DÖNEM : 20 CİLT : 40 YASAMA YILI : 3

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

31 inci Birleşim

19 . 12 . 1997 Cuma

 

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

 

  I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. – GELEN KÂĞITLAR

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. – Belçika ve Danimarka’ya giden Dışişleri Bakanı İsmail Cem’e, dönüşüne kadar, Kültür Bakanı İstemihan Talay’ın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1231)

2. – Amerika Birleşik Devletlerine gidecek olan Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel’e; dönüşüne kadar, Millî Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay’ın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1232)

3. – Aydın Milletvekili Sema Pişkinsüt’ün, Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/286)

4. – Kilis Milletvekili Mustafa Kemal Ateş’in (6/767) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/287)

B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1. – Balıkesir Milletvekili İ. Önder Kırlı ve 25 arkadaşının, SEKA’nın sorunlarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/225)

2. – Ankara Milletvekili Cemil Çiçek ve 22 arkadaşının, dışpolitika konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/17)

IV. – SEÇİMLER

A) KOMİSYONLARDA AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM

1. – Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. – 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/669; 1/670; 1/633, 3/1046; 1/634, 3/1047) (S. Sayısı : 390, 391, 401, 402)

A) VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1. – Vakıflar Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Bütçesi

2. – Vakıflar Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

B) DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI

1. – Diyanet İşleri Başkanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi

2. – Diyanet İşleri Başkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

C) GÜMRÜK MÜSTEŞARLIĞI

1. – Gümrük Müsteşarlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi

2. – Gümrük Müsteşarlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

D) DEVLET İSTATİSTİK ENSTİTÜSÜ BAŞKANLIĞI

1. – Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi

2. – Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı1996 Malî Yılı Kesinhesabı

E) ADALET BAKANLIĞI

1. – Adalet Bakanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi

2. – Adalet Bakanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

F) YARGITAY BAŞKANLIĞI

1. – Yargıtay Başkanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi

2. – Yargıtay Başkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

G) ULAŞTIRMA BAKANLIĞI

1. – Ulaştırma Bakanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi

2. – Ulaştırma Bakanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

a) Telsiz Genel Müdürlüğü

1. – Telsiz Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Bütçesi

2. – Telsiz Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

 

 

I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 10.00’da açılarak dört oturum yaptı.

Birinci, İkinci, Üçüncü Oturum

Pakistan’a gidecek olan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e, dönüşüne kadar, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Hikmet Çetin’in vekâlet edeceğine;

Pakistan’a gidecek olan :

Devlet Bakanı Rıfat Serdaroğlu’na, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan’ın,

Devlet Bakanı Refaiddin Şahin’e, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Yücel Seçkiner’in;

Sanayi ve Ticaret Bakanı Yalım Erez’e dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Işın Çelebi’nin;

Turizm Bakanı İbrahim Gürdal’a, dönüşüne kadar, İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’nun;

Amerika Birleşik Devletlerine gidecek olan :

Başbakan Mesut Yılmaz’a, dönüşüne kadar, Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Bülent Ecevit’in,

Devlet Bakanı Güneş Taner’e, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı A. Ahat Andican’ın,

Devlet Bakanı Cavit Kavak’a, dönüşüne kadar, Sağlık Bakanı Halil İbrahim Özsoy’un,

Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Cumhur Ersümer’e, dönüşüne kadar, Orman Bakanı Ersin Taranoğlu’nun;

Macaristan’a gidecek olan Başbakan Yardımcısı ve Millî Savunma Bakanı İsmet Sezgin’e, dönüşüne kadar, Ulaştırma Bakanı Necdet Menzir’in,

Küba’ya gidecek olan Devlet Bakanı Eyüp Aşık’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Burhan Kara’nın;

Fransa’ya gidecek olan Adalet Bakanı Mahmut Oltan Sungurlu’ya, dönüşüne kadar, Maliye Bakanı Zekeriya Temizel’in,

Etiyopya’ya gidecek olan Devlet Bakanı Mehmet Batallı’ya, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Rıfat Serdaroğlu’nun vekâlet etmesi uygun görülmüşken, Başbakanın yeni teklifiyle, Devlet Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen’in,

Vekâlet etmelerinin uygun görülmüş olduğuna ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkereleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Genel Kurulun 20.12.1997 Cumartesi günkü birleşiminde, 8 inci tur bütçe görüşmelerinden önce gündemin, “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmının 163 üncü sırasında yer alan Avrupa Birliği ve dış politika konusundaki 8/15 esas numaralı genel görüşme önergesinin öngörüşmelerinin yapılmasına, görüşmelerde Hükümet ve gruplar adına yapılacak konuşmaların 10’ar dakika, önerge sahipleri adına yapılacak konuşmanın 5 dakika olmasına;

Genel Kurulun 22.12.1997 Pazartesi günkü birleşiminde, bütçe programının görüşmelerinin bitiminden sonra gündemin, “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 6 ncı sırasında yer alan 379 sıra sayılı kanun teklifinin görüşmelerinin yapılmasına ve görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına,

İlişkin Danışma Kurulu önerileri kabul edildi.

DTP Grubuna ait olup açık bulunan Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Üyeliğine Tekirdağ Milletvekili Hasan Peker seçildi.

1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının (1/669; 1/670; 1/633, 3/1046; 1/634, 3/1047) (S. Sayısı : 390, 391, 401, 402) görüşmelerine devam olunarak :

Hazine Müsteşarlığı,

Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü,

Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü,

Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü,

1998 malî yılı bütçeleri ile 1996 malî yılı kesinhesapları kabul edildi ve,

Dış Ticaret Müsteşarlığı,

Devlet Planlama Teşkilâtı Müsteşarlığı,

Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü,

Danıştay Başkanlığı,

1998 malî yılı bütçeleri ile 1996 malî yılı kesinhesapları üzerinde bir süre görüşüldü.

Yasin Hatiboğlu

Başkanvekili

Ali Günaydın Haluk Yıldız

Konya Kastamonu

Kâtip Üye Kâtip Üye

Dördüncü Oturum

1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının (1/669; 1/670; 1/633, 3/1046; 1/634, 3/1047) (S. Sayısı : 390, 391, 401, 402) görüşmelerine devam olunarak :

Dış Ticaret Müsteşarlığı,

Devlet Planlama Teşkilâtı Müsteşarlığı,

Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü,

Danıştay Başkanlığı,

1998 malî yılı bütçeleri ile 1996 malî yılı kesinhesapları kabul edildi.

Programda yer alan kuruluşların bütçe ve kesinhesaplarını görüşmek için 19 Aralık 1997 Cuma günü saat 10.00’da toplanmak üzere, birleşime 23.38’de son verildi.

Uluç Gürkan

Başkanvekili

Ahmet Dökülmez Ünal Yaşar

Kahramanmaraş Gaziantep

Kâtip Üye Kâtip Üye

 

 

No. : 53

II. – GELEN KÂĞITLAR

19 . 12 . 1997 Cuma

Sözlü Soru Önergeleri

1. – Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, bütçeden yardım alan dernek ve vakıflara ilişkin Maliye Bakanından sözlü soru önergesi (6/791) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.12.1997)

2. – Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, bütçeden yardım alan vakıflara ilişkin Devlet Bakanından sözlü soru önergesi.(6/792) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.12.1997)

3. – Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, bütçeden yardım alan dernek ve vakıflara ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/793) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.12.1997)

4. – Çorum Milletvekili Mehmet Aykaç’ın, pirinç üreticilerinin mağduriyetine ilişkin Tarımve Köyişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/794) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.12.1997)

5. – Ordu Milletvekili Mustafa Hasan Öz’ün, KOBİ kredilerinin koşullarına ilişkin Devlet Bakanından sözlü soru önergesi (6/795) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.12.1997)

Yazılı Soru Önergeleri

1. – Manisa Milletvekili Tevfik Diker’in, bir şahsın askerlik durumuna ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4004 ) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.12.1997)

2. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, Hekim-Bir Vakfı’na ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/4005 ) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.12.1997)

3. – Tokat Milletvekili Ahmet Fevzi İnceöz’ün, hastanelerin denetimine ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/4006 ) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.12.1997)

4. –Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, bazı basın kuruluşlarına usulsüz teşvik kredisi verildiği iddiasına ilişkin Devlet Bakanından yazılı soru önergesi (7/4007) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.12.1997)

5. – İstanbul Milletvekili Algan Hacaloğlu’nun, Bodrum Yalıçiftliği turizm bölgesindeki bazı arazilerin kamulaştırılmasına ilişkin Turizm Bakanından yazılı soru önergesi (7/4008) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.12.1997)

6. – Bayburt Milletvekili Suat Pamukçu’nun, bir basın dağıtım firmasına verildiği iddia edilen teşviklere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/4009) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.12.1997)

Genel Görüşme Önergesi

1. – Ankara Milletvekili Cemil Çiçek ve 22 arkadaşının, dış politika konusunda Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 102 ve 103 üncü maddeleri uyarınca bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/17) (Başkanlığa geliş tarihi : 18.12.1997)

 

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 10.00

Tarih : 19 Aralık 1997 Cuma

BAŞKAN : Başkanvekili Kamer GENÇ

KÂTİP ÜYELER : Mustafa BAŞ (İstanbul), Levent MISTIKOĞLU (Hatay)

 

 

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 31 inci Birleşimi açıyorum.

Sayın milletvekilleri, 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz; ancak, bütçe görüşmelerine geçmeden önce, Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Cumhurbaşkanlığı tezkereleri vardır; okutuyorum:

III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. – Belçika ve Danimarka’ya giden Dışişleri Bakanı İsmail Cem’e, dönüşüne kadar, Kültür Bakanı İstemihan Talay’ın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1231)

16 Aralık 1997

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi: 12 Aralık 1997 gün ve KAN. KAR: 39-06-241-97-821 sayılı yazımız.

Görüşmelerde bulunmak üzere, 15 Aralık 1997 tarihinden itibaren Belçika ve Danimarka'ya giden Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in dönüşüne kadar; Dışişleri Bakanlığına, Devlet Bakanı Prof. Dr. Şükrü S. Gürel'in vekâlet etmesi, ilgi yazıyla uygun görülmüştü.

17 Aralık 1997 tarihinden itibaren Dışişleri Bakanlığına, Kültür Bakanı İstemihan Talay'ın vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel

Cumhurbaşkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

İkinci tezkereyi okutuyorum:

2. – Amerika Birleşik Devletlerine gidecek olan Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel’e; dönüşüne kadar, Millî Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay’ın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1232)

16 Aralık 1997

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmelerde bulunmak üzere, 17 Aralık 1997 tarihinde Amerika Birleşik Devletlerine gidecek olan Devlet Bakanı Prof. Dr. Şükrü S. Gürel'in dönüşüne kadar; Devlet Bakanlığına, Millî Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay'ın vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel

Cumhurbaşkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Bir Meclis araştırması önergesi vardır; okutuyorum:

B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1. – Balıkesir Milletvekili İ. Önder Kırlı ve 25 arkadaşının, SEKA’nın sorunlarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/225)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülkemizde kâğıt sektörü, özellikle bu alandaki üretimin yaklaşık yarısını gerçekleştiren SEKA (Türkiye Selüloz ve Kâğıt Fabrikaları İşletmeleri) ivedi ve köklü çözüm bekleyen ciddî sorunlarla karşı karşıyadır. Kâğıt, hem bir sanayi ürünüdür hem de kalkınmanın, bilim, kültür ve eğitimin vazgeçilmez bir maddesidir. Çağdaş demokratik yaşam, birey ve toplumların giderek daha fazla kâğıt üretmesini gerektirmektedir.

Kâğıt üretim ve tüketiminde çok geri durumda olmamıza karşın, son 15-20 yıldır Türkiye'de çeşitli iktidarların uygulayageldikleri hatalı ve yanlış politikalar sonucu yerli kâğıt üretimi, özellikle de SEKA baltalanmıştır. Kâğıt tüketimi, yanlış politikalar sonucu, yerli üretime dayanacak yerde, dışa bağımlı hale getirilmiştir.

SEKA fabrikaları, ülke kâğıt gereksinmesinin yüzde 50'sini karşılayabilecek ve 1995 yılında olduğu gibi 5,3 trilyon kâr edebilecek bir konumdayken, birçok yıl neden zarar ettirilmiştir? Neden teknolojik yenileme olanağını yakalayamamıştır? Pahalı enerji, yüksek maliyet, enflasyon yanında ve kâğıt dışalımının bilinçli olarak özendirildiği iddiaları ne ölçüde gerçektir?

Refahyol Hükümeti döneminde, başta Balıkesir-SEKA olmak üzere pek çok fabrikada üst düzey yöneticilerin tümü, ailelerinden koparılarak hallaç pamuğu gibi atılmışlar, iş barışını bozmak, üretim miktar ve kalitesini düşürmek, müesseseyi satış darboğazına sokmakla suçlanmışlardır. Bu iddialar doğru mudur? İş barışını bozduğu iddiasıyla sürgün edilen bu yetenekli teknisyenler, örneğin 1995 yılında 22 gün grevle maksimum satış ve maksimum kâr sağlamamış mıdır? Satış, müesseselerin mi, genel müdürlüğün mü politikalarına bağlıdır? Genel Müdürlük satış bağlantılarını kurup üretim emrini verdiği halde üretim mi yapılmamıştır? Bu olağanüstü kıyımdan sonra iş başına getirilenler, üretime dayalı şefler olduğuna göre, iddia edildiği gibi gerçekten üretime yönelik bir sorumluluk varsa, onların bu kötüye gidişte payı yok mudur? Sürülen, sürgün edilen personelin hemen hepsinin KESK'e bağlı sendika yöneticileri ve üyeleri olması masum bir tesadüf müdür? Yoksa, bu dönemde yaşandığı gibi, iktidar partisinin müteahhit il başkanlarının SEKA Yönetim Kuruluna atanmasıyla vahşi bir kıyım mı yaşanmıştır?

Aynı anda İdarî Müdür Muavini, Teknik Müdür Yardımcıları, İşletme Kısım Müdürü, Ticarî Kısım Müdürü, Bakım Müdürü ve Laboratuvar Kısım Müdürünün toptan sürülmesi, açık bir partizanlık, kaba bir tehdit ve gözdağı vermek değil midir?

KİT'lerin ve bu arada SEKA'nın özelleştirilmesi amacını bir an önce gerçekleştirebilmek için, Balıkesir SEKA örneğinde olduğu gibi, üretim yavaşlatılmış mıdır, geçici süreyle durdurulmuş mudur, kimi üniteler ve hatta fabrikalar kapatılmış mıdır? Bütün bunlar, SEKA'nın özelleştirilmesine yönelik amaçlı ve kasıtlı girişimler midir? Bu hususların açıklığa kavuşturulması gereklidir.

Öte yandan, SEKA'da üretimi durdurulan ya da yavaşlatılan fabrika ve birimlerin işçileri ya işten çıkarılarak azaltılmış ya da çalışmadan ücret alma durumunda bırakılmışlardır. Sendika ve işçilerimiz, aylarca çalışmadan ücret almaya razı değillerdir. Bundan açıkça rahatsız olmaktadırlar. Onlar, çalışarak, üreterek, fabrikalarına sahip çıkmak istemektedirler. Onların içine düşürüldüğü bu huzursuzluk nasıl giderilecektir?

SEKA, kasten içine düşürüldüğü kötü ve olumsuz durumdan nasıl kurtarılabilir? Teknolojisini yenileyebilir mi? Yeni istihdam yaratabilir, kâra geçebilir, ülke ekonomisine katkıda bulunabilir, rekabete açılabilir mi? Kâğıt sektöründe ithalat politikamız ne olmalıdır?

Bütün bu soruların yanıtı, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, kararlılıkla sektörün sorunlarına el koymamızla alınabilir. Halkımız, özellikle yaklaşık onbin bin SEKA çalışanı, bunu ısrarla ve umutla bekliyor.

Bu nedenlerle, Anayasamızın 98 ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca, Türkiye'de kâğıt üretimi ve SEKA'nın sorunlarını kapsayan ve bu konuda izlenen politikaların ele alınıp tartışılacağı bir Meclis araştırması açılmasını talep ediyoruz.

1. İ.Önder Kırlı (Balıkesir)

2. Bekir Yurdagül (Kocaeli)

3. Ali Haydar Şahin (Çorum)

4. Fuat Çay (Hatay)

5. İrfan Gürpınar (Kırklareli)

6. Ali Şahin (Kahramanmaraş)

7. Mahmut Işık (Sıvas)

8. Ayhan Fırat (Malatya)

9. Algan Hacaloğlu (İstanbul)

10. Ali Dinçer (Ankara)

11. Bekir Kumbul (Antalya)

12. Nezir Büyükcengiz (Konya)

13. Murat Karayalçın (Samsun)

14. Eşref Erdem (Ankara)

15. Birgen Keleş (İzmir)

16. Celal Topkan (Adıyaman)

17. Veli Aksoy (İzmir)

18. Yusuf Öztop (Antalya)

19. Hilmi Develi (Denizli)

20. Bülent Tanla (İstanbul)

21. Ercan Karakaş (İstanbul)

22. Ali Rıza Bodur (İzmir)

23. Metin Arifağaoğlu (Artvin)

24. Yüksel Aksu (Bursa)

25. M. Cevdet Selvi (İstanbul)

26. Orhan Veli Yıldırım (Tunceli)

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge gündemdeki yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusunda yapılacak öngörüşme sırasında bu husus karara bağlanacaktır.

Bir genel görüşme önergesi vardır; okutuyorum:

2. – Ankara Milletvekili Cemil Çiçek ve 22 arkadaşının, dışpolitika konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/17)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye'nin, önce, Tahran'da yapılan 8 inci İslam Konferansı Teşkilatında maruz kaldığı başarısızlık, arkasından Avrupa Birliği zirvesinden çıkan haksız, içişlerimize müdahale ve millî bütünlüğümüze tecavüz niteliği taşıyan ve bizi tümüyle bu topluluktan dışlayan kararları muvacehesinde bir dışpolitika krizine sürüklendiği muhakkaktır.

Bu nedenle, konunun önemi, millet ve devlet hayatında icra edeceği tesirler de dikkate alınarak, ilişikteki gerekçelerden dolayı, dışpolitika konusunda, Anayasanın 98 inci, Meclis İçtüzüğünün 101, 102 ve 103 üncü maddeleri gereğince, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir genel görüşme açılmasını saygıyla arz ederiz.

1. Cemil Çiçek (Ankara)

2. Recep Kırış (Kayseri)

3. Sadi Somuncuoğlu (Aksaray)

4. Ömer Özyılmaz (Erzurum)

5. İsmail Durak Ünlü (Yozgat)

6. Hanefi Çelik (Tokat)

7. Zeki Karabayır (Kars)

8. Mustafa Baş (İstanbul)

9. Mehmet Bedri İncetahtacı (Gaziantep)

10. Nurettin Aktaş (Gaziantep)

11. Hüseyin Kansu (İstanbul)

12. Arif Ahmet Denizolgun (Antalya)

13. Kemalettin Göktaş (Trabzon)

14. Mustafa Hasan Öz (Ordu)

15. Mehmet Aykaç (Çorum)

16. Osman Yumakoğulları (İstanbul)

17. Mikail Korkmaz (Kırıkkale)

18. Abdullah Örnek (Yozgat)

19. Hüseyin Arı (Konya)

20. Hüseyin Olgun Akın (Ordu)

21. Mustafa Yünlüoğlu (Bolu)

22. Cafer Güneş (Kırşehir)

23. Memduh Büyükkılıç (Kayseri)

Gerekçe :

Türkiye 1997 yılını geride bırakırken, çok yönlü sıkıntılarla, krizlerle karşı karşıyadır. Bunlardan en önemlisi, dışpolitakada arka arkaya yaşadığımız mağlubiyetler, başarısızlıklardır.

Türkiye bu alanda bir maceraya sürükleniyor. Bu coğrafyada yaşayan her ülkenin realize etmesi gereken çok yönlü politikalardan tecrit edilerek, onun avantajlarından, manevra imkânlarından mahrum bırakılarak, mecburî bir adrese yönlendiriliyor. Gelinen nokta; Türkiye'yi ekonomik, siyasî, sosyal ve kültürel alanlarda güç dengelerinin tesisinde, silah araç ve gereçlerinin temininde, terörle yaptığı mücadelede bağımlı bir duruma sokuyor. Böylece, Türkiye, dünyanın bu en hassas bölgesinde inisiyatif kullanamaz, politika oluşturamaz, hak ve menfaatlarını koruyamaz hale düşürülüyor. Yeni kazanımlar bir yana, eskilerini de kaybediyor.

Türkiye, daha düne kadar, İslam Konferansı Teşkilatının dirayetli, sözüne itibar edilen, gelişen olaylar karşısında ne düşündüğü ve ne yapacağı merak edilen bir devlet iken, Ortadoğu politikaları ve İslam ülkeleriyle ilişkilerindeki zaaflar, ilgisizlikler ve umursamazlıklar sebebiyle, aleyhinde rahatlıkla kararlar alınabilen, dışlanan, bu noktada refleksleri yeterince çalışmayan bir konuma geldi. Tahran'da 8 incisi yapılan Konferansı apar topar terke mecbur kaldı.

Bu olayın şokunu üzerimizden atmadan, Avrupa Birliğinin Lüksemburg'daki toplantısında hak etmediğimiz, hür türlü tepkiyi hak eden kararlarına muhatap olduk, haysiyetimiz rencide oldu. İçişlerimize karışıldı, millî bütünlüğümüze dil uzatıldı. Türkiye'nin köprü konumunda bir ülke olduğundan bahisle siyaset oluşturmaya çalışılırken, bu köprünün hem doğu ayağı hem de batı ayağı çok ciddî ölçüde hasar gördü. Şimdi, Türkiye, servis köprüsünden geçmeye mecbur kalmaktadır.

İşte, bu ve başkaca arz edilecek sebeplerden dolayı, dışpolitikamızın Türkiye Büyük Millet Meclisinde değerlendirilmesinde, önceliklerin yeniden belirlenmesinde, bu açmazlardan çıkış yollarının ortaya konmasında, Hükümetin bir azınlık hükümeti olduğu da dikkate alınarak meseleye vaziyet edilmesinde, hem devletimiz hem milletimiz hem de Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygınlığı açısından sayısız faydalar vardır.

Zira, dışpolitika, en önemli devlet faaliyetidir; muhakkak milletçe ve onun temsilcilerince oluşturulması, denetlenmesi, yönlendirilmesi ve neticede desteklenmesi gereken bir faaliyettir.

O nedenle, konunun genel görüşme tarzında, Türkiye Büyük Millet Meclisinde ele alınması gerekmektedir.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge gündemde yerini alacak ve genel görüşme açılıp açılmaması konusunda yapılacak öngörüşmeler sırasında bu husus karara bağlanacaktır.

Sayın milletvekilleri, komisyondan istifa önergesi vardır; okutuyorum:

A) TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam)

3. – Aydın Milletvekili Sema Pişkinsüt’ün, Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/286)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

4 Aralık 1997 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanlığına seçildim.

Bu sebeple, Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonundaki üyeliğimden istifa ediyorum.

Gereği hususunu saygılarımla arz ederim. 8.12.1997

Dr. Sema Pişkinsüt

Aydın

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Sözlü soru önergesinin geri verilmesine dair bir önerge vardır, okutuyorum:

4. – Kilis Milletvekili Mustafa Kemal Ateş’in (6/767) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/287)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmında 176 ncı sırada yer alan (6/767) esas numaralı sözlü soru önergemi geri çekiyorum.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

Mustafa Kemal Ateş

Kilis

BAŞKAN – Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.

Sayın milletvekilleri, gündemin "Seçim" kısmına geçilmesi hususunu oylarınıza sunacağım.

Bir komisyonda bulunan boş üyeliğe yapılacak seçimin, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında bulunan 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarından önceye alınması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bu kararınız üzerine, gündemin "Seçim" kısmına geçiyoruz.

IV. – SEÇİMLER

A) KOMİSYONLARDA AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM

1. – Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

BAŞKAN – Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonunda boş bulunan ve Demokratik Sol Parti Grubuna düşen 1 üyelik için, Karaman Milletvekili Fikret Ünlü aday gösterilmiştir.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bütçe ve kesinhesap kanunu tasarıları üzerindeki müzakerelere geçiyoruz.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. – 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/669; 1/670; 1/633, 3/1046; 1/634, 3/1047) (S. Sayısı : 390, 391, 401, 402) (1)

A) VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1. – Vakıflar Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Bütçesi

2. – Vakıflar Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

B) DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI

1. – Diyanet İşleri Başkanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi

2. – Diyanet İşleri Başkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

C) GÜMRÜK MÜSTEŞARLIĞI

1. – Gümrük Müsteşarlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi

2. – Gümrük Müsteşarlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

(1) 390, 391, 401, 402 S. Sayılı Basmayazıları 16.12.1997 tarihli 28 inci Birleşim Tutanağına eklidir.

D) DEVLET İSTATİSTİK ENSTİTÜSÜ BAŞKANLIĞI

1. – Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi

2. – Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN – Beşinci turda, sırasıyla, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı, Gümrük Müsteşarlığı, Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığının bütçelerini müzakere edeceğiz.

Şimdi, beşinci turda grupları adına söz alan sayın üyelerimizi okuyorum: Demokrat Türkiye Partisi Grubu adına, Kütahya Milletvekili Mehmet Korkmaz, İzmir Milletvekili Turhan Arınç; ANAP Grubu adına, Kayseri Milletvekili İbrahim Yılmaz, Kahramanmaraş Milletvekili Esat Bütün, Iğdır Milletvekili Adil Aşırım, Siirt Milletvekili Nizamettin Sevgili; Refah Partisi Grubu adına, Çorum Milletvekili Mehmet Aykaç, Denizli Milletvekili Ramazan Yenidede, Siirt Milletvekili Ahmet Nurettin Aydın, İçel Milletvekili Mehmet Emin Aydınbaş; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Kahramanmaraş Milletvekili Ali Şahin, Tokat Milletvekili Şahin Ulusoy, Erzincan Milletvekili Mustafa Yıldız, Sıvas Milletvekili Mahmut Işık; Doğru Yol Partisi Grubu adına, Kars Milletvekili Sabri Güner, Elazığ Milletvekili Cihan Paçacı; DSP Grubu adına, Kastamonu Milletvekili Hadi Dilekçi, Eskişehir Milletvekili Necati Albay, Ankara Milletvekili Aydın Tümen, İstanbul Milletvekili Mehmet Aydın.

Şahısları adına söz alanlar: Lehte, Van Milletvekili Şaban Şevli; aleyhte, Yozgat Milletvekili Abdullah Örnek.

Sayın milletvekilleri, biliyorsunuz, bu tur görüşmelerde gruplar ve Hükümet adına konuşma süresi, alınan karar gereğince, 40'ar dakikadır. Bu 40'ar dakikayı bir gruba toptan vereceğim ve grup sözcüleri, kürsüye gelirken, ne kadar süreyle konuşacaklarını bize belirteceklerdir.

Şimdi, ilk söz, Demokratik Türkiye Partisi Grubu adına, Kütahya Milletvekili...

MEHMET KORKMAZ (Kütahya) – Demokrat... Demokrat...

BAŞKAN – İyi; demokratik, demokrat...

MEHMET KORKMAZ (Kütahya) – Olur mu?!.

BAŞKAN – Peki, demokrat olsun canım...

Efendim, partiler yeni kurulunca, biraz, dil alışkanlığı zorlaşıyor; onun için...

İlk söz, Demokrat Türkiye Partisi Grubu adına, Kütahya Milletvekili Sayın Mehmet Korkmaz'ın.

Yine, sayın milletvekillerine hatırlatmak istiyorum: Biliyorsunuz, soru sormak isteyen milletvekillerinin, sorularını, gruplar adına yapılacak konuşma sürelerinin sonuna kadar, yazılı olarak Başkanlık Divanına göndermeleri gerekiyor.

Buyurun Sayın Korkmaz. (DTP, ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 40 dakika; yalnız, eşit mi paylaşacaksınız?

MEHMET KORKMAZ (Kütahya) – Evet efendim.

BAŞKAN – Peki, o zaman, ben, sizi 20 nci dakikaya gelince ikaz ederim.

Buyurun efendim.

DTP GRUBU ADINA MEHMET KORKMAZ (Kütahya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Vakıflar Genel Müdürlüğü ile Diyanet İşleri Başkanlığının 1998 malî yılı bütçeleri üzerinde, Demokrat Türkiye Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken, şahsım ve Grubum adına, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Vakıf dediğimiz zaman, insanlık sevgisinden, Allah rızasıyla hayır ve hasenat duygusundan kaynaklanan ve hümanist felsefeden kaynaklanan yardımseverlik müessesesi karşımıza çıkıyor.

Türkler, Anadolu'ya girdikten sonra, fethettikleri şehirlerin merkezi en yüksek noktasında ulu camileri inşa etmişler, şehir topografyasına uygun olarak, ulu cami yanında, o günlerde medrese adını verdiğimiz, lise, üniversite seviyesinde eğitim kurumlarını, bugün anaokulu adını verdiğimiz sübyan mekteplerini; ticaret için bedestenler, arastalar, kapalı çarşıları; hastalar için darüşşifaları, dinlenme evleri manasına gelen tabhaneleri, fakirler için imarethaneleri, konaklama için ise han ve kervansarayları, temizlik için de hamamları inşa ederek kamu hizmetine tahsis etmişlerdir.

Aslında, vakıflar, özel, özerk bir kuruluştur. Milletimizin fertleri tarafından, kendi hür iradeleriyle, kamu hizmeti, insanlık sevgisi, hümanizm felsefesinden, estetik duygu ve düşüncesinden doğan ve günümüzde üçüncü sektör olarak adlandırılan bu kuruluş, tüzelkişiliği haiz bir özel sektördür. TRT'ye benzer geniş bir mütevelli heyetiyle idare edilen özerk bir kurum veya kuruluş haline getirilmesinde büyük fayda mülahaza edilmektedir.

Teşkilat Kanununun hemen çıkarılması gerekmektedir. 1048 yılında Anadolu'da kurulan ilk vakıftan günümüze kadar geçen 949 yıl sonra, katma bütçeli bir idare olması, düşündürücüdür.

Ecdadımızdan bize, en iyi şekilde idaresi şartıyla bırakılmış arazilerin ve binaların kiralarının enflasyondan etkilenmemesi amacıyla, 2 yıldan fazla mukavele yapılması, vakıf tarafından yasaklanmış olmasına rağmen, 3 ilâ 5 veya bakan onayıyla 10 yıllığına, uzun süreli mukaveleler yapılmaktadır. Bunların bir kısmı, vakfiye hükümlerine karşıdır.

Yine, atalarımızın bizlere emanet ettiği, bu yurdun tapu senetleri hükmündeki 9 289 vakıf abide ve eski eserimiz var. Bu eserleri milletçe koruyup kollamak, gelecek nesillere olduğu gibi aktarmak, bu vatanda yaşayan her ferdin millî görevidir.

Yurt içindeki ve yurt dışındaki vakıf eski eserlerimizin, abidelerimizin tescili ve envanterleri en kısa sürede yapılmalıdır.

Restorasyon, oldukça pahalı ve uzun uğraş isteyen bir konu. Mimar Sinan'ın 1994 yılında yanan eseri Edirne Alipaşa Çarşısı için Vakıflar Genel Müdürlüğü 700 milyar lira harcadı. Bir eser için 700 milyar lira harcanırsa, 9 289 eser için ne harcanır, takdirlerinize arz ediyorum.

Bu eserleri onarmak için Hazinece ayrılan restorasyon ödeneğini kifayetli görmüyoruz; ancak, milletle, gönüllü kuruluşlarla işbirliği yapılarak “restore et-işlet-devret” modelinin de gündeme gireceğini yetkililerden öğrenmek, bizleri sevindirmiştir.

Vakıf eserlerinin restorasyonundan bahsetmişken, Kütahya'daki vakıf eserlerinden de bahsetmek istiyorum. Kütahya Ulu Cami ile Şeyh Salih ve Balıklı Tekkelerinin restorasyonuna devam edilmesi, bütün Kütahyalıları sevindirmiştir. Anadolu Selçukluları döneminde Türkmenlerin yerleştiği Kütahya'da, Anadolu'nun Moğollar tarafından istila edilmesi sırasında Türkmen nüfus kesafeti daha da artmış, Süleyman Şah'ın, kızı Devlet Hatun'u, Osmanlı Devletinin Şehzadesi Yıldırım Bayezid'le evlendirmesi sonucu, Kütahya toprakları Osmanlı idaresine geçmiş ve yüzlerce vakıf eserle tapu senetlerimizin sayısı da artmıştır.

Kütahya'da Selçuklu dönemi eserlerinden, 1237 tarihli Balıklı Camii, 1243 tarihli Hıdırlık Mescidi, 13 üncü Yüzyılın ilk yarısında yapılmış Ergun Çelebi Türbesi, 1369 tarihli Germiyanlı eseri Pekmezpazarı Mescidi ve 1379 tarihli Yukarı Hisar Mescidi, erken dönem eserler arasındadır.

Kütahya'da bulunan vakıf eski eserlerden; Küçük Hamam, Sadettin Camii, İshak Fakih Camii, Ahi Evran Tekkesi, Molla Bey Camii, Lala Hüseyin Paşa Camii, Takvacılar Camii, Paşam Sultan Tekkesi, Gümüşeşik Tekkesi, Hisar Camii, Büyük Saka Köyü Camii, Balıklı Camii ve Tavşanlı-Ağalar Camii, Kurşunlu Camii, Kavaklı Camii, Emet-Çarşı Camii, Simav-Ulu Cami de, onarım sırası gelen vakıf eserleri arasındadır. Eğer burada da onarım faaliyetlerine hız verilirse, bütün Kütahyalıların, Vakıflar Genel Müdürlüğüne şükranlarını sunacaklarından emin bulunmaktayım.

Muhterem milletvekilleri, vakıfların akar fonuna, taviz bedelleri ve iştirak paylarından, çok büyük miktarda paralar gelmektedir. Bu fon, sadece akar nitelikli gayrimenkullerde kullanılmakta ve sadece akara yatırım yapılmaktadır. Bu fonun kullanımında hukukî değişikliğe gidilerek, biriken paranın yüzde 20-25'i eski eserlerin restorasyonunda kullanılacak şekilde değiştirilirse, kısa zamanda bu eserler kurtarılmış olur; bütçe imkânı ve fon payıyla, vakfedenlerin kemiklerini sızlatan bu duruma da son verilmiş olur diye düşünüyorum.

Vakıfların elinde bulunan tarım arazileri, yeterince değerlendirilememektedir. Buralar için kurulan işletmelerin sermayeleri, çok küçük miktarlarda; o nedenle, bu tür araziler ya özel sektöre kiralanmalı ya da yeterli sermaye verilerek ve çağdaş yöntemler uygulanarak, bu işletmeler de gelir getiren bir özelliğe kavuşturulmalıdır.

Vakıflar Genel Müdürlüğünün aslî görevleri arasında bulunan vakıf yurtlarına da değinmek istiyorum. Yurdumuzun 59 il ve ilçesine dağılmış bulunan vakıf yurtlarında 11 500 öğrenciye barınma ve beslenme imkânı tanınması, vakfiye şartlarının yerine getirildiği bir olaydır; ancak, bu yurtlarda kalan öğrencilerimizin, küçük yaşta ebeveynlerinden uzakta bulunduğundan, pedagojik eğitimi bulunan uzman öğretmenlerin denetiminde bulunması icap eder. Memnuniyetle öğrenmiş bulunuyorum ki, bütün yurt müdürleri, 1998 yılı içinde, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından, pedagojik eğitimden geçirilecektir.

Ayrıca, 1998 yılında, 6 yurdun inşaatı tamamlanarak devreye girmesi münasebetiyle, yurt sayısının 65'e ulaşacağı ve dolayısıyla, kapasitenin de artacağı tabiîdir. Bu yurtlara, 8 yıllık kesintisiz eğitim münasebetiyle, 1998-1999 öğretim yılında, sadece lise düzeyinde öğrenci alınacaktır.

Ülkeye yararlı olan bu yurtların, il ve ilçelerde bulunan sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıflarına devredilmesi halinde, il ve ilçe yönetimleri tarafından daha yakından takip edileceği, öğrencilerin beslenme kalitesinin daha yükseleceği varsayımını da gözden ırak tutmamanın yerinde olacağını düşünüyorum; zira, sosyal dayanışma vakıflarının ana gayesi de budur; merkeziyetçilikten ziyade, mahalinde idare şekline, buradan da gidilebilir düşüncesindeyim.

Sokak çocuklarının korunması konusunda, Vakıflar Genel Müdürlüğü ile Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu arasında işbirliğine gidileceğini, Genel Müdürlüğün bilgisayar ağıyla donatılacağını, dolayısıyla 21 inci Asra hazırlanacağını yetkililerden öğrenmekten mutlu olduğumuzu belirtmek isterim.

Sayın milletvekilleri, diğer konu ise, 903 sayılı Kanuna tabi ve yeni vakıflar. Bu vakıfların sayısı bugün 4 381'i aşmış bulunmaktadır. Bu vakıflar, elbette, ülkeye en iyi hizmeti vermektedirler. Ancak, vakıf, bir hayır müessesesi olarak, yüzyıllarca bu millete hizmet götürmüştür. Bu kurumu, emeklilik vakfı ve dernekleşen vakıf zihniyetinden ayırmak gereklidir. Vakfı dejenere etmeye kimsenin hakkı ve salahiyeti yoktur.

Üniversite kuran vakıflarımız çoğaldı. Daha 1913 yılında, vakıf memurlarının da mektebi vardı. Vakıflar Genel Müdürlüğü, vakfiye şartlarında yer alan, mektep medrese eğitim-öğretimi konusunu da dikkate alarak, bir restorasyon yüksekokulu veya fakültesi açarak, kendisine eleman yetiştirmeli; aynı okulun tabi olacağı üniversiteyi kurarak, ülke eğitimine gerçek katkıda bulunulmasının zamanının da geldiğini zannediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın bu bölümünde de, Diyanet İşleri Başkanlığımızın bütçesi üzerindeki görüşlerimi arza çalışacağım.

Muhterem milletvekilleri, kuruluşundan bugüne kadar, gerek yurt içindeki gerekse yurt dışındaki vatandaş ve soydaşlarımıza din hizmeti vermekte olan ve Anayasamızın 136 ncı maddesinde de ifade edildiği üzere, genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, toplumu din konusunda aydınlatma ve ibadet yerlerini yönetme konusundaki görevlerini layıkıyla yerine getirmeye devam etmektedir.

Din, sadece bir inanç sisteminden ibaret olmayıp, kişinin dünyevî hayatına da yön veren, ahlakî, hukukî ve sosyal kuralları da ihtiva eden bir sistemdir.

Dindar kişi, toplumun bir üyesi olarak, bir taraftan, inancının gereklerine, diğer taraftan da içinde yaşadığı toplumun kurallarına uymak zorundadır.

Bu itibarla, din işlerinin, dinî inanç ve prensiplerine uygun tarzda yerine getirilmesi; dinin, toplum için manevî bir disiplin olmasının sağlanması; dinin, taassup ve hurafelerden korunması, din hizmetlerinin yetenekli ve ehil kişiler tarafından verilmesi amacıyla, Diyanet İşleri Başkanlığının, devlet teşkilatında yer almasının ve bu hizmetler için devlet bütçesinden harcama yapılmasının önemi ortadadır. Verdiği hizmet bakımından da toplumun tamamını doğrudan ilgilendirmektedir.

Diyanet İşleri Başkanlığımız; dinimizin, birlik, beraberlik, fedakârlık ve yardımlaşma gibi yüce prensiplerini halkımıza benimsetmek; İslamın, güzel ahlak sistemi içinde yer alan kardeşlik, sevgi, saygı, hoşgörü ve yardımlaşma hasletlerini yaygınlaştırmak suretiyle etkin ve yaygın bir din hizmeti sunmakta, halkımızı aydınlatıcı ve yol gösterici mahiyette rehberlik görevini ifa etmeye çalışmaktadır. En ücra köy ve mezralara kadar yayılmış bulunan 72 500 camide vaaz ve irşat yoluyla, genel ve bölgesel yayın yapan özel ve resmî radyo ve televizyonlarda yapılan sohbet ve konuşmalarla, belli bir program dahilinde düzenlenen konferanslar, seminerler ve benzeri toplantılarda, yasalarla kendine verilen irşat görevini en iyi şekilde yerine getirmenin gayreti içerisindedir.

TRT-4 Kanalından haftada iki saatlik süre içerisinde yayınlanmakta olan "Diyanet Saati" programının yeni uygulamaya konulması da fevkalade iyi bir gelişmedir.

Sayın milletvekilleri, Diyanet İşleri Başkanlığının 1998 yılı bütçe teklifi de, tasarruf anlayışı içinde ve geçen yılların tecrübelerine dayanılarak ve hizmetleri daha da ileriye götürebilmek düşüncesiyle hazırlanmıştır.

Din hizmetinin halkımıza gerçekçi bir şekilde etkili ve verimli olarak sunulabilmesi için, özellikle, din görevlilerinin, eğitim merkezlerinde hizmetiçi eğitime tabi tutularak, yetiştirilmeleri gerekmektedir. Başkanlığın merkez ve taşra teşkilatı, din hizmetleri, genel idare hizmetleri, eğitim-öğretim hizmetleri, teknik hizmetler, sağlık hizmetleri ve yardımcı hizmetler sınıflarında toplam 80 bini aşkın görev yapan bu görevlilerin hizmetlerinin verimliliğinin artırılmasına, bilgi, beceri ve tutum yönünden istenen seviyeye ulaştırılmalarına önem verilmelidir.

Vatandaşlarımızın ve özellikle çocuklarımızın din eğitimi ihtiyaçlarını karşılamak, Kur'an-ı Kerimi ve dinî bilgileri öğretmek amacıyla, Kur'an kurslarının açılmasına devam edilmelidir. Kur'an kurslarının büyük çoğunluğu, halkımızın eliyle ve emeğiyle yapıldığı halde, son yıllarda, devletimizin de, bütçe imkânlarıyla, yatılı bölge Kur'an kursları yapımını, yatırım programına almakla, din eğitimine maddî destek sağlanmış ve bugüne kadar muhtelif illerde 22 yatılı bölge Kur'an kursunun hizmete açılmış olması da sevindiricidir.

Bugün için 6 126 olan Kur'an kurslarında, 1996-1997 öğretim yılında 177 120 kız ve erkek öğrenciye din eğitimi ve öğretiminin sağlanmış olması yeterli değildir; bu sayılar artırılmalıdır.

Diyanet İşleri Başkanlığı hizmetlerine destek sağlamak üzere kurulmuş bulunan ve Kur'an kursu, cami ve müftülük sitesi gibi dinî amaçlı binalar inşa eden vakıf ve derneklerin yardım taleplerini karşılamak ve desteklemek amacıyla bütçeye konulan 40 milyar liralık ödenek yeterli değildir. 1997 yılında hacca gitmek için müracaat eden 76 797 vatandaşımızdan 61 183'ü hacca gidebilmiş, 5 614 vatandaşımız gidememiştir. 1998 yılında hacca gitmek üzere 92 945 vatandaşımızın hac önkaydını yaptırdığı, ancak, bu yıl ülkemize 66 330 hac kontenjanı verildiği için, ne yazık ki, 26 615 vatandaşımız yine hacca gidemeyecektir; bu durum, üzüntü yaratmaktadır. Ülkemize tanınan hac kontenjanının artırılması için gerekli çalışmalar yapılmalıdır.

Diyanet İşleri Başkanlığının imam hatip ve müezzin, kayyım kadrosundaki eksiklikler tamamlanmalı, münhal bulunan kadrolara atamalar yapılmalıdır. Halen pek çok köy camilerimizin kadrolu imamı yoktur. Yaklaşan mübarek ramazan ayında camilerimizi imamsız bırakmayalım.

Ayrıca, Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilat ve Görevleri hakkında hazırlanan Kanun Tasarısı bir an önce Meclis gündemine getirilmeli ve yasalaşmalıdır.

Bu duygu ve düşüncelerle Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Diyanet İşleri Başkanlığının 1998 malî yılı bütçesinin her iki kuruluşumuza, memleketimiz ve milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını Cenabı Allahtan niyaz eder, Yüce Meclise saygılar sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Korkmaz.

İkinci konuşmayı yapmak üzere İzmir Milletvekili Sayın Turhan Arınç; buyurun.

Sayın Arınç 21 dakikanız var; buyurun.

DTP GRUBU ADINA İ.TURHAN ARINÇ (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığının 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı üzerinde Demokrat Türkiye Partisi Grubunun görüşlerini dile getirmek üzere Yüce Heyetinizin huzurunda bulunmaktayım. Bu vesileyle, hepinize, şahsım ve Grubum adına saygılar sunuyorum.

Dünyada, gümrük idarelerinin kuruluşları bir hayli eskilere uzanmaktadır. Aradan geçen bunca zaman içerisinde, gümrük idarelerinin görev ve yetkilerinde, çalışma usul ve esaslarıyla ilgili alanlarında önemli değişiklikler meydana gelmesine karşılık, bu idarelere verilmesi gereken önem ve varlık sebeplerinde hiçbir azalma olmamıştır. Ülkemizde de, gümrük idaresinin kuruluşunun bir hayli eski olduğu bilinmektedir.

Her ne kadar globalleşen dünyada sayıları giderek artmakta olan ekonomik birlikler, gümrük birlikleri ve serbest ticaret anlaşmaları dolayısıyla, gümrüklerin gelir tahsil etme fonksiyonlarında bir azalmaya yol açılmışsa da, ülke sanayiinin damping ve haksız rekabete karşı korunması fikri ve sınaî mülkiyet haklarının korunması, çevre, toplumsal sağlık ve tüketici haklarının korunması, gümrüklere verilen yeni ve ekonomik fonksiyonlardır.

Dünya ticaret hacmi bir yandan artarken, bir yandan da gelişen bilimin teknolojileri nedeniyle, daha karmaşık bir hal almakta; artık, neredeyse, kâğıt kullanımı son bulmakta, bunun yerine, elektronik ticaret dönemine girilmektedir. Bu bilgileri sunmaya çalışmamın nedeni, globalleşen dünyada gümrüğün yeri ve rolünü ortaya koymaktır. Bu açıklamalardan anlaşılacağı gibi, gümrüklere daha fazla önem vermemizin ve kaynak ayırmamızın gereği açıktır.

Bilindiği gibi, 1983 yılında, Maliye Bakanlığıyla birleştirilen Gümrük ve Tekel Bakanlığı, on yıl aradan sonra, 13 Temmuz 1993 tarih ve 485 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle Maliye Bakanlığından ayrılarak, Başbakanlığa bağlı Gümrük Müsteşarlığı olarak yeniden teşkil edilmiştir.

Anılan kanun hükmünde kararname, gelişen ve değişen günün koşullarına göre, 521, 541 ve 547 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerle tekrar değişikliğe uğramıştır.

Gümrük Müsteşarlığının merkez teşkilatı; 1 müsteşar, 3 müsteşar yardımcısı; ana hizmet birimleri olarak, Gümrükler Genel Müdürlüğü, Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğü, Gümrükler Kontrol Genel Müdürlüğü, Avrupa Topluluğu ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü; danışma ve denetim birimleri olarak, Teftiş Kurulu Başkanlığı, Araştırma Planlama ve Koordinasyon Daire Başkanlığı, Hukuk Müşavirliği ve 5 yardımcı hizmet biriminden oluşmaktadır.

Müsteşarlıkta, mevcut personelin eğitimine çok önem verildiğini biliyorum. Bu gayretlerin, önümüzdeki yıllarda artan bir tempoda sürdürülmesinin zorunlu olduğunu belirtmek isterim.

Müsteşarlığın, yetişmiş yabancı dil bilen ve Avrupa Topluluğu mevzuatına kolayca uyum sağlayan personel ihtiyacını karşılamak için, gümrük uzmanlığı ve Avrupa Topluluğu uzmanlığı müesseseleri ihdas edilmiştir; çok olumlu olan bu uygulamanın yaygınlaştırılması yerinde olacaktır.

Bu bağlamda, gümrük konularının, gerek ülkemizin menfaatını ve gerekse yurt dışında bulunan çok sayıda işçi ve vatandaşımızı ilgilendirmesi nedeniyle, teşkilat yapısının günün koşullarına uygun olarak yeniden düzenlenmesine ve yurtdışı teşkilatının en kısa zamanda kurulması gereğine inanıyorum.

İthalat ve ihracat işlemlerinin daha da basitleştirilmesi, bürokrasiden ve kırtasiyecilikten arındırılması için, yasaya taalluk etmeyen düzenlemeler dışında kalan karar, yönetmelik, genelge ve idarî tasarruflarla, olay bazında sistem yeniden yapılandırılmalıdır.

Türkiye'de, gümrük idarelerinin en büyük handikapı, geleneksel politikasını değiştirememesidir. 1932 yılında Atatürk'ün emriyle kurulan Gümrük ve Tekel Bakanlığı, o günün sınır ticaretinin denetim anlayışını uzun yıllar uygulayagelmiştir.

Son yirmi-otuz yıl içinde gümrük politikasının, ekonomi politikalarının bir parçası sayılmasından sonra, göreceli olarak ihmal ortaya çıkmıştır. Bugün ise, özellikle gümrük birliğine dahil olunduktan sonra, gümrük teşkilatının uyguladığı sistem, yargılanmaya başlanmıştır. Bu nedenle, ülkeler arasında yapılan mal ticaretinde, Türk gümrüklerinin de aynı norma kavuşturulması kaçınılmaz olmaktadır.

Gümrüklerimizin en büyük eksikliği, otomasyon eksikliğidir. 1988 yılında kurulmuş olan ve sadece dışticaret istatistiklerini düzenlemeye yarayan sınırlı bilgisayar uygulaması, günümüzün artan ve çok karmaşık bir görünüm arz eden gümrük işlemlerini karşılamaktan uzak bulunmaktadır. Gümrük idaresinin, mutlak şekilde kapsamlı bir modernizasyona ihtiyacı vardır ve günümüz koşullarına adaptasyonu neticesinde, aşağıdaki sonuçlar elde edilebilecektir:

Dışticaretle uğraşanlara, daha iyi hizmet verilecektir.

Selektif olmakla birlikte, daha etkin bir gümrük denetimi yapılabilecektir.

Gümrük mevzuatı, bir taraftan toplulukla uyumlaştırılırken, kendi içerisinde de yeknesak bir uygulamaya tabi tutulacaktır.

Doğru ve etkin bir vergi tahsilatı yapılabilecektir.

Siyasî otoriteye, doğru şekilde ekonomik kararlar alabilmesine yardımcı olabilecek dışticaret istatistikleri zamanında sunulabilecektir.

Yukarıda arza çalışılan sonuçlara ulaşılabilmesi için, dışticaret politikalarına hızla yanıt veren esnek bir teşkilat yapısına ihtiyaç bulunmaktadır. Böyle bir yapılanma için, gümrük işlemlerinin teknolojik gelişmelerden yararlanılarak yapılması yönündeki uygulamaların en kısa sürede yaşama geçirilmesi ve bilgisayar kullanımının yanı sıra, gümrük idarelerinin modern muayene ve araştırma gereçleriyle donatılması, eşyanın, gümrüklerde fizikî kontrolünün sınırlandırılması ve risk analizleriyle belirlenmiş kurallarla eşya muayenelerinin yapılması; ayrıca, malın gümrükçe tesliminden sonra kontrol yöntemine ilişkin düzenlemelerin hızla tamamlanması ve bu uygulamaya ağırlık verilmesi.

Dışticaret işlemlerinde, ithalatçı, ihracatçı, komisyoncu kesimi ile gümrük idarelerinin arasındaki ilişkilerin daha iyi yürütülmesi için, karşılıklı bilgi akışının güçlendirilmesi, bürokrasinin ve zaman kaybının asgarîye indirilmesi amacıyla, müsteşarlık merkezinde toplanan yetki ve sorumlulukların, mümkün olduğu ölçüde gümrük müdürlüklerine devredilmesinin amaçlanmış olması lazımdır.

Gümrük idareleri arasında Nairobi Anlaşması hükümleri esas alınmak suretiyle ikili anlaşmalar yapılmaktadır. Özellikle, kaçakçılığı önlemek bakımından gümrük idareleri arasında karşılıklı olarak idarî yardımlaşmayı amaçlayan bu anlaşmaların, gerek hazırlanması gerekse yasal prosedürünün tamamlanması işlemleri bir an evvel bitirilmelidir. Hükümetimiz, ekonomik ilişkide bulunduğumuz ülkeler başta olmak üzere, pek çok ülkeyle bu tür anlaşmaları yapma gayreti içindedir; nitekim, ilk anlaşma Gürcistan ile 1994 yılında yapılmış, Temmuz 1997’ye kadar sırasıyla, Azerbaycan, Küba, Ukrayna ve Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere, 5 ülkeyle anlaşma yapılmış olmasına karşılık, anılan tarihten günümüze değin Rusya Federasyonu, Kırgızistan, Özbekistan, Romanya ve Bulgaristan olmak üzere, kısa sürede 8 ülkeyle karşılıklı idarî yardımlaşma anlaşması imzalanmıştır. Bu meyanda, Cezayir, Fransa, Tacikistan, Slovakya, Polonya, Kazakistan, Macaristan ile yapılan görüşmelerde sonuç noktasına gelinmiştir. Ayrıca, Mısır, Türkmenistan, Estonya, Japonya, Hırvatistan ve Slovenya ile görüşmeler de sürdürülmektedir. Karşılıklı bilgi akışının bu anlaşmalar tahtında yapıldığı dikkate alınırsa, anlaşma yapılan ülkelerle gümrük seviyesinde kurulan ilişkilerin pek çok sahada olumlu sonuçlar vereceği de aşikârdır.

Devletin temel kuruluşlarından biri olan gümrük idaresinin, günümüzde giderek artan ekonomik fonksiyonları nedeniyle önemi artmıştır. Buna ilave olarak, uyuşturucu maddelerle, silah ve mühimmat kaçakçılığıyla da mücadelede etkinlik sağlamak amacıyla, bu kuruluşa kaynak tahsisinden kaçınılmaması gerektir.

Son zamanlarda gümrüklerde bariz bir iyileşme görülmektedir. Gümrük personelinin eğitimi artırıldıkça, bina, döşeme, demirbaş ve diğer tüm araç ve gereçlerde bir düzeltme yapılması halinde, hizmetin kalitesi mutlak surette artacaktır; bu kapsamda, modernizasyon projesinin, vakit geçirilmeksizin hayata geçirilmesi gereği vardır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şimdi, Devlet İstatistik Enstitüsü bütçesi üzerinde, şahsım ve Demokrat Türkiye Partisinin görüşlerine geçiyorum:

Bilim çevrelerine, bilimin iletişimine ve buna yönelik altyapı oluşturmaya, konuyla ilgili kitleye bilimin önemini iletmeyi kendisine hedef edinmiş Devlet İstatistik Enstitüsü, dünyadaki gelişmeler düzeyinde kendi sorumluluğunu belirleyerek, çalışmalarını sürdürmektedir. Günümüzün gelişen istatistik metotlarını, bilim gelişmelerini, ulusal ve uluslararası bilimsel toplantılara katılımı sağlayarak, tüm uluslararası kurumlarla, bilimsel kuruluşlarla ve istatistik alanında en gelişmiş ülkelerle ortak çalışmalarda bulunmalıdır. Ayrıca, Türk Cumhuriyetleri olmak üzere, merkezî planlı ekonomiden piyasa ekonomisine geçiş süresinde bulunan ülkelerin, istatistik altyapılarını geliştirme çalışmalarına da yardımcı olmaktadır.

Devlet İstatistik Enstitüsünün üstlendiği görev ve sorumlulukları son derece zordur. Gerçekleştirdiği bilimsel faaliyetlerin, dış dünyaya açılma gayretlerinin daha üst seviyede başarıya ulaşabilmesi, ancak, gerçekçi bir bütçeyle desteklenmesiyle mümkündür. Bu nedenle, Devlet İstatistik Enstitüsü bütçesinin maddî ve manevî yönden desteklenmesini arzu etmekle birlikte, son nüfus sayımında gözlendiği üzere, planlama açısından ve sorulan sorular açısından Devlet İstatistik Enstitüsünün sadece bütçe desteğine değil, teknik desteğe de ihtiyacı olduğu görülmektedir.

Örnek olarak irdeleyecek olursak: "ailenizde özürlü birey var mı" gibi bir sorunun ne maksatla sorulduğu anlaşılamamaktadır; çünkü, gerçekten, ülkede onlara götürülecek hizmetlerin planlanması açısından son derece önemli olan, Türkiye'deki özürlü ve özür gruplarının dağılımı sayısı, bu soruyla nasıl karşılanmıştır; merak konusudur. "Ailende özürlü var mı; var." Arkasından sorulması gereken "kaç kişi özürlü, hangi özür grubundan" soruları neden yok? Bir ailede 5 özürlüsü bulunan aile reisi de "var" cevabı verdi, 1 özürlüsü bulunan aile reisi de aynı cevabı verdi. Şimdi soruyorum; bu sayımdan sonra kaç görme engelli insan var ülkemizde? Bunun cevabını net ve dolaysız verebilecek varsa, buyursun.

Birleşmiş Milletlerden, kadın araştırmaları için yardım aldığı iddia edilen Devlet İstatistik Enstitüsünün, bir kadın birimini bu parayla kurduğu da iddialar arasındadır. Bu birimin görevinin, kadınlarla ilgili istatistik verileri toplamak olduğu da düşünülürse, bu birim yetkilileri, ayrı bir harcama yapmadan, kadınlarla ilgili tüm yurt çapında bir araştırma yapma fırsatını da son nüfus sayımında kaçırmıştır. En azından, aile reisi olmayan kadınların da meslekleri sorulabilirdi.

Şahsım ve Demokrat Türkiye Partisi Grubu olarak temennimiz, bir an önce, Avrupa ve tüm dünyada olduğu gibi, halkı evine hapsetme gereği olmadan, mahalle muhtarlıkları ve nüfus müdürlüklerinin bilgisayar ağı içerisine alınıp, bu tür veriler mahalleye taşındığı andan itibaren, merkez bilgisayara veri olarak aktığı bir sistemin bir an önce gerçekleşmesidir.

1998 malî yılı bütçesinin memleketimize, milletimize hayırlara vesile olmasını diliyor, şahsım ve Demokrat Türkiye Partisi Grubu adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Arınç.

Şimdi, ikinci grup olarak, ANAP Grubu adına, birinci söz, Kayseri Milletvekili Sayın İbrahim Yılmaz'a ait.

Sayın Yılmaz, siz, süreyi dört kişi kullanacaksınız; 10'ar dakika mı efendim?

İBRAHİM YILMAZ (Kayseri) – Evet; ikaz ederseniz sevinirim Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Peki, ikaz edeceğim.

Buyurun Sayın Yılmaz.

ANAP GRUBU ADINA İBRAHİM YILMAZ (Kayseri) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1998 yılı bütçe görüşmelerinde Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesi üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisi ve televizyonları başında bizleri izleyen vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum. Türk ve İslam âlemi için mübarek olan şu günlerde, Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesi nedeniyle, bu güzel vatanın tapusunu, bu muhteşem eserleri bizlere bırakan o aziz insanları bir kez daha saygıyla anıyor, onlara Cenabı Allahtan rahmet diliyorum.

Vakıflar, şahısların, hiçbir tesir altında kalmadan kendi istekleriyle, kendilerine ait olan malları şahsî mülkiyetlerinden çıkarıp, hayır ve hasenata ebedî olarak tahsis etmesinden doğmuş bir kuruluştur. Bu özelliğiyle vakıflar, mal ve para topluluğu olup, derneklerden ve kooperatiflerden farklı nitelikler taşımaktadır.

Türk ve İslam âleminde, vakıflar, daima birleştirici ve kaynaştırıcı özellik taşımıştır. Sadece sosyal hayatı kendi prensipleri içerisinde düzenlemekle kalmamış, meydana getirdikleri birçok eserle ülkemiz kültürüne ve sanatına da katkıda bulunmuşlardır. Vakıflar, Türk kültür ve medeniyet tarihinin en önemli kurumlarının başında gelmektedir. İnsanlık sevgisinden ve dayanışma duygusundan kaynaklanan bu tarihî müessese, tarihimizde ve sosyal dayanışmamızda bütün insanlık âleminin iftiharla ders alacağı olgunluk ve etkinlik seviyesine ulaşmıştır.

Peygamberimiz Hazreti Muhammedin Fedek hurma bahçelerini vakıf yaparak meyvelerinden halkı yararlandırmasıyla başlayan vakıf geleneği, İslamiyetin kabulünden sonra, Türk dünyasında hızla yayılmıştır; Selçuklular döneminde bir sosyal dayanışma kurumu halini almış ve Osmanlıyla birlikte, ekonomik, sosyal ve hukukî bir müessese haline gelmiştir. Cumhuriyet bu mirasa sahip çıkmış ve günümüzde de, geleneksel anlayışın örnekleriyle, vakıfların tarihimizdeki yeri korunmuştur.

Sayın milletvekilleri, vakıf eserleri ve vakfiyeler bizim insanlık anlayışımızın, bizim medeniyet anlayışımızın referanslarıdır. Vakıf eserleri, geliştirdiğimiz, inşa ettiğimiz kültürümüzün ve bütün insanlığa hediye ettiğimiz muhteşem medeniyetimizin sembolleridir. Dolayısıyla, bu eserleri korumak, bu eserleri gelecek nesillere intikal ettirmek, sadece hükümetin işi değildir. Bu ülkenin insanları olarak, bu millete mensup olmaktan gurur duyan insanlar olarak, bu eserleri asıl hüviyetine uygun yaşatmak hepimizin tarihî sorumluluğudur.

Türk Milletinin önemli kurumlarının başında gelen vakıfların, özellikle, son yıllardaki artışı ve sınırlı sayıda da olsa bazı vakıfların faaliyetlerindeki olumsuzluklar yanlış değerlendirmelere sebebiyet vermiştir. Vakıfların son yıllardaki olumsuz değerlendirmelerden korunmasına, vakıf fikrinin zedelenmemesine büyük özen gösterilmesinin gerekliliğine inanıyoruz.

Bizim toplumumuz, giderek demokratikleşmeye, sivilleşmeye, daha örgütlü bir hale gelmeye çalışıyor. Örgütlü bir toplum olunacaksa, bunun modelinin, bir ölçüde vakıflar olduğu anlaşılıyor. Çok kısa bir sürede 4 157 adet vakıf kurulmuştur. Bunlar, gönüllü hizmetlerdir. Devletin yapamadığı fert ile devlet arasındaki pek çok hizmet bu model aracılığıyla götürülmeye çalışılıyor. Toplam 10 035 adet vakıf olup, bunların hepsi Vakıflar Genel Müdürlüğüne kayıtlıdır. Vakıfların kuruluşunu düzenleyen 3651 sayılı Kanuna eklenen 2 nci madde hükmü gereğince; Vakıflar Genel Müdürlüğüne, ticarî, ziraî, turizm, sağlık ve eğitim alanlarında işletmeler ve şirketler kurma, kurulmuş ve kurulacak şirketlere katılma yetkisi verilmiştir.

Çeşitli il ve ilçelerde bugüne kadar 59 adet vakıf ortaöğrenim öğrenci yurdu yapılmış, bu yurtlarda 11 570 öğrenci ücretsiz olarak barındırılmaktadır. 27 adet imarette 5 500 fakir, kimsesiz vatandaşlarımıza bir öğün sıcak yemek verilmekte ve yine muhtaç vatandaşlarımıza yardım yapılmaktadır. 1997 yılında yapılan yardımın 1998 yılında iki katına çıkarılması da bizim hedeflerimiz arasındadır.

Değerli milletvekilleri, vakıf taşınmaz malları kütüklerinde, halen vakıf nevilerine ve yönetim biçimlerine göre, akar ve hayrat olmak üzere 56 347 adet vakıf taşınmaz malı kayıtlı bulunmaktadır. Bu taşınmazların 35 915 adedi akar niteliğinde olup, Vakıflar Genel Müdürlüğünün bütçe gelirlerinin tamamına yakını, bu taşınmazların kira gelirlerinden oluşmaktadır.

Bu arada önemli bir gerçeği üzülerek ifade etmek istiyorum. Yurdumuzun muhtelif yörelerinde halen çok sayıda vakıf arsa ve arazisi, gecekondu yapılmak suretiyle işgal edilmiş bulunmaktadır. Bu işgali durdurmak zorundayız.

Şanlı tarihimizin ve millî kültürümüzün simgesi, şerefli geçmişimizin nesep bağları hükmünde olan tarihî ve mimarî değeri haiz tescilli eski eserler 9 989 adettir. Bu eserlerin korunması, onarılması, bir fonksiyon verilerek kullanılması bir ihtisas işidir. Bu, büyük malî imkân ve iyi planlama gerektiren bir iştir. Bu eserleri korumaya ve gelecek nesillere aktarmaya, şu andaki Vakıflar Genel Müdürlüğünün bütçesi kâfi gelmemektedir.

Vakıflar Genel Müdürlüğünün -benim çok önemli gördüğüm- yapması gereken konulardan bir tanesi de şudur: Elindeki kaynaklarla, Vakıflar Bankasının başarısından hareketle, yeni bir özel finans kurumu girişiminde, çok acil olarak bulunmalıdır.

Türkiye'de, hepinizin bildiği gibi, vakıf üniversiteleri süratle çoğalmaktadır. Vakıflar Genel Müdürlüğü, kendi üniversitesini de bu vakıf üniversitelerinin arasına katmalıdır.

Genel Müdürlüğün özkaynak gelirlerinin en önemlisi kira gelirlerinden oluşmaktadır. Genel Müdürlük yönetiminde bulunan vakıf taşınmazlarının kira bedellerinin rayicin çok altında olduğu hepinizin malumudur.

Vakıflar sonsuz bir servet, vakıflar bir imparatorluk; ama, sahipsizdir. Vakıflar, mallarını onaracak para bulamadığı için, vakıf mallarının durumu acınacak haldedir.

Tarihe mal olacak eserleri inşa etmek fevkalade zor bir iştir. Bu zor işi ecdadımız başarmıştır; ama, en az onun kadar zor olan şey, tarihî ve kültürel eserleri koruyarak, gelecek nesillere intikal ettirmektir. Bu görevi üstlenen Vakıflar Genel Müdürlüğünün, ayrılan ödeneklerle bunu başarması imkânsızdır.

BAŞKAN – Sayın Yılmaz, 1 dakikanız var.

İBRAHİM YILMAZ (Devamla) – Yasal mevzuatın yetersizliği nedeniyle, vakıf mallarının çok düşük bedellerle kiraya verildiğini biraz önce ifade etmiştim. Ne acıdır ki, bazı yerlerde, kiracılar, kiraladıkları dükkânları, başkalarına, dolar üzerinden kiraya verebilmektedirler. Bakanlığın, bu konu üzerinde hassasiyetle durduğunu biliyor ve destekliyoruz. Yüce Meclisin de bu konuda desteğini esirgemeyeceğine inanıyoruz.

Sayın Bakanımızın girişimleriyle Genel Kurula getirilecek olan yasa değişikliği, Yüce Mecliste kabul görürse, sıkıntılar büyük ölçüde ortadan kalkacaktır.

Sayın milletvekilleri, vakıf mallarının kurtarılması için bundan önceki hükümetler de mutlaka uğraştı; ama, bizim Hükümetimiz ve Sayın Bakanımız, bu işi bir sonuca bağlayacaktır ve bağlamalıdır. Bu konuda, Sayın Bakanımız kararlılığını "vakfa uzanan eli kır, eğer ben uzatırsam çekinme, iki yerinden birden kır" diyerek göstermiştir. Huzurlarınızda, kendilerine teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir ilim adamının söylediği gibi, “vakıf insan aklının bulduğu, bugüne kadarki en hayırlı müesseselerin başında gelmektedir” fikrine katılıyor; Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesinin hayırlı uğurlu olması temennilerimle, hepinize selam ve saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yılmaz.

Anavatan Partisi Grubu adına, ikinci konuşmayı yapmak üzere, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Esat Bütün; buyurun efendim. (Alkışlar)

Siz de, süreyi 10 dakika mı kullanacaksınız?

ESAT BÜTÜN (Kahramanmaraş) – Evet efendim.

BAŞKAN – Peki, buyurun.

ANAP GRUBU ADINA ESAT BÜTÜN (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu hayırlı kuruluşlarımın bütçesini görüşürken, sözlerimize Yüce Peygamberimizin bir hadisiyle başlamak istiyorum: "İnsanların en hayırlısı, insanlığa hizmet edendir." Bu kuruluşlarımızın da hayırlı hizmetlerinin devamını diliyorum.

Sayın milletvekilleri, bugün, yaşadığımız sosyal, kültürel, siyasal ve ahlakî problemlerin temelinde, bir türlü yerine oturtamadığımız din meselesi olduğu, şimdi daha iyi anlaşılmaktadır. Ülkemiz, yıllardır doğru dili, doğru dini öğretmediği için, birtakım problemlerle, birtakım kargaşalıklarla karşı karşıyadır. Bu sebepledir ki, Diyanet bütçesi üzerinde yapılan konuşmalar hep bu noktaya yönelmekte, ben de, bunu merkez alarak değerlendirme yapmak istiyorum.

Diyanet İşleri Başkanlığı, Anayasada yer almış ve Türk Milletine hizmet eden bir devlet kuruluşudur. Bir dernek veya bir vakıf olmadığı gibi, bu türlü gönüllü kuruluşların dengi veya rakibi de değildir; bunun, herkes tarafından, böyle bilinmesi gerekmektedir.

Bugün "Diyaneti tanımıyoruz" diyen birtakım insanların, oy endişesiyle hoş karşılanmayanların, yarın "biz bu Parlamentoyu da tanımıyoruz" diye ortaya çıkabileceklerini de hesaplamamız gerekmektedir.

Sosyal barışın sağlanması ve kamu düzeninin temin edilmesi için birinci şart olan moral destek ve gönüllü katkılar bakımından, vazgeçilmeyecek kuruluşların başında, Diyanet İşleri Başkanlığı gelmektedir. Bunu hepimiz biliyoruz. Bu noktadan bakıldığında, çoğunluğu, personel gideri ve cari harcamalardan oluşan Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinin yetersiz olduğu da bir gerçektir.

Kamu düzeni ve sosyal barış birlikte düşünüldüğünde, Diyanete, yatırım faslından, daha çok imkânlar sağlanması lazım geldiğini biliyoruz; ama, bütçe imkânları bu olduğu için, önümüze bu kadarlık bir bütçe gelmiştir.

Diyanet bütçesine karşı çıkılması da yanlıştır. Birtakım çevreler, Diyanetten, sadece belli bir kesimin yararlandığı düşüncesiyle Diyanet Bütçesine karşı çıkmakta, başka birtakım alternatifler sunmaktadır. Türkiye'nin genel bütçesi içerisindeki birçok bütçeden, sadece belli kesimler yararlanmaktadır. Bugün, devlet opera ve balesi için veya diğer bazı yerler için ayrılan yatırımlar, sadece belli kesimlere gitmektedir. Kaldı ki, millî birlik ve beraberliğimizin teminatının, yüce İslam dini ve ülkemizin birlik ve beraberliğinin teminatının da, dayanağını Anayasadan alan Diyanet İşleri Başkanlığı olduğuna inanıyorum. Nitekim, Yüce Atatürk, Kurtuluş Savaşında Çanakkale'yi anlatırken, orada, tekbir sesleriyle ölenlerin yerini, bir saniye sonra ölecek olan diğerlerinin doldurduğunu söylemektedir.

Diğer taraftan, yine, bugün, Çanakkale'de kucak kucağa yatan, millî birlik ve bareberliğimizi, bağımsızlığımızı sağlayan insanların çocukları, bir ve bütündür. Bu bir ve bütünlüğü sağlayan en büyük etken, yüce dinimizdir. Yine aynı şekilde, dün Çanakkale'de yatanlar, bugün Karacaahmet'te veya Ankara'nın Karşıyakasında kucak kucağa yatmaktadırlar. Rahmetli Kırşehir Milletvekilimizin cenazesine gittiğimde, Kırşehirli, Karslı, Edirneli, Diyarbakırlıların mezarlarının yan yana olduğunu gördük; bu da, bizim millî birlik ve beraberliğimizin teminatıdır ve bu teminatın dayanağı da yüce İslam dinidir, dinimizdir. Bunun da ülkemizde anlatılmasında, gösterilmesinde en büyük dayanak, kaynağını Anayasadan alan Diyanet İşleri Başkanlığıdır.

Son günlerde, özellikle Diyanet İşleri Başkanlığına karşı, yıpratıcı birtakım çalışmalar yapılmaktadır; âdeta, Diyanet İşleri Başkanlığı tanınmamaktadır. Bunun da sebebi -bana göre- yanlış bilgilere, yanlış yönlendirmelere, içteki ve dıştaki millî birlik ve beraberliğimize yönelen birtakım çatışmalara dayanmaktadır. Kendileri, çeşitli nedenlerle millî birlik ve beraberliğimizi bozamayanlar, asıl dayanağı ortadan kaldırarak, millî birlik ve beraberliğimizi yıkmaya çalışmaktadırlar. Bunun için de, sanki Türkiye'de bir Alevî-Sünnî meselesi varmış gibi veya sanki, Türkiye'de Alevîler, Müslüman değilmiş gibi, camide ibadet yapmıyormuş gibi, camilerin karşısına cemevlerinin bir cami gibi çıkarılması, gerçekten, en büyük yanlıştır, bu ülkeye yapılacak en büyük kötülüktür. Cami, bütün Müslümanların ibadet edeceği yerdir; Alevî kardeşlerimiz de, bu milletin, bu ülkenin Müslüman vatandaşlarıdır.

Anadolu'nun İslamlaşmasında ve Türkleşmesinde en büyük etken, kaynağını Ahmet Yesevi Dergâhından alan ve onu Anadolu'da bayraklaştıran Hacı Bektaş Veli'dir. Hacı Bektaş Veli, Anadolu'nun Türkleşmesinde ve İslamlaşmasında en büyük kaynak olmuştur; Osmanlı Devletinin kuruluşunda en büyük kaynağı sağlayan Yeniçeri Ocağının da piri, hocası olmuştur.

Bütün bu gerçekleri bir kenara bırakarak, Türkiye'de, âdeta, camiin karşısına cemevinin çıkarılmasını hiçbir zaman doğru bulmuyoruz. Kaldı ki, Anayasamızın 174 üncü maddesinde ve 677 sayılı Yasayla birtakım tekke ve zaviyeler kapatılmıştır.

Değerli milletvekilleri, kaynağını Anayasadan alan Diyanet İşleri Başkanlığı, ülkemizde, din hayatını düzenleyen bir kuruluştur; bu kuruluşun, ülkemizde, millî birlik ve beraberliğimize büyük katkı sağladığı bir gerçektir.

Birtakım tasavvufî meseleleri veya birtakım şeyleri Türkiye'nin önüne getirerek ayırımcılık yapılmasına da karşıyız. Bugün, Hacı Bektaşı Veli, Mevlana, Yunus Emre, Anadolu erenleri, Türkiye'nin bügünkü halinin sağlanmasında, Türkiye'nin millî birlik ve beraberliğinin sağlanmasında en büyük katkıyı sağlayan insanlardır. Millî birlik ve beraberliğe büyük ihtiyaç duyduğumuz bugünlerde, millî birlik ve beraberliğimizi tehlikeye düşürecek şekildeki birtakım çalışmalara, Diyanet İşleri Başkanlığımızın dikkat çekmesi gerektiğine inanıyorum. Özellikle, dinî hayatı düzenlerken, Türkiye'de, gerçekten, İslamın, doğru dinin öğretilmesi konusunda Diyanet İşleri Başkanlığımıza çok daha büyük görevlerin düştüğüne inanıyorum. Daha aktif, günümüzün bütün problemlerine, Müslümanların bütün yaşayışlarına, hayatlarına kadar, kaynağını Anayasanın 24 üncü maddesinden alan din ve vicdan hürriyetine dayalı, gerçekten, hür, inanç hürriyeti içerisinde ibadetlerini en iyi şekilde yapacakları ortamın sağlanması gerektiğine inanıyorum. Bu konuda yapacağımız her türlü katkının, aynı zamanda, Türkiye'nin millî birlik ve beraberliğine, bütünlüğümüze yapılan bir katkı olduğuna inanıyorum; çünkü, millî birlik ve beraberliğimiz, kaynağını, ancak ve ancak yüce dinimizden ve milletimizden almaktadır. Biz, biriz, bütünüz. Anadolu'da insanlarımız "hepimiz biriz, hepimiz Türküz ve Müslümanız" demiş. Yüce Atatürk de "ne mutlu Türküm diyene" diyerek, aynı şekilde, birlik ve beraberliğimizi perçinlemiştir. Bütün bunlar ortadayken, bütün bu kaynaklar ortadayken, son yıllarda, özellikle millî birlik ve beraberliğimize yönelik bir şekilde ortaya çıkan bölücü ve yıkıcı faaliyetlerle, birtakım değerlerin arkasına sığınarak, kirli emellerine alet ederek din düşmanlığı yapılmasıyla, aslında, ülkenin millî birlik ve beraberliğinin düşmanlığı yapılmaktadır.

Bu duygu ve düşüncelerle, Diyanet İşleri Başkanlığı bütçemizin ve diğer bütçelerimizin ülkemize, insanlığa hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (ANAP ve RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bütün.

YILMAZ ATEŞ (Ankara) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun efendim.

YILMAZ ATEŞ (Ankara) – Bir yanlış anlaşılma var. Cemevleri camilere karşı yapılmıyor. Cemevleri, kültür merkezidir. Orada, demokratik, laik, sosyal hukuk devletini benimseyen bir kültürün yayılması için cemevleri bulunmaktadır. O nedenle, cemevlerinin camilere karşı gibi gösterilmesi son derece yanlıştır. Esas, bölücü anlayışla bu, karşı karşıya getirilirse, bu olmaz

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Ben de teşekkür ediyorum.

Aslında, tabiî cemevleri İslamda var olan bir kurum; yani, toplu bir ibadet ve kendi kültürü...

ESAT BÜTÜN (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, ben de öyle söyledim.

BAŞKAN – Efendim, neyse, bunu tartışmıyoruz tabiî de...

MEHMET EMİN AYDINBAŞ (İçel) – Cemevi, bir dergâhtır.

BAŞKAN – Yani, Alevi inançlı insanlarımızın, öteden beri ibadetlerini yapmak için seçtikleri bir yer. Alevi inançlı insanlarımız camiye de giderler cemevine de giderler; yani, bunu birbirine karşı göstermenin bir anlamı da yok.

ESAT BÜTÜN (Kahramanmaraş) – Sayın Başkanım, bir yanlış anlaşılmaya varmamak için, konuşma metnim burada. “Cemevlerinin camiye karşı gösterilmesinin yanlış olduğunu” söyledim.

BAŞKAN – Sayın Bütün, bunu bir ikilik sebebi olarak, insanları birbirine düşman ettirmemek anlamında kullandı, öyle zannediyorum.

YILMAZ ATEŞ (Ankara) – Sayın Bütün, siz, buna neden karşı oluyorsunuz, onu anlayamadım?!

ESAT BÜTÜN (Kahramanmaraş) – Hayır efendim, “karşı olduğumu” da söylemedim. “Alevilerin de Müslümün olduğunu, camilerin de bütün Müslümanların ibadet yeri olduğunu” söyledim. Elbette, sosyal bir kuruluş olarak, birçok insanımız sosyal faaliyetler yapmak için...

BAŞKAN – Tamam anlaşıldı. Aslında, yanlış anlaşılma...

YILMAZ ATEŞ (Ankara) – 55 inci Hükümet tarafından, cemevlerinin yapılması için ayrıca bir ödenek ayrılmış.

BAŞKAN – Şimdi, efendim, aslında, insanların inançlarına karşılıklı saygı duyacağız, hepimiz bu milletin insanlarıyız. Tek hedefimiz, ülkemizin bütünlüğünü koruyacak davranış biçimleri içinde olmamızdır.

Üçüncü konuşma, ANAP Grubu adına Iğdır Milletvekili Sayın Adil Aşırım'a ait.

Buyurun.

10 dakika konuşacaksınız değil mi Sayın Aşırım.

ADİL AŞIRIM (Iğdır) – Evet Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun.

ANAP GRUBU ADINA ADİL AŞIRIM (Iğdır) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Gümrük Müsteşarlığının 1998 yılı bütçe tasarısı hakkında görüşlerimizi, Anavatan Partisi Grubu adına, Yüce Heyetinize arz etmek üzere huzurlarınızdayım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Cumhuriyetin kuruluşundan 1970'li yılların sonuna kadar, ülkemiz içe dönük bir ekonomik model uyguluyordu; yani, ithalata kapalı olarak, millî tüketime ağırlık vermiştir. Bu nedenle de, gümrük idareleri, sadece ithalatta kaçakçılığı önlemeye yönelik bir konumla sınırlı kalmıştır; fakat, Gümrük idaresinin bu konumu, gerek ticaret gerekse turizm hacimlerindeki artıştan dolayı ve ihracat ve yabancı sermaye politikalarımızdaki değişimden dolayı bir yeniden yapılanmaya mecbur kalmıştı. Haberleşme ve ulaşım teknolojisindeki hızlı gelişme, hem dünya ticaret ve turizm hacmini hem ülkemiz ticaret ve turizm hacmini artırmış; döviz ihtiyacımızdan dolayı da ihracat ve yabancı sermaye politikalarımızı değiştirmiştir.

Özellikle, 1980'li yıllarda büyüyen dışticaret hacmimiz, ülkemizi, dünya ticaretindeki gruplarla gümrük birliği tesisine götürmüştür. Bu birlikteliklerin tesisi, Gümrük idaremizin sürekli olarak kendini yenilemesini kaçınılmaz hale getirmiştir. Gümrük idaresi iki bakımdan yenilenmeliydi. Birincisi, 1 Ocak 1996 tarihi itibariyle Avrupa Birliği ile gümrük birliği tesis edilmesinden dolayı Gümrük Kanununun değiştirilmesiydi. İkincisi, ticaret ve turizm hacimlerindeki artıştan dolayı bu kurumumuzun eğitimli personel, bina ve teknik altyapı ihtiyacının karşılanmasıydı.

Türkiye, Avrupa Birliği ile gümrük birliğine girdiğinden bu yana, maalesef, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminde olan Gümrük Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının görüşülmesi sağlanamamış ve uyum yasaları çıkmamıştır. Yapılan, uyum yerine "yakınlaştıran köprü" mevzuatının tesis edilmesidir; yani, gümrük birliği ilkelerine, şimdilik, sadece Gümrük Yönetmeliğiyle ve Bakanlar Kurulunun kararlarıyla uymaya çalışıyoruz.

55 inci Hükümet, öncelikle, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminde bulunan, 1615 sayılı Gümrük Kanununda değişiklik yapan tasarıyı yasalaştıracak, daha sonra, Avrupa Birliği gümrük vergisi muafiyetini düzenleyen konsey ve komisyon yönetmeliklerine paralel olarak hazırlanan gümrük vergilerinde muafiyet ve istisna tanınacak haller hakkında karar tasarısını Bakanlar Kurulu gündemine getirecektir.

Bu arada, Gümrük Müsteşarlığını, Tek İdarî Belge ve Ortaklık Transit Sözleşmesi çalışmalarından ve Avrupa Birliği ülkelerine uyumlu olarak çıkardıkları tarife cetveli konusundaki başarılarından dolayı da kutlamak gerekir.

Teknik yapılanma için, bütçe imkânlarına ek olarak dış kaynaklı krediyle toplam 68 milyon dolar tutarında bir bilgisayar şebekesi kurulması projesine de başlanmıştır. Bu proje, ülkemiz gümrük işlemleri hacminin yüzde 95'lik bir bölümünü kapsayan 45 gümrük idaresinde uygulanacaktır. Bu modern gümrük idaresinin ilk örneği de İstanbul'da uygulanacaktır.

Bütçede, 1997 yılına göre, personel harcamalarındaki ve diğer cari harcamalardaki artışa rağmen, bu idaremizin yeniden yapılanması için gerekli yatırım ödeneği yoktur; fakat, özelleştirme gelirlerinden sağlanan 5 trilyonluk bir ek kaynak öngörülüyor.

Aslında, ticaret coğrafyası, Avrupa Birliği değil, dünya coğrafyası olan ülkemizin imaj maker’ı olan, yani, gümrük işlemlerinde yapılan hatalarla, ülkemize gelen bir yatırımcının ya da turizmcinin ilk intibaının erozyona uğradığı yerler gümrük idareleri olduğuna göre, bu idaremize yapılan yatırım, bir ülke meselesi haline getirilmelidir.

Özellikle, Türkiye, dışarıda 4 milyona yakın işçi ve işvereni olan bir ülkedir. Hem bunların giriş çıkışları hem 1980'li yıllardan sonra ticaret ve turizm hacmindeki gelişmelerden dolayı yeterli yatırımları, hem teşkilatlanma açısından hem teknik altyapı açısından yapamamıştır.

Şimdi, gümrük, gümrük birliği deyince, 12 Aralıkta Avrupa Birliğinin genişleme sürecinin başladığı günle ilgili, özellikle, Türk kamuoyunun gündeminin birinci maddesi olan Avrupa Birliğiyle ilgili tartışmalara da değinerek sözlerime devam etmek istiyorum.

Avrupa Birliğine giremeyişimiz ya da genişleme perspektifine alınmamamıza gelince Avrupa Birliğine üye ülkeler, içi boş, çerçevesinin içinde bir şey olmayan, sadece elma şekeri olan bir Avrupa Konferansı ve liderlerle bir yemek türünde önermişlerdir.

Değerli arkadaşlarım, size, Lozan Konferansını hatırlatmak istiyorum. Bu millet, bir tek konferans gördü; o da, Lozan Konferansıdır. Bu milletin bir daha konferansa ihtiyacı yoktur. Dönemin Başbakanı rahmetli İnönü ile dönemin İngiliz Dışişleri Bakanı arasında geçen bir konuşmayı nakletmek istiyorum. O zaman, dönemin İngiliz Dışişleri Bakanı, rahmetli İnönü'ye diyor ki "büyük bir diplomasi örneğiyle masaya koyduğumuz bütün önerileri kabul etmediniz; ama, gün gelecek, siz fakirsiniz, bu önerileri cebimizden tek tek çıkarıp masaya koyacağız." O zaman da, rahmetli İnönü tek bir cevap veriyor, "gelirsek" diyor; yani, bir daha hiçbir konferansı kabul etmeyiz diyor. Gerçekten de, rahmetli İnönü'nün gelecek nesle güvenini, Sayın Başbakan ile Sayın Dışişleri Bakanı teyit etmiştir; bir daha, bu milleti, başka bir konferansa muhtaç etmemişlerdir.

Sayın Başbakanın ve Dışişleri Bakanının, Türk kamuoyuna, bu genişleme sürecini açık ve kararlı bir şekilde getirmeleri, şimdiki geniş ölçekli kamuoyu desteğinin tek nedenidir; çünkü, 12 Aralığa kadar Sayın Başbakan ve Dışişleri Bakanı bütün görüşmeleri kamuoyunun önüne açıkça sermişler, hiçbir zaman, Avrupa Konferansı gibi elma şekeri, içi tuzak dolu, liderlerle yemek gibi onurumuza dokunan meseleleri içpolitika zaferi haline getirmemişlerdir. Şimdiki başarının asıl sebebi budur; artı, bu, siyaseten de doğrudur. İcranın başı, Başbakan olduğuna göre, Başbakan, ülkenin dış politikasını belirler. Bakanlar, sadece, Bakanlar Kurulunda görüşür ya da diğer ülkelerde, Başbakan adına görüşmeleri yürütür. Ortaklarımız ve diğer parti sözcüleri de, bu meseleyi ya ortaklık çerçevesi içerisinde ya da Parlamento çatısı altında tartışabilir.

Sayın Başbakan'ın "hazirana kadar üye olma talebimizi geri çekeriz" sözü, siyaseten doğrudur; çünkü, Avrupa Birliğine üye ülkelerin liderleri, gerçekten de, sinir uçlarının tepkileriyle ifadelerini dile getiriyorlar. Siyaseten taktik olarak son derece doğrudur. Türkiye için, özellikle Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra, ticaret coğrafyamız, sadece, Avrupa Birliği değildir -ki, Avrupa Birliği bir kültür kulübüdür- Avrupa, kıta olarak, ticaret olarak, bizim yine sağımızdadır. Türkiye, dünya haritasına baktığınızda, dünyanın kalbi olan, doğu ve güneydoğudaki insanının gidip Orta Asya'da ticaret yaptığı, Doğu Avrupa şeffaflaşınca, demoktikleşince Bulgaristan'da, parçalanan Yugoslavya'da, Romanya'da ticaret yapan dinamik genç insanıyla ve gerçekten şahdamarı olarak kabul ettiği ve onu dünya ülkesi yapan Kıbrısıyla dimdik ayaktadır; bu vesileyle, Gümrük Müsteşarlığı Bütçesinin ülkemize hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Aşırım. (ANAP sıralarından alkışlar)

Anavatan Partisi Grubu adına son konuşmayı yapmak üzere, Siirt Milletvekili Sayın Nizamettin Sevgili; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın Sevgili, 11 dakika konuşma süreniz var efendim.

ANAP GRUBU ADINA NİZAMETTİN SEVGİLİ (Siirt) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilindiği gibi, 20 nci Yüzyıl sonlarına yaklaşırken, dünyada görülen çarpıcı değişimler, ülkemizde ekonomik ve sosyal alanlarda kaydedilen gelişmeler, bilimsel yöntemlerle elde edilmiş, yorumlanmış, istatistik verilere olan ihtiyacı büyük ölçüde artırmış ve bu durum. Devlet İstatistik Enstitüsünün çalışmalarını önplana çıkarmıştır. Ülkemizde, bu verilere olan ihtiyaç, sadece üst yönetim kademeleri ve kamu kurumlarınca değil, özel sektörce, bilimsel araştırma kurumlarınca ve hatta sade vatandaşlarca da, her geçen gün daha fazla hissedilmektedir; çünkü, bütün bu kurum ve kuruluşlar, güvenilir istatistiki verilere ve bunlara dayalı bilgilere sahip oldukları oranda güncel işlerini sağlıklı bir şekilde yürütebilirler; kısa ve uzun vadeli kararlarını sıhhatli bir şekilde alabilirler.

Devlet İstatistik Enstitüsünün, yetmişbir yıllık deneyim ve birikimleri ile son yıllarda kurumun daha üst düzeylere yükseltilmesi için yapılan düzenlemelerin ve yoğun çabaların verdiği güçle, ülkemizin giderek artan istatistik veri ihtiyacını gerektiği şekilde karşılayacağı hiç şüphesizdir.

Türkiye gibi, çeşitli bakımlardan gelişme potansiyeline sahip ülkeler, bu avantajlarını hedefleri doğrultusunda değerlendirmek durumundadırlar. Bu amaçla, verilerin toplanması, değerlendirilmesi, depolanması, yeri ve zamanı geldiğinde bunlardan yararlanılması alanlarında çok yoğun ve sistemli çabaların harcanması gerektiği açıktır. Bu durum, temel bir bilgi kaynağı olarak, Devlet İstatistik Enstitüsünün önemini açıkça ortaya koymaktadır.

Devlet İstatistik Enstitüsü, toplum ve ekonomide yapısal değişimlerin hızla yaşandığı ülkemizde, değişimi, veri düzeyinde ve kısa sürede yansıtması gerektiği bilinci içinde görev yapmaktadır. Bu bilinçle hareket eden Devlet İstatistik Enstitüsü, çalışmalarında daima Türkiye optimalini önplanda tutarak, üstlendiği görevleri bilimsel yöntemlerle, uluslararası düzeyde, günümüzün gelişen istatistik metotlarını ve değişen teknolojiyi de çok yakından izleyerek, çağın iletişim hızına uygun olarak gerçekleştirebilecek şekilde planlamaktadır. Bir yandan, kaliteyi, daima çalışmalarının odak noktası olarak almakta, bir yandan da istatistik kullananların ihtiyaçları doğrultusunda tutarlı ve devamlı istatistikler üretmeye çalışmaktadır.

Bu meyanda, Devlet İstatistik Enstitüsünden aldığım bilgilere göre ve 55 inci Cumhuriyet Hükümetinin ısrarlı bir şekilde üzerinde durduğu kaydıyla, 1998 yılının ilk altı ayında, Siirt İli dahilinde Ilısu Barajının temeli atılacaktır. Bu meyanda, Devlet Su işleri Şube Müdürlüğünün veya Bölge Müdürlüğünün mutlak surette Siirt'te kurulması zaruret halini almıştır.

Yine, istatistikî bilgilerden aldığım istihbaratlara göre ve benim Siirt Milletvekili oluşum nedeniyle, Siirt İli dahilinde, büyük zatların türbeleri bulunmaktadır. Müsaadenizle, bunların birkaç tanesini arz etmek istiyorum:

1. Hepinizin malumu olduğu üzere, Hazreti Veysel Karani'nin türbesi, Baykan İlçemizin Ziyaret Beldesinde bulunmaktadır.

2. Büyük üstat, büyük din uleması Seydo Molla Halil'in türbesi, Siirt merkezinde bulunmaktadır.

3. İbrahim Hakkı Hazretlerinin türbesi, Aydınlar İlçemizde bulunmaktadır.

Ayrıca, yine hepinizin malumu olduğu üzere, Siirt İlinde, çok fazla miktarda vakıf arazisi ve arsaları bulunmaktadır. Vakıflarla bu kadar iç içe olan bir ilde Vakıflar Bölge Müdürlüğünün olmaması, çok büyük bir eksikliktir. Behemehal, hiç zaman geçirilmeden, Siirt İlinde bir Vakıflar Bölge Müdürlüğünün kurulmasını, vakıflardan sorumlu, çok aziz ve çok saygı duyduğum Devlet Bakanımız Sayın Metin Gürdere Ağabeyimizden özellikle istirham ediyorum ve bunun, Siirt'in hakkı olduğunu vurgulamak istiyorum. Bize verilen bir hakkı, lütfen, bizden gasp etmeyiniz Sayın Bakanım. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

Ayrıca, Vakıflar Genel Müdürlüğünün, bugün var olan boyutlarını daha büyütecek ve ülkemize yeni müesseseler kazandıracak girişimlerde bulunması gerekir. Bu konuda, bir üniversite gibi bekleyen Vakıf Gureba Hastanesi etrafında vakıf üniversitesinin kurulması ve kendi bankasının, kendi özel finans kurumlarının hayata geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum ve bunu da, inşallah, 55 inci Cumhuriyet Hükümetinin yapacağına kesin inanıyorum ve güveniyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yine Siirt İlimizi ilgilendiren bir konuyu Yüce Heyetinize arz etmek istiyorum: Köy Hizmetleri İl Müdürlüğümüz, malumunuz, Diyarbakır İline bağlıdır; Siirt-Diyarbakır arası 200 kilometredir, ufak bir parça alımı için dahi Diyarbakır'a gidip gelme mecburiyeti hâsıl olmaktadır. Onun için, Siirt İline yakın iki ili de bağlamak kaydıyla, Siirt'e Köy Hizmetleri bölge müdürlüğünün kurulması şarttır ve elzemdir.

Ayrıca, 55 inci Cumhuriyet Hükümetinin Türkiye'deki 40 bine yakın geçici işçiyi 1998 yılının ilk altı ayında kadroya geçirmesi kararını memnuniyetle karşılamaktayım ve bu 40 bin kişi arasında, Siirt'te 517 geçici işçi bulunması nedeniyle, dünden itibaren -Köy Hizmetlerinden sorumlu Devlet Bakanı Mustafa Yılmaz'ın müjdesinden sonra- Siirt bir bayram havası yaşamaktadır. 55 inci Cumhuriyet Hükümetine, Siirt Milletvekili olarak, ben de, şükranlarımı özellikle arz etmek istiyorum efendim. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

Ayrıca, 1976 yılında, Siirt İlinde İstatistik Şube Müdürlüğü kurulmuştu. Aradan iki yıl geçtikten sonra, 1978 yılında, bilinmeyen bir nedenle, bu İstatistik Şube Müdürlüğü maalesef kapatılmıştı. Yine, Devlet İstatistik Enstitüsünden sorumlu Devlet Bakanımız Sayın Mehmet Batallı Ağabeyimiz ve şu anda ona vekâlet eden Sayın Rüştü Kâzım Yücelen Ağabeyimizden, Siirt'in gasp edilmiş hakkı olan İstatistik Şube Müdürlüğünün tekrar kurulmasını istirham ediyorum ve bunların da takipçisi olacağımı özellikle belirtmek istiyorum efendim. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

Birey ve toplum olarak tercih yapmak durumunda değiliz; bilgiyi tercih etmek zorundayız. Bilgi, insan varlığı için bir gerekliliktir. Ekonomik deneyim ile bilgi, hem bireysel hem de toplumsal yaşamın en önemli girdisidir. Yaşam bu girdiye dayandırıldığı ölçüde refah ve gelişme olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilginin somut alanları olarak bilim ve teknolojiye ilişkin, Türkiye'nin durumu, son yıllarda olumlu kıpırdanmalara karşın, tam istenilen düzeyde değildir. Bu bağlamda, atılması gereken ilk ve en önemli adım, ulusal bilgi politikasının oluşturulmasıdır. Türkiye'nin bilgi birikimini tespit etmek ve değerlendirilebilir bir kullanma düzeyine kavuşturmak, kuşkusuz, Devlet İstatistik Ensitüsünün en başta gelen görevidir. Bu amaçla, Devlet İstatistik Ensitüsü, Türkiye'de, bilimsel ve teknolojik araştırma, geliştirme faaliyetlerinin yürütülmesinde kullanılan insangücü ve finansal kaynakların ve yapılan harcamaların tespiti amacıyla kamu ve sanayi kesiminde uygulanan yıllık anketler ve üniversite kesimi için yapılan merkezî personel ve bütçe çalışmalarıyla elde edilen verilerle, uluslararası standartlar çerçevesinde gerekli göstergeleri oluşturmaktadır.

En az, bilginin üretimi kadar önemli bir diğer konu da, bilginin paylaşımıdır. Özellikle, kamu kuruluşlarında bilgi paylaşımının istenilen düzeyde olması için, tanım ve standartlar belirlenerek, bilgilerin ortaklaşa kullanılabilecek bir bilgisayar ortamında tutulması ve bu bilgilere ihtiyaç duyanlara etkin olarak iletilmesine yönelik ulusal bilgi sistemi ve istatistik altyapısı geliştirme projesinin hazırlık çalışmaları devam etmektedir. Bu amaçla, yürütülen “Türkiye Veri Envanteri ve Bilgi İhtiyacı” anketi sonuçlandırılmıştır. Söz konusu projenin yatırım bütçesinde yer almasıyla çalışmalar hızla başlatılacaktır.

Bugün, artık, Devlet İstatistik Enstitüsü, yalnız ülkemizde değil, giderek uluslararası boyutta etkinliği ve saygınlığı olan bir kurum haline gelmiştir. Sadece bilgi akışı sağlayan bir kurum değil, aynı zamanda teknik yardım veren bir kurumdur.

Ana hedefi, 21 inci Yüzyıla çağdaş Türk istatistik sistemini kurarak girmek olan Devlet İstatistik Enstitüsü, ülkemizin ekonomi, toplum ve kültür konularında ihtiyaç duyulan bilgileri, bilgi ve iletişim çağının gerekli kıldığı hızda, uluslararası düzeyde üretirken, bu görevin önemi ve büyüklüğü nedeniyle, 9 Mayıs günü "Türkiye İstatistik Günü" olarak ilan edilmiştir.

BAŞKAN – 1 dakikanız var Sayın Sevgili.

NİZAMETTİN SEVGİLİ (Devamla) – Sayın Başkanım, istirham ediyorum, biraz daha zaman verin efendim.

NİHAT MATKAP (Hatay) – Verin efendim, verin... Destekliyoruz, Siirt'in çok sorunları var.

NİZAMETTİN SEVGİLİ (Devamla) – Daha Diyanet bütçesi üzerinde hiçbir şey konuşamadım.

BAŞKAN – Diyanet bütçesi üzerinde konuştular efendim.

NİZAMETTİN SEVGİLİ (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; malumunuz, demin de arz ettiğim gibi, Siirt, evliyalar diyarıdır. Diyanetten sorumlu Devlet Bakanımız Sayın Hüsamettin Özkan Bey Ağabeyimize seslenmek istiyorum. Siirt'te, halen, kadrolu imamı bulunmayan camilerimiz vardır. Zatıâlinizi içten seviyorum, sayıyorum; lütfen, bundan sonra...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Sevgili, 1 dakika süre veriyorum; lütfen tamamlar mısınız efendim.

NİZAMETTİN SEVGİLİ (Devamla) – 2 dakika verin efendim.

BAŞKAN – Peki, 2 dakika vereceğim.

RAMAZAN YENİDEDE (Denizli) – Sayın Başkan, bugün cuma, zamanı iyi kullanalım.

BAŞKAN – Yalnız cuma değil, her zaman iyi kullanıyoruz.

NİZAMETTİN SEVGİLİ (Devamla) – Devlet Bakanımız Sayın Hüsamettin Özkan Beyefendiden, Siirt İline, hiç esirgenmeyecek şekilde tüm kadronun verilmesini özellikle istirham ediyorum. Bakın, Ilısu Barajını yapıyorsunuz. Siirt, 1998 yılında sayenizde şantiyelere çevrilecektir. İslama da çok ciddî bir şekilde ehemmiyet verdiğinizi çok iyi biliyorum. Onun için, özellikle istirham ediyorum Sayın Bakanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bildiğiniz gibi, 30 Kasım günü Devlet İstatistik Enstitüsünün öncülüğünde bir genel nüfus tespiti yapılmıştır. Bunun yasal dayanağı 4300 sayılı Yasadır. Bu Yasa, Meclisteki tüm grupların konsensüsüyle onaylanarak yürürlüğe girmiştir. Geçmiş dönemlerde yapılan sayımlar, ancak üç dört yıl süreyle kesin değerlendirmeye tabi olurken, Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından ithal edilen ICR (akıllı karakter okuyucu) sistemiyle...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen, tamamlar mısınız efendim.

NİZAMETTİN SEVGİLİ (Devamla) – 1 dakika daha istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Tamam 1 dakika daha süre verdim.

NİZAMETTİN SEVGİLİ (Devamla) – Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Estağfurullah.

NİZAMETTİN SEVGİLİ (Devamla) – ...bu yıl yapılan genel nüfus tespitinin iki ay, hatta daha kısa sürede değerlendirilebileceğini duymak bizleri çok mutlu etmiştir. Böyle bir sistemi bir ay gibi kısa bir sürede kurarak faaliyete geçiren Enstitü yöneticilerini kutlarım.

Ayrıca, bu kısa sürede değerlendirilecek bilgilerin MERNIS Projesine de hayatiyet vermesi ayrı bir kazançtır. Umarım, bundan sonra gerek Devlet İstatistik Enstitüsü gerekse MERNIS Projesinin sorumlusu Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü koordineli çalışarak geçmişteki zaman kaybını telafi ederler.

Bu vesileyle, Devlet İstatistik Enstitüsü, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Diyanet İşleri Başkanlığı bütçelerinin, Türkiye Cumhuriyetine ve tüm Parlamentoya hayırlara vesile olmasını Yüce Rabbimden niyaz eder, hepinizi en derin saygılarımla selamlarım. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Refah Partisi Grubu adına, ilk konuşmayı yapmak üzere Çorum Milletvekili Sayın Mehmet Aykaç.

Sayın Aykaç, siz de 10'ar dakika mı konuşacaksınız efendim?

MEHMET AYKAÇ (Çorum) Evet efendim.

BAŞKAN – Peki, süreniz dolduğunda sizi ikaz edeceğim efendim.

Buyurun.

RP GRUBU ADINA MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Vakıflar Genel Müdürlüğünün 1998 malî yılı bütçesi üzerinde Refah Partimiz Grubunun görüşlerini sunmak üzere huzurunuzda bulunuyorum; bu cuma vaktinde Yüce Heyetinizi ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.

Vakıflar, şahısların, sahip oldukları imkânların, kendi istekleriyle kamunun hizmetine sunulmasını öngördükleri, dinî, sosyal, kültürel müesseselerdir. Vakıflar, bir hayır kuruluşu olduğu için, asıl amacı, en yüce varlık olan insana hizmettir. Zira, inancımıza göre, sevdiğiniz şeylerden başkalarına vermedikçe, Yaratıcının hoşnutluğuna erişemezsiniz ve yine insanların en hayırlısı, insanların faydasına olan işler yapandır. Müslüman ecdadımız, bu amaç doğrultusunda hayata geçirdikleri vakıflarla, toplumda dayanışma ve yardımlaşmayı geliştirerek, tarih boyunca dünya milletlerine örnek teşkil edecek ölümsüz eserler vücuda getirmişlerdir; camiler, çeşmeler, kervansaraylar, hanlar, hamamlar, yollar, köprüler, kütüphaneler, dergâhlar, aşevleri, dul, yetim evleri, spor meydanları dahi yapmışlardır. Kısaca, tarih boyunca vakıflar, bugünkü merkezî ve yerel idarenin gerçekleştirdiği pek çok hizmeti yerine getirmiştir. Geçmişten günümüze, Müslüman Türk Milletinin medenî ruhunu, zihniyetimizin temeli olan kardeşlik, yardımlaşma ve şefkat hislerini, sanat aşkını yaşatan ve koruyan vakfın bugün de aynı önemi taşıdığı şüphesizdir.

Muhterem milletvekilleri, bizim vakıflarımız hayatı nasıl anladığımızın insanlara hizmeti nasıl götürdüğümüzün referanslarıdır. 2000'e 2 kala, günümüz dünyasında, insan hakları adına, insana saygı adına, demokrasi adına, ırk ve cinsiyet ayırımı yapılmaması adına pek çok şey söylenmiş olmasına rağmen, bunların çok önemli bir kısmı lafta kalmıştır; ama, biz, millet olarak, geçmişte, bugün söylenenlerin çok ötesinde, bu düşünceleri hayata geçirmiş ve bunları vakıflar adı altında müesseseleştirmişizdir. Dolayısıyla, bu eserleri korumak, gelecek nesillere intikal ettirmek, her Türk vatandaşının, özellikle de ülkede hükümet edenlerin öncelikli görevleri arasındadır.

Bugün, vakıf eserlerimizi gereği gibi koruyamıyoruz. Pek çok vakıf eserlerimizin, kâğıt üzerinde var olmasına rağmen, fiilen mevcut olmadığını görmek büyük üzüntü kaynağımızdır. Üzerinde yaşadığımız ülkede, bir taraftan bizden önce yaşamış toplumların kültürlerini, özellikle turistik yörelerde, toprağın altından kazıyıp gün ışığına çıkarmaya çalışırken, hemen onun yanı başında Selçuklu ve Osmanlı eserlerinin kendi kaderlerine terk edilmiş olması bizim adımıza utanılacak bir hadisedir diye düşünüyorum. Ecdadımız helal kazançlarıyla bu eserleri meydana getirmişlerdi. Onlar, yüksek ideallerin sahipleriydiler, biz ise, bugün, maalesef faydasız kavgaların müntesipleriyiz. Üzülerek belirtiyorum, onlar hizmette ve hayırda yarıştılar, bizler lafta ve birbirimizi karalamakta yarışıyoruz.

İnsan hakları, düşünce ve vicdan hürriyeti adına uygulamalara bakarsanız, daha yüz sene önce, Darülaceze denilen bir müessesede hiçbir komplekse kapılmaksızın, cami, kilise, havra yan yana inşa edilmiş; bunları inşa eden insanlara, bugün, biz, ancak saygı duyarız. Acaba o insanlar mı demokrattı, şimdi biz mi demokratız?! Acaba o insanlar mı insan haklarına saygılıydılar, yoksa biz mi insan haklarına daha saygılıyız?!

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bugün yalnız bizim toplumumuz değil, özellikle materyalist düşüncenin buhranlara sürüklediği Batı dünyasında, üçüncü sektör adı altında, özellikle Amerika'da 90 milyondan fazla insan, kendi sosyal politikalarını vakıf kurumu üzerine inşa ediyorlar. Ancak, günümüzde kurulan vakıflarda, temel bazı noktalarda sapmalar meydana gelmiş, diğer bir tabirle, vakıf yozlaşması yaşamaktayız. Şöyle ki : Kamu kurumlarının bünyesinde kurulan vakıflardan bazıları, kamunun yükünü azaltması, fakire, muhtaca yardım etmesi gerekirken, tam tersine, kamu imkânları bu vakıflara aktarılarak, bu yolla, millete ait olan kaynaklar, ne yazık ki, belirli bir gruba tahsis edilmektedir. Son zamanlarda, özellikle resmî kurumların hemen yanı başında, sözüm ona, o kuruluşa destek sağlamak, o kuruluşun ihtiyaçlarını bir ölçüde karşılayabilmek nam ve hesabına birtakım vakıflar mantar gibi bitiyor. Bu vakıflar içerisinde, çok önemli hayırlı çalışmalar yapanlar olduğu gibi, önemli bir kısmının, vasıta-i rüşvet olduğunda hiç tereddüt yoktur. Bu vakıfların başlarında bulunan sorumlu kişilerin, buraları, âdeta, örtülü ödenek gibi kullandıkları da bir gerçektir. Bu nedenle, vakıflar, ne rüşvetin ne de israfın aracı olmamalıdırlar. Bu tür anlayışlar, vakıf ruhunun yok olmasına ve yozlaşmasına sebep olur. Vakıf adının yanlışlıklarla ve olumsuzluklarla beraber anılması, hepimizi fevkalade rahatsız eder diye düşünüyorum. Vakıflar Genel Müdürlüğümüzün, bu anlamdaki olumsuzlukların üzerine gitmesi ve yapılan denetimlerle bu hususları tespit edip önleme gayreti içerisinde olması arzumuzdur.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yukarıda belirttiğimiz olumsuzluklardan, vakıflardan sorumlu Sayın Bakan da şikâyet ediyor. Sayın Bakanımız, bir gazetedeki uzunca bir mülakatında şu gerçekleri ifade ediyor: "Vakıf mallarına zorla el koymuşlar; arazilerine gecekondu mahalleleri kurmuşlar, kiracılarının çoğu sudan ucuza oturuyor ya da hiç kira ödemiyor. Gerçekten, vakıf kiraları, bugün, çok düşük noktalardadır ve Sayın Bakanın "mafya üzerime gelecek, basını kışkırtacaklar" şeklinde endişelerini beyan ettiği mülakatı devam ediyor.

Sayın milletvekilleri, Sayın Bakanımızı tebrik ediyorum; bu konularda önemli mesafe alınacak bir kanun tasarısını, vakıf mallarıyla ilgili 396 sıra sayılı bir yasa tasarısını Meclise getirdi. Çıkarılmak istenen bu yeni yasada "vakıf mallarının kirasını Vakıflar Genel Müdürlüğü belirleyecek ve itiraz yolu kapalı" denilmekte. Ancak, ne oldu; bu tasarıya -üzülerek belirtiyorum- Demokratik Sol Parti karşı çıktı. Hangi mantıkla karşı çıktı, onu anlayamadım. Zira, mevcut durum, vakıf mallarını yıllarca işgalleri altında tutan, hiç kirasız veya çok cüzî bir meblağ karşılığında onları kullanan, tamirini dahi yapmayan çıkarcı çevrelerin işine gelmektedir.

Şimdi, tabiî, arkadaşlarımız beni yadırgayabilirler; nasıl oldu da, Demokratik Sol Parti buna karşı çıktı diye. DSP'nin karşı çıkması şöyle : Yasa tasarısı Genel Kurul gündemine geldiği zaman, Adalet Komisyonu Başkanı Demokratik Sol Partili arkadaşımız, Genel Kurul Salonundaki makamına oturarak bu yasa tasarısının görüşülmesine imkân sağlamadı. Ondan dolayı bu ifadeyi kullanıyorum. Eğer, yanlışım varsa düzeltin; çünkü, o günkü Genel Kurul tutanakları elimde.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Vakıflar Genel Müdürlüğünün, tarihî mirasımız olan abide eserleri restore etmesini, tamir ve bakımını yapmasını, gerçekten, maddî sıkıntı içinde bulunan ailelerin çocuklarını, vakıf ortaöğrenim yurtlarında ücretsiz barındırmasını ve eğitimlerini tamamlamalarını, âmâ ve muhtaçlara aylık bağlanmasını, vakıf imaretlerinde ihtiyaç sahiplerine yemek dağıtılmasını, vakıfları ve hizmetlerini tanıtıcı çeşitli kültürel ve bilimsel faaliyetleri yürütme gayretlerini takdirle karşılıyoruz ve bu hizmetlerin artırılarak devam ettirilmesini diliyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Refah Partisi Grubu olarak, vakıflarımızın geleceği açısından şu öneri ve tekliflerde bulunuyoruz:

BAŞKAN – Sayın Aykaç, 10 dakikanız doldu efendim.

MEHMET AYKAÇ (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.

1. Ülkemizdeki vakıf kurmaya yönelik yoğun arzu dikkate alınarak, yeni vakıflar teşkilat kanunu tasarısı acilen hazırlanmalı, bu kanunda Vakıflar Genel Müdürlüğünün statüsü, bürokratik bir yapılanmadan çıkarılarak, çağdaş dünya örneklerinde olduğu gibi, fon değerlendirme yahut gayrimenkul yatırım ortaklığı şeklinde, ekonomik bir organizasyona dönüştürülmelidir.

10 öneri sıralayacaktım; ancak, vaktim dolduğu için sadece sonuncu öneriyi de dile getirerek sözlerimi toparlıyorum.

Merkeziyetçilik yerine, vakıfların, toplumla bütünleşerek serbest ekonomi kurallarıyla, yerinden yönetim esasları ve demokratik usullerle çalışmasına zemin ve imkân hazırlanmalıdır. Sayın Bakanım, merkeziyetçilik, bizim toplumumuzun vakıf anlayışına ters düştüğü için "Gönüllü Kuruluşlar Müsteşarlığı" adı altında kurulmak istenen ve toplumu kontrol etmeyi amaçlayan bir organizasyon, vatandaşlarımızın hayır işleme duygusunu körelteceğinden, bu oluşumdan vazgeçilmelidir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; vakıfların bu yılki bütçesi yüzde 99 artırılmıştır. Bu, çok cüzi bir paradır. Ancak, bir çarpıklığı dile getirmek istiyorum. Bugün, vakıflar, elinde bulundurduğu imkânlarla zengin olmasına rağmen, kendi eserlerinin tamir, restore ve bakımını dahi kendisi yapamadığı için, bütçeden ayrılan 8 küsur trilyon lira dahi bu eserlerimizi ayakta tutmaya yetmemektedir. Onun için, burada bir çarpıklık vardır. Kendi imkânı ve zenginliği çok büyük olan vakıfların yönetimiyle ilgili, başımızı iki elimizin arasına alıp iyice düşünmeliyiz görüşündeyim.

Ecdadımızın bizlere bıraktığı eşsiz eserleri amaçları doğrultusunda kullanmanın, işgale uğramış ve meşru olmayan hizmetlerde kullanılan vakıf gayrimenkullerini kurtarmanın, gelecek nesillere ulaştırmanın, vakıf anlayışının topluma mal edilmesini ve o ruhun canlandırılmasını sağlamanın, hepimizin, tarihî sorumluluğumuz açısından en önemli görevi olduğunu huzurunuzda ifade ediyorum; zira, tarihi korumak, tarihi yazmak kadar önemlidir.

Bu duygu ve düşüncelerle, 1998 malî yılı Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesinin ülkemize hayırlı olmasını diler, yaklaşan ramazan ayının tüm insanlığa saadet ve huzur getirmesini temenni eder; şahsım ve Refah Partisi Grubu adına saygılarımı sunarım. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aykaç.

ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Sayın Başkan, Sayın Refah Partisi sözcüsü arkadaşımız, Demokratik Sol Partinin bu tasarıya karşı çıktığından bahisle, iddialarda bulunmuştur. Bugüne kadar, bu komisyonlardan çoğu buraya oturmadı. Eğer, buraya oturmamak, bir tasarıya karşı gelmekse, biz, bu suçu işledik; ama, biz, o tasarının Genel Kurulda görüşmeleri sırasında kimin ne tavır takınacağını merak ediyoruz.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim. Refah Partisi Grubu adına ikinci konuşmayı yapmak üzere, Denizli Milletvekili Sayın Ramazan Yenidede; buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)

RP GRUBU ADINA RAMAZAN YENİDEDE (Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Diyanet İşleri Başkanlığının saygıdeğer temsilcileri; hepinizi Refah Partisi Grubu ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Diyanet İşleri Başkanlığı, kuruluş kanununda da ifade edildiği gibi, Müslüman toplumun itikat, ibadet ve ahlak konularındaki ihtiyaçlarına cevap vermek ve din konusunda aydınlatıcı hizmetler sunmak gayesiyle kurulmuş bir teşkilattır.

Hemen belirtelim ki, İslam dini, sadece itikat, ibadet ve ahlaktan ibaret değildir. Keşke, bu kapsam daha da geniş tutulsaydı da, hayatın bütününe hitap eden İslamın her yönü hakkında toplumu aydınlatma görevi Diyanet İşleri Başkanlığına verilseydi; bu, bir eksikliktir. Eğer böyle olsaydı, önüne gelen herkes, bu yüce din hakkında ahkâm kesemez ve İslamın İ'sinden bile haberi olmayanlar ukalalık yapamazlardı. (RP sıralarından alkışlar) Bugün, bu ukalalar yüzünden, inanan ve inandığı gibi yaşamak isteyen milyonlarca insan üzerinde dayanılmaz bir baskı uygulanmaktadır. Başörtülü kızlarımız üniversitelere sokulmuyor, kendilerini aydın zanneden karanlık kafalı birtakım yaratıklar, kanun, nizam dinlemeden, zulümlerini devam ettiriyorlar. Şunu iyi biliniz ki, zalimin zulmü varsa, mazlumun da Allahı vardır. Diyanet İşleri Başkanlığınca, başörtüsünün dinî bir vecibe olduğu söylenmesine rağmen, bu, din diyanet tanımazlar, gözü dönmüş deli danalar gibi, inancı gereği başını örten kızlarımıza saldırmaya devam etmektedirler. Diyanet İşleri Başkanlığı da, doğal olarak bu baskılardan nasibini almaktadır; bunu görmezlikten gelmek, insafsızlıktır, basiretsizliktir.

Özellikle, son altı aydır 55 inci Hükümetin tek tip insan yetiştirmeye yönelik çağdışı uygulamaları doğrultusunda, Diyanet İşleri Başkanlığına düşen en önemli nasip, ezan seslerinin kısılması, vaazların bir merkezden yapılması olayıdır; daha da önemlisi, son günlerdeki Türkçe ezan ve Türkçe ibadet münakaşalarının başlatılmasıdır. Ben, inanıyorum ki, bu olaylar, birtakım dayatmaların sonucudur; ne tesadüftür ne de Diyanet İşleri Başkanlığının kendi fikridir.

İslamla ilgili konularda zırcahil kelimesi bile kendisine çok hafif gelen bir zavallının, her zaman olduğu gibi, yine Atatürkçülük zırhına bürünerek ortaya attığı Türkçe ibadet fikrinden ve kitap diye yayımladığı cehalet manzumesinden medet bekleyen ve incelenmesi için bu kitabı Diyanet İşleri Başkanlığına gönderen zihniyete de hak ettiği dersi sandıkta bu asil millet verecektir.

Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından saçmalığı tescil edilmiş olan bu kitabın 700 adedinin, Kültür Bakanlığınca, 750 milyon lira ödenerek satın alınıp kütüphanelere gönderildiği haberini bir gazetede okudum. Eğer, bu haber doğruysa, Diyanet İşleri Başkanlığına ciddî bir saygısızlık yapılmıştır. Sayın Bakanın, bu saygısızlık nedeniyle, Diyanet İşleri Başkanlığından özür dilemesi ve bu kitabı süratle geri çekmesi gerekir.

Diyanet İşleri Başkanlığının bizden beklediği, Parlamentodan beklediği en önemli şey, bu kurumun, siyasetin oyuncağı olmaktan kurtarılmasıdır. Bu yapılmadığı takdirde, genel bütçenin yarısını bu kuruma tahsis etsek bile, arzu edilen şahsiyetli din hizmeti verilemeyecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu Hükümet, bu çelişkili hareketleriyle ve din üzerinde oynadığı sinsi oyunlarla, cami cemaatlerini ve inandığı gibi yaşamak isteyen insanları "yarasalar" tabirini kullanarak âdeta düşman ilan etmiş ve bunun uzantısı olarak da imam-hatip okullarını ve Kur'an kurslarını, kapısına kilit vurulacak müesseseler durumuna düşürmüştür.

Şimdi, din eğitimiyle ilgili kaynakları kurutan bu Hükümetin bir sayın bakanının, Diyanet İşleri Başkanını da yanına alarak, Berat Kandilinde, kendi seçim bölgesi olan Aydın İli Bey Camiinde boy göstermesi, bu büyük günahı affettirmeye ve bu hatai aziîmi örtmeye yetecek midir?

Kimse başını kuma sokup, bu kürsüden de olayları çarpıtarak milletten kendisini gizlediğini zannetmesin. 55 inci Hükümet, bu samimiyetsiz davranışlarıyla bize atfettiği din istismarcılığını en çirkin biçimde kendisi yapmaktadır. Doğru olanı ise sandıkta millet yapacak ve millî irade Parlamentoya bütün haşmetiyle yansımış olacaktır.

Halkının yüzde 99,8'i Müslüman olan bir Türkiye'de, ülke Başbakanının, sırf birlik ve beraberliği sağlamak için ilim erbabına ve tarikat pirlerine iftar yemeği vermesi irtica, Amerika'daki sapık Moon tarikatının davetine icabet etmek ilericilik! Öyle mi?.. Severler sizin ilericiliğinizi! (RP sıralarından alkışlar) Kaldı ki, bu tarikat ve başındaki papaz, sırf İslamı tahrip etmek için birtakım siyonist mihraklardan açıkça destek de almaktadır. Bu mu sizin, dine, diyanete, İslama saygınız?..

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Yalan söylüyorsun.

RAMAZAN YENİDEDE (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anadolu'da, "tarla anına taş, tilki yanına eş bulur" diye bir atasözü vardır. Elbette, bu anlamda, herkes, kendi yandaşıyla işbirliği yapacaktır; ama, şu iyi bilinmelidir ki, bu Müslüman millet, kendi mahallesinde salyangoz satılmasına, asla ve asla fırsat vermeyecektir. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Buna cesaret edenler, sandıkta, nasıl bir kayaya çarpmış olduklarını anlayacaklardır.

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Öyle konuştukça batıyorsun!

RAMAZAN YENİDEDE (Devamla) – Dinleyin efendim... Bilmediklerinizi öğrenmek için faydalıdır; dinleyin...

BAŞKAN – Siz devam edin; kimse bir şey demedi.

RAMAZAN YENİDEDE (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şunun, herkes tarafından iyi bilinmesi lazımdır: Bizim bir yıllık Hükümetimiz döneminde, Türkiye'de, yıllardır ininden emirler yağdırarak, her türlü imkânı, haram helal demeden ayağına götürtüp, yetim hakkı yiye yiye çatlayacak kadar semirmiş olan birtakım yaratıklar, menfaat muslukları kesilerek inlerinden çıkarılmışlardır. Şimdi, ya bu yaratıklar bu milleti boğacak ya da bu millet bu yaratıkları boğacaktır; bunun kavgası yapılmaktadır! (RP sıralarından alkışlar) Ama, ben inanıyorum ki, millet, bunları boğacaktır.

Hükümetin, İslam Dini konusundaki samimiyetsiz tavırları ve dışpolitikadaki beceriksizlikleri nedeniyle, İslam Konferansı Örgütünden gerekli tokadı yedik, Avrupa Birliğinden de dışlandık. Daha açık ifadeyle, camiden uzaklaştık, kiliseye de sokmuyorlar; şimdi ne yapacağız!.. Şimdi ne yapacaksınız, bunu sormak istiyorum.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Havraya... Havraya...

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Sen İsrail'e gidersin.

RAMAZAN YENİDEDE (Devamla) – 55 inci atanmış Cumhuriyet, 55 inci atanmış Cumhuriyet Hükümeti, Türkiye'yi, attığı bu bataktan nasıl kurtaracaktır? Ne yazık ki, bu Çankaya Hükümeti, hem maddî hem de dinî ve manevî sahada sınıfta kalmamış, sınıfta çakmıştır.

Bu ülkede, hâlâ -sayıları az da olsa- bazı kafalar, bu dindar milletten korkmasalar, Diyanet İşleri Başkanlığını lağvedecekler, geçmişte olduğu gibi, Kur'an öğreten hocaları, sakallarından tutup sokaklarda sürüyeceklerdir.

Beyler, gelin, ülkenizle ve halkınızla barışın. Halkınızın inancıyla, tarihiyle, kültürüyle savaşmayın; kendisiyle ve kendi halkıyla barışık olmayan yöneticileri, başka devletler, kapılarından içeriye sokmazlar. Köprüaltı kabadayılıklarının hiçbir faydası olmadığını, o ağızlarla hiçbir yere varılamayacağını da, yöneticilerin çok iyi bilmesi gerekir.

BAŞKAN – Sayın Yenidede, süreniz doldu efendim.

RAMAZAN YENİDEDE (Devamla) – Siyasî hırsı, aklının önüne geçen siyasetçiler, kendilerini de, ülkelerini de rezil rüsvay ederler. Nitekim, Türkiye, son günlerde bunu yaşamaktadır.

Hükümete, akıllı, insaflı, basiretli, dine, diyanete saygılı olmasını tavsiye ediyor; bütçenin, ülkemize ve Diyanet İşleri Başkanlığımıza hayırlı olması dileklerimle, saygılar sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yenidede.

Yalnız, bulundukları kurumlarda mevzuatı uygulayan insanlara "karanlık kafalı insanlar" diye hitap ettiniz. Bu sözünüzü, tasvip etmiyorum; her kişi, bulunduğu kurumda, elbette ki, kendi mevzuatının gereğini uygulayacaktır.

RAMAZAN YENİDEDE (Denizli) – Mevzuat değil Sayın Başkan... O, sizin anlayışınız.

BAŞKAN – Bunlar, yasaları uyguluyorlar; karanlık kafalı insanlar değiller.

RAMAZAN YENİDEDE (Denizli) – Öyle bir yasa yok Sayın Başkan.

BAŞKAN – Var... Var...

RAMAZAN YENİDEDE (Denizli) – Öyle bir yasa yok...

Efendim, mevzuat; yasa demedim; mevzuat ayrı, yasa ayrı.

YILMAZ ATEŞ (Ankara) – Gider İran'da yaşarsın olur biter.

RAMAZAN YENİDEDE (Denizli) – Orada mevzuat sökmez Sayın Başkan.

YILMAZ ATEŞ (Ankara) – Mollalar gitsin İran'da yaşasın.

BAŞKAN – Üçüncü konuşmayı yapmak üzere, Refah Partisi Grubu adına, Siirt Milletvekili Sayın Ahmet Nurettin Aydın; buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)

RP GRUBU ADINA AHMET NURETTİN AYDIN (Siirt) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gümrük Müsteşarlığının 1998 yılı bütçesi üzerinde, Refah Partisi Grubunun görüşlerini sunmak üzere huzurunuza çıkmış bulunuyorum. Bu vesileyle, Yüce Heyetinizi ve televizyonları vasıtasıyla bizleri izleyen aziz milletimizi, hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.

Uluslararası ilişkilerin olabildiğince arttığı, turizmin geliştiği ve dünya ticaretinin bir bütünlük içerisine girdiği günümüz dünyasında, gümrüklerin önemi, ehemmiyeti ve hacmi, tabiatıyla artmıştır. Özellikle, tarih boyunca, Orta Asya ve Ortadoğu ile Avrupa arasında bir köprü, bir bağlantı konumunda olan ülkemiz, hele hele, dünya ticaretinin, Avrupa ekseninde geliştiği günümüzde, son derece stratejik bir coğrafî konumda bulunmaktadır. Etrafımızda bulunan ülkelerin, kendi iç problemleri dolayısıyla, sınır ve gümrük güvenliğini yeterince sağlayamamaları, ülkemizin gümrüklerini ve onun teşkilatını daha da önemli bir hale getirmiştir. 1996 yılında kabul edildiğimiz gümrük birliğiyle, bu önem daha da artmıştır. Artık, Habur ve Hopa, sadece Türkiye'nin değil, Avrupa'nın da sınır kapıları durumuna geçmiştir.

Ülkemizin gümrük teşkilatı, bu sorumluluğun altından kalkabilecek bir nitelikte midir; bu sorunun cevabının "evet" olmasını beklemek, 65 milyon insanın hakkıdır. Ancak, bu gerçek ne yazık ki, farklıdır. Güvenlik güçlerimizin uyuşturucu ile mücadelede gösterdiği başarının yanında, sınır kapılarımızın yolgeçen hanı olması sonucu, uyuşturucu konusunda, Avrupa'da, sabıkalı ülke durumuna düşmemiz, tam bir tezattır. Bu, gümrük denetimlerimizin yeterli olmamasının bir işaretidir.

Bir zamanlar, hayali ihracat cenneti olarak bilinen ülkemiz, bugün de, kaçıkçılığın, bir zenginlik aracı olduğu ülke haline gelmiştir. Silah, uyuşturucu, döviz ve altın kaçakçılığı, maalesef, ülkemizde hâlâ önemli bir zenginlik kaynağıdır.

Değerli milletvekilleri, bütün bunlarla mücadele etmesi gereken gümrük teşkilatımızın, bu sorunlarla baş etmesini, ekonomik kayıplarımızı önlemesini, ticarî rekabet şartlarını sağlamasını engelleyen faktörler nelerdir ve gümrük teşkilatımızın ne gibi problemleri vardır?

Bir defa, her şeyden evvel, gümrük idaresinin modernizasyonu ve otomasyonu için hiçbir fedakârlıktan kaçınılmamalıdır. Geçmiş hükümetler döneminde, Dünya Bankasından alınan 70 milyon dolarlık kredi, Fransa'dan bilgisayar yazılım sistemlerinin satın alınması ve gümrüklerin bilgisayar ağına geçmesi için düşünülmüştü; fakat, bu Hükümetin önümüze getirdiği bu bütçedeki rakamlarla bu otomasyon çalışmalarının sürdürülmesi imkânsızdır.

Refah Hükümeti döneminde, Gümrük Müsteşarlığına ayrılan yatırım bütçesi yüzde 177 artırılmışken, 55 inci Hükümet döneminde, bu bütçenin, yüzde 58 azaltıldığını hayret ve şaşkınlıkla izlemekteyiz.

Enflasyon oranının yüzde 100 olduğu bir dönemde, Gümrük Müsteşarlığı bütçesinin yüzde 50 oranında artırılması, çok esef vericidir.

Rüşvet, gümrüklerimizde kanayan bir yaradır. Kamu görevlilerinin rüşvet alabildikleri en rahat alanların başında gümrüklerin geldiği, halkımız tarafından çok iyi bilinmektedir. Bunu önlemenin en etkin yolu, gümrük teşkilatı personelinin manevî eğilimlere sahip olanlardan seçilmesi olsa gerektir. Ayrıca, hassas noktalarda çalışan personelin mal bildirimlerinin titizlikle takip edilmesi çok önemlidir. Rüşvet, kaçakçılığın zeminini oluşturmaktadır. Maalesef, gümrük memurları, mafyanın cazip tekliflerine boyun eğmektedirler. Bu yarayı iyileştirmenin yasal yaptırımlarla mümkün olabileceğini pek düşünmüyoruz; tek çare Allah korkusu.

Sayın milletvekilleri, gümrük teşkilatları, dünyanın hiçbir ülkesinde bağımsız teşkilatlar değildirler; işleri gereği maliye ve ekonomi yönetimleriyle direkt ilişkilidirler. Avrupa gümrük birliğinin standardı da budur. Bundan üç yıl önce, gümrük teşkilatı bağımsız olan İtalya, Avrupa Birliği tarafından, teşkilatını Maliye Bakanlığına bağlaması konusunda uyarılmıştır. Kısa zamanda, benzer bir uyarının Türkiye'ye de yapılacağını düşünüyoruz. Bu nedenle, bu Yüce Meclis, Gümrük Kanununda acilen düzenlemeler yapmalı ve Gümrük Müsteşarlığını yeniden masaya yatırmalıdır.

Müsteşarlığın hizmet binası sorunu dahi çözülememiştir. Bu Hükümet, bu sorunu derhal çözmeli ve Müsteşarlık, müstakil bir hizmet binasına kavuşturulmalıdır.

Gümrüklerimizde ve özellikle taşra teşkilatlarında yeterli laboratuvar ve teknik donanımın bulunmaması nedeniyle, tarım ve hayvan ürünleri ithalatında, ithalatçılarımıza zorluklar çıkarılmaktadır; bu konu çözüme kavuşturulmalıdır.

Değerli milletvekilleri, dünyanın önde gelen dışticaret ülkelerine baktığımız zaman, mesela, Almanya'nın tümünde sadece 60 gümrük teşkilatı var. Türkiyemizde 253 gümrük teşkilatı ve 9 bin personel var. Bu 9 bin personelin sadece 4 500'ü ihtisas sahibi, gümrükçü vasfını taşıyan personeldir; yani, gümrük memuru, gümrük müfettişi ve muhafaza memuru gibi. Geri kalan diğer personelin tamamı, çok az eğitim görmüş, çoğu ortaokul ve lise mezunu, şoför, çaycı ve yan hizmetli insanlar. Bu yüzden, geçmişte, Türkiye'de, acı tecrübelerini, örneklerini gördüğümüz çok büyük çapta hayalî ihracatlara zaman zaman tanık olduk. Biz, 253 gümrük teşkilatına sadece 4 500 vasıflı gümrük memuru verirken, Almanya 60 gümrük teşkilatına 35 bin vasıflı memur, İtalya ve Fransa gibi ülkeler 25 bin memur -ki, ihracatları, bizim ihraracatlarımızın; dışticaretleri, bizim dışticaretimizin kat kat üstünde olan ülkeler- vererek, üstün vasıflı, kaliteli çok daha yüksek sayıda memur istihdam etmektedirler.

BAŞKAN – Sayın Aydın, süreniz doldu efendim.

AHMET NURETTİN AYDIN (Devamla) – 1 dakika rica edeyim.

Efendim, bir başka önemli konu; güneydoğuda Irak sınırındaki Habur Gümrük Kapımız. Hepinizin bildiği gibi, Habur Gümrük Kapımızda çok acı olaylara şahit olmaktayız. Şu ana kadar herhangi bir kanunî mevzuat orada uygulanmamaktadır. 1995'ten beri görebildiğimiz kadarıyla, "İçgüvenlik Yönetmeliği" adı altında bir yönetmelikle yönetilen Habur Gümrük Kapısında, kamyonculara tanınan, kamyon başı 4 ton mazot, âdeta bir sıkıntı getirmektedir. 4 ton mazotun üzerinde mazot getiren kamyoncu esnafı, Habur Gümrük Kapısında ya Irak'a geri çevrilmekte veyahut da alıkonulmaktadır. Bu, zor durumdaki kamyoncu esnafımıza, hakikaten, çok büyük sıkıntılar getirmektedir. Düşünüyoruz, zaten, 16 trilyon 117 milyar mertebesindeki bu bütçeyle, Gümrük Müsteşarlığının liyakatli bir hizmet yapabilme imkânı yoktur. Takdir edersiniz ki, Türkiye gibi, etrafı sıkıntılarla dolu ülkelerin var olduğu bir yerde, 16 trilyonla, gerekli olan, hem sınır koruması hem de Gümrük Müsteşarlığı hizmetleri eksik kalmakta ve bu durum, hakikaten, birçok yolsuzluk, birçok rüşvet ve suiistimal olaylarına sebebiyet vermektedir.

BAŞKAN – Sayın Aydın, sizden sonraki arkadaşa 6 dakika süre kaldı efendim; yani, sürenizi çok geçtiniz.

AHMET NURETTİN AYDIN (Devamla) – Gümrük teşkilatları böylesine önem kazanırken, günümüz Türkiyesinde, sadece iki medya grubuna, koskoca bir Gümrük Müsteşarlığı bütçesinin üzerinde, bir günde, 16 trilyon 400 milyar verilmesi, gerçekten, hayret edilecek, garipsenecek bir durumdur. Bu durumlarla cebelleşen, mücadele eden bir Türkiye'de, güneydoğu sorunlarına... Biraz evvel, Siirt Milletvekili Sayın Nizamettin Sevgili'nin, 55 inci Hükümetin, Siirt ve güneydoğuya yapacağı hizmetleri temenni etmesi, bizim de temennimizdir; ancak, böylesine çarpık bir yönetimin ve iktidar anlayışının, değil, güneydoğuya ve Siirt'e; ancak, olsa olsa, bir kesime, bir azınlığa kaynak pompalamaktan başka hiçbir şey yapamayacağını bütün halkımız görmekte ve takdir etmektedir.

NİZAMETTİN SEVGİLİ (Siirt) – Temenni değil; olacak. Programda hepsi...

BAŞKAN – Efendim, müdahale etmeyin. Rica ediyorum...

Sayın Aydın, sizden sonraki arkadaşa 5 dakika süre kaldı; rica ediyorum...

NİZAMETTİN SEVGİLİ (Siirt) – Pervari yolu yapıldı, Pervari'yi, Hizan'a bağlayan süper yolun da ihalesi yapıldı.

BAŞKAN – Efendim, müdahale etmeyin... Rica ediyorum...

NİZAMETTİN SEVGİLİ (Siirt) – Şantiyeye çevirecekler, şantiyeye...

BAŞKAN – Sayın Aydın, sözünüzü tamamlayın efendim.

NİZAMETTİN SEVGİLİ (Siirt) – Temenni değil, programa alındı.

BAŞKAN – Sayın Sevgili, rica ediyorum...

AHMET NURETTİN AYDIN (Devamla) – 54 üncü Hükümet döneminde, Siirt'in, Tillo üzerinden Pervari'ye gitmesi gereken yolun menfez çalışmaları yapıldı, aplikasyon çalışmaları yapıldı. 55 inci Hükümet işbaşına gelir gelmez, maalesef, Siirt'in, Aydınlar üzerinden Pervari'ye gidecek ve oradan Van'a ulaşacak yolun çalışmalarını durdurmuştur.

BAŞKAN – Sayın Aydın, süreniz çoktan bitti efendim.

AHMET NURETTİN AYDIN (Devamla) – Hiç ümit etmeyin, 55 inci Hükümet, olsa olsa, çok küçük bir azınlığa kaynak aktarmaktan başka hiçbir işle iştigal etmez.

HASAN GÜLAY (Manisa) – Sen gördün mü, gördün mü?..

AHMET NURETTİN AYDIN (Devamla) – Olsa olsa, işte, böylesine, yani, bin yıldır İslamla barışık olan ve İslamla şeref bulan bir ülkede, cuma saatinde, hutbe saatinde, burada Meclisin işler olması, çalışmış olması bile esef verici bir durumdur. (DSP ve CHP sıralarından gürültüler, "Ne alâkası var" sesleri)

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Önce görev...

AHMET NURETTİN AYDIN (Devamla) – Ben, bunu, şahsen, bu saatte, yani, insanlarımızın, Müslümanların, cuma saatinde bulunması gerekirken bizim burada çalışma yapmamızı uygun görmüyorum.

HASAN GÜLAY (Manisa) – Bırak, git... Günaha giriyorsun, günaha...

BAŞKAN – Tamam, bitirin efendim.

AHMET NURETTİN AYDIN (Devamla) – Bu duygu ve düşüncelerle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aydın.

Sayın milletvekilleri, bir dakikanızı rica edeyim: Elbette ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Müslüman bir devlettir; ama, bir laiklik ilkesi de vardır.

HASAN GÜLAY (Manisa) – Bir daha tekrarla da duysun!

BAŞKAN – Yani, Türkiye Büyük Millet Meclisi, çalışma saatlerini belirlemiştir. Ben, Meclis Başkanvekili olarak bu saatleri değiştiremem. Eğer Genel Kurul istiyorsa, bu saatte ara verirdi; ama, ben kendim, bir Meclis Başkanvekili olarak, tespit edilen saatlere göre hareket etmek zorundayım. Sonra, en büyük ibadet, insanlara hizmet etmektir; bunu, hepiniz bilesiniz. Yoksa ki, görevinizi ihmal edeceksiniz, suiistimal edeceksiniz -sizi kastetmiyorum- ondan sonra böyle gösterişli ibadetlerle... (DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

Önemli değil, önemli olan, halka, Hakka hizmet etmektir, bunu herkes böyle bilsin.

Sayın Aydınbaş, buyurun efendim.

Efendim, 4 dakikanız kaldı; ama, size ek bir süre vereceğim.

RP GRUBU ADINA MEHMET EMİN AYDINBAŞ (İçel) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli üyeler; öncelikle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Ancak, demin de tartışmalara konu olduğu gibi, cuma gününün özelliklerini dikkate alarak, çalışma saatini, saat 12.00 ile 13.00 arasına almak mümkünken, burada, bizleri boş sıralara hitap etmek durumunda bırakan Başkanlık Divanının tutumunu da, Yüce Milletimizin takdirlerine arz ediyorum.

TAHSİN BORAY BAYCIK (Zonguldak) – Boş muyuz?.. Bizi saymıyor musun?

BAŞKAN – Siz devam edin... Lütfen...

MEHMET EMİN AYDINBAŞ (Devamla) – Ayrıca, ibadetlerin gösterişe mi yönelik olduğunu; neyin en büyük ibadet, neyin en düşük ibadet olduğunu, din ihdas eden uhrevî güçler tespit eder. Eğer, insanlar, bu konularda ölçüler koyuyorlarsa, kendi dinlerini ihdas etmiş olurlar...

NİHAT MATKAP (Hatay) – Ucuz siyasetten vazgeçin, bırakın...

MEHMET EMİN AYDINBAŞ (Devamla) – ...Son derece sakıncalı bir durumdur.

HASAN GÜLAY (Manisa) – Konuya gel, konuya...

MEHMET EMİN AYDINBAŞ (Devamla) –Dinin özelliklerini din koyucular... Burası, din koyucu bir yer değil, kanun koyucu bir yerdir. Lütfen, ibadetlerin, hangisinin büyük hangisinin küçük olduğunu takdir etme yetkisi buraya ait değildir.

HASAN GÜLAY (Manisa) – Konuya gel o zaman, konuya gel...

NİHAT MATKAP (Hatay) – İstismardan vazgeçin lütfen, burası Türkiye Büyük Millet Meclisi.

BİRGEN KELEŞ (İzmir) – Laik Türkiye burası...

MEHMET EMİN AYDINBAŞ (Devamla) – Laiklik değil efendim; bu, sekülarizmdir.

BAŞKAN – Sayın Aydınbaş.... Lütfen... Konuya gelin...

MEHMET EMİN AYDINBAŞ (Devamla) – Bu yaptığınız sekülarizmdir, laiklik değildir. Laikliğin ne olduğunu, sekülarizmin ne olduğunu çok iyi biliyoruz.

BİRGEN KELEŞ (İzmir) – Siz, nerede olduğunuzun, nerede yaşadığınızın farkında değilsiniz.

MEHMET EMİN AYDINBAŞ (Devamla) – Sizin bu laiklik anlayışı, Sovyet Rusya'da uygulanan laiklikti; o da, ortadan kalktı. Bir tek siz kaldınız...

SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) – Hiç alakası yok...

HASAN GÜLAY (Manisa) – Sayın Aydın, bilmediğini bilmiyorsun!

BAŞKAN – Müdahale etmeyelim lütfen...

MEHMET EMİN AYDINBAŞ (Devamla) – Ben, çok iyi biliyorum...

BAŞKAN – Efendim, rica ediyorum... Bir dakika...

HASAN GÜLAY (Manisa) – Bilmediğini bilmiyorsun!..

MEHMET EMİN AYDINBAŞ (Devamla) – Çok iyi biliyorum efendim...

BAŞKAN – Rica ediyorum arkadaşlar...

MEHMET EMİN AYDINBAŞ (Devamla) – Ben, Devlet İstatistik Enstitüsünün 1998 yılı bütçesi hakkında, Refah Partisinin görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunmaktayım.

Dünyanın küçük bir köy haline geldiği, bunu sağlayan unsurun da, iletişim teknolojileri olduğu gerçeğini kabul etmeyen kalmamıştır. Dünya, artık, sanayi çağını aşmış, bilgi çağını yaşamaktadır. Bilgiye erişmek ve bu bilgileri, ülkelerin, diğerlerinden daha önce ve daha etkin bir biçimde, ekonomik, endüstriyel, teknolojik, bilimsel ve askerî alanlarda kullanması, günümüzde hayatî bir önem taşımaktadır.

Bunca önemli bir konuda, Devlet İstatistik Enstitüsü, Türkiye'de, başat bir rol üstlenmiştir. Devlet İstatistik Enstitüsü, 1926'da kurulmuş ve 71 yıldan beri hizmet vermektedir. Ekonomi, toplum ve kültür konularında, Türkiye'nin bilgi ihtiyacını tespit eden, gereken verileri derleyen, değerlendiren ve bu konuda istatistikleri üreterek, ülke yönetiminde karar vericilere, kamu ve özel sektör yöneticilerine, araştırmacı ve bilimadamlarına, doyurucu, etkili ve faydalı bilgiler sunmaktadır.

Buraya kadar kısaca söylediklerim bile, konunun ne kadar önemli, bilimsel ve teknik bir konu olduğunu, konjonktürel değişimlerden, siyasal çalkantılardan uzak tutulması gerektiğini açıklamaktadır. Bu bakımdan, hem personel politikaları hem görevin gerektirdiği teknik donanım, görev ve yetkilerin yerine getirilmesinde geniş hareket alanı sağlayan mevzuat çok önemlidir. Ülkemizde, 60'a yakın üniversitenin 13-14 istatistik bölümünden...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Aydınbaş, süreniz bitti; ama, size, sataşmalar nedeniyle 3 dakika eksüre veriyorum; buyurun efendim.

TAHSİN BORAY BAYCIK (Zonguldak) – Sataşma nedeniyle 3 dakika eksüre verilir mi Sayın Başkan; sataşma yok ki?!.

BAŞKAN – Efendim, rica ediyorum, takdir benim; buyurun.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Sataşma yok Sayın Başkan; yapmayın lütfen!..

UĞUR AKSÖZ (Adana) – Sataşma talep edilmeden, sataşmadan dolayı söz verilir mi?!.

BAŞKAN – Buyurun, rica ederim...

MEHMET EMİN AYDINBAŞ (Devamla) – Evet, her yıl üniversitelerimizin istatistik bölümlerinden yüzlerce mezun yetişmektedir; ancak, buna rağmen, Devlet İstatistik Enstitüsü, kendi bünyesinde açtığı kısa süreli kurslarla, başka disiplinlerde yetişmiş kişileri istatistikçi yapmakta, hatta ihtiyaç duyan başka devlet kuruluşlarına da bu elemanlardan vermektedir. 4 yıl istatistik formasyonu almış gençlerimiz de, asıl mesleklerinde istihdam edilmeyi beklemektedirler. Bu haksızlığın giderilmesi için, Devlet İstatistik Enstitüsünün, yeni personel alımlarında, istatistik bölümü mezunlarına öncelik vermesi gerekir; ancak, bundan sonra açık kalan kadrolar diğer yakın disiplinlerden yetişen personelle tamamlanmalıdır.

Eleman temini kadar, yetişmiş elemanların özel sektöre kaptırılmadan, Devlet İstatistik Enstitüsü Kurumu bünyesinde değerlendirilmesi de bir sorundur. Bu amaçla, sözleşmeli statüde ele alınan eleman istihdamı, artı ikramiye ödemek suretiyle uygulamalar yapılmaktadır; ancak, bu da, kadrolu personelle farklı uygulamalara yol açmakta, rahatsızlık ve huzursuzluklara sebep olmaktadır.

Ayrıca, geçici personel istihdamı da ayrı bir sorundur. Daha önce, Bakanlar Kurulu kararıyla verilmiş bulunan ve sonra iptal edilen eködenek haklarının yeniden iade edilmesi, personel rejiminin, farklılıkları telafi edecek ve personelin niteliğine uygun tatminkâr bir ücret sağlayacak şekilde düzenlenmesi gerekmektedir.

İstatistik, bir uzmanlık konusudur. Her devlet kuruluşunun kendi bünyesinde geniş istatistik departmanları bulundurması ve aşırı kadrolaşmaya gidilmesi, sadece istihdama yaramaktadır; kaynak israfına ve değişik verilerle konuların değerlendirilmesini zorlaştırmaktadır. Onun için, diğer kamu kuruluşlarında bulunan istatistikçilerin görevi, sadece, Devlet İstatistik Entsitüsüne doğru, sağlıklı, hızlı veri sağlamak olmalıdır; bu, Devlet İstatistik Entsitüsünün sağladığı bilgilerin daha hızlı bir şekilde kullanıcılara ulaşmasını sağlayacaktır.

Devlet İstatistik Entsitüsünün derlediği bilgilerin, özellikle hükümetlerin başarılarını gösteren önemli göstergeler olması, zaman zaman bu rakamları deforme etme, rakamlara yalan söyletme çabalarını ortaya çıkarmaktadır. Tabiî, bu konuda, Devlet İstatistik Entsitüsünün sorumluluk ve ciddiyetle görevini yerine getirdiği gerçeğini teslim ediyoruz; ancak, 55 inci Hükümet zaman zaman, 54 üncü Hükümet zamanında enflasyon trendinin arttığını, kendi hükümetleri zamanında da enflasyon trendini düşürdüklerini ifade ediyorlar. Sayın Bakanın, Refahyolun ilk 5 ayında, toplam enflasyon artışı yüzde 24.7 iken, Anasolun ilk 5 ayındaki enflasyonun yüzde 34.7 olmasını, nasıl, trendin düşürülmesi anlamına geldiğini açıklaması lazımdır. Refahyol Hükümetinin yüzde 78'lik yıllık tüketici enflasyon rakamının, nasıl oluyor da...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Aydınbaş, süreniz bitti, lütfen, son bir iki cümle daha söyler misiniz.

MEHMET EMİN AYDINBAŞ (Devamla) – Efendim, saygılar sunmak için...

BAŞKAN – Rica ediyorum, son bir iki cümle efendim...

MEHMET EMİN AYDINBAŞ (Devamla) – Genel nüfus sayımına da bu noktada temas etmek istiyorum. Devlet İstatistik Entsitüsünün, imkânları içinde cansiparane çalıştıklarına inanıyorum; ancak, eksiklik, önce soru formlarında ortaya çıkıyor. Bu, konu kamuoyunda da genişce tartışıldı. Kadınlarımızın çalışıp çalışmadığı, meslek ve tahsil dağılımı sorulmalıydı. Hanelerde mevcut 18 yaşından büyük gençlerin iş sahibi olup olmadıkları sorulmalıydı. Hele göç olayı başlıbaşına ele alınmalıydı. Üç sene evvel, iki sene evvel, bir sene evvel vatandaşlarımızın nerede oturmakta oldukları, özellikle bu sayımda sorulması gerekmekteydi; ancak, maalesef, bunlar yapılmadığından ve hatta birçok köyün, mahallenin, apartmanın sayılmadığı dikkate alınacak olursa, bu sayımın başarılı bir sayım olduğunu da söylemek mümkün değildir.

Vaktin yetersizliği dolayısıyla, bu konuda ele alınması gereken birçok hususu ifade edemedim; ancak, buna rağmen, Sayın Başkana gösterdiği müsamaha dolayısıyla teşekkür ediyor, hepinizi saygıyla selamlıyor, Devlet İstatistik Entsitüsüne, bütçenin hayırlı olmasını diliyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aydınbaş.

Sayın milletvekilleri, Sayın Aydınbaş ve biraz önce konuşan arkadaşımız, Başkanlık Divanının, cuma saatinde Meclisi çalıştırdığını söylediler.

Bakın, bu, Başkanlık Divanıyla ilgili bir konu değil. Bütçe müzakereleriyle ilgili olarak Danışma Kurulu önerileri, Refah Partisi Grubunun ve milletvekillerinin de içinde olduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna gelmiş, Genel Kurulda çalışma saatleri belirlenmiştir.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Kaçma, gel dinle...

MEHMET EMİN AYDINBAŞ (İçel) – Kaçmıyorum..

BAŞKAN – Buna göre 10.00-13.00 arasında çalışma var, 13.00'ten 14.00'e kadar ara veriliyor. Bunu, Refah Partisi Grubu da önermiş, kendisinin de imzası var, Refah Partili milletvekilleri de oy vermiş. Biz, Başkanlık Divanı olarak, tespit edilen çalışma saatlerini aynen uygulamak zorundayız. Genel Kurulun emri neyse biz ona göre hareket ediyoruz. Bu itibarla, burada, bize yapılan itham haksızdır; bu birincisi.

İkincisi; sayın arkadaşımız eğer cuma namazına gidecekse, pekala gidip kılabilir. Cuma namazını kılan arkadaşlarımız da var, kılmayanlar da var. Kılana da saygılıyız, kılmayana da saygılıyız... O halde, burada çıkıp da, bunu, kamuoyu önünde istismar konusu etmeyi, ben, haksız bir davranış biçimi olarak görüyorum.

Bu öneri Genel Kurula getirildiği zaman, Refah Partisi çıkıp da buna itiraz etseydi, Genel Kurul da öyle karar verseydi efendim...

HASAN GÜLAY (Manisa) – Huyu öyle, huyu...

BAŞKAN – Şimdi, söz sırası, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Ali Şahin'in. (CHP sıralarından alkışlar)

Kaç dakika konuşacaksınız Sayın Şahin?

ALİ ŞAHİN (Kahramanmaraş) – 10 dakika.

BAŞKAN – Peki efendim. 10 dakika sonra sizi ikaz edeceğim; buyurun.

CHP GRUBU ADINA ALİ ŞAHİN (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlamadan önce, Refah Partili konuşmacıların, cuma namazı olayını gündeme getirmesini kınıyorum. Bunlar, İslamın ibadet kavramını da bilmiyorlar; İslamda ibadet, yalnız namaz kılmak, oruç tutmak değil. İslam, ibadeti çok geniş kapsamlı tutmuş; toplumun yararına yönelik, insanlara yardıma yönelik her eylemi ibadet saymıştır. (CHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) Biz, burada, şu anda, Türk Milletini ilgilendiren, onların 1998 yılındaki ekonomik, malî, sosyal durumunu yasalaştıran bir konuyu görüşüyoruz. Bu millet adına görüşüyoruz; çok ciddî bir ibadettir. Ben şu anda cuma namazında değilim; ama, cuma namazı kadar ibadet yaptığıma inanıyor, sizleri saygıyla selamlıyarak konuşmama başlıyorum. (CHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

HASAN GÜLAY (Manisa) – Ağzına sağlık.

ALİ ŞAHİN (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesi üzerinde söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Kurulu şahsım ve Grubum adına selamlıyorum.

Vakıf, kişilerin, sahip oldukların mallarını, kendi rızalarıyla, başka bir kuruma, örneğin bir hayır kurumuna tahsis etmesidir. Bizim halkımızın yaşamında ve geçmişinde vakıfların önemi çok büyüktür. Vakıf denince akla, sosyal yardım, dayanışma ve dürüstlük gelir.

Vakıflarla ilgili 1935 yılında çıkarılan bir yasayla Vakıflar Genel Müdürlüğü kurularak, vakıfların idare, temsil ve yönetim yetkisi verilmiş; daha sonra, 1981 yılında yeni bir düzenleme getirilmiştir. Şu anda, Vakıflar Genel Müdürlüğünce idare ve temsil edilen, mazbut vakıflar 5 376, mülhak vakıflar 340, cemaat ve esnafa mahsus vakıflar 162, yeni oluşan vakıflar ise 4 157 olmak üzere, toplam 10 bin vakıf mevcut olup, bunlar, Vakıflar Genel Müdürlüğüyle ilişkilidir.

Keza, vakıf taşınmaz mallarının kütüklerinde, akar ve hayrat olmak üzere, toplam 56 bin adet vakıf taşınmaz malı kayıtlı bulunmaktadır. Bunlardan 35 bin taşınmazdan, Vakıflar Genel Müdürlüğü kira almaktadır. Vakıflar Genel Müdürlüğünün gelirinin çok önemli bir kısmı, bu emlaklardan alınan kiralardan oluşmaktadır. Bu konuyla ilgili olarak çok önemli bir nokta ise, Vakıflara ait emlak ve arsaların önemli bir kısmının da fuzuli işgal altında olmasıdır. Vakıflara ait emlaklar yok pahasına kullanılmaktadır; vatandaşlar, âdeta "vakıf malı deniz yemeyen keriz" şeklinde algılamaktadır.

Başlangıçta daha çok, hayır işlerine yönelik olarak kurulan vakıfların, zaman içerisinde, toplumun hemen hemen her ihtiyacına yönelik hizmetler verdiğini görüyoruz. Bu haliyle, vakıfların, geçmişte toplumsal yaşamda önemli birtakım boşlukları doldurduğunu ve kamuya önemli hizmetler verdiğini görmekteyiz. Böylesine önemli bir görevi üstlenen bu kurum, zaman içerisinde, yasalardaki boşluklardan da faydalanılarak, gerçek amacından uzaklaştırılmıştır. Bugünkü haliyle vakıfların, neresinden bakarsanız bakınız, bir sorunlar kurumu olduğunu görürsünüz.

Uygulamada faaliyet gösteren üç türlü vakıf görmek mümkündür:

Bunlardan birincisi; kamu yararına yönelik olarak kurulan, halkımıza hayrî, sosyal ve kültürel bakımdan hizmet veren vakıflardır.

İkincisi, ticarî amaçla kurulan vakıflar olup, bunlar, topluma hizmetten ziyade, kurucularına ve muayyen yakınlarına çıkar sağlamak için kurulan, yasaların vergi muafiyeti ve indirimi gibi imkânlarından yararlanan vakıflardır.

Üçüncüsü ise, siyasî amaç güden, halka yardım maskesi altında siyasî düşüncesini başkalarına aktarmaya ve kabul ettirmeye yönelik vakıflardır.

Bu vakıfların birçokları, denetimden uzak olarak çalışmaktadır. Vakıflar, gün geçtikçe, toplumsal yaşamda saygın yerini kaybeden kurumlar haline gelmektedir; bu, hepimiz için üzüntü verici olduğu kadar, düşündürücü de olmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biliyorsunuz, bizim, vakıflarla ilgili yasalarımız, daha çok, geçmişten bize ulaşan vakıfları yönlendirmeye yönelik olarak çıkmıştır. Bu haliyle, yasalar, bugünkü vakıfların sorunlarını çözmeye yeterli değildir. Vakıfların sorunlarını, Vakıflar Genel Müdürlüğünün de bu mevzuatla çözmesi mümkün değildir. Öncelikle yapılması gereken, gerekli yasal düzenlemelerin yapılarak, vakıfların, amaçlarına uygun olarak çalışan çağdaş birer kurum haline gelmesini sağlamaktır. Aksi takdirde, vakıfları sorunlarından uzaklaştırmak ve vakıfların verimli olmasını sağlamak mümkün değildir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Vakıflar Genel Müdürlüğünün hizmet alanlarından bir tanesi de, geçmişten bize ulaşan doğal ve tarihî varlıklarımızı korumak, yaşatmak ve gelecek kuşaklara ulaştırmaktır. Ülkemizin hemen hemen her yerinde rastlayabileceğimiz bu tarihsel kültür varlıklarımızın büyük bir kısmı, bugün, yok olmaya yüz tutmuştur. Bize ulaşan bu zenginliklerimize gereken önem verilerek, onların onarımı, restorasyon işleri bir an önce yapılmalıdır; yoksa, yarın geç kalmış olabiliriz.

Genel Müdürlüğün faaliyet alanlarından bir diğeri ise, sosyal ve kültürel hizmetlerdir; bu konudaki çalışmalar da yetersizdir. 1997 bütçesinden 880 yoksul ve muhtaç vatandaşımıza yardım yapıldığı, 1998 bütçesiyle bu sayının 1 200'e çıkarılması düşünüldüğünü göz önüne alırsak, bunun da yetersiz olduğunu görmek ve söylemek mümkündür.

Burada, değinmek istediğim bir konu da, Vakıflar bütçesinin büyük bir çoğunluğunun hizmet için değil, personel giderleri için kullanılmasıdır; bu, son derece yanlıştır; onarım, restorasyon, bunlar bir tarafa bırakılmıştır. Toplumsal yaşamımızda çok önemli görevler üstlenen bir kurum olan vakıflarla ilgili yasalar çıkartılmalı, Vakıflar Genel Müdürlüğünün, vakıfları denetim altına alıp çalıştırması, yasalardaki boşlukları kullanarak, kurulan ticarî ve siyasî vakıflarla ilgili yasal düzenlemeler yapılarak, onların da gerçek amaçlarına uygun hale getirilmesi sağlanmalıdır. "Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir" düşüncesinin bir ürünü olan vakıfların, toplum hizmetine verimli bir şekilde kazandırılması, toplumsal huzur ve barışa önemli bir katkıda bulunacaktır. Toplumsal dayanışma kurumu olan vakıflar, toplumda, sevginin, saygının ve kardeşliğin yayılmasında ve pekişmesinde önemli bir mihenk taşıdır. Bizim için böylesine önem arz eden bir kurumun, toplum hizmetine bir an önce sunulmasında yarar vardır.

Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesi üzerinde görüşürken, yine aynı bakanlığa bağlı Vakıfbank hakkında da Yüksek Meclise bilgi aktarmak istiyorum.

Refahyol döneminde usulsüz ve partizanca eleman alınmasının bir gerçek olduğunu biliyoruz. Anasol Hükümeti döneminde de, vakıflardan sorumlu Sayın Devlet Bakanının Vakıflar Bankasına 1 000 civarında eleman aldığını tespit etmiş bulunuyoruz. Bu elemanlar, imtihansız olarak alınmıştır. Bakanın seçim bölgesi Tokat ağırlıklı ve Sayın Başbakanın memleketi olan Rize ağırlıklı olduğu bir gerçektir. Bu doğru ise, son derece yanlıştır. Sayın Bakan, Türkiye Cumhuriyetinin bakanıdır, Sayın Bakan, yalnız ANAP'lıların değil, yalnız Tokat'lının, Rize'linin değil, Türkiye Cumhuriyetinin her tarafında yaşayan vatandaşın, Kahramanmaraş'ın da bakanıdır; 1 000 kişiyi imtihansız almak son derece yanlıştır. Vakıflar Bankası şu anda ANAP gençlik kollarının işgaline uğramıştır. Vakıflar Bankası kimsenin babasının çiftliği, istediği gibi kullandığı bir kamu alanı değildir.

Bu kürsüde konuşan, iktidar olan sağ siyasî görüş sahibi yetkililer, ülkede yaşanan enflasyonun nedeni olarak KİT'leri gösteriyorlar, enflasyonu düşürmek için mücadele vaat ediyorlar, bir taraftan da, imtihansız olarak, kamu kuruluşuna 5,5 ayda 1 000 kişi işbaşı yaptırılıyor!.. Sayın Bakandan soruyorum "bunların aslı yok" diyorsa, Sayın Bakan, Karabük ANAP İl Başkanının 17 yaşındaki kızını, Karabük Vakıflar Bankası şubesinde göreve başlatmamış mıdır? Halen, yaş tashihi davası devam ediyor. Sayın Bakan, Kırşehir-Çiçekdağı İlçe Başkanının oğlunu, Kırşehir'de işbaşı yaptırmamış mıdır? Sayın Bakanın, Ankara'da arabalarını tamir eden kaportacı, Vakıfbank Anafartalar Şubesine memur olarak gelmemiş midir? Sayın Bakan, Tokat Gençlik Kolu Başkanını, Türkiye Büyük Millet Meclisi Vakıfbank Şubesinde çalıştırmıyor mu?

Bütün bunların hesabını, Sayın Bakan vermelidir. Çok sevdiğim birisi olmasına rağmen, bunu duyduğum zaman üzüldüm. Bu memlekette, işsiz; bu memlekette, iş bulmak için, ekmek bulmak için sürünen, binlerce okumuş, yazmış üneversite mezunu var; ama, 5,5 ayda 1 000 kişiyi, 1 200 kişiyi alıyorsun; tek partiden alıyorsun. Bu, son derece yanlış; bu, vatandaşa saygısızlıktır.

Ayrıca, bu usulsüzlük, yolsuzluk, yalnız, Vakıflardan sorumlu Sayın Devlet Bakanının yaptığı icraat değildir. Anasol Hükümetinde, uygulama olarak 5,5 ay içinde gördüklerimizi ibretle aktarmak istiyorum: Kendi ilim Kahramanmaraş'ta, Devlet Su İşleri, kadrolaşma elemanı alıyor, imtihan açıyor; maatteessüf, bir tek ANAP'lı olmayanın bu imtihanda kadro alması mümkün değil. Yetenekleriyle, yıllarca hizmetiyle kadro almaya hak kazanmış insanlar bir tarafa bırakılıyor; ilçe başkanının, milletvekilinin yakınlarını aldırmak için baskı yapılıyor ve aldırılıyor.

BAŞKAN – Sayın Şahin, süreniz bitti efendim.

ALİ ŞAHİN (Devamla) – Aynı zamanda, sağlık müdürlüğünde yapılan imtihan da partizanca yapılıyor, partizanca eleman alınıyor, partizanca tayin ve atama yapılıyor.

Arkadaşlar, bununla bir yere varmak mümkün değildir. Türkiye bizimdir, halk bizimdir, ulus bizimdir. Biz, siyasî kişiler olarak, yanlışlarımızla vatandaşın güvenini kaybediyoruz. Vatandaş, hükümetine, devletine inanmaz; güvenmez duruma geliyor. Özel ve siyasî çıkarlar için, halkımızda güven bunalımı yaratmaya hakkımız yoktur. Netice olarak, bir iktidar değişiyor, partizanca atamalar yapılıyor. İnsanlara yazıktır.

Bu eleştirilerden sonra, bu bütçenin, halkımıza, Vakıflar Genel Müdürlüğü personeline hayırlı olmasını diliyor; saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Şahin. Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, ikinci konuşmayı yapmak üzere, Tokat Milletvekili Sayın Şahin Ulusoy; buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Ulusoy, siz de 10 dakika konuşacaksınız herhalde.

ŞAHİN ULUSOY (Tokat) – 12 veya 13 dakika efendim.

BAŞKAN – Yani, artık, onu, Grubunuzun zamanından kullanırsınız.

CHP GRUBU ADINA ŞAHİN ULUSOY (Tokat) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığının 1998 yılı bütçesi hakkında, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, barış içerisinde yaşamak, herkesin birbirini sevdiği, saydığı bireylerin oluşturduğu bir toplum olmak, hepimizin arzusudur. Bunu sağlamanın yolu da, inançsal, etnik, sosyal ve ekonomik ayrımcılıkları ve haksızlıkları gidermektir.

Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesini görüştüğümüz için, sizlere, bunlardan sadece inanç ayrımcılıklarını ve haksızlıklarını anlatmaya çalışacağım. Söyleyeceklerimden dolayı, beni, lütfen yanlış anlamayın. Amacım, sadece, toplumsal barışı bozabilecek yapılanmaları ve uygulamaları anlatmak, ileride ülke bütünlüğüne zarar verecek durumları şimdiden önlemek amacıyla sizleri uyarmak ve çözüm için desteğinizi almaktır.

Bildiğiniz gibi, Diyanet İşleri Başkanlığı, Anayasanın 136 ncı maddesine göre kurulmuş bir kurumdur. Bu madde aynen şöyle yazılmıştır: "Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, lâiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir."

Bu madde böyle yazılmış olmasına rağmen, herhangi bir inancı işaret etmemesine ve hatta, aksine, laiklik ilkesine vurgulama yapmış olmasına rağmen, Diyanet İşleri Başkanlığı, sadece Müslümanların; hatta onun bir inanç grubunun kurumu haline getirilmiştir; burada, başka dinler ve inanç grupları yoktur. Durum böyle olunca, sadece Müslümanlar için kurulmuş olan, Hıristiyanları, Musevîleri ve Müslümanlığın içerisindeki diğer inanç gruplarını yok sayan Diyanet İşleri Başkanlığının bugünkü konumu, Anayasanın 10 uncu maddesine aykırıdır; çünkü, 10 uncu maddede "Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanımamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır" denilmektedir.

Anayasanın 10 uncu maddesine rağmen, sadece belli bir inancın ve yorumun kurumu haline getirilen Diyanet İşleri Başkanlığı, bu yapılanması, işleyişi ve görev anlayışıyla bir devlet organı ve idarî makam olmasına karşın, Anayasanın eşitlik ilkesine uymamaktadır; hem Diyanet İşleri Başkanlığının Anayasadaki kuruluş maddesi olan 136 ncı maddeye hem de Anayasanın 10 uncu maddesine uygulamalarıyla aykırı düşen bu kurum bütçesinin oylanması sırasında, Anayasaya bağlılık yemini eden siz sayın milletvekillerinin, bu durumu değerlendireceklerine inanıyorum.

Buraya kadar, sorunun sadece anayasal boyutunu anlattım. Bu işin bir de vicdanî boyutu var, inançsal boyutu var. Bu konuya da, sizlerin dikkatini çekmek istiyorum. Dinimizde, hırsızlık, namussuzluk, haksızlık, yalan söylemek, aldatmak vesaire gibi davranışlar yasaktır; kul hakkıyla cennete girebilme olanağı yoktur; insanlara, hatta bütün canlılara kötülük yapmak yasaktır; sevgi, saygı, hoşgörü esastır. Dinimiz, insanları, farklılıkları nedeniyle ayırmaya, aşağılamaya izin vermez. İnanıyorum ki, sizler de, bu yüksek ve kutsal öğretilere hem katılıyorsunuz hem uyguluyorsunuz. Çalıntı bir seccadede namaz kılmıyorsunuz; haram olan, hak edilmeyen yiyeceklerle sahurunuzu ve iftarınızı yapmıyorsunuz; çünkü, haramla yapılan ibadetlerin geçerli olmadığını biliyorsunuz. İçinde haram para bulunan bir camide, bir mescitte veya herhangi bir mekânda, inanıyorum ki, hiçbir Müslüman ibadet etmek istemez. Kazancında haram olan bir din görevlisinin arkasında ibadet etmeyi de hoş karşılamazsınız. Zaten, birlikte yaşayan insanların bu kurallara uyması halinde, toplumsal barış sağlanmış olur; çünkü, herkes, kendi inancına, onun öğretilerine uyarak, diğer kesimlere haksızlık etmeyerek, sevgi, saygı ve hoşgörüye dayalı dostluklarla yaşamını sürdürür.

İsterseniz, bir de ülkemizdeki duruma göz atalım. Müslümanı, Hıristiyanı, Musevisiyle, aynı topraklar üstünde birlikte yaşamını sürdüren, farklı inançların oluşturduğu yurttaşlarız. Saydığım dinlerin içinde, kendi dinlerini farklı yorumlayan, farklı uygulayan inanç grupları da var. Bu inançlar, yüzyıllardır, aynı topraklar üzerinde, aynı idealler uğruna, yurttaşlık görevlerinin sorumluluğu içinde, birlikte yaşamaktadırlar. Ben, bunlardan, sadece, Alevîlerle ilgili olan durumu sizlere anlatmaya çalışacağım.

Alevîler, İslamı kendilerince yorumlayan ve uygulayan bir inanç grubudur. İbadet yerleri cemevleri, din görevlileri de dedelerdir; ibadet biçimleri de, çoğumuzun çeşitli ortamlarda izlediğimiz cemlerdir. Bu inanç grubuna, devlet tarafından ne cemevleri yapılır ne de, dedeler, devletten maaş alır; dedeleri yetiştirecek okullar da yapılmaz. Bunlar, bütün inançsal yükümlülüklerini kendileri finanse eder. Bu insanların büyük özverilerine karşın, sadece bir İslamî inanç grubunu temsil eden Diyanet İşleri Başkanlığına 96 trilyon lira para ayrılmıştır. Bunun yanında, camilerden, elektrik ve su parası alınmaz; bu da, yılda yaklaşık 84 trilyon lira tutar. Özel idare kaynaklarından, her yıl, cami yapımı ve onarımı için para ayrılır. Devlet arazileri, yine, cami yapımı için tahsis edilir. İlahiyat fakültelerinin, imam-hatip okullarının yapımı ve eğitimlerini sürdürmeleri için yüzlerce trilyon tahsis edilir. Konuşma sürem kısa olduğu için bu örnekleri çoğaltmayacağım; ama, nereden bakarsanız bakın, inançsal uygulamaların geneli için, dolaylı ve dolaysız yollardan, katrilyonu aşan bir kaynak ayrılmaktadır. Buna karşın, Alevîlerin kurmuş olduğu vakıf ve derneklere, sanki sadaka verir gibi, 425 milyar lira, Maliye Bakanlığı bütçesinden ayrılmıştır. Öyle sanıyorum ki, Alevî vakıf ve dernekleri bu parayı kabul etmeyeceklerdir. Her ortamda, her fırsatta "Alevîler kardeşlerimizdir" diyenler, kardeşliği, maalesef, hep, lafta bırakmışlardır. (Alkışlar) İş, hakça bölüşmeye gelince, bu kardeşlik gözardı edilmiştir. Halbuki, inançsal hizmetler için ayrılan bu büyük meblağa Alevîler de katkı vermektedir. Onların helal etmediği paralarla yerine getirilen ibadetler helal olabilir mi? (Alkışlar) Lütfen, vicdanınıza danışınız.

Türkiye'de yoksulluk giderek yaygınlaşırken, özürlü insanlarımız sorunlarıyla baş başayken, insanlarımızın küçümsenemez bir bölümü, her türlü sosyal güvenlikten yoksun yaşarken, milyonlarca insanımız, bir doktor, bir ilaç, bir yatak bulmak için büyük sorunlar yaşarken, bir inancın diyanet işlerine bu kadar cömert davranmak haklı ve doğru bir tercih midir? Üstelik, ayrılan bu paraların içinde, bu hizmetlerden yararlanmayanların vergilerinden kesilen paylar varsa, yararlanamayanlar bu parayı isteyerek vermiyorsa, ödenilen vergiler onların rızası dışında buraya aktarılıyorsa “bu parayı helal etmiyoruz” diyorlarsa, o zaman, devletin sağladığı bu olanaklardan yararlananlar, bu mekânlarda ibadet edenler, bu durumdan yararlanarak maaş alanlar, onların imamlığında ibadet edenler, ibadetlerinin Allah'ın huzurunda geçerli olduğuna, kabul edileceğine inanıyorlar mı, vicdanları rahat mı?

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepimiz, neler olup bittiğini çok iyi biliyoruz. Gelin, bu yanlışlıklara bir son verelim. Toplumsal barış bozulursa, tekrar bunu tesis etmek için çok zorluklar çekeriz. İnanıyorum ki, herkes, haksızlıkları ortadan kaldırarak dostça yaşamak istiyor. Zaten, ülkemizin birçok sıkıntısı var, buna yenilerini eklemek işimizi daha da zorlaştırır. Bu sorunun çözüleceği yer Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Bunun için size bir teklifim var: Sizler, Diyanet İşleri Başkanlığının kalkmasını istemiyorsunuz, tamam, Diyanet İşleri Başkanlığı kalsın. Yönetimi, uygulama biçimi sizlerin istediği gibi olsun, sadece genel bütçeden ayrılan payı çıkaralım. Devletin denetimi yönetsel açıdan devam etsin; ama, bu kuruma Hıristiyanların, Musevîlerin ve diğer inanç gruplarının vergilerinden para aktarılmasın. Diyanet İşlerinin yaptığı yorumdan farklı bir biçimde yorumlayan böyle bir yoruma, özgürce yaşamak isteyen Alevilerden de kaynak aktarılmasın. Sünniîer de, Alevîler de, başka inanç grupları da devlet önünde eşit kılınsın; ayırımcılığa uğramasınlar. Diyanet İşleri Başkanlığının yorumlarıyla ve uygulamalarıyla mutabık olan yurttaşlarımız, istiyorlarsa, istedikleri kadar parayı, kendi rızalarıyla, gelip, Diyanet İşleri Başkanlığı veznesine yatırsınlar yahut başka bir formül bulunup uygulanabilir. Bu toplanılan paralarla, istenildiği kadar cami yapılsın, istenildiği kadar mescit yapılsın, istenildiği kadar ilahiyat fakülteleri, imam-hatip okulları açılsın, istenildiği kadar -devletin yaptığı da çok- imam görevlendirilsin...

BAŞKAN – Sayın Ulusoy, zamanınızı geçtiniz efendim; lütfen bağlar mısınız...

ŞAHİN ULUSOY (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.

Hiç kimsenin birbirine diyeceği bir şey kalmasın. Bu olanaktan faydalananlar vicdan rahatlığı içinde ibadetlerini yapsın. Diğer inanç grupları da, bugüne kadar geçmiş olan haklarını helal etsinler. Bu sorunu burada çözelim. Yarın, Allah'ın huzurunda rahat olunsun; kul hakkıyla huzura varılmasın. Sizler, halkın seçtiği milletvekillerisiniz, kimsenin onayına ihtiyacınız yok; vicdanınızın sesini dinleyin; toplumumuzu rahatlatın; bütün inanç gruplarına adil ve eşit davranın.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığına ayrılan paranın, gönüllülük temeline oturtulması gerektiğine inanıyorum. Bunun için, köklü yeni düzenlemelere ve anlayışlara ihtiyaç vardır. Amacım, haksızlıkların sona ermesi, kardeşliğin sağlam temellere oturtulması, lafta bırakılmamasıdır.

BAŞKAN – Sayın Ulusoy, sürenizi çok geçtiniz...

ŞAHİN ULUSOY (Devamla) – Doğru uygulama böyle olması gerekirken, bazı grup sözcülerinin çıkıp, alay edercesine “Alevîlere Maliye Bakanlığı bütçesinden para verdik” diye bir kandırmaca politikası izlemelerini kınıyorum. (CHP ve RP sıralarından alkışlar) Alevî dernek ve vakıflarına, sadaka gibi, komik bir rakamın bütçeden ayrılmasını ve bunun, tüm Alevîler adına verilmiş gibi gösterilmesini protesto ediyorum. Siz sayın milletvekillerinin, bu haksız uygulamaları düzelteceğine inanıyorum.

Beni dinlediğiniz için teşekkür eder; saygılar sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ulusoy.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, üçüncü konuşmayı yapmak üzere Erzincan Milletvekili Sayın Mustafa Yıldız... (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, Sayın Yıldız'ın konuşma süresinin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Buyurun Sayın Yıldız.

CHP GRUBU ADINA MUSTAFA YILDIZ (Erzincan) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gümrük Müsteşarlığımızın 1998 yılı bütçesi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, şahsım ve Grubum adına, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Avrupa Birliğine girmek için uzun bir süredir uğraş verdiğimiz, herkes tarafından bilinmektedir. Daha bir hafta kadar önce Lüksemburg'ta yapılan zirve toplantısı öncesinde Sayın Başbakanın, Sayın Başbakan Yardımcısının ve Dışişleri Bakanlığı yetkililerimizin yapmış oldukları dış gezilerden de sonuç alınamadığı ya da Avrupa Birliğine üye olmamızın uzun bir zaman dilimine yayıldığı anlaşılmaktadır.

Değerli milletvekilleri, üye olunmasını arzuladığımız Avrupa Birliğine girme koşullarının nelerden oluştuğu ve bu koşullardan birinin de Avrupa Birliği ile ülkemiz arasındaki gümrük birliğinin sağlanması olduğu hepimiz tarafından bilinmektedir. Nedir gümrük birliği; ülkemize getirdiği teknik sorumluluklar nelerdir; kısaca değinmekte yarar görüyorum.

Gümrük Birliği, en az iki veya daha çok ülkenin aralarındaki ticarî ilişkileri tüm engellerden arındırmaları ve üçüncü ülkelere karşı ortak bir gümrük tarifesi uygulayarak, belli bir ekonomik entegrasyonun oluşturulmasıdır.

Yıllar önce Avrupa Birliğine girmeyi talep ederken, bu birliktelikten ulusumuzun yararı veya zararının ne olacağı, elbette ki, ekonomi, siyasî ve sosyal bilimcilerimizin görüşü alınarak oluşturulan belli bir stratejiyle masaya oturulmuş ve gelişmeler nihayet bu aşamaya getirilmiştir.

Günümüz dünyasında birden fazla ülkeyi bir araya getiren esas nedenin, ülkeler arasındaki siyasî ve stratejik nedenlerle oluştuğu bir gerçektir. Kaldı ki, globalleşen dünyamızın radikal unsurlardan arınmış, birbirlerini tanıma, anlama, karşılıklı hoşgörü anlayışı içinde, dünya barışına katkısı bakımından da, bu tür birlikteliklerin yararlı olacağı düşüncesini taşımaktayım.

Ülkemiz ile Avrupa Birliği arasında oluşturulan gümrük birliği ise, Avrupa Birliğine katılan ülkelerin uluslararası görüşmelerde pazarlık gücünü artırmakta ve daha gelişmiş ekonomik entegrasyona geçiş aşamalarını sağlamaktadır.

Sayın milletvekilleri, Türkiye ile Avrupa Birliği arasında oluşturulan gümrük birliği, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlıklarına olduğu gibi, Gümrük Müsteşarlığımıza da önemli ölçülerde sorumluluk getirmiş ve buna paralel olarak da, ağır bir iş yükü yüklemiştir.

Gümrük birliğinin sağlanması için, Ortaklık Konseyi kararları gereğince, Türkiye'nin yapması gereken Türk gümrük mevzuatındaki değişiklikler yıllar önce yapılmıştır.

Örneğin, eşyanın gümrük birliğine girişi, gümrük beyanları, serbest dolaşıma giriş, eşyanın dolaşımı, gümrük mükellefiyeti ve dava açma hakları gibi teknik sorumlulukların yerine getirilmesi için, her şeyden önce, Gümrük Müsteşarlığımızın merkez ve taşra birimleri arasındaki bilgi iletişimini sağlayacak bir bilgisayar ağına ihtiyaç vardır. Oysa, gerek Müsteşarlık merkez binaları gerekse taşra örgütlerinin kullanmakta olduğu binalar, ya diğer kamu hizmetlerine tahsisli ya da özek kişi veya kuruluşlara ait olduğu için, geçici olarak oturulan merkez ve taşra birimleri arasında sağlıklı bir bilgi akışı gerektiren bir bilgisayar ağı kurulamamıştır.

Değerli milletvekilleri, bu açıklamalardan şu sonuca varabiliriz: Türkiye'nin dışa açılan bir penceresi konumundaki bu Müsteşarlığımızın şu anda yaptığı iş, taşıma suyla değirmen çevirmeye benziyor. Bu nedenle, geç de olsa, bazı tedbirleri almakta yarar görüyorum.

Özetle:

1. Her şeyden önce, sorunların temelini oluşturan ve dışa karşı ülke onurunu koruyacak yer sorununun derhal çözülmesi gerekmektedir.

2. Kendileriyle ekonomik ortaklık kuracağımız Avrupa Topluluğu ülkeleriyle uyum sağlayabilecek teknoloji kullanılarak, çağdaş bir bilgisayar ağı oluşturulmalıdır.

3. Gümrük Müsteşarlığında geliştirilecek bu teknolojiyi kullanabilecek uzmanlaşmış personel istihdam edilmeli ve bununla da yetinilmemeli, yurtiçi ve yurt dışında hizmetiçi eğitimle personelin eğitim gücü ve verim gücü artırılmalıdır; ancak, görünen o ki, bu Müsteşarlığımızda, bugüne kadar çalışan personelin yüzde 60'ını aşkın oranının ilk, orta ve lise mezunu olması ve yeterli bir hizmetiçi eğitime tabi tutulmaması gibi nedenlerle, böylesine değerli ve dışa dönük hizmet veren bir kuruluşumuzun verimli hizmet üretmesi mümkün değildir. Hele bir de, her hükümet değişikliğinde kızağa çekilen ve zorunlu olarak emekliliğini bekleyen çok sayıda ve her kademede memurla karşılaşılması, işin vahametini ve önemini daha da gözler önüne sermektedir.

Sayın milletvekilleri, Batı ile sosyal, siyasal ve ekonomik bir birlikteliğe girmek üzere talip olduğumuz Avrupa Birliğine verdiğimiz önem, maalesef, 1998 malî yılı Gümrük Müsteşarlığı bütçesine ayırdığımız ödenek miktarından anlaşılmaktadır.

Sayın Maliye Bakanımızın sunuş konuşmasından da anlaşılacağı üzere, 1998 yılı konsolide bütçeyle, genel ve katma bütçeli daire ve idarelere 14 katrilyon 789 trilyon Türk Lirası ödenek ayrılmıştır. Bu genel bütçeden 1998 yılı Gümrük Müsteşarlığı bütçesine, sadece 15 trilyon 777 milyar lira gibi sembolik bir ödenek ayrılmıştır. Müsteşarlık, kendine ayrılan bu ödeneğin 12 trilyon 671 milyar Türk Lirasını personel giderlerine, 1 trilyon 326 milyar lirasını da yatırımlara ayırmıştır. Bu Müsteşarlığımızın, bu personel ve yatırım ödeneğiyle, bırakın çağdaş bir yapıya kavuşturulmasını, geçmişteki durumunu koruması bile mümkün değildir.

Bu şartlar altında, Müsteşarlığımızın değerli yöneticilerine bir önerimiz olacaktır: Tüm bu olumsuzluklara karşın, gümrük birliğine girmenin koşullarından biri olan gümrük mevzuatı ve uyum yasaları çalışmalarından verim alınması için, yeniden, çağdaş bir gümrük idaresi yapılandırılmak üzere, 1993 yılında Dünya Bankasıyla yapılan bir dizi görüşme sonunda "Gümrük İdaresinin Geliştirilmesi Projesi" adı altında bir proje oluşturulduğu ve bu proje karşılığı Dünya Bankasından 45 milyon dolar kredi alındığı bilinmektedir.

BAŞKAN – Sayın Yıldız, bir dakikanızı rica edeyim.

Efendim, konuşma sürenizi epey aştınız. Öteki sayın grup sözcünüz "ben de yemekten önce konuşayım" diyor. Onun için_

MUSTAFA YILDIZ (Devamla) – Hemen bitiriyorum.

BAŞKAN – Konuşmanızı bitirmeden bir şey talep edeceğim.

Sayın Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun son sözcüsü konuşmasını bitirinceye kadar, öğleden evvelki çalışma süremizin uzatılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler_ Etmeyenler_ Kabul edilmiştir.

Buyurun efendim.

MUSTAFA YILDIZ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bu paradan ne kadar kalmıştır, bilmiyoruz; ama, kalan bir miktar varsa, bu projeden yararlanarak, gümrük idaresinin mevcut personelinin niteliklerinin de artırılması ve yeni alınacak personelin de daha nitelikli, yapıcı ve yabancı dil bilen, uzmanlaşmış elemanlar olması hedeflenmelidir.

Değerli milletvekilleri, son olarak, kronikleşen diğer bir konunun da gümrük kapılarımız olduğunu belirtmekte yarar görüyorum. Türk Milleti olarak, toplum olarak, Türkiye'de at oynatan, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı mafyasını besleyen kaynakları kurutulmalıyız. Bu davranış, onurlu ve çağdaş bir toplumun görevi olmalıdır diyorum. Bu nedenle, içeride yapılacak her türlü denetime yardımcı olmak üzere, giriş ve çıkışların yapıldığı gümrük kapılarının en son teknolojik aygıtlarla donatılması sağlanmalıdır. Her açtığımız gümrük kapısıyla, karaparanın aklanmasına ve hayalî ihracata açık çek kestiğimizi unutmamalıyız.

Bu nedenle, günün koşullarına cevap vermeyen, çağdışı yöntemlerle denetlenmekte olan gereğinden çok gümrük kapısı açma özentisinden artık vazgeçerek, günümüz dünyasına hizmet edebilecek, ülkemizin ve insanımızın onurunu simgeleyecek az ve öz sayıda gümrük kapımızı yeniden yapılandırmalıyız.

Değerli milletvekilleri, bu duygu ve düşüncelerle, Gümrük Müsteşarlığımızın 1998 yılı bütçesinin milletimize ve Gümrük Müsteşarlığı çalışanlarımıza başarılar getirmesini diliyor; Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (CHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yıldız.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, son konuşmayı yapmak üzere, Sıvas Milletvekili Sayın Mahmut Işık; buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

5 dakikanız var; ama, biraz daha süre verebilirim.

CHP GRUBU ADINA MAHMUT IŞIK (Sıvas) – Peki Sayın Başkanım, teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Devlet İstatistik Enstitüsü bütçesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini sunmak üzere huzurlarınızdayım; hepinizi, saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlarken, Devlet İstatistik Enstitüsünün cumhuriyetle yaşıt olan yetmiş yıllık geçmişinden bugüne gelişinde hizmetleri geçen herkesi saygıyla anıyor; halen hayatta olanlara başarılar, rahmetli olanlara da rahmet diliyorum.

Bugün, sevinerek görüyoruz ki, Devlet İstatistik Enstitüsü, yetmiş yıllık kuruluş sürecinde, çağdaş bir kurum olarak çağın teknolojisine ayak uydurmuştur; çalışma konularına ait bilgilerin derlenmesi, arşivlenmesi ve yayımlanmasını modern teknolojik verilerle yapmaktadır.

Üzülerek ifade etmek istiyorum ki, bazı kamu kurumlarımızda olduğu gibi, Devlet İstatistik Enstitüsünde de, kurum, çağın teknolojik yeniliklerini yakalamış olmasına rağmen, maalesef, kurumun kuruluş yasasındaki yenilikler değiştirilerek yürürlüğe konulamamıştır. Devlet İstatistik Enstitüsü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, Meclisten 1983 yılında alınan bir yetkiye dayanarak çıkarılmış ve bugüne kadar da, Mecliste, maalesef, görüşmesi yapılamamıştır. Umuyor ve diliyorum ki, 20 nci Dönem Parlamentomuz, kurumun kuruluş yasasındaki değişiklikleri kısa sürede ele alarak yasası ile kurumun gelişmesini aynı seviyeye getirir; hatta, yasayla getirilecek yeniliklerle kurumu daha da ileri götürür.

Yine, Devlet İstatistik Enstitüsünün on yılda bir yaptığı genel nüfus sayımından bahsetmek istiyorum. Son onbeş yılda, özellikle terör olan bazı bölgelerimizde, köylerimiz çeşitli nedenlerle boşaltılmıştı; yani, köylerdeki nüfus yoğunluğu, en yakın belde, kasaba ya da vilayetlere kaymıştı. Bu bölgelere yapılan katkılar -nüfusa göre verilen İller Bankası payları ve başka katkılara varana kadar- son derece küçülmüştü. İşte, bu nedenlerle, 30 Kasım 1997 tarihinde seçmen kütüklerinin yenilenmesiyle birlikte yapılan nüfus sayımı, son derece önemliydi. Nüfus sayımını yürüten Devlet İstatistik Enstitüsüne ve emeği geçen herkese teşekkür ediyor ve kutluyorum.

Ne var ki, çok büyük emek ve masraflarla yapılan bu nüfus sayımından -basından öğrendiğimize göre- sıhhatli sonuçlar alacağımız tartışmalı hale gelmiştir. Örneklemek gerekirse; 30 Kasım 1997'de yapılan sayımda nüfusumuzun 64 milyon 177 bin olacağı tahmin edilmiş olmasına rağmen, 1 milyon 571 bin azalarak 62 milyon 606 bin olarak çıkması; 1992-1997 yılları arasındaki nüfus artış hızının binde 18,04 olarak tahmin edilmesine rağmen, 3,31 puan azalarak binde 14,73 düzeyinde gerçekleşmiş olması, ortaya, teknik anlamda izahı zor bir sonuç çıkarmış bulunmaktadır. Ayrıca, İstanbul'un nüfusunun 15 milyon olarak tahmin edilmiş olmasına rağmen, sayım sonucunda ancak 9 milyon 198 bin, Ankara'nın ise, 4,5 milyon tahmin edilmiş olmasına rağmen, 3 milyon 685 bin olarak sonuçlanmış olması, tereddütleri daha da artırmıştır. Bu çelişkiler ve teknik veriler göstermektedir ki, nüfus sayımının sıhhatli olmadığına dair endişelerimiz artmaktadır. Şayet, tahminler, yazılı ve görsel basında yer alan çelişkiler teknik olarak da doğrulanıyorsa, nüfus sayımında yazılmayan varsa, bu eksiklikler bir şekilde tamamlanmalıdır.

Diğer taraftan, aynı hataların seçmen kütükleri için de olduğunu tahmin etmekteyiz. Yine, bu nüfus sayımı sonuçlarına göre, ülkemizdeki işsizlik, göç ve fakirlik oranları da çıkarılmış olmalıydı. Bunu da, büyük bir eksiklik olarak görüyoruz.

Sözlerime son verirken, Devlet İstatistik Enstitüsü bütçesinin ülkemize ve kurum çalışanlarına hayırlı olmasını diler, Yüce Meclise, şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Işık.

Sayın milletvekilleri, böylece, öğleye kadar olan çalışma süremiz bitmiştir.

Saat 14.10'da toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati: 13.07

 

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati :14.10

BAŞKAN : Başkanvekili Kamer GENÇ

KÂTİP ÜYELER : Mustafa BAŞ (İstanbul), Mehmet KORKMAZ (Kütahya)

 

 

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 31 inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1.- 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/669; 1/670; 1/633, 3/1046; 1/634, 3/1047) (S.Sayısı: 390, 391, 401, 402) (Devam)

A) VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)

1. – Vakıflar Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Bütçesi (Devam)

2. – Vakıflar Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)

B) DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI (Devam)

1. – Diyanet İşleri Başkanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi (Devam)

2. – Diyanet İşleri Başkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)

C) GÜMRÜK MÜSTEŞARLIĞI (Devam)

1. – Gümrük Müsteşarlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi (Devam)

2. – Gümrük Müsteşarlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)

D) DEVLET İSTATİSTİK ENSTİTÜSÜ BAŞKANLIĞI (Devam)

1. – Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi (Devam)

2. – Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı1996 Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Komisyon ve Hükümet yerlerini aldılar.

5 inci tur bütçe görüşmelerinde, gruplar adına, söz sırası Doğru Yol Partisine gelmişti.

Doğru Yol Partisi Grubu adına birinci konuşmacı, Kars Milletvekili Sayın Sabri Güner.

Buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

Sayın Güner, kaç dakika konuşacaksınız?

M. SABRİ GÜNER (Kars) – 20 dakika.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

DYP GRUBU ADINA M. SABRİ GÜNER (Kars) – Türkiye Büyük Millet Meclisinin Sayın Başkanını, sayın üyelerini ve televizyonları başında bizleri izleyen aziz vatandaşlarımızı, şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına, saygıyla selamlıyorum.

Geçen yıl, Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi üzerindeki konuşmayı yine ben yapmıştım. Bu konuşmayı yaparken, Avrupalı bazı munsif ilim adamlarının görüşlerine de yer vermiştim. Bu yıl da, aynı yolu izlemek, Batılı bazı düşünürlerin dinî tariflerini sunup, İmam Gazali'nin dinî tarifinin altını çizmek istiyorum.

Tarihin hangi dönemine bakılırsa bakılsın, dine duyulan ihtiyacın hissedilmediği bir ülke veya topluluk görmek mümkün değildir. İnsan, her yerde, her zaman kendisinden yüce bir varlığa sığınma, ondan yardım isteme ihtiyacını daima duymuştur.

Eski Yunan bilginlerinden Plutarkhos'un şu sözleri dikkate değerdir: "Dünyayı dolaşınız, duvarsız, edebiyatsız, kanunsuz, servetsiz şehirler bulacaksınız; fakat, mabetsiz ve mabutsuz şehirler bulamayacaksınız." Auguste Sabatier, "dinler felsefesi" adlı eserinde "ben niçin dinliyim" sualini kendi kendine sorar ve şu cevabı verir: "Ben dindarım; çünkü, başka türlü olmaya muktedir değilim. Dindar olmak, varlığım ve benliğim için zarurî bir ihtiyaçtır." İngiliz filozoflarından Spencer "ilmin ilerlemesi açık olarak gösteriyor ki, hakikatini anlayamadığımız ve açıklayamadığımız mutlak bir kudret vardır ve bu kudret her yerde tecelli ediyor" demekle, ilmin ilerlemesiyle dine olan ihtiyacın daha iyi anlaşılacağını ifade ediyor. Max Müller'in "din, insanlık tarihine en fazla hâkim olmuş bir amildir" Ernest Renan'ın "din, insan tabiatının en yüksek, en çekici tezahürlerinden ibarettir" şeklindeki tariflerini de sunduktan sonra, başlarken de belirttiğim gibi "din, kul ile Allah arasındaki muameledir" diyen İmam Gazalî'nin tarifinin altını kalın çizgilerle çizmek istiyorum. Bu çizgiyi çizerken, kul ile Allah arasındaki muamelenin, sadece ibadetten ibaret olmadığını da özellikle belirtmek istiyorum. Kul ile Allah arasındaki münasebet, bütün hayatı kapsamına alır. Bu yüzden, ibadetin yanında, ahlak ve muamelat da çok önemlidir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Batı dünyası bugün ciddî bir dinî buhran yaşamaktadır. Hıristiyanlık, artık kendi insanını tatminden uzak bulunmaktadır. Kilise, bütün gayretlerine ve sosyal faaliyetlerine rağmen, her geçen gün sadece yaşlıların bir uğrak yeri halini almaktadır. Bu durum, Batılı sosyolog ve ilahiyatçıları derinden derine düşündürmektedir. Konuya Kur'an-ı Kerim açısından bakıldığı zaman bu gerçek daha net bir şekilde gözler önüne serilmektedir.

Âl-i İmran Suresinin 19 uncu Ayetindeki ilahî buyruk "Hak din Allah indinde İslamdır" hakikatini bildirmektedir.

Bu ayeti teyit ve tamamlar mahiyette yine aynı Surenin 85 inci Ayetinde "kim İslamdan başka bir din ararsa, bu din ondan asla kabul olunmaz ve o, ahirette de en büyük zarara uğrayanlardandır" diye emrolunmuştur.

Bu gerçeklerden hareketle şunu söylemek istiyorum: İslam, Batılı ciddî araştırmacıların da ifade ettiği gibi, 21 inci Yüzyılın dini olma misyonunu daha şimdiden yakalamış bulunmaktadır. Çünkü, o, son ilahî dindir. Çünkü, o, ilk nazil olduğu gibi korunmuştur... Çünkü, onun mesajlarında akıl ve mantığa aykırı hiçbir husus yoktur. Çünkü, o, aynı zamanda bir sistemin de adıdır. Çünkü, o evrenseldir; bir milletin, bir zümrenin veya bir bölgenin dini değildir.

Nitekim, bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün dinler, din diye takdim edilmiş bütün sistemler incelenmiş, hiçbirinin bu nitelikleri taşıdığı görülmemiştir.

Tevrat'ta, Yahudiliğin umumî din olduğuna dair hiçbir işaret bulunmadığı gibi, Hazreti İsa da muayyen bir bölgeye ve belirli bir kavme peygamber olarak gönderilmiştir. Üstelik, Hazreti İsa, bizzat kendi kavmine hitaben "size daha çok söyleyeceklerim var; fakat, siz şimdi bunları anlayacak durumda değilsiniz. Benim söylemek isteyip de söyleyemediklerimi, benden sonra bütün dünyaya peygamber olarak gönderilecek olan o hakikat ruhu, yani Hazreti Muhammet size anlatacaktır" demiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; mesajını bütün insanlığa yöneltmiş İslamiyet, evrensel bir mesajın bütünüdür. Üzülerek ifade ediyorum ki, bu evrensel ulvî bütünü farklı yorumlayarak milletimizi "Alevî-Sünnî" diye karşı karşıya getirenler ihanetle meşguldürler. Oysa, Kur'an ahkâmına, Hazreti Peygamber ef'aline uymayan her türlü hareket tarzı ne Alevîliktir, ne Sünnîliktir, ne de İslamdaki kavramlardan herhangi biridir. Bize göre bu böyledir, herkese göre de böyle olmalıdır. (DYP sıralarından alkışlar)

Allah'ımız bir, Kitabımız bir, Peygamberimiz bir, milletimiz bir, devletimiz bir, vatanımız bir, bayrağımız bir; öyleyse bu ayrılık niye?! "La ilahe illallah Muhammedün Resulullah" bütün dünya Müslümanlarının ortak paydasıdır. Hatta, bu kelime-i tevhide bazen ilave edilen “Ali Veliyullah”; yani, “Ali, Allahın evliyasıdır” sözü de bütün Sünnîlerin ortak inancıdır.

Bakınız, Halife Hazreti Ömer, bir gün Hazreti Ali’den küçük kızı Ümmü Gülsüm'ü, evlenmek üzere ister, Hazreti Ali "kızım henüz küçüktür" diye cevap verince, Hazreti Ömer ısrar eder. Hazreti Ali ısrarın sebebini sorar; bunun üzerine Hazreti Ömer şöyle cevap verir: "Ümmeye Sülalesi ile Haşimî Sülalesi arasındaki gerginliği kaldırıp, bunları yaklaştırmak istiyorum." Bunun üzerine, Hazreti Ali, kızını Hazreti Ömer'le evlendirir ve Hazreti Ömer, Hazreti Ali’ye damat olur. İşte onlar böyle dost idiler ve böyle yaşadılar. Biz ne diye kavga edecekmişiz?!

Alevî kardeşlerimiz için, zamanının büyük mütefekkiri Bediüzzaman şu tarifle hitap ediyor: "Ey ehli hak olan ehli sünnet ve cemaat ve Ali Beytin muhabbetini meslek ittihaz eden Alevîler..." Ne kadar güzel bir hitap ve ne kadar güzel bir tarif.

O kadar çok ortak paydamız var ki... Alevîler ile Sünnîler, Hazreti Peygamber, Hazreti Ali, Hazreti Hasan, Hazreti Hüseyin sevgisinde ortaktırlar. Camilerimizde bu mübarek isimlerin bulunduğu levhalar duvarlarda asılıdır. Yalnız, Alevîler ehlibeyt sevgisini meslek haline getirmişlerdir; bu da yanlış bir hareket tarzı değildir; meslek edinmemek de muhabbetin olmadığı anlamına gelmez.

Görülüyor ki, Alevî de, Sünnî de Allaha giden yolda birleşiyorlar ve İslam kardeşidirler. O halde, geliniz, geleceğimizi, kutupların giderilemez uzlaşmazlığı cenderesine sıkıştırmayalım; bunun kimseye faydası yok. En zıt görünen taraflar arasında dahi ortak noktalar vardır. Hep zıtlık ve ihtilaflarımızı bulup öne çıkarmak yerine, toplumumuzu bir arada tutan ortak noktaları bulalım. Hepimizin mutabık olabileceği tek nokta, farklılıkları bir arada yaşatma biçimini öğrenmek olmalıdır; bunun da tek koşulu, tahammüldür; tahammül, demokrasinin erdemidir. Artık, ülkenin her köşesindeki insanların bilmesi gerekir ki, dünya görüşümüz ve hayat tarzı tercihimiz ne olursa olsun, hukuk devleti ve insan haklarına dayanan demokrasi, hepimizin ortak varoluş zeminidir; ancak, böyle bir demokrasi içerisinde, farklılıklarımızı koruyarak, barışçı bir biçimde bir arada var olabiliriz.

Hepimizin mutabık olacağı diğer bir nokta da şu olmalıdır: Bu ülke, ülkede yaşayan herkesin ülkesidir. Herhangi bir kesimin, ülkenin gerçek, aslî, yegâne sahibi olması ve diğerlerinin yabancı konumunda bulunması söz konusu değildir.

Semavî dinlerin tamamı, demokrasiyi en fazla destekleyen dinlerdir. Hazreti İbrahim, Nemrut karşısında; Hazreti Musa, Firavun karşısında; Hazreti İsa, Bizans karşısında, hep halkın, birtakım otoritelere karşı haklarını savunarak ve zaman içerisinde, halkı iktidar yapagelmişlerdir. İslam hukukunda, biat, vekâlet ve temsil bahislerinin incelenmesi, hep seçim ve demokrasinin varlığının açık delilleridir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; milletimizin yüzde 99'unun inandığı ve mensubu olmakla şeref duyduğu İslam Dini ile çoğulcu demokrasinin olmazsa olmazı demek olan laikliğin, birbirine taban tabana zıt iki unsur oldukları şeklindeki basma kalıp bir düşünce de, maalesef, bir kör dövüşüne dönüştürülmek istenmektedir. Devlet için laiklik, dinlerin yerini alacak bir dogmalar sistemi, siyasî ve ekonomik bir dayatma aracı, vatandaşlar için de kabulü zorunlu yeni bir iman olamaz, olmamalıdır da.

Kesin olan tarif şudur ki: Laiklik, dini ortadan kaldırmaz, bilakis herhangi bir dine inanan kişinin, dindarın inanış ve ibadet özgürlüğünü, devlet gücünün teminatı altında yaşatmak ilkesini getirir. Ve laiklik ilkesinin gereği olarak, devletin, yurttaşların, vicdan, din ve ibadet özgürlüğünü sağlama ve koruma sorumluluğu da vardır; çünkü, egemenliğin kaynağı beşerî iradedir; bu iradenin sonucu da kanun önünde eşitliktir. Kanun önünde eşitlik, herşeyden önce din ve vicdan hürriyetini zorunlu kılar.

Daha açık ve net olarak ifade etmek istiyorum. Kur'an-ı Kerim'in getirdiği esasları, belki genel olarak beş bölümde mütalaa etmek mümkündür: Bunlardan birincisi, Allah'ın birliğine, ahrete, gaybe, kitaplara, meleklere, daha önceki peygamberlere, Hazreti Muhammet'in son peygamber olduğuna ve kadere inanmak anlamına gelen itikattır. İkincisi ise, namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, zekât vermek şeklinde sıralanan ve ibadet olarak tariflenen kısımdır. Üçüncüsü, ahlaktır. Dördüncüsü, dünya hayatını tanzim eden kaideler anlamına gelen muamelattır. Beşincisi ise, cezayı tanzim eden kaideler anlamına gelen, ukubâttır.

Osmanlı İmparatorluğu da dahil, bu beş bölümde saydığım esasların beşine de, devlet olarak tümüyle uyulabildiği zamanlar olmuştur, uyulamadığı zamanlar olmuştur. Zaten, birinci, ikinci, üçüncü bölümler; yani, itikat, ibadet ve ahlak kısımları, devletin karışabileceği hususlar değildir. Devlet, bunlardan sadece dördüncü ve beşinciye karışıyor. Bu bölümlerin bir kısmını kanunla tanzim ediyor, bir kısmına da hiç dokunmuyor. Kanunla tanzim edilmeyen birtakım hususlar var ki, onlarda da İslamî inanışlar, Kur'an'ın getirdiği hususlar geçerlidir.

Burada, karma bir durum hâsıl olmaktadır. Bu sistemden, yüzde 99'u Müslüman olan bu halk memnundur. O halde, daha ileri gidip, ibadet ve itikada karışma gibi davranışların içine girmek yanlıştır. Bu türden zorlamaları, arada bir, Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle de olsa, sakın yapmayın; eğer yaparsanız, laikliği de zedelersiniz. Düşüncenizi zorla kabul ettirirseniz, zorunlu bir uyumu, düşüncemiz kabul gördü diye nitelerseniz, yanılırsınız. Tıpkı Voltaire'in dediği gibi; sessizlikte, suskunlukta görülen uyum aldatıcıdır; çünkü, bu, kürek çeken forsaların sessizliğidir; ilk fırsatta, bir başkaldırma yaşanacaktır.

Devletin zorlama ve yasakları, insan kafasındaki düşünceleri yok etmez; tersine, güçlendirir. Tarihi inceleyiniz; Rousseau, sürgün edilince tehlikeli oldu. Sokrates, ikibindörtyüz yıldan beri güçlü kalmıştır; çünkü, sanık Sokrates kendisini savundukça, Atina hep lanetlenmiştir. Bruno'ya, Luther'e, Galilei'ye, Hallacı Mansur'a ağlamayı kim durdurabildi? Düşünce ele avuca sığmaz ki, öldürülsün, yok edilsin. Yunus'un dediği gibi, ölürse tenler ölür, canlar ölesi değil.

Ülkemizdeki siyasal sistemin totaliter olduğunu söylemek, elbette ki haksızlık olur; hatta, buna tam bir otoritarizm de denilmez. Ne var ki, son birkaç aydır yapılan dayatmalar, bu sistemi, Batılı anlamda bir demokrasi olmaktan uzaklaştırmıştır. Camideki vaaz sistemine kadar dayatma, toplumu bazı düşüncelere sevk etmiştir. Yüzde 99'u Müslüman olan bu ülkenin insanları, her sabah kalktıklarında; acaba, ülkemizde devlet hukukun üstünde midir; acaba, insan hakları güvencesi son derece zayıf mıdır; acaba, temel siyasî kararlar halkın temsilcileri tarafından alınmıyor mu; acaba, yurttaş iradesinin devleti biçimlendirmesi gerekirken, devlet iradesi mi yurttaşları biçimlendiriyor diye düşünmektedirler. Bu sorular vatandaşın kafasını kurcaladığı sürece, biz, hep, aksak veya nominal bir demokrasiyle yetinmek zorunda kalacağız.

Eğer, bu düşünceleri vatandaşın kafasından silemezseniz, yurttaşların mutlaka sizin gibi düşünmesini dayatırsanız, Voltaire'nin şu dediğini yaşama koyarsınız: "Çoğunluğu yanlış düşünür, bir bölümü hiç düşünmez, geri kalanı düşünenlere söver."

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu arada Diyanet İşleri Başkanlığına da bir iki hatırlatmada bulunmak istiyorum: İslam, ne bir hanedana ne bir imama ne de birtakım kuvvetlere emanet edilmiştir; İslam, insana emanet edilmiştir; sokaktaki insana, bakkallara, çiftçilere, işçilere, memurlara, ümmîlere, okumuşlara velhasıl her sınıf insana... Bazılarının yanılgıya düştüğü gibi, kendisini aydın diye tarif eden insanların toplumun fevkinde olmalarının bir meşru gerekçesi olmadığı gibi, tercihlerinin de diğer insanlardan daha değerli ve isabetli olmasının bir temeli yoktur.

Diyanet İşleri Başkanlığı çok ulvî bir makamdır; kendini toplumun fevkinde gören bazı kesim veya otoritelerin tercihlerine göre hareket etmemelidir; bu hususa çok dikkat etmeleri gerekirken, üzülerek ifade ediyorum ki, onlar da dünyevî makam ve mevkiler için taviz veriyorlar ve ne gerekiyorsa yapıyorlar.

Merkezî vaaz ve ezan sistemiyle yapmaya çalıştığınızı anlamak mümkün değil; talimat da alıyorsanız, halkımızın dinî değer yargılarıyla oynamaya hakkınız yok. (DYP sıralarından "Bravo" sesleri)

Bakınız, cihadın bana göre en güzel tarifi, Allah’ın rızasına uygun hareket etme çabasıdır ve cihadın en faziletlisi, zalim sultanın yanında hakkı söylemektir. Muinüddin Çeştî'den Emir Abdülkadir'e, İmam Rabbanî'den Ahmed Yesevî'ye, Cüneyd-i Bağdadî'den Bahaüddin Nakşibend'e kadar gelen bütün büyük şahsiyetler hep bu faziletle makamlarında oturdular, hep hak ve hakikati korkmadan söylediler. Korkaklık hiçbir şeyin çözümü değildir. Korkarsanız, demokrasinin mezar kazıcıları karşısında zaafa uğrarsınız.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; insanoğlunun tarih boyunca çektiği ıstırapların daima iki sebebi olmuştur: Birincisi, siyaseti dinsizliğe alet edenlerin inkârcı egoizmi; ikincisi ise, dini siyasete alet edenlerin dinci egoizmidir. Dini siyasete alet etmek ne kadar tehlikeliyse, siyaseti dine alet etmek de o kadar tehlikelidir. İkisi de dine ve dindara zarar verir. Din, Allah'ın dinidir; ona kimsenin gücü yetmez; ama, din ehline büyük zarar gelebilir. İşte, Diyanet İşleri Başkanlığı, işaret ettiğim bu hususu da dikkatle izlemeli, din ve dindarlar zarar görmeden gerekli önlemleri almalıdır.

Din görevlilerine de buradan seslenmek istiyorum. Nasıl ki, dün, camide imamet görevi yapan kişilere düşen, insanlara, dinin, herkese seslenen, şartlara ve zamana göre değişmeyen ulvî mesajlarını intikal ettirmek idiyse, bugün de öyle olmalıdır. Günübirlik siyasetin durumuna göre değişen mesajlar Müslümanları üzer. Zamanının bediî bir büyük mütefekkir "Din, umumun mukaddes malıdır; tahsis ve tahdit kabul etmez" derken, cami kürsüsünde ve mimberinde takınılması gereken tavrın gereğini ifade etmektedir.

Sizler, din görevlisi olarak sadece Türkiye'ye değil, bütün insanlığa lazımsınız. Dünyada komünizmin çökmesinden sonra, başka ülkelerdeki kardeşlerimize de hizmet götürmek durumundasınız. Görevinizin gerektirdiği bilgiyi mutlaka temin edin ve görevinizi yaparken, inancın yerine hiçbir şeyi koymayın; halkı aydınlatma ve yönlendirmede indî yorumlardan mutlaka kaçının.

BAŞKAN – Sayın Güner, süreniz doldu.

SABRİ GÜNER (Devamla) – 1 dakika rica edeyim; hemen bağlayacağım.

BAŞKAN – Peki.

SABRİ GÜNER (Devamla) – Tebliğ ve irşadı hafife almayın; sağlam bir kaynağa dayanmayan rivayetlerle Müslümanların kafasını karıştırmayın. "Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız; müjdeleyiniz, ürkütmeyiniz" hadisi şerifine mutlak surette ve mutlak surette uyunuz.

"Hak müminin kalbindedir" dediği için, Halep Camiinin avlusunda derisi yüzülen Seyyid Nesimî Hazretleri bakınız ne diyor:

"Ey Nesimî, can Nesimî; bil ki, hak, aynındadır.

Cümle mahlukun vebali, ulema boynundadır."

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bir değerli bilim adamının da tariflediği gibi, insan aklının alabildiği en hayırlı kurum olan vakıflar ile Diyanet İşleri bütçesinin hayırlı hizmetlere vesile olmasını; yaklaşmakta olan mübarek ramazan ayının, bütün İslam âlemine hayırlı olmasını ve yaklaşmakta olan yeni yılda, ülkemin bütün insanlarını mutlu kılacak özlemlerinin gönüllerince olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Güner.

Doğru Yol Partisi Grubu adına ikinci konuşmayı yapmak üzere, Elazığ Milletvekili Sayın Cihan Paçacı; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA MUSTAFA CİHAN PAÇACI (Elazığ) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığının 1998 yılı bütçesi üzerinde Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini aktarmak üzere huzurlarınızda bulunuyorum. Yüce Heyetinizi ve televizyonları başında bizleri izleyen aziz milletimizi, saygıyla selamlıyorum.

Globalleşen dünyamızda, ülkelerarası ilişkiler giderek gelişmekte, insan ve eşya dolaşımı, diğer bir deyimle, turizm ve uluslararası ticaret, yoğun bir şekilde artmaktadır. Ekonomik bloklar arasındaki rekabet, korumacılık yerine, karşılıklı, kaliteli ve ucuz mal üretimi şeklinde ortaya çıkmaktadır. Dünya ticaretinin çok yönlülük kazandığı ve kıyasıya rekabetin yaşandığı, mesafelerin kısaldığı, gelişen ve çeşitlilik arz eden turizm hareketlerinin yoğunlaştığı günümüzde, gümrük idarelerinin iş hacmi ve önemi, bir kat daha artmaktadır.

Gümrük kapıları, ülkemizin dış dünyaya açılan pencereleridir. Bu kapılarda görev yapan personel, ülkemizin tanıtılmasında, bilgisi, görgüsü, temsil kabiliyeti ve verdiği hizmetle çok önemli görevler ifa etmektedir. Zira, bir ülkeye ilk defa giren bir insanın, o ülke hakkında edindiği ilk intiba çok önemlidir. Ülkemize gelen kişilerin ilk, ülkemizden çıkan kişilerin son karşılaştığı görevliler, gümrük görevlileridir. Bu yönüyle, ülkemizin tanıtımı açısından, Gümrük Müsteşarlığına önemli görevler düşmektedir.

Değerli milletvekilleri, bir devletin hükümranlık olgusunun en önemli göstergesi olan gümrük idarelerinin içinde bulunduğu durum, o ülke hakkında genel bir kanaat sahibi olmamıza imkân sağlar. Bu husus dikkate alındığında, ülkemiz gümrüklerinin içinde bulunduğu durum, pek de iç açıcı değildir.

Bu cümleden olarak, Gümrük Müsteşarlığının teşkilat kanunu henüz çıkarılamamıştır. Modern dünyaya entegre olmaya aday ülkemiz, Gümrük Kanununda, günün şartlarına uygun, gerekli güncelleştirme yapamamıştır.

Bu yasal altyapı yetersizlikleri yanında, teşkilatın, fizikî altyapı eksiklikleri de giderilememiştir; gerek merkez ve gerekse taşra birimlerinin, bina, araç gereç ve modern teçhizat donanımları yetersizdir. Gümrük Müsteşarlığı, merkezî bilgisayar teknolojisinden uzak ve halen otomasyona geçememiştir. Modernizasyon çalışmaları, yeterli etkinlik ve süratte yürütülememektedir. Gümrük kapıları, çağdaş teknolojik araçlarla donatılmadığı gibi, etkin bir şekilde de denetlenememektedir.

Yapılan ticaretin, dünyanın çok kritik ve stratejik bir bölgesinde yer alan ülkemiz üzerinde yoğunlaşması; buna mukabil, gümrüklerimizde yeterli ve etkin kontrolün yapılmasını sağlayacak altyapı, modern teçhizat ve sistemler kullanılmaması, yasadışı eşya geçişlerinde önemli artışlar meydana gelmesi sonucunu doğurmaktadır.

Gümrüklerimizden geçen her araç, kişi ya da eşyanın tamamının aranması ve kontrolü, şüphesiz, mümkün değildir; ancak, risk analizi yapılarak ve sondaj usulüyle isabetli kontroller yapılarak bu yasadışı geçişlerin asgariye indirilmesi mümkündür. Özellikle uyuşturucu madde ve silah kaçakçılığının önlenmesi bakımından, önemli TIR geçiş kapı ve limanlarımızda, X-ray cihazlarıyla donatılmış sistemlerin bir an önce kurulması gerekmektedir.

Modern teknolojinin her türlü araç gerecinin öncelikle gümrüklerimizde kullanılması, modern, süratli ve sağlıklı gümrük hizmeti vermenin temel şartıdır.

Gümrüklerimizde rüşvetle mücadelenin, her dönemde, gündemin ilk sıralarında yer almasının nedenleri araştırılmalı ve mutlaka önlenmelidir. Bir uzmanlık ve ihtisas işi olan gümrük idarelerine, yatay geçişlerle, politik ve kalifiye olmayan personel atamalarıyla büyük kötülük yapılmaktadır.

Ülkemiz genelinde iş yoğunluğu ve gerçek ihtiyaç kıstası yerine, politik mülahazalarla gümrük idareleri açılması ve açılan bu idarelere, yine, politik mülahazalarla personel tayini yapılması, gümrük idarelerinin ciddiyet ve önemiyle bağdaşmamaktadır.

Değerli milletvekilleri, gümrük birliğine girmemizle birlikte, eğitimli uzman personelin gümrük kapılarında olması gerekirken, maalesef, çalışan personelin büyük bir kısmı ortaöğrenim seviyesindedir. Müsteşarlığın, kaliteli personelleşmeye yönelik projeler üretmesi gerekmektedir.

Gümrüklerimizde her türlü kaçakçılığın önlenmesi için, iyi yetiştirilmiş, bilgili, dürüst personele ihtiyaç vardır. Dışticaret ve gümrük uygulamalarına ilişkin uzman yetiştirmedeki eksikliğin giderilmesi amacıyla, okullarımızda da, eğitim programlarına, bu konularla ilgili dersler konulabilmelidir.

Bunun yanı sıra, diğer silahlı zabıta teşkilatlarına verilen yıpranma ve silah tazminatı, mutlaka, Gümrük Muhafaza Teşkilatı personeline de verilmelidir. Kaçakçılığın men ve takibi açısından da, personeli teşvik edici ikramiye sisteminin hayata geçirilmesi şarttır.

Ayrıca, Gümrükler Personel Atama Yönetmeliğinin, günümüz şartlarına uygun olarak, yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir.

Ülkemizin 1996 yılı başında gümrük birliğine girmiş olması nedeniyle, dünya standartlarında, dürüst, vasıflı personelin yetiştirilmesi, Müsteşarlığın yapması gereken en önemli işlerden biridir. Bu konuda gerekli duyarlığın gösterileceği inancındayım.

Ayrıca, merkez teşkilatı personeli ile taşra teşkilatı personeli arasında ücret dengesizliği yaşanmaktadır. Merkez teşkilatına zaman zaman yapılan ücret takviyesi, fazla mesai yapmayan taşra teşkilatı personeline de yansıtılmalı ve personel ücretleri arasındaki dengesizliğin giderilmesi sağlanmalıdır.

Gümrük ve gümrük muhafaza idaresi, ülkemiz ekonomisini ve devletin güvenliğini doğrudan ilgilendiren konularda en önemli göreve sahip olması nedeniyle, bir an önce, gerekli olan teknik araç ve gereçlerle donatılmalıdır. Taşra teşkilatının yetki ve sorumlulukları artırılarak, hızlı karar alabilmeleri ve bu pratiğe kavuşturulabilmeleri gerekmektedir.

Gümrük birliğinin tesis edilmiş olmasının ve uluslararası ilişkilerin yoğunlaşması kapsamında gümrük kapılarında değişiklik yapacak tasarı, mutlaka yasalaşmalıdır. Ayrıca, uygulamaya dönük yönetmelik ve genelgeler, anlaşılabilir, sade, net ve yoruma meydan vermeyecek bir şekilde olmalıdır.

Gümrük birliğine girilmesiyle, Avrupa ülkeleriyle olan ilişkilerimiz oldukça yoğunlaşmıştır. Bu ilişkilerin sağlıklı ve başarılı bir şekilde yürütülmesi ve yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın gümrüklerle ilgili sorunlarının zamanında çözümlenebilmesi için, Müsteşarlığın yurtdışı teşkilatları kurulmalıdır.

Gümrük hizmetlerinin hızlanması için, gümrük işlemlerinin mutlaka basitleştirilmesi gerekmektedir. Değişen ekonomik şartlar ve teknolojiye bağlı olarak gümrük mevzuatı ve uygulamasında yeni düzenlemeler yapılması gerektiği, kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

Gümrük birliğine geçmemiz münasebetiyle, mutlaka, ihtisas gümrüklerini çoğaltmalıyız. Ayrıca, ihtisas gümrükleri ile normal gümrüklerde görülecek işlemler açıkca belirlenmelidir. İhracat ve ithalatçılarımızın önündeki engelleri kaldırmak için, giriş ve çıkış gümrükleri arasındaki kopukluklar da mutlaka giderilmelidir.

Başbakanlık Gümrük Müsteşarlığı 1998 malî yılı bütçesinin memleketimize, milletimize hayırlı olmasını diliyorum.

Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; konuşmamın bu bölümünde de Devlet İstatistik Enstitüsünün 1998 bütçesi üzerindeki Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini arz etmeye çalışacağım.

Devlet İstatistik Enstitüsü, gerek yönetimi gerek bilimsel kurumlar, ayrıca, özel sektörce ihtiyaç duyulan verileri uluslararası düzeyde derlemek ve değerlendirmek gibi, ülkemizin bugünü ve geleceği bakımından hayatî önemdeki bir görevi üstlenmiş bir kuruluştur. 219 sayılı Kanun Hükmündeki Kararnamenin 2 nci maddesi ve 357 ile 403 sayılı Kanun Hükmündeki Kararnameyle kendisine verilen görevlerin yanı sıra, ülkenin iktisadî, sosyal, kültürel faaliyetleriyle ilgili her türlü istatistikleri derlemek, değerlendirmek ve yayımlamak; genel nüfus sayımı, genel tarım sayımı, genel sanayi ve işyeri sayımı yapmak -ayrıca, ihtiyaç görülen diğer konulardaki genel sayımlar- anket ve araştırma projelerini planlamak, uygulamak, süresinde sonuçlandırarak istatistikî bilgileri kullanıcı amaçlarına uygun biçimde, bilimsel ve uluslararası standartlarda yayımlamak; kamuoyu araştırmaları yapmak, diğer kuruluşların bu konudaki çalışmalarına yardım etmek gibi önemli görevleri yürüten Devlet İstatistik Enstitüsü, bu görevlerini, 1 729 kadrolu personelle yürütmektedir. Bunlardan, merkezde 802 kişi, taşrada ise 201 kişi yüksekokul mezunudur. Devlet İstatistik Enstitüsünün görevinin önemi düşünüldüğünde, bu sayının yetersiz kaldığı ve kadro imkânları açısından özel olarak ele alınması ve personel kalitesinin yükseltilmesi gerektiği açıktır.

Yaşadığımız çağın gereği olarak, hızlı ve güvenilir bilgi, globalleşme süreci içerisinde gerek milletlerarası rekabet gerekse pazar ekonomisi ve sosyokültürel alanlardaki istatistikî bilgilerin güncel olarak üretilmesi, yorumlanması, geleceği aydınlatması bakımından son derece önemlidir.

Fiyat analizleri, nüfus hareketlerinin takibi, hane halkının gelir tespitlerinin yapılarak ülkemiz yapısının belgelenmesi, en önemli işlerden biridir. İletişim, teknoloji ve bilgi transferinin çok hızla geliştiği dünyamızda, doğru bilgilenme ve bilimsel gelişmişlik, tüm dünya ülkelerinin ve ülkemizin temel hedefleridir. Teknolojiden, bilgiden ve iletişimden en iyi şekilde faydalanmak, iyi eğitilmiş insangücüyle mümkündür. Gelişmiş ülkelerdeki istatistik kuruluşlarının en son teknolojik gelişmelerle, yerel ve ulusal bilgi ağlarıyla donanmış olduğu da bilinen bir gerçektir. Bu kuruluşlar, demokrasinin gereği gibi, esnek ve aynı zamanda güçlü bir altyapıyla birlikte, çoğulcu sistemin gereği olarak da, yarı otonom bir yapıya sahiptirler. Bugün, dünya ülkelerinin gelişmişliklerinde, o ülkenin istatistikî verilerinin doğruluğu, güvenilirliği ve tarafsızlığı, bir gösterge olarak alınmaktadır. Bu çerçevede, Devlet İstatistik Enstitüsü, tam bağımsız, tarafsız ve güvenilir olarak çalışabilecek özerk bir yapıya sahip olmalıdır. Bunun için, siyasî iradenin asla müdahaleci olmaması gerekir.

Değerli milletvekilleri, Devlet İstatistik Enstitüsünün yaptığı çalışma ve araştırmalarda anket çalışmaları önemli bir yer tutmaktadır. Ne yazık ki, Enstitüde, özellikle profesyonel anketör olarak yetiştirilmiş personel çok azdır; ayrıca, bünyesinde bu konuda açılmış bir birim de yoktur. Bu eksikliklerin kısa sürede giderilmesi için gerekli çalışmaların yapılması şarttır.

Devlet İstatistik Enstitüsü, kendi bünyesinde, tam anlamıyla otomasyona bir an önce geçmelidir. Dünyada, teknolojik gelişmeler baş döndürücü bir hızla artmaktadır. Bu gelişen teknolojik donanımların eş anlı olarak kurumun istifadesine sunulmasından kaçınılmamalıdır. Merkezin, bölge müdürlüklerinin ve il müdürlüklerinin hızlı, sağlıklı ve doğru bilgi akışını sağlayacak donanıma sahip olmaları da, bir an önce sağlanmalıdır. Özellikle, taşra teşkilatları aktif hale getirilerek, kendi illeriyle ilgili bilgileri ayrıntılı bir şekilde çıkarıp, bunları ilgililere sunmalıdır. Yapmış oldukları araştırma ve çalışmaların sonuçları, güncelliğini yitirmeden açıklanmalıdır.

Kalkınmamız da, plan hedeflerini tespit açısından, güncel, güvenilir bilginin önemi büyüktür. Bu açılardan değerlendirildiğinde, Devlet İstatistik Enstitüsünün Türkiye'deki bilgi sistemi içerisindeki konumu ve yaptığı görev, her zamankinden daha fazla önem kazanmaktadır. Enstitünün, dünyadaki diğer benzer kuruluşlar gibi, kendisini sürekli yenileme ve geliştirme durumu söz konusudur. Ülkemize ait verileri toplayıp, onu, istatistik, analiz ve yorumlarla bilgi düzeyine getirip, kamu ve özel kurum ve kuruluşlardaki karar alıcıların, kullanıcıların hizmetine sunan Devlet İstatistik Enstitüsünün, bunu, en iyi şekilde yerine getirecek bir nitelik ve kimliğe kavuşturulması gerekmektedir.

Devlet İstatistik Enstitüsünün, ülkemizin bilgi sistemi içerisindeki konumu ve yaptığı görevin önemi, bugün, her zamankinden daha fazladır. Bilginin etkin olarak derlenmesi, işlenmesi, yayımlanması, saklanması ve iletişimi, ülkemizin ekonomisi ile teknolojik gelişmesi için çok önemlidir. Bu nedenle, enstitü, çağdaş istatistik sistemini oluşturma yönündeki çalışmalara devam ederken, malzeme kalitesini, ürün kalitesini ve bilgi çeşidini artırma yönündeki çalışmalarını da hızla sürdürmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilindiği üzere, 1 Ağustos 1997 tarihinde 23067 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Genel Nüfus Tespitinin Yapılması ve Seçmen Kütüklerinin Güncelleştirilmesi Hakkındaki 4300 sayılı Kanun gereği, Devlet İstatistik Enstitüsü, 30 Kasım 1997 Pazar günü, genel nüfus tespiti yapmıştır. Bu sayımda, özellikle, kadınlarımızın mesleğinin sorulmaması ve birkısım vatandaşlarımızın yazılmaması da, yapılan bu sayıma gölge düşürmüştür; ancak, Devlet İstatistik Enstitüsü, bu eksikliklerini kısa sürede giderecektir kanısındayım.

Devlet İstatistik Enstitüsü çalışanlarının tüm iyiniyetine karşın, ulusal ve yerel anlamda yeterli altyapı ve donanıma, maalesef, sahip değildir. 1998 malî yılı bütçesinde ayrılan parayla, Enstitünün, gelişmiş ülkeler düzeyine çıkması da mümkün değildir. Kurumun, gelişmiş ülkeler seviyesindeki kurumlar düzeyine çıkarılabilmesi için, Hükümetin, bir an önce, acil tedbir alması gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, bilgili, çalışkan, mutlu ve huzurlu bir toplum, sosyal ve ekonomik refahın tüm kurum ve bireyleriyle paylaşıldığı bir ülke, hepimizin idealidir. Bu ideali yakalamak, ancak, çalışkan, dinamik, üretken, bilgilenen ve her konuda bilgi altyapısını gerçekleştirmiş, bütün kurum ve kuruluşları bilgi ağıyla donanmış bir yapılanmayla mümkündür. Bu çerçevede, güçlü bir bilgi ağına ve donanımına sahip Devlet İstatistik Enstitüsü, demokratik bir ülkenin kalkınması açısından en önemli temel kurumdur. Ekonomi, bilim, kültür ve tüm alanlarda bölgesinde güç olmayı hedefleyen ülkemizin, bu hedefine ulaşabilmesi için, bilimsel çalışmalara ağırlık vermesi ve kaynak ayırması zorunluluğu vardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Paçacı, size de eksüre veriyorum; öteki arkadaşlara da verdim.

Buyurun efendim.

MUSTAFA CİHAN PAÇACI (Devamla) – Teşekkür ederim.

Bilimsel gelişmeler, ihmali ve gecikmeyi kabul etmez. Güvenilirlik, hızlı çalışma, açıklık ve kamuoyuna sürekli bilgi aktarma konusunda gerekli titizliği gösterdiğine inandığım Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı, 21 inci Yüzyıla damgasını vuracak şekilde kendisini yenileyerek hazırlanmalıdır. Biz, Doğru Yol Partisi olarak, bu konuda üzerimize düşen her türlü görevi yerine getirmeye hazırız.

Bu duygu ve düşünce içerisinde, Devlet İstatistik Enstitüsünün 1998 malî yılı bütçesinin, kuruma, çalışanlarına ve devletimize hayırlı olması temennisiyle hepinize saygılar sunarım. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Paçacı.

Söz sırası, Demokratik Sol Parti Grubu adına, Kastamonu Milletvekili Sayın Hadi Dilekçi'de efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

Sayın Dilekçi, siz de 10 dakika mı konuşacaksınız?

M.HADİ DİLEKÇİ (Kastamonu) – Evet, efendim.

BAŞKAN – Peki, buyurun efendim.

DSP GRUBU ADINA M.HADİ DİLEKÇİ (Kastamonu) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Demokratik Sol Parti Grubu adına Vakıflar Genel Müdürlüğünün 1998 yılı bütçe görüşmeleri nedeniyle söz almış bulunmaktayım. Demokratik Sol Parti Grubu ve şahsım adına, Yüce Heyeti saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; vakıflar, şahısların, hiçbir tesir altında kalmadan, kendi istekleriyle, kendilerine ait malları şahsî mülkiyetlerinden çıkarıp, hayır ve hasenata ebedî olarak tahsis etmesinden doğmuş bir kuruluştur. Dinî inanç ve düşüncelerin güçlü olduğu müesseler olarak, asırlar boyunca toplumun maddî ve manevî ihtiyaçlarının karşılanmasında en büyük görevi üstlenen vakıfların ilk olarak ne zaman ortaya çıktığı hususunda, bilim adamlarınca çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. Birkısım araştırmacı, vakfın İslamiyetten önce var olduğu fikrini savunarak, eski Türklere, Roma ve Bizans İmparatorluğunun ilk devirlerine kadar dayandırmaktadır.

İslam hukukçularının ortaya koydukları nazarî sistemlere göre ise, vakıf, doğrudan doğruya İslamdan kaynaklanmaktadır. Peygamberimiz Hazreti Muhammet'in Fedek bahçesini, Hazreti Ömer ve Hazreti Osman'ın kıymetli arazilerinden büyük bir kısmını, insanların yararına tahsis etmeleri, vakıf hadisesini İslamî bir çehreye büründürmüştür. Emeviler ve Abbasiler döneminde hızla gelişen vakıflar, Abbasiler döneminde hukukî esasları da belirlenerek, bütün İslam âlemine yayılmıştır. Selçuklu İmparatorluğunun kuruluşuyla birlikte, vakıflar daha fazla önem kazanmış; aynı zamanda, Müslümanlığın yayılmasına önemli katkıda bulunan Türkler, İslamın beraberinde getirdiği hayrî, dinî, sosyal niteliklere sahip bir müessese olan vakıfların da en büyük sunucusu ve uygulayıcısı olmuşlardır.

Vakıflar, en mükemmel ve en görkemli dönemini ise, Osmanlı döneminde yaşamıştır. Osmanlı İmparatorluğunun sınırları içinde kalan her yerde, aradan yüzyıllar geçmesine rağmen, adım başına bir vakıf eserine rastlamamız, bu dönemdeki vakıf inkişafının en güzel ve en açık delilidir.

Büyük Selçuklu ve Osmanlı devlet düzeninde, devletin aslî fonksiyonlarının dışında, sosyal ve kültürel hizmetleriyle hayır işleri ve eğitim tesisleri, han, kervansaray, köprü, çeşme ve sair altyapı niteliğindeki hizmetlerin vakıflar aracılığıyla yürütülmekte olduğu bilinmektedir. Çünkü, bu hizmetlerin mahallî ve müşterek amacı kapsaması nedeniyle, mahallî gücü olan hayırsever insanların kurduğu ve geliştirdiği vakıflar sayesinde, daha etkili, verimli, dengeli ve devamlı bir hizmet sunulduğu kabul edilmektedir. Nitekim, Anadolu'da ilk defa 1048 yılında kurulduğu kabul edilen vakıflar sayesinde, çok önemli tarihî eserlerin yapıldığı, korunduğu, geliştirildiği, mevcut bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır. Türklerin 11 inci Yüzyılda kurduğu ve geliştirdiği bu örnek kurumlar, Batı dünyasındaki gelişmiş ülkelerin 20 nci Yüzyılda keşfettiği üçüncü sektör niteliğindeki kurumlar olarak ortaya çıkmıştır. 21 inci Yüzyılda, ülkelerin, mahallî müşterek ihtiyaçlarının karşılanması ve sorunların çözümlenmesinde karşılıksız yardım ve gönüllülük esasına dayanan yeni sistem anlayışında, vakıf kurumunun temel alınacağı anlaşılmaktadır.

227 sayılı Kanun Hükmündeki Kararnameye göre Vakıflar Genel Müdürlüğü, Başbakanlığa bağlı, hükmî şahsiyete haiz, katma bütçeli, 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu ile 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanunu ve Sayıştay denetimine tabi bir kurum olup, 2762 sayılı Vakıflar Kanunu ve Vakıflar Tüzüğü hükümleri gereğince;

1- Sosyal, kültürel ve sağlık hizmetlerinde bulunmak,

2- Emlak hizmetlerini yürütmek,

3- Eski eserlerin bakım, onarım ve restorasyon işlemlerini yapmak,

4- Ekonomik ve ticarî faaliyetlerde bulunmak,

5- Faydalı yatırımlar yapmak,

Vakıflar Genel Müdürlüğünün faaliyetleri arasındadır.

Genel Müdürlük, bu faaliyetleri yaparken, merkez ve taşra teşkilatında, 2 804'ü kadrolu, 56'sı sözleşmeli, 296'sı işçi olmak üzere, toplam 3 156 personelle hizmet vermektedir. Vakıflarda hizmet veren personelin, konusunda uzman kişilerden oluşturulması gerekirken, siyasî iradenin baskısıyla, maalesef, uzman kadroyu Vakıflar bünyesinde bulmak mümkün olmamaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geçmişten günümüze intikal etmiş olan vakıf malları, 55 nci Hükümet öncesinde, gerek siyasî irade ve gerekse vatandaşlar tarafından yağma edilmiştir. İstanbul'un en güzide semtlerindeki vakıf arazileri gecekondu adı altında işgal edilmiş, işgal edilen bu değerli arsalar üzerine büyük iş hanları dikilmiştir. İşgal altındaki arsalardan büyük rant elde eden kesimler mevcuttur.

Yine, 55 inci Hükümetin Sayın Bakanı işbaşına geldiğinde, Vakıf ve Vakıfbank'a ait resmî araçların kaybolduğu, araçların -ki, isim de vermeyeceğim; ama, parti ismi olarak burada açıklama yapacağım- Doğru Yol Partisi ve Doğru Yol Partisine mensup milletvekillerince, parti ve özel işlerinde kullanıldığı tespit ediliyor.

Yine "Vakıf ve Vakıfbank'a ait cep telefonları, siyasî iradenin hizmetine sunulmuştur" deniliyor. Devletin malı deniz, yemeyen domuz misali, telefonlar zorunlu yerine alınıyor.

Benim merak ettiğim birkaç konu var. Devlete ait araç şahsî işlerde kullanılmış; ama, bu şahsî işlerde kullanılan aracın benzin masrafı nereden karşılanmıştır; bunu öğrenmek istiyorum. Şoförün harcırahı ve maaşı nereden verilmiştir; bunu öğrenmek istiyorum. Telefonun kaybolduğu, kullanıldığı pek o kadar önemli değil; ama, telefonun konuşma ücretlerinin nereden karşılandığı benim merak konumdur, vatandaşın merak konusudur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; vakıf mallarının bakım, onarım ve denetimini devlet yapamaz duruma gelmiştir. Vakıflar, derhal, siyasî iradenin idaresinden alınmalı, genel müdürün yanı sıra bir mütevelli heyet tarafından yönetilmelidir. Bu heyet, Cumhurbaşkanlığı, yüksek yargı organları, Turizm ve Dışişleri Bakanlıklar ile üniversitelerden önerilecek birer üyeden oluşturularak, tüm üyelerin Sayıştay denetimine tabiî tutulması gerekmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; vakıf mallarının bakımını, onarımını ve denetimini, artık, devlet yapamaz duruma gelmiştir. Bu bakımdan, harabe haline dönmüş vakıf mallarının, devletin yap-işlet-devret modelinde olduğu gibi, kirala, tamir et, işlet ve devret şekliyle vatandaş emrine verilmesi, kiralayan vatandaş tarafından bir proje dahilinde tamir ve bakımı yaptırılarak işletilmesi ve bu süre içerisinde de kirasının alınması; ayrıca, kiracıya 10 yıl işletme hakkı verilmesi ve süre bitiminde de, vakıfların, yeniden bu şahısla sözleşmeye oturması gerektiğine inanıyorum.

Yine, ormaniçi ve kırsal kesimdeki vatandaşlarımızın arazileri üzerinde bulunan vakıf arazi hisseleri, köylümüzü büyük sıkıntılara sokmaktadır. Bu tür araziler, kırsal kesime ve ormaniçi köylümüze, hibe yoluyla mutlaka devredilmeli.

Son zamanlarda kurulan üniversite vakıflarıyla ilgili büyük inceleme yapılması gerektiğine inanıyorum; çünkü, bu üniversite vakıflarının çok iyi niyetle kurulduğuna; ama, son zamanlarda, batmış şirketlerin de bu işlere teşebbüs ettiğine inanıyorum. O bakımdan, Bolu'daki İzzet Baysal Üniversitesi gibi, hakikî hayır sahiplerinin takdirle karşılanması; ama, bu işi ticarete döken insanların da engellenmesi gerektiğine inanıyorum.

Yine, üniversite ve okullar açısından ifade etmek istiyorum, eğer hayır için kurulan bir vakıf bir okul yapıyor ise, bunu kâr amacıyla kurmayıp, işletmesini ya üniversiteye ya da Millî Eğitim Bakanlığına devretmesi gerektiğine inanıyorum.

BAŞKAN – Sayın Dilekçi, süreniz bitti efendim.

M. HADİ DİLEKÇİ (Devamla) – Hemen bağlıyorum Sayın Başkan.

Yine, bilhassa belediyelerde türeyen vakıflar var; bu belediye vakıflarının mutlaka denetim altına alınması gerektiğine inanıyorum.

Sözlerime son verirken, 1998 malî yılı Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesinin ülkemize hayırlı olmasını temenni ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Dilekçi.

Sayın Dilekçi, yalnız, konuşmanızda, vakıflara ait arabaların ve telefonların Doğru Yol Partili milletvekilleri tarafından kullanıldığını söylediniz; ben de Doğru Yol Partisi milletvekiliyim; böyle bir araba da kullanmadık, böyle bir telefon da kullanmadık. Onu söyleyeyim de...

M. HADİ DİLEKÇİ (Kastamonu) – Siz kullanmamış olabilirsiniz; kullanan arkadaşlarımız var. Benim partim de kullanmışsa, benim partimi de burada açıkladım.

BAŞKAN– Hayır... Hayır... Tabiî... Bir de işin mantığı; Refahyol zamanında, Vakıflar, Refah Partisine bağlı bir bakanlıktaydı.

M. HADİ DİLEKÇİ (Kastamonu) – Tahmin ediyorum, Bakanım açıklayacaktır.

BAŞKAN – Hayır; ama, biraz bizi de...

ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Sayın Başkan, Doğru Yol Grubunun sözcüsü müsünüz?!

BAŞKAN – Efendim, ben de Doğru Yol Partisi milletvekiliyim.

ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Siz Meclis Başkanısınız; şu andaki konumunuz, Doğru Yolla ilgili değil.

BAŞKAN – Olsun canım... Bir arkadaşımız açıklama yapsın. Niye rahatsız oldunuz?!.

ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Doğru Yol Grubunun sözcüsü var; açıklamayı o yapsın.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun efendim.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, Doğru Yol Partisinin iktidarı döneminde bakanlık yapmış olan arkadaşlarımız vardır. Bunlar, geçmişte de olduğu gibi, bu araçları kullanmış olabilirler; ama, önemli olan, bakanlıktan ayrıldıktan sonra, bu araçların mutlak süretle müesseseye iade edilmesidir. Bugün, milletvekillerimizin içerisinde, Vakıflar Bankasının araçlarını kullanan bir arkadaşımız yoktur.

BAŞKAN – Peki efendim. Açıklık gelsin diye... Teşekkür ederim.

METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Bu arabaların hepsini iade etmişler mi?..

BAŞKAN – Doğru Yol Partisi Grubu adına ikinci konuşmayı yapmak üzere, Eskişehir Milletvekili Sayın Necati Albay... (DSP sıralarından "DSP Grubu adına, Sayın Başkan" sesleri)

Pardon... Özür dilerim; kusura bakmayın. Bütün yollar doğru yola gidiyor da onun için!..

DSP Grubu adına, Sayın Necati Albay; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA NECATİ ALBAY (Eskişehir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığının 1998 yılı bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Partinin görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi, aziz milletimizi, Partim ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasıyla doğan genç Türkiye Cumhuriyeti, modern devletin gerekleri olan idarî yapılanmadan ekonomiye, hukuk yapısından eğitim ve kültüre kadar bütün çağdaş gereksinimleri karşılamak durumuyla karşı karşıya kalmıştır.

Osmanlı Devletinde, toplum nizamı ve ilişkilerini düzenleyen hukuk sisteminin dinsel kurallar üzerine kurulmuş olması, koca İmparatorluğu yıkılmaktan kurtaramamıştır. Bu tür uygulamalardan devlet zarar görmüş, dinimiz de bundan olumsuz yönde etkilenmiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; geçmişte ve günümüzde teokratik devlet anlayışıyla yönetilen toplumlar göz önüne alındığında, cumhuriyetimizin ilk yıllarından bugüne kadar geçen süreç değerlendirildiğinde, toplumumuzu teokrasinin tekelinden çıkarıp, dinimizi de asıl yeri olan vicdan ve gönüllere teslim eden insan, ile Yaradan arasındaki kutsal ve aracısız bir inanç bağı haline dönüştürerek, dini istismar vasıtası olmaktan çıkarmaya çalışan cumhuriyetimizin kurucularının ve bu kararı alan o dönem Türkiye Büyük Millet Meclisinin görüşlerinin ne kadar isabetli olduğunu görmemek mümkün değildir.

Dinler, insanlıkla beraber var olmuş, hukuk, ahlak gibi toplum kurallarıdır; insanlığı ve toplumu daha güzele, daha iyiye doğru ulaştırmaya çalışan ilahî ve kutsal kaynaklardır. İnsanlığın ve toplumumuzun son dini İslam, son peygamberi Hazreti Muhammed, son kitabı da Kur’an-ı Kerimdir. İslam Dini, kendisinden önce gelen ilahî ve kutsal mesajları tamamlayan; insanları doğruya, iyiye yönelten; bilimden, haktan yana, akılcı, uygar ve çağdaş olmaya açık bir dindir.

Müslüman toplumlar içerisinde, akıl, bilim ve aydınlanma yolunda kendisini yeniden yapılandıran, çağının gereklerine uyarak hukukta, eğitimde devleti laikleştirmek cesaret ve basiretini gösterebilmiş tek ülke Türkiye Cumhuriyetidir. Laiklik, Türkiye Cumhuriyetinin bir Anayasa ilkesidir; herkesin dilediği yöne çekebileceği bir deyim olmaktan ziyade, slogan olmaktan öte, sınırları ve içeriği belirli bir hukuk kavramıdır. Laiklik, Türkiye Cumhuriyetinin temel niteliklerindendir; aynı zamanda, Türk Milletinin çağdaşlaşmasındaki temel taşıdır. Laik devlette, din özgürlüğü ve diğer dinlere saygı vardır.

Anayasamızın 42 nci maddesinde "Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yeri açılamaz" hükmü yer almaktadır. Laik devletten, laik hukuktan, çağdaş eğitimden uzaklaşmanın nereye varacağını, nasıl bir felaket olacağını görmek durumundayız; bunu anlamak için, çevremizi kontrol etmek, çevremize bakmak yeterlidir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığı, yurdumuzun din hizmetlerini yürütmekle görevlendirilmiş anayasal bir kuruluştur. 1961 Anayasasının 154 üncü maddesiyle, Diyanet işleri Başkanlığı bir anayasal kurum olarak düzenlenmiş, genel idare içerisinde yer verilmiş ve kurumun, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirmesi öngörülmüştür.

22.6.1965 tarih ve 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunla, Diyanet İşleri Başkanlığının görevi "İslam Dininin ihtiyaçları, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek" olarak tanımlanmıştır.

1982 Anayasasının 136 ncı maddesinde "Genel idare içerisinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevlerini yerine getirir." hükmü yer almaktadır.

Kuruluşundan bugüne kadar, gerek yurt içinde gerekse yurt dışındaki vatandaş, soydaş ve dindaşlarımıza din hizmeti vermekte olan Diyanet İşleri Başkanlığı, Anayasada belirtilen ilkeler doğrultusunda, üzerine düşen görevlerini yerine getirebilmek ve daha iyi hizmet sunabilmek için, yoğun bir disiplin içerisinde çalışmaktadır.

Din, sadece bir inanç sisteminden ibaret olmayıp, kişinin dünyevî hayatına da yön veren, ahlakî kuralları da ihtiva eden bir sistemdir; kişi, içinde yaşadığı toplumun bir üyesi olarak, bir taraftan inancının gereklerine, diğer taraftan da içerisinde yaşadığı toplumun kurallarına uymak zorundadır. Bu itibarla, din işlerinin, dinî ihtiyaç ve prensiplere uygun bir tarzda yerine getirilmesi, dinin toplum için manevî bir disiplin olmasının sağlanması, dinin taassup ve hurafelerden korunması, din hizmetlerinin yetenekli ve ehil kişiler tarafından yerine getirilmesi amacıyla, Diyanet İşleri Başkanlığının devlet teşkilatında yer almasının ve bu hizmetler için devlet bütçesinden harcama yapılmasının önemi apaçık ortadadır.

Değerli arkadaşlarım, Diyanet İşleri Başkanlığı, genel bütçe içerisindeki diğer kamu kurum ve kuruluşlarından farklı bir yapıdadır; verdiği hizmet bakımından, toplumun tamamını doğrudan ilgilendirmektedir; Türkiye Cumhuriyetinin temel yapısını teşkil eden en önemli kamu kurumlarından birisidir. Bu kuruluşun, kendisine verilen görevleri en iyi şekilde yapması, toplumun bütün kesimlerine hitap etmesi ve görev yapan personelin partilerüstü bir konumda bulunması, hem dinimizi hem de kendisini daha güçlü kılacaktır. Bunun için de, Diyanet İşleri Başkanlığının güven ve itibarının çeşitli parti, grup ve cemaat şahıslarının menfaatlarının üstünde tutulması gerekmektedir.

İslamın hoşgörü anlayışını yurt içinde ve yurt dışında bütün insanlığa benimsetmek, Anayasamızda belirtilen ilkeler doğrultusunda milletçe dayanışmayı, bütünleşmeyi ve topyekûn kalkınmayı sağlamak için, her türlü siyasî görüş ve düşüncenin dışında kalarak, modern teknolojinin sağladığı olanaklarla, insanlığa yol gösterici ve aydınlatıcı olmak için, irşat hizmetlerine, giderek artan bir hız ve kapasitede devam edilme mecburiyeti vardır. Bu çerçevede, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da il ve ilçelerimizdeki aydınlatma programları, aralıksız, yoğun bir tempoyla sürdürülebilmelidir. TRT 4 kanalında, haftada bir gün, yalnız cumartesi günleri yayımlanan iki saatlik program, iyi bir başlangıçtır; ancak, yeterli değildir. Bu programın, haftanın her gününe yayılıp, yarımşar saatlik bir program halinde getirilmesi, özellikle Kur'an-ı Kerim ve açıklaması, dinî bilgiler ile soru ve cevaba dayalı canlı programlara yer verilmesinin uygun olacağı kanaatindeyim.

İslam Dini, insanın sadece uhrevî hayatına yönelik bilgiler vermeyip, aynı zamanda, dünya hayatına ait kuralları, bilgileri ve kaideleri de vermeyi önemli şart olarak görmektedir; böylece, insanın, iki kanadında da en iyi şekilde donatılıp, dengeli, kendine, ailesine ve topluma yararlı fert olmasını gaye edinmiştir. Bunun için, meslekiçi kurslarda eğitilen personelin, dinî bilgiler yanında, fen bilgileriyle de eğitilmesinde, onlara fen bilgilerinin de verilmesinde yarar vardır. Din ve yeteri kadar müspet bilimlerle donatılan din adamlarımız, irşat hizmeti götürürken, dini, bir hurafe ve öcü olmaktan çıkarıp, gerçek kimliğine, anlatabilme olgusuna kavuşturabileceklerdir.

Yavrularımıza ve insanlarımıza Kur'an-ı Kerim'i usulüne göre okumayı öğreten, inanç, ibadet ve ahlak esaslarını, ilmihal bilgilerini veren Kur'an kursları, etkin bir eğitim sistemidir; bu eğitimdeki denetleme ve kontroller sıkı ve sürekli bir şekilde sürdürülürse, arzulanan hedeflere, sağlıklı ve kısa bir sürede ulaşılacak demektir.

Allah'ın "bu Kitabı ben indirdim, kıyamete kadar da ben koruyacağım" buyurduğu ilahî Kitabımızın, gelişen ilmî gerçekler ışığında tefsirinin yapılarak insanlığa kazandırılması, önemli bir girişimdir; buna hız verilerek bir an önce bitirilmesi ve tefsir için kurulan komisyona, her bilim alanında söz sahibi ilim adamlarımızın katılması mutlaka sağlanmalıdır.

Yurt dışında bulunan vatandaşlarımızın dinî inançlarının karşılanması, millî ve manevî duygularının kuvvetlendirilmesi için yürütülen hizmetlerin genişletilerek ve kontrollü bir şekilde sürdürülmesinde yarar vardır.

BAŞKAN – Sayın Albay, süreniz doldu efendim; yani, Grubunuzun süresinden kullanıyorsunuz; hatırlatayım.

Buyurun.

NECATİ ALBAY (Devamla) – Teşekkür ederim Başkanım.

Özellikle Orta Asya ve Türk cumhuriyetlerinde, Kafkasya ve Balkanlarda yaşayan, yıllardır dinsizlik empoze edilmiş Türk ve Müslüman toplulukların yeniden belirsizliklere düşmemeleri ve hurafelere kapılmamaları için, duyarlı ve kontrollü olarak din hizmetlerinin sürdürülmesi, dış ülkelerde yapılan toplantılara iştirak edilmesi, millî menfaatlarımız açısından zorunludur.

Yurt içinde ve yurt dışında millî birlik ve beraberliğimize yönelik Diyanet İşleri Başkanlığının çalışmalarına Hükümet olarak ciddî önem vermek ve desteklemek durumundayız.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığının 1998 yılı bütçesinin, Diyanet camiasına, milletimize hayırlı olmasını; İslamın hoşgörü, yapıcı, birleştirici ve barışçı havasının tüm insanlığı sarmasını diliyor; saygılarımı sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Albay.

DSP Grubu adına üçüncü konuşmayı yapmak üzere, Ankara Milletvekili Sayın Aydın Tümen.

Buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA AYDIN TÜMEN (Ankara) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Gümrük Müsteşarlığının 1998 malî yılı bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubu adına görüşlerimi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Konuşmama başlamadan önce, Yüce Meclise saygılarımı sunuyorum.

Sözlerime başlarken, Türkiye Cumhuriyeti 55 inci Hükümetinin hazırlayıp Yüce Meclise sunduğu 1998 malî yılı bütçesinin, ülkemize ve ulusumuza hayırlı olmasını diliyorum.

55 inci Hükümet, devralmış olduğu ağır sorunlara karşı, bir azınlık hükümeti olmasına rağmen, hiçbir siyasî endişe ve kaygı duymadan, çözümler üreten reformları bir bir Meclise getirmektedir.

Yıllardır kronikleşmiş yüksek enflasyonla yaşayan ülkemiz, yine 55 inci Hükümet tarafından hazırlanan üç yıllık istikrar programıyla, ciddî olarak mücadeleye başlamıştır. Şu anda görüşülmekte olan bütçe, bu istikrar programının önemli bir parçasıdır; yani, bu bütçe, bir istikrar bütçesidir; günü değil, geleceği kurtarma bütçesidir. Bütçenin detayları incelendiğinde, ne bir hayalî gelir ne de popülist bütçe harcamaları vardır; yani, gerçekci ve samimîdir.

Değerli milletvekilleri, Gümrük Müsteşarlığı, 13 Temmuz 1993 tarih ve 485 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle oluşturulmuş; daha sonra, gelişen gereksinimler nedeniyle, 3 kanun hükmünde kararnameyle yapılan değişikliklerle, bugünkü durumuna kavuşmuştur.

Gümrük Müsteşarlığının merkez teşkilatı, 1 Müsteşar ve 3 Müsteşar Yardımcısından oluşmakta; ana hizmet birimleri olarak, Gümrükler Genel Müdürlüğü, Gümrükler Muhafaza Genel Müdürlüğü, Gümrükler Kontrol Genel Müdürlüğü, Avrupa Topluluğu ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü, danışma ve denetim birimleri olarak da, Teftiş Kurulu Başkanlığı, APK Dairesi Başkanlığı, Hukuk Müşavirliği ve 5 yardımcı hizmet biriminden oluşmaktadır; taşra teşkilatı ise, 36 adet başmüdürlük ile 309 adet müdürlükten meydana gelmektedir.

Gümrük Müsteşarlığına toplam 10 102 adet kadro tahsis edilmesine karşın, bunun 8 609 adeti kullanılmaktadır. Bu kadroların dışında, Müsteşarlıkta, 73 adet sözleşmeli personel ve 8'i geçici olmak üzere 97 adet de işçi kadrosu bulunmaktadır.

Değerli milletvekilleri, Gümrük Müsteşarlığında çalışan personelin öğrenim durumu, oransal olarak şu şekildedir: Çalışan personel içerisinde ilkokul mezunlarının oranı yüzde 4, ortaokul mezunlarının oranı yüzde 14,8; lise mezunlarının oranı yüzde 40,2; yüksekokul mezunlarının oranı ise yüzde 40,9'dur.

Görüldüğü gibi, kendisinden çok şey beklediğimiz ve önemli sorumluluklar üstlenen Gümrük Müsteşarlığının, arzu ettiğimiz seviyeye mutlaka kalifiye ve iyi yetişmiş personelle ulaşması mümkündür.

1996 yılında gümrük birliğine girmemiz nedeniyle kısmen iş yükü hafifleyen Gümrük Müsteşarlığı teşkilatı, bundan sonra, daha ağırlıklı olarak ihtisas gümrüklerine önem vermeli, ithal ve ihraç edilen malların kalite ve uygunluğunu hızlı ve iyi tetkik edebilmeli, işlemler daha süratli ve titiz yürütülmelidir. Bu da, iyi eğitilmiş personelle birlikte, çağdaş teknolojiden mümkün olduğunca faydalanmakla mümkün olur.

Kuruluşumuz, şu anda, maalesef istenilen düzeyde bilgisayar teknolojisine sahip değildir. İnsan ilişkilerinde sıkça kullanılan "ilk intiba önemlidir" özdeyişinden hareketle, bunu gümrüklerimizle de ilişkilendirebiliriz. Özellikle, turizm hareketinin yaşandığı gümrük kapılarımızda ülkemize gelen yabancılara karşı uygulanacak muamele, doğrudan ülkemiz ve insanlarımız hakkında olumlu veya olumsuz düşüncenin gelişmesinde etkili olmaktadır. Ülke tanıtımı açısından bu hususa önemle dikkat edilmelidir. Özellikle, buralarda çalışan personelin titizlikle seçilmesinde fayda vardır. Buralar ülkemizin bir aynasıdır ve dikkat edilmelidir.

Değerli milletvekilleri, sınırlarımızda, 6'sı hukuken açık olup, fiilen kapalı olan kapılar dahil 25 adet gümrük kapısı mevcuttur. En uzun sınır komşumuz olan Suriye'yle neredeyse toplam kapılarımızın yarısı kadar gümrük kapısı vardır; bunların sayısı 11'dir. Diğerleri ise, sırasıyla, İran'la 4 kapı, Yunanistan'la 3 kapı, Bulgaristan'la 2 kapı, Gürcistan'la 2 kapı ve Nahcivan, Irak ve Ermenistan'la da 1'er kapı mevcuttur.

Hukuken açık, fiilen kapalı olan sınır gümrük kapılarımız şunlardır: Dördü Suriye sınırında olan Ceylanpınar, Mürşitpınar, Çobanbey ve Şenyurt kapılarımız ile Ermenistan sınırındaki Akyaka ve İran sınırındaki Borualan sınır kapılarımız şu anda kapalıdır. Bunların yanında, açılması planlanan yeni 2 adet gümrük kapısı vardır. Bunlar, Gürcistan sınırında Çıldır-Aktaş ve Bulgaristan sınırında Hamzabeyli kapılarıdır.

Değerli milletvekilleri, gümrük kapılarımızda, özellikle sınır kapılarında gereksinim duyulan elektronik cihazlar zaman geçirilmeden temin edilmelidir. Sıkça dile getirilen bazı olumsuz söylentiler, insanlarımızı maalesef üzmektedir. Bu konuda gereken önlemlerin alınması konusunda çaba sarf edildiğini umuyorum.

Değerli milletvekilleri, 55 inci Hükümetin işbaşına geldiği tarihten günümüze kadar, Gümrük Müsteşarlığınca, gümrük mevzuatına ilişkin yapılan değişikliklerden birkaç örnek vermek istiyorum.

1- İhracat işlemlerine hız kazandırmak amacıyla, 1.8.1997 tarihli 1997/14 sayılı Gümrük Genelgesiyle, ihracatçılara, çeşitli kanunlara istinaden gümrük idarelerine ibrazı zorunlu olan belgeler dışında, gümrük beyannamesi ve ticarî faturayla ihracat yapma imkânı getirilmiştir.

2- İhracatta, ihraç eşyasının cins ve kıymetinde tereddüt oluştuğu takdirde, ihracatın engellenmemesi, numune alınmak suretiyle eşyanın çıkışına izin verilmesi ve gerekiyorsa, araştırmanın, eşyanın sevk işlemi gerçekleştirildikten sonra yapılması hususunda, gümrük idareleri talimatlandırılmış, böylece eşyanın gümrükte beklemesinin önüne geçilmiş ve ithalatçı ülkeye bir an önce ulaştırılması temin edilmiştir.

3- 26.7.1997 günlü 1997/13 sayılı Gümrük Genelgesiyle, eşya sahibinin tercihine göre, dökme malların ithal ve ihracında miktar tespitinin kantar tartısına nazaran daha doğru ve pratik sonuçlar veren Draft Servey yöntemiyle yapılmasına imkân verilmiştir. Bu sayede miktar tespiti yönteminden kaynaklanan yığılmalar engellenmiş ve işlemlerdeki aksamaların önüne geçilmiştir.

4- 1997/15 sayılı Gümrük Genelgesiyle, otomobil kaçakçılığının önüne geçilmesi amacıyla, otomobil ithalatında gümrük idarelerine ibraz edilen ayrıntılı faturalarda motor ve şasi numaralarının aranması, bu numaraların, otomobilde yer alan numaralarla uygunluğu kontrolünün yapılması, uygun bulunmadığı takdirde ithalatına izin verilmemesi hususunda tüm gümrük idareleri talimatlandırılmıştır.

5- 23.9.1997 tarihli 1997/18 sayılı Gümrük Genelgesiyle, ithalat ve ihracata ilişkin istatistiklerin güncel olarak izlenebilmesini teminen, bilgisayar sistemi bulunan gümrük idarelerinde düzenlenen gümrük beyannamelerinde yer alan bilgilerin, günlük olarak, mahallinde taşra teşkilatına iletilmesi sağlanmıştır.

6- İş sahiplerinin ithal edecekleri veya transit ticaretini yapacakları eşyalarını her türlü zarar tehlikesinden uzak tutmayı amaçladıkları ve bunun yanı sıra devlet hazinesi haklarının korunması gereği de göz önünde bulundurularak, 25.9.1997 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan yönetmelik değişikliğiyle, bu eşyaların konulduğu antrepo binası ve eklentilerinde aranacak şartlar, günün ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenmiştir. Bu düzenlemeyle bağlantılı olarak, temmuz ayından bugüne kadar, 63 adet fiktif antrepo, 12 adet özel antrepo, 9 adet genel antrepo ve 1 adet sundurma açılması izni verilmiştir.

7- 9.10.1997 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan yönetmelik değişikliğiyle, gümrük mevzuatında yer alan irsaliyeye ilişkin hükümler gereğince düzenlenen irsaliye formları güncel hale getirilmiştir.

8- 16.8.1997 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan yönetmelik değişikliğiyle, sağlık hizmetlerinin verilmesinde ambülans sayısının yetersizliği göz önüne alınarak, ambülanslardaki 10 yaş sınırlaması kaldırılmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu birkaç örnek uygulama ışığında başarılı çalışmalar yürüten Gümrük Müsteşarlığı teşkilatına başarılar diliyorum. Bu düşünce ve temennilerimle, Gümrük Müsteşarlığının 1998 yılı bütçesinin hayırlı olmasını diliyor, Yüce Meclise saygılarımı sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tümen.

Demokratik Sol Parti Grubu adına son konuşmayı yapmak üzere, İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Aydın; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

DSP GRUBU ADINA MEHMET AYDIN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli üyeler; Devlet İstitastik Enstitüsü Başkanlığı 1998 yılı bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini sunmak üzere huzurlarınızdayım; Grubum ve şahsım adına, Yüce Meclisi, basın görevlilerini ve bizi izleyen halkımızı sevgi ve saygılarla selamlıyorum.

Sayın Başkan, sayın üyeler; bilindiği gibi, ilgili yasayla kurulan Devlet İstatistik Enstitüsü, ülkenin ekonomik, sosyal ve kültürel faaliyetleriyle ilgili her türlü istatistikleri derlemek, değerlendirmek ve yayınlamak; sonu 0'la biten yıllarda genel nüfus sayımı, sonu 1'le biten yıllarda genel sanayi ve işyerleri sayımı yapmak; ayrıca, ihtiyaç duyulan diğer konulardaki genel sayımlar ile teşkilatın gerekli gördüğü anketleri düzenlemek ve yürütmek; bu konulardaki ilgili kamu kuruluşlarıyla işbirliği yapmakla görevlidir.

Bir ülkenin, özellikle o ülkenin yöneticilerinin ve insanlarının bilgiye ve istatistikî verilere duyacağı, duyması gereken ihtiyacı yıllar öncesinden görebilen Büyük Atatürk, o yıllardaki yoğun çalışmaları sırasında, bugünün Devlet İstatistik Enstitüsünü daha 1926 yılında bizzat kurdurmuştur. Enstitü, ilki 1927 yılında olmak üzere, şimdiye kadar, 13 defa genel nüfus sayımı yapmıştır.

Enstitünün Türkiye için taşıdığı yaşamsal önem, bilgi çağına girme sürecindeki ülkemizde, özellikle 1990'lı yıllarda da dikkat çekmiştir. Zira, bilgi çağının en temel kuralına göre, karar alıcıların, özellikle devleti yönetmekte olan karar alıcıların, kararlarını sağlıklı olarak alabilmeleri için ihtiyaç duydukları verilerin ve bilgilerin, gereken zamanda, gereken doğrulukta ve gereken miktarda alınması zorunludur.

Küreselleşme süreciyle her zamankinden daha çok birbirine yakın hale gelen ülkelerin ve toplumların bulunduğu günümüz dünyasında, en temel insan haklarından birisi de, bireyin, vatandaşın bilgiye erişebilme hakkıdır. Adına demokrasinin açıklık veya şeffaflık ilkesi dediğimiz bu ilkeye göre, bireyler, devlete veya başka bireylere zarar verebilme olasılığı dışındaki tüm verilere ve bilgilere, en kısa, en ucuz ve en etkili yolla erişebilmelidir. Bilgi çağına girişin ve insan haklarının neredeyse en temel koşulu bu olmuştur.

Böyle bir ortamda, Devlet İstatistik Enstitüsü, ülkemiz için çok büyük bir önem ve değer taşımaktadır. Zira, kamuya ait verilerin ve bilgilerin yaklaşık dörtte üçü, Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından derlenmekte veya ilgili diğer kuruluşlardan alınmakta, değerlendirilmekte, saklanmakta veya yayınlanmaktadır; ama, ne yazık ki, Devlet İstatistik Enstitüsünün, bu işlevini, bilgi çağının gerektirdiği bilgi altyapısını tümüyle oluşturarak bugün yapabildiğini söylemek mümkün değildir.

Kısacası, Devlet İstatistik Enstitüsü, elindeki veri ve bilgi hazinesinin üstünde oturan ve onu yeterince kamunun veya özel kuruluşların ve bireylerin yararına, kullanımına sunamayan bir konumdadır. "Ulusal Bilgi Sistemi Projesi" adıyla, Dünya Bankası desteğiyle, Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından çeşitli kamu kesimi ve özel kurum ve kuruluş katkısıyla, 1993 yılı sonbaharında tamamlanan teknik olurluk çalışması, bizzat Dünya Bankası uzmanları tarafından takdirle karşılanmış, yurt dışında, çeşitli ülkelere örnek olarak gösterilmiş olmasına rağmen, siyasî nedenlerle 1994 yılında, Dünya Bankası desteği alamamıştır. Ardından, Enstitüde yönetimler değişmiş, proje bir kenara atılmıştır. Bu projenin ulusal kaynaklardan gerçekleştirilmesi, hem Devlet İstatistik Enstitüsünün hem de özellikle ülkemizin diğer kamu kurum ve kuruluşları ile özel kuruluşların yararına olacaktır.

Bu çalışmaların en önemli yanı, Türkiye için yaşamsal bir önemi bulunan bilgi altyapısını oluşturmaktaki katkısıdır. Bu çalışmayla, sadece Enstitü merkezinde değil, bölgelerdeki verilerin ve bilgilerin de, elektronik ortamda, kamu ve özel kurum ve kuruluşların erişebilmesine veya onlara aktarılabilmesine olanak sağlaması amaçlanmıştır.

Önemli diğer bir amaç da, Karadeniz Ekonomik İşbirliği ülkeleriyle ve özellikle Kafkasya ve Orta Asya'daki Türk cumhuriyetleri ile Türkiye arasında elektronik veri akışının sağlanması olmuştur. Böylece, yıllardır konu edilen petrol ve doğalgaz boru hatları yanında, hatta onlardan daha önce, bilgi yollarıyla bu ülkeleri Türkiye'ye bağlamak ve Türkiye üzerinden dünyaya, özellikle Avrupa Birliği ülkelerine bağlamayı sağlamak amaçlanmıştır.

Devlet İstatistik Enstitüsü açısından güncel bir diğer konu da, 4300 sayılı Yasayla öngörülen nüfus tespiti çalışmasıdır. Yaklaşık iki yıl kadar önce, gündemde olan erken seçim hazırlıklarının en temel iki şartı, il ve ilçelerdeki nüfusun tespiti ve seçmen kütüklerinin güncelleştirilmesi çalışmalarının olabilecek en kısa zamanda ve en ekonomik koşullarda yapılabilmesi idi. Ayrıca, daha önceleri nüfus sayımı ve seçmen yazımı için insanlarımız, ayrı ayrı tarihlerde ev hapsine tabi tutulurken bu kez, bir kerede tüm bu işlemlerin yapılması amaçlanmıştı. Bu amaçla, nüfus kimlik bilgilerinin tek bir formla, Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından toplanması, bu formların üstündeki verilerin en yeni bilgi teknolojisi ürünü olan özel optik okuyucular gibi araçlar kullanılarak manyetik ortama aktarılması, bunun nüfus tespiti için kullanımı, 18 yaşından büyük olan vatandaşlarımızın, verilerinin de manyetik ortamda Yüksek Seçim Kuruluna verilmesi öngörülmüştür. İlgili yasalar gereği Yüksek Seçim Kuruluna, bu verilerden seçimlerle ilgili listeleri hazırlayabilecekti. Manyetik ortamdaki vatandaş kimlik bilgilerinin bir kopyasının da İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğünün Merkezî Nüfus İdaresi Sistemi projesine verilmesi öngörülmüştür. Yakın bir gelecekte tüm vatandaşlarımıza vergiden, sosyal güvenliğe, eğitime ve askerliğe kadar, çeşitli alanlarda kullanılacak vatandaş kimlik numaralarını ilgili yasa gereği vermesi öngörülen bu projenin, en geç iki yıl içerisinde işler hale gelmesi hükmü de, yine 4300 sayılı Yasada yer almıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Aydın, size de eksüre veriyorum lütfen toparlayın efendim.

Buyurun.

MEHMET AYDIN (Devamla) – Teşekkür ederim.

Ama, ne yazık ki, bu yasada amaçlanan yararların ancak bir bölümü sağlanabilmiş, özellikle Yüksek Seçim Kurulunun ileri sürdüğü bürokratik engeller yüzünden amaçların bütününe ulaşılamamıştır. Böylece bu ülkenin trilyonlarca lirası heba edilmiş; daha da önemlisi, Devlet İstatistik Enstitüsü, üstünde oluşan baskılar nedeniyle formlar üzerine eklediği bazı ek bilgiler, kadınlarca, kadına ve kadın haklarına karşı yorumlanarak, Enstitü üzerinde gereksiz ve haksız tartışmalara yol açılmıştır. Kısacası, sadece yasada görülen çalışmaları yapmakla görevli olan Devlet İstatistik Enstitüsü, konu dışına çıkmakta beis görmemiş, ardından da, haklı haksız pek çok eleştiriye yol açmıştır.

4300 sayılı Yasada öngörüldüğü gibi, önceki nüfus sayımlarında aylar hatta yıllar alan nüfus tespiti işlemi, kullanılan yeni teknoloji sayesinde, iki aydan kısa bir zaman içerisinde tamamlanacaktır. Hatta, ön bilgiler, iki haftadan kısa bir sürede belirlenmiş ve açıklanmıştır; bu, bir başarıdır. Onun için, bu çalışmayı yapan Enstitü çalışanlarını ve çalışmalarda görev alan görevlileri kutlamak istiyorum.

Devlet İstatistik Enstitüsünde, birkaç yıl önce başlatılmış bulunan ve uydu verilerini kullanarak buğday ürününü tahmin etmek ve Türkiye'de çalışanlar veri tabanını oluşturmak gibi güncel teknolojilere dayalı çalışmaların da desteklenmesi ve en kısa zamanda işler hale getirilmesinin yararlı olacağını düşünüyorum.

Önemli diğer bir husus da, Devlet İstatistik Enstitüsünün personel sorunudur. Yaptığı işin özelliği nedeniyle uzman ve kaliteli eleman görevlendirmek durumunda bulunan Enstitü, yıllardır kadrolu yeni eleman alamamakta, ihtiyaçlarını geçici kadrolarla karşılamaya çalışmaktadır. Bu sorunun çözümü ivedi olarak gereklidir.

Bu dilekler ve düşüncelerle hepinizi saygılarımla selamlıyor; bütçenin, Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığına ve ülkemize hayırlı olmasını diliyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Aydın.

Sayın milletvekilleri, böylece, beşinci tur görüşmeler üzerindeki gruplar adına yapılan konuşmalar sona ermiştir.

Soru sorma süresi de bitmiştir. Bundan sonra gönderilecek sorular da kabul edilmeyecektir.

Şimdi, şahısları adına, bütçenin lehinde Van Milletvekili Sayın Şaban Şevli. (RP sıralarından alkışlar)

Buyurun efendim.

Sayın Şevli, süreniz 10 dakika.

ŞABAN ŞEVLİ (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığının bütçe görüşmeleri üzerinde, şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisi ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; mensubu bulunduğumuz İslam Dini, barış dinidir, kardeşlik dinidir. İslam dini, kavga ve nifak vasıtası değil, maddî ve manevî bütünlüğün kaynağıdır. dinimizin ana hedefi, insanlığın dünya ve ahiret mutluluğunu sağlamaktır.

İnsanları, birlik, beraberlik, kardeşlik, dayanışma, barış ve selamete davet eden pek çok ayeti kerime ve hadisi şerif bulunmaktadır. Kur'an-ı Kerim'deki hitaplar, evrensel ve bütün insanlığa yöneliktir; bu da, İslam'ın, barışçıl ve evrensel bir din olduğunun apaçık delilidir. Örnek olarak, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmaktadır: "Muhakkak ki, müminler kardeştir; öyleyse, kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki, esirgenesiniz." Burada, Yüce Allah, bütün insanları, kardeşliğin gereklerini yerine getirmeye davet etmekte, herhangi bir nedenle çatışmaya giden müminlerin arasını düzeltme ve onları kardeşçe, barış içerisinde yaşamaya yöneltme vazifesini de kendilerine yüklemektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İslam dini, hem istişare hem de içtimaî yardımlaşma esasına dayanır. İslam, bir kitleyi diğer bir kitleye musallat etmez, birini diğerine ezdirmez; böylece, demokrasideki bütün iyilikleri en güzel şekliyle kapsamaktadır. İslam dini, bindörtyüz sene evvel istişare esasını kabul etmiş ve şûra prensibini ortaya koymuştur. Halbuki, bugün kendilerini çağdaş gören devletler ise, bunu, 18 inci Asrın yarısında kavrayabilmişlerdir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz, Müslümanlar olarak, insanlığın arayıp durduğu sevgi, saygı, barış, kardeşlik, yardımlaşma, dayanışma, hak-hukuk, merhamet, adalet ve güzel ahlak gibi, cihanşümul prensiplerin İslam dininde var olduğunu insanlığa gereği gibi anlatabilmiş olsak, emin olunuz, toplumun huzuru çok kısa zamanda tesis etmiş olur. (RP sıralarından alkışlar) Bu vazife de, en fazla Diyanet İşleri Başkanlığına düşmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasanın 136 ncı maddesine göre, genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, toplumu dinî konularda aydınlatma görevini yürütmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığının birleştirici ve bütünleştirici din ve irşat hizmetleri sayesinde, yurt içinde ve yurt dışında vatandaşlarımız arasında millî birlik ve beraberliğimiz pekişmektedir; zira, insanlarda din fıtrîdir; din, toplumun fertlerinin kaynaşmasını ve dayanışmasını sağlayan yüce bir müessesedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasanın amir hükmü gereğince, Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilat Kanunu bir an önce düzenlenmelidir ve Diyanet İşleri Başkanlığına, -YÖK, TRT ve başka kurumlarda olduğu gibi- özerklik verilmelidir. (RP sıralarından alkışlar) Diyanet İşleri Başkanının seçim esasına göre belirlenmesi ve Diyanet İşleri Başkanlığının Cumhurbaşkanlığı makamına bağlı hale getirilmesi için gerekli hukukî düzenlemeler yapılmalıdır. (RP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çağımız ihtisas çağı olduğundan, ilahiyat fakültelerinde branşlara yönelik eğitimin verilmesi için gerekli düzenlemeler yapılmalı ve özellikle din görevlisi yetiştirme amacına yönelik bir din hizmetleri programı açılmalıdır. Gerekli şartlar oluşturulduğu takdirde, ilahiyat meslek yüksek okullarının sayısını ve mevcudunu artırmak, ders programlarında istihdam alanları göz önünde bulundurularak değişiklikler yapmak için teşebbüste bulunulmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığı görevlilerinin devam ettiği açıköğretim sosyal bilimler programının geliştirilmesi yönünde, YÖK nezdinde girişimlerde bulunulmalıdır. Dinî öğretim veren orta ve yükseköğretim kurumlarında uygulamaya ağırlık verilmeli, staj ile özel düzenlemeler yapılmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; din bilimleri araştırmalarını, din hizmetlerini ve din öğretimini ilgilendiren meselelerin sağlıklı çözümlere ulaştırılabilmesi için, ilahiyat fakülteleri, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Din Öğretimi Genel Müdürlüğünce, sürekli, planlı olarak, müşterek çalışmalar yapılmalı ve bu çalışmanın sağlanabilmesi için, Diyanet İşleri Başkanlığında bir birim oluşturulmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığı görevlileri, diğer kamu kuruluşlarında çalışan görevliler gibi, sosyal haklardan istifade etmelidirler. Örnek olarak, olağanüstü hal bölgesinde görev yapan öğretmenlere tanınan Türk Hava Yollarının indirimli seyahet etme hakkı, Diyanet İşlerinde görevli vaiz, müftü, imam, müezzin ve diğer personele de tanınmalıdır. (RP sıralarından alkışlar) Lojman sorunu da çok kısa zamanda halledilmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bazı kimseler, Müslümanları inançlarından dolayı rencide ederek ibadetlerine müdahale etmek istiyorlar; Ezanı Muhammediyeyi değiştirelim, namaz ibadetinde Türkçe Kur'an-ı Kerim okutalım diyorlar.

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Yok öyle bir şey...

HASAN GÜLAY (Manisa) – Atma... Atma... Yukarıda Allah var...

ŞABAN ŞEVLİ (Devamla) – Dinleyin; bakın sonunu getireceğiz sayın milletvekilleri, dinleyin...

BAŞKAN – Dinleyin, sonunu getirecek arkadaşımız...

HASAN GÜLAY (Manisa) – Sonu var yani!..

ŞABAN ŞEVLİ (Devamla) – Halbuki, bu yetki, ancak Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulunun yetkisidir; olur mu, olmaz mı, caiz mi, değil mi; bu konuda, ancak Din İşleri Yüksek Kurulunun fetvası geçerlidir.

Bu sebepten dolayı, sokaklara çıkıp da, Müslümanları rencide etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – 1 dakikanız var Sayın Şevli.

ŞABAN ŞEVLİ (Devamla) – Bazı televizyon kanallarına çıkıp halkımızın kafasını karıştırmaya hiç kimsenin hakkı yoktur. (RP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; irşat hizmetlerini daha etkin ve verimli hale getirmek için, ülke genelinde dinî yaşantı konulu geniş kapsamlı bir araştırma yapılmalıdır.

Diyanet İşleri Başkanlığının 1998 malî yılı bütçesinin Diyanet camiasına ve aziz milletimize hayırlı olmasını diler, Yüce Meclisin değerli üyelerini saygıyla selamlarım. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şevli.

Hükümet adına üç sayın bakan konuşacaktır.

Devlet Bakanı Sayın Metin Gürdere, buyurun efendim.

Hükümetin konuşma süresi 40 dakika; dolayısıyla sizin süreniz 14 dakikadır, Sayın Bakanım.

DEVLET BAKANI METİN GÜRDERE (Tokat) – Sayın Başkanım, sayın milletvekilleri; Yüce Meclisi saygıyla selamlayarak sözlerime başlıyorum.

Bugün ülkemizin en önemli zenginliklerinden birisi de vakıflarımızdır. Bu zenginlik, mal varlığı ve günümüze kadar kalan eserler anlamında olduğu kadar, insanımıza geçmişte verdiği yararlı hizmet olarak da büyük bir sosyal zenginliktir.

Gerek Anadolu Selçuklu gerek Osmanlı medeniyeti, aynı zamanda bir vakıf medeniyetiydi.

Vakıflar, Türk-İslam âleminde daima birleştirici ve kaynaştırıcı özellik taşımışlardır. Sadece sosyal hayatta; yolcuya, düşküne, muhtaça, hastaya, çaresize, kısacası insana yardımcı olmakla kalmamış, meydana getirdikleri pek çok esere, ülkemizin kültürüne, sanatına büyük katkıda bulunmuşlardır.

O dönemlerde devlet, bugünkü anlamıyla, sağlık, sosyal yardım, eğitim, kültür hizmeti vermez, altyapı yapmazdı; toplumun bu ihtiyaçlarını vakıflar karşılardı.

Bu hizmetlerin yerine getirilmesi için, insanlar, mülkiyeti kendisine ait olan malları, hiçbir tesir altında kalmadan, kendi istekleriyle kişisel mülkiyetinden çıkarır, hayır ve hasenata ebedî olarak tahsis eder, yani, vakıf kurarlardı. Vakıflar, bu özellikleriyle, günümüzün dernek ve kooperatif anlayışından farklı nitelikler taşır. Zira, dernek ve kooperatifler, bir anlamda, kişi topluluklarıdır; vakıflar ise, mal ve para topluluğudur.

Yüzyıllar boyu kurulan binlerce vakıfla, zaman içinde inanılmaz bir mal varlığı birikimi ortaya çıkmıştır; ama, maalesef, bu mal varlığı, son zamanlarda, yine inanılmaz bir yağmaya, talana, işgale maruz kalmıştır.

20 nci Yüzyılın başında yapılan bir sayıma göre, İstanbul'da, toplam 2 milyon parsel vardır ve bunun 1 milyonu vakıflara aittir. Bugün ise, İstanbul'da, bu 1 milyon parselden sadece 20 bin parselimiz kaldı.

Bir başka örnek daha vereyim. Antalya Muratpaşa Vakfımızın 100 bin dönüm arazisinden günümüze 3 bin dönüm kaldı; onu da elimizden almak için Antalya Belediyesi çaba sarf etmektedir. Yine de, Anadolu'nun her yerinde, tarlalar, bağlar, bahçeler, zeytinlikler, kestanelikler, ormanlar ve arsalardan oluşan inanılmaz bir vakıf mal varlığı var. Bugün, bu mal varlığının yönetiminden, işletilmesinden, geliştirilmesinden, Vakıflar Genel Müdürlüğü sorumludur.

Vakıflar Genel Müdürlüğü, elde ettiği gelirle eski eserlerinin bakımını, onarımını ve restorasyonunu yaptırmaktadır. Tarihimizin ve millî kültürümüzün günümüzdeki sembolleri ve şerefli geçmişimizin nesep bağları ve bu toprakların bize ait olduğuna dair tapu senedimiz hükmünde olan tarihî ve mimarî değeri tescilli eski eser sayısı 9 289 adettir.

Vakıflar Genel Müdürlüğü, eski eser onarımı yanı sıra, tarihten süzülerek gelen anlayış doğrultusunda, eğitime de desteğini sürdürürken, başka sosyal hizmetler de vermektedir. Halen, 59 öğrenci yurdunda, 11 570 öğrenci ücretsiz barınmakta; 27 imarette, 5 500 fakir ve kimsesiz vatandaşımıza, bedava bir öğün sıcak yemek verilmekte; 880 kişiye de, ayda 5 milyon 620 bin lira aylık ödenmekte; 850 yataklı Vakıf Gureba Hastanesinde de, fakir hastalara ücretsiz bakılmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Vakıflar Genel Müdürlüğünün önünde, bugünden ileriye, hem engeller hem de fırsatlar vardır. En önemli engel, diğer kuruluşlarda olduğu gibi kaynak yetersizliğidir. Vakıflar Genel Müdürlüğünün bu kadar mal varlığı içerisinde yokluk çekmesi, gerçekten şaşırtıcıdır. Bunun sebebi, vakıf malları kiralarının çok düşük olmasıdır. Kiralar o kadar düşük ki, bu durum, artık herkesin dikkatini çekmiş olup, hatta, kamuoyunu rahatsız eden boyutlara ulaşmıştır; genelde vakıf kiraları, piyasanın üçte biri seviyesindedir. Ülkemizin ve hepimizin varlığı ve zenginliği olan vakıf malları, sadece kiracıların ucuza faydalandığı mallar haline gelmiştir. Bu durumu düzeltecek yasa tasarımız, Meclis gündeminde ön sıralarda beklemektedir. Teşekkürlerimle ifade etmek isterim ki, yasa tasarısına, Meclisimizdeki bütün gruplar destek vermektedir.

Bir diğer engel, Vakıflar Genel Müdürlüğünün kuruluş yasası ve bürokratik yapısıdır. Vakıflar Genel Müdürlüğü, kanun hükmündeki kararnameye göre yapılanmıştır. Bu yapılanma, bürokratik bir yapılanmadır. Vakıflar Genel Müdürlüğünün asıl önemli işi olan gayrimenkul işletmeciliği ve fon yönetimi önceliklerine göre, yeniden yapılandığı teşkilat yasası öncelikle çıkarılmalıdır.

Türk Milletinin önemli kurumlarının başında gelen vakıflardan -özellikle son yıllardaki artışla- bazılarının, geleneksel vakıf anlayışı dışında, politik sayılabilecek faaliyetleri, vakıflarla ilgili olarak bazı olumsuz değerlendirmelere yol açmıştır.

Vakıfların yeniden düzenlenmesine, ortaya çıkan uygulamadaki olumsuzlukların giderilmesine öncelik verdiğimizi belirtmek isterim. Bu amaç doğrultusunda hazırlanan ve 21 Eylül 1997 tarihli 23117 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan genel tebliğle, Anayasanın 33 üncü maddesi gereğince, Dernekler Kanununa da paralel olarak, kimlerin vakıf kuramayacağı belirtilmiştir. Bu tebliğle, mal varlığı olarak, sosyal ve kültürel amaçlı vakıflar için 5 milyar lira, eğitim ve sağlık amaçlı vakıflar için 10 milyar lira, diğer vakıflar için 20 milyar lirayı vakfetme şartı getirilmiştir.

Tebliğle, kamu kurum ve kuruluşları, mahallî idareler, meslek odalarıyla üniversiteler bünyesinde kurulan vakıfların, bünyesinde olduğu kurum ve kuruluşun ismini alması önlenerek, o kurum ve kuruluşun verdiği hizmetlerle ilgili olarak, gerçek ve tüzelkişilerden herhangi bir bağış ve yardım alması, menfaat sağlanması engellenmiştir.

Ayrıca, Anayasada ifadesini bulan, devletin temel niteliklerini değiştirmeye yönelik yıkıcı ve bölücü faaliyetlerin önlenmesi amacıyla, vakıfların denetlenmesi ve gerektiğinde dağıtılması için düzenlemeler yapılmıştır. Bu düzenlemeler, tüzükte yapılan bir değişiklikle daha da güçlendirilecektir.

Bu görüş ve düşünce çerçevesinde, ülkelerin, tarihî ve inanç bağlarının devamında ve hatta uluslararası hukukta, vakfın korunmasının en önemli gündem maddesi olacağı gerçeği ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle, vakıfların ve Vakıflar Genel Müdürlüğünün, geçmişten geleceğe köprü kuran temel bir kurum olması açısından değerlendirilmesi gerçeğini ifade etmek isterim.

Batı dünyasının, sivil toplum kuruluşu veya Hükümet dışı gönüllü kuruluş olarak, sosyal, kültürel alanlarda maddî ve manevî anlamda temel aldığı vakıfların, son yıllarda, ülkemizde olumsuz değerlendirmelerden korunmasına ve vakıf fikrinin zedelenmemesine büyük önem gösterilmesinin gerektiğine inanıyorum. Bu konuda, İktidar ve muhalefet olarak bizlerin olduğu kadar, toplumun bütün kesimlerinin ortak duyarlılığının, yine, toplumun genel yararına olduğu hususunu takdirlerinize ve desteklerinize sunuyorum.

Genel Müdürlük bütçesinin, memleketimize, milletimize ve Vakıflar camiasına hayırlı olmasını diliyor, sizleri saygılarla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

İkinci konuşmayı yapmak üzere, Devlet Bakanımız Sayın Hüsamettin Özkan; buyurun efendim. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın Bakan, 14 dakika süre veriyorum efendim.

DEVLET BAKANI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bakanlığıma bağlı Diyanet İşleri Başkanlığının, 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının, Yüce Meclisimizde görüşülmesi dolayısıyla söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlarken, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, din, millî ve manevî değerlerimizi oluşturan; ülkü, inanç ve kültür bağlarını kuvvetlendiren; akla, mantığa, insan haysiyetine hitap eden değişmez kurallarıyla, toplumda birlik ve beraberliği sağlayan ve fertleri aynı değer hükümleri etrafında toplayan yüce bir kurumdur.

İslam dini, barış, selamet ve esenlik anlamına gelen ve ana ilkesi tevhit olan ilahî bir mesajdır; barışçıl ve evrenseldir; kardeşlik dinidir. İslamın öngördüğü kardeşlikte, ırk, renk, dil, sosyal durum, makam ve mevki farklılığı ölçü değildir.

Tüm insanlığın arayıp durduğu sevgi, saygı, barış, kardeşlik, dayanışma, merhamat, adalet ve güzel ahlak gibi prensipleri kapsayan bir din olan İslam, hurafe ve batıl inançlardan arındırılmış olarak her türlü siyasî görüş ve düşünüşlere, dünyevî çıkar ve menfaatlara alet edilmeden anlatılmalı; etnik kökeni, mezhebi, siyasî düşüncesi ne olursa olsun, bütün vatandaşlarımızı kucaklamalıdır.

Din hizmetlerinin, politikanın dışında ve üstünde tutulması gerçeğinden hareketle, 3 Mart 1924 tarihinde çıkarılan 429 sayılı Kanunla Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur.

1982 Anayasasının 136 ncı maddesinde "Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir" hükmü yer almıştır.

Diyanet İşleri Bakanlığı, özel kanunuyla verilen görevlerini, Anayasamızda çerçevesi çizilen anlayış ve düşünce içinde yerine getirmekte, bütçe imkânlarını en iyi şekilde değerlendirmektedir. Dinimizin, birlik, beraberlik, fedakârlık ve yardımlaşma gibi yüce prensiplerini halkımıza benimsetmek, İslamın güzel ahlak sistemi içinde vatandaşlarımızın mutlu olmalarını, insanî ve manevî değerlere ve millî ülkülere bağlılıklarını sağlamak için, gerek yurt içinde gerekse yurt dışında başarılı, etkin ve yaygın bir hizmet sunmaktadır.

Yurt içinde 72 500 cami, il ve ilçe müftülükleri, Kur'an kursları, hizmetiçi eğitim kurs ve seminerleri ve yayın hizmetleri ile din ve irşat hizmetleri sunan Diyanet İşleri Başkanlığının bugünkü toplam personel sayısı 88 573'tür.

Yurttaşlarımızın yoğunlukta bulunduğu birçok yabancı ülkede de dış temsilcilikler aracılığıyla din ve irşat hizmetleri sunulmaktadır.

Türk cumhuriyetleriyle Kafkas ve Balkanlarda Türk ve Müslüman topluluklarının dinî ve kültürel ihtiyaçlarının karşılanması yönünde çalışmalar devam etmektedir.

Ayrıca, Japonya'dan Avrupa ülkelerine ve Amerika'ya kadar, yurttaşlarımızın bulunduğu birçok ülkede de dıştemsilciliklerimiz ve görevlilerimiz, hizmetlerini sürdürmektedirler.

Millî birlik ve beraberliğimizin teminatı olan yüce dinimizin, halkımıza doğru ve kaynağından öğretilebilmesi, anlatılabilmesi için mevcut imkânlar seferber edilmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı, din konusunda toplumu aydınlatmak amacıyla, hizmetlerini toplumun her kesimine ulaştırma gayreti içindedir. Şu ana kadar, bizden evvelki bütün hükümetlerin yaptığı gibi, bizim de o gayretin içinde olduğmuzu açıklamak isterim arkadaşlar.

Bu maksatla, TRT-4'ten her hafta iki saat dinî yayın yapma imkânı sağlanmıştır. "Diyanet Saati" adı altındaki programla, TRT yayın ilkelerine özen gösterilerek, birleştirici, bütünleştirici, sevdirici ve hoşgörü ölçülerini önplana çıkararak, dinimizin özkaynağından anlatılmasına imkân sağlanmaktadır.

Din hizmetlerinin daha yaygın ve sağlıklı bir şekilde sunulabilmesi için, yaşadığımız bilgi ve teknoloji çağından yararlanmak istiyoruz. Bilgisayar ve diğer iletişim araçlarını, din hizmetlerinin emrine sunmak arzusundayız.

Bu maksatla, Araştırma Geliştirme ve Dokümantasyon Merkezi kurulmuş; bu merkezin de katkılarıyla, çağımızın süper teknolojisi olan bilgisayar kademe kademe Diyanet İşleri Başkanlığının hizmetine sunulmaya başlanmıştır.

Sayın milletvekilleri, Diyanet İşleri Başkanlığına 1991 yılından beri kadro verilmemiştir. Şu anda, Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonundan geçmiş bulunan Diyanet İşleri Başkanlığına 16 667 kadro ihdasıyla ilgili kanun tasarısı, Genel Kurulumuzun gündeminde bulunmaktadır.

Burada ufak bir not vereyim: Arkadaşlarımız "sol" denildiği zaman, bizi hep dinden imandan uzak ediyorsunuz...

MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Estağfurullah...

DEVLET BAKANI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (Devamla) – Şu 16 667 kadroyu bize gelene kadar niçin almadınız? Şunu bir alsaydınız da, bu kadar isteklere biz cevap verseydik; şimdi, Ramazan münasebetiyle bütün arkadaşlarımız bizden imam istiyorlar. (DSP sıralarından alkışlar)

İLYAS ARSLAN (Yozgat) – Siz alın, o şeref sizin olsun.

DEVLET BAKANI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (Devamla) – Ben alacağım; ama, bütçemiz var, daha henüz bizim bütçemiz var. Biz geldik...

MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Sayın Bakan, siz getirin, yukarıdan aşağıya indiririz; destekliyoruz.

BAŞKAN – Sayın Bakan, Genel Kurula hitap edin efendim.

DEVLET BAKANI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (Devamla) – Evet, yani burada birbirimize sitem edecek bir konumda değiliz.

MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Destekliyoruz Sayın Bakan.

DEVLET BAKANI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (Devamla) – Teşekkür ederim; inşallah, inşallah o bize kısmet olacak.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Hayırlı olsun Sayın Bakan, hayırlı olsun.

DEVLET BAKANI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (Devamla) – Bu Ramazan ayında valiliklere gönderdiğimiz bir genelge ile, birden fazla din görevlisi bulunan mahalle camilerindeki görevlilerden birisinin, müftülük personelinin Kur'an kursu öğreticilerinin, emekliye ayrılmış personelin kadrosu bulunmayan camilerde görevlendirilmesi ve dinî yükseköğrenim görmüş öğretmenler ile imam hatip lisesi öğrencilerden istifade edilesi istenmiştir. Yani, en azından elimizden gelen nokta bu idi; bunu, Ramazandan evvel genelgeyle valiliklere bildirdik, gereğini de yerine getireceğiz değerli arkadaşlarım. (Alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığının en önemli faaliyetlerden birisi de, Kur'an kursu hizmetleridir. Başkanlıkça açılan, yaygın eğitim statüsünde olan bu eğitim kurumlarında, arzu eden vatandaşlarımıza ve çocuklarına, Kur'an-ı Kerim, usulüne göre öğretilmekte, ezberletilmekte, ibadet ile ilgili ilmihal bilgileri ve duaları öğretilmekte, İslâm dininin inançları, ibadet ve ahlâk esasları konularında aydınlatılmak suretiyle hurafelerden arındırılmış doğru bilgiler verilmektedir.

1997-1998 eğitim öğretim yılında, yeni açılan 165 Kur'an kursu ile birlikte, Kur'an kurslarının sayısı 6 126'yı bulmuştur.

Yani, bir kısıtlama, kapatma diye bir konu yok. Burada siyasetten dinimizi hep uzak tutmak lazım arkadaşlar. Benim okuduğumun hepsi Diyanet İşlerinin verilerinden kaynaklanır, başka türlü okumam. (DSP sıralarından alkışlar; RP sıralarından gürültüler)

ZÜLFİKAR GAZİ (Çorum) – CHP duymasın.

BAŞKAN – Efendim müdahale etmeyelim, rica ediyorum.

DEVLET BAKANI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (Devamla) – Ayrıca, bu yıl yapılan yönetmelik değişikliğiyle okulların tatil olduğu hafta sonlarında veya yaz aylarında, ilköğretimin 5 inci sınıfını tamamlayan öğrenciler için, kanunî temsilcilerinin isteğine bağlı olarak, Kur'an-ı Kerîm'i ve mealini öğrenebilmeleri ve dinî bilgilerini geliştirebilmeleri amacıyla kurslar düzenlenmesi öngörülmüştür.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığının, ezanların düzenli ve kulağa hoş gelecek şekilde okunmasını sağlamaya yönelik gayret ve çalışmaları, 1981 yılından beri devam etmektedir. Bu konuda değişik tarihlerde genelge ve talimatlar gönderilmiş; ancak, yapılan düzenlemelerde arzu edilen sonuç elde edilememiştir, ses karışıklığı devam etmiştir.

Ezan konusunu kesin bir çözüme kavuşturmak amacıyla, 22 ve 27 Haziran 1996 tarihleri arasında -burada, Doğru Yol Partisi milletvekillerine duyurulur- Bolu'da, 5 Aralık 1996 ve 28-29 Mayıs 1997 tarihlerinde Ankara'da il müftüleriyle yapılan toplantılarda konu gündeme getirilmiş, görüş birliğine varılan hususları kapsayan, 7 Ağustos 1997 -yani, benim dönemimde- 798 sayılı Başkanlık talimatı valiliklere gönderilmiştir. Yani, tabiî, çok mutluyum; bütün partiler bunda aynı fikirde; ama, biz yapınca -başka türlü hitap etmeyeceğim- yanlış sözler söyleniyor, söylenmemesi gerekir; bu konunun siyasetten uzak tutulması gerekir arkadaşlar. (DSP, RP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

Söz konusu talimatla, birbirine çok yakın olan camilerde aynı anda okunan ve birbirine karışan ezan seslerinin ortaya çıkardığı ses karışıklığını ortadan kaldırarak, ezanın kulağa hoş gelecek şekilde okunmasını temin maksadıyla, ezanların, yerleşim yerlerinde bulunan semt merkezlerindeki merkezî bir camiden, en güzel ezan okuyan bir müezzin tarafından mikrofonla okunması, bu ezanın işitildiği bölgedeki diğer küçük camilerde okunan ezanların da, ses karışıklığına meydan vermemek için, mutlaka şerefeye çıkılarak, mikrofonsuz okunması amaçlanmıştır. (DSP sıralarından alkışlar)

Bu konuda, il ve ilçe müftülüklerince gerekli düzenlemeler yapılmış, bugüne kadar ezanların herhangi bir yerleşim biriminde işitilmediğine dair vatandaşlarımızdan hiçbir şikâyet gelmemiştir arkadaşlar.

Sayın milletvekilleri, halen, ülke genelinde 280 vaizle yürütülmeye çalışılan irşat hizmetlerinde ve camilerde yapılan vaazlarla, vatandaşlarımıza yeterince ulaşılamamaktadır. İrşat hizmetlerinin daha etkin ve verimli bir hale getirilmesi ve vaiz eksikliğinden kaynaklanan sıkıntıların giderilmesi için, il ve ilçelerde merkezî konumdaki camilerden yapılan vaazın, diğer camilerdeki vatandaşlarımıza da ulaştırılması amacıyla 1957 yılından itibaren kablo bağlantılarıyla camilerin birbirlerine irtibatlandırılması yoluna gidilmiştir. 1995 yılından bu yana ise, telsiz haberleşmesi denilebelecek bir tarzda merkezî yayın sistemleri kurulmaya başlanmıştır. Halen, 318 yerleşim biriminde kablolu, 288 yerleşim biriminde de kablosuz merkezî sistemle irşat hizmetleri yürütülmektedir. Sistemin amacı, daha çok insanın Diyanet İşleri Başkanlığının sunduğu vaaz ve irşat hizmetlerinden faydalanmasını sağlamaktır. Halen Ankara'da, yaklaşık 700 camiye telsiz sistemiyle her gün öğle vaktinden önce Kur'an-ı Kerim ve vaaz yayını yapılmaktadır.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) – Sayın Bakanım, cızırtıdan başka bir şey duyulmuyor.

DEVLET BAKANI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (Devamla) – O, size öyle geliyor Sayın Esengün.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) – Yok, biz gidip duyduğumuzu...

BAŞKAN – Efendim müdahale etmeyelim, rica ediyorum.

DEVLET BAKANI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (Devamla) – Son günlerde kamuoyunda, Türkçe ibadet ve özellikle Kur'an-ı Kerim'in namazda Türkçe tercümesinin okunmasına dair yapılan tartışmalar üzerine konu, Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulunda görüşülmüş; namazda ve ibadet olarak Kur'an-ı Kerim'in aslî lafzları ile okunmasının gerektiğine 4.12.1997 tarih ve 103 numaralı kararla oybirliğiyle karar verilmiştir. (DSP, ANAP ve RP sıralarından alkışlar)

Halkımız arasında oluşabilecek yanlış anlama, şüphe ve tereddütlerin izalesi için bu karar Diyanet İşleri Başkanlığınca 14.12.1997 tarihli bir basın açıklaması ile kamuoyuna duyurulmuştur.

A. TURAN BİLGE (Konya) – Bir daha oku.

RAMAZAN YENİDEDE (Denizli) – O kitap ne oldu?

DEVLET BAKANI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (Devamla) – O kitabı, sadece incelemek için, Diyanet İşleri Başkanlığı almıştır. Ben, bu tartışmaya girmemek için size herhangi bir cevap vermek istemedim. Kültür Bakanlığının bütçesinde soracaksınız onu.

BAŞKAN – Efendim müdahale etmeyelim.

RAMAZAN YENİDEDE (Denizli) – Peki.

İ. ERTAN YÜLEK (Adana) – Sorduk zaten.

DEVLET BAKANI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (Devamla) – Olur mu; Diyanet İşleriyle hiçbir alâkası yok. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarımız, dinimizi iyi öğrenmiş, doğru anlamış, genel kültürle donanmış din görevlileri yetiştirilmesi, toplumsal geleceğimizin teminatı olması bakımından da bir mecburiyettir. Bu çerçevede, imam hatip lisesi mezunu din görevlilerimizin, Açık Öğretim yoluyla yüksek öğrenim görmeleri, yükseköğrenimi bitirenlerin ise, yüksek lisans eğitimi yapmaları yönündeki girişimlerimiz son aşamaya gelmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığının düzenlediği hac organizasyonları, İslam ülkelerinin birçoğuna örnek teşkil etmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bakan, süreniz bitti. Size, kısa bir eksüre daha vereyim de konuşmanızı toparlayın efendim; buyurun.

DEVLET BAKANI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.

Suudi Arabistan Hükümeti, hac ibadetinin yapıldığı mekânlarının yetersizliği nedeniyle, bütün İslam ülkelerine hac kotası uygulamaktadır; ülkelerin nüfusunun binde 1'i oranında kontenjan verilmektedir; bu miktar, büyük hac talebi olan ülkemizin ihtiyacını karşılayamamaktadır. Bu bağlamda, önceki yıllarda olduğu gibi, bu yıl da yaptığımız girişimler sonucu, hac kotası ilk kez bu yıl artırılarak, 61 183'ten 66 330'a yükseltilmiştir arkadaşlar.

Diyanet İşleri Başkanlığının millî birlik ve bütünlüğümüz için gerekli gördüğümüz hizmetlerini geliştirmeye devam edeceğiz. 1998 yılı bütçesi bu amaçla yüzde 105,1 oranında artırılarak, 47 trilyon 130 milyar 860 milyon liradan 96 trilyon 646 milyar 50 milyon liraya yükseltilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı, bütçe ödeneklerini tasarruf ve hizmet anlayışı içerisinde en iyi bir şekilde kullanarak, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak, daha etkin ve yaygın din hizmeti sunmaya devam edecektir arkadaşlar.

Kanun tasarılarının görüşülmesi sırasında göstermiş olduğunuz yakın ilgiye ve olumlu katkılarınıza teşekkür ederim; görüşleriniz ve temennileriniz çalışmalarımıza ve hizmetimize ışık tutacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığının 1998 yılı bütçesinin Diyanet camiasına ve milletimize hayırlı olmasını diler, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) – Sayın Başkan, kısa bir açıklama arz edebilir miyim...

BAŞKAN – Yok efendim öyle bir...

HALİL ÇALIK (Kocaeli) - Bırak!.. Bırak!..

BAŞKAN – Efendim, bir dakika...

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Kısa bir açıklama...

HALİL ÇALIK (Kocaeli) – Yok öyle bir usul...

BAŞKAN – Arkadaşlar, rica ediyorum...

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) - Sayın Bakanın bizim Hükümetimiz zamanındaki icraatla ilgili...

BAŞKAN – Bir cümle ama...

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) – Hükümetimiz zamanında Diyanete 16 667 kadro ihdasına dair tasarı Meclise sevk edildi, Plan ve Bütçe Komisyonunda kabul edildi.

DEVLET BAKANI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) – Niye çıkmadı?

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) – Şimdi, Meclis gündeminin 75 inci sırasında.

DEVLET BAKANI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) – Onu biliyoruz, başka şey söyle.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) – Sayın Bakanımız yardımcı olsun, şunu yılbaşından evvel çıkaralım.

DEVLET BAKANI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) – Bir senedir niye çıkarmadınız?

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan.

DEVLET BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sabahtan beri Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığının bütçesi üzerinde konuşan bütün arkadaşlarıma, katkılarından dolayı teşekkür ediyorum.

Devlet İstatistik Enstitüsünün faaliyetleriyle ilgili olarak bastırılan kitapçığımız biraz sonra değerli milletvekillerimize ulaştırılacak; ancak, ben, burada konuşan arkadaşlarımıza cevap niteliğinde olmamak kaydıyla, Devlet İstatistik Enstitüsümüzün çalışmalarını hem siz değerli milletvekillerimize hem de televizyonları başında bizi izleyen değerli vatandaşlarımıza arz etmek üzere birkaç cümleyle anlatmaya çalışacağım.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Devlet İstatistik Enstitüsü, dinamik bir ekonomik ve sosyal gelişmeyle dışa açılma süreci içinde bulunan ülkemizin çıkarları yönünden, kendisine verilen görev ve sorumlulukların öneminin bilinci içinde çalışmalarına devam etmektedir. Bu çalışmalar, Enstitünün, sağlam esaslara dayalı, geniş kapsamlı ve ileriye dönük bir yaklaşımla güçlendirilmesi için öncelikle gerekli altyapının oluşturulması konusunda yoğunlaştırılmaktadır.

Sayın Başkan, sayın millevekilleri; bilindiği üzere, 1 Ağustos 1997'de 23 067 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Genel Nüfus Tespitinin Yapılması ve Seçmen Kütüklerinin Güncelleştirilmesi Hakkında 4300 sayılı Kanun, Devlet İstatistik Enstitüsünün yoğun çalışmaları sonucu, 30 Kasım 1997 Pazar günü genel nüfus tespiti gerçekleştirilerek, uygulanmıştır. Genel nüfus tespitinin temel amaçları şunlar olmuştur:

1– Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki bütün nüfusun sayılması,

2– İkametgâh bilgisine göre, yerleşim birimlerinin nüfuslarının belirlenmesi,

3– Yerleşim birimlerine göre, nüfusun, yaş, cinsiyet ve öğrenim durumu gibi temel niteliklerinin bulunması,

4– Seçmen nüfusunu oluşturan 18 ve daha yukarı yaştaki bireylere ait bilgilerin bilgisayar ortamına aktarılarak, ülke genelinde seçmen kütüğünün oluşturulması,

5– Türkiye sınırları içindeki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan kişilerin, nüfus cüzdanlarına dayalı kayıt bilgilerinin derlenmesi,

6– Nüfus kayıt bilgilerinin bilgisayar ortamına aktarılmasıyla, Türkiye sınırları içindeki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tamamını kapsayan nüfus kütüğünün oluşturulması,

7– Oluşturulan bu kütüklerin, merkezî nüfus idaresi sistemi projesinde bilgi altyapısı kapsamında kullanılmasını sağlamak üzere, İçişleri Bakanlığı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğüne manyetik ortamda aktarılması.

Bu amaçları gerçekleştirebilmek için, nüfus tespiti formunda yer alan sorular, düzenlenen anketler, üniversiteler ve ilgili kuruluşların temsilcilerinin de katılmasıyla oluşturulan Nüfus Tespiti Yüksek Danışma Kurulunun aldığı kararlar doğrultusunda belirlenmiştir.

Burada, değerli arkadaşlarımızın konuşmalarında söylediği "bayanlara ne iş yaptığı sorulmadı, özürlülerle ilgili bir tek soru soruldu" cümlelerine de bu şekilde cevap vermek istiyorum. Vatandaşımıza, bu kurulun hazırladığı, en kısa sürede netice alınabilecek -zamanın da kısalığı göz önüne alınarak- sorular sorulmuştur. Kesinlikle, erkek ve bayan ayırımı yapılmamıştır; hane halkı reisinin ne iş yaptığı sorulmuştur, hane halkı reisi erkekse erkeğe, hane halkı reisi bayansa bayana bu soru tevcih edilmiştir. Kaldı ki, Büyük Atatürk'ün kurduğu Devlet İstatistik Enstitüsü, Türk kadınına gerekli saygıyı göstermektedir, Başkan Yardımcılarının ikisi de muhterem hanımefendilerden oluşmaktadır, iki başkan yardımcımız da hanımdır.

Ayrıca, 1997 yılında, bedensel, zihinsel, duygusal ve sosyal özelliklerinde belirli oranda fonksiyon kaybına neden olan organ yokluğu veya bozukluğu sonucu normal yaşam gereklerine uyamayacak düzeyde özürlenmiş kişilerin, demografik, sosyoekonomik kapsamda araştırılmasının yapılması amacıyla, özürlüler araştırması yapılması planlanmıştır. Türkiye'deki özürlü sayısını tahmin etmek, oluş sebeplerini, niteliklerini ve çeşitlerini belirlemek amacıyla yapılacak olan bu çalışmanın anket formu hazırlanmıştır. Bu anket formu üzerinde tartışmak için, üniversite ve kamu kuruluşlarıyla toplantı düzenlenmiştir; öneriler doğrultusunda, taslak anket formu oluşturulmuştur. Nüfus tespitinde sorulan bir soruyla da, bu araştırma için gerekli adres çerçevesine ulaşılması amaçlanmıştır; yoksa, burada, amaç, Türkiye'deki özürlüleri tespit değildir; o bir soruyla, sadece, adres çerçevesine ulaşılması amaçlanmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 30 Kasım 1997 Pazar günü gerçekleştirilen nüfus tespitinin ülke genelindeki nüfus tespit komitelerinden gelen geçici sonuçlarına göre, Türkiye'nin nüfusu, 62 606 157 olarak tespit edilmiştir. Bu nüfusun 40 735 969'unun il ve ilçe merkezlerinde, 21 870 188'inin de köylerde yaşadığı belirlenmiştir. 1990 yılındaki nüfusun 33 439 347'si il ve ilçe merkezlerinde, 23 033 688'i köylerde yaşıyordu.

Yine, bir değerli arkadaşımızın konuşmasındaki nüfus sayım neticelerinin şüpheyle karşılandığı yolundaki ifadelerini, ben, bundan böyle hiç kullanmamamız gerektiğini özellikle belirtmek istiyorum. Evvela, bizim, devlet olarak, Türkiye olarak, kendimize güvenmemiz ve yaptığımız işlerin doğruluğundan da emin olmamız gerekmektedir. Şimdi, burada verilen rakamlarla, nüfus artış hızının 1990 yılına göre düşmesi örnek gösterilerek bunun yanlışlığı vurgulanırsa, burada, büyük bir hataya düşeriz. Nüfus artış hızının aşağıya düşmesi bizim için övünülecek bir şeydir; demek ki, doğru olan rakam verilmektedir. 1960 yılında, nüfus sayımında, artış hızı binde 28,53'tü, 1980 yılında da binde 20,65 olarak çıkmış. Şimdi, 17 yıl sonra bu hız binde 14,70 olarak karşımıza çıkmaktaysa, burada, üzülecek, neticeden şüphe edecek bir durum yoktur. Bu da, bizim övüneceğimiz, bu sayımın doğru netice verdiğini övünerek söyleyebileceğimiz bir neticedir; şehirleşme oranının artışı ve nüfus planlama çalışmalarının hızlı seyretmesine paralel olarak sağlıklı bir seyir izlemektedir. Ayrıca, projeksiyonlar, sayımlara dayandırılmalıdır. Projeksiyonları doğru varsayıp, tüm sayımları eksik ve yanlış nitelendirmekse, bizi, çok büyük yanlışlara götürecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1997 genel nüfus tespiti sonuçlarının, kanunun öngördüğü gibi kısa sürede açıklanabilmesi için, Devlet İstatistik Enstitüsü, ICR (akıllı karakter okuyucu) teknolojisini satın almıştır. Bu teknolojiyle, 1997 genel nüfus tespitinin yanı sıra, bundan sonra yapılacak sayım ve araştırmaların sonuçları da çok kısa zamanda açıklanabilecektir. Bu bağlamda, en önemli hedeflerden biri, bundan sonra yapılacak nüfus sayımlarında, insanları sayım sırasında evlerinde bulunmaya mecbur etmemektir.

1997 genel nüfus tespit çalışmasının başlangıç maliyeti 13 trilyon 400 milyar liraydı; ancak, şimdiye kadar, bu miktarın 7 trilyon liralık kısmı harcanmıştır. Bu da, çok büyük bir tasarrufa gidildiğini göstermektedir. Ayrılan paranın 3 trilyon 500 milyar liralık kısmı yeni teknolojinin transferi ve Enstitünün mevcut sisteminin yenilenmesi içindir. ICR teknolojisinin transferi için 1 trilyon 500 milyar lira dolayında harcama yapılmıştır.

Burada, bir değerli arkadaşımızın haklı olarak dile getirdiği, Devlet İstatistik Enstitüsü Eğitim Merkezinden sertifika alanlarla ilgili, Devlet Personel Yasasıyla verilen haklar ise, yasayla düzeltilmesi gereken bir konudur. Ancak, 55 inci Hükümet döneminde, ondan da önce başlayan çalışmayla Devlet İstatistik Enstitüsü ile YÖK arasında yapılan protokolle, eğitim merkezlerinden alınan sertifika, yerini, üniversitelerden alınan master program sertifikasına terk etmiş; böyle, üniversitelerden mezun olan istatistikçilerin yerine, başka bilim alanları ve disiplinlerden mezun olanların Devlet İstatistik Enstitüsü Eğitim Merkezini bitirmeleri sonucunda istatistikçi sayılmaları uygulamasına fiilen son verilmiştir. Bu vesileyle bunu da belirtmek istiyorum.

Ayrıca, Devlet İstatistik Enstitüsünün faaliyetlerini de birkaç cümleyle sizlerle paylaşmak istiyorum.

Devlet İstatistik Enstitüsü, 1996 yılında Sermaye Piyasası Kuruluyla yaptığı protokol gereği, sermaye piyasasıyla ilgili kurumların, atılımlar, yenilikler ve ileriye dönük programlar yapabilmesi için, yatırımcıların beklentilerini, sorunlarını ve amaçlarını ölçmek için, 1997 yılında, 1996 hane halkı tasarruf ve yatırım eğilimleri anketi düzenlemiştir. Bu anket, 21 il merkezinde toplam 18 600 örnek haneye mart, nisan, mayıs aylarında uygulanmış, anketin editing ve kod çalışmaları tamamlanmıştır, tablolama ve analiz çalışmalarına devam edilmektedir; önümüzdeki günlerde sonuçları kamuoyuna açıklanacaktır.

Devlet İstatistik Enstitüsü, ülkemizde istatistik alanında çalışmalar yapan bilim insanları ile araştırmacıların etkileşimli çalışmalarına olanak sağlayan zemin ve imkânları yaratma gayreti içerisinde olmuştur. Enstitünün 1997 yılını araştırma yılı olarak ilan etmesi ve her yıl düzenlediği araştırma sempozyumlarıyla bu durumu açıkça sergilemektedir. Ayrıca, YÖK'le işbirliği içinde yapılacak araştırmalar projesi çerçevesinde, birçok üniversitemizin çeşitli araştırma projesi, Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından desteklenmektedir. Bu projelerle ilgili ödeneklerin üniversitelere aktarılması için protokoller imzalanarak Maliye Bakanlığı nezdinde gerekli girişimlerde bulunulmuştur.

Sağlık Bakanlığıyla işbirliği içerisinde 15 araştırma konusunda Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından teknik destek verilmektedir.

Uluslararası Para Fonu, ekonomik gelişmelerden zamanında haberdar olup, üye ülkeler üzerinde gözetimini artırmak amacıyla bir çalışma başlatmıştır. Bu çerçevede, IMF tarafından, Internette, her katılımcı ülkenin yer aldığı, veri standartları elektronik bülteni oluşturulmuştur. Türkiye'de, özel veri yayımlama standartlarını IMF'ye iletmekle sorumlu koordinatör kuruluş olarak Devlet İstatistik Enstitüsü seçilmiştir.

Çalışmanın ikinci aşaması, veri standartları elektronik bülteninde yer alan göstergelerin veri tabanının hazırlanmasıdır.

IMF, üçüncü aşama olarak, üye ülkelerin özel metodoloji sayfalarının Internet üzerinden yayımlanmasını öngörmektedir. Bu doğrultuda, 22 Eylül 1997 tarihinde Hong Kong'ta gerçekleştirilen IMF'nin yıllık toplantısında, diğer ülkelere örnek teşkil etmek üzere, Amerika, Kanada ve Türkiye'nin hazırladığı tüketici fiyatları endeksleri metodolojisi, bir gösterimle tanıtılmıştır.

Buradan da görülmektedir ki, 55 inci Hükümet, ülkemizi, bütün kurumlarıyla, bilgi çağına, bir an önce götürmek için çalışma yapmakta; Türkiye'yi bir an önce bilgi toplumu yapmanın gayreti içindedir. Devlet İstatistik Enstitüsü de bu köprülerin en önemlilerinden birisidir.

Yine, ülkemizin kamu kesiminde, coğrafî bilgi sistemi ve uzaktan algılama teknolojileri ve yöntemlerinin ciddî ve tutarlı çalışmalarına, istatistikî bilgi üretimi kapsamında, 1993 yılından beri, Enstitüce devam edilmektedir. Yüksek teknoloji ve bilgi sistemlerinin önemli öğelerini içerin bu çalışmalar, bilgi çağının gereği olan bilgi üretim yaklaşımlarının Enstitümüze ve ülkemize kazandırılması için büyük önem taşımaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Devlet İstatistik Enstitüsü, her yıl, pek çok seminer ve bilimsel toplantılar düzenlemektedir. Bu yıl da, bunlara, uluslararası alanda çok önemil bir kongre eklenmiştir. Dünyanın en eski ve en önemli bilimsel kuruluşlarından biri olan Uluslararası İstatistik Enstitüsünün, iki yılda bir düzenlediği toplantılardan, 51 inci dönem toplantısı, Sayın Cumhurbaşkanı ve Sayın Başbakanın katılımlarıyla, 18-26 Ağustos 1997 tarihleri arasında, ülkemizde, büyük bir faaliyet olarak, İstanbul'da yapılmış; toplantıya -bilim dünyasından tanınmış isimler dahil- yurt dışından 1 250, yurt içinden 385 olmak üzere, toplam 1 635 kişi katılmıştır. Bu katılım oranı, son yıllarda ülkemizde düzenlenen uluslararası bilimsel ve meslekî toplantılar arasında en yüksek katılımlardan biridir. Uluslararası platformda da saygınlık ve ciddiyetin bir göstergesini, Devlet İstatistik Enstitümüz böylece sağlamıştır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Devlet İstatistik Enstitüsü, bugüne kadar geldiği başarı çizgisini, yüksek görev anlayışı ve mevcut çalışan personelinin üstün gayretleriyle yakalamıştır. Bu anlamda, Enstitümüze, kuruluşundan bugüne kadar hizmeti ve emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Enstitümüz, dünyadaki diğer benzer kuruluşlar gibi kendisini sürekli yenilemek ve geliştirmek durumundadır. 2000'li yıllara hazırlanan Devlet İstatistik Enstitüsünün çalışmalarında başarıya ulaşabilmesi için, gerek halkımızdan gerekse devletin her biriminden istediği bilgileri hiç vakit kaybetmeden alabilmesi gerekmektedir. Talebe yönelik araştırmaya dayalı olarak, zamanında ve güvenilir istatistikî bilgilerin üretilebilmesi, bu güzide kurumun ihtiyacı olan olanaklara kavuşturulmasıyla mümkündür.

Bu amaçla, Devlet İstatistik Enstitüsünün gerçekleştirdiği istatistikî çalışmalar ve bilimsel faaliyetlerin daha üst seviyede başarıya ulaşabilmesi, ancak gerçekçi bir bütçeyle desteklenmesiyle sağlanacaktır. Hep birlikte amaçladığımız çağdaş medeniyetler seviyesine, ancak istatistikî bilgiler ışığında ulaşılabileceği gerçeğini bir kere daha vurgulayarak, yetmişbirinci yılına erişen Devlet İstatistik Enstitüsünün 1998 yılı bütçe tasarısını yüksek görüşlerinize arz ederken; bu bütçe süresince emeği geçen Plan ve Bütçe Komisyonunun Başkanına, değerli üyelerine, Meclisi yöneten Başkanlık Divanına teşekkür ediyor; hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Böylece, bütçeler üzerinde Hükümet adına yapılan konuşmalar sona ermiştir.

Bütçenin aleyhinde, Yozgat Milletvekili Sayın Abdullah Örnek; buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

ABDULLAH ÖRNEK (Yozgat) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesi üzerinde, aleyhte olmak üzere söz almış bulunmaktayım; Yüce Heyetinizi ve aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.

Vakıflar Genel Müdürlüğü, 3 Mart 1924 tarihinde, 424 sayılı Yasayla kurulmuştur; 227 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle görevini sürdürmektedir. Yine, 13 Nisan 1954 tarihinde kurulan Vakıflar Bankasının sermayesinin yüzde 75'ini Vakıflar Genel Müdürlüğü karşılamaktadır.

Vakıflar Genel Müdürlüğünün görevleri, mallarını, verimli ve hizmete yönelik olarak işletmek, eski eser ve yapıları korumak ve onarmak, mülhak vakıfların denetim hizmetlerini, yönetimlerin boşalan vakıfların mallarının idare ve teslimini gerçekleştirmek; vakfiyelerde yazılı sosyal, kültürel, ekonomik hizmetleri yerine getirmek, yeni kurulan vakıfların tescil işlemleri ile denetimlerini yapmaktır.

Vakıf, ergenlik çağına erişmiş bir Müslümanın, kendi mülkü olan kıymetli ve dayanıklı mal ve servetinin faydasını, başka hiçbir şarta bağlamadan, Müslüman veya zimmî, yani gayrimüslim vatandaşlara bırakmasıdır. İnsanlarımıza, vakıf anlayışını Kur'an ve sünnet yerleştirmiştir. Vakıf, İslamî bir kavramdır ve bunu ortaya çıkaran da, geliştiren de İslam'dır.

Vakıfların, bir sistem olarak, İslam'ın anlaşılmasına, uygulanmasına ve yaşanmasına destek olmak, fakir insanların sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarının giderilmesine katkıda bulunmak, hatta, tabiattaki canlılara yardımcı ve destek olmak gibi pek çok gayelerinin yanında, çevre temizliğinin sağlanması da, yine, önemli gayelerindendir.

Malını vakfeden insan, ahiretten önce dünyayı düşünür; onu, yani dünyayı, Allah'ın rızasına uygun olarak imar etmek ve bir düzen içerisine sokmak, hem dünyada, hem de ahirette, huzur ve saadet içerisinde yaşamak ister. Bu cümleden olarak, 20 nci Asrı hariç tutarsak, geçen onüç asırlık İslâm tarihine baktığımızda, aslında, İslam medeniyetinin, bir vakıf ve sevgi medeniyeti olduğunu görürüz; eğitimden sağlığa, ekonomiden teknolojiye, insandan tabiata, her alanda vakfın çok büyük bir yerinin ve işlevinin olduğuna şahit oluruz.

Bütün bu tarihî eserlerimiz, insan, çevre ve hayvana yönelik gönüllü hizmetlerimiz, hep bu vakıf anlayışının eserleridir.

Hepimizin bildiği gibi, kaynağını Kur'an, hadis, asrı saadet uygulamaları ve çağının doğru bilgilerinden alan, Emevî-Abbasî, Selçuklu-Osmanlı çizgisindeki birinci İslam medeniyeti, bu asrın başında yıkıldı. Bu yıkılışa paralel olarak, ortaya yeni bir medeniyet çıktı. Bu medeniyet, insana sunduğu ve bizim de çok büyük bir bedel ödeyerek aldığımız bazı güzel teknoloji ürünlerine rağmen, sevgi ve fedakârlık duygusundan tamamen yoksun olan Batı medeniyetidir. Rahmetli Akif'in, haklı olarak "tek dişi kalmış canavar" dediği Batı medeniyeti, birinci İslam medeniyetinin zıddına, kin, nefret ve kanla beslenmektedir. Yaklaşık iki asırdır dünyayı kana bulayan Batı medeniyeti, insan ve eşyayı harap etmiştir; bundan, en büyük payı, bizim sevgi ve vakıf medeniyetimiz almıştır.

Birinci Dünya Savaşında, binlerce insanımızın yanında, yine, binlerce vakıf eserimiz mahvolmuştur. 1920'li yıllardan sonra da, kendi toplumundan kopan ve kendisini Batı medeniyetinden sayan ve devletimize hâkim olan kadrolar, vakıf eserlerimizi âdeta talan ve yağma etmişlerdir.

Türk-İslam âleminde sosyal yardım ve hizmet kurumları, daima birleştirici ve kaynaştırıcı özellik taşımışlardır. Ekonomik, sosyal ve kültürel hayatımızda derin izleri bulunan vakıf müessesesi, bunun en önemli örneğini teşkil etmektedir. Bu müesseseler, sadece sosyal hayatı kendi prensipleri içerisinde düzenlemekle kalmamış, meydana getirdikleri birçok eserle, Türk kültürüne ve sanatına katkıda bulunmuşlardır; böylece, dünya kültür ailesi için müstesna bir yer teşkil etmişlerdir. Türk toplumunun en eski ekonomik, sosyal, dinî ve hukukî kurumları olan vakıflar, geçmişte olduğu gibi, bugün de ülkemizin sosyal ve ekonomik kalkınmasına katkılarını, değerli hizmetlerini en iyi şekilde devam ettirebilmenin gayreti içerisindedirler.

Değerli milletvekilleri, geçmişten günümüze, Türk Milletinin medenî ruhunu, yardım ve şefkat hislerini, sanat aşkını yaşatan ve koruyan vakfın, bugün de aynı önemi taşıdığı şüphesizdir. Değişik sosyal şartlar altında vücut bulan vakıfların her biri müstakil birer hükmî şahsiyeti haiz olup, bu vakıflar, vakfiyelerinde ve tesis senetlerinde yazılı esaslar dahilinde idare edilmektedir.

Vakıf anlayışının temelinde, insan sevgisi, feragat ve fedakârlık duygusu vardır. Tarihimizde, gelir dağılımı dengesizliklerinin giderilmesinde ve sosyal adaletin sağlanmasında, vakıf müesseseleri, büyük görevler ifa etmişlerdir. Diğer yandan, yurdumuzun her köşesi, ecdadımızdan kalma vakıf eserleriyle doludur; ancak, tarihi korumak, onu yazmak kadar önemlidir. 1982 Anayasamızın 63 üncü maddesindeki "devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır" ifadesiyle, bu anlayışa sahip çıkılmış, Vakıflar Genel Müdürlüğümüz de, bu tarihî dokumuzun yaklaşık yüzde 80'ini oluşturan eserleri korumak ve onarmakla görevlendirilmiştir.

Camilerimizde bulunan antika halı ve kilimlerin korunmaları, temizlik ve bakımları yapılarak güvenli ortamlarda sergilenmeleri de ayrı ve ciddî bir hizmet konusudur. Bu topraklar üzerinde varlığımızın tapu belgeleri olan vakıf eserlerimizi yok sayarak Anadolu kültüründen söz etmek mümkün değildir.

Değerli milletvekilleri, bu derece önemli olan vakıflara, bu İktidar döneminde nasıl davranıldığının tipik örneği olarak, Kırıkkale'nin Keskin İlçesinde düzenlenmiş olan üçüncü kültür şenliğinde, camiden alınan halıların, içki masalarının ve şarkıcıların ayaklarının altına serilmesi, bütün Türkiye'de şok etkisi yapmıştır. Cami halıları üzerinde yapılan bu rezalete sebep olanları cezalandırmak şöyle dursun, âdeta mükâfatlandıran bu İktidar, 8 yıllık kesintisiz eğitimle, Kur'an kurslarını ve imam-hatip liselerinin orta kısımlarını kapatarak, milletin nefretini ve bedduasını alanları protesto için, dükkânının camına "5+3" yazan vatandaşlara altı ay hapis cezası verdiren bu baskı ve zulüm hükümetine, bu Aziz Millet, elbette, zamanı gelince, gereken dersi verecektir.

EMİN KARAA (Kütahya) – Ayıp!.. Ayıp!..

AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) – Hangi Kur'an kursu kapatıldı?!

ABDULLAH ÖRNEK (Devamla) – Dinleyin!..

Değerli milletvekilleri, bu Hükümet zamanında, işte, elimizdeki -biraz önce Sayın Bakan da temas ettiler- 9.8.1997'de gönderilen bu genelgede ezanların susturulduğu açıkça ifade edilmektedir. Meseleleri doğru tespit edelim. (ANAP ve DSP sıralarından gürültüler)

AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) – Ayıp, ayıp!..

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Yalan söyleme.

ABDULLAH ÖRNEK (Devamla) – Soru önergem burada. Bu camilerden alınan 90 halının üzerinde şarkı söylenilmiştir, masalar kurulmuştur, içki içilmiştir beyler!..

HALİL ÇALIK (Kocaeli) – Allah rızası için doğru konuş.

ABDULLAH ÖRNEK (Devamla) – Ülkemizi, içeride bu şekilde idare eden bu zihniyet, yıllardan beri takip ettiği dış politikayla, dışarıda da Avrupa ülkelerinden dışlatmıştır, İslam ülkelerinden, Ortadoğu ülkelerinden dışlatmıştır ve nüfusu sadece ve sadece Ankara kadar olan bir ülkeye, âdeta bu koskoca ülkeyi mecbur etmiştir, mahkûm etmiştir. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Yazıklar olsun!..

ABDULLAH ÖRNEK (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bununla da kalınmamış -sizler de takip ediyorsunuz- üniversite kapılarında aylarca sürdürülen başörtüsü zulmü devam etmektedir. Kışta kıyamette, karda yağmurda devam eden bu rezalet, ülkemizi dışarıya karşı küçük düşürmüştür.

HALİL ÇALIK (Kocaeli) – Ne alakası var...

ABDULLAH ÖRNEK (Devamla) – Bu zulüm karşısında, âdeta taştan ses gelmiş, İktidardan ses gelmemiştir.

HALİL ÇALIK (Kocaeli) – Yalan söylüyorsun.

ABDULLAH ÖRNEK (Devamla) – Değerli arkadaşlar, hatta birkaç gün önce -eğer, gazeteleri okumuyorsanız, haberleri takip etmiyorsanız, onu siz düşünün- Çukurova Üniversitesinde 16 hemşire başörtüsü taktığı için görevlerinden ihraç edilmiştir. Bu, yüzkarasıdır bu Hükümet için değerli arkadaşlar.

HALİL ÇALIK (Kocaeli) – Yasalara uyacaksın.

ABDULLAH ÖRNEK (Devamla) – Memurlar, işçiler İstanbul'dan, yürümüş, Ankara'ya kadar gelmişlerdir, sokaklara dökülmüşlerdir.

Birkaç arkadaşım izah etti, ben de temas etmeden geçemeyeceğim. Bu Hükümet, daha güvenoyu almadan, tüyü bitmemiş yetimin hakkını, 16,5 trilyonu, kanunsuzca rantiye gruplarına peşkeş çekmiştir ve...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HASAN GÜLAY (Manisa) – Sen gördün mü?

ABDULLAH ÖRNEK (Devamla) – Evet, işte elimizde belgeler vardır, bu peşkeşin hesabı da sorulacaktır.

BAŞKAN – Sayın Örnek, efendim, süreniz bitti.

ABDULLAH ÖRNEK (Devamla) – Bitiriyorum efendim.

BAŞKAN – Peki, 1 dakika eksüre veriyorum, bitirin efendim.

ABDULLAH ÖRNEK (Devamla) – Değerli Başkan, değerli milletvekilleri...

MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – Sen kimden yanasın?

HALİL ÇALIK (Kocaeli) – Doğrudan yana.

ABDULLAH ÖRNEK (Devamla) – Gocunanlar gelir cevap verir.

Şunu, biraz önce, Diyanet İşlerinden sorumlu Sayın Devlet Bakanı ifade ettiler, kendilerine katılıyorum; ancak, 54 üncü Hükümet zamanında 16 667 personel için gerekli çalışmalar yapılmış, Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmüş, Meclis gündemine indirilmiş ve Meclis gündeminde şu anda 75 inci sıradadır. Biz, Refah Partisi olarak, bir ramazan müjdesi olsun diye, kendilerine destek vereceğiz. Lütfen, Danışma Kurulunda görüşülsün ve ilk sıralara çekilsin. Bu Aziz Millete bir ramazan müjdesi verilsin. Yıllardan beri süren bu problemin içerisinden de çıkılmış olsun diyorum.

EMİN KARAA (Kütahya) – Bir sene ne yaptınız?!.

ABDULLAH ÖRNEK (Devamla) – Bu arada, yurt dışına giden din görevlileri için de bir cümleyle bir şey söylemek istiyorum. Buraya gönderilen din görevlileri, ataşeler, müşavirler, özellikle belli bir partinin propagandasını yapıyor, bu hususta büyük gayretleri var. Bu Yüce Meclisin huzurunda arz ediyorum, ilgilileri göreve davet ediyorum.

Bu vesileyle, görüşülmekte olan bu bütçelerin hayırlara vesile olmasını diliyor, Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Örnek.

Sayın milletvekilleri, beşinci tur bütçeleri üzerinde yapılan konuşmalar bitmiştir.

Şimdi, sıra sorulara gelmiştir.

Malum olduğu üzere, soru sorma süresi 20 dakikadır.

Sorular uzun olduğu için, Divan Üyesi arkadaşımızın oturarak okumasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Birinci soru sahibi Sayın Mustafa Yünlüoğlu?.. Burada.

Sorusunu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın, aracılığınızla, ilgili bakan tarafından cevaplandırılmasını arz ederim.

Mustafa Yünlüoğlu

Bolu

Soru 1- Her isteyen Türk vatandaşının istediği hava, kara ve denizyolunu kullanarak hac farizasını yapabilmesi için hangi tedbirleri almaktasınız?

Soru 2 - Diyanetin Kuruluş Kanunundaki görevlerini daha iyi bir şekilde yerine getirebilmesi için, devlet televizyonunda özel bir kanaldan faydalanması düşünülmekte midir?

BAŞKAN – Sayın Bakan?..

DEVLET BAKANI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) – Bu soruya cevap veriyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

DEVLET BAKANI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) – 1998 yılı haccında yalnızca havayolunun kullanılmasına karar verilmiştir; yani, Suudi Arabistan'a havayoluyla gidilecektir.

Diyanet İşleri Başkanlığının özel bir televizyon kurması, mevcut yasalar çerçevesinde, mümkün olmamaktadır; ancak, Başkanlığa, TRT 4 kanalından, haftada iki saatlik bir süre ayrılmıştır.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Soru cevaplandırılmıştır.

İkinci sırada, yine, Mustafa Yünlüoğlu'nun sorusu vardır; okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun, aracılığınızla, ilgili bakan tarafından cevaplandırılmasını arz ederim.

Mustafa Yünlüoğlu

Bolu

Soru:

Vakıf ruhuna aykırı şekilde ve malî denetimden kaçma amacıyla kurulduğu gözlemlenen ve sayıları hızla artan kamu vakıfları hakkında ne gibi tedbir almayı düşünüyorsunuz?

BAŞKAN – Evet, Sayın Bakan; yazılı da cevap verebilirsiniz.

DEVLET BAKANI METİN GÜRDERE (Tokat) – Kısaca arz edeyim.

Sayın Başkanım, bu anlamdaki çalışmaları sınırlamak, bu yanlışlıkları düzeltmek için önce bir tebliğ yayımladık, şimdi, tüzük değişiyor, tüzüğe de alacağız ve bir yasa tasarısı getirmeyi planlıyoruz. Bundan sonra, kamu kuruluşları ancak yasayla vakıf kurabilecekler; yasayla kurulmuş olanlar devam edecek, yasadışı kurulmuş olanlar da, iki yıl içinde, kendilerine tanınan bir sürede uyum sağlayacaklar. Gerçekten de, bu konu, kamuoyunu ve kamu vicdanını rahatsız eden bir büyüklüğe gelmiştir. Tedbir olarak düşündüklerimiz bunlardır.

Arz ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Soru cevaplandırılmıştır.

Üçüncü sırada, yine, Bolu Milletvekili Mustafa Yünlüoğlu'nun sorusu vardır; okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun, aracılığınızla, ilgili bakan tarafından cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.

Mustafa Yünlüoğlu Bolu

Soru:

Müslüman bir ülke olan memleketimizde hafızlık müessesesi yüzyıllardır devam etmektedir. 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitimden dolayı çocuklarımızın 15 yaşına kadar hafızlık yapma imkânı kalmamıştır. Bu müessesenin devam etmesi için dışarıdan hafız ithal edecek misiniz; yoksa, kişilere emekli olduktan sonra mı hafızlık yapma imkânı tanıyacaksınız?

BAŞKAN – Efendim, bu soruyu sorulmamış kabul ediyorum; çünkü, soru, ciddiyetten uzak. (ANAP sıralarından alkışlar)

MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – Olur mu Sayın Başkan?!.

BAŞKAN – Efendim, rica ediyorum... Böyle soru sorulmaz.

Aslında peşpeşe hep siz sormuşsunuz; biraz da ciddiyetle soru soralım.

HASAN GÜLAY (Manisa) – Sayın Başkan, kendi sorduğu soruya kendisi gülüyor.

BAŞKAN – Dördüncü sırada, yine, Mustafa Yünlüoğlu'un sorusu vardır; okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun ilgili bakan tarafından, aracılığınızla, cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.

Mustafa Yünlüoğlu Bolu

Soru:

1997-1998 öğretim yılında uygulamaya giren zorunlu 8 yıllık kesintisiz eğitim neticesinde, 1998 yılında ülkemizde ilköğretim okulları mezun veremedikleri gibi, 1999 yılında da mezun veremeyeceklerdir. Bu sene Kur'an kurslarına kayıtlar yüzde 80 azalmışken, önümüzdeki iki yıl ise hiç kayıt yapılamayacaktır. Oysa, Hükümet, Kur'an kurslarını kapatmadıklarını iddia ediyorlar; yoksa, Kur'an kurslarına öğrenci yurtdışından mı getirilecektir?

BAŞKAN – Bu soruyu da sordurmuyorum efendim. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

Beşinci sırada Sayın Musa Uzunkaya'nın sorusu vardır.

Sayın Uzunkaya?.. Burada.

Okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularıma, Devlet Bakanı Sayın Hüsamettin Özkan'ın cevap vermesine delaletlerinizi arz ederim.

Musa Uzunkaya Samsun

Soru 1- Diyanet İşleri Başkanlığına tahsisli (0 312) 419 10 75 Nolu telefon faturaları incelendiğinde, sık sık (0 222) 230 88 88, 230 42 86, 234 81 30 Eskişehir telefonlarıyla şehirlerarası görüşmeler yapıldığı ve devlete bu görüşmelerin bedeli olarak milyonlarca lira para ödetildiği görülmektedir. Telefonun diğer ucundaki kişinin kim olduğu, hangi kamu ya da devlet işinin görüşüldüğü merak konusudur. Durumdan bilginiz var mı, araştırmayı düşünüyor musunuz?

Soru 2- 1997 yılı hac mevsiminde, Hac İşleri Yüksek Kurulu tarafından, hizmet gereği yapılan personel planlamasından sonra, 120 kişilik ilave bir hatır görevlendirilmesinin yapıldığı, bunlara 500'er riyal cep harçlığı verildiği, bu kişilerin Mekke'de yaptıkları itiraz üzerine, Hac İşleri Yüksek Kurulunun 500'er riyal daha verilmesi yönünde karar almaları için talimat verildiği; Kurulun, 20.4.1997 gün ve 11 sayılı Kararıyla, talebin reddedilmesine rağmen, bu 120 kişiye 10'ar kilogram hurma hediye edildiği; ayrıca, Almanya DİTİB yetkilisi Mehmet Aksay aracılığıyla (din işleri müşaviri) Almanya Hac Fonundan usulsüz olarak 500'er riyal ödeme yapıldığı doğru mudur? Doğruysa, ne gibi işlem yapılmasını düşünüyorsunuz?

Soru 3- Kur'an kursları yönetmeliğinin 8 inci maddesi değiştirilerek, ilköğretimin ilk beş yılında okuyan çocukların yaz kurslarından yararlanmaları engellenmiş ve bu işlem, kamuoyuna "bir boşluğun doldurulması" olarak takdim edilmiştir.

Anayasanın 24 üncü maddesinin dördüncü fıkrasına açıkça aykırı olan bu yönetmelik değişikliğinin düzeltilmesi düşünülmekte midir?

Saygılarımla.

BAŞKAN – Sayın Bakan?..

DEVLET BAKANI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) – Yazılı cevaplayacağım Sayın Başkan.

BAŞKAN – Peki efendim; yazılı cevap vereceksiniz.

Altıncı sıradaki, Sayın Musa Uzunkaya'nın sorusunu okutuyorum:

Soru 1: Son zamanlarda ısrarla gündeme getirilen "Türkçe Kur'an, Türkçe ezan" konusunda, Din İşleri Yüksek Kurulu raporu ve Diyanetin görüşü açıklanmıştır. Bütün bu olaylar sonrası, ilgili Bakan olarak ve Hükümetinizin kesin görüş ve tavrını açıklar mısınız?

BAŞKAN – Sayın Bakan?..

DEVLET BAKANI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) – Yazılı cevap vereğim.

BAŞKAN – Peki efendim; yazılı cevap vereceksiniz.

Yedinci sırada, Sayın Mustafa Yünlüoğlu'nun bir sorusu var; okutuyorum:

1- Bolu'da, vakıf arazisidir diye tapu sicillerine "satılamaz" vakıf şerhi konulan ne kadar arazi vardır?

2- Mademki vakıf arazisidir; ne zaman, kimler tarafından ve niçin satılmıştır?

3- Bu hususta çıkarılan kanunlarla vatandaşlar, arsa veya tarlalarına uygulanan yüzde 20 taviz bedelini ödeyemezken, şimdi yüzde 50 taviz bedellerini nasıl ödesinler?

4- Bu vakıfzedelerin mağduriyetlerinin giderilmesi hususunda kanun değişikliği veya taviz bedellerinin yüzde 10'lara düşürülmesi hususunda bir iyileştirme düşünülüyor mu?

5- Ülkemizde hangi illerde ve ne kadar, tapu sicillerine" satılamaz" diye vakıf şerhi konulan arazi vardır?

6- Bolu'da tümünün vakfa ait olduğu köylerden bahsediliyor; bu doğru mudur ve bu köyler hangileridir?

7- 54 üncü Refahyol Hükümeti tarafından taviz bedellerinin iyileştirilmesi hususunda komisyonlarda bulunan kanun teklifinin Genel Kurula indirilmesini düşünüyor musunuz?

BAŞKAN – Sayın Bakan?..

DEVLET BAKANI METİN GÜRDERE (Tokat) – Takdir edersiniz ki, ayrıntılı bilgi isteniyor; yazılı cevap vereceğim. Yalnız, bu taviz bedelleriyle ilgili olarak bir geri adımın atılması; o anlamda, vakıfların zarara uğratılması diye bir şey, bugünkü politikalarımız içerisinde yoktur.

Diğerlerine yazılı cevap vereceğim.

MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – Sayın Bakan, yüzde 50...

DEVLET BAKANI METİN GÜRDERE (Tokat) – Az buluyorsanız, artıralım efendim.

BAŞKAN – Peki efendim. Bir kısmı yazılı cevaplandırılacak, bir kısmı da cevaplandırıldı.

Sekizinci sırada, Çorum Milletvekili Sayın Mehmet Aykaç'ın sorusu var.

Sayın Aykaç?.. Burada.

Soruyu okutuyorum:

1- 21.11.1997 tarihi itibariyle, çeşitli unvanlarda, merkezde 117, taşrada 6 264 olmak üzere, toplam 6 546 münhal kadro bulunmaktadır. Bu kadrolara ne zaman atama yapılacaktır.?

2- Ayrıca, ihtiyaç olan 16 667 yeni kadronun tahsisi ne zaman yapılacaktır?

3- Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatı ve görevleri hakkındaki yasa Meclis Genel Kuruluna ne zaman gelecektir?

BAŞKAN – Sayın Bakan?..

DEVLET BAKANI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) – Yazılı cevap vereceğim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Aslında, 16 bin kişilik kadro için, Meclisten kanun çıkması lazımdır. Yani, sorulan soruların, soru ciddiyetiyle bağdaşması lazım. (ANAP ve DSP sıralarından "Bravo" sesleri)

MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Sayın Başkan, bugün çok ciddîsiniz... Sorularımız çok ciddîdir.

BAŞKAN – Sorularınız ciddî; ama, arkadaşlarımız, tek tek vermişler... Bakın, Sayın Yünlüoğlu 8 tane soru vermiş; ama, bu, soru müessesesini suiistimal etmektir.

MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – Sayın Başkan, ama...

BAŞKAN – Olur mu yani... Şu kadar arkadaş var; 1 tane soru sorarsınız... Peşpeşe... Neyse, ben, bugün, uygulamayı böyle yapmadım; ama, bundan sonra, herkese bir soru sorduracağım. Bugün ilk defa olduğu için, böyle yapıyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Sayın Başkanım, bir hususu arz etmek istiyorum.

BAŞKAN – Efendim, zaman kaybediyoruz. Arkadaşlarımızın süresi geçiyor. Sonra söyleyin efendim.

MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Sayın Bakan açıklama yaparken, sorumun cevabını vermiştir; demek ki, ciddîydi o soru.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Dokuzuncu sırada Sayın Musa Uzunkaya'nın sorusu vardır; okutuyorum:

1- Birkısım cami ve tarihî eserlerin onarımının ihalesini alan bazı şahıs ve kuruluşların, bu güzel tarihî abidelerimizden, çok kıymetli eserleri, nakledilebilir antik malzemeleri çaldıkları haberleri doğru mudur?

2- Doğruysa, ne kadar eserimize bu muamele yapılmış, ilgililere ne tür işlem yapılmıştır?

3 – Samsun-Bafra Büyük Camiinin restorasyon çalışması yıllardır devam etmektedir; ne zaman bitirilecektir?

4 – Samsun-Çarşamba Mezarlığı içindeki 700 yıllık tarihî, tamamı ahşap caminin onarımını yapmayı düşünüyor musunuz?

5 – Şartnamelerinde "satılamaz, başka maksatla kullanılamaz" denildiği halde, vakıf şartı hilafına kullanılan, satılan vakıflar, arazi, aşevleri ve eserler var mıdır, varsa, ne kadardır?

BAŞKAN – Evet Sayın Bakan?

DEVLET BAKANI METİN GÜRDERE (Tokat) – Sayın Başkanım, iki husus dışında yazılı cevap vereceğim. Maalesef, ben de üzülerek ifade ediyorum ki, restorasyon ya da onarım sırasında bazı eski eserlerimizden, vakıf mallarından, camilerden çini gibi veya başka kıymetli eserlerin çalındığı ihbarları bize de gelmektedir ve bunların üzerine hassasiyetle gitmekteyiz. Bu bilgiler, en iyi şekilde değerlendirilerek üzerine gidilmektedir.

Bir de, Bafra'daki caminin önümüzdeki yıl tamamlanacağını umuyorum.

İzin verirseniz, diğerlerine yazılı cevap vermek istiyorum.

BAŞKAN – Sorular, kısmen cevaplandırıldı, kısmen de yızılı cevap verilecek.

12 nci sırada, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Esat Bütün' ün sorusu var.

Sayın Bütün?.. Burada.

Soruyu okutuyorum:

21.11.1997 tarihinde çıkarılan, yurt dışından bedelsiz ithalatı düzenleyen kararname, özellikle Kıbrıs'ta çalışanlar ve Kıbrıs Türk Barış Gücüne atanan subaylar arasında haksız bir uygulamaya neden olmuştur. 21.5.1998 tarihinden önce görevden dönenler, yanlarında, üç yaşından büyük arabaları, bedelsiz, yurda sokarken, bu tarihten sonra yurda dönenler bu haklarını kaybetmişler. Bu amaçla alınan binlerce araba elde kalmıştır. Bir defaya mahsus olmak üzere , 21.11.1997 tarihinden önce edinilmiş bu otoların ithali düşünülmekte midir?

BAŞKAN – Evet Sayın Bakan?

DEVLET BAKANI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) – Yazılı cevap vereceğim Sayın Başkan.

BAŞKAN – 13 üncü sırada, Sayın Abdullah Örnek'in sorusu var.

Sayın Örnek?.. Burada.

Soruyu okutuyorum:

1– Ülkemizin birçok yerinde, camilerimizde kadro bulunmamaktadır. Bu kodrolar ne zaman doldurulacaktır?

2– Din görevlilerimizin sosyal haklarının iyileştirilmesi konusunda ne gibi çalışmalar yapılmaktadır?

BAŞKAN – Evet, Sayın Bakan?..

BAŞKAN – Sayın Bakan, yazılı mı cevap vereceksiniz?

DEVLET BAKANI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) – Yazılı cevap vereceğim Sayın Başkan.

BAŞKAN – 14 üncü sırada, Sayın Zeki Çakıroğlu, burada mı efendim?.. Yok.

15 inci sırada, Sayın Mahmut Işık, burada mı efendim?.. Yok.

16 ncı sırada, Sayın Mahmut Işık?.. Yok.

17 nci sırada, Sayın Mahmut Işık?.. Yok.

18 inci sırada, Yozgat Milletvekili Sayın Abdullah Örnek?.. Burada.

Sorusunu okutuyorum efendim:

1- Geçtiğimiz eylül ayında, Kırıkkale-Keskin İlçesinde, camiden alınan halılar üzerinde içki masaları konulup, şarkılar söylenip, danslar yapılmıştır. Üzerinde namaz kılınan, secdeye varılan bu halıları böyle rezilce kullananlar hakkında neler yaptınız?

BAŞKAN – Sayın Bakan?..

DEVLET BAKANI METİN GÜRDERE (Tokat) – Efendim, bu camileri, biz, biliyorsunuz, Diyanet İşleri Başkanlığına devrediyoruz ve ayrıca uygulamayı, İçişleri Bakanlığına bağlı kaymakamlar sorumlu olarak götürmektedir. Bu uygulamanın onlar tarafından yapılması gerektiğini düşünüyorum; ama, Sayın Milletvekilimiz, konunun tahkikini bizim tarafımızdan da istiyorsa, bu talep değerlendirilecektir.

Saygılarımla arz ediyorum.

BAŞKAN – Efendim, daha önce de bu konuyu bir gündemdışı konuşmada dinlemiştim; buraya çıkan hükümet yetkilisi "böyle bir şey yoktur" demişti.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Var efendim, var.

BAŞKAN – Evet, artık, neyse; Sayın Hükümet öyle diyorsa, öyledir.

Efendim, 19 uncu sırada, Bursa Milletvekili Mehmet Altan Karapaşaoğlu burada mı?.. Burada.

Soru Sayın Gürdere'ye sorulmuştur; sorusunu okutuyorum:

Vakıflar Bankasından kredi kullanan, Vakıflar Bakankasından kredi talep eden Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri veya birinci sıradaki yakınları veya ortak oldukları şirketler var mıdır; varsa isimleri nelerdir?

DEVLET BAKANI METİN GÜRDERE (Tokat) – Yazılı cevap vereyim Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Efendim, 20 nci sırada, Tokat Milletvekili Sayın Abdullah Arslan burada mı?.. Burada.

Soruyu okutuyorum:

1- Gelecek ders yılında hafızlık yapmak veya Kur'an-ı Kerim okumak isteyenlere engel olacak mısınız?

2- Şayet kesintisiz eğitim sebebiyle bu mümkün olmayacak diyorsanız, sandıkta millete, hesap gününde Allah'a nasıl hesap vereceksiniz?

BAŞKAN – Efendim, bu soruyu sorulmamış kabul ediyorum; çünkü, bu, politik bir soru. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

21 inci sırada, Abdullah Arslan’ın öteki sorusunu okutuyorum:

Delaletinizle, ilgili bakana şu soruyu sormak istiyorum; laiklik, “dinin devlete, devletin dine müdahale etmemesi” şeklinde ifade edildiğine göre, devlet, niçin, din görevlilerine “sadece iman, ibadet ve ahlaktan konuşacaksınız” diye tahdit koymaktadır? Bu, Allahın dini yerine, devletin dini neticesini doğurmaz mı? Neticede laiklik ihlal edilmiş olmaz mı?

BAŞKAN – Bu soruyu da sormuyorum efendim. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

23 sırada, Sayın Ahmet Doğan’ın sorusu var.

ABDULKADİR BAŞ (Nevşehir) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Efendim.

ABDULKADİR BAŞ (Nevşehir) – Bu sorular eğer ciddiyetsizse, burada hiç okutulmasın. Okutulduktan sonra, yazılı veya sözlü, Sayın Bakanlar cevap vermek mecburiyetinde.

BAŞKAN – Anladım. Dediğinizi kabul ediyorum da; şöyle bir durum var; aslında, bizim bu soruları burada bir tetkikten geçirmemiz lazım ama, bir yandan kürsüyü takip ediyorsunuz...

ABDULKADİR BAŞ (Nevşehir) – İçtüzüğe göre de siz sormayabilirsiniz.

BAŞKAN – Tamam... Ama, burada vâkıf oluyorum sorunun muhtevasına; yoksa, sormam.

Sayın Ahmet Doğan? Yok.

Sayın Abdullah Arslan? Burada.

Sorusunu okutacağım. Yalnız, aynı şekilde ise...

ABDULLAH ARSLAN (Tokat) – Sayın Başkan, ciddiyet oluşunca açıklar mısınız?!.

BAŞKAN – Bunların hepsi ciddî sorular değil; yoruma müteallik... Sizin kendinize göre yorumunuz var, hükümetin yorumu var. Hükümet size göre yorumlamak zorunda değil ki...

ABDULLAH ARSLAN (Tokat) – İslam, sadece iman, ahlak ve ibadetten ibaret değil...

BAŞKAN – Efendim, herkesin kendine göre bir inancı var...

ABDULLAH ARSLAN (Tokat) – Siz ciddî olup olmadığını tayin edemezsiniz; sorumu okutun.

BAŞKAN – Ben tayin ediyorum; benim kanalımla sorduğunuza göre, bunun, soru vasfına sahip olup olmadığının takdiri bana ait.

ABDULLAH ARSLAN (Tokat) – İslam, sadece iman, ahlak ve ibadetten ibaret değil...

BAŞKAN – Efendim, İslam, sizin inhisarınızda değil.

Buyurun soruyu okuyun.

Delaletinizle, ilgili Bakana şu soruyu sormak istiyorum; Tokatımız, vakıf eserleri bakımından çok zengin bir ilimizdir. Maalesef, bu eserlerimizin birçoğu çürümeye mahkûm durumdadır. İlgili Bakanımızın Tokatlı olması da bir şanstır. Çürümeye mahkûm durumda olan vakıf eserlerini, bu durumdan kurtarıp, ihya etmeyi düşünüyor musunuz? Sadece, düşüncede bırakmayıp fiilen gerçekleştirecek misiniz?

Abdullah Arslan Tokat

BAŞKAN – Buyurun Sayın Gürdere.

DEVLET BAKANI METİN GÜRDERE (Tokat) – Sayın Başkanım, Tokatlı bir Bakan olarak, bu zenginliğin ve bu konudaki sorumluluğumun farkındayım; gereğini yaptığımızı önümüzdeki günlerde göreceksiniz.

Teşekkkür ediyorum.

BAŞKAN – 25 inci sırada, Sayın Cafer Güneş?.. Burada.

Sayın Devlet Bakanı Hüsamettin Özkan'a soruyor.

Sorusunu okutuyorum:

1 - Diyanet İşleri bünyesinde, yeni yapılan camiler başta olmak üzere, imam açığı oldukça fazladır. Bu açığın 1998 yılı içerisinde ne kadarını kapatmayı planlıyorsunuz?

2 - Müftülüklerdeki şef ve memur açıkları için yeni kadro vermeyi düşünüyor musunuz?

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan.

DEVLET BAKANI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) – Yazılı olarak cevap vereceğim Sayın Başkan.

BAŞKAN – 28 inci sırada, Sayın Lütfi Doğan?.. Burada.

Diyanet İşlerinden sorumlu Devlet Bakanı Sayın Hüsamettin Özkan Bey’e soruyor.

Sorusunu okutuyorum:

1 - Diyanet İşleri Başkanlığının vaaz ve irşat kadroları, adet olarak çok yetersizdir. Bu ihtiyacı karşılayacak şekilde, yeterince kadro tahsis edilmesi düşünülmekte midir?

2 - Plan ve Bütçe Komisyonunda Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesi görüşülürken, yüksek derecede 2 bin adet kadronun bu Başkanlığa tahsis edilmesinin ve bu kadrolara, ihtisası olan, pedagojik formasyonu bulunan alimlerden tayin edilmesini talep etmiştim. 1998 yılında, en azından 1 000 adet yüksek ihtisas kadrosu tahsis edilmesi ve yetenekli ilim adamlarımızın vaaz ve irşat görevi için bu kadrolara atanmaları düşünülmekte midir?

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan.

DEVLET BAKANI HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) – Yazılı olarak cevap vereceğim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Bakan yazılı olarak cevap verecek.

Soru-cevap işlemi sona ermiştir.

Sayın milletvekilleri, böylece, 5 inci turdaki bütçeler üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Vakıflar Genel Müdürlüğü 1998 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

A) VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1.-Vakıflar Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 2 914 610 000 00

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

111 Vakıf İşlemlerinin Yürütülmesi 430 600 000 00

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

112 Sosyal Yardım ve Kültürel İşlemler 4 907 940 000 00

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 227 400 000 00

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. T O P L A M 8 480 550 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(B) cetvelini okutuyorum:

 

B - C E T V E L İ

Gelir

Türü A ç ı k l a m a L i r a

2 Vergi Dışı Normal Gelirler 5 499 995 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 Özel Gelirler, Hazine Yardımı ve Devlet Katkısı 2 980 555 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

T O P L A M 8 480 550 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Vakıflar Genel Müdürlüğü 1998 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2.- Vakıflar Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- Vakıflar Genel Müdürlüğü 1996 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Vakıflar Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

A - CETVELİ

L i r a

- Genel Ödenek Toplamı : 3 142 844 420 000

- Toplam Harcama : 2 942 559 996 000

- İptal Edilen Ödenek : 319 206 739 000

- Ödenek Dışı Harcama : 128 622 729 000

- Ertesi Yıla Devreden Ödenek : 9 700 414 000

Mazbut ve Mülhak

- Genel Ödenek Toplamı : 230 312 563 000

- Toplam Harcama : 17 552 799 000

- Ertesi Yıla Devreden Ödenek : 212 759 764 000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

B - CETVELİ

L i r a

- Tahmin : 2 116 001 000 000

- Tahsilat : 3 904 391 482 000

Mazbut ve Mülhak Vakıf Geliri

- Tahsilat : 17 552 799 000

BAŞKAN- (B) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Vakıflar Genel Müdürlüğü 1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Vakıflar Genel Müdürlüğü 1998 malî yılı bütçesi ile 1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.

Diyanet İşleri Başkanlığı 1998 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

B) DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI

1.- Diyanet İşleri Başkanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 12 924 794 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

111 Toplumun Dinî Konularda Aydınlatılması ve İbadet Yerle-

rinin Yönetimi 83 369 206 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 352 050 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

T O P L A M 96 646 050 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Diyanet İşleri Başkanlığı 1998 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2.- Diyanet İşleri Başkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- Diyanet İşleri Başkanlığı 1996 mali yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

 

Diyanet İşleri Başkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

A - CETVELİ

L i r a

- Genel Ödenek Toplamı : 31 118 500 000 000

- Toplam Harcama : 31 201 677 512 000

- İptal Edilen Ödenek : 402 210 211 000

- Ödenek Dışı Harcama : 485 387 723 000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Diyanet İşleri Başkanlığı 1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Diyanet İşleri Başkanlığı 1998 malî yılı bütçesi ile 1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.

Gümrük Müsteşarlığı 1998 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

C) GÜMRÜK MÜSTEŞARLIĞI

1.- Gümrük Müsteşarlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi

 

A - C E T V E L İ

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 3 972 410 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

111 Gümrük Kanunlarının Uygulanması ve İzlenmesi 7 355 600 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

112 Gümrük Kaçakçılığı İle Mücadele Hizmetleri 3 908 990 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 80 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

999 Dış Proje Kredileri 800 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

T O P L A M 16 117 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Gümrük Müsteşarlığı 1998 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2.- Gümrük Müsteşarlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- Gümrük Müsteşarlığı 1996 mali yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Gümrük Müsteşarlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

A - CETVELİ

L i r a

- Genel Ödenek Toplamı : 5 798 834 648 000

- Toplam Harcama : 4 924 252 360 000

- İptal Edilen Ödenek : 907 007 188 000

- Ödenek Dışı Harcama : 32 424 900 000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Gümrük Müsteşarlığı 1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Gümrük Müsteşarlığı 1998 malî yılı bütçesi ile 1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.

Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 1998 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

D) DEVLET İSTATİSTİK ENSTİTÜSÜ BAŞKANLIĞI

1.- Devlet İstatistik Enstitüsü 1998 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 2 384 650 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

111 İstatistik Verilerin Derlenmesi ve Değerlendirilmesi Hizmetleri 3 450 350 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 16 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

999 Dış Proje Kredileri 55 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

T O P L A M 5 906 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Devlet İstatistik Enstitüsü 1998 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2.- Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 1996 mali yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

A - CETVELİ

L i r a

- Genel Ödenek Toplamı : 1 526 290 225 000

- Toplam Harcama : 1 428 534 350 000

- İptal Edilen Ödenek : 136 328 385 000

- Ödenek Dışı Harcama : 38 584 103 000

- Ertesi Yıla Devreden Ödenek : 11 593 000

- Akreditif, taahhüt, art.ve dış proje kred. saklı tut. ödenek : 4 825 510 000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı 1998 malî yılı bütçesi ile 1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.

Sayın milletvekilleri, 5 inci turdaki görüşmeler tamamlanmıştır.

E) ADALET BAKANLIĞI

1. – Adalet Bakanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi

2. – Adalet Bakanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

F) YARGITAY BAŞKANLIĞI

1. – Yargıtay Başkanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi

2. – Yargıtay Başkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

G) ULAŞTIRMA BAKANLIĞI

1. – Ulaştırma Bakanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi

2. – Ulaştırma Bakanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

a) Telsiz Genel Müdürlüğü

1. – Telsiz Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Bütçesi

2. – Telsiz Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 6 ncı turdaki bütçelerin görüşmelerine başlıyoruz.

Adalet Bakanlığı, Yargıtay Başkanlığı, Ulaştırma Bakanlığı ve Ulaştırma Bakanlığına bağlı Telsiz Genel Müdürlüğünün bütçelerini görüşeceğiz.

Hükümet ve Komisyon yerlerini aldılar.

Bu turda, grupları adına söz alan sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum:

ANAP Grubu adına; İzmir Milletvekili Metin Öney, İstanbul Milletvekili Yusuf Pamuk,

RP Grubu adına; İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin, Karabük Milletvekili Hayrettin Dilekcan, Kocaeli Milletvekili Osman Pepe,

CHP Grubu adına; Antalya Milletvekili Yusuf Öztop, Ardahan Milletvekili İsmet Atalay, Malatya Milletvekili Ayhan Fırat,

DYP Grubu adına; Niğde Milletvekili Ergun Özkan, Trabzon Milletvekili Yusuf Bahadır,

DSP Grubu adına; Kütahya Milletvekili Emin Karaa, Hatay Milletvekili Ali Günay, Bursa Milletvekili Ali Rahmi Beyreli,

DTP Grubu adına; Manisa Milletvekili Ayseli Göksoy, Kütahya Milletvekili Mehmet Korkmaz,

Şahısları adına; lehinde, Ordu Milletevekili Nabi Poyraz, Kocaeli Milletvekili Bekir Yurdagül; aleyhinde, Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya.

Şimdi, söz sırası, ANAP Grubu adına, İzmir Milletvekili Sayın Metin Öney'de efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, bu turda gruplar adına konuşma süreleri 30'ar dakikadır; onun için soruyorum Sayın Öney, kaç dakika konuşacaksınız?

METİN ÖNEY (İzmir) – 15 dakika konuşacağım Sayın Başkan.

BAŞKAN – 15'er dakika olarak kullanıyorsunuz.

Sayın milletvekilleri, bundan önceki uygulamalarda da olduğu gibi, soru sormak isteyen sayın milletvekilleri, sorularını, gruplar adına yapılacak konuşmaların bitimine kadar, yazılı olarak Başkanlığa gönderebilirler.

Buyurun Sayın Öney.

ANAP GRUBU ADINA METİN ÖNEY (İzmir) – Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; Adalet Bakanlığı ve Yargıtay bütçeleri üzerinde, Anavatan Partisinin görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle Yüce Heyetinizi ve Adalet camiasını saygıyla selamlıyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, dünyanın her yerinde kanun devletleri vardır; ama, dünyanın her yerindeki devletler, hukuk devleti değiller. Bu itibarla, kanun devletiyle hukuk devleti arasındaki önemli farkı, burada, altını çizerek ifade etmek istiyorum. İşte, bu sebepledir ki, tüm mahkemelerde, hâkimlerin bulundukları kürsünün arkasında "Adalet mülkün temelidir" vecizesi, hem duvarlara yazılıdır hem de kalplerimizde yer etmiştir.

Değerli arkadaşlarım, bu itibarla, yine, yeryüzündeki devletleri tetkik ettiğimizde, kültür devletine, sağlık devletine, çok tartışılan ekonomi devletine rastlamak mümkün değildir; ama, bütün devletler, hukuk devleti olma yolunda engin bir gayret sarf ederler. Çünkü, eğer bir devlet, hukuk devletiyse, onun içinde, sağlık da eğitim de ekonomi de var demektir.

Ben, uzun yıllar, Türkiye'nin üçüncü büyük vilayetinde avukatlık yapmış bir arkadaşınız olarak, burada, Adalet Bakanlığıyla ilgili sorunları dile getirmek istiyorum ve böylece, Hükümetimize ve Adalet Bakanımıza da, bu konuları, bir kez daha arz etme imkânımız olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, mahkemelerin, görev bölümüyle ilgili yeni bir yapılanmaya ihtiyaçları vardır. Şunu demek istiyorum: Asliye ve sulh hukuk mahkemeleri tarzındaki bölünme, hem zaman kaybına hem davaların yanlış açılmasına yol açmaktadır.

Bir başka önemli konu, mahkemeler uzmanlaşmalıdır; yani, her bir sahayla ilgili, o sahanın ehli hâkimleri olmalıdır. Türkiye'de de bu doğrultuda bir bölünme varsa, bunu, daha engin bir düzeye getirmekte zaruret vardır.

Bir başka konu, mahkemelerde, yığılmış yüzlerce, binlerce dava vardır; artık, mahkemeleri, onlardan da biraz arındırmak icap eder. Bu sebepledir ki, tahkim sistemini getirmek, hakem usulüne de başvurmak ve hukuk sistemimiz içinde bu kurumun oluşmasına mutlaka yer vermek gerekir.

Yine, kira tespit davaları çok sayıdadır. Belki de, bir komisyon oluşturmak suretiyle kira tespit davalarına yeni çözümler bulmak mümkündür.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bir önemli konu, bizim sistemimizde, dava açıldıktan sonra mahkemelerin delil toplayamamasıdır. Bu da, bilhassa ceza mahkemelerinde, zaman zaman, arzu edilmeyen sonuçların doğmasına yol açmaktadır. Bu itibarla, Usul Kanunumuzda yapılacak bir değişiklikle, mahkemelerin de delil toplama imkânına kavuşturulması fevkalade faydalı olacaktır.

Değerli milletvekilleri, cumhuriyet savcıları, bizim sistemimizde, bir kez iddianame düzenleyip mahkemeye sunduktan sonra, geri alma veya değiştirme imkânına sahip değiller. Oysa, gelişen olaylara, delil durumuna göre iddianameyi geri alma veya değiştirme imkânı sağlanmalıdır.

Şimdi, bu görevle ilgili bölümleri ifade ettikten sonra bir başka konuya değinmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, eğitimde okul neyse, sağlıkta hastane neyse, adalette de bina odur. Üzülerek ifade etmek istiyorum ki, mahkemeler, “adliye sarayı” denmekle birlikte, kendilerine has binalara bile sahip değiller; genelde “hükümet konağı” denilen kaymakamlık binalarında icrayı faaliyette bulunmaktadırlar. Mesela, benim ilim olan İzmir'in, hâlâ, bir adliye binasına bile sahip bulunmaması, herhalde, esefle söylenecek bir husustur. On sene önce temeli atılmış bulunan adliye sarayında, bugüne dek hiçbir ilerleme katedilmemesini, burada bir kez daha dile getirmek istiyorum.

Hukuk ve adalet sistemimizde çok önemli bir bölüm de cezaevleridir. Önce şunu ifade etmek istiyorum: 2 Nisan 1996 tarihinde, arkadaşlarımla birlikte verdiğim cezaevleriyle ilgili araştırma önergesinin, hâlâ, gündemde olması; ama, bir türlü görüşülememesi, parlamenter sistemin hızı için de bir bilgi ve önyargı verse gerek.

Cezaevleriyle ilgili, mutlaka, Sayın Bakanımız önemli açıklamalarda bulunacaktır; ancak, bugün içinde bulunulan durum -ki, uzun zamandır böyle geliyor- fevkalade üzüntü vericidir. Bakanımız da bu konuda çeşitli zamanlarda açıklamalarda bulunmuşlardır.

Cezaevlerini, bilhassa, şu açıdan dikkatinize sunmak istiyorum: Orada bulunanlar, suçları ne olursa olsun, mutlaka, devletin teminatı altındadırlar. Eğer, cezaevlerinde can güvenliği yoksa, sokakta bu güvenliğin olduğunu söylemek oldukça zor olur. Bu itibarla, cezaevleri meselesi üzerinde önemle durmakta fayda vardır.

Bir başka konu, savunma mesleğiyle ilgilidir. Değerli arkadaşlarım, bütün rejimlerde iktidar vardır; ama, sadece demokrasilerde muhalefet vardır. Bütün rejimlerde iddia ve muhakeme vardır; ama, sadece adaletin olduğu yerde savunma vardır. O itibarla, savunma mesleğine ve savunma hakkına çok önem vermek gerekir.

Belki sadece şekle taalluk etmekle birlikte, mahkemelerdeki bir durumu bilginize sunmak istiyorum: Aslında iddia ve müdafaa eşdeğerdedir; ama, mahkemelerimize bakınız, iddia, hâkimle birlikte kürsüde oturduğu halde; savunma, ilkokul sıralarında oturmaktadır; yani, daha değişik bir konumdadır. Bunların eşit hale getirilmesi, savunma hakkının bihakkın kullanılabilmesi için gereklidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye'de bir de kanunlar enflasyonu vardır. O kadar çok kanun var ki, bizim gibi meslekten gelenlerin bile bunu takip etmesi mümkün değildir. Bu itibarla, Adalet Bakanlığımızın süratle bunları bir kodifikasyona tabi tutmasında; bir kısmı tatbik kabiliyetini kaybettiğinden, bir kısmı metrukiyete uğradığından, bunların ayırt edilip anlaşılır bir hale getirilmesinde fayda görmekteyiz.

Yine bu cümleden olarak, Ceza İnfaz Yasası ile ilgili birkaç cümle söylemek istiyorum. Bizim, Ceza İnfaz Yasasında, sanık, daha çok, kaç seneye mahkûm olacağını değil, kaç sene yatacağını düşünür. Bu itibarla, Ceza İnfaz Yasasının da, cezanın müessiriyeti meselesi dikkate alınarak düzenlenmesinde fayda vardır.

Adalet Bakanlığı bütçesi denince, en önemli konulardan birincisi, yargı bağımsızlığıdır. Bu itibarla, Anayasanın 159 uncu maddesinin yeniden düzenlenmesi, yargı bağımsızlığına milimetrik gölge düşmemesi hususunda her türlü hukuki tedbirler alınmasını temenni ediyorum.

Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; bir başka konudan, pahalı ve yavaş adaletten bahsetmek istiyorum. Harçlar ve buna bağlı her türlü giderler, elden geldiğince ucuz olmalıdır. Şartlar ileri sürülebilir; ama, ne olursa olsun, adaletten ümidini kesen veya adaleti teminde güçlük çekeceğine inanan insanların başka yollara başvurduğu, tatbikatta rastladığımız olaylarla sabittir. Böyle olunca, mutlaka, adaleti kolay elde ediler tarza dönüştürmek gerekir.

Yavaş adalet ise, Türkiye'nin en önemli sorunlarındandır. Yine, değerli arkadalarımız tatbikattan bilirler ki, uzun uzadıya süren davalar, adaletin, sonuçta tahakkuk etse bile, artık, ondan örnek veya ibret alma imkânını ortadan kaldırmaktadır.

Şimdi, bu itibarla, burada, birkaç hususa daha temas etmek istiyorum: Adlî zabıta mutlaka kurulmalıdır. Biz, zaman zaman, birçok tanıkların, evrakların, mevcut zabıta marifetiyle getirildiğine rastlamışısızdır. Oysa, çok söylenildiği halde, bugüne kadar adlî zabıtanın kurulmamasını da önemli bir eksiklik olarak görmekteyiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; netice itibariyle, adliye personelinin durumunu da bu cümlenin içinde mütalaa etmemiz mümkündür. Adalet Bakanlığıyla ilgili bu dileklerimiz, temennilerimiz, tarafımızdan da, Avukatlar Gününde -5 Nisanda- dile getirilmiştir. Uzun yılların sorunudur; ama, ne olursa olsun, her konuda mutlaka bir çözüm bulmak mümkün; fakat, adalet meselesi üzerinde herkesin hassasiyetle davranması gerekir. Bu cümleden olarak, biz, her zaman; siyasetin adalete, okula, camiye ve kışlaya kesinlikle girmemesi gerektiğini de, bu fasıldan bir kez daha bilginize sunmak istiyorum.

Yargıtayla ilgili söyleyeceğim sözler şunlardır: Yargıtay, Türkiye'de, 80 ilden, 1 000'e yakın ilçeden gelen tüm davalara bakmaktadır; bu da, önemli ölçüde gecikmelere yol açmaktadır. Bunun için, bir an evvel, istinaf mahkemelerinin kurulması, Yargıtay dairelerinin artırılması, adaletin çabuk ve süratle taraflara intikali bakımından son derece önemlidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sonuçta, 1996 yılında Adalet Bakanlığı bütçesi görüşülürken söylediğim bir cümleyle sözlerimi tamamlamak istiyorum: Adalet, her zaman ve herkese gereklidir.

Bunun için, Adalet Bakanlığı bütçesinin, hem Bakanlık hem camia hem de Yargıtay ve milletimiz için hayırlı olmasını diliyor; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Öney.

ANAP Grubu adına ikinci konuşmayı yapmak üzere, İstanbul Milletvekili Sayın Yusuf Pamuk; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA YUSUF PAMUK (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1998 malî yılı Ulaştırma Bakanlığı bütçesi üzerinde Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek için huzurlarınızdayım; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Dünya devletlerinin, her geçen gün, kendilerini 2000'li yıllara kanalize ettiği ve hazırladığı şu günlerde, hele hele uzay çağından bahsedildiği bir dönem içerisinde, bir bütün olarak, ulaştırma sisteminin ne denli önemli olduğu anlaşılmaktadır. Kara, deniz, hava üçgeninden oluşan ulaştırma sistemi, bizim de içinde bulunduğumuz dünya devletlerinin, biri diğerinden ayrılmaksızın, vazgeçemeyeceği unsurlardandır.

Ulaştırma Bakanlığının görevlerine baktığımızda, ülkenin, ulaştırma ve haberleşme ihtiyaçlarını, ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarını, kamu yararlarını ve millî güvenliğe bağlı olarak tespitlerde bulunmak, planlamalar yapmak ve bunları uygulamaya koymak, hizmetlerin birbirini tamamlamasını sağlayacak şekilde yürütülmesini temin etmek, hizmette kullanılacak araçların teknik nitelikleri ile çalışanların yeterlilikleri şartlarının belirtilmesi hususlarında temel politikalarını ortaya koyarak koordinasyonu sağlamak, devletin, ulaştırma ve haberleşmedeki hedef politikalarını tespit etmekle yükümlü olduğunu görürüz.

Ulaştırma hizmeti, insanların, eşyaların ve ürünlerin istenilen miktarda, zamanda ve yerde ulaştırılması hadisesidir. 1997 yılı yıllık ekonomik rapor ışığında mukayese ettiğimizde, karayoluyla, demiryoluyla, denizyoluyla ve havayoluyla insan ve yük taşımacılığına baktığımızda, 843 milyon insanın ve 575 milyon ton da yükün 1997 yılı sonuna kadar taşınacağı tahmin edilmektedir. Bu miktarları mukayese ettiğimizde, karayolunun insan taşımacılığındaki yüzdesi, yüzde 81, yük taşımacılığındaki yüzdesi ise yüzde 69'dur; demiryolu, yüzde 14,6'ya ve yükte yüzde 3'e; denizyolu, binde 4'e ve yük taşımacılığında yüzde 27'ye; havayolu, insan taşımacılığında yüzde 4'e ve yük taşımacılığında da yüzde 1'e tekabül etmektedir.

Bu rakamlar gösteriyor ki, karayoluyla ulaşım, diğerlerine ezici üstünlük sağlamış durumdadır. Diğer ulaşım araçlarının toplamdan alacağı payın artması için zamana ve yatırıma ihtiyaç vardır.

1998 malî yılı bütçe imkânlarıyla bu yarışta diğerlerinin mesafe alabilmesi mümkün gözükmemektedir; ancak, 55 inci Hükümetin yap-işlet-devret modelini devreye sokmasıyla yaptığı hizmetleri ve yapmak istediklerini destekliyoruz.

Önümüzdeki yıllar karayolunun yükünü daha da artıracaktır; bu bakımdan, karayolu sektöründe bazı düzenlemeler gerekeceği görülmektedir. Mevcut yönetmeliklerin yetersiz kaldığı bilinmekte; Bakanlığın bu konudaki kanun düzenleme çalışmalarını biliyor ve destekliyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ulaştırma sektörüne bir bütün olarak bakıldığında, bugün için, karayollarının yanında, demiryollarının geliştirilmesinin şart olduğunu görmekteyiz.

Değerli milletvekilleri, İstanbul'da hizmet veren banliyö hatları, tek yönde saatte 10 bin kişiyi taşıyabilmektedir. 2015 yılında, talebin saatte 65 bin kişi olacağı tahmin edilmektedir. Bu ihtiyacı karşılamak için, 62 kilometrelik çift hatlı Gebze-Halkalı hattına üçüncü hattın bağlanması ve Boğaz geçişiyle iki yakayı birleştirme çalışmalarını takdirle karşılıyoruz; ancak, bu hattın Halkalı'da kesilmesi yerine, Hadımköy'e kadar uzatılmasının ve Hadımköy'e bir istasyon yapılmasının, şehrin bugünkü haliyle şart olduğunu şünmekteyiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şu anda mevcut Sirkeci-Halkalı hattında 400 kişilik banliyö trenine 1 000 kişi binmekte; kapıların açık gitmesi sonucu düşüp ölenler olmakta, can kaybının yanında, devlet, milyarlarca lira tazminat ödemek zorunda kalmaktadır. Bu tazminatlar, bu hattın korunması için harcansa hem insanımız ölmeyecek hem de işine ve evine ulaşmak isteyenler taciz edilmeyecektir. Bu hatta turnike koymak, artık, şart olmuştur. Devlet malına zarar verenler takip edilmek zorundadır.

Gelişen ekonomi ve ticaret hacmimiz nedeniyle Avrupa ile Asya bağlantısını tamamlamak durumunda olduğumuzu ifade etmek istiyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 25 Haziran 1992'de Türkiye'nin önderliğinde kurulan Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı, 11 ülkenin birbirine olan ihtiyacından, Karadeniz havzasının barış ve istikrar bölgesi haline gelmesi gereği vardır. Bu ülkeler arasındaki ulaşım zorlukları giderilmelidir. Bu konuda 55 inci Hükümetin almış olduğu kararları ve de Karadeniz yolunun yapımındaki kararlığını takdir ediyor ve destekliyoruz.

Ülkemizin etrafı denizlerle çevrili olması nedeniyle, limanlarımız çok önem taşımaktadır. Kapasite artırma ve yeni limanlar yapılmak zorundadır. Ulaştırma Bakanlığı bütçesi imkânlarıyla bu yatırımları tamamlamak elbette ki zordur, yap-işlet-devret modeliyle yapılmasını olumlu buluyor ve destekliyoruz. Yine, Türkiye turizmi bakımından yat limanlarıyla ilgili gelişmeleri takip ediyor ve destekliyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ulaştırma hizmetlerinde önemli yeri olan hava taşımacılığına sektör olarak baktığımızda, Türk Hava Yolları Anonim Ortaklığının yanında, 9 adet özel sektör işletmesinin de, büyük gövdeli uçaklarla yurdışı ve yurtiçi seferler yaptığını görmekteyiz. Uçak sayısı 128'e, koltuk kapasitesi 22 310'a ulaşmıştır.

Uluslararası pazarda ülkemizin ağırlığı gittikçe artmaktadır. Ülkemizde 27 adedi askerî havaalanı olmak üzere, 41 ilde çeşitli büyüklükte toplam 72 havaalanı bulunmaktadır. Bu havaalanlarından en önemlisi, bildiğiniz gibi, Atatürk Havaalanıdır ve ülkemizin çok önemli bir kapısını oluşturmaktadır. Bu havaalanına çok önceleri bir terminal binası yapılması düşünülmüş olmasına rağmen, bugüne kadar yap-işlet-devret modeliyle yapılacak tesisin ihalesi neticelendirilememişti. 55 inci Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti işe başladıktan sonra hızla bu işin üzerine gitmiş, sözleşmeyi yapmış ve inşaatını başlatmıştır.

Buna rağmen, İstanbul Atatürk Havaalanının arazi bakımından, bundan sonra yeni tesisler yapmaya müsait olmaması nedeniyle, önümüzdeki yıllarda İstanbul için yeni bir havaalanına ihtiyaç olacaktır. İkinci havaalanı çalışmalarının hızlandırılması gerekmektedir. Kurtköy Havaalanı bir an önce Hükümetimiz tarafından başlatılmalıdır. Diğer illerimizde tamamlanması gereken havaalanlarına hız verilmelidir. Örnek vermek gerekirse; Çorlu, Kocaeli, Antalya ve Samsun Havaalanları bunlardan birkaç tanesidir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Doğru Yol Partisi Genel Başkanı ve yöneticileriyle Refah Partisi yöneticileri tarafından sık sık dile getirilen, yönetim değişiklikleri tenkitleri nedeniyle, bir konuyu huzurlarınıza getirmek istiyorum.

Sayın milletvekilleri, Refahyol döneminde, bilindiği gibi, Türk Hava Yolları Anonim Ortaklığı, 1997 yılı başında, 1997-2001 yılları arası için yapmış olduğu, orta menzilli, orta kapasiteli uçak ihtiyaç tespit çalışmasının sonucunda, ortaklığın 5 yıl içindeki ihtiyacını, 30 kesin, 24 opsiyon olarak belirlemişti. Bu aşamada, Boing Firmasından alınan teklifler değerlendirilerek, pazarlık yapılmış ve 26.3.1997 tarihinde, uçak başına yüzde 28,19 oranında bir indirim sağlanarak, 1995 baz fiyatıyla, beheri 34 milyon Amerikan Doları olarak niyet mektubu imzalanmış bulunmaktaydı.

Haziran sonunda Hükümet değişikliği olmuş, Anasol-D Hükümeti işbaşına gelmiş, Türk Hava Yollarındaki yönetim de değiştirilmişti. Yeni yönetim, 24.7.1997 tarihinde, önceki kararı iptal etmiş; daha sonra, 1998-2002 yılları arası için yapılan ihtiyaç belirleme çalışmaları neticesinde, kesin uçak ihtiyacını 26, opsiyonu da 23 olarak belirlemiş; Boing Firmasından yüzde 31,59 oranında indirim alınarak, 1995 baz fiyatından, beheri yaklaşık 32 milyon Amerika Birleşik Devletleri Doları olarak, 9.10.1997 tarihinde, niyet mektubu imzalamıştır. Bir önceki ihaleyle karşılaştırıldığında, Türkiye'nin, toplam 49 uçak için, yaklaşık 74 milyon Amerikan Doları kazanmasına neden olmuştur.

Şimdi size soruyorum değerli arkadaşlar; yönetim kıyımı bu mu? Bunu, Türk Halkının takdirine sunuyor ve 1998 Bakanlık bütçesinin, Bakanlığımıza, halkımıza ve çalışanlarına hayırlı olması dileğiyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Pamuk.

Refah Partisi Grubu adına ilk konuşmayı yapmak üzere, İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Ali Şahin; buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)

Sayın Şahin, grup adına toplam 30 dakikanız var; süreyi nasıl böldünüz?

MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – 10 dakika konuşacağım efendim.

BAŞKAN – 10'ar dakika?.. Peki efendim; ben, sizi ikaz ederim.

Buyurun.

RP GRUBU ADINA MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Sayın Başkan, Meclisimizin saygıdeğer üyeleri; Adalet Bakanlığının 1998 bütçesi üzerinde Refah Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurunuzdayım; bu vesileyle, hepinize sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum.

Değerli arkadaşlarım, yasa gereği her yıl yapılagelen bütçe müzakereleri, tüm bakanlıkların ve bu arada birçok kuruluşun bütçeleri ve hizmetleri üzerinde çeşitli değerlendirmelerle geçer.

Hiç şüphesiz, her bakanlığın, her kuruluşun kendine özgü önemi vardır; hiç şüphesiz, bütçesinin de önemi vardır; ancak, bu altıncı turda, bütçeleri üzerinde müzakereler yaptığımız, yapmakta olduğumuz, gerek Adalet Bakanlığı gerekse Yargıtay Başkanlığı, anayasal sistemimiz içerisinde apayrı bir yere sahiptir; çünkü, cumhuriyetimiz, kuvvetler ayrılığı ilkesine dayanmaktadır.

Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ve milletimiz bu hakkını, Anayasanın koyduğu esaslar çerçevesi içerisinde, yetkili organları eliyle kullanır. Bu organların ilki, malum olduğu üzere, Türk Milleti adına yasama yetkisini kullanan ve her birimizin mensubu bulunmakla şeref duyduğumuz Türkiye Büyük Millet Meclisidir. İkincisi, yürütme yetkisini kullanan Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kuruludur. Üçüncüsü ise, yine, milletimiz adına yargı yetkisini kullanan bağımsız mahkemelerimizdir. Gerçi, Adalet Bakanlığı, yargı yetkisini kullanan bir organ değildir. Adlî yargının idarî bölümünü üstlenmiş önemli bir bakanlığımızdır; ancak, Adalet Bakanlığı deyince, hemen aklımıza, haklı olarak, yargı erki geliyor, yargının sorunları geliyor, yargı mensuplarının problemleri geliyor, adil ve süratli yargılama özlemi geliyor; belki de, her şeyden önce "adalet mülkün temelidir" ilkesi geliyor.

Evet, herkes kabul eder ki, gerçekten adalet mülkün temelidir. Tarihe baktığımızda, hukuka, adalete önem veren toplumların uzun süre ayakta kalabildiklerini, hukuka ve adalete önem vermeyen, veremeyen toplumların kısa sürede kaybolup gittiklerini görüyoruz.

Toplumun fertleri arasındaki sorunların en çabuk ve en adil şekilde çözümlenmesi, ülkenin huzur ve güveninin ana temelidir. Böyle bir ortamın oluşmasında da en büyük pay ve sorumluluk, yargıya ve yargının idarî bölümünden sorumlu olan Adalet Bakanlığına düşmektedir.

Yargının sorunları var mıdır; varsa nelerdir?

Saygıdeğer arkadaşlarım, nasıl ki devlet erki, biraz önce kısaca değindiğim üç temel üzerine oturuyorsa, yargıdan beklentilerimizin gerçekleşmesi de şu üç şeyin varlığına bağlıdır : Bunlardan birincisi, adil ve çağdaş bir hukuk düzeni; ikincisi, yargı bağımsızlığı; üçüncüsü de, hâkim teminatıdır.

Değerli arkadaşlarım, başta anayasalar olmak üzere, tüm yasalar, birer toplumsal uzlaşma belgeleridir; herhangi bir ülkede yaşayan insanların müşterek arzularının ürünüdür, ürünü olmalıdır. Her toplumun kendine özgü, karakteri, kültürü, inancı anlayış tarzı ve ihtiyaçları vardır; işte, yasalar, bu özelliklerin adeta bileşkesidir. Başta Anayasamız olmak üzere, yürürlükteki yasalarımızın böylesine bir toplumsal uzlaşma sonucu oluşup oluşmadığı keyfiyetini siz değerli arkadaşlarımın takdirlerine bırakıyorum.

Başta Anayasa olmak üzere, tüm yasalarımızın, günün şartlarına, toplumun ihtiyaçlarına ve beklentilerine, çağın ulaştığı hukuk normlarına göre yeniden gözden geçirilmesinde büyük ihtiyaç vardır. İçinizde hukukçu arkadaşlarımız var, çarpıcı iki örnek vermek istiyorum.

Türk Ceza Kanununun 456 ncı maddesinin üçüncü fıkrasına göre, bir insanın kasten gözünün kör olmasına sebep olan kimseye beş yıl ceza verilmekte; ama, diğer yandan, aynı şahsın gözündeki gözlüğü alan kişiye -ona hiçbir zarar vermemek koşuluyla- yine Türk Ceza Kanununun 495 inci maddesine göre yirmi yıla yakın ceza verilebilmektedir.

Yine Türk Ceza Kanununun 414 üncü maddesinin birinci fıkrasına göre, örneğin; 6 yaşındaki bir çocuğa tecavüzde bulunan bir kişiye beş yıl ceza verilebilmekte; ama, aynı çocuğun boynundaki kolyeyi alana, Türk Ceza Kanununun 495 inci maddesine göre yirmi yıla kadar ceza verilebilmektedir. Bu anlayış, bu anlayışla yapılan bu yasal düzenlemeler materyalist, devletçi bir mantığın ürünüdür. Halen, ülkemizde, maalesef, fikir ve düşünce, düşünce açıklama, görüş açıklama suç sayılmaktadır. Peki, ne yapacağız; insan eksenli, insanı kutsal bilen, devleti ve maddeyi sadece insana hizmet aracı olarak gören, insanın mutluluğunu ve saadetini amaçlayan yeni bir anlayışla tüm yasalarımızı baştan aşağıya yeniden tanzime ihtiyacımız vardır. Bu konuda Adalet Bakanlığımıza görevler düşüyor. Hiç şüphesiz ki, yasama organı olarak bizlere büyük görevler düşüyor. Yargıdan bekletilerimizin gerçekleşmesi için sadece adil ve çağdaş bir hukuk düzeni yeterli değil; ayrıca, tam bir yargı bağımsızlığına da ihtiyaç vardır. Yargı bağımsızlığı demek, mahkemelerin, yargı faaliyetleri esnasında hiçbir etki altında kalmadan hüküm vermeleri demektir; hukuk devletinde, yargının, yasama ve yürütme dışında ayrı bir kuvvet olması yetmez, bağımsız olması da gerekir demektir. Bağımsız yargı, temel hak ve özgürlüklerin de güvencesidir.

Her kişi ve kurum -bu arada özellikle medyamız- mutlaka, ve mutlaka yargıyı etkilemeye yönelik davranışlardan, beyanlardan kaçınmak zorundadır. Yargıya gölge düşürecek tavırları, doğrudan adalete yönelik tavırlar olarak görüyoruz. Zor şartlar altında hizmet veren yargıçlarımızın yönlendirmeye, talimata ve hele hele bazı kurumlarımızın brifinglerine hiç ama hiç ihtiyacı yoktur. (RP sıralarından alkışlar) Çünkü, yargıçlarımız, önlerindeki yasalar ve göğüslerinde vicdanlarına göre karar verirler; yasalar ve vicdanları, kendilerine yeterlidir.

Yargıçlarımızın, görevlerini tam bir huzur içerisinde yapabilmesinin bir diğer güvencesi de hâkim teminatıdır. Buna, hâkimin şahsî bağımsızlığı da denilebilir. Bunlardan birincisi, yer teminatıdır; hâkim ve savcıların görev yerlerinin gereksiz değiştirilmemesi demektir.

Değerli arkadaşlarım, sırası gelmişken, bu noktada, yargının fizikî problemlerine de kısaca temas etmekte yarar görüyorum. Biliyorsunuz, bir atasözümüz var "aslan yattığı yerden belli olur" derler. Adliye binaları prestij kurumlarıdır; hatta, Batı'da adliye binalarına “adalet sarayı” denilir. Acaba, ülkemizde “saray” diyebileceğimiz kaç tane adliye binamız vardır?!.. Maalesef, adliye binalarımızın birçoğu, böyle bir hizmete hiç de elverişli değildir. Bunun sıkıntısını da en çok yargıçlarımız, adlî personelimiz, vatandaşlarımız ve halkımız çekmektedir. Maalesef, bu sıkıntı, en fazla da büyük şehirlerde yaşanıyor. Biraz önce, ANAP Grubu adına konuşan Sayın Metin Öney de İzmir'deki adliyeden bahsetti, yakındı. Özellikle İstanbul'da da aynı sorun söz konusu -ben de uzun yıllar İstanbul'da avukatlık yaptığım için yakinen biliyorum- İstanbul'a, mutlaka, bir adliye sarayı yaraşır. İstanbul'un şanına uygun, ulaşım imkânlarının elverdiği noktada, İstanbul'a mutlaka bir adliye sarayı inşa edilmelidir. Sayın Bakanım, zannediyorum sonra çıkıp cevaplandıracaksınız.

ADALET BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Belediye Sarayını verin bize, boşaltıyormuşsunuz!..

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Onu, Büyükşehir Belediye Başkanımızla görüşün.

Değerli arkadaşlarım, İzmir Adliyesinin iki bloğu, bildiğim kadarıyla ağustosta hizmete girecekti, şu ana kadar girmedi. Ayrıca, Bursa Adliyesinin bitmiş olduğunu tahmin ediyorum, hizmete girmesi gerekirdi; şu ana kadar giremedi. Sayın Adalet Bakanımız, zannediyorum, bu konuda açıklama yapacaklardır.

Hâkimlerimizin yer teminatlarının yanı sıra, diğer bir teminatları da görev teminatıdır. Hâkimlerimizin görevlerine müdahale edilmemesi, adaletin tecellisi için şarttır.

Değerli arkadaşlarım, ayrıca, büyük şehirlerde hâkim yetersizliği sebebiyle, bir hâkim günde 60-70 dosyaya bakmak zorunda kalmakta, böylece, adalet tecellisi noktasında sıkıntılar olmakta ve maalesef, davalar uzun süre bitmemektedir. O bakımdan, mutlaka, özellikle büyük şehirlerimizde bu konuda ciddî tedbirlerin alınması, zannediyorum Adalet Bakanlığımızın en başta gelen görevleri arasındadır.

Değerli arkadaşlarım, diğer yandan, hâkimlerimiz, yargıçlarımız tam bir malî teminata da sahip olmalıdır. Doğrusu, tüm iyi niyetli çabalara rağmen, hâkim ve savcılarımıza yeterli maddî imkânı sağladığımızı iddia edemeyiz. Ayrıca, diğer adlî personelin de özlük hakları mutlaka özel bir statüde yer almalı, hiçbir ekonomik zarurete düşürülmemelidir. Diyeceksiniz ki, bütün bunları yapmak için para gereklidir. Doğru. O yüzden de, işte 1998 yılı bütçesi üzerinde müzakereler yapıyoruz.

Adalet Bakanlığının 1998 yılı bütçe teklifi 121 trilyon; geçtiğimiz yıla oranla yüzde 102 oranında artmış; ancak, geçtiğimiz yıl; yani, 1997 yılı Adalet Bakanlığının bütçesi, ondan önceki yıla kadar yüzde 106 oranında artmıştı; genel bütçe içerisinde 1997 yılı Adalet Bakanlığının bütçesi yüzde 1 oranındaydı -yanılmıyorsam- şimdi, bunun altına düşmüş, yüzde 0,8'e inmiştir.

Sorunlar çok...

BAŞKAN – Sayın Şahin, süreniz doldu efendim.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Sayın Başkanım, 1-2 dakika süre verirseniz tamamlamak üzereyim.

BAŞKAN – Hayır, zaten Grubunuzun süresinden kullanıyorsunuz. Süreyi toplu verdim.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) – Peki, o zaman. Madem Adalet Bakanlığı bütçesini görüşüyoruz, adil olmamız lazım; arkadaşımızın da hakkını yemeyelim. Ben, hemen tamamlamak istiyorum.

Evet, gerçekten, bu yıl, 1998 yılında, geçtiğimiz yıla nispetle, oransal olarak, Adalet Bakanlığına, bütçeden, daha az para ayrılmıştır. Sorunlar çok. Biraz önce bir dosya dağıtıldı; dosya içerisinde, Adalet Bakanımızın hedefleri var. Bunları gerçekleştirmek için, keşke, 1998 yılı bütçesinden, Adalet Bakanlığına daha fazla pay ayrılabilseydi.

Sayın Bakan, kendisine gerçekten saygı duyduğum, sevdiğim bir şahsiyettir ve zannediyorum, yanılmıyorsam, dördüncü kez de Adalet Bakanlığı görevini yürütüyorlar. Geçmişte, adalet camiasına, yargıya önemli hizmetleri oldu. Özellikle, 1990'lı yıllarda, Türk Ceza Kanununun 140, 141, 142, 163 üncü maddelerinin kaldırılması ve çağdaş hukuk normlarını yakalamamız konusunda gerçekten önemli adımları oldu. Kendisine, bu bakımdan müteşekkiriz; ancak, aynı anlayışı, şimdi, kendisinde göremiyoruz. Geçmişin tam tersine bir gidişe prim verir gibi geliyor, öyle bir tavır içerisinde görüyorum. Dayatmacı, emredici, şabloncu, kişi hak ve özgürlürlerinde geriye gidici bir anlayışa prim vermemesini, bir arkadaşı, bir kardeşi olarak temenni ediyorum.

Türkiye, geriye doğru değil ileriye doğru gidecektir; Türkiye, en ileri demokrasinin, en fazla insan haklarının ve en geniş manada özgürlüklerin yaşandığı bir ülke olmalıdır, bir ülke olacaktır; çünkü, bizim milletimiz buna layıktır.

Bu temennilerle, Adalet Bakanlığı bütçesinin hayırlı hizmetlere vesile olmasını diliyor; hepinize saygılar sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Refah Partisi Grubu adına, ikinci konuşmayı yapmak üzere, Karabük Milletvekili Sayın Hayrettin Dilekcan; buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)

Sayın Dilekcan, arkadaşınız, 1 dakika 40 saniye fazla zaman kullandı; siz, ona göre zamanınızı ayarlayın.

KEMALETTİN GÖKTAŞ (Trabzon) – İlave edin Sayın Başkan.

BAŞKAN – Benim yetkim yok.

RP GRUBU ADINA HAYRETTİN DİLEKCAN (Karabük) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Refah Partisi Grubu adına, Yargıtay bütçesi üzerindeki görüşlerimizi açıklamak için huzurlarınızdayım; hepinizi, hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.

Bir ülkenin rejiminin demokratik olup olmadığını anlamak için, o ülkenin kurumsal yapısına bakmak gerekir; eğer, yasama, yürütme ve yargı erki ayrı ayrı, birbirinden bağımsız olarak hareket edebiliyorsa, ilk bakışta, demokratik bir yapılanmadan bahsedilebilir. Ancak, burada dikkat edilmesi gereken husus; bu üç kuvvetin, gerçekten, olması gereken ölçüde bağımsız, ayrı hareket edip edemediği, etkilerden uzak kalıp kalamadığıdır.

Ülkemizde, yasamanın, yani Parlamentonun çalışmalarında, milletvekillerinin, milletten aldıkları yetkiyi kullanırken, haricî etkilerden ne derece uzak kalıp kalamadıklarını tartışma konusu yapmayacağım. Zira, bu Parlamentodaki bazı milletvekillerine, birkısım kartelci medyanın gazetelerinde "yuh olsun", "utanmazlar", "yüzsüzler" gibi, tezyif ve tahkir edici yayınlarla hakaret edilmesine rağmen, cumhuriyet savcılarımızca bir işlem yapılmamışsa, bunu tartışmanın da bir anlamı olamaz diye düşünüyorum.

KEMALETTİN GÖKTAŞ (Trabzon) – Onlar okumamıştır o yazıları.

HAYRETTİN DİLEKCAN (Devamla) – Yürütme organı, Hükümetin kuruluş aşamasında, aniden, birkaç gecede, çok sayıda milletvekilinin, partilerinden istifa ederek, yeni kurulacak hükümete destekçi olacaklarını deklare etmelerinin hitamında, demokratik teamüllere uyulmadan kurulan bu Hükümetin Programında olmamasına rağmen, 163 üncü maddenin geri getirilmesi, ibadet dilinin Türkçeleştirilmesi, RTÜK Yasasında değişiklikle medya tekelinin kurulması; kanunların ve uluslararası anlaşmaların, kendisine uymak mecburiyetinde olduğu gizli siyaset belgesi kararnamelerinin birdenbire gündeme gelmesi, maalesef, Hükümetin de haricî etkilerden uzak kalamadığının en açık göstergesidir. (RP sıralarından alkışlar)

Yargının bağımsızlığı konusunda sürekli tartışılan bir ortamda, bir Yargıtay başkanımız "gönül rahatlığı içinde ‘yargımız bağımsızdır’ diyemiyorum" demişti; bu sözün ne anlama geldiğini iyice tetkik etmek lazımdır.

Yargının bağımsızlığından bahsedebilmek için, öncelikle, teşkilat yapısının çeşitli etkilerden uzak bir statüde olmasının yanında, siyasî olduğu kadar, diğer devlet kurumlarının ve medyanın baskısından da uzak tutulması gerekir.

Bugün, bazı basın yayın organlarında, kişiler hakkında kendince mahkemeler kurulmakta, yargılamalar yapılmakta ve bunların infazı istenmektedir. Kimi zaman, neredeyse, kendi yazdıkları hüküm fıkralarının mahkemelerce onanmasını talep edecek kadar işi ileri götürmekten sıkılmamaktadırlar. “Legalite” adı altında, haberleriyle hâkimleri etkilemeye çalışmaktadırlar.

Sayın milletvekilleri, Anayasanın 138 inci maddesi, hâkimlerin, görevlerinde bağımsız olduklarını, yasalara ve vicdanlarına göre hüküm vereceklerini ifade ettikten sonra, hiçbir makam, merci veya kişinin mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremeyeceğini, genelge gönderemeyeceğini, tavsiye ve telkinde bulunamayacağını, hâkimlerin tasnif edilip fişlenemeyeceğini amirdir. Kartelci medya ve Batı Çalışma Grubu da Anayasanın bu hükmüne uymak mecburiyetindedir. (RP sıralarından alkışlar)

Her türlü baskıya ve zor şartlara rağmen başarılı şekilde görevlerini yapan hâkim ve savcılarımıza, sizlerin huzurunda şükranlarımı arz ediyorum.

Sayın milletvekilleri, yargı sistemimizdeki bazı aksaklıklar giderildikçe, adaletin hızı da artmaktadır; ancak, bir içtihat mahkemesi konumundaki Yargıtayın iş yükünün çokluğu nedeniyle kararlarının gecikmesi sıkıntıya sebep olduğu gibi, aynı konudaki birbirine zıt içtihatları da mahkemelerde kargaşaya neden olmakta, bu husus da, Yargıtayın hukuk çevreleri dışında tartışılmasını gündeme getirmektedir. Yüksek mahkemenin yıpranmasını önlemek için, yıllardır gündemde olan istinaf mahkemelerinin mutlaka kurulması ve Yargıtayın gerçek anlamda bir içtihat mahkemesi konumuna sokulması gerekmektedir. Aksi takdirde, bu iş yükü altında, yüce Yargıtay, içtihat mahkemesi konumundan çıkıp, bir istinaf mahkemesi konumuna doğru gitmektedir.

Tetkik hâkimliği kurumu, yeniden, daha faydalı olacak şekilde düzenlenmeli, Yargıtayın bağımsızlığını daha da artıracak şekilde yeni düzenlemeler yapılmalıdır.

Yüce Divan görevi Yargıtaya verilmelidir.

Daha önceki konuşmacıların da ifade ettiği gibi, hukuk sistemimiz, günün ihtiyaçlarına göre yeniden gözden geçirilmelidir.

Yargının personel ve maddî imkânları ile ücret ve özlük hakları iyileştirilmelidir.

Değerli milletvekilleri, Yargıtayımızı, gerçekten olması gereken yerde görmek istediğimizi belirtmek suretiyle, 1998 yılı bütçesinin hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Dilekcan.

Refah Partisi Grubu adına, üçüncü konuşmayı yapmak üzere, Kocaeli Milletvekili Sayın Osman Pepe.

Buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)

RP GRUBU ADINA OSMAN PEPE (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ulaştırma Bakanlığı bütçesi üzerinde, Refah Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi ve televizyonları başında bizleri izlemekte olan sevgili vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.

Ulaştırma Bakanlığının 1998 yılı bütçesi 31 trilyon olarak öngörülmüş. 1997 yılı bütçesi 21 trilyondu. Yüzde 50'ye yakın bir artış olduğu gözleniyor. Enflasyonun yüzde 100 olduğu bir dönemde, demek ki, bütçe üzerinde reel olarak herhangi bir artış yok, dolar bazında ise yüzde 50 oranında bir azalma söz konusudur.

KEMALETTİN GÖKTAŞ (Trabzon) – Bakan halleder o işleri, sen merak etme!

OSMAN PEPE (Devamla) – Tabiî, bu Hükümetin genel politikasının Ulaştırma Bakanlığı bütçesine de yansıdığını; yatırım yapmadan geçirilecek bir yılın habercisi olduğunu; zaten, Hükümetin, 1998 yılı bütçesinde, yatırımı, hiçbir bütçede, hiçbir bakanlıkta düşünmediğini, Hükümetin, yatırım yerine, kendini iktidar yapan çevrelere, rantiyecilere, belli mahfillere diyet ödemek için işbaşına geldiğini, yatırım yapmaya para bulamayan Hükümetin, 1998 yılı bütçesinden 6 katrilyonluk bir faiz ödemesi yapacağını, bütçe rakamlarına baktığımız zaman, görmek mümkündür.

Yine, Ulaştırma Bakanlığının bağlı kuruluşlarından olan Devlet Demiryollarının tablosunu, şöyle bir, kısa olarak, gözden geçirmek istiyorum. Devlet Demiryolları, 8 400 kilometrelik -yaklaşık yüz yıllık- kullanım ağıyla, bugün, ileri teknolojinin imkânlarından mahrum, hizmet üretmekten uzak, yük ve insan taşımacılığında âdeta kaderine terk edilmiş, atıl vaziyetten çürümeye terk edilmiş bir kurum görüntüsü arz etmektedir. Devlet Demiryollarının bu haliyle, beklenen hizmeti görmesi mümkün değildir. İleri teknolojinin olduğu ülkelerde, gelişmiş ülkelerde, demiryollarının yükünün, insan taşımacılığında ve yük taşımacılığında son derece ileri olduğunu, yüzde 80'ler, yüzde 90'lar mertebesinde olduğunu ifade ettikten sonra, Türkiye'de bunun tam tersi olduğunu, insan taşımacılığında demiryollarının ancak yüzde 5'lik bir payla iktifa etmek durumunda kaldığını, yük taşımacılığında da yüzde 8'lik bir paya sahip olabildiğini ifade etmekte fayda görüyorum.

Devlet Demiryollarının, İstanbul-Ankara arasındaki, 1975 senesinde başlatılan hızlı tren hattının, bugüne kadar, ancak yüzde 10'luk kısmının gerçekleştiğini ve bu Hükümetin, elbette ki, ne İstanbul-Ankara arasındaki hızlı tren projesini ne Konya-Ankara arasında yapılması düşünülen hızlı tren projesini ne Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu'daki cazibe merkezlerinin İstanbul ve Ankara ile irtibatını temin edecek bir tren yolu projesini gerçekleştirme niyetinde olmadığı aşikârdır.

Tabiî, Doğu Karadenizin, İç Anadolu ile Erzincan üzerinden, Gürcistan'dan, Batum üzerinden irtibatını temin edecek bir demiryolunun, liman bağlantısıyla, Orta Asya Türk cumhuriyetleri ile Türkiye'nin ticaretinin gelişmesine ne denli katkıda bulunacağı da aşikârdır.

Sayın Bakanın bütçe sunuş konuşmasında, İzmit şehiriçi geçiş yolunun, demiryolu projesinin, öncelikli projelerden olduğu ifade edilmiştir. Tabiî, yaklaşık yirmi yıldır sürdürülmekte olan bu projenin bu hızla bitirilmesi mümkün değildir. Yalnız, Bakanın sunuş konuşmasında dört hatlı olarak zikredilen bu yolun İstanbul tarafının iki hat, Ankara tarafının iki hat olmasına rağmen, ortada iki gidiş iki geliş, dört hatlık bir bölüm vardır. Bunun hangi teknik ve hangi ekonomik zorunluluklardan kaynaklandığını, doğrusunu söylemek gerekirse, anlamak mümkün değildir; ama, herhalde, Karadeniz karayolu projelerinde uygulanan yöntem, bizim İzmit'teki dört hatlı demiryolu projesinde de uygulanmıştır. Yani, müteahhitlerin çıkarları, bir kez daha, öncelikli olarak göz önünde bulundurulmuştur.

Tabiî, İstanbul Boğazındaki tüp geçit projesini desteklemiş olmasından dolayı da Sayın Bakanı kutluyorum. Elbette ki, ülkenin yüzde 20'ye yakın nüfusunun yaşamış olduğu bu yörede, Gebze ile Halkalı arasında, 15 milyon insanın günlük taşınmasının, ulaşımının rahatlıkla yapılabileceği böyle bir proje, bir an önce hayata geçmelidir diye düşünüyoruz.

Ülkenin üç tarafı denizlerle çevrili olmasına rağmen, denizleri ulaşımda hiç kullanamadığımız da bir vakıadır. Limanlarımız, bugün, 200 milyon ton/yıl yükleme kapasitesine sahip olmasına rağmen, 2000'li yılların başında Türkiye'nin dışalım ve dışsatımında istediğimiz yere gelmesi için, liman kapasitelerini en az iki misli artırmamız gerekir. Tabiî, bu arada, Derince konteyner limanının bir an önce revize edilerek İstanbul Haydarpaşa Limanının yükününün önemli ölçüde Derince Limanına kaydırılmak suretiyle, ülkenin gerçekleri doğrultusunda bir projenin gerçekleştirilmesinin mantıklı olacağını da ifade etmeden geçmek mümkün değildir.

Türkiye'de karayolları niçin bu kadar tercih ediliyor; demiryolları niçin üvey evlat muamelesi görüyor; deniz taşımacılığı niçin ihmal ediliyor; bu mesele son derece açıktır; çünkü, otomotiv sektörünün başında bulunan rantiye sınıfının temsilcileri, nakliye sektörünün başında bulunan patronlar, karayolu taşımacılığına öncelikli olarak ağırlık verilmesini, demiryollarının ve denizyollarının ihmal edilmesini kendi çıkarları açısından zarurî görmektedirler. Tabiî, bugün, karayollarındaki bu trafik kazaları da göz önünde bulundurulduğu zaman, zannediyorum ki, karayollarına bu kadar yüklenilmesine, öncelik verilmesine ön ayak olanlar, sebep olanlar, telkinde bulunanlar, bu trafik kazalarının da, bir noktada, müsebbibi olarak halk tarafından görülüp değerlendirilmektedirler.

Tabiî, Türk Hava Yollarıyla, Devlet Hava Meydanlarıyla alakalı olarak, sözlerimi, bu noktaya gelmişken, Türk Hava Yollarının ve bütün kamu iktisadî teşebbüslerinin yönetim kurullarına bacanakların, yeğenlerin, kardeşlerin, yiyenlerin, arpalık olarak görülen KİT yönetim kurullarına, peşkeş çekildiklerini, halkın gözünün içine bakarak "ne yapalım canım; biz, ancak, kendi yakınlarımıza, kendi bacanaklarımıza güveniyoruz, güvendiğim insanlara ihtiyacım var, onun için de onları getirdim" diyebiliyor, Türkiye'yi yönetenler. (RP sıralarından alkışlar)

Türkiye'nin, bugün, 80 milyar dolar dışborcu var. Bu 80 milyar dolar dışborcu yapanlar, keşke bu dışborcu alıp, havalimanları, demiryolları, limanlar yapabilseydiler. O zaman, bugün, ülkenin bu sıkıntıları, bu kürsülerde, bu şekilde dile getirilmezdi; ama, ne yazık ki, bu milyarlarca dolar, Engin Civan'lara peşkeş çekilecekti, hayalî ihracatçılara peşkeş çekilecekti, otoyol müteahhitlerine, otoyol vurgunlarına transfer edilecekti. Onun için, bu 80 milyar dolar, halkımıza, ülkemize, yatırım olarak, maalesef, arzu edilen şekilde gitmemiştir, intikal etmemiştir.

Tabiî, Telekom'la da alakalı, haberleşmeyle de alakalı birkaç söz söylemek istiyorum. Şu anda, GSM cep telefonlarının Türkiye'de yaklaşık 1 milyon abonesi olduğu bilinmektedir. İki kuruluşun, yeterli altyapı yatırımlarını yapmadan abone kaydı yapmaları neticesinde, bugün, cep telefonu aboneleri sıhhatli konuşma yapmaktan uzaktırlar. Her yerle konuşamadığınız gibi, rahat da konuşamıyorsunuz. Tabiî, bu, bana göre çok önemli değil. İşin esas vahim tarafı şudur: Bugün, Türkiye'de, başta milletvekilleri olmak üzere, hiç kimse telefonunun dinlenmediğini söyleyemez. Yani, geçmişte, Sayın Mesut Yılmaz "telefonlarım dinleniyor" diye manşetlere çıkmıştı ve ben, milletvekili olarak, rahatlıkla söylüyorum, telefonu açtığım zaman, mutlak suretle inanıyorum ki, telefonum dinleniyor. Benim gibi gibi milletvekilleri ve ülkenin yönetiminde söz sahibi olan üst düzey bürokratlar, bugün telefonlarının dinlenmediğinden emin değildirler.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Pepe, süreniz bitti; size 2 dakikalık eksüre veriyorum.

Buyurun.

OSMAN PEPE (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aslında, dile getirmiş olduğum bu hususun ne derece önemli olduğu bilinmekte; ama, dile getirdiğim bu hususlar, hukuk devletinde, demokrasinin cari olduğu, demokrasinin sıhhatli işlediği ülkelerde, haberleşme özgürlüğü ve güvenliği, öncelikli olarak gündemin birinci sırasına gelebilir.

Açıkça insan haklarının ihlal edildiği, ülkenin en büyük partisinin kapatma davasıyla yüz yüze bırakıldığı, başörtüsünden dolayı binlerce kızımızın üniversite kapılarında bekletildiği, açıkça insan haklarının ayaklar altında çiğnendiği bir dönemde, elbette ki, haberleşmenin masuniyetinden bahsetmek boşunadır; ama, ben, her şeye rağmen, ülkemizin önünün açık olduğuna inanıyor, gelecek günlerin, ülkemizin layık olduğu yönetimleri getirmesini temenni ediyor, bu duygu ve düşüncelerle Yüce Meclisi selamlıyorum, saygılar sunuyorum. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Pepe.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, ilk konuşmayı yapmak üzere, Antalya Milletvekili Sayın Yusuf Öztop.

Buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Öztop, kaç dakika konuşacaksınız?

YUSUF ÖZTOP (Antalya) – 10 dakika...

BAŞKAN – Peki; yani, biz, 30 dakikayı tam olarak veriyoruz; süreyi ona göre ayarlayalım.

CHP GRUBA ADINA YUSUF ÖZTOP (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1998 malî yılı Adalet Bakanlığı bütçesi hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini dile getirmek üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Genel Kurulun değerli üyelerini, ekranları başında bizleri izlemekte olan değerli vatandaşlarımı, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, adalet denilince ilk akla gelen "adalet, mülkün temelidir" sözü oluyor. Mülkten kastedilenin devlet olduğu, hepimiz tarafından da gayet iyi biliniyor. Adalet denilince akla başka ne geliyor; köhne binalarda binlerce tozlu dosya, yıllarca bitmeyen davalar, insan hakları ihlalleri, çek-senet mafyaları, çeteler, faili meçhul cinayetler; sonra da, yargının bağımsızlığı, yargıç güvencesi, hâkim ve savcı atamalarına ilişkin kararnameler üzerine yapılan tartışmalar, tartışmalar...

Değerli arkadaşlarım, Adalet Bakanlığı, doğrudan doğruya yargı erkini kullanmaz. Adalet Bakanlığının görevi, yargı erkini kullanan mahkemelere, hâkim ve savcılara yardımcı olmak, onlara lojistik destek sağlamak, adaletin en mükemmel şekilde, en hızlı şekilde yerine getirilmesi için gerekli yasal ve idarî düzenlemeleri yapmaktır.

Değerli milletvekilleri, bu görevlerin yerine getirilip getirilmediğinin anlaşılabilmesi için, 1996 yılına ait bazı rakamlara göz atmakta yarar olduğunu düşünüyorum. 1996 yılında, hazırlık tahkikat sayısı 2 069 514, ceza mahkemelerinde görülen dava sayısı 1 874 820, hukuk mahkemelerinde görülen dava sayısı 1 640 759, idarî yargıda görülen dava sayısı 199 821, icra dairelerindeki takip dosya sayısı 4 465 076'dır. Görülmekte olan bu davaların yüzde 65'i, 1996 yılı içerisinde karara bağlanmıştır.

Değerli arkadaşlarım, bu davalara, adlî ve idarî yargı dahil, 7 462 hâkim ve savcı ile onların eli kolu olan 12 412 zabıt kâtibi bakmaktadır. Bu sayı azdır, hem de çok azdır. Sayın Adalet Bakanı bu sayının yetersizliğinden bahsediyor; ama, bazı adalet personelinin de vakıflarda görevlendirildiğini biliyoruz. Adalet Bakanından dileğimiz, vakıflarda görevlendirilen personelin aslî görevlerine döndürülmesidir.

Değerli milletvekilleri, bu rakamlardan çıkarılması gereken bazı sonuçlar olduğunu düşünüyoruz. 1996 yılındaki toplam dava ve icra takip sayısı 10 milyon 300 bin civarındadır. Her davada ya da icra takip dosyasında en az iki kişi bulunacağına göre, nüfusumuzu da 62 milyon olarak kabul edersek, her altı kişiden birisinin adliyeyle işi var demektir. Hele, nüfusun yarısının da çocuk ve yaş küçüklüğü nedeniyle ehliyetsiz olduğu düşünülürse, her üç kişiden birisi adliyeyle karşı karşıyadır. Bu sonuç, sanıyorum, toplumumuzun ihtilaf çıkarmaya yatkın olduğunu değil, sistemin ihtilaf çıkarmada etkili olduğunu göstermektedir.

Değerli arkadaşlarım, diğer bir sonuç da şudur : Gerek ceza davalarının ve gerekse hukuk davalarının en az yüzde 35'i bir sonraki yıla devredilmektedir. Hızlı nüfus artışı, iç göçün neden olduğu sağlıksız kentleşme, dava sayılarını yıldan yıla artırmaktadır. Sonuçta, gece gündüz demeden çalışan yargıçlarımız ve savcılarımız kararı zamanında çıkaramamakta, adalet gecikmekte, adaletten beklediğini alan da memnun olmamaktadır.

Yine, bu rakamlardan çıkarılması gereken bir başka sonuç da, yürütmenin ve idarenin hukuk kurallarına yeterince uymadığıdır. Özellikle, idarî yargıda görülmekte olan pek çok dava, idarenin kanun dışı tutum ve tasarruflarından kaynaklanmaktadır. Bunlar arasında, kamu görevlilerine haksız olarak verilen idarî cezalar, haksız yere yapılan tayin ve sürgünler önemli yer tutmaktadır.

Değerli milletvekilleri, burada, bir konuya daha değinmek istiyorum. Anayasanın 138 inci maddesinin son fıkrası, yasama ve yürütme organları ile idareye, mahkeme kararlarına uyma ve uygulama zorunluluğu getirmiştir. Hal böyle olmasına rağmen, bazı bakanlar ve yönetimindeki idare, ya yargı kararlarını uygulamamaktadır ya da uygular gibi gözüküp, bir başka hukuk dışı uygulamayla yeni davalara neden olmaktadırlar. Halen uygulamayı bekleyen pek çok idarî yargı kararı olduğunu biliyoruz. Temennimiz, bu Hükümetin, yargı kararlarına uyması ve yeni yeni davalara neden olmadan, hukuka, hukukun üstünlüğüne saygı gösterdiğini kanıtlamasıdır.

Değerli milletvekilleri, bütçe kanun tasarısında, Adalet Bakanlığı için öngörülen ödenek 121 trilyon 263 milyar 344 milyon liradır. Adalet Bakanlığının genel bütçe içindeki payı, 1992 yılında yüzde 1,48 iken, yıllar itibariyle azalarak, 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısında binde 88'e inmiştir. Sayın Bakan, Plan ve Bütçe Komisyonunda yaptığı konuşmasında, özelleştirme gelirlerinden 8 trilyon liranın aktarılacağını açıklamıştır.

Değerli arkadaşlarım, bir yandan "adalet, mülkün temelidir" diyeceğiz, öbür taraftan, adaleti, özelleştirmeden elde edilecek gelire bağlayacağız... Anadolu’da bir söz var; elden gelen öğün olmaz, o da zamanında gelmez. Devletin en temel görevi olan adaleti, özelleştirmeden gelecek paya bağlayamazsınız. Özelleştirme yapamazsanız ya da beklediğiniz özelleştirme gelirini sağlayamazsanız ne yapacaksınız Sayın Bakan? Yoksa, yine, adalet, ağır aksak devam mı edecek?

Değerli milletvekilleri, yargıda bir başka sorun da, adaletin geç tecelli etmesidir. Eğer, mahkemeler, tebligat çıkaracak pul parasını bulamıyorsa, kırtasiyesini, daktilo şeridini alamıyorsa, bilirkişi ücretini ödeyemiyor, vasıta parasını veremiyorsa, bu durumu da, dört kez Adalet Bakanlığı görevine gelen Sayın Sungurlu itiraf ediyorsa, orada, adalet gecikir. Gecikmiş adalet, adalet değildir, hatta, en büyük adaletsizliktir. Devlet olarak, siz buna neden olursanız, insanlar, adaleti, ne yazık ki başka yerlerde ararlar. O zaman, her ilde çek senet mafyaları ortaya çıkar; gün gelir, bunlarla bir gün de başedilemez olur.

Sayın milletvekilleri, bir iki cümleyle de cezaevlerinin durumuna değinmek istiyorum. 565 ceza infaz kurumunun pek çoğu gayri sıhhi durumdadır. Tutuklu ve hükümlüler sağlıksız şartlarda yaşamaktadırlar. Mevcut cezaevleri, koğuş sistemine göre düzenlenmiştir. O nedenle, cezaevlerinde, isyan, yaralama, öldürme, koğuş ağalığı ve uyuşturucu ticareti yapıldığı bilinmektedir. Özellikle, terör suçlularının yatmakta olduğu cezaevleri, âdeta eğitim kampı haline gelmiştir. Basit bir suçtan cezaevine giren hükümlü ya da tutuklunun bir kısmı, ne yazık ki, terörist olarak çıkmaktadır. O nedenle, koğuş sisteminden, zaman kaybedilmeden, 4 ilâ 6 kişinin kalacağı oda sistemine geçilmelidir. Görevlilerin bile giremediği cezaevlerinin olduğunu, ikili görüşmelerimizde, ne yazık ki, bize de anlatıyorlar.

Sayın milletvekilleri, hâkim ve savcıların en büyük yardımcıları, şüphesiz, adliye personelidir. Onların pek çok haklı talepleri vardır. Yargının sorunlarını çözmek istiyorsak, bu taleplere kulak vermeliyiz; hâkim ve savcılarla birlikte onların da, ekonomik, sosyal ve demokratik haklarını teslim etmeliyiz. Özellikle, cezaevlerinde görevli koruma görevlilerinin, iş riski de dikkate alınarak, fiili hizmet zammı taleplerini yerine getirmeliyiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet Bakanlığı bütçesi içinde Yüksek Seçim Kurulu da yer almaktadır. Bilindiği gibi, Yüksek Seçim Kurulunun görevleri, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanuna göre belirlenmiştir. Kurulun görevi, genel milletvekili, belediye başkanlığı, belediye meclis üyeliği, il genel meclisi, köy ve mahalle muhtarları ile ihtiyar heyetleri seçimiyle ilgili ön hazırlıkları yapmak, seçimlerin, doğru, dürüst, yasalara uygun bir biçimde gerçekleşmesini sağlamaktır.

30.7.1997 tarihinde Yüce Meclisin çıkarmış olduğu 4300 sayılı Genel Nüfus Tespiti Yapılması ve Seçmen Kütüklerinin Güncelleştirilmesi Hakkında Kanunun 4 üncü maddesinin ikinci fıkrası, Yüksek Seçim Kuruluna yeni bir görev vermiştir. Bu maddede "merkezî seçmen kütüğünün tüm yurtta bilgisayar ortamına geçirilmesiyle ilgili çalışmalar, yazım gününü izleyen, en geç, iki yıl içinde tamamlanır" denilmektedir. Demek oluyor ki, Yüksek Seçim Kurulu 30 Kasım 1997'den 30 Kasım 1999'a kadar, merkezî seçmen kütüğünü tüm yurtta bilgisayar ortamına geçirecektir...

BAŞKAN – Sayın Öztop, süreniz bitti.

YUSUF ÖZTOP (Devamla) – Arkadaşımın süresinden de kullanacağım Sayın Başkan.

BAŞKAN – Peki efendim, buyurun.

YUSUF ÖZTOP (Devamla) – ...ama, hangi parayla?.. Adalet Bakanlığı bütçe teklifinde, 114 bölüm 001 maddede yer alan Yüksek Seçim Kuruluna bilgisayar hususunda tek kuruş yok. Plan ve Bütçe Komisyonu kararıyla söz konusu bölüm ve maddeye 50 milyar lira ödenek konulmuş. Bu konuda, Yüksek Seçim Kurulu yetkililerinin, ilgili bakanlarla, koalisyon ortağı partilerle temas kurduğunu da biliyoruz; ama, ne yazık ki, gerekli ödenek, bu bütçe kanunu tasarısında ayrılmamıştır. Böyle bir projenin maliyeti 1,5 trilyon liradır. Bu miktar ödeneğin konulması gerekiyordu. İlçe seçmen kükleri bilgisayar ortamına geçirilmediği için, yapılacak ilk seçimde, tırnaklar yine boyanacak, yine mükerrer oy kullanılacak, böylece, millî iradenin sandığa doğru olarak yansıması engellenmiş olacaktır. Yüce Meclisin bu konuya bir çözüm bulmasını diliyorum.

Sayın milletvekilleri, Yüksek Seçim Kurulunun bir başka sorunu da bina sorunudur. Bilindiği gibi, ilçe seçim kurulları, faaliyetlerini, adliye binaları içerisinde sürdürmektedirler; ama, seçim döneminde adliye binası dışarısına çıkarılmaktadırlar; o nedenle de, oy pusulaları elden ele dolaşmakta, sandıklara sahte oylar atılmakta, çöplüklerde oylar bulunmaktadır. O nedenle, bu bina sorunu da çözülmeledir. Bunun örneklerini, 1994 yerel seçimlerinde en iyi şekilde gördük ve biliyoruz.

BAŞKAN – Sayın Öztop, süreyi 2 dakika geçtiniz...

YUSUF ÖZTOP (Devamla) – Sayın milletvekilleri, yargı, sav, savunma, karar üçlüsünden oluşur. Her konuşmamızda savunmanın kutsallığından bahsederiz; ama, henüz daha bir avukatlık yasasını bile doğru dürüst çıkaramadık.

Değerli arkadaşlarım, yıllardan beri varlığından söz edilen çetelerin ve mafyaların, faili meçhul cinayetlerin ortaya çıkarılması ve ilgililerin yargılanması için, bazı kesimlerce, İtalya'daki gibi yürekli, kahraman savcılar aranıyor, hâkimler aranıyor.

İnanıyoruz ki, Türk savcısı, Türk yargıcı en az İtalyan yargıcı, savcısı kadar kahramandır ve yüreklidir; ama, biz, hâkim ve savcılarımıza çalışmaları için uygun ortam hazırlıyor muyuz, onları rahat bırakıyor muyuz; elli yıldan beri konuşulan, savcıya bağlı adlî zabıtayı kurabildik mi? Yargının bağımsızlığından, yargıç güvencesinden söz ediyoruz; yargı bağımsız mı, yargıç güvencesi tam mı?!

Değerli arkadaşlarım, çetelerin, mafyaların, faili meçhul cinayetlerin ortaya çıkarılması sorunu yüreklilik, kahramanlık sorunu değildir; bunların ortaya çıkarılması sistem meselesidir, yetki meselesidir. İnanıyorum ki, yetki verildiğinde, olanaklar sağlandığında, Türk hâkim ve savcısı görevini fazlasıyla ifa edecektir.

Değerli arkadaşlarım, yargıç güvencesinin ve yargı bağımsızlığının sağlanması için Anayasanın 159 uncu maddesinin de değiştirilmesi gerektiğine inanıyorum.

BAŞKAN – Sürenizi 4 dakika geçtiniz...

YUSUF ÖZTOP (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, hâkimlerin, yalnız Berlin'de değil, Türkiye'de de olduğunun altını çizerek, bütçenin, Adalet Bakanlığına hayırlı uğurlu olması dileğiyle hepinize saygılar sevgiler sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Öztop.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ikinci konuşmayı yapmak üzere, Ardahan Milletvekili Sayın İsmet Atalay. (CHP sıralarından alkışlar)

Birinci arkadaşınız süreyi 3,5 dakika fazla kullandı...

Buyurun efendim.

CHP GRUBU ADINA İSMET ATALAY (Ardahan) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Yargıtay Başkanlığı bütçesi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına görüşlerimi arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; şahsım ve Grubum adına Yüce Meclisi ve ekranları başında bizleri izleyen yurttaşlarımızı saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Yargıtay, Yüce Türk Milleti adına yargı yetkisi kullanan ve yetkileri Anayasanın 154 üncü maddesiyle düzenlenen yüksek yargı organımızdır. Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adlî yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir; ayrıca, kanunla gösterilen belli davalarda da ilk ve son derece mahkemesi olarak görev yapmaktadır. Yargıtay, bu görevlerinin yanında, içtihat yapma ve bu yolla gelişen koşullar karşısında, hukuka yön verme, Türk hukuk sistemini geliştirme ve güçlendirme gibi çok önemli görevleri de yerine getirmektedir.

Anayasamızın 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Hukuk devletinin temel özelliği, hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına saygıdır. Hukuk devleti, vatandaşlarına eşit muamele yapmayı gerektirir. Yargıtayımız, demokratik, laik ve sosyal hukuk devletimizin başlıca güvencelerinden biridir; kurulduğu günden bugüne kadar, görevlerini büyük bir başarıyla yerine getirmiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ilk derece mahkemelerinden gelen dava sayısının fazlalığı nedeniyle, Yargıtayımız, büyük bir işyükü altındadır; yılda 500 binden fazla dosya gelmektedir; bu ağır işyüküne rağmen, yorucu bir tempoyla çalışarak, gelen dosyaların yüzde 80'ini karara bağlamaktadır.

Yargıdan söz edildiğinde, herkesin, her vesileyle yakındığı bir konu, geciken adaletin adaletsizlik olduğudur; şüphesiz, buna katılmamak mümkün değildir; çünkü, yargının hızlı, etkin ve isabetli karar vermesi, toplumsal düzenin, halkın devletine karşı göstereceği güvenin temel taşıdır. Yargılama yetkisini kabul ettiğimiz Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ve Divanı, adaletin gecikmesini hakkın ihlali olarak değerlendirmekte ve adaleti geciktiren ülkeleri mahkûm etmektedir. Anayasamıza göre de, davaların, en az giderle ve mümkün olduğunca hızlı biçimde sonuçlandırılması, yargının temel görevidir. Yargının gecikmesi, davaların makul sürede bitirilememesi, toplumsal huzuru ve barışı zedeler. Özellikle, enflasyonun sürekli ve kalıcı hale geldiği ülkemizde, hakkın geç elde edilmesi, hakkı, etkisiz ve anlamsız bırakmaktadır. Bu durumda da, çözüm, hukukdışı alanlarda aranmaya başlanmıştır.

Yargıtayın bu büyük işyükü, bir içtihat mahkemesi olarak çalışmasına imkân vermemektedir. Bu nedenle, iş yoğunluğunu azaltacak üst mahkemeler acilen kurulmalı; yargılama usulleri yeniden gözden geçirilmeli, yargıyı tıkayan hükümler ayıklanmalı; adlî kolluk oluşturulmalı; köktenci bir yargı reformu yapılarak, yargının işleyişi basitleştirilmeli, şeffaflaştırılmalı; yargının işleyişi, hiç kimsenin kuşku duyamayacağı bir konuma getirilmelidir.

Temiz toplum ve temiz siyasete giden yolların açılmasını istiyorsak, dokunulmazlığın sınırlandırılmasına dair anayasa değişikliğini bir an önce sonuçlandırmalıyız.

Seksen yıl önce çıkarılan Memurin Muhakematı Kanununu değiştirmeliyiz. Bir yıldır ülke gündemini oluşturan Susurluk olayı, ülkede hukuku devre dışı bırakan olaydır. Hukuku etkin kılan bir sistem oluşturulmadığı sürece, bu ülkede, daha pek çok Susurluk olayıyla yüz yüze gelme tehlikesi vardır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; toplum yaşamında hukuk düzeninin tartışılmaz bir yeri vardır. Sağlıklı ve adil bir hukuk devleti yapısında, temel hak ve özgürlüklerin güvenceye alınması önem kazanmaktadır. Devlet, vatandaşlarına böyle bir düzen sağlamak için vardır. Adaletin sağlanması, kişi hak ve özgürlüklerinin korunması, hukukun üstünlüğü ilkesinin tam anlamıyla gerçekleştirilmesi, demokratik bir hukuk devletinin en temel öğelerinden birisidir.

Temel niteliği adalet ve hukukun üstünlüğü ilkesi olan demokratik sistemi tam anlamıyla gerçekleştirme konusunda, hepimize, büyük görevler düşmektedir. Gerçek anlamda hukuk devleti, hukukun üstünlüğü ilkesinin kabulüyle olanaklıdır; ancak, insanlığın, hukukun üstünlüğü ilkesine dayalı hukuk devleti anlayışına ulaşması kolay olmamıştır.

Yönetimi hukuka bağlı devletler için “hukuk devleti” yönetimi hukuka bağlı olmayan devletler için ise “polis devleti” deyimi kullanılmaktadır. Tarihî süreçte, hukuk devleti, polis devleti sistemine reaksiyon olarak ortaya çıkmıştır. Hukuk devletini polis devletinden ayıran temel özellik, devletin de bireyler gibi hukuka bağlı olmak zorunda kalmasıdır.

Devletin ve bireyin hakları Anayasa ve yasalarla belirlenmiştir; ancak, hemen belirtmek isterim ki "hukuka bağlı devlet" ile "kanuna bağlı devlet" deyimlerini birbirine karıştırmamak gerekir. Yasal olan, her zaman demokratik ve hukukî olmayabilir ve herşeyden önce adalete ve hukuk hissine aykırı sonuçlar verebilir. İşte, bu nedenle hukukun üstünlüğü ilkesi, hiçbir zaman gözardı edilmemelidir; aksi halde, hukuk devleti, gerçekte, yalnızca bir kanun devleti haline gelmiş olur. Kuşkusuz, yasalar önemlidir; ama, insanın daha önemli olduğu unutulmamalıdır.

Hukukun üstünlüğü ilkesi, milletlerarası düzeyde, son olarak, Paris'te toplanan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansında önemle vurgulanmıştır. Bu Konferansta, 21 Kasım 1990 tarihinde, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 34 ülke tarafından imzalanan "Yeni Bir Avrupa İçin Paris Şartı" başlıklı belgenin önsözünde, açıkça, demokrasinin temelinin, insan kişiliğine saygı ve hukukun üstünlüğüne dayandığı ve kimsenin hukukun üstünde olamayacağı belirtilmiştir.

Tüm yargının sorunları gibi, Yargıtayın da sorunları vardır. Yargıtay, mevcut kadrosuyla yargı görevini, üç ayrı binada, dağınık bir şekilde sürdürmektedir. Yargıtay, acilen, rahat bir çalışma imkânı sağlayacak her türlü modern donanıma sahip, adalete verilen önemi ve değeri simgeleyen bir binaya kavuşturulmalıdır...

BAŞKAN – Sayın Atalay, 21 inci dakikadasınız; diğer arkadaşınıza 9 dakika süre kaldı.

İSMET ATALAY (Devamla) – Benim daha sürem var efendim.

BAŞKAN – Ben size hatırlatıyorum.

İSMET ATALAY (Devamla) – Yasal düzenlemeler yapılarak yargı, yargılama hizmetlerinde ödenek aranmaksızın harcama yapacak bir konuma getirilmelidir.

Değerli arkadaşlarım, Anayasamız, güçler ayrılığı ilkesini kabul etmiştir. Egemenlik ulusundur; ulus, bu yetkiyi yasama, yürütme ve yargı organları eliyle kullanmaktadır. Organların birbirine üstünlükleri söz konusu değildir. Devletin temel organları arasında bulunması gereken denge, özellikle yürütmenin lehine, yargının aleyhine bozulmuştur. Bağımsız olmayan yargı da yargı olmaz. Yargının gücü, güvenilirliği ve saygınlığı bağımsız olmasına bağlıdır.

Son günlerde yaşanan olaylar da göstermiştir ki, 1982 Anayasasında biçimlenen şekliyle, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesi bakımından, son derece önemli sakıncalar oluşturmaktadır. Bu açıdan, Kurul, yeniden yapılandırılmalı; Adalet Bakanı ve Müsteşar, Kurulda yer almamalıdır. Yüksek yargı organları, kendi üyelerini kendileri seçmelidir. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun ayrı bir teftiş kurulu ve ayrı bir sekreteryasının bulunması, bağımsızlığın teminat altına alınmasında yararlı olacaktır; çünkü, bugünkü sistemde, soruşturma ve denetim, Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu tarafından yürütülmektedir.

Ayrıca, yargı bağımsızlığıyla bağdaşmayan Anayasa ve yasa hükümleri kaldırılmalıdır; Avukatlık Yasası geciktirilmeden değiştirilmeli; barolar Adalet Bakanlığının vesayetinden kurtarılmalı; savunma dokunulmazlığı getirilmelidir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, görevi ve yetkileri Anayasa ve Yargıtay Kanunuyla belirlenmiş çok önemli bir organımızdır. Yargıtaydaki görevleri dışında, Anayasa ve yasalarla, kendisine önemli görevler verilmiştir; ancak, Başsavcılığın, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunda temsil edilmemesi de ayrı bir konudur; Başsavcının da, mutlaka, bu Kurulda yer alması gerekir diye düşünüyoruz.

BAŞKAN – Sayın Atalay, 3 dakika arkadaşınızın hakkından kullandınız; siz bilirsiniz...

İSMET ATALAY (Devamla) – Arkadaşın da süresi var. Ben, hakkımı bitirmek üzereyim; zaten, bitiriyorum.

Ayrıca, Adalet Bakanından bir istirhamım olacak. Biraz evvel konuşan arkadaşımız da, yargı kararlarının ödünsüz olarak uygulanmasını belirttiler. Ancak, benim, Adalet Bakanından, bir yargı kararının uygulanmasıyla ilgili bir isteğim oldu; maalesef, Sayın Adalet Bakanı, bu kararı yerine getirmedi. Bu konuda, Sayın Başbakana, iki defa, Danıştayın kararlarını, yazılı bir şekilde, takdim ettim; bugüne kadar da cevap almış değilim. Eğer, bir ülkede, Adalet Bakanı, yargı kararlarına uymuyorsa, o ülkede adaletten ve yargıdan söz etmek mümkün değildir. Özellikle bu konuda, Adalet Bakanının daha dikkatli olmasını bekliyoruz.

Yargıtayımız, Türkiye Cumhuriyetinin en önemli kalesi olarak, onurla görevini sürdürmektedir. Parlamento olarak bize düşen, Yargıtayımıza destek vermek, ona yardımcı olmaktır.

Bu düşünce ve duygularla, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Atalay.

CHP Grubu adına üçüncü konuşmayı yapmak üzere, Malatya Milletvekili Sayın Ayhan Fırat.

Sayın Fırat, 6 dakikanız kaldı; ama, tabiî, Devlet Demir Yolları da önemli.

NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan bu konuda anlayışlıdır, rahatınıza bakın.

CHP GRUBU ADINA AYHAN FIRAT (Malatya) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım adına, hepinize saygılar sunuyorum.

Efendim, bugün, Ulaştırma Bakanlığı ve bağlı kuruluşlarının bütçesini görüşeceğiz.

Sayın milletvekilleri, ekonominin, toplumsal gelişmenin, sosyal bütünleşmenin ve ülke kalkınmasının itici gücü olan Ulaştırma Bakanlığının 1998 yılı bütçesi, hepinizin de bildiği gibi, bence de kifayetsizdir.

Ulaştırma sektörü, önce, karayolunu, denizyolunu, hava ulaştırmasını ve bir de muhabereyi, yani, haberleşme sektörünü içerisine alır. Karayolu ulaştırması da ikiye ayrılır: Demiryolu ulaştırması ve doğrudan doğruya, Türkiye Cumhuriyeti karayollarında veya köy yollarında yapılan ulaştırma sistemi.

Demiryolları ulaştırması yıllardır ihmal edilmiştir; karayolu ulaştırmasına en büyük ödün verilmiştir. Dünyada, 1930 ile 1970 yılları arasında karayolu ulaştırmasına büyük önem verilmiştir; Türkiye de, bunun altında kalmıştır; fakat, 1970 yılından sonra bütün dünya hızla demiryolu ulaştırmasını modernleştirdiği halde, Türkiye aynı şeyde ısrar etmiştir. Sağ partiler, demiryollarına katkı yapma imkânını vermemiştir ve sosyaldemokratlar toplutaşımacılığa olan önemi belirtmelerine rağmen, en küçük bir destek görülmemiştir.

1950'li yıllarda demiryollarının payı, taşımacılıkta ve yolcu taşımada karayollarına eşitti; ama, bugün, demiryollarının payı, yolcu taşımada yüzde 4, yük taşımada yüzde 8'e düşmüştür; karayolunun payı, yüzde 85'lere çıkmıştır. Böyle bir ülkede, sizin, kazaları önlemeniz mümkün müdür; değildir.

Türkiye'nin yollarında, 278 bini çekici olmak kaydıyla 550 bin kamyon dolaşıyor, 152 bin otobüs dolaşıyor, 3,5 milyon araba dolaşıyor ve tarlada çalışması gereken 750 bin traktörün en az 15-20 bini de karayollarında yük götürüyor veya insan taşıyor. Böyle bir sistemin içinde, sizin, Trafik Yasasında yapılacak değişikliklerle trafik canavarını önlemeniz mümkün değildir. Ben bunu bu kürsüden bir sene önce söyledim. Cezalar artırıldı; ama, gene, yılda ölen 6-7 bin, yaralanan 100 bin kişi; trilyonlarca lira zarar...

Hata nedir; hata, sürücüde mi; hayır, hata, sistemde. Sistemi yanlış vazediyorsunuz. Eğer toplutaşımacılığa yönelmezseniz, Türkiye'de trafik kazalarını önlemeniz mümkün değildir; bunu herkesin bilmesi lazım. (CHP ve DSP sıralarından alkışlar)

Muhterem arkadaşlarım, bakın, 1973'te Türkiye'de de toplutaşımacılığa doğru bir dönüş başladı. O zaman sosyal demokratlar iktidardaydı. Ankara-İstanbul hızlı treni projesi yapıldı. 1976'da bu proje tatbikata geçirildi, 1978'de temel atıldı. 1980 yılına kadar gelindi, 1981 yılında kösteklendi. Ben bu Mecliste bütün gücümü kullandım; ama, ona katkı yapamadık; durdurdular. Ayaş Tüneli, yüzde 75'le bekliyor. Ondan sonra, 1 892 metrelik tünel bitti, Sincan'a kadar bitti; ama, daha, Çayırhan ile Arifiye arası 195 kilometre; başlanmadı.

Bu yol, 577 kilometre. Kim yapmış; Fransızlar. Ne zaman yapmış; 1890'da. Dolaştırarak gitmişler. Bu yol 420 kilometreye düşecek ve 200-250 kilometre sürat yapan trenlerle buradan İstanbul'a 2 saatte gideceksiniz. O zaman, bu karayolunda kim araba kullanarak gidecek!...

Bugün bu demiryolu 22 çift tren geçirebiliyor; halbuki, bizim dediğimiz hızlı tren yapıldığı takdirde 168 çift tren geçebilecek; bunu, 100 kabul edin ve 800 kişiyi taşıdığını kabul edin; 40 bin kişiyi taşıyacak bir taraftan bir tarafa. 40 bin kişiyi de karşıdan taşıyacak; eder 80 bin kişi; işte, medeniyet bu. Karayolu taşımacılığı... İşte, yol taşımacılığı, demiryolu... Bugün, bütün Avrupa, 300 kilometre süratle giden trenlerle birbirine bağlanıyor. Japonya'da, geçen hafta denemesi yapılan bir tren 521 kilometre hız yaptı. Japonya buna gidiyor; ama, ANAP'lı bir arkadaşım, Bütçe Komisyonunda, burada, hâlâ, diyor ki: "Tavuğun önüne koyacağınız darıyı, kargaya yedirmeyin; aman, ha, demiryoluna yatırım yapmayın." Bu, nasıl zihniyettir, anlayamıyorum... Eskiden, bize, demiryolu deyince "demirperde gerisi zihniyeti" derlerdi; şimdi, demiryolu için, gidin, Avrupa'ya bakın, Amerika'ya bakın, Japonya'ya bakın. Türkiye'de, hâlâ, 50 kilometre süratle giden demiryolu...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Fırat, süreniz bitti efendim. Lütfen, toparlayın. (CHP sıralarından "devam etsin" sesleri)

AYHAN FIRAT (Devamla) – Sayın Başkanım, çok istirham ediyorum... toparlıyorum...

BAŞKAN – Siz Grup olarak anlaşmazsanız, ben nasıl aranızdaki ihtilafı çözeyim.

AYHAN FIRAT (Devamla) – Arkadaşlar, bu projenin ucunda, bir de tüpgeçit projesi var. Geçen sene, 11 Nisan günü, bu kürsüden bir gündemdışı konuşma yaptım ve tüpgeçidi dile getirdim. Sonra, bu tüpgeçit projesi, İstanbul Belediyesi tarafından da kabul edildi; sonra Başbakan Yardımcısı kabul etti; sonra Cumhurbaşkanı "çok iyi bir projedir" dedi. Nedir bu; Gebze ile Halkalı arasında 62 kilometrelik bir tren yolu. Bu, metro; ama, tüpgeçidi var, Boğazın altından 13 kilometre. Ne geçirecek; saatte 65 bin kişiyi geçirecek tek tarafa. Bugün, iki köprü, günde 500 bin kişiyi geçiriyor. Neden; köprüler vasıta geçirir. Halbuki, İstanbul'un problemi, adam geçirmektir. 2010 yılında, saatte 70 bin kişi, bir yakadan öbürüne geçecek. Sayın Aktürk diyor ki "efendim, sakın ha... Üçüncü köprüyü yapalım." Daha geçen gün, azıcık bir karda, İstanbul'da, insanlar, beş saat, altı saat yolda kaldı, köprüyü geçemedi. Hâlâ götürüyor, üçüncü köprüyle böyle bir meseleyi halletmeye çalışıyor. Ben anlamıyorum... Bu partinin sözcüsü, burada, tüp geçide "evet" diyor, Sayın Aktürk "hayır" diyor. Bu partinin bir politikası yok mu, anlayamıyorum.

Arkadaşlar, bakın, medeniyet bu. Bir GAP diyoruz; işte GAP... işte GAP Projesi... Ankara'dan Halkalı'ya... Bundan daha iyi proje var mı?.. Sakın ola ki köprü yapılmasın; köprü insan geçirmez, vasıta geçirir.

REFİK ARAS (İstanbul) – İkisi birden yapılsın...

AYHAN FIRAT (Devamla) – Muhterem arkadaşlarım, ben, çok kısa olarak birkaç konuya daha değinmek istiyorum. Vaktimin uzun olmasını isterdim; ama, maalesef, böyle oldu.

BAŞKAN – Evet, toparlamanız lazım; vaktiniz az kaldı.

AYHAN FIRAT (Devamla) – Şimdi, arkadaşlar, Devlet Demiryollarının bütçesi kafî mi; değil. Neden; 23 trilyon bütçe var; Ulaştırma bütçesinde de 19 trilyon yatırım var; 4 trilyonunu Demiryollarına ayırmışlar, 3 küsur trilyon da transfer var; etti 7; 23'te burada 30; dolar bazında ne yapar; 150 milyon dolar. Bu işler, 150 milyon dolarla olmaz; hızlı tren 3,5 milyar dolar... Bunu bastıracaksın, karar vereceksin, üç senede yapıp çıkacaksın; ama, bilesiniz ki, üç senede kendini amorti edecek.

Şimdi, arkadaşlar, bir de, bir nebze, PTT'ye değinmek istiyorum. Bakın, yine bu arkadaşım -Yıldırım Aktürk- çıkıyor diyor ki: "ANAP döneminde, PTT şöyle yaptı böyle yaptı..." Arkadaşlar, PTT'nin hizmeti... Onun içinde çalışmış bir insanım...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Fırat, size 3 dakika süre verdim, bitti.

AYHAN FIRAT (Devamla) – Bitiriyorum efendim...

BAŞKAN – Ama, rica ediyorum...

AYHAN FIRAT (Devamla) – Sayın Başkan, bitiriyorum... İstirham ediyorum...

Taa 1955'ten 1980'e kadar burada projeler yapıldı. Şimdi, ben, soruyorum: Münih Olimpiyatları, 1972'de verildi; demek ki, bir gelişme olmuş. Bakın, Münih Olimpiyatlarını Türkiye'den seyrettirdik. 1970 yılında İzmir'de yapılan Akdeniz Oyunlarını, bütün Türkiye seyretti.

Bakın, ANAP döneminde, 6 milyon telefon ilave edildi; bunu saygıyla karşılıyorum; ama, 1990-1997 yılları arasında 12 milyon telefon ilave edildi; şimdi, yani, bir parti çıkıp, 1990-1997 yılları arasında bunu biz mi yaptık diyecek...

Şimdi, arkadaşlar, bu hizmetler devamlılık arz eder. Dolayısıyla, basit düşünüp bir partiye mal etmek yanlıştır; bunlar, ülke sorunu; her gelen parti buna katkı yapacaktır ve ülke, bu şekilde, büyük projelerini gerçekleştirecektir. "Ben yaptım, sen yaptın" kavgasıyla, ülke, bir yere gitmez.

Hepinize saygılar sunuyorum. (CHP, ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Fırat.

Sayın milletvekilleri, biliyorsunuz, aldığımız karar gereğince, saat 19.00'da Başkanvekili ve Divan üyeleri değişiyor. O bakımdan, 19.10'da toplanmak üzere, Birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati: 18.53

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati :19.10

BAŞKAN : Başkanvekili Hasan KORKMAZCAN

KÂTİP ÜYELER : Levent MISTIKOĞLU (Hatay), Zeki ERGEZEN (Bitlis)

 

 

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 31 inci Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

V. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. – 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/669; 1/670; 1/633, 3/1046; 1/634, 3/1047) (S. Sayısı : 390, 391, 401, 402) (Devam)

E) ADALET BAKANLIĞI (Devam)

1. – Adalet Bakanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi (Devam)

2. – Adalet Bakanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)

F) YARGITAY BAŞKANLIĞI (Devam)

1. – Yargıtay Başkanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi (Devam)

2. – Yargıtay Başkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)

G) ULAŞTIRMA BAKANLIĞI (Devam)

1. – Ulaştırma Bakanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi (Devam)

2. – Ulaştırma Bakanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)

a) Telsiz Genel Müdürlüğü (Devam)

1. – Telsiz Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Bütçesi (Devam)

2. – Telsiz Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, görüşmelerimize kaldığımız noktadan devam ediyoruz.

Komisyon ve Hükümet yerlerini aldılar.

Bundan önceki oturumda, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu sözcüleri konuşmalarını tamamlamışlardı; sıra, Doğru Yol Partisi Grubunun sözcülerine gelmişti.

Bilindiği gibi, bu turda gruplara ayrılan süre 30’ar dakikadır. Grup sözcüleri, kendi aralarındaki süreyi anlaşmalı olarak kullanacaklardır.

Doğru Yol Partisi Grubunun ilk sözcüsü, Niğde Milletvekili Sayın Ergun Özkan.

Buyurun Sayın Özkan.

DYP GRUBU ADINA ERGUN ÖZKAN (Niğde) – Muhterem Başkan, muhterem milletvekilleri; Adalet Bakanlığı ve Yargıtay Başkanlığı bütçeleri üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına, görüşlerimizi arz etmek üzere huzurunuzda bulunmaktayım. Bu vesileyle, Yüce Meclisimizi ve televizyonları başında Meclis müzakerelerini takip eden aziz milletimizi, engin saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Anayasamızın 2 nci maddesinde belirtildiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir ve sistem olarak da, kuvvetler ayrılığı esası kabul edilmiştir. Egemenlik, mutlak surette milletindir. Millet adına, yasama, yürütme ve yargı yetkisini kullanan organlar arasında bir üstünlük sıralaması yoktur. Yetki ve görevlerin kullanılmasında çağdaş bir işbölümü ve işbirliği vardır. Üstünlük, sadece, Anayasa ve kanunlarda mevcuttur. Yargı gücü, devletin egemenlik haklarındandır. Hakkın, hukukun, adaletin sağlanması ise, devletin temel görevlerindendir.

Türk Milleti, kadimden beri, adalete büyük ehemmiyet vermiş ve adaleti gerçekleştirmek suretiyle, tarihte güçlü devletler kurmuştur. Adaletten ayrılan toplumlar, yok olmaya mahkûm olmuşlardır.

Adaletin ulvîyetini, yüceliğini belirten pek çok sözler arasında en marufu "adalet, mülkün temelidir" ifadesidir. Mülkün temeli olan adalet, mülk sahibinin de güvencesi, huzuru, refahı, barışı ve mutluluğudur. Buradaki mülkten maksat devlet olduğuna göre, elbette, mülkün sahibi de millettir.

Ehemmiyetini arza çalıştığım adaletin ülkede hâkim olabilmesi için, evvela, yargı bağımsızlığının ve yargıç güvencesinin tam temini şarttır. Yargının etkin, objektif, doğru ve hızlı çalışabilmesi için de, sorunlarından arındırılması lazımdır. Bu sorunlar, herkesçe bilinen ve söylenen hususlardır.

Benden önce konuşan değerli sözcülerin fikirlerini tekrar etmekten kaçınma gayreti içerisinde, bu husustaki görüşlerimizi birkaç başlık altında arza çalışacağım.

1. Anayasadan kaynaklanan sorunlar:

Anayasamızın 159 uncu maddesi, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun kuruluş ve görevini tanzim etmiştir. Bu maddeye göre, Kurulun başkanı Adalet Bakanıdır; Bakanlık Müsteşarı da kurulun tabiî üyesidir. Hâkim ve savcıların, mesleğe kabul edilme, atama, nakil, yükselme ve birinci sınıfa ayrılma, kadro ve disiplin işleri gibi özlük işlerinin de bu Kurul tarafından yapılması, yargı bağımsızlığını ve yargıç güvencesini zedeleyen bir durum yaratmaktadır. Aynı mahzur, Yargıtay üyelerinin seçiminde de bulunmaktadır. Bu bakımdan, Kurulun, sadece hâkim üyeler tarafından teşekkül ettirilmesinde fayda, hatta, zaruret vardır.

Ayrıca, Anayasamızda bulunan, başta, geçici 15 inci madde olmak üzere, yargı denetimini sınırlandıran hükümlerin kaldırılması veya yeniden tanzim edilmesi de gerekmektedir.

2. Personel sorunu:

Adalet Bakanlığında, kadro olarak, 9 408 hâkim ve savcı kadrosu vardır ve bunlardan 1 491’i boş bulunmaktadır.

Ülkemizde, nüfus artışı, nüfus hareketleri, asayişle ilgili birtakım fiiller neticesi, dava miktarlarında devamlı artışlar meydana gelmektedir. Bu suretle, hâkim ve savcılarımızın iş yükü gittikçe artmaktadır; Avrupa standartlarının birkaç misline çıkmıştır. Şöyle ki;

14.8.1981 tarihinde Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu bir ilke kararına varmıştır. Bu karara göre, Türkiye'deki mahkemelerin senede görebileceği dosya sayısının azamî ve asgarî hadleri tespit edilmiştir. Bahsi geçen ilke kararında, bir ağır ceza mahkemesinin yıllık 300-350 arasında, asliye ceza mahkemesinin 700-800 arasında, sulh ceza mahkemesinin 1 000- 1 200 arasında yıllık dosyaya bakması lazım geldiği görüşü belirtilmiştir. Asliye hukuk ve sulh hukuk mahkemelerindeki dosya sayısı da, ceza mahkemelerindeki dosya sayısına benzerdir; asliye hukuk mahkemelerinde 750-800, keza, sulh hukuk mahkemelerinde de 1 000-1 200 dosya arasında değişmektedir.

Bu rakamlar, Avrupa standartlarının çok üzerinde bir görüntü sergilemektedir. Avrupa'da, bilhassa Almanya'da, bir ağır ceza mahkemesinin yıllık 120 dosyaya baktığı nazarı itibara alınırsa, Türk yargıçlarının, iş yükü bakımından, ne kadar ağır bir sorumluluk altında bulundukları açıkça ortaya çıkmaktadır.

Aziz arkadaşlarım, bu rakamlar ile1996 yılında yargıya intikal eden dosya sayısı nazarı itibara alındığında, Türkiye'de, 2 357 mahkemenin daha yeniden kurulması gerekmektedir. Mevcut kadronun 1 491'i boş olan Türkiye'de, 2 357 mahkemeye, lâakal 2 400'ün üzerinde de hâkim ve savcı ataması yapılması lazım gelir. İşte, bu bakımdan, Türkiye'de, yargının etkin ve hızlı çalışması önlenmiş bulunuyor.

Keza, hâkim ve savcı sayısının azlığının dışında, zabıt kâtipleri, mübaşir, icra müdürleri, icra memurları gibi yardımcı adliye personelinin de sayısında, standartlara göre çok eksiklik mevcuttur.

Aziz arkadaşlarım, işte, gerek hâkim ve savcı sayısının azlığı gerekse diğer sebeplerin inzimamıyla, adaletin tevzii yavaşlamaktadır. Geciken adalet, bizatihi adaletsizliktir. Hele, bugünkü ekonomik ortamda enflasyonun ve faizlerin yükselmesi neticesinde, geciken adalet, büyük haksızlıklara müncer olmaktadır. Bu da, yargıya olan güveni sarstığı gibi, hak sahiplerini ya ihkakı hakka veya kanundışı oluşumlara sevk etmektedir. Bu durum da, toplumdaki barışı bozan en mühim amillerden birisi olmaktadır.

Muhterem arkadaşlar, hâkim ve savcı sayısının azlığının dışında da, biraz önce arz ettiğim gibi, yazı işleri müdürü, zabıt kâtibi, mübaşir gibi yardımcı personel kadroları da, sayıca yetersiz kalmaktadır. Bunların da, bir an önce artırılması ve boş kadroların doldurulması gerekir.

3. Fizikî yapılanma sorunu:

Adalet hizmetlerinin verildiği adliye binaları da, son derece yetersiz bir konumdadır. Mevcut 942 adliye binasından sadece 77 adedi, Bakanlıkça yaptırılan müstakil adliye binasıdır; geriye kalanın büyük kısmı, hükümet konaklarının zemin katında, adliyenin kendi saygınlığına yakışır, adaletin tevziini kolaylaştıran bir görünümden uzak şekilde adalet tevziine hizmet etmektedir. Bu bakımdan, adalet binalarımızın da, adliyenin mehabetine, ihtişamına uygun bir tarzda yapılanmasına imkân sağlanması gerektiğine inanıyoruz.

Ayrıca, yargıdaki tıkanıklığın büyük ölçüde giderilip, yargıya hız ve kolaylık kazandırmak için, adliye teşkilatının bilgisayarla donatılması gerekmektedir. Birkısım mahkeme ve icra müdürlüklerinde pilot uygulama olarak başlatılmasını da memnuniyetle karşılamaktayız. Ayrıca, eskiyip hurdalaşan araç ve gereçlerin de, miktar ve kalite bakımından yeterli duruma getirilmesi lazımdır.

4. Mevzuat sorunları:

Yargının yapılanması ve işleyişine ilişkin yasalarımızın çoğu, cumhuriyetin ilk yıllarında, Avrupa'dan alınarak yürürlüğe konulmuştur. Yetmiş yıla varan bu süreç içerisinde yasalarımız köklü değişikliğe uğramamış; ancak, ihtiyaçların gereği, zaman zaman, kısmî değişiklikler yapılmıştır. Eskimiş ve hantallaşmış olan bu mevzuatın yenilenerek, yargının işlemesini hızlandıracak, basitleştirecek ve herkesin anlamasını sağlayacak yeni bir sistemin getirilmesinde zaruret vardır. Bu hususta hazırlanan kanun tasarılarının Mecliste bulunması memnuniyet yaratmaktadır.

Yargının temel ihtiyaçlarından birisi de, şüphesiz, kaynak ihtiyacıdır. Yargının sorunlarının giderilmesi, yeterli olmaktan çok uzak ödenekle mümkün değildir. 1998 yılı bütçesinde Adalet Bakanlığına ayırılan ödenek, geçen yıla nazaran yüzde 113 artış sağlamışsa da, bakanlık bütçesinin genel bütçe içerisindeki payı yüzde 0,88 olarak gerçekleşmiştir. Bu, son yılların en düşük pay oranıdır. Bu miktarla ihtiyaçların karşılanıp karşılanmayacağı hususunda derin tereddütler mevcuttur.

Muhterem milletvekilleri, Yargıtayın sorunlarını, yargının genel sorunlarından soyutlamak mümkün değildir. Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Bu bakımdan, gerek kanunların doğru uygulanmasında ve gerekse tüm yurtta aynı şekilde yorumlanmasında çok önemli bir görevi ifa etmektedir. Yargıtayın içtihat mahkemesi haline gelebilmesi için, istinaf mahkemelerinin kurulmasında da zaruret mevcuttur. Böylece, Yargıtayın iş hacmi de azaltılmış olacaktır.

Ayrıca, Yargıtay üyelerinin lojman bakımından ihtiyaçlarının tamamen karşılanmış olması, Yargıtay Teşkilatımızın bilgisayarla teçhiz edilmiş olmasını da, hâkimlerimizin, savcılarımızın daha rahat, tesirden azade, huzur içinde ve teknolojinin getirdiği imkânlardan istifade ederek, hızlı bir adalet tevziinde yardımcı olacağı düşüncesiyle, bu hususlardan da mutluluk duymaktayız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Özkan, Grubunuza ayrılan sürenin ilk yarısı tamamlanmış bulunuyor; buyurun efendim.

ERGUN ÖZKAN (Devamla) – Hemen toparlıyorum Sayın Başkan.

Muhterem milletvekilleri, ülkede adalet, sadece bir bakanlık ve bağlı kuruluşları tarafından teessüs ettirilemez. Adalet, Hükümetin topyekûn icraatıyla tahakkuk eder. Bu zaviyeden bakıldığında, 55 inci Hükümetin haksızlıklarını görmemek mümkün değildir.

Vaktin darlığı sebebiyle, sadece bir hususa temas etmek istiyorum: Ömrünü devlet hizmetine veren deneyimli kadrolar tarumar edilmiştir. Niğde gibi ufak bir ilde, değiştirilmeyen müdür, parmakla gösterilecek kadar az kalmıştır. Sağlık, bayındırlık, müze, millî eğitim, emniyet, TEDAŞ, tarım, orman ağaçlandırma, sosyal hizmetler, yetiştirme yurdu, vakıf İl müdürleri değiştirilmiştir. Türk Telekom Başmüdürü de, bu sürgün furyasından nasibini almıştır. İl içerisindeki tayin miktarı ise, çok daha fazladır; sadece, sağlık müdürlüğünde 100'ü aşkın hemşire, ebe, sağlık memuru ve hizmetli, bir köy ya da kasabadan diğerine, hazan yaprakları gibi savrulup gönderilmiştir.

55 inci Hükümetin haksız hareketleri kitleleri huzursuz etmektedir. İşçiler caddelere çıkmış, hatta, İstanbul'dan Ankara'ya kadar da yürümüşlerdir. Memurlar meydanlardadır. Birkısım üniversite talebesi, haftalarca oturma eylemi yapmış; bir yandan da, bazı üniversitelerde talebe hareketleri başgöstermiştir. Çiftçi huzursuzdur, cami cemaati rahatsızdır; enflasyon doludizgin gitmekte, bazı aylar rekor düzeyine yükselmektedir. Millet, bu durumdan ve kıyasıya yapılmış olan zamlardan fevkalade mustariptir. Bu ıstırabın içerisinde tek teselli, bazı basın organlarında yer alan, Hükümetimizin, kısa zaman içerisinde erken seçime gitme gibi bir hazırlığın içinde bulunduğu haberleridir. Hükümetimizin yapacağı en doğru iş, bir an önce erken seçime gitmek ve bu suretle, Türkiye'yi bu sıkıntılardan kurtarmak olacaktır.

Bu vesileyle, televizyonları başında bizleri izleyen aziz milletimizi ve Yüce Meclisimizi en derin saygılarımla selamlıyor, Adalet Bakanlığı ve Yargıtay Başkanlığı bütçelerimizin memleketimize hayırlara vesile olmasını Cenabı Hak'tan niyaz ediyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Doğru Yol Partisi Grubu adına konuşan Niğde Milletvekili Sayın Ergun Özkan'a teşekkür ediyorum.

Doğru Yol Partisi Grubunun ikinci sözcüsü, Trabzon Milletvekili Sayın Yusuf Bahadır.

Buyurun Sayın Bahadır.

DYP GRUBU ADINA YUSUF BAHADIR (Trabzon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir zamanlar bürokrat olarak görev yaptığım Ulaştırma Bakanlığının 1998 yılı bütçesi üzerinde DYP Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle Grubum ve şahsım adına Yüce Meclise saygılarımı sunuyorum.

Ulaştırma Bakanlığı, çok geniş bir kitleye hizmet veren, şu anda, bağlı ve ilgili kuruluşlar dahil, 12 genel müdürlüğü ve 200 bin civarında çalışanı bünyesinde barındıran, ülkemizin haberleşme ve ulaştırma hizmetlerini çağın gereklerine uygun bir şekilde geliştiren ve yerine getiren büyük bir teşkilattır.

Bilindiği gibi, çağımızda tüm ekonomik, sosyal, kültürel ve turistik faaliyetler, süratli, güvenli ve yeterli ulaştırma ve haberleşme sektörüyle mümkün olabilmektedir.

Bu Bakanlığın, genel bütçeden 1998 yılı için almış olduğu ödeneğe baktığımızda, bir komediyle karşılaşıyoruz. 55 inci Hükümetin bu Bakanlığa 1998 yılı bütçesinden ayırmış olduğu ödenek miktarı 31 trilyon 45 milyar liradır. Bunun, yatırımlar için ayrılan bölümü 19 trilyon 550 milyar Türk Lirasıdır. Bu, bir günde kartel medyasına verilen paraya, aşağı yukarı eşit bir miktar. Biz, DYP olarak, bu Bakanlığımız vasıtasıyla, birçok projeyi daha önce hayata geçirdik; birçoğunu da bitirmemize rağmen, açılışları bize nasip olmamıştır; ancak, açılışlarının yapılması da, Doğru Yol Partisi olarak, bize mutluluk vermektedir.

Son günlerde gündeme gelen İstanbul Boğazı tüpgeçit projesi çalışmaları sevindiricidir. Yalnız, burada, bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum: Ülkemizin gelişmesini uzun bir süre etkileyecek olan kararlarla ilgili olarak, kuruluşlar arasında gerekli koordinasyonun olmadığını görüyoruz. Oysa, bu Bakanlık, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ve Turizm Bakanlığıyla koordineli çalışarak, yatırım projelerini ortaklaşa gerçekleştirmelidir. Buradaki eksiklik, şu projede açıkça görülmektedir: Bir taraftan Bayındırlık ve İskân Bakanlığının İstanbul Boğazı üçüncü köprü yapımına karar vermesi ve çalışmalara başlaması, diğer taraftan da Ulaştırma Bakanlığının boğaz tüpgeçitini hayata geçirmeye çalışması, Hükümet ortakları arasındaki uyumsuzluğu açıkça göstermektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 55 inci Hükümetin Avrupa Birliğine girme çabaları, maalesef, bir fiyaskoyla sonuçlanmıştır. Bu nedenle, bağımsız Türk devletleriyle gelişen ekonomik ve uluslararası ilişkilerin gerektirdiği ulaştırma altyapısı, Asya ve Avrupa'yı demiryoluyla birbirine bağlayacak demiryolu projeleri, ülkemiz ulaştırma sektörü açısından çok daha büyük bir önem arz etmektedir. Ülkemizin coğrafî konumu ve özelliği itibariyle, Avrupa, Asya, Ortadoğu ve Uzakdoğu ulaşım yollarının kesiştiği bir bölgede bulunması nedeniyle, taşıma türlerinin hemen hemen hepsi ayrı bir önem arz etmektedir. Bu nedenle, demiryollarımızın modernizasyonu ve yeterli duruma getirilmesi başta olmak üzere, tüm havayolu, denizyolu, karayolu ve boru hattı taşıma sistemlerimizin geliştirilmesi gerekmektedir.

Yukarıda bahsettiğim nedenlerden dolayı, Türk cumhuriyetleri ve Asya ülkeleriyle ticaretimizi geliştirmek amacıyla, DYP olarak çok önem verdiğimiz ve 1993 yılı programına dahil ettiğimiz Trabzon-Gümüşhane-Erzincan demiryolu etüdü ile, 1997 yılında programa dahil edilen Sarp-Trabzon demiryolu etüt projelerinin bir an önce bitirilerek, yapımlarına başlanması ve Doğu Karadeniz bölgemizin, ülkemiz demiryolu sistemine acilen bağlanması gerekmektedir. Özellikle, Sarp-Trabzon demiryolu projesi, ülkemizin Kafkaslar üzerinden Orta Asya'ya ve Avrupa'ya bağlanmasını sağlayacak, ülkemize ve bölgemize ekonomik açıdan canlılık getirecektir. Bu meyanda, Kars-Tiflis demiryolu bağlantısının bir an önce ihale edilmesi ve inşaatının kısa sürede tamamlanması gerekmektedir.

Türkiye'de demiryolunun ulaştırma sektöründeki payı, özellikle son kırk yıl içerisinde giderek azalmış, yurtiçi yük taşımalarında yüzde 7'ye, yolcu taşımalarında ise yüzde 5'e düşmüştür; buna karşılık, karayolu yük taşıma payı yüzde 92'ye, yolcu taşıma payı da yüzde 95'e ulaşmıştır. Gelişmiş ülkelerde bu, tamamen tersine işlemektedir. Bu nedenle, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğünün malî yapısı düzeltilerek, sürekli zarar eden, yükümlülüklerine karşılayamayan, gelir yaratamayan, faiz ve kur farkları altında ezilen, faaliyet-dışı giderlerindeki artışı önleyemeyen büyük işletmecilik sıkıntılarını ortadan kaldırmak için yeniden yapılandırılması sağlanmalıdır.

Doğu Karadeniz bölgesinin, ülkemizin iç kesimleriyle bağlantısını sağlayacak sağlıklı bir ulaştırma sistemine ihtiyacı vardır. Trabzon'dan GAP bölgesine yapılacak karayolu ve demiryoluyla, bölge, Ortadoğu'ya bağlanabilecektir. Bu sisteme, Doğu Karadenizin olduğu kadar, GAP bölgesinin de ihtiyacı vardır; çünkü, bu sistem, GAP bölgesinde üretilecek ürünlerin uluslararası piyasalara ulaştırılmasını sağlayacağı gibi, Ortadoğu ile Bağımsız Devletler Topluluğu arasında yapılacak ticaret için de geçiş yolu olacaktır. Trabzon demiryolu, uzun vadede, Trabzon Limanını Diyarbakır'a kadar bağlayacağı için, üzerinde önemle durulması gerekmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üç tarafı denizlerle çevrili ve 8 300 kilometre kıyı şeridine sahip olan ülkemiz, denizin sunduğu avantajlardan yararlanamamaktadır. Yük ve yolcu taşımacılığında teknolojik imkânları kullanarak, hızlı ve güvenilir bir deniz taşımacılığı sağlayabiliriz. Özellikle, yolcu taşımacılığında yakın mesafelerde kullanılan deniz otobüsleri, uzun mesafeli taşımacılıkta da kullanılabilir. Bunun gerçekleşmesi için, denizcilikten sorumlu Devlet Bakanlığı ile Ulaştırma Bakanlığı koordineli olarak çalışmalıdır.

Halen en önemli limanlarımızı işletmekte olan Demiryolları Genel Müdürlüğünce, Samsun, Haydarpaşa, Derince, İzmir, Mersin ve İskenderun Limanlarında, mevcut kapasiteyi artırıcı ve iyileştirici ekipman ve tesisat yatırımları gerçekleştirilmelidir.

Diğer taraftan, turizm altyapısını oluşturan yat limanları, yap-işlet-devret modeliyle geliştirilmelidir. Yat turizmine, ülkemize gerek istihdam gerekse döviz girdisi sağlaması bakımından hız kazandırılmalıdır.

Uygun durumda bulunan, tarım sektöründe yer alan balıkçı barınaklarının, yat limanı ve yat yanaşma yerlerine dönüştürülmesine yönelik projeler tespit edilerek, bu yöndeki çalışmalar hızlandırılmalıdır. Bu projeler de yap-işlet-devret modeliyle yapılmalıdır. Yine, balıkçı barınağı olarak ihale edilen bazı projelerde değişiklik yapılarak, bunların deniz taşımacılığına kazandırılması, yükleme ve boşaltma limanı haline dönüştürülmesi çok önemli bir gelişme olacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bahadır, konuşmanızı toparlayın efendim.

YUSUF BAHADIR (Devamla) – Bu nedenle, 1995 yılında ihalesi yapılan ve fizikî inşasınınyüzde 13’ü tamamlanan Trabzon -Vakfıkebir Balıkçı Barınağı, proje değişikliği yapılarak, liman olarak, ülkemize ve bölgemize kazandırılmalıdır. Yapılması düşünülen Trabzon-Gümüşhane-Erzincan demiryolunun da bu ilçeden geçeceği gerçeği göz önüne alınırsa, bu projenin önemi ortaya çıkmaktadır.

Bugün, bilgi ve teknolojik gelişmeler, kültürel ve siyasal küreselleşme dönemi de, yeni teknolojiler getirmiştir. Özellikle, enformasyon ve haberleşme teknolojisindeki hızlı gelişmeler, ekonomik ve sosyal hayattaki gelişmelerin tabanını oluşturmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ulaştırma Bakanlığımızın Haberleşme Genel Müdürlüğünün de, çağın gereklerine uygun olarak yeniden yapılanması ve haberleşme sektöründeki yerini bir an önce alması gerekmektedir.

Gelişen Türkiye'nin ihtiyaçlarına cevap verecek kapasitede havaalanı yapımlarına hız verilmelidir. Hava limanlarında yap-işlet-devret modeliyle, yolcuların hizmet alacağı birimler, çok rahatlıkla kaliteli olarak ülkemize kazandırılabilir.

Sözlerime son verirken, Ulaştırma Bakanlığının 1998 yılı bütçesinin, çalışanlarına, ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diler; hepinize saygılarımı sunarım. (DYP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Doğru Yol Partisi Grubu adına konuşan Trabzon Milletvekili Sayın Yusuf Bahadır'a teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, şimdi, gruplar adına söz sırası, Demokratik Sol Partiye geldi. Demokratik Sol Partinin ilk grup sözcüsü, Kütahya Milletvekili Sayın Emin Karaa. (DSP sıralarından alkışlar)

Sayın Karaa, Grubunuza ayrılan konuşma süresi 30 dakikadır; Grubunuzun 3 sözcüsü bulunmaktadır.

Buyurun efendim.

DSP GRUBU ADINA EMİN KARAA (Kütahya) – Sayın Başkan, sayın üyeler; Adalet Bakanlığı bütçesi hakkında, Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum. Meclisimizi ve yurttaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.

Değerli üyeler, yargı, devletin egemenlik hakkını kullandığı üç temel organdan birisini teşkil eder. O nedenle, yargının sorunları, ülkenin ve toplumun sorunlarıyla iç içedir. Ülkenin temelini sağlam ve kuşku duyulmayan bir yargı sistemi oluşturur. Hukuk devleti ilkelerine bağlı kalınarak, temel hak ve özgürlüklerin her türlü haksızlıklara karşı korunması, yargı erkinin göstereceği etkinliğe bağlıdır. Yargının, adalet dağıtımında hızlı işlemesi, hiçbir makam, kurum ve kişinin etkisinde kalmaması, hak ve adaletten ayrılmaması, hak ve özgürlüklerin güvence altında olmasıyla mümkündür. Objektif, yansız, hızlı ve etkin bir adalet işleyişini gerçekleştirmeden, rejimi, devleti ve toplumu esenliğe çıkarmamız mümkün değildir. Laik, demokratik Türkiye Cumhuriyetini, çağdaş uygarlığa ulaştırmanın en önemli yolu, hak, hukuk ve adaleti sağlam temeller üzerine oturtmaktır.

Bütün cumhuriyet hükümetleri, bunun bilincinde oldukları halde, ne yazık ki, hiçbir bütçe çalışmasında, Adalet Bakanlığı bütçesine, gerekli ödeneği koyamamışlardır. Bu nedenle, Bakanlık bütçesi, genel bütçe içerisinde, daima, yüzde 1'ler düzeyinde kalmış ve maalesef, 1998 yılı bütçesinde, yüzde 1'in de altına düşerek, yüzde 0,88 olarak öngörülmüştür. Genel bütçe içerisindeki bu yüzde 0,88'lik payın büyük bir kısmı da, cari harcamalara gidecektir.

Bu kadar kısıtlı bir bütçeyle, Adalet Bakanlığının, adalete ne ölçüde lojistik destek sağlayacağını, doğrusu merak ediyorum. Bu konudaki tesellimiz, özelleştirme gelirinden sağlanacak olan 8,3 trilyon liranın, Adalet Bakanlığına intikal edecek olmasıdır.

Bugün, Türkiye'de, yıllardan beri bir türlü tam olarak çalıştıramadığımız adliyelerimizde, 1 491 hâkim ve savcı, 7 500 zabıt kâtibi, 1 500 hizmetli ve 3 bin mübaşir eksiğimiz vardır. Mahkemelerimizin üzerindeki iş yükü, normal ölçülerin çok üstündedir.

Çok olumsuz koşullarda, fevkalade büyük bir iş yükü altında çalışan hâkim, savcı ve adlî personelimize, tebrik ve teşekkürlerimi sunmak istiyorum.

Sayın Bakanımızın, Plan ve Bütçe Komisyonundaki konuşması sırasında verdiği bilgilere göre, mahkemelerimize sadece 1996 yılında gelen toplam iş sayıları esas alındığında, sadece adlî yargıda, toplam 2 357 yeni mahkemeye ve buralarda görev yapacak 4 271 hâkim ve savcıya ihtiyacımız vardır. Tüm olumsuzluklar bir yana, yalnızca bu bilgi bile, adaletin Türkiye'de ne kadar ağır işlediğinin bir işaretidir.

Sayın milletvekilleri, ne yazık ki, ülkemizde cezaevlerimizde de durum çok iç açıcı değil ve cezaevlerimiz, modern infaz koşullarına uygun değil. Koğuşlarda toplu olarak yaşamak zorunda kalan hükümlü ve tutuklular, ıslah olmak bir yana, isyan, yaralama, uyuşturucu alışkanlığı, kumar ve ideolojik eğitim gibi çok daha kötü olumsuzluklarla toplum içine geri dönmektedirler. Bunun önüne geçilebilmesi için, cezaevlerimizin, hükümlü ve tutukluların rehabilitasyonu açısından, küçük odalı sisteme geçmesi gerekmektedir.

Cezaevlerimizde, işyurtlarında yeni bir yapılanma getiren ve Adalet Bakanlığının ihtiyaçlarına bütçedışı bir kaynak sağlayan, ceza infaz kurumları ile tutukevleri işyurtlarıyla ilgili 4301 sayılı Kanunun çıkmış olması güzel bir sonuçtur. Bu Kanun sayesinde, Adalet Bakanlığı, genel bütçedeki ödenek yetersizliği nedeniyle aksayan hizmetlerine devam edebilecektir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 55 inci Cumhuriyet Hükümetimizin millî eğitimde, çalışma ve sosyal güvenlik konularında, vergi reformu gibi düzenleme çalışmalarında göstermiş olduğu kararlılığın, adalette de gerçekleşmesini umuyor ve bekliyoruz. Adalet Bakanlığı, yargıda hızı ve etkinliği artıracak çağdaş düzenlemeleri içeren, adalette de reform çalışmalarını başlatmak zorundadır.

Adliyelerimizde işlerin hızlı ve güvenli bir hale gelmesi için mutlak surette bilgisayara geçmek gerekmektedir. Bilgisayar ağının kurulmasıyla birlikte, mahkemelerin birbirleriyle bilgi akışının sağlanması, merkezle olan entegrasyon, yargıda içtihat bilgi bankasıyla iletişim kurulması sağlanacak, adaletin hızlandırılmasına önemli bir adım atılmış olacaktır.

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun işleyişiyle ilgili olarak Anayasanın 159 uncu maddesi yeniden düzenlenmelidir. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun her türlü siyasal etkiden arındırılmış bir yapıya kavuşturulması, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik güvencesi bakımından vazgeçilmez bir önkoşul niteliğindedir. Yürürlükteki düzenlemeye göre, Adalet Bakanının, Kurul Başkanı; Bakanlık Müsteşarının, Kurulun tabiî üyesi olması, zaman zaman, Kurul kararlarının kamuoyunda tartışma konusu yapılmasına, bu arada, bazı atama ve nakil kararlarının siyasal baskılar altında alındığı izleniminin doğmasına yol açmaktadır; bu durumun, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun çalışmalarını ve saygınlığını olumsuz yönde etkilemesi kaçınılmazdır. Aynı sakıncalar, hâkim ve savcıların denetimi ile haklarındaki inceleme ve soruşturma işlemlerini yürütecek adalet müfettişlerinin Adalet Bakanlığına bağlı kalması durumunda da söz konusudur. Her iki konuda da, Demokratik Sol Parti Grubunun yapmış olduğu nefis bir çalışma vardır; bu çalışmaların gündeme getirilmesini umuyor ve bekliyoruz.

Sayın milletvekilleri, insan haklarının evrensel boyut kazandığı bu alanda yeni yeni hukuk kurallarının oluştuğu bir ortamda, sanık arayışını, bunları yakalayıp yargıya teslim etme işlevini, bu konuda uzmanlaşmış adlî kolluk gücüne bırakmak zorundayız. Adlî kolluk gücünü oluşturmak, bu görevlileri cumhuriyet savcılarının emrine vermek, hem yargıda işleyişe güç katacak hem de faili meçhullerin aydınlanmasına olanak sağlayacaktır.

Sav, savunma, yargı üçgeni içerisinde yer alan ve sayıları ülke genelinde 40 binlere ulaşan avukatların yıllardır bekleyen yasalarının bir an önce çıkarılması sağlanmalıdır.

Adalet Bakanlığının, Ceza Kanunu tasarı taslağını gördük; bu çalışmayı gönülden kutluyorum. Ceza Kanununda yapılan bu güzel ve kapsamlı çalışmanın, Medenî Kanunda da gerçekleşmesini, toplumun gerisinde kalan yasaların ayıklanarak adalete hız ve güven verecek çalışmaların da yapılmasını umuyoruz.

Sayın milletvekilleri, 1998 yılı bütçesinin, ülkemize, milletimize ve Bakanlığımıza hayırlı uğurlu olmasını diler, saygılarımı sunarım. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Demokratik Sol Parti Grubu adına konuşan Kütahya Milletvekili Sayın Emin Karaa'ya teşekkür ediyorum.

Demokratik Sol Parti Grubunun ikinci sözcüsü, Hatay Milletvekili Sayın Ali Günay. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA ALİ GÜNAY (Hatay) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Yargıtay Başkanlığı bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Partinin görüşlerini sunmak üzere huzurlarınızdayım. Sözlerime başlamadan önce, Demokratik Sol Parti Grubu adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Hepimizin bildiği üzere, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir hukuk devletidir. Hukuk devletinin teminatını kuvvetler ayrılığı prensibi oluşturmakta olup, yasama, yürütme ve yargı olarak belirlenen bu kuvvetlerden yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılmaktadır. Bu mahkemelerden biri olan Yargıtay, milletimiz adına yargı yetkisi kullanan, yapısı, görev ve yetkileri Anayasada düzenlenen bir yüksek yargı organımızdır. Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adlî yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme yeri olduğu gibi, yasayla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakmaktadır. Vatandaşlarımızın haklarını aramak için adlî yargıda başvurabilecekleri en son kapı olan Yargıtaya gerekli önemin verilmesi, Yargıtayın her türlü kuşkudan uzak bir yapıya kavuşturulması gerekir.

Anayasanın 154 üncü maddesine göre, Yargıtay üyeleri, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca seçilmektedir. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ise, 7 kişilik bir kurul olup, Kurulun, 7 üyesi Yargıtay üyeleri arasından, 2 üyesi Danıştay üyeleri arasından seçilmektedir. Geriye kalan 2 üyesi ise, Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarıdır. Adalet Bakanı, Kurulun başkanı olup, Adalet Bakanlığı Müsteşarı ise, Kurulun tabiî üyesidir.

Yargıtay üyelerini seçen Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanının Adalet Bakanı olması ve Adalet Bakanlığı Müsteşarının da Kurulun tabiî üyesi olması, kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırılık teşkil etmektedir. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin benimsendiği ülkemizde mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulması ve görev yapması gereken, Yargıtay üyelerini de seçen Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanının Adalet Bakanı olması bir çelişkidir. Bu Kurul, hâkim ve savcıların atanmasında ve özlük işlerinde tek yetkili kurul olup, bağımsız bir idarî yapısı, sekreteryası yoktur ve Kurul işleri, doğrudan doğruya Adalet Bakanlığına bağlı idarî birimlere gördürülmektedir.

Kurulda görev yapan üyeler, aynı zamanda görevli oldukları dairelerde de görev yapmaktadırlar. Bu düzen, Yüksek Kurulun bağımsızlığını olumsuz yönde etkileyen bir düzendir. Yargıçların idarî görevleri yönünden Adalet Bakanlığına bağlı olması, yargıçlar hakkında her türlü soruşturmanın Adalet Bakanlığının iznine tabî olması ve soruşturmanın, Bakanın atadığı müfettişler eliyle yapılması, yükselme, yer ve görev değiştirme, yüksek mahkeme üyeliğine seçilme kaygısı, yargıçları memurlaştıran etkenler olmaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yargının her türlü siyasî etki alanının dışında çalışması, yargı bağımsızlığının temel koşuludur. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, bu koşulu tam olarak gerçekleştirecek şekilde yeniden düzenlenmelidir. Yargı bağımsızlığını, hâkim ve savcı teminatının gerekliliğini savunun Demokratik Sol Parti bu hususta gerekli adımı atmış ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 159 uncu maddesinin değiştirilmesine dair kanun teklifini hazırlamış ve 16.10.1996 tarihinde imzaya açmıştır. Yargı bağımsızlığını içtenlikle benimseyen bütün milletvekillerini bu teklifi imzalamaya davet ediyoruz. Teklifte biraz önce sayılan sakıncaların hepsi giderilmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biliyorsunuz, Anayasanın herhangi bir maddesini değiştirmek pek kolay olmamakta, epeyce zaman almaktadır. Bu nedenle, bu maddenin değiştirilmesini beklemeden ve o ana kadar yargının siyasal etki alanının dışında çalışabilmesi için, Adalet Bakanları, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun törensel toplantıları dışındaki toplantılarına katılmayarak güzel bir örnek oluşturabilirler. Sayın Bakanın bu geleneği başlatmasını temenni ediyoruz.

Yargıtayın kendine özgü sorunları olmakla birlikte, genelde, Yargıtayın sorunları, tüm yargının da sorunlarıdır. Yargıtay, şu an için, 11'i ceza dairesi, 21'i de hukuk dairesi olmak üzere 32 daireyle görevini sürdürmektedir. Yargıtay, iş yükü arttıkça, daire sayısını artırıp, işin üstesinden gelmeye çalışmaktadır.

Yargıtayın bugün için iş yükü fazladır. Yargıtay dairelerine gelen dosya sayısının çok fazla oluşu nedeniyle, ilgili daire heyetenin, her dosyaya ayırabildiği süre çok azdır. Yargıtaydaki bu iş temposu, Yargıtay üyelerinin, kitap ve makale yazmak gibi uygulamada hukukçulara yol gösterici çalışmalarına da olanak bırakmamaktadır.

Yine, uygulamada, ceza hukuku alanında uzman olan hâkimler ceza dairelerinde görevlendirilebilmektedir. Bu husus ise, verimli çalışmayı engellemektedir. İlk derece mahkemeleri ile Yargıtay arasında ara mahkemelerin bulunmayışı da, Yargıtayın bir içtihat mahkemesi olarak çalışmasına fırsat vermemektedir. İstinaf mahkemelerinin kurulması halinde, Yargıtayın iş yükü azalacak ve yasaların uygulanmasında birliği sağlamakla görevli içtihat mahkemesi işlevini yerine getirmesi kolaylaşacaktır. 1997 yılı bütçesinin görüşülmesinde, 12.12.1996 tarihinde grupları adına konuşan bütün konuşmacılar istinaf mahkemelerinin kurulması gerektiğinden bahsetmişlerdir. Sorunun, istinaf mahkemeleri kurulmak suretiyle mi, başka türlü önlemlerle mi giderileceği, artık bir sonuca bağlanmalıdır.

Günümüzde devletten beklenen en önemli görevlerden birisi, adalet hizmetlerinin çağdaş hukuk devletine yakışır bir şekilde yerine getirilmesidir. Devletin üç temel organından biri olan yargının görevi, etkin, doğru ve güvenli yargılama yapmaktır. Bugün, memleketimizde yargı hizmeti süratli ve etkin biçimde yapılamamaktadır. Yeterli sayıda mahkeme kurulamadığından ve kadro eksikliğinden dolayı, mahkemelerimiz, aşırı iş yükü altında boğulmuş durumdadırlar. Çoğu kere, geciken adalet, adalet olmaktan çıkmakta, bu yüzden de insanlar, yargı sistemine başvurmak yerine, diğer yollara başvurabilmektedirler.

Hâkim, savcı, mahkeme sayıları günün gereksinimlerini karşılamaktan uzak kaldığı gibi, yargı da, personel eksikliği ve araç-gereç ihtiyacının yanı sıra, fizikî çalışma yeri sorunları da vardır. Yargıtay, şu an için, görevini dağınık bir şekilde birden fazla ayrı binada sürdürmektedir. Her türlü donanıma sahip, modern bir binaya kavuşturulmasında yarar vardır.

Yargıtayın bugün için iş yükü fazladır; ancak, eski yıllarda olduğu gibi bir iş birikimi kalmamıştır. Yargıtay kendi bünyesinde bilgisayar ağı kurmak ve hukuk daireleri ile ceza dairelerinin sayısını artırmak suretiyle iş birikimini ortadan kaldırmaya çalışmaktadır.

Sayın Başkan, Sayın milletvekilleri; birkaç yıldan bu yana, Yargıtay Başkanlığının bütçesinde, geçmiş yıllara göre bir artış gözlenmektedir. 1996 yılı bütçesinde 606 milyar lira olan Yargıtay Başkanlığı bütçesi, 1997 yılında yüzde 104'lük bir artışla 1 trilyon 236 milyar liraya çıkarılmış, 1998 yılı bütçesinde ise, yüzde 112'lik bir artışla 2 trilyon 615 milyar liraya çıkarılmıştır. Bugün yaşanan sıkıntıların giderileceği, rahat bir çalışma ortamının sağlanacağı, Yargıtay mensuplarının malî ve sosyal durumlarının iyileştirileceği umuduyla, Yargıtay Başkanlığı bütçesinin hayırlı olmasını diler; hepinize saygılar sunarım. (DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Demokratik Sol Parti Grubu adına konuşan Hatay Milletvekili Sayın Ali Günay'a teşekkür ediyorum.

Demokratik Sol Parti Grubunun üçüncü sözcüsü, Bursa Milletvekili Sayın Ali Rahmi Beyreli.

Buyurun Sayın Beyreli. (DSP sıralarından alkışlar)

13 dakika konuşma süreniz var.

DSP GRUBU ADINA ALİ RAHMİ BEYRELİ (Bursa) – Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin saygıdeğer üyeleri; Ulaştırma Bakanlığı 1998 yılı bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubu adına görüşlerimi açıklamadan önce, bizleri televizyonları başında izleyen Türk Halkına ve Yüce Heyetinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Birinci Dünya Savaşında kazandığımız iki büyük muharebeden bir tanesi herkes tarafından bilinen Çanakkale Savaşı, diğeri ise, pek bilinmeyen Irak cephesinde, Enver Paşanın amcası Halil Paşa önderliğinde kazandığımız Kut'ül Amare Savaşıdır. Bu savaş sonunda, 80 bin kişilik İngiliz ordusunun bir kısmı yok edilmiş, kalanlar da komutanları General Tawnshend'le birlikte esir edilmişlerdir. Gerçekten, Birinci Dünya Savaşının başlarında kazanılan bu zaferden sonra, Osmanlı ordusu, Irak cephesinin tek hâkimi olmuş ve savaşın son dönemine kadar da bu üstünlüğünü sürdürmüştür.

Birinci Dünya Savaşının sonlarına doğru, İngilizler tekrar bu cepheye saldırdıklarında ise, Osmanlı ordusu dayanamamış ve sürekli çekilmek zorunda kalmıştır. Osmanlılar, bu cephede lojistik desteklerini çöl üzerinden sağlamaya çalışırlarken, İngilizler, Fırat ve Dicle Nehirlerini kullanmışlardır. Osmanlıların kayık dahi yüzdüremediği sularda, İngilizler, gemilerle ordularına lojistik destek sağlamışlar, silah, malzeme ve asker sevkıyatı yapmışlardır.

Savaştan önce, bu sularda taşımacılık yapma imtiyazı İngiliz ve Fransızlarda idi. Dolayısıyla, bu sularda yolcu ve yük taşıyan kaptanlar, bu suları ezberlemişler, bu bilgi ve tecrübelerini, savaşta, kendi ordularının hizmetine sunmuşlardır.

Osmanlı birçok alanda yabancı devletlere tanıdığı imtiyazları, ulaştırma sektöründe de tanımış; ancak, ne var ki, kendi sonunu hazırlamıştır. Bu husus, başta Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, Türkiye Cumhuriyetinin kurucuları tarafından çok iyi etüt edilmiş ve genç cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren, ulaştırma sektöründe, kendi doğal kaynaklarımızı kullanarak, dışa bağımlı olmadan sürdürülebilecek bir ulaştırma politikası ortaya konulmuştur. Dolayısıyla, demiryoluna büyük önem verilmiştir.

Sadece doğal kaynaklarımız bakımından değil, aynı zamanda tüm Avrupa tarafından yaygın olarak kullanılan, güvenilir ve ucuz bir ulaşım metodu olması, o dönemde demiryoluna öncelik verilmesinin bir başka gerekçesi olmuştur ve bu husus "demir ağlarla ördük, anayurdu dört baştan" diye, Onuncu Yıl Marşına konu olmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; peki, bugün geldiğimiz noktadaki durumumuz nedir? Bu yıl 10 Kasımda, Atatürk Kültür ve Sanat Treni, Ankara'dan Samsun'a gitti. Ankara-Samsun arası karayoluyla 418 kilometre; ama, trenle durum biraz değişik, güzergâh, Ankara-Kayseri-Sıvas-Samsun şeklinde. Ankara-Kayseri demiryolu 380 kilometre, Kayseri-Sıvas 222 kilometre, Sıvas-Samsun 402 kilometre; yani, toplam, 1 004 kilometre ve ondokuz saat süren bir yolculuk.

1920'lerin, 1930'ların Türkiyesi, ancak bunu yapabilmiş. Bugünkü çağdaş Türkiye, daha sonra bu güzergâhı, yeni bir hat açarak 400 kilometre civarına indirebilmeliydi. Çağdaş dünya, 400 kilometreyi trenle iki üç saatte aşıyor; hatta, bunu da çok buluyor. Örneğin, Almanya, Berlin-Hamburg arasını, 380 kilometrelik mesafeyi 2002 yılında kırkbeş dakikaya indirebilmek için yeni demiryolu hattı yapıyor.

Tüm dünyanın benimsediği en güvenli ve en ucuz taşımacılık olan demiryolu taşımacılığıyla ilgili olarak, Ulaştırma Bakanlığının 55 inci Cumhuriyet Hükümeti döneminde hayata geçirmeye hazırlandığı bir dizi yeni proje, uzun yıllar yatırımsız bırakılan demiryollarına yeni bir çehre kazandırabilecek boyuttadır. Umarım, artık, hiçbir siyasî iktidar, ulaştırma alanında eski hataları tekrarlamaya kalkışmaz.

Sayın milletvekilleri, Devlet Demiryollarımızın bir master planı var ve ilk hedeflerini koyduğu demiryolu şebekesi var. Bu şebeke, daha çok, limanlarımızı iç kısımlara bağlama ve ana ticaret yollarımıza demiryolu hattı kurma şeklinde ve bu hattın önemli kavşakları, Bandırma-Bursa-Bilecik demiryolu, Konya-Ankara demiryolu, Adapazarı-Zonguldak demiryolu, Isparta-Antalya demiryolu, Trabzon-Erzincan-Palu-Diyarbakır-Kurtalan-Habur demiryolu, Birecik-Şanlıurfa-Mardin-Nusaybin-Habur demiryolu, Irmak-Yıldızeli demiryolu ve Mersin-Karaman demiryolu. Bu yollar, gerçekten, Türkiye ticareti için çok önemli.

Ayrıca, kuzey-güney aksını ve kuzey-güney limanlarını birleştirme projesi gündemde; Samsun-İskenderun arası demiryolu hattının kurulması gündemde. Ben, mevcut bütçe çalışmaları çerçevesinde, 55 inci Cumhuriyet Hükümeti döneminde bu yolun fizibilite etüdünün ihale edilmesinin çok önemli olduğunu vurgulamak istiyorum.

Ayrıca, yine, demiryollarımızın limanlarla bağlantısı konusunda, demiryollarına çok kısa mesafede olan limanlarımız vardır. Örneğin, Bartın-Saltukova arasında bir demiryolu hattı gerçekleştirebilirsek, Bartın Limanını da, direkt demiryoluna bağlayabiliriz ve bunlar, öyle, çok da uzun mesafeler olmadığı için, Türkiye, bunları kısa zamanda gerçekleştirebilir diye düşünüyorum.

Sayın milletvekilleri, son günlerde, kamuoyunda, otoyol mu, demiryolu mu ya da otoyol yerine demiryolu gibi bazı kavramlar tartışmaya açılmış durumda. Bu tartışmalar, tümüyle hatalı ve bizi, 1950'li yıllardan bugüne yapılan yanlışları bir başka yönde tekrarlamaya yöneltecek türdendir. Öncelikle, bilinmesi gerekir ki, demiryolu ile karayolu birbirine alternatif değil, birbirinin tamamlayıcısıdır. Avrupa'da, bunun çok çeşitli örnekleri görülmektedir. Örneğin, otomotiv tesislerinin içerisine kadar giren demiryollarıyla, motorlu taşıt sevkiyatı yapılmakta; yine, üretimde kullanılan bazı malzemeler, fabrikaya demiryoluyla ulaştırılmaktadır. Dolayısıyla, Türkiye, bugün, karayolunu ya da otoyolu demiryoluyla birlikte düşünmek, ulaştırma yatırımlarını bir bütün olarak ele almak zorundadır. Peki, demiryolunu ihmal edip karayoluna önem verirken, bunun gereğini yapmış mıyız diye baktığımızda, karayolu tercihimizin gereklerini de tam anlamıyla yerine getirmediğimizi görmekteyiz. Ülkemizde, yaklaşık 60 bin kilometrelik karayolunun yüzde 84'ü asfalt durumda ve bunun da, sadece yüzde 9,5'u Batı standartlarında; otoyol uzunluğumuz ise yaklaşık 1 400 kilometre ve bu da, son derece yetersizdir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; denizyolu ulaşımı incelendiğinde, bu sektörde sağlıklı bir büyüme gözlenmektedir. Bugün, 10 milyon 645 bin dwt'luk bir filoya sahip olan Türkiye, 2000'li yıllarda, 15 milyon dwt'u hedeflemektedir. Dolayısıyla, bu kapasiteyle, dünya ticaret filosunda ilk ona girebilecek duruma gelecektir. Tabiî, bu arada, liman konusundaki eksikliklerimizi gözardı etmememiz gerekmektedir.

Havayolu taşımacılığı alanında ise, son on yılda, yolcuda yüzde 363, yükte yüzde 405'lik bir artış gerçekleştiren Türkiye, havalimanı eksikliklerini gidermek koşuluyla, bu sektörde de geleceğe güvenle bakmaktadır.

Günümüzde, ulaştırmanın bir başka önemli ayağı ise haberleşme alanındadır. Son yıllarda büyük gelişme kaydedilen bu sektörde başlayan özelleştirme çalışmalarında, tekel oluşumu engellenir ve sermayenin tabana yayılması hususu dikkate alınırsa, bu çalışmalar olumlu bulunabilir. Ancak, özelleştirirken yabancıların, sektörde egemen olmaması için gereken tedbirlerin mutlaka alınması gerektiğine inanıyorum. Aksi takdirde, ulaştırma sektörünü yabancılara emanet eden Osmanlının yaptığı hatayı, bugün, haberleşme sektöründe, Türkiye Cumhuriyeti olarak yinelemiş oluruz diye düşünüyorum.

Türkiye, zaman geçirmeden bir master plan oluşturarak, tüm ulaşım sistemlerini bir bütün olarak, biribirini tamamlayıcı unsurlar olarak ele almak ve çözüme kavuşturmak zorundadır. Sektörler bazında ele aldığımızda ise, Türkiye ulaştırma alanında -karayolu ve demiryolu sektörlerinin dışında- pek acil sorunu görülmemektedir. Türkiye'nin acil sorunu, bir an önce, demiryolu yatırımlarıyla otoyol yatırımlarını uyum içinde gerçekleştirmektir.

Peki, Türkiye, mevcut olanaklarıyla bunu nasıl yapacak, bunun için hangi kaynakları kullanacak? Türkiye, önce, mevcut otoyollarını rantabl bir şekilde kullanmak, otoyol geçiş ücretlerini Batı standartlarına yükseltmek zorundadır. Bu sayede, Türkiye, bugün, yılda 150 milyon dolar civarında olan otoyol gelirlerini, yılda bir milyar dolara yükseltebilir, buradan elde edilen gelir, tekrar otoyollara yöneltilebilir ve bu sayede, Türkiye'nin tıkanan otoyol politikasının önü açılabilir.

Ayrıca, Batı'da "yol vergisi" olarak adlandırılan ve Batı ülkelerinde karayolu yatırımlarının temel kaynağını teşkil eden...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Beyreli, konuşmanızı tamamlayın efendim.

ALİ RAHMİ BEYRELİ (Devamla) –... ülkemizde ise, "Yıllık Taşıt Vergisi" olarak adlandırılan vergi türü, bizde, Batıya göre çok düşüktür. Batı ile aynı masrafı yaparak otomobil sahibi olan yüzde 5'lik bir kesimin hizmetine sunduğumuz karayollarımızı, 62 milyon vatandaşımızın hakkını korumak için, Batı standartlarında vergilendirmeliyiz diye düşünüyorum. Bu sayede, Türkiye, yılda, yine 1 milyar dolara yakın ek kaynak temin edebilir. Buradan elde ettiğini de, yine karayolu yatırımlarında kullanabilir. Dolayısıyla, halen karayolu yapımı için ayrılan ödenekler de demiryollarına yöneltilmek suretiyle, topyekûn bir ulaştırma seferberliği başlatılabilir. Bu vesileyle, 1998 yılı Ulaştırma Bakanlığı bütçesinin ülkemize ve ulusumuza hayırlı olmasını diliyorum.

Bu sene, yıllardan sonra ilk kez toplanan Ulusal Demiryolu Kongresi dolayısıyla da Sayın Bakanımıza buradan teşekkür etmek istiyorum. Bu kongre sonuçlarını en iyi şekilde değerlendireceğine de inancımız sonsuzdur.

Ulaştırma alanında yeni ve aydınlık bir dönemin başlaması umudunu yineliyor, sözlerime son verirken Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Demokratik Sol Parti Grubu adına konuşan Bursa Milletvekili Sayın Ali Rahmi Beyreli'ye teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, şu anda, Demokrat Türkiye Partisi Grubunun sözcülerinin konuşmalarına geldi sıra. Sayın sözcüler, bana gönderdikleri bir pusulada konuşma sırasının bugünkü programla bağdaşmadığını ifade ediyorlar. Bugün basılan programda, gerçekten, Demokrat Türkiye Partisi ikinci sırada gösterilmiş; ama, gerçek program, bütçenin başlangıcında dağıtılan 1998 malî yılı bütçe görüşme programında, onuncu sayfada, Demokrat Türkiye Partisi, bugünkü konuşmalarda sonuncu grup olarak kurayla tespit edilmiştir. Uygulamada değişiklik yapılmamıştır; ancak, yanlış bir basım söz konusudur.

Bunu belirttikten sonra, Manisa Milletvekili Sayın Ayseli Göksoy'u, Demokrat Türkiye Partisinin ilk sözcüsü olarak kürsüye davet ediyorum.

Sayın Göksoy, Grubunuza ayrılan konuşma süresi 30 dakikadır. Siz, bunun yarısını mı kullanacaksınız?

H. AYSELİ GÖKSOY (Manisa) – Evet.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Göksoy. (DTP ve DSP sıralarından alkışlar)

DTP GRUBU ADINA H. AYSELİ GÖKSOY (Manisa) – Sayın Başkan, değerli üyeler ve değerli bürokratlar; Grubumuz adına, Adalet Bakanlığı bütçesi hakkında konuşmak üzere söz almış bulunuyorum.

Ülkemizde son yıllarda aksayan erklerden biri de yargı erkidir. Türkiye'de adaletin gerçek anlamıyla gerçekleştirilebilmesi yargı reformunun yapılmasına bağlıdır. Yargı reformu ise, yargılama süresinin kısaltılması ve karar isabeti, açılan dava sayısının azaltılması ile ilgili önlemler yanında, özellikle yargının bağımsızlığının ve yargıç güvencesi kavramlarının çok güçlü bir şekilde hayata geçirilmesini şart kılmaktadır. Ancak, bu söylediklerimiz tek başına geçerli unsurlar değildir. Ülkenin ekonomisinin de düzelmesi şarttır. Çünkü, ekonomik dengelerin bozulması adalet sistemini de etkilemekte, toplumun belli kesimini potansiyel suçlu olarak ortaya çıkarmaktadır.

Demokrat Türkiye Partisi olarak bu hedeflere ulaşmayı sağlayacak düzenlemeleri Yüce Meclisin gündemine getirmek üzere çalışmalar yapmaktayız. Partimiz Programında da olan bu çalışmalarımız kısaca şunlardır: İstinaf mahkemeleri kurulmalıdır; bunlar, yargıtay üzerindeki iş yükünü önemli ölçüde azaltacaktır. Çocuk mahkemelerine işlerlik kazandırarak, bunların sayıları artırılmalıdır. Burada bir parantez açmak istiyorum. Bu çocuk mahkemeleri ve çocuk hapishanelerindeki düzenlemeler, gelecekteki gençlerimizin çarpık bir şekilde suçlu timi içerisinde yetişmesini engelleyecektir. Mahkemelerin içinde bulunduğu bina ve donatım koşulları iyileştirilerek, bilgiişlem ve iletişim teknolojisinin yaygın ve geniş kullanımı da sağlanmalıdır. Yargı, iddia, savunma ilişkilerine, hukuk devleti normlarına uygun, demokratik bir nitelik kazandırılmalıdır. Yargıç, savcı ve avukat stajlarının düzeyi yükseltilmelidir. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun özerkliği kesin olarak sağlanmalıdır. Yargı tam bağımsız kılınmalı, yargıç güvencesi getirilmelidir. Devlet Güvenlik Mahkemeleri, terör suçları konusunda özel uzmanlık mahkemeleri haline getirilmelidir. Baroların bağımsızlığı güvence altına alınmalıdır.

Sayın Başkan, değerli üyeler; müsaade ederseniz, bu saydığım maddeleri biraz açmak istiyorum. Ülkemizde, son yıllarda, özellikle son on onbeş yılda, yargı siyaset ayrımı veya işbirliği, siyasetin yargıyı tahakküm altına almasıyla bozulmuştur. Hâkim ve savcılarımız, bozulan bu dengeden hareketle, tıpkı bir öğretmen gibi, tıpkı bir PTT çalışanı gibi Ankara'ya nakil yaptırmaya veya tayin durdurmaya gelmeye başlamıştır. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu atama kararları bir siyasetçi tarafından yeniden düzenlenir hale getirilmiştir. Kurul üyeleri bir tek vicdanlarına karşı sorumludur; doğrusu da budur. Ancak, sayın üyeler de, sayın bakan ve sayın müsteşarların yaptıkları müdahalelere tam olarak karşı çıkmaz hale gelmişlerdir. Temennimiz, yargı erkinin, üst mahkemelerden yerel mahkemelere kadar bağımsız olarak hareket etmesidir; ülkemizin, Anayasamızda yazdığı gibi, bir hukuk devleti olma özelliğini kuvvetlendirmesidir.

Bugün, burada, Yüce Parlamentoya, Demokrat Türkiye Partisinin bir teklifini getirmek istiyorum: 1998 yılını, Parlamentomuzda hukuk yılı olarak ilan edelim. 1998 yılında, Parlamentomuzda hukukî konulara tartışmasız öncelik verelim. Yönetimde en önemli unsur, adalettir, eşitliktir; adalet, hukukla tesis edilir; eşitlik, hukukla sağlanır; demokrasi, hukukla devam ettirilir ve çeteler, ancak hukukla temizlenir. (DTP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

Adil hukuk, güçlü savcıyla, bağımsız yargıçla tesis edilir. Hâkim ve savcılarımızın ekonomik durumlarının düzeltilmesinden yanayız; zira, onların zor hayat şartlarıyla, onların zor imkânlarıyla, onlardan çok büyük şeyler beklememiz, gün geçtikçe daha da zorlaşmaktadır. En önemlisi, insan unsurunun, bağımsızlığın, kişisel hürriyetimizin teminatı olan bu insanlara, devletimizin, gerekirse açık çek vermesinden yanayız. Burada, şunu da ifade etmek istiyorum: Değerli savcılarımız, değerli yargıçlarımız, büyük milletimizin korumasındadırlar; hiçbir kaba güç, onları, davalarından çekilmeye zorlayamaz.

Yeri gelmişken şunu da belirtmek isterim; adlî zabıta, kesinlikle oluşturulmalıdır. Haklarında gıyabi tutuklama kararı olanların, televizyonlarda boy göstermeleri, ortalıkta rahat rahat dolaşmaları, adlî zabıtanın kurulmasının gereğini ortaya koymaktadır. (DTP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar) Adlî zabıta, geciken adaletin de önüne geçecek unsurlardan biridir. Geciken adalet, bazen, ilgililer için aleyhte karardan bile daha kötü sonuçlar getirmektedir.

Adlî ve idarî yargıdaki dava sayıları inanılmayacak rakamlara ulaşmıştır. Öyle ki, bir genelgeyle veya bir talimatla hallolunacak konular, hem adlî hem idarî yargıyı fazlasıyla meşgul etmektedir. Faiz oranlarının tespiti ile yargının ne alakası var?! Ama, devletin, diğer kurum ve kuruluşlarının yapması gereken yıllık faiz oranlarının tespiti de, yargıya yüklenmektedir. Bankalar, alacaklarına yüzde 200 civarında faiz talep etmekte ve bu durum da adalet ölçülerine sığmamakta, bazen, insanlarımızı ihtihara götüren bu konunun düzeltilmesi de, yargıçlarımıza yüklenmektedir. Her gün bir karar, her gün bir genelge yayınlayan devlet, bu konuyu da bir kararla çözebilir. Devlet, borcuna yüzde 30 faiz veriyor, alacağından yüzde 140 veya 200 faiz istiyor; bu, adalet olmaz. Bu işin düzeltilmesini beklemek yerine, devletimiz, adil kararları bir an önce uygulamaya koyması gerekir.

Konuşmamın başında da belirttiğim gibi, geliniz, 1998 yılını hukuk yılı ilan edelim ve bu yığılmaları kaldıralım. Vatandaş ile devleti hasım olmaktan kurtaralım. Eşitlik ve adalet kuralları muvacehesinde af çıkarmaktan, kanun değişikliğine kadar yeni düzenlemelerle, yargımızı, bu taşınmayacak kadar ağır yükten bir an evvel kurtaralım.

Sayın Başkan ve sayın milletvekilleri; müsaade buyurursanız, DTP Grubu adına, Yargıtay bütçesi üzerinde de görüşlerimizi belirtmek istiyorum.

Maalesef, yargının tamamında olduğu gibi, Yüce Kurumda da, en büyük sorun, biriken ve her yıl çığ gibi artan dava sayısıdır. 1998 yılında yargıya gelecek dava sayısının 500 bini aşacağı ifade ediliyor. 30 bin civarında da, 1997 yılından devrolanlarla birlikte, toplam, 530 bin civarında dosya olacak. Bunu, Yargıtaydaki 32 daireye yıllık olarak paylaştırırsak, 17 bin dosya eder. Her iş gününde daire başına düşen dosya sayısının kaba bir rakamla 60-70 dosya olduğunu düşünürsek, bu insanların, insanüstü bir güçle çalışması gereğini burada bir kez daha vurgulamamız gerekir. Yargıtayımızı, bu kadar büyük yükün altından kalkma becerisi gösterdiği için de buradan kutluyorum; ancak, bu teknik imkânlarla, bu personel imkânlarıyla, önemli miktarda dosya, belli ki 1999 yılına devrolacak ve geciken yargı, ülkemizde büyüyen bir problem olmaya da devam edecektir.

Partimiz Programında da ısrarla vurguladığımız gibi, yerel mahkemelerle Yargıtay arasında istinaf mahkemeleri kurulmalı,Yargıtay başta olmak üzere, tüm mahkemelerin bilgi işleme geçmeleri kesinlikle sağlanmalıdır. İnsan hayatında, beşikten mezara kadar yargıya ihtiyacımız vardır. Bütçenin neredeyse yarısı, içborç faiz ödemesine gitmektedir. İçborç faiz oranını 2 puan indirirsek, 200-300 trilyon lira eder; bu parayla ülkemizin tüm yargı sistemi bilgi işleme geçerken, araç gereç ihtiyaçları da karşılanır, kararlar isabetli olur, adalet daha hızlı tecelli eder. Maalesef, yargıda bile ekonomi, artık önemli bir faktör olmuştur.

Ekonomiyi idare edenlere buradan seslenmek istiyorum: Ne yaparsanız yapın, bu işi düzeltin. Yoksa, siyaset de, yargı da, uluslararası ilişkiler de hızla ekonomiye endekslenmeye devam ediyor ve daha da hızla edecektir.

Ülkemizde en üst yargı organı, bildiğiniz gibi, Anayasa Mahkemesidir. Bir yerde Anayasa Mahkemesi, Parlamento kararlarının itiraz veya temyiz merciidir; ancak, son yıllarda, yanlış siyasî yaklaşımlar neticesinde, çoğu Meclis kararları bu kuruma taşınır hale getirilmiştir. Bu da, ister istemez, sanki yasama ile yargı karşı karşıyaymış gibi bir görüntü ortaya koymaktadır. Aslında, ülkemizde yasama, yargı ve yürütme erklerinin kuvvetler ayrılığı prensibi, kuvvetler işbirliği prensibiyle yürütülmektedir. Bu yüce kurum da, biz istemesek de, tasvip etmesek de, maalesef, siyasî demeçlerden nasibini almaktadır.

Demokrat Türkiye Partisinin Programında, Türkiye milletvekillerinden oluşan eski Senato görevinde bir Meclis vardır; yani, Ardahan'dan Edirne'ye kadar, ülkemizin her ilindeki vatandaşlarımızın seçtiği temsilcilerin yaptıkları yasaların temyizi, yine yüce milletimizin seçtiği temsilcilerle değerlendirilecektir.

Bugün tartışmasız bir şekilde çok saygın durumdaki Anayasa Mahkemesi, inanılmaz bir süre sonra, siyasî yozlaşmadan payını alacaktır. Her gün Türkiye Büyük Millet Meclisi kararını Anayasa Mahkemesine götürürseniz, bu sonuç, inanın, kaçınılmaz olacaktır. O yüzden, geliniz, hukuk yılı olan 1998'de, sivil Anayasamızı da, Sayın Genel Başkanımız Hüsamettin Cindoruk'un, 19 uncu Dönem Parlamentosunun bıraktığı yerden devam ettirelim; kamu görevlileri ahlak yasasını çıkaralım; Türkiye Büyük Millet Meclisi ahlak komisyonunu kuralım; yüce yargıyı siyasetin içerisine daha fazla sokmayalım.

Yargıda sürat istiyoruz; fakat, ne yazık ki, yargıda sürati engelleyen hususlardan birisi de dokunulmazlık müessesesidir. Anayasanın 83 üncü maddesinin değişikliği hususunda Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılacak ikinci oylamada, gerekli çoğunluğun bulunacağına inanıyorum. Böylece, toplumun beklentilerine cevap verilmiş olacaktır. Ayrıca, yargı, normal mecraı ve süratinde devam ettirilecektir. Çok güzel bir deyim vardır: "Adalet mülkün temelidir." İşte, Büyük Millet Meclisi de, her zaman, haysiyet, şeref ve yüceliğin merkezidir. (DTP, ANAP, DSP ve CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Onun için, dokunulmazlıkların kaldırılmasından korkmayalım arkadaşlar.

İşte bu düşünceler içerisinde, eğer, bu Parlamento, kamu görevlileri ahlak yasasını çıkarır, ahlak komisyonunu çalıştırmaya başlarsa, dokunulmazlıkların kalkmasını beklemeye bile lüzum kalmayacaktır. Yanlış yapan milletvekili, cevabını, Yüce Parlamentodan alacaktır; hem de en ağır şekilde alacaktır. Düşünün, bilmem nerenin milletvekili, bilmem kim, ahlakî ilkelere uymadı diye Resmî Gazetede yayımlanırsa, bir daha hangi milletvekili devlet dairesinde iş takip etme cesaretini gösterebilecek ve hangi bürokrat ihaleye fesat karıştırabilecektir?

İşte, bütün bunlar, bizim, toplumun gözünde daha yücelmemizi, daha inanılır, daha güvenilir bir Parlamento olmamızın en büyük öğeleridir. Bu olayda, Yüce Parlamentomuzun değerli üyeleri ve dürüst olan herkesi burada tenzih ediyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1998 yılının Yüce Parlamentomuzda hukuk yılı olması temennisiyle sözlerimi bitirirken, Yargıtay Başkanlığı ve Adalet Bakanlığı bütçesinin hayırlı olmasını diliyor, en içten saygılarımı sunuyorum. (DTP, ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Demokrat Türkiye Partisi Grubu adına konuşan Manisa Milletvekili Sayın Ayseli Göksoy'a teşekkür ediyorum.

Demokrat Türkiye Partisi Grubunun ikinci sözcüsü Kütahya Milletvekili Sayın Mehmet Korkmaz; buyurun efendim. (DTP sıralarından alkışlar)

Sayın Korkmaz, konuşma süreniz 15 dakikadır.

DTP GRUBU ADINA MEHMET KORKMAZ (Kütahya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Ulaştırma Bakanlığının 1998 malî yılı bütçesi üzerinde Demokrat Türkiye Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken, şahsım ve Grubum adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Ulaştırma ve haberleşme sektörümüzün gelişiminde cumhuriyetimizin kuruluşundan beri etkin faaliyetini gösteren bu güzide bakanlığımız, önemli yatırımları gerçekleştirmiştir. Özellikle, son günlerde Sayın Bakanımızın gündeme getirdiği ve ısrarla üzerinde durduğu demiryolu projeleri, ülkemiz ulaştırma sektörü açısından büyük önem arz etmektedir. Avrupa Birliğiyle entegrasyon sürecinde ulaştırma politikalarında uyum sağlanması, bağımsız Türk devletleriyle gelişen ekonomik ve uluslararası ilişkilerin getirdiği ulaştırma altyapısı, ülke yararları doğrultusunda ve ülke olanakları ölçüsünde vakit kaybedilmeden gerçekleştirilmelidir.

Günümüz dünyasında, teknolojik gelişmeler, çevreye duyarlı bilinçlenmeler, ekonomik ve güvenlik ölçüleri, bu sektör politikalarının tespitinde önemli rol oynamaktadır.

Ülkemizin, doğu-batı arasında gerçek bir köprü olabilmesi için, kendi üzerindeki ulaşım sistemlerinin anlamlı ve akılcı bir şekilde geliştirilmesi gerekmektedir. Sektörde verimliliğin artırılması, mevcut kapasitelerin etkin bir biçimde kullanımı, ağırlıklı olarak karayollarıyla yapılan yurtiçi yük taşımalarının, demiryolu, denizyolu ve boru hatlarına kaydırılmasını sağlayacak altyapı ile yasal ve kurumsal düzenlemeler, sektörün önünü açacak önemli faaliyetlerdendir.

Bütçe imkânlarının sınırlı olması da dikkate alınarak, ulaştırma ve haberleşme sistemlerinin niteliklerine uygun özelleştirme programları ve denetim mekanizmaları geliştirilmeli, yatırımların gerçekleştirilmesinde yap-işlet-devret modeline önem verilmelidir.

Değerli milletvekilleri, özellikle demiryolu ve karayolu ulaşımı üzerinde oluşan tartışma ve karayollarımızda son yıllarda meydana gelen ve hepimizi derinden üzen ölümcül kazalardan sonra, demiryollarımızın ülke ulaşımındaki önemi bir kat daha artmaktadır.

Ülkemizde demiryolları yıllardan beri ihmale uğrarken, 1970'li yıllardan itibaren, gelişmiş ülkelerde, karayoluna kayan talebin bir kısmını demiryollarına kaydırmak amacıyla yeni teknolojiler geliştirilmiş ve süper hızlı demiryolu hatlarının inşasına başlanmıştır.

Kalkınma hamlesi içerisindeki ülkemize döviz tasarrufu sağlaması, hızlı bir demiryolu sistemi oluşturmuş bulunan Ortak Pazar ülkeleri arasındaki Türkiye'nin, demiryolu sektöründeki geri kalmışlığının giderilmesi amacıyla, yeniden ele alınmış bulunan Arifiye-Sincan elektrikli çift hatlı demiryolu projesinin yapımıyla; günde 364 trenin çalışması, seyahat süresinin 2,5 saate indirilmesi, hızın, 260 kilometre saate çıkarılması sağlanacaktır. Böylece, karayolu taşımacılığına nazaran 4-5 kat daha az enerji tüketen ve can güvenliği açısından önem arz eden demiryolu taşımacılığı, ülkemizde de etkin hale getirilmiş olacaktır.

İstanbul Boğaz tüpgeçidi projesinin hayata geçirilecek olmasını ve Ankara-İstanbul hızlı demiryolu projesine ağırlık verilmiş olmasını öğrenmek, gerçekten, hepimizi, bizleri, mutlu etmiştir.

Değerli milletvekilleri, demiryolu Boğaz tüpgeçidinin, demiryolu banliyö hatlarının metroya dönüştürülmesiyle birlikte gerçekleştirilmesi halinde, Gebze-Söğütlüçeşme-Üsküdar-Sirkeci-Yenikapı-Halkalı arasında trenler 2 dakika aralıklarla çalışarak, tek yönde 75 bin kişiye hizmet verecek, talebin artması durumunda da, 1,5 dakika aralıklarla çalışarak, yaklaşık 100 bin kişi taşıyabilecektir. Bu değer, 10-12 karayolu köprüsünün kapasitesine eşittir.

Bakanlığımızın hayata geçireceği bu projeler, Asya ve Avrupa'yı demiryoluyla birbirine bağlayacak olması; İstanbul'un trafik sorununa kalıcı bir çözüm getirecek olması; mevcut köprülerin yükünü azaltacak olması; trafik kazaları ile hava kirliliğini azaltıp, daha kısa sürede, daha çok yolcu taşıyacak olması açısından, gerçekten çok önemlidir.

Ülkemizin, nüfusu, yüzölçümü ve ekonomik potansiyeli dikkate alındığında, bu demiryolu ağı yetersiz olup, Ulaştırma Bakanlığımızın yürüttüğü demiryolu projelerinin gerçekleştirilmesiyle, yaklaşık 2 bin kilometrelik yeni hat, ulusal demiryolu ağına katılmış olacaktır. Sayın Bakanı, bu girişimlerinden dolayı kutluyor ve demiryolu ulaşımına göstereceği her türlü çabada yanında olduğumuzu, bir kere daha belirtmek istiyorum. (DTP, ANAP ve RP sıralarından alkışlar)

Bu sektörde, Kars-Tiflis demiryolu bağlantısının ihale aşamasına getirilmesi ve Hanlı-Bostankaya demiryolu inşaatının bitirilmesiyle, Menemen-Aliağa çift hatlı demiryolu inşaatının tamamlanma aşamasına getirilmiş olması, demiryolu ulaşım ağımızın büyük kazancı olacaktır.

Sayın milletvekilleri, bugün için, ülkemizde, iç ve dışticarete hizmet veren 21 adet kamu limanı bulunmaktadır. Bunların yıllık kapasitesi, 50 milyon ton/yıl civarındadır. Bu kapasite, özel sektör liman ve iskeleler ile akaryakıt da dikkate alındığında, toplam 200 milyon ton/yıla ulaşmaktadır.

Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizin, 8 300 kilometre uzunluğundaki kıyı şeridinden, denizin sunduğu avantajları en iyi şekilde kullanmak amacıyla, teknolojik gelişmelere paralel olarak, limanlarımızı da geliştirmek zorundayız.

Ulaştırma Bakanlığınca inşaatlarına devam edilen ulaşım limanlarında, 2015 yılına kadar 200 milyon ton/yıl ilave kapasite artırımıyla, 400 milyon ton/yıla ulaşılması planlanmıştır.

Ayrıca, ihalesi yapılmış olan Zonguldak-Filyos Limanına ilaveten, Derince Konteyner Terminali, Tekirdağ Limanı, İzmir-Çandarlı Limanı, Mersin Konteyner Limanı ve İskenderun Konteyner Terminal inşaatlarının, yap-işlet-devret modeliyle, önümüzdeki günlerde ihaleleri yapılarak, hizmete sokulmasıyla, bu hedefler gerçekleşmiş olacaktır.

Yat limanlarının 2000 yılına kadar kademeli olarak bitirilip, yaklaşık 14 500 yatlık ilave kapasite elde edilerek, 10 500 olan yat kapasitesinin 25 000'e ulaştırılarak, Akdeniz ülkeleri arasında, halen, yüzde 5 olan yat bağlama kapasitesinin, yüzde 12'ye yükseltilerek, yıllık turizm gelirinin 8 milyar dolara ulaştırılması hedeflenmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yurt çapında, ulaşım ağındaki mevcut kapasiteyi artırmak amacıyla, yeni havaalanları yapımına gereken önem verilmekle, mevcut askerî havaalanlarına sivil tesisler ilave edilerek ve mevcut havaalanlarımızın, günün şartlarına göre, çağdaş düzeyde modernize edilmesiyle mevcut 40 milyon yolcu/yıl kapasitesinin, 80 milyon yolcu/yıla ulaştırılması çalışmaları heyecan verici hedeflerdir.

Ülkemizin dışa açılan önemli kapılarından biri olan Atatürk Havalimanı yeni dış hatlar terminal binasının temelinin atılması, Isparta-Süleyman Demirel Havaalanı ve Bodrum-Milas Havaalanlarının tamamlanarak, hizmete girmesi yanında, Antalya Havaalanı yeni terminal binasının 1998 yılı turizm sezonuna yetiştirilecek olması ve GAP uluslararası havaalanı projesine önümüzdeki günlerde başlanılacak olması, bu sektördeki önemli gelişmelerin en somut örnekleridir.

Bunlara ilaveten, Ağrı Havaalanı, Balıkesir-Körfez Havaalanı, Adana Havalimanı terminal binası ile Adnan Menderes Havalimanı yolcu salonu projeleri, 1997 yılı içerisinde tamamlanarak, hizmete verilmiştir.

Bursa-Yenişehir, Nevşehir, Denizli-Çardak, Tekirdağ, Çorlu, Kocaeli-Cengiz Topel Havaalanları ile Dalaman, Gaziantep, Van ve Trabzon Havalimanı yeni terminal binalarının 1998 yılında bitirilerek hizmete verilecek olması, hava ulaşım sektöründe yeni atılım olacaktır. Etüt projelendirme ve ihale çalışmaları sürdürülen 17 adet stol tipi havaalanı arasında Kütahya havaalanının bulunması da bizleri ayrıca sevindirmektedir.

Sayın Bakanımızı, bu çaba ve gayretlerinden dolayı bir kere daha içten kutluyorum.

Günümüzde, hava, kara, deniz, demiryolu taşımacılığı ve telekomünikasyon sektörlerinde kamu eliyle verilmekte olan hizmetlerin, kısmî ve kademeli özelleştirme modellerine kaydırılması ve hizmet verimliliğinin artırılması gerekmektedir. KİT statüsündeki üretici kuruluşların, finans, personel ve organizasyon açısından yeniden yapılandırılmaları ve yabancı ortaklara açılarak, uygun teknoloji seçimiyle yerli ana ve yan sanayi dallarıyla bütünleştirilmeleri önem arz etmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; günümüzde, teknoloji, çok hızlı bir şekilde değişmekte olup, her alanda olduğu gibi, özellikle elektronik sanayiinde meydana gelen gelişmeler, haberleşmeye ayrı bir boyut kazandırmış ve bu sektörde bilgi çağını başlatmıştır. İnsanın, artık, klasik bilgileri geri plana iterek, güncel bilgiler edinmeyi ve yaşamını bilgiyle bütünleştirmeyi hedef edindiği dünyamızda, haberleşmede yeni teknolojilerin getirdiği olanakların kullanılması kaçınılmaz olmuştur.

Haberleşme teknolojisinin çok hızlı değişim gösterdiği dünyamızda gerek sayısal ve gerekse hizmet itibariyle ileri ülkelerin arasında yer almamızın bilinci içerisinde, Ulaştırma Bakanlığımızın, haberleşme sektöründe de çalışmalarını titizlikle sürdürdüğünü görmekteyiz.

Sayın milletvekilleri, telefon santrallarımızın ülke genelindeki kapasitesi 17 milyon 624 bin hatta ulaşmış, otomatik telefon hizmeti kırsal alana yaygınlaştırılmış olup, çevrelerindeki yerleşim yerleriyle birlikte 36 700 kırsal alan yerleşim yerinde evlere kadar otomatik telefon hizmeti verilmektedir. Cep telefon GSM sistemi abone sayısı ise, bugün için 1 milyon 400 bine ulaşmıştır.

Ulaştırma altyapısının ülke ihtiyaçlarına cevap verecek hale getirilmesi konusundaki bu çabaların ve 1998 yılı bütçesinin ülkemiz ve yüce milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını diler, bu vesileyle, hepinize saygılar sunarım. (Alkışlar)

BAŞKAN – Demokrat Türkiye Partisi Grubu adına konuşan Kütahya Milletvekili Sayın Mehmet Korkmaz'a teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, grup sözcülerinin bütçe üzerindeki konuşmaları, bu suretle tamamlanmıştır.

Soru yöneltme konusunda, arkadaşlarımızın şu ana kadar verdikleri önergeler dışındaki önergeler de işleme alınmayacaktır.

Şu aşamada kişisel söz isteyenlerden önce, Hükümetin söz talebi bulunmaktadır. Önce, Adalet Bakanı Sayın Oltan Sungurlu...

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın Başkan, şahsı adına konuşacak arkadaşlarımızdan birisinin daha önce talebi vardı; bir yanlışlık oldu galiba.

BAŞKAN – Olabilir; Hükümete her aşamada söz verebiliriz.

Lehte konuşmak üzere, şahsı adına, Ordu Milletvekili Sayın Nabi Poyraz; buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 10 dakikadır Sayın Poyraz.

NABİ POYRAZ – (Ordu) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1998 malî yılı Ulaştırma Bakanlığı bütçesi üzerinde şahsî görüşlerimi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce, Yüce Meclisin siz değerli üyelerini, televizyonları başında bizleri izleyen saygıdeğer vatandaşları sevgiyle selamlıyorum.

Şu anda bütçesini görüştüğümüz Ulaştırma Bakanlığı, deniz, hava, haberleşme ve kara ulaşım sektöründen oluşan ve tüm vatandaşlarımızı yakinen ilgilendiren, ülke kalkınmasında çok önemli bir yer tutan dev bir bakanlıktır. İnsan vücudundaki kan damarlarının önemi ne ise, bu Bakanlığın, ülke kalkınması ve ekonomisi üzerindeki önemi de o denli büyüktür.

Önce, geniş teşkilata sahip olan, çok yönlü çalışma alanı bulunan Ulaştırma Bakanlığının bütçesinin yetersizliğini kabul etmek mecburiyetindeyiz. Ülkemizde, 1980 yılı sonrası dışa açık liberal ekonomik politikalar sonucu dışticaret hacminde büyük artışlar olmuştur. İthalat ve ihracatın hızla büyümesi, deniz yolu taşımacılığının önemini bir kat daha artırmıştır. Dolayısıyla, denizciliğin teşvik edilerek kapasite ve gemi sayılarında büyük artışlar sağlanması gerekmektedir.

Türk deniz ticaret filosu, kasım 1997 tarihi itibariyle, 476'sı ithal, 714'ü inşa olmak üzere toplam olarak 1 190 adet gemiden oluşmaktadır. Toplam filomuz, çıplak gemiler de dahil edildiğinde, 12 milyon dwt'a yaklaşmaktadır. Filomuzun yüzde 92,4'ü özel sektöre, yüzde 7,6'sı kamu sektörüne ait gemilerden oluşmaktadır; yaş ortalaması 19 civarındadır. Filomuzun bir an önce gençleştirilmesi gerektiğine inanmaktayız.

Türk deniz ticaret filomuzun dünyadaki gelişimine baktığımız zaman, Ocak 1993'te 6,8 milyon dwt ile 23 üncü sıradan, 1997'de 10,7 milyon dwt ile 17 nci sıraya yükseldiğini görmekteyiz.

Daha dün, Türkiye'nin Avrupa Birliğine girmesini engelleyen Yunanistan ve Almanya'nın büyük hesapları ve endişeleri, başta, Karadeniz bölgesi ülkelerinin gelişmesi sonucu, Gümrük Birliği Antlaşması ve Karadenize komşu ülkelerle başlatılan ekonomik işbirliği ve Tuna yolu projesinin realize edilmesiyle, Avrupa'nın içlerinden Karadenize taşınacak yük potansiyeli, bölgemizin ticaret yönünden var olan canlılığını bir defa daha fazlalaştıracaktır. Bu itibarla, Karadeniz kıyılarındaki limanlarımız her iki yönden değerlendirildiğinde, ülkemizin ithalat ve ihracat ile turizm yönünden potansiyeli artacaktır. Bu nedenle, Karadeniz bölgesinde deniz taşımacılığına gerek ekonomik gerekse turizm açısından önem verilmesi gerektiğine inanıyorum.

Gittikçe artan turizm potansiyeline katkıda bulunmak üzere, Sayın Ulaştırma Bakanından, Ordu-Giresun feribot seferlerini, önümüzdeki yıl başlatmasını istiyoruz.

Sayın milletvekilleri, memleketimizin ulaştırma sektöründe çok büyük payı olan Türk Hava Yollarındaki gelişmelerden söz etmek istiyorum. Türk Hava Yolları, 1980'li yıllarda modernize edilmeye başlanmış ve Anavatan Partisi döneminde filosunu gençleştirmiş, uzun yol seferlerine başlamış, buna bağlı olarak, ABD ve Uzakdoğu'ya direkt seferler yapmak üzere, filosuna gerekli gücü kazandırmıştır.

Türkiye'nin, yine, ANAP iktidarı döneminde başlattığı "her ile havaalanı" projesinin gerçekleşmesiyle, birçok ilimize tarifeli uçak seferleri başlatıldığı ve diğer illerimize de, havaalanı projelerinin gerçekleştirilmesi için Hükümetimizin yaptığı çalışmalar hepinizin malumudur.

Arazi yapısının müsait olmaması nedeniyle, Ordu'da, vatandaşların büyük katkı ve desteğiyle Ordu Havaalanı Yaptırma Derneği tarafından yapımına başlanan, şu anda mendireği 400 metreyi bulan, bir örneği Japonya'da ve Hong Kong'da bulunan, Türkiye'de ilk defa iktidarımız döneminde, Karadeniz Bölgesinde, deniz doldurularak programlanmış olan Ordu-Giresin Havaalanı ikinci etabının temeli, 1998 yılında Sayın Başbakanımızın teşrifleriyle atılacak, Sayın Başbakanımızın talimatlarıyla ve dışkredi desteğiyle 3 yılda bitirmeyi planladığımız Ordu-Giresun Havaalanı hizmete sunulacaktır.

Sizler, muhalefet partileri, her ne kadar Karadenize ve Karadenizlilere üvey evlat muamelesini reva görüyorsanız da; tüm Karadeniz illerinin ortak sorunu olan yol inşaatlarını sabote etmek için gensorularla uğraşırken; bizler, bu modern yola ilave olarak -yukarıda arz ettiğim gibi- mümkün olabilecek yerlere de, ayrıca, havaalanları yaptırmanın çabası içerisindeyiz.

Bu arada, hemşerim, Kara Taşımacılığı Derneği Başkanı, işadamı Sayın Saffet Ulusoy'un, kara ve hava taşımacılığının kolaylaştırılması projesine büyük ödenek ayıran Hükümetimizin başlattığı Karadeniz duble yol ve havaalanı yapımı çalışmalarına destek vermesini ve 30 işadamıyla Karadeniz Bölgesine yatırım yapma girişimlerini takdirle anıyor ve bu yatırımların kendi öncülüğünde başlatma gayretinden dolayı da kendilerine teşekkür ediyoruz.

Boeing uçaklarıyla ilgili konuları, benden önce konuşan ANAP Grup sözcüsü arkadaşım detaylı olarak anlattılar; ancak, bu Boeing uçak alımlarıyla ilgili 5 yıllık ihtiyacı karşılamak için yapılan projenin Refahyol zamanında yapılan birinci ihalesinin yeni yönetim tarafından iptal edilerek yapılan ikinci ihalesinde, Hazinenin -yani, Türk Hava Yollarının- 74 milyon dolar kârlı duruma getirilmiş olmasından dolayı da, yeni yönetimi kutlamayı kendime bir borç olarak kabul ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi de, Türkiye'nin haberleşmeyle ilgili geldiği noktayı arz etmek istiyorum: Hepinizin bildiği gibi, ülkemizin uluslararası haberleşmesinin yüzde 67'si, diğer iletişim ortamlarına kıyasla daha güvenilir, kaliteli, hızlı ve yüksek kapasiteye imkân sağlayan fiberoptik kablolar üzerinden gerçekleştirilmektedir.

Ülkemizce de iştirak olunan uluslararası fiberoptik kablolar sayesinde, Türk Telekom, gerek doğu ile batı ve gerekse güney ile kuzey arasında bir köprü işlevi görmekte olup, yaptığı transitlikten dolayı da önemli gelirler elde etmektedir.

Ülkemiz -ANAP iktidarı döneminde- uydu sahibi olan sayılı ülkeler arasında olup, halen, uzayda çalışır durumda Türksat–1B ve Türksat–2C isimli iki uydusu mevcuttur. Ülkemiz, ayrıca, uluslararası uydu haberleşme teşkilatlarından İntelsat ile İnmarsat'ın da üyesidir. Halen, uluslararası telefon trafiğinin yaklaşık üçte biri uydular aracılığıyla gerçekleştirilmekte olup, televizyon yayınlarının ülke çapındaki dağıtımında ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki ilçe ve köylerin telefon haberleşmelerinde uydu terminalleri yaygın olarak kullanılmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Poyraz, konuşmanızı tamamlayın efendim.

NABİ POYRAZ (Devamla) – Çok dağınık yerleşimi olan Karadeniz Bölgesinde kablolu telefon hattı çekiminin çok zor olması nedeniyle, yukarıda anlatmaya çalıştığım uydu yayınıyla ilgili haberleşme sistemi sayesinde, -Sayın Başbakanın direktifleriyle kurulacak uydu santrallarla- Ordu ve Karadeniz Bölgesindeki köylerin bir an önce telefona kavuşması sağlanacaktır. Bu konudaki çalışmaları ve katkılarından dolayı, Ulaştırma Bakanlığı mensuplarına içten teşekkürlerimi sunuyorum.

Ulaştırma Bakanlığı bütçesinin, memleketimize ve milletimize hayırlı olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Bütçeler üzerinde kişisel konuşmasını tamamlayan Ordu Milletvekili Sayın Nabi Poyraz'a teşekkür ediyorum.

Şimdi, Hükümet adına, bütçenin bir bölümünü cevaplamak üzere, Adalet Bakanı Sayın Oltan Sungurlu'yu kürsüye davet ediyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın Sungurlu, Hükümete ayrılan süre 30 dakikadır; sizden sonra. Sayın Ulaştırma Bakanının da bu 30 dakikalık süre içerisinde söz hakkı bulunmaktadır.

Buyurun.

ADALET BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; 1998 yılı Adalet Bakanlığı bütçesi üzerinde Hükümet adına söz almış bulunuyorum; Yüce Parlamentoyu ve parlamenterlerimizi saygıyla selamlıyorum.

Muhterem milletvekilleri, kamuoyunda adalet, yargı ve yargı bağımsızlığıyla ilgili bütün münakaşa ve müzakereleri gücümüz yettiğince takip ediyor ve değerlendiriyoruz; keza, bu hususta, yurtdışındaki, dünyadaki gelişmeleri de takip etmeye gayret ediyoruz. Bugün de, burada, muhterem milletvekillerinin yargıyla ilgili olarak yaptıkları konuşmalar için kendilerine teşekkür ediyorum; yargıya karşı gösterdikleri saygı ve hassasiyet için minnettarız. Bütün bu konuşmaları da, elbette ki, değerlendiriyoruz ve değerlendireceğiz.

Muhterem milletvekileri, 15 dakika içerisinde, tespit edebildiğim önemli meselelerden bazılarını dile getirmeye çalışacağım; ancak, bu meselelere girmeden önce, bir iki hususu çok kısaca ifade etmek istiyorum.

Muhterem milletvekilleri, adalet demokrasiyle birlikte vardır diye bir şey söz konusu değil, demokrasi olmasa da adalet vardır ve olmuştur. Bu itibarla, adaletin demokrasiyle birlikte olduğunu söyleme şansına sahip değiliz. Bugün biz, hem demokrasi hem adalet diyor isek, o zaman bazı hususlara riayet etmek zorundayız.

Muhterem milletvekilleri, yargı bağımsızlığı, adalet ve demokrasiyi bir arada konuştuğumuz zaman, dün ile bugün arasındaki farkı tebarüz ettirmek için deminki cümleyi söyledim. Eğer, bugün, hem adalet hem demokrasi diyorsak, o takdirde bunların ikisine birden riayet etme mükellefiyeti vardır. Nedir demokrasinin özelliği; millî iradedir, millî iradenin hâkimiyetidir. O halde, bugün adaleti konuşurken, millî iradeyi de konuşmak zorundayız, adaletin içerisinde millî iradenin varlığını da konuşmak zorundayız.

Biz, Türkiye'de uzun zamandan beri adaletle ilgili meseleleri konuşurken, 1961 Anayasasının, onun getirdiği müesseselerin ve onların yaptığı propagandanın fevkalade etkisi altında kaldık. Ülkemizde yargıyla ilgili meseleler konuşulunca, basmakalıp aynı sözler söyleniyor; yargı bağımsızlığıyla ilgili sözler konuşulunca, aynı şeyler konuşuluyor.

Ülkemizi cumhuriyetle birlikte yöneten idare, cumhuriyetimizi kuran ve ülkemizi kurtaran irade, Türk münevverleridir, Türk aydınlarıdır, Türk bürokratlarıdır. Onların, bu ülkenin üzerinde, yönetiminde büyük hakları olmuştur; ama, bugün, artık, geldiğimiz noktada ülkede millî iradenin ve milletin hâkimiyetinin müzakere edilmesi ve ona göre değerlendirilmesi lazım. Yargıyla ilgili meseleler de, tamamen, Türk bürokrasisinin fikirlerine göre yürütülmekte ve Türk demokrasisi, Türk millî iradesi, bu meselede hiçbir zaman gündeme getirilmemektedir.

Muhterem milletvekilleri, dünyadaki gelişmelere baktığımızda, demokraside yargı nedir? Biz, bu meseleyi, dünyadaki gelişmelere paralel olarak takip edecek miyiz? Eğer, demokrasi ve dünya medeniyetinin ulaştığı bir yer varsa, orada yargıyla ilgili meseleler bugün belirli noktalara gelmiştir. Biz, Batı medeniyetinin içerisinde miyiz? Batı medeniyetinin kabul ettiği ölçüleri kabul edecek miyiz? Efendim, Batı medeniyetinin kabul ettiği ölçüleri kabul edeceğiz; ama, Türkiye'nin şartları ayrıdır. Elbette ki, ayrıdır; ama, bu Türkiye'nin şartlarında, millî iradenin hak sahibi olması, söz sahibi olması yok mudur? Yani, millî irade söz sahibi değil midir? O takdirde, demokrasiden bahsetme hakkımız yoktur. Bakacağız dünyanın gelişmiş ülkelerine, demokrasiyi ve yargı bağımsızlığını getiren ülkelere bakacağız; o ülkelerde bu müesseseler nasıl?

Şimdi, biz, Türkiye'de, 1961 Anayasasındaki esaslara göre ve bürokratların söylemlerine göre konuşuyoruz ve çok üzülerek ifade ediyorum; biz, Parlamentoyu dışlıyoruz. Biz, millî iradeyi temsil etmesi gereken ve temsil eden bu Parlamentonun, ülkemizdeki, millî irade adına söylemesi lazım gelen sözdeki hakkını, haklılığını inkâr ediyor ve bürokrasinin bize telkin ettiği düşünceler çerçevesinde, yargı bağımsızlığını konuşuyoruz. Bunu ifade etmek istiyorum.

Muhterem milletvekilleri, önümüzdeki günlerde, siyasî parti gruplarıyla, dünyadaki örnekleri, Türkiye'nin şartlarını ve Türkiye'nin geçirdiği yargıyla ilgili meseleleri birlikte müzakere etmek ve biz kendimiz müzakere etmek suretiyle, meselelerdeki peşin hükümlerimizi bir tarafa atıp "bu meseleyi nasıl götürebiliriz, ülkede yargının meselelerini nasıl götürebiliriz" diye, bir yola varmak ve 1998 yılı içerisinde, Yüce Parlamentonun desteğiyle mesafe almak istiyoruz. Eğer, peşin hükümlerle ve inatla bu işi götürürsek, bugüne kadar alamadığımız mesafeyi yine alma şansına sahip olamayız.

Muhterem milletvekilleri, biraz önce bir arkadaşımızın, Bakanlığımızla ilgili olarak söylediği bir husustan bahsetmek suretiyle meselelere girmek istiyorum. Adalet Bakanlığı olarak, yargının verdiği bütün yürütmeyi durdurma kararlarını ve iptal kararlarını derhal yerine getirmekteyiz; ancak, bir itiraz hakkımız var, bu itiraz hakkımızı da lüzum gördüğümüz yerde kullanıyoruz. Mecliste müşavir olan bir arkadaş, Bakanlıkta da müşavir olarak devam etmek istiyor. "Buyur Bakanlığa" diyoruz; "ben Meclisteki müşavirliğime devam edeceğim; ama, Bakanlık müşavirliği kadronuzu da işgal edeceğim" diyor; bir yürütmeyi durdurma kararı almış. Ben bu karara itiraz ettim; "ya buyur Bakanlıkta müşavir ol ya Meclisteki müşavirliğine devam et, iki tarafta birden müşavir olman söz konusu olamaz; benim, sizin istişarenizden istifade etme şansım yok." Bu sözü ben söylemedim, benden önce olmuş; ama, benden önce söylenen bu sözü doğru gördüm, haklı gördüm ve mahkemenin yürütmeyi durdurma kararına itiraz ettim ve mahkeme bu itirazımızı kabul etti.

Bu itibarla, böyle bir kararı yerine getirmemeyi Adalet Bakanı olarak işlemiş değiliz; çünkü, itiraz hakkımızı kullandık. Bu itiraz hakkımızı kullanmakta da son derece haklıydık. Nitekim, yargı, bu haklılığımızı teyit etti.

Muhterem milletvekilleri, otuz civarında önemli mesele tespit ettim. Tabiî ki zaman içerisinde bunlardan kaç tanesini konuşabilirim bilmiyorum; ama, çok kısa kısa değinmek suretiyle konuşacağım.

Yargı bağımsızlığıyla ilgili meseleleri biraz önce ifade etmeye çalıştım, çok geniş şartlarda ifade etmeye çalıştım. Bu konuda dünyanın geldiği, gelişmiş ülkelerin geldiği ve tatbik ettikleri birkaç metottan bir tanesini, Türkiye şartlarına uygun tatbik etmek zorundayız; onu hissediyoruz ve bu meselede mutlak mesafe alacağız.

Şimdi, hâkim teminatı da aynı şekilde düşünülür. Bazı meseleler dedikodu haline gelince, bunu dinlemeden, değerlendirmeden müzakere etmekte büyük zararlar görüyoruz. Biliyorsunuz, meşhur sözdür: "Vur, ancak dinle." Nitekim, birçok meselenin önce dedikodusu yapılıyor, birçok iddia ve isnatlar ileri sürülüyor, sonra da bu iddia ve isnatların hiçbirinin doğru olmadığı meydana çıkıyor. Bu itibarla, hâkim teminatıyla ilgili bir tek meseleyi dile getireceğim.

Türkiye, hâkim teminatında, dünya standartlarından, bazı yerlerde geri kalmak zorunda. Nedir bu; coğrafî teminat. Siz, Türkiye'de hâkime coğrafî teminat verme şansına sahip değilsiniz; çünkü, Batı dünyasının gelişmiş ülkelerinde, bir hâkim, tayin edildiği bir yerde emekli oluncaya, hatta ölünceye kadar hâkim oluyor. Şimdi, siz, İstanbul'a tayin eder de ölünceye kadar İstanbul'da hâkimi tutarsanız, Hakkâri'de, Şırnak'ta, Gümüşhane'de hangi hâkimi çalıştırırsınız? Onun, Ankara'ya gelme, İstanbul'a gelme şansı olmazsa siz oralara hâkim gönderme şansına sahip olabilir misiniz?

Şimdi, Türkiye'de birinci bölgeye gelen hâkim arkadaşlarımız, hâkim teminatından bahsederler. Peki, öteki bölgedeki hâkimler ne yapacaklar?

Bu itibarla, bazı meseleleri, Türkiye'nin şartları sebebiyle, imkânsızlıkları sebebiyle, bölgelerarası farklılıkları sebebiyle Batı ölçülerinde yerine getirme şansı mümkün değildir. Bunları aramızda konuşacağız. Ha, Yüce Parlamento "mümkündür, Hakkâri'ye tayin edilen hâkim ölünceye kadar Hakkâri'de hâkimlik yapacak, Gümüşhane'ye tayin edilen ölünceye kadar Gümüşhane'de yapacak, İstanbul'daki de böyle yapacak" derse, bu sistem içinde olmaz; ona, belki başka bir sistem bulmamız lazım. Bu itibarla, hâkim teminatıyla ilgili meseleler, Türkiye'de farklı boyutlarda ele alınır.

CEMİL ERHAN (Ağrı) – Bir de eş durumları var Sayın Bakan.

ADALET BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Devamla) – Tabiî, eş durumları var, çok problem var; yani, bir kararname, üç ayda hazırlanamıyor arkadaşlar.

İstinaf mahkemelerinden bahsedeceğim. Bir istinaf mahkemesi meselesi söylenir. Türkiye'de istinaf mahkemeleri vardı; neden kaldırıldı, niye kaldırıldı istinaf mahkemeleri? Şimdi, herkes der ki, Yargıtayın yükünü hafifletmek için istinaf mahkemesi... Kim diyor bunu; Yüce Yargıtay devamlı bunu söyler; onun yükü azalsın ve burası, bir ilmî mahkeme haline gelsin diye. Peki, yargının uzamasından bahsediyoruz; Trabzon Ağır Ceza Mahkemesinin verdiği kararı, bir de istinaf mahkemesi yeniden yargılarsa, o zaman, bu yargının kısalmasını nasıl ele alacaksınız!? Peki, Türkiye'de hâkim eksiğimizden bahsediyoruz; o zaman, istinaf mahkemeleri için yetişmiş hâkimleri nasıl bulacaksınız? Peki, Türkiye'de bina eksikliğinden bahsediyoruz; İzmir'deki adliye binası, bugünkü rayiçlerle veya 1997 yılı rayiçleriyle -kesin rakamı tam hatırlayamıyorum- 32 veya 38 trilyon liraya mal olacak. Projede, bir de İzmir'de istinaf mahkemesi binası vardı, onu projelendirmedim; çünkü, o da 100 trilyon liralık bir projeydi. Biz, şimdi, yorganımızı, çarığımızı hesap etmeden, böylesine meselelere girdiğimizde altından çıkamayız. Meselelerin hangisine hangi önceliği vereceğiz, ne şekilde götüreceğiz? Türkiye, var olan istinaf mahkemesini kaldırmışken, bugün, neden aynısını getirmek istiyor? Bu kabil sözleri söylemek ve bütün bunları, tatbikatta ne hale gelir diye bakmadan götürmek mümkün değildir. Bugün, dünyanın birçok ülkesi, yargıyı süratlendirmek için, istinaf mahkemesini kaldırıyor; dünyanın birçok ülkesi büyük yargıtaylara gidiyor. Bu doğrudur diye ısrar etmiyorum; ama, şartlarımızı ve imkânlarımızı hesap etmeden memleket meselelerinde ölçüsüz davranışlara girersek, çözme şansımız yok.

Muhterem milletvekilleri, bütün bu konuşmaları yaparken, elbette ki, herhangi bir şahsı veya kitleyi hedef tutmuyorum; içimizdeki problemleri anlatmaya çalışıyorum.

Muhterem milletvekilleri, 3 dakikalık bir zamanım kaldı. Bu zaman zarfında hiçbir meseleyi anlatamayacağımı biliyorum; ama, şunu bilmenizi istiyorum: Bugün, size iki evrak dağıttım, iki dosya dağıttım; biri, insan haklarıyla ilgili. Adalet Bakanlığı olarak, insan haklarıyla ilgili yaptığımız çalışmanın raporudur bu. Bunu gördüğünüz zaman, zannedilenin aksine, çok geniş bir çalışma başlatıldığını, yapıldığını ve birçok mesafe alındığını görürsünüz; ama, insan hakları meselesinin kanunlarla çözülmeyeceğini, bir daha bilmemiz lazım; ülkenin meseleleri, ülkenin eğitimiyle alakalıdır; bütün meselelerinde olduğu gibi. Bu işte de, insan haklarında da, biz, personelimizi eğiterek ancak bir yere varabiliriz; ama, burada, Adalet Bakanlığının aldığı tedbirleri, herhalde, okur, gözden geçirirseniz, sizin düşündüğünüz ve düşünmeniz gerekenin çok ötesinde, Adalet Bakanlığındaki bütün üst düzey yöneticilerinin toplanıp, ülkenin bu meselede karşılaştığı problemleri aşmak için aldıkları tedbirleri, zannediyorum ki, takdirle karşılayacaksınız. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

Muhterem arkadaşlar, bizim, kanunlarla ilgili yaptığımız çalışmaları da arkadaşlara dağıttım. Orada eksiklerimiz var; yani, halen onların dışında da yaptığımız bazı çalışmalar var, onları ilave etmedik; onları da ilave edersek, şu anda 30 civarında ana kanunu kısmen Meclise sevk ettik, kısmen sevk etmek üzereyiz; kısmen, Adalet Bakanlığı olarak Bakanlık içinde çalışıyoruz, kısmen de kurduğumuz komisyonlar vasıtasıyla, ilmî komisyonlar vasıtasıyla götürüyoruz. Bu arada, ceza kanunu tasarısını sevk ettiğimizi ifade etmek isterim. Avukatlık kanunu tasarısının, Allah'tan bir keder gelmezse, bunlara ilaveten, yılbaşı olmadan Yüce Parlamentoya sevk edeceğiz. Ben, bu kanunları, size dağıttığım için, basına da dağıttığım için tek tek saymıyorum.

Muhterem milletvekilleri, Adalet Bakanlığı bütçesi için 8,3 trilyonluk bir ilavenin özelleştirmeden gelmesinin dahi hiçbir şey ifade etmediğini ifade etmek isterim; ama yüzde 104 nispetindeki artış, enflasyonun çok üzerinde bir artıştır. Bu artışta, özelleştirmeden gelecek gelirler yoktur, bu artışta İşyurtları Kanunundan gelecek gelirler yoktur, bu artışta Adalet Fonunun, bütçedeki ödenekten fazla gelirinin, Maliye Bakanlığınca serbest bırakılacak miktarı yoktur; onları da ilave ettiğimizde, geçen yıllara nazaran bir artış vardır; ama söylediğim gibi, yalnız Bakırköy'deki bir adliye binasının 30 - 40 trilyona, Bursa'daki adliye binasının şu kadar trilyona, İzmir'deki adliye binasının 30 - 40 trilyona çıktığı bir ülkede, bu bütçelerle meselemizin zor olduğunu biliyoruz; ama meseleleri bilmek, çözmek için bence ilk yoldur ve Türkiye'nin, meselelerini çözeceğine inanıyorum.

Bu duygularla ve Yüce Parlamentonun verdiği destek sebebiyle hepinize saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Adalet Bakanlığı bütçesi üzerinde Hükümet adına konuşan Sayın Adalet Bakanı Oltan Sungurlu'ya teşekkür ediyorum.

İfade ettiği 30 konunun 5 ini bu süre içerisinde söyleyebildiler, diğer 25'ini de başka bir vesileyle zannediyorum, Meclis kürsüsünden dile getirme fırsatı bulacaklardır.

Hükümet adına ikinci konuşma, Ulaştırma Bakanı Sayın Necdet Menzir tarafından yapılacak. (DTP, ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

Sayın Menzir,15 dakikalık süreniz var; buyurun.

ULAŞTIRMA BAKANI NECDET MENZİR (İstanbul) – Teşekkür ederim Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ulaştırma Bakanlığının 1998 malî yılı bütçesinin görüşülmesi vesilesiyle, sözlerime başlamadan önce, şahsım ve Bakanlığım adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.Yüce Meclisimizin gerek grupları ve gerekse şahısları adına konuşan değerli üyelerinin çalışmalarımıza yön verecek olan teklif, eleştiri ve temennilerine teşekkür ediyorum.

Ülkemizin, sosyal ve ekonomik gücünün belkemiğini oluşturan ulaştırma ve haberleşme sektöründe, hizmetlerin, çağın gereklerine uygun bir şekilde yerine getirilmesi ve ülke ekonomisine yardımcı olacak şekilde geliştirilmesi, Hükümetimizin başlıca hedefleri arasında yer almaktadır.

Ulaştırma ve haberleşme sektöründe sağlanan gelişmelerin kalkınma hamlelerini müspet yönde etkilediği hepimizin malumlarıdır. Bakanlığımız, Hükümetimizin bu kesime verdiği önemi de dikkate alarak, bütün yurt sathına, çağdaş ve ekonomik nitelikli ulaştırma ve haberleşme sistemlerini yayma azim ve kararındadır.

Bakanlığımız, 1997 yılında, uygulamada önemli aşama kaydederek, kısa sürede tamamlanıp ekonomiye katkı sağlayacak projelere öncelik vermiş, rekabete dayalı ülke ekonomisinin gücünün artmasını amaçlamıştır.

Ulaştırma Bakanlığının 1998 malî yılı bütçe teklif toplamı 31 trilyon 45 milyar lira olup, bunun 6 trilyon 285 milyar lirası cari giderlere, 19 trilyon 550 milyar lirası yatırım giderlerine, 3 trilyon 162 milyar lirası da transfer giderlerine ayrılmıştır.

1998 yılı, Bakanlık merkezi için ayrılmış bulunan toplam 19 trilyon 500 milyar liralık yatırım ödeneğinin, sektörler itibariyle dağılımı şu şekildedir: Demiryolları altyapı inşaatlarına 4 trilyon 400 milyar lira, ulaştırma, liman altyapı inşaatlarına 4 trilyon 240 milyar lira, hava meydanları inşaatı ve donanımına 4 trilyon lira, turizm sektöründe yer alan yat limanı ve çekek yerleri için 2 trilyon 700 milyar lira, tarım sektöründe yer alan balıkçı barınakları için 4 trilyon 50 milyar liradır. Bu sektörlerdeki yatırım kamulaştırmaları için, toplam 2 trilyon 48 milyar lira ödenek ayrılmış bulunmaktadır. 1998 yılı Bakanlık bütçemizin tranfserler harcama kalemi içinde yer alan 3 trilyon lira da demiryollarımızın yol bakım, onarım giderlerini karşılamak üzere teklif edilmiştir. 1998 yılı için, Bakanlığımız ile bağlı ve ilgili kuruluşlarının toplam yatırımları ise, 189 trilyon 105 milyar lira olarak planlanmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; günden güne büyümekte olan ekonomik faaliyetler, iç ve dış turizm hareketleri ve karayollarımızdaki taşıt sayısının artması, karayolu taşıma sektörünü önemli ölçüde etkilemiş bulunmaktadır. Bugünkü karayolu taşıma hacminin geçmişle karşılaştırılamayacak kadar artmış olduğunu görmekteyiz. Bu artış, karayolu sektöründe bazı düzenlemeler yapmayı zorunlu kılmaktadır. Ulusal ve uluslararası yolcu ve eşya taşımacılığını düzenleyen yönetmeliklerin yetersiz kalması daha geniş kapsamlı bir kanunî düzenlemeyi gerekli kılmış olup, bu amaçla, Bakanlığımızca, karayolu taşıma kanunu taslağı hazırlanmıştır; taslağa son şekli verilmek üzeredir.

Günümüzde, karayolu taşımacılarımızın, Avrupa'ya yönelik taşımalarında ne gibi kısıtlamalarla karşılaştıkları bilinmektedir. Dolayısıyla, Avrupa ülkelerince kombine taşımacılığa yönelik önlemler, Türkiye'yi de bu taşımacılık biçimine zorlamaktadır. Bakanlığımız, kombine taşımacılığın uluslararası kurallarla uyumlu bir şekilde organize edilebilmesi amacıyla gerekli yasal düzenleme çalışmalarına başlamış bulunmaktadır.

Ulaştırma sektörü içerisinde önemli bir yeri olan uluslararası karayolu taşımacılığımız, süratli bir gelişme ve büyüme göstererek, dünya piyasasında diğer ülkelerle rekabet edebilecek güce ulaşmıştır. Karayolu ile yapılan ihracatımızın ton olarak yüzde 90'ı, ithalatımızın yüzde 76'sı Türk plakalı taşıtlarla gerçekleştirilmektedir. Bu hizmetler karşılığında elde edilen navlun gelirleri yıllık 1,5 milyar dolara yaklaşmış bulunmaktadır. Uluslararası alanda sektör için büyük önem arz eden geçiş ücretleri ve benzeri uygulamalar darboğaz oluşturmakla beraber, ilgili ülkelerle yapılan karşılıklı görüşmeler ve iyi ilişkiler sonucu bu darboğazlar aşılmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ulaştırma sektörüne bir bütün olarak baktığımızda, bugün için, ülkemizin, hem karayollarının hem de demiryollarının geliştirilmesine ihtiyaç duyulduğunu açıkça görmekteyiz. Ülkemizin coğrafik özellikleri dikkate alınarak, kara, demiryolu, deniz ve hava taşımacılığının etkin şekilde uyumlaştırılması ve kombine taşımacılığa uygun hale getirilmesi bir ihtiyaç olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bakanlık olarak, tüm dünyanın benimsediği en güvenli ve en ucuz taşımacılık olan demiryolu taşımacılığını ülkemizde de hayata geçirme kararındayız. Bu hafta başında; yani, 15-16-17 Aralık 1997 tarihinde, yurtiçi ve yurtdışından geniş bir katılımın sağlandığı İkinci Ulusal Demiryolu Kongresini İstanbul'da gerçekleştirmiş bulunmaktayız. Bu kongrede, demiryollarımız her yönüyle ele alınmış ve irdelenmiştir. Gelişmiş ülkelerin hızla geliştirdiği demiryolu ulaşımını bizim de ülke olarak gündemimize almamız ve "yeniden demiryolu" dememizin gerektiği, bu kongrede bir kere daha açıkça ortaya çıkmıştır.

Bakanlık olarak, demiryolu ulaşımını Türkiye'nin gündemine yeniden getirmek ve mevcut demiryollarının iyileştirilmesi yanında, yeni demiryollarının yapımına ağırlık vermek azim ve kararındayız.

Demiryollarının, bozulan ekonomik durumunu düzeltmek, etkin ve ticarî tarzda hizmet vermesini sağlamak üzere, Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğünün yeniden yapılandırılması çalışmalarına başlanılmıştır. Bu kapsamda, demiryollarının yasal konumunu ve Hükümetle ilişkilerini düzeltmek üzere oluşturulacak demiryolu yasa tasarısı çalışmaları devam etmektedir.

1997 yılında, yatırımlar açısından, bu sektörde, Bakanlığımız DLH Genel Müdürlüğünün 4 trilyon 400 milyar liralık yatırımlarına ve yine, yol, bakım onarım giderleri için Bakanlığımız transfer kaleminde yer alan 3 trilyon liraya ilaveten, Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğünce de, 23 trilyon 500 milyar liralık yatırım yapılması planlanmış bulunmaktadır.

Şu anda, İstanbul'a hizmet veren banliyö hatları, tek yönde, saatte -az evvel de belirtildiği gibi- 10 bin kişi taşıyabilmektedir. 2015 yılında, bu talebin, saat başına 65 ilâ 70 bin yolcu olacağı hesaplandığında, kamuoyuna daha evvel tanıtmış olduğumuz ve 1982 yılında etüdüne ve incelemesine başlanılan boğaz tüpgeçidi ve Gebze - Halkalı yüzeysel metro inşaatının önemi bir kere daha ortaya çıkmaktadır. Demiryolu boğaz tüpgeçidi, demiryolu banliyö hatlarının metroya dönüştürülmesiyle birlikte gerçekleştirilmesi halinde, Gebze - Söğütlüçeşme - Üsküdar - Sirkeci - Yenikapı - Halkalı arasında, trenler 2 dakika aralıkla çalışarak, tek yönde, saatte 75 bin kişiye hizmet verecek; talebin artması durumunda, 1,5 dakika aralıkla çalışarak, yaklaşık 100 bin kişi taşıyabilecektir. Bu değer, 10 - 12 karayolu köprüsü kapasitesine eşittir. Proje, Asya ve Avrupa'yı boğaz tüpgeçidiyle birbirine bağlayarak, İstanbul'un trafik sorununa kalıcı ve önemli bir çözüm getirecek, mevcut Boğaz Köprülerinin yükünü hafifletecek, trafik kazalarını ve hava kirliliğini azaltıp, daha kısa sürede, daha çok yolcu taşıyacak olması açısından çok önemlidir.

Ülkemizi, Gürcistan üzerinden Kafkasya'ya ve Orta Asya'ya bağlayacak olan Kars - Tiflis demiryolu inşaatının kredili olarak ihale edilmesi amacıyla çalışmalar bitirilmiş olup -yılbaşı tatili gelmesi dolayısıyla, dış kredi temin edecek olan şirketlerin talebi üzerine, süre, 19 Şubata ertelenmiş- 19 Şubatta teklifler alınacaktır.

Halen, 8 230 kilometresi ana hat olmak üzere, tali hatlarla birlikte 10 466 kilometrelik demiryolu ağımız, ülkemiz nüfusu, yüzölçümü ve ekonomik potansiyeli dikkate alındığında yetersiz kalmaktadır. Ülkemizde, ileri ülkeler seviyesinde, çağdaş bir demiryolu taşımacılık sisteminin kurulması için, kısa, orta ve uzun vadede planlanan faaliyetlerimizin hayata geçirilmesiyle, 2 bin kilometrelik yeni demiryolu hattı, ulusal şebekemize dahil edilmiş olacaktır.

İnşaatları devam eden ve 55 inci Cumhuriyet Hükümetinin öncelikli 100 projesi arasında yer alan İzmit kentiçi dört hatlı demiryolu altyapı inşaatı, İzmir Menemen-Aliağa çift hatlı demiryolu altyapı inşaatı, Divriği-Sıvas (Tecer-Kangal) demiryolu altyapı inşaatlarının da 1998 yılında bitirilmesi planlanmıştır.

Ayrıca, Bandırma-Bursa-Osmaneli, Ayazma-İnönü demiryolu etüdü, Karadeniz Ereğlisi-Adapazarı demiryolu etüdü, Çankırı-Çorum-Amasya demiryolu etüdü, Van Gölü demiryolu geçişi etüt proje işleri ile Gebze-Haydarpaşa-Sirkeci-Halkalı banliyö hattı, Gaziantep, Isparta ve Denizli kentiçi raylı taşıma sistemleri etüt işleri 1998 yılında bitirilecektir.

Son yıllarda yapılan ve yapılmakta olan elektrikli hatlarda çalıştırılmak üzere, 60 adet elektrikli ana hat lokomotifinin kredili olarak temini için uluslararası ihaleye çıkılmıştır; lisans ve teknoloji transferini de kapsayan teklifler 12.12.1997 tarihinde alınmıştır.

1998 yılında, işletilmekte olan mevcut demiryollarımızda 400 kilometre yol yenilemesi, 31 kilometre mevcut yolun takviyesi, 20 bin adet ray kaynağı, 250 adet makas yenilemesi yapılması ve 50 adet ray yağlama cihazının montesi gerçekleştirilecektir. Hat kabiliyetini yüzde 25-30 oranında artıran sinyalizasyon projelerinden 33 kilometre uzunluğundaki Eskişehir-İnönü hattının sinyalizasyon tesislerinin yapımına başlanacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son yıllarda, havayolu ulaşımında dünyada ve ülkemizde önemli gelişmeler kaydedilmiştir. Bu sektörü dünyadaki gelişmeler paralelinde yönlendirmek ve hizmetlerin uluslararası düzeyde olmasını temin etmek ana hedefimizdir.

Bakanlığımızca, bir yandan Sivil Havacılık Kanununun tadiline, bir yandan da sivil havacılık mevzuat sisteminin geliştirilmesine çalışılmaktadır. Sivil Havacılık Genel Müdürlüğünün yeniden yapılanması projesine 1997'de 300 milyar, 1998 yılı için de 80 milyar lira yatırım ödeneği ayrılmıştır.

Halen, 27 adedi askerî havaalanı olmak üzere, 41 ilde, çeşitli büyüklükte toplam 72 havaalanı, sivil havacılık işletmelerinin kullanımına açık durumdadır; bu havaalanlarından 16'sı iç ve dış hat, 13'ü ise sadece iç hat olmak üzere, hizmet veren toplam 29 adedi, Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü tarafından çalıştırılmaktadır.

Kalkınmada öncelikli iller, bölgesel ekonomik durum, turistik gelişmeler, yolcu ve yük potansiyeli ile ulaşım imkânları gibi faktörler dikkate alınarak "her ile bir havaalanı" projesi kapsamında çalışmalarımız yoğun bir şekilde devam etmektedir.

Ülkemizin en önemli kapısını oluşturan Atatürk Havalimanının yap-işlet-devret modeliyle dış hatlar binasının temeli atılmıştır. Öte yandan, artırılacak olan yolcu kapasitesine de paralel olarak, uçak kabul kapasitesini büyütmek amacıyla, eldeki 18/36 pistine paralel üçüncü pistin yapılması amacıyla ihaleye çıkılmıştır. Atatürk Havalimanının trafiğini rahatlatmak amacıyla, charter kargo trafiğinin bir kısmının aktarılacağı Tekirdağ Çorlu ve Kocaeli Cengiz Topel havaalanları inşaatları da önümüzdeki yıl tamamlanacaktır.

Ülkemizin çok yönlü ve entegre bir kalkınma projesi olan GAP projesi kapsamında, Güneydoğu Anadolu Bölgesinin gelişen ekonomisine ve kargo trafiğine hizmet vermek üzere planlanan GAP uluslararası havaalanı yapımını bir an önce gerçekleştirmek üzere ihaleye çıkılmıştır.

1998 yılı içerisinde, Bursa Yenişehir ve Nevşehir havaalanları bitirilerek hizmete açılacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bakanlığımız, denizcilik sektörüne, liman, iskele, yat limanı ve balıkçı barınaklarının yapımıyla hizmet vermekte olup, bu sektörde, 1998 yılında toplam 10 trilyon 990 milyar liralık ödenekle 182 proje üzerinde çalışmalarını sürdürecektir.

Halen yapımları devam eden 17 adet yat limanımız ile ihalesi yapılacak olan 8 adet yat limanımızla birlikte toplam 27 adet yat limanımızın yapımı, genel bütçe imkânlarıyla gerçekleştirilecektir. Diğer taraftan, 27 adet yat limanı ise yap-işlet-devret modeliyle inşa ettirilecektir. Böylece, yat bağlama kapasitemiz, 2000 yılına kadar 25 bine ulaşacak ve Avrupa ülkeleri arasındaki yerimiz yüzde 12'ye çıkacak, 2 milyar dolar olan yat turizmi gelirlerimiz ise 8 milyar dolara ulaşmış olacaktır.

Balıkçı barınaklarımızın yer aldığı tarım sektöründe ise, 1997 yılında 102 proje üzerindeki çalışmalar sürdürülmüş olup, 1998 yılında 4 trilyon 50 milyar lira ödenek ile 98 proje üzerinde çalışmalara devam edilecektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; haberleşme teknolojisinin çok hızlı değişim gösterdiği dünyamızda, gerek sayısal ve gerekse hizmet itibariyle ileri ülkelerin arasında yer almamızın bilinci içerisinde, çalışmalarımız, Hükümet Programı çerçevesinde titizlikle sürdürülmektedir.

1997 Kasım sonunda, yüzde 80,8'i dijital olmak üzere, telefon santrallarımızın ülke genelindeki kapasitesi 17 milyon 624 bin hatta ulaşmıştır; yıl sonunda ise bu rakamın 18 milyona ulaşması beklenmektedir. Ayrıca, 8 370 adet kırsal alan yerleşim yerine otomatik telefon santralı tesis edilmiş, böylece, çevrelerindeki yerleşim yerleriyle birlikte 36 700 kırsal alan yerleşim yerinde evlere kadar otomatik telefon hizmeti verilmektedir.

Ülkemiz, uydu sahibi olan sayılı ülkeler arasında olup, halen uzayda çalışır durumda Türksat-1B ve Türksat-1C isimli iki uydumuz mevcuttur. Halen, ülkemiz uluslararası telefon trafiğinin yaklaşık üçte biri uydular aracılığıyla gerçekleştirilmekte olup, televizyon yayınlarının ülke çapında dağıtımında Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerindeki ilçe ve köylerin telefon haberleşmelerinde uydu terminalleri yaygın olarak kullanılmaktadır. Önümüzdeki günlerde üçüncü uydumuzun fırlatılması için kararımızı vereceğiz ve böylece, 1999 yılında, üçüncü uydumuz uzaydaki yerini almış olacaktır.

Cep telefonu (GSM) sistemine gelir paylaşımıyla 600 bin kişi daha katılmış bulunmaktadır. Bu konudaki lisans sözleşmesinin bütün çalışmalarını tamamlayarak Danıştaya sevk etmiş bulunuyoruz. Danıştayın onayını müteakip, 1 milyar dolar lisans bedeli ve bunların ücretlerinden yüzde 15 mertebesinde gelir de Türk Telekom'a devamlı olarak aktarılacaktır.

Arkadaşlarımızın, az evvel burada söylemiş olduğu konulardan, bizim Bakanlığımızda, kanundışı, hukukdışı hiç kimsenin telefonu dinlenmemektedir; dinlenmesi de mümkün değildir. Telefonun dinlenebilmesi için, mutlak surette yargı kararı aranmaktadır. Yargı kararı da, bulunduğu ildeki Telekom müdürlüklerine, Telekom sorumlularına götürülmekte ve o yargı kararının verdiği izin ölçüsünde ve süresinde, organize suç ve buna benzer diğer konulardaki dinlemeler yapılmaktadır.

Ayrıca, Türkiye'de bir şey yanlış olarak bilinmektedir. Bir ara, herkes "telefonum dinleniyor" gibi bir iddiayla ortaya çıkmıştı. Bir kasabada 500 tane telefon olsa, bu telefonları canlı olarak dinlemeye kalksanız, her telefonun başına bir insan koymanız gerekir. 8 saatte değiştirdiğinizi hesap ederseniz, bu, 1 500 kişi olmaktadır. Hastası, izinlisiyle beraber 2 bin adama ihtiyaç vardır. 2 bin adamın arasında dinlenen telefonun da zaten gizliliğini saklayabilmek, elde edebilmek mümkün değildir. Yok, kasetlere kaydederek eğer 500 kişiyi dinlemeye kalkarsanız, 500 tane kaseti alıp, tape edip, değerlendirip, onlardan sonuç çıkarmak da mümkün değildir. Oradan gelecek bilgilerin ve belgelerin de sonucunu sağlayamayacaktır. Yani, anlatıldığı gibi, söylendiği gibi, büyük kitlelerin telefonlarının dinlenmesi söz konusu değildir. Daha evvel, geçmiş dönemde çalışan bir kişi olarak, şu anda da Ulaştırma Bakanı olarak, haberleşmeden sorumlu bir bakan olarak söylüyorum, yasadışı, hiçkimsenin telefonu dinlenmemektedir.

Ayrıca, arkadaşımız, İzmit kent içi ulaşımını bize sordu; 1998 yılı içerisinde tamamlayacağız. İzmit'teki zeminin gevşek olmasından dolayı, burası kazıklı yolla, kazıklı sistemle geçiliyor. Yarın, iki hat daha ilave etmeye kalktığınızda, çalışan sistemin yanına bunu yapmanız mümkün olmamaktadır. Zamanında proje böyle yapılmış ve üniversitelerin de görüşleri bu yoldadır. Bunu da belirtmek istiyorum...

BAŞKAN – Sayın Bakan, bağlayın lütfen...

ULAŞTIRMA BAKANI NECDET MENZİR (Devamla) – Gerek muhalefet milletvekillerimize, partilerimize gerekse İktidar Partilerimize gönülden teşekkür ediyorum; demiryolu konusunda, Boğaz tüpgeçidi konusunda ve diğer konularda, Yüce Meclisin desteğini, bizim yanımızda olduklarını gösterdiler; kendilerine şükranlarımız var.

Bu vesileyle, sözlerimi burada tamamlarken, 1998 yılı Ulaştırma Bakanlığı bütçesinin, Bakanlığımıza, ülkemize, tüm insanlarımıza hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor, hepinize en içten saygılarımı sunuyorum.

Sağ olunuz, var olunuz. (Alkışlar)

BAŞKAN – Ulaştırma Bakanlığı bütçesiyle ilgili eleştirileri cevaplayan Sayın Bakan Necdet Menzir'e teşekkür ediyorum.

Şimdi, bütçenin aleyhinde söz isteyen Samsun Milletvekili Sayın Musa Uzunkaya'ya söz veriyorum.

Buyurun Sayın Uzunkaya. (RP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 10 dakikadır.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Muhterem Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet Bakanlığı bütçesi aleyhinde, kişisel söz alarak huzurlarınıza çıkmış bulunuyorum. Bu vesileyle, sizleri ve "Adalet mülkün temelidir" gerçeğini kabul eden, bu ilkenin zaafa uğraması endişesini en az bizler kadar duyan ekranları başında bu Meclisi izleyenleri saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepimizin bildiği gibi, ilk insandan günümüze kadar ister ilahî ister beşerî sistemler olsun hemen hepsi, zulmün ifnası ve adaletin ihyası için gayret sarf etmişler; toplumu, adalet anlayışının egemen, sevgi ve barışın hâkim olduğu bir seviyeye ulaştırmak için mücadele etmişlerdir. Ne garip tecellidir ki, bütün bunlara rağmen, zaman zaman toplumlarda adalet duygusu yıkılmış, çıkarların, geçici hesapların yapıldığı sistem ve toplumlarda adaletin yerini zulüm, kardeşlik ve barışın yerini adavet ve kin, hoşgörü ve sevginin yerini tahammülsüzlük ve hırçınlık almıştır.

Fertler ve aileler ile toplumlar ve ülkelerarası, olması muhtemel sorunların müşterek değerler bazında ve şaşmaz adalet terazisinde tartılıp, hükümlerin verilmediği zaman ve zeminlerde kavgalar, arbedeler, anarşi ve huzursuzluklar egemen olmaya başlar. “Yanlış karar verip zulmetmektense, yanlış kararla affetmeyi tercih ederim” anlayışının ikame edildiği toplumlarda belki hoşgörü ve sevgi hâkim olabilir; ama, adaletin bihakkın oturması mümkün değildir.

Kızı Fatıma dahi olsa adaletin gerektirdiği hükmü ona uygulamaktan çekinmeyeceğini beyan eden bir büyük önderin bize ışık tutan bu sözünden ne derece yararlanıyor, hükümleri ne derece adilane ve munsifane verebiliyoruz?.

İki fikir suçlusundan -ki, ben, kişisel olarak, fikri, suç kabul eden bir sistemin adil olduğunu ve çağdaş olduğunu kabullenemiyorum- birisini, elinde adlî tıp raporu olmadığı halde serbest bırakan bir hukuk ve infaz anlayışıyla, fikrini beyan eden bir başka insana onyedibuçuk yıl cezayı uygulayan anlayışı adil bulmakta zorluk çekiyorum. Nurettin Şirinleri cezaevlerinde tutup, Eşber Yağmurderelileri salıveren zihniyetteki çifte standartla, otuz yıldır Avrupa Birliği kapısında bekletilen Türkiye ile dün müracaat edenleri içeri alan zihniyet arasında ne fark vardır?. (RP sıralarından alkışlar) Bu, hukukun ve değerlerin farklı standartlarla uygulanması değil de ya nedir?.

21.9.1997 tarihli Milliyet Gazetesinde yayınlanan karikatürden dolayı adı geçen gazete toplatılmıyor; ama, aynı karikatür bir başka gazeteye iktibasen naklediliyor ve toplatılıyorsa; yine, 21 Eylül 1997 günü Yeniyüzyıl Gazetesinde yayınlanan Ahmet Altan Beyin makalesi, 23 Eylül 1997 tarihinde bir başka gazetede iktibasen yayınlanıyor ve toplatılıyorsa, bunun adına çifte standart değil de, hukuk adına ne diyebilirsiniz?.

Yıllar önce, hatta millî mücadele dönemlerinde terennüm edilmiş, kitaplara yazılmış, gazetelerde intişar etmiş, neşrinden dolayı hiçbir takibata uğramamış bir dörtlük, ülkenin çok hassas bir bölgesinde, millî ve manevî kaynaşmanın zarurî olduğu bir iklimde ve ilinde -ki, o illerde 12 Eylülden günümüze kadar dinî motifler devamlı işlenmiştir- bir büyükşehir belediye başkanının bu şiiri dillendirmesi karşısında, önemli bir hukuk müessesemizin suç duyurusunda bulunması, hukukun hangi hale geldiğinin garip bir göstergesi değil midir? (RP sıralarından alkışlar)

Değerli Başkan, muhterem miletvekilleri; Endülüs Emevi Devletinin, bugünkü İspanya'da asırlarca ayakta kalmasının esrarını, müverrihler, üniversitelerinin giriş kapısında hem öğrenciye hem de öğreticiye hitaben kaydedilen şu 5 maddeye dayandırırlar: Bir devletin ayakta kalabilmesi için, o devlette, ümeranın adaletli, ulemanın cesaretli, guzatın şecaatli, ağniyanın sehavetli ve sulehanın da Allah'a yönelen dualarıyla samimî olması istenilmiştir; yani, devlet adamları adil olacak, âlimler cesur olacak, askerler gerçekten, düşmana karşı şeci ve güçlü olacak, (DSP sıralarından "Amin!.." sesleri) zenginler, Allah ve halk hizmetinde mallarını tasrif etmekten çekinmeyecek ve salih kulları da, gerektiğinde duaya teveccüh edeceklerdir. (DSP ve CHP sıralarından "Amin!.." sesleri) İşte bu anlayıştır ki, 5 asırdan fazla, etrafı Hıristiyanlarla çevrili olduğu halde, bugünkü İspanya'da bir Endülüs İslam Devleti ayakta kalabilmiş.

Şimdi, siz, dün, ideolojiktir diye sünnet olmayı yasaklayan, Ayşelerin, Fatımaların, Alilerin, Velilerin adlarını değiştiren Bulgar zulmüne karşı mitingler düzenlerken; bugün, hangi hukuk anlayışıyla başındaki örtü ideolojiktir diyerek -ki, ideoloji ise, her ikisi de aynı dinin ideolojisidir- üniversitelerde, genç kızlarımızın eğitim haklarını ellerinden alarak, hangi hukuk standartlarıyla okullarından kovuyorsunuz?

Değerli arkadaşlar, bakın, elimde yığınla belgeler var. Şu, okuldan, Hacettepeden uzaklaştırma belgesi; şu, bir önce verilen kınama cezası; şu, bir önce verilen uyarma cezası... Suç ve ceza başını örttüğü için... Bu mudur adalet şu memlekette? Buna insafla dur diyebilecek bir adalet mekanizmasını? Üniversitelerde okuyan binlerle öğrenci, yöneleceği, hakkını alabileceği bir sistemi ne gün bulacaktır?

İslamın sünnet icabâtı olan; yani, erkek çocukların sünnet olması, şiar olarak önemli; ama, hüküm olarak dince farz olan ve buna böyle inanan bir kimsenin, yani, dininin emri olarak başını örtenlerin, hangi anayasa ve hukuka göre, hangi evrensel anlaşma ve boyuta göre dinlerinin emirlerini yerine getirmekten engellediğini sormak istiyoruz. (DSP ve CHP sıralarından "Amin"!.. sesleri)

Bakınız -dünkü gazetelerde- Yüksek Öğrenim Kurumu Başkanlığınca, 2.12.1997 gün ve 24 232 sayılı yazıyla Çukurova Tıp Fakültesi Balcalı Hastanesinden atılan 16 hemşirenin hesabını nasıl vereceğiz? Şimdi, aynı topluluğa girmek istediğiniz Avrupalı size sormaz mı? (DSP ve CHP sıralarından "Amin" sesleri)

Esasen, sizin "amin" demenize gerek yok "amin" diyenler diyor; ama, korkuyorum ve bu ceza, toptan bu millete isabet eder diye endişe ediyorum. Belki siz, duayı da hafife alabilecek bir mantıkta olabilirsiniz.

Dün sünnet edilmemesine, adlarının değiştirilmesine karşı çıktığınız ve bu uğurda yüzbinlerle miting yapıp, tel'in ettiğiniz Bulgar zulmü karşısındaki haklılığınızı, yoksa, başlarını örttükleri için Hacettepe'de, Çukurova'da, İstanbul Üniversitesinde okullarından atılan, kayıtları silinen ve memuriyet hakları ellerinden alınan bu çifte standartlı uygulamamızla, hangi yüzle, Avrupa Topluluğuna girme istemimizi onlara takdim edebiliyoruz.

Daha iki gün önce gazetelerde intişar ettiği üzere, başı kapalı olduğu bilindiği halde, tanışma çayına asker eşleriyle davet edilen Erzincan Belediye Başkanının eşinin, askerî gazinoya dahi alınmayıp, kapıdan geri çevrilmesini hangi medeniyet, hangi hukuk, hangi insaf, hangi nezaket kurallarıyla izah edecek, bu insanların ülkesine, askerine, bayrağına, toprağına ve mukaddesatına olan can borcunu, sevgi ve bağlılığını rencide eden, onları gönülden yıkan bu tutum ve davranışı hangi adalet sistemiyle tamir edeceksiniz? (RP sıralarından alkışlar)

Rize'de imam-hatip lisesinin orta kısımlarının kapatılmasına karşı çıktığı ve bunu da dükkânının camına, bir dosya kağıdına "5+3" diye yazarak izhar ettiği için mahkûm edilen insanımızla Erzurum'da camiden çıkarken, imam-hatiplerin kapatıldığını söyleyen -belki "böyle değildir" diyebilirsiniz; ama- sadece "kapatılmasın" diyen insanlara, 39 kişiye bir celsede birbuçuk yıl cezayı hangi adalet anlayışıyla verebiliyoruz? (ANAP sıralarından "yalan" sesi) Yalan değil; belgeleri burada beyler. Kim o yalan diyen?! Belgesini ibraz edebilirim; buyursun, işte belge...

Kumkapı'da taammüden adam öldürenlerle Erzincan'ın Başbağlarında köy basıp, köy insanlarını, 33 kişiyi katledenlere verilen ceza ile, asla tasvip etmediğimiz, her vesileyle şiddet ve nefretle kınadığımız Sıvas Madımak faicasında...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSA UZUNKAYA (Devamla) – Sayın Başkan, 1 dakika...

BAŞKAN – Sayın Uzunkaya, konuşmanızı tamamlayın efendim.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) – ...gerçek katillerin kim olduğunun dahi belirlenemediği, kurşunla ölenlerin, dumanla ölenlerden daha çok olduğu iddialarının yer aldığı bir olayda 33 idam cezası verilmesi hukuk anlayışını; iktidar olmuş, içinden başbakan ve bakanlar çıkarmış, Mecliste en büyük grubu, ülkede en çok seçmen ve kayıtlı üyesi bulunan, Türkiye'nin en büyük partisini kapatma iddianamesi içerisinde, gazete kupürleri, köşe yazarlarının makaleleri ve Doğu Perinçeklerin ifade ve kanaatlerine itibar eden bir anlayışı; hele hele, bir gazetedeki, tamamen dinî bir konu olan küçük aptesin ayakta bozulmasının hükmüne dair yazıyı mahkemelere delil olarak ibraz eden hukuk ve adalet anlayışını, sadece 1997 yılının değil, bu miladî yüzyılların, yani, 1997 yıllık, asırların içerisinde benzeri olmayan bir hukuk skandalı olarak tarif etmemek ne mümkün...

Uluslararası anlaşmalarla denklik haklarının verildiği, çocuklarımızın... Yine, belgeler elimde; işte, YÖK takdim ediyor; şu gördüğünüz belge. Bu belge, dört yıl Türkiye'de ilahiyat fakültesinde okumuş, Mısır'da Ezher'de okumuş; iki yıl, Ankara İlahiyatta eğitimini tamamlamış çocuğa YÖK'ün verdiği bu belge "sadece Diyanet İşleri Başkanlığında geçerlidir" hükmüdür. İnsaf edin, Allah'tan korkmak lazım. Bu insanlar, zaten Diyanetten istifa ederek Ezherlere gitmiş, eğitimimi, ilmimi artırayım demişlerdi. Bu YÖK anlayışını, bu ıslah edilesi gereken anlayışı...

İşte, şeriatçı rektörü ihraç ettiklerini söyledikleri belgeler. Kırıkkale Üniversitesi Rektörü "benim daha ifadem alınmadı" diyor. Bu, hangi hukuka sığar?

Muhterem Bakanım, bu meselelerin tahlili ve tahkiki, elbette çok önemlidir; ama, sizin çok geniş bir hukuk tecrübeniz olduğuna inanıyorum. Bu işlerin ıslahı ve çalışmalarınızın bu memlekete hayırlı sonuçlar vereceği umuduyla, bütçenizin, size ve ülkemize hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Bütçeler üzerinde aleyhteki söz hakkını kullanan Samsun Milletvekili Sayın Musa Uzunkaya'ya teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu konuşma, tabiatıyla, bütçe genel görüşme mahiyetinde olduğu için, tamamı Adalet Bakanlığını, daha doğrusu, sadedi ilgilendirmemekle beraber, ifade ettik; ancak, konuşmanın bazı bölümlerinde, halen kesinleşmemiş yargı kararlarıyla ilgili hususlar var; onların, İçtüzüğümüze ve Anayasaya göre, burada ifade edilmemesi lazım; bundan sonra emsal olmaması bakımından söylüyorum.

KEMALETTİN GÖKTAŞ (Trabzon) – O, hissesini alır oradan Sayın Başkan.

BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım, 6 ncı bölümle ilgili görüşmeler tamamlanmış bulunmaktadır.

Sorular bölümüne geçiyoruz. Sayın milletvekillerince, 37 adet soru yöneltilmiş bulunmaktadır; ancak, daha önce, Genel Kurulumuzun kararıyla, soru ve cevapların tamamına 20 dakikalık bir süre ayrılmıştır. Bu bakımdan, soruların tamamlanması mümkün olmazsa, sorularını Hükümete yöneltemediğimiz arkadaşlarımızın önergelerini, Hükümetin takdirine sunmak üzere göndereceğiz. Daha sonra, arkadaşlarımız, sorularını, yazılı olarak da, usulü dairesinde Hükümete yöneltebilirler.

Soruların uzun olması sebebiyle, Divan Üyesi arkadaşımızın oturarak bunları okuyabilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci sırada, Adıyaman Milletvekili Sayın Celal Topkan'ın sorusu bulunmaktadır.

Sayın Celal Topkan?.. Burada.

Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Ulaştırma Bakanı Sayın Necdet Menzir tarafından cevaplandırılmasını aracılığınızla arz ederim.

Celal Topkan

Adıyaman

1. Adıyaman İli Besni-Gölbaşı ve özellikle Çelikhan ilçelerinin telefon şebekesi fiberoptik kablo dönüşümüne geçilemediği için görüşmeler sağlıklı yapılamamaktadır. Bu ilçelerin bağlantıya ihtiyacı olan fiberoptik kablosunu bir an önce göndermeyi düşünüyor musunuz?

2. İl sınırları içerisinde 16 grup köyün santral binaları yapılmış, ancak telefon santralları henüz gönderilmemiştir. 16 köyün ihtiyacı olan santralları göndermeyi düşünüyor musunuz?

3. Çelikhan İlçemizin santralı yetersiz olup, konuşmalar sağlıklı yapılamamaktadır. Çelikhan İlçesinin santralını ihtiyaca cevap verebilecek bir santralla değiştirmeyi düşünüyor musunuz?

4. Adıyaman Merkez İlçesi tahakkuk işlemleri Türk Telekom Şanlıurfa Başmüdürlüğü tarafından yapılmaktadır. Adıyaman bölgesinin telefon ücret tahakkuk işleminin bilgisayara geçerek ilçeleriyle birlikte Adıyaman'da yaptırmayı düşünüyor musunuz?

5. Adıyaman'ın havaalanı henüz tamamlanamamıştır. Turistik ve kalkınmada hızlı bir aşama kaydeden Adıyaman havaalanının bitirilmesi konusunda ne gibi çalışmalar vardır?

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Sayın Bakan?

ULAŞTIRMA BAKANI NECDET MENZİR (İstanbul) – Sayın Başkanım, sorular, hem teferruatlı hem de bir kısmı teknik bilgi içerdiğinden dolayı yazılı olarak cevap verilecektir.

BAŞKAN – Soru, yazılı olarak cevaplanacaktır.

2 nci sırada, Burdur Milletvekili Sayın Yusuf Ekinci'nin sorusu bulunmaktadır.

Sayın Ekinci?.. Burada.

Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Delaletinizle aşağıdaki sorumun, Ulaştırma Bakanı tarafından cevaplandırılmasını arz ederim.

Yusuf Ekinci

Burdur

Burdur İli merkez ilçesine bağlı kasaba ve köyler ile Ağlasun, Altınyayla, Bucak, Çavdır, Çeltikçi, Gölhisar, Karamanlı, Kemer, Tefenni ve Yeşilova İlçelerine bağlı kasaba ve köylerde cep telefonu ne zaman kullanılabilecektir?

Bu konudaki yatırımlar, 1998 yılı içinde tamamlanabilecek midir?

BAŞKAN – Sayın Bakan?..

ULAŞTIRMA BAKANI NECDET MENZİR (İstanbul) – Sayın Başkanım, cep telefonlarıyla ilgili yatırımlar, bildikleri gibi, Türkiye'de iki firma tarafından yapılmaktadır. Daha ziyade, firmalar, kârlı ve gelir getirici yerleri değerlendirmektedirler. Biz, Türk Telekom olarak, sayın milletvekilimizin talebini firmalara ileteceğiz ve yardımcı olmaya çalışacağız.

BAŞKAN – Sayın Yusuf Ekinci'nin sorusu cevaplandırılmıştır.

3 üncü sırada, Yozgat Milletvekili Sayın Abdullah Örnek'in sorusu bulunmaktadır.

Sayın Örnek?.. Burada.

Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın ilgili Sayın Bakan tarafından cevaplandırılmasını delaletinizle arz ederim.

Abdullah Örnek

Yozgat

1. Yozgat Havaalanının yapımına ne zaman başlanacaktır?

2. Balışık-Yozgat tren yolu için herhangi bir çalışmanız var mı?

BAŞKAN – Sayın Bakan?..

ULAŞTIRMA BAKANI NECDET MENZİR (İstanbul) – Sayın Başkanım, Yozgat Havaalanının yapımı için, Bakanlığımızca, valilikle gerekli temaslar sürdürülmektedir. Yozgat'taki kamulaştırmalar ve inşaatın başlatılması, Yozgat Valiliğince -özel idare marifetiyle- yapıldıktan sonra, geri kalan işler Bakanlığımca desteklenecektir. 1998 yılı içerisinde durum değerlendirilecektir.

Tren yoluyla ilgili de, etüt çalışmaları devam ediyor.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Yozgat Milletvekili Sayın Abdullah Örnek'in sorusu cevaplandırılmıştır.

4 üncü sırada, Tunceli Milletvekili Sayın Kamer Genç'in sorusu bulunmaktadır.

Sayın Genç?.. Burada.

Soruyu okutuyorum:

Sayın Başkanlığa

Aşağıdaki sorumun, aracılığınızla, Ulaştırma Bakanlığınca cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.

Kamer Genç

Tunceli

Tunceli İlimizde, cep telefonları ile bazı bölgelerinde de telefonlar sağlıklı çalışmamaktadır. İlimizdeki bu hizmetleri sağlıklı bir düzeye kavuşturacak, Kovancılar-Tunceli arasında fiber kablo yapımı ne zaman sağlanacaktır?

BAŞKAN – Sayın Bakan?..

ULAŞTIRMA BAKANI NECDET MENZİR (İstanbul) – Sayın Başkanım, cep telefonlarıyla ilgili konuyu az evvel belirtmiştim. Sistemde çalışmayan konular nelerdir tetkik ettirip, Sayın Genç'e gerekli bilgileri aktaracağız.

Kovancılar-Tunceli arasında fiber kablo döşenmesi bir program dahilinde yürümektedir. 1998 yılı içerisinde tamamlanmaya çalışılacaktır.

BAŞKAN – Sayın Kamer Genç'in sorusu cevaplandırılmıştır.

Sayın Bakana teşekkür ediyorum.

5 inci sırada, Kırşehir Milletvekili Sayın Cafer Güneş'in sorusu bulunmaktadır.

Sayın Güneş Genel Kurul Salonunda mı efendim?..

Sayın Güneş, Genel Kurul Salonunda hazır bulunuyorlar.

Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun Adalet Bakanı tarafından cevaplandırılması için gereğini bilgilerinize arz ederim.

Cafer Güneş

Kırşehir

Soru: Bilindiği gibi cezaevi personelleri büyük risk ve sıkıntılı bir ortamda görev yapmaktadırlar.

Cezaevi personelinin de 20 yılda emekli olmalarını sağlamayı düşünüyor musunuz?

BAŞKAN –Sayın Bakan?..

ADALET BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Efendim, İzah edilmesi gereken suallerden birisine imkân verdiği ve bu fırsatı yarattığı için değerli Milletvekilimize teşekkür ediyorum.

Cezaevi personelinin hayatı fevkalade zordur. Hükümlünün, belirli bir süre yattıktan sonra çıkma şansı vardır, tutuklu mutlakki çıkacaktır; ama, cezaevi personeli, emekli oluncaya kadar, cezaevinde bir hükümlü gibi gün geçirmektedir ve fevkalade yorulmaktadır. Bilhassa terörist tip cezaevlerinde, iş yoğunluğu fazla cezaevlerinde, bir cezaevi personelinin çektiği sıkıntılar anlatılamaz kadar ağırdır.

Bu itibarla, bu milletvekili arkadaşımızın söylediği gibi, cezaevi personeline mutlak surette bir yıpranma getirme zarureti vardır. Yüce Parlamentonun ve kamuoyunun bu husustaki destekleri bizim için memnuniyet vericidir; ama, bunun yanı sıra, Adalet Bakanlığının, diğer, zabıt kâtibi gibi personeli, adliyede bir müddet çalışıp, yetiştikten sonra, bu personeli, diğer kurumlar ve özel teşebbüs almaktadır. Çünkü, adliyedeki zabıt kâtipleri, gerek noterler için gerek diğer firmalar için fevkalade değerli bir eleman haline gelmektedir. Bu itibarla, adliyede, zabıt kâtiplerini tutabilmek için, diğer adliye personeliyle birlikte, zabıt kâtipleri için de iyileştirme düşünülmesi zarureti vardır.

Bu fırsatı verdiğiniz için teşekkür ediyorum ve Yüce Meclise bunları açıklamış olmaktan mutluluk duyuyorum.

BAŞKAN – Kırşehir Milletvekili Sayın Cafer Güneş'in sorusu cevaplandırılmıştır.

Sayın Bakana teşekkür ediyorum.

Bolu Milletvekili Sayın Mustafa Yünlüoğlu'nun sorusuna geldi sıra.

Sayın Yünlüoğlu?.. Burada.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın, aracılığınızla, ilgili bakan tarafından cevaplandırılmasını arz ederim.

Mustafa Yünlüoğlu

Bolu

Adlî ve idarî yargıda dava sayısı ve süresi artmakta, halkımız adaleti kendi verme yoluna gitmektedir. Hangi tedbirleri almayı düşünüyorsunuz?

BAŞKAN – Sayın Bakan?

ADALET BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Adlî ve idarî yargıda dava sayısı artmaktadır ve davalar uzamaktadır. Davaların uzamasının sebebi yalnız yargıya ait problemler değildir; ama, yargıya ait birçok mesele vardır ve bugün dağıttığımız dosyalarda bu işle alakalı kanunları tadat etmiş bulunuyoruz. Birçoğunu sevkettik, diğerlerini de sevk edeceğiz, çalışmalarımız devam ediyor. Bu kanunlarla meselenin yüzde yüz halli mümkün değilse de, Adalet Bakanlığı olarak, bu kanunlarla, hem yargının yükünü azaltacağımızı hem de süratlendireceğimizi ümit ediyoruz ve Parlamentonun desteğini bekliyoruz.

BAŞKAN – Bolu Milletvekili Sayın Mustafa Yünlüoğlu'nun sorusu cevaplandırılmıştır.

Sayın Bakana teşekkür ediyorum.

7 nci sırada, gene, Bolu Milletvekili Sayın Mustafa Yünlüoğlu'nun, bir başka sorusu yer almaktadır; okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın, aracılığınızla, ilgili bakan tarafından cevaplandırılmasını arz ederim.

Mustafa Yünlüoğlu

Bolu

1. Türkiye şartlarına uygunlukları gözlemlenen demiryolu ve denizyollarını geliştirmek için nasıl bir politika izleyeceksiniz?

2. Ciddî bir turizm potansiyeline sahip olan, sanayi ve eğitim alanında hızla gelişen Bolumuza acilen sivil havaalanı gerekmektedir. Bu havaalanını ne zaman yapmayı düşünüyorsunuz?

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan.

ULAŞTIRMA BAKANI NECDET MENZİR (İstanbul) – Sayın Başkanım, Bolu Milletvekili Sayın Yünlüoğlu'nun sorusu üzerine, demiryolları konusundaki politikalarımızı az evvel anlatmıştım, bir kere de burada özetlemek istiyorum.

Az evvel, konuşmacıların da belirttiği gibi, herkesin her fırsatta dile getirdiği gibi, belli dönem içerisinde, karayollarına ağırlık verilmek suretiyle, demiryolları geri plana itilmiştir; şimdi, evvela, bunun bir ihtiyaç olduğu herkes tarafından kabul edilir hale gelmiştir.

55 inci Hükümet işbaşına geldiğinde, Ulaştırma Bakanlığı görevini üstlendiğim andan itibaren, demiryolu konusunu Türkiye gündemine taşımak için yoğun gayret gösterdim ve arkadaşlarım da benimle beraber aynı gayretin içerisinde oldular. Konuşmamda da belirttiğim gibi, çok mutluyum, iktidarıyla muhalefetiyle, bütün siyasî partilerimiz, Türkiye'de demiryollarının yeni baştan ihya edilmesi ve çağın gereklerine uygun hale getirilmesi konusunda hemfikir olmuşlar ve Meclis, bu konudaki desteğini bize göstermiştir.

Biz, 1998 yılı içerisinde, önemsediğimiz ve Türk demiryollarını Asya ve Avrupa'ya entegre edecek olan iki tane önemli ayağını ihale aşamasına getirdik, diğerini de getireceğiz.

Biri, boğaz tüp geçişidir. Bu, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, bence bir sorumluluğudur. Kara ulaştırması açısından, Avrupa, Asya'ya iki defa bağlanmış; demiryolu açısından bakıldığında, bu gerek yerine getirilememiştir. Katıldığımız uluslararası toplantılarda da daima bu gündeme getirilmekte ve önümüze konulmaktadır.

1998 yılı içerisindeki bu işle, çok sayıda yabancı firma ilgilenmekte ve ihalesi konusundaki hazırlıklar devam etmektedir.

Bir diğeri de, belirttiğim gibi, 19 Şubatta teklifleri alınacak olan Kars-Tiflis demiryoludur.

Bu ikisinin yapılması suretiyle, Londra'dan kalkacak olan bir trenin Çin'e, Pekin'e ulaşması kesintisiz olarak sağlanmış olacaktır. Asya'da, Orta Asya'da ve Güneydoğu Asya'da meydana gelen ekonomik değerler ve hammaddeler bu güzergâh marifetiyle Türkiye ve Türkiye üzerinden Avrupa'ya, Avrupa'da işlenmiş olan mamul maddeler de, yine, bu güzergâhlar kullanılmak üzere Asya'ya ve Çin'e kadar götürülebilecektir.

Biz, Türkiye demiryolları konusunda bu iyileştirme çalışmaları, çabaları yanında, bu iki meseleyi çok önemsiyoruz ve bu konuda yetersiz kalan bütçe imkânları ve demiryolları imkânları yanında, yap-işlet-devret modeliyle beraber, dışkaynaklı krediyi de yeterli seviyede bulup, kullanacağız. Bu konuda, bütçemizin çıkmasından sonra, değişik ülkelerle, Dünya Bankasıyla, Avrupa Yatırım Bankasıyla, birçok yatırım ve finans kuruluşlarıyla gerekli temaslar sağlanacaktır. Ülke içerisinde, az evvel şikâyet edilen konulardaki demiryolunun kısaltılması, rehabilite edilmesi meselesinde çalışmalar sürdürülecektir. Ankara-İstanbul arasındaki mesafe, mevcut demiryolu evvela onarılmak suretiyle, 5 saat civarına indirilecektir.

Arkadaşımızın denizyollarıyla ilgili burada sormuş olduğu konu; biliyorsunuz, denizyolları Ulaştırma Bakanlığından ayrılmış bulunmakta, Denizcilik Müsteşarlığı ve dolayısıyla Devlet Bakanlığına bağlı bulunmaktadır.

Bolu'ya sivil havaalanın gerekip gerekmediğini soruyorlar. Zaten, Hükümet Programı içerisinde her ile bir sivil havaalanı çerçevesinde, Bolu da değerlendirilecektir.

Çok teşekkür ederim bu soruyu sorduğunuz için.

BAŞKAN – Sayın Yünlüoğlu'nun sorusu cevaplanmıştır; Sayın Bakana teşekkür ederim.

8 inci sırada, Bursa Milletvekili Mehmet Altan Karapaşaoğlu'nun sorusu bulunmaktadır.

Sayın Karapaşaoğlu?.. Yok.

9 uncu sırada, Çorum Milletvekili Sayın Mehmet Aykaç'ın sorusu bulunmaktadır.

Sayın Aykaç?.. Kendisi Genel Kurul salonunda hazır bulunuyorlar.

Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun delaletinizle Sayın Adalet Bakanına tevcihini arz ederim.

Saygılarımla.

Mehmet Aykaç

Çorum

Soru: Geride bıraktığımız bir yılın ağırlıklı gündemini Susurluk, çeteler ve mafya konuları işgal etmiştir. Ömer Lütfü Topal ismi de bu gündemde baş sıralara oturmuştur. Adı geçen zat, gıyabî tutuklu olarak aranan bir kimse olmasına rağmen, 1996 yılı öncesinde kendi adına 40'tan fazla işyeri açmış ve bu açtığı işyerleri için, Turizm Bakanlığından, işyeri ve açma ruhsatı alabilmesine esas teşkil eden sabıkasızlık kaydı, sözü edilen yıllarda -1996 öncesi- Adalet Bakanlığınca verilmiştir.

Bu konuda, 55 inci Hükümetin Adalet Bakanlığının herhangi bir araştırması var mıdır? Sorumlular hakkında bir işlem yapılmış mıdır?

BAŞKAN – Buyurun Sayın Adalet Bakanı.

ADALET BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Sayın Başkan, değerli milletvekilimizin sorduğu hususta bir araştırma vardır, yargıya intikal etmiştir; ama, araştırmanın neticesini bilmiyorum; sonuçlanıp sonuçlanmadığı hakkında da şu anda bir bilgim yok.

Arz ederim.

BAŞKAN – Soru cevaplandırılmıştır; Sayın Bakana teşekkür ediyorum.

10 uncu sırada, Bursa Milletvekili Sayın Ertuğrul Yalçınbayır'ın sorusu bulunmaktadır.

Sayın Yalçınbayır?.. Yok.

11 inci sırada da Sayın Yalçınbayır'ın sorusu bulunmaktadır; Sayın Yalçınbayır Genel Kurul salonunda hazır bulunmuyorlar.

12 nci sırada, İstanbul Milletvekili Sayın Algan Hacaloğlu'nun sorusu bulunmaktadır.

Sayın Algan Hacaloğlu?.. Genel Kurul salonunda hazırlar.

Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun Adalet Bakanı tarafından aracılığınızla yanıtlanması için gereğini saygılarımla arz ederim.

Algan Hacaloğlu

İstanbul

Soru:

Belirli güvenlik gücü mensupları tarafından şiddet kullanılarak öldürülen Gazeteci Metin Göktepe'nin devam etmekte olan davasında, katletme suçu isnat edilen polislerin mahkeme huzuruna getirilememesi, hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti ilkelerini temelden zedelemektedir.

Bu konuda Adalet Bakanı olarak nasıl bir önlem almayı düşünmektesiniz?

BAŞKAN – Buyurun Sayın Adalet Bakanı.

ADALET BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Sayın Algan Hacaloğlu'nun söylediği husustaki gelişmeleri şu anda takip etme şansına sahip değilim; inceleyip kendisine yazılı cevap vereceğim.

BAŞKAN – Soru, yazılı olarak cevaplandırılacaktır.

13 üncü sırada, yine İstanbul Milletvekili Sayın Algan Hacaloğlu'nun bir sorusu bulunmaktadır, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun Adalet Bakanı tarafından, aracılığınızla yanıtlanması için gereğini rica ederim.

Algan Hacaloğlu

İstanbul

Soru:

Son günlerde dayanışma için yürüyüş yapan gençlere karşı, güvenlik güçlerinin, insafsız şekilde şiddet kullandıkları gözlemlenmektedir. Yargının bağımsızlığı temel ilkedir. Şiddet ve işkence uygulaması, insanlık ayıbıdır. Savcıların, bu tür olaylarda, kendi iradeleriyle duruma müdahale etme sorumluluğu vardır; ancak, ne yazık ki, bu mekanizmanın kendiliğinden işlemediği sık sık görülmektedir.

İnsan haklarının ihlali anlamına gelen bu uygulamalar karşısında tavrınızı açıklar mısınız?

BAŞKAN – Sayın Bakan?..

ADALET BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Sayın Algan Hacaloğlu'nun sorduğu hususta, şunu, Yüce Parlamentonun önünde açıklayacağım: Ülkemizde, savcılar ile hâkimler aynı teminata sahiptirler. Savcılar, ülkemizde, hükümet ajanı değildirler, hükümet memuru değildirler veya hükümetin emrinde değildirler; dolayısıyla, ülkemizde, savcılara, Bakanlığımın herhangi bir müdahalesi de söz konusu değildir; ancak, hukukumuzda şu vardır: Adalet Bakanı, herhangi bir savcıdan dava açma talebinde bulunursa, bunu, yazılı emir olarak kendisine bildirir. Ancak, cumhuriyet tarihinde bir veya iki defa kullanılmış olan bu müessese, ülkemizde kullanılmaz bir müessesedir ve yargıya müdahale anlamını taşımaktadır. Eğer, ülkemizde, bir Adalet Bakanının, savcılara, yazılı emirle "şunlara dava açın" gibi talimatlar vermeye başladığını görürseniz, o zaman, zannediyorum, bu Mecliste, yargı bağımsızlığının ihlal edildiği yolundaki feryatlar gökyüzünü tutar.

Arz ederim efendim.

BAŞKAN – Soru cevaplandırılmıştır.

14 üncü sırada, Burdur Milletvekili Sayın Yusuf Ekinci'nin sorusu bulunmaktadır.

Sayın Ekinci?.. Genel Kurul Salonunda.

Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Delaletinizle, aşağıdaki sorularımın Adalet Bakanı tarafından cevaplandırılmasını arz ederim.

Yusuf Ekinci

Burdur

Soru:

1. Burdur İlimizin Gölhisar İlçesinde bir ağır ceza mahkemesi kurulmasıyla ilgili teklifimiz 1998 yılı içerisinde gerçekleşebilecek midir?

2. Burdur İli Tefenni İlçesinde daha önce kapatılan ceza ve tevkifevi 1998 yılı içerisinde açılabilecek midir?

BAŞKAN – Sayın Adalet Bakanı?..

ADALET BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Sayın Başkan, Dr. Yusuf Ekinci'nin suallerine yazılı cevap vereceğim; ancak, cezaevi açmak değil, cezaevi kapatmaktır arzu edilen. Tefennililerin suç işlemediğini, cezaevine ihtiyacı olmadıkları bu meseleyi, ben, bir mutluluk olarak görüyorum; burada ifade etmek isterim.

Saygılarımla.

BAŞKAN – Soru, yazılı olarak cevaplandırılacaktır.

15 inci sırada, İçel Milletvekili Sayın Turhan Güven'in sorusu bulunmaktadır; okutuyorum:

Sayın Başkanlığa

Aşağıdaki soruların Başkanlığınız aracılığıyla Sayın Adalet Bakanından sorulmasını arz ederim.

Turhan Güven

İçel

Soru

1. 1136 Sayılı Avukatlık Kanununda, bir avukatın vekâlet görevini ifa ederken hakkında nasıl soruşturma yapılacağı aşikârken, doğrudan iddianameyle dava açılmasını hangi usul ve kanuna uygun bulduğunuzu açıklar mısınız?

2. Bu şekilde doğrudan iddianame düzenleyen cumhuriyet savcısı hakkında bir işlem yapacak mısınız?

3.Yargıya intikal eden bir olayda dava devam ederken, bir televizyon kanalında bununla ilgili haber ve yorumlar yapılması üzerine, ilgili ve mesulleri hakkında CMUK'un size tanıdığı yetkiyi kullanarak dava açılması için emir verecek misiniz ve bu konu hakkında açılmış bir dava var mı? (Arena Programı)

BAŞKAN – Sayın Bakan?..

ADALET BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Sayın Başkan, Sayın Turhan Güven Beyefendinin bahsettiği olayın hangisi olduğunu bize yazılı olarak açıklarlarsa, biz de kendisine yazılı olarak cevap veririz; çünkü, hangi avukat hakkında, hangi kanunsuz dava açılmış, bilemiyorum.

BAŞKAN – Soru yazılı olarak cevaplandırılacaktır.

Sorularla ilgili işlem de tamamlanmış bulunuyor.

CEMİL ERHAN (Ağrı) – Sayın Başkan, diğer sorular iptal mi edilecek?

BAŞKAN – Diğer soruları Hükümete fotokopi olarak göndereceğiz; ancak, bizim, bu soruları Hükümete vermiş olmamız, bunların işleme konulacağı anlamına gelmez. İçtüzüğe göre, sorularında ısrar eden arkadaşlarımızın yazılı soru sorma usulüne başvurmaları gerekir. Bakanların takdirine bırakıyoruz.

CEMİL ERHAN (Ağrı) – Sayın Başkan, bir şey sorabilir miyim?

BAŞKAN – Buyurun.

CEMİL ERHAN (Ağrı) – Sayın Başkan, soru soran arkadaşlarımız, 20 dakikalık bir süre sıkıntısı içerisinde; o başlıkların hepsini okuma zorunluluğumuz var mı acaba?

İkincisi, birden ziyade soru sahiplerinin, ayrı ayrı kâğıtlarda verdikleri sorularda bulunan aynı başlıkların tekrar okunmasının bir manası var mı?

BAŞKAN – Bu konuda, değerli milletvekili arkadaşlarımızın, diğer arkadaşların sorularına da vakit kalması için, mümkün olduğu kadar kısa, gerekçesiz ve açık sorular yöneltmelerini tavsiye ediyoruz. Daha önce de ifade ettik. Zaten, İçtüzüğümüzdeki soru tarifi de budur. Bazı arkadaşlarımız, maalesef, gerekçeli, uzun yazıyorlar; onu kısaltma imkânımız da olmuyor.

Şimdi, müsaade ederseniz, oylamaya geçeceğiz.

Değerli arkadaşlarım, sırasıyla, altıncı turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım:

Adalet Bakanlığı 1998 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

E) ADALET BAKANLIĞI

1. —Adalet Bakanlığı 1988 Malî Yılı Bütçesi

A — C E T V E L İ

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 11 288 244 000 000

BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

111 Yargılama İşleri 61 923 434 000 000

BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

112 Hükümlülerin Eğitimi, Cezalarının İnfazı ve

Tutukluların Muhafazası 41 436 669 000 000

BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

113 Resmî Bilirkişilik Hizmetlerinin Yürütülmesi 1 768 362 000 000

BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

114 Yüksek Seçim Kurulu 3 910 291 000 000

BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 1 056 944 000 000

BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

TOPLAM 121 383 944 000 000

BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

Adalet Bakanlığı 1998 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2. — Adalet Bakanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- Adalet Bakanlığı 1996 mali yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Adalet Bakanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

A — CETVELİ

Lira

— Genel Ödenek Toplamı : 35 761 560 756 000

— Toplam Harcama : 35 622 698 391 000

— İptal Edilen Ödenek : 650 750 180 000

— Ödenek Dışı Harcama : 516 251 560 000

— Ertesi Yıla Devreden Ödenek : 4 363 745 000

BAŞKAN — (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Adalet Bakanlığı 1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Adalet Bakanlığı 1998 malî yılı bütçesi ile 1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.

Yargıtay Başkanlığı 1998 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

F ) YARGITAY BAŞKANLIĞI

1. — Yargıtay Başkanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi

A — C E T V E L İ

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 944 390 000 000

BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

111 Yargı Hizmetleri 1 640 710 000 000

BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

112 Cumhuriyet Başsavcılığı Hizmetleri 19 900 000 000

BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 10 000 000 000

BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...

TOPLAM 2 615 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Yargıtay Başkanlığı 1998 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2. — Yargıtay Başkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- Yargıtay Başkanlığı 1996 mali yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Yargıtay Başkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

A — CETVELİ

L i r a

— Genel Ödenek Toplamı : 800 925 000 000

— Toplam Harcama : 777 816 968 000

— İptal Edilen Ödenek : 28 549 840 000

— Ödenek Dışı Harcama : 5 441 808 000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Yargıtay Başkanlığı 1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Yargıtay Başkanlığı 1998 malî yılı bütçesi ile 1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.

Ulaştırma Bakanlığı 1998 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

G) ULAŞTIRMA BAKANLIĞI

1.— Ulaştırma Bakanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi

A — C E T V E L İ

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 4 577 550 000 000

BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

111 Ulaştırma Politikasının Düzenlenmesi 824 650 000 000

BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

112 Ulaştırma İnşaatı İşleri 22 490 800 000 000

BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 3 162 000 000 000

BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

999 Dış Proje Kredileri 440 000 000 000

BAŞKAN—Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

TOPLAM 31 495 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Ulaştırma Bakanlığı 1998 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2. — Ulaştırma Bakanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- Ulaştırma Bakanlığı 1996 mali yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Ulaştırma Bakanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

A — CETVELİ

— İptal Edilen Ödenek : 1 570 674 119 000

— Ödenek Dışı Harcama : 24 922 021 000

— Ertesi Yıla Devreden Ödenek : 60 432 608 000

— Akreditif, taahhüt, art.ve dış proje kred. saklı tut. ödenek : 1 502 039 000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Ulaştırma Bakanlığı 1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Ulaştırma Bakanlığı 1998 malî yılı bütçesi ile 1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.

Telsiz Genel Müdürlüğü 1998 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

a) Telsiz Genele Müdürlüğü

1. — Telsiz Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Bütçesi

A — C E T V E L İ

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 291 880 000 000

BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

111 Telsiz ve Monitör Hizmetleri 603 120 000 000

BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 36 625 000 000

BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

999 Dış Proje Kredileri 50 000 000 000

BAŞKAN—Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

TOPLAM 981 625 000 000

BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(B) cetvelini okutuyorum:

B — C E T V E L İ

Gelir

Türü A ç ı k l a m a L i r a

2 Vergi Dışı Normal Gelirler 881 625 000 000

BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

3 Özel Gelirler, Hazine Yardımı ve Devlet Katkısı 100 000 000 000

BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...

Kabul edilmiştir.

TOPLAM 981 625 000 000

BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Telsiz Genel Müdürlüğü 1998 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2. — Telsiz Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- Telsiz Genel Müdürlüğü 1996 mali yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Telsiz Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

A — CETVELİ

Lira

— Genel Ödenek Toplamı : 355 441 038 000

— Toplam Harcama : 256 804 947 000

— İptal edilen Ödenek : 48 964 244 000

— Ertesi Yıla Devreden Ödenek : 49 671 847 000

— Akreditif, taahhüt, art.ve dış proje kred. saklı tut. ödenek : 750 000 000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

B — CETVELİ

Lira

— Tahmin : 211 000 000 000

— Tahsilat : 396 673 536 000

BAŞKAN- (B) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Telsiz Genel Müdürlüğü 1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Telsiz Genel Müdürlüğü 1998 malî yılı bütçesi ile 1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.

Sayın milletvekilleri, yaptığımız oylamalar sonucunda Adalet Bakanlığı, Yargıtay Başkanlığı, Ulaştırma Bakanlığı ve buna bağlı Telsiz Genel Müdürlüğünün 1998 malî yılı bütçeleri ile 1996 malî yılı kesinhesapları kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmalarını diliyorum.

Sayın milletvekilleri, altıncı tur görüşmeler ve bugünkü program böylece tamamlanmıştır.

Sayın Sağlık Bakanımızın bir notu var; anlaşıldı efendim, yarın, bütün milletvekili arkadaşlarımız burada hazır bulunacaklar.

Programda yer alan kuruluşların bütçe ve kesinhesaplarını görüşmek ve dışpolitika konusundaki genel görüşme önergesinin, öngörüşmesini yapmak için, 20 Aralık 1997 Cumartesi günü saat 10.00'da toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati : 22. 27

 

 

Türkiye Büyük MilletMeclisi

GÜNDEMİ

31 İNCİ BİRLEŞİM

19 . 12 . 1997 CUMA

Saat : 10.00

1

BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

2

ÖZEL GÜNDEMDE YER ALACAK İŞLER

X 1. – 1988 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/669) (S. Sayısı :390) (Dağıtma tarihi :9.12.1997)

X 2. —1996 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1996 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/633, 3/1046) (S. Sayısı :401) (Dağıtma tarihi :9.12.1997)

X 3.—Katma Bütçeli İdareler 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/670) (S. Sayısı :391) (Dağıtma tarihi :9.12.1997)

X 4. —1996 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1996 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/634, 3/1047) (S. Sayısı :402) (Dağıtma tarihi :9.12.1997)

3

SEÇİM

4

OYLAMASI YAPILACAK İŞLER

5

MECLİS SORUŞTURMASI RAPORLARI

6

GENEL GÖRÜŞME VE MECLİS ARAŞTIRMASI

YAPILMASINA DAİR ÖNGÖRÜŞMELER

163.—Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük ve 37 arkadaşının, Avrupa Birliği ve Kıbrıs başta olmak üzere Hükümetin izlediği dış politika konusunda Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 102 ve 103 üncü maddeleri uyarınca bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/15) (Başkanlığa geliş tarihi :7.11.1997) (Görüşme günü :20.12.1997 Cumartesi)

6.—İzmir Milletvekili H. Ufuk Söylemez ve Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük’ün’ün, 4059 Sayılı Hazine Müsteşarlığı ile Dış Ticaret Müsteşarlığı Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/832) (S. Sayısı :379) (Başkanlığa geliş tarihi :7.11.1997) (Görüşme günü :22.12.1997 Pazartesi)

7

SÖZLÜ SORULAR

8

KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE

KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

 

 

BUGÜNKÜ PROGRAM

Öğleden evvel Öğleden sonra

Saat :10.00- 13.00 14.00 -prg. bitimine kadar

V. TUR 17 —VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Katma)

(Bütçe-Kesinhesap)

18 —DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI (Bütçe-Kesinhesap)

19 —GÜMRÜK MÜSTEŞARLIĞI (Bütçe-Kesinhesap)

20 —DEVLET İSTATİSTİK ENSTİTÜSÜ BAŞKANLIĞI

(Bütçe-Kesinhesap)

(DTP, ANAP, RP, CHP, DYP, DSP)

VI. TUR 21 —ADALET BAKANLIĞI (Bütçe-Kesinhesap)

22 —YARGITAY BAŞKANLIĞI (Bütçe-Kesinhesap)

23 —ULAŞTIRMA BAKANLIĞI (Bütçe-Kesinhesap)

a) Telsiz Genel Müdürlüğü (Katma) (Bütçe-Kesinhesap)

(DSP, DTP, ANAP, RP, CHP, DYP)

 

 

BİRLEŞİM 31’İN SONU