanbul üzerinde
emelleri bulunan Yunanistan.
Boğazlar üzerinde hiçbir zaman bitmeyen emelleri olan, Türk
cumhuriyetleriyle aramızdaki ilişkilerden rahatsızlık duyan ve Türkiye’nin
doğusunda yeniden tehdit unsuru oluşturmak isteyen Rusya Federasyonu.
Ülkemizden toprak alma iddiaları taşıyan, soykırım iddiaları ve tazminat
talepleri olan terör örgütlerini destekleyen Ermenistan.
Türkiye’nin Batı bloku içinde yer almasından rahatsız olan ve terörü
destekleyen, Irak savaşında tarafsız kalışımızı içine sindiremeyen İran.
Körfez krizi sırasında Türkiye’nin Birleşmiş Milletlerle hareket
etmesinden rahatsız olan, terörü her açıdan destekleyen ve ülkemizde
azınlıkları baskısı altında tutan Irak.
Adana, Hatay, Gaziantep İllerini kendi toprakları sayan ve Mersin, Urfa,
Kahramanmaraş, Diyarbakır, Mardin ve Hakkâri’yi sınırlarına katmak isteyen,
ülkemize yönelik terör eylemlerini destekleyen, GAP’ın gerçekleşmesinden
rahatsızlık duyan Suriye.
Anadolumuz, gerçekten, kıtaların birleştiği yerde, aynı zamanda büyük
ülkelerin, mesela, Rusya’nın sıcak denizlere iniş güzergâhında bulunuşu; son
zamanlarda, bilhassa, bu petrol boru hatlarının geçiş noktasında da olmasından
dolayı, bütün dünyanın dikkatini çeken bir ülkedir.
Bundan dolayıdır ki, bizim böyle bir hassas bölgede güçlü bir ordu,
güçlü bir silahlı kuvvetlere sahip olmaktan daha doğal bir amacımız olamaz;
güçlü güvenlik kuvvetleri organizasyonuna kesinlikle ihtiyaç vardır.
Değerli meslektaşlarım, savunma politikamızı sadece komşu ülkelerden
gelebilecek tehdit değerlendirmeleriyle sınırlı tutmamız, savunma bütçemizi
düzenlerken yakın ve uzak tehdit değerlendirmelerinin yanı sıra ülkemiz ve
dolayısıyla, kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerimizin yüklendiği misyonu da
dikkate almamız önem arz etmektedir. Bu açıdan, Türk Silahlı Kuvvetlerimizin
ihtiyaçlarını, yalnızca komşularımızla olan ilişkilere bakarak değerlendirmek
ve bu şekilde bütçesini gözden geçirmek büyük bir yanılgı olur.
Bu durum karşısında, Türk Silahlı Kuvvetlerimizin daha modern silah
sistemiyle mücehhez olarak, tehdit nereden gelirse gelsin, her türlü arazi
görüş ve hava koşullarında mütecavize en etkin cevabı verebilecek iyi eğitilmiş
birliklere sahip olması gerekmektedir. Bu hedeflere ulaşabilmek için, Türk
Silahlı Kuvvetlerimize geniş bir malî imkân sağlama mecburiyetindeyiz.
Türkiye, bugün, istikrarsız bir bölgede bulunmakta ve bulunduğu bölgede;
özellikle, Avrupa ülkelerinin savunma giderleri gereksinimi azalma eğilimi
gösterirken, Türkiye’nin savunma gereksinimi ise artma eğilimi göstermektedir.
Malumları olduğu üzere, Hükümetin bir yıllık faaliyet planının özeti
olan bütçenin fonksiyonel yapısı, Hükümetin, savunma, eğitim, sağlık, adalet,
ulaştırma altyapı gibi hizmetlerinden hangisine öncelik verdiği hususunda
ipuçları vermektedir. Bu itibarla, bütçeyi inceleyerek uluslararası siyasî ve
askerî gelişmeler, ülkenin ekonomik ve sosyal yapısı ile bütçenin fonksiyonel
yapısı ve öncelikleri arasında paralellik bulunup bulunmadığını test etmek
mümkün olmaktadır.
Bir ülkenin ordusunun büyüklüğünü ve gücünü çeşitli faktörler
etkilemektedir. Bu faktörlerin başında, o ülkenin ekonomisi ve teknolojik
düzeyi gelmektedir. Ekonomisi güçlü bir ülke, büyük bir orduyu idame ettirme
imkânına da sahip olacaktır.
Önemli bir diğer faktör olan ülkenin jeopolitik konumu ise, kendisine
avantaj veya dezavantaj sağlar. Ayrıca, ülkenin dış siyasî ilişkilerinin
özellikleri de, ordusunun büyüklüğünü ve gücünü tayinde önemli bir faktör
olarak değerlendirilmektedir.
Türkiye’nin savunma politikasının bir yansıması olan savunma bütçesinin
boyutu değerlendirilirken, dünyada ve bölgemizdeki askerî gelişmeleri gözden
ırak tutmamak gerekmektedir.
1985 yılından bu yana, Türk Silahlı Kuvvetlerine bütçeyle sağlanan malî
kaynaklara baktığımızda, kaynakların ihtiyaçlar ölçüsünde artırılmadığı,
aksine, gayri safî millî hâsıla ile konsolide bütçeden ayrılan pay itibariyle
azaldığı görülmektedir.
Son yıllarda, Millî Savunma Bakanlığı bütçesinin gayri safî millî hâsıla
içindeki payı, yüzde 3’lerden yüzde 2’lere düşmüştür. Konsolide bütçenin gayri
safî millî hâsıla içindeki payı yüzde 15’lerden yüzde 30’lara yükseltilirken,
Millî Savunma Bakanlığı bütçesinin konsolide içindeki payı, yüzde 18’lerden
yüzde 9’lara düşmüştür. Bu, önemli ölçüde, bütçe üzerindeki noksanlığın ve
düşüşün dikkat çekici tarafıdır.
Millî Savunma Bakanlığı bütçesinin fonksiyonel yapısına bakıldığında, en
önemli ana hizmet grubu, diğer carilerdir. Bu cari hesaplara baktığımız zaman,
Türk Silahlı Kuvvetlerinin modernizasyonuna yönelik projelerin, yiyecek ve
giyecek gibi yasalarla belirlenmiş istihkakların karşılanması, bu ana hizmet
grubundaki ödeneklerle yapılmaktadır.
Millî Savunma Bakanlığı bütçesinin yaklaşık yüzde 65’i piyasa
fiyatlarında ve döviz kurlarında meydana gelen artışların etkisi altındadır.
Burada vurgulamak istediğim husus; ana silah sistemlerinin tedariği ile
inşaat harcamaları, bütçe sistemi açısından cari harcama niteliğinde
değerlendirilirken, gerçekte, bu tür harcamaların yatırım harcamaları
olduğudur.
F-16 ile tanker uçakları, denizaltı ve firkateyn tedariğine ayrılan
kaynakların, sınırların korunmasına yönelik altyapı harcamalarının cari
nitelikte değerlendirilmeyeceği açıktır. Bu durum çerçevesinde, Millî Savunma
Bakanlığını, bir ölçüde, yatırım bakanlığı olarak ifade etmek yanlış
olmayacaktır.
Modernizasyon programının sekteye uğratılması ve en azından, kısmî
modernizasyon gerçekleştirebilmesi amacıyla savunmaya yönelik yeni kaynaklar
bulunmasını elzem görmekteyim. Bu kapsamda, Millî Savunma Bakanlığına, her yıl,
yurt dışından, 500 milyon dolarlık devlet veya firma kredisi kullanabilmesi
imkânı sağlanmalıdır.
Bu aşamada, Türk Silahlı Kuvvetlerinin modernizasyon çabalarının malî
kaynaklarla ilişkisine değinmek istiyorum. Muhakkak ki, Türk Silahlı
Kuvvetlerimiz, teknolojinin tehdit ve risk ortamının gerektirdiği
modernizasyonu on yıllık bir plan çerçevesinde gerçekleştirmeye çalışmaktadır.
Çok sık gelişen savunma teknolojisine ayak uydurmak, tabiîdir ki, yüksek malî
kaynağı gerektirmektedir. Modernizasyon planına alınan bir silah sistemi
tedariğinin, yeterli bütçe kaynağı sağlanmaması nedeniyle, planlanan süre
içerisinde gerçekleştirilememesi halinde, modernize ve tedarik edilmeye
başlanan silah sistemlerinin modernize ve tedarik edilmeden demode duruma
düşmesi sonucunu doğuracaktır.
Bütçe imkânlarının artırılmaması halinde, yıllık ihtiyacın ancak 1/3’ü
karşılanacak, böylece on yıllık plan otuz yılda realize edilebilecektir. Bu
sonucun, optimal bir sonuç olmayacağı açıktır. Kısıtlı ödenek tahsisleri
nedeniyle mevcut silah sistemlerini modernize etmeden idame ettirmek, işletme
bakım giderlerini artıracak, bütçe içerisinde idame ve işletme giderlerine daha
çok pay ayırmayı zorunlu hale getirecek ve kısır bir döngü içerisine girilmiş
olunacaktır.
Türk Silahlı Kuvvetlerini diğer kamu kuruluşlarından ayıran
özelliklerden biri de, yurt sathına yayılmış bir teşkilatlanmaya, erbaş ve er dahil,
en çok personele sahip olması ve sürekli hareket halinde bir yapısının
bulunmasıdır.
Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, savunma fonksiyonu dışında
dikkatlerden kaçan hizmetleri arasında, silah altına alınan yükümlülere verilen
her türlü eğitim ve geniş bir halk kitlesine sağlanan sağlık imkânları
bulunmaktadır.
Değerli milletvekilleri, bölgemde terörden dolayı sağlık hizmetlerinin
ulaşmadığı yerlerde -Muş Milletvekili olarak iftiharla söylemek istiyorum ve
görevlilere teşekkür etmek istiyorum- bu hizmetler, tamamen Türk Silahlı
Kuvvetleri mensupları tarafından giderilmektedir.
Açıklamaya çalıştığım tüm bu nedenlerden dolayı, Millî Savunma
Bakanlığının 1998 ve sonraki yıllara ait bütçelerinin büyüklüğü, modernizasyon
programında belirlenen hedeflere ulaşılabilmesini ve harbe hazırlık gücünün
teknolojik gelişmeler paralelinde artırılmasını; envanterdeki silah ve
teçhizatın işletme ve bakım giderlerinin, sefer stoklarının, altyapı ve
eğitimin gerektirdiği giderlerin karşılanmasını; vazgeçilmez kanunî
istihkakların, belirlenen standartlarla tedarik edilmesini; Türk Silahlı
Kuvvetlerinin, verilen iç ve dış görevleri gerektirdiği şekilde yerine
getirmesini sağlayacak düzeyde olmalıdır.
İncelememize sunulan Millî Savunma Bakanlığı 1998 yılı bütçe
tasarısının, bu kapsamda, yeterli düzeyde olmadığını değerlendirmekteyim. Borç,
anapara ve faiz ödemeleri gerekçe gösterilerek, Türk Silahlı Kuvvetlerimizin
modernizasyonunun geciktirilmesinden doğacak riski üstlenecek bir iradenin var
olacağını da düşünmüyorum.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin 1992 yılına kadar önemli malî kaynaklarından
biri de, Amerika Birleşik Devletleri güvenlik yardımları ile Alman
yardımlarıydı; ancak, Amerika Birleşik Devletleri güvenlik yardımlarının büyük
ölçüde azaltılarak, tamamen kesintiye dönüştürülmesi -daha önce 715 milyon
Amerikan Doları verilirken, 150 milyon Amerikan Dolarına düşürülmüştür- 1999
yılından sonra tamamen kesilmesi ihtimali ve Alman yardımlarının da sona
erdirilmesi ve NATO altyapı fonlarından Türkiye’ye yapılan ödemelerin azalması,
Silahlı Kuvvetlerimizin ihtiyaçlarının tamamının millî kaynaklarla
karşılanmasını zorunlu kılmaktadır.
Herhalde, yapılacak tek iş, çok kuvvetli bir Silahlı Kuvvetlere sahip
olmaktır. Eğer, bizim içimizde... Tabiî, bütün bunların yanında, bir de, çok
büyük ölçüde millî birlik ve beraberliğin olması, insanlarımızın dostluk ve
kardeşlik içerisinde geçinmesi lazımdır.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin, bölgemizde, terörle mücadeledeki giderlerini
göz önünde bulundurduğumuz zaman, bütçesinin bir kısmının da burada heder
olduğunu apaçık müşahade etmekteyiz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Dede...
NECMETTİN DEDE (Devamla) – 1,5 dakika eklerseniz...
BAŞKAN – Arkadaşınızın süresinden alıyorum; ama, arkadaşınız itiraz
ediyor.
NECMETTİN DEDE (Devamla)– Eğer, biz, tarihimizden gelen ve halen
milletimizin bütünleşmiş olduğu değerlere her kademede saygı gösterir, millî
birliği temin edersek, manevî bakımdan güçlü bir Türkiye, bugünkü gibi, Avrupa
tarafından da, Amerika tarafından da dışlanmaz ve bizzat kendi müttefiklerimiz
birtakım tuzaklar içerisinde bulunmazlar.
Açıklamak istediğim diğer bir konu da, Türk Silahlı Kuvvetleri
personelinin özlük haklarının kifayetsizliğidir.
Değerli milletvekilleri, Türk Silahlı Kuvvetleri, milletimizin en çok
değer verdiği kurumlardan biridir. Ordumuz, milletimizin gönlünde taht kurmuş,
sarsılmaz sevgi ve güvenine mazhar olmuştur. Millet olarak, Türk Silahlı
Kuvvetleri personelinin hayat standartlarının görevleriyle mütenasip olması
genel bir arzumuzdur.
Sosyal bir özlük hakkı sayılabilecek lojman imkânlarının bir an önce
genişletilmesi gerekmektedir; gerek malî konu bakımdan gerekse birtakım
özelliği yönünden, mutlaka, lojman yapımına önem verilmelidir.
Bütçe rakamları, 1998 malî yılı için Savunma Bakanlığına 1 katrilyon 390
trilyon lira ödenek veriyoruz; bu, takriben -1998 yılında dolar kuru ortalaması
240 bin lira alındığına göre- 6 milyar dolar yapar. Bu bütçe Silahlı
Kuvvetlerimiz için yeterli midir; şüphesiz ki, değildir. Bir Yunanistan’ın, bir
Bulgaristan’ın nüfusuna baktığımız zaman, kendi bölgelerindeki harcamaya göre
düzenlediğimiz zaman az olacaktır.
İkinci bir konu da, maaş durumuna değindiğimiz zaman, Ocak 1997 ile Ocak
1998 arasında, Hükümetimizin şimdi vereceği yüzde 30 zam da dahil olmak üzere,
bir karşılaştırma yapacak olursak...
Y.FEVZİ ARICI (İçel) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Sayın Dede, arkadaşımız, mağduriyetini ifade ediyorlar.
NECMETTİN DEDE (Devamla) – 1 dakikada bağlamak istiyorum.
Daha önce, kısaca değindiğim gibi, 1997’de
bir orgeneralin maaşı 1 900
dolarken, bugün, 1 300 dolara düşmüştür; verilecek olan bu zammın
yetişmeyeceğini arz etmek istiyorum.
Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin aylıkları, yıllar itibariyle,
enflasyon karşısında reel olarak azalmıştır; reel bir artırım gerekmektedir.
Dolayısıyla, 1998 malî yılı Millî Savunma Bakanlığı bütçesinin,
belirtiğim nedenlerden dolayı yetersizliğini bir kere daha vurgulayarak; yeni
yılın ve mübarek ramazanın Yüce Milletimizine ve Türk Silahlı Kuvvetlerimiz mensuplarına
hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Dede.
Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Fevzi Arıcı; buyurun. (DYP
sıralarından alkışlar)
DYP GRUBU ADINA Y. FEVZİ ARICI (İçel) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Çevre Bakanlığının bütçe görüşmeleri nedeniyle, bu konulara
ilişkin sorunları ifade etmek istiyorum; Grubum ve şahsım adına saygılarımı
sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)
Sözlerimin başında şunu vurgulamak istiyorum ki, son yıllarda çevre
sorunlarını dile getiren, özellikle nükleer santralların yer seçimi hakkında
fikir beyan eden, çevreyi, insan sağlığını, ekolojik dengeyi düşünerek
hassasiyet gösteren, bilinçli çevrecilere potansiyel sanayi düşmanı gözüyle
bakıldığını görmekten fevkalade rahatsızım. (DYP sıralarından alkışlar)
Çevre, yaşadığımız ve soluk aldığımız, gelecek kuşaklara aktardığımız
ortamdır. Asırlardır, toprak, insanoğlunu doyurmuş, bugüne getirmiştir. Burada
Aşık Veysel’i anmadan geçemiyorum. Büyük Ozan ne güzel söylemiş:
“Karnın yardım kazma ilen, bel ilen,
Yüzün yırttım tırnağ ilen, el ilen,
Yine, beni karşıladın gül ilen,
Benim sadık yarim kara topraktır”
Toprak, insanı hep gül ile karşıladı; ama, artık, isyan ediyor.
İnsanoğlunun doyumsuz hırsı, onu, doğayı yağmalamaya itmiştir.
Sözde gelişmiş toplumun insanları, kazanç uğruna, doğayı mahvetmekten
hiç çekinmediler. Sonuç, ozon tabakası delindi, kuraklık ve açlık tehlikesi
büyüdü, tüm dünyada seller, fırtınalar, doğal afetler büyük zararlara yol açtı.
Her yıl, üzülerek görüyoruz, ormanlarımız yakılıyor, kesiliyor, yok ediliyor.
Her yıl erozyonla kaybettiğimiz toprağın bir Kıbrıs Adası büyüklüğünde olduğu
söyleniyor. Erozyon, yani, toprağın ölümü, toprağın en verimli üst tabakasını
kaybetmemize neden oluyor. Tarım ürünlerimizi yeterli biçimde üretemiyor,
dışarıdan almaya başlıyoruz. Dünyada kendi kendini besleyebilen 7 ülkeden
biriydik; ama, bu özelliğimizi de gittikçe, ne yazık ki kaybediyoruz.
Zeytinlikleri, narenciye bahçelerimizi, çiçekleri sökerek, bağları yok ederek,
oteller moteller yaparak, geçici tatmin kaynakları yaratıp, geleceğimizi yok
ediyoruz. Kendi ülkelerindeki beton yığınlarından kaçan, güneş, deniz, kum ve
doğa güzellikleri için ülkemize gelen insanları, kaçtıkları beton yığınlarında
ağırlamaya çalışmamız da, turizm anlayışımızdaki bir yanlışın tezahürüdür.
Kirlettiğimiz denizler, sanayi atıklarımızı doldurduğumuz ırmaklar,
yanan ve kesilen ormanlar, sahip olduğumuz bitki ve hayvan türlerinin de
ölümüne neden olmaktadır.
Söz gelimi, memleketim olan İçel’in yıllardır önlenemeyen hava
kirliliği, içmesuyu kaynakları Dedekavak, Mut ve Göksu; akarsularımız Deliçay,
Berdan ve Lemas’ın, sıvı ve katı atıklarla gün geçtikçe bozulan yapıları,
gözbebeğimiz Göksu deltasının yaşam savaşı, yeşil alanlarımızın ve tarihî
değerlerimizin hazin görüntüsü, bugün ülkemizin pek çok yöresinde ortak sorun
olmuştur.
Yıllardır, kıyılarımızın çok yakın bir mesafesinde seyreden gemilerin
kıyılarımıza bıraktıkları atıkların, bilimsel araştırmalara göre, Akdenizi
yavaş yavaş öldürdüğünü görmekteyiz. Her yıl, Akdenize, gemilerden ve
gelişigüzel yerlerden 1 milyon ton plastik ve katı atık, 120 bin ton mineral,
60 bin ton deterjan, 3 800 ton kurşun, 3 600 ton fosfat, 100 ton civa vesaire
atılmaktadır. Akdenizin yok olmasına neden olan bu facianın durdurulabilmesi
için, Çevre Bakanlığının yeterli önlem almadığını; alınan önlemlerin ve
müeyyidelerin yetersizliğini; Çevre Bakanlığının kuruluşundan bu yana
teşkilatını kuramayışını; özel medya kuruluşlarına, kartelcilere ve holdinglere
karşı çok bonkör olan bu Hükümetin, yaşadığımız çevreyi korumak ve kollamak
için fevkalede hasis davrandığını; bütçeden Çevre Bakanlığı için ayrılan payın
ne kadar düşük olduğunu; bütün bunlarla, sanki bu Bakanlığa “siz, hiçbir iş
yapmayın” der gibi “durun” der gibi davranıldığını görüyoruz. (DYP sıralarından
alkışlar)
Anasol-D Hükümeti, zaten Gökova Termik Santralı örneğinde olduğu gibi,
çevre ve çevrecilik karşıtı tutumuyla zayıf not almıştır, sınıfta kalmıştır.
Şimdi, gelelim, İçel Gülnar-Büyükeceli Akkuyu Nükleer Santralının
götürdüklerine...Resmî rakamlara göre turizm gelirleri, bugün, 10 milyar
doların üzerindedir. İstikbale matuf 25-30 milyar dolardır. Bu girdinin kısmı
azamîsi Akdenizdedir. Atom santralının kurulmasıyla, Yunanistan’ın “Akkuyu’da
nükleer santral var” antipropagandasına zemin hazırlamış olur ve en az 30 ilâ
50 milyar dolarlık turizm potansiyelini Yunanistan’a elinizle sunarsınız.
“Nükleer santrala hayır” diyoruz. Neden mi diyoruz; çünkü, başlangıçtaki
görüşler, kömür, petrol gibi fosil yakıtlarının tükeneceği, nükleer atık
sorununun teknik olanaklarla çevreyi etkilemeden çözüleceği yönünde idi. Oysa,
İngiltere’de 1979 yılında, Amerika’da 1986 yılında, eski Sovyetler Birliğinde,
Çernobil’deki nükleer reaktör kazaları ve daha önceki 150 civarındaki kaza,
nükleer santralların güvenilirliği konusundaki varsayımı çürütmüştür.
Çernobil kazası sonunda yüzbinlerce insan yüksek radyasyon aldı; 400 bin
kişi geri dönmemek üzere evlerini terk etmek zorunda kaldı, binlerce insan işlerini
kaybetti. Kazadan en az 9 milyon kişinin etkilendiği tahmin edilmektedir.
Toplam serpintinin yüzde 70’inin indiği Beyaz Rusya’da, tarım topraklarının
yüzde 20’sinde artık tarım yapılamıyor. Çernobil’deki kazada, reaktörün 2 000
tonluk tepesi uçtu. Reaktörün yakıt elemanlarının yüzde 3’ü, 4’ü çevreye
saçıldı. Kazadan sonra çıkan yangını söndürmek ve radyoaktif serpintiyi kontrol
altına almak için 800 bin kişinin çalışması gerekti. Reaktörün tepesine
helikopterlerle 14 bin ton katı, 140 ton sıvı madde atıldı. Reaktörün etrafına
60 metre yüksekliğinde, 6-18 metre kalınlığında betondan lahit örüldü; ancak,
içeride kalan radyoaktif maddeler nedeniyle, bu lahitte çatlaklar oluştu ve
lahit yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya. Lahtin çevresine ikinci bir süper
lahit örülmesi düşünülüyor; fakat, böyle bir lahtin 300-350 milyon dolara mal
olacağı hesaplandı; ancak, halen bu iş için para bulamadıklarından süper lahit
örülemedi.
Bu bölgeden geçen nehir Dinyeper Nehrine kavuşup, sularını Karadenize
boşaltıyor. Kiev dahil, 35 milyon kişi sularını bu nehirden sağlıyor. Kazadan
sonra, lösemi, tiroit kanseri gibi bazı kanser türlerinde ve bazı
hastalıklarda, kaza öncesine göre önemli artışlar gözlendi ve bu sayılar her
geçen gün artıyor. Çernobil kazasından etkilenen bölgelerde, özellikle
çocuklarda, beklenenden çok daha önce ve çok daha fazla sayılarda tiroit
kanseri vakası görülmektedir. Kazadan en çok etkilenen... (DYP sıralarından
“sen mi yazdın” sesi) Evet, ben yazdım; bilmeyenler öğrensin! Kazadan en çok
etkilenen 3 ülke, kazanın ardından 11 yıl geçmesine karşın, her yıl,
bütçelerinden, büyük bir payı, Çernobil’in etkilerini gidermeye
harcamaktadırlar. Çernobil reaktörünün tamamen kapatılması için 3 milyar dolar
gereklidir. Peki, Türkiye, böyle bir şeyi karşılamayı göze alabilir mi?
Reaktör yakıtının aktivitesi, reaktör çalışırken oluşan
radyoizotoplarla, başlangıçtakine göre 400 milyon kez artmaktadır. Hiroşima ve
Nagazaki’ye atılan atom bombalarının toplam radyasyon miktarı, 1 000 megavat
gücündeki reaktörün kalbindeki radyasyona eşdeğerdedir; yani, bir nükleer
santralın radyasyon miktarı, bir atom bombasının yaydığı radyasyon
miktarlarından 400 kat fazladır. Peki, Türkiye, bu tehlikeyi kabullenebilir mi?
Bir hafif su reaktöründen çıkarılan yakıt çubuklarının, yarı ömürleri
gün ve ay düzeyinde olan radyoizotopların etkileri ilk yıl sonunda bitmektedir.
Yarı ömürleri on yıllar düzeyinde olan radyoizotoplar yüzyıllar içinde yok
olmamakta, çok uzun yarı ömürlü olan radyoizotopların aktiviteleri binlerce
yıl, hemen hemen aynı düzeyde kalmaktadır. 1 000 megavat gücünde olan bir
reaktörde aktivite bin yıl sonra bile devam etmektedir. Nükleer santrallar
ömrünü doldurduktan sonra terk edilip kapatılamaz; tesisin sökülüp güvenli bir
halde bırakılması gereklidir. Peki, Türkiye bunun altından kalkabilir mi?
Amerika Birleşik Devletlerinde nükleer güç santrallarının çalışmasından
bugüne kadar, 30 bin ton kullanılmış yakıt çubuğu ve nükleer silah yapımından
380 bin metreküp yüksek düzeyli atık birikti. Amerikan Kongresi, 1987 yılında
yüksek radyasyon içeren atıkların uzun süreli saklanması için, Nevada’da Yukka
Dağında yapılacak bir yeraltı tesisinin yapılmasına karar verdi. Amerikan
Enerji Bakanlığı, sadece, seçilen bu yerin radyoaktif atıklar için uygunluğunu
araştırmak için 1,7 milyar dolar para harcadı. Yukka Dağının bulunduğu Nevada
Eyaleti, projenin başından beri, bu tesisin topraklarında yapılmasına karşı
çıkıyor. ABD’de nükleer elektrik üretim şirketleri, 1982 yılından bu yana, atık
fonuna 12 milyar dolar ödediler. Peki, Türkiye bunları yapabilir mi?
Türkiye’de çevreye uyumsuz yapılan termik santrallar mahkeme
kararlarıyla kapatılma yoluna gidilmiş veya arıtma tesislerinin kurulması
yolunda kararlar alınmıştı; ancak, bazı termik santrallar, mahkeme kararlarına
karşın, hiçbir önlem alınmaksızın çevreyi kirleterek çalıştırılmaktadırlar.
Unutulmaması gereken önemli bir konu, çevreye verilen zararların geriye dönüşü
olmadığıdır. Doğa, insanları, ölerek cezalandırmaktadır. Ölen bir canlıyı
geriye getirmek mümkün değildir. Yapılan maliyet hesaplarında doğadaki
canlıların -insanların, hayvanların, bitkilerin- bedeli göz önüne
alınmamaktadır; hatta onların bir bedeli olduğu bile düşünülmemektedir.
Türkiye’de ihalesi yapılmak üzere olan nükleer santrallar kamuoyu
bilgilendirilmeden ve kamuoyunun onayı alınmadan yapılacağından, daha sonra,
politik bir kararla bu teknolojiden vazgeçilmesi durumunda, ekonomimize büyük
bir yük olacaktır. Avrupa ve Amerika’da çok sayıda nükleer reaktör yapımı
tamamlandıktan sonra, çeşitli nedenlerle çalıştırılmama kararları alınmış ve
yapılan reaktörler sökülmüştür.
Akdenizin en temiz, en el değmemiş ve bereketli topraklarında,
Gülnar-Büyükeceli-Akkuyu’da ilkinin yapılması düşünülen nükleer santral, bir
anda bu bölgenin kirlenmesine neden olacaktır. Bölgenin tarım ve turizm
potansiyeli yok olacak ve bu bölge değersiz bir konuma sokulacaktır. Akkuyu,
yoğun enerji tüketilen İstanbul, Kocaeli gibi sanayi bölgelerine çok uzaktır.
Türkiye’de üretilen elektriğin büyük bir bölümü nakil hatlarında kaybolmaktadır.
Akkuyu’da üretilecek elektriğin, bölge için çevre değerlendirme raporu
hazırlanmamıştır. Akdeniz kirlilik haritalarında, en temiz bölge olarak
gösterilen bu bölge ekoturizm diye bilinen çevre dostu turizmin geliştirilmesi
için büyük bir potansiyel içermektedir.
Ayrıca, bu bölge yakınından Ecemiş fay hattı geçmektedir ve bölgede yer
yer depremler olmaktadır.
Sonuç olarak, Türkiye’de nükleer santrallar yapılsa bile, toplam
elektrik enerjisine katkıları çok küçük olacaktır. Enerji tasarrufları ve hatların
iyileştirilmesi, nükleer santraldan elde edilmesi düşünülen enerjiden daha
fazla katkı sağlayacaktır. Güneş, rüzgâr, biokütle ve jeotermal gibi temiz ve
yenilenebilir enerji kaynakları, çok daha düşük maliyetlerle, daha risksiz...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Arıcı, 1 dakika içerisinde toparlıyoruz... (DYP
sıralarından “Çok önemli bir konu, 5 dakika verin” sesleri)
Y. FEVZİ ARICI (Devamla) – Sayın Başkan, ben burada politika yapmıyorum,
Türkiye için önemli bir konu.
BAŞKAN – Sayın Arıcı, sürenizi tüketiyorsunuz... (DYP sıralarından “İlmî
bir konuşma yapıyor” sesi)
Y. FEVZİ ARICI (Devamla) –İşte, böyle oluyor zaten.
Bir elementin radyoaktivitesinin etkinliği, ancak yarı ömrünün 10 katı
bir süre sonunda kaybolur. Dolayısıyla, yarı ömrü 24 bin yıl olan en önemli
atık plütonyumu, 240 bin yıl korumak gerekmektedir. Dünyada doğal olarak
bulunmayan plütonyum, nükleer reaktör ve santralların bir atık ürünüdür...
Radyasyon türlerinin ortak özelliklerinden biri, duyu organlarıyla
algılanamaz oluşlarıdır. Birden etki gösterecek kadar yüksek düzeyde
bulunmalarının dışında, radyasyonun varlığı, ancak özel ölçüm aygıtlarıyla
anlaşılabilir. Yüksek düzeyde bulundukları zaman da, örneğin bir atom bombası
patlamasında ya da nükleer bir kaza durumunda..
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Arıcı.
Y. FEVZİ ARICI (Devamla) – Başkanım, o zaman 1 dakika süre verin;
bağlamak istiyorum...
BAŞKAN – Sayın Arıcı, teşekkür ediyorum.
Y. FEVZİ ARICI (Devamla) – 1 dakika..
BAŞKAN – Sayın Arıcı, teşekkür ediyorum.
Şimdi, Demokratik Sol Parti Grubu adına...
Y. FEVZİ ARICI (Devamla) – İzin verin, saygılarıma sunayım Başkanım; bu
kadar katı olmayın lütfen.
BAŞKAN – Efendim, yarım dakikanızı, zaten, pazarlıkla geçirdiniz.
Y. FEVZİ ARICI (Devamla) – Hayır efendim... Müsaade etmiyorsunuz ki
zaten. Başkanım, lütfen...
Saygılarımı sunarken, şunu arz etmek istiyorum: Düne kadar, tüm kıyı
belediyeleri atom santrallarının karşısındaydı; ANAP’lı Büyükeceli Belediye
Başkanı, bu Hükümet geldiği günden beri atom santralı taraftarı oldu; acaba
nedendir?! (DYP sıralarından alkışlar)
Teşekkür eder, saygılarımı sunarım. (DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Arıcı.
Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın Hasan Gülay; buyurun, (DSP
sıralarından alkışlar)
Buyurun.
DSP GRUBU ADINA HASAN GÜLAY (Manisa) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin
değerli üyeleri; Millî Savunma Bakanlığı Bütçesi üzerinde, Demokratik Sol
Partinin görüşlerini açıklamak üzere, Grubum adına söz aldım. Hepinizi
saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. Sözlerime başlamadan önce, Sayın Çevre
Bakanıma, rahatsızlığı dolayısıyla geçmiş olsun der; acil şifalar dilerim.
Değerli milletvekilleri, günümüzde, bölgemizin ve Avrupa’nın karşı
karşıya bulunduğu en önemli risklerden birisi de, Balkanlar ve Kafkaslarda
yaşanan ve meydana gelen hızlı değişikliklerin nasıl sonuç vereceğinin tahmin
edilememesidir.
NATO’nun genişleme sürecinde Rusya Federasyonunun Avrupa’dan
dışlanmaması, bu ülkeyle ilişkilerin devam ettirilmesi, Avrupa’yı yeniden
bölmemek için de, düşman bir Rusya yaratılmaması önem taşımaktadır.
Türkiye’nin, Rusya ile asırlardır ortak bir tarihe sahip olan iki ülke olması
nedeniyle, bu ortak tarih, bizlere, bir yandan sorumluluklarımızı
hatırlatmakta, diğer yandan da önümüzdeki imkân ve fırsatları çok iyi
değerlendirmemiz gerektiğini göstermektedir.
Türkiye’nin, Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki Karabağ sorununa ve
diğer Türk kökenli devletlere yaklaşımında da, hassasiyeti özenle göz önünde
bulundurması gerekmektedir.
Güney Kafkasya’da süregelen etnik huzursuzluklar, Ermenilerin işgal
ettiği Azerî topraklarını hâlâ boşaltmamış olmaları, Çeçenistan’da yaşanan
olumsuz durum, Türkiye için bir üzüntü kaynağı olmaya da devam etmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ortadoğu’ya gelince : Bu bölge,
mevcut stratejik enerji kaynakları ve yıllardır süren politik, sosyal
çalkantılarıyla, dünyanın dikkatini uzun süredir üzerinde toplamaktadır,
toplamaya da devam edecektir.
Filistin, Lübnan ve Arap - İsrail sorunlarına ilave olarak, bölgede yer
alan ve Türkiye’ye komşu olan Irak, Suriye ve İran’daki gelişmeleri de dikkatle
izlemeye devam etmeliyiz.
Körfez krizi ve sonrasında yaşanan gelişmeler neticesinde, Türkiye,
güneyinde sürekli problemlerle baş başa kalmıştır. Ülkemiz, bölgede yaşanan
otorite boşluğunun her geçen gün giderek artan faturasını ve güvenlik alanında
uygulanan ambargonun faturasını da, ekonomik alanda ödemeye devam etmektedir.
Bölgeyle ilgili değerlendirmelerimizde, Kuzey Irak’ta yaşayan halklardan
biri olan ve nüfusu milyonu geçen Türkmen halkının haklarının korunmasının
yanında, Irak’ın toprak bütünlüğünün muhafazası da daima göz önünde
tutulmalıdır.
Yine, Balkanlar’da yaşanan olaylarda da, ülkemizi ilgilendiren konular
üzerinde duyarlı olarak durmaya gayret göstermeye devam etmeliyiz.
Tüm bu dış tehditlere ilave olarak, Türkiye’yi bölmeyi ve parçalamayı
hedef almış PKK terör örgütüyle yıllardır süren mücadelemiz ise çok iyi
bilinmekte ve değerlendirilmektedir. Genelkurmay Başkanlığına, gerektiğinde,
sınırötesi harekât ve hava desteği dahil, birlik ve personel, helikopter,
silah, araç ve gereç gibi her türlü destek sağlanmalıdır. Unutmayalım ki, bu
ülke bizimdir ve başka ülkemiz de yoktur.
Terör ve iç güvenlik konusunda karşı karşıya bulunduğumuz müşkülatı,
maalesef, NATO organizasyonu içerisindeki yakın dostlarımıza anlatmakta
zorluklarımız var. Esasında, biz anlatıyoruz da, onlar anlamak istemiyorlar;
ama, bir gün anlayacaklardır, anlamaya da mecbur olacaklardır.
İçerisinde bulunduğumuz bölge ve çevremizde sürmekte olan
istikrarsızlıklar ve belirsizlikler, Türkiye için ciddî bir tehdit oluşturmaya
da devam etmektedir. Bu nedenle, ülkemiz, her zaman, savunmasını güçlü tutmak
zorundadır; zira, uğruna canlar feda ettiğimiz yurt savunmasından tasarruf
mümkün değildir. Savunmanın ise, dünyanın hiçbir yerinde ucuz olmadığı,
hepinizin malumlarıdır.
Yüce Atatürkümüzün “yurtta sulh, cihanda sulh” diye özetlediği, iç
barışın ve dünya barışının devamı için, bölgede, demokratik, laik, ekonomik ve
askerî açıdan istikrarlı bir Türkiye’nin, sadece bölge barışı için değil,
Avrupa ve dünya barışı için de vazgeçilmez bir unsur olduğu açıkça
görülmektedir.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin ihtiyaç duyduğu harp silah araç ve
gereçleriyle ilgili araştırma-geliştirme faaliyetleri hızla yürütülmelidir.
Ülkemizde, millî güvenliğin en büyük tek savunucusu, Türkiye Büyük Millet
Meclisi ve Türk Silahlı Kuvvetlerimizdir. Millî güvenlik, ülkemiz için en
önemli faktörlerden birisidir. Güvenliğimiz olmadığı sürece, sanayi
yatırımları, sosyal yatırımlar ve her şey boşunadır, ülkedeki millî servetler
tehlikededir. Bu nedenle, ordumuzun değeri çok önemlidir, bu değere layık olmak
da hepimizin ana görevidir.
Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; Türk Silahlı Kuvvetleri,
tüm Türk vatandaşlarının sevgisini, saygısını, güvenini kazanmış; açıkçası,
Türk Ulusunun bağrından çıkmış nadide kuruluşlarımızdan birisidir. Türk Silahlı
Kuvvetleri, ulusal bütünlüğümüzün, bağımsızlığımızın, laik, demokratik
cumhuriyetin her türlü dış ve iç tehlikelere karşı korunmasının da tek
güvencesidir. Onun için, ana hedef, savunma sanayimizi geliştirerek, savunma
sanayii alımlarında, gereksinmelerin karşılanmasında, yurtdışı bağımlılığın
olabildiğince azaltılması, hatta sıfırlanmasıdır. Esas milliyetçilik de bunu
gerektirmektedir. Demokratik Sol partinin anladığı milliyetçilik de budur.
Bir başka nokta da şudur: Bazı askerî tesisler, bugün, meskûn mahal
içerisinde kalmıştır. Zaten, güvenlik alanı olayı da kalmamıştır; evlerle,
mahallelerle iç içe kalınmıştır. Dolayısıyla, bu konuda ciddî bir kanun
değişikliği yapılması ve şehrin içinde meskûn mahalde kalan askerî tesislerin,
yavaş yavaş, meskûn mahal dışına çıkarılması gerekmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; savunmanın bütçesinde tasarruf
diye bir şey düşünemeyiz; hiçbir şey onun karşılığı olamaz. Devletimizin
imkânları ölçüsünde, bütçemizin, bugün için yüzde 10’u civarında bir payı,
Millî Savunma Bakanlığına, dolayısıyla, Türk Silahlı Kuvvetlerimize ayırabiliyoruz.
Bize düşen, Silahlı Kuvvetlerimizin ihtiyaçlarını eksiksiz yerine getirmeye
çalışmaktır. Kalıcı iç ve dış barışın sağlanması için, o ülkenin ordusunun
güçlü olması lazım. Hele, iç ve dış tehlikelerin odağında olan ülkemiz için,
bizlerin görevi daha da artmaktadır.
Bir başka önemli nokta şudur: Bir kutu puro parasından az bir aylıkla
geçinmeye çalışan gazilerimize, devletimizin, gücünü ve şefkatini esirgememesi
lazım. Bu, bizlerin, önce insanlık görevimizdir, sonra da gazilere karşı bir
ödevimizdir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genelkurmay Başkanlığının Yüksek
Askerî Şûra toplantılarında, askerî disiplini bozduğu gerekçesiyle bazı subay
ve assubayları ihraç etmesine de tepkiler oluyor. Askerlikte esas olan,
disiplindir. Genelkurmay Başkanlığı, disiplinsiz olanları ordudan ihraç ederken
bizlere mi soracaktı, bana mı soracaktı, sizlere mi soracaktı?!
MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – Aslan sosyal demokrat!..
HASAN GÜLAY (Devamla) – Artık, bu siyasal hastalıkları bırakalım. Açık
açık söylüyoruz; ülkemizde, demokratik, laik, sosyal hukuk devletini,
cumhuriyetimizi yaşatacak, geliştirecek olan, biziz, Türkiye Büyük Millet
Meclisidir, sizlersiniz; ama, gerektiğinde, onu, iç ve dış tehlikelere karşı
koruyacak olan da Türkiye Büyük Millet Meclisidir ve onun emrindeki Türk
Silahlı Kuvvetlerimizdir. Bu, Büyük Atatürkümüzün bizlere ve Türk Silahlı
Kuvvetlerine verdiği kalıcı bir ödevdir, görevdir. Bunu anlamıyorsanız,
Atatürk’ün büyük nutkunu lütfen okuyunuz.
Sözlerime son verirken, Savunma Fonunun güçlendirilmesi için Hükümetin
gerekli tedbirleri alması düşüncesi ve inancıyla, Demokratik Sol Parti Grubu ve
şahsım adına, Millî Savunma Bakanlığı bütçesinin Savunma Bakanlığımıza, Türk
Silahlı Kuvvetlerine hayırlı olması dileklerimle Yüce Meclise saygılar
sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Fevzi Aytekin, buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)
DSP GRUBU ADINA FEVZİ AYTEKİN (Tekirdağ) – Teşekkür ediyorum Sayın
Başkanım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çevre Bakanlığı bütçesi hakkında
görüşlerimi belirtmek üzere, Grubum ve şahsım adına, söz almış bulunmaktayım;
bu vesileyle, hepinize saygılar sunuyorum.
Değerli milletvekilleri, temel hak olan yaşama hakkının çevremizle de
bütünleştiği bir gerçektir. Yaşanabilir ve sağlıklı bir çevre, insanoğlunun
çocuklarına bırakacağı en önemli oluşumdur. O nedenle, üretirken kirletmemeye
dikkat etmeli; kalkınmayı, ekonomik, sosyal, kültürel ve çevresel bir bütünlük
içinde değerlendirmeliyiz. Aksi takdirde, kalkınıyoruz diyerek ülkemizi yaşanmaz
bir ortama getirmiş oluruz.
Değerli milletvekilleri, Türkiyemiz, dünyanın en güzel coğrafî yapısına
sahiptir. Doğa güzelliklerimiz, denizlerimiz, göl ve nehirlerimiz,
ormanlarımız, harikulade yurdumuzda oluşmuştur.
11 Ağustos 1985 tarih ve 18132 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 2872
sayılı Çevre Kanununun 1 inci maddesi, kırsal alanlardaki arazilerin doğal
kaynaklarının en uygun şekilde kullanılmasını emretmektedir. Yine, 7 Şubat 1983
tarih ve 21489 sayılı Resmî Gazetede “Çevresel Etki Değerlendirme Raporu (ÇED)
araziler üzerinde yapılacak her türlü yapılaşmalara mutlak uygulanmalıdır”
deniliyor.
Hal böyle iken, ülkemiz, belli başlı şu çevre sorunlarıyla karşı
karşıyadır: Ozon tabakasının delinmesi, karbondioksitin etkisiyle havanın
ısınması, toprak ve su kirlenmesi, asit yağmurlar, zehirli kimyasal atıkların
oluşması, radyasyon ve ormansızlaşma, erozyon, su kaynaklarının yetersizliği,
bitki ve hayvan türlerinin azalması, balık ürünlerinin yok olması, bu
sorunların temelinde yatan gerçeklerdir. Su kaynaklarımızı, denizlerimizi,
akarsu, bitki ve örtülerimizi, kuş ve hayvan türlerimizi korumak, kollamak
mecburiyetindeyiz ve dolayısıyla, kentleşmeyi, sanayileşmeyi çevre düşmanı
olmaktan mutlaka kurtarmalıyız.
Değerli milletvekilleri, son yıllarda, özellikle Trakya’da çarpık
sanayileşme, denizlerimize sanayi atıklarının bırakılması, göl ve
akarsularımızdaki olumsuz gelişmeler, buralarda yaşayan canlıların yok olmasına
sebep olmuştur. Trakya’da derelerden aldığım su örneklerinin tahlilleri
neticesinde, yöremizin bu sularla sulandığı zaman çölleşmeye sebebiyet
vereceği, hayvanların bu sulardan içtiğinde ölebilecekleri, Tekirdağ Ziraat
Fakültesi öğretim üyeleri tarafından, şahsıma rapor edilmiştir.
Yine, şehirlerimizdeki çöp sorunları da, ülkemizde büyük sorunlar
yaratmaktadır. Maalesef, belediyelerimiz, bu çöp ıslah işini yıllardır
çözememişlerdir. Gereği şekilde ne atık suları ne de çöp ıslah edecek
çalışmaları düzenleyebilmişlerdir ve hatta, istanbul’da, zaman zaman,
çöplüklerimizin çok büyük olumsuzluklar yarattığını da bilmekteyiz.
Yine, nükleer denemeler, bölgesel savaşlar, verimi artırmak amacıyla
kullanılan tarım ilaçları, deterjanlar ve kimyasal maddeler, maalesef,
yöremizde, çevremizde ve doğamızda büyük olumsuzluklar yaratmıştır.
Yine, ülkemiz ormanlarının tahribatı ve yok oluşları da son derece
üzüntü vericidir. Özellikle Muğla İlimizin Bodrum-Mumcular, Sazköy, Kurudere
yörelerindeki orman katliamları, ülkemiz insanını fazlasıyla üzmüştür.
Yine, birinci sınıf sulanabilir tarım arazileri üzerine yapılan sanayi
kuruluşları da, maalesef, doğamızı ve topraklarımızı tahrip etmişlerdir.
Verimli bir toprak 450-500 senede oluşmaktadır. Bunun için, fabrikalarımızı
yaparken, özellikle birinci ve ikinci sınıf tarım toprakları üzerine kesinlikle
yapmamamız gerekmektedir.
Değerli arkadaşlarım, yine, madenlerimizin yeraltından çıkarılması
neticesinde, doğamız son derece tahrip edilmektedir.Bana göre, tüm bakanlık
yatırım ve programları, öncelikle Çevre Bakanlığı görüşü alınarak
değerlendirilmeli ve hatta Çevre Bakanlığı bir numaralı bakanlık konumuna
getirilmedir. Diğer yandan, gürültü kirliliğiyle ilgili kontrol yönetmeliği de,
gereği şekilde organize edilmelidir diyoruz.
Değerli arkadaşlarım, Çevre Bakanlığı imkânsızlıklar bakanlığı, asla
olmamalıdır. Bugün, üzülerek görüyoruz ki, Bakanlık, taşra teşkilatlarının,
maalesef, örgütlenmesini tamamlayamamıştır.
Afetler olduktan sonra çözüm aramak yerine, önceden, halkla
bütünleşerek, sorunlar çıkmadan çözümler bulunmalıdır diyorum. Bunun içindir
ki, ekolojik kararlar ile ekonomik kararların bütünleştirilmesi, zorunluluk
olmalıdır. Öte yandan, Çevre Bakanlığı ile çeşitli kurum ve kuruluşlarına
çevreyle ilgili yürüttükleri tüm koordinasyonun bu Bakanlıkça yürütülmesi bir
zorunluluk olarak belirlenmelidir.
Türkiyemizin erozyonla 500 milyon tona ulaşan toprak kaybının olduğunu
göz önünde bulundurursak, elli yıl sonra yurdumuz çölleşirse, buna şimdiden
tedbir almazsak, bunun sorumlularının bizler olacağı bir gerçektir.
Değerli arkadaşlarım, artık, çevrenin sınırları ulusal sınırlarımız
içinden çıkıp, dış ülkelerde, hatta dünya devletleriyle birlikte
düşünülmelidir; çünkü, onlardaki tahribat bizim ülkemizi de etkilemektedir.
Bunun içindir ki, bütün ülkeler, bu sorunu birlikte çözmek
mecburiyetindedirler. Bu vesileyle, Rio zirvesinde yapılan anlaşmalara tüm
devletler uymak zorundadır.
Belediyelere evsel atık su tesislerinin
mutlaka yaptırılması gerekmektedir.
Sanayi tesisleri, münferit yapılması yerine, organize sanayi bölgeleri
şeklinde yapılmalıdır. 7 Şubat 1993 tarih ve 21489 sayılı Resmî Gazete
yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirme Yönetmeliğinin kapsamı dahil, yer seçimi
aşamasında ÇED Yönetmeliğine bağlı kalınması bir zarurettir.
Ağır metal işleyen fabrikaların sık sık kontrol edilmesi gerekmektedir.
Belediyelerce oluşturulmuş sanayi bölgelerinin genişletilmemesi ve bu
sorunun özellikle organize sanayi bölgelerinde halledilmesi cihetine
gidilmelidir.
Tarımda, kimyasal gübreleme ve ziraî ilaç kullanımı, kontrollü olarak,
mutlaka yapılmalıdır.
Her belediye, tehlikeli atık bertaraf alanı oluşturmalıdır.
Okullarda çevre eğitimine öncelik verilmelidir.
Bakanlık, mutlaka, malî yönden güçlendirilmelidir.
Taşra teşkilatları özerk duruma getirilmelidir.
Çevre Kirliliğini Önleme Fonu, amaçlarına uygun olarak, genel bütçe
dışına çıkarılmalıdır.
Çevre Temizlik Vergisinin amaçlarına uygun olarak kullanılması
denetlenmelidir.
1580 sayılı Belediyeler Kanunu ile 3030 sayılı Büyükşehir Belediye
Kanunu ve de 3194 sayılı İmar Kanunu, günün koşullarına göre yeniden
düzenlenmelidir.
Özel sektörde ise, çevresel çalışmalar teşvik edilerek, özendirici
tedbirler alınması mutlaka sağlanmalıdır.
Yine, gönüllü kuruluşlara gerekli ilgi ve alaka gösterilmeli, onların
her türlü çalışması teşvik edilmelidir.
Bu saydığım maddelerin dışında akla gelebilecek tüm önerileri, Çevre
Bakanlığı başkanlığında oluşacak, ilgili bakanlıklarla da koordine edecek bir
kurulla ortaya koymak, çözümlerinin ivedi olarak yapılması için gerekli
girişimleri derhal yapmak, zorunludur.
Sayın milletvekilleri, gelecek kuşaklara yaşanabilir bir doğa ve çevre
bırakmak, hepimizin en büyük görevidir; onun için, ilgili Çevre Bakanlığının bu
konudaki tüm girişimlerini destekliyoruz.
Bakanlığımız bütçesinin ulusumuza hayırlı olmasını diler, Yüce Meclise
saygılar sunarım. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Aytekin.
Demokrat Türkiye Partisi Grubu adına, Sayın Yıldırım Aktuna; buyurun.
(DTP, ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)
Sayın Aktuna, süreyi, arkadaşınızla eşit mi paylaşıyorsunuz?
YILDIRIM AKTUNA (İstanbul) – Evet efendim, 15’er dakika_
BAŞKAN – Buyurun.
DTP GRUBU ADINA YILDIRIM AKTUNA (İstanbul) – Sayın Başkan, çok değerli
milletvekilleri; Millî Savunma Bakanlığının 1998 yılı bütçesi üzerinde,
Demokrat Türkiye Partisi Grubu adına, görüşlerimizi arz etmek amacıyla söz
almış bulunmaktayım; hepinize saygılar sunuyorum.
Ekonomisi güçlü bir ülke, güçlü ve modern bir orduyu idame etme imkânına
sahip olmasına rağmen, buna ihtiyaç duyması, potansiyel tehdit ve jeopolitik
konumuyla yakından ilgilidir. Dolayısıyla, jeopolitik konumumuz ve buna bağlı
olarak sorunların yoğun olarak yaşandığı bir bölgede bulunmamız nedeniyle,
içinde bulunduğumuz bölgesel tehdit karşısında, bağımsızlık ve millî
bütünlüğümüzün idamesi, her an harbe hazır, eğitim ve morali üstün bir kuvvet
bulundurma zorunluluğunu daha da artırmaktadır.
Görüşmekte olduğumuz Millî Savunma Bakanlığının 1998 malî yılı bütçe
ödeneğini incelediğimizde, Millî Savunma Bakanlığı bütçesinin, gayri safî millî
hâsıla içindeki payı yüzde 2,3’ten yüzde 2,8’e yükselirken, konsolide bütçe
içerisindeki payı yüzde 10,5’ten yüzde 9,4’e gerilemiştir.
Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin barınma, beslenme, giyim gibi,
yasalarla belirlenmiş kanunî istihkakları, akaryakıt, yakacak, taşıma, ulaşım
ve sair tüketim mal ve hizmet alımları ile Silahlı Kuvvetlerimizin modern bir
yapıya kavuşması için her türlü harp silah ve araç tedarikini ve bunlara ait
altyapıyla ilgili giderleri kapsayan modernizasyon programının da yer aldığı
diğer cari harcamaların genel bütçe diğer cariler içerisindeki payı yüzde
70’ler civarında seyretmiştir. Konsolide bütçenin fonksiyonel yapısının diğer
cariler aleyhine değişmesinin bir sonucu olarak, Millî Savunma Bakanlığı
bütçesi, diğer carileri aynı oranda seyreder gibi gözükmesine rağmen, reel
olarak azalmaktadır. Ancak, Millî Savunma Bakanlığının 1 katrilyon 390 trilyon
300 milyar Türk Liralık 1998 yılı bütçesi, 1997 yılına göre yüzde 107’lik bir
artışı ifade etmektedir. 1998 yılı için öngörülen gayri safî millî hâsıla fiyat
deflatörünün yüzde 64, büyümenin yüzde 3 oranında gerçekleşmesi halinde bu
artış, personel giderleri de dahil olmak üzere, yüzde 26’lık reel bir artışa
tekabül edecektir. Bütçedeki reel artışın gayri safî millî hâsıla için
öngörülen reel artışın üzerinde olması, Hükümetimizin savunmaya verdiği önemin
bir göstergesidir.
Buna ilave olarak, Amerika Birleşik Devletleri güvenlik yardımı
kapsamındaki FMF yardımlarının 715 milyon ABD Dolarından, 150 milyon ABD
Dolarına inmesi, Alman yardımlarının sona ermesi ve NATO altyapı fonlarından
Türkiye’ye yapılan aktarmaların, yeni üç ülkenin -Polonya, Macaristan, Çek
Cumhuriyeti- üyeliklerinin fiilen gerçekleşmesiyle birlikte daha da azalacak
olması, bu kaynaklarla yapılan hizmetlerin bütçedeki ödeneklerle karşılanmasını
zorunlu kılmaktadır.
Millî Savunma Bakanlığı bütçesinde yatırımlar için ayrılan ödeneğin,
bütçenin çok küçük bir bölümünü -yüzde 0,08’ini- oluşturduğu görülüyorsa da,
gerçekte, bu, bütçe tasnifindeki teknik bir ayırımdan dolayıdır. Tamamına
yakını cari giderler altında sunulan bütçenin önemli bir bölümü, ekonomik
anlamda yatırımlar için planlanmıştır. Bu bağlamda, silah, teçhizat, mühimmat
için ayrılan ödenekler, özel savunma yatırımları olarak da adlandırılmaktadır.
Fert başına millî gelirin ekonomik kalkınmanın bir göstergesi olması
gibi, savunmaya verilen önemi gösteren en belirgin kriter de, fert başına
savunma harcamalarıdır. Türkiye’de, fert başına savunma harcaması, yaklaşık 100
dolardır. Bu miktara göre, Türkiye, NATO ülkeleri ile komşu ülkeler
sıralamasında en sonda yer almaktadır. Fert başına savunma harcaması, ABD’de
963 dolar, İngiltere’de 573 dolar, İspanya’da 206 dolar, Yunanistan’da 373
dolar, Suriye’de 160 dolar, İran’da ise 105 dolardır. Fert başına savunma
harcaması mukayeseli olarak çok düşük olmakla birlikte, Türkiye, dünyada sayılı
bir orduya sahiptir; bu özelliği kazanmasının altında yatan gerçek, Türk
Silahlı Kuvvetleri mensuplarının, büyük bir azim ve fedakârlıkla görev
yapmalarıdır.
Son yıllarda, ülke içinde ve dışında yaşanmakta olan askerî ve siyasî
gelişmelere bağlı olarak, Türk Silahlı Kuvvetlerine, temel işlevlerinin yanı
sıra, terörle mücadele, dünya barışına katkıda bulunmak amacıyla Birleşmiş
Milletler ve NATO içerisinde barışı koruma görevleri, dost ve müttefik
ülkelerden gelen personele eğitim verilmesi, Azerbaycan ve Nahcivan
birliklerinin desteklenmesi, doğal afetlerde görev üstlenmek gibi, ilave
sorumluluklar verilmesi ve bu ilave görevlerin gerektirdiği harcamaların,
bütçedeki ödeneklerde ilave artış yapılmadan karşılanması zorunluluğu, diğer
cari bütçesinden zorunlu olarak yapılması gereken giderler ile modernizasyon
programını olumsuz yönde etkilediğini değerlendirmekteyiz. Olumsuz etkilenmeyi
gidermek ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin planlı ihtiyaçlarını gereği gibi
karşılayabilmek amacıyla, bu tür ilave görevler için gerekli kaynağın Millî
Savunma Bakanlığı bütçesi dışında oluşturularak gerektiğinde Millî Savunma
Bakanlığı bütçesine aktarılması uygun olacaktır.
Savunma sanayimizin geliştirilmesi ve ihtiyaçlarımızın yurt içinden
karşılanması amacıyla başlatılan çalışmaları memnuniyetle öğrenmiş
bulunmaktayım. Bu kapsamda, savunma sanayii stratejisi ve politikasıyla uygun
bir kredi sisteminin ivedilikle tesisinin gerçekleştirilmesi gerektiğine
inanmaktayız.
Ana silah sistemi projeleri için yabancı firmalar yerine, doğrudan yerli
firmaların anamüteahhit olarak belirlenmesiyle, yerli firmaların gerektiğinde
yabancı partner bulmaları yoluyla sahip olmadıkları yüksek teknolojileri elde
etmelerinin uygun bir yöntem olacağını değerlendirmekteyiz. Bu durum, Millî
Savunma Bakanlığınca yürütülen ve yakinen takip ettiğimiz yerli savunma
sanayiinin geliştirilme çabalarına ivme katacak ve dolayısıyla, kendi
kaynaklarımızla yatırım yapma şartları oluşturularak makro düzeyde ekonomiye
yeni katmadeğerlerin kazandırılması da sağlanabilecektir.
F-16 muharip uçak, Stinger Füzesi, zırhlı muharebe aracı, mobil radar,
denizde ikmal ve muharebe destek gemisi gibi projelerle, bir taraftan Silahlı
Kuvvetlerimizin ihtiyacı karşılanırken, diğer taraftan ekonomiye önemli ölçüde
katmadeğerler kazandırılmaktadır.
Diğer önemli bir gelişme olan, son yıllardaki uluslararası askerî ve
politik gelişmelere bağlı olarak ülkemizin askerî açıdan yardım alan bir ülke
konumundan uzaklaşarak, aynı zamanda yardım yapan ülke statüsüne girmeye
başlaması; uluslararası ilişkilerimizin geliştirilmesi, uzun vadede savunma
saayii ürünleri ihracatının artırılması açısından olumlu bir gelişmedir. Ancak,
bu yardımlardan beklenen faydanın optimum düzeye çıkarılması için bütçeyle
desteklenmesi gerekmektedir.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; sözlerime son vermeden önce, terörle
kahramanca mücadele eden Silahlı Kuvvetlerimize minnet ve şükran duygularımızı
ifade etmek istiyorum ve bu mücadelede şehit olan kahraman subaylarımıza,
assubaylarımıza, erbaş ve erlerimize Allah’tan rahmet dilerken, şehitlerimizin
yakınlarına, Silahlı Kuvvetlerimize ve aziz milletimize başsağlığı diliyorum.
Değerli milletvekilleri, savunma ihtiyacını karşılamanın maliyetinin çok
yüksek olduğunu ve bu maliyetten kaçınmanın devletin bekasını tehlikeye
düşürebileceğini, özellikle vurgulayarak, Millî Savunma Bakanlığımızın 1998
yılı bütçesinin, ülkemize, milletimize ve Silahlı Kuvvetlerimize hayırlı
olmasını diler; hepinize saygılar sunarım. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Aktuna.
Demokrat Türkiye Partisinin ikinci sözcüsü, Sayın Ayseli Göksoy.
Buyurun.
DTP GRUBU ADINA H. AYSELİ GÖKSOY (Manisa) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri ve sayın bürokratlar; hepinizi Partim ve şahsım adına en içten
duygularla selamlarım.
Artan nüfus, gelişen endüstri ve ülkelerin tabiî varlıklarını tehdit
eden kirlenmeler, çevre sorunlarını, 20 nci Yüzyılın son çeyreğinde insanlığın
en önemli konularından biri haline getirmiştir. İnsan faaliyetleri sonucunda
çevreye verilen zararlar, doğanın kendini yenileyebilme yeteneği sayesinde
başlangıçta fark edilmemiş, hatta, çevrenin zamanla bu kirliliği yok edeceği
kanısı yaygınlaşmıştır; ancak, zaman içerisinde hava ya da su kirlenmesi
sonucunda karşılaşılan kitlesel ölümler, toplumları, çevreden kaynaklanan bu
sorunlara karşı önlem almaya zorlamıştır. İnsanlar, doğadan korkmaya, evrenin
sırrını yeterince çözemediği ya da yanlış çözdüğü kanaatiyle çevre konusunda
hareket etmeye başlamışlardır.
Doğal kaynakların ve enerji kaynaklarının kıtlığı, hızlı nüfus artışı,
toplam besin üretiminin artan nüfusu beslemeye yetmeyeceği varsayımı, kentleşme
ve endüstrileşme ile kirliliğin artması temel çevre sorunları olarak ortaya
çıkmıştır.
Dünyadaki toplam hava kirliliğinin yaklaşık yüzde 20’si endüstriyel
faaliyetlerden kaynaklanmaktadır. Türkiye’de endüstri tesislerinden kaynaklanan
hava kirliliği, temelde, yer seçimi, yeterli teknik önlemler alınmadan yanlış
gaz ve tozların atmosfere bırakılması, hatalı ve eksik teknolojilerin
seçiminden kaynaklanmaktadır.
Yapılan bir araştırmaya göre, Türkiye’deki endüstri kuruluşlarının ancak
yüzde 10’unun çevre kirliliği oluşturmayacak önlemlere tam olarak sahip olduğu
ve havayı kirletmedikleri belirlenmiştir. 1994 yılı araştırmasına göre,
Avrupa’daki kükürt gazı kirliliğinde Türkiye’nin 1 inci sırada yer aldığı
görülmektedir. Çevreyi en fazla kirleten 25 işletme sıralanmış ve
Türkiye’deki 6 işletmenin bu sıralamaya
girdiği belirtilmiştir; sıralamada, Elbistan 9 uncu, Afşin-Elbistan 11 inci,
Soma 12 nci, Yatağan 16 ncı, Kemerköy 19 uncu, Yeniköy 22 nci sırada yer
almaktadır. Yani, bu da gösteriyor ki, Türkiye, bu sıralamada 25 tesis
arasında, 6’yı kendisi ters manada kullanıyor.
Dünyadaki çevre bilincinin artması ülkemizde de kabul görmüştür. Türkiye
1983 yılında Uluslararası Uzun Menzilli Sınırlar Ötesi Hava Kirlenmesi
Sözleşmesini onaylamıştır. Atmosferde oluşan değişikliklerin kurulacak
istasyonlarda ölçülmesi de bu Sözleşmede yer alan maddelerden biridir. Ancak,
ülkemizde, özellikle karbondioksit ve metan gibi sera etkisini artırıcı
gazların izlenmesine yönelik ölçümler yeterince yapılmadığından, Türkiye’nin bu
olaya hangi oranda katkıda bulunduğu ortaya konulamamaktadır.
Çevre konusundaki hassasiyet, ancak büyük şehirlerimiz ile turistik
bölgelerimizde kendisini göstermektedir. Büyük kentlerde hava kirlenmesine
neden olan temel kirletici maddelerin çoğu ulaşım araçlarındandır. Bu konuda
gerekli tedbirler alınarak, egzoz gaz ölçüm istasyonları faaliyete geçirilmiş,
kontroller yapılmaya başlanmıştır; fakat, yeterli olduğunu hiçbirimiz
söyleyemeyiz.
Çevre konusunda, kentlerimizde önemli bir husus da, atık suların
tahliyesi ve arıtılmasıdır. Ülkemizde, son yapılan sayım, nüfusun yüzde 70’e
yakın bölümünün belediye sınırları içerisinde yaşadığını; ancak, yüzde 15’inin
arıtma hizmeti alabildiğini göstermektedir. Pek çok yerleşim alanında atık
sular herhangi bir arıtma işlemine tabi tutulmadan deniz, göl ve nehirlere
verilmektedir. Atık su arıtma tesisi bulunan yerleşim yerlerinin çoğunda,
belediyeler, işletme maliyetini ve enerji pahalılığını gerekçe göstererek,
arıtma tesislerini çalıştırmamaktadırlar. Ülkemizdeki atık suların yüzde 45’i
evsel niteliktedir ve bunun yüzde 80’i de arıtılmadan çeşitli ortamlara bırakılmaktadır.
Belediyelerdeki bu olumsuz durum, sanayi tesislerinde de kendisini
göstermektedir.
Ülkemizde faaliyette bulunan 36 adet organize sanayi bölgesinden sadece
yüzde 14’ünde, yani, 5 tanesinde arıtma tesisi bulunmaktadır.
Arıtma tesisi kurulması, hem belediyelerde hem sanayi tesislerinde cazip
hale getirilmelidir. Arıtma tesisine sahip belediyelerin bütçeden veya
fonlardan aldıkları pay, arıtma tesisi olmayanlardan çok daha yüksek hale
getirilmelidir. Arıtma tesisi kurmak isteyen belediyelere de, kendi imkânları
içerisinde yardım sağlanmalıdır. Sanayi tesislerinde, daha baştan tedbir
alarak, arıtma tesisi şartı, olmazsa olmaz olarak gündeme getirilerek,
yapılmadığında da tüm teşviklerin iptali cihetine gidilmelidir.
Bilindiği gibi, çevrenin en hassas olduğu sektörlerden biri de, turizm
sektörüdür. Gelişen turizm sektörümüz açısından, deniz ve kıyılarımızın
temizliği büyük önem taşımaktadır. Ancak ülkemizde...(Gürültüler)
Eğer rahatsız ediyorsam, susayım beyefendi... Müsaade ederseniz... Yani,
konuşmanıza mâni oluyorsam... Mikrofonda sesim yüksek geliyor galiba.
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Siz, her zaman güzel konuşursunuz.
H. AYSELİ GÖKSOY (Devamla) – Vallahi, dışarıda konuşma yerimiz var
galiba, değil mi.
BAŞKAN – Sayın Göksoy, lütfen, Genel Kurula hitap edin.
H. AYSELİ GÖKSOY (Devamla) – Ülkemizdeki 5 000 adet turistik tesisin
sadece 1000’inde arıtma tesisi bulunmaktadır; büyük çoğunluğunda atıksu sorunu
vardır ve bu tesislerden elde edilen gelirin bir kısmı mutlaka atıksu arıtma
yatırımlarına ayrılmalıdır düşüncesindeyiz, parti olarak. Bu konuyla ilgili
olarak, vergi tahsilatı sırasında bile, belli bir miktar, arıtma için
ayrılabilir.
Kentlerde sanayi ve turizme ilaveten, son yıllarda önemli bir sorun da,
çevre kirliliği tarımda yaşanmaktadır. Tarımsal üretimdeki verimi artırmak
için, bilinçsizce kullanılan kimyasal gübre ve tarım ilaçları, suların
kirlenmesine yol açmaktadır. Kimyasal gübre ve ilaç kullanımına sınırlamalar
getirilmelidir; aksi takdirde, tarımsal ihracatımızdada bir süre sonra sıkıntılar
başlayacaktır. Bilindiği gibi, kalkınmış ülkeler, artık, sunî ilaç ve gübreyle
yetişmiş ürünlere, doğal ortamda ve doğal desteklerle yetişenlerin yanında, çok
düşük bir fiyat vermektedirler. Doğal çevrede yetişen 1 kilo domates, kimyasal
gübre ve kimyasal ilaçla yetişen 1 kilo domatesten en az 5 kat daha fazla fiyat
bulmaktadır; bu da, çevre konusunda gösterilen hassasiyetin, kesinlikle
ekonomik prim yaptığını da ifade etmektedir.
Türkiye’nin içmesuyu ve sulama suyunun büyük bir kısmının sağlandığı yeraltı
suları da, aşırı kullanım ve kirlilik tehdidi altındadır.
Turizmin hızla gelişmesinin bir diğer sonucu da, birinci sınıf tarım
alanları üzerinde gelişen turistik yapılardır. Tarım alanlarının yapılaşmaya
açılması yanlış bir uygulamadır; fakat, bugün özellikle Ege ve Akdeniz
kıyılarındaki tarım arazileri üzerinde tatil köyleri, oteller ve ikinci
konutlar giderek yayılmaktadır. Burada, tek tesellimiz, GAP bölgesinde devreye
giren ve girecek olan yeni tarım arazileridir.
Son yıllarda, özellikle büyük yerleşim merkezlerinde gözlenen hızlı
nüfus artışı, uzaklaştırılması gereken katı atık miktarlarını gün geçtikçe
artırmaktadır. Bu da, katı atıklardan kaynaklanan toplum ve çevre sağlığı
problemlerinin önemli boyutlara ulaşmasına yol açmıştır. Katı atıkların toplum
ve çevre sağlığına zarar vermeyecek bir şekilde toplanması, taşınması ve imha
edilmesi, çok masraflı bir hizmettir. Böylelikle, toplanan katı atıkların,
sadece belirli bir uzaklığa taşınmasına ait maliyetler, günümüzde patlama
noktasına ulaşmıştır. Toplanan katı atıklara, hiçbir surette, sadece gözden
uzak tutulması ve bir şekilde de elden çıkarılması gereken maddeler gibi
bakılmamalıdır. Çöpler, etkin yöntemlerle toplanmalı ve taşınmalı; içlerinden
geri kazanılması ekonomik olan madde grupları alındıktan sonra, uygun teknikler
kullanılarak, zararsız hale getirilmelidir.
Çevre Bakanlığının başarıyla uyguladığı çöp taşıma kamyonlarının, Fondan
belediyelere verilmesinde süratli işleyen sistem, çöp tesislerinin kurulmasında
da uygulanmasının gereğine inanıyoruz. Memnuniyetle ifade etmeliyim ki,
Türkiye’de İslami terbiye ve toplumsal bilincin artmasıyla birlikte, bir çevre
bilinci oluşmuştur; ancak, ülkemizde “çevre kirliliği, sadece yerlere çöp
atmakla oluşmaktadır” gibi yanlış bir kanaat vardır. Çevre kirliliğinin bir
parçası da gürültüdür. Gürültüyü, istenmeyen ses olarak tanımlayabiliriz.
Gürültü, yalnızca insanı rahatsız etmekle kalmayıp, aynı zamanda fizyolojik ve
psikolojik sorunlar yaratan, insan ve toplum sağlığını ciddî biçimde tehdit eden
boyutlara ulaşmıştır. Yapılan araştırmalarda, gürültünün, insanların, organik,
sinirsel ve psikolojik yapılarında olumsuz etkiler yarattığı da belirtilmiştir
ve bu, bütün doktorlar ve psikologlar tarafından kabul görmektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; insanın tarih boyunca geliştirdiği
uygarlıkların ürünü olan kültürel çevre de, su, hava, toprak, flora, fauna gibi
kirletilebilen ya da yitirilebilen bir çevredir. Medyadan, kültürel çevrenin
korunması hususunda daha dikkatli olmalarını bekliyoruz. Gazeteleri
çeviriyorsunuz, bakıyorsunuz, Fadime Şahin... Televizyonu açıyorsunuz, yine
Fadime Şahin... Bir röportaj için milyarlar veriliyor. Bir müddet sonra, Fadime
Şahin ve pek çok çarpık ve yanlış yaşantılar karşısında üzülerek ders almamız
gerekirken, onların hayatı, imrenilecek halde, kamuoyuna sunuluyor. Yanlışlığın
düzeltilmesini ve kültürel, sosyal kirliliğe alet olmamasını medyamızdan
beklemek, toplumsal bir hakkımızdır. Türk ailesinin kültürel yapısını bozmaya
hiçbirimizin hakkı yoktur.
Çevresel etki değerlendirilmesi, kısaca ÇED raporları, ülkemizde, büyük
yatırımların engeli olmakta gibi ortada böyle bir hava yaratılmaktadır. ÇED
raporu beş on yılda çıkmaktadır. Bir yatırım için bir yer tespit ediliyor, ÇED
raporu bekleniyor, bekleniyor, bekleniyor, bekleniyor; çıkmıyor. Lehte ya da
aleyhte, bir an önce yapılmasında fayda vardır. Bu da, aynı, geciken adalet
gibidir.
Bu arada, yıllardır özel çevre koruma kapsamı altına alınan yörelerde,
halen imar planları bitmediğinden, fırsatçıların yaptığı kaçak yapılar mantar
gibi bitmektedir. Gerçek ihtiyaç sahibi olan kimseler ise, devletin bu ihmali
yüzünden, kaçak yapılanmaya gitmek zorunda bırakılmaktadırlar ve sanki buna
teşvik edilmektedirler. Bu bakımdan, imar planlarının bir an önce tamamlanması gereklidir.
Buna bütün kalbimizle inanıyoruz ve hepimizin bu hususta çalışması gereğini,
burada bir kez daha belirtmek istiyorum.
Ulusal, bölgesel ya da yerel çevre yönetimi için, çevre politikaları
belirlenmelidir. Çevre politikalarını şu şekilde sınıflandırabiliriz: Su
kalitesiyle ilgili politikalar, hava aklitesiyle ilgili politikalar, gürültünün
azaltılmasıyla ilgili politikalar, katı atık yönetimiyle ilgili politikalar,
enerjiyle ilgili politikalar, doğal ve yapay afetlerle ilgili politikalar...
Son olarak, Alanya’da meydana gelen olayın, doğal ve yapay afetlerle ilgili
politikaların, tam ve yerinde yapılmamasından kaynaklandığını, bütün ulus
olarak yakından gördük.
İşte, Çevre Bakanlığının bütçesi üzerinde Partimin görüşlerini sizlere
sundum ve bu bütçenin, hayırlı ve uğurlu olması dileğiyle, hepinizi hürmetle
selamlar iken; pazar günü, Refah Partili bir arkadaşımızın -Kemal Albayrak
arkadaşımızın- beyaz kurdeleyle ilgili tarafımıza yaptığı bir atfa değinmek
istiyorum. Biz, bu beyaz kurdeleyi, üç hanım olarak, burada, sadece
dokunulmazlığın bir kısmının kalkması için, bir reaksiyon olarak ortaya
koymuştuk ve bu arkadaşıma, burada, geçenlerde, Sayın Kamer Genç’in
-televizyonlardan da izlendiği gibi- bir türlü söyleyemediği, tek bir sözcükle, bir cümleyle cevap vermek
istiyorum: “Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az.”
Saygılarımla efendim. (DTP, ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Göksoy.
ASLAN POLAT (Erzurum) – Tarihî bir cevap verdiniz.
H. AYSELİ GÖKSOY (Manisa) – Yine anlayamadınız...
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen...
Anavatan Partisi Grubu adına, Sayın Refik Aras; buyurun. (ANAP
sıralarından alkışlar)
ANAP GRUBU ADINA REFİK ARAS (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; huzurlarınıza, Millî Savunma Bakanlığının 1998 yılı bütçesi
üzerinde, Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek için çıkmış
bulunuyorum; hepinizi, saygılarımla selamlıyorum.
Hükümetimiz tarafından hazırlanarak Meclise takdim olunan Millî Savunma
Bakanlığı bütçesi, Türk Devletinin malî imkânlarının elverdiği en yüksek
değerler çerçevesinde, uluslararası politik durumlar dikkate alınarak, Silahlı
Kuvvetlerimizin ihtiyaçları doğrultusunda hazırlanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti
Devleti coğrafyasının, bulunduğu bölgedeki stratejik konumu, komşu ülkelerin,
bilinen ve maalesef, çoğunlukla, dostça denilemeyecek niyetlerinin süregelmesi,
Türk Devletini korumak ve kollamakla görevli Silahlı Kuvvetlerimizin, her
zaman, en üst seviyede hazır konumda olmasını gerektirmektedir. Bu da, tabiî,
Türk Halkının, dünyanın hiçbir ülkesinde görülemeyecek şekilde, ordusunu
sevmesi ve desteklemesinin yanı sıra, ihtiyaç duyulan bütçe imkânlarının
sağlanmasını da, gerekli kılmaktadır.
Değerli milletvekilleri, Millî Savunma Bakanlığımızın, ülke ve dünya
şartları dikkate alınarak hazırlanan 1998 yılı bütçesi, 1 katrilyon 309 trilyon
olarak Yüce Meclisin takdirine sunulmuştur. Millî Savunma Bakanlığı bütçesi,
1998 yılı devlet bütçesinin yüzde 11’ini teşkil etmektedir; geçen yıla göre
büyümesi, yüzde 107’dir. Türk Silahlı Kuvvetleri yetkililerinin, devletin
tahsis edeceği bu bütçeyi, en dikkatli bir şekilde, azamî tasarrufa riayet
ederek kullanacaklarına, yürekten inanmaktayız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; değişen dünya şartları, her ülke
gibi, Türk Devletinin de, dışpolitika ve savunma stratejisini değiştirmesini
zorunlu kılmaktadır. Yakın bir geçmişe kadar, komünist rejimin lideri olan
Rusya’yla yaşadığımız soğuk gerginlikler, bugün, artık, önlerindeki imkân ve
fırsatları iyi değerlendirebilmek için umutlu bir bekleyişe dönüşmüştür.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin altyapı hizmetleri ihtiyaçları için, NATO
Fonundan, 1953 yılından 1996 yılı sonuna kadar aldığı yardım, 4 milyar 624
milyon Amerikan Dolarıdır. Değerli milletvekilleri, kırküç senede, Türkiye’nin
stratejik önemi ve dünya barışına yaptığı katkıları düşünürsek, alınan 4,6
milyon dolarlık yardımı, gerçekten az buluyorum. Türkiye, aldığı bu yardımı da,
hava meydanları, radar tesisleri, akaryakıt boru hatları ve depoları, hat
karargâhları, deniz üsleri gibi yatırımlarda kullanmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; her erkek Türk vatandaşı, tabiî
ki, belli bir yaşa gelince, asker ocağına katılmaya ve vatana hizmet etmeye can
atar. Onun için, asker sevki sırasında, gençler, köylerinden, mahallelerinden,
davul zurnayla yolcu edilirler. Bu, çok güzel bir duygudur.
Öte yandan, ülkemizde, yeteri kadar iş ve istihdam yaratamadığımız için,
yaklaşık 3,5 milyon vatandaşımız, Türkiye dışındaki çoğu gelişmiş ülkelerde
ekmek ve aş için yaşamlarını sürdürmektedirler. Bu vatandaşlarımız için,
bilindiği gibi, 1980 yılından beri, döviz karşılığı askerlik hizmeti uygulaması
yapılmaktadır. Bu uygulama, bir taraftan, yurt dışındaki vatandaşlarımıza iş
imkânlarını kaybetmemelerini sağlamakta, öte yandan da, Türk Silahlı
Kuvvetlerinin ihtiyacı olan malzeme ve teçhizatın alınmasına katkı
sağlamaktadır. Bu uygulamadan 1980 yılından günümüze kadar -yani, 17 yılda-
sağlanan meblağ, 1 milyar 305 milyon Alman Markıdır. NATO’nun 43 yılda yaptığı
yardımı düşünürseniz, vatandaşlarımızdan sağladığımız bu meblağ, hiç de az bir
meblağ değildir. Hatta, döviz karşılığı askerlik hizmeti uygulaması
karşılığında alınan 10 000 Alman Markını, gerekiyorsa, bir miktar daha
artırarak, sürekli ve düzenli bir kaynak yaratılır diye düşünüyorum ve bunu,
Sayın Millî Savunma Bakanlığına teklif olarak arz ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabiî ki, değineceğim en önemli
konu, PKK terör örgütüyle yapılan mücadeledir. Şanlı Türk Ordusunun, Türkiye’yi
bölmeyi ve parçalamayı hedef almış olan PKK terör örgütüyle ondört yıldan beri
süren mücadelesi, Türk Halkı tarafından çok iyi şekilde bilinmekte ve
değerlendirilmektedir. Konu, esas itibariyle bir içgüvenlik sorunu olmakla
beraber, Türk Silahlı Kuvvetleri, ülke bütünlüğüne yönelik bu tehdide karşı
mücadelede ana unsur olarak güvenlik güçlerinin yanında ve desteğinde olmuştur.
Yıllardır karşı karşıya olduğumuz bu terör ve içgüvenlik sorunlarımızı, çok
yazık ki, maalesef, NATO organizasyonu içerisindeki yakın dostlarımıza dahi
anlatmamızda zorluklarımız vardır. Bu sözde dostlar, Türkiye’nin bölünmesini
hedef alan terörle mücadelemizde, bize yardımcı olmaları gerekirken, bu
mücadelemizi, insan haklarına karşı hareketler olarak değerlendirmekte ve
Türkiye’ye karşı haksız eleştirilerde bulunmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan, Türk nüfus kâğıdını
taşıyan her insan bizim başımızın tacıdır, bu ülkenin vatandaşıdır. Şunu hiç
unutmayalım ki, hiçbir yabancı millet, bizi, bizden daha çok sevemez.
Çok sayıda ordu mensubumuzun, güvenlik görevlisinin, hiçbir suçu, günahı
olmayan sade vatandaşlarımızın hayatlarına mal olan bu mücadele, istediğimiz
sonuç alınıncaya kadar sürecektir. Bu vesileyle, tüm şehitlerimizi rahmetle
anıyorum, gazilerimize acil şifalar diliyorum.
Türk Ordusu, içbarışın ve dünya barışının devamı için, bölgesinde,
demokrasi, ekonomik ve askerî açıdan istikrarlı bir Türkiye için hizmet
vermektedir.
Parlamentomuz ve onun içinden çıkan her cumhuriyet hükümeti, Türk
Silahlı Kuvvetlerinin, halkının emrinde ve ona hizmet için ihtiyaç duyduğu malî
imkânları sağlamıştır ve tabiî, sağlamaya da devam edecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Silahlı Kuvvetleri, ihtiyacı
olan silah, mühimmat, makine ve teçhizatını, olabilen ölçülerde yurt içinden
tedarik etmek, üretmek ve yurt dışına satabilmek için de önemli gayretler sarf
etmektedir. Almanya, Hollanda ve Yunanistan’la ortak bir proje içerisinde
yürütülen Stinger füze üretimi, F 16 uçak üretimi, kasa hafif nakliye uçak
üretimleri planlanan şekilde yürütülmektedir.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin ihtiyaç duyduğu silah, araç ve gereçlerle
ilgili ar-ge faaliyetleri, sanayi kuruluşları, TÜBİTAK ve üniversitelerle
birlikte sürdürülmektedir.
Öte yandan, Savunma Sanayii Müsteşarlığı tarafından yürütülen Zırhlı
Muharebe Aracı Projesi, F 16 Elektronik Harp Projesi, Fransa’ya ihraç edilmekte
olan Mobil Radar Üretimi Projesi gibi üretim projeleri de sürdürülmektedir.
Rahmetli Turgut Özal tarafından çok iyi düşünülerek hem kendi harp silah
ve teçhizatımızı kendimizin üretmesi hem de uluslarası rekabetle yarışarak
diğer ülkelere harp silah ve teçhizatının ihraç edilmesi hedeflerine yönelik
olarak kurulan Savunma Sanayii Müsteşarlığı, önceden saptanan bu hedeflere
önemli ölçüde ulaşarak, kendisini ispatlamış bir kuruluşumuzdur. Savunma
Sanayii Müteşarlığı, kuruluş hedeflerine uygun olarak, faaliyetlerini daha da
genişletmelidir. Bu Müsteşarlık, hiçbir kısır çatışmanın ve sürtüşmenin
içerisine çekilmemeli, hiçbir şaibeye konu olmamalı, sadece tedarik ünitesi
gibi bir konuma asla sokulmamalıdır. Önemle altını çizdiğimiz temennimiz budur.
Savunma Sanayii Müteşarlığının uyguladığı projeleri geliştirmek ve
çoğaltmak ana hedefimiz olmalıdır. Böylece;
1- Savunma sanayii üretimi sağlanmış olur.
2-Teknoloji transferi sağlanmış olur.
3- İstihdam imkânı yaratılmış olur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Silahlı Kuvvetleri, dünyada
başka bir örneği bulunmayan ordu-millet bütünlüğü anafikri içerisinde
hizmetlerini devam ettirmektedir. Hiçbir kısır siyasî düşünce, bu ordu-millet
bütünlüğünü bozmamalıdır ve de bozamayacaktır.
Türk Ordusu, Anayasa sınırları içerisinde, Türk yurdunun içeriden ve
dışarıdan zarar görmemesi için yüklendiği görevi, üstün sorumluluk anlayışıyla
sürdürecektir. Türk Ordusu, şimdiye kadar olduğu gibi, hep Atatürk ilkeleri
doğrultusunda, ülkenin, diğer medenî ülkelerle yarışarak, Türkiye Cumhuriyeti
Devletinin demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak ilelebet
yaşaması için üzerine düşen görevi yapmaktadır ve de yapacaktır.
Yüce Meclis, Türk Devletinin bugünkü zor ekonomik şartları
içerisinde, kaynaklarının önemli bir
bölümünü millî savunma için, alacağınız kararla, tahsis etmektedir. Türk
Silahlı Kuvvetlerinin, bugün kabul buyurup tahsis edeceğiniz bu imkânları,
mutlaka, en verimli şekilde kullanacağına yürekten inanıyoruz.
Anavatan Partisi Grubu adına, bütçesinin, Millî Savunma Bakanlığında
hayırlı hizmetlere vesile olmasını dileyerek, Sayın Başkana ve sizlere Anavatan
Partisi Grubu ve şahsım adına saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum efendim.
(Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Aras.
Sayın Adil Aşırım; buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)
ANAP GRUBU ADINA ADİL AŞIRIM (Iğdır) – Teşekkürler Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Çevre Bakanlığının 1998 Yılı Bütçe
Kanunu Tasarısı üzerinde Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.
Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Tabiî, çevrenin korunması hakkındaki duyarlılığa, yapılan eleştrilere
katılmamak mümkün değil. İnşallah, çevre konusunda, tıpkı Yüce Heyetinizin
olduğu gibi, bütün insanlığın da ortak bir tavrı olur.
Bilindiği gibi, çok geniş bir kitle, fiziksel, kimyasal ve biyolojik
olarak, yani, organik ve inorganik olarak çevreyle etkileşim halindedir ve
bunların her türlü zararlı gelişimi, çevreyi yıpratmaktadır. Endüstrinin,
teknolojik gelişmenin, pazar artışının, daha fazla üretimin en fazla
hırpaladığı taraf da çevredir. Bundan dolayı, çevre, gittikçe insanlığın ortak
bir değeri olmuştur; dünya için duyulan
kaygı, tüm milletleri bir araya getirmiştir.
Ancak, kabul etmeliyiz ki,
Türkiye’nin, ülkemizin, dünyayı kirletme oranı, gelişmiş ülkelerin kirletme
oranından kat kat azdır. Bundan dolayı, gelişmiş ülkelerin çevrenin
korunmasıyla ilgili ayırdıkları ödeneklerin, Hükümetin çevreyi koruma konusunda
ayırdığı ödeneğin çok çok üstünde olması da gayet tabiîdir. Hatta, gelişmiş
ülkeler, bu konuda, uluslararası düzeyde yatırımları destekleyen birçok fona
hibe para vermektedir. Elbette ki, Hükümetin, Çevre Bakanlığının bütçesi
konusunda ayırdığı ödenek yeterli değildir; fakat, gelişmiş ülkelerde, örneğin
Almanya’da, Fransa’da, Amerika Birleşik Devletlerinde, bu konuda milyonlarca
dolar ayrılmıştır ve Türkiye, bu konuda kat kat daha az ödenek ayırmıştır diye
Hükümeti eleştirmek de büyük haksızlıktır. Bu, tıpkı, Amazon Ormanlarındaki
yerlilere, kardeşim, Amazon Ormanları dünyanın akciğeridir, niye ödenek
ayırmıyorsunuz, niye ormanları korumuyorsunuz demek kadar haksızlıktır; çünkü,
biz, 1980’li yıllarda sanayie başlamışız; dünya, bu konudaki gelişmesini, bu
konudaki derinliğini, bir yüzyıla borçludur. Dolayısıyla, gelişmiş ülkeler,
Türkiye’ye nazaran, yüzyıllardır çevreyi kirletiyorlar.
Peki, endüstriyel gelişmeyi, ürün artırımını çevreye zarar veriyor diye
engelleyecek miyiz; hayır. Günümüzde, küresel düzeyde kabul gören temel
politikalar, çevre ve kalkınmanın, birbirini engelleyen değil, tamamlayan
unsurlar olduğunu kabul etmiştir. Bu bağlamda, dünyamızın ortak geleceği için
sürdürülebilir kalkınmanın uygulanabileceği, Rio Konferansında kabul edilen
“Gündem 21” belgesinde, bütün ülkelerin taahhütleriyle kapsamlı bir şekilde
ortaya konulmuştur.
Çevre konusundaki duyarlığımızı o kadar dengeli yapmalıyız ki, ekonomik
gelişme ile çıkardığımız yasaların aynı paralellikte olması lazım. Bir gelişmiş
ülke gibi, bir ABD gibi, aynı yasaları çıkarıp aynı taahhütlerde bulunmak,
Türkiye’de daha yeni gelişmenin başlangıcında olan -özellikle, kompütür
kontrollü- endüstrinin gelişimini yavaşlatmak, belki de engellemek olur; ama,
bu konuda, gerçekten, Çevre Bakanlığı, büyük bir cesaretle, uluslararası
toplantıya katılıp, ülkemizi de, gelişmiş ülkelerle birlikte aynı taahhütler
altına sokmaktadır. İnşallah, Çevre Bakanlığıyla ilgili buradan çıkarılacak
yasalarda, ekonomik gelişmenin de devamını sağlayacak duyarlıkta oluruz.
Rio Konferansında kabul edilen “Gündem 21” belgesinde en önemli ilkeler
şunlardır:
Birincisi, kalkınma ve sanayileşme hedeflerinin ve yöntemlerinin,
yerküremizin fiziksel imkânlarıyla bağdaşmasını öngörmek. Yani, dünyamızı yok
edecek yöntem ve hedefler için insanlığı sınırlamak.
İkincisi, gelecek kuşakların dünyasında da kalkınmaya imkân tanıyacak
kaynakların var olmasını güvence altına almak. Yani, mevcut gelişmenin
korunması ve devamı için gelecek kuşaklara kaynak bırakmak.
Uluslararası kuruluşlar, bu ilkeler doğrultusunda yatırım programlarını
yönlendiriyorlar. Örneğin, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası başta
olmak üzere, neredeyse kalkınmayı destekleyen tüm kuruluşlar, kaynak
aktardıkları yatırımların çevreye zarar vermemesi için, bütün yatırımlarda
uluslararası düzeyde taahhütler istiyorlar.
Konuşmamın başında söylediğim gibi, gerçekten de, gelişmiş ülkeler, bu
konuda bizim gibi ülkelere borçlular; dolayısıyla, uluslararası düzeyde, bizim
gibi ülkelerdeki bütün yatırımlara hibe para vermektedirler, yani,
suçluluklarını kabul etmektedirler.
Gelişmiş ülkelerde çevrenin korunmasıyla ilgili ödeneğin fazla olmasının
nedeni, gerçekten de, toprağın korunmasından tutun, suyun korunmasına kadar
birtakım belgeler istenmesindendir. Örneğin, Amerika Birleşik Devletlerinde,
çevresel olarak kullanılabileceğine dair bir temiz kâğıdı alınmadan hiçbir arsa
ve arazi satın alınamaz, hiçbir arsa ve araziye yatırım yapılamaz.
Çevre Bakanlığımız da, bu tür kuruluşların ülkemize yönelik çevre
yardımlarının istenilen düzeye ve niteliğe çıkarılması için çalışmalar yapıyor.
Gerçekten, bu konudaki çalışmalarını desteklememek, takdir etmemek de mümkün
değil. Bunun için, bütün parti gruplarının -nitekim, çevre konusunda konuşan
sözcü arkadaşlar da, çevre konusundaki duyarlığın ve alınacak tavrın partiler
üstünde olduğunu kabul ettiler- TBMM gündeminde bulunan çevreyle ilgili
yasalara ortak tavır almalarını bekliyoruz.
Çevre Bakanlığımızın çalışmalarından biri de, Dünya Bankasının malî
desteğinde, tüm kamu kuruluşları ve sivil toplum örgütleri ile bilimsel
grupların katıldığı ulusal çevre eylem planının hazırlanmasıdır. Bu planın
çerçevesi, çevreyle ilgili kurumsal yapının işlevsel hale getirilmesiyle
birlikte yasal uyumun sağlanmasıdır.
Diğer bir çalışma, OECD tarafından, 1998 yılında, ülkemiz çevre
performansının değerlendirilme imkânının gerçekleştirilmesiyle ilgili ve
bununla beraber, 1983’ten beri, Akdeniz Eylem Planı çerçevesinde, Akdenizin
Kirlenmeye Karşı Korunması Sözleşmesi uyarınca yapılan çalışmalardır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, Karadenize ve Akdenize
kıyısı olan tek ülkedir; Avrupa, Balkanlar ile Kafkasya, Orta Asya ve
Ortadoğu’yu birleştiren, gerçek anlamda bir köprüdür. Yani, Türkiye’nin
çevresinde, saydığım bu bölgelerde bir ring yapabilirsiniz, bir (O) dönüşü
yapabilirsiniz. Bu stratejik özellik, ülkemize, sadece ticarî bir inisiyatif
kazandırmıyor, çevrenin bölgesel düzeyde yönetimi için geliştirilen
inisiyatiflerde de önemli avantajlar sağlıyor. Örneğin, Boğazlar konusunda;
dünyamızın korunması gereken bir değeri olan İstanbul Boğazının petrol naklinde
kullanımını, çevresel kirlenmeyi önleme gerekçesiyle sınırlandırılarak,
alternatif nakil hatlarında söz sahibi olabiliriz. Yani, Boğazlar konusunda,
Montrö Antlaşmasını aşarak birtakım sınırlamalar getirip, örneğin, Bakü-Ceyhan
hattı tezimizi kuvvetlendirebiliriz. Montrö Sözleşmesinden bu yana, büyük
tankerlerin kullanımı artmıştır. Bugün, İstanbul Boğazından günde 140 tane
büyük gemi geçmektedir ve yakın bir zamanda, bu gemilerin hemen hepsi, bir
petrol katarı görünümünde olacaktır. Dünyayı korumak için uluslararası
sözleşmelerde taahütte bulunan ülkelerin bu taahütleri hatırlatılarak,
Boğazların tüm inisiyatifini üzerimize alarak, Montrö’yü aşabiliriz.
Türkiye, çevre konusunda, uluslararası düzeyde akdedilen 40’dan fazla
sözleşmeye taraf olmuş, 30’un üzerinde deklarasyon ve siyasî karar benimsemiş,
16 ülkeyle de ikili işbirliği anlaşması yapmıştır. Bu yönüyle, Çevre Bakanlığı,
uluslararası yükümlülüklerimizden doğan pek çok görevle karşı karşıyadır. Bu
yükümlülüklerimizin öngördüğü hukukî, kurumsal ve teknik yapılanmalar
doğrultusunda gerçekleştirilecek ulusal uygulamalar, Bakanlığın, yeniden
yapılandırılarak, yetişmiş eleman, teknik donanım ve en büyük sorunu olan
hizmet binası, malî kaynak ve yeni yetkilerle teçhiz edilmesini zorunlu
kılmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz, çevre sorunlarının
üzerine, çevresel örgütlenme ve idarî yapıdaki bölünmüşlük nedeniyle tam
manasıyla gidememektedir. Çevre, çok geniş kapsamlı olduğundan, çevreyle ilgili
sorunların tek bir kuruluşa mal edilerek çözümlerini belirleme de mümkün
olamamaktadır.
Yapmamız gereken tek şey, yönetimden denetime kadar, geliştirilmiş idarî
yapıyı gerçekleştirmektir. Yerel yönetimlere çevreyle ilgili birçok konuda
önemli görev ve yetkiler verildiği halde, yerel yönetimlerin malî
sıkıntılarından dolayı, bu görevler yerine getirilememektedir. Yerel idarelerin
çoğu, çevreyle ilgili altyapı tesislerini kurup işletmek için gereken yatırımların
gerçekleşmesini sağlayamamaktadır. Oysaki, çevrenin korunmasıyla ilgili fon,
Hazinece, tümüyle Çevre Bakanlığına kullandırılmak üzere verildiğinde, belki
de, Çevre Bakanlığının çevreyi korumayla ilgili bütün genel müdürlükleri -bir
Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü gibi, bir Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü gibi,
bir Karayolları Genel Müdürlüğü gibi- yerel yönetimlerin, çoğunlukla da
belediyelerin, özellikle, atıksuların tekrar kazanımı, çöp toplama
merkezlerinde birtakım çöplerin enerjiye dönüştürülmesi gibi konularını -bir
Karayolları Genel Müdürlüğünün yol yapımı gibi- ihale edip belediyelere
kazandırabilir ve sonuçta, belediyeler, bu kurumları özel sektöre vererek,
işleterek kendisine gelir sağlayabilir; fakat, Çevre Bakanlığı, demin birçok
arkadaşımızın da söylediği gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bekleyen
kanunlarından dolayı, maalasef, icracı bir bakanlık haline getirilememiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçe imkânları çerçevesinde,
özelleştirmeden elde edilecek gelirler ile Çevre Kirliliğini Önleme Fonu,
tümüyle, Çevre Bakanlığının yatırımcı ve icracı bir bakanlık haline getirilmesi
için, bu Bakanlığın kullanımına tahsis edilebilecektir. Halen çok sayıda, gerek
arıtma tesisi kredileri, gerekse -özellikle- belediyelerimizin proje talepleri,
fon kaynağının yetersizliği nedeniyle, maalesef, karşılanamamaktadır. Çevre
Bakanlığının gerek malî gerekse hukukî yapısı ise, bu gibi hizmetlerin
geliştirilmesini mümkün kılamamaktadır.
Çevreyle ilgili yapılması gereken önemli kanun
tasarılarını burada size arz etmek istersek, şöyle:
1983 yılında yürürlüğe giren 2872 sayılı Çevre Kanunu, aradan geçen
zaman içerisinde günün ihtiyaçlarına cevap veremediğinden, halen Türkiye Büyük
Millet Meclisinin gündeminde bulunan Çevre Kanunu Tasarısının bir an önce
çıkarılması gerekmektedir. Bu konuda da bütün grupların ortak tavır alacağına
inanıyoruz.
Ayrıca, Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonunda bulunan
443 sayılı Çevre Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin
öncelikle görüşülerek gerekli değişikliklerin yapılması ve kanunlaştırılması
için, Grup olarak üzerimize düşeni yapacağız.
Hayvanları Koruma Kanun Tasarısı, Türkiye Büyük Millet Meclisi
gündeminde yer almaktadır. Bu konuda da, Çevre Bakanlığına Grup olarak destek
olacağız.
1992 Rio Çevre ve Kalkınma Konferansında alınan karar çerçevesinde,
çölleşmeyle mücadele edilmesi amacıyla Çölleşmeyle Mücadele Sözleşmesi
hazırlanmıştır. Bu da, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminin 83 üncü
sırasındadır. Bunun yanında, Çevre Bakanlığıyla ilgili daha birçok kanun
tasarısı Meclis gündemindedir. Biz, Grup olarak Çevre Bakanlığına destek
vereceğiz.
Bu vesileyle, hem Millî Savunma Bakanlığı bütçesinin hem de Çevre
Bakanlığımız bütçesinin hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (ANAP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Aşırım.
Onüçüncü turda gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır.
Şimdi, şahıslar adına konuşmalara geçiyoruz.
Lehinde, Sayın Avni Kabaoğlu; buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)
H. AVNİ KABAOĞLU (Rize) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çevre
Bakanlığı bütçesinin lehinde konuşmak için söz almış bulunuyorum. Konuşmama
başlamadan önce, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, çevreyi korumak, geliştirmek, çevre kirliliğini
önlemek, çevre sorunlarını çözmek bir gönül işidir, bir şuur işidir. Çevre
sorunlarıyla uğraşmak, ciddî bir çevre eğitimiyle mümkündür. Tabiî ki, bu
konuda en büyük görev Çevre Bakanlığına düşmektedir. Bu konuda Çevre Bakanlığını
yalnız bırakmamak lazımdır. Çevre eğitimi konusunda, ilköğretimden başlayarak
üniversitelere, Bakanlık kuruluşlarına, Diyanet İşleri Başkanlığına, işçi
kuruluşlarına, Millî Savunma Bakanlığına büyük görevler düşmektedir. Çevre
Bakanlığının bu gibi kuruluşlarla yaptığı çalışmaları takdirle karşılıyorum.
Değerli milletvekilleri, 20 nci Yüzyılda, insanlık, kalkınma adına,
büyüme adına, sanayileşme adına çevreyi kirletme hakkına sahip değildir. Tarım
toplumundan sanayi toplumuna geçmek güzel bir olaydır; fakat, sanayi toplumuna
geçeceğiz diye bu güzel topraklarımızı tahrip etmek, yok etmek, hiç kimsenin
menfaatına değildir; buna, hiç kimsenin hakkı da yoktur. Ülkemizde, önce
kalkınalım, sonra çevre sorunlarını çözelim lüksüne sahip değiliz. Bu nedenle,
her şeyden önce, sanayi bölgelerinin yer seçiminde iyi etüt yapılmalı, çevreyi
bozacak, kirletecek gibi durumlara izin vermemeliyiz.
Çevre sorunlarının çözümü, sorunlar öncelik sırasına konularak ele
alınmalıdır. Sanayi sektöründe, öncelik, yer seçimine verilmelidir. Yanlış yer
seçimi, uzun vadede maliyeti yükseltmekte, işsizliği körüklemektedir. Telafisi
mümkün olmayan çevre sorunları gündeme gelebilir. Organize sanayi ve ihtisas
sanayiin yer seçiminde, Sanayi Bakanlığı ile Çevre Bakanlığı tam bir mutabakat
içinde olmalıdır.
Değerli arkadaşlarım, günümüzde, hava kirliliği, insanlarımızı son
derece etkilemektedir. Burada, belediyelere çok büyük görev düşmektedir.
Kalitesiz kömür kullanımına kesinlikle izin verilmemelidir. Yaşlı insanlarımız,
kirli havadan son derece etkilenmektedir. Hatta, istenmeyen ölümler meydana
gelebilmektedir. Belediyeler, kullanımı yasak olan kaçak kömürleri
yakaladığında, zarar vermeyecek yerlerde imha etmelidir. Belediyeler, yaksın
diye fakir fukaraya dağıtırsa, bütün insanlara zarar vermiş olurlar. Hava
kirliliğini etkileyen diğer unsurlardan egzoz gazı, fabrika baca gazları
konusunda da, belediyelerin denetim mekanizmalarına büyük iş düşmektedir.
Değerli arkadaşlarım, çevre uygulamalarının başarısında vazgeçilmez olan
unsur, denetimdir. Denetimin en önemli noktası ise, güvenilir, bilimsel bir
izleme, ölçme sisteminin kurulmasıdır. Bu konuda, 55 inci Hükümet, yapımı
sürüncemede olan merkez laboratuvarının inşaatını süratlendirmiştir.
Laboratuvar, 1998 yılında hizmete girecektir. Laboratuvar merkezinin aynı
zamanda eğitim hizmeti de verebilmesi için gerekli mevzuat çalışmaları
başlamıştır.
Değerli arkadaşlar, tabiattaki her kaynak gibi, toprak da sınırlıdır.
Ülkemiz topraklarının yüzde 50’si erozyonla karşı karşıyadır. Bu durum, ülkemiz
için çok ciddî bir tehlikedir. Topraklarımızın erozyona uğramasına ve
çölleşmesine karşı tedbir alınması, arazilerimizin verimlilik derecesine göre
kullanılması gerekir. Erozyonla kaybolan toprakların yerine gelmesi
imkânsızdır. Valilikler, özel idare kaynaklarını da içine alacak şekilde,
erozyona maruz kalan bölgelere istinat duvarı yapmalıdır. Devlet Su İşleri
Genel Müdürlüğü de, taşkın bölgelerde, suyu kanala alma çalışmaları yapmalıdır.
Değerli arkadaşlar, Karadenizimiz imdat bekliyor, denizimiz ölüyor. O
insan haklarından bahseden Avrupa Topluluğu, Orta Avrupa ülkeleri, kendi
pisliklerini ve sanayi atıklarını Tuna Nehri yoluyla Karadenize boşaltarak,
güzel Karadenizimizi kirletmektedir. O insan haklarından bahseden Avrupa uyuyor
mu; nerede?! Ayrıca, Volga Nehri, sanayi atıklarıyla Karadenizimizi
kirletmektedir. Belediyelerin kanalizasyonlarının denize direkt deşarjı,
fabrikaların katı atıklarını denize akıtmaları da Karadenizimizi
kirletmektedir. Eskiden, Türkiye’nin yüzde 45 balık ihtiyacını Karadeniz
karşılardı. Karadenizde çeşitli türde balıklar vardı. Şimdi ise, çok az sayıda
balık türü kaldı. Deniz ekonomisi ölmek üzeredir. Bu örneklerde olduğu gibi,
çevre sorunları sınırötesi etkilere sahiptir; yani, ülkeler, tek başlarına
çevre sorunlarının üstesinden gelemezler. Yapılacak iş: Karadenize sahili olan
devletler derhal bir araya gelmeli, Karadenizi korumak için yasalar çıkarmalı,
koruyucu tedbirler almalıdır.
Akdeniz ve Karadenizin kirliliğe karşı korunması için 55 inci Hükümet
aktif davranmaktadır. Bilindiği gibi, diğer kıyı ülkelerinin atıkları ile Tuna
ve benzeri nehirlerle Karadenize ulaşan kirlilikten ülkemiz etkilenmektedir.
Türkiye, Karadenizde kirliliğin önlenmesi konusunda, uluslararası düzeyde aktif
rol oynamaktadır. İki hafta önce, Tuna’dan gelen kirlilik konusunda, Tuna
ülkeleriyle müzakere sürecinin başlatılması, bu faaliyetler arasında en önemli
olanlarından biridir.
Türkiye’nin bu oluşum içerisinde etkili bir rol oynaması ve bölgesel
girişimleri hızlandırması, Karadeniz için bölgesel ve global düzeyde çevre
konusunda yürütülen faaliyetlerin geleceği açısından çok önemlidir. Avrupa’yla
ilişkilerimizin içinde bulunduğu son durum da göz önünde tutulduğunda,
bölgemizdeki ülkelerle tek tek ya da Karadeniz Ekonomik İşbirliği gibi oluşumlarla
sürdürdüğümüz ilişkilerin daha da geliştirilmesi açısından, çevrenin de
ötesinde boyutları haizdir. Bu bakımdan, Bükreş sözleşmesi için yapılan
taahhütlerimizin, kısmen de olsa, bu yeni dönemde de sürdürülmesi ve gerekirse,
Türkiye’nin, anılan projeye, diğer kıyı ülkelerinden daha fazla katkıda
bulunması, daha fazla ekonomik yönden yardımda bulunmasında fayda mülahaza
ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye, dünyanın en zengin doğal kaynaklarına
sahip ülkelerinden biridir. Gelişmiş olan ülkelerde alan koruması yüzde 10
civarında, dünya ortalaması yüzde 5 iken, ülkemizde bu oran yüzde 2
civarındadır. Bu amaçla, koruma alanlarını artırmaya yönelik çalışmalar
hızlandırılmıştır. Bu konuda, 55 inci Hükümetin, ilk defa korumaya yönelik
mevzuatımızı çağdaş uygulama düzeyine getirecek hazırlıkları yapmasını
memnuniyetle karşılıyorum.
Doğu Karadenize gitmeyen var mı, bilmem; Kaçkar Dağlarının etrafında son
derece güzel yaylalarımız, akarsularımız, ismi konulmamış çiçek toplulukları,
krater göllerindeki alabalıklar görülmeye değer arkadaşlar. Bütün bunlar,
bugüne kadar tabiîliğini muhafaza etmiştir. Ancak, Çevre Bakanlığının bu
bölgeye daha duyarlı bakması, Orman Bakanlığının, Tarım ve Köyişleri
Bakanlığıyla koordineli hareket ederek yatırım yapması, bir ufak para harcaması
dileğimizdir.
Değerli arkadaşlar, Çevre Bakanlığımızın, Marmara Denizi, İzmir Körfezi,
İskenderun Körfezi temizleme çalışmaları için yaptığı çalışmaları biliyoruz.
Çevre Bakanlığının, Ankara’nın Gölbaşı İlçesindeki gölü temizleme çalışmalarını
başlattığını duyduk, takdirle karşılıyoruz.
Değerli arkadaşlarım, özetle, Türkiye, doğal kaynak yönetim
politikalarına kararlılık ve açıklık getirmek zorundadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kabaoğlu, hemen toparlayalım.
H. AVNİ KABAOĞLU (Devamla) – Toparlıyorum Başkanım.
Türkiye, su ve toprak kaynaklarını ancak iyi yönetirse, 2000’li yıllarda
nüfusuna yeterli su ve gıda maddeleri elde edebilecektir.
Çevre politikalarını popülist politika sanmak ve ertelemek, Türkiye’nin
ekonomik menfaatlarını da engellemektedir. Ekonomik kararlar, çevre
kriterlerini dikkate almak zorundadır. Mevcut karar mekanizmalarını bu zemine
oturtmak zorundayız.
1998 yılı bütçemizin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, hepinize
saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kabaoğlu.
Sayın milletvekilleri, şimdi, eleştirilere Hükümet üyeleri yanıt
verecekler; ancak, Sayın Bakanları buraya çağırmadan önce, hemen, 19.05’te
toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.
Kapanma
Saati: 19.05
ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati : 19.05
BAŞKAN : Başkanvekili Hasan KORKMAZCAN
KÂTİP ÜYELER : Levent MISTIKOĞLU (Hatay), Zeki ERGEZEN
(Bitlis)
BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 35 inci
Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.
V. —
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
l. — 1998 Malî
Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1996 Malî Yılı
Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları
(1/669; 1/670; 1/633, 3/1046; 1/634, 3/1047) (S.Sayıları : 390, 391, 401, 402) (Devam)
C) MİLLÎ
SAVUNMA BAKANLIĞI (Devam)
1. —Millî
Savunma Bakanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi (Devam)
2. —Millî
Savunma Bakanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)
D) ÇEVRE
BAKANLIĞI (Devam)
1. —Çevre
Bakanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi (Devam)
2.—Çevre
Bakanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)
BAŞKAN – Çalışmalarımıza kaldığımız noktadan devam
ediyoruz.
Komisyon ve Hükümet yerinde.
Bundan önceki oturumda, kişisel lehte görüşme
tamamlanmıştı.
Şimdi, Hükümetin konuşmalarına sıra gelmiştir. Hükümet
adına ilk söz, Millî Savunma Bakanımızın.
Buyurun Sayın Bakan. (DTP ve ANAP sıralarından
alkışlar)
BAŞBAKAN YARDIMCISI VE MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
SEZGİN (Aydın) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri, aziz
arkadaşlarım; bölgemizdeki siyasî ve askerî gelişmeler ile Bakanlığımızın
faaliyetleri ve 1998 malî yılı bütçe teklifine ilişkin açıklamalarıma geçmeden
önce, Yüce Heyetinizi, Türk Silahlı Kuvvetleri, şahsım ve mesai arkadaşlarım
adına saygıyla selamlıyorum.
Tasviplerinize sunulan Millî Savunma Bakanlığı bütçe
teklifi, mevcut ekonomik ve sosyal konjonktür çerçevesinde takip edilen
politikalar, kalkınma planları ve Silahlı Kuvvetlerimizin ihtiyaçları ile
uluslararası politik durum dikkate alınarak hazırlanmış olup, yüksek malumları
olduğu üzere, Plan ve Bütçe Komisyonunda hassasiyetle incelenmiştir. Plan ve
Bütçe Komisyonundaki görüşmeler sırasında, yapıcı katkıları ve eleştirileri
bizlere ışık tutan Komisyon Başkanı ve üyesi arkadaşlarıma ve görüşmelere
katılan değerli milletvekili kardeşlerimize, huzurlarınızda, bir defa daha
şükran duygularımı ifade etmeyi bir görev sayıyorum.
Bugün de, burada, Yüce Meclisimizin grupları adına
konuşan -Sayın Mukadder Başeğmez'le başlayan, Bekir Yurdagül'le devam eden ve
Sayın Necmettin Dede, Sayın Hasan Gülay, Sayın Yıldırım Aktuna, Sayın Refik
Aras ve Sayın Kabaoğlu- arkadaşlarımızın çok değerli görüş ve düşünceleri,
Bakanlığımızın 1998 yılı çalışmalarında bize ışık tutacaktır, rehber olacaktır.
Değerli arkadaşlarımızın cümlesine, yüksek huzurlarınızda, çok değerli
eleştirileri nedeniyle, şükranlarımı, saygılarımı sunuyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım;
savunma bütçelerinin görüşülmesi, milletlerarası savunma ilişkilerinde meydana
gelen gelişmeler hakkında Yüksek Heyetinize özet de olsa bilgi verme ve görüş
teatisinde bulunma imkânı sağlaması bakımından, özel bir önem taşımaktadır.
Son yıllarda uluslararası ilişkiler, yeni bir niteliğe
ve niceliğe bürünmüş ve yeni dünya düzeninin ortaya çıkmakta olduğu gibi
iyimser bir tablo yaratmış; ancak, kısa bir zaman içerisinde ortaya çıkan
çatışmalar ve bunalımlar, bu iyimserliğe maalesef gölge düşürmüştür.
Yaşamakta olduğumuz dönemin koşulları, soğuk savaş
günlerinden çok farklıdır. Bugünün en
önemli meselesi, sürekli barış, güvenlik ve istikrarı sürekli kılmaktır.
Özellikle NATO ve Batı Avrupa Birliği gibi güvenlik örgütleri, bu amacın
gerçekleşmesinde her zamankinden çok daha fazla önem kazanmaktadır.
NATO'nun askerî yapısının esnek bir niteliğe
kavuşturulması çalışmaları, Avrupalı müttefiklerin savunma alanında daha
görünür bir rol üstlenme çabaları, Avrupa güvenlik ve savunma kimliğinin
ittifak içinde geliştirilmesi konuları, yaşanmakta olan dönüşüm sürecinin
ağırlıklı boyutları olarak önplana çıkmıştır.
Değerli arkadaşlarım, yeni bir Avrupa güvenlik
mimarîsine ihtiyaç olduğu düşüncesiyle hareket ederek, Kuzey Atlantik Konseyi
ve Barış İçin Ortaklık organizasyonlarının mezcedilmesi temeline dayanan Avrupa
Atlantik Konseyini de, bu istikamette atılmış olan önemli bir adım telakki
etmekteyiz.
Günümüzde, bölgemizin ve Avrupa'nın karşı karşıya
bulunduğu en önemli risklerden birisi de, arkadaşlarımızın da değindikleri
gibi, değerli arkadaşlarım, Balkanlar ve Kafkaslarda yaşanan bunalımlar,
gelişmeler ve meydana gelen hızlı değişikliklerin nasıl sonuç vereceğinin
tahmin edilememesidir. NATO ile Rusya Federasyonu arasında mayıs ayında
Paris'te imza altına alınan Kurucu Senet'i, Avrupa'da tehdit ve risklerin
azaltılmasında atılan fevkalade önemli bir adım olarak da değerlendiriyoruz.
Büyük önem verdiğimiz AKKA kanat tavanları konusunda da
görüşmelerin devam etmesi gerektiğine inanıyoruz.
Türkiye'nin, Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki
Karabağ sorununa ve diğer Türk kökenli devletlere yaklaşımında gösterdiği
duyarlılığı göz önünde bulundurmak gerekir. Bazı olumsuzluklara rağmen,
Rusya'yla ilişkilerimiz umut verici bir yönde gelişmektedir. Bu gelişme
seyrinde aksama meydana gelmemesini diliyoruz.
Güney Kafkasya'da süregelen etnik huzursuzluklar ve
Ermenilerin işgal ettikleri Azerî topraklarını hâlâ boşaltmamış olmalarıyla,
Çeçenistan'da yaşanan olumsuz durum, Türkiye için bir üzüntü kaynağı olmaya
devam etmektedir.
Değerli arkadaşlarım, Ortadoğu'ya gelince, bu bölge,
mevcut stratejik enerji kaynakları ve yıllardır süren politik, sosyal
çalkantılarıyla uzun süredir dünyanın dikkatlerini üzerinde toplamaktadır.
Körfez krizi ve sonrasında yaşanan gelişmeler sonucunda, Türkiye, güneyinde
sürekli problemlerle başbaşa bırakılmıştır. Bölgede yaşanan otorite boşluğunun
her geçen gün giderek artan faturasını güvenlik alanında, uygulanan ambargonun
faturasını da ekonomik alanda ödemeye devam ediyoruz.
Türkiye, Bosna-Hersek'te barışın tesisi ve idamesi için
elinden gelen tüm imkânları kullanmakta ve NATO faaliyetlerini aktif olarak
desteklemektedir.
Değerli arkadaşlarım, yine bu dönem içerisinde,
Arnavutluk halkının acil yardım ihtiyacının karşılanabilmesini teminen,
Türkiye, askerî misyona katılmıştır. Bulgaristan, Romanya, Arnavutluk ve
Makedonya'yla dostluk ilişkilerimizi, her alanda olduğu gibi, savunma alanında
da geliştirmeye devam ediyoruz.
Yunanistan ve Türkiye arasında Lozan Antlaşmasıyla
tesis edilen statüyü Türkiye muhafazaya çaba sarf ederken, Yunanistan, kendi
lehine değiştirmek için, uluslararası hukuk kurallarını zorlamaya devam
etmektedir. Yunanistan'a diyalog yoluyla çözülmeyecek hiçbir sorun olmadığını
ve ancak bu şekilde bölgede sürekli barış ve istikrarı kalıcı kılabileceğimizi,
tekrar bu kürsüden hatırlatmak istiyorum.
Sayın Başkan, değerli üyeler, aziz arkadaşlarım; tüm bu
tehditlere ilave olarak -arkadaşlarımızın da büyük bir güzellikle değindikleri
gibi- Türkiye'yi bölmeyi ve parçalamayı hedef almış PKK terör örgütüyle
yıllardır süren mücadelemiz ise, çok iyi bilinmekte ve değerlendirilmektedir.
Konu, esas itibariyle bir içgüvenlik konusu olmakla birlikte, Türk Silahlı
Kuvvetleri, ülke bütünlüğüne yönelik bu tehdide karşı mücadelede, başından
itibaren esas unsur ve her zaman güvenlik güçlerinin yanında ve desteğinde
bulunmuştur. Dışarıdan maddî ve manevî, fizikî olarak bazı komşularımızdan da
destek gören bu terörle mücadelede büyük mesafeler katedilmiştir. Savunma
bütçesinin önemli bir bölümüyle sürdürülen mücadele, bütçeye verdiğiniz destek
ve katkılar sayesinde temin edilecek uygun silah sistemleri ve teçhizatın
teminiyle daha da başarılı kılınacaktır.
İçinde bulunduğumuz bölge ve çevremizde sürmekte olan
istikrarsızlıklar ve belirsizlikler, Türkiye için ciddî bir tehdit oluşturmaya
devam etmektedir. Bu nedenle, ülkemiz, her zaman savunmasını güçlü tutmak
zorundadır. Zira, uğruna canlar feda ettiğimiz bu güzelim yurt savunmasından
tasarruf etmek mümkün değildir.
Yüce Atatürkümüzün "Yurtta sulh, cihanda
sulh" diye özetlediği iç barışın ve dünya barışının devamı için, bölgede
demokratik, ekonomik ve askerî açıdan istikrarlı ve büyük bir Türkiye'nin,
sadece bölge barışı için değil, Avrupa ve dünya barışı için de vazgeçilmez bir
unsur olduğu açıkça görülmektedir.
Değerli arkadaşlarım, buna ilaveten bir gerçeğin daha
altını çizmek istiyorum . İlmin, teknololjinin süratle geliştiği, bir icadın
ömrünün iki ikibuçuk yılla sınırlı kaldığı, sanayi ötesi çağın yaşandığı
dünyamızda, savunma kimliği ve kişiliği değişmiş konvansiyonel harp araç ve
gereçleri, yerlerini, sanayi ötesi elektronik sistemlere terk etmişlerdir.
Değerli arkadaşlarım, bu hedefe ulaşmak maksadıyla,
savunma sanayii faaliyetlerinde, mevcut millî sanayiinin savunma sanayii
ihtiyaçlarına göre reorganize ve entegre edilmesi amacı güdülmüş, araştırma ve
geliştirme faaliyetlerine öncelik verilmiş ve kullanıcı ile üretici kuruluşlar
arasında işbirliğinin geliştirilmesi hedeflenmiştir.
Değerli arkadaşlarım, böylelikle, Türkiye'nin çeşitli
ülkelerle yapılan konsorsiyumlar yoluyla ortak üretime katılmasına önem
verilerek, Hazine açısından yaratılan katmadeğer göz önüne alındığında
mamullerin yurt dışından tedarikine nazaran yüzde 50 oranında daha ucuza mal
edilmesi ve Türkiye'nin müttefikleriyle aynı anda modern silah ve elektronik
sistemlere sahip olması sağlanmaktadır. Ayrıca, bu tür konsorsiyum
uygulamaları, katılımcı ülkeler ve firmalar arasında organik bağ oluşturarak,
Türkiye'nin Batı ile entegrasyonunu da kolaylaştırmaktadır.
Yerli sanayice ile üretilen mamullerin uluslararası
tanıtım faaliyetlerine de ayrı bir önem verilmektedir. Savunma sanayiinin
geliştirilmesi, caydırcılığı temin maksadıyla modern ve kuvvetli bir silahlı
kuvvetler oluşturmanın yanında, dışa bağımlılığın azaltılması ve yurtiçi
ekonominin gelişmesine de büyük katkılar sağlamaktadır.
Değerli arkadaşlarım, bugün itibariyle, havacılık,
zırhlı araç, askerî elektronik, roket, konvansiyonel silah ve mühimmat
alanlarında yurtiçi sanayileşmenin büyük ölçüde tamamlanmış ve yurt içinde
üretilen sistemlerin bakım ve onarımı konusunda dışa bağımlılığın önemli ölçüde
ortadan kaldırılmış olması gurur vericidir.
Bu bağlamda, temel savunma sanayii tesislerimiz, bugün gelinen noktada,
kendi ayakları üzerinde durabilecek ve dışarıyla rekabet edebilecek güce kavuşturulmuşlardır.
Söz konusu savunma sanayii kuruluşlarımız, yan sanayie aktardıkları işlerle de,
en son teknolojinin yurt sathına yayılmasını temin etmiş ve doğrudan doğruya
ülkemizin istihdam sorununun çözümüne de önemli katkılar sağlamıştır.
1997 yılı, savunma teçhizatı ürünlerimizin ihracatı
açısından önemli bir dönüm noktası olmuştur. Savunma sanayii kuruluşlarımız
tarafından üretilmekte olan birçok ürünle ilgili önemli bağlantılar yapılmış ve
kontratlar imzalanmıştır. Türk savunma sanayii ürünlerinin de uluslararası
rekabet şartlarında şansı olduğu böylelikle görülmüştür.
Değerli Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım;
Bakanlığımız 1998 malî yılı bütçe teklifi, Türkiye'nin içinde bulunduğu
ekonomik şartlar, alınan istikrar tedbirleri, bulunduğumuz bölgedeki askerî ve
siyasî gelişmeler ile Silahlı Kuvvetlerimizin zorunlu ihtiyaçları dikkate
alınmak suretiyle ve tasarruf ilkelerine bütünüyle ve azamî derecede uyularak
hazırlanmış olup, 1 katrilyon 390 trilyon 263 milyar 200 milyon Türk Lirası
olarak huzurlarınıza getirilmiş bulunmaktadır.
Değerli partilerimizin değerli grup sözcülerinin de
ifade ettikleri gibi, bu bütçe, gerçekten, genel bütçenin yüzde 18'lerinden
yüzde 9'larına inmiştir ve gayri safî millî hâsılamızın da yüzde 3'ünü
bulamamaktadır; ama, bugünkü koşullar içerisinde, ülkemizin bugünkü ekonomik
koşulları çerçevesinde, ancak bu kadarıyla yetinmiştir Silahlı Kuvvetlerimiz.
Bakanlık olarak, bu kadarıyla yetinmek durumunda ve Silahlı Kuvvetlerimizi
caydırıcı güce sahip kılma görev ve sorumluluğunu üstlenmiş bulunuyoruz.
Değerli arkadaşlarım, bu bütçenin, Ulu Önder
Atatürkümüzün hedef olarak gösterdiği "muasır medeniyet" seviyesine
erişebilmemiz hususunda güvenli bir ortamın yaratılmasına katkı sağlayacağına
inanıyoruz.
Savunma alanındaki ihtiyaç ve gayretlerimizi büyük fedakârlıklara
katlanarak karşılayan ve askerine "Mehmetçik" ismini vererek
askerliği kendisiyle özdeşleştiren büyük Türk Milletinin temsilcileri olan siz
değerli milletvekili arkadaşlarıma bir defa daha şükranlarımı ve saygılarımı
sunuyorum.
Bu bütçemize yaptıkları çok değerli katkılar nedeniyle
de arkadaşlarımıza ayrı ayrı teşekkür ediyor ve bu bütçemizin, milletimize,
hepimize, devletimize ve Türk Silahlı Kuvvetlerimize hayırlı uğurlu olmasını
Cenabı Haktan niyaz ediyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Hükümet adına bütçe eleştirilerini
cevaplayan Millî Savunma Bakanı Sayın
İsmet Sezgin'e teşekkür ediyorum.
Bu turdaki, Hükümetin ikinci sözcüsü Çevre Bakanı Sayın
İmren Aykut.
Buyurun Sayın Bakan. (ANAP ve DSP sıralarından
alkışlar)
ÇEVRE BAKANI İMREN AYKUT (Adana) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; şu ana kadar, çeşitli milletvekili arkadaşlarım,
çevreyle ve Çevre Bakanlığıyla ilgili görüşlerini dile getirdiler. Bu
arkadaşlarımın görüşlerini dile getirirken tespit ettiğim ortak noktaları,
çevre konusunu tamamen siyasetin üstünde, parti politikalarının üstünde tutmuş
olmaları ve çevre sorunlarına çok evrensel bir yaklaşımda bulunmuş olmalarıdır.
Bu bakımdan kendilerini kutluyor ve kendilerine çok teşekkür ediyorum. Burada
dile getirdikleri görüşlerin hemen hemen tamamına katıldığımı, söylenenlerin
tamamının doğru olduğunu da ifade etmek istiyorum.
Gerçekten, çevre, artık asrın konusudur, özellikle de
gelecek asrın konusudur ve bugün, bütün ülkelerin gündeminin birinci maddesini
oluşturmaktadır. Türkiye'de de, çevre, çok ciddî SOS'ler vermektedir. Çeşitli
arkadaşlarımın ifade ettiği gibi, şu anda Türkiye'de, maalesef, denizler
tamamen kirlenmekte, göller, nehirler tamamen kirlenmekte ve bu konuda yeterli
tedbirlerin alındığı da söylenememektedir, gözlenememektedir, çok yakın bir
gelecekte de alınacakmış gibi görünmemektedir.
Şöyle ki, yapılan incelemelerde, 9 binin üzerinde
endüstri kuruluşunun ürettiği atık suların 930 milyon metreküp olduğu
hesaplanmış ve fevkalade ağır metaller ve zehirleyici maddeler ihtiva eden bu
930 milyon metreküp suyun yüzde 84'ünün kamu kuruluşları tarafından, yüzde
16'sının özel sektör kuruluşları tarafından üretildiği ve bunun yüzde 80'inin
de hiçbir arıtmaya tabi olmadan en yakındaki derelere, göllere ve denizlere
bırakıldığı görülmüştür.
Değerli milletvekilleri, diğer taraftan, endüstri
kuruluşlarının ve toplam olarak Türkiye'nin ürettiği katı atıkların da 20-22
milyon ton olduğu bilinmektedir. Bu katı atıklar da, hiçbir ayrıştırmaya tabi
tutulmadan ve bilimsel bir şekilde, düzgün bir şekilde yapılmış deponi alanları
olmaksızın, tamamen vahşi depolama usulüyle, herhangi bir yerdeki açık alanlara
bırakılmaktadır; bunların ürettiği çöp suyunun yeraltı sularına karışması, bu
çöplüklere aynı zamanda tıbbî atıkların ve endüstri atıklarının da bırakılması
sebebiyle, doğa, çok ciddî bir şekilde kirlenmekte ve telafi edilemeyecek
kayıplar ortaya çıkmaktadır.
Biz, üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkeyiz ve biz,
turizme çok fazla umut bağlamış, turizmden ciddî döviz girdileri bekleyen bir
ülkeyiz; ama, bu üç taraftaki denizlerin hepsinde, kurulu bütün turistik
tesislerde, 4 400'ün üzerinde turistik tesiste yapılan bir incelemede, bu
tesislerden sadece 848'inin arıtma tesisi olduğu, yani, sadece yüzde 20'sinin
arıtma tesisi olduğu, yüzde 80'inin hiçbir arıtma olmaksızın kanalizasyonlarını
denize boşalttığı bilinmektedir.
Şimdi, gerek Anadolu'nun ortasındaki şehirlerin en
yakın nehirlere, çay ve derelere gerek deniz kıyısındaki bütün şehirlerin ve
kuruluşların kanalizasyonlarını denize bıraktıklarını düşünürsek, Türkiye'nin,
şu anda, gerek atık sularla gerek katı atıklarla gerek tıbbî atıklarla gerekse
birtakım kimyasal atıklarla -ki, 5 milyon tonu geçiyor yıllık miktarı-
fevkalade kirletildiği görülecektir.
Şimdi, bu kirlilik, bir yandan kendi toplumumuza, kendi
ülkemize ihanet diye ifade edilmesi gerekirken, bir yandan da pek çok
uluslararası taahhütümüze aykırı noktalara bizi sürüklemektedir. Çok yakın bir
gelecekte, uluslararası taahhütlerimiz sonucunda birtakım ürünlerimizi satamama,
birtakım ülkelerden teknoloji alamama veya birtakım ithalatlar yapamama
durumlarıyla karşı karşı kalacağımızı ifade etmek mecburiyetindeyim. Bu
sebeple, birçok işyerine bugüne kadar yapılmış çok çeşitli ikaz ve ihtarlara,
verilmiş çeşitli para cezalarına rağmen, hiçbir tedbir almadıkları için,
kapatma cezaları vermeye başlamış durumdayız. Kapatma cezaları verdiğimiz
işyerlerinin sahipleri, Bakanlığımıza gelerek, bize, fevkalade haklı
olduğumuzu, aslında, yapabilecek güçlerinin de olduğunu; ama, biraz zaman
tanınması istemişler; biz de, bugüne kadar pek çok zaman tanınmış olmasına
rağmen, onlara, son bir kez daha zaman tanıyarak, bu tesisleri yapmaları
yolunda teşvik etmekte ve yardımcı olmaktayız.
Değerli arkadaşlarım, çevre, hakikaten, bir bilinç
işidir. Bunun için, Bakanlığımız, çevre bilincini oluşturacak kampanyalara,
önümüzdeki dönemde daha fazla ağırlık verecektir. Türkiye'nin, çevre konusunda,
taahhüt altına girdiği ve imzaladığı pek çok uluslararası sözleşme vardır. Bu
sözleşmeler, artık, dünya ülkelerini, çevre konusunda pek çok şeyi beraber
yönetme mecburiyetiyle karşı karşıya bırakmaktadır. Türkiye de, bu
mükellefiyetleri yerine getirmek mecburiyetinde kalacaktır ve yakın bir
gelecekte, insan hakları konusunda karşı karşıya kaldığı baskıların çok daha
fazlasına, çevre konusundaki tedbirleri alması veya almaması alanında maruz
kalacaktır; çünkü, imzalanan bu uluslararası sözleşmeler, sizi, sanayinize
çekidüzen vermeye, birtakım arıtma tesisleri, çöp tesisleri gibi hususlarda
tedbir almaya mecbur bırakmaktadır.
Değerli arkadaşlar, bütün bu konuların yerine
getirilebilmesi için, tabiî ki, bu Bakanlığın çok daha iyi organize olmuş, çok
daha iyi yapılanmış olması gerekir; çok iyi organize olduğunu ve yapılandığını
söylemek, bugünkü şartlarda mümkün değildir; zaten, bütçesinin küçüklüğü de,
bazı hizmetleri etkin bir şekilde yapmasına imkân veremeyecektir.
Çeşitli konuşmacı arkadaşlarım, şu anda, Meclis
komisyonlarında veya Genel Kurulda bekleyen Çevre Bakanlığıyla ilgili yasa
tasarısı ve tekliflerine değindiler. Zamanım çok kısa olduğu için, bunlara uzun
uzun değinmek istemiyorum; ama, bunların bir an önce çıkmasında, sizlerin
yardımlarını beklediğimi ifade etmek istiyorum; çünkü, Çevre Bakanlığı, şu andaki yapılanmasıyla etkili
olamamaktadır, yetkileri yeterli olmadığı için etkisi de çok sınırlı
kalmaktadır. O bakımdan şu anda komisyonlarda bekleyen kanun tasarı ve
teklifleri, Bakanlığı biraz daha etkili hale getirebilecek düzenlemelere
sahiptir.
Değerli arkadaşlarım, konuşmacılardan Azmi Ateş arkadaşım,
Plan ve Bütçe Komisyonundaki müzakereler esnasında İstanbul'daki çevre
sorunlarına yaptığım atıflardan son derece alınmış olduğunu ifade etti ve bunu
böyle anladım. İstanbul'daki çevre sorunlarıyla ilgili söylediklerimin tamamı
doğrudur. Şöyle ki; İstanbul'da şu anda hiçbir arıtma tesisi yoktur.
İstanbul'daki arıtma tesisleri fiziksel arıtmadır, önarıtmadır. Bizim arıtma
tesisi dediğimiz husus bu değildir arkadaşlar, biyolojik arıtma gereklidir.
Biyolojik arıtma konusunda ilk defa Tuzlayık'ta yapılmak üzere bir teşebbüs
başlamıştır; ama, şu ana kadar İstanbul'da bir tek arıtma tesisi yapılmamıştır,
bu bir.
İkincisi, İstanbul'daki çöp depone alanlarına gelince:
Orada da, aziz kardeşimin söyledikleri yine doğru değildir. Ümraniye çöplüğü,
kesinlikle üzerine sadece toprak dökülerek ve -çok az- bazı tedbirler alınarak
yapılmıştır, rehabilite edilmemiştir.
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Alakası yok Sayın
Bakan.
ÇEVRE BAKANI İMREN AYKUT (Devamla) – Hayır edilmemiştir
efendim.
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Bizzat ben imzaladım
Sayın Bakan.
ÇEVRE BAKANI İMREN AYKUT (Devamla) – Hayır
edilmemiştir... Hayır edilmemiştir efendim...
Bilmeden konuşmayın... Benim rehabilitasyon dediğim şey
başkadır, sizin rehabilitasyon dediğiniz şey ise başkadır. Bunu ifade etmek
istiyorum.
AZMİ ATEŞ (İstanbul) – Ben kimya yüksek mühendisiyim,
aynı zamanda doktoruyum.
ÇEVRE BAKANI İMREN AYKUT (Devamla) – Hayır...
Kemerburgaz...
Dip şeysi yapılmamıştır onun.
BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım, kürsüdeki hatibi dinleyeceğiz.
Şu andaki görevimiz bu. Eleştirilerimizi daha sonra yapabiliriz.
ÇEVRE BAKANI İMREN AYKUT (Devamla) – Arkadaşlar, elimde
İstanbul Belediyesinin raporu vardır. İsterseniz size o raporu da okuyayım ve
şu anda İstanbul çöplüklerinin ne biçim bir felaket şeklinde olduğunu ifade
edeyim.
BAŞKAN – Sayın Bakan, Genel Kurula hitaben konuşun
efendim.
ÇEVRE BAKANI İMREN AYKUT (Devamla) – Biz, yapılmasını
temenni ediyoruz, yapılmasını istiyoruz; onun için de bu yanlışları söylüyoruz.
Bunları söyleyelim ki, oradaki yetkililer bunun tedbirlerini alsınlar. Bu
sözlerimizde, o yetkililere yönelik bir artniyet yoktur; bu birincisi.
AZMİ ATEŞ (İstanbul) – Bir katkı var mı efendim, bir
katkınız var mı?
ÇEVRE BAKANI İMREN AYKUT (Devamla) – Yani, İstanbul
Belediye Başkanını eleştirmeyecek miyiz arkadaşlar? Çok rica ederim, elbette
eleştireceğim.
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Eleştireceksiniz; ama,
haklı olduğunuz hususta...
ÇEVRE BAKANI İMREN AYKUT (Devamla) – Ben Çevre
Bakanıyım, çevreyle ilgili olarak herkesi eleştiririm.
AZMİ ATEŞ (İstanbul) – Burada değil.
LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) – Olmaz öyle şey...
MUHAMMET POLAT (Aydın) – Eleştirmek için eleştirilmez
Sayın Bakanım. Niçin eleştirdiniz?..
ÇEVRE BAKANI İMREN AYKUT (Devamla) – Bakın, burada,
Kemerburgaz çöplüğündeki rezaleti de anlatırsam, sizin yüzünüzün kızarması
gerekir. (ANAP sıralarından alkışlar)
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – İhale edildi ve şu anda
yapılıyor.
ÇEVRE BAKANI İMREN AYKUT (Devamla) – Çöp sularını
oradan alıp, günde yirmi kamyonla, 360 bin ton çöp suyunun -içinde ağır
metaller, zehirleyici maddeler, bakteriler var, pislikler içerisinde- İstanbul
Belediyesinin Haliç'e döktüğünü gözlerimizle görmedik mi? Ben, bunu İstanbul İl
Müdürlüğüne tespit ettirmedim mi? O suyun tahlillerini yaptırmadım mı? Ee,
arkadaşlar... Yani, rica ederim.
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – İhale edildi...
AZMİ ATEŞ (İstanbul) – İhale edildi, çalışmalar devam
ediyor.
ÇEVRE BAKANI İMREN AYKUT (Devamla) – Dört seneden beri
yapılmadı; ben onu söylüyorum.
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Efendim, sıra vardı...
ÇEVRE BAKANI İMREN AYKUT (Devamla) – Yapılsaydı...
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Para verdiniz de,
yapmadık mı?!
ÇEVRE BAKANI İMREN AYKUT (Devamla) – Hayır, vardı
paranız. 150 trilyon bütçeniz olacak; benim de 8 trilyon bütçem olacak... Bir
akadaşım soru sormuş, diyor ki; "İstanbul Belediyesine nasıl yardım
edeceksiniz." Kardeşim, 150 trilyonluk bütçesi olan yere, 8 trilyonluk
bütçesi olan Bakanlık nasıl yardım edecek? (RP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım, siz oradan laf atmaya
devam ederseniz, kesintiler çoğalacak.
Sayın Bakanım, konuşmanızı tamamlayın efendim.
ÇEVRE BAKANI İMREN AYKUT (Devamla) – Efendim,
tamamlıyorum.
İstanbul'un, gerçekten korkunç derecede kirli olduğunu,
çok büyük çevre sorunlarıyla karşı karşıya olduğunu ifade ediyorum. Ben diyorum
ki, İstanbul Belediyemiz son derece büyük gelir kaynaklarına sahiptir, bu işi
halletsin. İstanbulluyu sağlıklı bir yaşama ortamına kavuştursun. Bunda ne
fenalık var? (RP sıralarından gürültüler)
MUHAMMET POLAT (Aydın) – Hava kirliliğinden ağaçlar
kurumaya başladı. Ne yaptınız?
BAŞKAN – Sayın Polat, size söz vermedim efendim.
MUHAMMET POLAT (Aydın) – Söz almadım efendim.
BAŞKAN – Söz almadan da burada konuşulmaz.
ÇEVRE BAKANI İMREN AYKUT (Devamla) – Değerli
arkadaşlar, biz, bütün belediyelere, hiç olmazsa, bilgi ve tecrübe aktararak
yardımcı olmaya çalışıyoruz. Bundan sonra da yardımcı olmaya çalışacağız.
Tabiî -zaman çok
kısıtlı olduğu için- çevre sorunları aslında, 5-10 dakikada konuşulacak gibi
değil. Zaman çok kısıtlı olduğundan burada sözlerimi bitiriyorum ve bütün
milletvekili arkadaşlarımın -çevreye gösterdikleri duyarlılık için- hepsine
şükranlarımı sunuyor, bütçemizin ülkemize, halkımıza ve vatanımıza hayırlı,
uğurlu olmasını diliyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Çevre Bakanı Sayın İmren Aykut'a teşekkür
ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, konuşma sırası, bütçenin
aleyhinde, Konya Milletvekili Hüseyin Arı'da.
Buyurun Sayın Arı.
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan, bir şey arz
edebilir miyim?
BAŞKAN – Efendim, ben, §hatibi davet ettim; konuşma
bitince...
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan, davet etmeden
önce ayağa kalktım, bir hatırlatmada bulundum. Lütfen... Herhalde buradan
söylenecek bir söz var. Mümkün mü efendim?..
BAŞKAN – Buyurun, dinliyorum.
AZMİ ATEŞ (İstanbul) - Sayın Başkan...
BAŞKAN – Hayır efendim...
Sayın Kapusuz, Grup adına bir şey söylüyorsunuz diye
söz verdim. Yani, Meclisin yönetiminde grup yöneticileri Başkanlığa yardımcı
olurlar. Yardımınız olur diye size söz verdim.
Buyurun nedir?..
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan, Değerli Bakan,
biraz önce Grup sözcümüzün söylemiş olduğu hususları değiştirerek takdim
etmiştir. Orada yapılan çalışmaların belirli kademeleri ve uygulamaları söz
konusudur. Mesela: Ataköy'deki biyolojik enerji, biyolojik arıtma, tatbikatta,
fiilen hizmet vermiş olmasına rağmen, hiç olmadığından bahsedilmiştir. Yani,
Grubumuzun adına konuşma yapan arkadaşımız, doğruları orta yere koymuştur.
Sayın Bakana, galiba, eksik bilgi verildiği için farklı şeyleri ifade etmiştir.
Zabıtlara geçmesi açısından arz ediyorum efendim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kapusuz; onu, biraz
sonra buraya davet ettiğim arkadaşınız da ifade edebilirdi; gerçekler zaten
ortaya çıkar.
SALİH KAPUSUZ
(Kayseri) – Farklı şeyler efendim, onlar, Grup adına konuşulmuştur.
Sayın Hüseyin Arı, buyurun efendim. (RP sıralarından
alkışlar)
Sayın Arı, konuşma süreniz 10 dakikadır.
HÜSEYİN ARI (Konya) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli
üyeleri; görüşülmekte olan Millî Savunma Bakanlığı bütçesi üzerinde kişisel
görüşlerimi arz etmek üzere huzurlarınızdayım, hepinizi saygı ve hürmetle
selamlıyorum.
“Ufukta tehlike görüyorum; ordunun siyasete karışması
işi artık bitmelidir. Asker kışlaya, siyasetçi siyaset sahnesine dönmezse her
şey mahvolur. Halbuki, bizimkiler...”
İHSAN ÇABUK (Ordu) – Bu da nereden çıktı yahu!.. (RP
sıralarından "dinle, dinle" sesleri)
HÜSEYİN ARI (Konya) –
“Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal, 1908 Selanik...”
Değerli arkadaşlarım, bunlar, Atatürk'ün Balkan Harbi
öncesi yapmış olduğu bir değerlendirmesidir.
Malumlarınız, o tarihlerde İttihat ve Terakki diye bir
parti sahneye çıkıyor, gerek Osmanlı aydınları arasında ve gerekse Osmanlı
ordusunun komuta kademesindeki subay ve komutanları arasında fikir ayrılıkları
had safhaya varıyor. Komutan ve subaylar, ittihatçı ve padişahçı olarak ikiye
ayrılıyorlar. Tabiî ki, bilhassa ordu içerisindeki bu zıtlaşmalar Osmanlı
ordusunda zafiyet yaratmıştır. Bunu fırsat bilenler, başta Balkan devletleri
olmak üzere, Osmanlı Devletine saldırıya geçmişler, neticede -Osmanlı ordusu o
dönemde çok güçlü olmasına rağmen- bu çirkin siyasetin bedelini Balkan ve
Ortadoğu cephelerinde acı bir mağlubiyetle milletçe ödedik. Birbuçuk yıl süren
Balkan Harbi, maalesef, 900 kilometrekare toprak kaybımıza neden olmuştur.
Mustafa Kemal, Balkan Harbinde, bizzat çeşitli
cephelerde görev alarak, ordu içerisindeki bu çirkin siyaseti ve bunun nelere
mal olduğunu acı bir şekilde yaşamıştır. Onun içindir ki, 1923 yılında yeni
Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurarken, o acı tarihî gerçeği yaşamış bir lider
olarak, orduya ve millete yayınladığı direktiflerle "ordumuz behemehal
siyasetin dışında tutulacaktır" diyerek belirtmişlerdir. Bugün, Atatürk'ün
bu direktifi aynen 211 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun 43
üncü maddesinde yer almaktadır.
Değerli arkadaşlarım, işte, bedeli bu kadar ağır olan
tarihî bir gerçek ve bir tarihî gerçekten ders çıkaran bir büyük lider ve O'nun
bu konuda bizlere bıraktığı temel ilkelerinden birisi.
Biz ne yapmışız Atatürk'ün bu temel ilkesi karşısında;
aynen diğer ilkelerini çiğnediğimiz gibi, bu ilkesini de, âdeta yok farz
etmişiz. Nasıl mı; 1960 ihtilaliyle, ordumuzu, kışlasından çıkararak, günlük
siyaset sahnesine sokarak. İşin garibi, 37 yıldan beri de bu düzeltilmemiş ve
baskılar ile demokrasiyi bir arada yaşatmaya çalışmışız. Maalesef, 1961
Anayasasıyla, sistemde yapılan temel bir hatadan dolayı, 37 yıldan beri,
ülkemiz, tam demokrasiye kavuşamamıştır. İnsan haklarını hiçe saymak ile
demokrasi taban tabana zıt iki kavram olduğuna göre, ikisinin bir arada
yaşaması, demokrasinin ruhuna aykırıdır. O halde, 1960'tan beri, ülkemizde,
demokrasi, rayına oturtulamamıştır. Bizim söylemek istediğimiz budur. Tabiî,
1960'ta yapılan temel bir yanlışlıkla, Atatürk'ün diğer bütün ilkelerini ve
dolayısıyla, cumhuriyetin de temel ilkeleri çiğnenmektedir. Örneğin
"Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir" bugün, bu ilkeye uyulduğunu
söylemek çok güç. "Millî bağımsızlık benim karakterimdir." Peki,
Türkiye, bugün, bağımsız bir ülke gibi mi davranmaktadır? Ayrıca, 80 milyar
dolar dışborçla, ekonomik yönden bağımsız olunmaz.
Değerli arkadaşlarım, temel yanlışlık nasıl yapılmış,
onun üzerinde durmak istiyorum. Modern, çağdaş ve hukukun üstünlüğünü esas alan
demokratik sistemlerde, sistemin bütün kurumları, sistemin içerisinde ve siyasî
gücün emrindedir, Anayasamız da bunu amirdir. İkincisi, sistemin bütün
kurumlarının işlevleri açıktır ve denetlenebilir; halbuki, tatbikat nasıl?..
Değerli arkadaşlarım, bugün, Batı modeli dediğimiz ve
Atatürk'ün de hedef olarak gösterdiği modern, çağdaş ve hukukun üstünlüğünü
içeren demokratik sistemlerin olmazsa olmaz olarak değerlendirilen ve uygulanan
bu vazgeçilmez temel demokrasi kuralları, maalesef, bizde, 37 yıldan beri tam
olarak uygulanmadığından, sistemimiz tıkalı; dolayısıyla, demokrasimiz de
sancılıdır. Bunun içindir ki, başa geçen hükümetler, bu Aristo mantığı
demokrasi uygulaması yüzünden kısa ömürlü olmakta ve programlarını uygulama
fırsatı bulamadan, işbaşından uzaklaştırılmaktadırlar. Ayrıca, 1960'tan sonra
çıkarılan son birtakım kanunlar ve düzenlemelerle, âdeta, sistemdeki bu temel
yanlışlık, pekiştirilmiştir.
Bir idarenin başarısı, asker ve sivillerin demokratik
düzen içerisinde ahenkli çalışmasına bağlıdır. Dolayısıyla, bu eşgüdüm
noksanlığı, ister istemez, demokrasilerde, hiç de arzu edilmeyen yanlış
neticeler doğurmaktadır. Yani, askerler ile siyasîlerin, demokrasilerde,
barışta ve savaşta çok yakın koordine içerisinde olmaları gerekmektedir;
demokrasinin zorunlu bir gereğidir.
Meydana gelebilecek bir siyasî otorite zafiyeti,
Parlamentoya kadar sirayet ederek, demokratik parlamenter sistemi, maalesef,
temelinden yaralamaktadır. Demokratik parlamenter sistemdeki bu siyasî otorite
zafiyeti, sistemin bütün kurumlarını etkileyerek, âdeta, kangrene sebep
olmaktadır. Bu nedenle, Batı modeli bu parlamenter çoğulcu demokratik sistem,
aynen Batı'da olduğu gibi ülke insanlarının tamamını kucaklayacağı, onlara
hizmet götüreceği yerde, maalesef, bizdeki uygulamasındaki gibi azınlığın
menfaatlarını koruyan bir hal almaktadır. Tatbikattaki bu yanlışlıktan,
yıllardan beri, bu ülkeyi sömürenler, rantiyeciler, kumarbazlar, hırsızlar ve
vurguncular istifade etmektedirler. Yine bu temel yanlışlıktan dolayı, bu
uygulama, devlet içerisinde çetelerin türemesine zemin hazırlamaktadır.
Onun içindir ki, biz, bu yarı demokrasi uygulamasıyla
hiçbir yere varamayız. Nitekim, bugün, bu uygulamanın ürettiği güdümlü bir
Hükümetin yanlış icraatları, önce, ülke içerisinde ekonomiyi altüst etti,
halkı, fakrü zaruretle karşı karşıya getirerek, huzur ortamını yok etti. Bunun
dışa yansıması ise, daha da acı oldu: 40 yıldır eşiğinde beklediğimiz Avrupa
Birliğinden kovulduk, yine, bu yanlışlarda ısrar ettiğimizden, İslam âleminden
de tecrit edildik. Zaten, 80 milyar dolar dışborçla, ekonomik yönden bağımlı
haldeyiz. Ekonomik bağımlılık, siyasî bağımlılığı da beraberinde getirdiğinden,
bugün, dışpolitikada bir hezimet yaşamaktayız. Yeni arayışlarda tek mecburi
istikamet kaldı, o da, IMF kanalıyla uluslararası sermayeye ülkeyi teslim
etmek. Böylece, Atatürk'ün "millî bağımsızlık benim karakterimdir"
ilkesinin de çok başarılı bir şekilde halledilmiş olduğunu görüyoruz(!) Sahte
Atatürkçülerin bu başarılarını kutluyorum(!) (RP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, biz, maalesef, çoğulcu demokratik
parlamenter sisteme geçemedik; onun nasıl bir sistem olduğunu, uygulamalarla bu
ülke insanlarına yaşatamadık. Bu böyle olmasına rağmen, Sayın Cumhurbaşkanımız,
Başkanlık sistemi gibi, yeni bir sistemi ortaya attı. Ben diyorum ki: Bu Yüce
Parlamentonun değerli üyeleri olarak, elbirliğiyle demokrasi tatbikatımızdaki
yanlışlığı, daha fazla vakit geçirmeden, düzelterek sistemin önünü açalım ve
demokrasinin tüm kurum ve kurallarının işlemesini temin edelim. Böylece, temiz
siyaset yapabileceğimiz ve hukukun üstünlüğünü esas alan demokratik zemini
oluşturarak, ülkemize ve onun onurlu insanlarına hizmet yarışında siyasî
partiler olarak faaliyetlerimizi sürdürelim. Böylece, hiçbir siyasî parti de,
birtakım Parlamentodışı güçlerden medet beklemesin. İktidar olmak için tek
güvenilecek ve gidilecek yerin, halkın iradesi olduğunu bilsinler. (RP
sıralarından alkışlar) Böylece, dünyanın hiçbir ülkesinde bir benzeri olmayan
Aristo mantıklı bu güdümlü demokrasi uygulamasına da son verelim. Dolayısıyla
sistemin önü açıldığında, millî iradeye dayalı hükümetler işbaşına
geleceğinden, daha uzun ömürlü hükümetlerle dört veya beş yıllık programların
uygulama fırsatları doğacaktır. Bunda da, ülkemiz ve ülke insanları fayda
sağlayacaktır. Aynı zamanda, otuzyedi yıldan beri günlük siyasetin içerisinde
yıpranan ordumuz da, Atatürk'ün emrettiği gibi, kışlasına çekilerek, aslî
görevi olan yurt savunmasında daha da güçlenecek ve böylece Atatürk'ün direktif
ve ilkesi de yerine gelmiş olacaktır.
Sayın Millî Savunma Bakanımız ve onun değerli karargâh
personelinden birkaç istirhamım olacak. Bizim gibi bir coğrafyaya sahip olan
bir milletin, teknolojik silah ve malzemeyle donatılmış, üstün eğitimli...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Arı, konuşmanızı tamamlayın efendim.
HÜSEYİN ARI (Devamla) – Sağ olun efendim.
...süper bir orduya sahip olmasını, âdeta mecbur
bırakıyor. Coğrafyamızın bu emrini yerine getirmemiz, bu devletin bekası ve
aynı zamanda bölgede barışın ve istikrarın temini için zorunludur. Bu gerçek
karşısında, bütün bütçe imkânlarını zorlayarak, yurtiçi ve yurtdışı kaynakları
harekete geçirerek, teknolojik üstünlüğü sağlayabiliriz. Bundan daha önemlisi,
çağın gerçeklerine ve yeni harp konseptlerine uygun eğitim üstünlüğünü daima
birinci planda tutmalıyız; çünkü "savaşta en güçlü silah, eğitilmiş,
inançlı askerdir" sözüne sadık kalarak, Mehmetçik'in eğitiminde manevî
değerlere çok önem vermeliyiz.
Burada Bakanlığa da önemli bir görev düşmektedir; o da,
Silahlı Kuvvetlerimizi idarî hizmetlerden mümkün olduğunca uzak tutarak, onun
eğitimle meşgul olmasını temin etmeliyiz. Bu çerçevede, bu işe, öncelikle
mutfak hizmetlerinden başlamalı, bu
hizmetleri özelleştirerek, aynen NATO standartlarındaki benzer
uygulamalara geçmeliyiz; yoksa, her geçen gün, subayın, assubayın ve
Mehmetçik'in eğitim saatlerini azaltmış oluruz; onları, bir an evvel, mutfak
nöbetlerinden ve hizmetlerinden kurtarmalıyız. Bu uygulamayı eğitim
merkezlerinden birinde başlatarak, pilot bir bölgede denemenin uygulanmasını
uygun mütalaa etmekteyim.
Bu duygu ve düşüncelerle, Millî Savunma Bakanlığı
bütçemizin, öncelikle Silahlı Kuvvetlerimize, sonra bütün ülkemize hayırlı ve
uğurlu olmasını diler; hepinizi hürmetle selamlarım. (RP, ANAP ve DYP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Bütçe aleyhinde konuşan Konya Milletvekili
Sayın Hüseyin Arı'ya teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, şimdi, sorularla ilgili
işlemlere sıra gelmiş bulunuyor.
Değerli arkadaşlarım, bildiğiniz gibi, sorular 20
dakika sürüyor.
Divan Üyesi arkadaşımın soruları yerinden okuyabilmesi
hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Onüçüncü turun ilk sorusu, Afyon Milletvekili Sayın
Osman Hazer tarafından yöneltilmiştir.
Sayın Hazer burada mı efendim? Burada.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun Millî Savunma Bakanı Sayın İsmet
Sezgin tarafından cevaplandırılmasına delaletlerinizi saygıyla arz ederim.
Osman
Hazer
Afyon
Şehit ailelerine yapılan yardımların artırılması
hususunda bir çalışmanız var mıdır?
BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun.
MİLLî SAVUNMA BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI İSMET
SEZGİN (Aydın) – Sayın Başkanım,
teşekkür ederim.
Bakanlığımız, şehit ailelerine yapılan yardımların
artırılması konusunda hazırlamış olduğu kanun tasarısını Meclise sunmuş
bulunmaktadır. Bu, tazminat oranını, yüzde 60'dan yüzde 100 oranına
çıkarmaktadır.
Ayrıca, vücut fonksiyonlarını büyük ölçüde kaybedip
ihtiyacı olan hareketleri yapamayacak durumda olanların tazminat oranı da yüzde
100 oranında artırılmaktadır.
Bunun dışında, 5434 sayılı Emekli Sandığı Yasası ile
3480 sayılı Kanunla ilgili tütün ve alkol ürünlerinden, şehitlerin dul ve
yetimlerine verilen payların büyük ölçüde artırılması hakkında hazırlanmış
bulunan kanun tasarımızı da Yüce Meclise sevk etmiş bulunmaktayız.
Arz ederim Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan; soru
cevaplandırılmıştır.
2 nci soru, Kırıkkale Milletvekili Sayın Hacı Filiz'in.
Sayın Filiz?.. Burada.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Sayın Başkanım, aracılığınızla Millî Savunma Bakanına
aşağıdaki sorumu sormak istiyorum.
Sayın Bakanım, Kırıkkale İlinde 3 Temmuz 1997 Perşembe
günü Makine Kimya Endüstrisi Kurumuna ait mühimmat fabrikasında meydana gelen
patlama sonucu fabrika tamamıyla yok olmuştur.
Mühimmat üreten, uçak bombaları üreten bu fabrikanın
acilen kurulması, hem ordumuz açısından hem de Kırıkkale açısından çok
önemlidir. Yalnızca, Makine Kimya
Endüstrisinin bu fabrikayı acilen kurması çok zor. Savunma Sanayiinin yapacağı
maddî destekle, mühimmat fabrikasının dolum tesisleri kurulabilir. Bu konuda
çalışmalar var mı? Varsa, ne aşamadadır?
Hacı
Filiz
Kırıkkale
BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI İSMET
SEZGİN (Aydın) – Sayın Başkanım, Savunma Sanayii Müsteşarlığı, kuruluşundan
bugüne kadar, Makine Kimya Endüstrisiyle çok yakın bir işbirliği ilişkisi
içerisinde bulunmuştur. Savunma Sanayii Müsteşarlığımızca Makine Kimya
Endüstrisi Kurumuna verilen projelerle, Makine Kimya'nın Kırıkkale mühimmat
fabrikasındaki noksanlıklarının giderilmesine çalışılmaktadır. Bunlar, tabanca
mermisi üretim hattının modernizasyonu; ayrıca, 5,56 piyade tüfeği imalatı ile bu
tüfeklerin mermileri de Makine Kimya Endüstrisi tesislerimizde üretilecektir.
Ayrıca, Bakanlığımın dışında, Sanayi Bakanlığı da,
gene, Savunma Sanayii Müsteşarlığı ve Millî Savunma Bakanlığının da
gayretleriyle, Kırıkkale'de yanan tesislerimizin çok daha modernini, çok daha
mükemmelini, çok daha ilerisini ve bir daha bir felakete duçar olmayacak bir
ölçü ve biçimde yapmaya kararlıdır.
Arz ederim Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Soru cevaplandırılmıştır.
Sırada, Sinop Milletvekili Sayın Kadir Bozkurt'un
sorusu var.
Sayın Bozkurt?.. Burada.
Sorusunu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun, Sayın Millî Savunma Bakanı
tarafından cevaplandırılmasını arz ederim.
Kadir
Bozkurt
Sinop
Soru: Bilindiği gibi, Sinop askerî radarı, 1992 yılında
Amerikan yönetiminin almış olduğu karar gereğince işlevini kaybetmiştir;
Ayancık radarı da başka yere taşınmaktadır. Bu tesislerin, Türk Silahlı
Kuvvetlerinin yabancı dil okulları veya bunlara benzer birlikler için
kullanılması yönünde bir planlamanız var mıdır? Çünkü, Sinop İli, 1997 yılı
sayımlarında 46 bin göç vermiştir. Ekonomik yönden çöken Sinop ve Ayancık'ta
kurulacak birlikler, ekonomiyi canlandıracaktır.
BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI İSMET
SEZGİN (Aydın) – Sayın Başkanım, Sayın Bozkurt'un ifade ettiği, Sinop'ta adı
geçen tesislerin yüzde 30'u boşaltılmıştır; yüzde 70'i de, şu anda
kullanılmaktadır; ama, ümit ve temenni ediyoruz ki, Sinop'ta, böylesine bir
mekânın daha elverişli bir şekilde kullanılması için, Bakan olarak ben ve
arkadaşlarım, gerekli her türlü araştırmayı yapacağız.
Arz ederim.
BAŞKAN – Soru cevaplandırılmıştır. Teşekkür ederim
Sayın Bakan.
4 üncü sırada, Kocaeli Milletvekili Sayın Bekir
Yurdagül'ün sorusu vardır.
Sayın Yurdagül?.. Burada.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın, Sayın Millî Savunma Bakanı
tarafından cevaplandırılması için gereğini arz ederim.
Bekir
Yurdagül
Kocaeli
1. Türk Silahlı Kuvvetlerinde aynı işi yapan ve aynı
mevzuata tabi tüm sivil memurlara, eşit özlük hakları verilmesi doğrultusunda
çalışmanız var mı?
2. Bu kapsamda,
ek özel hizmet tazminatının tüm sivil memurlara ödenmesi için, halen, neden
bekleniyor? Daha önce çıkarıldığı gibi, kanun hükmünde kararname çıkarılması
düşünülüyor mu?
3. Millî savunma işkolunda düne kadar işçilerin gördüğü
işler ve meslek kolları, genelgelerle değiştirilerek, işçi kadroları memura
dönüştürülmektedir. Örneğin, elektrikçi, marangoz, şoför, aşçı, boyacı, ağır
silah tamircisi, motorcu, kaportacı gibi... Bundan amaçlanan, sendikal örgütten
kaçış, ucuz insan çalıştırmak değilse, memurlaştırmaktan amaç nedir?
4. Millî savunma işkolunda, yukarıdaki soruda da
belirttiğim gibi, sendikalı işçiler ile 657 sayılı Yasaya tabi sivil memurlar,
aynı ya da benzeri işleri yapmasına karşın, hazırlanan kamu görevlileri
sendikaları kanun taslağında, kapsam dışı tutulmuşlardır. Bizim de kabul
ettiğimiz 98 sayılı ILO Sözleşmesine aykırı bu ayrıcalıkta neden ısrar
edilmektedir?
Ülkemizdeki birçok yeniliğin ve gelişmenin öncüsü Türk
Silahlı Kuvvetlerinin, demokrasinin en önemli unsuru örgütlü toplumu oluşturan
sendikalaşma çabalarına karşı çıkmayacağını umuyoruz. Bakanlık olarak bu konuda
ne düşünüyorsunuz?
BAŞKAN – Sayın Bakan...
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI İSMET
SEZGİN (Aydın) – Sayın Başkanım, Sayın Yurdagül'ün soruları, sizin de tahmin
ettiğiniz gibi, çok teknik konulardır; yazlı cevap vermeme, izninizi rica
ediyorum.
BAŞKAN – Estağfurullah. Soru yazılı olarak
cevaplandırılacaktır.
5 inci sırada, Afyon Milletvekili Sayın Osman Hazer'in
sorusu bulunmaktadır.
Sayın Osman Hazer?.. Burada.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımı Millî Savunma Bakanı Sayın İsmet
Sezgin tarafından cevaplandırılmasına delaletlerinizi, saygıyla arz ederim.
Osman
Hazer
Afyon
1. Tanker uçak alımında, bugüne kadar kaç adet uçak
tankeri alınmıştır?
2. Türkiye'ye toplam maliyeti ne olmuştur? İlk alınan
tanker uçak, şu anda kullanılabilir durumda mıdır?
BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI VE MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
SEZGİN (Aydın) – Sayın Başkanım, bugüne kadar 3 uçak alınmış ve Türk Silahlı
Kuvvetleri envanterine girmiş olup, kalan 4 uçak da, 1998 yılında, Türkiye'ye
devredilecektir. Halen, bunların modernizasyon işlemleri devam etmektedir.
İkinci sorusunu arz ediyorum: Uçakların ülkemize
maliyeti 298 milyon dolardır. Türkiye'ye transfer edilen uçaklar, 19 Aralıkta,
Hava Kuvvetleri Komutanlığına devredilmiştir. Bu arada, kullanılan 2 adet
tanker uçağı da, Amerika Birleşik Devletlerine iade edilmiştir.
BAŞKAN – Soru cevaplandırılmıştır.
6 ncı sırada, Bolu Milletvekili Sayın Mustafa
Yünlüoğlu'nun sorusu bulunmaktadır.
Sayın Yünlüoğlu?.. Burada.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Çevre Bakanımız tarafından
cevaplandırılmasını arz ederim.
Mustafa
Yünlüoğlu
Bolu
Çevre yönünden ülkemizin en güzel yöresi olan Bolumuzdaki
Abant, Gölcük ve Yedigöller gibi göllerimizde, millî parklarımızın kirlenmesini
önlemek için ne gibi tedbirler düşünüyorsunuz?
BAŞKAN – Sayın Bakan, buyurun.
ÇEVRE BAKANI İMREN AYKUT (Adana) – Efendim,
burası, millî park olduğu için, burada Orman Bakanlığı yetkili ve sorumludur;
şikâyetlere göre, Çevre Bakanlığı müdahil olmaktadır. Orman Bakanlığı, Millî
Parklar Av ve Yaban Hayatı Koruma Genel
Müdürlüğü tarafından buradaki gelişmeler takip edilmektedir.
BAŞKAN – Soru cevaplanmıştır.
7 nci sırada, Bolu Milletvekili Sayın Mustafa
Yünlüoğlu'nun sorusu bulunmaktadır.
Sayın Mustafa Yünlüoğlu?.. Burada.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sayın Millî Savunma Bakanımız
tarafından cevaplandırılmasını arz ederim.
Mustafa
Yünlüoğlu
Bolu
Sorularım:
1. 1990'dan beri, Yüksek Askerî Şûra kararlarıyla,
ordumuzdan atılan subay ve assubayların adedi ne kadardır?
2. Yüksek Askerî Şûra kararları, ne zaman yargı
denetimine tabi tutulacak? Bu haliyle, bu kararları, evrensel demokrasi
açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
3. İrticacı diye ordumuzdan atılan bu insanlara kamu
kuruluşlarında vazife verilmemesi hususundaki baskıyı nasıl
değerlendiriyorsunuz?
BAŞKAN – Sayın Bakan?..
BAŞBAKAN YARDIMCISI VE MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
SEZGİN (Aydın) – Yazılı olarak cevap arz edeceğim Sayın Başkan.
BAŞKAN – Soru yazılı olarak cevaplandırılacaktır.
8 inci sırada, Afyon Milletvekili Sayın Osman Hazer'in
sorusu bulunmaktadır.
Sayın Osman Hazer?.. Burada.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın, Çevre Bakanı Sayın İmren Aykut
tarafından cevaplandırılmasına delaletlerinizi saygıyla arz ederim.
Osman
Hazer
Afyon
1. İlimizde çevre il müdürlüğünün kurulması yönünde bir
çalışma var mı?
2. İlimiz sınırları içerisinde birçok kuş türüne tabi
yuva konumunda olan Eber Gölü bulunmaktadır. Son yıllarda, birçok çevre
problemi nedeniyle, Eber Gölünün kirlendiği ve kuş türlerinin azlığı
gözlenmektedir. Eber Gölünün temizlenmesi yönünde bir projeniz var mı? Varsa
uygulamaya konuldu mu?
BAŞKAN – Sayın Bakan?..
ÇEVRE BAKANI İMREN AYKUT (Adana) – Efendim, Afyon
İlinde, il müdürlüğünün kurulabilmesi için, şu anda Meclis gündeminde bulunan,
190 sayılı kadro ihdasıyla ilgili yasanın geçmesi gerekiyor. O geçtiği takdirde
-şu anda, halen 46 vilayetimizin hiçbirisinde çevre il müdürlüğümüz yok-
hepsinde çevre il müdürlükleri kurulacak. Onu bekliyoruz; konu gündemde.
Eber Gölüne gelince, bu konuda, gerçekten ciddî
çalışmalar var. Eber Gölünü önemli ölçüde kirleten alkaloit fabrikasına arıtım
tesisi yaptırılmıştır. Afyon İlinin atık sularını arıtacak arıtım tesisi
tamamlanmıştır. Şehiriçi kanalizasyon şebekesi tamamlandığı takdirde Eber
Gölünün kirlenmesi önemli ölçüde ortadan kalkacaktır.
BAŞKAN – Soru cevaplandırılmıştır.
9 uncu sırada, Kilis Miletvekili Sayın Mustafa Kemal
Ateş'in sorusu bulunmaktadır.
Sayın Mustafa Kemal Ateş burada mı? Yok.
10 uncu sırada, Bolu Milletvekili Sayın Feti Görür'ün
sorusu bulunmaktadır.
Sayın Feti Görür burada mı? Burada.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın, ilgili bakan tarafından
cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.
Feti
Görür
Bolu
Sorular:
1. Kuruluşundan bugüne kadar, F-16 Uçak Yapımı Projesi
için kaç milyar dolar harcanmıştır? Kaç adet F-16 uçak imal edilmiştir?
2. Hangi ülkelere F-16 uçağı ihraç ettik?
3. 1 F-16 uçağının Türkiye'ye maliyeti nedir?
4. 1 F-16 uçağının ithal fiyatı nedir?
Saygılarımla.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan.
BAŞBAKAN YARDIMCISI VE MİLLî SAVUNMA BAKANI İSMET
SEZGİN (Aydın) – Sayın Başkanım, birinci paket olarak F-16 Projesinin maliyeti,
160 F-16 için 4,2 milyar dolardır. İkinci paket olarak F-16 Projesinin maliyeti
ise 80 uçak için 2,4 milyar dolardır. Bugüne kadar birinci paket tamamlanmış,
Mısır'a 46 adet üretilmiş; ikinci paketin büyük bölümü bitmiştir. Ayda 2 uçak
üretilmektedir. 1 uçağın maliyeti yaklaşık 18 milyon dolardır.
BAŞKAN – Soru cevaplandırılmıştır.
11 inci sırada, Bolu Milletvekili Sayın Feti Görür'ün
sorusu bulunmaktadır.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın, ilgili bakan tarafından,
aracılığınızla cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.
Feti
Görür
Bolu
Sorular:
1. F-4 uçak modernizasyonu ihalesi hangi şartlarda,
nasıl yapıldı?
2. Bu uçakların imalatçısı olan Amerikan firması, bu
ihaleye neden girmedi?
3. İhale şartnanesine uygun olarak kaç adet F-4
modernize edildi ve nerede modernize edildi?
4. Bu modernizasyon için Türkiye kaç dolar ödedi?
BAŞKAN – Sayın Millî Savunma Bakanı...
BAŞBAKAN YARDIMCISI VE MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
SEZGİN (Aydın) – Sayın Başkanım, bu kadar kapsamlı sorulara bu kadar kısa
zamanda cevap vermem mümkün değil, yazılı olarak cevap vereceğim.
BAŞKAN – Sorular yazılı olarak cevaplandırılacaktır.
12 nci sırada, Konya Milletvekili Sayın Hüseyin Arı'nın
sorusu bulunmaktadır.
Sayın Arı?.. Burada.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun, delaletinizle, Sayın Millî Savunma
Bakanınca cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.
Hüseyin
Arı
Konya
Soru:
Sayın Bakanım, Türk Silahlı Kuvvetlerinde harbe
hazırlık eğitimi çok büyük önem arz etmektedir. Bu nedenle, ordumuzu NATO
ülkelerinin ordularında olduğu gibi, mümkün olduğunca, lojistik ve idarî
hizmetlerden uzak tutarak, onun eğitimle meşgul olması Bakanlığınızın en önemli
görevidir. Bu çerçevede, mutfakların özelleştirilmesi için bir çalışma
başlatacak mısınız?
BAŞKAN – Sayın Millî Savunma Bakanı; buyurun efendim.
BAŞBAKAN YARDIMCISI VE MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
SEZGİN (Aydın) – Sayın Başkanım, bu konudaki çalışmalar ve deneme uygulamaları
devam etmektedir.
BAŞKAN – Soru cevaplandırılmıştır.
13 üncü sırada, Trabzon Milletvekili Sayın Kemalettin
Göktaş'ın sorusu bulunmaktadır.
Sayın Göktaş?.. Yok.
14 üncü sırada da, Sayın Kemalettin Göktaş'ın sorusu
var...
15 inci sırada, Van Milletvekili Sayın Şaban Şevli'nin
sorusu bulunmaktadır.
Sayın Şevli?.. Burada.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın ilgili Bakanca
cevaplandırılmasına delaletlerinizi arz ederim.
Şaban
Şevli
Van
1. Deniz Kuvvetlerimizce, Amerika Birleşik
Devletlerinden alınan Knox ve Perry sınıfı gemilerin personel, eğitim, bakım,
tutum, lojistik destek ve benzeri hizmetlerin Türkiye'ye maliyeti ne olmuştur?
2. Perry sınıfı gemi alımı için Amerika Birleşik
Devletlerine gönderilen ve gemilerin verilişi uzadığı için geri çekilen ve
sonra tekrar Amerika Birleşik Devletlerine gönderilen personel sayısı ve bunlar
için yapılan toplam gider ne kadardır?
3. Bu gemilerin alınmasıyla, Deniz Kuvvetlerimizin
modernleştirmesi kapsamında yeni yapılan inşaatlar ne ölçüde etkilemiştir?
BAŞKAN – Sayın Bakan?..
BAŞBAKAN YARDIMCISI VE MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET
SEZGİN (Aydın) – Yazılı cevap arz edeceğim Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Soru yazılı olarak cevaplandırılacaktır.
16 ncı sırada Gaziantep Milletvekili Sayın Bedri
İncetahtacı'nın sorusu bulunmaktadır.
Sayın İncetahtacı, Genel Kurul salonunda.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sualimin Çevre Bakanımızca
cevaplandırılmasını delaletinize arz ederim.
Bedri
İncetahtacı
Gaziantep
Büyük oranının personel giderlerine ayrılan 8,77
trilyonluk bütçenizin yeterli olmadığını siz de ifade ediyorsunuz.
Bütçedeki bu durumu, Hükümetimizin dünya görüşüne mi
bağlıyorsunuz? Bilemediğimiz başka sebepler var mı?
REFİK ARAS (İstanbul) – Böyle soru olmaz.
SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Artvin) – Sorunun ciddiyeti yok.
BAŞKAN – Ben, soruları daha önce inceleme fırsatı
bulmadım, bulamadım.
Sayın Bakan?..
SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Artvin) – Sayın Başkan böyle bir
soru okunmaz ; ciddiyeti yok.
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) – Sİze ne, size
ne?
BAŞKAN – Sayın Bakan, soru okundu, onun için,
cevaplandırıp cevaplandırmamakta mazursunuz. (Gürültüler)
ÇEVRE BAKANI İMREN AYKUT (Adana) – Efendim,
cevaplayabilirim.
Değerli
arkadaşlar, anladığım kadarıyla, Çevre Bakanlığını kuran Anavatan Hükümetidir;
bu bakanlığın kuruluşunun altında imzası olan kişiyim. Demek ki, bizim
felsefemiz, çevre konusunda duyarlı ve geleceğe yönelik bu çağdaş konuya çağdaş
yaklaşımdır. Ancak, ne var ki, bizden sonra bu bakanlık, hiçbir şekilde takviye
edilmemiş ve esas, layık olduğu ve
bugünkü dünya trentleri içinde alması gereken yere getirilmemiştir. Bugün 1998
için hazırlanan bütçe, bir enflasyon bütçesi olduğu için de bu bakanlığın
bütçesi yetersiz seviyede bırakılmıştır.
Elbette ki, ben de, büyük bir bütçeyle çalışmak
isterim. Bütçenin bu küçüklüğünden üzüntü duymuşumdur, doğru; ama, benim ümidim
bu sene bununla yetinmek, belki yıl içinde çeşitli fonlardan bazı
takviyeler almaktır ve gelecekte de, bu Bakanlığın, mutlak surette,
yeni bir yapılanmaya ihtiyacı vardır. Zaten, açık söyleyeyim; eğer, biz, bunu
yapmazsak, bize yaptıracaklar; çünkü, çevreyle ilgili taahhütlerimiz o kadar
geniştir ki, bunları yerine getirebilmek için, bu Bakanlığın, onları yerine
getirebilecek bir yapılanmaya kavuşturulması lazım; bunu da ifade etmek
istiyorum.
BAŞKAN – Soru cevaplandırılmıştır; teşekkür ederim
Sayın Bakan.
MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) – Sayın Başkanım,
Sayın Bakana, sualin ciddiyetini anlayarak, ciddî bir üslupla cevap verdiği
için kendisine teşekkür ediyorum. Arkadaşımız dinlemedi; ama...
BAŞKAN – Teşekkür ederim, anlaşıldı efendim; yani, soru
cevaplandırıldı.
ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın Başkan, süre doldu zaten.
BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım, sorular için ayrılmış
olan süre de böylece tamamlanmış oldu.
Şimdi, sırasıyla, onüçüncü turda yer alan bütçelerin
bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini, ayrı ayrı okutup, oylarınıza
sunacağım.
Millî Savunma Bakanlığı 1998 malî yılı bütçesinin
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
C) MİLLİ SAVUNMA BAKANLIĞI
1. — Millî
Savunma Bakanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi
A — C E T V E L İ
Program
Kodu Açıklama Lira
101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 136 896 500 000 000
BAŞKAN
— Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul
edilmiştir.
102 Millî Savunma Hizmetleri 1 253
366 700 000 000
BAŞKAN
— Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul
edilmiştir.
TOPLAM 1
390 263 200 000 000
BAŞKAN —
Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Millî Savunma Bakanlığı 1998 malî yılı bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir.
2. — Millî
Savunma Bakanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN — Millî Savunma Bakanlığı 1996 malî yılı
kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
Millî Savunma Bakanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı
A —
CETVELİ
Lira
— Genel Ödenek Toplamı : 383 246 119 380 000
— Toplam Harcama : 333 433 900 076 000
— İptal Edilen Ödenek : 50 072 416 015 000
— Ödenek Dışı Harcama : 917 550 393 000
— Ertesi Yıla Devreden Ödenek : 657 353 682 000
— Akreditif, taahhüt, art.ve dış proje kred. saklı tut.
ödenek : 44 699 883 811 000
BAŞKAN — (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Millî Savunma Bakanlığı 1996 malî yılı kesinhesabı
kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri,
Millî Savunma Bakanlığı 1998 malî yılı bütçesi ile 1996 malî yılı
kesinhesabı kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.
Çevre Bakanlığı 1998 malî yılı bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
D) ÇEVRE BAKANLIĞI
1. — Çevre
Bakanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi
A — C E T V E L İ
Program
Kodu Açıklama Lira
101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 1 525 000 000 000
BAŞKAN
— Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul
edilmiştir.
111 Çevre Hizmetlerinin Yürütülmesi 1 602 000
000 000
BAŞKAN
— Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul
edilmiştir.
900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan
Transferler 5 643 825 000 000
BAŞKAN
— Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul
edilmiştir.
TOPLAM 8
770 825 000 000
BAŞKAN — Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Çevre Bakanlığı 1998 malî yılı bütçesinin bölümleri
kabul edilmiştir.
2. — Çevre
Bakanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı
BAŞKAN — Çevre Bakanlığı 1996 mali yılı kesinhesabının
bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:
Çevre Bakanlığı 1996
Malî Yılı Kesinhesabı
A —
CETVELİ
L i
r a
— Genel Ödenek Toplamı : 4 799 865 200 000
— Toplam Harcama : 3 490 210 256 000
— İptal Edilen Ödenek : 1 323 241 021 000
— Ödenek Dışı Harcama : 13 586 077 000
BAŞKAN — (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Çevre Bakanlığı 1996 malî yılı kesinhesabı kabul
edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, Çevre Bakanlığı 1998 malî yılı
bütçesi ile 1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir
Böylece, Millî Savunma Bakanlığı ve Çevre Bakanlığının
1998 malî yılı bütçeleri ile 1996 malî yılı kesinhesapları kabul edilmiştir;
hayırlı uğurlu olmalarını temenni ediyorum.
Sayın milletvekilleri, onüçüncü tur görüşmeler ve bugünkü
program tamamlanmıştır.
Programda yer alan bütçe ve kesinhesapları görüşmek ve
1998 malî yılı bütçe kanunu tasarıları ile 1996 malî yılı kesinhesapları kanunu
tasarılarının oylanmamış maddelerini oylamak için, 24 Aralık 1997 Çarşamba günü
saat 10.00'da toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Kapanma Saati : 20.18
VI. — SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. — İzmir
Milletvekili Sabri Ergül’ün, personelin mal bildirimlerine ve Genel Kurul
Salonu ihalesindeki yolsuzluk iddialarına ilişkin sorusu ve TBMM Başkanı Hikmet
Çetin’in yazılı cevabı (7/3868)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın TBMMBaşkanınca yazılı olarak
yanıtlanması için gereğini saygıyla dilerim.
Sabri
Ergül
İzmir
1. 3628 sayılı “Mal Bildiriminde Bulunulması Rüşvet ve
Yolsuzluklarla Mücadele Yasası” gereğince;
Göreve başlama,
Görevden ayrılma,
0’lı ve 5’li yıllarda,
Mal varlığında önemli sayılacak değişikliklerde,
Mal Bildirimi ile ilgili incelemelerde ilgili makamca
istenildiğinde, verilmesi zorunlu bulunan Mal Bildirimleri;
TBMMGenel Sekreterince,
Genel Sekreter Yardımcılarınca,
TBMM’de görevli Daire Başkanı ve Müdürlerce,
Usulüne uygun olarak ve zamanında verilmiş ve yine bu
yasa gereğince bu mal bildirimlerinin “mukayesesi” yapılmış ve varsa mevcut
farklılıkların izahı ilgili personelden istenmiş midir?
TBMM Genel Sekreteri, Yardımcıları ve Daire
Müdürlerinin Taşıt Yasasına aykırı olarak kamu araçlarını ve kamu imkânlarını
kullandıkları; Genel Sekreterin “Maliye tahsis etti” diyerek lüks bir aracı
yasaya aykırı şekilde kullandığı doğru mudur?
2. TBMM Genel Kurul Salonunun yenilenmesi, tadili
inşaatının ve yeni halkla ilişkiler binasının ihalesi, yasalara ve Başkanlık
Divanı Kararlarına uygun yapılmış mıdır?
Bu konuda basına da yansıyan yolsuzluk iddiaları,
ihalenin usulsüz olduğunu ört-bas etme ve Sayıştay Raporunun, raporu verenin
oğlunun TBMM’de işe alınarak değiştirildiği iddiaları doğru mudur? Bu konudaki
rapor nedir?
3. Genel Kurul Salonunun “hakedişleri”nde inşaat
kalemi, poz birim fiyat, miktar ve diğer usulsüzlüklerin olduğu, sözleşmenin
müteahhit lehine uygulandığı, gecikme cezası kesilmediği iddiaları doğru mudur?
4. Geçen Başkanlık döneminde, biraz da Meclis
Başkanının hukuka, usullere ve teamüllere pek de uygun olmayan tutum ve
uygulamaları sonucu, TBMMGenel Sekreterine, Yardımcıları, Daire Başkanları ve
Müdürlere ve Koruma Emniyet Müdürüne geniş yetkiler verildiği ve TBMM’nin âdeta
seçilmişlere, Başkanlık Divanına değil de, atanmışlara, memurlara yönettirildiği
yaygın iddia ve şikâyetleri karşısında, TBMM’nin işleyişini, Anayasa ve
İçtüzüğe uygun olarak Başkanlık Divanı, Başkan, Başkanvekilleri, İdare Amirleri
ve Divan Kâtiplerine bırakmayı, memurları asli fonksiyonlarına döndürmeyi
düşünüyor musunuz?
Genel Sekreterin, Yardımcılarının, Daire Başkan ve
Müdürlerinin, Başkanlık Divanını, İdare Amirlerini “aşar”, başına buyruk
uygulamalarını ve tavırlarını önlemek için gereğini yapacak mısınız?
Başkanlığınızla birlikte, eskiden beri
milletvekillerinin yazılı ve sözlü yakınmalarına neden olan bu tür uygulamalar
sona erecek, TBMMher anlamda seçilmişlerin idarî yönetimine de girecek midir?
5. TBMM’de Genel Kurulun hür iradesiyle seçilmiş
Başkanlık Divanının, İdare Amiri ve Divan Kâtiplerinin TBMM’nin yasama ve idarî
çalışmalarında etkin olması ve TBMM’nin Anayasal görevlerini her anlamda
seçilmişler eliyle kararlaştırıp yürütmesi için gerekli önlemleri almayı ve
idarî düzenlemeleri seçilmişleri etkin kılacak şekilde yapmayı düşünüyor
musunuz?
6. TBMM’de aksayan idarî hizmetlerin, üyelerin yasama
görevlerini daha iyi yapabilmesi için şart olan idarî servis ve hizmetlerin
üyelere gereği gibi verilebilmesini sağlamak amacıyla ne gibi idarî
düzenlemeler yapmayı düşünüyorsunuz?
7. Daha etkin, verimli ve mevcut personelden azamî
ölçüde yararlanmayı öngören bir personel yönetimi ve politikası izlemeyi,
örneğin, 400’e yakın personeli olmasına rağmen 2 sayfa tercümeyi bile dışarda
para ödeyerek yapan, yaptıran, Dış İlişkiler Müdürlüğüne bir çeki düzen vermeyi
düşünüyor musunuz?
Türkiye Büyük
Millet Meclisi
Genel
Sekreterliği
Kanunlar ve
Kararlar Dairesi Başkanlığı 23.12.1997
KAN.
KAR. MD:
Sayı
:A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/3868-9447-24540
Sayın Sabri Ergül, İzmir
Milletvekili
İlgi :17.11.1997 tarihli yazılı soru önergeniz.
Personelin mal bildirimlerine ve Genel Kurul Salonu
ihalesindeki yolsuzluk iddialarına ilişkin önergenizde yeralan sorular aşağıda
cevaplandırılmıştır.
Bilgilerinizi rica ederim.
Saygılarımla.
Hikmet
Çetin
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı
Cevap 1. 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması,
Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanununun 6 ncı maddesi gereğince Türkiye
BüyükMillet Meclisi Genel Sekreterliği teşkilatında görev yapan tüm personelin
mal bildirimleri, göreve başlama, görevden ayrılma ve mal varlığındaki önemli
değişikliklerde ayrıca yine aynı Kanunun 7 nci maddesi gereğince de 0’lı ve
5’li yıllarda düzenli olarak alınmakta ve “Mal Bildiriminde Bulunulması
Hakkında Yönetmelik”in 15 ve 18 inci maddeleri gereğince incelenmekte ve gerekli
gizlilik kuralları içinde ilgililerin sicil dosyalarında saklanmaktadır.
Ayrıca, yargı organlarınca istenilen mal bildirimleri,
3628 sayılı Kanunun 20 nci maddesinde belirtilen soruşturma ve kovuşturma
kapsamında görülmesi halinde, ilgili yargı organlarına gönderilmektedir.
Ulaştırma Şube Müdürlüğü bünyesindeki araçlardan, TBMM
Genel Sekreterine, TBMM Başkanlık Divanının 15 Mayıs 1991 tarih ve 83 sayılı
Kararı ile bir araç tahsis edilmiştir.
Bunun dışında, diğer personele tahsis edilmiş araç
bulunmamaktadır.
Cevap 2. Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurul
Salonunun yenilenmesi işinin yapımı Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık
Divanının 20.6.1996 gün ve 16 sayılı Kararı ile 2886 sayılı Devlet İhale
Kanununun 89 uncu maddesi gereği bu kanun hükümleri dışında kalınarak Emlak
Konut A. Ş.’ne verilmesi ve işe ilişkin müteahhit veya taşeron ihalelerinin
Emlak Konut A. Ş.’nin kendi usullerine göre yapılmasına karar verilmiştir.
Yeni yapılacak Milletvekili Çalışma Binasının (Halkla
İlişkiler Binası) yapımı ise Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının
10.6.1997 tarih ve 46 sayılı kararı ile 2886 sayılı Devlet İhale Kanununun 89
uncu maddesi gereği bu kanun hükümleri dışında kalınarak Emlak Konut A. Ş. ile
protokol düzenlenmek ve şirkete, hakediş tutarı+kâr ödenmek suretiyle
inşaatının yaptırılmasına karar verilmiş ancak, bu karar anılan şirkete
bildirilmemiş, dolayısıyla bugüne kadar da konuya ilişkin hiçbir sözleşme
akdedilmemiştir.
Söz konusu bu inşaatlarla ilgili konular yeni oluşan
Başkanlık Divanının ilk toplantısında gündeme gelmiş ve Başkanlık Divanının bu
işlere ilişkin tüm konuları görüşmek üzere özel bir gündemle kısa sürede
toplanmasına karar verilmiş ve kısmen de görüşülmüştür. Devam edilip
edilmeyeceği konusu 26.12.1997 tarihli toplantıda görüşülüp kesin karara
bağlanacaktır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurul Salonunun
yenilenmesi işlemleri 24.1.1997 tarihinde Sayıştay Başkanlığının tespit ettiği
iki uzmana inceletilmiş olup, buna ait rapor ilişikte sunulmuştur.
Bu raporu hazırlayanlardan Sayıştay Uzman Denetçisi
İbrahim Uzunoğlu’nun oğlu Olcay Uzunoğlu, 26.5.1997 tarihinde memur olarak
göreve alınmış olup, halen TBMM TV Birim Amirliğinde çalışmaktadır.
Cevap 3. Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurul
Salonunun yenilenmesi işine ait kontrollük hizmetleri Emlak Konut A.Ş.’nin
sorumluluğunda yürütüldüğünden, işe ait yüklenici hakedişlerinin kontrol ve
onay işlemleri de anılan şirket tarafından yapılmaktadır.
İşin teslim süresi Emlak Konut A. Ş.’nin sözleşme
şartlarına göre gerekçeleri ile talep ettiği 128 günlük süre uzatımının Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanlığınca 90 gün olarak kabul edilip, 14 Ocak 1998
tarihine kadar uzatıldığından bu tarihe kadar gecikme cezası kesilmesi söz
konusu değildir.
Cevap 4. TBMM personelinin görev, yetki ve
sorumlulukları 2919 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliği
Teşkilât Kanunu ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile belirlenmiş ve sözü
edilen kanunlara dayanılarak çıkartılan Yönetmelikler ve TBMM Başkanlık Divanı
Kararları ile de uygulama esasları açıklanmıştır.
Görev, yetki ve sorumluluklarını aşan personel hakkında
da yukarıda belirtilen mevzuatın ilgili hükümleri uygulanmaktadır.
Cevap (5, 6, 7)
2919 sayılı Kanunda belirlenen genel çerçevede ve Kanun gereği olarak Başkanlık
Divanınca çıkarılmış veya çıkarılacak yönetmelik hükümlerine göre TBMM İdarî
Teşkilâtında görevlerin en iyi şekilde yürütülmesi için personel seçiminde,
istihdamında, dağılımında ve eğitiminde uygulanacak yöntem; bir başka ifade ile
personel politikası çağdaş bir anlayışla ele alınacaktır.
Bu yaklaşımla;
1. Çeşitli hizmet dallarında çalıştırılacak personelde
bulunulması gerekli, nitelikleri tespit etmek,
2. Personele meslekî bilgi, beceri ve yeteneklerine
göre çalışma, yetişme ve geliştirme yönünde adil ve eşit olanaklar sağlamak,
3. Personeli objektif ölçülere göre değerlendirmek,
başarılı olanları imkânlar ölçüsünde teşvik etmek ve ödüllendirmek,
İlkeleri göz önünde tutularak bir seri idarî
düzenlemelere başlanılmıştır.
En kısa sürede, tüm birimlerin norm kadroları
belirlenip görev tanımları yapılacak, gereksiz personel istihdamı önlenecek,
hizmete alımlarda sınav uygulanacaktır. Görevde yükselmeler, ehliyet ve
liyakata göre yapılacak, kamu kurum ve kuruluşlarından geçici görevlendirmeler
ve sekreterlik hizmetleri kalıcı ve adil bir sisteme kavuşturulacaktır.
TBMM’de çalışan her kademedeki personel, eğitimi, tutum
ve davranışı, kılık kıyafetiyle yasama organının yüceliğine yaraşır örnek birer
personel olmaları için her türlü önlemler alınacaktır. Bu amaçla yoğun bir
program içinde hizmet içi eğitimlere başlanmıştır.
T.
C.
Sayıştay
Başkanlığı
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığı Makamına
İlgi :21.1.1997 tarih ve A.01.0.GNS/022 sayılı yazı.
İlgi yazı ile incelenmesi istenen hususlar tarafımızca
incelenmiş ve konu hakkında düzenlenen rapor ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize saygıyla arz olunur. 24.1.1997
İbrahim
Uzunoğlu Yaşar
Gök
Sayıştay
Uzman Denetçisi Sayıştay
Başdenetçisi
İnceleme Raporu
Konu :
TBMMGenel Kurul Toplantı salonunun yeniden düzenlenmesi
işine ilişkin ihale ve sözleşme aşamalarının ilgide kayıtlı yazı ekinde yer
alan hususlarla sınırlı olarak incelenmesi.
İlgili Mevzuat :
2886 sayılı Devlet İhale Kanununun 44 üncü maddesi :
“Uçak, harp gemisi, harp mühimmatı, elektronik cihaz
askerî tesisat ve levazıma silah ve malzeme sistemleri, savunma sanayi ile
ilgili faaliyetler ve bunlara ait her türlü yedek parça alımı; barajlar, enerji
santralleri, sulama tesisleri, limanlar, rıhtımlar, hava meydanları,
demiryolları, lokomotifler, karayolları, tüneller, köprüler, akaryakıt
tesisleri, özelliği bulunan yapım işleri, bedii ve teknik hususiyetleri taşıyan
sanat işleri, kentlerin ulaşım sistemlerine ilişkin planlar, kentlerin harita,
nazım ve imar planları, su, kanalizasyon ve enerji tesisleri için bunların etüt
ve proje işlerinin ihalesi diğer ihale usulleri yerine teknik yeterlilikleri ve
güçleri idarece kabul edilmiş en az üç istekli arasından kapalı teklif usulüyle
yaptırılabilir.
Zorunlu nedenlerle üçten az istekliden teklif almak
gerektiği takdirde Maliye ve Gümrük Bakanlığının görüşüne dayanılarak Bakanlar
Kurulundan bu hususta ayrıca karar alınması şarttır.
Bu madde hükümlerine göre yapılacak ihalelerde, ihaleye
dair, katılacak isteklilerin isimleri
belirtilmek suretiyle bizzat ilgili veya bağlı bulunulan bakanın onayının
alınması zorunludur.
Bu ihalelerde ilan yapılması zorunlu değildir.Gerekli
görülen hallerde ihaleye dair ....... isteklilerin seçimi için 17, 18 ve 19
uncu maddelerin hükümlerine ....... önseçim ilanı yapılabilir.
Aynı Kanunun “Özelliği Bulunan İşler” başlıklı 89 uncu
maddesi :
“Bu Kanun hükümlerinin uygulanmasının mümkün
olamayacağı haller ile, Türk Silahlı Kuvvetlerinin,Emniyet Genel Müdürlüğünün
yeniden teşkilâtlanması, silah, araç ve gereçlerinin modern teknik gelişmelere
uygun şekilde yenileştirilmesi ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin stratejik hedef
planının gerçekleşmesi için temin edilecek mal ve hizmetleri ihalesinde, ilgili
bakanlığın teklif edeceği ihaleler için bu Kanun hükümleri dışında kalınmasına
Bakanlar Kurulunca karar verilebilir. Bu ihalelerde uygulanacak, usul ve
esaslar, idarelerince hazırlanarak ilgili bakanın onayı ile belirlenir.
2919 sayılı TBMM Genel Sekreterliği Teşkilât Kanununun
“kadrolar” başlıklı 6 ncı maddesinin 2 nci fıkrası :
“Çeşitli kanunlarda Bakanlar Kurulu Kararına lüzum
gösterilen hususlardan, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliği ile
ilgili olanları, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı kararları ile
yürütülür.”
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 176 ncı
maddesinin son fıkrası :
“Bina, bahçe ve arsaların yapım, imar ve onarımı
hakkındaki kararlar, Başkanlık Divanınca alınır.”
1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanununun “İlkeler ve
Yaptırımlar” başlıklı 22 nci maddesi :
“Bütçe ödeneklerinin verimli ve tutumlu olarak
kullanılmasını sağlamak amacıyla, aşağıdaki ilkeler gözetilir ve yaptırımlar
uygulanır:
A) Tahakkuk memurları, ödeneklerin zamanında ve yerinde
kullanılmasından, giderin gerçek gereksinme karşılığı olmasından, programlanmış
hizmetlerin zamanında yerine getirilmesinden sorumlu, ita amirleri de bu
hususları gözetmekle yükümlüdürler.
Bu Kanunun uygulanmasında hangi görevlilerin gider
tahakkuk memuru sayılacağı bütçe kanunlarındaki ayırım da göz önünde
bulundurularak Maliye ve Gümrük Bakanlığına belli edilir. Tahakkuk memuru sayılanlarla ita amirliği yetkisinin
verilmesi durumunda tahakkuk memurluğu görevi yetki kademesindeki en yakın
yönetici tarafından yürütülür. Bu durumda ita amiri ve tahakkuk memuru
yukarıdaki hususlardan birlikte sorumlu olurlar.
B) a) Bir giderin yapılmasına gerek gösteren görevliler
giderin gerekli gereksinme karşılığı olmasından tahakkuk memuru ile birlikte,
b) Bir mal veya hizmetin alınmasında görevli olanlar
ilgili usul hükümleri çerçevesinde belli nitelikteki mal veya hizmetin en uygun
bedelle elde edilmesinden .......... bir bedelle amaca uygun nitelikte en fazla
mal veya hizmet sağlamasından doğrudan doğruya,
Sorumludurlar.
C) Alınmayan mal ya da hizmeti alınmış, mevcut olmayan
inşaat onarım ve üretim var ya da bitmiş gibi göstererek gerçek dışı belge
düzenlemek suretiyle, Devletin mal varlığından bir eksilmeye neden olanlar ile
bu benzeri gerçekleştirme ve diğer kanıtlanmış belgeleri bilerek imza ya da
onaylamış bulunanlar hakkında ceza kanunlarının bu eylemlere ilişkin hükümleri
uygulanır.
D) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen hükümlere aykırı
işlem ve davranışlardan dolayı Devlet zararı, sorumlularına ödettirilir. Şu
kadar ki, suç konusu teşkil etmemek kaydıyla, işlem ve davranışlar Devlete ait
bir hizmet ve girişimin gerçekleştirilmesi veya tamamlanması gibi iyiniyetli bu
amaca dayandığı ve hizmet yapılmış ya da mal bedeli alınmış bulunduğu takdirde,
Sayıştayın, Maliye ve Gümrük Bakanlığını ya da ilgili dairesi istemi üzerine,
atamaya yetkili merci veya kurullar tarafından sorumlularının birer
aylıklarının ceza olarak kesilmesine; tekrarlanması durumunda bunların ilgili
hizmetlerde bir daha çalıştırılmamak üzere görevlerinin değiştirilmesine ya da
memurluktan çıkartılmasına kanun, tüzük ve yönetmeliklerinde bu cezayı vermeye
yetkili kılınmış merci ya da kurullarca karar verilir. Bu Kanunun sorumluluk
üstlenme ile ilgili hükümleri saklı kalmak üzere gözetim yükümlülüğünü
aylıklarının kesilmesine Sayıştayın veya Maliye ve Gümrük Bakanlığının istemi
üzerine İçişleri Bakanlığınca karar verilir.Birinci derece ita amiri olan
bakanlar hakkında 13 üncü madde uyarınca işlem yapılır.”
Aynı Kanunun “Yüklenme Yetkisinin Devri” başlıklı 62
nci maddesi :
“Bakanlar ikinci derece ita amirlerinin merkezden izin
almaksızın hangi tür ve tutardaki sözleşmeleri yapmaya yetkili olduklarını malî
yıl başında duyururlar.”
“İta Amirlerinin Yetki Devri” başlıklı 71 inci maddesi
:
“Vekiller kendi bütçelerinin amiri italarıdır.Vekiller
veya tevkil ettikleri memurlar bütçeleri dahilinde icra etmek istedikleri
masraflar için merkez muhasipleri üzerine ita emirleri isdar ederler.
Masraf tahakkuk ettikçe mahallindeki muhasibin
veznesinden tediye edilmek üzere her vekil ikinci derece amiri italarına
mezuniyet verebilir.
Bu mezuniyetler tediye emirleriyle tebliğ olunur.
Tediye emirlerinin ikinci derece amiri italarına tebliğinden evvel Maliye
Vekâletince azamî iki gün zarfında vizesi lazımdır.”
127 nci Maddenin 1 inci fıkrası :
Büyük Millet Meclisi, Riyaseticumhur ve Divanı
Muhasabatın masarifi bu kanun dairesinde tahakkuk ettirilerek tediye olunur.
Maliye Vekâleti ile Divanı Muhasabatın bunlar üzerinde bir güna tetkik hakları
yoktur.”
İnceleme :
A)İhale Aşaması :
1. Sözkonusu iş, 2886 sayılı Kanunun 89 uncu maddesinde
ifade edilen “Bu Kanun hususunda son uygulamasının mümkün olamayacağı haller”
kapsamında değerlendirilmiştir.
İşbu kanun hükmüne alınan 2886 sayılı Devlet İhale
Kanunun 44 üncü maddesi bu istekler hususunda yapılacak ihaleleri
düzenlemektedir.
Anılan maddeye konu olan işler arasında, özelliği
bulunan yapım işlerinin de sayılınışı, TBMMGenel Kurul Toplantı Salonunun
Yeniden Düzenlenmesi işinin mahiyeti itibarı özelliği bulunan işler kapsamında
düşünülmesi gerektiğinden kuşku bulunmamaktadır. Bu nedenle sözkonusu işin ihalesinin
44 üncü madde hükümleri çerçevesinde gerçekleştirilmesinin de mümkün
olabileceği düşünülmektedir. Zaten proje yönetimi sözleşmesi ile kendisine
ihale yetkisi verilen Emlak Konut A.Ş. de işi bu usule uygun davetiye
yöntemiyle ihale etmiştir.
Diğer taraftan 2886 sayılı Kanunun 89 uncu maddesi de
özelliği bulunan işlerin İhale Kanunu hükümleri dışında yürütülmesi imkânını
getirmektedir.
Maddede işin niteliği itibariyle “bu kanun hükümlerinin
uygulanmasının mümkün olamayacağı haller” de bu kapsamda değerlendirilmiştir.
Buna göre yaptırılacak iş özel itibariyle ihale kanunu hükümleri çerçevesinde
yaptırılması mümkün olmayan bir iş olmalıdır. Bu hükümde öngörülen amaç
maddenin gerekçesinde de belirtildiği gibi özellik taşıyan projelerin ihalesine
kolaylık getirmektedir.
TBMM Genel Kurul Toplantı Salonunun yeniden
düzenlenmesi işinin ise hem projenin özelliği hem de işin ivedilikle
tamamlanmasının gerekliliği nedeniyle bu kapsamda değerlendirilebileceği,
böylece İhale Kanununun öngördüğü, belli bir süreye ihtiyaç gösteren prosedürün
uygulanmaması nedeniyle de zaman tasarrufu sağlanacağı anlaşılmaktadır.
2. İş, 20.6.1996 tarih ve 16 nolu Başkanlık Divanı
Kararıyla ihale Kanunu Kapsamı dışına çıkarılmıştır.
2919 sayılı Kanunun 6 ncı maddesinin 2 nci fıkrası ile
çeşitli kanunlarda Bakanlar Kurulu kararı luzum gösterilen hususlardan TBMM
Genel Sekreterliği ile ilgili olanların Başkanlık Divanı kararları ile
yürütüleceği düzenlemesi getirilmiştir. Sözkonusu düzenleme “kadrolar” başlıklı
birmaddede yer almaktadır. Madde hükmünün bu düzenleniş biçimiyle kadro
değişikliği veya ihdasına ilişkin kararları kapsadığı bunlar dışındaki konuları
içermediği düşünülebilir.
Ancak, kadro değişikliğine ilişkin karar verme
yetkisinin zaten birinci fıkrada ifade edilmiş olunması ve madde gerekçesinde
de bu düzenlemenin kadrolarla sınırlı olduğu yolunda bir açıklamanın yer
almaması madde hükmünün geniş yorumlanmasını gerekli kılmaktadır.Ayrıca Kanunun
diğer maddelerinde ve başka konularda da bu hususa ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır.
3. İş, TBMM Başkanlık Divanı kararıyla maliyet+kâr
esasına göre Emlak konut A.Ş.’ye verilmiştir.
a) 2886 sayılı Kanunun 89 uncu maddesinde ifade edilen
“... usul ve esasların” hazırlanması gerektiği hususu,
Sözkonusu madde hükmüne göre “Bu ihalelerde uygulanacak
usul ve esaslar idarelerince hazırlanarak ilgili bakanın onayı ile belirlenir”
Anılan hüküm gereğince bu belirleme işlemi ihaleden önce gerçekleşir ve ihale
belirlenen usul çerçevesinde yapılır.
Genel Kurul Toplantı Salonunun Yeniden düzenlenmesi
işinde ise, TBMM Başkanlık Divanının kararıyla iş maliyet+kâr esasıyla Emlak
Konut A.Ş.’ye verilmiştir. (TBMM Başkanlık Divanı Kararı Md. 4’a)
Bu işlemin bir ihale kararı niteliğinde mi olduğu yolsa
ihale yetkisinin TBMMBaşkanlık Divanı adına kullanılmak üzere Emlak Konut
A.Ş.’ye devri niteliğinde mi olduğu açıklıkla belli değildir.
Bu tasarruf ihale kararı niteliğinde ise öncelikle
ihale usul ve esaslarının belirlenmesi ve bu çerçevede ihale işleminin
gerçekleştirilmesi gerekirdi. Zira ihale aşaması sözleşmeden önceki işlemleri
kapsamakta ve belirlenecek usul bu aşamayı düzenlemektedir. Bu anlamda
kendisine iş ihale edilen yüklenici firma ile yapılacak protokolü ihale usulü
olarak kabul etmenin mümkün olmadığı görülmektedir.
Ancak sözkonusu işlemin bir ihale kararı niteliğinde
olmadığı, ihale yetkisinin Emlak Konut A.Ş.’ye devrini amaçladığı
anlaşılamaktadır. (Divan Kararı Md. 4’c)
Anılan karar bu şekilde değerlendirildiğinde Emlak
Konut A.Ş.’nin ihale usullerine gönderme yapılmasını 2886 sayılı Kanunun 89
uncu maddesinde belirtilen “... usul ve esaslar” belirleme gereğinin ikmal
edilmesi biçiminde kabul etmemek mümkündür.
b) Proje yönetiminin Emlak Konut A.Ş.’ye verilmesi :
Yukarıda da ifade edildiği gibi iş proje yönetimi
sözleşmesi ile Emlak Konut A.Ş.’ya verilmiş ve bu sözleşme çerçevesinde işin
üçüncü firmalara ihalesi, yüklenici seçimi, işin kontrolü, hakedişlerin
tanzimi, işin kabulü vd. hususlar Emlak Konut A.Ş.’nin yetki ve sorumluluğuna
bırakılmıştır,
TBMM Başkanlığı ile Emlak Konut A.Ş. arasında aktedilen
sözleşmenin 3 üncü maddesinde ifade edildiği gibi yüklenici Emlak Konut A.Ş.
değil “Şirketin yetki ve sorumluluğunda yapılacak ihale neticesinde
belirlenecek işi yüklenecek gerçek, tüzelkişi veya kişilerdir.”
Keza sözleşmenin konusunu düzenleyen 4 üncü maddede
işin TBMM Başkanlığı adına Şirketçe yürütüleceği ifade edilmektedir.
Kanımızca bu haliyle sözkonusu sözleşmeyi TBMM
Başkanlığı ile Emlak Konut A. Ş. arasında düzenlenmiş bir eser sözleşmesi
değil, bir vekâlet sözleşmesi olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır.
Sözkonusu nitelikleri taşıyan bir proje yönetim
sözleşmesinin mevzuata uygun olup olmadığının irdelenmesi hususuna gelince, bu
konuda temel mevzuatımız olan Devlet İhale Kanunu kapsamında böyle bir yetki
devrinin mümkün olamayacağı görülmektedir.Ancak, sözkonusu iş 2886 sayılı
Kanunun 89 uncu maddesi uyarınca İhale Kanunu hükümleri dışında
yürütülmektedir.Dolayısıyla konuyu Devlet İhale Kanunu hükümleriyle bağlı
kalınarak değil, Devlet İhale Kanunu sistemi dışında yürütülen işlerde bir
uygulamanın mümkün olup olmayacağı açısından değerlendirmek gerekmektedir.
Bilindiği gibi Anayasanın 123 üncü maddesinde idarenin
kuruluş ve görevleriyle bir bütün olduğu ve kanunla düzenleneceği ifade
edilmiştir. Keza her idarî işlemin yasal bir dayanağının bulunması idare
hukukunun temel ilkelerindendir.Bu nedenle ihale ve diğer malî mevzuatımızda
öngörülmeyen bir uygulamanın hukukiliğinin tartışılacağı düşünülebilir. Diğer
taraftan idareyi taahhüt altına sokacak ve ona malî külfet yükleyecek ihale ve
sözleşmelerin de bizzat idare tarafından yapılması ve yürütülmesinin hazine
yararı açısından önemi açıktır. Bütün bu nedenlerle, bu tür konularda idarenin
kanundan doğan yetkilerini kendisinin kullanması asıl olmalıdır. Mali
mevzuatımız ödeme ve taahhüde girme yetkilerinin mümkün olabileceği durumları
kanunla düzenlemiştir. Bu konuda ilgili mevzuat bölümüne alınan 1050 sayılı
Muhasebe-i Umumiye Kanununun 62 nci maddesi, yüklenme yetkisinin devam başlığı
altında, birinci derece ita amiri olan bakanların ikinci derece ita amirlerine
hangi taraf ve tutardaki sözleşmeleri yapmaya yetkili olduklarını malî yıl
başında duyuracaklarını ifade etmektedir. Bakanların yetki devrettikleri
kişilerde 1050 sayılı kanunda zikredilen ikinci
derece ita amirleridir ve bu kişilerin memur olması gerekmektedir.
1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunu ödeme ve taahhüde
girme konularında ikinci derece ita amirlerine yapılabilecek yetki devrini
düzenlemişken, ihale ve sözleşme yetkisine hukukî yapısı farklı başka bir
kuruluşa devri konusunda düzenleme getirmemiştir. Mevzuatımızda öngörülmeyen bu
uygulamanın takdir yetkisi kapsamına girebileceği ayrıca 2886 sayılı Kanunun 89
uncu maddesinin getirdiği eesnekliğin de bu uygulama için hukukî zemin
oluşturduğu düşünülebilir.Uygulamanın bu kapsamda değerlendirilmesi halinde
yapılan işlemin, hazine zararına meydan verip vermeyeceği açısından irdelenmesi
gerekmektedir.
Öncelikle ifade etmek gerekirse Emlak Konut A.Ş. kâr
amacıyla faaliyet gösteren ticarî bir kurum olmakla beraber sermayesinin %
99’undan fazlası bir kamu bankası olan Emlak Bankasına ait bağlı ortaklık
statüsünde bir kuruluştur. Bu nedenle sözkonusu kuruluşun Devlete ait bir
teşekkül olması uygulamanın sonuçları açısından güven telkin etmektedir. Mevcut
uygulamanın hazine zararına neden olup olmadığının tespiti ise mümkün
görülmemektedir. Zira alternatif uygulama yönteminin ve bunun maliyetinin
tespitinin imkânsız olması böyle bir mukayeseyi ortadan kaldırmaktadır. Yapılan
sözleşmenin işleyişi aşamasında bir zarar doğup doğmayacağının tespiti ise
ancak yükleniciye yapılan hakediş ödemelerinin incelenmesi halinde mümkün
olabilecektir.
B) Sözleşme Aşaması :
Emlak Konut A.Ş.’ye hakediş ödemelerine esas kontrollük
yetkisi verilmesi,
Proje yönetim sözleşmesinin 85 inci maddesinde şirketin
(Emlak Konut A.Ş.), hakediş ödemelerine esas olmak üzere imalat ve hizmetlerin
yerinde tespit ve değerlendirilmesinin yapacağı ifade edilmektedir.Emlak Konut
A.Ş.’ye işlerin projesine, teknik ve sanat kurallarına uygun gerçekleşip gerçekleşmediğinin
tespiti ve işlenmesi konusunda teknik kontrollük yetkisi verilmesi tabiidir.
Ancak hakediş ödemelerine esas tespit ve ölçümlerin
sözkonusu firma tarafından yapılmasının çeşitli sakıncalar doğuracağı
düşünülmektedir.Öncelikle ifade etmek gerekirse hukuk sistemimizde yetki ve
sorumluluk birlikte düzenleme alanı bulmaktadır. Mal mevzuatımızda da gider
tahakkuk ve ita aşamalarında görev alan kişilerin bu görevlerin hukuka uygun
şekilde yerine getirmelerini sağlamaya dönük sorumluluk hükümler bulunmaktadır.
Örneğin ilgili mevzuat bölümüne alınan 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunun
22 nci maddesi bütçe ödeneklerinin verimli ve tutumlu kullanılmasını sağlamak
amacıyla gözetilecek ilkeleri ve uygulanacak yaptırımları hüküm altına
almıştır. Keza 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu da bu kanuna tabi memurların
yaptıkları işlem ve eylemlerinden doğan Devlet zararını tazmine dönük
sorumluluk hükümleri ihtiva etmektedir.
Hakediş ödemelerinde tahakkuk aşamasının başlangıcı ise
iş yerinde yapılan tespit ölçüm ve bunların fiyatlandırılması çalışmalarıdır.
Dolayısıyla bu aşamadan ödeme aşamasına kadar devam eden süreçte görev alan
kişilerin idare elemanı olmaları ve aranan sorumluluk hükümlerinin muhatabı
bulunmaları gerekmektedir. Bu nedenle iş yerinden imalat tespit ve ölçümünü
kapsayan, sadece büroda yapılan hesap ve işlem kontrolünü kapsayan bir tahakkuk
aşaması eksik gerçekleşmiş olacaktır.
Ayrıca, fatura % 15 yüklenici kârı ile yaptırılacak
işlerde yüklenici firmanın ibra edeceği faturaların piyasa rayiçlerine uygun
olup olmadığının araştırılması konusunda idarî kontrol elemanlarının
görevlendirilmesi ve bu kapsamda sözkonusu bedelin rayiç uygunluğunun ticaret
ve/veya sanayi odalarına sorulması bedelin sağlıklı oluşmasını sağlayan bir
uygulama olacaktır.
Sonuç :
TBMM Genel Kurulunun Yeniden Düzenlenmesi işinin ihale
ve sözleşme aşamalarına ilişkin işlemlerin 21.1.1997 tarih ve A.01.0.GNS/022
sayılı TBMMGenel Sekreterliği yazısına ekli DSP Grubu tarafından TBMM
Başkanlığına verilen raporda yer alan hususlarla sınırlı olarak yapılan
inceleme sonuçları aşağıdadır.
1. Sözkonusu işin 2886 sayılı Kanunun 89 uncu maddesi
kapsamında değerlendirilerek İhale Kanunu hükümleri dışında yürütülmesinde
mevzuata aykırılık bulunmadığı,
2. 2886 sayılı Kanunun 89 uncu maddesinde Bakanlar
kuruluna atfedilen kararın 2919 sayılı TBMMGenel Sekreterliği Teşkilat
Kanununun 6 ncı maddesi uyarınca TBMMBaşkanlık Divanınca alınması gerektiği,
3. İnceleme bölümünde ayrıntılı açıklandığı üzere,
20.6.1996 tarih ve 16 nolu Başkanlık Divanı kararıyla iş Emlak Konut A.Ş.’ye
ihale edilmemiş, sözkonusu şirkete TBMM Başkanlık Divanı adına ihale yetkisi
verilmiştir.Bu kabulden hareketle, Divan kararının 4/c maddesinde gönderme
yapılan Emlak Konut A.Ş.’nin ihale usullerinin 2886 sayılı Kanunun 89 uncu
maddesinde belirtilen “usul ve esaslar”ın belirlenmesi gereğini ikmal ettiği,
4. İnceleme bölümünde ayrıntılı açıklandığı üzere,
Emlak Konut A.Ş. ile yapılacak proje yönetim sözleşmesi kapsamında sözkonusu
şirkete TBMM Başkanlığı adına ihale ve sözleşme yapma yetkisinin verilmesi
uygulamasının malî mevzuatımızda öngörülen bu uygulama olmadığı, ancak 2886
sayılı Devlet İhale Kanununun 89 uncu maddesi uyarınca bu kamu kapsamı dışında
yürütülen sözkonusu işin bu yöntemle yapılmasını engelleyen bu düzenlemenin de
mevcut bulunmadığı,
5. Hakediş ödemelerini esas kontrollük görevinin TBMM
Başkanlığınca yürütülmesinin inceleme bölümünde açıklanan sakıncaları ortadan
kaldırılacağı,
Kanaatine varılmıştır. Arz olunur.
İbrahim
Uzunoğlu Yaşar
Gök
Sayıştay
Uzman Denetçisi Sayıştay
Başdenetçisi
2.—İzmir
Milletvekili Sabri Ergül’ün, personel atamalarına, taşıt kullanımına ve bazı
müdürlüklerde çalışan personele ilişkin sorusu ve TBMM Başkanı Hikmet Çetin’in
yazılı cevabı (7/3869)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Türkiye Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanı tarafından yazılı
olarak yanıtlanması için gereğini saygıyla dilerim.
Sabri
Ergül
İzmir
1. Medyada da yer aldığı üzere TBMM’ne, Başkanlık
seçimi öncesi ve seçimler sonrasında, Başkan seçiminde oy kullanan bazı
milletvekillerinin talebi ile ve eski genel sekreter, başkan eski özel kalem
müdürü ve kardeşi personel müdürünün “uygun” düzenlemeleriyle kadrolu ve
geçici, memur ve işçi statüsünde bir çok personel alındığı ve bunlardan bir
kısmının reşit bile olmadığı doğru mudur? Gerçekten TBMM’de reşit olmayan
personel çalıştırılmakta mıdır? Varsa sayı ve isimleri nedir? İşe, kadroya
alınma, istihdam edilme tarih ve şekilleri nedir?
Bunda yukarıda belirtilen yöneticilerin dahli nedir?
2. TBMM Başkanlığı emrinde görevli bir çok genel
sekreter, genel sekreter yardımcıları, daire başkan ve müdürleri, başmüşavir ve
müşavirler ile muhafız tabur komutanı ve emniyet koruma müdürüne yasal olarak
hakları olmadıkları halde makam aracı tahsis edildiği, esasen resmî hizmetin
gerektirdiği, görevli gidiş gelişlerde kullanılması gereken bu hizmet
araçlarının şahsî işlerde ve şahsî ulaşımlarda kullanıldığı; araç, makam odası,
sekreter, şoför, hizmetli, telefon gibi kullanımların ilgili bu personel
amirlerince istismar edildiği, lüks makam odaları, tefriş, sekreter kapılarında
bekleyen hizmetliler, özel şoförler ve özel hizmetliler ile TBMM personelinin,
asli görevleri milletvekillerine yasama görevini en iyi şekilde yapabilmeleri
için onlara idarî hizmet sunmak, yardımcı olmak olan TBMM personelinin, bu
memur amirlerine ve kendilerine hizmet sunar hale geldiği, bazı erkek ve kadın
hizmetlilerin evlerde özel hizmetlerde çalıştırıldığı; atanmış amirlerin bu
saltanatı nedeniyle, özel hizmetlerinde kullanılacak personeli yine
kendilerinin keyiflerince belirlemeleri, Başkanlık Divanının devre dışı kalmış
olması fiili durumu nedeniyle, komisyonlarda ve halkla ilişkiler binalarında
yeterli memur hizmetli bulunmadığı, personel dağılımının yanlış olduğu
yakınmaları ve “1 milletvekiline 9 memur hizmet ediyor” yanlış
değerlendirmelerinin kamuoyunda haksız şekilde yaygınlaştığı gerçeği
karşısında, bu duruma, esasen milletvekillerinin değil, yukarı sayılan
amirlerin saltanatına son vermeyi, verimli bir personel politikası
programlayıp, uygulamayı düşünüyor musunuz?
3. Özellikle TBMM Dış İlişkiler Müdürlüğünde hizmetin
gerektirdiği nitelik ve sayıda personel bulunması gereken bu birimde vasıfsız,
yabancı dil bilmeyen pekçok fazla personelin istihdam edildiği, tercüman
kadrolarının dil bilmez ve yetersiz kişilerce doldurulduğu; “yabancı dil bilir
eleman” olarak istihdam edilen pekçok kişinin yeterli düzeyde dil bilmemesi
sonucu, yabancı dil kursuna TBMM’ce gönderildiği; “yabancı dil bilmezlerin”
aslî kadrolarda tercüman, “yabancı dil bilenlerin” ise geçici kadrolarda işçi
statüsünde istihdam edildiği ve pek çok personelin mesaî saatlerine uymadığı,
saat 16.00’dan sonra dairelerini terk ettiği iddiaları doğru mudur?
Bu müdürlük personelinin aslî görevlerini yapmaması,
dil bilen bir kaç personel dışında yaklaşık 100 kişilik personelin varlığına
rağmen tercüme işlerinin dışarda para ile yaptırıldığı ve bu işler için
milyarlar ödendiği doğru mudur?
Bütün bu olumsuzlukları, TBMM’nin ve milletvekillerinin
imajını zedeleyen, kamuoyunda yanlış değerlendirmelere neden olan personel
politikasını düzeltmek için ne yapmayı düşünüyor sunuz?
4. TBMM galeri ve girişlerde Meclis koruma görevlileri
için konulmuş fiilen giderek yayılan ve yaygınlaşan ve nöbet tutmayı, oturup
laubali bir şekilde sohbet etme ve uzun telefon görüşmeleri yapma, çay demleme
işi haline dönüştürmüş masa ve koltukları, “kahvehane köşesi” görüntüsündeki
emniyet nöbet ve güvenlik kontrolu noktalarını; giriş, galeri, garaj, halkla
ilişkiler binası giriş çıkış yerlerini; çaycısından, memuruna, polisine ve
müdürüne kadar bir çok personeldeki “buyur abi” laçkalık ve laubaliliklerini,
TBMM’nin işleyişini, görüntüsünü, ciddiyetini ve milletvekili memur, memur
halkla ilişkilerini zedeleyen tutum ve davranışları sona erdirmek, “kahvehane
köşelerini ve laubaliliği” kaldırmak için ilgililere ve Meclis Koruma Emniyet
Müdürüne gerekli direktifleri verecek misiniz?
Türkiye Büyük
Millet Meclisi
Genel
Sekreterliği
Kanunlar ve
Kararlar Dairesi Başkanlığı 23.12.1997
KAN.
KAR. MD:
Sayı
:A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/3869-9448-24541
Sayın Sabri Ergül İzmir
Milletvekili
İlgi :17.11.1997 tarihli yazılı soru önergeniz.
Personel
atamalarına, taşıt kullanımına ve bazı müdürlüklerde çalışan personele
ilişkin ilgi önergenizde yer alan sorular aşağıda cevaplandırılmıştır.
Bilgilerinizi rica ederim.
Saygılarımla.
Hikmet
Çetin
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı
Cevap 1. Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel
Sekreterliği teşkilatında 1.7.1997 -30.9.1997 tarihleri arasında göreve alınan
personel sayıları aşağıda gösterilmiştir.
1.7.1997 -30.9.1997 (son üç ay) tarihleri arasında
(Merkez ve Millî Saraylar)
a) Kadrolu (657 S. K.) 102
b) Sözleşmeli (657 S. K./4-B Md.) 9
c) Geçici Gör. (2919S.K. 12/3 Md.) 86
d) Mv. Yardımcı Personeli (Sözleş. veya Geç. Gör.) 82
e) Mevsimlik İşçi 127
TOPLAM 406
Söz konusu personelden mevsimlik işçi olarak göreve
alınan iki elemanın yaşları 18’in altındadır ancak, 1425 sayılı İş Kanununun 67
nci maddesi 15 yaşından küçük olmamak kaydıyla “işçi” çalıştırılmasına cevaz
vermektedir.
Adı geçenlerin ad ve soyadları ile doğum ve göreve
başlama tarihleri aşağıya çıkarılmıştır.
Adı
ve Soyadı Doğum Tarihi Göreve baş. tarihi
1.
Yıldırım Yavuz 22.5.1980 16.7.1997
2.
Beşir Demir 25.3.1981 28.8.1997
Ayrıca, 30.9.1997 tarihinden sonra göreve alınan
personel olmamıştır.
Cevap 2. Halkla ilişkiler binalarındaki her bankoda (2)
hizmetli personel görev yapmaktadır.
Sayın milletvekillerimiz bu personelimizi elektrik, su,
banka ve telefon faturalarını ödeme görevi ile kampus dışına gönderdikleri için
hizmette zaman zaman aksamalar olmaktadır.
Ulaştırma Şube Müdürlüğü bünyesindeki araçlardan,
T.B.M.M. Genel Sekreterine, T.B.M.M. Başkanlık Divanının, 15 Mayıs 1991 tarih
ve 83 sayılı Kararı ile bir araç tahsis edilmiştir.
Bunun dışında diğer personele tahsis edilmiş araç
bulunmamaktadır.
Koruma Müdürlüğüne (3) adet binektipi araç tahsis
edilmiştir. bu araçlardan (2) adedi T.B.M.M. Başkanı yakın koruma ekibi
hizmetlerinde (öncü-artçı). (1) adedi ise, OR-AN Milletvekili Lojmanları Koruma
Amirliği hizmetlerinde hizmete yönelik olarak kullanılmaktadır.
Cevap 3. Dış İlişkiler ve Protokol Müdürlüğünde,
yöneticiler dahil, 59 personel çalışmaktadır. Bunlardan ikisi lise mezunu
diğerleri üniversite mezunudur.Üniversite mezunlarından ikisi doktora, altısı
master derecelerini almışlardır. 3 görevli master eğitimini, 2 görevli ise
doktora eğitimini sürdürmektedir. 6 görevli kamu personeli dil sınavından (A) derecesi, 7 görevli (B) derecesi,
bazıları da (C) derecesi elde etmiştir. 13 görevli hariç diğerleri farklı
düzeylerde en az bir yabancı dil bilmektedirler. 1996 ve 1997 yıllarında
üstüste düzenlenen yabancı dil kursları ise bir yabancı dili öğretmekten çok
yabancı dil bilgisi düzeyini yükseltmek, siyasî ve ekonomik terminoloji
kazandırmak amacına yöneliktir. 1997 yılında T.B.M.M.’nin tüm birimlerinden
belli kontenjan dahilinde memur, çeşitli düzeylerde dil kurslarına katılmıştır.
Son 5 yıl içinde Dış İlişkiler ve Protokol Müdürlüğünde
yıllar itibariyle çalışan personelin dağılımı aşağıdaki gibidir.
Yıllar Personel
Sayısı
1993 32
1994 37
1995 41
1996 51
1997 59
Dış İlişkiler ve Protokol Müdürlüğünde mesai saatlerine
riayet edilmekte hatta, öğle tatillerinde dahi nöbetçi bulundurulmaktadır.
TBMM idarî teşkilatında tercüme hizmetlerini yerine
getirmek için Kütüphane Dokümantasyon ve Tercüme Müdürlüğü
görevlendirilmiştir.Ancak bu birimde tercüman bulunmamaktadır. Eksiklik belki
de buradan kaynaklanmaktadır. Bu eksikliği kapatmak için Dış İlişkiler ve
Protokol Müdürlüğünde bulunan yabancı dil bilen (tercüman) personel, asli
görevlerini yerine getirmesi gereken vakitte milletvekillerimizden gelen resmî
ve özel tercüme taleplerini imkânlar ölçüsünde karşılamaya gayret göstermektedir.
2919 Sayılı Kanunun 3 üncü maddesinde T.B.M.M. Genel
Sekreterliğinin görev ve sorumlulukları hükme bağlanmıştır. Belirlenen bu genel
çerçevede, T.B.M.M. İdarî Teşkilatında
görevlerin en iyi şekilde yürütülmesi için personel seçiminde, istihdamında,
dağılımında ve eğitiminde uygulanacak yöntem; bir başka ifade ile personel
politikası çağdaş bir anlayışla ele alınacaktır.
Bu yaklaşımla;
1. Çeşitli hizmet dallarında çalıştırılacak personelde
bulunması gerekli nitelikleri tespit etmek,
2. Personele meslekî bilgi, beceri ve yeteneklerine
göre çalışma, yetişme ve geliştirme yönünde adil ve eşit olanaklar sağlamak,
3. Personeli objektif ölçülere göre değerlendirmek,
başarılı olanları imkânlar ölçüsünde teşvik etmek ve ödüllendirmek,
İlkeleri göz önünde tutularak bir seri idarî
düzenlemelere başlanılmıştır.
En kısa sürede, tüm birimlerin norm kadroları
belirlenip görev tanımları yapılacak, gereksiz personel istihdamı önlenecek,
hizmete alımlarda sınav uygulanacaktır. Görevde yükselmeler, ehliyet ve
liyakata göre yapılacak, kamu kurum ve kuruluşlarından geçici görevlendirmeler
ve sekreterlik hizmetleri kalıcı ve adil bir sisteme kavuşturulacaktır.
TBMM’de çalışan her kademedeki personel eğitimi, tutum
ve davranışı, kılık kıyafetiyle yasama organının yüceliğine yaraşır örnek birer
personel olmaları için her türlü önlemler alınacaktır. Bu amaçla yoğun bir
program içinde hizmet içi eğitimlere başlanmıştır.
Cevap 4. a) T.B.M.M. Kampusu dahilinde, gerek ana bina
ve eklentileri, gerekse Halkla İlişkiler binaları ve eklentilerine giriş
kapılarında 24 saat esasına dayalı (gece ve gündüz sürekli) Koruma Müdürlüğü
personeli bulunmaktadır. Bu giriş kapılarının bazılarında kapalı dinlenme
bölümü olmasına rağmen (Ana bina 1 ve 2 nolu kapılardaki merdiven altları gibi)
büyük çoğunluğunda kapalı bir dinlenme bölümü bulunmamaktadır.
Giriş kapılarında sürekli 12 saat görev yapan
personelden, (1) bayan (1) erkek görevli kapı dedektörden geçen personel ve
ziyaretçileri kontrol ederken, bu iki görevliyi değiştiren diğer iki görevli de
orada bulunan uygun bir bölmede istirahat etmektedir. 1’er saat sırayla ayakta
tutulan bu nöbetlerden sonra personelin istirahat edebileceği uygun yerler
olmaması nedeniyle, personel yine kapıların yan taraflarına konulan
sandalyelerde istirahat ettirilmektedirler. Bu personel için yeni bir düzenleme
düşünülmektedir.
b) T.B.M.M. Kampusu dahilinde nöbet tutulan bölümlerde
bulunan telefonlardan hiçbiri şehir içi ve şehirlerarası görüşmeye açık
değildir. Bu telefonlar sadece Kampus içi dahili görüşmeye açık olduğundan
yapılan görüşmeler de göreve ilişkin olmaktadır. Telefonların uzun süre meşgul
edilmemesi yönünde, personel amirlerince uyarılmakta ve denetlenmektedir.
c) T.B.M.M. Koruma Müdürlüğü personeli, amirlerince
meslek içi eğitime tabi tutulmakta ve bu eğitimlerle milletvekillerine,
personele ve ziyaretçilere karşı davranış ve hitap tarzlarına dikkat etmeleri
sağlanmaktadır.
d) Nöbet bölgelerinde görev yapan güvenlik personelinin
görev mahallerinde çay demleme ve benzer hareketler yasak olup, aksi davranışta
bulunanlar hakkında gerekli yasal işlemler yapılmaktadır.
Bu konulardaki denetim dikkat ve titizlikle
sürdürülecektir.
3.—Nevşehir
Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, Aralık-Mayıs döneminde hava şartlarından
dolayı yolları kapanan yerleşim birimlerine ilişkin Başbakandan sorusu ve
Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz’ın yazılı cevabı (7/3876)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Başbakan tarafından yazılı olarak
cevaplandırılması için gereğini saygı ile arz ederim. 17.11.1997
Mehmet
Elkatmış
Nevşehir
Sorular :
1. 1993-1994, 1994-1995, 1995-1996, 1996-1997 yılları
Aralık-Mayıs ayları arasında; hangi illerimizin ilçeleriyle ulaşımı hava
şartlarından dolayı kaç gün kapalı kalmıştır?
2. Sözkonusu yıllar itibarıyla kaç ilçemizin kendisine
bağlı köy, kasaba ve bucaklarla ulaşımı hava şartlarından dolayı kaç gün kapalı
kalmıştır?
3. Geçmiş yıllarda elde edilen bilgiler ışığında;
ülkemizdeki kaç il, ilçe ve köyümüz hava şartlarından dolayı yıl boyunca tam
olarak ulaşımının sağlanması mümkün olamamaktadır?
4. Hava şartları ile mücadeleyi gerektiren, bundan
dolayı kışın yolları kapanma riski bulunan yerleşim birimlerimizin toplam
nüfusu ne kadardır?
T.
C.
Devlet
Bakanlığı 22.12.1997
Sayı
:B.02.0.014/1-03-1015
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
İlgi :25.11.1997 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/3876-9501/024587 sayılı yazınız.
Nevşehir Milletvekili Sayın Mehmet Elkatmış’ın yazılı
soru önergesi incelenmiştir.
Bakanlığıma bağlı Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü
Teşkilatı görev alanına giren köy ve bağlı ünitelerin yollarında, kış
mevsiminde trafiğe açık tutulması için kar mücadelesi yapılmaktadır.
Bu kar mücadele hizmetleri; İl Müdürlüklerince mevsimin
şartlarına göre ekipler oluşturularak öncelikle gurup köy yolları olmak üzere
bütün köy ve bağlı ünitelerin köy yolları kışın açık tutulmaya çalışılmaktadır.
Yılı itibariyle yapılan kar mücadele çalışmaları aşağıya çıkarılmıştır.
Bilgilerinize arz ederim.
Mustafa
Yılmaz
Devlet
Bakanı
1993/94 Yılı 22 100 Ünitede 256 200 Km. kar mücadelesi
yapılmıştır.
1994/95 Yılı 22 943 Ünitede 411 426 Km. kar mücadelesi
yapılmıştır.
1995/96 Yılı 23 010 Ünitede 225 604 Km. kar mücadelesi
yapılmıştır.
1996/97 Yılı 32 668 Ünitede 320 000 Km. kar mücadelesi
yapılmıştır.
4.—Adana
Milletvekili Orhan Kavuncu’nun, düzeltilmek üzere sahiplerine iade edilen soru
önergelerine ilişkin sorusu ve TBMM Başkanı Hikmet Çetin’in yazılı cevabı
(7/4002)
Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına
3.12.1997 tarihinde vermiş olduğum soru önergesini,
İçtüzüğün 96 ncı maddesini işleterek işleme koymamış ve tarafıma 8 Aralık 1997
tarihinde 3.12.1997 tarih ve 9709 sayılı evrak numarası ile iade etmiş
bulunuyorsunuz?
Aşağıdaki sorularımın İçtüzüğün 100 üncü maddesine göre
yazılı olarak tarafınızdan cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim. 17.12.1997
Prof.
Dr. Orhan Kavuncu
Adana
1. 20 nci yasama döneminde İçtüzüğün 96 ve 97 nci
maddelerini işleterek soru önergesi iade edilen benden başka sayın milletvekili
var mıdır?Varsa bunlar kimlerdir? Ve sorularını hangi Bakanlara veya Başbakana
yöneltmişlerdir?
2. Soru önergelerine verilen cevapların evsafına
ilişkin herhangi bir hükmün iç tüzükte bulunmaması cevaplarda da sorularda
aranan evsafı aramamıza mani midir?
3. Gelen cevabı Meclis Başkanlığı inceleme ihtiyacı
veya imkânı olmadığı için milletvekiline bildirdikten sonra cevabın
milletvekilinin saygınlığına yönelik ifadelerini tartışmak milletvekilinin
görevi değil midir?
Bu durumda başkanlık milletvekiline yardımcı olmalı
değil midir?
4. Cevapların evsafına ilişkin boşluğu doldurmak üzere
İçtüzükde bir değişiklik yapmayı düşünüyor musunuz?
5. İçtüzüğün 99 uncu maddesine uyulmayan durumlarda
Bakanların işlerinin çokluğu dikkate alınarak İçtüzüğün işletilmemesi söz
konusu olmakta mıdır?
Türkiye Büyük
Millet Meclisi
Genel
Sekreterliği
Kanunlar ve
Kararlar Dairesi Başkanlığı 23.12.1997
KAN.
KAR. MD:
Sayı
:A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/4002-9972-25603
Sayın Orhan Kavuncu
Adana Milletvekili
İlgi :17.12.1997 tarihli yazılı soru önergeniz.
Düzeltilmek üzere sahiplerine iade edilen soru
önergelerine ilişkin ilgi önergenizde yeralan sorularınız aşağıda
cevaplandırılmıştır.
Bilgilerinizi rica ederim.
Saygılarımla.
Hikmet
Çetin
Türkiye
Büyük Millet Meclisi Başkanı
Cevap 1. Başkanlığımızca, İçtüzüğün koyduğu şartlara
uygun görülmediğinden düzeltilmek üzere 20 nci Yasama Döneminde iade edilen
soru önergesi sayısı (99) dur.
Cevap 2. Başbakan veya Bakanlar tarafından soru
önergelerine verilen cevaplara Başkanlığımızca içerik itibariyle bir müdahalede
bulunulması mümkün değildir. Bununla birlikte, önerge sahibi Milletvekilinin
aldığı cevabı değerlendirip eksik bulduğu hususlarda yeni bir soru önergesi
verebilmesi mümkündür.
Cevap 3. T.B.M.M.’nin ve üyelerinin saygınlığının
korunması konusunda Başkanlığımızca gereken hassasiyet gösterilmektedir.Ancak,
önergenize konu edilen ve Millî Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı İsmet
Sezgin tarafından verilen cevap metninde, şahsınıza yönelik açık ve doğrudan
bir itham yer almamaktadır. Bu nedenle, bahse konu cevap metniyle ilgili
İçtüzüğün 99 uncu maddesi hükmü uygulanmış, ilgili Bakanlıkla yeni bir yazışma
yapılmasına gerek görülmemiştir.
Cevap (4, 5). T.B.M.M.’nin asli görevlerinden olan
denetim işlevini etkin bir şekilde yapabilmesini temin bakımından,
Başkanlığımız İçtüzük hükümleri çerçevesinde gereken titizliği
göstermektedir.Ancak, Başkanlığımızın soru önergelerine verilen cevapların
önergede yer alan hususları tam olarak karşılayıp karşılamadığını inceleme ya
da bir başka deyişle uygunluk denetimi yapabilme yetkisi bulunmamaktadır.
Türkiye Büyük MilletMeclisi
GÜNDEMİ
35 İNCİ BİRLEŞİM
23 . 12 . 1997
SALI
Saat : 10.00
1
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
2
ÖZEL GÜNDEMDE YER ALACAK İŞLER
X 1. – 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/669) (S. Sayısı :390) (Dağıtma tarihi :9.12.1997)
X 2. —1996 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile 1996 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/633, 3/1046) (S. Sayısı :401) (Dağıtma tarihi
:9.12.1997)
X 3.—Katma Bütçeli İdareler 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/670) (S. Sayısı :391) (Dağıtma
tarihi :9.12.1997)
X 4. —1996 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların
Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay
Başkanlığı Tezkeresi ile 1996 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap
Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/634, 3/1047) (S. Sayısı
:402) (Dağıtma tarihi :9.12.1997)
BİRLEŞİM 35’İN SONU