T.B.M.M.

TUTANAK DERGİSİ

 

CİLT : 40

 

29 uncu Birleşim

17 . 12 . 1997 Çarşamba

 

 

 

İÇİNDEKİLER

  I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. – GELEN KÂĞITLAR

III. – YOKLAMA

IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. – İngiltere ve Lüksemburg’a gidecek olan Başbakan A. Mesut Yılmaz’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit’in vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1213)

2. – İngiltere ve Lüksemburg’a gidecek olan Devlet Bakanı Cavit Kavak’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Güneş Taner’in vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1214)

3. – Etiyopya’ya gidecek olan Devlet Bakanı Mehmet Batallı’ya, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Rıfat Serdaroğlu’nun vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1215)

4. – Belçika ve Danimarka’ya gidecek olan Dışişleri Bakanı İsmail Cem’e, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel’in vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1216)

5. – Makedonya’dan bir parlamento heyetinin ülkemize davet edilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1217)

6. – Denizli Milletvekili Mustafa Kemal Aykurt’un, Anayasa Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/281)

7. – Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan’ın, Anayasa Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/282)

B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1. – Erzincan Milletvekili Naci Terzi ve 30 arkadaşının, Türk Hava Kurumu yönetimi hakkında iddiaların araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/224)

V. – SEÇİMLER

A) KOMİSYONLARDA AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM

1. – Anayasa Komisyonunda açık bulunan üyeliklere seçim

2. – Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

VI. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. – 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/669; 1/670; 1/633, 3/1046; 1/634, 3/1047) (S. Sayısı : 390, 391, 401, 402)

A) TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI

1. – Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi

2. – Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

B) CUMHURBAŞKANLIĞI

1. – Cumhurbaşkanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi

2. – Cumhurbaşkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

C) SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI

1. – Sayıştay Başkanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi

2. – Sayıştay Başkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

D) ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI

1. – Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi

2. – Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

E) BAŞBAKANLIK

1. – Başbakanlık 1998 Malî Yılı Bütçesi

2. – Başbakanlık 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

F) DENİZCİLİK MÜSTEŞARLIĞI

1. – Denizcilik Müsteşarlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi

2. – Denizcilik Müsteşarlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

G) DEVLET METEOROLOJİ İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1. – Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Bütçesi

2. – Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

VII. – SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. – Tarım ve Köyişleri Bakanı Mustafa Rüştü Taşar’ın, TBMMBaşkanvekili Kamer Genç’in şahsına sataşması nedeniyle konuşması

VIII. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – İstanbul Milletvekili Yusuf Pamukçu’nun, 1989 yılında Bulgaristan’dan göç eden soydaşlara tahsis edilen konutlara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Ahat Andican’ın yazılı cevabı (7/3846)

2. – Bolu Milletvekili Feti Görür’ün, tarım sigortası konusunda çalışma yapılıp yapılmadığına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mustafa Rüştü Taşar’ın yazılı cevabı (7/3850)

3. – Bolu Milletvekili Feti Görür’ün, gübre teşvikleri konusunda bir beyanına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mustafa Rüştü Taşar’ın yazılı cevabı (7/3851)

4. – Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, FAO tarafından yasaklanan bazı tarım ilaçlarının Türkiye’de kullanımının önlenmesi için alınacak tedbirlere ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mustafa Rüştü Taşar’ın yazılı cevabı (7/3852)

5. – Trabzon Milletvekili Kemalettin Göktaş’ın, İlksan’a ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay’ın yazılı cevabı (7/3867)

6. – İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş’ın, Çorlu-Çerkezköy’de arıtma tesisi bulunmayan fabrikalara ilişkin sorusu ve Çevre Bakanı Vekili Devlet Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen’in yazılı cevabı (7/3875)

7. – Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, Şişli eski Belediye Başkanı hakkında ileri sürülen yolsuzluk iddialarına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’nun yazılı cevabı (7/3882)

I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 10.00’da açılarak iki oturum yaptı.

1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının (1/669; 1/633, 3/1046; 1/670; 1/634, 3/1047) (S. Sayıları : 390, 401, 391, 402) tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanarak maddelerine geçilmesi kabul edildi ve tasarıların 1 inci maddeleri okundu.

Millî Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay, DYPGenel Başkanı Tansu Çiller’in grup adına yaptığı konuşmasında kendisine sataşması nedeniyle bir konuşma yaptı.

17 Aralık 1997 Çarşamba günü saat 10.00’da toplanmak üzere, birleşime 21.42’de son verildi.

Hikmet Çetin

Başkan

Ünal Yaşar Ahmet Dökülmez

Gaziantep Kahramanmaraş

Kâtip Üye Kâtip Üye

Haluk Yıldız Ali Günaydın

Kastamonu Konya

Kâtip Üye Kâtip Üye

 

 

 

No. : 51

II. – GELEN KÂĞITLAR

17 . 12 . 1997 ÇARŞAMBA

Rapor

1. – Rize Milletvekili Mesut Yılmaz İle İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit ve 188 Milletvekilinin, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 175 inci Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/963) (S. Sayısı: 406) (Dağıtma Tarihi : 17.12.1997) (GÜNDEME)

 

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 10.00

17 Aralık 1997 Çarşamba

BAŞKAN : Başkanvekili Hasan KORKMAZCAN

KÂTİP ÜYELER : Levent MISTIKOĞLU (Hatay), Zeki ERGEZEN (Bitlis)

 

 

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29 uncu Birleşimi açıyorum.

Sayın milletvekilleri, 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşları Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz; ancak, görüşmelere başlamadan önce, Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Cumhurbaşkanlığı tezkereleri vardır, sırasıyla okutuyorum:

IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. – İngiltere ve Lüksemburg’a gidecek olan Başbakan A. Mesut Yılmaz’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit’in vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1213)

7 Aralık 1997

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmelerde bulunmak üzere, 9-10 Aralık 1997 tarihlerinde İngiltere ve Lüksemburg'a gidecek olan Başbakan Mesut Yılmaz'ın dönüşüne kadar; Başbakanlığa, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit'in vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel

Cumhurbaşkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer bir tezkere vardır; okutuyorum:

2. – İngiltere ve Lüksemburg’a gidecek olan Devlet Bakanı Cavit Kavak’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Güneş Taner’in vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1214)

7 Aralık 1997

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmelerde bulunmak üzere, 9 Aralık 1997 tarihinden itibaren İngiltere ve Lüksemburg'a gidecek olan Devlet Bakanı Cavit Kavak'ın dönüşüne kadar; Devlet Bakanlığına, Devlet Bakanı Güneş Taner'in vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel

Cumhurbaşkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer bir tezkere vardır; okutuyorum:

3. – Etiyopya’ya gidecek olan Devlet Bakanı Mehmet Batallı’ya, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Rıfat Serdaroğlu’nun vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1215)

7 Aralık 1997

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmelerde bulunmak üzere, 11 Aralık 1997 tarihinde Etiyopya'ya gidecek olan Devlet Bakanı Mehmet Batallı'nın dönüşüne kadar; Devlet Bakanlığına, Devlet Bakanı Rifat Serdaroğlu'nun vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel

Cumhurbaşkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer bir tezkere vardır; okutuyorum:

4. – Belçika ve Danimarka’ya gidecek olan Dışişleri Bakanı İsmail Cem’e, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel’in vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1216)

12 Aralık 1997

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmelerde bulunmak üzere, 15 Aralık 1997 tarihinden itibaren Belçika ve Danimarka'ya gidecek olan Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in dönüşüne kadar; Dışişleri Bakanlığına, Devlet Bakanı Prof. Dr. Şükrü Sina Gürel'in vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel

Cumhurbaşkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup bilgilerinize sunacağım:

5. – Makedonya’dan bir parlamento heyetinin ülkemize davet edilmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/1217)

11 Aralık 1997

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

TBMM Başkanlık Divanının 2 Aralık 1997 tarih ve 56 sayılı kararıyla, Makedonya'dan bir Parlamento Heyetinin 1997 Aralık ayı içerisinde Türkiye'yi ziyareti kararlaştırılmıştır.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dışilişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620 sayılı Kanunun 7 nci maddesi gereğince Genel Kurulun bilgisine sunulur.

Hikmet Çetin

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Bir Meclis araştırması önergesi vardır; okutuyorum:

B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1. – Erzincan Milletvekili Naci Terzi ve 30 arkadaşının, Türk Hava Kurumu yönetimi hakkında iddiaların araştırılması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/224)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türk Hava Kurumu Başkanı Atilla Taçoy ve yönetimi hakkında çıkan iddia ve spekülasyonlar, Atatürk'ün emaneti bu güzide kuruluşumuzu yıpratmaktadır. Bu spekülasyonlar sürdükçe, milletimizin desteğiyle ayakta duran bu kuruluşumuzun millet desteğini yitireceği ve ayakta durmakta zorlanacağı açıktır.

Ekli gerekçede ileri sürülen sebeplerle, Türk Hava Kurumu Başkanı Atilla Taçoy ve yönetimiyle ilgili olarak, Anayasanın ve İçtüzüğün ilgili hükümleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

1. Naci Terzi (Erzincan)

2. Temel Karamollaoğlu (Sıvas)

3. Mehmet Bedri İncetahtacı (Gaziantep)

4. Zülfükar İzol (Şanlıurfa)

5. Rıza Ulucak (Ankara)

6. Ömer Özyılmaz (Erzurum)

7. Ersönmez Yarbay (Ankara)

8. Turhan Alçelik (Giresun)

9. Bekir Sobacı (Tokat)

10. Cemalettin Lafçı (Amasya)

11. Murtaza Özkanlı (Aksaray)

12. Maliki Ejder Arvas (Van)

13. Ahmet Derin (Kütahya)

14. Metin Perli (Kütahya)

15. Mukadder Başeğmez (İstanbul)

16. Avni Doğan (Kahramanmaraş)

17. Nedim İlci (Muş)

18. Muhammet Polat (Aydın)

19. Cevat Ayhan (Sakarya)

20. Hasan Hüseyin Öz (Konya)

21. Hasan Dikici (Kahramanmaraş)

22. Kemal Albayrak (Kırıkkale)

23. Arif Ahmet Denizolgun (Antalya)

24. Ahmet Fevzi İnceöz (Tokat)

25. Saffet Benli (İçel)

26. Mustafa Köylü (Isparta)

27. İsmail Özgün (Balıkesir)

28. Hayrettin Dilekcan (Karabük)

29. Tevhit Karakaya (Erzincan)

30. Celal Esin (Ağrı)

31. Ahmet Nurettin Aydın (Siirt)

Gerekçe :

Türk Hava Kurumu, önemli görevleri ifa etmek maksadıyla kurulmuş, bugüne değin de önemli roller üstlenmiş güzide kuruluşlarımızın başında gelmektedir. Bu kuruluşumuzun, bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da kuruluş amaçları doğrultusunda hizmetlerini sürdüreceğine yönelik inancımız tamdır.

Ancak, ne var ki, son zamanlarda, bu güzide kuruluşumuzun zararına olacak biçimde, Kurum ve Kurumu yönetenler hakkında bir yığın spekülasyonlar yapılmaktadır. Atilla Taçoy ve ekibi, Kurumu yaralayan bu spekülasyonlara son verecek ne bir açıklama getirebilmektedirler ne de bir icraat sergileyebilmektedirler. Hatta, gerek kişilikleri gerekse yaptıkları her bir şey yeni yeni spekülasyonların kaynaklanmasına neden olmaktadır.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin şerefli bir mensubu olan Korgeneral Cumhur Aspuruk "iddialarım doğru değilse bu rütbelerimi tek tek sökerim" diyebilecek kadar kendinden emin iddialar ortaya koymaktadır; ancak, ne hikmetse, gereği bir türlü yerine getirilmemektedir. Gerek Korgeneral Cumhur Aspuruk'un bu iddiaları gerekse Yönetim Kurulunda görev almış insanların iddiaları yabana atılır şeyler değildir. Bu iddialar cevapsız kaldığı sürece Türk Hava Kurumu itibar kaybetmeye devam edecektir. Aslında, bu iddialar karşısında, Atilla Taçoy ve ekibinin hâlâ Kurumun başında kalmaktaki ısrarcı tutumları yanlış ve anlamsızdır.

Türk Hava Kurumu, millet desteğiyle ayakta duran bir Kurumumuzdur. O nedenle, bu tür spekülasyonların kesilmemesi halinde, Kurumun, millet desteğini tamamen kaybedeceğinden korkmaktayız. Eğer, Türk Hava Kurumu, millet desteğini tamamen kaybederse, ayakta duramayacağı açıktır. Ne Taçoy ve ekibi hakkındaki bu iddialar kayda değer olmayan iddialardır ne de bu iddiaların Kuruma olan güven duygusunu körelteceği, Kurumun millet desteğini kaybedeceği iddiaları yersizdir. Bakın, bir misal bunun ciddî kanıtlarını sunmaktadır. Bir köşe yazarımız "bundan sonra devlet zoruyla da olsa, Türk Hava Kurumuna kurban derimi vermem, evime dağıtılan fitre ve zekât zarfına bir kuruş koymam" diyebilmektedir. Milletin, en azından bir bölümünün de böyle düşündüğünden kuşku yoktur.

Atilla Taçoy ve ekibi, Atatürk'ün mirası olan Kurumun başında bulunmanın, kendilerini "layüsel" yaptığını zannetmek yanılgısı içindedirler. Evet, bu Kurumu Atatürk bizlere miras bırakmıştır; ama, Atilla Taçoy ve avanesine değil, Türk Milletine miras bırakmıştır. O nedenle, hiç kimsenin Atatürk'ün mirası olan bu güzide Kurumu babasının çiftliği gibi yönetmeye hakkı olamaz. Eğer bu Kurum bizlere mirassa -ki öyledir- daha hassas olarak, gözümüz gibi korumak zorundayız.

Gerek Türk Milletinin kurban derileri, fitre ve zekâtlarıyla ayakta duran bir Kurum olması gerekse Atatürk'ün mirası olması bakımından, Kurumun her kör kuruşunun hesabı sonuna kadar sorulmalıdır. Bu millet, kurban derisini, fitre ve zekâtını Taçoy ve ekibi film festivallerine gitsin diye, yurt dışında sefa sürsün diye vermemektedir. Taçoy ve ekibi hesap vermeli, suçluysa cezasını çekmeli, suçsuzsa aklanmalıdır; böylece, Türk Hava Kurumu üzerinde yapılan spekülasyonlar son bulmalıdır.

Unutulmamalıdır ki, miras çarçur edilmek için değildir. Miras, bir emanettir, o bakımdan, en güzel biçimde korunmalıdır; aksi halde, vebal yalnızca Atilla Taçoy ve beraberindekilerin değil, hepimizindir.

Yüce Meclisimizin bu güzide Kurumumuz üzerinde oynanan oyunları bozmak maksadıyla konuyu gündemine alıp, enikonu tartışmasının yararlı olacağına inanmaktayız. Bu millete bırakılmış miras, öncelikle bu Yüce Meclisin koruması altındadır. Böylelikle, bu tür mirasların sahipsiz olmadığı da anlaşılacaktır.

Bu gerekçelerle konu Yüce Meclisin takdirlerine arz olunur.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge, gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırasında yapılacaktır.

Komisyondan istifa önergeleri vardır; okutuyorum:

A) TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam)

6. – Denizli Milletvekili Mustafa Kemal Aykurt’un, Anayasa Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/281)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Parti görevimin çok yoğun olması nedeniyle Anayasa Komisyonu üyeliğinden istifa ediyorum.

Gereğinin yapılmasını saygılarımla arz ederim.

Mustafa Kemal Aykurt

Denizli

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

İkinci önergeyi okutuyorum:

7. – Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan’ın, Anayasa Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/282)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Sağlığım nedeniyle Meclis Anayasa Komisyonu üyeliğinden istifa ediyorum. Arz ederim.

Saygılarımla.

Nevzat Ercan

Sakarya

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Sayın milletvekilleri, gündemin “Seçimler” kısmına geçilebilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum :Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Gündemimizde yer alan bütçe çalışmalarına başlamadan önce "Seçimler" bölümüne geçiyorum:

V. – SEÇİMLER

A) KOMİSYONLARDA AÇIK BULUNAN ÜYELİKLERE SEÇİM

1. – Anayasa Komisyonunda açık bulunan üyeliklere seçim

BAŞKAN – Anayasa Komisyonunda boş bulunan ve Doğru Yol Partisi Grubuna düşen 2 üyelik için, Çorum Milletvekili Bekir Aksoy ve Konya Milletvekili Necati Çetinkaya aday gösterilmişlerdir.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2. – Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonunda açık bulunan üyeliğe seçim

BAŞKAN – Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonunda boş bulunan ve Demokrat Türkiye Partisi Grubuna düşen 1 üyelik için, Diyarbakır Milletvekili Ferit Bora aday gösterilmiştir.

Oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonu, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip seçimini yapamamıştır. Bu Komisyona seçilen sayın üyelerin, 18 Aralık 1997 Perşembe günü; yani, yarın, saat 14.00'te, kendi salonlarında toplanarak, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip seçimini yapmalarını rica ediyorum.

Komisyonun toplantı yer ve saati, ayrıca ilan tahtalarına da asılmıştır.

Şimdi, bütçe görüşmelerine başlıyoruz.

VI. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. – 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/669; 1/670; 1/633, 3/1046; 1/634, 3/1047) (S. Sayısı : 390, 391, 401, 402) (1)

A) TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI

1. – Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi

2. – Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

B) CUMHURBAŞKANLIĞI

1. – Cumhurbaşkanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi

2. – Cumhurbaşkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

C) SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI

1. – Sayıştay Başkanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi

2. – Sayıştay Başkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

D) ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI

1. – Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi

2. – Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN – Program uyarınca, bugün, iki tur görüşme yapacağız.

Birinci tur görüşmelere başlıyoruz.

Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon ve Hükümet yerlerini almışlardır.

Birinci turda, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı, Sayıştay Başkanlığı, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı bütçeleri yer almaktadır.

Birinci turda grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Refah Partisi Grubu adına, Isparta Milletvekili Mustafa Köylü, Gaziantep Milletvekili Bedri İncetahtacı, Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış, Kahramanmaraş Milletvekili Mustafa Kamalak; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Tunceli Milletvekili Orhan Veli Yıldırım, İstanbul Milletvekili Cevdet Selvi, İzmir Milletvekili Veli Aksoy, Ankara Milletvekili Seyfi Oktay; Doğru Yol Partisi Grubu adına, Amasya Milletvekili Ahmet İyimaya, Ağrı Milletvekili Cemil Erhan; Demokratik Sol Parti Grubu adına, İstanbul Milletvekili Ahmet Tan, Adana Milletvekili Tuncay Karaytuğ, Kars

(1) 390, 391, 401, 402 S. Sayılı Basmayazılar 16.12.1997 tarihli 28 inci Birleşim Tutanağına eklidir.

Milletvekili Çetin Bilgir, Samsun Milletvekili Yalçın Gürtan; Anavatan Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Nejat Arseven, Isparta Milletvekili Erkan Mumcu söz almış bulunmaktadırlar.

Şahıslar adına; İçel Milletvekili Fevzi Arıcı, Yozgat Milletvekili Kâzım Arslan söz istemişlerdir.

Şimdi, birinci tur görüşmelere Refah Partisi Grubu sözcülerinden başlıyoruz.

İlk söz, Refah Partisi Grubu adına, Isparta Milletvekili Sayın Mustafa Köylü'nün.

Buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)

Sayın Köylü, Grubunuzun tur söz hakkı 40 dakika; konuşma sürenizi grup sözcüleriyle nasıl paylaşıyorsunuz?

MUSTAFA KÖYLÜ (Isparta) – Eşit olarak efendim...

BAŞKAN – Yaklaşık 10'ar dakika olacak; o zaman, süreyi kendiniz ayarlayacaksınız.

Buyurun Sayın Köylü.

RP GRUBU ADINA MUSTAFA KÖYLÜ (Isparta) – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçesi içerisinde yer alan Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun bütçesi üzerinde, Refah Partisi Grubunun görüşlerini sunmak için huzurlarınızdayım; bu vesileyle, Grubumuz ve şahsım adına, Yüce Meclise saygılar sunuyorum.

Kısa adı RTÜK olan Radyo ve Televizyon Üst Kurulu, 13.4.1994 tarihinde kabul edilen 3984 sayılı Kanunla kurulmuştur. Özerk ve tarafsız bir kamu tüzelkişiliğidir.

Üst Kurulun 9 üyesini Türkiye Büyük Millet Meclisi seçer. Bu, üyelerin tamamıdır.

Radyo ve televizyon faaliyetlerini düzenler.

RTÜK'ün görevleri ve yetkileri, 3984 sayılı Kanunun 8 inci maddesinde sayılmıştır.

Kanal ve frekans bandı tahsisi yetkisini belirleyen 16 ncı madde de, kanal ve frekans tahsisi yapmanın, münhasıran RTÜK'e ait, yani, Üst Kurula ait bir yetki olduğunu emreder. Ancak, bu kanun, münhasıran Üst Kurula bu tahsis yetkisini vermiş olmasına rağmen, şu anda bir komedi yaşanmaktadır. Zira, Sayın Başbakanın, Radyo Televizyon Üst Kuruluna gönderdiği bir genelgeyle, daha önce, 29-30 Eylül, 13-21 Ekim tarihlerinde yapılmış olan ve yerel televizyonlara kanal tahsisini içeren ihalenin iptalini, nitekim, geçtiğimiz 15 Aralıkta yapılması lazım gelen ulusal televizyonlar için kanal tahsisi ihalesinin iptalini istemiştir. Halbuki, RTÜK üyelerini Türkiye Büyük Millet Meclisi seçer; kanal tahsisi münhasıran bu Kurula aittir. Bu hususta Başbakanın tutumu, gerçekten gayri kanunî bir yaklaşımdır; sadece ve sadece bir keyfîlikten ibarettir.

Değerli milletvekilleri, gönderilen genelgeyle kalınmamış, bundan başka, şifahî olarak da RTÜK üyelerine baskı uygulanmıştır. Bunun neticesinde, RTÜK'ün değerli Başkanı Sayın Profesör Doktor Orhan Oğuz Bey ve onun değerli Yardımcısı Sayın Fatih Karaca, bu baskılara dayanamayıp istifa etmek mecburiyetinde kalmışlardır ve şu anda, RTÜK üyeleri arasında, ne yapacağını bilemezliğin bir endişesi yaşanmaktadır.

NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Size göre...

MUSTAFA KÖYLÜ (Devamla) – Nitekim, yerel televizyonlara kanal tahsisi iptaline dair, bunun hukukî neticelerinin belirlenmesi için hukukçulardan görüş istenmiş ve o görüş beklenmektedir.

Elini soktuğu her işi berbat eden Hükümet, nihayet, bu işi de berbat etmeye muvaffak olmuştur. (RP sıralarından alkışlar)

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Allah, Allah!..

MUSTAFA İLİMEN (Edirne) – Güzel sözlerle başlasanız olmaz mı...

MUSTAFA KÖYLÜ (Devamla) – Bu genelgenin gönderilmesinde hedef nedir?

Değerli arkadaşlarım, bu genelgenin gönderilmesinde ana hedef şudur: Türkiye'de, ulusal yayın yapan 16 televizyon var; 15 tane de kanal tahsis edilecek. Doğal olarak, bu ihaleler, kıran kırana geçecek. Halbuki, bazılarına bu Hükümetin diyet borcu var; bazı kanalların, bazı zevata ucuza tahsis edilmesi gerekmektedir. O bakımdan, bunun sağlanması için bir altyapı oluşturmak mecburiyetindedirler. İşte, bu altyapı oluşturulmaya çalışılmaktadır. Nitekim, ifade edilenlere göre, müracaatlar, Başbakanlığa olacak. Başbakanlık, bu televizyon kanallarının sahipleri kimler, bunların arkasındaki sermayeler kimlere ait diye MİT marifetiyle bu hususlarda araştırma yapacak ve Başbakanlık izin verirse, o televizyon kuruluşları ihaleye girecek; izin vermezse, ihaleye giremeyecek.

Değerli arkadaşlarım, bu televizyonlardan hepsi de, yıllardır, bu ülkede yayın yapıyor. Bugüne kadar kimin ne olduğu da meydanda. Zaten, bunların sermayeleri, şirket sermayesi olarak, ilgili birimlerde gözükmektedir; Ticaret Sicil Gazetesinde yayımlanmıştır; ayrıca, televizyon şirketi olduğu için Resmî Gazetede yayımlanmıştır; bunların da üstünde "Sermaye Kurulu bunların hisselerinin nama yazılı olmasını ister" diye Kanunun 29 uncu maddedesinde bir hüküm vardır. Bütün bunlar mevcutken, bu keyfî uygulamanın sebebi nedir? Kanal tahsisini, Kanun, münhasıran Üst Kurula vermiş olmasına rağmen, bu hususta, niçin Başbakanlığın subjektif yaklaşımına kapı aralanmaktadır?

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) – Aydın Doğan öyle istedi...

MUSTAFA KÖYLÜ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bir hukuk devletinde bunların olması mümkün değildir. Böyle, istihbarat oyunlarıyla, birtakım karanlık işlerle hukuk devletinde yaklaşım sergilenemez; bu, ancak, gestapo mantığında olur. Halbuki, bu ülke, bir hukuk devletidir.

Değerli arkadaşlarım, kartel medyası, bugün, öyle etkin bir konuma gelmiştir ki, kendisi için özel kanunlar talep etmektedir.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Siz çıkardınız...

MUSTAFA KÖYLÜ (Devamla) – Nitekim, Hükümetin, 28.11.1997 tarihinde Meclise sevk ettiği (1/689) esas numaralı bu tasarı, âdeta, belli şahıslar için özel kanun çıkarma anlayışına dayanmaktadır. (RP sıralarından "Doğru, doğru" sesleri) Komisyonlarda ve Genel Kurulda, öncelik ve ivedilikle görüşülmesi arzıyla bu tasarı sevk edilmiştir. Güya, bu tasarıyı sevk ederken, ortaya konulan iddialarda "efendim, işte Türkiye'de tekelleşmenin önü kesilecek, televizyon ve radyoların yayın alanınında tekelleşmenin önüne geçilecek, hisselerin kimlere ait olduğu belirlenecek" gibi, birtakım kandırmacalar yer almaktadır.

NACİ TERZİ (Erzincan) – Tam tersi...

MUSTAFA KÖYLÜ (Devamla) – Halbuki, dananın kuyruğu hiç de öyle değildir. Burada, bu genelgenin hedeflediği hususları arz etmeyi millî bir vazife sayıyorum. Bu genelgenin hedefi; kartel medyasına diyet ödemek, bazı televizyon kuruluşlarını saf dışı bırakmak ve meydanı boşaltmak, çok sesliliği önlemek, kartele birden fazla kanal alabilme şansı tanımak ve “irtica” diye bir hayalî düşman uydurup, birkısım sermayeye kıskaç uygulamaktır; hedef budur.

Bakın, aklıselim sahibi her insan, şurada arz edeceğim hususları derhal anlayacaktır. 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunun 29 uncu maddesinin dördüncü ve beşinci bentlerini okuyorum: "Aynı şirket ancak bir radyo ve bir televizyon işletmesi kurabilir. Aynı özel radyo ve televizyon kuruluşunda bir ile üçüncü dereceye kadar (dahil) kan ve sıhrî hısımlar aynı zamanda hisse sahibi olamazlar." Bu bentler, tekelleşmeye, kartelleşmeye karşı konulmuş bentlerdir. Şimdi ne oluyor; bu bentler kaldırılıyor. Bu bentlerin kanun metninden çıkarılması ile şirketlerin istediği kadar radyo ve televizyon işletmeleri kurabilmeleri imkân dahiline girmektedir. Halen bu durumda olup da, hisseleri başkaları üzerinde görülen radyo ve televizyon kuruluşlarının gizli ortakları varsa, onların açıktan ortaklıkları sağlanmakta ve riske girmeleri, kanuna karşı hile yapma zaruretleri ortadan kaldırılmaktadır.

BAŞKAN – Sayın Köylü, 10 dakikalık süre dolmuştur. Grubunuzun diğer konuşmacılarının sürelerini kullanmaya başlamış bulunuyorsunuz.

Buyurun.

MUSTAFA KÖYLÜ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bu bentlerin çıkarılması, radyo ve televizyon yayıncılığında tekelleşme ve kartelleşmeye yol açacaktır.

Değerli arkadaşlarım, tekelleşmeyi önleyen 29 uncu maddenin altıncı bendinde "Bir hissedarın; bir kuruluştaki hisse miktarı ödenmiş sermayenin yüzde 20'sinden ve birden fazla kuruluşta hisse sahibi olanların bu kuruluşlardaki tüm hisselerinin toplamı da yüzde 20'den fazla olamaz. Bu hükümler, yukarıda zikredilen hisse sahinin bir ile üçüncü dereceye kadar (dahil) kan ve sıhrî hısımları için de uygulanır" denilmektedir.

İşte, bu, kartelleşmeyi, tekelleşmeyi önleyen hükümdür; şimdi, bu kaldırılıyor; yani, bir adam, televizyon kuruluşunun yüzde 100'üne sahip olabilecek, hatta birden fazla televizyon kuruluşunun sahibi olabilecek.

Değerli arkadaşlarım, buna uyduruk bir şey getirilmiş, deniliyor ki "İzlenme oranı yüzde 30'u geçerse RTÜK onu uyarır ve üç ay içerisinde de o izlenme oranını yüzde 30'a düşürür." Güya, böyle yapmak suretiyle tekelleşmeyi önlemiş olacakmışız!

Arkadaşlar, bu tasarıyı sevk edenler, lütfen, insanları güldürmesin. Şu anda 16 televizyon kuruluşu var; böyle dediğiniz zaman -sizin ifadelerinize dayanarak söylüyorum- izlenme oranındaki üst sınır yüzde 30 ise Türkiye'de 3 televizyon kuruluşu kalır.

Sermaye oranı açısından baktığımız baktığımızda ve bu izlenme oranını da esas aldığımız zaman -diğer bir maddede "yüzde 10 ve üstündeki izlenme oranları hesaba katılır, yüzde 10'un altındaki izlenme oranları hesaba katılmaz" deniliyor- 16 televizyon kuruluşunun en az 80 ortağı olmak mecburiyetinde; ama, bu düzenlemeyle, en iyimser tahminlere göre 16 patron ortaya çıkar.

Rating açısından baktığımız zaman, yüzde 10'lar devreye girmediğine göre ve bir insanın akrabaları da televizyon kuruluşu sahibi olabileceğine göre; sözgelimi, Aydın Doğan, kendisi, birkaç televizyon kuruluşunun sahibi olabilir, oğlunun olabilir, kızının olabilir, hanımının olabilir, babası varsa babasının, annesi varsa annesinin de olabilir; dolayısıyla, bir aile, birçok televizyonun sahibi olabilir; hatta, -ben, şu kürsüden iddia ediyorum- yüzde 10'u geçmeyen izlenme payları devre dışı bırakıldığına göre, Türkiye'deki bütün televizyonların sahibi bir tek insan olabilir. İşte bu, tekelleşme; bu, kartelleşme; bu, tröstleşmedir.

Değerli arkadaşlarım, kaldırılan bir başka bent ise, televizyonlarda yüzde 10 ve fazla hissesi bulunan insanların devlet ihalelerine girme yasağıdır. Şimdi, bu yasak da kaldırılmaktadır. Rivayetlere göre, kartel medyası TEDAŞ'ın ihalelerinin bir kısmını alacak; ama, RTÜK Kanunundaki bu engel var. Şimdi, Hükümetin acelesi, sancısı buradan ileri geliyor. Öncelikle ve ivedilikle bu kanunu görüştürecek, o yasağı kaldıracak ve medya patronlarına diyet borcunu ödeyecek.

Değerli arkadaşlarım, öyle ümit ediyoruz ve inanıyoruz ki, inşallah, bir gün bu ülkede, medya patronlarının ve onların karanlık ilişkiler içerisinde olduğu mihraklarının sözünün geçmeyeceği, sadece hakkın ve hukukun konuşulacağı, sadece hukukun üstün tutulacağı günler çok yakında gelecektir.

Hepinize saygılar sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Refah Partisi Grubu adına konuşan Isparta Milletvekili Sayın Mustafa Köylü'ye teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, Refah Partisi Grubunun ikinci sözcüsü, Gaziantep Milletvekili Sayın Bedri İncetahtacı.

Buyurun efendim.

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) – Süreyi durdurmadınız Sayın Başkan; süre işliyor...

BAŞKAN – Süre1 dakika işledi; onu dikkate alacağım.

Buyurun efendim.

RP GRUBU ADINA MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Refah Partisi Grubumuz adına, Cumhurbaşkanlığı bütçesi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçesi hakkında görüşlerimizi arz etmek üzere huzurlarınızda bulunuyorum; bu vesileyle, Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

Muhterem milletvekilleri, Cumhurbaşkanlığı bütçesi üzerinde bu zamana kadar yapılmış konuşmaların hangi üslup ve muhtevaya sahip olduğunu öğrenmek için küçük bir araştırma yaptığımda, genellikle, Cumhurbaşkanlığı bütçesi üzerinde çok fazla eleştiri yapılmadığını mülahaza ettim. Bu, belki, Sayın Turgut Özal'ın Cumhurbaşkanı olmasından sonra biraz azalma göstermişse de, genel bir teamül halini almıştır.

Bunun bir sebebi vardır; bu sebep, Türkiye'de bütün kurumlar birtakım yanlışlıklar içerisine girseler bile, birtakım sıkıntılarla karşı karşıya kalsalar bile, bütün bunların bir güvencesi konumunda olan Cumhurbaşkanlığı makamının muhafaza edilmesi içindir.

Cumhurbaşkanlığı makamı muhafaza edilmelidir ki, ülkemizde sıkıntılar başgösterdiği zaman, o makamın sahibi bulunan zat, bu problemleri en ciddî ve herkesin inanacağı ve kabul edeceği şekilde çözebilsin. Sanıyorum, bu teamül bundan dolayı böyle gelmiştir.

Bu, böyledir; çünkü, Cumhurbaşkanlığı, her ne kadar, Anayasaya göre, devletin başındaki insan veya devletin temsilcisi ise de, halkımızın vicdanında halkın başıdır, cumhurun başıdır. Yani, cumhurbaşkanı, devletin temsilcisidir; ama, cumhurun adına devletin temsilcididir. Kendi cumhurundan, kendi halkından kopmuş cumhurbaşkanı denildiği zaman, akla, bürokrasinin geldiği bir cumhurbaşkanı gelir; bizim ülkemizde, Cumhurbaşkanlığı denilince bu anlaşılmamaktadır. Peki, ne anlaşılmaktadır; bütün halkın düşüncelerine, yargılarına ve inançlarına eşit uzaklıkta olan bir yönetici anlaşılmaktadır.

Demek ki, cumhurbaşkanı denildiği zaman akla gelenin, bürokrasiden çok, halk olması gerekmektedir.

Bu neyle olacaktır; bu, cumhurbaşkanı ile halkın, ortak değerleri paylaşmasıyla olacaktır. Biz, buna, fikrî değerler birliği diyoruz, siyasî değerler birliği diyoruz ve ahlakî değerler, kültürel değerler birliği diyoruz. Yani, ülkemizin en ücra köşesinde bir kahvede oturan insan, Türkiye'nin meselelerinde hangi dili konuşuyorsa ve bu dili konuşurken terimlere hangi manaları yüklüyorsa, Ankara'nın en müstesna semtindeki bir insan, üniversitedeki bir akademisyen, ülke meselelerindeki konuşmalarında kavramlara hangi anlamları yüklüyorsa, sayın cumhurbaşkanının da bu kavramları aynı şekilde anlaması ve kabullenmesi gerekmektedir. Eğer, halkın anlayışında bir yanlışlık varsa; işte, onu, yine sayın cumhurbaşkanı düzeltme görevini ifa etmelidir.

Muhterem milletvekilleri, bugün, ülkemizde bu yaşanmamaktadır; yani, fikrî değerler birliği, siyasî değerler birliği, maalesef, Türkiye'de, halk ile Cumhurbaşkanı arasında kopmuş bulunmaktadır. İşte, bunun, en önemli ve en çarpıcı misali, maalesef, 54 üncü Hükümetin istifasından sonra, 55 inci Hükümetin görevlendirilmesi sırasında yaşanmıştır. Ne olmuştur orada; herkesin vicdanında ve düşüncesinde beklenen hareketin dışında bir hareket meydana gelmiş ve görev verilmesi beklenen insan görevlendirilmemiş, bir başka parti başkanına hükümeti kurma görevi verilmiştir. İşte bu, ortak siyasî değerin olmamasından kaynaklanmıştır.

Şimdi, o günleri hatırlayınız; bütün halkta bir şaşkınlık yaşanmıştı. Bazı siyasî partiler, bu şaşkınlığı, kendilerinin iktidara gelmesine vesile olduğu için müspet bir şaşkınlık olarak almamalıdırlar. Şunu iyice düşünmelidirler: Cumhurbaşkanlığı makamında bulunan insanlar, eğer, bilinen, anlaşılan, üzerinde ittifak edilen esasların dışında davranmayı teamül haline getirirlerse, bugün muhalefette bulunan siyasî partiye yapılan bu uygulama, yarın, bugün iktidarda bulunan siyasî partiye de yapılabilir. Öyleyse, Türkiye'de, hükümetlerin değişmesindeki teamüllerin bilinen teamüllerin dışına çıkması, hiçbir memleket evladı için, hiçbir siyasî parti için, hiçbir siyasî parti yöneticisi için faydalı, ümit verici bir davranış olarak telakki edilmemelidir.

BAŞKAN – Sayın İncetahtacı...Grubunuzun ilk 20 dakikalık süresi dolmuş bulunuyor...

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Devamla) – Biz, Cumhurbaşkanlığı bütçesini görüşüyoruz; elbette, Cumhurbaşkanlığı bütçesindeki şişkinliğe de değineceğim; ama, bana göre, Refah Partisi Grubu adına düşüncelerimizi beyan ederken üzerinde durmamız gereken en önemli noktanın, bu nokta olduğunu düşünüyorum.

Biz istiyoruz ki, Sayın Cumhurbaşkanımızın davranışları, Türkiye'nin her yerinde, evet, bugün,bu olayda, şu davranış yapılacaktır diye, emniyet içerisinde takip edilebilsin; bir kaygı, bir korku, bir endişe, bir şaşkınlık söz konusu olmasın.

Burada, önemli bir hususu daha arz etmekte fayda mülahaza ediyorum: Bizler, Türkiye Büyük Millet Meclisinin müntesipleriyiz, millet adına burada bulunuyoruz. Türkiye'de, son birkaç zamandan beri çok önemli hadiseler meydana geliyor. Cumhurbaşkanımızın da bu hadiselerle ilgili görüşlerini, biz, sadece belli birtakım gazetecilerin köşelerinden okumakla öğrenebiliyoruz. Halbuki, ben, temenni ederim ki, Sayın Cumhurbaşkanı, bu milletin temsilcileriyle, gazetelerin sahipleriyle veya yöneticileriyle kurduğu ilişki kadar ilişki kurabilsin, milletin vekillerini Çankaya Köşküne davet ederek, millet meselelerini, memleket meselelerini onlarla diyalog kurarak görüşebilsin; ama, maalesef, bundan çok uzak bir noktada yaşamaktayız. En ciddî meselede dahi, bilmem hangi gazetecinin, çok mahrem bir noktada öğrenmiş olduğu bilgileri Cumhurbaşkanı adına aktardığı zaman öğrenebiliyoruz. Halbuki, ben, burada millet adına bulunuyorum ve Sayın Cumhurbaşkanının görüşlerini, memleketimizin içerisinde bulunduğu halin gerçeklerini öğrenme hakkını en fazla kendimde görüyorum; ama, maalesef, belli resmî protokol konuşmalarının dışında veya kokteyllerde ayaküstü yapılan konuşmaların dışında, Sayın Cumhurbaşakanı ile bu milletin vekilleri arasında hiçbir ciddî diyalog meydana gelmemektedir; bu, büyük bir eksikliktir.

Memleket meselelerinin görüşüleceği yerler bellidir ve Cumhurbaşkanı, bu bilgilerini, milletin Meclisinin parlamenterleriyle paylaşmak hakkına ve görevine sahiptir; ama, maalesef, işte bu yaşanmadığı için, milletvekilleri bir tarafta, Cumhurbaşkanı çok ayrı bir tarafta durmaktadır. Bu uzaklığın süratle telafi edilmesi lazım. Sayın Cumhurbaşkanımız bilmelidir ki, kendisini seçen yer Türkiye Büyük Millet Meclisidir, sırtını dayadığı yer de millet iradesinin temsil edildiği yer olan Meclistir; bunu gözardı etmeye kimsenin hakkı yoktur.

Cumhurbaşkanlığı bütçesinin büyüklüğü nereden kaynaklanıyor... Evet, Türkiye Cumhuriyetinin temsilini üstlenen bir makamın bütçesinin çok daha büyük olmasını isteriz; ama, bu bütçenin harcama kalemlerine baktığımız zaman, işte bu büyüklüğe mütenasip bir harcama kalemi görmüyoruz. Orada ne görüyoruz; Huber Köşkünün yeniden inşaını görüyoruz, Muhafız Alayının kullandığı binanın yeniden gözden geçirilmesini görüyoruz. Biz temenni ederdik ki, Türkiye ekonomisinin anadamarı olan organize sanayilerinden çok daha büyük, birçok icraatçı bakanlıktan daha büyük bütçeye sahip olan Cumhurbaşkanlığının harcama kalemleri bu bütçe, Türkiye'de daha çok demokrasi, daha çok özgürlük, daha çok insan hakkı için kullanılsın; Sayın Cumhurbaşkanı, bütçesini bu noktada harcamak için Türkiye Büyük Millet Meclisinden bütçe talebinde bulunsun.

Şu anda, Türkiye'de ve dünyada, hiç kimse, Türkiye'nin itibarını Huber Köşküyle ölçmemektedir. Türkiye'de ve dünyada, hiç kimse, Türkiye'nin ve Cumhurbaşkanlığının itibarını Muhafız Alayı için yapılacak yeni yerleşim merkeziyle ölçmemektedir. Ölçülen yerler, ölçülen değerler, ölçülen kıstaslar bundan çok daha farklıdır.

Muhterem milletvekilleri, bugün gelmiş olduğumuz bu noktada, Sayın Cumhurbaşkanımızdan, siyaset döneminde kendisinden görmeye alıştığımız milletle iç içe olma tavırlarını tekrar beklediğimizi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir üyesi bir parlamenter olarak beyan etmekte fayda mülahaza ediyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçesi üzerinde de çok süratle durmak istiyorum. Bu bütçenin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin itibarı, hepimizin itibarıdır, 65 milyona varan nüfusun tamamının itibarıdır. Bu itibarı korumak bizim görevimizdir; ama, bunu yaparken bazı noktalara dikkat etmemiz lazım.

Burada, bilhassa, Meclis Başkanlığının dikkatini çekiyorum; dünyanın hiçbir yerinde, bu kadar klasik özelliklere sahip, fevkalade güzel bir salon yıkılarak, yerine, büyük şaibeler altında başka bir salon inşa edilmesi düşünülemez. Gidiyoruz Avrupa'daki meclisleri dolaşıyoruz, üçyüz senelik, dörtyüz senelik tarihî olan, her biri ayrı tarihî değerlere mana bulan salonlarla karşılaşıyoruz.

Şimdi, trilyonlarca lira para harcanarak, ne olduğu tam olarak da belli olmayan bir salon yapıldı. Bu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin itibarını korumaz. Geçmişte görev yapan Sayın Meclis Başkanına buradan seslenmek istiyorum: Meclisin itibarını ne korurdu; Meclisin itibarını, dün, Meclise, birtakım insanlar dilleriyle, elleriyle tecavüz etmeye kalktıkları zaman, Meclis Başkanı ayağa kalkıp "kimse Meclise hakaret edemez" diye ayakta durabilseydi; işte o zaman 100 salondan daha fazla hayırlı iş yapmış olurdu! (RP sıralarından alkışlar) Ama, gel gör ki, yaptığı şey, hiç de Meclisin itibarıyla alakalı değildir.

Bir şey daha var; Ayrancı'da yeni bir salon yapılmış; bizim, bundan da haberimiz yok. Sayın Meclis Başkanvekilimiz de burada; bu konuda da eğer Meclisimize bilgi verirlerse çok memnun olacağız.

Sayın milletvekilleri, Cumhurbaşkanlığı ve Meclis bütçelerimizin hayırlı olmasını temenni ediyor; bu vesileyle, Meclisinizi saygıyla selamlıyorum. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Refah Partisi Grubu adına konuşan, Gaziantep Milletvekili Sayın Bedri İncetahtacı'ya teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, birinci tur görüşmelerle ilgili soruların, gruplar adına yapılacak konuşmalar tamamlanıncaya kadar, gerekçesiz ve yazılı olarak Başkanlığa verilebileceğini, gruplar adına yapılacak konuşmalar tamamlandıktan sonra Başkanlığın soru kabul etmeyeceğini, daha önce alınan karar gereğince, bilgilerinize ve dikkatlerinize sunuyorum.

Şimdi, Refah Partisi Grubunun üçüncü sözcüsüne söz vereceğim.

Refah Partisi Grubunun şu ana kadar kullandığı süre 26 dakikadır.

Nevşehir Milletvekili Sayın Mehmet Elkatmış, buyurun.

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Sayın Kamalak...

BAŞKAN – Refah Partisi Grubu adına, üçüncü konuşmacı, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mustafa Kamalak; buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)

RP GRUBU ADINA MUSTAFA KAMALAK (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmama başlamadan önce, Grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben, Anayasa Mahkemesi Başkanlığının bütçesi üzerinde konuşacağım. Konuşmamda mümkün mertebe sade bir dil kullanmaya çalışacağım ve önerilerde bulunacağım.

Bilindiği gibi, Anayasa Mahkemesi, Türkiyemizin en yüksek mahkemesidir; kararları, tıpkı kanun gibi, herkesi bağlar. Ülkemizde, ilk defa 1961 Anayasasıyla kurulmuştur. 1982 Anayasasına göre, 11 asıl ve 4 yedek üyeden oluşur. Üye tamsayısıyla toplanır, kural olarak salt çoğunlukla karar verir; ancak, anayasa değişikliklerinin iptaliyle ilgili kararlarda vasıflı çoğunluk yani, üçte iki nispeti şarttır.Başlıca görevleri, norm denetimi yapmak; yani, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün şekil ve esas bakımından Anayasaya uygunluğunu denetlemek; anayasa değişikliklerinin ise, sadece şekil yönünden Anayasaya uygunluğunu incelemek.

Ayrıca, Yüce Divan sıfatıyla görev yaparak, birtakım üst görevlilerin, mesela Cumhurbaşkanının, Bakanlar Kurulu üyelerinin görev suçlarına bakar; bu münasebetle, Yüce Divan sıfatıyla görev icra eder.

Siyasî partilerin kapatılmaları davalarına bakar; siyasî partilerin malî denetimini yapar ve milletvekillerinin dokunulmazlığıyla veya üyeliğinin sona erdirilmesiyle ilgili Türkiye Büyük Millet Meclisi kararlarını denetler.

Bütçesi, 1998 yılı itibariyle, talep edildiği biçimde geçmiştir. Hükümet tarafından 548 milyar 500 milyon lira olarak teklif edilmiş, Plan ve Bütçe Komisyonumuz da bu teklifi aynen kabul etmiştir. Ben, Yüksek Mahkemenin Genel Sekreterliğiyle irtibata geçtim, acil ihtiyaçları olup olmadığını sordum; dediler ki, şu an için acil ihtiyacımız, geçici personel ihtiyacıdır, hizmetli kadrosudur. Onu da Hükümetimiz, herhalde, kısa sürede halledecektir. Bu bilinen hususlardan sonra, birtakım önerilerde bulunmak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, 20 nci Asrın sonuna gelirken, kanaatimce, bütün kurumlarımız gibi, Anayasa Mahkemesinin de yeniden yapılanması gerekmektedir. Bu konudaki değişiklikleri iki noktada toplamak mümkündür:

1. Anayasa Mahkemesiyle ilgili olarak, Anayasada yapılması gereken değişiklikler.

2. Bizzat Anayasa Mahkemesinin yapısında, bünyesinde yapılması gereken değişiklikler.

Anayasamızın maddelerinde yapılması gereken değişiklikleri, Anayasa Mahkemesi bakımından şu şekilde sıralamak mümkündür:

Her şeyden önce, Anayasamızdaki yargı yolunu tıkayan yasaklar kaldırılmalıdır. Bilindiği gibi, bugün, Anayasamıza göre, Cumhurbaşkanının, Yüksek Askerî Şûranın, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun kararlarına karşı, maalesef, yargı yolu kapalıdır.

Değerli arkadaşlarım, bilindiği gibi, Anayasanın 2 nci maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Anayasanın 104 üncü maddesine göre de, bu hukuk devletinin başı Cumhurbaşkanıdır. Cumhurbaşkanının yaptığı işlemlere karşı da, yargı yolu kapalıdır. Başka bir deyişle, hukuk devleti, kendi kurduğu mahkemeler nezdinde, kendi işlemlerine karşı, kendi vatandaşlarının hak aramasını engellemektedir. Bu tutumu, hukuk devletiyle bağdaştırmak mümkün değildir.

Öbür taraftan, adalet dağıtacak olan hâkimleri ve savcıları tayin eden Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun kararlarına karşı da yargı yolu kapalıdır. Bunu da hukuken kabul etmek mümkün değildir.

Keza, Yüksek Askerî Şûra kararlarına karşı da yargı yolu kapalıdır. Bunu, mutlak surette, kanaatimce, düzeltmemiz gerekiyor.

Bu arada, iktidar partilerine ve onu destekleyen Cumhuriyet Halk Partimize seslenmek istiyorum: Değerli arkadaşlarım, bu yasakları kaldırmak mı hukuk devleti bakımından çok daha önemlidir; yoksa, milletvekillerinin dokunulmazlığını sınırlandırmak mı?! Bunu öğrenmek istiyoruz.

Öbür taraftan, bilindiği gibi, yine, Anayasanın geçici 15 inci maddesine göre, 12 Eylül rejimi döneminde çıkarılmış olan kanunlara, kanun hükmünde kararnamelere ve birtakım tasarruflara karşı da yargı yolu kapalıdır; bunu da kabul etmek mümkün değildir. Bir hukuk devletinde, bazı kanun yahut kuralların, bile bile, Anayasaya aykırılıkları kabul edilemez; hele, aykırılıkları bilindikten sonra uygulanması yoluna gidilemez. Bu engelin de, mutlak surette kaldırılması lazımdır.

Öbür taraftan, olağanüstü hal dönemlerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelere karşı da yargı yolu kapalıdır. Bilindiği gibi, ülkemizin bir bölgesinde, aşağı yukarı yirmi yıldan beri, olağanüstü hal uygulanmaktadır. Bu bölgeyle ilgili olarak çıkarılan kanun hükmünde kararnamelere karşı yargı yolu kapalıdır. Ayrıca, bu yöremizde, idarenin yapmış olduğu birkısım işlemlere karşı da yargı yolu kapalıdır. Diğer birkısım işlemlere karşı ise yürütmeyi durdurma kararı verilememektedir.

Değerli arkadaşlarım, Anayasamızda, Anayasa Mahkemesi bakımından öngördüğüm diğer bir değişiklik de şudur: Anayasa Mahkemesine başvuracak olan mercilerin, yetkili makamların sayısı artırılmalıdır. Mesela, Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan her parti, mutlak surette Anayasa Mahkemesine başvurabilmelidir.

Değerli arkadaşlarım, Anayasa Mahkemesinin bizzat bünyesiyle ilgili olarak yapılmasını öngördüğüm başlıca teklifler de şunlardır:

1. Anayasa Mahkemesinde uygulanmakta olan asıl ve yedek üye ayırımına son verilmelidir.

2. Anayasa Mahkemesinin üye sayısı artırılmalıdır.

3. Parti kapatma davaları ile Yüce Divan sıfatıyla verilecek olan kararlarda vasıflı çoğunluk aranmalıdır.

4. Anayasa Mahkemesi yeniden yapılanmalı ve en az iki daireden oluşmalıdır. Bu dairelerden birisi anayasa dairesi, diğeri ise insan hakları dairesi olmalıdır.

Değerli arkadaşlarım, bilindiği gibi, Avrupa, bizi, Avrupa Birliğine üyelik için kabul etmemiştir. Temel gerekçe de, Türkiye'de insan haklarının çiğnendiği iddiasıdır.

Değerli arkadaşlarım, devletin yayımlamış olduğu resmî bildirilere, açıklamalara göre, Türkiye'de, yüzlerce değil, maalesef, binlerce faili meçhul cinayet vardır. Bu, resmî kayıtlarla tescil edilmiştir. Zanlısı da, maalesef, devletin kendisidir. Bir devlet, kendi vatandaşlarına zulmederek, haksızlık yaparak, hele hele faili meçhul cinayetler işleyerek kalkınamaz, çağdaş medeniyeti yakalayamaz, medenî toplumlar arasında yer alamaz. Bu münasebetle, diyoruz ki, Anayasa Mahkemesinde mutlak surette bir insan hakları dairesi kurulmalıdır. Bilindiği gibi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, birkısım davalara bidayet mahkemesi gibi, ilk derece mahkemesi gibi bakmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kamalak, Grubunuzun 3 dakika daha söz hakkı var; konuşmanızı toparlayın efendim.

Buyurun.

MUSTAFA KAMALAK (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Değerli arkadaşlarım, bilindiği gibi, Avrupa Birliği, 1994 yılında 11 inci protokolü kararlaştırmıştır. Bu protokole göre, Avrupa Birliğine üye olabilmenin temel şartı, insan haklarına saygıdır. O münasebetle, biz, mutlak surette, insan haklarını öne çıkarmak mecburiyetindeyiz. Bizim için -Refah Partisi bakımından- asıl olan, insan haklarıdır, daha çok demokrasidir, daha çok hukuktur.

Devlet, özü itibariyle, insan için vardır. Zamanımızda, özellikle modern ülkelerde, kutsal devlet anlayışı, yerini, kutsal insan haklarına bırakmıştır. Biz de, bu prensipleri, kendi ülkemizde, kendi insanlarımız için uygulamak mecburiyetindeyiz. Zira, her şeyin merkezinde insan vardır. İnsanı ihmal eden, onu küçük gören, onu tahkir eden bir sistem ayakta duramaz. Her şeyin merkezi insandır; insansız bir devlet, insansız bir ülke, hatta, insansız bir din bile düşünmek mümkün değildir.

Değerli arkadaşlarım, şu an, Türkiye'nin önündeki en önemli konu, bize göre, insan haklarıdır.

Anayasa Mahkemesinin bünyesiyle ilgili diğer bir talebimiz de, yüksek mahkemedeki yargılamanın mutlak surette açık olmasıdır. Zira, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 ncı maddesine göre, ceza davaları ile ceza niteliğindeki davalar, kamuya açık yapılmak mecburiyetindedir. Aksi bir uygulama, bozma sebebidir.

Değerli arkadaşlarım, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Refah Partisi Grubu adına konuşan, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mustafa Kamalak'a teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, gruplar adına ikinci sırada, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu bulunuyor. Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun ilk sözcüsü, Tunceli Milletvekili Sayın Orhan Veli Yıldırım.

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Yıldırım, Grubunuza ait toplam süre 40 dakikadır; süreyi hatipler kendileri ayarlayacaklar.

CHP GRUBU ADINA ORHAN VELİ YILDIRIM (Tunceli) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri, bütçesi nedeniyle Yüce Meclisin Genel Kurulunu teşrif etmiş değerli bürokratlar, bizi televizyonları başında izleyen saygıdeğer halkımız, yıllardan beri olağanüstü hal kapsamı içerisinde yaşamaya mahkûm edilen, layık görülen ve Anayasanın kendilerine tanımış olduğu haklardan yararlanmayan, evinden barkından olmuş, eksi 40 derecede, insanların barınması için elverişli olmayan barakalarında, bizi radyosu veya televizyonu -imkânını bulabiliyorsa- başında dinleyen Tunceli'nin Ovacık İlçesindeki vatandaşlarımız. (CHP sıralarından alkışlar) Türkiye'nin dört bir tarafında bu uygulamaya reva görülen tüm yurttaşlarımız sizleri, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına ve şahsım adına saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1997 yılı Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini, yine, Yüce Meclise ben arz etmiştim. Satırbaşlarıyla, o dönemde, Yüce Meclisin denetim mekanizmalarının, denetim yollarının -iktidarda kalma pahasına- çalıştırılmadığından, Anayasanın öngördüğü bu denetim yollarını, Yüce Meclisin, mutlak surette çalıştırması gerektiğinden bahsetmiştim; ne yazık ki, bu, bugüne kadar sağlanamamıştır. Yine, milletvekili dokunulmazlığının kürsü özgürlüğüyle sınırlandırılmasını, Yüce Meclisten, Grubum adına talep etmiştim; ne yazık ki, çok acıdır, geçenlerde yapılan oylamada, Yüce Meclis, iradesini bu yönde kullanamamış, gereken çoğunluk sağlanamamıştır. Bu, Yüce Meclisimiz için üzüntülü olmuştur. Yine, bu Mecliste, iki değerli üyemizin dokunulmazlıklarının kaldırılması söz konusu olduğunda, dokunulmazlığının kaldırılması istenilen bir sayın milletvekilimizin, bu Yüce Meclisin kürsüsünden sarf ettiği sözleri, çok açık ve net hatırlıyorum. Her yurttaşın, devletine bağlı olması, devletine sadakat göstermesi, hizmet etmesi asıldır; onun aksi, istisnadır. Ne yazık ki, bu kürsüden, bir değerli üyemizin bir şahsın, devlete olan sadakati karşılığı -uyuşturucu ticaretine bulaşmış olması, faili meçhul cinayetlere bulaştırılmış olmasını- bu devletin koymuş olduğu yasaların onun için çalışmamasını beyan etmesi, bu Meclis için büyük bir talihsizlik olmuştur.

Değerli milletvekilleri, 24 Aralık 1995 seçimlerinden bu yana -on gün sonra- bu Yüce Meclis, iki yılını doldurmak üzeredir. Enflasyon, yine, yüzde 100'lerde seyretmektedir. İşçiye baktığımızda; işçi sokaklarda, yine yürüyor. Öğrencilere baktığımızda; yine, üniversitelerimiz, temenni etmediğimiz, edemeyeceğimiz bir durumda; üniversitelerde, yine, öğrenciler ayakta.

Peki, doğu ve güneydoğu bölgelerindeki halkımız ne durumda: Ülkemizin bir bölümünde, sosyal barış son derece zedelenmiş ve kanama devam etmektedir. Bu Yüce Meclisin başta gelen görevi, ülkemizde, insanlarımızın -inancı ve etnik yapısı ne olursa olsun- birlikte, beraber, eşit ve müreffeh bir şekilde yaşamalarını sağlamaktır. Ne yazık ki, bugün, bundan bahsetmek mümkün değildir. Yine, 1998 malî yılı Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçesi görüşülürken, aynı temenni ve dileklerimizi tekrar ediyoruz.

Saygıdeğer milletvekilleri, Sayın Başkan; ülkemizin bir bölümünde "gıda kontrolü" dedikleri, gıda ambargosu devam etmektedir. Ne yazık ki, yapılan sağlık araştırmalarına göre, yaşlı insan, ilaçtan yoksun bırakılmaktadır. Bebeler yeteri kadar beslenememektedir. Ülkemiz, buna layık değildir. Bu insanlık ayıbının, bir an önce, Yüce Meclisin getirmiş olduğu yasal düzenlemelerle ve Hükümet üzerindeki kontrolüyle düzeltilmesini bekliyoruz.

Yine, 1997 yılında bahsetmiştik; kanun hükmünde kararnameler... Bu uygulama, Meclisi devre dışı bırakan bir uygulamadır. Anayasanın öngördüğü süre içinde kanun hükmünde kararnamelerin Yüce Meclisin denetimine sunulmaması, Yüce Meclis bakımından bir noksanlıktır.

Yine, 1997 yılında belirtmiştik; 1950 yılından beri, bu Parlamento, ekseriyetle sağ görüş ağırlıklı üyelerimizden ve partilerimizden müteşekkil olduğu için, kurulacak hükümetler, ekseriyetle, çoğunluğa dayalı, çoğunluğu elde tutan partilere dayalı hükümetlerdir. Bunun bir tek istisnasını, 55 inci Hükümet döneminde bu Parlamento yaşamıştır. Bir azınlık hükümeti olan 55 inci Hükümet, Cumhuriyet Halk Partisi tarafından dışarıdan güvenoyu verilmesi suretiyle hükümet olmuş ve o nedenledir ki, ülkenin temel zorunluluğu olan 8 Yıllık Temel Eğitim Yasasının geçmesi, Cumhuriyet Halk Partisinin baskısıyla olmuş ve Parlamentonun çoğunluğuna, iradesine dayalı hükümetlerin ülke için ne denli faydalı hizmetler getireceği de bu uygulamadan anlaşılmıştır.

Değerli milletvekilleri, Sayın Başkan; bu genel temennilerimi belirttikten sonra, Yüce Meclis... Enflasyon yüzde 100'lerde, işsizlik ülkede had safhada. 1995 seçimlerinden bu yana, gözle görülür -8 Yıllık Temel Eğitim Yasası dışında- hiçbir icraatını göstermek mümkün değildir; ancak, son zamanlarda, basınımızda büyük manşetlerle kamuoyuna duyurulan Meclisin idare tarzı... Geçen yasama yıllarında da, biz, parti olarak ifade etmiştik; Yüce Meclisin, kendi parlamenter demokratik cumhuriyet rejimimizin simgesi olan Yüce Meclisimizin, kendi personel uygulamasıyla, her hareketi ve her davranışıyla örnek olması gerekirken, ne yazık ki, bugün, bundan bahsetmek mümkün değildir.

Ülkemizde, 15 kişilik veya 100 kişilik kadro için 5 binlerin, 50 binlerin kuyruğa girerek stadyumlarda imtihana girdiği bir dönemde, sadece son Meclis Başkanı seçiminden önceki üç aylık dönemde, Yüce Meclisin çatısı altına, günde 4 kişinin ve iki yıl zarfında, 1 600 personelin, Yüce Mecliste istihdam edilmek üzere, imtihansız, koşulsuz, tamamen keyfî bir uygulamayla alındığı ortaya çıkmaktadır.

Yüce Meclisin kendi içinden seçmiş olduğu Başkanlık Divanı üyelerinin, imtihan yapılmaksızın, kendi çocuklarını ve yakınlarını işe almaları, Yüce Meclisimiz için bir talihsizlik olmuştur. Benim bu değerli milletvekili arkadaşlarımızdan, üyelerimizden ricam... İnsanlar sizi buraya seçerken, ülkenin ekonomisini düzeltmeniz için; insanlar sizi buraya seçerken, adil, eşit ve hakça davranmanız için seçmişlerdi. İşe giren çocuklarımıza bir şey demiyorum; ama, en azından bu uygulamayı düzeltmek için, lütfen, ya bulunduğunuz görevlerden istifa edin yada bu durumu düzeltin sayın üyeler.

BAŞKAN – Sayın Yıldırım, Grubunuza ayrılan sürenin 10 dakikası bitmiş bulunuyor.

ORHAN VELİ YILDIRIM (Devamla) – Teşekkür ederim sayın Başkan, bitirmek üzereyim.

Yine, Yüce Meclisimizi temsil eden Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığını temsilen yurt içinde ve yurt dışında onu ısrarla temsil ettiğini söyleyerek gezen arkadaşlarımızın kişisel hatalarından kaynaklanan ve zaman zaman hiç de istemediğimiz nahoş tavırlarla karşılanan arkadaşlarımızın, o kişisel zaaflarını, Meclis hükmî şahsiyetinin arkasına sığınarak, yuhalasanız da, taş da atsanız, ben, Meclisi temsilen burada bulunuyorum... Değerli arkadaşlarımızdan özellikle ricamız, kişisel hatalarımızdan dolayı, Meclisin arkasına sığınarak, Yüce Meclisin hükmî şahsiyetini yıpratmayalım.

Yine, Meclis Başkanımızdan ricamız, bu Meclis Başkanlığına tahsis edilen araçları, Türkiye'nin çeşitli yerlerinde kişisel işlerini görürken arkadaşlarımızın kullanmaları, orada, Meclis hükmî şahsiyetini temsil eder şekilde kendilerini ileri sürmeleri son derece yanlıştır. Bu, Yüce Meclisimize gölge düşürüyor. Değerli arkadaşlarımızın kişisel hatalarını, Meclis hükmî şahsiyetinin, Meclis Başkanlığının arkasına sığınarak örtmeleri Meclise gölge düşürür.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu konuda söyleyeceğimiz çok şey var; ancak, diğer konuşmacı arkadaşlarımızın haklarına riayet bakımından, Yüce Meclisi ve siz saygıdeğer milletvekillerini, Başkanlık Divanını saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan Tunceli Milletvekili Sayın Orhan Veli Yıldırım'a teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, Meclis kürsüsünde yapılan konuşmalarda Genel Kurula hitaben konuşulması, İçtüzüğümüzün koyduğu önemli bir kuraldır. Arkadaşlarımız bu kürsüden konuşurken, milletvekillerini, Genel Kurulda bulunanları selamlamakla, Yüce Türk Milletinin bütün fertlerini de selamlamış olurlar; ayrıca, tafsilata girerek, ilçelerde ve illerde bulunanları, televizyon başında izleyici olarak bulunanları selamlamak gereği yoktur. Zaten her arkadaşımızın burada kullandığı her saygı ifadesinden, milletimizin bütün fertleri de yararlanmaktadır; o saygıyı, buradaki arkadaşlarımız, milletimiz adına kabul etmektedir.

Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisinin ikinci grup sözcüsüne sözü vereceğim. 2 dakikalık arayı da dikkate alarak, İstanbul Milletvekili Sayın Cevdet Selvi'yi kürsüye davet ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Selvi.

CHP GRUBU ADINA M. CEVDET SELVİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhurbaşkanlığı bütçesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüş ve düşüncelerini sunmak üzere huzurunuzdayım; Grubum ve şahsım adına, hepinize saygılar sunarım.

Bilindiği gibi, Cumhurbaşkanı devletin başı, Cumhurbaşkanlığı makamı da devletin en yüce makamıdır. Gerekçesi, niyeti farklı da olsa, görev ve yetkileri Anayasada belirtilen bu önemli makamı, kimsenin yıpratmasını, itibar zaafına uğratmasını uygun görmeyiz. Bu bakımdan, Cumhurbaşkanlığı bütçesini değerlendirirken daha duyarlı olmamız, bu makama özen göstermemiz, demokrasiye, bu demokratik sisteme bağlılığımızın ve sorumluluğumuzun gereği olacaktır.

Sayın milletvekilleri, yıllardan beri uygulanan politikalar, her yıl yapılan bütçeler, sözde alınan ekonomik önlemler, ülkeyi çok yönlü sorunlarla karşı karşıya getirmiştir. Millî gelir dağılımındaki dengesizlik uçurum boyutuna ulaşmış, sosyal barışı tehdit eder hale gelmiştir. Enflasyon, işsizlik, yoksulluk, haksızlık artarak yaygınlaşmış, halkı yaşamdan bıktırıp bunalım noktasına getirmiştir.

55 inci Hükümetin hazırladığı 1998 bütçesinin de, geçmiş hükümetin önceki yıllarda hazırladığı bütçelerden farkı yoktur; yanlış kararların, yanlı politikaların ve uygulamaların devamı olduğu açıkça görülmektedir. Cumhurbaşkanlığı bütçesi de, 1998 bütçesinin bir bölümü, bir parçası olması nedeniyle, aynı olumsuzlukları, aynı çelişkileri içermektedir. Bir taraftan enflasyonun düşürüleceği söylenir, yoksul halktan alışkanlık haline gelmiş özveri istenirken, kamu harcamalarında tasarruf yapılacağı açıklanırken, Cumhurbaşkanlığı bütçesinin yaklaşık 8 trilyondan 19 trilyona çıkarılması bir çelişkidir; en azından, yapılan açıklamalara uygun değildir. Ayrıca, pek çok gelişmiş ülkede bile rastlanmayan devasa kamu binaları Türkiye'de moda haline gelmiştir. Halka verdiği hizmetle doğru orantılı olmayan bazı lüks bakanlık, genel müdürlük ve benzeri binalar, gereğinden fazla kullanılan binek otoları, kamu harcamalarındaki israfın kanıtı olarak her gün karşımızda durmaktadır. Buna devam edildiği ve edileceği de 1998 bütçesinin her bölümünde göze çarpmaktadır.

Elbet, Türkiye Cumhuriyeti büyüktür; yabancılara, önemli konuklara bunu göstermek gereklidir; bu, milletimizin, devletimizin onurudur; ancak, yeterli değil, ölçü de sadece bu değildir. Sağlık tesislerinin, hastanelerin, okulların, üretim alanlarının, altyapının, fabrikaların, insan hak ve özgürlüklerine gösterilen duyarlılığın, kişi başına düşen millî gelirin, enflasyon oranının ve halkın yaşam standardının, diğer devlet ve milletler karşısında bu görkemli kamu binalarından daha fazla bizim onurumuzu, saygınlık ve etkinliğimizi artıracağı unutulmamalıdır. Bütçeler sözde değil, bu gerçek anlayışla hazırlanmalıdır. Bu konuda da, önemli devlet kurumları örnek olmalıdır. Ne yazık ki, 1998 bütçesinin tümü gibi, Cumhurbaşkanlığı bütçesi de, bu niteliği ve özelliği taşımamaktadır. Tabiî ki, bu, Sayın Cumhurbaşkanımızın değil, bütçeyi hazırlayan görevlilerin ve sorumlu olan 55 inci Hükümetin değerlendirmesi ve anlayışının sonucudur.

Değerli milletvekilleri, 1997 bütçesinde de, pek çok parti sözcüsü, bu kürsüden, Susurluk olayı başta olmak üzere, devlet kurumlarında oluşan çete iddialarının aydınlatılması için, Devlet Denetleme Kuruluna inceleme ve araştırma yaptırılmasını Sayın Cumhurbaşkanından ısrarla talep etmişler; Anayasanın "Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri" başlıklı 104 üncü maddesindeki yetkisini kullanmasını istemişlerdir; ancak, Sayın Cumhurbaşkanı bunu uygun görmemişlerdir. Her şeye rağmen, Devlet Denetleme Kurulunun, bu konuda inceleme ve araştırma yapmasının, savsaklanan, unutulan, halkımızı da o oranda huzursuz eden bu konunun aydınlatılmasında yararlı olacağı ve katkı sağlayabileceği kanaatimi tekraren belirtmek istiyorum. (CHP sıralarından alkışlar) Tabiî ki, Sayın Cumhurbaşkanımızın bu yetkisini kullanıp kullanmama takdiri kendilerine aittir.

Sayın milletvekilleri, rejimin tehdit altında bulunduğu ortamda, acil çözüm bekleyen sorunların yaşandığı koşullarda, ülkenin bugününden ve geleceğinden kaygı duyan yurttaşlar, sendikalar, meslek kuluşları, sivil toplum örgütleri demokratik tepkilerini çeşitli eylemlerle ortaya koymuş, 55 inci Koalisyon Hükümetinin oluşumuna katkıda bulunmuşlardı; olağanüstü destek de verilmişti. Halkın temel sorunlara umutla, ivedi çözüm beklediği, Hükümetten verdiği sözlerin gerçekleşmesini istediği ortamda yeni bir tartışma açılmak istenilmiştir; bu, pek ilgi görmemiştir. Tekrar, Hükümetin vaatlerini unuttuğu, yolsuzluklar, rüşvet ve çeteler konusunda olumlu bir gelişme sağlayamadığı, rantiyeye destek verip halkı büyük zam yağmuruna tuttuğu, enflasyonu gerçekçi bir şekilde düşürme, gelir dağılımındaki büyük adaletsizliği giderme konusunda inandırıcı bir önlem almadığı ortamda, yine, bir sistem, başkanlık sistemini tartışma zorlamaları yeni bir huzursuzluk ve umutsuzluk kaynağı olmuştur.

Sistemin tıkandığı iddialarının gündeme getirilmeye çalışılması, toplumda yeni kuşku ve kaygıların artmasına neden olmuştur. Bu konu da, bazı çevrelerde, bugüne kadarki uygulamaların başarısızlığını sisteme yükleme çabası olarak değerlendirilmiştir. Bu tartışmanın, bundan sonra gelecek başarısızlıkların da kamufle aracı olarak kullanılmak istenildiği söylenilmiştir. Bu sistemi yozlaştıranların, kurallarına uymayanların kendi yanlış hesap ve uygulamaları sonucu ürettikleri sorunları çözemeyeceklerinin açık ifadesi olarak görülmüştür. Kamuoyunun dikkatinin dağıtılması veya başka yöne çekilmesi, halkı oyalama gayreti olarak nitelendirilmiştir. Yeni bir sistem tartışması açmak yaşanan gerçekleri saptırmak olarak özetlenmiştir.

Sayın milletvekilleri, aslında, tıkanan sistem değil, bu sistemi, kurallarına göre uygulamayan ve uygulatmak istemeyenlerin olduğu açıkça bellidir. Dünyada aynı sistemle kalkınmış, gelişmiş ülkelerin çoğunlukta olduğu unutulmamalıdır. Sonu belirsiz, yararsız, hatta tehlikeli olabilecek, toplum ve devlet yapımıza uymayan yeni sistem dayatması, yanlış adreste çözüm aramak anlamına gelecek, zaman kaybettirecektir; Türkiye'nin de buna tahammülü yoktur. Bunun için, var olan sisteme işlerlik kazandırmanın işlevini yerine getirecek önlemleri almanın yeni maceraya atılmaktan daha yararlı olacağı kanaatimi de belirtmek istiyorum.

Sayın milletvekilleri, son olarak, bizi ve tüm kamuoyunu üzen bir olaya değinmek istiyorum: 15 Aralık 1997 Pazartesi akşamı,Sayın Uğur Dündar'ın hazırladığı Arena programında yer alan çarpıcı konu. Şimdiye kadar cezaevlerinden kaçırılanları, suçlu olduğu halde cezasını çekmeden yurt dışında keyif sürenleri çok duyduk, gördük.

BAŞKAN – Sayın Selvi, Grubunuza ait ikinci 10 dakikalık bölüm de tamamlanmıştır. Konuşmanızı toparlayın lütfen.

M. CEVDET SELVİ (Devamla) – Hemen toparlıyorum.

Hep bu haksızlık ve adaletsizliğin önlenmesini istedik. Ancak, bu kez de yargı tarafından cezalandırılan bir kişinin cezaevi yerine lüks mekanlarda ağırlandığını, istirahata alındığını tüm açıklığıyla ve ibretle izledik. Cezaevlerindeki binlerce insanın, yaşam koşullarının uygun olmadığı ortamda bulunduğu, sağlıklarıyla ilgilenilmediği, doktor, ilaç gibi ihtiyaçlarının bile karşılanmadığı günümüzde, bir başka suçluya tanınan bu ayrıcalığı, ne insanî açıdan ne de hukuk devleti olmanın gerekleri açısından içimize sindiremedik. (CHP sıralarından alkışlar)

Yasalara aykırı, Anayasanın eşitlik ilkesine ters bu uygulamanın, devlete olan güveni bir kez daha zedelediği açıkça ortadadır. Bazı başhekimlerin, cezaevi yetkililerinin tanık ve ortak olduğu bu olayı, Sayın Cumhurbaşkanımızın aydınlatarak, yeniden hakkın ve adaletin gereğini yerine getireceğine, kamu vicdanını rahatlatacağına inanarak, bu bütçenin hayırlı olmasını diler, hepinize saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan Sayın Cevdet Selvi'ye teşekkür ediyorum.

Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisinin üçüncü sözcüsüne söz veriyorum.

İzmir Milletvekili Sayın Veli Aksoy; buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA VELİ AKSOY (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayıştay bütçesi hakkında, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; grubum ve şahsım adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Hukuk devletinin temel taşlarından biri olan Sayıştay, 1862 tarihinde kurulmuş ve yüz yılı aşkın mazisiyle varlığını sürdüregelmiş olan bir kurumumuzdur. 1982 Anayasasının 160 ıncı maddesinde de Sayıştayın görevi belirlenmiştir. Sayıştay, genel ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemekle görevlendirilmiş bir kurumumuzdur.

Değerli arkadaşlarım, ülkemizde giderek sosyoekonomik gelişmelerin değişmesi, gelir ve giderlerin miktar, nitelik ve sayı olarak artması, enflasyonun yüksek oranlarda seyri, fonların, belediyelerin kurduğu veya katıldığı şirketlerin oluşması, özelleştirmenin bir siyasî ve ekonomik amaç olarak uygulama alanına geçmesi gibi birçok gelişme ve değişim, günümüzde, Sayıştayın klasik denetim ve yargılama yöntemlerini yetersiz hale getirmiştir.

Tarafsız ve bağımsız bir anayasal kuruluş olan Sayıştayın denetim ve yargılama işlevi, hukuk ve ekonomi açısından hayatî önemi haizdir. Bu işlevin yerine getirilebilmesi ise, Sayıştayın bugünkü yapısı ve denetim sistemiyle mümkün görülmemektedir. Şu halde, Sayıştayın gelişen sosyoekonomik koşullara uyum sağlayacak şekilde yeniden yapılanması, mensuplarının bu yeni yapılanmaya göre yetiştirilmesi, denetim sisteminin yeni koşullara göre modernleştirilmesi zorunlu bir hal almıştır. Yeniden yapılanma iddiasıyla, 832 sayılı Sayıştay Yasasında değişiklik yapılması için Sayıştay Başkanlığınca hazırlanan yasa teklifi, geçen dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi idare amirlerince imzalanmış, Parlamentonun gündemine gelmiş ve kabul edilmiş; ama, daha sonra, 17 maddelik bu yasanın yarısına yakın bir bölümü, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Bu yasanın, bir reform niteliği taşımadığı, daha çok, Sayıştay Birinci Başkanı ve üyelerinin seçimine ilişkin konuları kapsadığı açıkça görülmüştür.

Sayıştaya ilişkin olarak yapılan kanun tasarı ve teklifleri, aslında, Sayıştay Genel Kurulunun görevleri arasında olmuş olmasına rağmen, ne yazık ki, Sayıştay Genel Kurulunun, bu konuda görüşü alınmadan hazırlanmış ve daha sonra da böylesine bir konumla karşı karşıya kalınmıştır.

Sayıştay Birinci Başkanlığı görevi, kamuoyunda, 1995 yılından beri tartışma konusu olmuştur. Hukuk düzeni açısından önemli bir işlevi yerine getirmesi gereken bu anayasal kurumun Birinci Başkanlığı görevinin, medyada ve kamuoyunda yıllardır tartışılır konuma gelmesi ve halen de tartışmanın sürmesi, hem kuruma hem hukuk devleti anlayışına zarar vermektedir. (CHP sıralarından alkışlar)

Şu anda fiilen görevde olan Birinci Başkanın seçimine dayanak teşkil eden yasa, Anayasa Mahkemesince iptal edilmiştir. İptal edilen yasaya göre, Sayıştay Başkanı dört yıl için seçilmiştir. Hiç iptal davası açılmasa idi, dört yıl sonunda görevi bitecek olan Sayıştay Başkanı, Anayasa Mahkemesi kararı aleyhine olduğu ve dört yıllık süre de dolduğu halde, görevi bırakmamıştır; yani, yapılan şahsa yönelik yorumlarla, aleyhe mahkeme kararının, şahıs lehine sonuç vermesi sağlanmıştır. Dünyanın hiçbir hukuk düzeninde, aleyhe bir mahkeme kararının, fiilen lehe sonuç verdiği görülmemiştir. Bu konuda görevi bıraktıracak güç olan Meclis Başkanlığı da, bu harekete kayıtsız kalmış ve yeterince ilgilenmemiştir; dolayısıyla, Sayıştay Birinci Başkanlığı görevi, hukuken bir kaosun içerisine sürüklenmiştir.

Değerli arkadaşlarım, Anayasa Mahkemesi iptal etmiş olmasına rağmen, 1995 yılında, görev süresi biten Birinci Başkan, halen görevini sürdürmektedir.

Sayıştay denetimi ve yargılamasıyla, bu işlemler sonucu, Sayıştay ilamlarının uygulanır hale gelmesi çok uzun zaman almakta, ilamların çok azı, yüzde 4 civarındaki bir bölümü uygulanabilmektedir. Daha hâlâ Sayıştay Yasasında, anaparanın -yani, Sayıştay mensupları tarafından yapılan denetimler sonucunda, eğer belli bir rakam ortaya çıkarılmışsa, bu rakamın- ancak yüzde 10 faizle alınabildiği görülmüştür. Günümüz Türkiyesinde yüzde 100 faizin oluştuğu bir ortamda, yüzde 10 faizi, tabiî ki, karşıdaki müteahhit veya şahıs ödememekte ve yıllarca o parayı devlet alamamaktadır.

Sayıştay için yapılması gereken reform kapsamında, denetim ve yargılamanın hızlandırılması ve sonuç alınır hale getirilmesi için, yasal değişiklikler yapılmalı, yaptırımlar uygulanmalıdır. Bu anlamda, Sayıştay Yasasında yer alan ve günün koşullarına uymayan maddeler, mutlaka değiştirilmelidir.

Belediyeler ve özel idareler, sermayenin tamamını veya bir kısmını sağlayarak şirket kurmakta ve bu şirketler aracılığıyla -ihaleler dahil- yüksek miktarlarda harcamalar yapmakta, hesaplarını ise, yasal boşluk nedeniyle, Sayıştay denetleyememektedir. Bugün, ülkemizde, belediyelerin ve özel idarelerin kurduğu şirket sayısı 700'e ulaşmıştır. Bu şirketler, biraz önce belirttiğim şekilde, denetlenememektedir. Bunların tarafsız, bağımsız ve anayasal bir kuruluş olan Sayıştay tarafından denetlenmesi, yasal değişimle uygun bir hale getirilmelidir diye düşünüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, Sayıştay denetçilerince Hazine mensuplarının incelenmesi sonucu yapılan tespitte, yabancı petrol şirketlerine yapılan kur farkı ödemelerinde, çok yüksek miktarda fazla ödeme saptanmıştır. 1984 ilâ 1996 tarihleri arasında ithal edilmiş sermayelerine mahsuben yurt dışına yaklaşık 630 milyon Amerikan Doları olarak kur farkı ödemesi gerçekleşmiş ise de, yapılan denetim sonucunda -6326 sayılı Petrol Yasasının 116 ncı maddesinde, yabancı petrol şirketlerine yurt dışına yaptıkları transferler için kur farkı ödeneceğine ve bu şirketlerin kur garantisinden yararlanacağına ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır- yasalara aykırı olarak yapılan bu ödeme tespit edilmiştir. Ayrıca, Sayıştay yargısına intikal eden bu durum, basına da yansımış gözükmektedir.

BAŞKAN – Sayın Aksoy, Grubunuza ayrılan üçüncü 10 dakikalık dilimin bitmesine 1 dakika kalmıştır; konuşmanızı toparlayın efendim.

VELİ AKSOY (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayıştay mensuplarının çalışma koşullarının da olağanüstü kötü durumda olduğu gözükmektedir. Beş denetçisinin aynı odada kamyonlar dolusu hesabı incelediği, görev yaptığı düşünülürse, Sayıştayın yeni binasının bir an önce bitirilmesi gerektiği düşüncesindeyiz. Aynı şekilde, buradaki bilgisayar donatımının da yeterli olmadığı gözükmektedir; bilgisayar donatımının da günün şartlarına uygun hale getirilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.

Yine, son yıllarda, Sayıştayla ilgili olarak, Sayıştayın meslek mensuplarının yurtdışı görevlendirmelerinde objektif kıstaslara yeterince uyulmadığı, bu konuda idare mahkemeleri nezdinde -görevlendirme işlemlerinin iptali için- açılan davaların kazanılmış olmasından anlaşılmaktadır.

Şu halde, Sayıştay işlevinin temelini teşkil eden Sayıştay denetçilerinin görevlerini tam bir tarafsızlık içerisinde ve verimli olarak yürütebilmeleri için, Sayıştay idaresinin tam bir tarafsızlık ve objektiflik içerisinde olması zorunludur. Son yıllarda, Sayıştay idaresinin eylem ve işlemlerinin tarafsızlık imajını zedelediği iddiaları gündemden düşmemiştir. Bu durumun ise, kuruma zarar verdiği açıktır.

Sevgili milletvekilleri, değerli arkadaşlarım; Sayıştay bütçesinin ülkemiz için hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan İzmir Milletvekili Sayın Veli Aksoy'a teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun bu turdaki dördüncü sözcüsü, Ankara Milletvekili Sayın Seyfi Oktay; buyurun Sayın Oktay.(CHP sıralarından alkışlar)

CUMHURİYET HALK PARTİSİ GRUBU ADINA MEHMET SEYFİ OKTAY (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasa Mahkememizin 1998 yılı bütçesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini sunmak üzere huzurlarınızdayım. Bütçenin, ulusumuz ve ülkemiz için hayırlı olması dileğimizle, Yüce Meclisi, şahsım ve Grubum adına, saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Anayasa Mahkememizden söz açıldığında, Yüce Mahkemenin, demokratik sistemin, hukuk devletinin, temel hak ve özgürlüklerin başta gelen güvencelerinden biri olduğunu hep vurgularız. Ne var ki, bu soyut beyanlar, Yüce Mahkemenin işlevini gereğince yerine getirmesinin koşullarını oluşturmaya yetmiyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yargıdan söz edilince akla ilk gelen kavram, bağımsızlıktır. Bağımsızlık, sıkça vurgulanan belli konularla sınırlı değildir. Yargı için bağımsızlık, yasama, yürütme karşısında kayıtsız koşulsuz bağımsızlığı ifade eder. Yasama ile yürütme arasındaki güç dengelemesi, yargı için söz konusu olamaz. Yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesini sağlayan kurum ve ilkeler yanında, yargının, malî ve yönetsel bağımsızlık ve özerkliğini sağlama zorunluluğu, giderek daha somut bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Gerçek hizmetler karşılığı konulan ödeneklerle, Maliye Bakanlığı, kendi düzenlediği genelgelerle oynayabiliyor, müdahele edebiliyorsa, bütçenin uygulanmasında, hizmetlerin gerçekleştirilmesinde yürütmenin iradesi geçerli oluyorsa, yargıcın hizmet ve binek aracı, bir bakanın, hatta bir genel müdürün veya müdürün talimatıyla alınıp verilebiliyorsa, yargının gerçek anlamda bağımsızlığından nasıl söz edebiliriz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tüm yüksek mahkemelerimizi malî ve yönetsel açıdan tam bağımsız kılacak anayasal ve yasal düzenlemeleri yapmak zorundayız. Yüksek mahkemelerin bütçelerini, bu anlayışla kurallara bağlamak ve düzenlemek zorundayız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şu husus iyi bilinmelidir ki, yargının denetim alanını ne ölçüde sınırlandırmışsanız, yargının etkinliğini ne ölçüde azaltmışsanız, hukuk devletinden o ölçüde uzaklaşmış olursunuz. Ne yazık ki, 1982 Anayasası, Anayasa Mahkememizin denetim alanını çok önemli ölçüde kısıtlayıcı hükümler taşımaktadır. Anayasa Mahkememizin,Anayasaya ve demokratik ilkelere aykırılıkları denetleme, gelişen ve çeşitlenen toplumsal gereksinimlere göre çağdaş yorumlarla hukuk devletini geliştirme ve pekiştirme konusundaki yetkileri, sanıldığından da fazla kısıtlanmış ve sınırlandırılmıştır. Hukukun etkinliğinden, insan hak ve özgürlüklerinin güçlenmesinden korkan ve bunları felaketin habercisi olarak gören anlayış, hiçbir hukuk devletinde veya demokratik devlette benzerine rastlanmayan bir düzenleme yapmıştır.

Bugün, 12 Eylül askerî yönetiminin oluşturduğu yüzlerce kanun ve kanun hükmünde kararname ve hatta kararlar yürürlüktedir. Zamanın yönetimi, 1982 Anayasasından önce, bu yüzlerce kanun ve kanun hükmünde kararnameyi yürürlüğe koymuştur. Bu kanun ve kanun hükmünde kararnameler, bir Anayasa hükmüyle, Anayasa Mahkemesinin denetim alanı dışına çıkarılmıştır. Bunun anlamı açıktır; 1982 Anayasasının gerisinde olan bu hükümler, Anayasa Mahkemesinin denetimine bırakılırsa, Anayasaya, demokrasiye, hukukun temel ilkelerine aykırılık nedeniyle iptal edilirler. Bir kanun veya kanun hükmünde kararname hükmü Anayasayla çelişiyorsa, kuşku yok ki, yürürlükte olan kanun veya kanun hükmünde kararname hükmü geçerli olmakta ve uygulanmaktadır. O halde, sayıları 700'leri aşan bu düzenlemeler karşısında birçok Anayasa hükmü işlememekte ve yürümemektedir.

1995 yılında yapılmak istenen anayasa değişiklikleri, Anayasanın geçici 15 inci maddesinin "Millî Güvenlik Konseyi zamanında çıkarılan kanunlar, kanun hükmünde kararnameler ile 2324 Sayılı Anayasa Düzeni Hakkında Kanun uyarınca alınan karar ve tasarrufların Anayasaya aykırılığı iddia edilemez" diyen hükmünün kaldırılmasını ve bunlarla ilgili Anayasa Mahkemesinin denetimini öngören bir hükmü de taşıyordu. Bu anayasa değişiklik önergesi, 450 milletvekilinden 301'inin imzasını taşıyordu. Ne yazık ki, muhafazakâr partilerin milletvekilleri kendi imzalarına dahi sahip çıkmadılar. Bu değişiklik önerisi reddedildi. Bu ne demektir; bu, 12 Eylül hukukuna el dokundurmam, statükoyu korumakta kararlıyım demektir. Üzüntüyle belirtelim ki, bu partiler, önemli bir demokrasi sınavında sınıfta kalmışlardır.

Değerli arkadaşlarım, yalnızca ve sıkıştıkça Millî Güvenlik Kurulu kararlarına karşı tavır almakla, demokratikleşmeyi, bir başka ifadeyle, sivilleşmeyi sağlayamazsınız (CHP sıralarından alkışlar) 12 Eylül hukukunu ve onun oluşturduğu oligarşik yapıyı aşmadan, kapsamlı ve köktenci bir dönüşümü gerçekleştiremezsiniz; o çok bildiğinizi sandığınız ekonomik sorunları, kronikleşmiş enflasyon hastalığını tedavi edemezsiniz; temiz topluma ulaşamazsınız; hele çeteciliği hiç çözemezsiniz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Oktay, Grubunuzun 3 dakika daha süresi var; buyurun efendim, tamamlayın.

M. SEYFİ OKTAY (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bilinmelidir ki, ülkenin yaşadığı sorunların temelinde, 12 Eylül hukuku, sistemi yatmaktadır.

Değerli milletvekilleri, Anayasa Mahkememizin denetim alanını sınırlayan hükümleri bir bütünlük içerisinde ele alıp, zaman geçirmeden Anayasa Mahkemesinin önünü açmak zorundayız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasa Mahkemesinin denetiminden pek de memnun olmayanlar, Mahkemenin yürütmenin durdurulması kararlarına yoğun eleştiriler getirmektedirler. Oysaki, bir yerde yargılama yetkisi varsa, yürütmeyi durdurma yetkisi de, o yetkinin ayrılmaz bir parçası olarak ve çok doğal olarak vardır; aksi halde, konusu kalmayan bir yargılama, bir angaryadan ibaret kalır. O nedenle, Anayasa Mahkemesinin bu kararlarını, hakkın ve hukukun gerçekleşmesi ve anlamlı bir yargı için çok yerinde ve olumlu buluyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hukuk devletinin gerçekleşmesi açısından çok önemli bir sorun da, Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmasında yaşanmaktadır. Üzüntüyle ifade edelim ki, yasama ve yürütme, Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmasında asgarî duyarlıktan uzak bulunmaktadır. Bakınız, Anayasanın 153 üncü maddesinin son fıkrasında "Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar" deniliyor. Anayasanın bu hükmü, yasama ve yürütme tarafından çok sık ve yoğun biçimde çiğnenmektedir. Bu yoldaki uygulamaların son bir örneğini sunmak istiyorum:

Hatırlanacağı üzere, 1988 yılında, ara yerel yönetim seçimlerini kısıtlayan, daha az sayıda ara yerel seçim yapılmasını sağlayan bir yasal düzenleme yapılmıştı. Anayasa Mahkemesi "bu düzenlemenin yerinden yönetim ilkelerine açık bir aykırılık oluşturduğunda duraksamaya yer yoktur; incelenen kural, çağdaş Batı demokrasilerinin en güçlü niteliği olan katılımcılığın sürekli biçimde etkin olma öğesini önemli ölçüde zedeleyerek, bireyleri ve toplumu kamu işlerinde söz sahibi olmaktan uzaklaştırmaktadır" gerekçesiyle bu yasayı iptal etti. Kısa bir süre sonra, 20.3.1997 tarihinde çıkarılan yasayla, bırakın ana yerel seçimlerin sınırlandırılmasını, ara yerel yönetim seçimlerinin tümünün yasaklanması sağlandı. Toprak satış yasasında, kıyı yasasında, vergi yasalarında, by-pass olarak adlandırılan yasada ve daha birçok yasada hep böyle oldu.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; üzülerek görmekteyiz ki, yürütme de, Anayasanın 153 üncü maddesinin son fıkrasını çiğnemekten çekinmemektedir. Bilindiği gibi, türbanı üniversitelerde serbest bırakan yasa hükmünü, Anayasa Mahkemesi "dinsel kurallardan arındırılmış, akla ve bilime dayanan, dinsel inancı kişilerin vicdanlarına bırakan devlette, hukuk düzeninin dinsel gereklerle sağlanıp sürdürülmesi benimsenemez" gerekçesiyle iptal etti. Bugün, birçok üniversitemizde, Anayasa Mahkemesinin bu kararı pervasızca çiğnenmektedir; rejimin burun buruna geldiği tehlikelere karşın, oy kaygısından kurtulamayan siyasal iktidarların gözleri önünde çiğnenmeye devam ediliyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hukuk devleti ve demokratik devlet ilkelerini, kurumlarını ucundan kenarından zedeleyerek ülkede huzuru, güveni, dayanışmayı sağlamak, bir hamhayal işidir. Biz, CHP olarak, hukukun ve demokrasinin olmazsa olmaz ilkelerine hep kalkan olmuşuzdur; olmaya da devam edeceğiz.

Şahsım ve Grubum adına, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan Ankara Milletvekili Sayın Seyfi Oktay'a teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, Doğru Yol Partisi Grubu sözcülerine sıra geldi. Doğru Yol Partisi Grubunun ilk sözcüsü, Amasya Milletvekili Sayın Ahmet İyimaya. (DYP sıralarından alkışlar)

Sayın İyimaya, Grubunuza ayrılan süre 40 dakikadır; ona göre konuşmanızı ayarlayacaksınız zannediyorum.

Buyurun.

DYP GRUBU ADINA AHMET İYİMAYA (Amasya) – Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın başında, DYP ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, milletin temsil edildiği, onun taleplerinin siyasal platforma taşındığı yegâne organdır. İktidarın, bütün cazibesiyle, yürütme organında ya da başka odaklarda tecelli etmesinin Parlamentoyu ikinci plana itici bir sonuca yol açtığı, zaman zaman dile getirilmektedir; ancak, ciddî ve analitik tahlil, Parlamentonun, kurucu, yasa koyucu ve denetleyici güç olarak değerlerini ve değerini koruduğunu ve uzak geleceklerde de koruyacağını göstermektedir.

Türk Parlamentosu, uzun tarihî birikimine, Kurtuluş Savaşı dahil, büyük başarılarına ve krizleri, nadir de olsa, dönüştürme yoluyla aşmış gibi görüntüler sergilemesine rağmen, henüz kurumsallaşamamıştır. Ataletin ve rehavetin karbondioksitli sisleri, Parlamentonun kimliğine ve çalışma düzenine sinmiştir. Meclisin canlı unsuru olan milletvekilleri, hükmî unsuru olan siyasal partiler, temsil-yönetim organı olan Divan ve Başkan, giderek komisyonlar ve devletin yeniden yapılanmasına direnen odaklar, kurumsallaşma ve zayıf performans sorununun doğrudan sorumlularıdır.

Meclisin dışında kalan kişi ve kuruluşlara, sunulan bu başarısızlık karşısında, tenkit nağmelerini güftelemek ve bestelemek kalmaktadır. Ararejim mühendislerinin yapay gerekçeleri, çoğu zaman, bu zaaf manzaraları üzerine inşa edilmektedir.

Yüce Parlamento, herhangi bir krizi veya darbeyi beklemeksizin, düşük yoğunluklu demokrasi gerçeğini de sindirme gereğini duymadan, özeleştirisini yapmak ve buna göre, yeni bir kimlik kazanmak zorundadır. Kendilerini gözetleyebilen, denetleyebilen yapılar, doğru sanılan yanlış kalıplardan sıyrılmayı ve yenileşmenin akılcılığını kolay sağlarlar.

Bugünkü konuşmamda, Parlamentomuzun bilinen veya saklı sorunlarından bazıları üzerinde durmaya çalışacağım. Parlamentoyu gerçek ve itibarlı bir güç haline getirmek, bu uğurda öneri ve görüşleriyle katkıda bulunmak, düşünen ve üreten herkesin, ulusal ve hukuküstü görevi olsa gerektir. Bu önerilerimden birincisi, Türkiye Büyük Millet Meclisine bağlı olarak Parlamento enstitüsü veya akademisinin kurulması önerisidir.

Değerli arkadaşlar, Türk Parlamentosu, deney ve bilginin en az kullanıldığı, müzakerelerin retorik, hamaset nutku seviyesinde cereyan ettiği, hedef saptırma için bulunmaz fırsatlar zincirini sergileyen tipik ve ender örneklerdendir.

Milletvekili, aslî görevi olan yasa taslağı üretme, özgürlükleri koruyup geliştirme ve toplumun çoğulcu renklerini üst yapıya taşıma görevleri için, zamanın asgarîsini dahi harcama imkânından mahrumdur. Demokrasinin asıl cevheri olan seçmenlerin ziyaret ve talepleri, parti faaliyetleri, siyasal geziler, komisyon üyelikleri, milletvekilini biyonik adam yerine koyan ve zamanı hortumlayan sebeplerdir.

Milletvekili, yasa teklifini ve bunun için zorunlu olan araştırmasını hangi zamanda gerçekleştirebilecektir? Öte yandan, Parlamento, yazılı iki temel kaynağına -yani, Anayasa ve İçtüzüğe- rağmen, bir uygulama kargaşası içerisindedir. Teamülleri -o da varsa- henüz derlenmiş değildir. Herhangi bir sorunda, önceden sergilenmiş uygulamalardan, o anda, kazara bulunabilmiş herhangi bir uygulama, Divanın ve Başkanın cansimididir. Parlamento hukukunun ve bilimin verileri, değişim ve gelişim, özeleştiri, kısır ve yanlış uygulamalar için fazladan değerlerdir. Bilgi toplumu ve bilgi çağında, değerli Parlamento bürokratlarının hafızalarıyla yetinen bir aygıtın, zamanımızın dışında kalması gerektiğini söylemek, manzarayı tarif etmekten uzak bir nezaket izharı olsa gerektir.

Parlamentonun bu yapısal ve işlevsel bozukluğunun kurumsal çaresi, enstitü veya akademidir. Bu kuruluş, milletvekilleri, Divan ve komisyonlar için bilgi üretecek -dikkatle söylüyorum arkadaşlar- hükümetin ve bürokrasisinin manipülasyonlarından korunmayı sağlayacak, etkin yasama için evrensel uygulama ve gelişmeleri derleyip, aktaracaktır. Enstitü, parlamento hukukunun emsal ve gelenek kaynağını depolayacak, sistemleştirecek, bilimsel boyutta kritiğini yapacaktır. Kütüphane ve araştırma servisleri, bu kurumun içinde yer alacaktır.

Hatırlanmalıdır ki, bugün, Amerika Birleşik Devletlerinin, kongre araştırma servisi için ayırdığı yıllık bütçe tutarı 57 milyon dolardır. Bu servis, 1913, 1946, 1970 tarihli yasal düzenlemelerle kurumsal çatısına oturmuş ve parlamentosuna taze bilgiler sunmak durumundadır. Fransa, Almanya ve benzeri gelişmiş ülkeler de, aynı yapısallığın ve kurumsallığın içindedir.

Temennimiz, hiç olmazsa, bu yasama yılında, sorunun üzerinde çalışılmasıdır. Hazırlıksız, kuru uygulamanın yanıltıcı müktesebatıyla üretilen saniyelik çözümlerin yanlışlığına mahkûm Parlamentonun kurtarılması, artık elzem olmuştur.

Değerli arkadaşlar, ikinci önerim, Parlamentomuzun yasama refleksini kullanma zaruretine inanması, ulaşmasıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisini doğrudan ilgilendiren önemli olay ve davranışlara, Meclisin kimliğine, bağımsızlığına uygun karşılıkların ve tepkilerin verilmesi gerekir. Kuvvetlerin işbirliği veya yumuşak ayrılığı ilkesinden, bir organın öbür organa tabi olması, susma yoluyla teslimiyet içine girilmesi anlamı çıkarılamaz. Cumhurbaşkanlığı veya Anayasa Mahkemesi makamlarının muhatap oldukları haksız tavırlar, bir kurumsal refleks süratinde, anında karşılık bulmaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, rejimin bütün organlarının hayatiyet merkezidir, kalbidir. Her rejim -kimi zaman göstermelik de olsa- bir temsil organına, irade merkezine daima muhtaç olmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisini ilgilendiren önemli olay ve durumlarda, kimliğine uygun tepkilerin gösterildiği, maalesef, söylenemez. Parlamento tarihi, bu uğurda haşmetli örneklerle dolu olmasına karşın, günümüzde refleks bozulmasının varlığı tartışma götüremez. Değerli arkadaşlarım, bu konuda birkaç örneği, yüksek huzurunuza, dikkatlerinize arz etmeye çalışacağım.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcımız, bir siyasal partinin kapatılması davasını açarken verdiği demeçte, devletin ve rejimin koruyucuları olarak -sırayla- Cumhurbaşkanını, hukukçuları, askerleri, polisi, vatandaşı ve yargıyı göstermiştir. Devlet nedir, rejim bekçiliği nedir, savcının yüklediği anlamla politika biliminin, hukukun ve evrensel ölçütlerin doğrultuları nelerdir; bunları tartışmıyorum, tartışmak da istemiyorum. Bu kurumlar arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi neden zikredilmemiştir? Bu demecin Meclis çevresinde ve kamuoyunda yansıyan ve Parlamentoyu meskût geçişin çağrıştırdığı haksız anlam ve yorumlara karşı koyan bir Meclis Başkanını görmek gerekmez miydi? Türkiye Büyük Millet Meclisinin, bir iddianamenin tespit veya tedbir davasının dar hudutlarına sığamayacak şerefli bir mazisi ve görevinin derin idrakini haiz kolektif bir şuuru vardır. (DYP, ANAP ve RP sıralarından alkışlar)

"Türkiye Büyük Millet Meclisi, egemenliğin merkezi ve rejimin teminatıdır. Başsavcının sükûtu, ancak kendisine racidir" demek, konjonktürün puslu beklentilerine esaretten daha onurlu olmaz mıydı?! (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, yakın geçmişte yaşanan anayasa değişikliği oylama sonuçlarına yönelik olarak bir değerli gazetemizdeki "yuh olsun" sürmanşetine ve benzeri hakaret yayınlarına gösterilen Meclis Başkanı tavrı -Başkanımıza derin saygı duyguları içerisinde ifade edeyim ki- yasak savma sınırlarını aşamamıştır. Aynı gazetenin ertesi günkü nüshasının aynı sütununda, aynı büyüklükte yayınlanacak bir mukabele şarttı ve hukukta bunun yolu da vardı. Hakaret sellerine, pamuktan inşa edilmiş set yumuşaklığındaki Başkanlık açıklamasının basında yansıma bulmaması da, işin başka bir acı gerçeğidir.

Ne Parlamento ve ne de herhangi bir milletvekili arkadaşın, Yüce Türk Milletinin dışında hiçbir kuvvetin, ekonomik iktidarın, medyanın, derin vesayetin talimat görevlisi değildir.

Konusu ne olursa olsun, ret oyu da en az kabul oyu kadar kıymetlidir. Dokunulmazlığın sınırlandırılması gereğine nasıl inanıyor ve hararetle savunuyor, karşı görüşü eleştiriyorsam, yine aynı şiddetle, karşı görüşü imha etme veya yok sayma gibi bir düşünceyi de reddediyorum. Sorun, akılcı bir yaklaşımla, faydacı temel içinde kamuoyunun hassasiyetine de önem vererek çözülmelidir. Hakaretçi ve öfkeli yaklaşımlar, çoğunlukçu, dayatmacı ve kutupçu siyasetin görünen hastalıklarıdır.

Demokrasi, ret görüşüne de, kabul çoğunluğuna ulaşma hakkını tanıyan çoğulcu bir zihniyetin ve fırsat rejiminin adıdır. Bu zihniyete erişemeyenlerin, demokrasiye uzaklıklarını kilometreler ve yıllar açıklayamaz.

HACI FİLİZ (Kırıkkale) – Onların işi başka.

REFİK ARAS (İstanbul) – Lideriniz, her gün ararejimden bahsediyor.

AHMET İYİMAYA (Devamla) – Değerli arkadaşım, insicama bakarsanız, zannediyorum, zihniyetiniz de hayli değişme olacak.

Hukuk, ahlak ve demokrasi reddedilerek, Parlamentoya yönelen ve objektif eleştiri sınırlarını aşan tavırlara, Türkiye Büyük Millet Meclisi hükmî şahsiyeti, şahsiyet haklarının korunmasına ilişkin kanunî araçlarla mukabele etmek zorundadır. Tekzip, tespit, önleme, sorumluluk davaları ve yargı kararlarının yayımlanması tedbirleri, bu arada sayılabilir.

Sosyal ve kurumsal tavırlar içinde özel yeri olan "yasama refleksi" kavramı, bilimsel ölçütleri, analitik kavrayışları ve dengeci pratiğiyle, Türk Parlamentosunun sakit mantığına, dilsiz tutanaklarına ve geleceğin meraklı reformcularına, hürmetle tevdi olunur.

Üçüncü önerim: Parlamento, kendi içhukukunu akılcı temellere oturtacak bir bilimsel çalışmayı başlatmalıdır.

Bu cümleden olarak, hukuk fakültelerine kanun koyma anabilim dalının veya bir anabilim dalı içinde yan disiplininin oluşturulması için, ciddî bir gelişim esirgenmemelidir; gelişmiş ülkelerde var. Bugün, yasama görevi, kanun koyma seviyesinin hayli gerisinde, kanun yazma, yani, dil kurgusuyla yetinme düzeyindedir. Böyle bir bilim disiplini, pozitif hukukun ideal düzeyde inşaına kurumsal katkılar sağlayacaktır.

Öte yandan, bu dallar, yasama komisyonlarında ve bürokrasisinde istihdam edilecek elemanlarda kalite ve standart üstünlüğü getirecektir.

Yasamanın yapısal ve işlevsel alanına ilişkin önemli konularında doktora ve doçentlik tezleri düzeyinde akademik çalışmaların yapılması esirgenmemelidir. Milletvekili, yasama erki, Meclis Başkanı, yasamanın yargısal görevlerinin -örneğin, Meclis soruşturması ve dokunulmazlıklar hukukunun- sınırları, kritiği ve benzeri konular, siyaset hukukunun erbabını bekleyen ve ne acıdır ki, herkesin, kendisini otorite sanarak imali fikrettiği bakir sahalar olarak ortadadır. Örneğin, Cumhurbaşkanlığıyla ilgili hayli bilimsel çalışmaların varlığına rağmen literatürümüzde Meclis Başkanına veya milletvekili öznesine ilişkin bir tanecik araştırmanın dahi yer almaması, kurumsallaşma yönündeki çabalarımızın zafiyetini, derecesizliğini göstermektedir.

Değerli arkadaşlar, Yüce Parlamentonun sistem içindeki yeri ve sisteme yönelik cerrahî girişimler, yönetemeyen demokrasi, etkin yürütme amacının yasamadan kaynaklanan problemleri, demokratik yasama, çift turlu seçim ve parlamenter rejimin benzeri sorunları üzerindeki görüşlerimizi de arz etmek isterdik. Milletimiz, görüş arz etmeyi değil, çözüm üretmeyi istiyor; demokrasi karşıtı renklerle sulandırılmış demokrasiyi değil, milletin ortak aklı olan Parlamentonun uzlaşma temelinde oluşturacağı insan haklarına saygılı bir hedefin noksansız gerçekleşmesini istiyor.

Aziz milletvekilleri, günümüzde “derin devlet, vesayet yönetimi, toplumsal total mühendislik” gibi, çoğulcu, sivil toplumcu demokrasiye, kısacası saf demokrasinin dokusuna aykırı sözcük ve kavramlar, yalnızca beynimize değil, kültürümüze ve sosyal hafızamıza da yerleştirilmeye çalışılmaktadır. Demokratik hukuk devleti, ıslaha muhtaç bütün kurumlarıyla, bizim, hepimizin devleti; ya derin devlet, kimin devleti?! (DYP sıralarından "Bravo"sesleri, alkışlar)

Şurası mutlak bir hakikattir ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi, derin devletin değil, Yüce Türk Milletinin biricik parlamentosudur. Şeffaflıktan ve hukukun üstünlüğünden ürkercesine kaçan derinler, Değerli Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel'in eski söylemiyle, Lut Gölü kadar, çukurdur; güneşin ulaşamayacağı kadar karanlıktır. Ne kültürümüzde ne kamusal yapımızda siyasî meşruiyete gedik açacak antidemokratik kavram ve kurumların taht kurmasını istemiyoruz.

Sistem mühendisliğinin hassas merceğiyle tespit ve teşhis ediyoruz ki, derin devletin, çoğulcu renklerden oluşan milleti yok, kendi içini ve toplumu doğru olarak algılayan, sorgulayan ve çözen raısone detası, siyasal aklı yok, rüzgârın bir lahza esişinden daha fazla zaman içre dayanabilecek bir meşruiyet temeli yok; onun, kuvvetine güvenen öfkesi var; beynine ve kalbine ulaşamayan, içinde yalnızca militarizm zehrinin dolaştığı nevzuhur asabiyet damarları var.

Değerli arkadaşlarım, şurası bilinmelidir ki, en modern araçlarla mücehhez olsa dahi, mutlak ve acı kuvvetin kaçınılmaz kaderi, toplumun dinamik hayatı içinde ya demokratikleşme veya izmihlaldir. Bu hakikat, derin devletin değil, bilge tarihin derin dersidir. Diliyle demokrat, beyniyle derin devletçi, ruhuyla teslimiyetçi kimlik zaafı çizen Türk aydınının ve siyasetçisinin, bu meselede beraat etmesi asla mümkün değildir. Modern ve çağdaş Türkiye'nin önündeki asıl engel, üzerine ve gözlerine ölü toprağı serpilmiş bu zihniyet bozulmasıdır.

Soğuk ve ürkütücü kavramların, militarist felsefelerin atölyelerinde üretilen total terimlerin muhtevadan yoksun -lafızlarından demiyorum-seslerinden, demokrasinin çıkarabileceği hiçbir ders yoktur. Yüce Parlamento, sisteme yabancı dayatmaları aynen kabul edeceklerin değil, canları pahasına demokratik direnci gösterenlerin erdemli bir çatısıdır. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, millî iradeyi temsil etmek, yüksek bir bilinci ve her faniye nasip olmayacak bir haysiyeti zorunlu kılar. Bu gereklerin idrakinde olmak, hele gerekleri yerine getirmek, dağlar kadar ağır bir yük altında ezilmeyen bir kuvvetin, bir ruh gücünün tavrıdır.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhurbaşkanlığı ve bu yüce makamı ihraz eden Cumhurbaşkanımız, anayasal demokrasinin önemli bir enstrümanıdır. Cumhurbaşkanı, partilerle ve bu anlamda siyasetle bağını ve bağlantısını kesmiş, kuvvetlerarası ve kuvvetleriçi çatışma ve anlaşmazlıklarda hakem kişidir; olayların içinde değil, üstündedir, üstünde olmalıdır.

Anayasamız, parlamenter sistemdeki cumhurbaşkanlığı modelinden başkanlık sistemine geçişi çağrıştıran ve literatürde “aksak, topal başkanlık” olarak adlandırılan farklı bir yapıya yer vermiştir.

BAŞKAN – Sayın İyimaya, Grubunuzun süresinin ilk yarısı bitmiş oluyor.

Buyurun.

AHMET İYİMAYA (Devamla) – Bitti Başkanım; teşekkür ederim. Zaten, konuşmam gerekenlerden tasarruf ederek kısa konuşuyorum.

Değerli arkadaşlar, merkezî idarenin lütfettiği onaylı anayasadan, millet ve onun gerçek temsilcileri tarafından kurulacak anayasa döneminde, bu yüce makamın, işlevine uygun, ölçülü ve en geniş anlamda parlamenter sistemin sınırlarını taşmayacak şekilde bir yeniden yapılanmaya ihtiyacı olduğu açıktır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhurbaşkanlığı, Sayıştay ve Radyo ve Televizyon Üst Kurulu bütçelerinin hayırlı olmasını Yüce Allah'tan diler; Sayın Başkanı, Yüce Heyeti hürmetle, tazimle selamlarım. (DYP, RP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Doğru Yol Partisi Grubu adına konuşan Amasya Milletvekili Sayın Ahmet İyimaya'ya teşekkür ediyorum.

Doğru Yol Partisi Grubunun ikinci sözcüsü, Ağrı Milletvekili Sayın Cemil Erhan.

Buyurun Sayın Erhan. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA CEMİL ERHAN (Ağrı) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasa Mahkemesi Başkanlığı ve Sayıştay Başkanlığının 1998 malî yılı bütçeleri üzerinde söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce hepinizi, Grubum ve şahsım adına selamlıyorum.

Anayasamızın 2 nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin bir sosyal hukuk devleti olduğu belirtilmiştir. Anayasamızdaki bu ibareyle, anayasa teorisinin bir asırdan fazla bir süre sadık kaldığı "hukuk devleti" kavramı, aynı derecede önem taşıyan "sosyal devlet" kavramıyla birleştirilmiştir.

Anayasal demokrasi, uzun bir tarihî süreç neticesinde ortaya çıkmıştır. Bu süreç, aynı zamanda, temel hürriyetlerin, insanın insan olarak doğuştan sahip olduğu hakların evrenselleşmesi sürecidir. Anayasalar, yalnızca özgürlüklerin temel belgeleri değil, kuvvetlerin denge ve sınır taşlarıdır.

Anayasa Mahkemesi, yasama kuvvetinin anayasal çerçeveyi aşma probleminde hukuk tefekkürünün yakın geçmişte keşfettiği ve henüz kurumsallaşmasını tamamlamamış yeni bir organdır.

Millete ait olan egemenliği kullanan anayasal organların ellerinde bulundurdukları iktidar, toplum ve devlet yaşamı için gerekli olduğu kadar tehlikelidir de. Sınır tanımayan, sınırlanmamış ve dengelenmemiş bir kuvvet, millî egemenliğin en büyük düşmanıdır.

1961 yılında anayasal organ olarak sistemimize giren Anayasa Mahkemesi, siyaset ile hukukun sınır çizgisindedir. Yasama organının oluşturduğu yasaların ve bazı kararların Anayasaya uygunluğunu denetleme ve bunları iptal tekeli, anayasa yargısına aittir. Reel analizde iptal yetkisi, olumsuz yasama yetkisi demektir. Bu anlamda anayasal yargı, yasamayla bir iktidar paylaşımı içindedir.

Anayasa Mahkemesi, temel normun tanıdığı özgürlüklerin teminatıdır. Otoriter ve özgürlük karşıtı rejim mensuplarının oluşturacağı kısıtlayıcı yasaların demokratik hukuk devletinde Anayasanın bütün değerlerine göre arındırılacağı yer, Yüksek Mahkemedir.

Anayasa mahkemeleri, içtihat hukukuyla, anayasal kurallara hayatiyet verir, yeni kavramlar, prensipler yaratır, hatta yeni haklar keşfeder, hukukun inkişafına ve dönüşümlere katkı sağlar. Anayasal adaleti sağlama, bu yargı organına yüklenmiş, altından kalkılması büyük çaba ve birikim isteyen en ağır bir görevdir.

Anayasa mahkemeleri, daima yoğun tartışmaların odak noktaları olmuştur. Anayasa Mahkemesinin kuvvet içindeki özel konumunun, yürüttüğü görevin, özellikle iptal kararlarının pratik sonuçlarının ve anayasal değer yargıları kültürünün henüz tam yerleşmemiş olmasının bunda etkili olduğunu düşünmekteyiz.

Daha mükemmelini bulma, eksiği tamamlama, yanlışı düzeltme gibi pozitif donatılmış bir tenkit, elbette ki, yapıcı mahiyettedir. Kısır çekişmelere geçit vermeyen, bilimin ve pozitif siyasetin engin ufkundan beslenen bir eleştiri, uygarlık yolculuğunun ve gelişmenin temel dinamosudur. Yüksek Mahkemenin bütçesi münasebetiyle DYP Grubu adına ileri sürdüğüm düşüncelerin yegâne amacı, daha az tartışılacak ve anayasal adalet işlevini daha mükemmel biçimde yerine getirecek yapılanma ve iyileştirme gayretidir.

Anayasaya uygunluğu yürürlük öncesinde Anayasa Mahkemesince denetlenmiş kuralın uygulamada getireceği yasama problemlerini çözecek kuvvet -değiştirme veya kaldırma yoluyla- Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Önerilen bu sistemde, yürürlüğü durdurma, iptal kararının geriye yürümesi veya yürümemesi, kazanılmış haklar, cumhurbaşkanı -yasama organı çatışması gibi karmaşık sorunlar yoktur. Bu sistem, ülkemizin her zaman muhtaç olduğu, az zamanlarda yakalayabildiği bir istikrar sistemidir. Fransa'da tamamen, İtalya, İspanya, Portekiz ve diğer Batı ülkelerinde, bazı ülkelerde kısmen uygulanan bu sistemi tartışmaya açmak, üstünlüklerini, zaaflarını ortaya koymak, karma sistem dahil bazı sentezlere ulaşmak hep kriz dönemi kurucu iktidarların değil, yüce milletin hür oylarıyla seçilen bu Parlamentonun görevidir.

Esasen, bugün Türkiye, söz gelimi, yayımlandığı gün Anayasa Mahkemesince yürürlükleri durdurulan yasalar bakımdan, önerdiğimiz sisteme fiilen geçmiş durumdadır. Rasyonel parlamento, yakın geleceği önceden aşağı yukarı görebilen, kestirebilen, emrivakilere teslim olmayan ve çözümleri zamanında oluşturabilen parlamentodur.

Yüce Divan fonksiyonu, Anayasa Mahkemesinin görev alanından çıkarılmalıdır. Anayasa Mahkemesinin temel işlevi, üye çatısı, yürürlükteki modelin gerekçesi, sorunun yargı yolu, insan hakları boyutları, böyle bir çözümü zorunlu kılmaktadır. Yüksek Mahkemenin Çok Değerli Başkan ve üyeleriyle subjektif bağlantısı olmayan bu öneri, dokunulmazlıklar, soruşturma ve yargı bağımsızlığı anayasal reformları içinde ele alınmalıdır.

Suç ve ceza, sosyal bilimlerden hukukun, hukuk bilimlerinden ise ceza hukukunun ihtisas alanıdır. Anayasa Mahkememizde, kurala göre, ihtisas gözetilmeksizin bulunması gerekli hukukçu üye sayısı 3'tür, diğer 8 üye, hukukçu olmayabilir. Yargılayanların ihtisas ve tecrübeleri, bir yargı ve sanık teminatıdır. Bir memurun zimmet suçu ile hükümet üyesinin zimmet suçu, siyasî konum ve yüksek görev sebepleriyle farklı değerlendirilemez.

Anayasa yargısının aslî fonksiyonu, siyasî organın koyduğu kuralları ve oluşturduğu kararları hukuk sınırları içine çekmektir. Bu derece önemli bir fonksiyona ayrıca ceza adaletini yüklemek, işbölümü ve kurumsallaşma prensipleriyle bağdaşmaz.

Mevcut Yüce Divan modelinde kararlara karşı temyiz yolu kapalıdır. Gerekçesi ve hükmü sanık tarafından tartışılmayan, bir başka üst organın veya kurumun denetimine bağlı olmayan bir sistem, insan hakları boyutunda mutlaka gözden geçirilmelidir. Parlamento, bu gerekçeler için de alternatif modeller üretmelidir.

Anayasamız, diğer yargı kollarından ayrı ve özel olarak “Anayasa Mahkemesinin yargılama usulleri kanunla düzenlenir" hükmünü 149 uncu maddesinde öngörmüş. İdarî yargıya tanınan yürütmeyi durdurma, adlî yargıya tanınan ihtiyatî tedbir, Yargıtaya tanınan hükmün icrasının tehiri, hep şeklî hukuk kurallarında düzenlenen usul hükümleridir. Bir yargılama usulü kuralı olduğu kuşkusuz olan yürürlüğü durdurmanın, Anayasanın 149 uncu maddesi hükmünün buyurucu yapısı içinde, ancak yasayla konulabilmesi karşısında, içtihadı yasa yerine ikame etmek, pozitif hukukun geniş sınırlarını aşırı biçimde zorlamaktır. Anayasanın yasayla konulabileceğini öngördüğü bir usul kuralı, içtihatla üretilemez.

Anayasamızın 153 üncü maddesi, yasaların, iptal kararı Resmî Gazetede yayımlanıncaya kadar yürürlükte olduğunu; iptalin, yayım tarihinden önceki hukuk alanını etkilemeyeceğini açıkça öngörmüştür. Kurucu iktidar, Anayasa Mahkememizin, iptal kararının yayımı öncesi dönem için tasarrufta bulunma yetkisinin olmadığını açıkça öngörmüştür. O halde, yürürlüğü durdurmayı, yasa kuralıyla dahi düzenleyemeyiz. Böyle bir usul yasası, Anayasaya aykırı olacaktır. Bize göre, bu sorun, içtihat ve yasa sorunu değil, aynen Anayasamızın idarî yargıda benimsediği yöntemde olduğu gibi, anayasa sorunudur. Yürürlüğü durdurmaya imkân veren bir anayasa değişikliğine gidilmedikçe, bu konuda çıkarılacak her yasa, oluşturulacak her içtihat, sözü geçen anayasa hükümlerini aşma çabası olmaktan kurtulamayacaktır.

Amerika ve Almanya'da içtihatla oluşturulan, yürürlüğü durdurma çözümü döneminde, o ülke anayasalarında, Anayasamızdaki mani hükümlere benzeyen kuralların yer almadığı hatırlanmalıdır.

Yürürlüğü durdurma içtihadında bir erkler çatışmasının çıkmamış olması, yasama ve özellikle yürütme organlarının içtihat hukuku kökenli yürütmeyi durdurmayı tanımaları, sosyopolitik olarak alkışlanması gereken bir seviyeyi ve yumuşaklığı anlatmaktadır. Ancak, Resmî Gazetede yayımlanan, yani, Anayasamıza göre yürürlükte olan ve fakat Yüksek Anayasa Mahkemesince yürürlüğü durdurulan bir yasanın, bir başka yargı kolunda, söz gelimi Yargıtayımızda somut olaya uygulanması gerektiğinde yürürlük çözümünün benimsenmesi, yani anayasal yargı kararına rağmen durdurulan yasanın uygulanması, potansiyel bir erkler çatışması ihtimalini yaratacaktır.

Yüksek Mahkemenin içtihadı çözümünde durdurma kararına itiraz, davada taraf olmayan organ ve kişilerin itiraz hakları, iptal isteminin reddi halinde durdurmanın yol açtığı ve tazmini zorunlu kişi veya kurum zararlarının durumları, düzenlenmemiş yasama problemleri olarak ortadadır. Bu konuda eleştirileri ortadan kaldıracak ve ihtiyacı karşılayacak hukukî düzenlemede bulunmak, Parlamentomuzun önemli ve güncel görevlerindendir.

Yüksek Mahkememizle ilgili bazı görüşlerimizi sunuyoruz:

1. Yüksek Mahkememizin üyelik çatısı yeniden gözden geçirilmeli, üye veren seçici organlara güvensizlik faktörüne oturtulmuş, Cumhurbaşkanınca üye seçimi yönteminden vazgeçilmeli; üyelerin ihtisas alanları yeniden belirlenmeli, üniversite kökenli üyelerin öğretim kurumlarıyla bağlantıları kesilmemeli; yedek-asil üye ayırımına son verilmeli; üyelerin görevi sürekli değil, süreli olmalıdır.

2. İptale konu yasama tasarrufunun oluşumuna, önerisiyle, müzakereyle, oyuyla veya raporuyla pozitif biçimde katılan parti veya milletvekillerinin, anayasa yargısına başvuru hakkı olmamalıdır.

3. Milletvekillerinin kendileriyle veya seçim ve benzeri siyasal yapılanmayla ilgili olmamak şartıyla, Meclisin oybirliğiyle oluşturduğu tasarruflar, anayasal yargı denetimi dışında kalmalıdır.

4. Parlamento, anayasal yargı alanını doğrudan ve dolaylı olarak ilgilendiren düzenlemeleri yapmalıdır. 1982 Anayasasının geçici 15 inci maddesiyle denetim dışı kalmış normları denetime alacak anayasa değişikliği, demokrasimiz açısından ihmal edilemeyecek bir ortak yükümlülüktür. İçtüzük değişikliği yapmak yerine, Genel Kurul kararlarıyla, İçtüzük hükümleri ihdasına gitmek, yasamanın, üstü örtülü olarak, anayasa yargısı denetiminden kaçması anlamına gelir. Anayasayla bağlı ve ona saygılı Parlamento, bu tür tasarruflardan kaçınmalıdır.

5. Anayasa Mahkemesi kararlarının gerekçesi, yasama organına ışık tutar. Gerekçenin, yasamayı bağlayıcı etkisi yoktur; gerekçe, anayasa yargısını da bağlamaz. Yasama organı, iptal edilmiş yasayı, yeniden, aynı şekilde düzenlememelidir. Parlamento kürsüsünden sık sık tekrarlanan "bu kanun, Anayasa Mahkemesi kapısından döner, Anayasa kayasına çarpar" biçimindeki hitabet beyanları üzerinde durulmalıdır.

Egemenliğin belli alanlarını anayasal sınırda kullanan yasama, yargı ve yürütme erklerinin birbirlerine üstünlükleri yoktur. Anayasa Mahkemesi bizim mahkememizdir; Meclis, bizim meclisimizdir; Hükümet, hepimizin hükümetidir. Arzumuz, bu organlardan hiçbirinin hata yapmamasıdır. Demokrasiyi kâğıt üzerinde ve sözde kalmaktan, demokratik yapıyı özlem ve hayal olmaktan çıkarıp yaşamın gerçeği kılmak, Yüce Meclisimizin başlıca sorumluluğudur.

AHMET İYİMAYA (Amasya) – Bravo...

CEMİL ERHAN (Devamla) – Göstermelik, şartlı ve başkasının uygun bulduğu ölçüde demokrasi, insanı, bilimi, çağı inkâr etmekle birdir. Siyasete bağlı adalet olmamalıdır. Siyaset, adalete saygılı ise siyaset olur. Yargı yoluna başvurmada, bıkkınlık ve pişmanlık değil, güven ve mutluluk duyulmalı; yargı yoluna başvurma, çekinme ve endişe değil, umut ve güç vermelidir. Bu nedenle, hukukun etkinliğini ve yargının bağımsızlığını savunuyoruz.

Sayın Başkan, değerli üyeler; ikinci konum olan Sayıştaya geçiyorum.

Sayıştay, Anayasamızın öngördüğü denetim ve yargı görevini yürüten, 135 yıllık geçmişi olan anayasal bir kuruluştur; kendisine verilen görevlerini yerine getirirken, kamu kaynaklarının ne ölçüde verimli, etkin ve tutumlu kullanıldıklarını belirlemektedir; aynı zamanda da yargı merciidir. Devlet muhasebesinin yegâne yargısı olan bu anayasal organın, temiz toplum, şeffaf kamu muhasebesi ve yolsuzluğun matematiksel denetimi açılarından özel ve ağırlıklı önemi vardır.

Kamu malî yönetiminin en üst ve nihaî karar mercii olması sebebiyle, genel ve katma bütçeli idarelerin bütün gelir ve giderlerini, mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetleyerek, sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamaktadır. Bu kapsamda, eski adıyla Divanı Muhasebat olan Sayıştayımız, bugüne kadar gayretli, ciddî bir çalışma sistemi kurmuş ve bunu da yüz yılı aşkın süredir yapagelmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayıştayımız ciddî bir yargı, malî yargı kurulu olmakla birlikte, diğer yargı gibi biraz ağır çalışmaktadır. Bu ağır çalışmasını önleyecek, süratlendirecek bir biçime kavuşması, gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasına bağlıdır.

Bir başka husus, Sayıştayı bir hesap mahkemesi olarak kabul ediyoruz; onlara, diğer hâkimlere verilen bütün imkânları sağlıyoruz. Oysa, Hâkimler ve Savcılar Kanununda açık bir hüküm var: "Hâkimler, ikinci bir görev ifa edemezler." Fakat, Sayıştayımızda farklı bir durum görülmektedir. Bu konuyu, tenkit babında söylemiyorum, düzeleceğine inandığım için ifade etmeye çalışıyorum. Sayıştayın denetçileri, hatta üyeleri, adlî yargı mercileri tarafından -yani, adliye mahkemeleri tarafından- bilirkişi olarak davet edilmekte ve bilirkişilik görevi yapmaktadırlar; çünkü, Sayıştay Kanununa böyle bir hüküm konulmuştur; yani, ikinci iş yasağı anlatılırken "bilirkişilik yapabilirler" hükmü konulmuştur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Erhan, Grubunuzun süresinin bitimine 2 dakika var; konuşmanızı toparlayın efendim.

CEMİL ERHAN (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Hâkimin, bir başka hâkime bilirkişilik yapması mümkün değildir. Bir malî yargıdır diyoruz; o nedenle, buradaki bilirkişilik kurumunu malî yargı içinden çıkarmak ve bu değerli arkadaşlarımızı gerçek hâkim hüviyetine kavuşturmak mecburiyetindeyiz.

Öte yandan, Sayıştay, büyük bir iş yüküyle karşı karşıya. Bina yetersizliği, denetçi yetersizliği giderilmelidir. Bu kuruluşumuz, mutlaka her türlü imkân, personel ve uzman elemanla takviye edilmelidir.

Anayasamızın 160 ıncı maddesine göre, Sayıştayın denetim alanı, genel ve katma bütçeli dairelerdir. Dünyanın birçok ülkesinde kamu fonlarının kullanıldığı her alanın sayıştaylarca denetlendiği dikkate alındığında, Türk Sayıştayının denetim alanının dar olduğu görülmektedir. Bu nedenle, kamu fonları ile kamu iktisadî teşebbüslerinin de Sayıştaşımızın denetim kapsamına alınması gerektiği görüşündeyiz. Keza, siyasî partilerin malî denetiminin Sayıştaya devri, artık düşünülmelidir.

Bu düşüncelerle, 1998 yılı Anayasa Mahkemesi ve Sayıştay bütçesinin hayırlı olmasını diler; Yüce Meclisi, Doğru Yol Partisi Grubu adına ve şahsım adına saygıyla selamlarım. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Doğru Yol Partisi Grubu adına konuşan Ağrı Milletvekili Sayın Cemil Erhan'a teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, şimdi, söz sırası, Demokratik Sol Parti Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Ahmet Tan'da. (DSP sıralarından alkışlar)

Sayın Tan, Grubunuzun toplam süresi 40 dakikadır; sizden sonra, Grubunuza mensup 3 sözcüye daha söz kaydı yapılmıştır; süreyi kendiniz ayarlayacaksınız.

Buyurun efendim.

DSP GRUBU ADINA AHMET TAN (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Demokratik Sol Parti Grubu ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, 1998 yılı bütçesi vesilesiyle ve çok sevdiğimiz o deyimle, yüce çatının altını, yani Yüce Meclisi konuşuyoruz. Yüce Meclisimiz, ne yazık ki, halkın gözünde, olması gereken en yüce yerde, en yüce mevkide bulunmuyor. Bunda, parlamenter demokrasimizin eksiklerinden çok, milletvekilleri olarak bizlerin önemli eksikleri, kusurları, ihmalleri var. Dünyanın en zorlu, en onurlu kurtuluş savaşlarından birini gerçekleştirmiş olmasıyla haklı bir gurur duyduğumuz bu Meclise, şimdilerde halkın verdiği kanaat notu pek parlak gibi görünmüyor; çünkü, kamuoyumuz, Meclisin tüzelkişiliği ile, milletvekillerinin özel kişiliklerini ayırmıyor; ayrıca ayırması da gerekmiyor. Meclis, soyut bir kavram; bu kavramın içini, Meclisi dolduranların kimlikleri, kişilikleri dolduruyor. Geçmiş dönemde gazetelere, televizyonlara yansıyan kavga, yumruklaşma sahneleri, çok şükür bu dönemde yaşanmadı, yani fazla yaşanmadı; inşallah da yaşanmayacaktır; çünkü, milletin vekilleri dövüşürse, millet ne yapmaz!

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlar; Meclisle, özellikle de milletvekilleriyle ilgili olarak, basında sevimsiz, olumsuz yorumlar yapılıyor; bu konuda en büyük yardımı ve katkıyı da, bizzat bizler, milletvekilleri olarak sağlıyoruz; bilerek veya bilmeyerek sağlıyoruz. Basın, halktaki kırgınlığa, hayal kırıklığına, bazen de kızgınlığa ayna tutuyor; kimi zaman ölçüyü kaçırdığı oluyor; ama, bunun yolu, basına kızmaktan çok, onlara bahane vermemekten geçiyor.

Örneğin, savurganlık meselesi var; savurganlık, bazen, en olmayacak yerleri bile etkisine alıyor; olmayacak yerlerden birisi bu Yüce Meclisse, ikincisi Cumhurbaşkanlığı makamıdır. Devletimizin en tepedeki iki kurumu,bütçe hazırlamada ve uygulamada, kamu kurumlarına örnek olmak durumundadırlar; ama, çok uzun yıllardan beri oluşan bir alışkanlık, bu konuda, iki kurumun da, bu iki yüce kurumun da, öteki kamu kurumlarına pek iyi örnek olmadığı yolunda. İkisinin de, bütçeleri, masrafları, kadroları sürekli olarak artıyor. Daha da önemlisi, bu iki kurum, bütçeleri ve harcamaları konusunda, Maliye Bakanlığına da, Meclise de, ayrıntılı bütçe verme yoluna pek gönüllü olarak gitmiyorlar. Bu konuda, Meclisimizin, ölçüyü bazen kaçırdığı da oluyor.

İnsanlar, gündelik yaşamlarında, özeleştirilerini, belki aynanın karşısına geçerek yaparlar. Yeni salonun ne kadar aynalı olacağını bilemiyoruz; ama, şu anda, bu Meclisin aynası bu kürsüdür, bu Genel Kurul salonudur. Bizler, özeleştiriyi, buradan yapmak zorundayız.

Bu Meclis, iki hafta sonra, göreve başlamasının ikinci yılını dolduracak. Meclisle ilgili haberlerin çoğu, çıkardığı yasalarla ilgili değil; Meclisin, bir KİT'e benzediğiyle ilgili, savurganlıklarıyla, başıbozukluklarıyla ilgili.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisinin yapısında, Anayasamızda, parlamenter sistemimizde, son onbeş yıldır, hiçbir değişiklik yok; ama, Meclisin, bütçe üzerindeki, daha doğrusu halk üzerindeki yükü her yıl artıyor, kabarıyor. Bir rakamı sizlerle paylaşmak istiyorum: Biliyorsunuz, Mecliste, özellikle personel ve onların aileleri için bir sağlık merkezi kuruldu. Bu merkeze, geçtiğimiz bir yılda, hasta olarak başvuranların sayısı nedir; tahmin edebilir misiniz? Sanmıyorum. Aranızda, 5 bin, 10 bin, 20 bin, en kaba rakamla 30 bin diyecekler çıkabilir. Ama, hiçbirinizin tahmin edebileceğini sanmıyorum; çünkü, bu rakam 160 bin. Evet, 1997 yılında, tam 160 bin hasta Meclis sağlık merkezine başvurmuş, ilaç almış, rapor almış, tedavi görmüştür. Buna, dışarıdaki hastanelere giden hastalar dahil değildir. 160 bin kez viziteye çıkılan, bu ölçekte bir hasta potansiyeline sahip bir parlamento, ne Çin Halk Cumhuriyetinde vardır ne de dünyanın başka ülkesinde. Sadece bu manzara bile, Meclis düzenimizin, acilen tedaviye alınması gerektiğini yeterince ortaya koyuyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; eski başkanlardan Sayın Ferruh Bozbeyli geçenlerde açıkladı: 1970'lerin ortasında -ki, o zamanlar görev yapmıştı, hatırlanacaktır- Mecliste, kırmızı plakalı 1 otomobil bulunuyordu, bu da, Meclis Başkanının bindiği otomobil; aradan yirmi yıl geçti, şimdi, makam otosu sayısını ne Sayın Meclis Başkanları biliyor ne de Sayın Maliye Bakanımız... Çok şükür, kolay sayılabildiği için, kırmızı plaka takan Meclis makam otomobillerinin sayısını görmek mümkün; bunların sayısı 78. Elbette, bu sayıya, 520 olduğu açıklanan Meclisteki görevli müdür ve amirlerin çoğunun bindiği makam araçları dahil değil. Aslında, Meclisteki müdür sayısının, tıpkı danışman ve sekreter gibi, niçin milletvekili sayısına eşitlenmediği de -yani, 520'de bırakılmış, 550'ye çıkmadığı da- bir merak konusu olabilir.

Meclisteki üye sayısı, 1970'lerde, Cumhuriyet Senatosu da birlikte olduğu için, 630 üyeydi. Yine, Sayın Bozbeyli'nin verdiği rakama göre, o sıralarda, Meclisteki tüm personel 700 dolayında; neredeyse, bahçıvan, işçi vesaire, hepsi dahil, 1 personele 1 milletvekili ve senatör düşerken, şimdi, bu sayı, aradan geçen yirmi yılda, 5'e, 10'a katlanarak, 5 binleri aşmıştır. Milletvekili başına 1 müdür, 1 amir, 1 sekreter, 1 danışman, birkaç bahçıvan, birkaç çaycı, çok sayıda, mevsimlik veya geçici işçi düşüyor. Sürekli olarak, Mecliste yeni masraf kapıları açılıyor. Meclis, artık, bulunduğu alana sığmıyor ve öğrendiğimize göre -daha önceki sözcüler de söz ettiler- Meclis, Ankara'nın çeşitli semtlerinde çeşitli binalar tutup, oralara yayılmaya başlamıştır; bu konunun, Başkanlık Divanının bilgisi dahilinde olmadığı da, yine, bizzat, Başkanlık Divanı üyeleri tarafından dile getirilmektedir.

Belki, bir başka değerlendime yapmak da mümkün, Meclisin personel sayısıyla ilgili olarak: Geçtiğimiz günlerde yapılan Türkiye'deki nüfus tespiti keşke Mecliste de yapılsaydı, Meclisteki gerçek personel nüfusunun tespit edilmesi herhalde çok daha sağlıklı olurdu; çünkü, tam sayıyı, tam rakamı kimse kesinlikle bilemiyor, Meclis personeli dahil. Bunların çoğunun ne oturacak yerleri var ne otomobillerini bırakacak bir park alanları; bu yüzden, Meclis bahçesi, dev bir açık hava otoparkı görünümü kazanmış durumda. Koridorlarda hizmetli yığılması, çaycı yığılması var; ayrıca, bu personelin çoğunluğu, partililere, delegelere benzediği için, milletvekilleri bunları karıştırıyor; bazen, çaycıları misafir sandıkları için, odaya buyur edip, onlara çay ikram etmek durumunda bile kalabiliyorlar.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Meclise, şu anda, Türkiye'nin en büyük KİT'i deniliyor; eğer, öyleyse, işimiz çok zor. KİT sorunu, en kestirmeden, özelleştirmeyle çözülüyor; ama, Meclisi, herhalde, özelleştirecek halimiz yok. O zaman, Meclisin düzenini A'dan Z'ye kadar değiştirmemiz gerekiyor. Çalışma düzeni, koltukların değiştirilmesiyle ve salonunun yerinin değiştirilmesiyle, herhalde, değiştirilemez; bunun için, İçtüzükte düzenlemeler yapmaya gitmek lazım. İçtüzükte, Meclisin etkinliğini, milletvekilinin etkinliğini, yasaların hızla çıkmasını artıracak, eksikliklerin giderilmesini sağlayacak yeni düzenlemeler gerekiyor. İçtüzük, kimi zaman, iyi niyetle zor bağdaşan engellemelere izin veriyor; bu da, televizyondan bizleri izleyen halkın gözünde, Mecliste büyük bir oyun oynandığı yolunda haksız bir izlenime yol açıyor; bunun önlenmesi de gerekir kanaatindeyiz.

Yeni Genel Kurul salonuyla ilgili çeşitli iddialar ortaya atıldı; bu iddialar, bizzat Başkanlık Divanı üyeleri tarafından da seslendiriliyor. Yeri gelmişken şunu da hatırlatmakta yarar var: Bu salon için, maalesef, gereksiz, hatta, anlamsız savurganlığa gidildiği ortada. Bunlardan çıkarılması gereken bir ders var; bu dersi, bir başka büyük projenin durdurulmasıyla çıkarabiliriz.

Salona dönecek olursak... Bu salonun proje aşamasından yapımına kadar tüm kamu kuruluşlarına örnek olması gereken Yüce Meclis, bu konuda, hiç de yüce olmayan bir örnek sergiledi, bütçe harcaması bakımından. Hiç de demokratik ve doğal olmayan yollarla ve bazı Meclis başkanvekillerinin bile açıkça kuşku duyduğu ve bu kuşkuyu da tutanaklara geçirdiği biçimde -Plan ve Bütçe Komisyonunda- bu salona harcanan miktarın 40 milyon doları bulduğu söyleniyor; söyleniyor değil, zabıtlara geçen ifadeler, resmî rakamlar bunlar; bugünkü değerle 8 trilyon lira ediyor. Yüklenici firma, işi başkasına devretmiş; o başkası da bir başkasına... Bu devirler, Amerikan Doları üzerinden artı yüzde 15 kâr ölçeğinde gerçekleştirilmiş. Bunları "miş" diye açıklıyoruz; çünkü, bu konuda ne milletvekillerine ne de Başkanlık Divanı üyelerine açık ve somut bilgiler verilmiş değil. Öyle ki, Meclis bütçesinin komisyona takdimi sırasında, bir sayın Meclis başkanvekilimiz, yükleniciler arasındaki devirlerin fazlalığına ve kâr marjının yüksekliğine dikkati çekmiş ve tutanaklara geçen hayret ifadesinde şu sözcükleri kullanmıştır: Bize de böyle ihaleler verilse biz de kısa zamanda trilyoner olurduk.

Bir başka büyük ve anlamsız savurganlık da milletvekilleri için öngörülen yeni çalışma büroları projesiyle gündemdedir. Bu yeni çalışma büroları, aslında, millevekilleri için değil, Meclisi dolduran binlerce gizli işsiz durumundaki personel içindir. Milletvekillerine bu anlamda birer elmaşekeri uzatılmaktadır. Elmaşekeri şudur: Şu anda çalıştığınız odalar çok yetersiz, -ki sahiden yetersiz- küçük ve karanlık -sahiden küçük ve karanlıktır- sizleri geniş mekânlara alalım; banyolu, duşlu, müstakil çalışma dairelerine layıksınız. Bahçede 550 adet yeni çalışma daireleri yapalım, sizleri oraya alalım. Amaç milletvekillerine yeni bürolar yapıyormuş gibi yapıp, binleri aşan personele oturacak yer yaratmaktır. Bunun için ne milletvekillerinin ne Divanın düşüncesi ve rızası alınmıştır ne de Maliye Bakanlığının veya ilgili kamu kurumlarının onayı... Dileğimiz ve isteğimiz, yeni Meclis yönetiminin bu projeye, bu beyaz fili andıran gereksiz ve anlamsız projeye dur demesidir.

Bütçe birliği ilkesine saygı ve malî saydamlık konusunda tüm kamu yönetimine örnek olması gereken Meclis, nedense kendini bu konuda son derece dokunulmaz ve hesap vermez görmektedir. Millet egemenliğini kullanan Meclis, bu egemenliğini kullanırken şeffaf olmak zorundadır. Yaptığı her işi milletin yararına ve milletin gözü önünde yapmalıdır. Geçtiğimiz 14 Ekim günü teslim edilmesi gereken yeni solonun teslimi, bizzat Başkanlık Divanı üyelerinin hayretini çekecek biçimde üç ay ertelenmiştir. Bu konuda bilgi verilmemiştir; bu konuda da bir saydamlığa ihtiyaç vardır. Bu harcamaların nereye, nasıl gittiğini bilmek durumundadır, hem kamuoyu hem de bu yüce çatının altını dolduran bizler.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; elbette, ülkemizde yoğun işsizlik ortamında, adamını bulanın kapağı Meclise atmış olmasını kınamaya, bu personeli yadırgamaya pek hakkımız yok, iş işten geçtikten sonra. Yadırganması gereken, kendi bindiği dalı kesen, tüm kamu yönetimine örnek olması gereken bizleriz. Burada yeni bir düzenlemeye gidip, Meclisin A'dan Z'ye değiştirilmesi için bir komisyonun oluşturulması; Başkanlık Divanıyla eşgüdüm içinde çalışacak bu komisyonun, buradaki harcamalar da dahil olmak üzere yeni projelerden Meclisin haberdar kılınmas gerekir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, mazisine, kurucusuna olan saygısını göstermeli; Atatürk'e layık olacak bir yapıya kavuşturulmalıdır. Bunun için, bütün milletvekillerinin, bütün partilerin elbirliği ve yürek birliği sergilemeleri gerekmektedir.

Koca bir ulusun vekâletini almış olan ve onun adına egemenlik hakkını kullanan bu Meclis, her anlamda örnek olmalı ve her bakımdan saydam olmalıdır. Bunun için, buradaki her harcama -belirttiğim gibi- her eylem, milletvekillerinin kullandıkları oylar, yaptıkları konuşmalar, hatta kürsüye attıkları laflar bile halkın incelemesine ve bilgisine açık bulunmalıdır. Bugün, bu olanağı internet sağlamaktadır. Meclisin, milletvekilleriyle, personeliyle, makam araçları, lojmanları, görev, inceleme gezileri ve çıkarttığı yasalarıyla, millete ve dünyanın her yöresindeki demokratik bütün kitlelere internet kanalıyla açık olması gerekir. Bu konudaki girişimlerin de başlatılması dileğimizdir.

Özetle, sağlam bir demokrasiyi saydam bir Meclisle sağlayabiliriz.

Bütçenin hayırlı uğurlu olmasını diliyor; Parti Grubum adına, şahsım adına, sizleri saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Demokratik Sol Parti Grubu adına konuşan İstanbul Milletvekili Sayın Ahmet Tan'a teşekkür ediyorum.

Şimdi, söz sırası, Demokratik Sol Parti Grubunun ikinci sözcüsü Adana Milletvekili Sayın Tuncay Karaytuğ'un.

Buyurun Sayın Karaytuğ. (DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA TUNCAY KARAYTUĞ (Adana) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1998 yılı Cumhurbaşkanlığı bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini sunmak üzere huzurlarınızdayım; Grubum ve şahsım adına, Yüce Meclisin siz sayın üyelerini saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; cumhuriyetimizin en saygın kurumlarının başında yer alan Cumhurbaşkanlığı makamı, ülkemizin içinde bulunduğu özgün koşullar da dikkate alındığında, sadece bir temsil makamı olmaktan çıkıp, devlete ve ulusa yol gösteren bir rehber kurum haline gelmiştir. Anayasamızın 177 nci maddesinde Cumhurbaşkanına çok çeşitli ve önemli görevler verilmiştir. Bunların bir kısmı da Anayasamızın 104 üncü maddesinde ifade edilmiştir. Cumhurbaşkanının, devletin en üst makamı olarak, devletin temel sorunları bakımından en önemli konuma sahip olduğu, Anayasamızın anılan maddelerinde açıkça görülmektedir. Bundan başka, Türk siyasî tarihinde devlet başkanına asırlardan bu yana ayrıcalıklı bir konum tanınmıştır. Devlet başkanına büyük siyasî ve sosyal beklentilerle yaklaşan Türk devlet geleneğinin etkileri siyasî kültürümüzün önemli bir parçası haline gelmiştir. Nitekim, Türk Halkı, Cumhurbaşkanlığına hâlâ bu anlayışla bakmaktadır. Bir başka ifadeyle, Cumhurbaşkanı, her türlü tartışmanın üzerinde kalmak suretiyle, anayasal Cumhurbaşkanı olmaya büyük özen göstermiştir.

Türkiye Cumhuriyetinin, Türk Ulusunun birliğini temsil eden, bütün yurttaşlarımızı, onların siyasî partileri dahil her türlü sosyal örgütlenmelerini kucaklamak göreviyle yükümlü olan Cumhurbaşkanının taraf olması veya tarafsızlığına gölge düşürecek herhangi bir davranış içinde olması düşünülemez. Tarafsızlığı, niteliğinde siyaset olan ülke veya dünya sorunları dışında kalmak, hiçbir şeye karışmamak şeklinde yorumlamak da yanlıştır. Cumhurbaşkanı, Anayasamızın kendisine verdiği görevleri yaparken, tarafsızlığını, sağduyunun ve kamu vicdanının denetimi altında gerçekleştirmektedir. Karşılaşılan sorunların zamanında aşılması ve ülkenin daha ileriye gitmesi için rejim ve devletin sağlıklı ve etkin işlemesi gerektiğine olan inancını sürekli vurgulayan Sayın Cumhurbaşkanı, devlet organlarının uyum içinde çalışmalarına da büyük dikkat göstermektedir. Cumhurbaşkanı, bu çerçevede devletin işlerliğini sürdürmesi için işlemleri hızla yürütmekte ve koordinasyonun sağlanması için de her türlü gayreti sarf etmektedir.

Cumhurbaşkanı, salt devletin işlemesini değil, Anayasanın kendisine verdiği görevin bir gereği olarak uyumlu bir şekilde işlemesini temin ve gözetme gayretini, 1997 yılı içerisinde de sürdürmüştür. Uyumun, devlet işleyişinden istenen sonuçların alınabilmesi bakımından büyük önem arz ettiğini düşünen Sayın Cumhurbaşkanı, bu çerçevede yoğun çalışmalar içerisinde bulunmuştur.

Cumhurbaşkanı itinayla sürdürdüğü tarafsızlığını korumak için, çoğu zaman cevap hakkını kullanmaktan dahi imtina etmekte, kendisini, bilinçli bilinçsiz şekilde, güncel konularda taraf olmaya yönlendirme amaçlı tartışmalardan sürekli uzak kalmaktadır. Netice olarak, Sayın Cumhurbaşkanı, tarafsızlığını, gerek söz konusu tutumu gerek icraatı gerekse konuşma ve beyanlarıyla ortaya koyup korumaktadır.

Öte yandan, Sayın Cumhurbaşkanının tarafsızlığının tüm toplumu kucaklaması gayretiyle birleşerek etkili olması, siyasî tarihimizde, geçmişte söz konusu olan bazı tartışmaların da geride kalmasını sağlamıştır. Bu anlayışla, devletin üst makamındaki bir yetkilisi olarak, eğitimden sağlığa, doğal afetlerden özürlü vatandaşlarımızın sorunlarını çözmeye kadar çok değişik alanlarda ülkenin yol göstericisi konumundaki Sayın Cumhurbaşkanının gösterdiği bu performansı takdir etmemek mümkün değildir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Cumhurbaşkanlığının 1998 yılı için Meclis Plan ve Bütçe Komisyonunda kabul edilen bütçe ödeneği 19 trilyon 169 milyar 298 milyon Türk Lirasıdır. Bu miktarın 1 trilyon 131 milyar 430 milyon liralık kısmı genel yönetim giderleri, 17 trilyon 972 milyar 368 milyon liralık bölümü de destek hizmetleri giderleri için öngörülmüştür.

Ödenek, yapılması yasayla emredilmiş, hizmetin karşılığının yılı bütçesine konulan harcama yetkisini belirten parasal sınırdır. Bütçelerin ne derecede sağlıklı hazırlandığının tespitinde birinci gösterge, başlangıç ödeneğiyle yıl sonu ödenekleri arasındaki sapma oranının minimum olmasıdır. Büyük iddialar içeren 1997 yılı bütçesinin başlangıç ödeneğiyle yıl sonu gerçekleşme rakamları arasında o kadar büyük sapmalar meydana geldi ki, Hükümet ekbütçe yapmak zorunda kaldı.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Hükümetimizce teklif edilen Cumhurbaşkanlığı bütçesinin, Plan ve Bütçe Komisyonunda kabul edildiği şekliyle uygun bulduğumu ifade ederken, özellikle, Cumhurbaşkanlığının yatırım harcamalarının, ülkemiz koşulları da dikkate alınarak yapılmasını temenni ediyor, bütçenin Sayın Cumhurbaşkanımıza ve ulusumuza hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Saygılarımla. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Demokratik Sol Parti Grubu adına konuşan Adana Milletvekili Sayın Tuncay Karaytuğ'a teşekkür ediyorum.

Söz sırası, Kars Milletvekili Çetin Bilgir'de.

Buyurun Sayın Bilgir.

DSP GRUBU ADINA ÇETİN BİLGİR (Kars) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayıştay bütçesi hakkında, Demokratik Sol Parti adına söz almış bulunmaktayım. Sözlerime başlarken hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Sayıştayımız, Anayasanın 160 ıncı maddesinde belirlendiği üzere, "genel ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmakla görevlidir" denilmektedir.

Anayasa'nın bu maddesinde belirtilen asıl işlev, yargılama fonksiyonu bir kenara bırakılırsa, denetimdir. Yapılan değişikliklerden sonra Sayıştay, denetimi iki şekilde; yani, harcamalar yapılmadan önce ön denetim yoluyla ve harcama sonrası denetim şeklinde yapmaktadır.

İdarelerin, bütçeye uygun harcama yapabilmelerini, kadrolarını kullanabilmelerini, sözleşmelerini inceleyip, vize edilebilmesini ve böylelikle hata yapılmasının başından önüne geçilebilmesini ön denetim yoluyla yapabilmesi olanaklıdır.

Harcama sonrası denetim ise, sayman hesaplarının denetimi; yani, bütçe programının ne şekilde uygulandığının tespiti de, yine, Sayıştayın görevleri arasındadır.

Sayıştayın önemli fonksiyonlarından birisi de, devletin bazı faaliyetlerinin kalitesinin ve verimliliğinin artırılması ve yükseltilmesi de denetimden doğan doğal sonuçtur.

Daha somut olarak verimlilik konusunda raporlar hazırlamak ve Türkiye Büyük Millet Meclisine aydınlatıcı bilgi sunmak da, yine bu şekilde olanaklıdır. Bu anlamda Sayıştayın ön denetim, harcama sonrası denetim, verimliliğin artırılması ve kalite yükseltilmesi çalışmalarının olumlu unsurlar olup, desteklenip, geliştirilmesi gerektiği görüşündeyiz.

Ancak, Sayıştayın yargılama işlevinin çok verimli olmaması, geç olması ve tercihlerinin taraflılığı veya yargılamanın yapılmasında etkilenmeye açık olması, onun eksik unsurlardandır. Yine, gerek ön denetimin ve gerekse malî işlemlerin hukuka uygunluğunun araştırılması ve değerlendirilmesi yeterli olmamaktadır; yani, daha etkili olması gerektiği açıkça ortadadır.

Sayıştayımız, kamu iktisadî kuruluşlarını ve bazı fonları, özel kanun hükümleri nedeniyle denetleyememektedir. Oysa ki, ekonomik yaşamda bağımsız hareket eden, gerektiğinde kendi başına yatırımlar yapabilen bu kurumların keyfilikten uzak işlem yapabilmesi için, önceden ve sonradan denetimini yapabilmek olanaklı olmalıdır. Yine, fonların denetimi de aynı şekilde olabilmelidir. Bir bilgi olması açısından söylüyorum, halen 125 adet fonun her türlü denetimden uzak olduğunu belirlememiz gerekiyor.

Güncel olması nedeniyle bir hususun özellikle altını çizmek gerekli ki, o da şu: Bazı kamu kurumlarının sermayesinin belli bir kesimine, bazen çoğunluğuna bazen de pay sahibi olarak katıldıkları özel hukuka tabi şirketlerin de denetimi, yine, Sayıştayca yapılabilmelidir. Bu tür bir denetimle İSKİ, ASKİ yolsuzlukları, TURBAN işletmeleri rezaleti olmayabilirdi veya İĞSAŞ gibi İstanbul Belediyesi kurumlarının veya başka Refah Partili belediyeler kuruluşlarının, Kanal-7'yi beslemelerinin önüne geçilebilirdi.

MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – Yalan!_

ÇETİN BİLGİR (Devamla) – Yine, Özelleştirme İdaresinin işlemlerinin de hukuka uygunluk açısından Sayıştayca denetlenmesi gerektiği görüşündeyiz. Doğal olarak ki, bu denetim, takdir hakkının kötüye kullanılması da dahil olmak üzere, verimlilik ve özelleştirmeden beklenen gaye açısından da değerlendirilebilmelidir.

Sayıştayın denetimi Türkiye Büyük Millet Meclisi adına yapıyor olması nedeniyle, kamu iktisadî kurumlarının ve kamunun sermaye koyarak katıldığı kurumların Sayıştayca denetimi -özellikle de söylüyorum- şart ve esas olmalıdır; çünkü, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yasama fonksiyonunun yanında önemli bir işlevi de denetim fonksiyonudur. Yasama yetkisi devredilemez; ancak, denetim organlar eliyle yapılabilir, Yüksek Denetleme Kurulu örneği gibi, Sayıştay gibi.

Sayıştayın belirtilen işlevlerini yerine getirebilmesi için, kendi iç işleyişindeki verimlilik sorununu çözmek yükümlülüğü vardır. Kamunun her biriminin verimliliğini denetleyebilen Sayıştayın Genel Kurulunun 15 üyesinin ve Başkanının seçilemeyişi de bir uygunsuzluktur. Bu seçimler yapılarak Sayıştaya işlev kazandırılmalıdır.

Yine, Sayıştayın yarım kalan binasının da tamamlanması yoluna gidilmelidir.

Açık ve denetlebilen ve derin olmayan devletin varlığı, büyük oranda, çağdaş usullerle çalışan ve her aşamada üzerine düşen görevleri yapan denetim birimlerinin varlığına bağlıdır. Bu birimlerin varlığı halinde, Susurluk da irtica da rejim sorunu da olmayacaktır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Demokratik Sol Parti Grubu adına konuşan Kars Milletvekili Sayın Çetin Bilgir'e teşekkür ediyorum.

Demokratik Sol Parti Grubunun son sözcüsü, Samsun Milletvekili Sayın Yalçın Gürtan; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA YALÇIN GÜRTAN (Samsun) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; gündemde yer alan Anayasa Mahkemesi bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; partim ve şahsım adına, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlarım.

Sayın milletvekilleri, Anayasa Mahkemesi, demokratik hayatımızın en büyük güvencesidir. 1961 Anayasasıyla hukuk sistemimize giren Anayasa Mahkemesi, demokratik, laik hukuk devletinin tek güvencesidir. Anayasa Mahkemesi, bir taraftan insan hak ve özgürlüklerini korurken, diğer taraftan içtihatlarıyla hukuk çevrelerine yol gösterici olmaktadır. Anayasa Mahkememizin görev ve yetkilerini, Anayasamızın 148 inci maddesi açıkça düzenlemiştir. Anayasanın 148 inci maddesine göre "Anayasa Mahkemesi, yasaların, yasa hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler. "

Anayasa Mahkemesi, tüm görevlerinde yansız ve bağımsızdır. Bu durumuyla, Anayasa Mahkemesi, demokrasimizin kurumsallaşmasına ve gelişmesine katkıda bulunan yüce bir kuruluşumuzdur.Son onbeş senede, Anayasa Mahkemesinde 600'ün üzerinde dava açılmış, bu davaların üçte biri hakkında iptal kararı verilmiştir.

Bu kadar yoğun davanın Anayasa Mahkemesine gelmiş olması, bu mahkemenin önemini artırdığı gibi, Anayasamızda da bazı yasal düzenlemelerin zorunlu olduğunu bize açıkça göstermektedir. Anayasa Mahkemesi kararları çoğu zaman, işine gelmeyenler tarafından benimsenmeyebilir, benimsenmesini de bekleyemeyiz; işimize gelse de gelmese de bu kararların uygulanması gerekir.

Anayasa Mahkemesi, tüm işlevleriyle laik, demokratik cumhuriyetimize ve parlamenter sistemimize yargısal açıdan katkıda bulunur. Hiçbirimizin, Anayasa Mahkemesini ve onun kararlarını eleştirmeye hakkı yoktur. Kararları eleştirmek yerine, Anayasa Mahkememizin daha iyi çalışmasını temin ederek, imkânlar vermeye yönelik değişiklikleri bir an önce yapmalıyız. Demokratik Sol Partinin bu konuda vermiş olduğu kanun teklifi Meclis Genel Kurulunda beklemektedir.

Bugün, ülkemizde, üzerinde en çok konuşulan husus, milletvekillerinin dokunulmazlıkları konusudur. Anayasamızın 83 üncü maddesinin değiştirilmesi konusunda partilerin çoğunluğunca verilen yasa teklifi, Meclis gündemine gelmiş olmasına rağmen, ancak, birinci turda 300 kabul oyuna karşılık, 200 ret oyu ile geçirilmiştir. Bizim, bir an önce yapmamız gereken şey, 83 üncü maddenin kabulü suretiyle, Anayasa değişikliklerinde ilk adımın atılması yönünde olmalıdır.

1982 Anayasası, ülkemizin ihtiyaçlarını karşılamakta yetersizdir. Ülkemizin yeni, çağdaş, uluslararası yasaları kapsayacak yeni bir yapılanmaya ihtiyacı vardır. Parlamentomuza düşen görev, toplumumuzun yapısına uygun yeni düzenlemeleri bünyesinde taşıyan, laik, demokratik, çağdaş bir anayasanın oluşması yönünde olmalıdır. Böyle bir anayasa, ülkemizin aydınlığa çıkışı olacaktır.

Bu arada, Anayasa Mahkememizin şartlarının düzenlenmesiyle personel ihtiyaçlarının giderilmesi de gerekmektedir. Bilhassa yardımcı eleman sıkıntısı çeken Anayasa Mahkememizin, bu eleman ihtiyacının sağlanması suretiyle hizmetlerinde hızlılık ve verimlilik sağlanmış olacaktır.

Anayasamızın başlangıç bölümünde yer alan "Türk varlığının, devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihî ve manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılapları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği ve laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılmayacağı" ilkesine bağlı olarak hareket eden Anayasa Mahkemesi Başkanı ve üyelerini kutluyor, Demokratik Sol Parti olarak Anayasa Mahkemesi bütçesinin ülkemize ve Anayasa Mahkemesine hayırlı olması temennisiyle Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Demokratik Sol Parti Grubu adına konuşan Samsun Milletvekili Sayın Yalçın Gürtan'a teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, bugünkü programımıza göre, öğleden önceki çalışma süremiz dolmuş bulunmaktadır.

Birinci tur görüşmelere, diğer grup sözcüleri ve kişisel konuşmalarla öğleden sonra devam edeceğiz.

Birleşime saat 14.00'e kadar ara veriyorum.

Kapanma Saati: 13.59

 

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 14.00

BAŞKAN : Başkanvekili Hasan KORKMAZCAN

KÂTİP ÜYELER : Levent MISTIKOĞLU (Hatay), Zeki ERGEZEN (Bitlis)

 

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29 uncu Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bütçe görüşmelerine devam ediyoruz.

VI. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

l. – 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/669; 1/670; 1/633, 3/1046; 1/634, 3/1047) (S.Sayısı: 390, 391, 401, 402) (Devam)

A) TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI

1. – Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi (Devam)

2. – Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)

B) CUMHURBAŞKANLIĞI (Devam)

1. – Cumhurbaşkanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi (Devam)

2. – Cumhurbaşkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)

C) SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI (Devam)

1. – Sayıştay Başkanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi (Devam)

2. – Sayıştay Başkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)

D) ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI (Devam)

1. – Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi (Devam)

2. – Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)

BAŞKAN – Sabahki oturumda grupların konuşmalarına ara vermiştik. Şu anda, Demokrat Türkiye Partisi Grubunun sözcülerine sıra gelmiş bulunmaktadır.

Demokrat Türkiye Partisi Grubu adına, Çanakkale Milletvekili Sayın Hamdi Üçpınarlar.

Sayın Üçpınarlar, Grubunuza ayrılan süre 40 dakikadır.

Buyurun efendim.

DTP GRUBU ADINA A. HAMDİ ÜÇPINARLAR (Çanakkale) – Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin değerli üyelerini ve temsilcisi olmaktan şeref duyduğum değerli vatandaşlarımızı; bütçe görüşmelerimizin hayırlar getirmesi dileğiyle, saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bütçenin tümü üzerindeki müzakereleri büyük bir olgunluk içerisinde dinleyen ve Meclisimizin, gerçekten, özlem duyduğu anlayış içerisindeki tutum ve davranışından dolayı, öncelikle memnuniyetimi ifade ederek sözlerime başlamak istiyorum. Temennim, bundan sonraki görüşmelerin ve son gün yapılacak olan görüşmelerin bu anlayış ve tutum içerisinde devam etmesidir. Bunu niçin ifade ediyorum; bilhassa son iki üç yıldır, maalesef, siyasî parti yöneticilerimizin ve sayın genel başkanlarının, diğer rakip siyasî parti yönetici ve genel başkanlarına karşı çok acımasızca ve çok fütursuzca yapılan eleştirileri, maalesef, temsil ettiğimiz milletimiz tarafından benimsenmemiştir ve bunun göstergesi 1996’nın 2 Haziranında yapılan İstanbul’daki Bakırköy belediye seçimlerinde zuhur etmiştir. O günleri takip eden günlerde, Grubumda ve Mecliste yapmış olduğum bir konuşmada “2 Haziran 1996 tarihinde yapılan Bakırköy seçimlerindeki yüzde 35 iştiraksizliğinin bir anlam taşıdığını ve Meclis çatısı altında bulunan değerli arkadaşlarımın, hepimizin şapkamızı önümüze koyarak düşünmemiz gerektiğini, vatandaşın, artık, seçtiği kişiye ve siyasetçiye, siyaset adamına güvenini yitirmekte olduğunu” ifade etmiştim. O nedenle, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında bulunan her arkadaşımızın, halkımızın beklentisi doğrultusunda siyaset yapma zaruretinin olduğunu; bilhassa, yönetici ve genel başkan sıfatını taşıyan kişilerin birbirlerine karşı olan bu acımasız ithamlarından vazgeçmelerini; halkımızın özlemini çektiği tarzda ve üslupta hitap etmelerini özellikle hatırlatmak istiyorum.

Demokrat Türkiye Partisi olarak, bugün, önümüzde bulunan Sayıştay, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı bütçeleri üzerinde, Partimin ve şahsımın fikirlerini ifade etmeye çalışacağım. Anayasa Mahkemesinin bütçesiyle ilgili konuşmaları, değerli arkadaşım Manisa Milletvekili Sayın Ayseli Göksoy ifade edeceklerdir.

Sayıştay, demokratik hukuk devletinin temel kurumlarından biri olup, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim yapması nedeniyle en yüksek denetim organımız sıfatını taşımaktadır. Demokratik parlamenter sistemlerde, parlamentonun gücü, millî egemenlik hakkının, millet adına parlamento tarafından kullanılmasına dayanmaktadır.

Anayasanın 160 ıncı maddesinde, Sayıştayın “genel ve katma bütçeli dairelerin bütün gelir ve giderleriyle, mallarını denetlemesi” öngürülmüştür. Bununla yetinilmeyerek, kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlerini yapmakla da görevlendirildiğinden, Sayıştaya ilave görevler verilme imkânı açık tutulmuştur. Bu imkândan yararlanılarak, örneğin belediyeler ve özel idareler, Sayıştay denetimine tabi tutulmuşlardır. Bugün Sayıştayın denetimi kapsamında, değişik türde, takriben 13 bin adet saymanlık hesabı bulunmaktadır. Bu rakam, katrilyonlarca liralık gelir ve gider evrakı demektir. Bu devasa iş yükünü, mahdut sayıda denetim elemanı, bilgisayar desteğiyle yerine getirmeye çalışmaktadır.

Son yıllara kadar, harcamaların sadece mevzuata uygunluğu yönünden denetim yapan Sayıştayımız, 832 sayılı Sayıştay Kanununa 4149 sayılı Kanunla eklenen ek 10 uncu maddeyle, Sayıştay denetimine tabi kurum ve kuruluşların, kaynakları ne ölçüde verimli, etkin ve tutumlu kullandıklarını inceleme yetkisiyle teçhiz edilerek, bu inceleme sonuçlarının Türkiye Büyük Millet Meclisine arzı öngörülmüştür. Diğer ülke sayıştaylarının çok büyük bir kısmında yıllardır uygulanmakta olan verimlilik, etkinlik ve tutumluluk denetimi, diğer adıyla performans denetimi, Sayıştaya, malî olayların özünü yakalayabilme imkânı sağlayabilmiştir.

Kamu maliyesinin sahibi aslîsi, Yüce Meclistir. Sayıştay ile adına görev yaptığı Yüce Meclisimiz arasındaki ilişkileri, ileri, çağdaş ve demokratik ülke parlamentoları ile sayıştayları arasındaki mevcut ilişkiler düzeyine çıkarmak, ancak, çağdaş denetim teknikleri kullanılarak hazırlanmış Sayıştay raporlarının Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmasıyla mümkün olacaktır. Sayıştayın Yüce Meclise sunacağı doğru, objektif, yansız, güvenilir ve yeterli bilgiler içeren raporlarının sayısının artmasını temenni ediyoruz.

Zor şartlar içerisinde görev yapan Sayıştay üyelerini kutluyor, bütçelerinin hayırlı olmasını diliyorum.

Değerli arkadaşlarım, makamların yücesi olan Cumhurbaşkanlığının, 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının çatısı altında görüşülmesinden gurur duyduğumu ifade etmek istiyorum; zira, Cumhurbaşkanlığı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi, makamların en yücesini teşkil etmektedir.

Cumhuriyetimizin kuruluşundan bugüne değin tam 74 yıl geçmiştir. Kuşkusuz, daha nice yetmişdört yıllar, yüz yıllar ülkelerin tarihleri içinde öyle uzun yıllar sayılmayacaktır. Ne var ki, altıyüz yıllık Osmanlı İmparatorluğundan sonra gelen bu 74 yıl, bizler için son derece anlamlı -zaman zaman sıkıntılar olsa da- mutlu ve gurur verici geçmiştir; çünkü, dünyada hiçbir devlet yok olma noktasından başlayarak Türkiye Cumhuriyeti gibi, 20 nci Yüzyılın en büyük devletleri arasına girme başarısını gösterememiştir. Bugün, belki, yine birtakım sıkıntılarımız vardır; bunları tartışabiliriz; ama, Türkiye Cumhuriyeti, her alanda bu sıkıntıları giderecek, 21 inci Yüzyılın yaratıcı, yapıcı, refah devletini yakalayacak kadrolarını yetiştirmiştir. Bunun en güzel, en anlamlı, en olumlu örneklerinden biri, siz saygın milletvekillerimizin oluşturduğu Türkiye Büyük Millet Meclisidir, onun kurduğu hükümettir ve onun seçmiş olduğu Cumhurbaşkanıdır.

Başımızı kaldırıp şöyle çevremize baktığımızda, üniter yapımız içinde eleştiriden hiç kaçınmadığımız siyasî, ekonomik ve sosyal yapımızla ne kadar güçlü bir devlet olduğumuzu görmek mümkündür. Son derece iyi yetişen ve her alanda görev yapan gençlerimizin, hanımefendilerimizin katkılarıyla yarınlar daha mutlu olarak bizlerin olacaktır. Örf, âdet, gelenek ve göreneklerini hiç bozmadan dünden bugüne getiren, onları yarınlara da taşımak için bir anayasa hükmü gibi baştacı eden ulusumuz, saygın din anlayışıyla da gücüne güç katmaya devam edecektir.

İnsan haklarına, komşu haklarına, küreselleşen dünyada birlikte yaşama haklarına saygılı böylesi büyük devleti kuran önder insan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve ondan sonra görev yapmış olan devlet büyüklerimizden Hakk’ın rahmetine kavuşmuş olanları rahmetle, sağ olanları şükranla anıyorum.

Bugün Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel de, milletimizin yetiştirdiği çok değerli liderlerden birisidir. Mayıs 1993’te onu Cumhurbaşkanı olarak seçen bu Yüce Meclis, bir anlamda, demokrasisini de güvence altına almıştır. Seçilmesinden bugüne kadar, tarafsız tutum ve davranışları, Çankaya tepelerinden Türk insanının yaşamının daima taze, daima zinde kalması için âdeta oksijen vermesi, moral ve umut aşılaması, çağın yakalanması için gece ve gündüz demeden çalışması ve kesitleri çalıştırması, Yüce Meclisimizce ne denli isabetli bir seçim yapıldığını açıkça ortaya koymaktadır.

Sayın Cumhurbaşkanımızın, 40 yıla yaklaşan devlet tecrübesi ve siyasî deneyimleriyle tüm toplumumuzun sevgi ve saygısını kazanmış olması ve vatandaşımızın kendisini onda, Cumhurbaşkanımızın da kendisini, 65 milyona yaklaşan insanımızın her bir ferdinde görmesi kadar mutluluk veren bir şey olamaz.

Tüm kesimlerin koordinatörlüğünü bilinçli bir biçimde seve seve yapan, yeni doğan bebekten en yaşlı vatandaşımıza kadar herkesle ilgilenen, hemen her gün yurdun bir başka köşesinde halkımızla birlikte, evrensel barışı sağlamak için ülkeler arasında âdeta mekik dokuyan Sayın Cumhurbaşkanımızın bütçesi üzerinde ve rakamlar üzerinde söz etmeyi uygun görmüyorum. 3 yıldır maaşının artmasını bile istemeyen Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel, hiç kuşku yok ki, 20 nci Yüzyılın ikinci yarısında yetişen dünyanın en büyük devlet adamlarından birisi olma niteliğini taşımaktadır. Türk demokrasisi, Türk Devleti adına bir kazanç, bir teminat olduğu kanaatini taşımaktayız. Böylesi bir liderin yapıcı çalışmaları, Türkiye’de, başkanlık ya da yarı başkanlık sistemini gündeme getirmiştir. Nitekim, Demokrat Türkiye Partisi olarak kuruluş günümüz olan 7 Ocak 1997 tarihinde yayınlamış olduğumuz Parti Programında, devlet idaresinde yarıbaşkanlık sistemini önermiş olan bir siyasî partinin temsilcisiyim. Demokrat Türkiye Partisi, bugünkü idarede, artık, Türkiye’de, iki turlu seçim sistemiyle halk tarafından cumhurbaşkanımızın seçilmesini öngören bir yarıbaşkanlık sistemini teklif etmektedir. Sayın Cumhurbaşkanımızın, bugün başkanlık veya yarıbaşkanlık sistemine uygun çalışmalarının hukuksal alana yerleştirilmesi için de, bu Yüce Meclisimiz, önümüzdeki günlerde bu konuyu ciddî bir şekilde ele almak, yorumlamak ve karar vermek zorunluğundadır düşüncesini taşımaktayız.

Sayın Cumhurbaşkanımızın bütçesi üzerinde yapılmış olan tenkit konuşmalarına gerekli cevaplar verildi; ama, bu arada, bir tek hususun bilinmesinde fayda mülahaza ettiğim için, bir tek cümleyle yerine getirmek istiyorum: Cumhurbaşkanlığı bütçesinin kesintiye uğraması neticesinde, kamuoyunda, bazı medyada ve bazı siyaset adamları tarafından yapılmış olan tenkitlerin gerçeklikle ilgisi olmadığı kanaatini taşıyorum.

Yapmış olduğum incelemeler ve araştırmalarda, yetmişbeş yıl gibi bir süreye dayanan Köşkteki tadilatların yapılmamış olmasının, oradaki emtiaların eskimiş olmasının, bakıma alınmasının değişik yorumlarla kamuoyuna sunulmasını yadırgadığımı burada ifade etmek istiyorum.

Yine, Refah Partisi Sözcüsü arkadaşımın bu kürsüden sabah yapmış olduğu konuşmada “Sayın Cumhurbaşkanımızın, Başbakanlık görevi tevdiinde tarafsızlığını yitirdiğini” ifade etmiş olması, beni, son derece üzmüştür.

55 inci Hükümet çalışmaları esnasında, Doğru Yol Partisi ve Refah Partisi sözcülerinin, Cumhurbaşkanına yapmış olduğu, haksız, yanlı tutum ve davranışları tasvip etmediğimi ifade etmek istiyorum. O arkadaşlarıma şunu hatırlatmak istiyorum: Tarafsızlık ilkesini yitirdiğini iddia ettikleri Sayın Cumhurbaşkanımızın, acaba, hacıyla bacının arasında yapmış olduğu pazarlık neticesinde, tutup görevi, Anayasayı çiğneyerek, Sayın Çilller’e mi vermesini bekliyorlardı?! Bu muydu hukuk, bu muydu adalet, bu muydu Anayasa gereği?!

ASLAN POLAT (Erzurum) – Niye Anayasa çiğneniyor acaba?!

A. HAMDİ ÜÇPINARLAR (Devamla) – Anayasanın 104 üncü ve 109 uncu maddelerini açıp okuduğunuz zaman, başbakanlık görevinin nasıl verileceğini; 104 üncü maddede, Cumhurbaşkanının hangi görevleri ifa edeceğini, 109 uncu madde de aynen “Başbakan, Cumhurbaşkanınca, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri arasından atanır” ifadesini okuma ve de öğrenme imkânına sahip olabilirsiniz.

Anayasada aynen böyle söylüyor Sayın Güven; siz hukuk adamısınız “Başbakan, Cumhurbaşkanınca, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri arasından atanır”...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Üçpınarlar, ben ağzımı bile açmadım; niye bana cevap veriyorsunuz?

A. HAMDİ ÜÇPINARLAR (Devamla) – Hayır, tebessüm ettiğiniz için... Sizi sevdiğimden... Alınmayın. Aynı zamanda, sizin isminizi telaffuz ettiğim için de, seçmenleriniz, sizin burada bizi dinlediğinizin, burada olduğunuzun farkına varacaklar.

BAŞKAN – Sayın Üçpınarlar, karşılıklı konuşmayalım efendim. Tebessümler için iltifatlarınızı konuşmadan sonra da yapabilirsiniz.

A. HAMDİ ÜÇPINARLAR (Devamla) – Ayrıca, Anayasamızın 110 uncu maddesi, güvenoyunun nasıl alınıp alınmayacağını tarif ediyor. Yani, sizin, Sayın Cumhurbaşkanına, ferdî olarak “benim cebimde imzalar var, ben bu konuda güvenoyu alabileceğim” düşüncesiyle gitmeniz bir şey ifade etmiyor; çünkü, Anayasada öyle bir kural yok.

Bir eski hatırlatma yapmak istiyorum; 1995 yılında, Doğru Yol Partisi tarafından kurulmuş olan azınlık Hükümeti; ki, ben o Bakanlar Kurulunda da Bakan olarak görev yapmıştım... 1995 yılında, Sayın Cumhurbaşkanı, verilen imzalar, verilen taahütlerin neticesinde de, o zaman, Sayın Çiller’e, azınlık hükümetini kurma görevini vermiştir; ama, 1997 Türkiye’sinde, 1996 Türkiye’sinde şartlar değişmiş, o taahhütlerin değil, icraatın yerine gelmesi düşüncesiyle, Sayın Cumhurbaşkanı, kanaat getirmediği için, görevi, Meclisten bir arkadaşımıza, Sayın Mesut Yılmaz’a vermiştir ve Sayın Cumhurbaşkanının yanılmadığı, isabetli karar verdiği, 55 inci Hükümetin -sizin vermiş olduğunuz rakamların tam tersine dönmesiyle- almış olduğu güvenoyuyla da ortaya çıkmıştır.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçesi hakkındaki görüşlerimi ifade etmeden önce, müsaade ederseniz, Türkiye Radyo ve Televizyon Üst Kurulu bütçesiyle ilgili görüşlerimi de birkaç dakikada ifade etmeye çalışacağım.

BAŞKAN – Sayın Üçpınarlar, Grubunuza ayrılan sürenin 18 dakikası bitmiş bulunuyor; 20 nci dakikaya 2 dakika var; ama, süreyi kullanmak, tabiî, sizin takdirinizde olan bir husustur. Ben, sadece hatırlatıyorum.

Buyurun.

A. HAMDİ ÜÇPINARLAR (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ben, 30 dakikalık süresini kullandıktan sonra, son 10 dakikalık süresini Sayın Ayseli Göksoy kullanacaktır efendim. Bilgilerinize ve takdirlerinize arz ediyorum.

Türkiye’de, özel radyo ve televizyon kuruluşlarının, Anayasa ve yasaların izni olmaksızın, 1989 yılından itibaren fiilî olarak yayına başladıkları ve yurt sathına yayıldıkları hepinizin malumlarıdır.

Ülkenin en önemli doğal kaynağı olan frekans, büyük bir kargaşa yaratmıştır. Daha sonra, özel radyo ve televizyon kuruluşlarına yayın yapma imkânı sağlayan Anayasa değişikliğinin 1993 yılında gerçekleştirilmesinin ardından, özel radyo ve televizyon kuruluşlarının sayısı bir anda büyük bir patlama yapmış, yayın içeriği açısından hiçbir denetime tabi olmayan söz konusu radyo ve televizyon kuruluşları, radyo ve televizyon yayınlarıyla ilgili düzenlemeyi yapacak olan kanunun çıkmasını beklemeksizin, hiçbir kurala bağlı olmadan yayınlarını sürdüregelmişlerdir.

1994 yılında 3984 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte, Üst Kurul, söz konusu Kanun, ilgili yönetmelikler ve Avrupa Sınır Ötesi Televizyon Sözleşmesi çerçevesinde, yayın faaliyetlerini, teknik ve içerik olarak düzenleme ve denetleme görevini yürütmeye başlamıştır.

Frekans tahsisi ve ruhsat ile kanalların hukukî durumunun açıklığa kavuşturulmamış olması, RTÜK Yasasında söz konusu işlemin dört ay içerisinde yapılması gerekirken, geçiş dönemi adı altında, neredeyse dört yıldır hâlâ frekans ve ruhsat verilmemesi, RTÜK’ün hukukî yapısına da gölge düşürdüğü kanaatini taşımaktayız.

Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun, gençlerimizin ve çocuklarımızın ruhsal ve fiziksel gelişimini olumsuz yönde etkileyen, toplumumuzda manevî değerleri erozyona uğratan ahlakdışı yayınların önlenmesi konusunda daha duyarlı olmasını ve bu konudaki yasal yetkisini gerektiği tarzda kullanmasını talep ediyor, bugüne kadar yapmış olduğu yetki kullanımının da yeterli olmadığı kanaatini taşıdığımızı ifade etmek istiyorum.

Televizyon kanallarında yayınlanan programların, toplumu, çağdaş düzeye ulaştıracak bilgi ve tavsiyeleri önermesi gerektiği inancı içerisindeyiz.

Kişiler arası çıkar çekişmelerine, televizyon kanallarının alet olduklarını üzülerek ifade ederken, bu durumdan, Yüce Meclis adına son derece üzüntü duyduğumu da belirtmek istiyorum.

Türkçemizin temel kurallarına uygun konuşma yeteneği olmayan sunucuların, aynen TRT’de olduğu gibi bir ön eğitimden geçirilerek Türkçemize uygun bir lisanla, düzgün bir şiveyle konuşmalarını sağlamak için, özel kanalların, gerekli tedbirleri almalarının zamanı geldiği kanaatini taşıdığımızı ifade etmek istiyorum.

Burada önemli bir noktayı ifade etmeden geçemeyeceğim. Kime, hangi kriterle ceza uygulanacaktır. “Kanunsuz suç olmaz” ilkesini unutmamak gerektiğini hatırlatmak istiyorum. Bu konuda vermiş olduğumuz kanun teklifini daha geniş kapsamlı yapmak üzere geri çektiğimizi ve önümüzdeki günlerde vereceğimiz yeni bir kanun teklifiyle, RTÜK’ün ekran karartma yetkisinin olmadığını, hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetinde karartma yetkisinin ve yargılamanın, RTÜK’ün denetimi ve teklifi neticesinde mahkemeler tarafından görüşülmesinde ve karara bağlanmasında fayda mülahaza ettiğimizi de burada ifade etmek istiyorum.

Bu arada en önemle arz etmek istediğim husus: Özel radyo ve televizyonlarımızın Anayasa hükmü ve kanun gereği toplumumuzu eğitici, onların örf, âdet ve geleneklerine uygun tarzda programlar yapmalarını buradan tavsiye etmeden ve hatırlatmadan geçemeyeceğim.

Değerli arkadaşlarım, müsaade ederseniz, vaktimin müsaade ettiği kadarıyla, çatısı altında bulunmaktan şeref duyduğumuz ve hepimizin çoluk çocuğumuza bırakabileceğimiz en güzel miras olarak değerlendirdiğim Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütçesi üzerinde görüşlerimi ifade etmeye çalışacağım.

Yüce milletimizin özgür iradesiyle oluşturduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi, gücünü yalnızca milletimizden almaktadır. O nedenle, gücünü de hiçbir etki ve telkin altında kalmadan, yalnızca milletin istediği doğrultuda kullanmaktadır ve kullanmak mecburiyetindedir; doğrusunun bu olduğu kanaatindeyim. Bu Meclis, milletimizin Büyük Atatürk’ün önderliğinde cumhuriyet döneminde oluşturduğu en büyük eseri olduğunu da hatırlatmadan geçemeyeceğim.

Bu Meclis, halkımızın deyişiyle, yedi düvele karşı Kurtuluş Savaşı veren büyük zafere ulaşan meclistir ve gazi meclistir; kurulduğundan bugüne kadar, çatısı altında, milletini ve devletini çağdaş devletler düzeyine eriştirmek için faziletli pek çok insan hizmet vermiştir; hakkın rahmetine kavuşunlara hepimiz adına Cenab-ı Allah’tan rahmet dileyerek, yaşayanlara da şükranlarımı sunarak sözlerime devam etmek istiyorum.

Türk Milletinin beyni ve kalbi durumundaki bu yüce kurum, üzülerek söyleyeyim ki, maalesef, son yıllarda giderek görevlerini yapamaz hale dönüşmeye başlamıştır. Bu Meclis çatısı altında “şu kadar kanun teklifi görüşüldü, şu kadar sözlü sorulara, şu kadar yazılı sorulara cevap verildi, şu kadar kanun çıkarıldı” şeklinde ifadelerde bulunmak, zannedersem yeterli değildir.

Milletimizin Meclisimizden beklediği ve hepimizin yerine getirmesi gerektiğine inandığım konuları müsaade ederseniz kısaca özetlemeye çalışacağım.

Değerli arkadaşlarım, milletvekili sayısının 450’den 550’ye çıkarılması, lojman sayısının artırılmasına gerekçe olarak gösterilemeyeceği kanaatini taşıyorum ve lojmanların milletten arındırılmış, tecrit edilmiş, dört duvar arasında, milletvekillerinin kimden, neden, niçin korunmaya gerek duyularak tahsis edildiğini ve halen işlerlik gördüğünü hayretle karşılıyorum. İki yıl öncesi başlatılan lojmanların özelleştirilmesi teklifi ve konusu tartışılırken, maalesef, yeni lojmanların yapılmış olmasını anlamakta da güçlük çekiyorum ve bunun takdirini milletime ve siz değerli arkadaşlarıma bırakıyorum.

Yanılarak herhangi bir arkadaşım sakın ola ki, “Sen nerede oturuyorsun?” diye sormasın; hemen açıklamasını yapıyorum: Ben, seçildiğim günden beri Bahçelievler’de kendi evimde oturuyorum ve şu iddiada bulunuyorum: Anadolu’dan yeni gelmiş olan milletvekili arkadaşlarımızın kapı kapı dolaşarak ev kiralamasına karşıyım; ama, tüm milletvekili arkadaşlarımızın da lojmanlarda oturmasına karşıyım. Yeni gelen milletvekilleri için, geçici bir süre için ayrılacak bu konaklama yerlerini kiralamak suretiyle gidermek mecburiyetinde...

NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Nasıl olacak?..

A. HAMDİ ÜÇPINARLAR (Devamla) – “Nasıl olacak” diye soruyorsanız, söylüyorum: Kiralama sistemiyle bunu gerçekleştirebilirsiniz; ama, benim gibi evi olan kişilerin, kendi evlerini kiraya vererek lojmanlara çıkmalarını da, buradan, yanlış bir tutum olarak değerlendiriyorum.

Buradaki bir noktayı dikkatlerinize çekmek istiyorum değerli arkadaşlarım; benim fikirlerimi beğenmemiş olabilirsiniz; ama, bir gerçeği vurgulamak istiyorum: Tam yeni yetişmekte olan çocuklarımızın, o tecrit edilmiş saha içerisinde yetişme tarzını ve milletvekilliğini kaybettiğiniz zaman, halkın içine döndüğü zamanki çekeceği sıkıntıları lütfen değerlendiriniz. Bu kadar kısa ve öz olarak bu meseleyi dile getirmek istiyorum.

Yine, milletimiz, hayat mücadelesinin zor şartları içerisinde, enflasyonla mücadele yapılmasının beklentisi içerisinde, kanun çıkaran bu Meclisin gerekli kanunları çıkarmasını bekliyor. Ben, buradan, Meclisimizden, bir an evvel çıkarılması gereken yasaları takdirlerinize sunmak istiyorum: Uzun senelerdir tartışılan bir sağlık reformunun, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun özerkliğini ortaya koyacak olan yargı reformunun ve son yıllarda, çok önem arz ettiğine inandığımız bir ahlak yasasının ve yine -ifade etmeden geçemeyeceğim- artık güncel konu haline gelen, milletvekillerimizin dokunulmazlıklarının sınırlandırılmasıyla ilgili kanunun bir an evvel bu Meclisten çıkması gerektiği inancı içerisindeyim.

Diyorum ki, Demokrat Türkiye Partisi olarak biz, 1998 yılını, demokratikleşme yılı olarak ilan ediyoruz. Bu hususta, parti olarak, gerekli tüm kanun tekliflerimizi hazırlamış, bir kısmını vermiş, bir kısmını da önümüzdeki günlerde vermek suretiyle, Meclisimizin, demokratikleşme çalışması içerisinde önemli bir görev ve sorumluluk taşıdığı ve bunları yerine getireceği inancı içerisinde, bu görüşmüş olduğumuz Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhurbaşkanlığı, Sayıştay ve RTÜK bütçelerinin hayırlı ve uğurlu olması dileğiyle, Yüce Meclisi ve Sayın Başkan sizi, saygıyla selamlıyor, teşekkür ediyorum efendim. (DTP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Demokrat Türkiye Partisi Grubu adına konuşan Çanakkale Milletvekili Sayın Hamdi Üçpınarlar’a teşekkür ediyorum.

Demokrat Türkiye Partisi Grubunun ikinci sözcüsü Manisa Milletvekili Sayın Ayseli Göksoy; buyurun. (DTP sıralarından alkışlar)

Sayın Göksoy, konuşma sürenize 1,5 dakika ilave edeceğim, 10 dakika süreniz var, buyurun efendim.

DTP GRUBU ADINA H. AYSELİ GÖKSOY (Manisa) – Sağolun, çok teşekkür ederim.

Çok değerli Başkan, çok değerli milletvekilleri; hepinizi, şahsım ve Grubum adına en içten duygularla selamlarım.

Anayasa Mahkemesinin 1998 yılı bütçesi üzerinde konuşacağım. Anayasa Mahkemesi, 1961 Anayasasıyla kurulmuş yüksek bir yargı organıdır; kuruluşundan bu yana verdiği kararlarla, Türk hukukuna değerli katkılarda bulunmuştur; Atatürk ilkelerinin ve demokratik kuralların ülkemizde yerleşmesi yolunda önemli adımlar atmıştır.

1982 Anayasasıyla Anayasa Mahkemesi yeniden düzenlenmiş, üye sayısı 20’den 15’e indirilmiş ve doğrudan iptal davası açacakların sayısı azaltılmıştır. Buna karşılık, Yüksek Mahkemenin yetkileri, esas itibariyle, aynen korunmuştur. 13.11.1993 tarih ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun yürürlüğe konulmuştur.

4121 sayılı Yasayla, Anayasada yapılan, özellikle siyasî partilerin kapatılması, bu kapatma sırasında savunma hakkı, milletvekilliğinin düşmesi gibi konulara ilişkin değişiklikler, Anayasa Mahkemesinin Kuruluş Yasasında da değişiklik yapılmasını gerektirmiştir. Bu amaçla, 3.7.1997 tarihinde 4280 sayılı Yasa çıkarılmıştır.

Siyasî parti kapatma istemiyle açılan davalar ayrı olmak üzere, 1997 yılı içerisinde -yani, 5.11.1997 tarihi itibariyle- itiraz yoluyla 60, iptal yoluyla 4 dava açılmış ve 1996 yılında devreden 36 dosyayla birlikte dava sayısı 100’e ulaşmıştır. 1997 yılında, 5 Kasım gününe kadar 66 dosya karara bağlanmış, 34 dosya ise inceleme aşamasındadır.

Siyasî parti kapatma davası yönünden, 1997 içerisinde 2 dava açılmış ve 1996 yılından devreden 3 dosyayla birlikte, siyasî parti kapatma istemiyle açılmış dava sayısı 5’e ulaşmıştır. Davalardan 3’ü karara bağlanmış olup, bunlar, Emek Partisi, Diriliş Partisi, Demokratik Barış Hareketi Partisidir. 5 Kasım 1997 tarihi itibariyle de, 2 dosya inceleme aşamasındadır; bunlar da, Refah Partisi ve Demokratik Kitle Partisidir.

Anayasa Mahkemesinin kuruluşundan beri, yönetimin verimli ve ekonomik biçimde yürütülmesine en üst düzeyde özen gösterilmektedir; bütçe de, bu anlayış içerisinde hazırlanmaktadır. Kadro cetvelinden de anlaşılacağı gibi, yönetsel etkinlikler, çok sınırlı personelle en verimli biçimde başarılmaya çalışılmaktadır. Gerçekten, Mahkemenin kadro cetveline göre 23 raportörün görev yapması gerekirken, halen bu görev 14 raportör hâkim tarafından yürütülmeye çalışılmaktadır ve bunlardan biri Genel Sekreterlik görevini de yürütmektedir. Ayrıca, Mahkemenin destek ve yönetim hizmetlerinde tasarruf nedeniyle yapılan 24 kadro iptali sonucu da 155 kadro kalmıştır; yine, tasarruf genelgeleriyle bu kadrolar da tam olarak kullanılamamakta ve hizmet 138 personelle yürütülmektedir.

Anayasa Mahkemesinin giderlerinden olan ve 1991 yılında kurulan bilgisayar sisteminin ana amacı, karar ve mevzuat sorgulamasının yapılıp, yargısal işleve yardımcı olmak ve hız kazandırmaktır. İzleyen yıllarda yeterli ödenek alınamadığı için donanım ve yazılımlar tamamlanamamıştır. 1996 yılına kadar ilgili raporlar alınamadığı ve birim oluşturulamadığı için de, sistem, yalnızca, kimi yardımcı birimlerin iç hizmete dönük kullanımlarında yardımcı olmuş; ancak, asıl amaç gerçekleştirilememiştir.

1996 yılı ikinci yarısında birim kadroları alınarak, 1997 yılı başında da bu kadrolara atama yapılmış, görevlendirilen tetkik hâkimlerinin de katkılarıyla, Anayasa Mahkemesi, günün koşullarına uygun bilgisayar sistemi gereksinimini hızla saptamaya çalışmıştır. Çalışmalar sonucu, 1991 yılında kurulan sistemin teknolojik gelişme nedeniyle günün koşullarına uygun, verimli çalışacak düzeye getirilemeyeceği, sistemin yeniden kurulması gereği belirtilmiştir.

Öte yandan, uluslararası kuruluşlara katılması, bu kuruluşların bilgisayar ağında bulunması konusundaki çağrılara olumlu karşılık verme ve uluslararası kuruluşlarla birlikte sürdürülen çalışmaların sonuçlarını yerine getirme yükümlülükleri, bilgisayar sisteminin yenilenmesini çok zorunlu kılmıştır. Ayrıca, bilgisayar ortamında karar ve mevzuat erişimi ve sorgulaması uygulamasına geçilmesi, çağdaş çalışma koşullarına kavuşturularak işlerin hızlandırılması yönünden de yararlı görülmüştür. Bu nedenle, 1997 yılında bilgisayar sisteminde yeniden yapılanma işlemine girişilmiştir.

Mahkemece 1991 yılında kurulan bilgisayar sisteminin teknolojik gelişmeler karşısında gereksinimi karşılamaktan uzak kaldığı ve yenilenmesi gerektiği belirtilerek, söz konusu işin uygulanabilirlik (fizibilite) çalışmaları yapılmış, karar ve mevzuat veri tabanı alımının, yazılım ve eğitim işinin, donanım alımı ve ağ altyapısı kurulması için gerekli teknik şartnamelerin hazırlanması işinin, bir kamu kuruluşu olan Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu Bilgi Teknolojileri ve Elektronik Araştırma Enstitüsüne (TÜBİTAK-BİLTEN’e) yaptırılması kararlaştırılmış ve bunun için de birinci aşamada bir protokol imzalanmıştır.

Bütün bunların yapımının asıl amacı, Türkiye’de Anayasa Mahkemesinin dünya verilerine tam hizmet verebilmesi ve bunun için de parasal yönden bu birimin geniş bir imkân içinde olmasıdır. Bu imkânlar içerisinde bu birimde pek çok eksiklikleri, burada zamanınızı almamak için, dile getirmek istemiyorum. Bu nedenle normal yaşam içerisinde bu birime çok gerekli parasal bir katkı yapılmasının gereğine bütün gücümüzle Demokrat Türkiye Partisi olarak inanıyoruz.

Sayın milletvekilleri, bunu burada bir kez daha dile getirirken, şunu da belirtmek istiyorum: Yeni sivil Anayasayı hep birlikte yapmamız gereğine inanıyoruz. Bu şeref, bu Yüce Meclise nasip olmalı. Çünkü, böylece, siyasal birikimimizi geliştirme, gelişme düzeyimizi ve demokratik kültürümüzü yansıtan bir anayasaya mutlaka sahip olmamızın gereğine bütün kalbimle inandığımı bir kez daha yinelemek istiyorum. Bu arada, yeni Anayasa, mutlaka, ülkenin gerçeklerine olduğu kadar, evrensel değerlere de uygun bir anayasa olmalıdır. Anayasa tekrar gözden geçirilmelidir. Bu çerçevede şunu açık...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Göksoy, konuşmanızı tamamlayın efendim.

AYSELİ GÖKSOY (Devamla) – Çok teşekkür ediyorum. Evet, süremi doldurdum.

Anayasal ve yasal düzenlemelerde, hukukun üstünlüğünü, yargı bağımsızlığını bu Yüce Meclis mutlaka düşünüyor ve düşünecek de. Bu bakımdan, geleceğimizi ilgilendiren bu birimlere, bütçe konusunda çok daha yardımcı olmamız temennisiyle hepinizi hürmetle selamlarım efendim. (DTP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Demokrat Türkiye Partisi Grubu adına konuşan Manisa Milletvekili Sayın Ayseli Göksoy’a teşekkür ediyorum.

Gruplar adına, son sırada Anavatan Partisi Grubunun konuşmaları var. Anavatan Partisi Grubu adına, birinci sırada, Ankara Milletvekili Sayın Nejat Arseven konuşacak. (ANAP sıralarından alkışlar)

Anavatan Partisi Grubunun konuşma süresi toplam 40 dakikadır. Sözcüler kendi aralarında bunu paylaşacaklardır.

Buyurun Sayın Arseven.

ANAP GRUBU ADINA NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1998 malî yılı, Cumhurbaşkanlığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Radyo ve Televizyon Üst Kurulu bütçeleri üzerinde Anavatan Partisinin görüşlerini ifade etmek için söz almış bulunuyorum, bu vesileyle Yüce Heyetinizi en içten saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Yüce Atatürk ve partimizin kurucusu Sekizinci Cumhurbaşkanımız Rahmetli Özal başta olmak üzere, bu memlekete hizmet eden bütün Cumhurbaşkanlarımızı saygı ve hürmetle yâd ederek sözlerime başlamak istiyorum.

Yüce milletimizden alınan yetkiyle oluşan Parlamentomuzda, değerli milletvekillerimizin hür iradeleriyle seçilen ve görevine, 16 Mayıs 1993 tarihinde, huzurunuzda andiçerek başlayan Sayın Cumhurbaşkanımızın, bir diğer ifadeyle bu Yüce Makamın, bugün, ülkemizde tartışılmıyor olmasını, demokratik rejim açısından da, Türk Halkının devlete ve rejime olan inancı bakımından da fevkalade önemli saymaktayız. Bunda, Sayın Cumhurbaşkanımızın, seçildiği günden bugüne kadar geçen sürede, engin siyasî tecrübesiyle Anayasamızda tarif edilen çerçeve içinde kendisine verilmiş olan görevleri tam bir tarafsızlık içinde yerine getirmiş olması da fevkalade büyük bir rol oynamıştır.

Ayrıca, Sayın Cumhurbaşkanımız, yine, seçildiği günden itibaren, ülkenin bölünmez bütünlüğüne ve bağımsızlığına, cumhuriyetimizin temel niteliği olan laikliğe, ülke içerisinde huzur ve güvenin eksiksiz sağlanmasına, ülkemizin dış menfaatlarının korunmasına ve cumhuriyetimizin eşitlik, açıklık, şeffaflık ve dürüstlük prensiplerine, sadakatle, sonuna kadar bağlı kalmıştır.

Yine, Sayın Cumhurbaşkanımız, her türlü tartışmanın üzerinde ve dışında kalmak suretiyle, anayasal cumhurbaşkanı olmaya da özen göstermiş; ayrıca, ülkemiz ve milletimiz için, gerektiğinde anayasal yetkilerini kullanma konusunda, her türlü siyasî mülahazanın dışında, fevkalade basiretle bu görevini de yerine getirmiştir.

Türkiye Cumhuriyetinin ve Türk Milletinin birliğini temsil eden, bütün vatandaşlarımızı ve onların kurmuş oldukları siyasî partilerimiz de dahil, her türlü anayasal örgütleri kucaklama göreviyle de yükümlü olan cumhurbaşkanının taraf olması veya tarafsızlığına gölge düşürecek bir davranış içinde olması, elbette düşünülemez; ancak, bu tarafsızlığı, niteliğinde siyaset olan ülke ve dünya sorunları dışında kalmak, hiçbir şeye karışmamak şeklinde yorumlamak da fevkalade yanlıştır. Cumhurbaşkanı, anayasal görevlerini, tarafsızlığın, sağduyunun ve kamu vicdanının denetimi altında gerçekleştirmek durumundadır.

Cumhurbaşkanı, Türk Milletinin birliğini temsil görevine uygun olarak, Türkiye’nin her ferdinin, her köşesinin cumhurbaşkanı olma hususundaki titizliğini sürdürmektedir. Dolayısıyla, cumhurbaşkanı, bu çerçevede, toplumun farklı kesimlerini temsil eden sivil toplum örgütleri ve bizzat halkla doğrudan ilişki içinde olmaya da devam etmelidir.

Cumhurbaşkanımız, Türk sanayi ve iş dünyasının, dünya pazarlarında, her konuda ve özellikle yurtdışı taahhüt sektöründe rekabet edebilmesi için, hız kazanan gelişmeleri takip ve teşvik etmelidir.

Yine, Sayın Cumhurbaşkanımızın, eğitim ve sağlık hizmetlerinin tüm yurt sathında istenilen seviyeye çıkarılması hususundaki içten gayretlerini, devlet vatandaş işbirliğini teşvik etmesi ve desteklemesini fevkalade önemli ve doğru bulduğumuzu da huzurunuzda ifade etmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özellikle son zamanlarda, Cumhurbaşkanlığı bütçesi ve artış hızı dolayısıyla, kamuoyunda ve basında bu Yüce Makama getirilen eleştiriler ve bunların dozu konusundaki görüşlerimizi de, burada, sizlere ifade etmek istiyorum.

Çok değerli arkadaşlarım, Cumhurbaşkanlığı Köşkü ve müştemilatı -ki, buna Muhafız Alayı, Devlet Denetleme Kurulu ve diğer tüm hizmet birimlerinin binaları dahildir- 1920 yılında yapılmıştır ve yine, bugüne kadar geçen sürede, içerisinde, söz konusu Köşk dışındaki bu hizmet binalarına, en ufak bir yenileme yapılmamıştır. Bu tesisler içindeki, son zamanlarda yapılan yatırımın en büyük kısmı olan Muhafız Alayı tesisleri, gözbebeğimiz ordumuzun bir kışlasıdır. Tek özelliği, Cumhurbaşkanlığı Köşkü içerisinde konuşlandırılmış olmasıdır.

Değerli arkadaşlarım, ben, özellikle, bu bütçe üzerinde konuşmakla görevlendirilince, konuyla ilgili ufak bir araştırma yaptım. Şunu ifade edeyim ki, Cumhurbaşkanlığının hiçbir biriminin, ihale yapmak ve kontrol etmek gibi bir yetkisi yoktur. Bu işler, devletimizin bu işlerin yapımıyla görevli kılmış olduğu Millî Savunma Bakanlığı ve Bayındırlık ve İskân Bakanlığı tarafından yapılmaktadır. Bütçenin önemli bir yatırım kalemini teşkil eden Muhafız Alayı tesisleri inşaatı, Millî Savunma Bakanlığının kontrolünde ve sorumluluğunda olup, sadece ödeneği -yani, parası- teknik zorunluluklar nedeniyle, Cumhurbaşkanlığı bütçesinden ödenmektedir. Şimdi, bu yatırımın, Sayın Cumhurbaşkanımızın şahsıyla veya Yüce Makamla ne alakası vardır?! Burada, bir eğitim, bir kültür ocağı olan ve yurdumuzun dört bir yanından gelecek memleket evlatlarımıza, hepimizin evlatlarına günümüz şartlarında modern eğitim verecek bir askerî kışla inşa edilmektedir. Burada askerliğini yapacak olanlar, benim, sizlerin; yani tüm milletimizin evlatları olacaktır. Herhalde bu yatırım, özel ve değişmez kimselere yapılmamaktadır. Keşke, yurdumuzun dört bir yanındaki bütün asker ocaklarımız, bütün kışlalarımız bu standardı yakalayabilse.

Değerli milletvekilleri, Cumhurbaşkanlığı bütçesindeki artışlar, bu gibi, Huber Köşkü restorasyonu, Devlet Denetleme Kurulu hizmet binası yapımı, personel giderlerinin enflasyona bağlı olarak artışı, ayrıca mal ve hizmet alımlarındaki yine enflasyona bağlı olan artışlardan kaynaklanmaktadır.

Değerli milletvekilleri, Cumhurbaşkanlığı makamı eleştirilemez bir makam değildir; ama, haklı eleştirilere tabi tutulması gereken ve şahsî kaprislerle yıpratılmaması ve özenle korunması gereken bir makamdır. Bu özenin, hepimizce ve toplumumuzun her kesimince gösterilmesi gerektiğine de yürekten inanmaktayız.

Değerli milletvekilleri, konuşmama, Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçesi üzerindeki görüşlerimle devam etmek istiyorum. Son iki yasama yılında Türkiye Büyük Millet Meclisinin hukukî ve fizikî yapısında mevcut eksikliklerin giderilmesine çalışılmıştır. Bu cümleden olarak, 1973 yılından beri değiştirilemeyen İçtüzük değişikliği, partilerarası özel komisyonun yapıcı çabaları, karşılıklı diyalog ve işbirliği çerçevesinde gerçekleştirilmiştir. Anayasaya uyum yasaları çıkarılmıştır. Bütçe görüşmelerinde, bugün de olduğu gibi, ilk kez yeni usul uygulanmış ve bütçe kanunu tasarıları görüşmeleri en kısa zamanda tamamlanabilir hale getirilmiştir.

Bunlardan ayrı olarak yeni ve modern basın toplantısı salonu hizmete açılmış; Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurul salonu, dünyada mevcut en son teknolojiler uygulanarak, müzakere-diyalog sistemine uygun biçimde bitirilme aşamasına getirilmiştir.

Sayıdaki artış nedeniyle milletvekillerimizin lojman sorunları çözülmüş, çok katlı lojman tamamlanarak, hak sahibi milletvekillerine dağıtılmıştır.

Sağlık merkezi yeniden düzenlenmiş; muayene, teşhis, tedavi imkânları büyük ölçüde genişletilmiştir. Sağlık harcamaları denetime alınmış ve bu hususta tasarrufa gidilerek, yeni düzenlemeler yapılmıştır.

Sayın Kalemli’nin Başkan olduğu dönemde gerçekleştirilen bu ve burada sayamadığım birçok faaliyet dolayısıyla, kendilerine, Anavatan Partisi Grubu olarak teşekkür ediyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; üzerinde durmak istediğim bir diğer husus, Türkiye Büyük Millet Meclisinin manevî şahsiyeti ve milletvekillerine, hiçbir ayırım yapılmadan, haksız ve acımasızca yapılan saldırılardır. Bu kelimeyi üzülerek ifade ediyorum. Seçimler yapılır, dönemler gelir geçer, insanlar milletvekili olarak seçilir, bu yüce çatının altına gelir, belli bir süre görev yapar, dönemler biter. Bunlar, hep değişkendir; ama, Türkiye Büyük Millet Meclisinin manevî şahsiyeti, her zaman, bu millet var oldukça var olacak ve sonsuza kadar yaşayacaktır. (Alkışlar) Toplumun bir aynası olarak Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekillerinin, bireysel olarak eleştirilecek tarafları olabilir; bunlar, belli zeminlerde ve belli saygı kuralları çerçevesinde dile de getirilebilir. Genel mahiyette ve hiç tasvip edilmeyecek üslupla, bu yüce çatıyı ve bu çatıda görev yapan milletvekillerini hedef almak, hiç kimseye ama hiç kimseye bir şey kazandırmaz. Parlamenterin ve Parlamentonun itibarını korumak, herkesin görevi olmalıdır. Başkanlığımız, bu konuda üzerine düşen görevi de mutlaka yapmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir diğer üzerinde durmak istediğim husus ise, son zamanlarda basında sık sık yer alan, Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışanlarıyla ilgili ve birbiriyle çelişen bilgi ve belgelerdir, haberlerdir. Bu konuda, elbette eleştirilecek bir husus varsa eleştirilmeli, alınacak tedbirler varsa vakit geçirilmeden alınmalıdır; ancak, gerçeği yansıtmayan rakamlar verilmek suretiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisinin KİT’e dönüştüğü, personelin yetersiz olduğu gibi genel ifadeler kullanılarak, özveriyle çalışan personel için onur kırıcı olan haber ve eleştirilere, gerekli açıklamalarla mutlaka cevap verilmelidir.

Benim aldığım bilgilere göre, şu anda, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, merkezde 3 635, Millî Saraylarda 1 302 olmak üzere, toplam 4 937 personel çalışmaktadır. Bu rakamlara, kadrolu, sözleşmeli, geçici, milletvekili yardımcı personeli ile mevsimlik işçiler de dahildir. Son dönemdeki işe almaların büyük kısmı, Başkanlık Divanı kararı uyarınca, 550 milletvekiline; yani, sizlere sekreterya ve danışmanlık alanlarında yardımcı olmak üzere, özlük hakları kurumlarınca ödenmek üzere görevlendirilen personelden oluşmaktadır. Ayrıca, bu personelin görevlendirilmesinde, sizlerin talepleri karşısında, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının itiraz hakkı dahi bulunmamaktadır. Dolayısıyla, bu personel artışının Sayın Kalemli tarafından gerçekleştirildiği iddiası da insaf ölçülerine sığmamaktadır. Ayrıca, hiçbir parti farkı gözetilmeksizin bazı sayın milletvekillerimizin yakınları da, usulüne uygun olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanınca görevlendirilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanlarının kendi görev ve yetki alanları ve tasarruflarıyla ilgili tereddütler varsa, bunun açıklığa kavuşturulmasının yolları da mevcuttur. Eksik, yanlış ve maalesef, yer yer de yalan haberlerle, takdir yetkisini kullanan Türkiye Büyük Millet Meclisi başkanlarının, hak etmedikleri şekilde yıpratılmaya çalışılması da tasvip edilecek bir husus değildir.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, personel atamalarında, bir hususa daha dikkatinizi çekmek istiyorum. Devamlı ifade ediliyor ve soruluyor, “imtihansız memur alınıyor” deniliyor. Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi memurlukları istisnaî memuriyet olduğundan, bu memuriyetlere atamalarda sınav şartı, kanunen konulmamıştır.

SABRİ ERGÜL (izmir) – 1 685 kişi almış; oraya gel beyim, oraya gel!..

NEJAT ARSEVEN (Devamla) – Bu, Sayın Kalemli’nin döneminde böyleydi, önce de böyleydi, Sayın Hikmet Çetin’in döneminde de böyledir.

SABRİ ERGÜL (İzmir) – 1 685 kişi almış; insaf!..

NEJAT ARSEVEN (Devamla) – Ayrıca, geçici işçi, mevsimlik işçi istihdamı da, ayrı bir sorundur.

Dolayısıyla, bütün bu konularda, yeni personel konusunda, köklü ve kalıcı bir çözüm getirmek gerekmektedir.

SABRİ ERGÜL (İzmir) – Burada, 11 kişi düşüyor bana!..

NEJAT ARSEVEN (Devamla) – Bu konuda, Sayın Kalemli’nin başlatmış olduğu teşkilat kanunu değişikliği çalışmaları, zamanın bazı Divan üyeleri tarafından, maalesef engellenmiştir.

ANAP Grubu olarak, Sayın Başkanlığın, Sayın Çetin’in, bu yolda yapacağı düzenleme ve çalışmaları destekleyeceğimizi de, burada, huzurunuzda, ayrıca ifade ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, soru önergesi müessesesi de, fevkalade ciddiyetle çalıştırılması gereken bir müessesedir. Bu konunun, bir siyasî şov malzemesi olarak kullanılmasını da fevkalade yanlış buluyoruz ve ayrıca, bu konuda, yeni bir düzenleme ihtiyacını da, açıkça, huzurunuzda ifade ediyoruz.

Değerli arkadaşlarım, son olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi, artık, dokunulmazlıklar konusunu da mutlaka çözüme kavuşturmalı ve gündemden çıkarmalıdır. Bu yüce çatıyı daha fazla yıpratmamak, hepimizin görevi olmalıdır.

Çok değerli arkadaşlarım, yine, burada, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu bütçesiyle ilgili olarak da, hem görüşlerimizi belirtmek hem de benden önce bu kürsüden konuşan birçok değerli milletvekili arkadaşlarımızın bu konudaki ifadelerini cevaplandırmak istiyorum.

Burada, zannediyorum Refah Partisi Grubu sözcüsü tarafından, bu Hükümetin, bu değişiklikle bir diyet ödediği, ödemeye çalıştığı falan ifade edildi. Bakın, değerli arkadaşlarım, açıkça ifade edeyim ki, 55 inci Cumhuriyet Hükümetinin, hiç kimseye, ama hiç kimseye diyet borcu yoktur.

MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Kayseri) – İnanarak mı söylüyorsun bunu?!

NEJAT ARSEVEN (Devamla) – Ha, şimdi, siz “vardır” diyeceksiniz. Doğrudur; bizim bir diyet borcumuz var; bizim o diyet borcumuz, Refah Partisinedir...

SITKI CENGİL (Adana) – Çıkar çevrelerine...

MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Kayseri) – Sen çok iyi bilirsin onu...

NEJAT ARSEVEN (Devamla) – ... Çünkü, Refah Partisi olarak siz, bu memleketi idare etmedeki acziniz dolayısıyla Hükümetten kaçıp gitmeseydiniz, tabiî ki, biz iktidar olamayacaktık. (ANAP sıralarından alkışlar) Onun için, çok haklısınız, bu konuda bir diyet borcumuz var; bu iktidarı, eline geçen bu kuşu bırakıp giden Refah Partisine bizim bir diyet borcumuz var.

MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Kayseri) – Olup bitenleri görüyor millet...

NEJAT ARSEVEN (Devamla) – Çok değerli arkadaşlarım, bakın, Radyo Televizyon Üst Kurulu Kanunundaki değişiklik dolayısıyla, birçok konu, yine bu kürsüde ifade edildi. Geçen dönemde çıkarılmış ve çok ciddî bir boşluğu gidermiş olan Radyo Televizyon Üst Kurulu Kanunu, maalesef, zaman içinde, belli sıkıntıları da gündeme getirmiştir.

NACİ TERZİ (Erzincan) – Tabiî, yolsuzlukları yapamıyorsunuz; doğru...

NEJAT ARSEVEN (Devamla) – Şimdi, burada, Hükümet, bu konuda, ilgili maddelerin değişikliğine ilişkin bir tasarıyı da gündeme getirmiştir.

Bakın, değerli arkadaşlarım, özellikle bu konuda Refah Partisinin çok telaşlı olduğunu görüyorum. Bu telaşınız, bilmiyorum nereden kaynaklanıyor; ama, öyle zannediyorum ki, getirmeye çalıştığımız, o televizyonların arkasındaki güçlerin sahiplerinin, bunları finanse eden güçlerin açığa çıkarılması konusundaki gayretlerimiz, sizi, özellikle sizi çok rahatsız ediyor. Acaba, Genel Başkanınızın çıkıp, kürsülerde, “Efendim, bu Kanal-7 televizyonuna yardım eden cennete gider, ona mutlaka yardım etmelisiniz, elinizde ne imkân varsa bunlar için kullanmalısınız” ifadeleri mi sizi rahatsız ediyor? (RP sıralarından gürültüler)

Arkadaşlarım, diyeceksiniz ki, Ticaret Kanununa göre, ticaret sicilinde, her anonim şirketin kurucuları bellidir, yöneticileri bellidir; dolayısıyla, Kanal 7’nin kurucuları da bellidir. Peki, bunları söylüyorsunuz da, siz, hiç, bir siyasî parti liderinin, çıkıp da bir parti toplantısında, Samanyolu Televizyonuna, Star Televizyonuna veya Show’a veya şu anda aklıma gelmeyen diğer bütün televizyonlara yardım talep ettiğini ve “bu yardımı yaparsanız cennete gidersiniz, cennetin anahtarı elinize geçer” dediğini duydunuz mu?

NACİ TERZİ (Erzincan) – Yalan söyleme... Yalan söyleme... Doğruyu söyle...

NEJAT ARSEVEN (Devamla) – Demek ki, sizin, Ticaret Kanununda ifade ettiğiniz kurucular, aslında, o televizyonun hakikî sahipleri değil veya onların o televizyonu finanse etmeye güçleri yetmiyor. Onun için, çıkıp da kapı kapı dolaşıp, o televizyonlar için yardım rica ediyorsunuz; ben öyle anlıyorum. (RP sıralarından gürültüler)

AHMET DERİN (Kütahya) – Sen, Aydın Doğan’dan bahset...

NEJAT ARSEVEN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, hiç telaş etmeyin. Bu konularda, tabiî ki, siz, mutlaka sıkıntı içinde olacaksınız...

MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Kayseri) – Bizim sıkıntımız yok. RTÜK Başkanı niye istifa etti; onu açıklasanıza...

NEJAT ARSEVEN (Devamla) – ... ama, hiç kusura bakmayın, biz, Hükümet olarak yolumuza devam edeceğiz. Bu ve bunun gibi birçok kanundaki değişiklikleri gündeme getirip, geçireceğiz.

SITKI CENGİL (Adana) – RTÜK Başkanı niye istifa etti, onu açıklayın.

NACİ TERZİ (Erzincan) – Nerede RTÜK Başkanı, nerede Orhan Oğuz?

NEJAT ARSEVEN (Devamla) – Orhan Oğuz Bey istifa eder -değerli RTÜK Başkanımız burada oturuyor- bir Orhan Oğuz gider, başka bir Orhan Oğuz gelir, RTÜK Başkanlığını yapar. Bir müessese, istifayla boşalırsa orası boş kalmaz; onun yerine, bir değerli arkadaşımız gelir, o görevi yerine getirir.

SITKI CENGİL (Adana) – Çıkar çevrelerinin avukatlığını yapma.

NEJAT ARSEVEN (Devamla) – Bakın, değerli arkadaşlarım, siz, diyorsunuz ki, Radyo Televizyon Üst Kurulu Kanununa getirilen değişiklik tasarısıyla, birtakım ihalelerin yolu açılacak; öyle mi? Peki, ben size söyleyeyim şimdi. Bakın, değerli arkadaşlarım, bu Kanun yürürlükteyken, yani, şu değişiklik teklifi gelmeden, Kanun, mevcut haliyle yürürlükteyken, birçok radyo televizyon kuruluşuyla ilgili müessesenin, hem daha önceki dönemde, yani, Doğru Yol Partisinin, Cumhuriyet Halk Partisiyle kurmuş olduğu dönemde hem de Refah Partisinin, Doğru Yol Partisiyle kurmuş olduğu Refahyol döneminde, Türkiye Cumhuriyetinde almış olduğu birçok ihale vardır. Sizin zamanınızda bu ihalelere girdiler, sizin zamanınızda bu müesseseleri satın aldılar. Sakın, bunlara karşı olduğumuzu falan söylüyoruz zannetmeyin. Şunu söylemek istiyorum: Kanun, bu haliyle dahi, sizin ifade etmiş olduğunuz o maksadı doğurmuyor; yani, Kanundaki bu değişiklik, sizin dediğiniz gibi, şuna buna ihale vermek, vermemek konusunda bir genişlik, yeni bir yenilik getirmiyor; ama, siz, her konuyu olduğu gibi, bu konuyu da siyasî olarak değerlendirmek itiyadında olduğunuz için, tabiî, bunu böyle değerlendireceksiniz.

AHMET DERİN (Kütahya) – TEDAŞ ihalelerini açıklasanıza Hükümet olarak...

NEJAT ARSEVEN (Devamla) – Ama, bakın, biz, bundan fazla üzülmüyoruz. Sizin sıkıntınızın, o kuşu kaçırmaktan, iktidarı kaçırmaktan doğduğunu da biliyoruz. Onun için canınızı hiç sıkmayın.

AHMET DERİN (Kütahya) – Aydın Doğan mı yönetiyor...

NEJAT ARSEVEN (Devamla) – Bakın, değerli arkadaşlarım...

BAŞKAN – Sayın Arseven; eğer, konuşma süresinin yarısı size aitse süreniz dolmuş oluyor.

NEJAT ARSEVEN (Devamla) – Bir kısmını daha kullanacağım.

BAŞKAN – Karşılıklı konuşmayın, Genel Kurula hitap edin lütfen.

AHMET DERİN (Kütahya) – Sayın Başkan, o konuştuğu için biz konuşuyoruz.

NEJAT ARSEVEN (Devamla) – Şimdi, bakın, bir de bu konuda tekelleşme iddiasından bahsediliyor; yani, deniliyor ki, bu kanun tasarısı, eğer kanunlaşırsa, Türkiye’de yayın yapan özel televizyonlar konusunda bir tekel meydana gelecek.

Değerli arkadaşlarım, bu, katiyen gerçekçi bir iddia değildir. Türkiye’de 235 adet televizyon yayın yapmaktadır. Bunlardan 16’sı ulusal televizyondur. 16 televizyonu kontrol eden gruplar ve sahipleri de birbirinden tamamen farklıdır. Piyasada 16 grup faaliyet gösterebiliyorsa, o piyasada tekelden, tekelleşmeden söz etmek mümkün müdür?

Çok değerli arkadaşlarım, televizyon yayıncılığı gibi, büyük yatırım gerektiren bir alanda, 16 ulusal yayın yapan televizyonun, ayrı grupların, ayrı şirketlerin elinde bulunması, rekabet ortamının oluştuğunu gösterir. Ayrıca, yerel düzeyde de yayın yapan 200’ün üzerinde televizyon mevcuttur. Yasa tasarısı, bu anlamda, sermaye tekeline yol açmadığı gibi, özellikle, ulusal bütünlük ve demokratik rejim karşıtı yayınların kamuoyu üzerinde fikir tekeli oluşturarak, kendi siyasal görüşlerini halka dikte ettirmesinin de önüne geçmektedir. Öyle zannediyorum ki, sizi rahatsız eden herhalde burası.

Çok değerli arkadaşlarım, bu konuda ifade edilen bir diğer husus, yüzde 20’lik hisse sınırı. Mevcut durumda yüzde 20’lik hisse sınırı da, demin ifade etmiş olduğum o ihale konusunda olduğu gibi, fiilen uygulanmamaktadır. Kuruluşlar, kanuna karşı hile yaparak, bu kuralı da fiilen ortadan kaldırmışlardır.

MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Kayseri) – İktidar değil misiniz, yaptırmayın efendim.

NEJAT ARSEVEN (Devamla) – O kadar ki, bir devlet kuruluşu olan Anadolu Ajansı dahi, maalesef, bu konuyu, muvazaa yoluyla aşma yoluna gitmiştir. Biz, bunun, Türkiye Cumhuriyeti Devleti için bir ayıp olduğunu ifade ediyoruz. İşte, bütün bu ayıpları ortadan kaldırmak için bu tasarıyı gündeme getirmiş bulunuyoruz...

AHMET İYİMAYA (Amasya) – Bu tasarı sizi yutar, yutar...

NACİ TERZİ (Erzincan) – Arseven’i yutacak, Arseven’i!..

NEJAT ARSEVEN (Devamla) – Çok değerli arkadaşlarım, bu hal, devlet için bizatihi bir ayıptır. Biz getireceğimiz bu tasarıyla, bütün bu sıkıntıların ortadan kalkmasına çalışıyoruz...

MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Kayseri) – Ona ayıp katarsınız; çünkü, Başkanı istifaya zorladınız.

NEJAT ARSEVEN (Devamla) – Türkiye’nin kendine yönelik koşulları dikkate alındığında, bu hisse sınırı yerine, izleme oranı sınırına geçilmesinin, başta, bütünlük ve demokratik düzenin korunması olmak üzere, birçok açıdan yararlı olacağı da açıktır. Ulusal çıkarların yanı sıra, mevcut durumda hamiline hisse senedi uygulamasıyla, özellikle belli bir görüşü kamuoyuna dikte ettirmeye çalışan yayın grupları kendilerini saklamakta ve televizyonlarının, maalesef, kime ait olduğu belli olmamaktadır. Yeni düzenlemede nama yazılı hisse senedi uygulamasına geçilmekle bu sakıncalar ortadan kaldırılmakta; televizyonların sahipleri, arkasındaki güçler de ortaya çıkarılmaktadır...

NACİ TERZİ (Erzincan) – Aynı cümleler var; oku...

NEJAT ARSEVEN (Devamla) – Yani, sistem, bu alana girmiş olan karaparacıların da ortaya çıkmasını sağlayacak ve kayıtdışı ekonomiyi önleyecektir.

Pazar payı, yani o çok itiraz ettiğiniz izleme oranı sistemini yüzde 30 oranı ile en katı şekilde uygulayan Avrupa ülkeleridir. Almanya’da bu oran aynen yüzde 30 şeklinde uygulanmaktadır. Onun için, hiç telaş etmeyin, bu konuya mutlaka bir yeni düzenleme getireceğiz.

NACİ TERZİ (Erzincan) – Sana acıyoruz, sana; bizim telaşımız yok...

NEJAT ARSEVEN (Devamla) – Çok değerli arkadaşlarım, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhurbaşkanlığı ve RTÜK bütçeleri üzerinde Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini Yüce Heyetinize arz ettim. Bu vesileyle, tekrar, Yüce Heyetinizi en içten duygularımla selamlıyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

NACİ TERZİ (Erzincan) – Mecbur mu kaldın, mecbur mu?!.

BAŞKAN – Anavatan Partisi Grubu adına konuşan Ankara Milletvekili Sayın Nejat Arseven’e teşekkür ediyorum.

Anavatan Partisi Grubunun ikinci sözcüsü, Isparta Milletvekili Sayın Erkan Mumcu.

Buyurun Sayın Mumcu. (ANAP sıralarından alkışlar)

16 dakika konuşma süreniz var.

ANAP GRUBU ADINA ERKAN MUMCU (Isparta) – Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; görüşülmekte olan Anayasa Mahkemesi ve Sayıştay bütçesi hakkında, Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, benden önce konuşan sevgili arkadaşlarımız, gerek Anayasa Mahkemesinin gerekse Sayıştayın bütçesi ve yürürlükte bulunan, güncelliği bulunan bazı sorunlar hakkında bir hayli teferruatlı açıklamalarda bulundular. Ben, bu vesileyle, aynı şeyleri tekrarlamak yerine, Anayasa Mahkemesi ve Sayıştayı da ortak bir çerçeve etrafında değerlendirebileceğimiz, kavramsal temelini teşkil ettiğine inandığım Anayasa maddelerini okuyarak ve bunlar hakkında birkaç söz söyleyerek konuşmamı tamamlamak istiyorum.

Anayasamızın 2 nci maddesi “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atütürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir” der. Anayasamızda hukuk devletine yapılan ilk ve en önemli gönderme Anayasa madde 2’dir.

Yine, Anayasamızın 4 üncü maddesi, Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile 2 nci ve 3’üncü maddelerinin değiştirilemez, dolayısıyla, hukuk devleti ilkesinin de tartışılamaz, değiştirilmesi dahi teklif edilemez bir ilke olduğunu tespit eder.

5 inci madde “Devletin temel amaç ve görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır” diyerek, hukuk devleti ilkesinin içeriğini belli bir ölçüde genişletir ve alanını tarif eder.

Yine, 6 ncı madde “Egemenlik, kayıtsız, şartsız Milletindir” diye başlar ve buna getirdiği tafsilatta “Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre,yetkili organları eliyle kullanır.

Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisini kullanamaz” der.

Değerli arkadaşlarım, yine, Anayasa madde 7, yasama yetkisinin, Türk Milleti adına, Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğunu; madde 8, yürütme yetkisinin ve görevinin, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanılacağını bildirir. Madde 9, yargı yetkisinin, Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılacağını söyler.

Bütün bunları okuyarak başladım; çünkü, üzerinde konuştuğumuz çerçeve, Anayasamızın ilgili maddelerinde, özellikle 2 nci, 5 inci, 6 ncı, 7 nci ve 8 inci maddelerinde belirtilen çerçevedir. Bu çerçevenin esası, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir hukuk devletidir ve kuvvetler ayrılığı prensibi caridir” şeklindedir. Kuvvetler ayrılığı prensibiyle, temelde gönderme yapılan nokta ya da işaret edilen husus, yargının bağımsızlığı hususudur.

Değerli arkadaşlar, demokratik rejimi faziletli kılan şey, tek başına egemenliğin çoğunluğun iradesine dayanmış olmasından ibaret değildir. Demokratik rejimi, diğer rejimler karşısında faziletli ve anlamlı kılan, çoğunluk tarafından alınan iradenin -yani, egemenliğin- hukuka, hukukun evrensel ilkelerine uygun olarak kullanılması zorunluluğudur ve bu zorunluluğa göre devlet organizasyonunun yapılandırılmış olmasıdır. Bizim sistemimizde, Anayasa Mahkemesi ve Sayıştay, bu anlamda, son derece manidar, önemli ve hukuk devleti ilkesinin yaşamasını mümkün kılan fonksiyonlara sahiptir.

Sayıştay fonksiyonu için, her ne kadar, tam anlamıyla bir yargısal fonksiyon olup olmadığı noktasında tartışmalar varsa da, mahkeme kararlarına benzer nitelikte, geri dönüşü olmayan, itiraz edilemeyen, kesin hüküm niteliğinde kararlar vermesi ve denetim yetkisini kullanması bakımından, bunun da yargısal nitelikte bir görev olduğu, bir fonksiyon olduğu kabul edilmelidir.

Yine, Anayasa Mahkemesinin, yasaların Anayasaya uygunluğunu denetleme yetkisi, en önemli yetkisi ve görevidir. Burada da çerçeve, egemenliğin, evrensel hukuk kurallarına, bunun da ötesinde hukuka uygunluğunu denetlemektir. Tabiî sorun, Anayasanın hukuka uygunluğu sorunu olarak şayet önümüze gelirse, burada dikkatlerimizi yöneltmemiz gereken kurum, yine, Türkiye Büyük Millet Meclisi; yani, yasama organıdır; çünkü, Anayasa Mahkemesinin yetkisi, yasaların Anayasaya uygunluğunu denetlemek; ama, Anayasanın, gerçekten, evrensel hukuk kurallarına uygun olup olmadığı konusunda, millet adına karar verme yetkisi ise parlamentolara, yasama organlarına aittir.

Sevgili arkadaşlar, denetimin, kuvvetler ayrılığı prensibinin öngördüğü üç kuvvetin dışında dördüncü bir kuvvet olarak yapılanmasını istemek, belki, bugüne kadar duyulmuş ve alışılmış bir şey değil, belki bir fantazi; ancak, toplumun adalet duygularının fevkalade ölçülerde rencide olduğu ve kamusal alanda, kamusal hak ve imtiyazların, toplumsal sağduyuyu, toplumun adalet duygularını ciddî bir biçimde rencide edecek tarzda kullanıldığına dair örneklerin çoğaldığı bir konjonktürde, dönemde, denetimin bağımsız bir güç olarak örgütlenmesini, devlet organizasyonu içerisinde yer alması gerektiğini söylemek, belki organizasyon şemasına radikal bir müdahale olarak algılanıp reddedilebilir; ama, dayandığı ihtiyaç nedeniyle, bence, tartışılmaya değer bir konudur; çünkü, eğer Rousseau’nun dediği doğruysa, biz insanlar, birbirimize olan vazgeçilmez muhtaçlığımız; ama, yine aynı şekilde, birbirimizin şerrinden emin olmamaktan kaynaklanan bir kaygıyla, devlet organizasyonunu meydana getirmişsek, burada sözü edilen kaygıların, özellikle, toplumun adalet duygusunu ciddî bir biçimde rencide eden ve toplumsal davranışları, dejenerasyon diyebileceğimiz boyutlara kadar sürükleyen, kamusal alanda meydana gelen hareketlerin çok anlamlı biçimde denetlenmesi gerekir.

Sayıştayın, idarenin özellikle malî nitelikteki işlem ve eylemlerini denetlemek konusundaki yetkisi, geneli itibarıyla bir hukuka uygunluk denetimidir. Performans ve yerindelik üzerinde bir denetleme yetkisi, kanunlarda bulunmakla beraber, mevcut yapısı, organizasyonu itibarıyla, maalesef, mümkün değildir; gerçekleşememektedir.

Yine, tüm kamu fonlarının, yani, genel ve katma bütçeli idarelerin malî işlerinin denetlenmesi, hesaplarının denetlenmesi, hukuka uygunluğunun denetlenmesinin dışında, özellikle modern devlette çok ciddî fonlar şeklinde ortaya çıkan, ekonomik etkileri bulunan diğer fonların, kamuya ait fonların denetlenmesini de Sayıştay ya da başka bir denetim mekanizması içine; ama, mutlaka daha etkin bir denetim mekanizması içine alınabilmesi de, başından beri sözünü etmeye çalıştığım, toplumun adalet duygularını rencide eden, yanlış, yolsuzluk, rüşvet, dolandırıcılık, irtikap, suiistimal gibi, geçtiğimiz günlerde, yasama dokunulmazlığının da kapsamı dışında bırakılması teklifi, Genel Kurulumuzun gündemine gelen suçların ortadan kalkması noktasında belirli bir yarar sağlayabilecektir diye düşünüyorum.

Anayasa Mahkemesinin, siyasî partilerin malî denetimi ve siyasî partilerin kapatılmasına ilişkin davalara bakma yetkisi, kanımca, çok fazla tartışma konusu yapılmaması gereken bir yetkidir; zira, anayasaya uygunluk, yasalar için, yasama organı için bir zorunluluk olduğu gibi, siyasî partiler içinde bir zorunluluktur. Burada, kurumlara olan güvencimizi, kurumlara olan inancımızı ayakta tutmak zorundayız; çünkü, kurumlar, bize kısa konjonktürlerde, bugün ya da yarın için değil, gelecek için de lazım olabilecek müesseselerdir. Hem onlara olan inancımızı hem onların saygınlığını sürekli olarak ayakta tutmamız gerektiğine inanıyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin 1998 yılı itibariyle, tasvibinizle yürürlüğe girecek olan bütçesinde, Sayıştay ve Anayasa Mahkemesinin öngörülebilir ihtiyaçlarının ciddî bir kısıtlamaya gidilmeden teklif edildiği gibi kabul edilmiş olması, yasama organının bu fonksiyonlara verdiği ehemmiyetin bir göstergesidir.

Huzurunuzda, Anavatan Partisi Grubu olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisinin tüm üyelerine, tüm gruplara, bu vesileyle, saygı ve selamlarımızı, şükranlarımızı ifade ediyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Anavatan Partisi Grubu adına konuşan Isparta Milletvekili Sayın Erkan Mumcu’ya teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, bu suretle, grupların konuşmaları tamamlanmıştır.

Kişisel söz isteyen değerli milletvekilleri listesinde, başlangıca göre bazı değişiklikler oldu.

Lehinde, ilk sırada, İçel Milletvekili Mehmet Emin Aydınbaş var.

Buyurun Sayın Aydınbaş. (RP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 10 dakikadır.

MEHMET EMİN AYDINBAŞ (İçel) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısının Cumhurbaşkanlığı bütçesi üzerinde, şahsım adına, lehte söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi ve bu kürsünün aslî sahibi olan yüce milletimizi saygıyla selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan evvel, bütçe görüşmelerinin, iki günden beri, son derece sönük, cansız bir şekilde başladığına Yüce Heyetin dikkatini çekmek istiyorum. Önceki yıllarda, hükümetlerin ve Yüce Meclisimizin bütçemize verdiği değer nispetinde, son derece canlı, ilgili bir bütçe görüşmeleri izlediğimizi dikkate alacak olursanız, esas bu bütçe görüşmelerinde canlılığı sağlamakla yükümlü bulunan Hükümetin, kendi bütçesine ne kadar ciddiyetle sarıldığının bir belirtisini görmek mümkün olur. Dolayısıyla, Hükümet üyelerini ve Hükümeti destekleyen partilerin sayın milletvekillerini, bu bütçeye gösterilmesi gereken ilgiyi göstermeye davet ediyorum. Şu anda, burada, millet iradesinin bilâkaydü şart temsil edildiği Meclisimizin iradesiyle oluşan Cumhurbaşkanlığımızın bütçesini konuşacağım.

Cumhurbaşkanımız, Türkiye Cumhuriyeti Devletini temsil etmektedir ve aynı zamanda, devlet denilen devasa bedene hayat ve ruh veren millî iradeyi temsil etmektedir. Zaten, devletimizin adındaki “cumhur” kelimesi de, devlet ve millet ilişkisindeki birbirinden ayrılamaz niteliği yansıtmaktadır. Dolayısıyla, Cumhurbaşkanlığı makamı ve onun bütçesi görüşülürken, bu mehabete uygun seviyede ele alınması ve bu sebeple, her türlü yıpratmadan kaçınarak dikkatli, saygın bir dil kullanılması gerekmektedir.

Cumhurbaşkanlığımızın geçmiş yıllardaki bütçesini de gözden geçirecek olursak, 1996 yılında, 1995’e oranla, Cumhurbaşkanlığımızın bütçesinde yüzde 450 nispetinde bir artış görüyoruz. 1997 yılında ise 1996’ya oranla, yüzde 200 bir artış müşahede ediyoruz; ancak, yine, Plan ve Bütçe Komisyonunda, bu yılki bütçeden 1,2 trilyonluk kesinti yapılmış bulunuyor. Bu yıl içerisinde, yeniden bu 1,2 trilyonluk kesintinin eködeneklerle telafi edildiğini ve 1997 yılında, 6 trilyonluk Cumhurbaşkanlığı bütçesinin yeniden 7,2 trilyon düzeyine çıkarıldığını fiilen müşahede etmiş bulunuyoruz. 1998 yılı bütçesinde de, 1997’ye nispetle yüzde 347’lik artışı gösteren 25 trilyon liralık bir bütçe, Plan ve Bütçe Komisyonunun önüne sunulmuştu; ancak, daha sonra verilen kesinti önergeleriyle, 20 trilyona düşürülmüştür. Dolayısıyla, artış oranı yüzde 300’lere çekilmiştir; ama, inşallah, yine yıl içerisindeki eködenek talepleriyle bu oran, tekrar 25 trilyona çıkarılarak, yüzde 350’lere çıkarılmaz.

Elbette, devletimizi temsil eden ve dış ülkelere karşı yüzakımız olan Cumhurbaşkanlığımıza, bu fonksiyonuna uygun olarak ödeneklerin tahsisinde hasis davranılmaması gerekmektedir. Ancak, Cumhurbaşkanlığı bütçesi olarak önümüze gelen rakam, bu makamın mehabetinin muhafazası mülahazalarının çok üzerine çıkmaktadır. Bu millet, devletini elbette yüce görür; ancak milletimiz, daha, kendisi köyüne gidebilmek için, ayağını çamurdan kurtaramamışken, Sayın Cumhurbaşkanımızın kurduğu Köy Hizmetleri bütçesi azalırken, bu saygınlığın sürdürülmesi zordur.

Organize sanayi bölgelerine, küçük sanayi sitelerine en küçük bir pay ayrılmamışken, Huber Köşküne, tam 2 trilyon 841 milyar Türk Lirası ayrılmasını ve başlangıç rakamına göre yüzde 1000 ödenek artışını, bu milletin anlayışla karşılaması mümkün değildir.

Millet, Cumhurbaşkanımızdan “dünyanın en iyi muhafız alayını yapıyoruz” sözünü değil “dünyanın en iyi işleyen ve ayıpsız demokrasisini inşa ettik” sözünü beklemektedir.

Sayın Cumhurbaşkanımız, İslamköy’den devletin en üst noktasına gelmiş bir devlet adamıdır; bununla iftihar ediyoruz. Otuz küsur yıllık siyasî hayatında, iki darbe, bir ararejim dönemi yaşayan Sayın Cumhurbaşkanımız, altı kere gitmiş, yedi kere, millet iradesiyle gelmiş ve sonuçta yine bu milletin iradesiyle Cumhurbaşkanlığına yükselmiştir. Milletimiz, bu süreç içinde, otuz küsur yıl demokrasi mücadelesinin bayraktarlığını yapan Cumhurbaşkanımızı özlemektedir; yoksa, bir asker bürokratın hakaretlerini “boşalma ihtiyacından dolayı öyle söylemiştir” diyerek, demokrasimize “boşalma hakkı” kavramını kazandıranı değil.

Sayın Celal Bayar ve Turgut Özal’dan sonra, asker kökenli olmayan üçüncü Cumhurbaşkanımız olarak milletimizin bağrına bastığı Sayın Demirel, yönetemeyen malul demokrasi üzerindeki derin devlet gölgesinin kaldırılmasında en büyük ümit idi.

Millet, Faruk Gürler’in Cumhurbaşkanlığı adaylığı zamanında, Meclis localarındaki yetmiş küsur generale rağmen “Meclise baskı, demokrasiyi çökertir. Burada atama değil, seçim yapıyoruz” diyen Demirel’i özlüyor; yoksa, demokratik teamülleri çiğneyerek, elli küsur milletvekilinin transferinin yapılacağı ortamı hazırlayacak ve seçimle gelmeyeni, atamayla hükümet yapanı değil.

Biz, çağdaşlığı, Çetin Altan’ın “köy evlerinde piyano çalındığı zaman çağdaşlaşmış olacağız” zihniyetine uygun olarak, senfonik müzik dinleycilerine inhisar ettiren değil; “tek tip insan yetiştireceğiz” diyen değil; toplum mühendisliği, vesayetli demokrasi mühendisliği yapan değil; barajlar kralı, su mühendisi Cumhurbaşkanımızı seviyoruz. Yunus Emre’yi, Mevlana’yı, Âşık Veysel’i, Arif Sağ’ı dinleyenleri de çağdaşlığın evrensel dairesine alan, “Anadolu neresidir” diye sorulduğunda, “derelerinde sazan, köylerinde ozan, minarelerinde ezan vardır” diyen Cumhurbaşkanımızı seviyoruz. Plazalar gibi yükselen devasa binalara sığmayan muhafız alaylarıyla korunan değil; halkın sevgi ve saygıyla kucakladığı Cumhurbaşkanımızı seviyoruz.

Elbette, muhafız alayına karşı değiliz. Millet, Cumhurbaşkanının layıkı veçhile korunmasına itiraz etmez; ama, neredeyse, Genelkurmay Başkanlığı binasından büyük bir Muhafız Alayı binasını bu düzlemde değerlendirmek mümkün değildir. Sayın Cumhurbaşkanımızın önümüzdeki senelerde, halktan beklenen fedakârlık ölçüsünde, millete örnek teşkil eden bir bütçeyle geleceğini umuyoruz; yoksa, başkanlık sisteminin fiilen yürürlüğe konduğu intibaını veren devasa bütçelerle değil. Bu beklentilerle, Cumhurbaşkanlığı bütçesinin milletimize, devletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Bu noktada, kısaca, Radyo Televizyon Üst Kuruluna da temas etmek istiyorum. Radyo Televizyon Üst Kurulu, anayasal bir kuruluştur; fakat, nedense başka bir anayasal kuruluş tarafından üvey evlat muamelesi görmektedir ve denetim altına alınmak istenmektedir. Türkiye’de demokrasi ve fikir özgürlüğünün çiçekleri olarak niteleyebileceğimiz Anadolu’daki yerel televizyon ve radyoların susturulması için, Radyo Telvizyon Üst Kuruluna, yapılan frekans tahsis ihalelerinin iptali için baskı yapılmaktadır. Ulusal diyemeyeceğim; ama, yurt sathında yayın yapan TV kanallarının patronlarının baskısıyla ihaleler erteleniyor. Radyo Televizyon Üst Kurulunun Sayın Başkanı Agâh Çubukçu’ya saygılar sunuyor ve başarılar diliyorum; fakat, Radyo Televizyon Üst Kuruluna iki başkana mal olan bu ihale erteleme kararının baskı altında alınmadığını kimse iddia edemez.

Bu arada, Meclise, bir Radyo Televizyon Üst Kurulu yasa tasarısı sunulmuş bulunuyor. Gerekçe olarak da tekelleşmeyi önleme amacı ileri sürülüyor; ama, zaten, şu anda, mevcut RTÜK Yasasında tekelleşmeyi önleyecek tedbirler alınmış durumdadır; fakat, amaç başka, aslında, bu tasarıya, Aydın Doğan tasarısı denilseydi daha doğru olurdu. (RP sıralarından alkışlar) Bu tasarı, hem tekelleşmenin yolunu açıyor hem de kartel medyası patronlarının devlet ihalelerine girmesi yolunu açıyor. Biz, bu adaletsiz ve nama yazılı tasarının Meclisten geçmeyeceğine inanıyoruz. Radyo Televizyon Üst Kuruluna da diğer anayasal kurumlara gösterdiğiniz saygıyı gösterin ve Radyo Televizyon Üst Kurulunun içinden ellerinizi çekin diyorum.

Bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyor, bütçemizin memleketimize hayırlı, uğurlu olmasını temenni ediyorum.

İyi günler. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Bütçenin lehinde konuşan İçel Milletvekili Sayın Mehmet Emin Aydınbaş’a teşekkür ediyorum.

ŞÜKRÜ YÜRÜR (Ordu) – Bu konuşma aleyhte miydi Sayın Başkan?

BAŞKAN – Şimdi, aleyhte söz isteyen arkadaşlarıma sıra gelmiş bulunuyor.

TBMM BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bu safhada konuşmak istiyorum.

BAŞKAN – Meclis Başkanlığı adına mı söz istiyorsunuz Sayın Genç?

TBMM BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Tunceli) – Evet efendim.

ŞÜKRÜ YÜRÜR (Ordu)– Sayın Başkan, aleyhteki konuşmayı da dinledikten sonra cevap verseydiniz.

BAŞKAN – Komisyonun da söz talebi var mı efendim?

PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU BAŞKANI BİLTEKİN ÖZDEMİR (Samsun) – Şu aşamada yok Sayın Başkan.

BAŞKAN – Eleştirilere cevap vermek üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı adına, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekili Sayın Kamer Genç; buyurun efendim.

TBMM BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, teşekkür ederim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısıyla, 1996 Kesinhesap Kanunu Tasarısı üzerinde sayın milletvekillerimizin, gruplar adına ve şahısları adına yaptıkları konuşmalara cevap vermek üzere huzurunuzdayım; şahsım, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ve Başkanlık Divanı üyeleri adına hepinize saygılar sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, şimdiye kadar çok değerli 19 milletvekili arkadaşımız konuştu. Bu konuşmalarında -bundan önce de belirttiğimiz üzere- Türkiye Büyük Millet Meclisinin daha sağlıklı çalışması, verimli çalışması, ülkemize ve halkımıza daha sağlıklı hizmetler vermesi konusunda bize yapılan telkinleri, Meclis çalışmaları sırasında daima göz önünde tutacağız; bu konuda bize aydınlatıcı yol gösteren arkadaşlarımıza içtenlikle şükran ve minnetlerimizi sunuyoruz.

Değerli milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Yüce Milletimizin, en yüce kurumlarından biridir. Egemenlik hakkının, yasama faaliyetlerini kullanan tek ve yegâne bir mercidir. Bu yüce mercii yüceltmek, bunun hak ettiği ve var olması gereken değeri sağlamak hepimizin görevidir.

Bu kurumu yüceleştirmek, bu kurumun sahip olduğu değerlere eriştirmek her şeyden önce bu yüce çatı altında görev yapan herkesin görevidir. 550 milletvekili içinde, her milletvekilinin görevi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygınlığını artıracak, ona kişilik kazandıracak ve onun kamuoyunda değerini düşürmeyecek davranış ve çalışma içinde olması gerekir.

Sayın milletvekillerimizi dinledik. Genel olarak yaptıkları tenkitler, Meclisin itibarı, personel alımı, inşaatların yapılması, dokunulmazlıklarla ilgili konulara hasren genel yapılan tenkitleri bu satırbaşları altında toplamak mümkündür.

Sayın milletvekileri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin itibarını bence, üzerinde tartışma açmaya niyetle bazı kurumlar olabilir, kişiler olabilir. Bunların bir kısmı haksız, bana göre, biraz da, kıskançlık duygularına dayanan bir sebepten kaynaklanmaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisini, kendi istedikleri yasaları çıkarmadığı, kendi paralelinde düşünmediği, kendilerinin yönlendirmesi yolunda gitmediği için Türkiye Büyük Millet Meclisini haksız tenkit eden ve itibarını sarsmaya çalışan birtakım çevreler var. Biz, bunların bu tür davranışlarının, akıldan, izandan, sağduyudan ve tarafsızlık ilkesinden yoksun olduğuna inanıyoruz. Türkiye’de, bu çevreler istemektedirler ki, Türkiye Büyük Millet Meclisini onlar yönlendirsinler, onlar ne istiyorsa onlar yapılsın, onların istemediği yapılmasın gibi düşüncelerle, maalesef, böyle bir davranış ve böyle bir düşünce sergilemektedirler.

Şimdi, biliyorsunuz, geçenlerde, Anayasamızın 83 üncü maddesinde dokunulmazlıkların sınırlandırılma meselesi vardı. (Gürültüler)

Sayın Başkan, arkadaşlarımız eğer sohbet ediyorlarsa, lütfen dışarıya gitsinler. Ben, burada, ciddî konuları söylüyorum. (DYP ve RP sıralarından alkışlar) Rica ediyorum, sükûneti koruyalım efendim.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, şu anda, doğrudan doğruya sizleri de ilgilendiren bir konuda, Değerli Başkanvekilimiz konuşmaları cevaplıyor; sükûnetle dinleyelim efendim.

Buyurun Sayın Genç.

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Sayın milletvekilleri, şimdi, dünyayı yeniden keşfetmiyoruz, Amerika’yı da yeniden keşfetmiyoruz.

Türkiye Cumhuriyetinin Parlamentosu... Dünyada tek bir parlamento yok, dünyada 180 tane millet, devlet var. Bu devletler içinde, demokratik parlamenter sistemi kabul etmiş devletlerin parlamentolarının hiçbirinde, ben inanmıyorum ki, dokunulmazlık müessesesi yok olmuş parlamentolar vardır.

Şimdi, ayrıca da, her parlamentonun da her ülke, o parlamentonun seçildiği ülke koşullarına göre, parlamenterlik hizmetinin sağlıklı bir şekilde yapılması için gerekli olan bir dokunulmazlık şart. Şimdi, bu dokunulmazlık konusunda, biliyorsunuz, iki konu var; biri, yasama sorumsuzluğu; yani, milletvekilinin, kürsüde söylediği söz, kullandığı oydan dolayı hiçbir surette sorumlu tutulmaması. Biri de, yasama dokunulmazlığı var ki; bu da, bir milletvekili eğer suç işlerse, belli bir süre içinde, bu işlediği suçun sorgulanmaması ve belli bir dönemin sonuna ertelenmesidir.

Burada, 83 üncü maddenin oylaması sırasında, bunun lehinde düşünen arkadaşlarımız var, aleyhte düşünen insanlarımız var. Tabiî ki bu gayet normal; yani, burada, 550 milletvekili var, 7-8 parti var ve bu partiler içinde, aynı partinin içinde olan milletvekillerinin de kendilerine göre düşünce biçimleri vardır. Milletvekili olan kişi, vicdanı hür, beyni hür, düşüncesi hür olan insandır; yani, o parti içinde aynı düşüncede olmayan insanlar olduğu gibi, partilerin de aynı düşünmelerine gerek yok. Burada bir oylama yapıldı ve bu oylama sonucuna, maalesef, dışarıda birtakım çevreler, Türkiye Büyük Millet Meclisine hakaret edercesine birtakım tepkiler koydular.

Sayın Meclis Başkanımızı hepiniz tanıyorsunuz, her yönüyle mükemmel bir kişiliğe sahip bir arkadaşımız; ama, kendi kişiliği, kendi o yumuşak üslubu içinde... Yani, aslında, anlayana da epey bir ağırlıkta cevap ifade edecek bir biçimde, kendisini cevaplandırdı. Ayrıca, ben de, ertesi günü, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekili olarak Meclisi yönetirken, bunlara hak ettiği cevabı verdim; ama, buna rağmen, hâlâ, bazı arkadaşlarımız buna gerekli tepkiyi koymadıklarını söylüyorlar. Belki haklı olabilirler; ama, tepkinin sertliği ve yumuşaklığı önemli değil, önemli olan, karşınızdaki insanların anlayışından kaynaklanan bir davranış biçimi var; yani, anlayana derler davul zurna az... Pardon. (Gülüşmeler) Neyse; şaşırdık!.. (Gülüşmeler) Tamam, neyse...(Gülüşmeler) Yani, sivrisinek az, davul zurna meselesi. Yani, bunu hatırlatmak istedim; kusura bakmayın, tam meseleyi anlayamadım.

Eğer, insanlar, Türkiye Büyük Millet Meclisine saygı duyan kişiler ve kurumlar, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu şekilde kendilerine gösterilen tepkiden hisselerini almaları lazımdır; ama, Türkiye Büyük Millet Meclisi yüce bir kurumdur; Türkiye Büyük Millet Meclisinin yöneticileri, çıkıp da, kendisini bilmez, kurumlara saygı duymayan kişilerin seviyesine inerek, onların seviyesi düzeyinde, kendilerine, mukabil bir hakaret yapamazlar. Bizim olgunluğumuz, bizim konuşma seviyemizin farklılığı buradan kaynaklanıyor. O itibarla, bunu, bence, yerinde görmek lazımdır. Sayın Meclis Başkanımız, anlayanın anlayabileceği bir seviyede, kendilerine cevap vermiştir. Dileriz ki, bu insanlar, bir daha, Türkiye Büyük Millet Meclisini bu kadar tahkir edecek bir yolu seçmezler.

Tabiî, aslında, yasal düzenlemeler yoluyla da bunun üzerine gitmek lazımdır; çünkü, bu insanlar, tenkitlerinde haklı değillerdir. Ben, Ahmet oğlu Mehmet’in düşüncesi gibi düşünmek zorunda değiliz. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin 60 küsur milyon insanı vardır. Bunların hepsi, fikir itibariyle aynı tornadan çıkmış insanlar değildir, farklı düşünebilirler ve milletin temsilcileri de, onların düşündükleri şekilde düşünmeye zorlanamazlar. Zorlandıkları zaman, bunların, kişiye, insana saygılarının olmadığını gösterir. Türkiye Büyük Millet Meclisi, kendi hür iradesiyle, kendi hür vicdanıyla her konuda karar verebilecek ehliyette ve kişilikte insanlardan seçilmiş bir meclistir. Bu Meclisi küçültmeye kalkanlar, zavallı insanlardır, Türkiye’yi tanımayan insanlardır. Hakaret etmeye kalkanlar da, esas, en büyük hakareti kendileri hak etmiş insanlardır.

Şimdi, milletvekili dokunulmazlığı konusunda da, her milletvekili arkadaşımız, bağımsız düşünmüş, oyunu vermiştir. Her milletvekilinin, acaba milletvekilinin dokunulmazlığının olması ile olmaması; dokunulmazlığı olursa mı rejime daha faydalı hizmet edecektir, yoksa, olmadığı zaman mı hizmet edecektir? Dokunulmazlık, milletvekilinin suç işleme için bir zırh değildir; bilakis, temsil etmek durumunda olduğu halkın sorunlarını, en korkusuzca, korku duymadan,bu kürsülerde, çeşitli zeminlerde dile getirilmesi için getirilen bir olanaktır. Ben, hâlâ -bu şahsî fikrimdir- Türkiye Büyük Millet Meclisinde, dokunulmazlıkların, o getirilen haliyle çıkmasına karşıyım ve ama, bu kişisel fikrimdir; tabiî, Yüce Meclis nasıl karar verirse verir; ona, tabiî bir şey diyemiyorum; ama, şunu da istiyorum ki, her kim milletvekili suç işlemişse, biz, onun yasama dokunulmazlığını, o olaya bağlı olarak getirelim, Genel Kurulda o yolu işletelim ve dolayısıyla, mahkemelere, insanlara suç unsuru varsa sevk edelim, orada yargılansın. İşte, geçen gün iki arkadaşımızın yasama dokunulmazlığını kaldırdık; bu yolu işletelim; yani, tümüyle milletvekilleri güçlü iktidarlar karşısında veya güçlü bürokratlar karşısında etkisiz hale getirebilirsek, bence, rejime büyük zarar vermiş oluruz.

Değerli milletvekilleri, bir arkadaşımız “kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi Meclis tarafından kullanılmaktadır” Böyle bir yetki verilmedi. En son -biliyorsunuz- 3.12.1996 tarihinde 4216 sayılı Kanun Hükmünde Kararname çıkarma yetkisi Hükümete verildiyse de, bu, çok sınırlı; bu, özürlülerin teşkilatının kurulması ve özürlü haklarının düzenlemesi konusunda Hükümete bir yetki verildi; ama, uzun süreden beri kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi Türkiye Büyük Millet Meclisine verilmedi.

Aslında, kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisini Meclise vermek, Hükümete vermek, o kadar çok da; yani, tartışılacak bir konu değil; çünkü, özellikle koalisyon hükümetleri de, Meclislerin ağır işleyen bir çalışma sistemleri nedeniyle, bilhassa ekonomik konularda, ekonomik konularda süratle karar alınması gereken konularda, hükümete, tabiî, kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisini vermek, çok da öyle yasama yetkisini Meclisten alıp da hükümete vermiş anlamına gelmez.

Meclisimizin süratli ve etkili çalışması konusunda geçen 1996 yasama yılında gerçekten çok süratli çalışıldı, çok da iyi yasal düzenlemeler yapıldı; ancak, bu yeni Başkanlık Divanı seçiminden sonra, tabiî ki, Mecliste çok süratli bir çalışma yapılmadı; ama, bunun, tabiî, yapılmamasının nedeni Meclis Başkanlık Divanıyla ilgili bir husus değil. Bu, özellikle Hükümeti oluşturan grupların, Meclisi çalıştırma konusundaki isteklerine bağlı. Biliyorsunuz, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışmasını öncelikle süratlendirmesini isteyen hükümeti oluşturan grupların Danışma Kuruluna getirdikleri önerileridir. Eğer, hükümet, Meclisi çalıştırmak ister ve Türkiye’de hâlâ çıkmasını istediği, eksikliğini duyduğu birtakım kanunların çıkmasını isterse, pekala Danışma Kurulunu çağırır, Danışma Kurulunda Meclisin çalışma saatlerini uzatır ve istediği kanunları çıkarır.

Ayrıca, tabiî, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışmasının, bugünkü mevcut grupların oluşmasında da büyük aksaklıklar olmaktadır. Biliyorsunuz, Meclis İçtüzüğümüze göre... 6 grubumuz var. Her grubun, bir yasa tasarısının tümü üzerinde 20’şer dakika, 2 milletvekilinin 10’ar dakika, komisyon ve Hükümetin de 20’şer dakika... Bunu hesapladığınız zaman, tümü üzerinde konuşma süresi 3 saat etmektedir; ama, tabiî, Hükümet isterse, daha doğrusu gruplar isterlerse bu 3 saati çok kısa bir süreye indirebilirler; Meclise daha fazla çalışma hızını verebilirler. İçtüzüğümüz buna müsait; çünkü, İçtüzük okunduğu zaman, bu konuda çok rahatlatıcı hükümler var; ama, bugüne kadar bunlar işletilmedi. İşletilmeyince de, bunun sorumlusu, tabiî, Meclis Başkanlık Divanı değil, İktidarın, özellikle çoğunluğu oluşturan partilerin Meclisi çalıştırmayı sağlayacak bir istek içinde olmamasından kaynaklanan bir görüntü vermektedir.

Değerli milletvekilleri, burada en fazla tenkit edilen konuların biri personel alımı meselesidir. Tabiî ki, Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygınlığını korumak, evvela, Meclisin işleyişinde birinci derecede sorumlu olan Başkan, Başkanlık Divanı ve milletvekillerine aittir. Biz istiyoruz ki, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yönetiminde en ufak bir kusur addedilecek bir hata yapılmaması lazım; yani, Başkanın, Başkanlık Divanı üyelerinin ve milletvekillerinin en az hata yapabilecek durumda olmaları, insanlık zaaflarının en azını taşıyabilecek bir durumda olmaları ve bu kürsülerde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin en ufak bir hatasının dile getirilmemesi, toz dahi kondurulmaması gerekir; ama, tabiî, bunun için de, bu insanları; yani, bir insana yönetimi, sorumsuz olarak bir kişiye verirseniz, o kişiler de, işte, kendi anlayış biçimleri içerisinde bu yetkilerini kullanır. Şimdi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin personel alımı, terfii, birinci derecede yönetim ve denetim, birinci derecede yönetimde sorumlu olma yetkisi, Meclis Başkanına verilmiştir. Meclis Başkanı...

MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Gereksiz personel de almamalı!..

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, oraya geleceğim.

MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Burası önemli de...

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Ben de orayı önemsediğim için buradan başladım.

Tabiî, böyle, hiçbir sorumluluk bir kişiye tanımadan, özellikle bir kişiye yönetim hakkını verdiğiniz zaman, o makama gelmiş insanın kendi anlayışı içerisinde ve yönetiminde bulunduğu kuruma karşı duyduğu sorumluluk ve saygınlık ilkeleri içerisinde yönetim tarzını gösterir.

Değerli arkadaşlarım, bizim, 2919 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliği Teşkilat Kanunu var. Bu Kanuna göre, Türkiye Büyük Millet Meclisine personel alınması özel bir statüye bağlanmış ve bu istisnaî memuriyettir. İstisnaî memuriyetlerde, eskiden bir imtihan yapmak zorunluluğu getiren bir yönetmelik vardı; fakat, 1996 yılında, o zamanki yönetim... Bize denildi ki “efendim, bizim 40-45 tane elemana ihtiyacımız var; bir imtihan ilanını yaptık; bilmem, 8-9 bin tane müracaat edildi; yani, bu 45 kişi için de, belki bu 60 bin 70 bin müracaata da şeydir... İsterseniz, bu yönetmeliği bir değiştirelim; ondan sonra da, bu yolla imtihanı kaldırıp da, böyle, işte, Başkanlık Divanı üyelerinin, şunların bunların tanıdığı arkadaşlardan, kaliteli, bu işi yapabilecek kişileri alalım.” O zaman, bu düşünceyle bu yönetmelik kaldırıldı; ama, bu yönetmeliğin kaldırılmasından sonra da, hakikaten, birtakım haksız tasarruflar yapıldı. Şimdi, arkadaşlarımızın bazıları, işte 1 600 personel alındı dedi, bazısı, değişik sayılar verdi... Biz, bu konuda açık bir rakam da verelim; yani, alınan personel sayısını da arkadaşlarımıza söyleyelim de, bu konuda da...

Şimdi, efendim, geçen Başkanlık Divanı üyelerinin, 25.1.1996 tarihinden 30.9.1997 tarihine kadar Türkiye Büyük Millet Meclisine alınan kadrolu personel sayısı 360 kişi, sözleşmeli, 4(b)’ye göre -o ayrı bir şey- 19 kişi, geçici görevli 360 kişi, sözleşmeli yine 1 kişi, 2547 sayılı YÖK’e göre 1 kişi, milletvekili yardımcı personeli -bunlar danışman- 590 kişi ve mevsimlik işçi 1 500 kişi olmak üzere 1 581 kişi alınmıştır; yani, iki yıllık bir zaman zarfında. Bu 590 kişilik danışman kadrosunun, hâlâ, 371 kişisi görevdedir, ötekileri yok. Bu 1 581 personelin, 406 kişisi, son üç ay içinde -yani 30.9; son Başkanlık Divanı seçiminden üç ay önce- alınmıştır.

Şimdi, şunu açıkça itiraf etmek de zorundayım: Biz, geçen Başkanlık Divanı sırasında -ki geçen sene de bu sorular bize ısrarla soruldu “kaç personel çalışıyor” denildi; ama- maalesef, bize bu konuda açık bir yanıt verilmedi ki, biz bu kürsülerde açıklayalım. Büyük de bir baskı kuruldu ve o zaman da rahatsızdım; hatta, Meclis adına konuşmaktan da, kendimi, yani, çekmek zorunda hissettim; ama, sonradan dedik, hadi bu iş geçsin; ama, tabii, arkadaş, sayın milletvekilleri, biraz önce dedim ki: “Meclisin yöneten insanların bu Meclisi kusursuz ve kimseye söz hakkı doğuracak bir dürüstlük ve doğrulukta Meclisi yönetmesi lazım.”

Şimdi, gazetelere intikal ettiği için söylüyorum; yani, bir genel sekreter, burada, tutuyor, kendi kız kardeşini, dört gün için, 4’ün 3’ünde, alıyor Meclise -4’ün 3’ünde lise mezunu Meclise alıyor- dört gün sonra, Meclisteki kadrodan -1 inci dereceden müşavir kadrosundan- emekli ediyor. Şimdi, bakın...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı.)

(ANAP sıralarından “Orasını anlamadık” sesleri, gürültüler)

AYHAN FIRAT (Malatya) – O zaman niye itiraz etmedin Sayın Kamer Genç; o zaman niye itiraz etmedin?!

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Bir dakika efendim... Bir dakika.... Bir dakika efendim... Hayır, önemli ama...

BAŞKAN – Sayın Genç, ben, 20 dakikalık bir süre düşünmüştüm; çünkü, burada, birinci turda 4 ayrı kuruluşun söz hakkı var. Aslında, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına 10 dakika düşer; ben, başka söz isteyen olmadığı için 20 dakika düşünmüştüm. Ne kadar süreye ihtiyacınız var? Ona göre yazacağım.

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Biz, geçen sene bu süreyi 40 dakika olarak kullandık efendim.

BAŞKAN – Efendim, şu anda bilemiyorum ben. Öbür kurumlar da söz isteyebilirler. Sizin 20 dakikaya mı ihtiyacınız var?

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Evet.

Efendim, bakın, çok rahatsız olmayın. Ben, şimdi, bakın bunları niye söylüyorum; bundan sonra bu makamlara gelecek insanlar...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Sen Divan üyesi değil miydin o zaman?!

BAŞKAN – Sayın Genç, pardon, henüz mikrofonu açmadım efendim.

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Peki efendim.

BAŞKAN – Şunda mutabık kalalım; bugün, birinci turda bütçesi görüşülen kurumlardan başkaları da, Cumhurbaşkanlığı, Sayıştay, RTÜK de söz ve konuşma hakkına sahiptir. Onları da dikkate alarak, müsaade ederseniz, ben, 10 dakika daha size süre tanıyayım; kalan 10 dakika, daha sonra değerlendirilebilir.

Buyurun Sayın Genç.

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Tamam; yani, aslında, bazı kısımlardaki sorulara da cevap veririm de...

BAŞKAN – Olabilir.

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Ben, şimdi bunu niye söylüyorum sayın milletvekilleri...

M. NECATİ ÇETİNKAYA (Konya) – Son cümlenizi anlayamadım; ses kesildi. Demin söylediğinizi bir kez daha tekrarlar mısınız...

BAŞKAN – Mikrofon açık efendim.

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, diyorum ki, sayın milletvekilleri, ben bunları niye söylüyorum; ben, bundan sonra bunları söylüyorum ki, kimse, herhangi bir makama gelen hiçbir zat, en ufak bir hata yapmasın; yaptığı zaman, her yerde bu hatanın yüzüne vurulacağını bilmesi lazım. İşte, diyorum, bakın, bir kişi; yani, belki başkasına yapılabilir; ama, şimdi, bir genel sekreter, burada kendi kardeşini 4’ün 3’ünde getirerek Mecliste göreve başlatıp, dört gün sonra 1’in 1’inden, artı, 6 100 göstergeyle emekli edemez. Bakın, eğer, bu kişi... (ANAP sıralarından gürültüler)

Bir dakika efendim...

Bu kişi, kendisi, kendi kadrosuyla, kendi derecesiyle emekli olsaydı, 965 milyon lira para alacaktı; ama, buradan 1, artı, 6 100 göstergeyle emekli olduğu için 1 milyar 742 milyon lira emekli ikramiyesi almış.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Siz neredeydiniz o zaman?!... Meclis Başkanvekili değil miydiniz?!...

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Bir dakika efendim... Bir dakika...

Kendi aylığı, emekli aylığı 38 milyon lirayken 72 milyon lirayla emekli olmuş. Bakın, bu, bir haksızlıktır; bu, bir zimmet suçudur.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – O zaman sen neredeydin?

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Burada olmayan bir insan hakkında konuşamazsın.

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Sayın Bakan, siz, bu haksızlıklara niye bu kadar tepki gösteriyorsunuz; yani, bu, sizi rahatsız mı ediyor?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Rahatsız etmiyor; haksızlığa tepki gösteriyorum.

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Hayır efendim...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Sizin tutumunuza tepki gösteriyorum.

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Hayır; şimdi, arkadaşlarımız...

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın Bakanın sorduğu soruyu yanlış anladınız.

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, siz, her doğruyu örtbas etmek istiyorsunuz. Doğruları örtbas ederek bir yere varamayız. (DYP sıralarından alkışlar)

Şimdi, daha çok şeyler var da... Lütfen... Beni söyletmeyin burada. Rica ediyorum... Ben, bir misal söyledim... (ANAP sıralarından gürültüler)

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Niye tasdik ettin? Başkanlık Divanı üyesi olarak niye gereğini yapmadınız?

DEVLET BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) – Sen niye tasdik ettin?!

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Ben etmedim efendim.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Sen niye tasdik ettin? Başkanlık Divanı üyesi değil misin sen?! Böyle terbiyesizlik olmaz!..

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bütün yetki Meclis Başkanına aittir. (ANAP sıralarından gürültüler)

Ben, Meclis adına... (ANAP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Genç, karşılıklı konuşmayalım efendim; Genel Kurula hitaben konuşunuz.

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, karşıdan müdahale edenleri susturun.

Ben, burada gerçekleri söylüyorum. Gerçeklerden rahatsız olan arkadaşlarımız lütfen, gitsinler dışarıya...

BAŞKAN – Arkadaşımız, burada, müdahaleleri cevaplandırmak zorunda değil.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, bu şekilde müzakere olmaz; lütfen arkadaşlarımızı ikaz ediniz.

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Burada, benim, Meclis Başkanı olarak, vicdanım, bu şeylere el vermiyor...

Geçen sene buraya gelip, bu kürsüye çıktığımız zaman, biz, Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında ne dönüyor bilmiyorduk. Her şey bizden gizleniyordu arkadaşlar; doğruları söylüyoruz... (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

İRFAN KÖKSALAN (Ankara) – Hadi canım sende!

ALİ ER (İçel) – Sen Başkanlık Divanı üyesi değil miydin?!

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Sayın milletvekilleri, ayrıca... (ANAP sıralarından gürültüler)

ALİ ER (İçel) – Burada, kimin oğlu ile gelini var?

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, bu sizi niye rahatsız ediyor, anlamıyorum. Niye rahatsız oluyorsunuz?..

ALİ ER (İçel) – Sen Başkanlık Divanı üyesi değil miydin?!

BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım, müdahale etmeyin.

Sayın Er, müdahale etmeyin efendim.

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Müdahale ederseniz daha pişman olursunuz tamam mı... (DYP ve RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar; ANAP sıralarından gürültüler)

Değerli milletvekilleri, bu personel konusunda, hakikaten... Yani, böyle bir Başkanlık Divanında getirilen...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Senin çocuğun burada çalışıyor mu?

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Benim çocuğum çalışmıyor.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Ne yapıyor?

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Senin kardeşin, aldığı kredilerde kaç?.. Ne kadar kredi aldı?.. Söyle... Söyle... (DYP ve RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Ne kadar gizledin kardeşini?.. Kardeşini ne kadar sakladın? (ANAP sıralarından gürültüler)

İnsanların burada gelip konuşabilmesi de... Bu kadar cesaret sahibi...

BAŞKAN – Sayın Genç...

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Sayın Başkanım... (Gürültüler)

BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Onların hesabı verildi... Ahlaksız herif...

BAŞKAN – Değerli arkadaşlar...

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Biz, devlet bankalarını dolandırmadık.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Sen kendi hesabını ver... Ahlaksız herif...

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Meclisin haysiyetini koruyun.

BAŞKAN – Tabiî... Tabiî...

Değerli arkadaşlarım, şimdi...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Sen kendi hesabını ver!..

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Vereceğiz, vereceğiz; kimin kime hesap vereceği belli; evet...

HASAN HÜSEYİN ÖZ (Konya) – Ne bağırıyorsun sen!..

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Sana ne!.. Sana ne lan!.. Sana ne!.. Bir yerine bir şey mi battı!..

BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım, karşılıklı konuşmayın lütfen.

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, konuşmayayım da; süremi durdurun o zaman.

Şimdi, sayın milletvekilleri, bakın...

BAŞKAN – Sayın Genç, bir saniyenizi rica ediyorum.

Bir dakika; değerli arkadaşlarım, şu anda...

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Zaman devam ediyor;ama...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Herkes haddini bilecek; burası Türkiye Büyük Millet Meclisi...

BAŞKAN – Müsaade buyurun Sayın Taşar.

Şu anda, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı adına kürsüde konuşma yapılıyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçesi üzerindeki eleştiriler cevaplandırılıyor. En soğukkanlı olmanız gereken bütçe budur; hepinizi ilgilendiren bütçedir; doğrudan doğruya kendinizi ilgilendiren bütçedir; dikkatle dinleyin; müdahale etmeyin.

Arkadaşımızın yaptığı konuşma, kendi takdirindedir...

YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Meclis adına konuşuyor; daha dikkatli olması gerekir.

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı adına yaptığı konuşma... Eksikleri varsa, gruplar, daha sonra kendi görüşleri çerçevesinde bunları cevaplandırabilirler; ancak, müzakere edilemez bir ortam yaratılmasına müsaade etmem.

Buyurun Sayın Genç.

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, Sayın Başkan, ayrıca...

BAŞKAN – Sükûnetle; lütfen karşılıklı görüşmelere de girmeyin Sayın Genç.

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Burada, yani, Mecliste yapılan bazı şeyleri söylüyorum; niye, yani, bu kadar şey ediliyor; bilmiyorum...

BAŞKAN – Siz, gündem içerisindeki, sadet içerisindeki konuşmanızı yapın efendim.

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Tabiî.

Sayın milletvekilleri, personel alımında birtakım haksızlıklar yapılmış; ama, bu takdir hakkı kullanılmış. Takdir hakkının bu kadar kötü kullanılmaması gerektiğini vurgulamak istiyorum; yani, bir yerinde, bir vilayetten bakıyorsunuz 85-90 kişi alınmış; imtihansız alınmış, yapılmasın diyoruz bunlar. Yapılırsa, bu Meclise gölge düşer diyorum... (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) – Yaptırmayın kardeşim.

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Yakışıyor mu böyle konuşmak.

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, benim yetkim yok. Benim... Bütün yetki Meclis Başkanına aittir; bence bunu da düzeltmek lazım; yani, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yönetimini bir kişiye verirseniz; o da, o kişi de, işte, biraz, keyfiliğe...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Başkanlığa yakışır konuşma yapsın.

NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Sana versek!..

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – ...kaçarsa böyle olur. Ben Meclis Başkanının da, aslında, Başkanvekilerinin de yönetimde bir sorumluluk sahibi olmasını istiyoruz; bunu diyoruz yani.

Değerli milletvekilleri, bir inşaat meselesi vardı; Genel Kurul salonunun inşaatı var, bir lojmanların inşaatı vardı...

Şimdi, sayın milletvekilleri, eğer, biz, burada gelip de var olan gerçekleri söylemezsek... O zaman konuşmayalım Meclis bütçesini; verin ödenekleri, İktidar partisi de bundan özellikle rahatsız oluyor, denetlemeyin; kim alırsa alsın efendim.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR ( Gaziantep) – Yahu, sen orada bostan korkuluğu musun, Meclis Başkanvekili misin?!

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, bakın, Genel Kurul salonu yapımı kararı verildi, 19 uncu Dönemde böyle bir karar alındı; ancak, bu karar üzerine bize denildi ki, bu, teknik bir konudur, Emlak Konut bunun ihalesini yapsın. O zaman öyle bir karar çıktı. Ondan sonra da, bu karar üzerine, bize, Başkanlık Divanında maliyeti 21 milyon dolar olarak bildirildi; sonradan, bugünkü maliyeti 39-40 milyon dolara çıkıyor.

Yani, aslında, tabiî, Türkiye’de bu kadar sıkıntı varken; ben baştan beri buna karşıydım; yapıldı; hayırlı olsun. İnşallah, amacına uygun bir Genel Kurul salonu çıkabilir; ama, tabiî, devlet adına verilen ihalelerde ciddiyetle, hassasiyetle üzerinde durulması lazım. Türkiye’nin, böyle, heba edilecek, çarçur edilecek çok parası yok. Ben, bunları vurgulamak istiyorum.

Yine, lojman yapıldı. Galiba 187 kişilik bir lojman yapıldı. Bize denildi ki, efendim, anahtar teslimi 12 milyar lira verildi; ama, fiyatlar iki misline çıktı.

Bunları, bilesiniz diye söylüyorum; rahatsız oluyorsanız, anlatmayacağım.(DYP sıralarından alkışlar)

Efendim, ben, alkışlanmak için bunları demiyorum. Ben, burada, Meclis Başkanvekili olarak kendimi inkâr ederek konuşamam ki arkadaşlar; var olan gerçekleri söleyeceğim.

ALİ ER (İçel) – “Söyleme” demiyoruz, söyle, söyle de, sen nerede idin, onu da söyle!

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Onun için, bazı arkadaşlarım; yani, bu işleri...

Bakın, son Meclis Başkanı Sayın Hikmet Çetin 16 Ekimde seçildi, o günden bugüne kadar galiba 5 defa Başkanlık Divanı toplantısı yaptık; personel konusunu ele aldık, milletvekillerine yeni oda yapılıp yapılmayacağı konusunu ele aldık ve devamlı, olayları... Yani, Mecliste bir şeffaflık meydana geldi.

DEVLET BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) – Önceden Başkanlık Divanı toplantısı yapmıyor muydunuz ?!

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Yapmıyorduk işte, Başkanlık Divanı toplantısı...

DEVLET BAKANI RÜŞTÜ KÂZIM YÜCELEN (İçel) – Yetki mi vermiştiniz; niye yapmıyordunuz ?!

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Yetki vermedik Sayın Yücelen. Bakın, zatıâliniz Bakansınız efendim; İçtüzükte, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütçesini, Divan -toplanır- kabul eder ve ondan sonra Genel Kurula sevk edilir.. Maalesef, Divan toplanarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçesi dahi görüşülmeden Genel Kurula gönderildi. Yani, kusura bakmayın; bunları söylemek sizi rahatsız ediyorsa, bir daha söylemem. (ANAP sıralarından gürültüler)

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – O zaman, istifa et, orada niye duruyorsun!

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, ben, dürüstlüğü savunan insanım; dürüstlüğü savunan insan, istifa etmez...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Hangi dürüstlükten bahsediyorsun!..

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Ben, doğruları söylüyorum; ama, size göre doğruları söylemek, çok büyük...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep)- Ne varsa, altında senin imzan var!

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Şimdi, Sayın Taşar, bir Bakansın; biraz, kişiliğine uygun, seviyene uygun, orada konuşma göster!

Eğer, sen rahatsız olursan, ben sana daha ağır cevap vermesini bilirim! (ANAP sıralarından gürültüler)

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Saçmalama!

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Siz beni iyi tanırsınız; lüften...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Ben de sana cevabını vermesini bilirim!.. Terbiyesiz olma!.. Haddini bildiririm ben senin!

BAŞKAN – Sayın Genç, kürsüden karşılıklı konuşulmayacağını siz de takdir edersiniz. Hep uyguladığınız usul, sataşma...

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Sayın milletvekilleri, bazı arkadaşlar...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, lütfen...

BAŞKAN – Efendim, ben, müdahale edenlere de müdahalemi yapıyorum; müsaade buyurun, sükûnetle bitirelim bunu.

M. NECATİ ÇETİNKAYA (Konya) – Sayın Başkan...

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Bazı milletvekilleri, araç kullanma meselesini tenkit ettiler ve bir milletvekili arkadaşımız, 500’ün üzerinde... (ANAP sıralarından gürültüler)

M. NECATİ ÇETİNKAYA (Konya) – Sayın Başkan, bir Sayın Başkanvekiline...

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, bir dakika... Rica ediyorum...

BAŞKAN –Kürsüde bir hatip varken başkası konuşmaz efendim.

M. NECATİ ÇETİNKAYA (Konya) – Bir Sayın Başkanvekiline “terbiyesiz” denmez!

BAŞKAN – Sayın Çetinkaya, siz de oturun, sonra dinlerim sizi.

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) –...500’ün üzerinde araç olduğundan bahsettiler. Böyle, 500 araç yok.

Şimdi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı üyeleri, araçları, 237 komisyon üyeleri ve komisyon başkanları...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Genç, konuşmanızı toparlayın efendim.

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Peki efendim.

Araçlarını, Devlet Taşıt kanunlarına göre kullanırlar ve aynen, Bakanlar Kurulu statüsündedir. Onun için, yani, Bakanlar Kurulu statüsünde olan bir Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı üyesi ve komisyon üyelerinin, araçlarıyla, zaman zaman seçim bölgesine gitmesinde bir hata yok. Yalnız, ben kendimi söyleyeyim; ben, dört senelik Başkanvekilliği zamanımda, iki defa, Tunceli’ye, kendi aracımla gitmiştim. Yani, bu da tenkit edilecekse... Tabiî, ben, ayda bir kere seçim bölgesine gidiyorum; ama, buradaki araçla gitmiyorum; onun da bilinmesini istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, benim konuşmamdan, bakıyorum, arkadaşlar çok rahatsız oluyorlar; ben de bu arkadaşları pek rahatsız etmek istemiyorum.

YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Çok memnun oluyoruz; devam edin(!)

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Devamla) – Genel olarak bunları vurgulamak istedim; ama, keşke, müdahale etmeselerdi, akıcı bir ifade içinde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yönetim biçimini size anlatsaydım; böyle kesmeseydiniz, daha iyi bir sonuç alacağımızı ümit ediyorduk; ama, şimdi, sorularınızı ayrıca cevaplandıracağım.

Saygılar sunarım Sayın Başkan. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisi adına bütçe eleştirilerini cevaplayan Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekili Sayın Kamer Genç’e teşekkür ediyorum.

VII. – SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. – Tarım ve Köyişleri Bakanı Mustafa Rüştü Taşar’ın, TBMM Başkanvekili KamerGenç’in şahsına sataşması nedeniyle konuşması

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Sayın Taşar, buyurun efendim.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Sayın Başkanım, ismim geçti; kardeşimle ilgili bir laf söylendi; kişilik hakkıma saldırı vardır; o konuda söz istiyorum.

BAŞKAN – Başka bir sataşmaya mahal vermemek üzere, buyurun Sayın Taşar. (ANAP sıralarından alkışlar, RP ve DYP sıralarından gürültüler)

TURHAN GÜVEN (İçel) – “Terbiyesiz” kelimesini kullanan birine nasıl söz verirsiniz Sayın Başkan!

BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım, veririm; sizinle de ilgili olursa, size de söz veririm. Adını açıkça ifade ederek bir ithamda bulundu hatip; bu, sataşmadır.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Bakanla ilgisi yok ki ama...

BAŞKAN – Var efendim.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle, Sayın Meclis Başkanvekilinin burada yaptığı konuşmada, burada bulunmayan bir kişi hakkında, kendisinin de Meclis Başkanlık Divanında bulunuyor olmasına rağmen, gününde bir işlem yapmayıp da bugün burada konuşmasını kınadığımı belirtmek istiyorum. Eğer, o gün bir şey yapılmışsa ve yanlış yapılmışsa, biz, o yanlışın peşinde değiliz.

TAHSİN IRMAK (Sıvas) – Yeni mi öğrendin?!.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Yanlış yapılmış olabilir. Yanlışın hesabını, o gün, orada, Meclis Başkanlık Divanında bulunan bir kişinin bugün burada dile getirmesinin yanlışlığını ifade etmek istiyorum. (RP ve DYP sıralarından gürültüler)

BEKİR SOBACI (Tokat) – Kalemli nerede?

BAŞKAN – Müdahale etmeyin efendim.

Sayın Taşar, size söz verdiğim konu çerçevesinde konuşun lütfen.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – İkinci konuya gelince: Saffet Bey de çok iyi bilir bu konuları; benim kardeşim, bir karşılıksız çek çıkmasından dolayı mahkeme edilmiştir. Benim, 1991’de Bakan olduğum dönemde adalete teslim olmuş, 2,5 sene yatarak cezasını çekmiş ve çıkmıştır. Bugün, Mustafa Taşar hakkında bir tek laf söyleyecek adamın alnını karışlarım; alnım açıktır, başım diktir! (RP ve DYP sıralarından “Oo” sesleri; ANAP sıralarından alkışlar) Türkiye Büyük Millet Meclisinde her türlü hesabı vererek gelmişizdir; bugün, burada, milletvekili olarak oturan bazı arkadaşlarımızın, o gün Teftiş Kurulu Başkanı olduğu dönemlerde hazırlamış oldukları uydurma dosyaların hesabını vere vere gelmişizdir; Anavatan Partisi ve Mustafa Taşar bu hesapları vere vere gelmiştir. Bugün, kamuoyunda, kamu vicdanında ak ve pak bir partinin mensubu olarak huzurlarınızdayım.

Kendileri, dün, yolsuzluklar içerisinde bulananların, bugün, burada, yolsuzluk hesabı hakkında konuşmalarına, ne ben müsaade ederim ne millet müsaade eder!

Hepinize saygılar sunarım. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, sataşma yapmama kaydıyla söz verdiğiniz Sayın Bakan, şu anda bana sataşmada bulunmuştur. Ben, yaptığım her işi, namusuyla, şerefiyle yapmış adamım; ama, müsaade edin, kürsüden söyleyeyim. (DYP sıralarından “kürsüden söylesin” sesleri)

BAŞKAN – Sayın Güven, sizin görev yaptığınız dönemle ilgili...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Evet, onu söyledi.

BAŞKAN – ...hazırlanan dosyalarla ilgili bir iması oldu Sayın Bakanın; ama...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Hayır efendim, iması olmadı, yalan dosyadan, sahte dosyadan bahsediyor.

BAŞKAN – ...bağladığı cümle şudur: “Bu dosyaların hesabını gerekli yerlerde vererek geldik” dedi. O dosyalar işleme konuldu mu efendim? Sonuçlandı mı?

TURHAN GÜVEN (İçel) – Genel Kurulda nasıl konulduğunu da ben biliyorum.

BAŞKAN – İşleme konuldu, sonuçlandı; mesele yok.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Ama, benimle ilgili “sahte dosya” diye bir sözü kimse ifade edemez; ben de onun alnını karışlarım!

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

VI. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

l. – 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/669; 1/670; 1/633, 3/1046; 1/634, 3/1047) (S.Sayısı: 390, 391, 401, 402) (Devam)

A) TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI

1. – Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi (Devam)

2. – Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)

B) CUMHURBAŞKANLIĞI (Devam)

1. – Cumhurbaşkanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi (Devam)

2. – Cumhurbaşkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)

C) SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI (Devam)

1. – Sayıştay Başkanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi (Devam)

2. – Sayıştay Başkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)

D) ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI (Devam)

1. – Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi (Devam)

2. – Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)

BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım, bütçe görüşmelerine devam ediyoruz.

Şimdi, aleyhte söz isteyen arkadaşıma söz vereceğim.

Yozgat Milletvekili, Sayın Kâzım Arslan; buyurun. (RP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 10 dakikadır.

KÂZIM ARSLAN (Yozgat) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Meclis Başkanlığı, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu ve Cumhurbaşkanlığı bütçeleri üzerindeki görüşlerimi, vaktimizin elverdiği ölçü içerisinde ifade etmeye çalışacağım; ancak, bu görüşlerimi ifade ederken, rakamlardan ziyade, son ayların Türkiye Büyük Millet Meclisi odaklı tartışmaları ışığında ve bazı güncel örnekler üzerinde sistemi tartışmanın daha uygun olacağına inanıyorum.

Cumhurbaşkanlığı bütçesiyle ilgili olarak bir iki cümle ifade ettikten sonra sözlerime devam etmek istiyorum. Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, Cumhurbaşkanlığı bütçesinin yatırım ödenekleri son derece artırılmıştır ki, yüzde 403 oranındadır. Bunu incelediğimizde, birçok yatırımcı bakanlığın bütçelerinden çok daha fazla olduğunu görüyoruz ve bunu, Cumhurbaşkanlığı Köşkü içerisindeki Muhafız Alayı inşaatıyla izah etmek de mümkün değildir. Muhafız Alayı inşaatına ihtiyaç olduğu kadar, bu milletin, bu memleketin, çok daha fazla hizmetlere, bugün için, ihtiyacı vardır; bunun, millete iyice izah edilmesi lazım.

Yine, şunu da ifade etmek istiyorum: Cumhurbaşkanlığı makamının her türlü tartışmanın uzağında tutulması gerekir ve buna, bizlerin dikkat ettiği kadar, Sayın Cumhurbaşkanımızın da dikkat etmesi gerektiğine inanıyorum. Bunu ne için söyledim; mesela, Sayın Cumhurbaşkanımız, her fırsatta toplumun bir kesimini dışlayıcı konuşmalarından vazgeçmelidir.

TURİZM BAKANI İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Ne desin; onu da söyle bakalım!..

KÂZIM ARSLAN (Devamla) – “İşte, çağdaş Türkiye bu” nutuklarından vazgeçmelidir; çünkü “işte, çağdaş Türkiye bu” nutukları toplumun büyük bir bölümünde rahatsızlık yaratmaktadır.

TURİZM BAKANI İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Çağdaşlıktan rahatsız mı oldun!

KÂZIM ARSLAN (Devamla) – Ben, Sayın Cumhurbaşkanımızın, bu bağlamda, çağdaş Türkiyesi içerisinde yer almadığımı ifade etmek istiyorum. Ben, halk müziğini dinliyorum, klasik Türk müziğini dinliyorum, halk oyunlarını seviyorum. O bağlamda düşündüğüm zaman, benim çağdaş Türkiyem de budur, Türkiye’deki çok büyük çoğunluğun çağdaş Türkiyesi de budur; bunu, herkesin görmesi lazım! (RP sıralarından alkışlar)

TURİZM BAKANI İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Buna “hayır” diyen var mı!

KÂZIM ARSLAN (Devamla) – Ayrıca, otuz yıl bu Parlamento içerisinde görev yapmış Sayın Cumhurbaşkanımızın, görev süresi bitip, Cumhurbaşkanlığı makamına başladıktan sonra başkanlık tartışmalarını gündeme getirmesini, Parlamentonun tıkandığını söylemesini de samimiyetle bağdaştıramıyorum. Şunu kabul etmeliyiz ki, Cumhurbaşkanlığı makamının yetkileri, bugün, az değil; tersine, son derece fazladır; bugün, Cumhurbaşkanlığı, birçok yönüyle Meclisin üzerinde fonksiyon icra etmektedir.

Şimdi, bunu ifade ettikten sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisiyle ilgili birkaç kanaatimi ifade etmek istiyorum.

Bugün, birçok kişi ve çevreler, Türkiye Büyük Millet Meclisini eleştirerek prim toplama yarışındadırlar; maalesef, Parlametomuzun bazı üyeleri de buna fırsat vermektedir.

Şimdi, bir düşünelim; o gün için, daha güvenoyu bile almamış bugünkü azınlık Hükümetinin vasıtasıyla 16,5 trilyonu tokatlayan tekelci medya patronları, bu Meclisi acımasızca, kıyasıya eleştirmektedirler. Dolarlarla ifade edilen maaşlarını, yaptıklarını hangi işe, harcadıkları hangi emeğe karşılık aldıkları belli olmayan birtakım iri iri köşe yazarları, Meclisi, acımasızca, eleştiri oklarına hedef tutmaktadırlar.

Dün bulundukları etkin makamlar sayesinde Meclis, Hükümet ve Başbakan üzerinde fonksiyon icra eden birkısım etkin ve güvenilir kişilerin bugün kimlerin emrinde olduğu da halkımız tarafından ibretle izlenmektedir. Böylesine bir ortamda Meclisi eleştirirken insaf ölçüleri içerisinde bulunmak gerektiğine inanıyorum ve bunun demokrasimize daha fazla katkı sağlayacağına inanıyorum.

20 nci Dönem Parlamento çalışmalarımıza başlarken, her kesimden, herkesin hemfikir olduğu bir konu vardı, bir kanaat vardı : “Bu dönem, Meclis çok kaliteli.” Bunu, hepimiz duyduk, dinledik; ancak, bu eleştiri kampanyaları sayesinde, maalesef, en kısa sürede yıpranan, yıpratılmaya çalışılan veyahut da yıpratılan dönem, bu dönem olmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisinin yıpratılmamasına fırsat vermememiz lazım.

ABBAS İNCEAYAN (Bolu) – Yanlış oldu, dil sürçmesi oldu, “yıpratılmasına” olacak.

KÂZIM ARSLAN (Devam) – Türkiye Büyük Millet Meclisinin yıpratılmasına fırsat vermememiz lazım; ancak, bunu yaparken de şu gerçekleri gözardı edemeyiz : Meclisimiz, birtakım olaylar karşısında gerekli tavırları koyamamıştır. “Demokrasiye balans ayarı yaptık” diyen birilerine, bu Meclis, gerekli cevabı verememiştir.

ABBAS İNCEAYAN (Bolu) – İktidardaydınız o zaman...

KÂZIM ARSLAN (Devam) – Meclisi konuşuyorum, iktidarı konuşmuyorum.

Milletvekillerine “yuh” çekebilen basına, bu Meclis gerekli tavrı koyamamıştır. 28 Şubatla birlikte başlayan dayatmalara, bu Meclis gerekli tavrı koyamamıştır ve ülke gündemini geriden takip eder bir hale gelmiştir. Bu gerçekleri de görmezlikten gelemeyiz.

Ben, iktidardan, hükümetten bahsetmiyorum; Meclisten bahsediyorum. Meclisimiz, birileri emreder ve yapar hale getirilmiştir. Eğer, öyle olmasaydı, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündemimiz var, Türkiye Büyük Millet Meclisi gündeminin 1 inci sırasından başlardık, son sırasına kadar kabul ettiğimizi kabul eder, reddettiğimizi reddederdik; o zaman derdik ki, Meclis, ülke gündemini takip ediyor; Meclis, ülke gündeminin önünde; ama, maalesef, öyle değildir; Millî Güvenlik Kurulu birtakım tavsiyelerde bulunmaktadır, Hükümet birtakım kararlar almaktadır ve Meclis bunları uygular pozisyona düşürülmektedir. 8 Yıllık Kesintisiz Eğitim Yasa Tasarısını böyle bir dayatmayla çıkarmadık mı buradan?! (ANAP sıralarından “hayır” sesleri)

Şimdi, önümüzde güncel bir örnek daha var; Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Yasasını böyle bir dayatmayla, böyle bir tavsiyeyle buraya getirmiyor muyuz?.. Maalesef, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üzerindeki baskılar da dayanılmaz bir hal almıştır. Bunu daha önce konuşan arkadaşlarım da ifade ettiler; Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun Başkanı, Başkan Yardımcısı istifa etmiştir. Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun o günkü Başkanı, son Millî Güvenlik Kurulu toplantısına çağrılarak, bir manada hesaba çekilmiştir ve istifa etmek durumunda kalmıştır. İşte, yeni seçilen Başkan “hukuk çerçevesinde kalacağız” demesine rağmen, bu tavsiyeler doğrultusunda, 15 Aralıkta yapılacak olan frekans tahsisiyle ilgili ihale iptal edilmiştir. Daha önce yapılmış olan ihalelerin iptali yönünde baskılar vardır.

Az önce, Anavatan Partisi sözcüsü arkadaşlarımız, bu yasa tasarısıyla ilgili çalışmalarda ve bu faaliyetler esnasında, birtakım tekelci medya patronlarına karşı kolaylık sağlamak gibi bir düşünceleri olmadığını söyledi. O zaman, şimdi onlara söylüyorum: TEAŞ ve TEDAŞ’la ilgili ihaleleri açıklasınlar o zaman...

AHMET DERİN (Kütahya) – Açıklayamazlar!

KÂZIM ARSLAN (Devamla) – Niye açıklayamıyorlar; çünkü, tekelci medya patronlarının önünde bir engel var. O engeli, şimdi, bu yeni getirdikleri Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Yasasını değiştirecek tasarıyla ortadan kaldırmaya çalışacaklar; üç tekelci medya patronunun önünü açacaklar; bu tekelci medya patronlarının devleti biraz daha hortumlamasına, devleti biraz daha sömürerek zenginleşmesine fırsat tanıyacaklar. Bunların da burada tartışılması gerekmektedir.

Şimdi, biz, bu Hükümetin diyet borcu ödediğini biliyoruz. Bu Hükümet, kendisini buraya getiren güçlere karşı borcunu sonuna kadar ödemeye kararlıdır...

HALİT DUMANKAYA (İstanbul) – Hükümeti, bu Meclis getirdi!

KÂZIM ARSLAN (Devamla) – ...ama, bu Meclis, Hükümete bu tavsiye kararlarını getiren Millî Güvenlik Kurulunun anayasal konumunu da, artık, tartışmaya açmalı, açabilmelidir. İşte, o zaman, Türkiye’de demokrasinin önü daha fazla açılmış olur, Türkiye’de insan haklarının önü daha fazla açılmış olur ve bugün tartıştığımız bu konuları tartışma durumunda kalmayız.

Yine, Cumhurbaşkanının, Anayasa Mahkemesinin ve hatta Anayasanın anayasal konumları da burada tartışılabilmelidir. Demokrasinin olduğu bir ülkede tartışılmayacak hiçbir şey yoktur; ama, dediğim gibi, bu, birtakım tavsiyelerin, emirlerin ışığında değil...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ABBAS İNCEAYAN (Bolu) – Sayın Başkan, “Hükümet, ordunun emrindedir” diyen bir partinin temsilcisi konuşuyor; sesini kesmeyelim.

BAŞKAN – Lütfen, konuşmanızı tamamlayın efendim.

KÂZIM ARSLAN (Devamla) – Sözlerimi tamamlıyorum Sayın Başkanım.

Eğer, bunları yapabilirsek, Türkiye’de gerçek demokrasinin daha önce yerleştiğini görmüş olacağız; ama, söylediğim gibi, birtakım kurum ve kuruluşların, birtakım kişilerin, kendi hatalarını, kendi yolsuzluklarını, kendi usulsüzlüklerini, kendi kanunsuzluklarını görmeden, Türkiye Büyük Millet Meclisini acımasızca eleştirmeye hakları olmadığını da düşünüyorum; ama, buna fırsat vermeyecek olanın da, yine, Türkiye Büyük Millet Meclisi olduğunu düşünüyorum.

Bu sözlerimi ifade ettikten sonra, hepinize saygılarımı sunuyorum. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Bütçe aleyhine konuşan, Yozgat Milletvekili Sayın Kâzım Arslan’a teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, şimdi, bu görüştüğümüz bütçeler üzerine sayın milletvekillerinin yöneltmiş oldukları sorularla ilgili işleme geçiyoruz.

Sorularla ilgili işlemi 20 dakika içerisinde tamamlayacağız.

Şimdi, ilk soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun, delaletinizle, ilgili bakanlık tarafından cevaplandırılmasını arz ederim.

Saygılarımla.

Naci Terzi

Erzincan

Soru: Ankara ve İstanbul İlleri TEDAŞ dağıtım şebekelerinin birtakım medya gruplarına verilmesi, yürürlükte olan Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Yasasına aykırı değil midir? Aykırı ise, ne gibi işlemler başlatılmıştır?

BAŞKAN – Soru sahibi burada mı? Yok.

İkinci soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçesiyle ilgili aşağıdaki sorumu, aracılığınızla, gereğinin yapılması için saygılarımla arz ederim.

Algan Hacaloğlu

İstanbul

Soru: Milletvekilliğiyle bağdaşmayan işler ve davranışlar Batı demokrasilerinde son derece kısıtlayıcı kurallara bağlandığı halde, ülkemizde, sık sık kamu çıkar çatışmasına yol açan davranışlar görülmektedir. Bu nedenlerle, Meclis Başkanlığınız, yeni bir milletvekili etiği ve etik kurulu oluşturulması için, Türkiye Büyük Millet Meclisi içinde uzlaşma sağlamaya yönelik girişimde bulunmayı düşünmekte midir?

BAŞKAN – Soru sahibi?.. Burada.

Soruyu cevaplandırıyor musunuz?

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Tunceli) – Evet.

BAŞKAN – Buyurun.

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, bu konuda, daha önce, zatıâlinizin de bildiği gibi, Meclis Başkanlığı tarafından da hazırlanmış bir teklif var. Ayrıca, yeni Meclis Başkanımız da bu konu üzerinde hassasiyetle durmaktadır. Partilerarası uyum sağlandığı takdirde, bu teklifin öncelikle ele alınıp yasallaştırılması sağlanacaktır efendim.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Üçüncü ve son soruyu okutuyorum :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Sayıştay Başkanlığı bütçesiyle ilgili aşağıdaki sorumun aracılığınızla yanıtlanması dileğiyle, gereğini saygılarımla arz ederim.

Algan Hacaloğlu

İstanbul

Soru: Önemli yargı kurumu niteliğinde olan Sayıştay Başkanlığında, konumu, işlevi, tarafsızlığı ve etkinliğiyle bağdaşmayacak çerçevede belli tarikatların ağırlık taşıdığı, yanlı kadrolaşmanın birkaç yıldır varlığını sürdürdüğü iddia edilmektedir. Bu iddia doğru mudur? Doğru ise, ne tür önlemler almayı düşünüyorsunuz?

BAŞKAN – Soru sahibi burada.

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANVEKİLİ KAMER GENÇ (Tunceli) – Efendim, bu soruya yazılı cevap vereceğiz.

BAŞKAN – Soru, yazılı olarak cevaplandırılacaktır.

MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Sayın Başkan, bizim de sorularımız vardı?

BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım, bazı arkadaşlarımız soru önergesi gönderiyorlar. Ben, birleşimin başlangıcında, grupların konuşmaları bitinceye kadar soru önergelerinin Başkanlığa ulaştırılmasını, daha sonra gelen soru önergelerinin- Başkanlığa ulaşsa dahi- işleme konulmayacağını ifade etmiştim; daha önce alınan karar gereğince. Şimdi, bu soruları, arkadaşlarımız, ilgili yerlerden, yazılı olarak, bilahara sorabilirler.

MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Sayın Başkan, bu ilanınız, kitapçıkta yok.

BAŞKAN – Var efendim, var; Danışma Kurulu kararıyla oluşmuştur ve Genel Kurul tarafından onaylanmıştır.

MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Bugünkü uygulamanız bir örnek olur, bundan sonra o uygulanır...

BAŞKAN – Hayır efendim. Bu, Danışma Kurulunun bütçe görüşmeleriyle ilgili olarak daha önce almış olduğu kararların içerisinde var; geçmiş yıllarda da aynı şekilde uygulanmış.

Değerli arkadaşlarım, birinci turdaki görüşmeler ve soru işlemleri tamamlanmıştır.

Şimdi sırasıyla, birinci turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım.

Bölümlerin okunması zaman alacağı için, Divan Üyesi arkadaşımızın, bunları, oturarak, okuması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi 1998 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞI

1. – Türkiye Büyük Millet Meclisi 1998 Malî Yılı Bütçesi

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 23 267 914 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

111 Yasama Hizmetleri 11 085 200 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

112 Millî Sarayların İdare ve Korunması 7 628 420 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.s

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 9 744 762 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

T O P L A M 51 726 296 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi 1998 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

Böylece, Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçesinin sonunda yer alan Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun toplam 16 801 594 000 000 lira gider ve 17 082 594 000 000 lira gelirle bağlanan 1998 malî yılı bütçesi ve ekleri ile kurumun kadro cetvelleri, 13.4.1994 tarihli ve 3984 numaralı Kanunun 12 nci maddesi gereğince karara bağlanmış bulunmaktadır.

Bilgilerinize sunuyorum.

2. – Türkiye Büyük Millet Meclisi 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- Türkiye Büyük Millet Meclisi 1996 mali yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

A – CETVELİ

L i r a

Genel Ödenek Toplamı : 13 325 029 445 000 Toplam Harcama : 10 346 082 477 000

İptal edilen Ödenek : 2 978 946 968 000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi 1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi 1998 malî yılı bütçesi ile 1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.

Cumhurbaşkanlığı 1998 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

CUMHURBAŞKANLIĞI

1. – Cumhurbaşkanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi

A – C E T V E L İ

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 19 103 798 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 65 500 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

T O P L A M 19 169 298 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Cumhurbaşkanlığı 1998 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2.- Cumhurbaşkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- Cumhurbaşkanlığı 1996 mali yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Cumhurbaşkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

A - CETVELİ

                                          L i r a

Genel Ödenek Toplamı : 1 328 908 000 000

Toplam Harcama : 982 975 295 000

İptal edilen Ödenek : 345 932 705 000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Cumhurbaşkanlığı 1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Cumhurbaşkanlığı 1998 malî yılı bütçesi ile 1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.

Sayıştay Başkanlığı 1998 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

 

 

SAYIŞTAY BAŞKANLIĞI

1.- Sayıştay Başkanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi A - C E T V E L İ

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 2 128 120 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

111 İnceleme, Yargı ve Karar Hizmetleri 3 164 000 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 94 500 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

999 Dış Proje Kredileri 100 000 000 000

T O P L A M 5 486 620 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayıştay Başkanlığı 1998 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2. – Sayıştay Başkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- Sayıştay Başkanlığı 1996 mali yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Sayıştay Başkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

A - CETVELİ

L i r a - Genel Ödenek Toplamı : 1 523 630 000 000 - Toplam Harcama : 1 349 603 045 000 - İptal edilen Ödenek : 174 026 955 000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayıştay Başkanlığı 1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Sayıştay Başkanlığı 1998 malî yılı bütçesi ile 1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.

Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 1998 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

 

ANAYASA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI

1. – Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi A - C E T V E L İ

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 442 400 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

111 İnceleme ve Yargı Hizmetleri 101 600 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 4 500 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

T O P L A M 548 500 000 000 BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 1998 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2. – Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 1996 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

A - CETVELİ

L i r a Genel Ödenek Toplamı : 152 965 000 000

Toplam Harcama : 136 958 207 000

İptal edilen Ödenek : 16 016 926 000

Ödenek Dışı Harcama : 10 133 000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 1998 malî yılı bütçesi ile 1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.

Sayın milletvekilleri, böylece, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı, Sayıştay Başkanlığı ve Anayasa Mahkemesi Başkanlığının 1998 malî yılı bütçeleri ile 1996 malî yılı kesinhesapları kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.

Böylece, 1 inci tur görüşmeleri tamamlamış bulunuyoruz.

E) BAŞBAKANLIK

1. – Başbakanlık 1998 Malî Yılı Bütçesi

2. – Başbakanlık 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

F) DENİZCİLİK MÜSTEŞARLIĞI

1. – Denizcilik Müsteşarlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi

2. – Denizcilik Müsteşarlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

G) DEVLET METEOROLOJİ İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1. – Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Bütçesi

2. – Devlet Meteoroloji İşleri GenelMüdürlüğü 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 2 nci tur görüşmelere başlıyoruz.

Komisyon ve Hükümet yerlerini almışlardır.

Bu turda, Başbakanlık, Denizcilik Müsteşarlığı, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü bütçeleri yer almaktadır.

2 turda, grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Grupları adına; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Erzincan Milletvekili Mustafa Kul, İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen, Bursa Milletvekili Yüksel Aksu; Doğru Yol Partisi Grubu adına, Yozgat Milletvekili Yusuf Bacanlı; Demokratik Sol Parti Grubu adına, Zonguldak Milletvekili Mümtaz Soysal, Ordu Milletvekili İhsan Çabuk, Konya Milletvekili Turan Bilge; Anavatan Partisi Grubu adına, Kırıkkale Milletvekili Recep Mızrak, İstanbul Milletvekili Emin Kul; Refah Partisi Grubu adına, Zonguldak Milletvekili Necmettin Aydın, Kahramanmaraş Milletvekili Hasan Dikici, Ordu Milletvekili Mustafa Hasan Öz söz almış bulunmaktadırlar.

Bu turda, bütçelerin lehinde Kayseri Milletvekili İbrahim Yılmaz, Burdur Milletvekili Yusuf Ekinci; aleyhinde İstanbul Milletvekili Korkut Özal, Adana Milletvekili Yakup Budak söz almış bulunmaktadırlar.

Şimdi, grup sözcülerinden görüşmelere başlıyoruz.

İlk sözcü, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Erzincan Milletvekili Sayın Mustafa Kul.

Buyurun Sayın Kul. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Kul, Grubunuza tahsis edilen toplam süre 30 dakikadır. Üç arkadaş tarafından bu süre paylaşılacağına göre, zamanı siz değerlendireceksiniz.

CHP GRUBU ADINA MUSTAFA KUL (Erzincan) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 1998 yılı Başbakanlık bütçesi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi adına görüşlerimizi arz etmek üzere huzurlarınızdayım; bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, 3056 sayılı Başbakanlık Teşkilatı Hakkındaki Yasayla, kendisine verilen görevleri yerine getirmeye çalışan Başbakanlığın Merkez Teşkilatı, doğrudan doğruya 14 kuruluşun, dolaylı olarak da 7’si banka olmak üzere, 30 kuruluşun bağlı olduğu, geniş bir kesimi doğrudan yönetme ve yönlendirme konumunda olan bir teşkilattır.

Başbakanlık Merkez Teşkilatı ve 12 bağlı kuruluşun toplam 112,7 trilyonluk bütçesi içerisinde Başbakanlık Merkez Teşkilatının harcaması 28,1 trilyondur. 28,1 trilyonluk bütçe, 1997 yılı başlangıç ödeneğine göre yüzde 32,4’lük bir artışı göstermektedir. Bu rakam, 1997 yılı Başbakanlık bütçesinin gerçekleşmiş olan şekliyle de yüzde 24,4’lük bir artışı ifade etmektedir. 1998 yılı ödeneğinin yüzde 6,7’si personel giderlerine, yüzde 6,2’si cari harcamalara, yüzde 24,7’si yatırım harcamalarına, yüzde 62,4’ü de transfer harcamalarına ayrılmıştır. Başbakanlık Merkez Teşkilatı, bu 28,1 trilyonluk bütçeyle çok önemli görev ve işlevleri yerine getirmeye çalışacaktır.

Bilindiği gibi, Başbakanlık Merkez Teşkilatı, bakanlıklar arasında işbirliğini sağlamak; genel siyasetin gidişi konusunda bu işbirliğinde gerekli kararları almak; Anayasa ve yasalara uygun hizmetlerin yerine getirilmesini temin etmek; devlet teşkilatının düzenli ve etkin yürütülmesi ve bunun prensiplerini ortaya koymak; kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin, tüzük ve yönetmeliklerin, kararların ve tekliflerin Anayasaya ve diğer mevzuata uygun olup olmadığını incelemek ve uygulamaya koyulmasını koordine etmek; yasama organıyla doğru ve uygun bir ilişki içinde bu sürecin tamamlanmasını temin etmek; mevzuat hazırlanmasında usul ve esasları ve ilkeleri tespit etmekle görevlidir.

Görüldüğü gibi, Başbakanlık, 3056 sayılı Yasayla sadece kendisine bağlanan kurumlar ve kuruluşlarla ilgili değil, aynı zamanda bakanlıklararası koordineyi kurmakta ve genel siyasetin yönlendirilmesini sağlamaktadır.

Bu açıdan bakıldığı zaman, ülkemizdeki bütün olumsuzlukların ve çözüm bekleyen sorunların, bu bütçe müzakeresinde ifade edilmesi gerekmektedir. Tabiî ki, her bakanlığın bütçesi görüşülürken o bakanlıkla ilgili sorunlar tek tek ele alınacaktır, konuşulacaktır; ancak, özellikle Başbakanlıkla doğrudan ilişkisi olan birkaç konuda görüşlerimizi zamanın elverdiği ölçüde kısaca ifade etmeye çalışacağım.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin, bugün, en öncelikli sorunu, devletin çetelerden temizlenmesi ve devletin onurunun korunması sorunudur. Susurluk kazasıyla birlikte fotoğrafı ortaya çıkmış olan çete konusunda, doğrudan Başbakan ve Başbakanlık Merkez Teşkilatı içerisinde yer alan bazı kuruluşların başlatması ve sonuçlandırması gereken birçok konu hâlâ ortada durmaktadır. Sayın Başbakan 53 üncü Hükümetten ayrılırken “onbeş yirmi gün gün daha görevde kalabilseydim, çete olayını kesinlikle çözecektim” demiştir.

Değerli arkadaşlarım, 55 inci Hükümet kurulalı altı ay olmasına karşın, bugüne kadar bu konuda yapılan tek şey iki sayın milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılmasından ibarettir. Olayı yargıya intikal etmiş bir konu olarak görmek, bundan sonra yapılması gerekenleri yargı organları halledecektir diye değerlendirmek, sonuca ulaşmamız açısından, gerçekten, bir çözümsüzlük olacaktır; çünkü, yargının değerlendirmesi gereken bilgileri yargı organlarına ulaştıramazsak, yargı organlarına gerçek ve doğru bilgileri aktaramazsak, yargı organlarının pek fazla bir şey yapmasını beklememiz mümkün olamaz.

Sayın Başbakan geçtiğimiz günlerde “çete olayıyla ilgili bilgilerin ancak yüzde 20’sine ulaştım” diye bir ifade kullanmıştır. Acaba, Sayın Başbakan olayın tamamını, yani yüzde 100’ünü biliyor da kendisine ulaşan bilgilerin yüzde 20 oranında olduğunu bu gerçekten hareketle mi ifade ediyor? Altı ayda yüzde 20’ye ulaştılarsa, geriye kalan yüzde 80’e ne zaman ve nasıl ulaşılacaktır? Bu bilgiler ne zaman gönderilmesi gereken yere gönderilecektir?

Değerli arkadaşlarım, 1989 yılında piyasada elden ele gezen bir MİT raporu vardı. O rapor şu anda elimde var. Bu MİT raporunda birçok konu ifade edilmekteydi. Aynı zamanda, 1995 yılında da, yine, piyasada dolaşan MİT raporlarında da birçok olaydan bahsediliyordu. Susurluk kazasından sonra, bu MİT raporlarında ifade edilen konuların birçoğunun doğru olduğu saptanmıştır. Her ne kadar MİT yetkilileri böyle bir raporla kendilerinin ilişkisi olmadığını söylemiş olsalar dahi, o raporlardaki birçok olayın doğru olduğunun tespit edilmiş olması, raporların diğer bölümlerindeki diğer bilgilerin de doğru olduğu düşüncesini oluşturmaktadır. Son raporda ifade edilen Mehmet Özbay kimliğiyle gezen Abdullah Çatlı konusu, polis kimlikleri konusu, yeşil pasaportlar konusu, silahlar konusu... Bunların hepsinin gerçek olduğu ortaya çıkmıştır. Yine, 1989 yılındaki raporda da ifade edilen olaylardan birçoğunun doğru olduğu, Susurluk kazasından sonra ortaya çıkmıştır.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, Millî İstihbarat Teşkilatı da Başbakanlığa bağlıdır, Teftiş Kurulu Başkanlığı da Başbakanlık Merkez Teşkilatına bağlıdır. 1992 yılında Teftiş Kuruluna, MİT’i denetlemek üzere bir görev veriliyor. Teftiş Kurulu Başkanı ve bir müfettiş arkadaşımız, bu görevi alan kişiler, MİT’te uzun süre çalıştıktan sonra bu iki imzayla Başbakanlığa bir rapor veriliyor ve Teftiş Kurulu raporu da şu anda elimizde mevcut; bu konuyu, özellikle çete konusunu çözmekle görevlendirilen Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ın ve Müfettiş Hikmet Çetin’in altında imzası bulunan bir rapor hazırlanıyor. Bu raporda, özellikle 1989 yılında elden ele dolaşan raporun 17 nci sayfasında yer alan iddiaların doğru enformasyona dayandığı ifade edilmiştir. Raporda bu konuyla ilgili ifade aynen şöyle:

“... ‘MİT raporunda’ 17 sahifede yer alan iddiların kontrolü de bu vesileyle yapılmış olmaktadır.

Önemle belirtilmelidir ki bu konudaki iddiaların mesnedi vardır ve MİT ilgilileri bu konuyu etütlerine derc ederken genel olarak konu hakkında doğru enformasyona dayanmışlardır.

Bu konu, bu raporumuzun tekliflerinin değerlendirilmesi çerçevesinde ele alınacağından etüdün 17 sahifesindeki iddialar ayrıca ele alınmayacak ve kesin bir ihtiyaç belirlemedikçe bir başka rapora konu teşkil etmeyecektir.” Bu ifadenin altında, Kutlu Savaş’ın imzası bulunmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, MİT raporunun 17 nci sayfasındaki bilgiler neydi; 17 nci sayfasındaki bilgilerin tamamı, bugün konuştuğumuz, Türkiye’de çok yoğun bir şekilde konuşulan, tartışılan çete olayıyla ilgiliydi; Mehmet Ağar olayıyla ilgili konulardı. Çete meselesi ve Mehmet Ağar’la ilgili iddiaların tamamı, bu MİT raporunun 17 nci sayfasında yer almış olmasına rağmen, bu rapordaki bilgilerin doğru olduğu Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından da tespit edilmiş olmasına rağmen ve bu rapor 1992 yılında Başbakanlığa sunulmuş olmasına rağmen, bugüne kadar, bu konuyla ilgili hiçbir şey yapılmadığı gibi, bugün, hâlâ, bir belge ve bilgi bulunmamıştır diye, bu olay geçiştirilmeye çalışılmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, biraz önce ifade ettiğim her iki kuruluş da Başbakanlığa bağlıdır. MİT raporları da, Teftiş Kurulu raporları da Sayın Başbakanın, istediği zaman elde edebileceği birer belge olarak devlet arşivinde bekletilmektedir; ancak, bugüne kadar bu konuyla ilgili kayda değer hiçbir ilerleme kaydedilememiştir. Umuyoruz ve diliyoruz ki, Sayın Başbakan, daha önce söylemiş olduğu sözlerin takipçisi olur, çeteler olayıyla ilgili, kendi elinde olduğunu söylediği belge ve bilgilerle, devlet arşivinde bulunan belge ve bilgileri bir an önce yargı organlarına ulaştırır ve çete olayına açıklık kazandırır.

Sayın milletvekilleri, doğrudan Başbakanlığı ilgilendiren diğer bir konu, örtülü ödenek konusudur. Dünyanın birçok ülkesinde örtülü ödenek olayı vardır. Örtülü ödeneğin bir ihtiyaçtan kaynaklandığını biliyoruz. Birçok ülkede örtülü ödeneğin hesabının verilmediğini de biliyoruz; ancak, diğer ülkelerde örtülü ödeneğin hesabının sorulmaması konusu, örtülü ödeneği kullanacak konuma gelen; yani, Başbakanlık konumuna gelen bir kişinin böylesine bir hakkı kötüye kullanamayacağı gerçeğinden hareketle ifade edilmiştir. Ancak, ülkemizde örtülü ödenekle ilgili bugüne kadar söylenenler, örtülü ödenek konusunu tartışma noktasına getirmiştir. Bir eski başbakan, başbakanlık görevinden ayrılmadan on gün önce, örtülü ödenekten 500 milyar Türk Lirası çekiyor ve nereye, niçin harcadığını söylemiyor; bunun hesabı da sorulamıyor. Yine, bir eski başbakan, görev süresi içerisinde, Çeçenistan’a gönderilmek üzere, Libya’dan gönderilen parayı yerine ulaştırmayıp, daha sonra, bu paranın yerine örtülü ödenekten 2 milyon dolar para çekerek Çeçenistan’a gönderdiği yolunda iddialar ortada durmaktadır.

MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – Eskidi onlar; yalan_

MUSTAFA KUL (Devamla) – Bu kadar şaibenin, bu kadar söylentinin ortaya çıktığı bir ortamda, örtülü ödeneğin boyutuna açıklık getirilmeli ve bu ödeneklerin mutlaka hesabı sorulmalıdır değerli arkadaşlarım.

Başbakanlığın yapması gereken diğer bazı konuları_ (RP sıralarından gürültüler)

Değerli arkadaşlarım dinler misiniz...

FETİ GÖRÜR (Bolu) – Bir Mercümeği pişiremedin.

MUSTAFA KUL (Devamla) – Dinler misiniz... Çeçenistan olayıyla ilgili şaibe hâlâ daha sizin üzerinizde duruyor...

BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım_

MUSTAFA KUL (Devamla) – Çeçenistan konusunda, 2 milyon dolar paranın nereye, ne zaman gönderildiği konusunda_ (RP sıralarından “artık belli oldu onlar “ sesleri) O zaman eski Başbakan çıkar, o 2 milyon dolar parayı nereye gönderdiğini, hangi amaçla gönderdiğini ifade eder.

MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – Tenezzülü olmaz sana.

BAŞKAN – Sayın Kul, karşılıklı konuşmayın efendim.

Sayın milletvekilleri, yerinizden müdahalede bulunmayın lütfen.

MUSA OKÇU (Batman) – Abesle iştigal ediyor.

MUSTAFA KUL (Devamla) – Değerli arkadaşlar, devletin, bazı yanlış siyasî kadrolar tarafından parsellenmiş olmasının, mutlaka önüne geçilmelidir. Devletin tarafsızlığı kesinlikle sağlanmalıdır. Türkiye’nin siyasî cepheleşmeyi süratle aşması gerekmektedir.

BAŞKAN – Sayın Kul, Grubunuza ayrılan sürenin 13 dakikasını şu anda kullanmış bulunuyorsunuz. Sizin 2 arkadaşınız daha konuşma yapacak.

MUSTAFA KUL (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Lütfen toparlayın; arkadaşlarınıza haksızlık etmeyelim.

Buyurun.

MUSTAFA KUL (Devamla) – Türkiye’de siyaseti ortak bir hoşgörü zeminine çekmemiz gerekmektedir. Yanlı, taraflı ve partizanca davranış içerisinde olan bürokratların yaptığı yanlışlıkların tamamı, devlete mal edilmektedir. Özellikle güvenlik kuvvetlerine mensup bazı kişilerin yaptığı yanlış uygulamalar, tüm güvenlik güçlerine ve devlete karşı bir tepkinin oluşmasına neden olmaktadır. Sol görüşlü insanları döven, coplayan, yerlerde sürüten güvenlik görevlileri, sağ görüşlü göstericilerin içerisine katılıp, elleri havada slogan atarak yürüyorsa, o güvenlik görevlisinin devleti temsil etmesi düşünülemez.

Değerli arkadaşlarım, zamanımın dolması nedeniyle, bazı konuları kısaca, başlıklar halinde ifade etmek istiyorum.

Bir diğer önemli konu, Türkiye’nin bu katı merkeziyetçi sistemden bir an önce kurtulması, yerelleşmeyi süratle gerçekleştirmesi gerekmektedir.

Bir diğer önemli konu ise, TÜBİTAK ve TÜBA’ya ayrılan paraların yetersiz olduğu konusudur. Tabiî ki, Ulu Önder Atatürk’ün söylemiş olduğu “hayatta en hakiki mürşit ilimdir” ifadesinden hareketle, dünya 21 inci Yüzyıla girerken, artık kalkınmışlığın tek ölçütü bilimde gelişmişliktir. Zenginliğin artık mal ve parayla değil, bilimsel birikimle ölçüldüğü bu çağda, TÜBİTAK ve TÜBA’ya ayrılan paranın yetersiz olduğunu ifade ediyorum. Umuyorum ve diliyorum ki, bunlar, bundan sonraki dönemlerde eködeneklerle yeniden takviye edilir ve bu iki kuruluşumuz, üzerlerine düşen görevleri yerine getirme konusunda bir rahatlığa kavuşur.

Bu düşüncelerle, Başbakanlık bütçesinin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum değerli arkadaşlarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan Erzincan Milletvekili Sayın Mustafa Kul’a teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi adına ikinci konuşmayı İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Sevigen yapacaklar.

Buyurun Sayın Sevigen. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçeler üzerinde düşüncelerimizi aktarmanın bu kadar kısa sürede mümkün olmadığını hep beraber görüyoruz; arkadaşımın, daha, çok söyleyecekleri vardı; bizim söyleyeceklerimiz var; bizden sonra söyleyecekler var; ama, süre çok kısa olduğu için, mümkün olduğu kadar çabuk geçmek istiyorum.

Denizcilik Müsteşarlığının 1998 malî yılı bütçesi üzerinde, şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi adına görüşlerimizi sunmak üzere huzurlarınıza geldim; hepinizi sevgi, saygıyla selamlıyorum.

Bu Müsteşarlığın çok zor olduğunu bildiğim için, kuruluşundan bugüne emeği geçen, başta İbrahim Tez’den Burhan Kara’ya kadar bütün bakanlara, yaptıkları hizmetlerden dolayı teşekkür ediyorum.

10 Ağustos 1993 tarihinde kanun hükmünde kararnameyle kurulan Denizcilik Müsteşarlığının başlıca görevleri, denizcilik sistem ve hizmetlerinin deniz ilgi ve çıkarlarına uygun olarak tahsisi ve geliştirilmesi için Başbakanlığa bağlı deniz ticaretini, deniz ticaret filosunu ve gemi sanayiini teşvik edici tedbirler almak, denizcilik endüstrisini, deniz ve içsular potansiyelini geliştirmek, denizcilikle ilgili talep ve ihtiyaçları tespit etmek, planlamak, denizlerde can ve mal güvenliğini sağlayacak tedbirleri almak, deniz araçlarının, teknik nitelik ve yeterlilikleriyle ilgilenmek, buralarda çalışanların yeterlilik şartlarının belirlenmesi hususlarında temel prensip ve politikaları tespit ve koordine etmek, uluslararası seviyede denizcilikle ilgili ekonomik ve siyasî konularda çalışmalarda bulunmak; bunun yanında, biliyorsunuz, denizlerde yük ve yakıt taşımacılığı, gemi inşa sanayii, liman hizmetleri, gemi kurtarma, sahil güvenlik, deniz turizmi gibi, başlı başına bir endüstri ve büyük bir hizmet sektörüdür.

Denizcilik sektörü, yoğun uluslararası rekabetin içerisinde sağladığı ekonomik girdiler açısından en gözde sektörlerimizden bir tanesidir. Bütün bu iyiniyete rağmen, bütün bu özel gayretlere rağmen, bu görevlerin ifasına yönelik, personel politikasındaki yanlış uygulamalar, siyasî kararlılığın olmaması, bakanlıklar arasında uyumlu çalışmamak, biraz olsun, bu denizcilik sektörüne çeşitli gölgeler düşürmektedir. Bu konuda bir örnek vermek gerekirse, Refahyol döneminde hukuk müşavirliğine getirilen bir şahıs, tecrübesi olmamasına rağmen, daha sonra müsteşar yardımcılığına kadar getirilmiştir. Oysaki, denizcilik sektöründe, yabancı dil bilen, denizcilikte uzman -yeni kurulmuş olması açısından söylüyorum- denizcilik alanında çalışmış, yetenekli arkadaşların görev alması gerekir; oysa, biz, her bakan değiştiğinde, bu politikamızı değiştirmiş durumdayız. Daha sonra, hükümet değişikliğinde, sayın bakanların hükümete gelir gelmez görev aldıkları dönemlerde, çok yetenekli personel, mahkeme kararlarıyla geri dönmesine rağmen, maalesef, Bakanlık tarafından, bu mahkeme kararları, yani hukukun verdiği kararlar uygulanmamaktadır; uygulansa bile, bir gün sabah başlatılıp öğleden sonra veyahut da akşamüstü, bir gün sonra, tekrar, görevlerini, yerlerini değiştirerek görevden alma devam etmektedir. Yani, yargı kararı bu konuda hiçe sayılmıştır. Sekiz bakanlığın yetkilerinin birbirine karıştığı bir kuruluşta, böyle kargaşalar olur diyeceksiniz; ama, eğer Denizcilik Bakanlığının kurulmasını istiyorsak, turizmin girdisi kadar Türkiye’ye döviz girdisi sağlayan bir müsteşarlığın ciddî çalışmasını istiyorsak, bu konuda, bütün siyasî partilerin ortak olduğu, bütün siyasî partilerin hemfikir olduğu bir konuda beraber çalışmak, uyumlu çalışmak istiyorsak, personel kıyımı politikasına son vermek lazım. Bir bakan, bir müsteşar, bir müsteşar yardımcısı gibi üst kadroda görevli olanlar, insanların ekmeğiyle oynamamalı diye düşünüyorum.

Dünya deniz ticaretinin yaklaşık yüzde 80’i, ülkemiz ithalat ve ihracat taşımalarının ise yüzde 90’lık bölümü denizyoluyla yapılmaktadır. Denizyolu taşımacılığı, demiryoluna göre 3.5 kat, karayoluna oranla 7 kat daha ucuzdur. Diğer bir avantajı ise, özellikle sanayi hammaddesini oluşturan yüklerin taşınması, genellikle denizyoluyla yapılmaktadır. Ülkemize baktığımızda ise, 1980’li yılların ilk yarısında uygulanan teşvik ve kredi politikalarıyla, 1985 yıllarında, yaklaşık 6 milyon dwt’lik kapasiteye ulaşan deniz ticaret filomuzun, bugün 12 milyon dwt kapasiteye ulaşması çok sevindiricidir. Bu da, sektörün, devletten ciddî yardım almadan kendi gücüyle yaptığı bir çalışmadır. Buradan, bu arkadaşlarımı da, kutlamak istiyorum.

Bugün için ithal ve ihraç ürünlerimizin taşınmasında yaklaşık yüzde 40’lık payı alan deniz ticaret filomuzun, üçüncü ülkelerarası taşımalardan aldığı pay da dikkate alınırsa, taşıtan ekonomiden taşıyan ekonomiye hızla ilerlediği bir gerçektir.

Bu sektör, işletme maliyetlerinin çok yüksek olması, navlun krizi, bankaların sektöre bakış açısı -kredi verme açısından söylüyorum; bankalar, maalesef, bu sektöre çok ciddî bakıp, kredi konusunda yardımcı olmamaktadırlar- nakit akışının da olmaması nedeniyle finansman sıkıntısı içerisine girmektedir. Yabancı bayraklı gemilere ödediğimiz 2 milyon dolarlık navlunların, önümüzdeki günlerde 4-5 milyona çıkacak olması da bu sektörü endişeye düşürmüştür.

Yıllık 91 milyon ton olan dışticaret taşımacılığımızın 54 milyon tonu, hâlâ, yabancı bayraklı gemilerle taşınmaktadır. Filomuzun bu payını artırmalı, ulusal yüklerimizi kendi gemilerimizle taşımanın yollarını aramalıyız.

Limanlarımızla ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Biliyorsunuz, bir savaş anında, kargaşa anında düşmanın ilk vuracağı yerler, tersaneler, limanlar ve demiryollarıdır. Maalesef, biz, limanlarımızı ve demiryollarımızı -biliyorsunuz, İstanbul’da demiryolu kongresi toplandı ve devam ediyor- özelleştirmek için birbirimizle yarış ediyoruz. Limanlarımız stratejik öneme sahiptir. Anayasamızın 7 nci maddesi gereği, yasama yetkisi, Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Stratejik yapıya sahip işletmelerin devri veya satışı doğrudan Meclisin kontrolündedir.

Sevgili arkadaşlarım, maalesef, biz, daha önce -Özal dönemi aklıma geliyor- şehir işletmelerinde çalışan gemilerin arıza yaptığı dönemlerde, kendi tersanelerimiz dururken, onları, özel tersanelere götürüyorduk. Orada çalışan işçilerimiz, orada çalışan arkadaşlarımız, orada görev yapan mühendislerimiz, hep, boş durmaktan, sıkılmaktan feryat etmişlerdir; ama, o dönemde hükümet olarak uygulanan politikaya -yani, Anavatan Partisinin politikası- “oralar zarar etsin ve biz bunları elden çıkaralım” düşüncesi hâkimdi. Maalesef, o düşünce şimdi uygulama noktasına geldi ve bütün limanlarımız yok pahasına satılıyor; fiyat, değer tespitleri yapılmıyor, değer tespitinde yüzde 40’ını peşin almamız gerekirken, bu peşin ödemeler yapılmıyor. Adi sözleşmeler yapıldığı için, Sayıştay denetiminin de dışında kalıyor. Limanlar kimlere satılıyor, kimler tarafından alınıyor, belli değil. Buralar, hudut kapısı gibi, Kapıkule Gümrük Kapısı gibi; kimin girdiği, nasıl girdiği, neler getirdiği belli değil; eroin mi getireceksiniz, kaçakçılık mı yapacaksınız... Bunlar bizim denetimimizden çıktığı zaman, bunları kontrol etmekte büyük zorluk çekeriz diye düşünüyorum. Bu limanları alan şahıslar, aldıktan sonra, tecrübeli, yetenekli işçileri çıkarıp yerlerine yeni, acemi çocukları işe alıyorlar ve bunlardan bir tanesi de -bir örnek vermem gerekirse- geçen gün Ordu Limanında denize düştü ve boğularak öldü. Bu da, bu politikanın ters şekli.

Tersanelerimizle ilgili konuyu çok kısa geçiyorum. Türkiye, gemi yapımında, 48 gemiyle 17 nci sırada. Tersanelerimize devlet yardımı çok azdır. Tersanelerimizde sık sık yangınlar çıkmakta ve tersaneler için bilhassa deniz itfaiyesi kurulması gerektiğini düşünüyorum. Askerî savaş gemilerinin yurt içinde inşası ve ihracatıyla ilgili Milgem kanun tasarısı bir an önce hazırlanmalı, Aliağa Gemi Söküm Bölgesi denetlenmelidir.

Asbestli gemilerin sökümü konusunda Türkiye’deki çevrecilerimizi de buradan kutlamak istiyorum. Bu gemiler, bunların baskısıyla Türkiye’den gönderilmiştir. Bu gemiler, Pakistan, Hindistan, Ukrayna gibi üçüncü dünya ülkelerinde sökülüyor. Türkiye’yi bu ülkelerin içerisine sokmamamız lazım.

Boğazlar konusuna gelince; biliyorsunuz, Boğazlarla ilgili bir Tüzüğümüz vardır. Bununla ilgili çaba sarfetmemize rağmen... İstanbul ve Türkiye’yi her an tehlikeye sokan, kritik bir su yolu olan Boğazlarla ilgili projenin ihale edilmesi ve bir an önce hayata geçirilmesi gerekmektedir.

BAŞKAN – Sayın Sevigen, Grubunuzun üçüncü sözcüsüne pek süre kalmıyor. Lütfen toparlayınız efendim.

MEHMET SEVİGEN (Devamla) – İMO’da verilen uluslararası sözler yerine getirilmelidir diye düşünüyorum.

Denizcilik Müsteşarlığı bir şûra yaptı. Bu şûraya katkıda bulunan bütün arkadaşlarımı yürekten kutluyorum, çok başarılı bir şûraydı. Şûra, en olumlu işlerden bir tanesiydi. Bu şûraya 27 kuruluş davet edilmiş ve çalışanlar, emekçiler, dernekler, vakıflar çağrılmıştı. Şûrada herkes konuştu, düşüncelerini söyledi. Bana göre sendikalar çağırılmamıştı demiştim; arkadaşlarımla görüştüğüm zaman, Müsteşarlık, “onları da çağırmıştık, onlar da gelmişlerdi” dedi; ama, onlar orada konuşmadılar. Herkesin bir gemisi varsa, yüzlerce de işçi var. Ben isterdim ki, o işçiler de orada çıksınlar, düşüncelerini söylesinler, sorunlarını aktarsınlar. Bunların, çoğu sendikalı değil. Bildiğiniz gibi, 50 bin gemi adamımız var; ancak, 10 bini sendikalı, 40 bini sendikasız. Onların problemleri de o Şûrada tartışılmalıydı. Şûradan çıkan sonuçlar, eğer, hayata geçirilirse, bana göre, bu şûra, başarılı olmuş sayılır. Şûrayı düzenleyen bütün arkadaşlarımı, Müsteşarlıkta çalışan bütün bürokratları yürekten kutluyorum.

Çabuk çabuk geçiyorum...

BAŞKAN – Süre de çabuk çabuk geçiyor.

MEHMET SEVİGEN (Devamla) – Hemen bitiriyorum efendim.

Bakanlığın kurulmasıyla ilgili konularda da arkadaşlarımın yaptıkları çalışmaları yürekten destekliyoruz. Zannediyorum, konu, alt komisyona gitmiş; inşallah önümüzdeki günlerde parlamentoya gelir, biz de destekleriz.

Türkiye’de turizm kadar, ulaştırma kadar önemli olan denizciliğin de bakanlığının bir an önce kurulmasının ülkemize büyük katkı ve yarar sağlayacağı düşüncesindeyim.

Bütçemizin memleketimize ve Müsteşarlığımıza hayırlı olmasını diliyor, hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Sevigen’e teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun üçüncü sözcüsü, Bursa Milletvekili Sayın Yüksel Aksu. (CHP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Aksu.

CUMHURİYET HALK PARTİSİ GRUBU ADINA YÜKSEL AKSU (Bursa) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1998 malî yılı bütçesi çerçevesinde, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü bütçesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Bu nedenle, Yüce Meclisi, şahsım ve parti grubum adına, saygıyla selamlıyorum.

Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğümüz, cumhuriyetimizin en eski ve köklü kuruluşlarından birisidir. 10 Şubat 1937 tarihinde 3127 sayılı Yasayla faaliyete geçen kurum, 8 Ocak 1986 tarihinde 3254 sayılı Kanunla yeniden düzenlenmiş, bugünkü halini almıştır.

Değerli arkadaşlarım, bugün, merkez ve taşra teşkilatı olmak üzere, kurum, 5 daire başkanlığı, 20 bölge müdürlüğü, yurt sathına yayılmış çeşitli tipte 1 000’e yakın istasyona sahiptir. Bu istasyonların bazıları, elemansızlık yüzünden kapalı bulunmaktadır.

Kamuoyu tarafından yalnızca hava tahmini yapan bir kuruluş olarak bilinen Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, başta Silahlı Kuvvetler olmak üzere, ulaştırma, tarım, sanayi, enerji, turizm, bayındırlık, sağlık, çevre, şehircilik, adalet gibi pek çok alana teknik hizmet veren bir kuruluştur. Bu bilgiler, bu alanlar için hayatî önem taşımaktadır.

Millî savunmaya verilen destek, manevra ve tatbikatlarda kullanılan her türlü meteorolojik verilerdir.

Meteorolojinin tarıma katkısı ise, ekilecek ürünle başlar ve süreç, ürünün seçimi, toprağın sürülmesi, tohumun atılması, ilaçlama, ürünün dondan korunması ve hatta depolanmasına kadar devam eder. Ne yazık ki, bu yıl da, yüzlerce çiftçimiz, meteoroloji hizmetlerinin yetersizliğine bağlı olarak, yine, sele, yağışa ve dona yenik düşmüştür.

Hava ve deniz ulaşımında meteoroloji bilgileri ne denli önemli ise, hava meydanlarının yer seçiminde, karayollarının güzergâhlarının ve limanlarımızın oluşumunda da meteoroloji o derece önemlidir.

Turizm sektörü, ülkemizin can damarlarından biridir; gerek deniz gerek dağ turizmi, ekonomimize ciddî katkılar sağlamaktadır. Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün konuya ilişkin katkısının mutlaka sağlanması gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, çevre sorunları ve şehircilik çalışmalarında ve araştırmalarında, yine, meteoroloji, hayatî önem taşımaktadır. Şehirlerin kuruluş yerleri, büyüme yönleri, açılacak cadde ve sokakların tespiti ile organize sanayinin ve fabrikaların yer tespitinde meteorolojik etüt şarttır; ayrıca, yörelere göre bina tipinin seçimi için de gereklidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Aksu, konuşmanızı tamamlamanız için 3 dakikalık eksüre vereceğim. Bu süreyi ben tanımıyorum; çünkü, İçtüzüğe göre, süre ilave etme hakkım yok.Ancak, ben, milletvekili arkadaşlarımın anonsunu yaparken, kendilerine teşekkür ederken, arada zaman harcıyorum; onlardan dolayı, size, 3 dakikalık ilave süre veriyorum.

Buyurun.

YÜKSEL AKSU (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Son günlerde, ülkemizde, Çanakkale, Alanya, İstanbul ve Antalya’da yaşanan, canlar alan, şehrin altını üstüne getiren sel felaketleri, plansızlığın sonucudur.

Ben, buradan, sel felaketinde yaşamını yitiren vatandaşlarımıza Tanrı’dan rahmet dilerken, yakınlarına başsağlığı diliyor, zarar gören vatandaşlarımıza da geçmiş olsun diyorum.

Bütün bunlar, altyapısız kentleşmenin, havaya atılan zehirli atıkların, bilimi ve teknolojiyi yerinde kullanmamanın sonucudur. Kendi elimizle doğayı değiştirdiğimiz gibi, atmosferi de bozuyor, iklim değişikliğine neden oluyoruz.

Değerli arkadaşlarım, Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, büyüklüğünün farkında ve bütün sektörlere hizmet verme bilinci içerisinde olmalıdır. Ne yazık ki, bu kadar geniş bir ağa sahip kuruluşumuz, ulusal hava öngörüsü yapacak bir modele sahip değildir. Avrupa Orta Vadeli Tahminler Merkezinden gelen haritaları yorumlayarak, kısa, orta ve uzun vadeli tahminler yapmaktadır. Genel Müdürlüğün elindeki verilere, çağımız teknolojisine uygun olarak ulaşmak olası değildir. Hâlâ veri bankası sorunu çözülebilmiş değildir. Ayrıca, Genel Müdürlük, internet bağlantısı olmayan nadir kurumlardan bir tanesidir.

Verilen meteorolojik hizmetlerin etkinliği bakımından, her gün gelişen teknolojiye göre şebekelerin yeterli olduğunu ifade etmek olası değildir. Personel istidamında meslekle ilgili teknik kişilerin istihdamına gidilmeli, kurumla ilgili organlarda bu kişilerin görevlendirilmesi sağlanmalı, meteoroloji mühendislerinden gerektiği şekilde yararlanılmalıdır.

Değerli milletvekilleri, kurum için diyebiliriz ki, meteoroloji istasyonları yeniden yapılandırılarak, sayı, personel ve alet donanımı bakımından yeterli hale getirilmelidir.

Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğüne, ulusal hava tahmini modellerini oluşturmak üzere, gerekli teçhizat ve personel sağlanmalıdır. Kurumda veri bankası oluşturularak, internet bağlantısı kurulmalıdır. Genel Müdürlük bünyesinde, çığ tahmini, sel tahmini ve orman yangınlarına destek sağlayacak özel birimler oluşturulmalıdır.

Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, yalnızca, gözlem ve hava tahmini yapan kuruluş olmaktan çıkıp, değişen dünya koşullarının atmosfer üzerindeki etkilerini araştıran, azalan su kaynaklarının, iklim değişikliklerinin seyrini inceleyen, atmosferde kirlilikle modelleşme yapabilen, atmosfer fiziğiyle ilgili ölçüm ve araştırma yapan bir yapıya kavuşturulmalıdır. Umut ediyoruz ki, 55 inci Hükümet, bu konuda gerekli çabayı sarf eder.

Bu amaçla, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü bütçesinin ülkemize hayırlı olmasını diler, Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan üçüncü sözcü, Bursa Milletvekili Sayın Yüksel Aksu’ya teşekkür ediyorum.

Şimdi, söz, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Yozgat Milletvekili Sayın Yusuf Bacanlı’da.

Buyurun Sayın Bacanlı. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA YUSUF BACANLI (Yozgat) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin saygıdeğer üyeleri; Doğru Yol Partisi Grubu adına, 1998 yılı Başbakanlık, Denizcilik Müsteşarlığı, Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü bütçeleri üzerinde söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlarken, 1998 yılı bütçesinin, memleketimize, milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor; Grubum ve şahsım adına, Yüce Meclisin saygıdeğer üyelerini selamlıyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; üç tarafı denizlerle çevrili olan ülkemizde, denizcilik sektörünün yeteri kadar geliştiği söylenemez. En ucuz taşıma yolu olan denizyolu, maalesef, gerektiği gibi değerlendirilememiştir. Bir malın İstanbul’dan Hopa’ya nakledilip, oradan Kars’a, Erzurum’a dağıtılması yerine, karayoluyla nakliye tercih edilmiş ve karayollarımıza aşırı bir şekilde yüklenilmiştir.

Bugün, hep birlikte karayollarımızda yaşamakta olduğumuz ve her yıl binlerce vatan evladımızı aramızdan ayıran trafik terörü, ancak, denizyolları ulaşımı ile karayolu ulaşımını entegre eden bir ulaştırma politikasını oluşturmakla engellenebilir. Bunun için, kıyı taşımacılığının önemle ele alınmasını ve teşvik edilerek, karayolu ulaşımını tamamlayıcı bir ulaşım alternatifi olarak değerlendirilmesini zarurî görmekteyiz.

Lozan Antlaşması ve Montrö Sözleşmesiyle Boğazlarımız üzerinde elde edilen hükümranlık haklarımız, çeşitli jeopolitik sebeplerle, tam olarak kullanılamamaktadır. Boğazlarımız, ucuz bir suyolu olmaktan çıkarılmalıdır. Montrö Sözleşmesine göre kılavuz kaptan almak ihtiyari olduğundan, kılavuz kaptan almayan gemiler yüzünden, Boğazlarımızda sık sık kazalar meydana gelmekte ve bilhassa İstanbul, büyük tehlikeler atlatmaktadır.

Montrö Sözleşmesinin imzalandığı 1936 yılındaki deniz trafiği yoğunluğu ve gemi tonajı, bugün aynı seviyede değildir; hem trafik sıklaşmış hem de yüzbinlerle ifade edilen tonaja varan gemiler... Bu bakımdan, konunun ele alınması ve ilgili tarafların görüşmeye davet edilmesi gerektiğine inanıyoruz.

Bu dileklerimizin gerçekleştirilmesi ve denizlerimizden milletimizin daha iyi bir şekilde istifade edebilmesi için, denizcilik bakanlığının bir an önce kurulmasını zarurî gördüğümüzü Yüce Meclisimize arz etmeyi millî bir görev addediyoruz.

Şimdi de, Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü bütçesi üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına görüşlerimi arz etmek istiyorum.

İnsanoğlu, yaratılışından bugüne değin meteorolojik olaylarla iç içe olmasına karşın, meteoroloji, bilimsel alanda insanlığın gündemine 19 uncu Yüzyılın sonlarında girmiştir ve teknoloji değişikliğinin en hızlı olduğu alanlardan birisidir.

Türkiye’de Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, 1937’den bu yana, hem günün ihtiyaçlarına hem de gelecekteki ihtiyaçlara cevap verecek nitelikte çalışmalarını sürdürmektedir. Bu kuruluşumuzun görev alanı, sadece hava tahmini yapmak değildir; plansız ve sağlıksız şehirleşme, terör haline gelen trafik; koyu, durgun, pis denizler; sisli, puslu, kirli gökyüzü; atmosferik dengeyi bozacak ozon ve karbondioksitteki artma ve azalma; teknolojiden ve iklimden doğan çevre felaketleri ve insanların doğal yaşamını zorlaştıran, bilerek veya bilmeyerek ortaya çıkardığı sorunlardır. Onun için, bu kuruluşu, uluslararası kuruluşların inisiyatifine bırakmayalım.

Personelin teknik alanda yetiştirilmesi için yurtdışı imkânlarının daha da artırılmasının özellikle gerekli olduğuna inanıyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Başbakanlık bütçesi ise, bütçe tekniği açısından analizinin yanında, ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik, sosyal ve siyasî yapının değerlendirilmesi ve bu yapıda iktidara yön verecek çözüm önerilerinin araştırılması ve tartışılması ortamını yaratması bakımından fevkalade önemlidir.

Anayasanın 112 nci maddesi çerçevesinde 3056 sayılı Yasayla düzenlenen Başbakanlık teşkilatının kuruluş amacı, bakanlıklar arası işbirliğini sağlamak, Hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini izlemek, devlet teşkilatının düzenli bir şekilde işlemesini sağlamak; bir başka deyişle, Başbakanlık, Hükümetçe vaat edilen hususların yerine getirilmesinin baş sorumlusu olup, toplumun tüm sorunlarının ve isteklerinin çözümüyle özdeşleşen siyaset erkinin odağıdır.

Bugün, ilgili ilgisiz 60 kuruluş, müsteşarlık ve genel müdürlük olarak Başbakanlığa bağlanmıştır. Başbakanlık, aslî görevini bırakmış, sanki, icracı bir bakanlık gibi, çok ağır yüklerin altında gereksiz bir şekilde ezilmektedir.

Kuvvetler ayrılığı ilkesine göre, Anayasada, yasama, yürütme, yargı organlarının kuruluş ve çalışma usul ve esasları düzenlenmiştir. Ancak, tatbikatta, yasama ile yürütmenin iç içe girmesine; yasama görevinin kanun hükmünde kararnameler yoluyla yürütmeye devrine; yürütme organının, tıkanan, iyi görülmeyen hizmetler için, en küçük idare birimine, günlük 10-15 bini aşan ziyaretçi sebebiyle, yasama organı üyelerinin müdahalesine; teftiş, denetim mekanizmalarındaki karmaşıklığa; Devlet Denetleme Kurulundan Genel Müdürlüklerin Teftiş Kuruluna kadar 5 ayrı denetim kuruluna; adil ve hızlı karar vermeyen yargı ve bu sebeple umudu kesilen vatandaşın feryadına her gün tanık olduk ve olmaya da devam ediyoruz. (DYP sıralarından alkışlar)

Dünyanın en riskli ve riskli olduğu kadar da mükemmel bir coğrafyasında yaşayan büyük bir ülkenin her gün artan sorunlarını katı merkeziyetçi anlayışla çözemeyeceğimiz çok açıktır. Ülkenin, ekonomik, sosyal ve kültürel meseleleri, sistemin yapısından dolayı, Ankara’dan çözülmektedir.

“Yetki devri ve işlerin mahallinde çözümü” kavramının, idare tarafından benimsenmesi ve uygulanması için, gereken hukukî altyapının hazırlanması gerekmektedir.

Biz “dünya yeniden yapılanıyor” edebiyatını yapagelip dururken, demokrasiyle yeni tanışan doğu bloku ülkeleri, bizleri kat kat geçti. Devletçi politikalardan liberal politikalara geçişin en önemli ayaklarından biri olan özelleştirmeyi, doğu bloku ülkeleri, 1994 yılında tamamladı veya büyük bir bölümünü bitirdi.

Rusya, Temmuz 1994’te, programlanan özelleştirme sürecini tamamladı; özelleştirme kanunu 1992 yılında kabul edilmişti. Bugün, Rusya’nın gayri safî millî hâsılasının yüzde 40’ını özel sektör üretiyor.

Doğu Almanya’da, 5 500 kuruluş özelleşmiştir; Ekim 1991 itirabiyle, 15 milyar mark gelir elde etmişlerdir.

Latin Amerika ülkelerinde bile özelleştirmede çok mesafe alındı. Arjantin’de, 1989 yılında, Carlos Menem, devlet tekeli niteliğinde olan telekomünikasyonu, demiryolu ve hava taşımacılığı sektörlerinin büyük bir kısmı ile petrol, televizyon ve radyo şirketlerinin tümünü özelleştirmiştir.

Artık, dünyada, sağcısının, solcusunun, reformcu komünistinin hemfikir olduğu özelleştirmeyi, ne zaman tamamlayacağız? Bu Meclisin aslî görevlerinden biri, bütçe denetimiyle milletin hukukuna sahip çıkmaktır; ama, bizler bu özelleştirmeyi yapamadığımız zaman, bu hukuku koruyamıyoruz.

Hükümeti temsil eden siyasî partilere sesleniyorum. Allahaşkına, artık, şu çekişmeleri bir an önce bırakalım ve özelleştirme sürecini hızlandıralım, Anayasada yapılması gereken değişiklikleri Meclise sevk edelim; ama, önce, aranızda anlaşın. Kanaatim odur ki -kurumsal işlerliği engellemeyin; başka bir deyişle, gölge etmeyin- bu özelleştirme, kendi seyri içerisinde, sizin yapacağınızdan daha fazlasını yapar. (DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Başbakanlık, sırtındaki yükleri bir hafifletse, etrafını görecek. Bazı sorunlarımız var ki, bir hükümetle çözülecek meseleler değil. Daha önceki hükümetlerin ve özellikle 54 üncü Hükümetin hazırladığı vergi reformunu, eğitim reformunu, yerel yönetim reformunu, adalet reformunu ve sosyal güvenlik reformunu, bir an önce, milletin ve Meclisin önüne getiriniz.

AYHAN GÜREL (Samsun) – Siz niye yapmadınız?

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Denizli) – Sağlık reformu da var.

YUSUF BACANLI (Devamla) – Evet.

Diyeceksiniz ki, eğitimde reform yaptık. Eğitimde reform, dayatmayla, 5 yılın 8 yıl olmasıyla olmaz; işin özünden uzaklaştınız. Devletçi eğitim sisteminden farklı bir yapı mı oluşturdunuz; yoksa, öğrenciye, devlet kapısında memur olmanın faziletinden başka bir şey vermeyen yapıyı mı değiştirdiniz? Eğitimde reform, öğrencilerin, ezbercilikten, tek seslilikten uzak olarak, bilimsel, sorgulayıcı, müspet rekabetçi, girişimci, üretken fert kimliğiyle yetiştirilmesidir. Eğitimde reform, Tük gencinin zihnine, makine ihraç eden ve bu konuda dünya ticaretindeki payı gittikçe artan, bilim üreten, çağdaş uygarlığa katkıda bulunan, borç almak yerine borç veren büyük devlet, dünya devleti, zengin millet fikrinin, heyecanının, çabasının yerleştirilmesidir. Eğitimde reform, okulların özel girişimcilere ve vakıflara bırakılarak, Millî Eğitim Bakanlığının, öğretmen istihdam eden kurum olmaktan çıkarılarak, sadece norm belirleyen ve denetim yapan kurumlar haline gelmesiyle olur.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hükümetin genel siyasetinin en önemli göstergesi, elbette, bütçedir. Bütçenin en önemli yanı da kamu harcamalarıdır. Bizim bütçede kamu harcamalarının millî gelire oranı, faiz dışında, yüzde 18’dir. Bunu diğer devletlerle kıyaslayacak olursak, miktarın ne kadar az olduğunu göreceksiniz. Bugün, Almanya’da bu oran yüzde 47, İtalya’da yüzde 45, İngiltere’de yüzde 41 ve Amerika Birleşik Devletlerinde yüzde 30’dur.

Ülkemizde, her kademede, teknik, idarî ve sosyal reformlar yapılmalıdır; ama, öncelikle, biz siyasetçiler, zihniyet reformu yapmak zorundayız; popülist yaklaşımlardan uzaklaşıp, gerçekçi politikalar üretmeliyiz.

Özellikle, yatırımlar ve personel konularında takip edilen politikalar, bugün tamamen iflas etmiştir. Bugün itibariyle, 5 500’ün üzerinde, başlamış ve devam etmekte olan, irili ufaklı yatırımlar vardır. Bu projelerin tamamen bitebilmesi için, tamamlanabilmesi için, yaklaşık 16 katrilyon Türk Lirasına ihtiyaç vardır. Kaynak konusunda son derece sınırlı olan imkânlarımızla, bu yatırımları, süreleri içinde tamamlamamız mümkün değildir. Yatırımlar için, her yıl, yaklaşık 1 katrilyon Türk Lirası ayırabildiğimizi düşünürsek, mevcut, işe başlanmış yatırımların tamamlanması için, hiçbir ilave yatırım yapmaksızın, yaklaşık 16 yıl süre gerekmektedir.

Yatırımlarda öncelik kavramını, önce zihinlerimizde, sonra da tatbikatta, mutlaka oturtmalıyız. Bu kavramı bir tarafa bırakıp, kendi siyasî çıkarlarımıza uygun yaklaşımlar içerisinde olmaya devam edersek, bu tabloyu düzeltmemiz mümkün değildir.

Biz siyasetçilerin popülist yaklaşımlarıyla ilgili bir başka çarpıcı misali de, kalkınmada öncelikli yörelerle ilgili verebilirim. Çok iyi niyetlerle düşünülmüş bu uygulama, politik müdahalelerle sulandırılmış ve amacından saptırılmıştır. Son alınan illerle beraber, 50 ilimiz, kalkınmada öncelikli yöre ilan edilmiştir. Kaynakların son derece yetersiz olduğu bir durumda, bu illere, hangi kaynaklar aktarılacak ve nasıl paylaştıracaksınız?! Halbuki, müdahale olmadan ortaya konulacak objektif kriterlere göre tespit yapılarak birkaç ilimiz için yapılacak bu uygulama daha başarılı olacaktır. Seçilen illerle ilgili yatırımlar tamamlandıktan sonra, diğer iller, sırasıyla uygulamaya dahil edilmelidir.

Bugün kamuda görev yapan memurların sayısı 2 milyonu aşmıştır. Bütün partiler, iktidarıyla muhalefetiyle, devletin küçülmesinden yana politik ifadeler içerisindedir; ancak, uygulamada bunun tam tersi yaşanmaktadır.

Her gelen iktidar, adeta birbiriyle yarış edercesine, devletin çeşitli birimlerindeki kadrolara kendi yandaşları memurları atamaktadır.

Yapılan özelleştirmeye rağmen, 1992’de 1 milyon 600 bin olan kamudaki memur sayısı, bugün 2 milyonu aşmıştır.

Bir taraftan, pastayı büyütme mücadelesi vereceksiniz, ama büyütemeyeceksiniz, diğer taraftan, pastadan pay alanların sayısını her gün artıracaksınız! Bu temel çelişkiyi ortadan kaldırmak zorundayız. İktidarı ve muhalefeti oluşturan partiler olarak, geliniz, bir noktada anlaşalım; devletin imkânlarını kullanarak politika yapma dönemini hep birlikte kapatalım. (DYP sıralarından alkışlar) Alacağımız üç beş oy için, toplumumuzun geleceğini, gençlerimizin, çocuklarımızın geleceğini ipotek altına sokmayalım. (DYP sıralarından alkışlar)

Kısaca, zihniyet reformu yapmadan, hiçbir sihirli reçete, hiçbir reform, meseleleri çözemez; ama, siz, baştan ufkunuzu daraltmışsınız. Kimin ne söylediği belli değil. Başbakanlık koordinasyon görevini yapamıyor mu? Ekonominin bakanlarından biri “altı ay zam yok” diyor, diğeri ertesi gün böyle bir şeyin olamayacağını ifade ediyor ve nitekim ertesi gün, çaya, şekere zam geliyor; her bakandan ayrı bir ses çıkıyor.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Hükümetin genel siyaseti, idare-i maslahattır ve günü kurtarmaktır. Halbuki, bu ülke, yatırım yapmak zorunda. Özel sektörünü dünya rekabetine açmak zorunda. Eğer bu yük size ağır geliyorsa -ki, öyle gözüküyor- bırakın artık bu milleti oyalamayı bir an önce seçime gidin ve millet de rahat etsin, siz de rahat edin... (DYP sıralarından alkışlar)

NABİ POYRAZ (Ordu) – Ağır gelenler, bırakıp gitti.

BÜLENT ATASAYAN (Kocaeli) – Size ağır geldi, bize ağır gelmedi daha.

YUSUF BACANLI (Devamla) – Rakamlar onu gösteriyor, devletin resmî rakamları bu yükün size ağır geldiğini gösteriyor; biraz sonra rakamlarla bunu ifade edeceğiz...

NABİ POYRAZ (Ordu) – Taşıyamadınız, bıraktınız.

YUSUF BACANLI (Devamla) – Kaynak arama derdiniz yok; çünkü, zamdan başka bir şey bilmiyorsunuz. Zamlarla, bir avuç mutlu azınlık hariç, çiftçiyi, memuru, esnafı, işçiyi, emekliyi, dulu, yetimi perişan ettiniz. Normal benzinin fiyatını 93 bin liradan aldınız, beş altı ay gibi kısa bir sürede 166 300 liraya çıkardınız; yani, yüzde 79 artış sağladınız. Dolayısıyla, iğneden ipliğe, zamlar katlanarak çıkmış. Kolayı, kim olsa yapar, iş zoru başarmak.

Bu yaptıklarınız yetmiyor gibi, pişkin pişkin, memura, işçiye yüzde 30 zam teklif ederek, fedakârlık bekliyorsunuz.

Bakın, çiftçiye ne yapmışsınız; bunu da irdeleyelim. Ziraî kredi faizlerini yüzde 50’den yüzde 70’e çıkarmışsınız. Hayvancılık kredi faizini yüzde 40’lardan yüzde 60’lara çıkarmışınız. Gübre kredi faizini yüzde 43’ten yüzde 70’e, traktör kredi faizini yüzde 55’den yüzde 76’ya çıkardınız. Niyetinizin çiftçiyi ortadan kaldırmak olduğu apaçık ortadadır. Petrolüne, gübre kredi faizine, traktör kredi faizine bu kadar zam yaparsanız, herhalde, yakında çiftçinin tarlasını ekmesinin bir anlamı kalmayacak

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Denizli) – Doğan Holdinge ne vermişler, onu da söyle.

YUSUF BACANLI (Devamla) – Siz, bırakın gariban çiftçiden, işçiden, memurdan, esnaftan fedakârlık beklemeyi, şu rantiyecilerden, holdinglerden biraz fedakârlık bekleyin.

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Denizli) – Hangi holding, hangi?..

YUSUF BACANLI (Devamla) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Avrupa ülkesi olmaya talibiz, dünyayla rekabet yapacağız, dünyadaki yerimizin neresi olduğunu anlamak için bakacağımız kriterler belli. Bu kriterler, enflasyon, millî gelir, ihracat ve işsizlik kriterleridir.

26 OECD ülkesi arasında enflasyon sıralamasında birincilikle rekora gidiyoruz. Türkiye’de enflasyon 1970 yılında yüzde 6,95 iken, yani yüzde 7’ye yakın iken, şimdi enflasyonun yüzde 100’lere ulaşmasına ramak kaldı.

RECEP MIZRAK (Kırıkkale) – Daha yüzde 150 olmadı yalnız!..

YUSUF BACANLI (Devamla) – Sizin marifetiniz.

Evet, bizde ise, 1963 yılından bu tarafa beş yıllık 7 plan dönemi geçirmişiz, Avrupanın aksine, enflasyon, hep artan bir seyir izlemiş.

26 OECD ülkesi arasında, kişi başına düşen millî gelire bir bakalım: 26 OECD ülkesi arasında, fert başına düşen gayri safî millî hâsılada 25 inci sıradayız. Bunu, birkaç ülke rakamıyla ifade etmek istiyorum; özellikle buraya dikkatinizi çekmek istiyorum: 1995 yılında, Türkiye’de 276 dolar, İspanya’da 254 dolar, Japonya’da 240 dolar, Yunanistan’da 239 dolar, Portekiz’de 201 dolar.

RECEP MIZRAK (Kırıkkale) – 1995’te değil galiba.

YUSUF BACANLI (Devamla) – 1970 yılına gelelim: Türkiye 363 dolar, İspanya 1 089 dolar, Japonya 1 904 dolar, Yunanistan 1 099 dolar, Portekiz 681 dolar.

NABİ POYRAZ (Ordu) – Ülke altı ayda mı bu hale geldi?!

YUSUF BACANLI (Devamla) – 1995 yılına gelelim: Türkiye 2 673 dolar, İspanya 14 261 dolar, Japonya 40 819 dolar, Yunanistan dahi 10 930 dolar, Portekiz 9 263 dolar. İşte, devletin resmî rakamları.

Yine, 26 OECD ülkesi arasında ihracattaki yerimiz ise, 23 üncü sıradayız. Yine, bu ülkeler arasında, işsizlikte, 15 inci sıradayız.

İBRAHİM YILMAZ (Kayseri) – Sizin rakamlarınız, sizin!

YUSUF BACANLI (Devamla) – Ben, burada, devletin resmî rakamlarını söylüyorum size. Aldığınız rakamları aşağıya doğru çekseydiniz de, sizi takdirle överek burada bu rakamları söyleyebilseydik keşke.

RECEP MIZRAK (Kırıkkale) – 1991’de kaçtı?..

YUSUF BACANLI (Devamla)– Ülkemizin sorunları, gerçekten, köklü reformlar istiyor.

NABİ POYRAZ (Ordu) – Altı ayda mı bu hale geldi?!.

YUSUF BACANLI (Devamla) – Beyefendi, bu söylediklerim yanlış mı? Bu söylediklerime itirazınız var mı? Yanlış diyebilir misiniz, bu rakamlara yanlış diyebilir misiniz?

Ekonomik, siyasî ve sosyal her alanda, siyasî reform istiyoruz.

NABİ POYRAZ (Ordu) – Niye bırakıp kaçtınız?!

YUSUF BACANLI (Devamla) – Onun için de, ciddî bir kararlılık ve önemli bir halk desteği gerekiyor.Bu Hükümet, bu destekten yoksun doğmuştur; dolayısıyla, milletin önünü tıkıyorsunuz; onun için, sizin, bu millete yapacağınız en önemli fayda, bir an önce seçime gidip milletin önünü açmaktır.

TAHSİN IRMAK (Sıvas) – Nerede o cesaret!

YUSUF BACANLI (Devamla) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Başbakanlık bütçesi üzerinde konuşma yapıp da Susurluk’a değinmemek mümkün değil.

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Denizli) – Olmaz...

TAHSİN IRMAK (Sıvas) – Değinmek lazım...

YUSUF BACANLI (Devamla) – “iktidarda yirmi gün daha kalsaydım Susurluk’u çözerdim” diyen Sayın Başbakana, altı ayda ne yaptığını sormak lazım! Kaldı ki, Susurluk meselesi, bağımsız yargının alanına giren bir olay ve siyasetin elinde nasıl istismar edileceğinin çok çarpıcı bir örneğidir.

“Elimde belgeler var, elimde kasetler var” sözü, komedi konusu oldu. Bu kadar ağır ithamlarda bulunacaksınız “elimde bilgiler var” diyeceksiniz “elimde, belgeler var, kasetler var” diyeceksiniz, ilgili kuruluşlar bu bilgileri isteyince, vermeyeceksiniz!..

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Denizli) – Yok ki, versin!

YUSUF BACANLI (Devamla) – Sayın Cumhurbaşkanına, belge diye, bir dosya vereceksiniz; içinden, çıka çıka, Aydınlık Gazetesinin kupürleri ve Doğu Perinçek’in sözleri çıkacak!..

REFİK ARAS (İstanbul) – Sizin Genel Başkanınız da aynı cümleyi kullandı.

YUSUF BACANLI (Devamla) – Ardından “en kısa zamanda Susurluk olayını çözmezsem, bu Başbakanlık bana haram olsun” diyeceksiniz.

TAHSİN IRMAK (Sıvas) – Haram oldu zaten!

YUSUF BACANLI (Devamla) – Altı ay sonra çıkıp kendi emrinizdeki “MİT ve Genelkurmay istihbaratı bana bilgi vermiyor” ve “olayın ancak yüzde 20’sine ulaşabildim” diyeceksiniz!..

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Denizli) – Kim, kimin emrinde!

YUSUF BACANLI (Devamla) – Böyle talihsiz beyanatları, Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı vermemeliydi. (DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

“Devlet adına, millet adına hareket ettiğini söyleyenler, bir süre sonra, menfaat çeteleri kurdular” diyen Sayın Başbakan, olayları objektif tahlil etmekten uzaktır.

Sayın Başbakanın, muhalefetteyken, tehdit edildiğini söylemesine diyecek bir şeyimiz olmayabilir; ama, iktidarda, Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı “tehdit ediliyorum” diyorsa, buna diyecek sözümüz vardır.

TAHSİN IRMAK (Sıvas) – Âcizliktir, âcizlik...

YUSUF BACANLI (Devamla) – Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanını kimse tehdit edemez. Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanını tehdit edenlerin karşısına, ilkönce bizler çıkarız. (DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Bir tarafta, devletin bölünmez bütünlüğü için, teröristlerle, devlet düşmanlarıyla, PKK’yla, devletin yanında mücadele veren Sayın Mehmet Ağar, Sayın Sedat Bucak ve özel harekâtçılar, mahkemelere, cezaevlerine gönderilmek istenirken, diğer tarafta “Türkiye Cumhuriyetiyle savaşım var” diyen Leyla Zana için özel af formülleri aranıyor!.. Yine, terör suçundan ve adi suçtan ceza alan ve “Türkiye Cumhuriyeti Devletiyle savaşım var” diyen Avukat Eşber Yağmurdereli’yi, düzmece sağlık raporlarıyla cezaevinden çıkaracaksınız!.. Bu ülkenin bölünmez bütünlüğü için canını seve seve veren şehitlerimizin kemikleri sızlamıyor mu? Şehit aileleri ne düşünüyor? Böyle devlet mantığı olur mu! Bu durumları, ben, Yüce Türk Milletinin sağduyusuna havale ediyorum.

Türkiye Cumhuriyeti bunu hak etmedi. Hükümetler, millî iradenin satın alınması pazarlıkları ile talimatlarla kurulursa, olacağı buydu.

Yasama dokunulmazlığı, milletvekilinin sadece şahsını koruyan bir mekanizma değildir; yasama dokunulmazlığı kavramı, ancak demokrasilerde var olan, ancak demokrasilerde varlığına ihtiyaç duyulan ve ancak demokrasilerde anlam ifade eden bir kavramdır. Dünyadaki bütün demokrasi uygulamaları,bu kavramdan yararlanmaktadır. Yasama dokunulmazlığı, demokratik rejimin kendini emniyette hissettiği oranda, o oranda daraltılabilir. Bakınız, Yargıtay Başkanı...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bacanlı, bugünün en uzun konuşan hatibisiniz; ama, kısa sürede de herhalde konuşmanızı toparlarsınız. Lütfen, konuşmanızı toparlayın efendim.

YUSUF BACANLI (Devamla) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; menfaatlar üzerine siyaset yapılırsa, o siyaset insanları canavarlaştırır. Siyaset, millet menfaatı için yapılmalıdır. Politikacı ile devlet adamı arasındaki fark, birinin gelecek seçimleri düşünmesi, diğerinin gelecek nesilleri düşünmesidir. Allahaşkına, tüm parlamenterlere sesleniyorum, ne olur, bir defaya mahsus olmak üzere, gelecek seçimleri değil, gelecek nesilleri düşünerek hareket edelim. (DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

NABİ POYRAZ (Ordu) – Neredeydin şimdiye kadar?!.

YUSUF BACANLI (Devamla) – Bu inancımla, Yüce Meclisin saygıdeğer üyelerini Doğru Yol Partisi Grubu ve şahsım adına saygı ve hürmetlerimle selamlıyorum.

TAHSİN IRMAK (Sıvas) – Sayın Başkanı da selamla, Sayın Başkanı...

YUSUF BACANLI (Devamla) – Sayın Başkanı elbette selamlıyoruz; saygılarımla. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Doğru Yol Partisi Grubu adına konuşan Yozgat Milletvekili Sayın Yusuf Bacanlı’ya teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, ikinci turdaki görüşmelerle ilgili soruların, gruplar adına yapılacak konuşmalar tamamlanıncaya kadar, gerekçesiz ve yazılı olarak Başkanlığa verilebileceğini ve gruplar adına yapılacak konuşmalar tamamlandıktan sonra Başkanlığın soru kabul etmeyeceğini bilgilerinize ve dikkatlerinize tekrar sunuyorum.

Şimdi, söz sırası, Demokratik Sol Parti Grubunda.

Demokratik Sol Parti Grubunun ilk sözcüsü, Zonguldak Milletvekili Sayın Mümtaz Soysal.

Buyurun Sayın Soysal. (DSP sıralarından alkışlar)

Sayın Soysal konuşma sürenizi siz ayarlayacaksınız, ben, 10 uncu dakikada bir hatırlatma yaparım.

Buyurun efendim.

DSP GRUBU ADINA MÜMTAZ SOYSAL (Zonguldak) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Başbakanlık bütçesi üzerinde konuşacağım. Her ne kadar parti sıralarımız fazla kalabalık değilse de ben yine bir iktidar partisi üyesi olarak, yapıcı eleştirilerde bulunmak istiyorum. Tabiî, ne kadar güç bir konuyu aldığımı da biliyorum. Başbakanlık gibi bir konu, aslında saatlerce konuşulabilecek bir konu; çünkü, Başbakanlık denilen devlet dairesinin zaten kendisi, içindeki 10 genel müdürlüğü, hatta hukuk müşavirliğini, teftiş heyetini falan da sayarsanız, bir yığın kendi sorunları olan bir kuruluş; ama, asıl mesele bu değil; asıl mesele, rakamlara göre yılda 500 bin evrakın gelip gittiği muazzam bir devlet dairesinin kendi sorunları değil; burada üzerinde durmamız gereken asıl sorun, Başbakanlığa çeşitli biçimlerde bağlı olan kuruluşlar konusudur ve o konudaki enflasyondur. Çünkü “devleti küçültüyoruz” diye diye, “devleti küçülteceğiz” diye diye, devletin başı olan yeri öyle bir büyütmüşüzdür ki çeşitli iktidarlar döneminde, onun başında bulunan kişinin, Başbakanın, devlet adına bütün siyasal sorumlulukları üzerine alarak karar vermek durumunda olan Başbakanın dairesini işlemez hale getirmişiz.

Sayın Başkan, şimdi, ben kendi zamanımdan çalarak, kendi zamanımı harcamak pahasına da olsa,o kuruluşların listesini okumak istiyorum ki, dehşeti paylaşalım; çeşitli biçimlerde bağlı olan kuruluşlar : Millî Güvenlik Kurulundan başlayarak söyleyeyim, Millî İstihbarat Teşkilatı, Maden Tetkik Arama Enstitüsü, TÜBİTAK, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, Devlet Personel Dairesi Başkanlığı, Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü, Aile Araştırmaları Kurumu Genel Müdürlüğü, Türkiye Bilim Akademisi, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü, Devlet Planlama Teşkilatı, Hazine Müsteşarlığı, Dış Ticaret Müsteşarlığı, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, Denizcilik Müşteşarlığı, Sermaye Piyasası Kurulu, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, TRT, Anadolu Ajansı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı, Devlet İstatistik Enstitüsü, Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, İnsan Hakları Kurulu, Gümrük Müsteşarlığı... Belki unuttuklarım da var. Bütün bunlar, aslında her biri, muazzam sorunları olan kuruluşlar ve biz burada bütçe programına baktığımız zaman, tartışma programına baktığımız zaman, bunlardan ancak sekiz dokuz, belki on tanesini tartışabiliyoruz; onları da 10’ar dakikalık süreler içerisinde...

Sayın Başkan, onun için, ben, bunlardan bazıları üzerinde konuşmak yerine –çünkü, zaten arkadaşlarım, Denizcilik Müsteşarlığı ve Meteoroloji Genel Müdürlüğü üzerinde konuşacaklar- asıl sorunu, asıl önümüzdeki büyük sorunu tartışmak ve o konudaki görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum; çünkü, öbürleri üzerinde konuşacak olsak, özellikle, ben Özelleştirme İdaresi üzerinde konuşacak olsam, on gün konuşabilirim burada.

AHMET İYİMAYA (Amasya) – Okyanus gibisiniz hocam.

MÜMTAZ SOYSAL (Devamla) – Evet, onun okyanus gibi sorunları da var; on gün konuşabilirim; ama, bana öyle geliyor ki, bu onbeş yirmi, çeşitli iktidarlara göre 15-20 devlet bakanına, galiba şimdiki iktidar zamanında 20 devlet bakanına paylaştırılmış olan bu kuruluşların Başbakanlığa bağlı bulunmaları dolayısıyla, Türkiye Cumhuriyeti işlemez hale gelmiştir ve Türkiye Cumhuriyetinin parlamenter sistemde başı olan Başbakanlığı, yani hükümetin başı olan Başbakanlığı işlemez hale getirdikten sonra, şimdi, başkanlık sistemine geçelim diyoruz. Başbakanlık sisteminin, eğer tabiri caizse, parlamenter sistemin doğru işlemesi için gerekenleri yaptık mı; onu, hiç tartışmıyoruz. Tartışılıyor diyeceksiniz... Sayın Işın Çelebi, Bütçe Komisyonunda da söylediği gibi, diyecektir ki, şimdi, Kamu Yönetiminin Yeniden Yapılanması Projesi diye bir proje var ve bu proje, otuz ay sonra sorunlarını verdiğinde, bunda yeniden düzenleme, yeniden organizasyon olacaktır; ama, ben, size bir kitap göstereceğim.

Bu kitap, 457 ya da 458 sayfalık bir kitap: “Merkezî Hükümet Teşkilatı Kuruluş ve Görevleri.” Bu proje, 1962 yılı martında başladı, 1963 yılı nisanında bitti. 7 kişilik bir yönetim kurulu vardı. Ben, o zaman -ben, pek “ben” diye konuşmaktan hoşlanmam, birinci şahıs zamirini de kullanmam- o projenin yönetim kurulu üyelerinden biriydim, 7 kişiden biriydim; bir de yabancı uzman vardı. Ben şimdi size o yönetim kurulunun üyelerini okuyayım: Prof. Tahsin Bekir Balta, merhum; Prof. Kemal Fikret Arık, merhum; Kenan Sürgit, merhum; bendeniz, elhamdülillah hayattayım; Hasan Şükrü Adal, o zamanki Devlet Personel Dairesi Başkanı; Süleyman Demirel, o zaman -Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünden sonra- askerliğini yapmaktaydı Planlamada; Ziya Eralp; bir de Prof. Arif Payaslıoğlu, o da sağ. Kitabın fiyatı da 20 Türk Lirası.

O rapor, bugün bizim önümüze gelmiş olan sorunun, şu dev sorunun olmaması için, yalnız merkezî hükümet teşkilatı için değil, hatta onun bütün taşra uzantıları için de çözümler ileri sürmekteydi ve o çözümlerden birinde deniliyordu ki, başbakan, kendisine bağlı, bu kadar, hatta bunu devlet bakanlıklarına da bölse, başbakan yardımcılarına da bölse, kendisine bağlı bu kadar kuruluşu birden yönetemez; bunlar, merkezden yönetilmez, dağıtılmalıdır; çünkü, kamu yönetiminde de bir genel ilke vardır; askerlikten, Amerikan ordusundan gelme “kontrol yelpazesi” diye bir genel ilke vardır: Bir insan, yedi kişiden fazlasını kontrol edemez. Bir başbakan da, ancak, kendisine bağlı yedi kuruluşu, gerçekten bağlı olmak şartıyla yedi kuruluşu yanında bulundurabilir; öbürleri konusunda, atacağı imzalar -ki, bugün atmaktadır- yetki devretse bile, atacağı imzalar, gözü kapalı atılmış imzalardır.

Şimdi, Sayın Başkan, niye böyle oluyor? Niye böyle oluyor; çünkü, Türkiye’de araştırmayı çok seviyoruz. Biz, hani, ar-ge azdır, Türkiye’de araştırma geliştirme azdır, falan diyoruz; ama, sürekli araştırma raporlarımız var ve bunların çözümleri de ortada; ama, yeniden bir araştırmaya başlamayı, bu tavsiyeleri uygulamaktan daha kolay buluyoruz. Onun içindir ki, böyle kurullarda yer almış olan bir üye, sonradan, başkanlık sistemini ortaya atabiliyor; oysa, tavsiyelerini yerine getirmesi lazımdı.

Devletin hafızası, kamu yönetimindedir, memurluktadır. Eğer, memurluğu, son iktidarlar döneminde hep yaptığımız gibi, sürekli değişen, dosyalarını falan bilmeyen insanlar yığını haline getirirsek, devletin dosyalarındaki hafıza bile demek ki yok oluyor ve devlet kendi kendisini sürekli tekrarlamakta ve böyle bir verimsizlik içinde tekrarlamakta olmaktadır. Oysa, bugün belki düzenli olarak toplanan Bakanlar Kurulunun nasıl toplanması gerektiğine, hatta bunun ayrı bir kabine sekreterliğinin olması gerektiğine daha 1962 yılında uzmanlar karar vermiş. Öyle bir sekreterlik olacak ki bu... Bugün bugün yarım yamalak dosyalarla, tam olduğunu sanmıyorum; ki, bu dönemde iyi olduğu söyleniyor; ama ben bazılarında gündem dahi belli olmadan, hani, olağanüstü değil, sıradan Bakanlar Kurulunun, o da toplandığı zaman, gündem dahi belli olmadan toplandığını biliyorum. Oysa, böyle bir teşkilatlanmanın gereği... Bırakın 1962 nci yıldaki cumhuriyeti, Osmanlı Devletinin, 18 Mart 1325 tarihli “Heyeti Vekile Dahili Nizamnamesi” diye bir nizamnamesi var.

AHMET İYİMAYA (Amasya) – Heyeti Vükelâ, hocam.

MÜMTAZ SOYSAL (Devamla) – Heyeti Vükelâ ya da Bakanlar Kurulu. Tutanaklar nasıl tutulmalıdır, gündem nasıl olmalıdır, bunu düzenleyen bir Dahilî Nizamnamesi var. Türkiye Cumhuriyetinin, 1997 yılında, hâlâ, Bakanlar Kurulunun muntazam işlemesine ilişkin bir düzenlemesi yok.

BAŞKAN – Sayın Soysal...

MÜMTAZ SOYSAL (Devamla) – Sayın Başkan, sözlerimi tamamlıyorum.

Onun için, bütün bu konuları, zaman geçirmeden, ayın sonunu beklemeden, bu ayın sonundan itibaren; yani önümüzdeki yıldan itibaren hemen eyleme geçerek -çünkü yapılacak işler çok basittir- o basit işleri yaparak, koordinasyon için, devletin akıllıca karar alması için, gerçekten merkezde bulunması gerekenler dışındakileri, Denizcilik Müsteşarlığı olduğu gibi bazen bakanlık haline getirerek, doğru dürüst bakanlık haline getirerek, bazılarını özerk kılarak, bazılarını da, yakından veya uzaktan da olsa, ilgili oldukları bakanlara bağlayarak; ama özerklik gerekiyorsa, özerkliğini de muhafaza ederek. Tabiî, özerklik ne demektir; o, ayrıca, saatler gerektiren konferans konusudur; onu da başka zamana bırakıyorum Sayın Başkan.

Teşekkür ederim. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Demokratik Sol Parti Grubu adına konuşan Zonguldak Milletvekili Sayın Mümtaz Soysal’a teşekkür ediyorum.

Demokratik Sol Parti Grubunun ikinci sözcüsü, Ordu Milletvekili Sayın İhsan Çabuk. (DSP sıralarından alkışlar)

Buyurun efendim.

DSP GRUBU ADINA İHSAN ÇABUK (Ordu) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Denizcilik Müsteşarlığının bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisin değerli üyelerini saygıyla selamlıyorum.

Denizcilik, deniz ve gemi işletmeleriyle ilgili çalışmaların tümünü kapsayan bir kavramdır. Yüzyıllardır denizciliğin var olduğu ülkelerde, ekonomi hareketlenmiş ve insanların yaşam standardı yükselmiştir. Bunun içindir ki, denizcilik, dünyanın her yerinde getirdiği kârla, mevcut olduğu ülkenin kalkınmasına direkt etki eder. Denizciliğin ekonomiye katkısı, küçümsenmeyecek kadar önemlidir. Günümüzde teknoloji hızlı bir şekilde gelişmekte, gemi tip ve yapıları gün geçtikçe değişmektedir. Bunun sonucunda, dünyada denizcilik sektörü, dev adımlarla ilerlemektedir. Aynı zamanda, dünya taşımacılığının yüzde 90’ı deniz taşımacılığıyla yapılmaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; üç tarafı denizlerle çevrili olan ülkemiz, Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarını birleştiren uluslararası deniz ulaşım yolları üzerinde bulunmakta; bu nedenle, ekonomik ve stratejik açıdan büyük önem taşımaktadır.

8 350 kilometrelik sahil şeridiyle ve son derece önemli jeopolitik konumuyla ülkemiz, oldukça ayrıcalıklıdır; fakat, ülkemiz, bu konumun nimetlerini, maalesef yeterince kullanamamaktadır. Bunun, geçmişten günümüze kadar uzanan pek çok nedeni vardır. Bu nedenleri bir an önce çözümlememiz ve denizciliğimize gereken değeri vermemiz gerekmektedir. Bu, bir mecburiyettir; çünkü, belirlediğimiz ekonomik hedeflere ulaşmakta en büyük olumlu etki denizcilikle olacaktır. Dünyada hak ettiğimiz yere gelebilmemiz için denizciliğimize gereken önemi vermek durumundayız.

Bugün, komşumuz Yunanistan’ın millî gelirinin, neredeyse yarısını neredeyse deniz ticareti oluşturmaktadır. Aynı denizi paylaştığımız bir ülkenin ekonomisinde denizciliğin payına bakarsak, bizim millî gelirimizdeki yüzde 6 ilâ 7’lik payın çok düşük bir rakam olduğunu görmekteyiz. Denizcilik sektörünün önemini daha iyi algılayabilmemiz için, bu sektörün gelişmiş ülkelerdeki konumuna bakmak yeterlidir.

Ülkemizde, denizcilikle ilgili çalışmalar Denizcilik Müsteşarlığı tarafından yürütülmektedir. Denizcilik Müsteşarlığının amacı, sektörü bilimsel ve uygulama bakımından en güzel şekilde sergilemek, denizcilik sistem ve hizmetlerinin ülkenin uluslararası çıkarlarına uygun olarak tesis ve geliştirilmesini sağlamaktır. Böylesine büyük bir görevi üstlenen Denizcilik Müsteşarlığı, her biri ayrı ihtisas ve tecrübe isteyen birçok alanda hizmet vermektedir. Bunlar deniz ticareti, deniz ulaşımı, gemi sanayii, yat turizmi, deniz balıkçılığı, deniz kirliliği gibi alanlardır. Bu alanlarda hizmet verirken ihtiyaç duyacağı iki temel faktör vardır; kalifiye eleman ve teçhizat, araç ve gereçler. Bunların kısıtlı olması, sektörü olumsuz yönde etkilemektedir.

Şu an, ülkemizde 300 kıyı tesisi, 7 bölge müdürlüğü, 65 liman başkanlığı, 64 iskele, 14 turizm işletme belgeli yat limanı, 128 balıkçı barınağı bulunmaktadır. Bunların tam teçhizat donanımlı olarak çalışmalarına olanak sağlanmalı, kapasiteleri mümkün olduğu ölçüde artırılmalıdır. Bu sektörün altyapı çalışmaları hızla tamamlanmalıdır.

Gelişmekte olan ülkelerde gemi inşaat sanayii, o ülkenin ekonomisinde lokomotif görevi yapmaktadır. Biz, ülkemizde, her sınıf ticaret ve savaş gemileri inşa edebilecek teknolojiye sahibiz. Buna rağmen, gemi yapı malzemelerinin yüzde 50’si ithal edilmektedir. Tersanelerimizde, yeni gemi inşa kapasitelerini artırmamız gerekmektedir. Tersaneler, yeterli iş olanaklarına kavuşturulmalıdır. Deniz Nakliyat ve Deniz İşletme Genel Müdürlüğünün siparişleriyle bakım-onarım ve havuzlama işlerinin azamî oranda gemi sanayiine yönelmesi, bu iki kuruluşun işbirliğinin sağlanması, yurt dışından siparişler alınması ve olumlu sonuca bağlanması konusunda çaba gösterilmesi gerekmektedir.

Faaliyet kârının, bir önceki yıla göre artırılması; tersaneler ve motor fabrikalarında işçilik oranlarındaki dengesizliğin giderilmesi için, çalışmaların bir an önce neticelendirilmesi; üçüncü şahıslar adına yapılan gemi inşa, onarım, havuzlama gibi işler için, senet alımı yerine, teminat mektubu alınması yahut gemi üzerine ipotek tesisi gerekmektedir. Yabancı bandıralı gemilerin, periyodik bakımlarını yapabilecek şekilde tersanelerin teçhiz edilmesi; ayrıca, çok pahalı ve dövize dayanan onarımların buralarda yapılarak, ülkemize döviz kazandırılması için gerekli çalışmaların acilen yapılması gerekmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; deniz ticaretinde başarı elde edebilmek için, güçlü deniz filosuna ihtiyaç vardır. Türk ticaret filosu, hızla geliştirilmeli ve güçlendirilmelidir. Deniz ticaretinden -uluslararası rekabette- büyük pay alabilmemiz için, sürekli gelişen teknolojiye ve etkin politikaya sahip olmalıyız.

Denizlerimizde kirlilik oranı sürekli artmakta olup, balık ve diğer su ürünlerinin nesli tükenmeye başlamıştır. Su ürünleri üretimimizde, 1988 yılına kadar artış, daha sonraki yıllarda ise azalmalar olmuştur. Üretimdeki bu azalmalar, aşırı avlanma, kirlenme ve ekonomik değişmelerden kaynaklanmaktadır. Karadeniz’de, kirlenmenin önlenmesi için, Karadeniz ülkeleri arasında anlaşma imzalanmıştır; bu ülkeleri, imzalarına sahip çıkmaları için uyarmalıyız.

Ülkemizde, açıkdeniz balıkçılığı yeterince gelişmemiştir. Araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin yetersizliğinin, üretici altyapı eksikliklerinin bir an önce giderilmesi gerekmektedir.

Denizcilik sektörü ile balıkçılık sektörü bir bütündür; bunları, birbirinden ayıramayız. Maalesef, bugüne kadar, balıkçılık konusunda gerekli duyarlılık gösterilmemiştir. Beslenme alanında önemli bir yeri olan balıkçılığa, gelişmiş ülkelere oranla, Türkiye’de, ilgisizlik ve çevre kirlenmesiyle büyük darbe vurulmuştur.

Ülkemizde, günübirlik balıkçılık yapılmaktadır. Gelişen teknolojiyi kullanarak, denizden daha fazla yararlanma olanağı sağlanmalıdır.

Değerli milletvekilleri, Boğazlarımızda, giderek artan gemi trafiği ile tehlikeli madde taşıyan gemilerin tonajlarının büyüklüğü nedeniyle Marmara’daki deniz yolumuz tehlikeli duruma gelmiştir. Bu güzergâhtaki deniz trafiği düzenlenmeli, seyir güvenliği sağlanmalı, deniz trafik düzeni hakkındaki tüzük ve bilgisayar destekli radar ve uydu kontrolüne dayandırılmış gemi trafik yönetim sistemi acilen faaliyete geçirilmelidir. Bu sistem, hızlı gelişen teknolojiye ayak uydurarak, önemli bir konuma sahip olan ve her geçen gün artarak, yılda 60 bine ulaşan İstanbul ve Çanakkale Boğazlarındaki gemi trafiğini düzenlememizi ve seyir riskini asgarîye indirmemizi sağlayacaktır.

Sayın milletvekilleri, denizcilik ve deniz eğitimine önem vermeliyiz. Deniz ticareti ve deniz turizmi, ancak bilinçli ellerde gelişip büyüyebilir. Denizcilik sektörünün kalifiye eleman ihtiyacı, en sağlıklı bu şekilde sağlanabilecektir. Deniz dibinde bulunan maden ve petrol yataklarının işletilmesi, ekonomimize katkı sağlayacaktır. Çağdaş denizcilik eğitimi verilmesiyle, denizlerde hak ve menfaatlarımız daha iyi korunabilecektir.

Bunların yanı sıra, İstanbul ve Marmara Denizi gemi trafik kontrol sistemi, acil müdahale römorkörü, Boğazlar ve trafik kontrol istasyonları için arama ve kurtarma amaçlı helikopter, bilgiişlem, sistem tesisi ve modernleştirme projesi, bir an önce uygulamaya alınmalıdır.

Ülkemizde denizcilik sektörünün sorunları, eylül ayında ilki yapılan Birinci Ulusal Denizcilik Şûrasıyla ele alındı; bu çalışmaların devamını diliyoruz.

Değerli milletvekilleri, bir Karadenizli olarak, Denizcilik Müsteşarlığı konusundaki konuşmamı Karadenize değinmeden bitiremeyeceğim. Hepimizin bildiği gibi, dünyanın en bereketli denizlerinden biri olan Karadeniz, son onbeş yıl içerisinde kanalizasyon çukuruna dönüştürüldü. Karadenizin çevresinde bulunan ülkelerde yaşayan 150 milyon insanın atıkları Karadenize dökülüyor. Karadenize kıyısı olan altı ülkenin çevre bakanları, bu yıl ikincisi düzenlenen, Uluslararası Karadeniz Çevre Gününde buluştular, Karadenizin sorunlarını gündeme getirdiler. Denizcilik Müsteşarlığından sorumlu Devlet Bakanımız Sayın Burhan Kara da bu toplantıya katıldı. O gün alınan kararlar, atılan imzalar, verilen sözler unutulsun istemiyoruz. Karadenizi kimlerin kirlettiğini tartışmak yerine, kirliliğin nasıl önleneceğine çare bulmalıyız. Bu konuda en büyük görev Hükümetimize, sonra Müsteşarlığımıza düşmektedir.

Ayrıca, önemli bir nokta ise şudur : Denizciliğimiz en kısa zamanda, bir müsteşarlık bünyesinde değil, bir bakanlık olarak düzenlenmelidir; denizcilik bakanlığı çalışmaları süratle tamamlanmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; başta Karadeniz olmak üzere denizlerimiz can çekişiyor; bunun düzeltilmesi için, öncelikle bizler sorumluluğumuzu hissetmeli ve bir an önce iyileştirici önlemler almalıyız.

Bu düşünceyle, bu bütçenin, milletimize hayırlı olmasını diliyor, Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Demokratik Sol Parti Grubu adına konuşan Ordu Milletvekili Sayın İhsan Çabuk’a teşekkür ediyorum.

Demokratik Sol Partinin üçüncü sözcüsü, Konya Milletvekili Sayın Turan Bilge; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA A. TURAN BİLGE (Konya) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün 1998 malî yılı bütçesi hakkında, Demokratik Sol Partinin görüşlerini belirtmek üzere huzurunuzda bulunuyorum.

Bugünkü anlamda, atmosferin fiziksel özelliklerini ve davranışlarını inceleyen bir bilim dalı olan meteoroloji, fizik, matematik ve kimya gibi temel bilimlerdeki ilerlemelerin ışığında, gelişen elektronik, bilgisayar, uzay gibi mühendislik bilimlerinin de katkılarıyla, teknolojik yenilikler çerçevesinde, tarihsel gelişimini sürdürmüştür.

Cumhuriyetin ilk yıllarında, meteorolojik faaliyetler, Tarım, Millî Savunma, Bayındırlık ve Sağlık Bakanlıkları bünyesinde ayrı ayrı ünitelerde yürütülürken, 10 Şubat 1937 tarihinde Devlet Meteoroloji İşleri Umum Müdürlüğünün kurulmasıyla tek elde toplanmış, hizmetlerin daha verimli, güvenilir olması sağlanmış ve çağdaş meteorolojinin temeli atılmıştır.

Genel Müdürlük, bu görevlerini, merkez ve 20 bölge müdürlüğü ile bunlara bağlı 100’ü 24 saat devamlı hizmetin verildiği meydan ve sinoptik meteoroloji istasyon müdürlüğü olmak üzere, muhtelif tipte 1 000’e yakın istasyondan oluşan taşra teşkilatı personeliyle yerine getirilmektedir. Merkez teşkilatında 825, taşra teşkilatında ise, 2 600 kişi olmak üzere, toplam 3 425 personel bulunmaktadır. Bu personelin yüzde 20’si ilk ve ortaokul, yüzde 47’si lise, yüzde 33’ü ise üniversite ve yüksekokul mezunudur.

Türkiye sathına yayılmış geniş bir şebekeye sahip olan teşkilatın, meteorolojik desteğe ihtiyaç duyan hizmet alanlarının genişlemesiyle, yeni istasyon açılmasına, yeni birimlerin oluşmasına ihtiyacı vardır. Hizmetler, bu gelişmeye rağmen, yukarıda bahsedilen sayıda, sınırlı kadrolarla verilmekte ve güçlükle sürdürülmektedir. Bazı büyük klima istasyonlarında eksik elemanla görev yürütülmekte, 600’e yakın küçük klima ve yağış istasyonu da eleman olmayışı nedeniyle kapalı bulundurulmaktadır. Bu birimlerin yeniden faaliyete geçirilmesi için kadro teminiyle ilgili çalışmalara, teşkilatın eleman temininde ana kaynağı olan; fakat, 1995 yılı geçiş programı icra planıyla kapanma noktasına gelen Anadolu Meteoroloji Meslek Lisesinin, yatılı olarak, mecburî hizmet karşılığı, eğitiminin devamının sağlanması için yapılan çalışmalara gerekli desteğin verilmesini zorunlu görmekteyim.

Burada, kısaca meteorolojinin çeşitli sektörlere verdiği hizmetlerden bahsetmek istiyorum. Son yıllarda, teknolojik ve bilimsel gelişmeler, özellikle, modern telekomünikasyon ve elektronik cihazlarla uyduların ve bilgisayarların kullanılması, meteorolojiyi yepyeni ve geniş kapsamlı bir hizmet düzeyine getirmiştir. Ulaşım, tarım, orman, turizm, enerji, millî savunma, bayındırlık, insan ve hayvan sağlığı, çevre sorunları ve daha birçok ekonomik ve sosyal konular meteorolojinin hizmet alanına girmiştir. Meteoroloji, bugün, toplumun her kesimine hizmet vermektedir. Meteorolojinin yaptığı çalışmalardan birisi olan hava tahmini, kara, deniz ve özellikle hava ulaşımı için ayrı bir önem taşımaktadır. Açıkdenizlerde seyreden gemiler, meteorolojik olayları yakından izlemek ve meteorolojik bilgi desteğini almak zorundadırlar. Hava ulaşımının sağlıklı ve emniyetli bir şekilde yürütülebilmesi, can ve mal kaybının asgarî düzeye indirilebilmesi için bütün havaalanlarında kurulmuş meteorololji ofisleri, pilotlara, her türlü meteorolojik bilgi desteğinde bulunmaktadırlar. Özellikle savaş durumunda silahlı kuvvetlere verilen meteorolojik bilgiler, kara, deniz ve hava birliklerinin harekât ve tatbikat planlarının hazırlanmasında önemli rol oynamaktadır.

Günümüzde, çeşitli meslek mensupları, radyo ve televizyonlardan, Meteoroloji Genel Müdürlüğünün hazırladığı hava raporlarını ilgiyle izlemekte ve yaşantılarını ona göre düzenlemektedirler.

Günümüzde, plansız kentleşme, köyden şehre göç, endüstrileşme, nüfus artışı ve buna benzer nedenler çevremizi büyük ölçüde bozmakta; hava, su, toprak ve çevre kirliliği gündeme gelmektedir. Kirlenen, sadece lokal yerleşim alanları değil, tüm küresel atmosferdir. Kirlenen hava, meteorolojik olaylarla bir yerden diğerine taşınır. Bu nedenle, şehir imar planlarının hazırlanmasında, yerleşim merkezlerinin, fabrika alanlarının, enerji santrallarının, diğer sanayi tesislerinin yer seçiminde meteorolojinin katkısı oldukça büyüktür.

Türkiye, iklimi, coğrafyası, doğal kaynakları, tarihî eserleri ve kültürüyle dünya turizminde önemli bir konuma sahiptir. Turizm sektörü de, meteorolojik bilgilerin her an ve yaygın bir biçimde kullanıldığı sektörlerin başında gelir. Turizmle ilgili altyapı tesislerinin tasarlanması ve yer seçiminde isabetli karar vermek, ekonomik planlama yapabilmek ve gelir getiren işletmeler kurabilmek için meteorolojik bilgilerin kullanılması gereklidir.

Genel Müdürlükçe hazırlanan meteorolojik hizmetlerin toplumu ilgilendiren bir bölümü olan ve her gün, günde birkaç defa radyo ve televizyon kanalıyla yayınlanan hava tahminlerinin isabet oranı, yüzde 85 civarındadır. Bu oran, dünya çapında sayılı bir noktadır. Önümüzdeki yıllarda kurulması düşünülen radar sistemiyle isabet oranının daha da yükselmesi sağlanacak ve böylece, meteoroloji teşkilatımızın toplumun çeşitli sektörlerine olan katkısı artacaktır.

Burada, teşkilatın 1998 yılı bütçesinden ve kısaca durumundan bahsetmek istiyorum. 1998 malî yılı bütçesi, cari harcamalar 5 trilyon 286 milyar, yatırım harcamaları 930 milyar, transfer harcamaları 2 trilyon 394 milyar; toplam 8 trilyon 610 milyar Türk Lirasıdır.

Değerli milletvekilleri, daha önce bahsettiğimiz sorunların çözümlenmesinin, teknolojik yeniliklerin uygulanmasının ve küresel iklim değişikliğiyle ilgili araştırma ve çalışmaların arzulanan düzeyde olamayacağı açıktır. Bu nedenlerle, genel bütçeden ayrılan payın artırılmasının yararlı olacağı kanaatini taşımaktayım.

Ulusal meteorolojik hizmetler olarak verilen her türlü hava olaylarıyla ilgili hizmetler, diğer tüm toplumsal gereksinmeler gibi, bireyin sağlığı, güvenliği, rahatı, huzuru ve güveni için gerekli olan genelde görülebilir ve yargılanan hizmetlerdir. İnsanlık doğanın üstesinden gelememiş ve gelememektedir de; ancak, orta ve uzun vadeli planlanan ve tasarım sonucu, şiddetli hava olaylarının yaşamı tehdit ettiği zamanlarda yapılacak erken uyarılarla doğal afetlerin etkilerinin en aza indirgenmesi mümkün olabilecektir. Burada, Meteoroloji Genel Müdürlüğüne büyük görev düşmektedir.

Değerli arkadaşlarım, çalışmalarıyla halkımızın rahat ve huzurlu yaşam sürdürmesine destek olan, can ve mal güvenliğini sağlayan ve uluslararası arenada iyi bir konuma gelmiş olan Genel Müdürlüğün özverili, çalışkan, başarılı personeline huzurlarınızda teşekkürlerimi arz etmek istiyorum.

1998 yılı bütçesinin hayırlı olmasını diliyor, Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Demokratik Sol Parti Grubu adına konuşan Konya Milletvekili Sayın Turan Bilge’ye teşekkür ediyorum.

Şimdi, söz sırası Demokrat Türkiye Partisinde.

Demokrat Türkiye Partisi Grubu adına, Çanakkale Milletvekili Sayın Hamdi Üçpınarlar; buyurun efendim. (DTP ve DSP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 30 dakikadır Sayın Üçpınarlar.

DTP GRUBU ADINA A. HAMDİ ÜÇPINARLAR (Çanakkale) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, Meclisimizin değerli temsilcileri; Başbakanlık Denizcilik Müsteşarlığı ve Meteoroloji Genel Müdürlüğüyle ilgili Partimin görüşlerini arz ederken, sizleri saygıyla selamlıyorum.

Denizcilik Müsteşarlığının kurulmasını -önemine ve ehemmiyetine binaen- sağlayan hükümetlere ve yetkililere huzurlarınızda teşekkür ederek sözlerime başlamak istiyorum.

Coğrafî şartlardan dolayı, doğal olarak, çok daha önceden kurulması tarif edilen bu Müsteşarlığın eksik bırakılması nedeniyle belki bir zaman kaybına sebebiyet verilmiş olabilir; ama, zararın neresinden dönülürse kârdır esprisinden hareket ettiğimizde de, bu Müsteşarlığın kurulmasının fevkalade isabetli olduğunu ifade etmek istiyorum. Bugünkü şartlar içerisinde de, artık, bunun, Müsteşarlık noktasından ayrılarak, bir Denizcilik Bakanlığı şekline dönüştürülme zaruretinin ortaya çıktığını da ifade etmek istiyorum.

Ülkemizde yıllık gemi yapımı gerçekleşmesinin, bu sektörün özelleştirilmesi ya da en kısa yoldan özerkleştirilmesiyle daha büyük bir kapasiteye kavuşacağının ortaya çıktığı bir hakikattir. İhracatımızın yüzde 95’ine yakın bölümü deniz taşımacılığı yoluyla; fakat, ne yazık ki, büyük oranda, yabancı bayraklı gemilerle gerçekleşme mecburiyetinde bırakılmıştır. En büyük sıkıntı finans sıkıntısıdır. Bu sektöre, bankaların kredi temininde büyük kolaylıklar sağlaması gerektiği inancı içerisindeyiz. Türkiye’nin isabetli bir kararla turizm sektörüne verdiği finans imkânı, bu sektöre de bir şekilde; ama, muhakkak ve muhakkak verilmelidir. Bu sektöre nakit imkânı sağlayamayan bankaların teminatıyla uluslararası piyasalardan nakit temin ederek, ülke ekonomisine yeni döviz girdileri sağlanırken, büyük döviz kaybının da böylece önleneceği kanaatini taşımaktayız.

Boğazlar politikamızda, Montrö Antlaşması hükümlerinde vurgulanan hükümranlık haklarımızın korunması, öncelikli hedef olmalıdır ve bu hususta, hükümetlerimizin hassas bir şekilde icraatlarına devam etmelerini de buradan temenni ediyor ve bu hususta başarılı olmalarını diliyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bilindiği gibi, kalkınmasını tamamlamış olarak mütalaa edebileceğimiz ülkelerde, başbakanlık, devletin en üst koordinasyon teşkilatı olarak kendini görevlendirmiştir. Ülkemizde de 1980’lere kadar, Başbakanlık, devletin bir koordinasyon teşkilatı olarak görev yaptı denilebilir. Hatırlanacağı gibi, 1950-1980 yılları arasında Başbakanlıkta devlet bakanlığı sayısı 1 ilâ 5 arasında değişmiştir. Yine, 1950-1980 yılları arasında, Başbakanlığa bağlı ilgili kurum ve kuruluş sayısı da parmakla sayılacak kadar azdı -bir iki istisna dışında- ve bugünkü devlet bakanlığı sayısı kadar değildi dersek mübalağa etmiş sayılmayız.

Aslî görevi koordinasyon olan Başbakanlık kurumunun bugünkü bağlı ve ilgili kurul ve kuruluş sayısı yüzlerle, ancak ifade edilebilmektedir. Burada, başı gövdesinden daha büyük bir devlet yapısı fotoğrafı ortaya çıkmıştır. Hükümet, parti programından hareketle ortaya koyduğumuz bu çarpık durumun düzeltilmesi yönünde, devlet bakanlıkları sayısını azaltmak için hareket geçmelidir.

Devlet bakanlıkları sayısı en fazla 5 olmalıdır. Bağlı ve ilgili kuruluşlardan bugünkü hizmet bakanlıklarıyla ilgili olanlar bu bakanlıklara bağlanma mecburiyetindedir; bugünkü hizmet bakanlıklarıyla ilgili olmayanlar da, yeni kurulacak 2 ya da 3 hizmet bakanlığına bağlanmalıdır. Devlet bakanları, amacına uygun olarak başbakanın koordinatörü, müşaviri ve danışmanı pozisyonunda görev yapmalıdır.

Sayısı azaltılan devlet bakanlıkları, bugün had safhaya ulaşan, Başbakanlıktaki yer veya oda sıkıntısını da ortadan kaldıracaktır. Yeri gelmişken şunu da ifade etmek isterim ki, Başbakanlık merkez binası, Türk devletinin tarihini yansıtmalıdır, Türk devletinin büyüklüğünü ortaya koymalıdır. Buradan hareketle, Başbakanlık merkez binasının bu görüşlere uygun hale getirilmesi çalışmalarını canı gönülden desteklediğimizi, daha iyisinin yapılması için de her türlü desteği vereceğimizi ifade etmek istiyorum.

Bütçesi Başbakanlığa bağlı kurumların en önemlilerinden bir tanesi de, Millî Güvenlik Kuruludur. Anayasal bir kuruluş olan bu Kurul, ülkemizde özellikle son yıllardaki siyasî istikrarsızlıklardan dolayı, siyasî otoritenin üstündeymiş gibi bir gürüntüyle algılanmaya başlanmıştır. Batı standartlarındaki ülkelerde de değişik versiyonu olan bu Kurul, millî güvenlikten sorumlu bir danışma kuruludur; fakat, her ay toplanması, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve devletin en üst düzeyindeki tüm sivil ve askeri yönetimin bu Kurulda yer alması, ister istemez, fiilen yürütmenin içerisinde, hatta, üstünde gibi bir görüntü ortaya koymaktadır. O nedenle, Demokrat Türkiye Partisi olarak, hazırlamış olduğumuz programımızda, devlet idaresinde yarı başkanlık sistemini gündeme getirmiş ve bugün, Millî Güvenlik Kurulunun üstlenmiş olduğu birçok görevi, Cumhurbaşkanının uhdesi içerisine aktarmış bulunuyoruz. Millî Güvenlik Kurulunun zaman zaman yürütme ve yasamanın üstünde bir görüntüyle yaptığı ikazları, bu şekilde, yarı başkanlık sistemiyle kurumsallaşan Cumhurbaşkanlığının yapacağı iddiasındayız. Böylece, maksatlı çevrelerce antidemokratik olarak lanse edilen Millî Güvenlik Kurulu da bu ithamlara muhatap olmaktan kurtulacaktır.

Sayın Başkan, değerli üyeler; ülkemizde özellikle son yıllarda ortaya çıkan siyasî yelpaze çeşitliliği neticesinde, hükümet değişiklikleri sıkça ortaya çıkmaktadır. Değişen hükümetler, sürekli, bakan değişikliğini de beraberinde getirmekte, hükümeti kurmakla görevli sayın başbakanlar da kabinenin isim tespitlerinde büyük zorluklar ve meşakkatlerle karşılaşmaktadır. Bu durum, hükümet icraatını da ister istemez etkilemektedir; sevk ve koordinasyonda çoğu zaman büyük sıkıntılara sebep olmaktadır. İşte, Partimiz programında, hem bu sıkıntıların sona ermesi hem de yasama ve yürütme erklerinin gerçek anlamda birbirleriyle paralel ve görev yapabilir noktada birleşebilmesi için, bakan olan sayın milletvekillerinin yasama görevlerinin sona ermesine dair bir hüküm de mevcuttur. Bakan olan sayın milletvekillerinin yasamayla ilişkilerinin kesilmesiyle, sayın bakanların kendilerini tamamen konularına vermeleri ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin de gerçek görevleri olan yasama ve denetlemeye daha ağırlık vermesi sağlanmış olacaktır. Türkiye’de, ister istemez, önümüzdeki günlerde, başkanlık ve yarı başkanlık sisteminin gündeme gelmesi, tartışılması, ortaya koyduğumuz bu hususların iyisini bulmak suretiyle, Türkiye cumhuriyeti hükümetlerinin ve Meclisimizin daha verimli çalışma yapabileceği iddiasında ve düşüncesinde olduğumuzu, buradan bir kez daha ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, Başbakanlığın bağlı olan kuruluşlarını azaltmak ve icracı bakanlıklara tevdi etmek suretiyle, konuşmamın başında ortaya koyduğum o koordinasyon görevini başbakanın yapma imkânını sağlamış olacağız ve böylelikle, Başbakanlığın, bundan sonra da, daha verimli çalışabilmesi, hadiseleri daha gerçekçi ortaya koyabilmesi imkânını sağlamış olacağımız kanaatini taşıyorum.

Tabiî ki, bu arada, kamuoyunda çok uzun süre tartışılan örtülü ödenek meselesiyle ilgili bir teklifimiz de vardır. O hususta da, Başbakanlık Örtülü Ödenek Yönetmeliğini yeni bir düzenleme yaparak daha sağlıklı hale getirme gerçeğinin, son yıllardaki uygulamalardan bir kere daha ortaya çıktığı gerçeğini görmüş bulunuyoruz. Teklifimizde, örtülü ödeneğin, başbakan, Başbakanlık Müsteşarı ve Meclis adına denetim yapan Sayıştay Başkanlığı tarafından yürütülmesinde sayısız faydalar olacağı kanaatindeyiz. Zira, o zaman, bazı kişilerin yaptığı gibi, özel kalemler vasıtasıyla örtülü ödenek dağıtımını da engellemiş oluruz tahminini yürütmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, ayrıca, Başbakanlığa bağlı bulunan Yüksek Denetleme Kurulunun da, Türkiye Büyük Millet Meclisine bağlanmasında büyük faydalar vardır. Zira, Türkiye Büyük Millet Meclisi KİT Komisyonunun çalışmalarına ana malzeme temin eden Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu, maalesef, Başbakanlığa bağlı; ama, Meclis adına denetim yapan Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonu tarafından denetim yapılırken, arada bazı anlaşmazlıklar çıktığı bir vakıadır ve Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bir an evvel bağlanmasında sonsuz faydalar olduğu kanaatini taşıdığımı ifade etmek istiyorum.

Bunun yanında, son olarak diyorum ki, hükümetlerin bir icra programları vardır; ama, hükümetlerimizin bu icra programları, Meclisle çok bağımlı olmasına rağmen, paralel yürütmesi gereken çok konumlar olmasına rağmen, maalesef, yürütülememektedir. O nedenle, Başbakanlığın, muhakkak ve muhakkak hükümet programı gibi, hükümetle ilgili Meclis programlarını da gündeme getirmeli, hükümetin önünde bulunan ve hükümetin getirdiği kanun teklifleri, Mecliste bir an evvel görüşülerek kanunlaşması sağlanmalıdır.

Bunun zararlarını Türkiye çok çekmiştir. Bir misal vermek gerekirse, bugün gündemde olan Avrupa Birliği ile bağlantılı olan bir hususu hatırlatmak istiyorum: Türkiye’nin Gümrük Birliğine girişi davullarla, zurnalarla, büyük bir başarı, zafer kazanmış komutan edasıyla Türkiye’de kutlanmış; ama, ne yazık ki, hükümetlerin, Meclis programıyla ayrıcalığı nedeniyle gümrük birliği ile ilgili yasalar çıkarılamamış ve bugün Türkiye, maalesef, gümrük birliğinden elde edeceği faydaların hiçbirisini elde edemediği gibi, üstlendiği zararların hepsinden de nasibini alma noktasında kalmıştır.

İşte, bu gerçeklerden yola çıkarak, yanlışları burada ifade etmek, doğruları önermek suretiyle Türkiye’de yeni bir siyasetin yapılmasını biz Demokrat Türkiye Partisi olarak öneriyoruz ve bunu da, yaşantı noktasına getiriyoruz.

Daha önce konuşan siyasî parti yöneticilerinin burada söylediği gibi, kendi hatalarını, Türkiye’yi getirdikleri bu noktada, altı aylık Hükümete yıkma noktasında ağır ithamlarda, ağır eleştirilerde bulunmayı asla ve asla tasvip etmiyoruzve bu yöntemi yapmayacağımızı ifade ediyoruz. Bu çatı altında bulunan kişilerin, milletimizin beklentisi doğrultusunda, birbirlerini itham ederek, birbirlerine ağır hakaretlerde bulunarak karşılıklı laflar söylememelerini, milletimizin beklentisi olan kardeşliği, dürüstlüğü, anlayışı, hoşgörüyü tekrar hatırlatıyor, hepinize saygılar sunuyorum. (DTP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN – Demokrat Türkiye Partisi adına konuşan Çanakkale Milletvekili Sayın Hamdi Üçpınarlar’a teşekkür ediyorum.

Şimdi, söz sırası Anavatan Partisi Grubu adına, Kırıkkale Milletvekili Sayın Recep Mızrak’ta.

Sayın Mızrak, Grubunuza ait konuşma süresi 30 dakikadır; bir başka grup sözcüsü de listede bulunmaktadır.

Buyurun Sayın Mızrak.

ANAP GRUBU ADINA RECEP MIZRAK (Kırıkkale) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 1998 yılı Başbakanlık bütçesi üzerinde Anavatan Partisi Grubu adına görüşlerimi ifade etmek üzere huzurlarınızdayım; sözlerime başlarken şahsım ve Grubumuz adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bilindiği üzere, Başbakanlığın faaliyetleri, Başbakanlık Teşkilatı Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkındaki 3056 sayılı Kanun çerçevesinde yürütülmektedir. Söz konusu Kanuna göre, Başbakanlığın en önemli görevi, bakanlıklar arasındaki işbirliğini sağlamak, hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözetmek, Anayasa ve kanunlarla hizmetleri yerine getirmek suretiyle gerekli tedbirleri almaktır.

Başbakan, Bakanlar Kurulunun Başkanı, bakanlıkların ve Başbakanlık teşkilatının en üst amiridir; tüm Türkiye Cumhuriyetinin yüksek hak ve menfaatlarını korumak ve gözetmek, ekonomik sosyal ve kültürel kalkınmayı sağlamak, refahı yaygınlaştırmak, hükümetin genel siyasetini yürütmek ve diğer maksatlarla bakanlıklar arasında ahengi ve işbirliğini temin etmektir.

Başbakanlığın Teşkilat Kanunuyla kendisine verilmiş bulunan görevlerin etkili ve verimli bir şekilde yapılabilmesi için birtakım yeni düzenlemelere ve bazı yeni tedbirler alınmasına ihtiyaç duyulduğu aşikârdır ve bunu sağlamak üzere de, özelde ve geneldeki tüm aksaklık ve eksikliklerin giderilmesi maksadıyla, Mahallî İdareler Yasa Tasarısı başta olmak üzere, birtakım hazırlıklara da başlanılmıştır.

Değerli arkadaşlar, burada, meseleyi, önemine binaen, bugünlerde ülke gündemini işgal eden Avrupa Birliği ve gümrük birliğine getirmek ve geçmiş Başbakan ve hükümetlerin bu durumun yaratılmasındaki dahillerini ifade etmek istiyorum. Bilndiği üzere Avrupa Birliği, üye ülkelerin, siyasî ve ekonomik alanda tek çatı altında, tek bir birim olarak toplanmasını sağlayan bir organizasyondur ve aslında Avrupa Birliği fikri yeni olmayıp, düşünce itibariyle tarihin derinliklerine, ta 15 inci Yüzyıla dayanmaktadır.

1703 yılında Türklerin Avrupa üzerinde hâkimiyet tesis etmelerini önlemek maksadıyla, 1703 ve takip eden yıllarda bu fikir ortaya atılmışken, bilahara, Avrupa ülkelerinin birbirleriyle olan çekişmeleri ve savaşlarını önlemede de bir yol olarak düşünülmüş ve bütünleşme yolunda en ciddî ve somut adımlar İkinci Dünya Savaşından sonraki soğuk yıllarda atılmıştır. Avrupa’da çıkıp, tüm dünyayı saran savaşların en önemli sebebi, malumlarınız olduğu üzere, ticarî ve sınaî rekabetleriyle, tabiî kaynaklara sahip olma duygusu olmuştur. Tabiî kaynaklar içerisinde en önemli yeri tutan kömür ve demir madenleriyle, çelik endüstrisinin müşterek bir otoriteye bağlanması şekliyle, bütünleşmedeki ilk adım, Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg arasında 1951 Paris Antlaşmasıyla atılmış, 1 Ocak 1958’de yürürlüğe giren Roma Antlaşmasıyla tüm ekonomik faaliyetleri de kapsar hale dönüştürülmüştür.

Türkiye olarak, o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğuna girmek için ilk adımlar 1959 yılında atılmaya başlanılarak, 12 Eylül 1963 tarihinde Ankara Antlaşması imzalanmış, söz konusu antlaşma 1 Aralık 1964 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu antlaşmada 5 yıllık hazırlık, 12 yıllık geçiş ve son dönem öngörülmüş; bilahara, Ankara Antlaşması çerçevesini doldurmak üzere, 23 Kasım 1970 tarihinde Katma Protokol imzalanmış, bu protokol, o günlerde zuhur eden bazı şartlar dolayısıyla gecikmeli olarak 1 Ocak 1973 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Ankara Antlaşması ve Katma Protokolüyle sınaî mamüllerin, hizmetler ve işgücünün serbest dolaşımıyla, ortak tarım politikası uygulanmasının şartlarının bir takvim çerçevesinde hazırlanması ve bunları sağlayabilmek için gerekli malî programlar hüküm altına alınmıştır. Meskûr antlaşmaya göre, 1986 yılından itibaren hizmet ve işgücünün serbestçe dolaşımına başlanılması da öngörülmüştür.

Değerli arkadaşlar, 1 Ocak 1973 tarihinden itibaren, en geç 22 yıl içerisinde hizmetlerin ve işgücünün serbest dolaşımıyla, ortak tarım politikasının uygulanmasının şartı tamamlanarak, 1995 yılı sonundan itibaren Gümrük Birliği Antlaşmasının imzalanması, tam olarak uygumaya geçilmesi gerekirken, maalesef, diğer iki önemli husus gerçekleşip, buradan doğan haklar sağlanmadan, 6 Mart 1995’te,bir zafer edasıyla Gümrük Birliği Antlaşması imzalanmıştır. Tam üyeliğe geçmeden Gümrük Birliği Antlaşması imzalanan tek ülkenin Türkiye olduğunu söyleyemeyebiliriz. İki ülke daha var ki; birisi, İtalya’nın ortasındaki San Marino; diğeri de, İspanya ile Fransa arasında yer alan Andorra’dır.

Avrupa Birliğine üye olan ülkelerden gelişmiş olanlar, üstün ve teknolojisi yüksek sanayileriyle, diğer ülkeleri kendilerine pazar olarak görürken, daha az gelişmiş olan üye ülkeler ise, yabancı sermaye yatırımlarından yararlanma, işsiz işgücüne iş bulma, ortak tarım politikası uygulamasıyla sağlanan yardımların da katkısıyla tarımlarını geliştirme ve geçimini tarımdan sağlayan kesimin gelir düzeyini yükseltme gibi kendi lehlerine olan uygulamalardan yararlanmaktadırlar; ayrıca, tam üyelikle birlikte gümrük birliğine hemen geçilmemiş, üç yıl ile on yıl arasında yaşanan bir uyum süreci ve sanayilerinin, gelişmiş ülkelerin sanayileriyle rekabet edebilmelerini sağlamak üzere, önemli miktarda hibe ve kredi şeklinde uyum yardımı da almışlardır.

Uyum süresi, İngiltere, İrlanda ve Danimarka’da 3 yıl, Yunanistan için 5 yıl, Portekiz ve İspanya için 7 yıl olarak öngörülmüştür ve bu süreler içerisinde, ekonomilerini rekabet edebilecek seviyeye getirmeleri amaçlanan bu ülkelere ciddî miktarlarda -biraz önce ifade ettiğim gibi- malî yardımda da bulunulmuştur ki, bu rakam, sadece Yunanistan için 15 milyar dolardır.

Bugün itibariyle de, tam üyelik hazırlık çalışmalarına başlanan ülkelere, kişi başına 600 ilâ 1 000 dolar esası üzerinden bir yardım yapılmaktadır. Burada, bir noktada, tam üyelik anlaşmasında bütün hükümlerin gerçekleşmesi halinde, sağlayacağı menfaatlar açısından, tam üye ülkelerle neredeyse fark bırakmayacak bir anlaşmanın; yani, Katma Protokolün, ortak tarım politikasını oluşturma ve bütün sonuçlarına ulaşma, hizmet ve işgücünün serbest dolaşımı, malî yardımların verilmesinin gerçekleşmemesine, diğer ülkelerin bu taahhütlerini yerine getirmemesine rağmen, daha ziyade, üye ülkelerin lehine sonuç verecek olan Gümrük Birliği Antlaşmasının imzalanmasını son derece ciddî bir hata olarak mütalaa etmek, herhalde yanlış olmayacaktır.

Gümrüklerin kaldırılması, rekabet ortamının yaratılması, kalitenin yükseltilmesi, fiyatların disiplin altına alınması ve Avrupa Birliği ülkeleriyle ticaretin daha da geliştirilmesi şeklinde faydalarından bahsedilebilir. Ancak, aynı sonuçları doğururken, üçüncü ülkelerle yapılacak olan anlaşmalarla sağlanacak hak ve imkânları da kısıtlamayan, EFTA ülkeleriyle -EFTA ülkelerinin Avrupa Birliği ülkeleriyle olduğu gibi- Serbest Ticaret Antlaşması, diğer bir argüman olarak mutlaka o tarihte düşünülmeliydi. Gümrük Birliğinden dolayıdır ki, üçüncü ülkeler ve özellikle Türk Cumhuriyetleriyle karşılıklı menfaatlarımıza en uygun ve kardeşliğe yakışır bir anlaşma, maalesef, bu antlaşmadan dolayı yapılamamaktadır.

Değerli arkadaşlar, gelişmiş Avrupa Birliği ülkeleri, bu antlaşmayla, alacaklarını almışlardır. Bundan sonra, Avrupa Birliğine Türkiye’nin kabulünü düşüneceklerini zannetmek, iyimserlik olacaktır. Aslında, sözümün başlangıcında ifade ettiğim gibi, Avrupa, kendi içinde savaşlara varan çekişmeleri bu uygulamayla ortadan kaldırdığı gibi, Birliğin lokomotif ülkesi Almanya ve diğerleri, Polonya, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Romanya, Bulgaristan ve Baltık Cumhuriyetleri gibi bir güvenlik kuşağı oluşturmak hedefine ulaşmışlar; İkinci Dünya Savaşından sonra, Sovyetler tarafından Batı’ya karşı bir kalkan olarak kullanılan eski Doğu Avrupa ülkeleri kalkanı, bugün, terse döndürülmüştür. Türkiye’nin, bir taraftan kendi içlerinde eritilemeyecek, diğer taraftan sıcak bölgelerde sınırı bulunan kudretli ve Müslüman bir ülke olarak, Birliğe dahil edilmesini hiç istememişlerdir.

Türkiye’deki insan hakları uygulaması, tam üyelik için insan hakları gibi birtakım hususları ileri süren ülkelerden çok daha ileridir. Anayasasına göre kurulabilen parti üye ve sempatizanlarına devlette görev verilmeyen; Baader-Meinhof çetelerini, yargılamadan, bir gecede ortadan kaldıran; 1930’larda Nazi soykırımını, halen, günümüzde de Türk vatandaşlarına uygulanan dazlak zulmünü reva gören ve göz yuman Almanya, insan haklarından nasıl bahsedebilir?

Avrupa hapishaneleri içerisinde intihar oranı en yüksek olduğu için denetlenmesinin istenilmesi üzerine, bunu, egemenlik haklarına bir müdahale kabul eden ve denetlenmesine izin vermeyen Fransa, insan haklarından nasıl bahsedebilir?

Hele hele, bir taraftan ülkemizin bir bölgesini kan çanağına döndüren eşkıyayı besleyen, eğiten, para ve silah yardımında bulunarak, o bölge başta olmak üzere, ülkemizde masum insanların katledilmesinde eşkıya kadar sorumlu olan; Batı Trakya Türklerinin, yani, soydaşlarımızın yaygın olduğu mahallelere gece saat 11’den sonra giriş çıkışı yasaklayan, oraları bir açık hava cezaevi konumuna getiren; Helsinki İnsan Hakları İzleme Örgütü raporunda da belirtildiği üzere, Lozan Antlaşmasını hiçe sayarak, Türk azınlık haklarını vermeyen; resmî örgüt adlarından “Türk” kelimesini yasaklayan; okullarına araç, gereç ve öğretmen göndermeyerek eğitimin kalitesini özellikle düşüren; Türk mahallelerinde hiçbir altyapı yatırımı yapmayan; Türklerin devlet kademelerinde yükselmelerine hiçbir şans tanımayan; seçilmiş müftüleri hapse atan Yunanistan’ın, insan haklarından bahsetmeye hakkı var mıdır?

Aslında, kabulüne karar verilen ülkelerden daha üst seviyede olmasına rağmen, ekonomimizin gelişmişlik düzeyi de, insan haklarında iddia edilen eksiklik bahaneleri ve hatta Ege ve Kıbrıs’ta verilmesi kesinlikle mümkün olmayan tavizler de birer bahanedir.

Elbette, bu isteklerin yerine getirilmesi, onları fazlasıyla mutlu edecektir ve bu zamana kadar da istediklerini almışlardır; ama, 4 Mart 1997 tarihinde, Avrupa Birliği Hıristiyan Demokrat Partileri toplantısından sonraki bildiride, “Türkiye’nin -ki, bu Hıristiyan Demokrat Partileri arasında Alman Hıristiyan Demokrat Partisi de vardır- ayrı bir din ve medeniyete sahip olduğu ve dolayısıyla, AB’ye dahil edilemeyeceği” ifadesi, Alman Dışişleri Bakanı Kinkel’in 25 Mart 1997’de “Türkiye için gümrük birliğinin genişletilmesi gerekir” anlamındaki sözleri ve Lüksemburg Başbakanının ayrı bir dinden olduğumuzu ileri sürerek “Avrupa Birliğine dahil edilemeyeceğimizi” açık bir dille söylemesi, gerçekleri tüm çıplaklığıyla ve net bir şekilde ortaya koymaktadır ve diğer sebeplerin yanında bir Hıristiyan kulübü olduğunu ileri sürenleri de haklı çıkarmaktadır.

BAŞKAN – Sayın Mızrak, Anavatan Partisi Grubuna ayrılan sürenin 15 dakikalık bölümü bitmiş bulunuyor.

RECEP MIZRAK (Devamla) – Hayhay; aşağı yukarı 15 dakika konuşacaktım.

Avrupa Birliğine yakınlaşmamızı sağlayacak Ege, Kıbrıs, insan hakları ve başka şartların kabulü kesinlikle mümkün değildir. Kıbrıs’ın üzerinde Türkiye’nin garantörlük hakkı ve Türkiye’nin bulunmadığı hiçbir örgüte girmesinin mümkün olamayacağı anlaşmalarla ortadadır. Bu anlaşmaları bile bile söz konusu talepte bulunmaları ve hatta, sözde bizi savunan Fransa Cumhurbaşkanı da dahil, “Yunanistan’ın bu taleplerinin anlayışla karşılanması gerektiğini” ifade etmelerini bizim anlayışla karşılamamız mümkün değildir.

Sayın Başkan, Gümrük Birliği Antlaşması, ticaretde de bize son derece menfî sonuçlar doğurmuştur ve özellikle, dışticarette, ithalatta yüzde 36’lık ilk yılda bir artış, otomotiv sektöründe de aşağı yukarı son derece ciddî ve 100 bin civarında bir artış sağlanmıştır.

Buraya kadar arz etmeye çalıştığım, Avrupa Birliğinin anlaşmalarından doğan hakları vermemeleri ve taahhütlerine uymamaları, çifte standart uygulamaları karşısında Hükümetimizin aldığı tavrı burada takdir etmemek mümkün değildir. Almış bulunduğu tavır ve kararlı tutumu milletçe özlenen, kırılan onuru ayağa kaldıran erkekçe tok bir ses olarak kabul ediyor, bundan sonra atılması gereken adımlar konusunda da Hükümeti desteklediğimizi ifade ediyor ve 1998 yılı bütçesinin hayırlı olması dileğiyle Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Anavatan Partisi Grubu adına konuşan Kırıkkale Milletvekili Sayın Recep Mızrak’a teşekkür ediyorum.

Anavatan Partisi Grubunun ikinci sözcüsü, İstanbul Milletvekili Sayın Emin Kul. (ANAP sıralarından alkışlar)

Buyurun Sayın Kul.

ANAP GRUBU ADINA EMİN KUL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1998 Malî Yılı Bütçesiyle ilgili olarak, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğüyle birlikte 15 dakikalık bir süreye tabi tutulan Denizcilik Müsteşarlığı bütçesi üzerinde, bu sınırlı vaktin izin verdiği ölçüde; ancak, önemli birkaç konuya değinmek suretiyle görüşlerimizi arz etmek üzere şahsım ve Grubumuz adına sizleri saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, 5,2 trilyonu cari harcamalar, 2,3 trilyonu transfer harcamaları, 930 milyar lirası yatırım harcamaları olmak üzere 8,6 trilyon liralık bir ödenekle Devlet Meteoroloji Genel Müdürlüğü 1998 yılı bütçesi bağlanarak huzurunuza getirilmiştir.

Geçmiş yıllarda transfer harcamalarının yetersiz olmasının, uluslararası kuruluşlara olan aidat borcunun zamanında ödenmemesi sorununu doğurması ve bu nedenle maddî ve manevî kayıpların meydana gelmesine sebebiyet vermesi göz önünde tutularak 1998 bütçesiyle yeterli ödenek sağlanmıştır. Avrupa Meteorolojik Uydular İşletme Teşkilatınca yakın gelecekte uzaya fırlatılacak olan ikinci kuşak ve kutupsal yörüngeli uydular için gereken ilave ödemelerin, bu ödenekler içinde karşılanması da sağlanacaktır.

Meteorolojinin, millî savunma, ulaştırma, tarım, enerji, denizcilik, çevre sorunları, turizm, şehircilik, sağlık gibi değişik sektörlere vazgeçilmez ve çok değerli hizmetler sunduğu ve ülkelerin millî ekonomilerine çok büyük katkılar sağladığı, belki yeterince bilinmeyen; fakat, araştırmaların açıkça gösterdiği bir gerçektir. İnsanlık tarihinin bu alandaki birikimlerinin teknolojik gelişmeler temelinde başlayan ilerlemesiyle ölçümlere dayalı meteorolojik çalışmalar, cumhuriyetimizin kurulmasıyla birlikte, bilimsel bir nitelik ve teşkilat kazanmıştır.

Cumhuriyet döneminin başlarında, Tarım, Millî Savunma, Bayındırlık ve Sağlık Bakanlıklarına bağlı ayrı ayrı üniteler halinde verilen meteorolojik hizmetler, 10 Şubat 1937 tarihinde kabul edilen 3127 sayılı Kanunla, Başbakanlığa bağlı Devlet Meteoroloji İşleri Umum Müdürlüğü bünyesinde toplanmış, 3254 sayılı Kanunla da teşkilat ve görevleri yeniden düzenlenmiştir.

Genel Müdürlük, merkez teşkilatı dışında taşra teşkilatı, 20 bölge müdürlüğü bünyesinde yurdumuzun en ücra köşelerine kadar yayılmış, binin üzerinde meydan, sinoptik, deniz, büyük ve küçük klima ve yağış istasyonlarıyla, dünya standartlarında, günün 24 saatinde üstün hizmetler vermektedir.

Meteoroloji Genel Müdürlüğünün uygulamaya koyduğu deniz meteoroloji destek projesi ile hava trafiğiyle ilgili gözlem sistemlerinin modernizasyonu ve yine, otomatik gözlem sistemlerinin kurulması konusundaki plan ve çabalarının, en yeterli şekilde ve acil şekilde desteklenmesi gerektiğine inanıyoruz.

1995 yılı geçiş programı icra planıyla, kurumların, burslu ve yatılı olarak mecburî hizmet karşılığı eleman okutmalarına son verilmesi uygulamasından, acil ihtiyaçlar gözetilerek, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün istisna tutulmasını kaçınılmaz bir zorunluluk olarak gördüğümüzü de kaydetmek isterim.

Sayın milletvekilleri, uçakların iniş ve kalkışından, savaştaki hareket saatine; gemilerin rotasından, füzelerin atışına; ekimden, hasata; baraj güvenliğinden, sel baskınlarına önlem alınmasına; hatta, düğün törenlerinden, çamaşır gününe kadar, insanoğlunun yaşamını ve ülke ekonomisini etkileyen hizmetleri veren Genel Müdürlüğün, değerli, vefakâr ve çalışkan personeline teşekkür ediyor; bütçelerinin, ülkemize ve ulusumuza hayırlar getirmesini diliyorum.

Sayın milletvekilleri, Denizcilik Müsteşarlığı bütçesine gelince, öncelikle belirtmek isterim ki, son yıllarda Karadeniz çevresinde ve arka sahasında cereyan eden toplumsal, siyasal ve ekonomik gelişmeler, denizcilik alanında, geleceğe doğru ülkemiz önüne çok yönlü ve çok önemli imkânlar açmıştır. Önce, 6’lar, sonra 9’lar,daha sonra 12’ler Avrupa’sı ile geliştirilen Avrupa İç Su Yolları Projesiyle Ren, Main, Tuna Nehirleri ve bağlı su yolları ıslah edilerek, Baltık ve Kuzey Denizi Karadenize bağlanarak, özellikle, yük taşımacılığına açılmış ve Hazar Deniziyle Karadeniz bağlantılı Volga-Don Kanalı, sahasındaki gelişmelerle birlikte Karadenizi önemli bir ticaret denizi haline dönüştürmüştür.

İngiltere dahil, Avrupa Kıtasında yer alan ülkelerin mamul maddeleriyle, Moldavya, Ukrayna ve Rusya Federasyonuna dahil Asya Kıtasındaki ülkelerin hammaddelerinin, Avrupa içlerinden Asya’ya, Asya içlerinden -Çin dahil- Avrupa’ya ve hatta, bu kıtalar ülkelerinden, Akdenize sahildar ülkelere ve Afrika’ya karşılıklı akışına yol verecek bir deniz ticaret trafiği, çok yakın gelecekte, Karadenizde yoğunlaşacaktır.

Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasını takip eden dönemlerde, Kafkasya Bölgesinde cereyan eden olaylar ve çatışmaların temelinde, batılı ülkelerin, Hazar, Kazak ve Asya petrollerine ve doğal kaynaklarına ulaşabilmelerinin yattığı dikkate alınırsa, önümüzdeki gelişme tablosunda, Karadenizdeki deniz ticaret yollarının ne denli keskin bir rekabete ve güç denemesine sahne olacağı açıktır.

Ülkemiz, gerek kendi imkânlarını zorlayarak gerekse Karadenizin en azından doğusunda bulunan sahildar bağımsız devletler, özerk cumhuriyetler ve bölgenin arka sahasında bulunan, Azerbaycan başta olmak üzere, diğer Türk Cumhuriyetleriyle ortak filo oluşturmak, sahillerden Asya’nın içlerine varana dek yük akışından pay alacak, bu akışı yönlendirecek acentelik ağı kurmak ihtiyacını görmeli ve gerçekleştirmelidir.

Aynı zamanda, Avrupa iç su yollarında ve buna bağlantılı sahalarda taşımacılık yapacak bir filonun oluşturulması için çalışmalar yapılmalıdır. Moldavya, Ukrayna ve Rusya Federasyonu ile Romanya ve Bulgaristan’la siyasî ve ekonomik ilişkilerini, ülkemiz, süratle geliştirmelidir.

İstanbul’a 180 mil yakınlıkta olan Tuna ağzında, Köstence’de oluşturulan serbest bölgeye acilen yatırım yapılması gerektiği gibi, Karadeniz limanlarında ve transit trafiği gözetilerek gerekli limanlarda düzenlemeler yapılmalı, İğneada, serbest bölge ve transit limanı olarak geliştirilmeli;Marmara’da Tekirdağ Limanı transit taşımacılığına hazırlanmalıdır. Orta vadede, İstanbul Boğazına alternatif bir kanal yapılmasının sağlayabileceği güvenlik ve verimlilik araştırılmalıdır.

Sayın milletvekilleri, ülkemizin nüfusu ve coğrafî konumu dikkate alındığında, yeterli bir deniz ticaret filosuna sahip olduğu söylenemez. Mevcut filomuz, yaş yönünden sorunlu olduğu gibi, çağdaş taşıma türlerine hitap etmekten de uzak ve geneliyle yetersizdir. Bu nedenle de, hem içe dönük taşımalardan hem de üçüncü ülkeler arasında yapılan taşımalardan yeterli pay alamamaktadır.

1996 yılında, toplam taşımalardan, Türk bayraklı gemilerin yüzde 39,3, yabancı bayraklı gemilerin ise, maalesef, yüzde 60,7 pay aldığını görmekteyiz. Çağdaş taşımacılık türlerinden olan konteyner taşımacılığından, yabancı bayraklı gemilerin ithalatta yüzde 96,9, ihracatta yüzde 97,2 pay aldığı; denizyoluyla taşınan sıvılaştırılmış gaz taşımalarında, yabancı bayraklı gemilerin yüzde 99, petrol ürünleri taşımalarında ise yüzde 84 oranında pay aldıkları görülmektedir.

Kabotaj ve dış hat yolcu taşımacılığı ise, onarılması güç şekilde çökertilmiştir. Bu değerlerden de anlaşılacağı gibi, gerek genelde ve gerekse sıvılaştırılmış gaz, kimyevî madde ve petrol ürünleri taşımacılığı alanında, filomuzun acilen geliştirilmeye ihtiyacı vardır.

Sayın milletvekilleri, yılda 25 milyon tonluk hampetrol ithali taşımalarından, Türk bayraklı gemilerin aldığı pay yüzde 45 ile 55 civarındadır. Yılda, yaklaşık 3 milyar doları aşkın bir navlun bedelinin yarısından fazlası, yabancı bayraklı gemilere ödenmektedir. Mevcut 126 tankerimizden 20 ve 20 yaşın üzerindeki 100 tanker, ekonomik ömrünü tamamlayarak, 2000 yılında hurdaya çıkmaya mahkûm gözükmektedir. Bu nedenlerle de, hampetrol taşımacılığıyla ilgili bir tanker filosunun süratle oluşturulması, geliştirilmesi ve acilen desteklenmesi kaçınılmazdır.

Ticaret filomuz dünya sıralamasında 17 nci iken, Ro-Ro filomuz itibariyle 46 ncı sırada bulunmamız dikkat çekicidir. Hem Ro-Ro gemilerimizin sayısı artırılmalı ve hem de limanlarımıza Ro-Ro terminalleri oluşturulmalı, ıslah edilmeli, işlemleri süratlendirici önlemler alınmalıdır.

Sayın milletvekilleri, gemi inşa sanayimizde, inşa kapasitesi 180 000 dwt’u kamu, 320 000 dwt’u özel kesime ait olmak üzere, 500 000 dwt/yıldır. Ne yazıktır ki, bu kapasitenin ancak yüzde 10’u kullanılabilmektedir. Bakım onarım kapasitesindeki kullanım da yetersizdir. Filomuzu teşkil eden gemilerin yüzde 86’sı ithal, yüzde 14’ü yerli inşa ile sağlanmıştır. Bu olumsuz trendi tersine çevirmenin, atıl kapasiteyi devreye sokmanın önlemleri alınmalıdır.

Tersanelerimizin, ithalata dayalı altyapı yatırımları, araç gereç temini, ihracata yönelik gemi inşasıyla yerli yapım gemilerin finansman sorunları, kendilerine tahsis edilen yerlerin tapuya kavuşturulması, güvenlik hizmetleri sorunları çözülmeli, düzenlenmeli ve desteklenmelidir.

Limanlarımız ve yatçılığımız ise başlı başına bir tartışma konusudur.

Son olarak değinilmesi gereken bir konu, GAP Projesinin ilerlemesi karşısında bölgedeki sosyoekonomik gelişmenin meydana getireceği üretimin denizyoluyla dünyaya açılması önlemlerinin alınmasıdır. Bu bölgeye en yakın liman İskenderun Limanıdır. Bu limanımız, süratle ıslaha ve GAP’ın deniz kapısı olarak altyapısı, kara ve demiryolları bağlantılarıyla geliştirilmeye muhtaçtır. Asya petrollerinin boru hattıyla Akdenize akıtılmasının yaratacağı gelişmelere de hazırlıklı olmak gerekmektedir.

Sayın milletvekilleri, Türk boğazları bölgesindeki seyir ve can ve mal güvenliği üzerinde fevkalade önemle durulacak sorunlu bir baş konu olarak son yıllardaki ciddiyetini artırarak sürdürmektedir.

1453’ten Küçük Kaynarca Anlaşmasının yapıldığı 1774’e kadar, 321 sene, Türk boğazları bölgesi, kayıtsız şartsız egemenliğimiz altındaydı. 1774’ten sonra çeşitli tarihlerde düzenlemeler yapılmış; 1829 Edirne Anlaşmasına, 1841 Londra Boğazlar Sözleşmesine, 1856 Paris Konferansına, 1871 Londra Konferansına, 1878 Berlin Anlaşmasına ve 1920 Sevr Anlaşmasına Türk boğazları konu edilmiştir; devletimizin zayıfladığı tarih kesitlerinde bu tartışmasız egemenlik bölgemiz, uluslararası sorun halinde tutulmak istenmiştir.

Kurtuluş Savaşımızın sonunda, Lozan ve Montrö anlaşmalarıyla, Türk Boğazları bölgesinde günümüze kadar süren doğal ve hukuksal egemenliğimize herhangi bir müdahaleye asla müsaade etmemek, kaçınılmaz, kesin, açık bir millî görevdir.

Ticaret gemilerinin Türk Boğazları bölgesinden serbest geçiş hakkının, ancak zararsız geçiş kuralıyla bağdaştırılarak varlığını sürdürmesi söz konusudur. Akıp geçen zaman içinde gemi inşa teknolojisinde ve ticaret hacminde sıvılaştırılmış gazlar, petrol ürünleri, hampetrol ve hatta nükleer maddeler gibi taşınan yüklerin cinsinde doğan değişiklikler, Boğazlar bölgesinden geçen gemi büyüklüğünü, sayısını, taşınan yükle birlikte tehlikeli sonuçlar doğuracak şekilde şiddetle etkilemektedir. Dolayısıyla, Boğazlar bölgesinden geçen gemilerin sebebiyet vereceği çatma, çatışma, karaya oturma, yangın gibi kazaları önlemek, facialara dönüşebilecek sonuçlarını asgarîye indirmek için, zararsız, güvenli geçişi sağlayacak kuralları belirlemek, ülkemizin temel bir egemenlik hakkıdır. Ülkemizin bu konudaki egemenlik hakkının kullanılması dikkatle izlenmelidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kul, konuşmanızı tamamlayın efendim.

Buyurun.

EMİN KUL (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Bölgeden geçecek gemilerin doğurabileceği tehlikeleri önlemek için 1 Temmuz 1994 tarihinde yürürlüğe konulan Boğazlar ve Marmara Deniz Trafik Düzeni Hakkındaki Tüzüğün, maalesef, kendi girişimimizle, bir Birleşmiş Milletler kuruluşu olan Uluslararası Denizcilik Örgütü IMO’ya dört yıldan beri sunulması, bölgedeki düzenleme hakkımızın, sürekli tartışmaya açılmasına neden olmuş ve geçtiğimiz ayın sonunda bu tartışmaların, IMO’da sürdürülmesine, maalesef, yol verilmiştir. Bunun sorgulanması gerekmektedir ve bu hazin bir durumdur.

Ancak, ülkemiz, zararsız, güvenli geçişi sağlamak, anılan tüzükle koyduğu kuralları radar ve bilgisayar kontrolü gibi trafik sistemini ve altyapısını süratle kurarak desteklemek zorunluluğundadır. Aksi halde, onarılması güç sorunlar doğacağını, bir kez daha bu kürsüden, daha önce ifade ettiğim gibi, önemle belirtiyorum.

Bu düzenleme hakkının ülkemizce kulanılması, önümüzdeki dönemde Boğazlarımızdan geçecek Asya petrollerinin taşınmasıyla ilgili olmadığı gibi, serbest geçiş hakkının sınırlanması gibi bir tutumla da ilişkilendirilemez. Ülkemizin, bu konudaki egemenlik hakkını kullanması, ulusumuza ve bölgede yaşayan vatandaşlarımızla, bu bölgeyi ticarî amaçla kullanan ülkelerin ve onların gemileriyle, gemi adamlarının can ve mal güvenliğini sağlamak, Boğazları güvenli şartlarda ticarî trafiğe açık tutma yönünden devletimizin hizmet ve görevi olarak değerlendirilmelidir.

Sayın milletvekilleri, faaliyet alanıyla ilgili 40 kanun ve kanun hükmünde kararname, 21 tüzük, 44 yönetmelik, 23 karar, 33 uluslararası anlaşma, 11 uluslararası sözleşmeyi kapsayan mevzuat içinde çalışmalarını yürüten Müsteşarlığın, bakanlığa dönüştürülmesi için Plan ve Bütçe Komisyonundaki çalışmaların en kısa sürede tamamlanmasını yürekten diliyoruz.

Müsteşarlığın 2 trilyon 67 milyarlık dar bütçesinin 1,7 trilyonu personel ve cari harcamaları, 182 milyar lirası transfer harcamalarını kapsamakta ve ancak 200 milyar lirası yatırım harcamalarına tahsis edilmektedir.Bu tahsisler içerisinde işlev yapılmasını, ancak Müsteşarlık kadrolarının gayreti geliştirebilecektir.

Başbakanlık bütçesiyle ilgili -bakanların sunuşu hariç- Plan ve Bütçe Komisyonundaki müzakere tutanakları 2 472 satırı ihtiva etmekteydi. Komisyon üyesi 40 milletvekilinden sadece 4’ü denizcilik konusunda söz almış ve toplam 60 satırlık eleştri yapmıştır. Bu tablo içinde, bizim burada söylediklerimiz dahi fazladır.

Denizciliğe sırtımızı dönmekten, ilgimizi esirgemekten vazgeçtiğimiz oranda, ülkemizin kalkınmasının hızlanacağını bir kez daha önemle ve şiddetle vurguluyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kul, konuşmanızı tamamlayın efendim.

EMİN KUL(Devamla) – Müsteşarlık bütçesinin ülkemize ve denizciliğimize hayırlar getirmesini temenni ederken, dünya denizlerinde Türk bayrağını şerefle dolaştıran, ülkemiz ekonomisine meşakkatle katkılarda bulunan çilekeş, fedakâr Türk denizcilerine yollarında selamet, denizlerde şehit olanlarına, ebediyete intikal edenlerine Tanrı’dan rahmet dileyerek, onları saygıyla, sevgiyle anıyor ve selamlıyorum.

Yüce Meclise saygılar sunarım.

Teşekkür ederim Sayın Başkan. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Anavatan Partisi Grubu adına konuşan İstanbul Milletvekili Sayın Emin Kul’a teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, 2 nci tur görüşmelerimiz devam edecektir; ancak, bugün, sabahtan itibaren görev yapan Başkanlık Divanının nöbet değişikliği dolayısıyla, birleşime çok kısa bir süre ara vereceğim.

19.15’te toplanmak üzere, oturumu kapatıyorum.

Kapanma Saati : 19.08

 

 

 

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 19.15

BAŞKAN : Başkanvekili Yasin HATİBOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Mehmet KORKMAZ (Kütahya), Mustafa BAŞ (İstanbul)

 

 

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29 uncu Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum.

Çalışmalarımızın, hayırlara vesile olmasını Cenabı Allah'tan niyaz ediyorum.

Dünyanın çok büyük önem verdiği kültür simgemiz Mevlânâ Celâleddin Rûmî Hazretlerinin, bugün, ahrete intikal edişinin senei devriyesi; yani, tövbe kapısının kapanmadığını "bâzâ, bâzâ... çi bâzâ" sözü ile ifade eden Mevlânâ Celâleddin Rûmî'yi rahmetle anıyor, şefaatına talip olduğumu ifade ediyorum. ("Biz de, biz de" sesleri)

Evet, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, Üçüncü Oturum görüşmelerine, kaldığımız yerden devam edeceğiz.

VI. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

l.- 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/669; 1/670; 1/633, 3/1046; 1/634, 3/1047) (S.Sayısı: 390, 391, 401, 402) – (Devam)

E) BAŞBAKANLIK (Devam)

1. – Başbakanlık 1998 Malî Yılı Bütçesi (Devam)

2. – Başbakanlık 1996 Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)

F) DENİZCİLİK MÜSTEŞARLIĞI (Devam)

1. – Denizcilik Müsteşarlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi (Devam)

2. – Denizcilik Müsteşarlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)

G)DEVLET METEOROLOJİ İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)

1. – Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Bütçesi (Devam)

2. – Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)

BAŞKAN – Benden önce Başkanlıkta bulunan arkadaşlarıma ve Genel Kurulda bu programın süratle intacına katkısı olan milletvekili arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

Komisyon ve Hükümet hazır.

Gruplar görüşlerini ifade ediyorlardı. Şimdi, sıra, Refah Partisi Grubu adına görüşlerini ifade etmek üzere, Zonguldak Milletvekili Sayın Necmettin Aydın'da.

Buyurun. (RP sıralarından alkışlar)

Sayın Aydın, süreniz 30 dakikadır.

Ben senelerdir şu yöntemi uyguluyorum: 30 dakikayı toptan veriyorum, siz bunun ne kadarını kullanırsanız bakiye süreyi diğer arkadaşlarınız kullanıyorlar. Bu nedenle 30 dakikayı başlattım; buyurun.

RP GRUBU ADINA NECMETTİN AYDIN (Zonguldak) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Başbakanlık ve bağlı kuruluşların bütçeleri üzerindeki görüşmelerde, Refah Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Grubumuz adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Başbakanlık, ilgili yasasında belirtildiği gibi, bakanlıklar arasında koordinasyonu sağlamak, hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini izlemek, devlet teşkilatının düzenli bir şekilde işlemesini sağlamak gibi çok önemli bir görevi ifa eden kuruluştur. Başbakanlık ve bağlı kuruluşların bütçe rakamları konusunda teferruatlı açıklamalar yeterince yapılmıştır. Meselenin rakam kısmına fazla girmeden, Başbakanlık teşkilatının yapısını ve fonksiyonlarını değerlendirmek istiyorum.

Herşeyden önce bir koordinasyon görevi yapması gereken Başbakanlığın yapısı bağlı kuruluşlarla değerlendirildiğinde, başlı başına ayrı bir hükümet görüntüsü vermektedir. Personel sayısı açısından, üretilen mal ve hizmetlerin miktarı açısından Başbakanlık ve bağlı kuruluşların ağırlığı hükümetin icracı bakanlıklarına hemen hemen denktir veya 3’te 1’inden az değildir. Hacminin büyüklüğünü tespit ettikten sonra, bağlı kuruluşların, devlet bakanlıkları ihdas edilerek yönetilmeye çalışılması ise, yönetim tekniği açısından, ayrı, büyük bir hatadır; en verimsiz modeldir ve tamamen siyasî mülahazalarla kullanılmaktadır. Fonksiyonel olabilmesi için gerekli olan teşkilata sahip olmayan, devlet bakanlıkları kanalıyla Başbakanlığa bağlı bu kuruluşların yönetilmeye çalışılması, hantallaşmalarına neden olmaktadır.

Ülkemizde, dışticaretten denizciliğe, kömürden gaza, şekerden tuza tüm temel maddelerde ve hatta, kültürel, sosyal hayata yönelik mal ve hizmet üretimindeki rolü açısından bakıldığında, 30’a yakın kuruluşun bağlı olduğu Başbakanlık, bir hizmet bakanlığının da ötesinde, sanki, âdeta, başlı başına bir hükümet gibidir.

Fonksiyonel açıdan bakıldığında ise, Başbakanlık, bu kadar ilgili ilgisiz kuruluşu sevk ve idarede yetersizdir; çünkü, teşkilat yapısı müsait değildir. Devlet bakanlıklarının bir teşkilatı olmadığına göre, siyasî iktidar tarafından bu kuruluşların etkili bir şekilde yönetilmesi, maalesef, mümkün olmamaktadır. Dış Ticaretten Hazineye, milletimiz için fevkalade önemli kuruluşlar, hantal, bürokratik yapılarıyla, ülke kalkınmasında motor görevi görecekken, en büyük engel durumuna düşmektedirler.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bunun için, derhal, devlet bakanlığı uygulamasına son verilmelidir. Bir başka ifadeyle, teşkilatı olmayan bir bakanlık olmamalı veya böyle bir bakanlığa herhangi bir kuruluş bağlanmamalıdır. Başbakanlığa bağlı bu kuruluşlar, derhal, ilgili icracı bakanlıklara bağlanmalıdır. Başbakanlık, aslî görevi olan koordinasyon işlevini daha iyi yerine getirecek şekilde yeniden gözden geçirilmelidir.

Başbakanlık teşkilatına bir başka açıdan baktığımız zaman da, hep şikâyet ettiğimiz bir başka hususu görürüz; o da, merkeziyetçilik anlayışının bir başka biçiminin gerçekleştiğidir. Yetkileri, mahallinden merkeze doğru toplamakta olduğumuz bilinmektedir. Başbakanlıkta ise, bu kadar kuruluş toplanarak, devletin merkezinde bir yoğunlaşma meydana gelmiştir; farklı bir merkeziyetçilik ortaya çıkmıştır. Yetkileri merkezileştirdiğimiz yetmiyormuş gibi, kuruluşları Başbakanlıkta toplayarak bir başka merkeziyetçilik biçimini gerçekleştirmiş olmaktayız.

Başbakanlığın ve devlet bakanlıklarının teşkilat yapısı müsait olmamasına rağmen, temel mal ve hizmetlerin üretimini üstlenen kuruluşların Başbakanlığa bağlı oluşu bir başka sonucu ortaya çıkarmaktadır; o da, siyasî otoritenin zaafa uğramasıdır.

Tüm bu kuruluşları, sevk ve idareden yoksun Başbakanlık veya devlet bakanlıklarına bağlamak, devletimizin, zaten mevcut bürokratik karakterini iyice ortaya çıkarmaktadır. Bürokrasimizdeki hiyerarşik yapının uzunluğunu da dikkate aldığımızda, nasıl bir hantal devlet yapısıyla karşı karşıya olduğumuzu anlamamız kolaylaşacaktır. Bir hastanedeki eczanenin yerinin değişmesi için yapılan yazışmaların iki seneye yakın sürdüğüne, resmî bir binaya bir pencere açmak için yine bir o kadar zaman geçtiğine şahit olmak, millet adına, devletimiz adına şahit olduğum en acı olaylardan biri olmuştur.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Başbakanlık bütçesini görüşürken, elbette, Başbakanlık yetkisinin kaynağını da mutlaka konuşmamız lazımdır. Demokrasilerde, Başbakanlık, millet iradesinin temsil makamıdır, millete vekâlet edilen makamdır, eski tabirle Başvekâlettir, millet adına, milletin işlerinin yürütüldüğü makamdır; demokrasinin ilk kuralı olan millet çoğunluğunun seçimlerde verdiği destekle gelinmesi gereken, millet adına icraat yapılması, bütçe yapılması, harcama yapılması gereken makamdır. Bugün, üzerinde asıl durmamız gereken nokta budur. Yani, başbakanları halk seçer, başbakanlar, seçim kazanan partilerin genel başkanlarından olur. Demokrasilerin yazılı olmayan; ama, halkın vicdanında yazılı olan en temel kuralı budur; ancak, ne yazık ki, bugünkü Sayın Başbakan girdiği son üç seçimde partisinin oyunu yüzde 36'dan yüzde 19'a düşürmüş bir Sayın Genel Başkandır. Genel Başkan olarak girdiği üç genel seçimde oyları azalarak yüzde 19'a inmiştir.

MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Kayseri) – En son yüzde 8...

NECMETTİN AYDIN (Devamla) – Bugünkü Sayın Başbakan, çokpartili demokratik hayatımızda Başbakanlığı en hak etmemiş Başbakandır. (RP sıralarından alkışlar)

Çankaya tarafından tercih edilmiş olabilirsiniz, kartelci medyanın desteğini de almış olabilirsiniz, demokrasiyi içine sindiremeyenlerin tercihi de olabilirsiniz, birtakım çıkar çevrelerinin kendi menfaatlarını ve avantalarını her şeyden önemli görenlerin desteğini de almış olabilirsiniz, milletin sandıkta ortaya koyduğu iradenin tersine, 50'ye yakın milletvekilini bir haftada partilerinden istifa ettirerek, Meclisten 276 oyu da alabilirsiniz...

BAŞKAN – Sayın Aydın, 2 dakikanız var efendim.

NECMETTİN AYDIN (Devamla) – ...ve şeklen bütün şartları yerine getirip Başbakanlık koltuğuna da oturabilirsiniz; ancak, gerçekte, demokrasinin yazılı olmayan kurallarına, teamüllerine göre, halkın vicdanında Başbakan olamazsınız. (RP sıralarından alkışlar)

Başbakanlık, halkın kalbidir. Başbakanlık, halkın gönlüdür. Başbakanlık, sevgi makamıdır; halkın rızası olmadan orada oturamazsınız. Elbette ki, halkı yok sayabilirsiniz, halkı hiçe sayabilirsiniz, halkın vermediğini ele geçirebilirsiniz; ama, inanın, halk ellerini ovuşturmuş bekliyor; sandığı bir eline geçirse, kendini yok sayanları yok sayacak, haberiniz olsun. Halkımız, önümüzdeki seçimlerde büyük bir demokrasi dersi verecek, demokrasimiz büyük bir zafer kazancak. Gelin, bir iyilik edin, bu zaferi geçiktirmeyin. Genel Başkanımızın yaptığı gibi, gelin, demokrasi tarihimizdeki dönüm noktası olan 14 Mayısta genel seçimleri yapalım.

Başbakanlıkla ilgili, üzerinde durmamız gereken bir diğer önemli konu veya yazılı olmayan bir başka görev ise, milletin arzu ve isteklerini anlamak, doğru anlamak ve onları gerçekleştirmeye çalışmaktır. Bütçeler de bunların uygulama planlarıdır. Millet ne istiyor; millet eğitim ve öğretim hakkı istiyor, imam-hatip okulu yapıyor, Kur'an kursu yapıyor. Sayın Başbakan ve Hükümet ne yapıyor; imam-hatip okullarını ve Kur'an kurslarını kapatıyor. İmam-hatip okullarının orta kısmı ve Kur'an kursları fiilen kapanmıştır. Buraya çıkıp, milletin gözünün içine baka baka aksini söyleyen yalan söylemiş olur.

BAŞKAN – 10 dakikanız doldu efendim.

NECMETTİN AYDIN (Devamla) – 16 yaşına kadar, milletin çoluğuna çocuğuna dinini öğretme hakkı elinden alınmıştır, 16 yaşından sonra zaten pedagojik olarak mümkün değildir. Şimdi, milletimiz, çoluğuna çocuğuna dinini öğretme hakkını; yani, en temel demokratik insan hakkı olan eğitim hakkını elinden alanlara demokrasiyi öğretmek için sabırsızlanıyor. Milletin imam-hatip okulunu, Kur'an kursunu kapatıp, Moon tarikatından aydınlanmaya çalışan karanlık zihniyetleri milletimiz seçim sandığında parlatacaktır; demokrasi, insan hakkı, eğitim öğretim hakkı neymiş öğretecektir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bakınız, mahkemelerin parti kapatması, tabela değişikliğinden öteye geçmez; ancak, milletin sandıkta kapattığı partiler ilelebet iflah olmazlar.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Aydın, teşekkür ediyorum.

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Çok veciz bir konuşma yaptı(!)

BAŞKAN – Refah Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere, ikinci konuşmacı Sayın Dikici; buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)

RP GRUBU ADINA HASAN DİKİCİ (Kahramanmaraş) – Teşekkür ediyorum Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şahsım ve Grubum adına Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Denizler, sahip olduğu doğal zenginlikler ve güzelliklerle insanoğlunun ortak malı ve gelecek nesillere devredecekleri en önemli ortak mirasıdır. Denizler, tarih boyunca, kıtaların, ulusların, medeniyetlerin, zenginliklerin, kültürlerin, insanlığın birbiriyle tanışmasına, kaynaşmasına, aradaki alışverişe imkân sağlayan bir ortam meydana getirmiştir. Denizlerin önemini, sevgisini, insanların kalplerine yerleştirmeliyiz. Deniz konusunda insanları bilinçlendirmeliyiz. Bunları yapamadığımız sürece, denizlerin geleceği karanlık, denizcilik konusundaki bütün çabalarımız da etkisiz kalmaya mahkûmdur.

Ülkeler, dünyada barış ve tüm insanlar için daha elverişli hayat koşulları aramak durumundadır. Bunun için, denizciliğin ülkelere servet ve uluslara hizmet olduğu temel felsefesini insanlığa tam olarak kabul ettirmek durumundayız. Dünya coğrafyası, dünya coğrafyasında kıtaların yer alış durumları, denizlerin önemini her gün biraz daha öne çıkarmaktadır. Dünyada hiçbir ülke, ne doğal kaynakları ne tarım ürünleri ve ne de sanayi ürünleri bakımından kendi kendilerine yeter durumdadır, hiçbir zaman da olmayacaktır. Bunun için, deniz ve özellikle de deniz taşımacılığından vazgeçilmesi asla mümkün değildir. Denizciliği ve deniz taşımacılığını, her gün biraz daha ileri hedeflere götürmeliyiz. Bu gerçekler göstermektedir ki, deniz taşımacılığında çok büyük rekabet vardır. Denizciliğin ve deniz taşımacılığının tartışılamayan gerekliliği, ekonomik açıdan önceliği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

Deniz taşımacılığına olan aşırı talep, yasal düzenlemeye olan ihtiyaç yanında, eğitim, sanayi, ticaret ve hizmet alanlarını da beraberinde getirmektedir. Denizcilik, ürün faaliyeti olarak, balıkçılığı; destek hizmetleri yan faaliyetleri olarak, acenteciliği, sigortacılığı, brokerliği; ticaret faaliyeti olarak, deniz taşımacılığı ve uzantılarını; hizmet faaliyeti olarak, limancılığı, yat turizmini; sanayi faaliyeti olarak, gemi inşaını ve daha nice hizmet dallarını içerisine almaktadır. Denizcilik faaliyetlerinde can ve mal güvenliği şarttır. Bunu sağlamanın yolu da, deniz ve denizcilik hakkında bilgili, eğitimli insan yetiştirmektir. Denizcilik, yapısı gereği, tam manasıyla uluslararası bir mahiyet kazanmıştır. Ülkemizin kalkınması için, denizciliğe ve deniz taşımacılığına milletçe sahip çıkmalıyız, gelişmesi için üzerimize düşen görevi yapmalıyız. Dünya limanlarında, her yıl, 10 milyar ton yük el değiştirmektedir. Taşımacılık, limancılık faaliyetleri ve diğer yan dallarıyla, dünyada, büyük bir ekonomik üretim meydana gelmektedir.

Dünyada gıda ihtiyacının her gün biraz daha artması, balığa olan talebi artırmaktadır. Balık ile bacasız sanayi denilen turizm sektöründe, denizin önemini çok yakînen bilmeliyiz.

Bugün, ulusal denizciliğimizi değerlendirirsek, toplam 670 milyon dwt'luk dünya filosu içinde, deniz ticaret filomuz, 11 milyon dwt'la 17 nci sıradadır. Dışticaret yüklerimizin yüzde 40'ı, yani, 36 milyon tonu kendi gemilerimizde taşınmaktadır; 54 milyon ton yükümüz ise yabancı bayraklı gemilerle taşınmaktadır. Her sene, yabancı gemilere, 2 milyar dolar navlun ödemekteyiz. Gemi sayısının artırılması, filonun modernleştirilmesi, yaş ortalamasının aşağıya çekilmesi şarttır.

Ülkemizde önemli bir altyapı ve meslekî bilgi vardır; ancak, yıllık üretimimiz 10 bin dwt'dur. Dünya üretimi ise, her yıl, 40-50 milyon dwt'dur. Alacağımız tedbirlerle, yıllık üretimin 1 milyon dwt'na çıkarılması gerekmektedir.

Resmî, özel sektör ve mahallî idarelere ait olmak üzere, ülkemizde, toplam olarak 164 kıyı tesisi bulunmaktadır. Mevcut kapasitenin büyütülmesi, limanlarımızın modernleştirilmesi, işletmecilikte yeniliklerin uygulanması şarttır.

10 bini belgeli, 20 bini belgesiz toplam 30 bin yat yatak adedi, 1 000 belgeli yat ve 21 yat limanıyla kapasitemizi tam olarak kullanamıyoruz. Bunların sayılarını mutlaka artırmalıyız.

Halkımızın önemli bir gelir kaynağı deniz balıkçılığı olabilir. Balıkçılığımızı, kıyılarımızdan açık denizlere açmamız lazımdır. Balıkçı gemisi filomuzu, açık denizlere göre geliştirmeliyiz.

Denizcilikte eğitim ve öğretim temel şarttır. Gerek hizmetiçi eğitimde gerekse yükseköğretimde arzulanan seviyede değiliz; denizcilik yüksek teknoloji enstitüsü seviyesinde yapılanmalıyız.

Dünyada 300 milyar dolarlık deniz taşımacılığı yapılmaktadır. Millet olarak, bunun sadece 5 - 6 milyar dolarını alabiliyoruz; yani yüzde 1,5 - 2 civarındaki dilimini almaktayız, daha fazla pay almanın şartlarını zorlamalıyız.

Türkiye'nin, obolar haricinde -bir tankerin haricinde- hiçbir tankeri yoktur; kimse yeni tanker almamıştır; çünkü, taşıma konusunda bir garantisi yoktur. Yakıtımız, ne acıdır ki, Yunan gemileriyle taşınmaktadır. Türk parasıyla Türk düşmanlığı... Bu çelişkiden derhal kurtulmalıyız.

Mersin, İskenderun konteyner limanlarını iyileştirmeliyiz. Akdenizde modern bir konteyner limanı yaparak, Güney Kıbrıs'ın üstünlüğünü kendi limanımıza kaydırmalıyız.

Büyük sahil şeritlerimizde, özellikle İstanbul, İzmir, Mersin, İskenderun'da ihtisas mahkemelerinin kurulması şarttır.

Boğazlarımızdaki deniz trafiğini, Karadeniz girişinden Ege Denizi girişine kadar ekrandan kontrol edecek bir gemi trafik hizmetleri sisteminin kurulması elzemdir.

Limanlar bilgisayarla donatılmalıdır. Liman mevzuatı çok eskidir. Günün şartlarına uygun hale getirilmelidir.

Dünya deniz ticaret filosunda 76 bin gemi vardır. Mevcut 76 bin gemide gizli olarak 50 - 52 bin kaptan açığı mevcuttur. Batı, bu açığı sağlamak istemiyor; çünkü 10 - 12 bin dolar maaşla kendi adamını istihdam ediyor, neden, 3 - 4 bin dolara bir Türk kaptanı istihdam etmesin? Buna mani olan İş ve İşçi Bulma Kurumunun ilgili mevzuatı bu yönde düzenlenmelidir.

Gemi söküm tesisleri ülkemizde sadece Aliağa'da bulunmaktadır. Gemi söküm bölgesi, Arsa Ofisi tarafından parsellenerek, 18 firmaya kiraya verilmiştir. Alt ve üst yapıyla ilgili tüm harcamaları, gemi sökümcüleri tarafından karşılanmıştır. Bu sektörün canlandırılması ve dünyada iddialı olması için, ülke ekonomisine demir hurda hammaddesiyle, denizcilik camiasına birçok malzeme katkısı olan bu sektörün, acilen desteklenmesi, ülkemiz çıkarına olacaktır.

Kiralar fazladır; aynı zamanda, kira süresi kısadır. Kiraların düşürülmesi ve kira süresinin en az on yıla çıkarılması faydalıdır. Sökümün dışında, gemi bakım ve onarımının yapılabilmesi için, bu sektör teşvik edilmelidir.

BAŞKAN – Sayın Dikici, 1 dakikanız var efendim.

HASAN DİKİCİ (Devamla) – Bitireceğim efendim.

Bunun için, Aliağa'da eksik olan bakım-onarım tersanelerinin devreye girmesi şarttır.

Denizcilik Müsteşarlığında acımasızca memur kıyımı yapılmıştır; aynı zamanda, personel sayısı da büyük oranda şişirilmiştir. Atamalarda, kardeş Turgut, yine önplandadır. Gemi İnşaat ve Tersaneler Genel Müdür Yardımcılğına Hayrettin Kadıoğlu atandı. Kadıoğlu Rizelidir; kardeş Turgut'un referansıyla bu göreve getirilmiştir. İstanbul Bölge Müdürlüğüne atanan Taşkın Çilli, kardeş Turgut'un referansıyla göreve getirilmiştir. Taşkın Çilli'nin kayınbiraderi, Turgut Yılmaz'a ait bir şirkette müdür olarak çalışmaktadır. Bu tür atamalara son verilmelidir.

SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Artvin) – Bakan... Bakan... Bakanın imzası var. Ne referansı?..

HASAN DİKİCİ (Devamla) – Rahatsız oldunuz herhalde... Dinlerseniz iyi olur. Cevabı buradan verirsiniz, oradan değil; cevap meydanı burasıdır.

BAŞKAN – Sayın Dikici, sürenizi siz kullanın lütfen.

HASAN DİKİCİ (Devamla) – Deniz ve denizciliğimizin ülkemize servet, milletimize hizmet etmesini diliyorum. Denizcilik Müsteşarlığı bütçesinin, yüce milletimize, Müsteşarlık personelimize hayırlı olmasını Cenabı Hak'tan niyaz ediyorum. Dünyada bayrağımızı dalgalandıran denizcilerimize başarılar diliyorum. Hayatını kaybeden denizcilerimize Allah'tan rahmet diliyor, Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Dikici, teşekkür ediyorum.

SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Artvin) – Son cümlenizi alkışlıyorum.

HASAN DİKİCİ (Devamla) – Cevabı burada verirsiniz Sayın Hatinoğlu.

BAŞKAN –Refah Partisi Grubunun görüşlerini üçüncü sırada ifade etmek üzere, Sayın Mustafa Hasan Öz; buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)

Süreniz 9 dakikadır.

RP GRUBU ADINA MUSTAFA HASAN ÖZ (Ordu) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ben de, Refah Partisi Grubu adına, Denizcilik Müsteşarlığı ve Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün 1998 malî yılı bütçeleri üzerinde görüşlerimi açıklamak istiyorum. Hepinizi ve yüce milletimizi saygıyla selamlıyorum.

Bütçe görüşmelerimiz, bir yerde, bütçenin analizinin yanında, siyasî gelişmelerin, ülkenin ekonomik, sosyal yapısının da değerlendirildiği, hükümet ile ilgili tespit, öneri, yönlendirme faaliyetleri açısından da önem arz etmektedir. İşçinin, memurun, cümle ücretlinin sokaktaki feryadı, milletin kötü durumda olduğunu gösteriyor. Buna karşılık rantiyeye kulak verilirse, Hükümet icraatının mükemmel olduğu belirtiliyor. Bu iki farklı ses, iplerin kimin elinde olduğunu gösteriyor. Dileriz, bu ip bir an evvel kopsun...

Ne yazık ki, Hükümet, hem iç politikada hem de dış politikada başarısız oldu. Bir yandan Avrupa'dan, diğer yandan İslam Konferansından kovulan yöneticilerimiz de, ülkemiz de, gelecek çizgisinde kendisini yeniden sorgulamalıdır. Yoksa, Doğu’dan-Batı’dan gelecek baskılar, içeride de toplumun hoşnutsuzluğu ile bir araya gelirse, bu, geleceğimizi karartır. Toplumun kültürü, tarihi ve idealleriyle barışmakla işe başlanmalıdır. Türkiye, tam bir hukuk devleti olmak, insan haklarına bağlı olmak, yolsuzlukları önlemek, imtiyazlı menfi grupları ortadan kaldırmak, Anayasası, siyasî partileri ile birçok kurum ve kuruluşu ile kendine bir çekidüzen vermek zorundadır. Toplumsal barış ve güveni ortadan kaldıran oluşumlar tasfiye edilmelidir. Artık, hayırlı bir karar vermek zorundayız

Denizcilik Müsteşarlığına gelince: Bilindiği gibi, 54 üncü Hükümet, Denizcilik Müsteşarlığı çalışmalarında geçmişe oranla çok faydalı işler gerçekleştirmiştir.

Denizcilik sektörü, tümüyle, milletlerarası bir sektördür. Dünya deniz ticaretine bir göz atılırsa, 1996 yılı itibariyle, denizyoluyla gerçekleşen ticaret hacmi 4 milyar 790 milyon tondur. Dünya ticaretinin yüzde 85 - 90'ı deniz taşımacılığıyla yapılmakta ve bu, 722 milyon dwt'luk dünya ticaret filosu, 37 965 adet gemiyle gerçekleştirilmektedir.

Dünya ticaret filosu dikkate alındığında, dışticaret ürünlerimizin yüzde 91,4'ü denizyoluyla taşınmaktadır. Dışticaret taşımalarının yüzde 35,5'lik kısmı Türk bayraklı gemilerle yapılmaktadır; bu da göstermektedir ki, 11 milyon dwt'luk kapasiteye ulaşmış Türk deniz ticaret filomuzun, daha da büyümesi, dışticaret taşımalarından daha fazla pay alması gerekmektedir. Ayrıca, gemi inşa sanayiine önem verilmesi gerekmektedir. Bu sanayi, kapasitesi olduğu halde kullanılamamaktadır. Yine, bu sanayiin, Karadeniz, Akdeniz ve Ege Bölgelerinde gelişmesi sağlanmalıdır. Duyduğumuz "yeni tersanelerin hizmete açılacağı" ifadesinin, yerini bulması gerekmektedir.

Bütün bunlara ilaveten, donanmamıza ait gemilerin de yurdumuzda inşası konusu ciddî manada düşünülmeli, gereken girşimler yapılmalıdır.

Denizcilik Müsteşarlığı, ülkemizin, dünya deniz ticaretinden daha fazla pay alması için gerekli tedbirleri almak zorundadır. Bunu, daha etkili yapabilmek için, Müsteşarlığın, mutlaka, denizcilik bakanlığına dönüştürülmesi şarttır. Bu hususta, 54 üncü Hükümet döneminde çalışmalar başlatılmış ve komisyonda görüşmeler yapılmıştı.

Yine, 54 üncü Hükümetin başlattığı denizcilik şûrası çalışmalarını, Sayın Bakanımız, devam ettirerek, sonuçlandırmıştır. Alınan kararlar ve yapılan çalışmalar, bundan sonra önem arz etmektedir.

Ülkemiz, boğazlarının ve ülkemizin tüm kıyılarındaki gemilerin seyir emniyeti, deniz kirliliği gibi hususlarda tüm tedbirleri almak ve takip etmek durumundadır. Ayrıca, gemi adamlarının da çok iyi eğitilmesi gerekmektedir. 54 üncü Hükümet döneminde çalışmaları başlatılan, boğazlarımızda ve kıyılarımızda seyir güvenliği için, kıyı emniyeti ve gemi kurtarma genel müdürlüğünün kurulması, tabiî ki, önem arz etmekteydi. Bu da, tamamlanmıştır; ama, uzman personel, araç ve gereçle, bir an evvel faaliyete geçirilmelidir. Ayrıca, bölge ve liman başkanlıklarının, yetişmiş ve yeterli elemanlarla donatılması gerekmektedir.

Deniz kenarındaki illerimiz, deniz taşımacılığı talep etmektedirler. Ordu İlimizde de, özellikle yaz aylarında, denizyoluyla İstanbul'a gitmek için yoğun talepler vardır. İstanbul-Trabzon feribot seferleri, Trabzon dönüşünde Ordu iskelesine de uğrayabilir; eskiden bu uygulama vardı, bu yeniden sağlanabilir.

Balıkçılarımızın mağduriyetinin giderilmesi için de, bütün limanlarımızda ve balıkçı barınaklarımızda olduğu gibi, Ordu'daki balıkçı barınaklarının da beklentisi, limanların, balıkçı barınaklarının taranması, çekek yerlerinin bakım ve onarım yapılabilecek kapasiteye ulaştırılması gerekmektedir.

Trolcülükle hatalı uygulamaların önüne geçmek için de daha etkili tedbirler alınmalıdır.

Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğüne gelince: Bu kuruluş, Türk Silahlı Kuvvetleri, tarım, orman, ulaştırma, şehircilik, enerji, sağlık, turizm, inşaat, çevre, adalet gibi çok çeşitli kamu ve özel sektöre hizmet vermektedir. 1986 yılında Başbakanlığa bağlı Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün, Denizcilik Müsteşarlığı bünyesine alınacağı ifade edilmektedir. Bunun birçok sakıncaları olacağından, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü için bir geri adım olarak değerlendirmekteyiz; bu konuyu öğrenmek istiyoruz.

1994 yılında kurulan Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün döner sermayesinin gelirini, ağırlıklı olarak havacılık sektörü ve özel sektör oluşturmaktadır. Ancak, en iyi gelir kaynaklarından biri de deniz sektörüdür. Ne yazık ki, Devlet Meteoroloji İşleri, denizcilik sektöründen gelir temin edememektedir. Bu konuda çalışmaların yapılması gerekmektedir. Her iki birim de aynı Devlet Bakanımıza bağlıdır; bu konuda da bilgi almak isteriz.

Bütçede, personel giderlerinde yüzde 106 artış öngörülmüştür. Hükümetin politikasındaki memur maaş artışı bunun altında kalmaktadır. Her halde bu fark, kıyım boyutuna varan tayinlerin yolluklarını karşılamak amacıyla konulmuştur.Genel Müdürlük, araeleman ihtiyacını, bünyesindeki meteoroloji meslek lisesinden karşılamaktadır; ancak, bu okulun mezunları, bir müddet sonra, ne yazık ki, çeşitli yüksekokulları bitirip, değişik meslek kollarına dağılmaktadırlar. Adı geçen okulun yüksekokul haline getirilmesi, Genel Müdürlüğün eleman teminini rahatlatacak ve sağlıklı bir ölçüm imkânı getirecektir.

Denizcilik Müsteşarlığı ve Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün bütçelerinin hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Öz, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, gruplar adına yapılan görüşmeler tamamlanmıştır. Daha önce alınan karar ve Yüce Heyete duyurulan duyuru gereği, ifade ediyorum ki, artık, bundan sonra soru önergesi alınmayacaktır, soru sorma işlemi tamamlanmıştır.

Şimdi, kişisel görüşlerini ifade etmek ve lehinde olmak üzere, Sayın İbrahim Yılmaz; buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

İBRAHİM YILMAZ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz 1998 yılı Başbakanlık bütçesi üzerinde görüşlerimi arz etmek üzere huzurlarınızdayım; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, Başbakanlık, Türkiye'deki merkezileşme hastalığının tam merkezidir ve en tipik örneğidir. Türk idarî sisteminde, bütün yetki ve görevleri, Başkentte, bakanlık merkez teşkilatlarının bünyesinde toplama hastalığı vardır. Bakanlıklarımız, her ne hikmetse, taşraya yetki devretmekte çok cimridir. Yerel yönetimlere yetki devretmek şöyle dursun, kendine bağlı, kendi uzantısı il ve ilçe müdürlüklerine yetki devredilmez. İşler Ankara'da çözülür, bakanlık bürokratları, illerdeki bürokratlara güvenmez, görev ve yetkileri devrederse, bunların kötüye kullanılacağını düşünürler.

Bu sebeple, Türkiye, bütün işlerin Ankara'da çözüldüğü bir idarî yapıya sahiptir. Bunun içindir ki, vatandaşlarımız, en basit işleri için Ankara'ya gelir, bakanlık ve Meclis koridorlarını doldurur. Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşları, bu yanlış idarî sistemin bahtsız kurbanlarıdır. Biz, milletvekilleri de, bu yanlış yapı içerisinde, seçmenlerimize ve vatandaşlarımıza hizmet sunmak için çırpınır dururuz. Bu yanlış idarî yapının en bariz örneğini, Başbakanlığımızın idarî yapısında görüyoruz.

Başbakanlık, bakanlıklar arasında koordinasyonu sağlayan bir yapıda olması gerekirken, icranın içine, boğazına kadar gömülmüştür. Her iş başbakanda bitecek tarzda bir yapı oluşmuştur. Devlet bakanlarımız eliyle yürütülen birim ve hizmetler, aslında Başbakanlığın kuruluşudur. Bu idarî yapı akla ve ilme uygun değildir. Bu yapıyı, yönetim ve yetki genişliği esasına göre düzeltmeden, Türkiye'de ne vatandaş ne de başbakanlar rahat edebilir.

Sayın milletvekilleri, Türkiye'de asgari müştereklerimiz çok düşüktür. Asıl bunun yükseltilmesinin çarelerini aramalıyız. Sadece ülkenin birlik ve bütünlüğünde yüksek olan asgari müştereklerimizi, diğer konularda, yerel yönetim yasalarında, özelleştirmede, sosyal güvenlikte, vergi yasalarında yükseltebilirsek, sıkıntılarımızın büyük bir kısmını da çözmüş oluruz.

Sayın milletvekilleri, bu önemli konuda, Başbakanlıkta, Başbakanlık merkez teşkilatları ve kamu yönetiminin yeniden yapılandırılması 2000 projesi çalışmaları başlatılmıştır.

Bildiğiniz gibi, 3056 sayılı Başbakanlık Teşkilatı Hakkında Kanunda, Başbakanlığın görevleri arasında, devlet teşkilatının düzenli ve etkin bir şekilde işlemesini temin etmek ve kamu kurumları arasında koordinasyonu sağlamak vardır. İdarede etkinlik ve verimliliği sağlamak için, yıllardır şikâyet ettiğimiz hantal ve verimsiz devlet, bu şekilde, fonksiyonel ve etkin hale getirilmiş olacaktır. Öncelikle, Başbakanlık, dinamik bir koordinasyon merkezi haline dönüştürülecektir.

Sayın milletvekilleri, 1998 malî yılında, 12 bağlı kuruluşla beraber toplam 113 trilyon lira olarak öngörülen Başbakanlık ödeneği, merkez teşkilatı için 28 trilyon lira öngörülmüştür. Bu ödenek içinde en yüksek artış, yüzde 218,4 ile yatırımlara ayrılan ödeneklerde öngörülmüştür. Bunun nedeni de, yeniden yapılanma projesi çerçevesinde, Başbakanlığın tüm birimlerinin bilgisayar ağıyla donatılacak olmasıdır.

İdarî reform kapsamında, hizmetlerin yerinden görülmesi anlayışıyla, merkezî idarenin bazı yetkilerinin taşra teşkilatlarına ve mahallî idarelere devri öngörülmektedir. Hizmette etkinlik ve verimlilik esası, kurumlar içinde alt kademelere yetki devri de aynı kapsamda öngörülmektedir.

Mevzuat reformu kapsamında, mevcut hukukî düzenlemelerin basitleştirilmesi ve günün şartlarına uygun hale getirilmesi yanında, Bakanlar Kurulu kararı gerektiren konuların da asgarîye indirilmesi öngörülmektedir.

Personel reformu kapsamında da, torpil ve adam kayırma gibi, sizlerin de şikâyette bulunduğunuz bu büyük sorun çözüme kavuşturulacaktır.

Devletin iki yakasının bir araya getirilmesinde gelir yönü bir tarafı oluştururken, harcamalar açısından da kamu harcamalarının disiplin altına alınması gerekmektedir. İşte, Başbakanlık tarafından hazırlanan bu projenin ülkemize katkısı bu yönde olacaktır.

Sayın milletvekilleri, Türkiye, 21 inci Yüzyıla hazırlandığı şu günlerde, şanslı bir dönemin sıkıntılarını yaşamaktadır. Türkiye'nin şansını artıran ve ufkunu aydınlatan en önemli husus da, hiç şüphesiz, ülke ekonomisinde sorunları bilen, çözüm üreten bir hükümetin bulunmasıdır.

Geçen yılki bütçe tartışmaları ile bu yılki bütçe tartışmaları arasındaki fark, bugünkü Türkiye'yi çok iyi anlatmaktadır. Hafızalarda henüz tazeliğini koruyan 54 üncü Hükümetin tahribata uğrattığı Türkiye manzarası, bugünün kadrini ve kıymetini daha iyi anlatmaktadır. Uçurumun eşiğine gelen Türkiye, Yüce Meclisin demokratik basiretiyle kurtarılmıştır. Bugün itibarıyla Türkiye, altı ay önce yaşadığı bunalım dönemini aşmış bulunmaktadır. 55 inci Hükümeti kurmak gibi, demokratik bir basiret örneği sergileyen Türkiye'nin yarınları aydınlık ve parlak olacaktır.

CAFER GÜNEŞ (Kırşehir) – Buna kendin inanıyor musun?!.

İBRAHİM YILMAZ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, Türkiye, dostluğuna da komşuluğuna da güvenilen bir ülkedir ve öyle olmaya da devam edecektir; ama, onlar, yani, Yunanistan'ın isteği doğrultusunda alınan Türkiye aleyhindeki kararlara sevinenler, Türkiye, Batı çizgisinde olduğu için İslam Konferansında aradığını bulamadı diye ellerini ovuşturanlar, Türkiye'yi gerçekten sevdiklerini izah edemezler. O ülkelerin hiçbirisi, bizim, yüreğimizin yarısı saydığımız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devletini neden tanımadıklarını da izah edemezler. Neden, bölücü eşkıyanın liderini ülkesinde konfor içinde barındıran Suriye'nin, Yunanistan ile yaptığı askerî işbirliği antlaşmasını tartışmazlar? Halbuki, herkes biliyor, kendileri de biliyor; bugün, Türkiye'nin İsrail ile yaptığı antlaşmanın altında kendi imzaları bulunmaktadır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin enflasyona bağlı sıkıntıları vardır. Bugün, Anadolu'nun dört bir yanında "artık yeter, çözün bu sıkıntılarımızı" diye bu Yüce Meclisten çare bekleyen milyonlarca insanımızın karşısında samimî olmak mecburiyetindeyiz. Siyasî ve şahsî hesapların üstünde düşünce ve çareler üreterek işsizliği ve yoksulluğu, adaletsizliği sona erdirmek mecburiyetindeyiz.

Bu bütçe hazırlanırken hedef ile hayal karıştırılmamıştır.

Değerli milletvekilleri, biraz önce, bu küsüde, çok ilginç şeyler söylendi. Başbakan, geçen yılki bütçe görüşmelerinde bütçesini takdim ederken "siz, bizim hayallerimize yetişemezsiniz" dedi. (RP sıralarından "Doğru" sesleri) Doğrudur... Denk bütçesini anlattı, özelleştirmeden 4,7 milyar dolar beklediklerini, bu paraların ne zaman geleceğini soranlara da -zabıtlarda vardır bu- mart ayına kadar geleceğini söyledi. Bunun doğru olup olmadığını, o dönemin Sayın Maliye Bakanının konuşmalarında bulabiliriz. Maliye Bakanı, en erken, bir kısmının, yılın ilk altı ayında, gerisinin de dokuz ay içerisinde gelebileceğini burada söyledi. Hangisi doğru; her ikisi de yanlış çıktı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İBRAHİM YILMAZ (Devamla) – Sayın Başkanım, 1 dakika...

BAŞKAN – Sayın Yılmaz, bütçede kimseye süre vermedim efendim.

İBRAHİM YILMAZ (Devamla) – Sayın Başkanım, 1 dakika rica ediyorum efendim.

ŞÜKRÜ YÜRÜR (Ordu) – Sizin, Kayserililere karşı zafiyetiniz vardır; eksüre verin Sayın Başkan.

BAŞKAN – Maalesef efendim, maalesef...

Evet, buyurun efendim.

İBRAHİM YILMAZ (Devamla) – 330 günlük Refahyol döneminde 363 milyon dolarlık özelleştirme gerçekleştirildi. 55 inci Hükümetin ilk 100 gününde 287 milyon dolarlık ve bugüne kadar da 750 milyon dolarlık özelleştirme gerçekleştirilmiştir.

İşte, yetişemediğimiz hayalleri... Denk bütçenin ilk altı aylık açığı 772,5 trilyon liradır; yıl sonu açığı da 2,6 katrilyona ulaşacaktır. Hayali kaynak paketleriyle 1 katrilyon 160 trilyon gelir hedefine karşılık, sadece 10 trilyon; yani, 116'da 1'i gerçekleşmiştir; bu örnekleri çoğaltabiliriz. İşte yetişemediğimiz hayalleri de bunlardır.

Sayın milletvekilleri, sözün özü, 55 inci Cumhuriyet Hükümeti, milletin ve Türkiye'nin menfaatlarına olan fedakâr icraatlarıyla...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

CAFER GÜNEŞ (Kırşehir) – Ismarlamayla olmuyor bu işler!..

İBRAHİM YILMAZ (Devamla) – Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Yılmaz, teşekkür ediyorum.

Efendim, zarurete binaen düzeltiyorum -Sayın Yılmaz, yanlış anlamayın- 55 inci Cumhuriyet Hükümeti değil; bir tane cumhuriyetimiz var; cumhuriyetin 55 inci Hükümeti, zabıtlar o şekilde düzelsin istiyorum.

DEVLET BAKANI BURHAN KARA (Giresun) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Sayın Bakan, zatıâliniz mi teşrif edeceksiniz?

DEVLET BAKANI BURHAN KARA (Giresun) – Evet efendim.

BAŞKAN – Hükümet adına, konuşmalara cevap vermek üzere ya da katkıda bulunmak üzere, Devlet Bakanı Sayın Kara; Buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

Hükümetin 30 dakikalık konuşma süresi var; 30 dakikayı başlatıyorum.

DEVLET BAKANI lŞIN ÇELEBİ (İzmir) – Sayın Başkan, sürenin 15 dakikasını ben kullanacağım.

BAŞKAN – Ben süreyi başlatıyorum; 15 dakika olunca uyaracağım.

İSMET ÖNDER KIRLI (Balıkesir) – Sayın Başkan, aleyhte konuşması için Sayın Özal'a söz verecek misiniz?

BAŞKAN – Sayın Özal, sizi daha sonra kürsüye çağıracağım.

DEVLET BAKANI BURHAN KARA (Giresun) – Sayın Başkan, süremi baştan alır mısınız?

BAŞKAN – Ben sürenizi bir daha başlatayım Sayın Kara. Yani, komşuluk hukuku vardır; bir daha sıfırlayıp, yeniden başlatayım.

DEVLET BAKANI BURHAN KARA (Giresun) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Bakanlığıma bağlı, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü ve Denizcilik Müsteşarlığının 1998 malî yılı bütçe görüşmeleri vesilesiyle sözlerime başlarken, şahsım ve Bakanlığıma bağlı kuruluşlar adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bakanlığıma bağlı kuruluşların bütçesinin görüşülmesi esnasında eleştiri, dilek ve önerilerde bulunan sayın milletvekillerine, olumlu katkılarından dolayı şahsım, Denizcilik Müsteşarlığı camiası ve Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü camiası adına şükranlarımı sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, bugün, denizyoluyla, dünyada yaklaşık 5 milyar ton yük taşınmaktadır. Bunun 1,5 milyar tonunu hampetrol teşkil etmektedir. Türkiye, yaklaşık olarak 5 milyar tonluk yük pazarından 11 milyon dwt'luk ticaret filosuyla pay almaya çalışmaktadır. Halbuki, Yunanistan 47,6 milyon dwt ile dünya sıralamasında üçüncü, Güney Kıbrıs ise 36,7 milyon dwt ile beşinci sırada bulunmaktadır; Türkiye ise, son yıllarda sağlanan önemli gelişmeye rağmen 11 milyon dwt ile 17 nci sırada yer almaktadır. Bu itibarla, ülkemizin ticaret filosunu çok kısa zamanda büyüterek ve yenileyerek, dünyada, deniz taşımacılığında hak ettiği yeri almasını sağlamak zorunluluğu vardır.

Denizcilik sektörümüzün, ülkemize yılda 6 milyar dolarlık döviz girdisi sağlaması, azımsanmayacak bir rakamdır. Halen yük taşımacılığının yüzde 85'i denizyoluyla yapılmaktadır ve denizyolu taşımacılığında dışticaret mallarının payı yüzde 35'lerden yüzde 50-60'lara yükseldiğinde, döviz girdilerinde de önemli artışlar olacaktır.

Sayın milletvekilleri, denizcilik sektörünün bir diğer önemli unsuru da, deniz inşa, bakım, onarım ve gemi sökümüyle ilgilidir. Halen kamu sektörüne ait 4 tersanemiz mevcut olup; bunlar, Haliç, Camialtı, Pendik ve İzmir'de Alaybey tersaneleridir. Bunların, yıllık toplam gemi inşa kapasitesi 270 bin dwt civarındadır. Yine, bilhassa Tuzla çevresine yerleşmiş bulunan özel sektöre ait gemi bakım ve tersanelerimizde ise yıllık, ortalama, 200 bin dwt civarında gemi inşa kapasitesi bulunmaktadır; yani, Türkiye'nin toplam yıllık 500 bin dwt'luk gemi inşa kapasitesi bulunmaktadır.

Değerli milletvekilleri, bugün, ülkemiz, 8 333 kilometreyi bulan sahil şeridinde -küçük çapta olanlar hariç- yaklaşık 300 adet kıyı tesisine sahip bulunmaktadır. Yapı şekilleri ve fonksiyonlarına göre bunlar, liman, iskele, yat limanı, balıkçı barınağı ve çekek yeri şeklindedir. Bunlardan, 27'si analiman (iskele tipinde), 14'ü turizm işletmesi belgeli yat limanı, 128'i balıkçı barınağı özelliği taşımaktadır. Limanlarımız, yaklaşık, toplam 130 milyon ton/yıllık yük elleçleme kapasitesine sahip olup, rıhtım ve gemi yaklaşma yeri uzunluğu 33 kilometreyi geçmektedir. Ayrıca, yaklaşık 160 milyon ton/yıllık kapasiteli petrol ve petrol ürünleri yükleme-boşaltma tesisleri bulunmaktadır.

Sayın milletvekilleri, 491 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle Müsteşarlığımıza verilen görevlerin en önemlilerinden biri, deniz trafiğinin düzenlenmesi, seyir güvenliğinin sağlanması, dolayısıyla, denizlerde can ve mal emniyetinin korunmasıdır. Yoğun uluslararası taşımacılığın da yapıldığı bir suyolu ve iki kıtayı birbirine bağlayan, dünyadaki dar ve kritik geçişlerden biri olan İstanbul ve Çanakkale Boğazları, gemi inşa teknolojisindeki gelişmelere paralel olarak büyüyen gemi boyutları ve gittikçe yoğunlaşan deniz trafiğinin yanı sıra, doğal çevresi itibariyle de giderek artan bir tehdit altında bulunmaktadır. Nitekim, 13 Mart 1994 tarihinde meydana gelen ve "Nasia kazası" olarak bilinen olay, bu tehdidin ne kadar ciddî boyutlarda olduğunu göstermektedir.

Yine, bugün cereyan eden bir olayda da, Norveç bandıralı "Orange Star" adlı bir gemi, dümen arızası dolayısıyla Yenikapı önlerinde karaya oturmuştur. Geminin uzunluğu 171 metre olup 30 bin ton gas-oil taşımaktadır ve bu gemi kendi çabasıyla kurtarma çalışmaları yaptığı için, şu anda, Boğaz, trafiğe kapanmış durumdadır. Gemi, bizden kurtarma talep etmediği için, hiçbir şey yapılamamaktadır. Bu geminin burada bulunuşu dahi, Türkiye Cumhuriyetinin, boğaz trafiği hakkında ve boğazlardaki trafik düzenlemesini yapma girişimi konusunda ne kadar haklı olduğunu göstermektedir.

Değerli milletvekilleri, bütün bu olumsuzlukları önlemek amacıyla, 1998 yılı yatırım programında önemli projeler gündeme alınmıştır. Bu projelerin başında, İstanbul ve Marmara Denizi Gemi Trafik Kontrol Sistemi Projesi gelmektedir. Boğazlar ve Marmara Bölgesinde deniz trafiğinin düzenlenmesi, seyir güvenliğinin sağlanması, can, mal ve çevre emniyetinin korunması amacıyla 1980 ortalarında başlatılan çalışmalar tamamlanmış olup, bu konuda, özellikle deniz seyir güvenliği riskini azaltacak “VTS Projesi” dediğimiz, Vessel Traffic System Projesiyle ilgili çalışmalarımız Bakanlığımızca iki ay önce başlatılmıştır. Bu çalışmalar doğrultusunda, teknoloji tespitiyle ilgili çeşitli firmalar davet edilmiş, bu firmalarla ilgili çalışmalar tamamlanmış ve bu ay içerisinde, projeyle ilgili, teknik bilgilerle ilgili şartname hazırlanmasına başlanmıştır.

Son yıllarda, bilhassa uluslararası toplantılarda, boğazlardan geçen trafikle ilgili olarak çeşitli ülkelerce bolca tenkit altında kalan ve eleştirilere uğrayan ülkemiz; Uluslarası Denizcilik Örgütü'nün (IMO) son toplantısında, ilk defa Türkiye dışlanmamış, Türkiye hakkında eleştiriler yapılmamış, boğazlarla ilgili hazırlanan rapor gündeme dahi alınmamış ve mayıs ayındaki IMO toplantısına ertelenmiştir. Bakanlığımıza bağlı birimlerde, mayıs ayına kadar boğazların trafik düzeniyle ilgili çalışmalar yoğunlaştırılmış, bu doğrultuda, 19 Ağustosta Kurulan Kıyı Emniyeti ve Gemi Kurtarma Genel Müdürlüğümüzce, boğazların üç yerinde konuşlandırılmak üzere, trafik istasyonları, yangın söndürme istasyonları kurulma çalışmaları başlatılmış ve aynı şekilde, radar sisteminin kurulması çalışmaları hızlandırılmıştır.

Ayrıca, denizlerde arama, kurtarma ve yardım hizmetleriyle ilgili çevre kirliliğinde kullanılacak, aynı zamanda eskort görevini yapacak römorkörler ile yangın söndürme kabiliyetine sahip helikopterlerin teminine de çalışılmaktadır.

Tümüyle uluslararası rekabete açık olan ve aynı zamanda, özellikle askerî ve ekonomik açıdan stratejik olarak addedilen denizcilik sektörü, hızlı ve kapsamlı bir iletişimle, bu fonksiyonları, zamanında ve etkin bir şekilde yerine getirecek kalifiye uzmanlara da ihtiyaç göstermektedir. Bu kalifiye personel, sadece denizde değil, en az onun kadar, ondan daha fazla, idarî denizcilik faaliyetlerinde karar alma, strateji ve politika üretiminde istihdam edilmek zorundadırlar.

Değerli arkadaşlarımızın, Denizcilik Müsteşarlığı ile ilgili tayinlerde birtakım politik düşüncelerin önplanda tutulduğu şeklinde eleştirilerini aldık.

Değerli arkadaşlarım, bu eleştirileri yapan arkadaşların, bu fikirlerine katılmak mümkün değil; çünkü, Denizcilik Müsteşarlığımıza, bugüne kadar 71 kişi sınavla, 8 kişi sözleşmeli atanmış olup, mahkeme kararı olmasına rağmen, bizden önce mahkeme kararı uygulanmamış olan 56 kişinin mahkeme kararı uygulanmıştır. Yine, Denizcilik Müsteşarlığımızda, bugüne kadar 1 müsteşar, 2 müsteşar yardımcısı, 1 genel müdür, 1 genel müdür yardımcısı değişikliği yapılmıştır.

Değerli arkadaşlarım, biz bu değişikliği yaparken, denizcilik sektörü gibi, gerçekten uzmanlık isteyen, kariyer isteyen, bilgi birikimi isteyen bir kuruluşa politik mülahazalarla hiçbir atama yapmadık. Bizden önceki iktidarlar döneminde, bir yıl içerisinde 400 civarında personel hareketi olmuş ve 200 civarında da, dışarıdan, Denizcilik Müsteşarlığına atama yapılmış. Yapılan bu atamalar, uzmanlık isteyen, Müsteşarlıkta uzmanlık faaliyeti gösterebilecek yetenekte olmayan kişilerden oluşmuştur. Bütün bunlara rağmen, Müsteşarlığımız bünyesi içerisinde İstanbul Bölge Müdürlüğüne atanan ve yine, Genel Müdür Yardımcılığına getirilen şahıslar hakkında, bilgi birikiminden yoksun, araştırılmadan yapılan ithamları yadırgadığımı da ifade etmek isterim.

Bize bu konuda hiçbir telkin gelmemiş; göreve getirdiğimiz kişiler de, daha önceki iktidarlar döneminde getirilenler gibi, belediyelerden veya çeşitli kuruluşlardan gelen, hiç uzmanlık ve denizcilik birikimi olmayan kişilerin atanması şeklinde değil, gemi mühendisi ve denizcilik alanında uzmanlaşmış kişiler olarak göreve getirdik.

Yine, bir değerli arkadaşımız değindi; Müsteşar Yardımcılığına getirildiği iddia edilen arkadaşımız, onsekiz yıllık devlet memuru ve avukatlık hizmeti yapmış bir kişidir. O arkadaşımızın Müsteşar Yardımcılığına yükselmesi veya o göreve getirilmesi, hak ettiği bir göreve getirilme şeklinde algılanması lazım. Üstelik de, denizcilik camiasının içerisinden getirilmiştir. O meslekte yıllarını vermiş ve denizcilik camiasının en noksan olduğu kısım olan deniz hukuku konusunda uzmanlaşmış bir arkadaşımızı Müsteşar Yardımcılığına getirdik ve bu atamaların arkasında başka kişilerin tavsiyesi veya başka kişilerin adını kullanmayı, kullanan kişilerin kendine güvensizliğinin bir işareti olarak değerlendiriyorum. Demek ki, kendi iktidarları döneminde atanan kişiler, mutlaka, ya partilerin tavsiyesiydi ya etkili kişilerin tavsiyesiydi ya da liderlerinin ağabeyinin, kardeşinin, yeğenlerinin tavsiyesiydi. Aynı alışkınlıklardan dolayı bizim de aynı şekilde atamalar yaptığımızı iddia etmeyi yadırgadığımı da buradan ayrıca ifade ediyorum. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

BAŞKAN– Sayın Kara, 2 dakika süreniz var efendim.

DEVLET BAKANI BURHAN KARA (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, Meteoroloji Genel Müdürlüğüyle ilgili olan kısma gelince:

Meteorolojik olaylar, insanoğlunu, yaşamında, ilk çağlardan beri gerçekten etkilemiş; insanlar, günümüze kadar durmadan atmosferde olup biten olayları zamanın koşullarına göre araştırmış; bu amaçla da çeşitli gözlem yolları bulmaya çalışmış, bunların olumlu etkilerinden faydalanma, olumsuz etkilerinden kurtulma ve korunma yollarını aramıştır.

Meteoroloji Genel Müdürlüğümüz -açıkça ifade ediyorum- yıllardan beri -aşağı yukarı sekiz, dokuz yıldır- hiçbir teknolojik yatırıma yönelmemiş; bilhassa, bizden önce iktidar olan bir partinin, bir yıllık iktidarı döneminde hiç teknolojik yatırım yapmamış ve çok şey beklenen bir genel müdürlüktür.

Değerli arkadaşlarım, son on yılda Meteoroloji Genel Müdürlüğüne teknolojik yatırım olarak sadece 131 milyar lira harcanmıştır. 3,5 aylık Bakanlığım döneminde Meteoroloji Genel Müdürlüğüne yapılan teknolojik harcama 1 trilyon liradır. Daha önce Meteoroloji Genel Müdürlüğünce birtakım kişilere peşkeş çekmek için sadece inşaatlara yapılan yatırımlar, Meteoroloji Genel Müdürlüğünü yardımla yaşayan bir kuruluş haline getirmiştir; ama, bugün, Meteoroloji Genel Müdürlüğü, dünyanın en iyi tahmin yapabilen meteoroloji genel müdürlüklerinden biri haline gelmiştir. Bu imkânsızlıklara rağmen, bu görevi başarıyla götüren ve gerçekten tahminlerde yanılma oranı çok düşük olan Meteoroloji Genel Müdürlüğü personeline huzurlarınızda teşekkür ediyorum.

Meteoroloji Genel Müdürlüğümüz, bu sene, bizden önceki iktidarın bütçesinde inşaatlara ayırdığı ödenekleri kısıp, radar ihalesini başlatmış olup, önümüzdeki günlerde, ilk defa Ankara'da başlamak üzere, Türkiye'yi radarlı sistemle donatmanın hedefi içerisine girdiğimizi ifade edeyim. Bu şekilde, kısa sürede oluşacak yağışlardan, kar, don vesaire gibi olaylardan, hem çiftçimizi hem insanlarımızı koruma ve kollama görevini de Meteoroloji Genel Müdürlüğü olarak yerine getirmiş olacağız.

Değerli arkadaşlarım, denizcilik sektörünün bir diğer önemli konusu da finans ve teminat konusudur. Finans konusu, gerçekten, sektörü çok zor durumlara itmektedir. Finans konusunun aşılabilmesi için, göreve geldiğimiz günden itibaren, banka genel müdürleriyle, ilgili sektör temsilcileriyle çeşitli toplantılar yaptık ve bu toplantıların olumlu bir safhaya geldiğini de belirtmek isterim. Yine, aynı şekilde, teminat konusunu aşmak için, teminat riski sigortasını geliştirmekteyiz. Bu konuda da çalışmalarımız olumlu olarak devam etmektedir.

Bir diğer konu da, son günlerde, Özelleştirme İdaresine bağlı olmasına rağmen, idarî koordinasyonu tarafımdan yapılan, Türkiye Denizcilik İşletmelerinin Antalya-İtalya feribotuyla ilgili, bilhassa Antalya’da yerel basında çıkan olaylarla ilgili bir konuya değinmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, Antalya-İtalya feribotu, yıllık, aşağı yukarı 2,5-3 trilyon lira civarındaki zararını karşılayamadığı için seferden alıkonmuştur. Bu konuda TDİ yetkililerince, Genel Müdürlüğünce, defalarca, ilgili taraflara, Antalya'daki deniz acentelerine ve turizm şirketlerine, bu konuyla ilgili “biz TDİ olarak, Denizcilik İşletmeleri olarak üzerimize düşen zararı karşılamaya hazırız, gelin işletmeyi beraber yapalım” teklifleri geri çevrilmiştir. Bir kuruluşun, göz göre göre fakir fukaranın, tüyü bitmemiş yetimin 2,5-3 trilyonunu turistik gezi amacıyla harcamak ve zarar ziyan içerisinde bulundurmayı, biz, Deniz İşletmeleri olarak uygun mütalaa etmedik. Onun için, buradan, tekrar, Antalya'daki turizm işletmelerine, seyahat acentelerine sesleniyorum: Gelsinler, isterlerse, tüm hattı kendilerine istedikleri süre içerisinde devretmeye hazırız; ortaklık yapmaya yanaşırlarsa, ortaklık teklifine de hazır olduğumuzu ifade ederiz; Türkiye Deniz İşletmeleri ve seyahat acenteleriyle beraber, bu hattın çalışmasına gerekli katkıyı yaparız.

BAŞKAN – Sayın Kara, 19 uncu dakikayı kullanıyorsunuz.

DEVLET BAKANI BURHAN KARA (Devamla) – Eyvah!..

Değerli milletvekilleri, Denizcilik Müsteşarlığının ve Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün bütçesinin, ülkemize, milletimize ve çalışanlara hayırlı uğurlu olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür ediyorum.

İkinci bölümdeki süreyi kullanmak üzere, Sayın Çelebi; buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)

Süreniz başladı efendim, 12 dakikanız var.

DEVLET BAKANI IŞIN ÇELEBİ (İzmir) – Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bütçeler, geçmiş dönemin muhasebesini yapma imkânı veren ve hükümetlerin, geleceğe dönük hedeflerini, programını ortaya koyan ve Parlamentoda bir uzlaşma sağlayan ve demokratik katılımı sağlayan bir süreçtir. Parlamentodan geçen bütçede uygulamayı hükümet yapar; ama, eğer kabul edilirse, bu bütçe ve program, artık, Parlamentonun bütçesi ve programı olmuştur.

Bu anlamda, Başbakanlık bütçesini tartışırken, hem Başbakanlığa dönük çalışmalar hakkında hem de kısaca, dün ve bugün yapılan konuşmalar hakkında görüşlerimizi belirtmek istiyorum.

Öncelikle, Başbakanlık, bugün, idarî ve malî alandaki reform çalışmalarını başlatmış, hızlandırmış, ciddî bir reorganizasyon çabası içerisine girmiştir. Günde, Başbakanlığa sadece 500 bin evrak gelmektedir. Bu anlamda, yılda gelen bu 500 bin evrakın değerlendirilmesi, cevaplandırılması, sadece Başbakanlık olarak, ciddî bir sorundur. Bu anlamda, Başbakanlıktan başlamak üzere, tüm Türkiye'de idarî ve malî reformları yapmak Hükümetimizin göreviydi ve bu çalışmaları başlattı; sosyal güvenlik reformu, vergi reformu, bu alanda hazırlanmış tasarılar kapsamındadır ve Parlamentoya sunulma noktasına gelmiştir.

Ayrıca, yıllarca -şu son iki üç yılda- Bakanlar Kurulu toplantısı yapılmazken; örneğin, 54 üncü Hükümet döneminde Parlamentoya sekiz günde 1 kanun tasarısı sunulmuşken, Hükümetimiz döneminde iki günde 1 kanun tasarısı sunulmuştur. Önceki dönemde günde 3 adet Bakanlar Kurulu kararı alınmışken, Hükümetimiz döneminde günde 6 Bakanlar Kurulu kararnamesi çıkarılmış ve yine, Hükümetimiz döneminde, dört günde 1 kanun çıkarılmıştır; yani, çalışmalar, iki kat hızlandırılmıştır.

Değerli arkadaşlarım, bugüne kadar -temmuz başından beri- Bakanlar Kurulunun yaptığı toplantı sayısı 22'dir. Hiç Bakanlar Kurulu toplantısı yapılmazken, temmuz başından bu yana 22 Bakanlar Kurulu toplantısı yapılmıştır. Tekâmül eden kararname sayısı 850'dir. Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan kanun tasarısı sayısı 80'dir; çıkarılan kanun sayısı 37'dir. Yüksek Planlama Kurulu toplantısı son üç yılda hiç yapılmamışken, 10 tane, tekâmül eden YPK karar sayısı 130 tane, Para Kredi Koordinasyon Kurulu sayısı 7 adettir ve Ekonomik Sosyal Koordinasyon Kurulu hiç toplanmamışken, üç büyük sendika, Disk, Türk-İş, Hak-İş, Esnaf Sanatkârlar Konfederasyonu, Ziraat Odaları Birliği, Odalar Birliği, İşverenler Sendikası, Ekonomik Sosyal Konseyin bütün üyeleriyle ve TÜSİAD'ın katılımıyla 4 toplantı yapılmıştır.

Değerli arkadaşlarım, Başbakanlık bünyesinde, Başbakanlık Yönetimi, bu toplantıları koordine etmekte, kararları Parlamentoya sunmaktadır.

Susurluk konusunda burada sorulan sorulara, önemli ölçüde, Hükümetimiz, yine, ciddî biçimde eğilmektedir ve Susurluk benzeri karanlık olayların üzerine eldeki tüm imkânlarla gidilmektedir. Hükümetin elindeki en büyük imkân, konunun soruşturulmasıdır. Bilindiği gibi, bu konudaki soruşturma emri, Başbakanımız tarafından verilmiştir. Bu konuda, soruşturma yapmakla görevli Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanına gerekli olan tüm yetki verilmiştir. Soruşturma, şu an, tamamlanma aşamasına gelmektedir.

Bu, çok önemli bir mesajdır. Hükümetimiz adına bu mesajı iletmekten de büyük bir memnuniyet duyuyorum.

Susurluk ve benzeri olaylarda Hükümete düşen görevler şunlardır: Olayın üzerine kararlılıkla gitmek; hiç kimseyi kayırıp, korumamak; adalete yardımcı olarak, adaletin işini kolaylaştırmak.

Hükümetimiz, Susurluk olayına "fasa fiso" dememiş, olayın üzerine kararlılıkla gitmiş ve adalete yardımcı olmak için her türlü çabayı göstermiştir.

Değerli arkadaşlarım, demokrasi ve insan hakları konusunda Türkiye'nin standardını yükseltmek en önemli görevimizdir. Parlamentoda 280'den fazla oyla kurulan Hükümetimiz, çeşitli oylamalarda, yeniden, kendisini, Parlamentoda çoğunluğunu sağlayarak egale etmiştir.

Nitekim, Türkiye'de, 1 dakika ışıkları söndürme eylemine, binlerce, milyonlarca insan katılırken, bunları “parazit” olarak suçlayan bir zihniyetin demokrasi savunuculuğunu yapamayacağının da altını çizmek istiyorum. (ANAP sıralarından alkışlar) Türkiye'de, bir demokratik halk hareketinin, milyonlarca insanın -akşamları saat 9'da ışıklarını söndürerek- sivil toplum örgütlerinin oluşturduğu güç, bugün Ekonomik Sosyal Konseyi oluşturan sivil toplum örgütlerinin gücü, Parlamentoya yansımıştır.

Bu anlamda, dün yapılan bazı konuşmaları da dikkatle izlediğimiz zaman, ekonomik konularda söylenen sözler de ilginçtir. Burada, dün, bir parti genel başkanının yaptığı konuşmayı dikkatle izlediğimiz zaman, çok ilginç sonuçlarla karşılaşıyoruz. Burada, dünkü konuşmalarda diyor ki "biz, enflasyonu..." Yüzde 150'ye çıkaran sanki kendisi değil; sanki, Türkiye'nin büyümesini eksi 6'ya düşüren kendisi değil; sanki, kendisi ekonomiyle ilgili bakanlık yapmamış; paraşütle Başbakanlığa gelmiş ve yüzde 150 enflasyonu bulmuş gibi konuşuyor!.. (ANAP sıralarından alkışlar)

NİZAMETTİN SEVGİLİ (Siirt) – Kimdir bu, kimdir?..

DEVLET BAKANI IŞIN ÇELEBİ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, devletin belgeleri burada. Kendisine hodri meydan diyorum; bir kere değil, bin kere, milyon kere... Gelsin, bütün bu rakamları, Türkiye'de,televizyonlarda istediği yerde tartışalım. (ANAP sıralarından alkışlar) Evet "krizi bilmiyorsunuz" diyor. Biz, krizi bilmiyoruz; çünkü, krizi çıkaranın, milletin ocağını yakanın kim olduğunu buradaki rakamlar söylüyor.

Bugün, burada, bir arkadaşımız, “efendim, kişi başına millî gelir şuydu, buydu...” Kişi başına millî gelirin ne olduğunu, arkadaşımız 3 bin dolardan 1994 yılında 2 bin dolara düşüren ve Türkiye'de gelir dağılımını altüst eden ve Türkiye'de fakirleşmeyi, yoksullaşmayı hızlandıran insanın ağzına, memurun, işçinin, çalışanın lafını almak yakışmıyor. (ANAP sıralarından alkışlar) Eğer, memuru, işçiyi, çalışanı seven bir insan varsa, enflasyonu yüzde 150'de tutmaz.

Barajlardan bahsediyor; bu, Deriner Barajından, Ilısu'dan bahsediyor; 1996 sonuna kadar bir kuruş harcama yok ve yatırımlar hemen hemen durma noktasına gelmiş!..

NİZAMETTİN SEVGİLİ (Siirt) – Sayın Bakan, kim söylüyor bunu?..

DEVLET BAKANI IŞIN ÇELEBİ (Devamla) – Herkes... Herkes... Adresi belli efendim, adresi belli!..

Otoyollarda ne oluyor; burada belli. Bütün yatırımlar durmuş, bütün... Çankırı-Orta Termik Santralından Esenyurt doğalgaza kadar ne olduğu burada belli...

Değerli arkadaşlar, 1997 yılı bütçesi, denk bütçe diye hazırlandı. 6,2 katrilyon geliri, 6,2 katrilyon gideri olacaktı; ama, ekim 1996'da bu bütçenin 8 katrilyon giderinin 5 katrilyon gelirinin olacağı söylendi; 3 katrilyon açık olacağı söylendi; ama, gördük ki, bu Hükümet, Refah-DYP Koalisyonu bunların üzerini çizdi, Türkiye'yi bütçesiz yönetmeye kalktı. Türkiye, 1997'nin ilk altı ayında bütçesiz yönetilmiştir, plansız programsız yönetilmiştir ve Türkiye'de enflasyon ilk altı ayda füze gibi yukarı fırlamıştır; altı aylık rakamlar itibariyle... (RP sıralarından gürültüler)

OSMAN HAZER (Afyon) – Yalan söylüyorsun!..

DEVLET BAKANI IŞIN ÇELEBİ (Devamla) – Hiç lafebeliğine gerek yok. Enflasyon, 1996'da -burada yazıyor- 12 aylık yüzde 86 olarak gerçekleşmiş...

Değerli arkadaşlarım, lafebeliğiyle bir yere gidemezsiniz; lafebeliğine gerek yok. (ANAP sıralarından alkışlar, RP sıralarından gürültüler)

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) – Ne bağırıyorsun!..

OSMAN HAZER (Afyon) – Yalan söyleme...

DEVLET BAKANI IŞIN ÇELEBİ (Devamla) – Ezbere konuşma; burada...

Değerli arkadaşlarım, bu enflasyonu yüzde 88-90 düzeyinde tuttuk, kötüleşme sürecini durdurduk.

Burada, 1997'nin birinci altı ayının göstergeleriyle ikinci altı ayının göstergelerini okuyacağım size. (RP sıralarından "Yalan söylüyorsun" sesleri) Devletin resmî belgesi... Arkadaşlara ver... Buyurun arkadaşlara verelim bu belgeleri... Bu belgeleri buraya bırakıyorum. (RP sıralarından gürültüler)

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) – Şov yapma!..

BAŞKAN – Sayın Çelebi, siz görüşlerinizi ifade edin efendim.

DEVLET BAKANI IŞIN ÇELEBİ (Devamla) – Bu belgeleri buraya bırakıyorum. (RP sıralarından "Yalan söylüyorsun" sesleri)

Belgeler burada, yalan söyleyip söylemediğime gelin bakın! (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Efendim, siz görüşlerinizi ifade edin.

DEVLET BAKANI IŞIN ÇELEBİ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, burada ekonomik göstergeler... 1997 yılının ikinci altı ayında...

MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – Hangi altı aydan bahsediyorsun?

DEVLET BAKANI IŞIN ÇELEBİ (Devamla) – Okuyayım da dinleyin.

Büyüme hızı yüzde 6, sanayi büyüme hızı yüzde 10'dan yüzde 11-12'ye çıkmış. (RP sıralarından "Bağır... Bağır..." sesleri) Kapasite kullanım oranı yüzde 79'dan yüzde 83'e çıkmış. (RP sıralarından "Kendini affettir, kendini aldatıyorsun kendini" sesleri) Enflasyon oranı, birinci altı ayda yüzde 36, ikinci altı ayda yüzde 38 düzeyinde kalıyor. Enflasyonun yükselme trendi tutulmuş; ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 50'lerden yüzde 58'lere çıkmış; ihracat artışı ilk altı ay 11 milyar dolar; geçen yıl ilk altı ay... İkinci altı ay 12 milyar dolar; 15 milyar dolara çıkmış; konsolide bütçe dengesi dengede tutulmuş.

BAŞKAN – Sayın Çelebi, 1 dakikanız var efendim; toparlar mısınız.

DEVLET BAKANI IŞIN ÇELEBİ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bu rakamı da kendilerine vereyim, arzu ediyorlarsa incelesinler. İşte, hodri meydan... (RP sıralarından "Yalan söylüyorsun" sesleri)

1997'nin ikinci altı ayında ekonominin yönetiminde, 1996 ve 1997'de başlayan kötüleşme süreci durdurulmuş, frene basılmış ve istikrar programını ve enflasyon programını aşağıya indirmek için hazırladığımız bu programı uygulamaya koyma noktasına geldik ve biz bu enflasyonu indireceğiz.

FETİ GÖRÜR (Bolu) – Siz kaça çıkardınız?

DEVLET BAKANI IŞIN ÇELEBİ (Devamla) – Siz kızsanız da, kızmasanız da indireceğiz. (ANAP sıralarından alkışlar) Çünkü, bu enflasyonu indirmek, memurun, o köylünün, emeklinin, çalışanın, çocuklarımızın hakkı. Bu programı uygulayarak, enflasyonu, sizin kızmanıza rağmen indireceğiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Evet, Sayın Çelebi; efendim, süreniz doldu.

DEVLET BAKANI IŞIN ÇELEBİ (Devamla) – Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. (ANAP ve DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar, RP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür ediyorum.

Kişisel görüşlerini ifade etmek üzere ve bütçenin aleyhinde olmak kaydıyla, Sayın Korkut Özal'ı kürsüye davet ediyorum.

(Devlet Bakanı Işın Çelebi ile Mardin Milletvekili Hüseyin Yıldız arasında karşılıklı tartışma)

Sayın milletvekilleri...

(Refah Partisi milletvekilleri ile Anavatan Partisi milletvekillerinin kürsü önünde toplanması ve karşılıklı tartışmalar)

Sayın milletvekilleri... Sayın İdare Amirleri... Sayın İdare Amirleri...

ABDULLAH GENCER (Konya) – Seni nasıl Bakan yaptılar!..

BAŞKAN – Efendim, müsaade buyurun, ortalığı bir yatıştıralım.

(Refah Partisi milletvekilleri ile Anavatan Partisi milletvekilleri arasında karşılıklı tartışmalar)

Sayın milletvekilleri... Sayın İdare Amirleri... Sayın İdare Amirleri...

Efendim, bakın, birleşime ara vereceğim...

Sayın milletvekilleri, saat 20.40'ta toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati: 20.32

 

 

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati :20.37

BAŞKAN : Başkanvekili Yasin HATİBOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Mehmet KORKMAZ (Kütahya), Mustafa BAŞ (İstanbul)

 

 

BAŞKAN – Sayın Milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 29 uncu Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

Evet, ne demişler; zaman, her sorunu çözer.

YAHYA ŞİMŞEK (Bursa) – Sayın Başkan, bu saatlere kadar aç kaldığımızdan böyle oluyor.

BAŞKAN – Sayın Şimşek, yarın, tabiî, talebiniz yerine getirilecektir. Elbette, gece yarılarına kadar çalışıldığına göre, milletvekili arkadaşlarımızın doğal ihtiyaçlarını karşılamamız; yani, yeme içme konusunda yardımcı olmamız lazım. İnşallah yarın yapılacak efendim.

VI. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

l.- 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/669; 1/670; 1/633, 3/1046; 1/634, 3/1047) (S.Sayısı: 390, 391, 401, 402) (Devam)

E) BAŞBAKANLIK (Devam)

1. – Başbakanlık 1998 Malî Yılı Bütçesi (Devam)

2. – Başbakanlık 1996 Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)

F) DENİZCİLİK MÜSTEŞARLIĞI (Devam)

1. – Denizcilik Müsteşarlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi (Devam)

2. – Denizcilik Müsteşarlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)

G)DEVLET METEOROLOJİ İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)

1. – Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Bütçesi (Devam)

2. – Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)

BAŞKAN – Çalışmalara kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Sayın Hükümet ve Sayın Komisyon yerlerindeler.

Sayın milletvekilleri, Sayın Özal'ı davet ediyorum.

Sayın Özal, kişisel görüşünüzü bütçenin aleyhinde ifade etmek üzere; buyurun.

KORKUT ÖZAL (İstanbul) – Muhterem Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi, şahsım ve 37 yıl aradan sonra bu çatı altında yeniden temsil etmekle şeref duyduğum Demokrat Parti adına saygıyla selamlıyorum. Bizleri televizyonları başında izleyen değerli vatandaşlarımıza da, sevgi, saygı ile selam yolluyorum.

Şu anda 1998 yılı bütçesini konuşuyoruz. Bütçenin bazı değerleri, ülkenin kamu ekonomisi kısmının ne korkunç bir durumda olduğunu ortaya koymakta. Eğer, özel kesim ekonomisi olmasa, bu ekonomiyle Türkiye'yi bir yere götürmek mümkün değildir.

Bakın, vurucu birkaç rakam vereceğim: Bütçe açıktır, yüzde 30 civarında büyük açık vardır. Devlet, çok ağır bir borçlanma altına girmiştir ve her sene bu borçlanma katlanarak büyüyor. İçborç ise bir felaket halini almıştır. Şu anda, Türkiye'nin, 80 milyar doları dış olmak üzere, 110 milyar dolar borcu var. 80 milyar dolar için ödediğimiz faiz 5 milyar dolardır; 30 milyar içborçlanma için 16 milyar dolar, her sene, faiz ödüyoruz. Bunları topladığınız zaman, Türkiye, bu bütçeyi ayakta tutabilmek için, bu sene, takriben 21 milyar dolar faiz ödeyecektir.

Eğer, bu 21 milyar doları faiz olarak ödemeseydik, Türkiye'nin önemli bütün otoyollarını bir senede yapmak mümkündü. Eğer, yine bu parayı, bir sene, faiz olarak ödemeseydik, bakın, yirmi senedir bitirilemeyen GAP Projesini bir senede bitirmek mümkündü. Eğer, bunu faiz olarak ödemeseydik, yüzde 30 zam için yollara dökülen memurlara bir senede yüzde 100 zam vermek mümkündü. Bu borç nereden geldi; bir rakam vereyim: On sene evvel ve on sene sonraki rakamları koyalım. 1988 ve 1998 rakamlarını mukayese ediyorum. 1988 senesinde 50 milyar dolar toplam borç var, şimdi 110 milyar dolar. Bu on sene içerisinde iki mislinden fazla borç olmuş. Ödenen faiz korkunç! 1988'de ödediğimiz toplam faiz 1,6 milyar dolar, 2 milyar dolar bile değil; 1998'de 21 milyar dolar faiz ödeyeceğiz. 1988 yılı bütçesinde, yapılan yatırımlar, bütçenin yüzde 25'ini tutuyor. Maalesef, bu seneki bütçede yatırım yüzde 7'yi geçmeyecek. Yatırım yapamaz hale gelmişiz. Enflasyon oranı o sene yüzde 35 iken, bu sene, benim tahminim yüzde 75; daha da yüksek olabilir; şu anda yıllık ortalama yüzde 100'e doğru gidiyor.

Türkiye'nin derdi bundan ibaret değil; çok daha büyük bir derdimiz var: Türkiye, dış siyasetinde, bugün bir yalnızlığa itilmekte. Komşuların hepsiyle bir problemimiz var; Yunanistan'la var, Kıbrıs'la var, Suriye'yle var, İran'la var, Irak'la var, Ermenistan'la Azerbaycan dolayısıyla var. Komşularıyla problemi olan bir ülkeyiz. Birkaç senedir, üç meseleden dolayı Arap alemiyle aramız bozulmakta. Sayın Demirel, gidip ikna etmeye çalışıyor; ama, netice vermiyor. Tahran'da, İslam Konferansında, birkaç yerde bizi kınadılar. İslam ülkeleriyle de mesafemiz, maalesef, açılıyor.

Türkiye'nin içinde olduğu iki önemli kuruluş var; Karadeniz Ekonomik İşbirliği ve ECO. Bu ECO'nun içinde Türkiye var, Pakistan var, İran var ve bütün Türk devletleri var. Bunların, şu anda, isminden başka bir şeyleri yok.

Bütün ümitlerimizi bağladığımız Avrupa Birliğiydi; Sayın Başbakanımız, buradan bir şey alırım diye beş defa yurt dışına gitti; en sonunda bir şeyi keşfetti. Sayın Güner, dün, bunu güzel dile getirdi: "Türkiye, Avrupa Birliğinin Hıristiyan kulübü olduğunu, istikrarlı çizgisiyle ispatlamıştır" Bu, Sayın Agâh Güner Beyin dünkü konuşmasından aldığım bir cümledir.

ABDULLAH GENCER (Konya) – Kafaları ancak çalıştı.

KORKUT ÖZAL (Devamla) – Sayın Başbakanımızın beş seferi buna yaramış; başka hiçbir şeyi ispatlamadı.

 

Orayla da mesafeyi açtık ve şimdi birtakım müeyyideler uygulamaya kalkıyoruz. Size bir şey söyleyeyim: Dünya siyasetinde kendinizi herkesten dışlarsanız, o zaman birinin emrine girersiniz; siyaset yapamazsınız. Siyaseti yalnız yaparsanız, siyaset yapamazsınız. (RP sıralarından alkışlar) Çok unsurlu politikalar götürmeye mecburuz ve dışsiyaset, ince devlet adamlığı istiyor. Öyle, hemen kızıp, neticeyi bozmaya götürmeyelim. Bu bakımdan, ben, şimdi, önümüzde yalnızlaşan bir Türkiye görüyorum ve yalnızlaşan Türkiye'nin en büyük problemi de, siyaset yapamaz ve birtakım, sevmediği, doğru bulmadığı siyaset alternatiflerine mecbur olmaktır.

İçpolitikada da kötü bir durum var. Birtakım dayatmalar gelmeye başladı. Yani, Türkiye dayatmalara muhatap oluyor. Bir hükümet gitti; hiç gözümüzü yummayalım; o hükümet bir dayatmayla gitti. 1997 senesinde bir hükümet yıkıldı ve dayatmayla yıkıldı. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bakın, birkaç gün evvel, Türkiye Diyanet İşlerinden fetva gibi bir şey alındı; Türkçe ibadet olur mu olmaz mı diye...

YALÇIN GÜRTAN (Samsun) – Olur... Olur...

KORKUT ÖZAL (Devamla) – Bakın, olur diyen var. Siz, devletin dine karışmasına niye bu kadar taraftarsınız? Devlet niye din dayatıyor insanlarına! Dünyanın hangi demokrasisinde devlet din dayatır! Orada da bir dayatma geliyor. (RP sıralarından alkışlar)

Ekonomide de başladık dayatmaya. Adı da dayatma: Fiyatları donduracağız: fiyatları dondurmak ne demek biliyor musunuz; bugün iktidarın başını çeken Anavatan Partisi kendisiyle -başka yerlerde düştü- burada da ters düşmüş; çünkü, Anavatan Partisinin temel felsefesi piyasa ekonomisidir; gerek devlet olsun gerek özel sektör olsun, piyasalara müdahale ettiğiniz an başka bir ekonomiye gidersiniz; onun sonunda felaket olur.

İdarî bakımlardan da dayatmalar başladı. Yasal olmasına rağmen bir sürü gösteriye devletin kuruluşları izin vermiyor, bazı vatandaşlara gösteri yaptırmıyor. Ekonomik bakımdan olduğu kadar yasal bakımdan da... Bugün RTÜK Kanununu değiştirmeye gidiyorsunuz; birtakım güçlü kuruluşları daha güçlü yapıp onları tekel haline getirmek amaçlanıyor. Bunların hepsiyle, Türkiye, bir dayatma ülkesi haline gidiyor, çağın çok gerisine doğru götürülüyor. Bugün, tehlike budur ve dayatmaların olduğu yerde dengeler nazik..

Bakın, bir rakam vereyim: Geçen gensoru oylaması dolayısıyla iki rakam çıktı; Hükümet tarafı olanlar, toplam, 234; 259 da muhalefet var. Bir de destek grubumuz var, Sayın Halk Partisi; topladığımız zaman, 55 de onları koyarsak, 289'a 259 ediyor; fakat, Halk Partisi bazen "evet" diyor, bazen dışarıda . O zaman bu Hükümet tahterevalli gibi; Halk Partisi "evet" dedi mi, böyle; "hayır" dedi mi, böyle. O zaman bu Hükümet, sağlam bir tabana oturmuyor, marjinal bir tabanda.

HALİT DUMANKAYA (İstanbul) – Azınlık Hükümeti Sayın Hocam.

KORKUT ÖZAL (Devamla) – Azınlık Hükümeti...

Daha da var; Hükümetin bir kanadı daha var; bakın, orada da bir problem var.

Efendim, ben Türkiye'yi konuşuyorum; parti tenkiti yapmıyorum.

Ülkemizin durumuna bakın... Dün üzülerek dinledim; burada ne konuşuldu biliyor musunuz; hem de liderlerimiz konuştu; hepsi "ben senden daha az kötüyüm" dediler; sen kötüsün; ama, ben senden daha az kötüyüm... Dün, bunun münakaşasını yaptık.

Biraz evvel Sayın Çelebi de onu dedi; "siz daha fazla enflasyon yaptınız, biz daha az yaptık" dedi.

Biz, bunları konuşmayalım. Bunlarsız bir Türkiye yok mu? Gelin, hep beraber o Türkiye'yi konuşalım. Bunu söylüyorum. O Türkiye bizi buraya yolladı; bizi buraya bu kavgayı yapalım diye yollamadı; gelin, bu meseleleri hep beraber çözelim diye yolladı; ama, biz bu kavga sürecinden çıkamıyoruz; sen kötüsün, ben daha az kötüyüm... "Sen iyisin" diyemiyoruz; "sen iyisin" deseniz, bu iş biter. Diyemiyoruz; çünkü, oyunun kuralı böyle.

Bakın, bugün hassas dengelerden biri daha var. Bir partimiz var, bir kişi istifa ederse, grup olmayı kaybediyor. O da bir tahterevalli. Bir kişi çıkıyor, hemen oraya birini koymaya çalışıyoruz; bütün dengeler bozuluyor; Hükümetin bütün...

Şimdi, gelin, size söyleyeyim: Türkiye'yi bu vaziyette nasıl götüreceğiz? Dev gibi meseleleri nasıl çözeceğiz bu kadar hassas dengelerle? Hassas dengeler ne yapar biliyor musunuz; birtakım marjinal güçleri egemen kılar. Bugün, Türkiye'de, marjinal güçler egemen olmaya başladı; çünkü, asıl vazifeyi götürenler, kendilerini marjinalleştirdiler. Öyle bir denge kurdular ki, bu yana basarsa burası gidiyor, buraya basarsa burası gidiyor; onun üzerine, Türkiye, yanlış yere gidiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Özal, süreniz doldu; lütfen... Yani, Sayın Yılmaz'a 1 dakika süre vermiştim, size de ancak 1 dakika süre verebilirim.

Buyurun.

KORKUT ÖZAL (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.

Bakın, nazik dengeler hükümetleri güçsüz kılar, sorunları çözümsüz kılar; bu hükümetlerin etkinliği olmaz, başkaları hüküm sürer, egemen olur.

Bir tek sözüm var; onunla bitiriyorum: Hepiniz düşünün, bu millet, bizi, buraya, bir şey için yolladı; meselelerini elbirliğiyle çözelim diye. Ben, vakit çok geç olmadan, hepinizi, sayın liderleri buna davet ediyorum. Bakın, birdenbire, bazen bir çığ gelir, bir heyelan olur, küçük bir şeyin çözülmesi bir çığ doğurur. Bir çığ olmadan, lütfen, gelin -bunu bir uyarı olarak söylüyorum- Türkiye'nin meselelerini çözmede, Türkiye'yi birinci sınıf bir dünya devleti yapmada, elbirliğiyle çalışmaya gayret edelim ve buna, liderler başlasın, önünü açsın, arkasından hepimiz gidelim.

Hepinize saygılar sunuyorum efendim. (RP, ANAP, DYP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Özal, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, ikinci turdaki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, bilindiği üzere, soru-cevap işlemleri, Yüce Heyetinizin 3.12.1997 tarihinde aldığı karar gereğince, 20 dakika süreyle görüşülecektir.

Ben, şimdi, sırasıyla soru soran arkadaşlarımın isimlerini okuyacağım, Divan Üyesi arkadaşımız soruyu Yüce Heyete takdim edecek; ancak, Sayın Divan Üyemizin soruyu oturduğu yerden okuması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bir açıklama yapmak istiyorum: Sayın milletvekilleri, soruların muhtevasının ne olabileceği konusunda, İçtüzüğümüzün 96 ncı maddesi gayet açık hüküm vazetmiştir; hepimizin ona uymak mecburiyeti vardır.

Gönderilmiş soru önergeleri içerisinden bazı paragrafları uygun görmediğim için sormuyorum; o soruyu sahibine iade etmektense, o bölümü çıkarmak suretiyle soruyu işleme tabi tutacağım. Rica ediyorum, bundan sonraki turlarda, lütfen, 96 ncı maddenin ışığı altında sorularımızı hazırlayalım.

Ben, şimdi, soru sahibini sırayla okuyup, salonda olup olmadığını arayacağım; salonda ise, sorusunu işleme koyacağım.

1 inci sıradaki soru sahibi, Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat?.. Sayın Polat burada.

Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Delaletinizle, aşağıdaki sorularımın Sayın Başbakan tarafından cevaplandırılmasını arz ederim.

Erzurum Vilayetimiz Köprüköy İlçemizde Haziran ayı içerisinde meydana gelen deprem felaketiyle ilgili olarak, 54 üncü Hükümetin Başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan imzasıyla 20 milyar lira; ayrıca, Erzurum Valiliğinin isteği üzerine, Olur İlçesi Ormanağzı Köyü ve Şenkaya İlçesi Turnalı Köyleri içmesuları inşaatı için 6 milyar TL ödenek, Acil Destek Fonundan çıkarılmıştı. 55 inci Hükümet, Haziran ayının son günlerinde çıkarılan bu acil destek ödeneklerini durdurdu ve bir daha göndermedi.

Sayın Başbakan, açık sorum şudur: Adı geçen acil destek yardımları ilimize gönderilecek mi? Gönderilecekse, açık tarih nedir?

Aslan Polat

Erzurum

BAŞKAN – Sayın Bakan?..

DEVLET BAKANI IŞIN ÇELEBİ (İzmir) – Sayın Başkan, Sayın Polat, Plan ve Bütçe Komisyonunda bu soruyu yine sordu; Köprüköy'e para verilmesiyle ilgili işlem başlatıldı, gönderilecek; diğer köylerle ilgili olarak, biz kendisine yazılı cevap vereceğiz.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

2 nci sıradaki soru sahibi, Çorum Milletvekili Sayın Mehmet Aykaç?.. Burada.

Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun Sayın Başbakana tevcihini arz ederim.

Saygılarımla.

Mehmet Aykaç

Çorum

Soru: İktidara geldiğiniz günden bugüne yaptığınız tüm icraatlarınızla, hem seçmenlerinizi hem de geniş halk kitlelerini karşınıza aldınız ve içinize sinmeyen işleri iktidarda kalma uğruna yaptığınızı Grubunuzda ifade ettiniz. Böylesi icraatları size yaptıran güç nedir? Yoksa, kendi deyiminizle, siyasî hayatınıza mal olacak bu icraatlarınızla, siyasete veda edip, halka rağmen iş yapan, rantiyecileri memnun eden Başbakan olarak tarihe geçmek mi istiyorsunuz?

HALİT DUMANKAYA (İstanbul) – Böyle soru olmaz Sayın Başkan!

REFİK ARAS (İstanbul) – Soru mu bu?!

BAŞKAN – Efendim, ben uyardım.

Sayın Bakan, buyurun efendim.

DEVLET BAKANI IŞIN ÇELEBİ (İzmir) – Müsaade ediyorsanız, buna, yazılı cevap verelim efendim.

BAŞKAN – Soru, yazılı cevaplandırılacaktır.

Teşekkür ediyorum.

Bolu Milletvekili Sayın Feti Görür burada mı efendim? Burada.

Soruyu okutuyorum :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun Sayın Başbakan tarafından cevaplandırılmasını aracılığınızla arz ederim.

Feti Görür

Bolu

Soru: Seçim bölgeniz Rize'de, işyerlerinin camlarına "5+3" "özgürlük istiyoruz" diye yazı yazan iki esnafın altışar ay hapis cezasına çarptırıldıkları doğru mudur?

Saygılarımla.

BAŞKAN – Sayın Bakan?..

DEVLET BAKANI IŞIN ÇELEBİ (İzmir) – Müsaade ediyorsanız, yazılı cevap verelim efendim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Bu soru, yazılı cevaplandırılacaktır.

4 üncü sıradaki soru sahibi Sayın Yakup Budak?.. Burada.

Soruyu okutuyorum :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Sayın Başbakan, 15.11.1997 tarihli beyanatında "Susurluk meselesinde olaylar o kadar karışık ki, çeteler, devletin içinde yuvalanmış; çok karışık organizasyonlar var. Siz, olayların yüzde 5'ini biliyorsunuz, ben, olayların yüzde 20'sine vâkıfım; geriye kalan yüzde 80'ini siz tahmin edin; ben, tahmin etmek bile istemiyorum. Askerî istihbarattan bilgi gelmiyor; MİT ise, 10 kere, 20 kere süzgeçten geçirdikten sonra bilgi veriyor; o da işe yaramıyor" demektedir.

1. Böylesine önemli bir konuda Hükümet olarak eksik bilgilerle mi karar verme durumunda kalıyorlar, nasıl karar veriyorlar?

2. İşe yaramayan diye niteledikleri bilgilerle Hükümet icraatlarını nasıl yapıyorlar?

3. Adı geçen kurumlardan bilgi alma noktasında hangi çalışmalar yapılmıştır?

Yakup Budak

Adana

BAŞKAN – Sayın Bakan?..

DEVLET BAKANI IŞIN ÇELEBİ (İzmir) – Efendim, Susurluk ile ilgili çalışmaların ocak ayı başında biteceğini belirttim; ama, bu konuda da yazılı cevap vereyim, izniniz olursa.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Soru, kısmen cevaplandırıldı; bakiyesi yazılı cevaplandırılacaktır.

5 inci sıradaki soru sahibi Sayın Mehmet Aykaç?.. Burada.

Soruyu okutuyorum :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun Sayın Başbakana tevcihini arz ederim.

Soru: "20 gün daha iktidarda kalsaydım Susurluk'u çözecektim" sözünün sahibi Sayın Başbakan 8X20 gün geçmesine rağmen, Susurluk'u hâlâ neden çözmemiştir; yoksa, Susurluk'un ucu kendilerine de uzanıyor mu?

Saygılarımla.

Mehmet Aykaç

Çorum

BAŞKAN – Sayın Bakan?..

DEVLET BAKANI IŞIN ÇELEBİ (İzmir) – Yazılı cevap vereyim müsaade ederseniz efendim.

BAŞKAN – Soru, yazılı cevaplandırılacaktır.

6 ncı sıradaki soru sahibi Sayın Aykaç?.. Burada.

Soruyu okutuyorum :

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun Sayın Başbakana tevcihini arz ederim.

Soru: 55 inci Anasol-D Hükümetinin uyguladığı antidemokratik, baskıcı uygulamalar sonucu RTÜK eski Başkanı ve Yardımcısı istifa etmiştir.

Devlet geleneğine uymayan işlemler yapılmakta ve devletin güvenilirliğini zedeleyen frekans ihalelerinin iptali yoluna gidilmektedir. Sizin politika tarzınız bu mudur?

Saygılarımla.

Mehmet Aykaç

Çorum

BAŞKAN – Sayın Bakan?..

DEVLET BAKANI IŞIN ÇELEBİ (İzmir) – Böyle bir baskı yoktur efendim; Sayın Hocamız kendi iradesiyle istifa etmiştir.

BAŞKAN – Soru cevaplandırılmıştır.

7 nci sıradaki soru sahibi, Bolu Milletvekili Sayın Feti Görür?.. Burada.

ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Amasya) – Sayın Başkan, herkesin bir soru sorma hakkı yok mu?

BAŞKAN – Efendim, sırayla soruyorum ben.

ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Amasya) – Feti Beyin bir sorusu daha vardı...

BAŞKAN – Efendim, onu Başkanlık takdir edemez.

Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun, aracılığınızla, Sayın Başbakandan, cevaplamalarını saygılarımla arz ederim.

Feti Görür

Bolu

Soru: 55 inci Hükümet, yanlış icraatları neticesinde, İslam Konferansı ve Avrupa Birliğinden tecrit edildi. Dış platformlarda, ülke içindeki insan hakları ihlalleri önümüze birinci sorun olarak konuyor. İçeride ise, Batı Çalışma Grubu dayatmaları neticesinde halkla taban tabana zıt icraatlarınız sizi halktan koparmış durumda.

Tüm bu hatalarınızın telafisi için, dışpolitikada Türkiye'yi, ABD ve İsrail'e mahkûm etmek istiyor musunuz?

İçpolitikada halkla barışmak için ne gibi bir program uygulamayı tasarlıyorsunuz?

BAŞKAN – Sayın Bakan, ne buyuruyorsunuz?

DEVLET BAKANI IŞIN ÇELEBİ (İzmir) – Yazılı cevap vereyim efendim, müsaade edersiniz.

BAŞKAN – Soru, yazılı cevaplandırılacaktır.

8 inci sıradaki soru sahibi, Sayın Algan Hacaloğlu?... Burada.

Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Başbakanlık bütçesiyle ilgili aşağıdaki sorumun aracılığınızla yanıtlanması dileğiyle gereğini saygılarımla arz ederim.

Algan Hacaloğlu

İstanbul

Soru: OHAL Bölge Valiliği, 11 Kasım 1997 tarihi itibariyle 828 köy ve 2 345 mezranın boşaltılmış olduğunu, 378 335 yurttaşımızın bu nedenle köy ve mezralarını terk etmek zorunda kaldığını belirtmektedir. Evleri, ahırları kullanılamaz hale getirilen, göçe zorlanarak yaşamdan kopartılan, dolayısıyla, yaşam, barınma, çalışma, sağlık, eğitim gibi en temel hakları ihlal edilen bu yurttaşlarımızın mağduriyetlerinin giderilmesi, arzu edenlerin güvenliği sağlanmış köylerine geri dönebilmeleri için bugüne değin hiçbir şey yapılmamıştır veya yapılanlar sorunun önemi ve boyutları açısından yok düzeyindedir. İçbarışımızın önünü tıkayan bu temel sorunun çözümü için ne zaman adım atacaksınız? Bu konuda 1998 yılı konsolide bütçesine özel kaynak konmadığına göre, uygulamaya koyacağınız projelerin finansmanını nasıl sağlayacaksınız?

BAŞKAN – Sayın Bakan, ne buyuruyorsunuz efendim?

DEVLET BAKANI IŞIN ÇELEBİ (İzmir) – Efendim, biz, olağanüstü hal bölgesine, doğu ve güneydoğuya özel bir öncelik veriyoruz. Özellikle, bu bölgedeki organize sanayi bölgelerinin bitimini, öncelik verdiğimiz 126 proje arasına aldık ve projelere 1998 yılı yatırım programında, 1998 yılı içinde bitecek şekilde büyük önem verdik.

İkincisi, GAP bölgesini, Gaziantep-Şanlıurfa arası otoyoluna bağlayarak, pazara açmayı ve o bölgede yeni bir sanayi atılımının büyümesini, yükselmesini arzu ediyoruz.

Ayrıca, küçük ve orta ölçekli sanayilere ve o bölgedeki yatırımlara özel öncelik vererek, elektrik enerjisi kullanımında belli indirimler yaparak, vergi ertelemeleri yaparak, o bölgeye batıdaki sanayicinin gelmesini ve sermaye birikiminin akmasını temin edecek kararlar aldık ve bunları uygulamaya koyduk. Bu anlamda, olağanüstü hal bölgesinde ve doğu ve güneydoğu kapsamındaki illerde, kalkınma ve ekonomik gelişmeyi ve işsizlik meselesini çözecek projeleri; ayrıca eğitimde, o bölgedeki yatılı bölge okullarına özel kaynak tahsis ederek, o okulların bir an evvel devreye girmesini dikkate aldık. Bu konuda özel öncelikli çalışıyoruz efendim.

BAŞKAN – Sayın Hacaloğlu'nun soruları cevaplandırılmış oldu.

9 uncu sıradaki soru sahibi Sayın Feti Görür?.. Burada.

Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun aracılığınızla Sayın Başbakan tarafından cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.

Feti Görür

Bolu

Soru: Rusya Başbakanı Sayın Çernomirdin yurdumuzu ziyaret etti. Bu ziyaret esnasında, Güney Kıbrıs'a satışı söz konusu olan S-300 füzeleriyle ilgili herhangi bir görüşme olup olmadığı kamuoyu tarafından merak edilmektedir. Bu konuda bir görüşme yapılmışsa, neticesi nedir?

Saygılarımla.

BAŞKAN – Sayın Bakan?..

DEVLET BAKANI IŞIN ÇELEBİ (İzmir) – Efendim, Rusya, özellikle, bölgemizde, bize ekonomik anlamda çok yakın bir bölge. Hazar Denizinde, yaklaşık 4 trilyon dolarlık bir petrol rezervi var ve bunun, Bakü-Ceyhan hattıyla taşınması çok önem taşıyor ve Rusya'nın da, bu anlamda, Türkiye'yle ekonomik işbirliğini geliştirmesinde yarar var. Siyasî anlamda, bu konudaki soruya cevap vereceğim; yalnız, Rusya'yla yapılan son iki günkü müzakereleri çok olumlu adımlar olarak değerlendiriyorum. Bu, Türk ekonomisinin geleceğinde, hem Balkanlarda hem Orta Asya cumhuriyetlerinde Türkiye'ye çok yeni imkânlar, potansiyeller getiriyor. Türkiye, bu anlamda, bir enerji üssü olma konusunda çok önemli bir avantaja sahip oldu; çünkü, Kafkasya'nın ve Rusya'nın doğalgaz ve petrol kaynaklarının Akdenize ve dünyaya açıldığı bir kapı haline geliyor. Bu anlamda, Türkiye avantajını iyi kullanacak.

Siyasî anlamda da, Kıbrıs konusundaki mesele hakkında yazılı bilgi vereceğim efendim.

BAŞKAN – Sayın Görür'ün sorusunun bir bölümü cevaplandırıldı, mütebaki kısmı yazılı cevaplandırılacak.

10 uncu sırada, yine, Sayın Feti Görür'ün bir sorusu var.

Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın, aracılığınızla Sayın Başbakan tarafından cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.

Feti Görür

Bolu

Soru: Sayın Başbakan'ın Amerika Birleşik Devletleri ziyareti sırasında görüşülecek sorunlar arasında, gündeminde, Heybeli Ada ruhban okulunun açılması ve Leyla Zana'nın hapisten çıkarılması hususlarının olup olmadığının açıklanmasını saygılarımla arz ederim.

BAŞKAN – Sayın Bakan?..

DEVLET BAKANI IŞIN ÇELEBİ (İzmir) – Efendim, şimdi, biz, özellikle bu Heybeli Ada ruhban okulu meselesinde, öncelikle, Yunanistan'da -Türkiye'deki dikkatleri de bilerek- Batı Trakya'daki Türklerin kendi müftüsünü kendilerinin seçmesini istiyoruz. Bu, Türkiye'nin üç yıldır hassasiyetle üzerinde durduğu çok temel bir nokta; Batı Trakya'daki Türkler müftüyü seçemiyor, Yunanistan tayin ediyor. Eğer, orada bir müftü seçimine izin verilir, Batı Trakya'daki Türk topluluğu kendi müftüsünü seçerse, ondan sonra bu şartları düşünürüz. Amerika'da böyle bir konu konuşulmayacak; bunu da, bilgi olarak sunayım efendim.

BAŞKAN – Sayın Bakan, Trakya'daki müftü seçimine mevzuat engeli mi var?

DEVLET BAKANI IŞIN ÇELEBİ (İzmir) – Hayır efendim, Yunanistan'ın tutumu engel.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

DEVLET BAKANI IŞIN ÇELEBİ (İzmir) – Yunanistan, orada seçimi engelliyor ve Avrupa Birliğinin o "insan hakları" sözcüğünü uygulamıyor ve burada çifte standart uyguluyor. Yunanistan Hükümeti, kendi kontrolünde, oraya müftü tayin ediyor; biz de bunu kabul etmiyoruz efendim.

BAŞKAN – Soru cevaplandırılmıştır.

11 inci sıradaki soru sahibi Sayın Muhammet Polat?.. Burada.

Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun, delaletinizle, Sayın Başbakan tarafından cevaplandırılmasını arz ve talep ederim.

Muhammet Polat

Aydın

Soru: Bir TV kanalının haber bülteninde kamuoyuna yansıtılan, Dinç Bilgin ve Doğan Holding'e ait medya kuruluşlarına haksız ve usulsüz olarak verilen 16,4 trilyon TL'lik teşvik hakkında Başbakanlık Teftiş Kurulunu harekete geçirdiniz mi? Yoksa, bunu bilerek yaptığınızı ve diyet ödediğinizi kabul mü ediyorsunuz?

BAŞKAN – Sayın Bakan, ne buyurursunuz efendim?

DEVLET BAKANI IŞIN ÇELEBİ (İzmir) – Bu konuda yazılı cevap verelim efendim.

BAŞKAN – Soru, yazılı cevaplandırılacaktır.

12 nci sırada, yine, Sayın Muhammet Polat'a ait bir soru var; okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun, delaletinizle, Sayın Başbakan tarafından cevaplandırılmasını arz ve talep ederim.

Muhammet Polat

Aydın

Soru: Başbakan başmüşaviri, eski genel müdür, otuz yıla yakın kamu görevi olan Doç. Dr. Sedat Çelikdoğan'ın, başmüşavirlikten 10 uncu derecede daktilo memurluğuna atanmasını neyle izah ediyorsunuz?

BAŞKAN – Sayın Bakan?..

DEVLET BAKANI IŞIN ÇELEBİ (İzmir) – Efendim, şimdi, bu konu mahkemede; mahkeme, yürütmeyi durdurma kararını reddetti; izin verirseniz buna da yazılı cevap vereyim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum; soru yazılı cevaplandırılacaktır.

13 üncü sırada yine Sayın Polat’ın sorusu var.

Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun, delaletinizle, Sayın Başbakan tarafından cevaplandırılmasını arz ve talep ederim.

Muhammet Polat

Aydın

Soru: 55 inci Hükümetin kuruluşundan bu yana, Başbakanlığınız döneminde, Başbakanlık Merkez Teşkilatlarındaki görevinden alınan, Ankara dışına sürgün edilen personel sayısı kaçtır?

BAŞKAN – Sayın Bakan?..

DEVLET BAKANI IŞIN ÇELEBİ (İzmir) – Yazılı cevap vereyim müsaade ederseniz.

BAŞKAN – Sayın Bakan soruyu yazılı cevaplandıracaktır.

14 üncü sırada yine Sayın Muhammet Polat’ın sorusu var.

Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun, delaletinizle, Sayın Başbakan tarafından cevaplandırılmasını arz ve talep ediyorum.

Muhammet Polat

Aydın

 

Soru: 54 üncü Hükümet zamanında Başbakan Müsteşar Yardımcısı olarak görev yapan Mesut Kınalı'nın, bu görevinden alınarak şube müdürü yapılmasını neyle izah ediyorsunuz?

BAŞKAN – Sayın Bakan?..

DEVLET BAKANI IŞIN ÇELEBİ (İzmir) – Efendim, buna da yazılı cevap vereyim. Ama sürgün söz konusu değil, tayin söz konusu; onu da hatırlatmak istiyorum.

BAŞKAN – Efendim, yazılı belirtirsiniz.

Sayın Bakan yazılı cevaplayacak.

15 inci sıradaki soru sahibi Sayın İhsan Çabuk?.. Burada.

Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Daha önce İstanbul - Rize - İstanbul arasında deniz seferi yapan Truva Feribotu seferleri iptal edilmiştir. Karadeniz halkının büyük bir ihtiyacını gideren seferlerin yeniden ihdası hususunda Sayın Devlet Bakanı Burhan Kara'nın olumlu yardım ve cevaplarını bekler, saygılar sunarım.

İhsan Çabuk

Ordu

BAŞKAN – Sayın Bakan?..

DEVLET BAKANI BURHAN KARA (Giresun) – Kış aylarında bu seferlerde yolcu bulunmadığı için ertelenmek zorunda kalınıyor. Tabii ki, sefer sayısını artırmaya gayret ediyoruz.

BAŞKAN – Soru cevaplandırılmıştır.

16 ncı sıradaki soru sahibi Sayın Ömer Özyılmaz?.. Burada.

Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Sayın Başkan, aracılığınızla, Sayın Başbakana aşağıdaki sorumu sormak istiyorum.

Saygılarımla.

Ömer Özyılmaz

Erzurum

Soru: Bulunduğunuz makam itibariyle, ülkemize bir bütün halinde bakmak ve gelişmemiş bölgeleri, çeşitli yollarla kalkındırmaya çalışmakla görevli olduğunuz bilinen bir gerçektir.

Bu cümleden olarak, ülkemizin gelişmemiş bölgelerinden birisi olan Güneydoğu Anadolu Bölgesi için hazırlayıp Meclise göndermiş olduğunuz çeşitli teşvik, kredi ve vergi muafiyetini içeren kanun tasarısının kapsamına, aynı derecede gelişmemiş ve kalkınmamış olduğu bilinen Doğu Anadolu Bölgesinin de alınması için, Erzurum milletvekilleri olarak, yaptığımız bütün ısrarlarımıza rağmen, niçin kabul etmediniz? Doğu Anadolu’ya bu hıncınız nedendir?

Saygılarımla.

BAŞKAN – Sayın Bakan?..

DEVLET BAKANI IŞIN ÇELEBİ (İzmir) – Sayın Başkan, bizim Erzurum'a, Erzurumlulara çok büyük sevgimiz var. Biz, doğu ve güneydoğuda, geçmişte, özellikle 1991'e kadar, Kaynak Kullanım Destekleme Fonunu, özkaynağa bağlı olarak bir hibe kredi biçiminde kullanarak çok önemli gelişmelere ve potansiyel bir Anadolu kaplanlarının oluşmasına yol açtık.

Şimdi, doğuda ve güneydoğuda organize sanayi bölgelerine ağırlık vererek ve bu bölgedeki kuruluşlara, küçük ve orta ölçekli sanayicilere özel krediler, Halk Bankası kanalıyla da, verilerek; ki, bu yıl, 130 trilyon civarında bir para verildi... Bu anlamda -Erzurum, Erzincan, Gümüşhane, Bayburt bizim çok özel önem verdiğimiz illerdir- bir ayrıcalık yapmıyoruz; tam tersine, burada, Türkiye'nin diğer illerine nazaran, önemli bir öncelik verdiğimizi belirtmek istiyorum.

BAŞKAN – Soru cevaplandırılmıştır.

REFİK ARAS (İstanbul) – Süre de bitmiştir.

BAŞKAN – Efendim, bir tek soru kaldı. (ANAP sıralarından gürültüler) Rica ediyorum.

Sayın Bedri İncetahtacı burada mı?..

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) – Sayın Başkan, sualimi, arkadaşların ricası üzerine geri çekiyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Geri aldınız.

İRFAN KÖKSALAN (Ankara) – Olur mu öyle şey?!

BAŞKAN – Olur tabiî, efendim.

İRFAN KÖKSALAN (Ankara) –Kurallara uyacaksınız.  

BAŞKAN – Niye olmasın?..

İRFAN KÖKSALAN (Ankara) – Burada, kural konmuş 20 dakika diye.

BAŞKAN – Efendim, bakınız, sayın grup sözcüleri için 30 dakikalık bir kural konmuş; ama, bazen 32 dakika oluyor...

İRFAN KÖKSALAN (Ankara) – O başka olay...

BAŞKAN – Yapmayın efendim... Şimdi, bakın, Başkanlığa bu kadar müdahale edilirse doğru olmaz... Elastikiyeti durdurursanız doğru olmaz...

İRFAN KÖKSALAN (Ankara) – Tarafsız hareket etmek mecburiyetindesiniz.

BAŞKAN – Evet, soru önergesi, soru sahibi tarafından geri alınmıştır.

Sayın milletvekilleri, sorular sorulmuş, Hükümet tarafından bazıları burada cevaplandırılmış, bazıları için de yazılı cevap verileceği ifade olunmuş.

Şimdi, sırasıyla, ikinci turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı ayrı okutup oylarınıza...

III. – Y O K L A M A

(RP sıralarından bir grup milletvekili ayağa kalktı)

MUHAMMET POLAT (Aydın) – Sayın Başkan, yoklama istiyoruz.

BAŞKAN – Peki efendim.

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın Başkan, salon doludur; takdirinize bağlı...

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, yoklama isteyen milletvekillerinin isimlerini tespit edeceğim.

ZEKİ ÇAKIROĞLU (Muğla) – Sayın Başkan, yerimden zabıtlara geçmesi için bir beyanım var.

BAŞKAN – Buyurun efendim.

ZEKİ ÇAKIROĞLU (Muğla) – Efendim, 20 kişi istediği zaman elbette İçtüzüğümüze göre yoklama yapma gereği var; ancak, Danışma Kurulunda, bütün grupların katılımıyla alınmış bir karar var ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, bütün sayın milletvekillerine bu programı göndermişti. 26 Aralık 1997 tarihinde, bütçe görüşmelerinin tamamlanması gerekmektedir.

Bu bakımdan, hukukumuzun genel ilkelerinde de yer alan, bir hakkın ızrar kastıyla...

BAŞKAN – Efendim, kısa keser misiniz lütfen ifadenizi. (ANAP sıralarından "Sayın Başkan, dinleyin" sesleri) Efendim, ne söyleyeceğini biliyorum. (ANAP sıralarından "nereden biliyorsun" sesleri) Lütfen...

Dinliyorum efendim sizi; buyurun.

ZEKİ ÇAKIROĞLU (Muğla) – Sayın Başkan, dinlemeniz için değil; ama, zabıtlara geçmesini istiyorum; çünkü, tarihi bir olaydır.

Bir hakkın ızrar kastıyla kullanılmasını, kanunlarımız himaye etmemektedir. Bu durumun tespit edilmesini ve gereksiz zaman kaybına neden olacak bir hareketin doğru olmadığını beyan etmek istiyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Efendim, yoklama isteyen arkadaşlarımızın isimlerini okuyup, Genel Kurul salonunda bulunup bulunmadıklarını tespit edeceğim:

Mikail Korkmaz?.. Burada.

Mehmet Bedri İncetahtacı?.. Burada.

Zeki Karabayır?.. Burada.

Muhammet Polat?.. Burada.

Memduh Büyükkılıç?.. Burada.

Abdullah Örnek?.. Burada.

Hüseyin Arı?.. Burada.

Mustafa Yünlüoğlu?.. Burada.

Şaban Şevli?.. Burada.

Feti Görür?.. Burada.

Latif Öztek?.. Burada.

Ekrem Erdem?.. Burada.

Mehmet Ali Şahin?.. Burada.

Osman Hazer?.. Burada.

Alaattin Sever Aydın?.. Burada.

Tevhit Karakaya?.. Burada.

İsmail Özgün?.. Burada.

Necmettin Aydın?..

ASLAN POLAT (Erzurum) – Tekabbül ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Aslan Polat, tekabbül ediyor.

Salih Kapusuz?.. Burada.

Lütfü Esengün?.. Burada.

BAŞKAN – Yoklama talebine yetersayı vardır.

Yoklamayı, Adana İlinden başlatmak üzere ad okunmak suretiyle yapacağım; ismi okunan sayın üyenin yüksek sesle işaret buyurmasını rica ediyorum.

(Yoklamaya başlandı)

Fuat Çay?.. Yok.

UĞUR AKSÖZ (Adana) – Sayın Başkanım, yoklama talebinde bulunan imza sahiplerinin sayısı 20'nin altına düştüğü için, yoklamayı kesmeniz gerekir.

BAŞKAN – Efendim, aldık; onların hepsini var sayıyoruz. (ANAP sıralarından gürültüler)

UĞUR AKSÖZ (Adana) – 20 kişi yok efendim.

BAŞKAN – Uygulamamız böyle; var sayıyoruz efendim.

Yoklamaya devam ediyoruz.

Ali Gülay?.. Burada.

Süleyman Metin Kalkan?.. Yok.

(Yoklamaya devam edildi)

SUHA TANIK (İzmir) – Sayın Başkan, diğer arkadaşları da burada var sayın o zaman.

UĞUR AKSÖZ (Adana) – Sayın Başkan, neden dinlemiyorsunuz?!

BAŞKAN – Efendim, dinledim ben sizi.

UĞUR AKSÖZ (Adana) – Beyefendi, neden dinlemiyorsun? Ben burada Grup Başkanvekiliyim, dinlemek zorundasınız. Neden dinlemiyorsunuz?!

BAŞKAN – Efendim, sizin Grup Başkanvekili olduğunuzu biliyorum.

UĞUR AKSÖZ (Adana) – Biliyorsanız dinleyin lütfen.

BAŞKAN – Dinledim...

Buyurun.

UĞUR AKSÖZ (Adana) – Bir hukukî sorundan bahsediyorum.

BAŞKAN – Buyurun. Neymiş hukukî sorun?

UĞUR AKSÖZ (Adana) – 20 kişiyi toplama dahil etmeniz, esası ilgilendirir; 20 kişinin olması usuldür. Usulen yoklamaya devam edemezsiniz.

BAŞKAN – Efendim, uygulamalarımız hep bu istikamettedir. (ANAP sıralarından "hayır, öyle değil" sesleri.

Efendim, uygulamalarımız böyledir. (ANAP sıralarından gürültüler)

Efendim müsaade buyurun.

Ali Uyar?.. Burada.

(Yoklamaya devam edildi)

BAŞKAN – Sayın Çelebi, bir önergenizi aldım; önergenizde, Sayın Bakan Yalım Erez'e vekâlet ettiğinizi ifade buyuruyorsunuz ve bu vekâletin gereğinin yapılması talebiniz var. Ben öyle anladım; öyle mi efendim?

DEVLET BAKANI IŞIN ÇELEBİ (İzmir) – Yoklamada geçerli olmadığını öğrendiğim için geri aldım efendim.

BAŞKAN – Şunu ifade edeyim; belki, gelecek için de lazım olabilir: Bu, oylamada mümkün, yoklamada mümkün değil.

Zaten, Sayın Bakan onu geri aldılar.

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Kars) – Sayın Bakan oylama için vermişler.

BAŞKAN – Efendim, o sarahat olsa, Sayın Bakana sormam. Rica ediyorum... O kadarını bilirim. Rica ediyorum... Gecenin bu saatinde...

Değerli milletvekilleri, toplantı yetersayımız vardır; çalışmalara kaldığımız yerden devam ediyoruz.

VI. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMiSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

l.- 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/669; 1/670; 1/633, 3/1046; 1/634, 3/1047) (S.Sayısı: 390, 391, 401, 402) – (Devam)

E) BAŞBAKANLIK (Devam)

1. – Başbakanlık 1998 Malî Yılı Bütçesi (Devam)

2. – Başbakanlık 1996 Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)

F) DENİZCİLİK MÜSTEŞARLIĞI (Devam)

1. – Denizcilik Müsteşarlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi (Devam)

2. – Denizcilik Müsteşarlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)

G)DEVLET METEOROLOJİ İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ (Devam)

1. – Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Bütçesi (Devam)

2. – Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Kesinhesabı (Devam)

BAŞKAN – Başbakanlık 1998 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Bölümlere geçilmesi hususu kabul edilmiştir.

Şimdi, bölümleri sırayla okutacağım ve ayrı ayrı oylarınıza sunacağım.

Daha önce aldığımız karar gereğince, Sayın Divan Üyemizin oturarak okuması hususunu bilgilerinize sunuyorum.

Bölümleri okutuyorum:

BAŞBAKANLIK

1.- Başbakanlık 1998 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 58 353 900 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

111 Bakanlıklararası İşbirliğini Sağlamak ve Hükümetin

Genel Siyasetini İzlemek 2 443 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

112 Millî Güvenlik Hizmetlerinin Yürütülmesi 936 500 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

113 Devlet Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve Geliştirilmesi 721 110 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

114 Enformasyon Kamuoyu Oluşturma ve Halkla İlişkiler Hizmetleri 4 967 570 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

115 Özürlülere Yönelik Hizmetler 178 380 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

116 Kadın ve Aile Hizmetleri 677 560 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 44 457 601 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

999 Dış Proje Kredileri 42 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

      T O P L A M 112 777 621 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Başbakanlık 1998 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2.- Başbakanlık 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- Başbakanlık 1996 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, bütçe takdim edilirken, ilk okunan rakamlar, program kodu numaralarıdır. Zabıtlara geçmesi açısından ifade ediyorum.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Başbakanlık 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

A - CETVELİ

L i r a

- Genel Ödenek Toplamı : 31 902 235 324 000

- Toplam Harcama : 31 020 007 882 000

- İptal edilen Ödenek : 905 254 165 000

- Ödenek Dışı Harcama : 23 026 723 000

- Akreditif, taahhüt, art.ve dış

proje kred. saklı tut. ödenek : 237 779 360 000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Başbakanlık1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Başbakanlık 1998 malî yılı bütçesi ile 1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.

Denizcilik Müsteşarlığı 1998 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

 

 

 

DENİZCİLİK MÜSTEŞARLIĞI

1.- Denizcilik Müsteşarlığı 1998 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 606 200 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

111 Denizciliğin Geliştirilmesi Hizmetleri 1 338 800 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 122 001 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

       T O P L A M 2 067 001 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Denizcilik Müsteşarlığı 1998 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2.- Denizcilik Müsteşarlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- Denizcilik Müsteşarlığı 1996 mali yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Denizcilik Müsteşarlığı 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

A - CETVELİ

L i r a

- Genel Ödenek Toplamı : 847 125 414 000

- Toplam Harcama : 695 998 895 000

- İptal edilen Ödenek : 121 134 130 000

- Ödenek Dışı Harcama : 3 586 818 000

- Ertesi Yıla Devreden Ödenek : 33 579 207 000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Denizcilik Müsteşarlığı 1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Denizcilik Müsteşarlığı 1998 malî yılı bütçesi ile 1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir; hayırlı hizmetlere vesile olur inşallah.

Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1998 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

 

 

 

DEVLET METEOROLOJİ İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1.-Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1998 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 1 911 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

111 Meteorolojik Rasat ve Analiz Hizmetleri-

nin Düzenlenmesi ve Geliştirilmesi Hizmetleri 4 315 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 2 384 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

T O P L A M 8 610 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1998 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2.- Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1996 mali yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Kesinhesabı

A - CETVELİ

L i r a

- Genel Ödenek Toplamı : 2 072 990 000 000

- Toplam Harcama : 1 905 852 033 000

- İptal edilen Ödenek : 173 211 291 000

- Ödenek Dışı Harcama : 6 073 324 000

- Akreditif, taahhüt, art.ve dış

proje kred. saklı tut. ödenek : 15 175 000 000

BAŞKAN- (A) cetvelini kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1998 malî yılı bütçesi ile 1996 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir; bu kurumumuza da hayırlı ve uğurlu hizmetler nasip etsin Cenabı Allah.

Sayın milletvekilleri, bu suretle, Başbakanlık, Denizcilik Müsteşarlığı ve Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün 1998 malî yılı bütçeleri ile 1996 malî yılı kesinhesapları kabul edilmiştir; hayırlı, uğurlu olsun.

Sayın milletvekilleri, ikinci tur görüşmeler ve bugünkü program tamamlanmıştır.

Programda yer alan kuruluşların bütçe ve kesinhesaplarını görüşmek için, 18 Aralık 1997 Perşembe günü saat 10.00'da toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati:22.06

VII. – SORULAR VE CEVAPLAR

A)YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – İstanbul Milletvekili Yusuf Pamuk’nun, 1989 yılında Bulgaristan’dan göç eden soydaşlara tahsis edilen konutlara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Ahat Andican’ın yazılı cevabı (7/3846)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın TBMMİçtüzüğünün 96 ncı maddesi gereğince Devlet Bakanı Sayın Ahat Andican tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

12.11.1997 Yusuf Pamuk İstanbul

Sorular :

1. 1989 yılında mecburî göç nedeniyle Bulgaristan’dan gelenlerin ne kadarına konut yapılmış ve tahsis edilmiştir? Ayrıca, birden fazla konut tahsis edilen var mıdır, varsa nedeni?

2. Bu haktan istifade edip de konutu kirada olan var mıdır?

3. Yapılıp da tahsis edilen konutların dışında, bu yönde yapılmakta olan konut var mıdır, varsa yerleri neresidir? Ayrıca, konut yapımı devam edecek midir?

T.C. Devlet Bakanlığı 15.12.1997 Sayı : B.02.0.012/002-0796

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı

Genel Sekreterliğine

İlgi : 3.12.1997 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/3846-9384/024373 sayılı yazınız.

İlgide kayıtlı yazınız ekinde gönderilen İstanbul Milletvekili Yusuf Pamuk’un 1989 yılında Bulgaristan’dan göç eden soydaşlara tahsis edilen konutlara ilişkin (7/3846) esas numaralı yazılı soru önergesi incelenmiştir.

Bulgaristan Hükümetinin uyguladığı asimilasyon politikası sonucu zorunlu göçe tabi tutularak Ülkemize gelen soydaşlarımızdan Göçmen Konutlarına 44 452 başvuru yapılmıştır.

Yurdumuzun çeşitli bölgelerinde Göçmenevleri Projesi çerçevesinde bir programa bağlı olarak Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonu kaynaklarından 1 333 konut, Avrupa Sosyal Kalkınma Fonu kaynaklarından temin edilen kredi ile 21 556 konut inşa edilmiştir.

Konut sahibi olmak için yapılan talebin konut sayısından fazla olması nedeniyle her müracaat eden soydaşa bir konut tahsisi sağlanamayacağından “Bulgaristan’dan Zorunlu Göçe Tabi Tutulan Soydaşlarımıza Devlet Bakanlığı Organizatörlüğünde Yaptırılan Konutların Dağıtımına Dair Prensiplerdir.” başlıklı yönerge ile “Göçmen Konutların Dağıtım Esasları” çerçevesinde konutların inşa edildiği valiliklerce kurulan komisyonlar marifetiylehak sahiplerine dağıtımı yapılmıştır.

Anılan Yönerge ve Göçmen Konutları Dağıtım Esaslarının (2/d) maddesi uyarınca bir kişiye bir konuttan fazla konut tahsisi yapılması mümkün bulunmamaktadır.

Valiliklerde oluşturulan Göçmen Konutları Dağıtım Komisyonlarınca hak sahipliği belirlenmiş soydaşlarımızdan konutunu kiralamış olanlara ilişkin olarak Bakanlığımıza intikal etmiş bilgi bulunmamaktadır.

İnşa edilip de tahsis edilen konutların dışında yeni soydaş konutu yapılması için herhangi bir program bulunmamaktadır.

Bilgilerinize arz ederim.

Prof. Dr. Ahat Andican Devlet Bakanı

2. – Bolu Milletvekili Feti Görür’ün, tarım sigortası konusunda çalışma yapılıp yapılmadığına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mustafa R. Taşar’ın yazılı cevabı (7/3850)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Tarım Bakanı Sayın Mustafa Taşar tarafından, yazılı olarak cevaplandırılmasını aracılığınız ile istirham ederim.

13.11.1997 Feti Görür Bolu

Ülkemizde yer yer meydana gelen doğal afetler sonucu, çiftçimiz büyük maddî zararlara uğrarken, yıl boyu geçimini sağlayan ürün gelirlerinden mahrum kalmaktadır. Ekonomik olarak zayıflarken, üretim kayıpları meydana gelmekte, ihraç ettiğimiz bazı ürünleri ithal eder duruma düşmekteyiz.

Soru 1. Bu durumların telafisi için tarım sigortası konusunda çalışma yapıyor musunuz?

Soru 2. Çalışma yok ise, tarım sigortası konusunda bir çalışma yapmayı düşünüyor musunuz?

T.C. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 15.12.1997 Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı Sayı : KDD.G.4.-3537/83736

Konu :Soru Önergesi (Bolu Milletvekili Sayın Feti Görür)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 24.11.1997 tarih ve A.01.0.GN. S.0.10.00.02-9560 sayılı TBMM yazısı ve eki.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliğinin ilgide kayıtlı yazısı ile Bakanlığımıza intikal eden ve cevaplandırılması istenen Bolu Milletvekili Sayın Feti Görür’ün Tarım Sigortası ile ilgili 7/3850-9395 Esas No.lu yazılı soru önergesindeki Bakanlığımızı ilgilendiren sorularla ilgili görüşlerimiz aşağıda belirtilmiştir.

Soru 1. Ülkemizde yer yer meydana gelen doğal afetler sonucu, çiftçimiz büyük maddî zararlara uğrarken, yıl boyu geçimini sağlayan ürün gelirlerinden mahrum kalmaktadır. Ekonomik olarak zayıflarken, üretim kayıpları meydana gelmekte, ihraç ettiğimiz bazı ürünleri ithal eder duruma düşmekteyiz. Bu durumların telafisi için tarım sigortası konusunda çalışma yapıyor musunuz?

Cevap 1. Ülkemizde nüfusumuzun yarıya yakın kısmı kırsal alanda yaşamakta ve geçimini de çiftçilikten sağlamaktadır. Bu bakımdan doğal afetlerden öncelikle üreticilerimizin gelirleri azalmakta, geliri azalan çiftçimiz tarımsal girdileri yeterince kullanamamakta yeni tarım tekniklerine uzak kalmakta ve hatta tarımsal üretimini devam ettiremeyecek duruma düşmektedir. Doğal afetler üreticimizin yanısıra başta ülkenin beslenmesi olmak üzere ihracatımızı-ithalatımızı ve hammadde temini ile sanayimizi de etkilemektedir.

Tarımımızı ve ekonomimizi bu sıkıntılardan kurtarabilmek için Bakanlığımızca; “5254 Sayılı Muhtaç Çiftçilere Ödünç Tohumluk Verilmesi Hakkında Kanun” ile 2090 Sayılı Tabiî Afetlerden Zarar Gören Çiftçilere Yapılacak Yardımlar Hakkında Kanun” çerçevesinde çiftçilerimize yardımlar yapmaktadır. Bu yıl içinde bu amaçla yapılan yardımların tutarı 6 trilyonu aşmış bulunmaktadır. Tarımsal üretim esnasında çiftçimizin ürününe ve hayvanına zarar veren doğal afetlerden korunabilmesi için tarım sigortalarının geliştirilmesi gerekmektedir. Bakanlığımızca bu konuya büyük önem verilmiş olup çeşitli zamanlarda çalışmalar yapılmış ve birkaç Kanun Tasarısı da hazırlanmıştır.

1993 yılı sonlarında Bakanlığımızca hazırlanan Kanun Tasarısı görüş alınmak üzere konu ile ilgili tüm kurum ve kuruluşlara gönderilmiştir. Ancak gelen cevaplar incelendiğinde; özel sigortacılık işlerinin Başbakanlık Hazine Müsteşarlığının görev ve yetkileri içinde bulunduğu dolayısıyla bu konuda çalışma yapmak ve kanun tasarısı hazırlamak gibi yetkilerin de bu Müsteşarlığa ait olduğu anlaşılmıştır. Bunun üzerine tarım sigortaları konusunda Kanun Tasarısının Hazine Müsteşarlığınca hazırlanmasında zorunluluk bulunduğu ve Bakanlığımızın sahip olduğu deneyimlerle işbirliğine hazır olduğu hususu resmî bir yazı ile sözkonusu Müsteşarlığa bildirilmiştir. (25 Ekim 1994 tarih ve 2322 sayı)

Bir yıl içinde Hazine Müsteşarlığı tarafından hazırlanarak Bakanlığımıza gönderilen “Tarım Sigortalarının Teşviki Hakkında Kanun Tasarısı” incelenmiş ve görüşlerimiz resmî bir yazı ekinde gönderilmiştir. Diğer taraftan yedinci beş yıllık plan gereği olarak 1995-2005 Aksiyon planı çerçevesinde tarım ürün sigortası kanun tasarısı hakkında Hazine Müsteşarlığı ile çalışmalarımız devam etmektedir.

Soru 2. Çalışma yok ise, tarım sigortası konusunda bir çalışma yapmayı düşünüyor musunuz?

Cevap 2. Bu çalışmadan ayrı olarak Bakanlığımız tarafından hazırlanan “Tarımda Yeniden Yapılanma 1995-2005 Aksiyon Planı” çerçevesinde, tarım sigortalarının geliştirilmesi için kurulan ve ilgili tüm kuruluşların temsilcilerinden oluşan bir Komisyon bu konuda çalışmalar yapmaktadır. Ülke tarımı için vazgeçilmez bir sistem olan ürün sigortalarının geliştirilmesinde hangi prensipler ve esaslar dahilinde hazırlanacak bir Kanun Tasarısının ülke şartlarına uygun olacağı hususunu araştıran Komisyonun çalışmaları halen devam etmektedir.

Bilgilerinize arz ederim.

Mustafa Taşar Tarım ve Köyişleri Bakanı

3. – Bolu Milletvekili Feti Görür’ün, gübre teşvikleri konusundaki bir beyanına ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mustafa R. Taşar’ın yazılı cevabı (7/3851)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın, Tarım Bakanı Sayın Mustafa Taşar tarafından, yazılı olarak cevaplandırılmasını aracılığınız ile istirham ederim.

13.11.1997 Feti Görür Bolu

1997 Kasım ayının ilk günlerinde bir TV kanalında sizinle yapılmış bir mülakatta; ziraî kredi faizlerinin düşürülmesi ile ilgili bir talebe karşılık çiftçilere, paranızı repoya koyarsanız faizi ile % 21 daha ucuza gübre alabilirsiniz dediğiniz.

Ayrıca gübre teşviklerinin bundan böyle gübre fabrikalarına vereceğinizi söylediğiniz gazetelerde yer almıştır. (Not: 11.11.1997 Dünya Gazetesi, Ali Ekber Yıldırım imzalı köşe yazısı.)

Soru 1. Mezkur gazete ve köşede yazılan yazı doğru mudur? Değilse tekzip yazısı gönderdiniz mi?

Soru 2. Eğer doğru ise çiftçi hangi parasını repoya verecek, bunu araştırdınız mı?

Soru 3. Çiftçilere, siz karnınızı çiftçilikle doyuramazsınız, tarlanızı, traktörünüzü satın, parasını repoya verirseniz daha iyi mi geçinirsiniz demek istiyorsunuz?

Soru 4. Gübre teşvikini çiftçiye vermek yerine, gübre fabrikalarına vermek ile neyi amaçlıyorsunuz?

T.C. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 15.12.1997 Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı Sayı : KDD-G.4-3538/83737

Konu : Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 24 Kasım 1997 Gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-9560 sayılı yazınız.

İlgide kayıtlı yazınız ekinde gönderilen; Bolu Milletvekili Sayın Feti Görür’e ait, yazılı soru önergesine ilişkin Bakanlığımız görüşleri ekte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

Mustafa Taşar Tarım ve Köyişleri Bakanı

Esas No : 7/3851-9396

Bolu Milletvekili Feti Görür’ün yazılı soru önergesinde yer alan Bakanlığımızla ilgili soru ve bunlara ait cevaplar aşağıda belirtilmiştir.

Gübrenin % 21 daha ucuza alınması ile ilgili açıklama şu şekildedir.

Yeni yayınlanan gübre kararnamesine göre gübre sübvansiyonları çiftçiye yapılması yerine doğrudan fabrikaya yapılacaktır. Böylece çiftçi sübvansiyon almak için bir sürü bürokratik işlemlerden kurtulacağı gibi, gübreye destekleme miktarı kadar az ödeme yapacak ve alım gücü o nispette artacaktır.

Şöyle ki, gübre sübvansiyonu direkt çiftçiye yapıldığında çiftçi 100 bin liralık gübre alabilmek için eğer peşin parası var ise bu parayı defaten ödemekte ve % 50’si olan 50 bin lirayı alabilmek için altı ay beklemektedir. Destekleme olarak alacağı 50 bin liranın çiftçiye altı aylık maliyeti serbest piyasa koşullarında % 42 dolayındadır ki bu da 21 bin lira yapmaktadır. Gübre sübvansiyonlarının çiftiye yapılması yerine direkt fabrikalara yapılması durumunda destekleme ödemesi olan 50 bin lira fabrikaya yapılacağından çiftçiye bir finansman yükü getirmeyeceğinden, çiftçi 100 bin liralık gübreyi %21 daha ucuza almış olacaktır.

Soru 1. Mezkûr gazete ve köşede yazılan yazı doğru mudur? Değilse tekzip yazısı gönderdiniz mi?

Cevap 1. Söz konusu gazetede yazılanlar eksik yazılmıştır. Zira kullanılan repo kelimesi çiftçinin destekleme bedellerini geç alması sebebiyle uğradığı maddî kayıbın çarpıcı bir şekilde ortaya konulması için kullanılmıştır.

“Destekleme ödemelerine bakıldığında (bir bölümü 1995, bir bölümü 1996 ve bir bölümü de 1997 yılının ilk yarısında)çiftçilerimiz alacaklarını zamanında alamadığı ve 2.5 yıl beklediği ortaya çıkmaktadır. Bu süre zarfında çiftçinin uğradığı kayıpları ortaya koymak açısından parayı zamanında alıp repoya yatırsa, altın alsa, hisse senedi alsa, traktör alsa, tarla alsa hem parasını iyi değerlendirmiş olacak hem de gübre, tohum, tarımsal ilaç, süt, projeli hayvan, ithal damızlık ve asma fidanı gibi destekleme ve teşvik aldığı alanlarda daha verimli faaliyetlerde gösterecektir.” şeklinde ifade edilmiştir. Ayrıca bu konu söz konusu TV kanalı dışında TRT’de “Bu Toprağın Sesi” programında da izah edilmiştir.

Söz konusu köşe yazarı açıklamalarımızın içinde bulunan örneklerden sadece birine örnek vermiştir. Konu ile ilgili tekzip mahiyetindeki açıklamalar TRT aracılığıyla tüm kamuoyuna yapılmıştır.

Soru 2. Eğer doğru ise çiftçi hangi parasını repoya verecek, bunu araştırdınız mı?

Cevap 2. Konu ile ilgili açıklama konu bütünlüğü içinde yukarıda açıklanmış olup, çiftçi ürün bedeli ve destekleme ödemelerinin hemen yapılması yanında gübre desteklemelerinde getirilen desteğin doğrudan fabrikaya yapılması durumunda sağlayacağı fayda belirtilmiştir.

Soru 3. Çiftçilere, siz karnınızı çiftçilikle doyuramazsınız, tarlanızı traktörünüzü satın parasını repoya verirseniz daha iyi mi geçinirsiniz demek istiyorsunuz?

Cevap 3. Bu şekilde bir ifademiz olmamıştır ve yukarıdaki açıklamalardan da görüleceği üzere üzerinde durduğumuz konu, çiftçiye peşin ödeme yapılması ve desteklerin zamanında ödenmesinin faydasını izah etmektir.

Soru 4. Gübre teşvikini çiftçiye vermek yerine, gübre fabrikalarına vermek ile neyi amaçlıyorsunuz?

Cevap 4. Kimyevi gübre desteklemesinin, çiftçi yerine gübre üreten veya dağıtan kuruluşlara yapılmasında aşağıda zikredilen faydalar sağlanmış olacaktır.

Çiftçiler her defasında destekleme almak için bankalara gitmeyecek ve aylarca beklemek zorunda kalmayacaklardır.

Gübre bedelinin tamamını ödemek zorunda kalmadıkları için çiftçilerin alım gücü artmış olacak, böylelikle mevcut alım güçleri ile daha fazla kimyevi gübre edinebileceklerdir.

Destekleme sisteminde yaşanan suiistimaller asgarî düzeye inmiş olacaktır.

Destekleme sistemindeki iş ve işlemlerin asgariye indirilmesi nedeniyle iş gücü ve zaman kaybı önemli derecede azaltılmış olacaktır.

4. – Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, FAO tarafından yasaklanan bazı tarım ilaçlarının Türkiye’de kullanımının önlenmesi için alınacak tedbirlere ilişkin sorusu ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mustafa R. Taşar’ın yazılı cevabı (7/3852)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Tarım Bakanı Sayın Mustafa Taşar tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.

13.11.1997 Veysel Candan Konya

Dünyada bir çok ülkede kullanılması yasak olan ve tehlikeli maddeler listesinde yer alan bazı tarım ilaçlarının ülkemizde yaygın bir şekilde kullanıldığı bilinmektedir. Gelişmiş ülkelerde kullanımı yasak olan ve başta Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) olmak üzere bir çok ülkenin listesine dahil ettiği “Metamidophos, Metil Parathion, Monocrsthophe ve Phoshamidon” adlı ilaçların yetersiz denetim ve bilinçsiz kullanım nedeniyle ülkemizde yaygın bir şekilde tüketilmekte, bu da insan sağlığı yönünden ciddî tehlike oluşturmaktadır. Bu sebeple;

1. İsmi yukarıda verilen ilaçların dünyada yasaklanması gözönüne alınarak ülkemize ithalini ve kullanımını durdurmayı düşünüyor musunuz?

2. Bu tür, dünyada yasaklanan ilaçlarla ilgili bakanlığınızda bir çalışma yapılmakta mıdır? Bakanlığınıza bağlı İl Tarım Müdürlükleri bu ilaçların kullanılmaması veya dikkatli olunması noktasında ne tür bir çalışma yapmaktadırlar?

3. Bakanlığınız, üniversite (Ziraat Fakülteleri) işbirliği ile dünyadaki gelişmeleri takip ve alınacak önlemleri hayata geçirme noktasında bir çalışma yapmayı düşünüyor musunuz?

T.C. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 15.12.1997 Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı Sayı : KDD-G.4-3536/83735

Konu : Soru Önergesi (Konya Milletvekili Sayın Veysel Candan)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 24.11.1997 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-9560 sayılı TBMMyazısı ve eki.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Genel Sekreterliğinin ilgide kayıtlı yazısı ile Bakanlığımıza intikal eden ve cevaplandırılması istenen Konya Milletvekili Sayın Veysel Candan’ın Dünyada birçok ülkede kullanılması yasak olan tarım ilaçlarının ülkemizde halen kullanılmakta olduğu konusu ile ilgili 7/3852-9397 Esas No.lu yazılı soru önergesindeki sorular hakkındaki görüşlerimiz aşağıda belirtilmiştir.

Dünyada birçok ülkede kullanılması yasak olan ve tehlikeli maddeler listesinde yer alan bazı tarım ilaçlarının ülkemizde yaygın bir şekilde kullanıldığı bilinmektedir. Gelişmiş ülkelerde kullanımı yasak olan ve başta Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) olmak üzere birçok ülkenin listesine dahil ettiği “Metamidophos, Metil Parathion, Monocrsthopheve Phoshamidon” adlı ilaçların yetersiz denetim ve bilinçsiz kullanım nedeniyle ülkemizde yaygın bir şekilde tüketilmekte bu da insan sağlığı yönünden ciddî tehlike oluşturmaktadır.

Bu sebeple;

Soru 1. İsmi yukarıda verilen ilaçların dünyada yasaklanması göz önüne alınarak ülkemize ithalini ve kullanımını durdurmayı düşünüyor musunuz?

Cevap 1. PIC (Prior Informed Consent), dünyada bir çok ülke tarafından yasaklanan veya kullanımı kısıtlanan pestisit veya diğer tehlikeli kimyasallar için her ülkenin bir ya da birden fazla odak noktası konumundaki kurumu aracılığı ile ihracatından önce, ihracatçı ülke tarafından ithalatçı ülkeye yapılan ön bildirim esasına dayalı bu sistemdir. Bu sistem; insan ve çevre sağlığı açısından toksik olarak kabul edilen kimyasalların kullanımını kontrol altına almayı hedefleyen isteğe bağlı bir sistemdir.

PIC, pestisit ya da kimyasallar için bir kara liste değildir. Sadece ülkelere bu tip kimyasalların yasaklanma veya kısıtlanma nedenleri hakkında detaylı bilgi sunar. Bu bilgiler ışığında ülkeler; insan ve çevre sağlığı ile diğer şartları da göz önüne alarak bu kimyasalların kullanımı ve ithalatı konusunda kendi durumlarını belirler.

PIC, listesine yeni dahil edilen monocrotophos, methyl parathion, phosphamidon ve methamidophos isimli 5 pestisitin belirli miktarda aktif madde içeren bazı formülasyon tipleri, akut zehirliliği ve gelişmekte olan ülkelerdeki kullanım şartlarından dolayı bu listeye dahil edilmiştir. Bu listede yer alan parathion olarak bilinen cthyl parathion’un 1979 yılından itibaren ülkemizde kullanımı, imal ve ithali yasaklanmış bulunmaktadır. Diğer dört pestisit ise ülkemizde ve gelişmiş ülkelerde halen kullanılmaktadır. Bu dört pestisitin ülkemizde ruhsatlı bulunan formülasyonları PIC listesine dahil edilenlerden daha düşük miktarda aktif madde içermektedir.

Ülkemizde pestisitlerin ruhsatlandırılması, halen yürürlükte bulunan yönetmelik çerçevesinde FAO, EPA ve WHO standartlarına göre yapılmakta, çevre ve insan sağlığına olumsuz etkileri nedeniyle dünyada yasaklanan ilaçlar ülkemizde de yasaklanmaktadır. Bugüne kadar 19 adet etkili maddenin bu sebeple ülkemizde kullanımı, imali ve ithali yasaklanmıştır.

Yukarıda sözü edilen preparatların PIC listesine dahil edilme sebebi, akut zehirliliğin yüksek olması ve gelişmekte olan ülkelerdeki bilinçsiz kullanımıdır. Oysa bu etkili maddelerle ilgili olarak ülkemizde Zirai Mücadele Teknik Talimatları doğrultusunda kullanım yapıldığı için meydana gelmiş herhangi bir zehirlenme vakasına rastlanmamıştır. Ayrıca bu etkili maddelerin akut zehirliliklerinin yüksek olmasına karşın kronik toksisiteleri düşüktür. Herhangi bir etkili maddenin kullanımının kısıtlanması, ya da yasaklanması için akut zehirlilik tek başına yeterli bir done değildir. Bununla beraber o maddenin kanserojen etkisi, çevreye ve faydalı organizmalara etkisi, toprak, su ve üründeki kalıcılığı, ekotoksikolojisi gibi pek çok bilgiye ihtiyaç vardır. Adı geçen preparatların yasaklanması ya da kısıtlı kullanımı için tüm bu bilgilerin detaylı bir şekilde incelenmesinden sonra karar verilmesi gerekir.

Bu nedenle, Bakanlık olarak bu preparatlar detaylı incelemeye alınmış; FAO, EPA, WHO gibi uluslararası kuruluşlardan bu konudaki bilgilerin temin edilmesinden sonra yasaklanması veya kısıtlı kullanılması hususunda nihaî karara varılacaktır.

Soru 2. Bu tür, dünyada yasaklanan ilaçlarla ilgili Bakanlığınızda bir çalışma yapılmakta mıdır? Bakanlığınıza bağlı İl Tarım Müdürlükleri bu ilaçların kullanılmaması veya dikkatli olunması noktasında ne tür bir çalışma yapmaktadırlar?

Cevap 2. Dünyada kanseronejik, mutajenik, teratojenik vb. toksikolojik zararları sebebiyle yasaklanan ilaçlar, ülkemizde de yasaklanmaktadır. Yasaklanan ilaçlar derhal İl Müdürlüklerince yedd-i emine alınmakta ve stoklar firmasına teslim edilerek kullanımına izin verilmemekte, ithali, imali ve ihracı durdurulmaktadır. Yasaklanan ilaçların kullanılmaması hususunda il müdürlüklerince çiftçi eğitimleri yapılmakta, bunların yerine çevreye daha az zararlı alternatif ilaçlar tavsiye edilerek uygulamada denetimler artırılmakta, gerektiğinde demonstrasyon çalışmaları yapılarak çiftçilerin bilinçlenmesi sağlanmaktadır.

Soru 3. Bakanlığınız Üniversite (Ziraat Fakülteleri) işbirliği ile dünyadaki gelişmeleri takip ve alınacak önlemleri hayata geçirme noktasında bir çalışma yapmayı düşünüyor musunuz?

Cevap 3. Bakanlığımızcaziraî mücadele ilaçları konusunda, üniversiteler ve ziraî ilaç sektörü ile sürekli işbirliği halinde dünyadaki gelişmeler takip edilmektedir.

Bilgilerinize arz ederim.

Mustafa Taşar Tarım ve Köyişleri Bakanı

5. – Trabzon Milletvekili Kemalettin Göktaş’ın, İlksan’a ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay’ın yazılı cevabı (7/3867)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın delaletlerinizle Millî Eğitim Bakanı Sayın Hikmet Uluğbay tarafından yazılı olarak cevaplandırılması hususunda gereğini arz ederim.

Kemalettin Göktaş Trabzon

1. İlksan’a en son hangi tarihte denetim yapılmıştır, yapılması gereken denetimlerin 2 yıldır yapılmadığı doğru mudur?

2. İlksan Temsilciler Kurulu en son hangi tarihte toplanmıştır, Temsilciler Kurulu toplanmadan kurumun keyfi olarak yönetilmesi yasal mıdır?

3. Son yapılan Temsilciler Kurulu toplantısı zorlamayla mı yapılmıştır, bu toplantıda delegelerin baskı altında tutulduğu yolundaki duyumlar araştırılmış mıdır?

4. İlksan’ın Karanfil Sokakta bulunan binası hangi usulle satışa çıkarılmıştır, binayı kim almıştır, binayı satın alanların herhangi bir siyasî parti ile ilişkisi var mıdır?

T.C. Millî Eğitim Bakanlığı 15.12.1997 Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı Sayı : B.08.0.APK.0.03.01.00-022/3447

Konu : Soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığının 25.11.1997 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/3867-9429/24505 sayılı yazısı.

Trabzon Milletvekili Sayın Kemalettin Göktaş’ın“İlksan’a ilişkin” yazılı soru önergesinde yer alan soruların cevapları aşağıda belirtilmiştir.

1. İlksan Anastatüsünün 16 ncı maddesinde “Sandığın idarî ve malî işlemleri 2 yılda bir Bakanlık Müfettişlerince denetlenir” denilmektedir. Bu madde gereğince Yönetim ve Denetleme Kurullarının görev süreleri dolmadan Bakanlığımızdan 2, Maliye Bakanlığından 1 Müfettiş görevlendirilerek 17 Eylül-7 Kasım 1997 tarihleri arasında İlksan denetlenmiştir.

Ayrıca, sandık ve şirketlerin denetlenmesi hususunda; Anastatünün 11 inci maddesinin ç bendindeki “Gerek görüldüğünde masrafları Sandıkça karşılanmak kaydı ile Sandık ve kuruluşlarının malî işlerini Yeminli Malî Müşavire denetlettirmek” hükmüne dayanılarak, 4.6.1996 günü imzalanan sözleşmeyle sandık ve işletmeleri ile iştiraki olduğu Şirketler A-1 Yeminli Malî Müşavirlik Denetim A.Ş.’ne denetlettirilmiştir.

Kamuoyunca bilinen olaylar sonucunda dönemin Millî Eğitim Bakanı tarafından Sandığın sevk ve idaresi Mahkemece atanan Kayyım Heyetince yürütülmüştür. Kayyım Heyetinin görevi 20 Ocak 1996 tarihinde yapılan Sandık Olağan Genel Kurulunda sona ermiştir. Kayyım Heyeti atandığı Mahkemeye karşı sorumlu olduğundan görev yaptığı süre içerisinde faaliyet raporlarını Mahkeme Başkanlığına sunmuştur.

2. İlksan Temsilciler Kurulu (Genel Kurulu) en son 20 Eylül 1997 tarihinde toplanmıştır. Anastatünün 6 ncı maddesi “b” bendinde; “Temsilciler Kurulu olağan olarak yılda bir kez 20 Ağustos-21 Eylül tarihleri arasında Ankara’da toplanır.” denilmektedir. Temsilciler Kurulu (Genel Kurul) 20 Ocak 1996 tarihinde toplanmıştır. Yönetim Kurulu; Kayyım Heyetinin hazırlayıp bıraktığı 1996 Yılı Bütçe ve Personel Kadro Çizelgesini uygulamış, 1996 yılı içerisinde başka Genel Kurul toplantısı yapılmamıştır.

3. 20 Eylül 1997 tarihindeki son Temsilciler Kurulu (Genel Kurul) Toplantısı zorlamayla değil Anastatünün yukarıda belirtilen 6/b maddesine dayanılarak yapılmıştır. Genel Kurulda hiçbir temsilciye baskı uygulanmamıştır. Toplantı demokratik ve iyiniyet çerçevesinde gerçekleşmiştir.

4. İlksan’ın Karanfil Sokakta bulunan binası hiçbir zaman, hiçbir şekilde satışa çıkarılmamıştır. Kızılay Karanfil Sokak 1084 Ada 14 Parselde bulunan eski bina yıktırılmış yerine öğretmenevi yaptırılacaktır.

Arz ederim.

Hikmet Uluğbay Millî Eğitim Bakanı

6. – İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş’ın, Çorlu-Çerkezköy’de arıtma tesisi bulunmayan fabrikalara ilişkin sorusu ve Çevre Bakanı Vekili Devlet Bakanı Rüştü Kâzım Yücelen’in yazılı cevabı (7/3875)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıda yer alan sorularımın Çevre Bakanı tarafından yazılı olarak yanıtlanmasını arz ederim.

Ercan Karakaş İstanbul

1. Çorlu ve Çerkezköy’de arıtma tesisi bulunmayan fabrikalar konusunda Bakanlığınız bugüne kadar hangi girişimlerde bulunmuştur?

2. Bu yörelerdeki fabrikalardan kaç tanesinde arıtma tesisi bulunmaktadır?

3. Bu fabrikalar hangileridir?

4. Bu tesislere ruhsat verilirken arıtma tesisi olup olmadığının tespit edilmesi gerekli değil miydi?

5. Arıtma tesisi bulunmayan fabrikalara ruhsat veren görevliler hakkında herhangi bir işlem yapılmış mıdır?

6. Trakya’daki verimli tarım alanlarının korunması için hangi yeni tedbirleri almayı düşünüyorsunuz?

7. Çevreyi kirleten fabrikaların belediyeler tarafından denetlenmesi ve gerekiyorsa kapatılması konusunda belediyelere yetki aktarılmasını düşünüyor musunuz?

T.C. Çevre Bakanlığı 11.12.1997 Çevre Kirliliğini Önleme ve Kontrol Genel Müdürlüğü Sayı : B.19.0.ÇKÖ.0.06.00.02/9799-8337

Konu : Ercan Karakaş’ın soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

(Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı)

İlgi : 25.11.1997 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02/3875-9455/024548 sayılı yazınız.

İlgi yazınızda İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş’ın Çorlu ve Çerkezköy’de bulunan sanayi tesislerinin atıksu arıtma tesisi olmayan fabrikalara ilişkin soru önergesinin cevaplandırılması istenmektedir.

Cevap 1. Çorlu ve Çerkezköy’de arıtma tesisi bulunmayan çoğunluğu tekstil sektöründe olmak üzere 39 fabrikanın faaliyetinin durdurulması için, Bakanlığımızca Tekirdağ Valiliğine yazılı talimat verilmiştir. Söz konusu fabrika yetkilileri Bakanlığımıza müracaat ederek, arıtma tesislerini kurabilmek için süre talep etmişlerdir. Yapılan değerlendirme sonucunda, gerek kuruluş yetkililerinin iyi niyetli yapıcı tutumları gerekse sektörün ve ülke ekonomisinin uğrayabileceği ekonomik kayıplar dikkate alınarak, fabrikaların durumuna göre, arıtma tesislerini tamamlayabilmeleri için asgarî düzeyde ek süre verilmiş ve bu durum imzalanan bir protokol ile kamuoyuna duyurulmuştur. Verilen süre sonunda arıtma tesislerini tamamlamayan fabrikaların faaliyetleri durdurulacaktır.

Cevap 2. Bakanlığımızca yerinde yapılan tespitler ve Tekirdağ Valiliğinden alınan yazılı bilgilere göre, yörede 52 adet fabrikanın arıtma tesisi bulunmaktadır. Ayrıca Çerkezköy Organize Sanayi Bölgesi ile Çorlu Dericiler Kooperatifinin ayrı ayrı ortak arıtma tesisleri bulunmaktadır.

Cevap 3. Arıtma tesisi olan kuruluşların listesi yazımız ekinde verilmektedir.

Cevap 4. 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ve Gayri Sıhhi Müesseseler Yönetmeliği gereği, çevre sağlığına olumsuz etki yapabilecek Gayri Sıhhi Müesseselerin, tesis ve açılma ruhsatlarının verilmesi hususunda yetkili, Sağlık Bakanlığıdır. Ruhsatlandırma işlemlerinde arıtma tesislerinin olup olmadığının tespitinin yapılması gerekmektedir.

Cevap 5. Yukarıda belirtildiği gibi bu tesislerin ruhsatlandırılmasında Bakanlığımız yetkili olmadığından, görevliler hakkında tarafımızca herhangi bir işlem yapılamamaktadır.

Cevap 6. – Ülkemizde giderek artan çevre sorunlarının önlenebilmesi için, Bakanlığımıza verilen imkânlar ve mevzuatla tanınan yetkiler çerçevesinde çalışmalar sürdürülmektedir. Kirlenmenin ileri boyutlara ulaştığı Trakya, Bakanlığımızca öncelikli bölge olarak seçilmiştir.

Bölgedeki kirletici nitelikteki bütün kuruluşların en kısa sürede arıtma tesislerini kurmaları ve düzenli bir şekilde çalıştırmaları sağlanacaktır.

Kanun ve Yönetmelikler çerçevesinde getirilen yükümlülüklerini yerine getirmeyen kuruluşların faaliyetlerinin durdurulması yönünde ilgililere talimat verilmiştir.

Uluslararası tecrübe ve imkânlardan da yararlanılarak, bölgenin bir bütünlük içinde ele alınacağı Çevre Yönetim Planının hazırlanması yönünde çalışmalar Bakanlığımızın koordinasyonunda başlatılmıştır.

Bakanlığımızca, topraklarımızın korunması ve kirlenmesinin önlenmesine yönelik geniş kapsamlı idarî, hukukî ve teknik düzenlemeleri getiren” Toprak Kirliliği Kontrol Yönetmeliği” taslağı hazırlanmıştır. Yönetmeliğin yürürlüğe girmesiyle birlikte, bu alandaki boşluklar önemli ölçüde giderilmiş olacaktır.

Cevap 7. 2872 Sayılı Çevre Kanununun 15 inci maddesi ile, kanunda yazılı yasaklara uymayan kurum, kuruluş ve işletmelerin faaliyetlerinin mahallin en büyük mülki amirince durdurulacağı hükme bağlanmıştır. Bu itibarla, çevreyi kirleten kuruluşların faaliyetlerinin durdurulması veya para cezası tatbik edilmesi yönünde Bakanlığımızın da yetkisi bulunmamaktadır.

Bilgilerinize arz ederim.

R. Kâzım Yücelen Çevre Bakan V.

Tekirdağ Yöresinde Arıtma Tesisi Olan Fabrikaların Listesi

 1. Çerkezköy Organize Sanayi Bölgesi

 2. Trakya İplik San. ve Tic. A.Ş.

 3. Akip Tekstil San. ve Tic. San. A.Ş.

 4. Henateks Boya Apre San. Tic. A.Ş.

 5. Serfil Tekstil San. ve Tic. A.Ş.

 6. Asal Tekstil San. ve Tic. A.Ş.

 7. Yünsa Yünlü Dokuma San. ve Tic. A.Ş.

 8. Balıkağı San. A.Ş.

 9. Özen Tekstil San. ve Tic. A.Ş.

10. Aksu İplik Dok. San. ve Tic. A.Ş.

11. Peg Profilo Elektrik Gereç A.Ş.

12. Nevzat Triko Konf. San. ve Tic. A.Ş.

13. Alper Tekstil San. ve Tic. A.Ş.

14. Zümrüt Örme San. ve Tic. Ltd. Şti.

15. Fermaş Fermuar San. Tic. A.Ş.

16. Roza Tekstil Fermuar San. Tic. A.Ş.

17. Trend Boya Emprime San. ve Tic. A.Ş.

18. Hasteks Tekstil

19. Zeynep Triko

20. Dinateks

21. S.S. Çorlu Yeni Deri Sanayi Kooperatifi

22. S.S. Çorlu Eski Deri San. Toplu İşyeri Koop.

23. Çelikoğlu Dericilik San. Ltd. Şti.

24. Desenti Deri San. Tic. Ltd. Şti.

25. Hızlı Deri San. Tic. Ltd. Şti.

26. Şahteks Tekstil San. ve Tic. A.Ş.

27. Gülle Tekstil San. ve Tic. A.Ş.

28. Modern Tekstil San. ve Tic. A.Ş.

29. Atakan Yazgan Pamuk Boya Teks. San.

30. Can İplik San. ve Tic. A.Ş.

31. Beybo-Beyteks Boya San. ve Tic. A.Ş.

32. Modern Karton San. ve Tic. A.Ş.

33. Lewi’strauss Ist. Konf. Şti.

34. Çamaş Tekstil

35. Unilever-Algida San. Tic. Türk A.Ş.

36. Teksmobili Tekstil San. ve Tic. A.Ş.

37. Boyner Tekstil San. ve Tic. A.Ş.

38. Turba Tekstil San. ve Tic. A.Ş.

39. Zaman Tekstil Boya Emprime San. Tic. A.Ş.

40. Yüpak Boyama San. ve Tic. A.Ş.

41. Şahinler-Bilkont A.Ş.

42. First Tekstil San. Tic. A.Ş.

43. Mebal Tekstil İşl. San. ve Tic. A.Ş.

44. Embosan Tekstil San. Tic. A.Ş.

45. Merboy Mers. Boya Kaşar Apre San. Tic. A.Ş.

46. Kasar Boyacılık A.Ş.

47. Özşah Örme San. A.Ş.

48. Aco Tekstil San. ve Tic. A.Ş.

49. Motif Tekstil San. ve Tic. A.Ş.

50. Doğuş Tekstil İşl. San. Tic. A.Ş.

51. Özen Süt ve Süt Ürünleri

52. Meteksan Matbaacılık Kağıt San. Tic. A.Ş.

7. – Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, Şişli eski Belediye Başkanı hakkında ileri sürülen yolsuzluk iddialarına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’nun yazılı cevabı (7/3882)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı Sayın Murat Başesgioğlu tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.

Veysel Candan Konya

Bilindiği üzere Şişli Belediye Başkanı Gülay Aslıtürk başkanlıktan ve mensubu olduğu Anavatan Partisinden istifa etti. Ancak basına intikal ettiği kadarıyla hakkında ciddi yolsuzluk iddiaları söz konusudur. Özellikle;

a)ANAP Şişli İlçe binasının belediyeden elde edilen gelirlerle alındığı,

b) İstanbul ve Şişli’nin kalbi durumunda olan Ayazağa’da 44 dönümlük arazinin “Silikon Vadisi” adı altında birtakım usulsüz işlemler ve komik rakamlarla şimdiki kocası Orhan Aslıtürk’e peşkeş çekildiği,

c) Şişli Kuştepesi’nde belediyeye ait olan yer 49 yıllığına Sabah Gazetesi köşe yazarlarından Zafer Mutlu’nun babası Halil Mutlu’nun da kurucusu olduğu Bilgi Üniversitesine hiçbir ücret alınmadan kiraya verildiği,

d)İmar yasası çiğnenerek para karşılığı kullanım yoğunluğu artırılarak kat yükseltildiği ve 15 kata varan imar tadilatları yapıldığı,

e)Belediyenin bir kuruluşu olan Şipa A.Ş.’de bir çok kanunsuz işlemlerin döndüğü iddiaları basınımızda yer almaktadır. Bu sebeple;

1. Konunun detaylı araştırılması için şu ana kadar Bakanlığınızca ne tür bir işlem yapılmıştır?

2. Detay incelemenin gecikmesi, resmî evrakların yok edilmesi dahil bir tehlikenin olduğu malumunuzdur. Bu konuda hızlı, süratli ve kamu vicdanını rahatlatıcı ne tür tedbirler almayı düşünüyorsunuz?

T.C. İçişleri Bakanlığı 16.12.1997 Mahallî İdareler Genel Müdürlüğü Sayı : B050MAH0650002/81109

Konu :Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi :TBMMBaşkanlığının 25.11.1997 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02.9581-7/3882-9507/024593 sayılı yazısı.

İlgi yazı ekinde alınan ve tarafımdan cevaplandırılması istenilen Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, “Şişli eski Belediye Başkanı hakkında ileri sürülen yolsuzluk” iddialarına ilişkin yazılı soru önergesi hakkında;

Önergede belirtilen iddia konularının incelenmesi ve soruşturulması, 18.11.1997 tarihli onayımla görevlendirilen (2) Mülkiye Başmüfettişi tarafından devam etmektedir.

Soruşturmanın sonucuna göre yasal gereğinin yapılacağı muhakkaktır.

Bilgilerinize arz ederim.

Murat Başesgioğlu İçişleri Bakanı

 

 

 

BİRLEŞİM 29’UN SONU