T.B.M.M.

TUTANAK DERGİSİ

 

CİLT : 39

 

28 inci Birleşim

16 . 12 . 1997 Salı

 

 

 

İÇİNDEKİLER

  I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. – GELEN KÂĞITLAR

III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. – 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/669) (S. Sayısı : 390)

2. – 1996 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1996 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/633, 3/1046) (S. Sayısı : 401)

3. – Katma Bütçeli İdareler 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/670) (S. Sayısı : 391)

4. – 1996 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1996 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/634, 3/1047) (S. Sayısı : 402)

IV. – SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. – Millî Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay’ın, DYPGenel Başkanı Tansu Çiller’in şahsına sataşması nedeniyle konuşması

V. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Ağrı Milletvekili Sıddık Altay’ın, personel atamalarına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Hikmet Çetin’in yazılı cevabı (7/3562)

2. – Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, Ankara-Çankaya Belediyesince yaptırılan işlere ve belediyeye yapılan bağışlara ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’nun yazılı cevabı (7/3591)

3. – Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, Ankara-Çankaya Belediyesinin ortak olduğu şirketlere ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’nun yazılı cevabı (7/3594)

4. – Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, Ankara-Çankaya Belediyesince tahsil edilen vergilere ve yapılan yatırımlara ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’nun yazılı cevabı (7/3596)

5. – Hatay Milletvekili Fuat Çay’ın;

– Balıkçılığın geliştirilmesi için alınacak önlemlere,

– Hatay ve ilçelerinde yağışlar nedeniyle zarar gören çiftçilere sağlanacak olanaklara,

İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri Bakanı Mustafa R. Taşar’ın yazılı cevabı (7/3779, 3780)

6. – Bursa Milletvekili Mehmet Altan Karapaşaoğlu’nun, Bursa 2 nci SSKHastanesi inşaatına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Nami Çağan’ın yazılı cevabı (7/3828)

7. – Hatay Milletvekili Atila Sav’ın “Memleket Hikâyeleri” adlı tiyatro oyununun yasaklanmasının nedenine ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’nun yazılı cevabı (7/3838)

8. – Kütahya Milletvekili Ahmet Derin’in, Kırıkkale-Pınarbaşı İlçesine bağlı Kurudere ve Çayırdere gölet projelerine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer’in yazılı cevabı (7/3844)

9. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın;

– İstanbul Rumeli Feneri 150 parseldeki gayrimenkulun satışına,

– İstanbul Rumeli Feneri 202 parseldeki gayrimenkulun satışına,

– İstanbul Rumeli Feneri 201 parseldeki gayrimenkulun satışına,

– İstanbul Rumeli Feneri 195 parseldeki gayrimenkulun satışına,

İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Burhan Kara’nın yazılı cevabı (7/3853, 3854, 3855, 3856)

10. – Konya Milletvekili Hasan Hüseyin Öz’ün, Kayseri-Konya doğalgaz boru hattı ile ilgili çalışmalara ve Konya mavi tüneli inşaatına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer’in yazılı cevabı (7/3891)

11. – İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş’ın, Avrupa Birliğinin SOCRATESProgramına Türkiye’nin katılması için yapılan girişimlere ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in yazılı cevabı (7/3907)

 

I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

 

TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açılarak beş oturum yaptı.

İstanbul Milletvekili Mustafa Baş, Hükümetin petrol ve diğer ürünlere yaptığı son zamlara ilişkin gündemdışı bir konuşma yaptı.

Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya’nın, yurtdışında çalışmakta olan işçilerimizin ve ailelerinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşmasına Devlet Bakanı Rıfat Serdaroğlu;

Zonguldak Milletvekili Tahsin Boray Baycık’ın, 9 Aralık Dünya Madencilik Günü nedeniyle ülkemizde madenciliğin sorunları ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı konuşmasına da, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer,

Cevap verdi.

Mardin Milletvekili Hüseyin Yıldız ve 20 arkadaşının, Kuzey Irak’tan yapılan mazot ticareti ile ilgili yolsuzluk iddialarını araştırmak amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/223) Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergenin gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmesinin, sırasında yapılacağı açıklandı.

Çanakkale Milletvekili A. Hamdi Üçpınarlar ve 5 arkadaşının, Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tekliflerini (2/737) geri aldıklarına ilişkin önergeleri okundu; Anayasa Komisyonunda bulunan teklifin geri verildiği bildirildi.

Ankara Milletvekili Hasan Hüseyin Ceylan’a, Başkanlık tezkeresinde belirtilen sebep ve sürelerle izin verilmesi kabul edildi.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının;

1 inci sırasında bulunan 168,

3 üncü sırasında bulunan 335,

5 inci sırasında bulunan 392,

Sıra sayılı kanun tasarılarının görüşmeleri, komisyonca geri alınan maddeleriyle ilgili rapor gelmediğinden;

2 nci sırasında bulunan 132,

4 üncü sırasında bulunan 232,

Sıra sayılı kanun teklif ve tasarılarının görüşmeleri de, komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından,

Ertelendi;

6 ncı sırasında bulunan, Elazığ Milletvekili Mehmet Ağar ile Şanlıurfa Milletvekili Sedat Edip Bucak’ın Yasama Dokunulmazlıklarının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi ve Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporunun (3/780) (S. Sayısı :403) görüşmelerini müteakip, her iki milletvekili için istem üzerine ayrı ayrı yapılan açık oylamalar sonucunda, kabul edildiği ve Elazığ Milletvekili Mehmet Ağar ile Şanlıurfa Milletvekili Sedat Edip Bucak’ın yasama dokunulmazlıklarının kaldırılmasına karar verildiği;

7 nci sırasında bulunan, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşması ve Eki Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısının (1/625) (S. Sayısı : 404) yapılan açık oylamasından sonra,

8 inci sırasında bulunan, Başbakanlık Basımevi Döner Sermaye İşletmesi Kuruluşu Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine Dair Kanun Tasarısının (1/579) (S. Sayısı : 267),

9 uncu sırasında bulunan, Güneydoğu Anadolu Projesi Bölge Kalkınma İdaresi Teşkilâtının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının (1/594) (S. Sayısı : 398),

Yapılan görüşmelerden sonra,

Kabul edildiği ve kanunlaştığı,

Açıklandı;

10 uncu sırasında bulunan, 4059 Sayılı Hazine Müsteşarlığı ile Dış Ticaret Müsteşarlığı Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifinin (2/832) (S. Sayısı : 379) maddelerine geçilmesi sırasında istem üzerine, yapılan yoklama sonucunda karar yetersayısının bulunmadığı anlaşıldığından;

Alınan karar gereğince, 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1996 Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarılarını görüşmek için, 16 Aralık 1997 Salı günü saat 10.00’da toplanmak üzere, birleşime 23.27’de son verildi.

 

Uluç Gürkan

Başkanvekili

Ahmet Dökülmez Ünal Yaşar

Kahramanmaraş Gaziantep

Kâtip Üye Kâtip Üye

 

 

 

No. : 48

II. – GELEN KAĞITLAR

12 . 12 . 1997 CUMA

Teklifler

1. – Bursa Milletvekilleri Ali Rahmi Beyreli ile Hayati Korkmaz’ın; 26.5.1981 Tarihli ve 2464 Sayılı Belediye Gelirleri Yasasının 34 üncü Maddesine Ek Fıkra Eklenmesine ve 37 nci Maddesinin Değiştirilmesine Dair Yasa Önerisi (2/986) (İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 3.12.1997)

2. – Ankara Milletvekili Uluç Gürkan’ın; Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifi (2/987) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 3.12.1997)

3. – Bartın Milletvekili Cafer Tufan Yazıcıoğlu’nun; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair 28.3.1983 Gün ve 2809 Sayılı Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (2/988) (Millî Eğitim , Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.12.1997)

4. – Doğru Yol Partisi Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük’ün; 5434 Sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununun 32 nci Maddesine Bir Bend Eklenmesi ile 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun Ek 5 inci Maddesine Bir Bend Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/989) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.12.1997)

5. – Doğru Yol Partisi Grup Başkanvekili Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük’ün; 5434 Sayılı Emekli Sandığı Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/990) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.12.1997)

6. – Ankara Milletvekili M.Seyfi Oktay’ın; Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/991) (İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.12.1997)

7. – Ankara Milletvekili M.Seyfi Oktay’ın; Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/992) (İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.12.1997)

8. – Ankara Milletvekili M.Seyfi Oktay’ın; Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/993) (İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.12.1997)

9. – Ankara Milletvekili M.Seyfi Oktay’ın; Malatya İline Bağlı Kürecik İlçesi Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/994) (İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.12.1997)

10. – Ankara Milletvekili M.Seyfi Oktay’ın; Kırıkkale İline Bağlı Hasandede Adıyla Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/995) (İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.12.1997)

11. – Rize Milletvekili A.Mesut Yılmaz ile İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit ve 192 Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 100 üncü Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifi (2/996) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.1997)

Tezkereler

1. – Kocaeli Milletvekili Necati Çelik’in Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1210) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi : 10.12.1997)

2. – Elazığ Milletvekili Mehmet Ağar’ın Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/1211) (Anayasa ve Adalet Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi : 10.12.1997)

Yazılı Soru Önergeleri

1. – İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş’ın, Mardin Valisinin süryani manastırında verilen dini eğitimi yasakladığı iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3973) (Başkanlığa geliş tarihi :10.12.1997)

2. – İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş’ın, bir şahsın gözaltına alınma nedenine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/3974) (Başkanlığa geliş tarihi :10.12.1997)

3. – İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş’ın, sağlığı elverişli olmayan hükümlü ve tutuklulara ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/3975) (Başkanlığa geliş tarihi :10.12.1997)

4. – İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş’ın, günlük bir gazetenin dağıtımının engellendiği iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3976) (Başkanlığa geliş tarihi :10.12.1997)

5. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Karaman SSK Hastanesinin yatak sayısını arttırmak amacıyla açılan ihaleye ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/3977) (Başkanlığa geliş tarihi :10.12.1997)

6. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesinin kurulmasıyla ilgili çalışmalara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3978) (Başkanlığa geliş tarihi :10.12.1997)

7. – Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, TEDAŞ’a ait dağıtım şebekelerinin ihalelerine katılan firmalara ilişkin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/3979) (Başkanlığa geliş tarihi :10.12.1997)

8. – Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, belediyelere yapılan yardımlara ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/3980) (Başkanlığa geliş tarihi :10.12.1997)

 

No. : 49

15 . 12 . 1997 PAZARTESİ

Teklifler

1. – Manisa Milletvekili Tevfik Diker’in; 2886 Sayılı Devlet İhale Kanununa İki Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (2/997) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.12.1997)

2. – Kahramanmaraş Milletvekili Hasan Dikici ve 17 Arkadaşının; Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkında Kanunun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/998) (Adalet ve İçişleri Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.12.1997)

3. – Bayburt Milletvekili Ülkü Güney’in; Gümüşhane İlinde Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/999) (İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 10.12.1997)

Süresi İçinde Cevaplandırılmayan Yazılı Soru Önergeleri

1. – Erzurum Milletvekili Ömer Özyılmaz’ın, olağanüstü hal bölgesindeki illerde uygulanan sosyo-ekonomik teşviklerden Erzurum’un da yararlanıp yararlanamayacağına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3657)

2. – Rize Milletvekili Şevki Yılmaz’ın, Çay-Kur Genel Müdürlüğü’nde yapılan atamalara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3738)

3. – İstanbul Milletvekili Osman Yumakoğulları’nın, Avrupada yaşayan Türk vatandaşların sorunlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3739)

4. – İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş’ın, İstanbul-Sarıyer mücavir alanlarının Bahçeköy’e bağlanmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3741)

5. – İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen’in, Denizcilik Müsteşarlığında partizanca atamalar yapıldığı iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3742)

6. – Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün’ün, Orüs’e bağlı bazı işletmelerin özelleştirilmesine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3746)

7. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, öğretmen atamalarında usulsüzlük yapıldığı iddialarına ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3747)

8. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez Birliği Yönetim ve Denetim Kurulu üyelerinin görevden alınmasının nedenine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3751)

9. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Kamu hizmetlerinden men edilen bir şahsın SSK’na atandığı iddiasına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/3753)

10. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, Ermenek-Bucakışla karayoluna ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından yazılı soru önergesi (7/3754)

11. – İstanbul Milletvekili Azmi Ateş’in, Sabah Gazetesinin kamu bankalarına olan borçlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3755)

12. – Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya’nın, basın kuruluşlarına verilen teşvik ve kredilere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3757)

13. – Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş’in, ANKİ Radyosuna ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3758)

14. – Kayseri Milletvekili Recep Kırış’ın, 55. Hükümet döneminde yapılan atamalara ve yer değiştirmelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3759)

15. – Kayseri Milletvekili Recep Kırış’ın, basında yayımlanan “Milli Siyaset Belgesi” ne ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3766)

16. – İstanbul Milletvekili Ahmet Güryüz Ketenci’nin, Sekiz yıllık kesintisiz eğitimi öngören Kanunun uygulanmasına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3774)

17. – Muğla Milletvekili Zeki Çakıroğlu’nun, Marmaris-Datça karayoluna ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından yazılı soru önergesi (7/3775)

18. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, MARSAN Marmara Holding A.Ş.’nin vergi kaçırdığı iddiasına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/3776)

19. – Hatay Milletvekili Fuat Çay’ın, Hatay-Samandağ’da gece balık avlama yasağı uygulandığı iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3777)

20. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, bir şahsın ödediği vergilere ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/3781)

21. – Sakarya Milletvekili Nezir Aydın’ın, SSK’da çalışan KAMU-SEN ve SOSYAL-SEN üyeleri arasında ayrımcılık yapıldığı iddialarına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/3784)

22. – Kars Milletvekili Zeki Karabayır’ın, SSK’daki aday memurların soruşturmasına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/3785)

23. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, bir şahsın döviz bozdurma işlemlerinin Villa Döviz A.Ş.’nin defter ve vergi kayıtlarında yer alıp almadığına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/3786)

24. – Yozgat Milletvekili İlyas Arslan’ın, görevden alınan yöneticiler hakkında soruşturma açıldığı iddiasına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/3787)

25. – Erzincan Milletvekili Mustafa Kul’un, Bucak yollarının bakım ve onarımına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3793)

26. – İçel Milletvekili Halil Cin’in, Trablus Büyükelçiliğinden gönderilen kriptoların içeriğine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3795)

27. – İçel Milletvekili Halil Cin’in, T.C.Trablus Büyükelçiliğinden gönderilen kriptoların içeriğine ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3796)

28. – Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, Türkiye genelinde ve Ankara'daki öğrenci sayısının okullara göre dağılımına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3797)

29. – Konya Milletvekili Hasan Hüseyin Öz’ün, SSK sınavı ile ilgili işlemleri inceleyen müfettişlerin tutumuna ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/3802)

30. – Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin, olağanüstü hal bölgesindeki illerde uygulanan indirim ve muafiyetlerden Erzurum’un yararlanıp yararlanmayacağına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3803)

31. – Konya Milletvekili Nezir Büyükcengiz’in, Konya Büyükşehir Belediyesi tarafından kurulan KON-SAT A.Ş.’nin KON-TV A.Ş.’ye devrine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3804)

32. – Muğla Milletvekili Zeki Çakıroğlu’nun, Muğla-Marmaris İlçesinde Aksaz yolu çevresindeki taş ocağının çevreyi kirlettiği iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3805)

33. – Muğla Milletvekili Zeki Çakıroğlu’nun, İran’dan vebalı canlı hayvan ithalatı yapıldığı iddiasına ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3807)

34. – İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen’in, RP’li bazı belediyelerin KOMBASSAN’a usulsüz ve düşük fiyatla arsa ve arazi aktardıkları iddialarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3811)

35. – Sıvas Milletvekili Nevzat Yanmaz’ın, Başbakanlık Müfettiş Yardımcılığı sınavı sonrasında adaylardan istenen bazı belgelere ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3814)

 

No. : 50

16 . 12 . 1997 SALI

Teklifler

1. – Trabzon Milletvekili Yusuf Bahadır ve 9 Arkadaşının; Kamu Görevlileri Sendikaları Kanun Teklifi (2/1000) (Adalet ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.12.1997)

2. – Manisa Milletvekili Ekrem Pakdemirli ve 5 Arkadaşının; Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi Sanayi Teşvik Kanunu Teklifi (2/1001) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 10.12.1997)

3. – Kahramanmaraş Milletvekili Hasan Dikici ve 19 Arkadaşının; 18.6.1992 tarih ve 3817 Sayılı “Memurlar İle Diğer Kamu Görevlilerinin Disiplin Cezalarının Affı” Hakkındaki Kanuna Bir Madde İlave Edilmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/1002) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.12.1997)

4. – Kahramanmaraş Milletvekili Hasan Dikici ve 15 Arkadaşının; Sosyal Güvenlik Kuruluşlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/1003) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.12.1997)

5. – Kırıkkale Milletvekili Kemal Albayrak ve 17 Arkadaşının; Kırıkkale’de Büyükşehir Belediyesi Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/1004) (İçişleri ve Plan ve Bütçe Komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.12.1997)

6. – Tokat Milletvekili Bekir Sobacı İle Van Milletvekili Fethullah Erbaş’ın; Basın İlan Kurumu Teşkiline Dair Kanunun Bazı Madde ve Fıkralarının Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifi (2/1005) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.12.1997)

7. – Niğde Milletvekili Akın Gönen’in; Serbest Muhasebecilik, Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik ve Yeminli Mali Müşavirlik Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/1006) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.12.1997)

8. – Anavatan Partisi Grup Başkanvekili Adana Milletvekili Uğur Aksöz, Demokrat Türkiye Partisi Grup Başkanvekili İstanbul Milletvekili Metin Işık, Doğru Yol Partisi Grup Başkanvekili Denizli Milletvekili Mehmet Gözlükaya ile Refah Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Salih Kapusuz’un; Türkiye Radyo Televizyon Kurumunda Kapsam Dışı Sözleşmeli Çalışan Sanatkar Personelin İntibakları Hakkında Kanun Teklifi (2/1007) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.1997)

Rapor

1. – Antalya Milletvekili Yusuf Öztop ve 8 Arkadaşının, Antalya İli Kale İlçesi Adının “Demre” Olarak Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi ve İçtüzüğün 37 nci Maddesine Göre Doğrudan Gündeme Alınma Önergesi (2/610) (S. Sayısı: 405) (Dağıtma Tarihi: 16.12.1997) (GÜNDEME)

Sözlü Soru Önergeleri

1. – Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya’nın, Bafra Organize Sanayi Bölgesine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından sözlü soru önergesi (6/782) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.12.1997)

2. – Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya’nın, Tekel’e personel alımlarında yolsuzluk ve usulsüzlük yapıldığı iddialarına ilişkin Devlet Bakanından sözlü soru önergesi (6/783) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.12.1997)

3. – Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya’nın, bir hakimin ölümüyle sonuçlanan trafik kazasındaki araca ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından sözlü soru önergesi (6/784) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.12.1997)

4. – Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya’nın, ilköğretim okulu mezunlarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından sözlü soru önergesi (6/785) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.12.1997)

5. – Samsun Milletvekili Musa Uzunkaya’nın, Fener Rum Patriğinin bazı faaliyetlerine ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/786) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.12.1997)

6. – Niğde Milletvekili Mehmet Salih Katırcıoğlu’nun, Niğde Kütüphanesinden Konya halk kütüphanesine taşınan eserlere ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/787) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.1997)

Yazılı Soru Önergeleri

1. – Afyon Milletvekili İsmet Attila’nın, Afyon-Bolvadin Milli Eğitim Müdürlüğüne yapılan bazı atamalara ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/3981) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.12.1997)

2. – Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş’in, EGO’nun doğalgaz abonelik ücretinin döviz olarak almasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3982) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.12.1997)

3. – İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen’in, İSTAŞ A.Ş.’nin işlettiği Odayeri Düzenli Çöp Depolama Alanında biriken çöp sızıntı sularının Cendere Deresi’ne boşaltmasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3983) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.12.1997)

4. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, Türk Hava Kurumu’na yardım yapılıp yapılmayacağına ilişkin Devlet Bakanından yazılı soru önergesi (7/3984) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.12.1997)

5. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, Türk Hava Kurumu’nun boçlarına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/3985) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.12.1997)

6. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, Türk Hava Kurumu’ndaki yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3986) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.12.1997)

7. – Erzurum Milletvekili Aslan Polat’ın, Erzincan-Refahiye’de güvenlik güçlerince öldürüldüğü iddia edilen bir şahsa ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3987) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.1997)

8. – İstanbul Milletvekili Azmi Ateş’in, Türkiye’nin A.B.D.’de tanıtımı ve lobicilik faaliyetleri için anlaşma yapıldığı iddia edilen firmaya ilişkin Dışişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/3988) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.1997)

9. – Ordu Milletvekili Müjdat Koç’un, kamu bankalarına ilişkin Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/3989) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.1997)

10. – İçel Milletvekili Mehmet Emin Aydınbaş’ın, Türkiye ile Rusya arasında imzalanan “Doğalgaz Anlaşması” na ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3990) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.1997)

11. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, ifadesi alınırken Özer Çiller’e ayrıcalık yapıldığı iddiasına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/3991) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.1997)

12. – İçel Milletvekili D.Fikri Sağlar’ın, trafik kazalarında ölen bir hâkim ve emekli MİT görevlisi’ne ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3992) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.1997)

13. – Tokat Milletvekili Ahmet Feyzi İnceöz’ün, S.S.K.’da açılan şeflik sınavına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi (7/3993) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.1997)

14. – Niğde Milletvekili Akın Gönen’in, korunmaya muhtaç çocukların istihdamı konusundaki mevzuata uymayan kuruluşlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/3994) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.1997)

15. – İstanbul Milletvekili Ali Talip Özdemir’in, genel nüfus sayımının sağlıksız yapıldığı iddiasına ilişkin Devlet Bakanından yazılı soru önergesi (7/3995) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.1997)

Meclis Araştırması Önergesi

1. – Erzincan Milletvekili Naci Terzi ve 30 arkadaşının, Türk Hava Kurumu yönetimi hakkındaki iddiaların araştırılması amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/224) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.1997)

 

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 10.00

16 Aralık 1997 Salı

BAŞKAN : Hikmet ÇETİN

KÂTİP ÜYELER :Ünal YAŞAR (Gaziantep), Ahmet DÖKÜLMEZ (Kahramanmaraş)

 

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28 inci Birleşimini açıyorum.

Gündeme geçiyoruz.

III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. – 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/669) (S. Sayısı : 390)

2. – 1996 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1996 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/633, 3/1046) (S. Sayısı : 401)

3. – Katma Bütçeli İdareler 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/670) (S. Sayısı : 391)

4. – 1996 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1996 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/634, 3/1047) (S. Sayısı : 402) (1)

BAŞKAN – Gündemimize göre, 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının görüşmelerine başlıyoruz.

Komisyon ve Hükümet yerlerini aldılar.

Sayın milletvekilleri, kanun tasarıları ve komisyon raporları bastırılıp dağıtılmıştır.

Komisyon raporlarının okunup okunmaması hususunu oylarınıza sunacağım: Raporların okunmasını kabul edenler... Etmeyenler... Raporların okunması kabul edilmemiştir.

Şimdi, bütçe kanunu tasarılarının sunuş konuşmasını yapmak üzere, Hükümete söz vereceğim.

Buyurun Sayın Maliye Bakanı. (DSP, ANAP ve CHP sıralarından alkışlar)

MALİYE BAKANI ZEKERİYA TEMİZEL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri ve bizleri izleyen Yüce Türk Ulusu; 1998 yılı Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1996 yılı Kesinhesap Kanunu Tasarıları, Anayasamızın öngördüğü süreler içerisinde, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmuş ve yaklaşık bir aya varan bir süreyle Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülerek huzurlarınıza gelmiş bulunmaktadır.

Plan ve Bütçe Komisyonunun değerli Başkan ve üyelerine, yoğun ve yorucu çalışmaları ve katkıları için huzurlarınızda, Hükümetimiz ve şahsım adına teşekkürlerimi sunuyorum.

(1) 390, 401, 391 ve 402 S. Sayılı Basmayazılar tutanağa eklidir.

Değerli milletvekilleri, bütçe hakkı, bütçe yasasıyla hukukî bir nitelik kazanmaktadır. Bu da, hem Hükümete hem de Türkiye Büyük Millet Meclisine önemli sorumluluklar getirmektedir. Hükümetin sorumlulukları, bütçeyle güdülen amaçların çok açık olarak belirlenmesinde, bütçenin doğru, samimî ve gerçekçi olmasında, bütçeyle getirilen ilke ve hükümlere uygulama sırasında da tam olarak uyulmasında ortaya çıkmaktadır. Yasama organının sorumluluğu da, ülkenin olanakları ve gereksinimleri çerçevesinde bütçeye son şeklini vererek, bütçe hakkını belirlemek ve uygulamasında da Hükümeti denetlemek olarak ortaya çıkmaktadır.

Bütçeyle güdülen amaçlar, hiç kuşkusuz, bir hükümetin izleyeceği ekonomik ve sosyal programlarla uyumlu olmak zorundadır. Hükümetimizin temel ekonomik politikası, Hükümet Programımızda da çok açık olarak ortaya konulduğu gibi, ülkede kalıcı makro ekonomik istikrarın sağlanması ve ekonominin istikrar ortamında sürekli ve sürdürülebilir büyüme trendine oturtulması olarak belirlenmiştir. Ekonomide istikrarın sağlanması ise, iktikrarsızlığa yol açan bütün göstergelerin düzeltilmesiyle olanaklı olur.

1998 yılı bütçe tasarımız, ekonomide istikrarı sağlamaya yönelik orta vadeli bir programın ilk adımını oluşturmaktadır. Bu nedenle, harcamada zorunluluklar dışında hedefler dışına taşılmamış, zorunluluklarda ise azamî tasarrufa özen gösterilmiştir. Rakamların bu şekilde belirlenmesi kesinlikle samimiyetsizlik değildir. 1998 yılı bütçesi, hem büyüklükleri hem de amaçları itibariyle samimidir; uygulaması da aynı samimiyet ve tutarlılık içerisinde yürütülecektir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1998 yılı bütçesinin hazırlandığı sırada hem dünyanın hem de ülkemizin ekonomik koşulları hepinizce çok yakından bilinmektedir. Tekrar niteliğinde de olsa sizlere bu konularda yeniden özet bilgiler sunmak istiyorum.

1997 yılında dünyada ortaya çıkan en çarpıcı ekonomik olay, Güneydoğu Asya ülkelerinde başlayan ve giderek bütün ülkeleri değişik ölçü ve biçimlerde etkileyen kriz olmuştur.

Bugün bu krizin nedenleri herkes tarafından bilinmektedir. Neydi bu krizin nedenleri?

Birinci neden, bu ülkelerin dışarıdan sağladıkları kısa vadeli kaynakları üretken yatırımlara değil, gayrimenkul gibi üretken olmayan ve uzun süre sonra geri dönecek olan alanlara harcamaları olmuştur.

İkinci neden, bu ülkelerin para birimlerini dolara bağlamaları ve sabit kur politikaları izlemeleri nedeniyle dolardaki değer artışları karşısında ihraç mallarının pahalanarak dış pazarlarda rekabet güçlerini kaybetmeleridir.

Güney Kore’nin krize sürüklenmesinde bir neden daha rol oynamaktadır. Bu ülkenin sanayileşmesini sağlayan ve devletçe desteklenen “Cheabol” adı verilen otuz kırk büyük aile şirketinin özellikle bazı sektörlerde dış talepteki gelişmeleri dikkate almaksızın aşırı derecede büyümeleri, kaldıramayacakları kadar kredi almaları ve bunları ödeyemez hale gelmeleri nedeniyle de kredi veren bankaların malî açıdan sıkıntıya sürüklenmeleridir.

Bu ülkeler Türkiye’nin yabancısı olduğu ülkeler değildir. Hatta, Türkiye’nin örnek almaya çalıştığı ve “Asya Kaplanları” olarak anılan ülkelerdir.

Söz konusu koşullar Türkiye’de mevcut olmamakla birlikte, neyin yapılması ve ne de ısrar edilmemesi gerektiğini göstermeleri açısından çok iyi örnekler oluşturmaktadırlar.

Uluslararası malî kuruluşlar hem bu ülkelerdeki yabancı yatırımları korumak ve krizin bölge dışına taşmasını önlemek hem de krizin aşılması amacıyla, bu ülkelere acil yardım programları uygulamaya başlamışlardır.

IMF’nin önderliğindeki birçok ülke Güneydoğu Asya ülkeleri için yardım çabası içerisine girmiştir. Tayland’a 17 milyar, Endonezya’ya 40 milyar, Kore’ye de 57 milyar dolar kaynak sağlanmıştır.

Krizin aşılması için, Japonya’nın önermiş olduğu 100 milyar dolarlık bölgesel fon oluşturulması fikri, IMF’nin bölgedeki etkinliğini azaltacağı endişesiyle olsa gerek, reddedilmiştir.

Malezya ise uzunca bir süre IMF koşullarında kredi almaya direnmiş; fakat, başka çıkış yolu bulamayınca, Malezya Başbakanı Dr. Mahatir Muhammed, tutumunu yumuşatarak, IMF ile anlaşma imzalayacağı sinyallerini vermiş ve aynen, anlaşma imzalanmış gibi istikrar programı uygulamaya başlamıştır.

Bölge ülkelerinin ve Amerika Birleşik Devletlerinin katılımıyla Manila’da yapılan toplantıda, IMF, tarihinde ilk kez standart reçetelerinde ülkelerin ekonomik ve sosyal koşullarına göre bazı değişiklikler yapmayı, esneklikler sağlamayı kabul etmiştir.

Türkiye, dünya ekonomisinin nereye gittiğinin farkındadır ve dünyadaki olumsuz etkilerden kendisini koruyabilecek durumdadır.

Ülkemiz, uygulanan gerçekçi kur politikası, cari işlemler açığının gayri safî millî hâsılaya oranının çok düşük düzeylerde olması ve kısa vadeli sermaye hareketlerine karşı kendini koruyacak durumda olması gibi nedenlerle, böylesi bir gelişmeye aday değildir.

Alınan her ekonomik önlem, ekonomik etkileri de ayrıntısıyla değerlendirilerek alınmakta, ekonominin böyle olumsuzluklarla karşılaşmaması için gereken hassasiyet gösterilmektedir.

Değerli milletvekilleri, dünyanın bu bölgesindeki ekonomik gelişmeler, başta büyüme olmak üzere, birçok konudaki dünyaya yönelik tahminleri de değiştirmektedir.

Dünya ekonomisinde son yıllarda gerçekleşen yüzde 4 oranındaki istikrarlı büyümenin, bu nedenle, 1997 yılında yüzde 3,5’e düşmesi söz konusu olabilecektir.

1995 yılında yüzde 9’u geçen, 1997 yılında da yüzde 7,7 olacağı tahmin edilen dünya ticaret hacmindeki büyüme hızında da bir düşme söz konusu olabilir.

Dünya ekonomik göstergeleri içerisinde diğer dikkat çekici gelişme de enflasyondaki düşüşlerdir.

Gelişmiş ülkeler, ortalama enflasyon oranlarını yüzde 2’ler civarında tutmayı başarırlarken, gelişmekte olan ülkeler de, enflasyonu yüzde 13 seviyelerine indirebilmişlerdir. Enflasyonun bizden yüksek düzeylerde seyrettiği ülkeler ise, bizimle kıyaslanamayacak bazı geçiş sürecindeki ülkelerdir. Bununla birlikte, bu grubun 1996 yılında yüzde 40 olan ortalama enflasyon oranının, 1997 yılında yüzde 32’ye ve 1998 yılında da yüzde 14’e inmesi beklenmektedir.

Büyüme ve enflasyonda sağlanan olumlu gelişmelere rağmen, istihdam ve işsizlik, bütün ülkelerin çözüm bekleyen önemli sorunlarının başında gelmeye devam etmektedir. Avrupa Birliğinde bile ortalama işsizlik yüzde 11’ler gibi yüksek bir seviyede seyretmektedir.

Dünyada pek çok ülkede kamu borçlarının millî gelire oranı yüksek düzeylerde seyretmektedir. İtalya’da bu oran yüzde 125, Belçika’da yüzde 130, Yunanistan’da yüzde 112, Kanada’da da yüzde 100 dolayındadır. Ancak, altyapıları oluşmuş ve ekonomik istikrara sahip ülkelerde vadeleri yayılmış bu yükseklikteki borç, ekonomik açıdan sorun yaratmamaktadır. Eğer bir dışborç uzun vadeli olarak alınmış ve üretken yatırımlarda kullanılmış ise, geri ödenmesinde de bir sorun olmamaktadır.

Diğer taraftan, yabancı doğrudan yatırımlar 1990 yılından itibaren hızlı bir seyir izleyerek 110 milyar dolara ulaşmıştır. Bu artışta, gelişmekte olan ülkelerin ticaretlerini serbestleştirmeleri ve özellikle yabancı yatırımlar üzerindeki sınırlamaları kaldırmaları etkili olmuştur.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; dünya altın fiyatları, bu yıl, Avustralya ve Belçika gibi bazı ülkelerin, büyük yatırım fonları ve emekli sandıklarının ellerindeki altınlarını satarak nakde çevirmeleri sonucunda, son 18 yılın en düşük düzeylerine inmiştir. Altın fiyatlarındaki düşüşte altın talepleri yüksek olan Güneydoğu Asya ülkelerindeki krizin de olumsuz etkileri vardır kuşkusuz.

Bu gelişmeler sonucunda, altın fiyatlarının 300 doların altına inmesi, başta Güney Afrika ve Avustralya’dakiler olmak üzere birçok altın madeninin kapanmasına sebep olmuştur.

Dünya ekonomisinin gündemindeki önemli konulardan birisi de petrol alanındaki gelişmelerdir. Dünyada geleneksel üretici ülkeler yanında yeni petrol rezervlerinin üretime açılması ve Asya petrol yataklarının da üretim bölgelerinden tüketim merkezlerine bağlanmaya başlamasıyla, petrol piyasalarında önemli gelişmeler yaşanmaktadır.

Jakarta’da yapılan toplantıda OPEC ülkeleri, üretimi artırma kararı almışlardır. İçinde bulunduğumuz dönemde önemli bir değişiklik olmamakla birlikte, bu gelişmelerin petrol fiyatlarında bir düşüşe neden olması beklenmektedir.

Son dönemlerde dünya ekonomisinin gündeminde yer alan en önemli olgulardar birisi de, bölgesel entegrasyonların oluşması ve giderek yaygınlaşma eğilimi göstermesidir. Türkiye, dış dünyada meydana gelen bütün bu gelişmeleri dikkatle izlemekte ve politikalarını ülke çıkarları doğrultusunda oluşturmaktadır.

Türkiye, coğrafî konumu, tarihsel ve kültürel bağlarıyla, yeni uluslararası koşullardan yararlanarak ilişkilerini çok boyutlu olarak geliştirip çeşitlendirebilecek, dünyanın birçok bölge ve ülkeleriyle ilişkiler kurabilecek güce ve olanaklara sahiptir.

Değerli milletvekilleri, dünyada bu gelişmeler olurken Türkiye ekonomisinin temel ekonomik büyüklükleri ne durumdadır?

Yalnız, buna geçmeden önce şu hususu özellikle sizlere sunmak istiyorum. Türkiye ekonomisi giderek daha saydam bir yapı kazanmaktadır. Bütün ekonomik göstergelerimiz ekonominin bütün aktörleri tarafından çok yakından izlenebilmektedir. Bu sayede ekonomik kararlar daha sağlıklı olarak alınabilmekte, ekonominin istenmeyen yönlere yönelmesi engellenebilmektedir. Bu durum, Türk ekonomisine duyulan güvenin temelini oluşturmaktadır. Hükümetimiz bu saydamlığı sürdürme kararlılığındadır.

Türkiye ekonomisinin bazı temel göstergelerinin bozuk olması, bunlardan kaynaklanan istikrarsızlığın sürekliliği anlamına gelmemektedir. Hükümetimiz, tüm göstergelerin iyiye dönüşmesi ve ekonomik istikrarsızlığın önlenmesi konusunda her türlü önlemi almaktadır. Tüm verilerin bütün açıklığıyla ortaya konulması, saydamlığın; yani, şeffaflığın gereği olup, gelecek için çözümler de göstermek suretiyle karamsarlığa düşülmemesi içindir.

Bugün Türk ekonomisinin en temel sorunları, israf düzeyine varan kamu harcamalarından kaynaklanan kamu açıkları; kamu giderlerinin sağlıklı kamu gelirleriyle finansa edilmesi yerine borçlanmayla finansmanından kaynaklanan içborç ve faiz yükü; ulusal tasarrufların devlete borç verilerek, rant amaçlı kullanımı sonucu ortaya çıkan yatırım eksikliği; yatırım eksikliğinden kaynaklanan işsizlik; yüksek düzeyde kronikleşmiş enflasyon; yüksek düzeyde enflasyonun yarattığı gelir dağılımı bozukluğu şeklinde ortaya çıkmaktadır.

Ülkemiz, son yedi yıllık dönemde, yüzde 9 büyüme, yüzde 6 küçülme ile bazı yıllarda da sıfıra yakın bir büyüme göstermiştir. Bu istikrarsızlık, yapısal eksikliklerin giderilememiş olmasının yarattığı bir sonuç olup, ülkemizdeki birçok sorunun da kaynağını oluşturmaktadır. İstikrarsız ekonomi, geleceğe güveni azaltması sebebiyle yatırım şevkini kırmakta, yabancı sermaye ülkeye gelmekte tereddüt etmekte; dolayısıyla, üretim ekonomisine geçişin önünde engel oluşturarak, istihdam artışını engellemektedir. Bu nedenle, temel hedefimiz, Türkiye’nin, önünü görebilir hale getirilerek, istikrarlı bir büyüme hızına kavuşturulması; ekonomik büyümenin de, bu istikrar ortamında, sürekli ve sürdürülebilir bir temele oturtulmasıdır.

Büyümeyi istikrarsız olarak sürdüren Türkiye’nin, kamu harcamalarını karşılayacak sağlıklı kaynakları yaratamaması, kamu giderlerinin borçlanmayla finansmanını gerektirmekte; bu şekilde ortaya çıkan kamu kesimi borçlanma gereğindeki artışlar da, ekonomideki olumsuzlukların temel nedenlerinden birisi olmaktadır.

Kamu kesimi borçlanma gereğinin gayri safî millî hâsılanın belirli bir oranını aşması, devletin artık istese de bu açığı borçla finanse edememesi sonucunu doğurmakta, bunda ısrar edilmesi faiz hadlerini aşırı yükseltmekte, bu ise olumsuzlukların katlanarak sürmesine neden olmaktadır. Bu nedenle, Türkiye, kamu açıklarını finanse edilebilecek bir düzeyde tutmak zorundadır.

Şurası unutulmamalı ki, Türkiye’nin kamu açıkları, sadece bütçede oluşan açıklardan ibaret de değildir. Kamu görevi üstlenmiş olan kurumlara devlet tarafından yüklenen yükümlülüklerin sonucunda, bu kurumlarda mal ve hizmet fiyanlandırılmasından doğan ve katrilyon düzeyine ulaşan zararlar da kamu açıkları arasında sayılmalıdır. Bu açıkların bütçeye taşınması bu kurumlar için geçici bir çözüm olarak görülse bile, devletin sorunu devam etmektedir. Önemli olan, böyle bir duruma meydan verilmemesi, bunun için de mal ve hizmetlerin fiyatlandırılmasında piyasanın ve dünya fiyatlarının dikkate alınması ve kurumların da verimli çalışmalarının sağlanmasıdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sürekli olarak belirtiyoruz, kamu giderlerinin kamu gelirleriyle karşılanamaması, oluşan açıkların borçlanılması suretiyle kapatılması sonucunu doğurmaktadır. Başta konsolide bütçe olmak üzere, kamu iktisadî teşebbüsleri, sosyal güvenlik kuruluşları ve mahallî idareler ile fonlardan kaynaklanan finansman açıklarının da eklenmesiyle iç borçlanma ihtiyacı ve buna bağlı olarak borç stoku hızla artmaktadır.

1991 yılında 97,6 trilyon lira olan içborç stoku, Haziran 1996’da 2,2, Haziran 1997’de 4,2 ve Ekim 1997’de de 5,6 katrilyon lira olmuştur. Bu borç stoku içerisinde kısa vadeli borç olan bonoların payı da 1990 yılında yüzde 9,6 iken, 1996 yılında yüzde 48,5’e yükselmiş, 1997 yılının ekim ayında da yüzde 38,2 olmuştur.

Borçlanmada kısa vadeli borçların payının yüksekliği, hem borçlanmayı zorlaştırmakta hem de faizlerin aşağıya çekilmesi çabalarını engellemektedir.

Türkiye’nin 1991 yılında 50 milyar dolar olan dışborcu ise 1996 yılı sonunda 80 milyar dolara ulaşmıştır.

Türkiye, son altı yılda, net dışborç ödeyicisi durumundadır; her yıl dışarıya yaklaşık 5 milyar doları aşan tutarda net kaynak aktarmaktadır.

1996 yılı sonu itibariyle içborçlarımızla dışborçlarımızın toplamının GSMH’ya oranı yüzde 65’e ulaşmıştır.

Dünya ekonomisinin durumunu anlatırken bahsettiğimiz gibi, bazı ülkelerin içborç stoklarının GSMH’ya oranlarının yüzde 100’leri geçtiği göz önüne alındığında, bizim için sorun, borç yükünün ağırlığı değil, borcun yapısıdır.

Türkiye’nin borçlarının üçte birinden fazlası, ne yazık ki, kısa vadelidir.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde fiyat artışları bir süreden beri süreklilik kazanarak yüksek düzeylerde seyretmektedir.

Sürekli enflasyonun, ekonomik ve sosyal yaşamımızda uzun vadede yaratacağı tahribatın sonuçları belirgin şekilde ortaya çıkmaya başlamış, gelir dağılımındaki bozukluklar, ahlakî değerlerdeki aşınma, toplumun çok geniş kesimlerinde görülmeye başlamıştır. Türk toplumunun geleneksel sağlıklı yapısı bile bu aşınmaya direnememektedir.

Dünyadaki ekonomik gelişmeler bölümünde belirttiğimiz gibi, tüm dünya bu sorunu çözümlerken, ülkemiz, bu sorunu çözemeyen nadir ülkeler arasında bulunmaktadır.

Enflasyon oranı dalgalanmalar göstermekle birlikte, yüksek düzeyini korumaktadır. 1990 yılında yüzde 60 olan tüketici fiyatları yıllık artışı, 1992 yılında yüzde 66; 1994’te yüzde 125 ve 1996 yılında da yüzde 80 dolayında gerçekleşmiştir. 1997 yılı kasım ayı itibariyle tüketici fiyatlarındaki yıllık artış yüzde 95,8 olarak gerçekleşmiştir.

Yüksek orandaki kronik enflasyon Türkiye’nin yazgısı olamaz ve olmamalıdır. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Yatırım ufkunu daraltan, gelir dağılımını bozan, kaynakların rasyonel kullanımını ve dağılımını engelleyen ve bütün dengeleri altüst eden enflasyonla mücadele, Türkiye’nin öncelikli sorunu olarak görülmelidir.

Kronik enflasyonun etkisinin en belirgin olarak gösterildiği alan da, şüphesiz, gelir dağılımıdır. Son on yılda, Türkiye’de gelir dağılımı, yüksek gelir gruplarının lehine, düşük gelir gruplarının aleyhine bozulmuştur. Devlet İstatistik Enstitüsünün anketlerine göre, nüfusun en fakir yüzde 20’si millî gelirden yüzde 5 pay alırken, en zengin yüzde 20’nin aldığı pay ise yüzde 55’tir.

Yine, Devlet İstatistik Enstitüsünün verilerine göre, millî gelirden en yüksek pay alan il ile en düşük pay alan il arasındaki farklılık 10 katın üzerindedir. Bu veriler, millî gelirin, bölgeler ve fertler arasındaki dağılımının da son derece bozuk ve dengesiz olduğunu çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Değerli milletvekilleri, 1987 ile 1996 yıllarını kapsayan dönemde, dışticaretimiz sürekli açık vermesine karşın, özellikle, turizm ve işçi dövizi gelirlerindeki olumlu gelişmelerin etkisiyle, cari işlemler açığımız sürdürülebilir bir düzeyde seyretmiş, hatta, bazı yıllarda fazla da vermiştir.

1995 yılında 14 milyar dolar olan dışticaret açığımız, 1996 yılında, gümrük birliği dolayısıyla, Gümrük Vergisi ve fonlarda yapılan indirimler, yurtiçi talepte görülen canlanma ve ihracatta görülen yavaşlama nedeniyle 20 milyar dolara yükselmiştir.

İhracatın ithalatı karşılama oranı ise, 1990’lı yılların başında yüzde 77’ler dolayındayken, 1996 yılında yüzde 54’lere kadar düşmüştür.

Cari işlemler dengesi 1996 yılında 4,8 milyar dolar açık vermiş olup, 1997 yılında da, açığın, bu civarda olması beklenmektedir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’nin ekonomik göstergeleri tablosunda pek yer almayan, ancak, diğer ekonomik göstergelerin tümünü etkileyen bir potansiyel gücü daha bulunmaktadır; bu da, Türk girişimciliğidir. Özellikle organize sanayi bölgelerindeki küçük ve orta boy işletmelerde ortaya çıkan bu güç, sanayi üretiminin ve bölgesel kalkınmanın dinamosunu oluşturmaktadır. Bugün, Gaziantep’te, Kahramanmaraş’ta, Çorum’da, Konya’da, Denizli’de, Kayseri’de, Adıyaman’da ortaya çıkan sanayi, bunun en belirgin örnekleridir.

Türkiye’de toplam imalat sanayi işletmelerinin yüzde 90’ından fazlası küçük ve orta boy işletme niteliğinde olup, bu işletmeler, toplam istihdamın yarısından fazlasını bünyelerinde barındırmaktadırlar. Ancak, bu işletmeler, toplam kredi hacminin sadece yüzde 4’ünü alabilmektedirler. Oysa, bu oran, gelişmiş ülkelerde yüzde 40’lar düzeyine yükselmektedir. Bu bakımdan, bu işletmelerin ekonomideki ağırlığıyla orantılı bir şekilde teşviki, üretim ve istihdama yönelik projelerin, öncelikle kredi yoluyla desteklenmesi büyük önem taşımaktadır. Türkiye, bu potansiyeli olabildiğince geliştirerek, istihdam ve üretime katkısını artırması için her türlü çabayı gösterecektir ve göstermelidir.

Değerli milletvekilleri, sizlere fotoğrafından kesitler verdiğimiz dünya ve Türkiye ekonomisinin belirtilen koşullarında nasıl bir bütçe hazırladığımızın, yaptığımızın açıklamasına geçeceğim; ancak, bundan önce, 1998 bütçesiyle birlikte görüşeceğimiz 1996 yılı kesin hesaplarıyla, 1997 yılı bütçe uygulama sonuçları hakkında kısa bilgi vermek istiyorum.

Aralık 1995’teki millletvekili seçimleri sebebiyle, 1996 yılının ilk dört ayında geçici bütçe uygulanmıştır. 1996 yılı bütçesi, üç ayrı hükümet tarafından tamamlanan, dört ayı geçici, sekiz ayı normal olmak üzere, olağandışı koşullarda uygulanan bir bütçe olmuştur.

Bu bütçe döneminde, bütçe giderleri 3 katriyon 961 trilyon lira, bütçe gelirleri de 2 katrilyon 728 trilyon lira olarak gerçekleşmiş ve 861 trilyon lira olarak programlanmış olan bütçe açığı da 1 katrilyon 233 trilyon lira olarak gerçekleşmiştir.

1996 yılı konsolide bütçe giderlerinin gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 26,4, gelirlerinin oranı da yüzde 18,2 olarak gerçekleşmiştir.

Bütçe gelirlerinin bütçe giderlerini karşılama oranı, 1996 yılında yüzde 68,9, vergi gelirlerinin bütçe giderlerini karşılama oranı ise yüzde 56,7’dir.

Değerli milletvekilleri, 1997 yılı bütçesi de, bildiğiniz gibi, 54 üncü Hükümet tarafından, 6 katrilyon 255 trilyon lira gider ve bu tutarda da gelir gösterilerek, denk olarak bağlanmıştır.

Burada, denk bütçe tartışmalarını, yeniden, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine taşımak istemiyoruz; çünkü, 1997 yılı bütçesinin bir aylık uygulama dönemi kalmış ve bu büyüklüklerin ne olacağı, aşağı yukarı kesinleşmiştir. Böylece, 1997 yılı bütçesini, sonuçlarına göre değerlendirme olanağı ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla, 1997 yılı bütçesinin samimiyetini, doğruluğunu, artık, sizler, açıkça değerlendirme olanağına sahipsiniz.

1997 yılı bütçesi, esnekliği olmayan harcama kalemlerinden ötürü, Kasım ayı itibariyle, 1,2 katrilyon lira açık vermiştir. Bütçenin, 30 Haziran tarihi itibariyle açığı da 700 trilyon lira idi. Ancak, devlet anlayışımız ve devlette devamlılığın gereği olarak görülen ve 1997 yılı bütçesinde ödeneği olmayan bazı harcamaların da gerçekleştirilmesi nedeniyle, bütçe açığında artışlar olmuştur. Bunların başında 61 trilyon lira tutarındaki kamulaştırma borç ödemeleri yer almaktadır. Kamu kurumlarının, diğer kamu kuruluşlarına olan elektrik, su ve havagazı borçlarının ödenmesi için 18 trilyon lira ödenek kullanılmıştır. Ödenmeyen çiftçi borçlarının tasfiyesi ile geçici işçi istihdamı nedeniyle gerekli ödenekler ilave edilmiştir.

Bunun yanında, kamu gelirlerini artırıcı tedbirler alınarak, tahsil olunamayan gelirlerin tahsili konusunda önemli adımlar atılmış ve kamu giderlerinde tasarruf tedbirlerine başvurulmuştur. Ancak, bütün çabalara karşın, bütçe açığının yıl sonunda 2 katrilyon liranın üzerinde gerçekleşeceği görülerek, geçtiğimiz ay içerisinde, Meclisten, 1 katrilyon 835 trilyon lira ek ödenek alınmak zorunda kalınmıştır.

Tüm tasarruf ve gelir artırıcı çabalara karşın, üzülerek belirtmek gerekir ki, 1997 yılı bütçesinin, faiz dışında da açık vereceği anlaşılmıştır. 1997 yılı bütçe açığının gayri safî millî hâsılaya oranı son yılların en yüksek oranı, olan yüzde 9 düzeyine ulaşacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; herhangi bir önlem alınmadan, mevcut maliye politikalarının uygulanmasına devam edilmesi halinde, Türkiye ekonomisinin nereye gideceği, ekonomik verilerdeki saydamlığın yarattığı olanaklarla çok açık bir şekilde görülebilmektedir. Eğer, hiçbir önlem alınmazsa, 1998 yılında büyüme yüzde 6,8, enflasyon yine yüzde 90 dolayında, bütçe açığının gayri safî millî hâsılaya oranının da yüzde 10 dolayında, cari işlemler açığının da 8,8 milyar dolar düzeyinde gerçekleşeceği tahmin edilmektedir.

Durum, 1999 yılında daha da ağırlaşmakta, büyüme sıfır olmakta, enflasyon üç haneli rakamlara çıkmakta, bütçe açığının gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 12, cari işlemler açığı da 13 milyar dolara yükselmektedir. 2000 yılında ise, tablo daha vahim bir duruma dönüşerek Türkiye küçülmekte, enflasyon oranı yüzde 120’leri geçmekte, bütçe açığının gayri safî millî hâsılaya oranı da yüzde 16’lara yükselirken, cari işlemler açığı 15 milyar dolara çıkmaktadır.

Çalışanların ücretlerinde de, 1998 yılında yüzde 3,7 oranında reel artış sağlanabilse bile, 2000 yılında olay tersine dönerek ücretlerde yüzde 3,1 oranında reel gerilemeler olmaktadır.

Değerli milletvekilleri, burada bir konuya dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Aslında, biraz önce sizlere sunduğum 1998 yılı verileri, ekonomimizin kaldıramayacağı düzeyde değildir. Türkiye, bunun benzeri durumları daha önceki yıllarda da yaşamıştır. Ancak, 1998 yılının sorumsuzca harcanması durumunda, Türkiye ekonomisinin 1999 ve 2000 yıllarına sağlıklı girme olanağı kalmamaktadır. Dolayısıyla, ülkenin yönetim sorumluluğunu üstlenmiş olanların, 1998 yılını heba etmeye hakları yoktur. Ekonominin sağlıklı bir yapıya kavuşturulması için alınması gereken önlemler ne ise, maliyeti ne olursa olsun almak, bu sorumluluğun gereğidir.

Bugün, dünyada sürekli enflasyonla yaşayan ve bunun yarattığı tahribata katlanan ülke, neredeyse, kalmamıştır. Türkiye, gelir dağılımının bozulmasına, yoksulluğun giderek artmasına, sabit gelirlilerin, emeklilerin, dul ve yetimlerin, küçük esnaf ve sanatkârların, çiftçilerin ezilmesine ve tüm sosyal dengelerin altüst olmasına yol açan enflasyon sorununu çözmek zorundadır.

Sizlere bu anlattıklarımla, Türkiye ekonomisi hakkında bir fotoğraf vermeye çalıştım. Türkiye bu fotoğrafta büyük bir içborç-faiz kısırdöngüsünde görülmektedir. Bu döngüden çıkar elde eden kesimler, bu döngünün kırılmasını engellemeye çalışmaktadırlar. (DSP ve RP sıralarından alkışlar) Türkiye’nin fotoğraftaki bu görüntüsü, maalesef, aydınlık değildir. Buradaki görüntüyü çok daha iyi hale getirmek, hükümetlerin kararlılığına bağlı olmakla beraber, toplumun da açık desteğini gerektirmektedir.

55 inci Hükümet sürekli enflasyon nedeniyle bulanıklaşan bu görüntüyü netleştirip, aydınlatmak kararlılığındadır. Onun için de, diğer tedbirlerle birlikte, enflasyonun düşürülmesi temel hedef olarak seçilmiştir.

Enflasyonun düşürülmesinde uygulanacak yöntemler bilinmeyen yöntemler değildir. Maliyeti göze alındığında, bir yıl gibi kısa sürede dahi, enflasyonun, tek haneli rakamlara indirilmesi olanaklı olabilir. Ancak, toplumu bu kadar ağır bir maliyetle karşı karşıya bırakmak yerine, maliyeti olabildiğince dengeli dağıtarak ve zamana da yayarak, enflasyonu tek haneli rakamlara indirmek olasıdır.

Değerli milletvekilleri, tekrar ediyorum: Önümüzde iki seçenek vardır; birincisi, 1998 yılını geçiştirmektir ve bu, mümkündür. İkincisi ise, 2000’li yıllarda nereye sürükleneceğimizi göz önünde tutarak, ekonomiye şimdiden çekidüzen vermektir.Hükümetimiz bu ikinci yolu, zor olan yolu seçmiştir.

Biz, ülkemizin mevcut sorunlarının üç yıllık bir orta vadeli program çerçevesinde çözüleceğini düşünüyoruz ve buna inanıyoruz. Bu programla, üçüncü yılda enflasyon yüzde 3’lere düşecek ve ekonomide kalıcı, istikrarlı bir iyileşme sağlanacaktır.

Böyle bir programı gerçekleştirmek için bütçe elbette tek araç değildir. Bunun birçok yapısal reformla desteklenmesi gerekmektedir. Bu yapısal reformların başında; vergi reformu, sosyal güvenlik reformu, malî sektör reformu, mahalli idare gelirleri reformu, idarenin yeniden yapılandırılması ve özelleştirme gelmektedir.

1998 yılı bütçesi, bu orta vadeli programın ilk adımıdır. Hedeflerimize ulaşabilmek ve ekonomide kalıcı bir iyileşme sağlayabilmek için önce bütçe disiplininin sağlanması gerekmektedir.

Bugün en klasik maliye kitaplarını açtığınızda bile, bütçenin, enflasyonla mücadelede bir araç olarak kullanılmasının olanaklı olduğunu, bunun da, bütçe giderlerini kısarak veya bütçe gelirlerini artırarak her iki halde de bütçe fazlası oluşturmak suretiyle sağlanacağını görürsünüz. Ancak, bütçe giderlerinin azaltılması konusunda hükümetlerin belirli sınırlamalarla karşı karşıya kaldığını da unutmamanız gerekir. Ancak, kısa vadede sağlanacak faydaların, uzun vadede daha büyük zararları olacaksa, zor kararların tercih edilmesi gerekebilir. Zor kararı da ancak, cesur ve kararlı hükümetler alabilir ve sonuçta ülke kazanır.

Daha önce belirttiğim gibi, Hükümetimiz üç yıllık bir program dahilinde enflasyonu yüzde 3’lere indirme kararlılığı içerisindedir; ancak, Hükümetimiz enflasyonla mücadele ederken, daha önce yapılan iki yanlışı da tekrar etmeyecektir. Bunlardan birincisi, sağlam kaynaklar olmadan, etkisi kısa sürede enflasyonla yok edilecek artışlar yapılmamasıdır. İkincisi de, 1994 yılında yapıldığı gibi, aylık ve ücretlerin, reel olarak büyük oranda düşürülüp, çalışanların perişan edilmemesidir. (Alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu çerçevede, 1998 yılı sonu itibariyle yüzde 50, ortalama olarak da yüzde 64 olarak belirlenen enflasyon hedefleri dikkate alınarak, 1998 yılının ilk altı ayı için kamu personelinin aylık artışları yüzde 30 olarak belirlenmiştir. Bu artış, memurlarımızın enflasyona ezdirilmemesini ve 1997’deki ücret düzeylerinin reel olarak korunmasını içermektedir.

Olumlu sonuçları daha sonra ortaya çıksa bile, 55 inci Hükümet, Türkiye için yapması gerekeni mutlaka yapacaktır. O nedenle de, bazı bütçe giderlerini, istesek de indirme olanağına sahip olmadığımız da dikkate alınarak, kısmadan bütçeye koyma yolunu seçtik.

Bir bütçenin doğru ve samimî bir enflasyonla mücadele bütçesi olması, çağdaş düzeyde eğitim için gerekli yatırımlara, ülkenin ihtiyacı olan enerji yatırımlarına, o yılda bitecek ve ekonomiye kazandırılacak yatırımlara, erozyonla mücadele ve ağaçlandırmaya, küçük ve orta boy işletmelere gerekli kaynakları ayırması ve çalışanları da enflasyona ezdirmemesi gerekir anlayışıyla hareket ettik. İşte, 1998 yılı bütçesi bu anlayışla hazırlanmış bir bütçedir.

Bu hedefler ve alınan önlemler çerçevesinde hazırlanan 1998 yılı konsolide bütçesi ile genel ve katma bütçeli daire ve idarelere 14 katrilyon 793 trilyon liralık ödenek teklif edilmiştir. Bu miktar, Plan ve Bütçe Komisyonunda yapılan değişikliklerle 3,5 trilyon azaltılarak, 14 katrilyon 789 trilyon lira olarak huzurlarınıza gelmiştir.

Burada, şu hususu da belirtmekte fayda görüyorum: Yıllardan beri, ilk defa, Hükümet tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edilen bütçedeki ödenek tutarları, yeni ödenek ilaveleriyle bütçe dengeleri altüst edilmeden, haklı ödenek taleplerinden de, seyyanen kesinti yapılmadan ve hatta ödeneklerde tasarruf yapılarak Plan ve Bütçe Komisyonundan geçmiştir. Komisyon üyeleri, yatırım programlarında yer almayan ve iller arasındaki dengeleri de olumsuz olarak etkileyen, dengesizlik ve adaletsizlik yaratan havuzlar da oluşturmamışlardır; bu bakımdan, Plan ve Bütçe Komisyonu üyelerine, Hükümetimiz adına bir kez daha teşekkür ediyorum.

1998 yılı bütçe ödenekleri, 1997 yılı gerçekleşme tahminlerine göre yüzde 83,7 oranında artmıştır. Yüzde 83,7 oranında artırılmış bir bütçeyle, yıl sonu enflasyonunun yüzde 50 olarak gerçekleşmeyeceği sorusu her an aklınıza gelebilir; ancak, bu artışın asıl nedeni, faiz ödemelerine bütçede önemli bir pay ayrılmak zorunda kalınmasındandır. Faiz ödemelerini hariç tuttuğumuzda, diğer tüm harcamalardaki artış oranı yüzde 54,4’e düşmektedir; bu oran, bütçe giderlerinde tasarruf sağlama konusundaki kararlılığımız ile uyumlu bir orandır.

1998 yılı bütçesinde yer alan personel ödenekleri, memurlarımızın reel aylık seviyelerini -biraz önce de belirttiğim gibi- koruyacak ve onları, enflasyona ezdirmeyecek düzeyde belirlenmiş olup, artış yüzdesi 66,7’dir.

Diğer carî harcamalar yüzde 92,8 dolayında artmıştır; bu artışın önemli bir kısmı, savunma ve güvenlik harcamalarındaki artıştan kaynaklanmaktadır. Türkiye, özelliği gereği, bazı harcamalarından kesin olarak vazgeçemez, bunları, reel olarak korumanın ötesinde, artırmak zorundadır. Bu nedenle, savunma ve güvenlik harcamaları için gereken ödenek, daha fazla artırılarak 1998 yılı bütçesine konulmuştur.

Savunma ve güvenlik dışındaki diğer carî harcamalardaki artış ise, hedeflenen ekonomik büyüklükler paralelindedir.

Yatırım harcamalarında, 1997 yılı başlangıç ödeneklerine göre yüzde 102, yıl sonu gerçekleşme tahminlerine göre de yüzde 66,7 artış öngörülmüştür. Bu orana, özelleştirme gelirlerinden sağlanacak kaynaklarla yapılacak yatırımlar dahil değildir.

Türkiye, ilk defa 1998 yılı bütçesiyle, koşullu yatırım yapma taahhüdüne girmektedir. Özellikle enerji santralları ve Telekom hisselerinden elde edilecek gelirlerin 400 trilyon lirası bu yatırımlara tahsis edilecektir. Bu yatırımlar, 1998 yılı yatırım programında yer almış bulunmaktadır. Böylece, özelleştirme gelirlerinin gerçekleşmesine bağlı olarak yatırım harcamaları 400 trilyon lira daha artırılacaktır. Bu tutarla birlikte, yatırımların gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 3’ler dolayına ulaşmaktadır ki, bu, sağlam finansman kaynaklarına dayanması nedeniyle, Türkiye açısından çok önemli bir oranı ifade etmektedir.

Konsolide bütçe yatırımları içerisinde, 407 trilyon lirayla eğitim yatırımları 1998 yılı bütçesinin en belirgin özelliği olup, payı yüzde 40’a ulaşmaktadır. Bu, 55 inci Hükümetin eğitim seferberliği ve reformu konusundaki kararlılığının 1998 yılı bütçesine yansımasıdır. Özelleştirme gelirleriyle diğer kaynaklardan yapılacak yatırımlar da dikkate alındığında, eğitim yatırımlarının miktarı daha da artmaktadır.

1998 yılı bütçesinde transfer harcamaları yüzde 92 oranında artmaktadır. 1998 yılı bütçesinin diğer yıllardan farklı olmasını arzu ettiğimiz; ancak, uygulamanın ilk yılı olması nedeniyle engelleyemediğimiz özelliği, transfer harcamalarındaki yüksek orandaki artıştır. 1998 yılında transfer harcamalarının gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 18,3 dolaylarına yükselmektedir. Bunun içerisindeki en büyük pay da, maalesef, borç faizlerine aittir. 1998 yılında faiz ödemelerinin bütçe içerisindeki payı yüzde 40’a çıkmaktadır. Türkiye bütçesi, özellikle borç faiz ödemeleri nedeniyle, neredeyse esnekliğini kaybetmiştir. Bir bütçe içerisinde faiz ödemelerinin bu düzeylere ulaşması, gelecekle ilgili tehlikenin en belirgin özelliğidir ve Türkiye, bu gidişi mutlaka durdurmak zorundadır.

1998 yılı itibariyle, Türkiye’nin borç yükü, gayri safî millî hâsılasının yüzde 65’i kadardır. Bu, katlanılamayacak, ödenilemeyecek bir borç yükü değildir; ancak, sorun, çok kısa vadeli olan borç yapısından kaynaklanmaktadır. Bu borç yükü uzun vadeye yayılabildiği ve ödenebilir koşullara getirilebildiği takdirde, sorun çok büyük ölçüde halledilmiş olacaktır.

Türkiye, aslında, 1997 yılında bu fırsatı yakalamıştı. Nitekim, 1997 yılında borç vadelerinin uzatılması konusunda önceki hükümet döneminde oldukça yoğun bir çaba gösterildi ve bir noktaya kadar da başarılı olundu; ancak, gerekli ekonomik önlemler alınmadığı, bu önlemler başka önlemlerle desteklenmediği için, borç yükünün azaltılmasında, maalesef, başarılı olunamadı.

1997 yılı borçlarının vadeleri, 1998 yılının ilk aylarına yığılmış bulunmaktadır.

Bu uygulama sonucunda, 1998 yılına 5,1 katrilyon lira faiz yükü devredilmiş bulunmaktadır. Bu faiz yüküyle birlikte, 1998 yılındaki faiz ödemeleri 5,9 katrilyon lira olarak ortaya çıkmaktadır. Faiz ödemeleri için 1998 yılı bütçesine 5,9 katrilyon lira ödenek konulmuştur. Bu ödeneğin yüzde 86’sı, 1997 ve daha önceki yılların borçlarının faizlerine aittir.

Değerli milletvekilleri, transfer harcamalarının diğer önemli kalemi de sosyal güvenlik kurumları için yapılan yardımlar olup, bu yardımların gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 3’ler dolayına yükselmektedir. Bu sene içerisinde sosyal güvenlik kurumlarına 1,4 katrilyon lira dolayında aktarma yapılacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1998 yılı bütçesi, enflasyonla mücadele için öngördüğümüz üç yıllık istikrar programının ilk adımını oluşturmaktadır.

Yine, bildiğiniz gibi, enflasyonla mücadelede, kamu harcamalarının sağlam gelir kaynaklarıyla finanse edilmesi de şarttır. Enflasyonist etki yaratmayacak en sağlam gelir kaynağı ise, vergi gelirleridir.

1998 yılı konsolide bütçesinin gelir toplamı 10 katrilyon 800 trilyon lira olarak öngörülmüştür. Bu gelirlerin yüzde 82’si vergi gelirlerinden oluşmaktadır. 1998 yılı vergi gelirlerinin, 1997 yılı vergi gelirlerine göre yüzde 95,6 oranında bir artışla 8 katrilyon 900 trilyon liraya ulaşması beklenmektedir. Bu çerçevede, 1998 yılı için vergi yükü de yüzde 18,1’e çıkmaktadır.

Bu büyüklük içerisinde dolaylı vergilerin payı, 1997 yılına göre 3 puanlık bir azalışla yüzde 57’ye gerilemekte, dolaysız vergilerin payı ise, buna paralel bir artışla yüzde 43’e yükselmektedir. Dolaylı vergilerin daha adaletsiz olan niteliği dikkate alındığında, bu durum vergi adaletinde kısmî bir iyileşmeye işaret etmektedir. Önümüzdeki günlerde Yüce Meclise sunacağımız, bazı yapısal düzenlemeleri içeren vergi yasa tasarısının yasalaşmasıyla birlikte, daha da adaletli bir vergi sistemine kavuşacağımızı şimdiden sizlere belirtmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, vergi gelirleriyle ilgili tahminlerimiz, geçmiş yıllardaki uygulama sonuçları, 1998 yılı için öngörülen temel ekonomik büyüklükler ve bu yıla ilişkin gerçekleşme neticeleri dikkate alınarak, titizlikle ve gerçekçi bir yaklaşımla yapılmıştır.

1998 yılı için öngörülen yıllık ortalama enflasyon oranı yüzde 64, büyüme oranı da yüzde 3’tür. Buna göre, vergi gelirlerinde yüzde 95,6 oranında bir artış, hedeflerimizle çelişkili görülebilir. Bu durum, temel ekonomik hedeflerden sapma veya gerçek olmayan bir gelir tahmininde bulunduğumuz şeklinde algılanmamalıdır.

Vergi gelirlerimizde, öngörülen enflasyon ve büyüme oranı toplamının çok üzerinde bir artış ifade eden bu durumun iki tane temel sebebi vardır: Bunlardan ilki, kamu kâğıtlarından elde edilen faiz gelirleri üzerinden yapılacak olan yüzde 12 oranındaki stopaj tutarı olan 550 trilyon lira; diğeri de, Akaryakıt Tüketim Vergisinde 1997 yılında yapılan artıştan ötürü 1998 yılı gelirlerine yansıyacak olan 300 trilyon liradır. Bunlar çıkarıldığı takdirde, vergi gelirlerindeki artış, daha önce belirlediğimiz ekonomik büyüklüklere uygun hale gelmektedir.

Sağlıklı bir bütçe politikası, bütçe harcamalarının sağlıklı gelir kalemlerine dayandırılmasına bağlıdır; bunu, her fırsatta tekrar etmemiz gerekir.

Bizim gelir politikamız da, vatandaşla barışık bir eksende gelişmektedir. 1997 yılında, Maliye Bakanlığının yetkilerini kullanarak gerçekleştirdiği düzenlemeler, bu konuda atılmış önemli adımlardır. 1998 yılında da, dürüst ve sözüne güvenilir bir gelir idaresi imajını mükellefler nezdinde daha da sağlamlaştıracak uygulamalar içerisinde olacağız. Dürüst mükellefin hakkı gözetilip, sorunlarına çözüm getirilirken, yasaların tanıdığı bütün olanaklar kullanılarak iyi niyetli olmayan mükelleflerin üzerine gidilecektir. Bu çerçevede, özellikle devlete güveni ve devlet otoritesini sarsacak hiçbir uygulamaya izin verilmeyecektir.

Değerli milletvekilleri, belirttiğimiz vergi gelirleri rakamlarına, merkezî idare gelirlerinden mahallî idarelere verilen paylar dahil değildir. Türk vergi idaresi, topladığı merkezî idare gelirlerinin oldukça önemli bir kısmını yerel yönetimlere devretmektedir. Bu miktar da dahil edildiğinde, vergi gelirlerimiz 10 katrilyon lirayı aşmaktadır. Gelir idaresinin, merkezî idare gelirlerinden mahallî idarelere aktaracağı pay, 1998 yılında 1 katrilyon 300 trilyon lira olmaktadır. Mahallî idarelere verilen payların gayri safî milllî hâsılaya oranı, 1998 yılında 2,7 dolaylarına çıkmaktadır.

Değerli milletvekilleri, gelir ve gider hedefleri belirtilen 1998 yılı bütçesi, 3 katrilyon 989 trilyon lira açıkla bağlanmaktadır. Aldığımız tüm tedbirlere karşın, faiz ödeneklerinin fazlalığı, bu düzeyde yüksek bir bütçe açığının ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bununla birlikte ortaya çıkan büyüklükler, bütçemizin enflasyonla mücadele bütçesi olması niteliğine uygundur. 1997 yılında yüzde 9’lara ulaşacak olan bütçe açığının gayri safî millî hâsılaya oranı, 1998 yılında yüzde 8’lere çekilmiş olacaktır.

1998 yılı bütçesi, faiz dışı fazla vermektedir. Bu çerçevede hazırlanan bütçe, faiz ödemeleri hariç tutulduğunda, 1 katrilyon 900 trilyon lira fazla vermektedir.

1997 yılında gayri safî millî hâsılanın yüzde 1,1’i oranında açık vereceği tahmin edilen faiz dışı konsolide bütçe dengesinin, 1998 yılında yüzde 3,9 oranında fazla vermesi temel hedeflerimizden biridir. Bütçe dengelerinin düzeltilmesi açısından, bu, çok ciddîye alınması gereken bir hedeftir. Ekonomide dengeleri sağlamak ve borç stokunu azaltabilmek için faiz dışı bütçenin bu seviyelerde fazla vermesi, bunun da belirli bir süre devam ettirilmesi gerekmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1998 yılı için belirlenen hedeflere ulaşılabilmesi için bütçede çeşitli önlemlere yer verilmiştir. Bu önlemlerden harcamaya dönük olanların başında borçlanmaya getirilen sınır gelmektedir. Bugüne dek, devlete sınırsız borçlanma olanağı verilmesi hep eleştirilmiş; ancak, hükümetler kendi kendilerini sınırlandırmaya da yanaşmamışlardır. Nitekim denk bütçe olduğu iddia edilen 1997 yılı bütçesinde bile, Hazineye, bütçe ödeneklerinin 1/3’ü oranında borçlanma yetkisi verilmiştir. Bonoyla ilgili herhangi bir sınırlama da konmadığı için, kısa vadeli borçlanmanın da önü açık bırakılmıştır.

Biz, devlet borçlanmasına bütçeyle bir sınırlama getirilmesi gereğine inanıyoruz ve bunu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yasa yapma görevine saygının da bir gereği sayıyoruz. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) Ayrıca, bu sınırlandırmayı, bütçenin enflasyonla mücadelede güvenilirliğini ve malî disiplinini sağlayacak önemli bir husus sayıyoruz.

Değerli arkadaşlar, 1998 yılı bütçesinde borçlanma tutarı, hem bono hem de tahvili kapsayacak şekilde bütçe açığıyla sınırlandırılmaktadır. Böylece, bütçe açığına, özellikle de nakit açığına finansman açısından kesin bir sınırlama getirilmektedir. Bu sınırlamayla, enflasyonla mücadelede ve malî disiplinin sağlanması yönünde çok önemli bir adım atılmaktadır.

1998 yılı bütçesinin bir diğer önemli tedbiri de, yeterli ödeneği olmayan yatırımlara başlanılmaması tedbiridir. Türkiye, yılı ödeneği tören atma masraflarını karşılamaya dahi yetmeyen çok sayıda yatırıma başlayarak, kısıtlı kaynaklarını âdeta toprağa gömmektedir. (DSP sıralarından alkışlar) Bu yanlış uygulamaya son vermek üzere, 1998 yılı bütçesinde, toplam proje bedelinin yüzde 10’u kadar ödeneği olmayan yatırımlara başlanılmasını önleyecek bir düzenleme yer almakta; böylece, konsolide bütçeden ayrılan ödeneklerin daha verimli kullanılması sağlanmaktadır.

Bütçe kanunlarıyla getirdiğimiz bir diğer tedbir de, kamu harcamalarının, yıllık harcama planlarına dayandırılarak yapılması uygulamasıdır. Bu düzenlemeyle, bütün kuruluşlar, yılbaşından itibaren hangi harcamayı hangi zaman dilimi içerisinde yapacaklarını, hangi aşamaya geleceklerini gösteren harcama planlarını Maliye Bakanlığına verecekler ve böylece, ödenekleri bu plana göre serbest bırakılacaktır. Hazine de, bu harcama planlarına uygun olarak, gerekli nakdi sağlayacaktır. Böylece, kamu kesiminde ödenek kullanımı ve nakit planlaması daha gerçekçi bir şekilde yapılabilecektir.

Değerli milletvekilleri, hazine birliği ilkesinin bozulmasının devletimize neye mal olduğunu hepiniz çok iyi biliyorsunuz. Bütçe birliği, devletin tek hazinesinin olması, bunun da bir hesapta yürütülmesini öngörmekte ve bu ilke, bütçe uygulamalarının en temel ilkelerinden biri olmaktadır. Merkez Bankası Kanununun 41 inci maddesi de bunu çok net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu maddede, devletin tüm gelirlerinin Merkez Bankası ya da muhabiri bir bankada toplanması hükmü yer almaktadır. Ancak, bu hüküm yıllardan beri tam olarak uygulanmamakta, harcama planları yapılmadığı için bütçeden verilen ödenekler kamu kurumlarınca özel bankalarda repoya yatırılmakta, daha sonra da aynı bankalar bu paraları çok daha yüksek faizle devlete borç olarak vermektedirler. Böylece, devlet, yıllardan beri kendi parasına faiz ödemektedir. Bu durum, kamu hazinedarlığı ilkesinin tavizsiz olarak uygulanması gereğini ortaya koymaktadır. 1998 yılı bütçesinde kamu hazinedarlığı ilkesi kesinlikle ve tam olarak uygulanacaktır. (DSP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Değerli milletvekilleri, 1998 yılı bütçesi, üniversiteler açısından da oldukça önemli bir uygulama başlatmaktadır. Bu uygulamayla, üniversitelere, kendi harcamalarını planlama ve gerçekleştirme yönünde daha serbest davranma olanağı verilmektedir. 1998 yılında, deneme niteliğinde olmak üzere, bütçe kanununda, 15 üniversitenin ödeneklerinin tamamının, topluca, kendilerine verilmesini öngören bir hükme yer verdik. Bunun yanında, üniversitelere kendi kaynaklarını yaratmaları konusunda olanaklar tanınmakta; böylece, üniversitelerin malî özerkliği konusunda önemli bir adım atılmaktadır.

Yine, geçmiş yıllarda, bütçede disiplini delen bir uygulama da, bazı kurumların vergi sorumlusu olarak topladıkları vergileri kendi finansman ihtiyaçları için kullanmaları olmuştur. 1998 yılı bütçesinde, hiçbir vergi sorumlusunun devlet adına topladığı vergileri kendi finansman ihtiyacı için kesinlikle kullanmayacağı hükmü getirilmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1998 yılı bütçesiyle uygulamak istediğimiz gelir politikamızın ilke ve hedeflerini, antienflasyonist bir vergi politikası uygulama, vergi yükünü ekonomik kesimlerin millî gelir içerisindeki paylarıyla orantılı şekilde dağıtma, bütün bu hedeflere ulaşmayı kolaylaştırmak amacıyla da gelir idaresinin yeniden yapılanmasına ağırlık verme başlıkları altında özetleyebiliyoruz.

Antienflasyonist bütçe politikasının bir kanadını da antienflasyonist vergi politikası oluşturmaktadır. Antienflasyonist vergi politikasından amaç, vergi gelirlerini artırmak suretiyle gelir fazlası yaratmak, bununla da toplam talebi kısmaktır; ancak, bugünkü vergi sistemimizde kayıtdışı ekonominin vergilendirilmesine yönelik ek idarî ve yasal tedbirleri almadan vergi gelirlerini artırmaya çalışmak, pek çok haksızlık ve adaletsizliğe yol açmaktadır. Zira, yalnızca, mevcut yasaların daha etkin uygulanmasına yönelik olarak alınacak tedbirler, bazen vergi artışı sağlasa bile, kayıtlı yükümlülerin vergi inceleme baskısı altında ezilmelerine yol açmakta ve bu açıdan, mükellefler arasında rekabet eşitsizliği yaratmaktadır.

Böyle bir uygulama, mükellefler nezdinde vergi idaresinin imajının zedelenmesine yol açmakta, mükellefleri çaresizliğe sürükleyerek vergiye karşı direncin artmasına sebep olmaktadır. Halbuki, bizim antienflasyonist vergi politikamızdaki temel amacımız, kolay kazanılan, vergilendirilmeyen ya da vergiden kaçınma suretiyle yaratılan gelirlerin vergilendirilmesidir; yoksa, vergisel yükümlülüklerini dürüst ve yasalara uygun bir şekilde yerine getiren mükelleflerin yükünü daha da ağırlaştırmak değildir.

Bugünkü vergilendirme yapımızla, mevcut mükellef kitlesinin vergi yükünü daha da artırmak, ülkenin bütün yükünü sırtında taşıyan namuslu ve dürüst girişimci ve emekçi kesimi katlanamayacakları bir fedakârlığa daha fazla zorlamak anlamına gelecektir. Ülkemizdeki gelir dağılımı adaletsizliği de dikkate alındığında, böyle bir tercihin, zaten var olan gelir dağılımı adaletsizliğini, vergiye olan direnci daha da artıracağı açıktır. Bu nedenle, amacımız, mevcut mükellef kitlesinin yükünü artırmaksızın vergi gelirlerini artırmak olacaktır.

Gerçekleştirilmesi zor gibi görünen bu amaca ulaşmada temel hedefimiz, artık katlanılamaz boyutlara ulaşan kayıtdışı ekonomiyi ve geliri kayıt altına almak, bu suretle vergi tabanını genişletmektir. Bu doğrultuda, bir yandan gerçek gelirlerini öteden beri beyan etmeyen kesimleri vergilendirecek idarî ve yasal düzenlemelere gidilecek, öte yandan vergiye gönüllü uyumu artırmak amacıyla, mükelleflerin haklı şikayetlerine yol açan vergi sistemimizle ilgili aksaklıklar giderilecektir.

Bu amaçla hazırladığımız vergi yasa tasarısı, vergi sistemimizdeki aksaklıklara ve haksızlıklara kökten çözüm getirmeyi hedefleyen bir anlayışla düzenlenmiştir. Bu düzenlemeyle;

- vergi tabanının genişletilmesi,

- kayıtdışı ekonominin kayda alınması,

- vergi sisteminde basitlik ve açıklık,

- bireylerin vergi yükünü artırmaksızın vergi gelirlerinde artış sağlanması hedeflenmektedir.

Vergi tabanının genişletilmesi, vergi sisteminden şikâyetçi olan tüm kesimlerce ısrarla dile getirilen; ancak, bunun nasıl sağlanacağı bir türlü söylenemeyen bir konudur.

Değerli milletvekilleri, vergi tabanının genişletilmesi, vergilendirilecek gelirin tanımının değiştirilmesiyle mümkün olabilirdi. İşte, vergi tasarısıyla, biz, gelirin tanımını değiştiriyoruz; yani, değişikliğe, Gelir Vergisi Kanununun 1 inci maddesinden başlıyoruz. Böylelikle, vergileme tekniği ve sosyal nedenlerle vergilenmesi uygun görülemeyenler dışındaki bütün gelirleri vergi kapsamına almaya çalışıyoruz. Gelirin tanımını değiştirmek suretiyle vergi tabanını genişletme olanağı yarattıktan sonra da, bu tabana giren, ancak kayıtdışı olan ekonomik faaliyetlerin izlenebilmesi, vergi düzenlemesinin ikinci ve önemli ayağını oluşturmaktadır.

Kayıtdışı ekonominin kayda alınmasında temel hareket noktamız, ekonomik ve sosyal olayları, bir anahtar bilgiyle izleme olanağı yaratmaktır. Bu amaçla, vergi yasalarında değil, ekonomik ve sosyal olayları düzenleyen Bankalar Yasası, Ticaret Yasası, Tapu Yasası gibi yasalarda değişiklikler yapmak suretiyle, bu yasalara göre yapılan işlemlerde vergi numarası kullanma zorunluluğu getiriyoruz. Böylece, bu tür ekonomik olaylar ile vergiye tabi gelir arasında ilişki kurulabilecek, her ne şekilde olursa olsun elde edilen, ancak gizlenen gelirlerin ortaya çıktığı anda vergilendirilmeleri de olanak dahiline girecektir.

Bugün, vergi sistemimiz, uzmanları için bile içinden çıkılmaz bir hal almıştır; dolayısıyla, mükelleflerin kolaylıkla anlayabileceği, basit, açık ve anlaşılabilir bir yapıya kavuşturulması şarttır. Vergi sistemimizin basit ve kolay anlaşılır hale getirilmesine yönelik düzenlemeler, hazırladığımız tasarının temelini oluşturmaktadır. Bu kapsamda, küçük çiftçiler için, stopaj, nihaî vergileme usulü olarak benimsenerek, götürü vergilendirme kaldırılıp yerine basit usul getirilerek, bazı defterler için tutma yükümlülüğü kaldırılarak mükelleflerin yükümlülükleri azaltılmaktadır. Ancak, bu yapılırken, enflasyon tek haneli rakamlara indirilene kadar, bu grupta yer alan mükelleflerin vergi yükünün üzerine ek bir Gelir Vergisi yükü de kesinlikle getirilmemektedir.

Diğer taraftan, vergi uygulmalarında basitlik ve anlaşılabilirliği sağlamak üzere, mevcut mevzuata göre karmaşık ve uygulanamaz bir yapıya sahip olan ceza sistemi de yeniden düzenlenerek, basit, anlaşılabilir ve uygulanabilir bir hale getirilmektedir.

Değerli milletvekilleri, vergi sistemimizin daha adil ve çağdaş yapıya kavuşturulması, üzerinde önemle durulması gereken bir husustur. Toplumun ve ekonominin ihtiyaçlarına göre şekillendirilmiş, adalet ilkesine dayalı bir vergi sisteminin, vergiye uyumu artıracağı açıktır. Bu nedenle, vergi tabanının genişletilmesine yönelik düzenlemelere paralel olarak, Gelir ve Kurumlar Vergisi oranları, ödeme gücünü esas alan, vergiye uyumu artıracak düzeyde indirilecektir.

Yine, aynı amaca yönelik olarak, artık, bir vergi güvenlik önlemi olmaktan çıkıp asgarî vergiye dönüşen ve kazanılmayan gelirden vergi alınması sonucunu doğuran hayat standardı esası kaldırılacak, geçici vergi uygulaması da değiştirilecektir.

Yaptığımız bütün bu düzenlemelerde temel ilkemiz, mevcut mükellef kitlesinin vergi yükünü artırmaksızın, vergi gelirlerimizde artış sağlamak olacaktır.

Özellikle vergi oranlarında öngörülen indirimler dikkate alındığında çelişkili gibi görünen bu hedefimize ulaşmamızı sağlayacak en önemli faktörler, vergi tabanının genişletilmesi ve kayıtdışı ekonomiyi kayda alma yönündeki düzenlemelerimiz olacaktır.

Değerli milletvekilleri, bütün bu düzenlemelerin etkin ve verimli çalışan bir gelir idaresi olmadan gerçekleştirilmesi mümkün olamaz. Gelir idaresini yukarıda belirttiğimiz vergi reformunu uygulayacak bir yapıya kavuşturmak için çok büyük bir çaba gösteriyoruz. Hedefimiz, beş yılda 5 bin denetim elemanı sayısına ulaşmaktır.

Biz, yaptığımız idarî ve yasal reformlarla, içinde yaşanabilecek bir vergi sistemi kurmaya çalışıyoruz. Bu sistemde mükellefler lehine yaptığımız düzenlemelere rağmen vergisini beyan etmemekte direnenlerin yakalanma olasılığı çok yüksek hale gelmektedir.

Özetle, eskiden çok ucuz olan vergi kaçırmanın maliyeti artık çok pahalı hale getirlmekte; böylelikle, vergi, vatandaşlığın bir göstergesi olmanın yanında, hesap sorma aracı da olmaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bütçelerin sunuluşu sırasında, gerek Plan ve Bütçe Komisyonunda gerekse Genel Kurulda, kamu personeli ücretlerine özel bir yer ayırmak, gelenek haline gelmiştir.

Bugün, kamu personeli rejimi, devlet açısından ve çalışanlar açısından büyük sorunlar yaratmaktadır.

Devlet açısından temel sorun, kamu görevlilerinin görev tanımlarının yapılmamış olmasıdır. Görev tanımlamasını yapmaz, çalışanların görevlerini net olarak belirlemezseniz, çalışanlardan da verim alamazsınız. İşler yürümediği zaman, çalışan sayısını artırmak ve gereksiz unvan yaratmak suretiyle işlerin yürüyeceğini düşünebilirsiniz; ancak, sonuç, hiç de böyle olmaz; aksine, ilave kadrolar, diğer çalışanların ücretlerinin reel olarak artırılmasına da engel olur.

Bu kadro şişkinliğinin dışında, temel sorunlardan biri de, çalışanlar arasındaki ücret dengesizliğidir. Aynı işi yapan kamu çalışanları farklı ücretler almaktadır. En düşük ücret ile en yüksek ücret arasındaki fark 36 kata ulaşmıştır.

Bütün bunlar göstermektedir ki, kamu personel sorunu, sadece maaş zammı çerçevesinde ele alınıp çözümlenecek bir geçim sıkıntısı sorunu değildir değerli milletvekilleri; ancak, her yıl, bütçeler tartışılırken, konu, hep bu eksen etrafında tartışılır; çünkü, konsolide bütçeden, doğrudan ve dolaylı olarak, yaklaşık 8 milyon vatandaşımıza aylık ödenmektedir; aileleriyle birlikte bu sayı 30 milyona ulaşmaktadır. Bu büyüklükteki bir kitleyi ilgilendiren konularda, hükümetler, karar alırken çok dikkatli davranmak zorundadırlar; ancak, kısa vadede sağlanacak faydaların, uzun vadede daha büyük zararları olacaksa, zor kararların tercih edilmesi gerekebilir. Zor kararı da -daha önce de belirttim- ancak cesur ve kararlı hükümetler alırlar ve sonuçta da ülke kazanır.

Hükümetimiz, üç yıllık bir program dahilinde, enflasyonu yüzde 3’lere indirme kararlılığı içerisindedir; ancak, Hükümetimiz, enflasyonla mücadele ederken -bir defa daha tekrar ediyorum- daha önce yapılan iki hatayı tekrar etmeyecektir. Bunlardan birincisi, sağlam kaynaklar olmadan, etkisi kısa sürede enflasyonla yok edilecek artışlar yapma yoluna gitmeyecektir; ikincisi de, 1994 yılında olduğu gibi, aylık ve ücretlerin reel olarak büyük oranda düşürülüp, çalışanların perişan edilmesine neden, kesin olarak olmayacaktır. (DSP sıralarından alkışlar)

Bu çerçevede, 1998 yılında, memur maaşları, ortalama yüzde 30 oranında artırılmıştır. En düşük devlet memuru maaşı, bu artırımlarla 52 milyon liraya ulaşmaktadır. Emekli memurlarımızın aylıklarında da aynı oranlarda artışlar öngörülmektedir. Sosyal Sigortalar Kurumu ve Bağ-Kur emeklileriyle sözleşmeli personelin aylıklarında da, memurlarımıza paralel olarak yüzde 30 oranında artış yapılması kararlaştırılmıştır.

Hükümetimiz, çalışanlarımız ile emeklilerimizin aylıklarını enflasyon karşısında korurken, bir yandan da çok zor durumda bulunan dargelirli vatandaşlarımıza yönelik transferleri olması gereken seviyelere getirmek için kaynaklarını zorlamıştır. Bu çerçevede, 900 bin civarındaki 65 yaş üzeri muhtaç vatandaşlarımıza ödenen aylıklar ile 50 bin civarındaki gazilerimize ödenmekte olan aylıklara esas göstergeler yüzde 50 oranında artırılmıştır. Getirilen katsayı artışıyla birlikte, bu kesimlerdeki maaş artışı veya ödeme artışı yüzde 100 dolayına getirilmektedir.

Aynı şekilde, köy ve mahalle muhtarlarına yapılmakta olan aylık ödemelerinde de göstergeler artırılmaktadır. Bu konudaki yasa tasarısı, şu anda, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemindedir. Dolayısıyla, bu değişiklikten sonra, katsayı artışıyla birlikte, muhtarlarımızın maaşlarında da yüzde 95 oranında bir artış sağlanmaktadır.

1998 yılının ikinci yarısında, memur ve emeklilerimizin aylıklarında yapılacak artışlar, birinci yarıdaki gelişmelere bağlı olarak, temmuz ayında Bakanlar Kurulunca belirlenecektir.

Değerli milletvekilleri, burada, şu hususu açık ve net bir şekilde ortaya koymakta yarar görüyorum: Memur ve emekli aylıkları, enflasyonun kesinlikle altında kalmayacaktır. Bu husus, Hükümetimizin açık bir taahhüdüdür. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; mutlaka alınması gereken, ancak, sonuçları uzun vadede alınacak birtakım kararların, siyasî riskler ve kaygılar nedeniyle, bugüne kadar alınmamasının Türkiye’ye maliyetinin ne olduğunu hepimiz yaşayarak gördük ve görmeye devam ediyoruz.

Olumlu sonuçlarından başkaları yararlansa bile, siyasî sorumluluk ve riskini de üstlenmek suretiyle, 55 inci Hükümet, Türkiye için gerekeni yapmada kararlılığını ortaya koymuştur.

Türkiye, 21 inci Yüzyıla, enflasyonu gündeminden çıkarmış, üretken, gelirini adaletle paylaşan, insan haklarını ve çağdaş demokratik özgürlükleri tam olarak kullanan, barış içinde bir ülke olarak girmelidir. Türkiye, küreselleşmenin avantajlarından en yüksek düzeyde yararlanarak çağı yakalamayı ve gelişmiş dünya ülkeleri arasında seçkin yerini almayı hedeflemelidir. Türkiye, olanakları ve toplumsal dokusuyla bu atılımı gerçekleştirebilecek güce sahiptir.

İşte, bu üç yıllık program hedefi de bu temel yaklaşımla öngörülmüştür. 1998 yılı bütçesi de, bu programın ilk ve en önemli aşamasıdır. 1998 yılı bütçesinin, bir programın parçası olarak değil de sadece bu yılı kurtarma anlayışıyla ve çok daha farklı bir şekilde hazırlanması da mümkündü. Bütçe gelirleri, hayalî gelirlerle yüksek gösterilebilir; aynı şekilde, popülist bir yaklaşımla bütçe harcamlarında da önemli artışlar yapılabilirdi; ancak, biz, bu yolu tercih etmedik. Bu anlayışla hazırlanan önceki yıllar bütçelerinin ülkemiz ekonomisini nerelere getirdiği ortadadır. Ayrıca, mevcut durumun bu şekilde daha fazla sürdürülmesi de mümkün görülmemektedir. O nedenle, biz, tercihimizi, ülkemiz ekonomisini orta vadeli bir program çerçevesinde istikrara götürecek bir bütçe hazırlanması yönünde kullandık.

Sonuç olarak, 1998 yılı bütçesi bir istikrar bütçesidir. 1998 yılı bütçesi, enflasyonla mücadele etmeyi, kamu açıklarını azaltmayı, ekonomide verimliliği artırmayı, yatırımlara gerekli kaynakları tahsis etmeyi hedef alan bir anlayışla hazırlanan, gerçekçi ve samimî bir bütçedir. Ancak, bütçe tek başına mucize yaratamaz ve bunun, daha önce belirttiğim reformlarla da desteklenmesi şarttır.

Bu programın uygulanması sonucunda, 2000 yılının sonuna gelindiğinde, Türkiye’nin yıl sonu enflasyonu yüzde 3 düzeyine düşecek, büyümesi yüzde 4-5 düzeyinde olacak, kamu açığı da yüzde 3’ler düzeyinde seyredecektir.

Böyle bir programın başarı şartı, kamu harcamalarında disipline, yaygın ve adil bir vergi sisteminin getirilmesine ve kamuoyunun bu programa olan inancı ve desteğine bağlı bulunmaktadır.

Biz, Hükümet olarak, ülkenin çalışan ve üreten büyük çoğunluğunu ilgilendiren her kararın, katılımcı ve uzlaşmacı bir anlayışla ele alınarak çözüme kavuşturulmasından yanayız. 1998 bütçesi de bu anlayışla hazırlanarak takdirlerinize sunulmuştur.

Bu bütçe, Hükümetimizin bir taahhüdüdür. Bu bütçe, bize emanet edilen kamu kaynaklarını nasıl harcayacağımıza ilişkin taahhüdümüz olduğu gibi, yurttaşlarımıza götüreceğimiz hizmetler nedeniyle de bir mukavele niteliğindedir. Biz, bu mukaveleden doğan sorumluluğumuzun hesabını vermeye hazırız. Mukavelenin diğer tarafları da bu taahhüdü izlemeli ve hesabını sormalıdır. Katılımcı demokrasinin gereği de budur.

Ülkemizin, 1998 yılını barış ve huzur içerisinde geçirmesi umuduyla, 1998 yılı bütçesinin ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diliyor; Yüce Milletimize ve Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (DSP, ANAP, DTP, DYP, CHP, BBP ve Bağımsızlar sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Hükümet adına bütçe sunuş konuşması yapan Maliye Bakanı Sayın Zekeriya Temizel’e teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, bütçe görüşmeleri, 3.12.1997 tarihli 22 nci Birleşimde alınan karara uygun olarak, bastırılıp dağıtılan programa göre yapılacaktır.

Başlangıçta, bütçenin tümü üzerindeki görüşmelerde, siyasî parti grupları ve Hükümet adına yapılacak konuşmalar 1’er saat -bu süre, iki konuşmacı tarafından kullanılabilir- kişisel konuşmalar ise 15’er dakikadır.

Şimdi, bütçenin tümü üzerinde grupları adına söz alan sayın üyelerin adlarını sırasıyla okuyorum: Anavatan Partisi Grubu adına Sayın Lutfullah Kayalar ve Sayın Agâh Oktay Güner, Refah Partisi Grubu adına Sayın Abdullah Gül ve Sayın İbrahim Ertan Yülek, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Deniz Baykal, Doğru Yol Partisi Grubu adına Sayın Tansu Çiller, Demokratik Sol Parti Grubu adına Sayın Metin Bostancıoğlu ve Sayın Ali Ilıksoy, Demokrat Türkiye Partisi Grubu adına Sayın Mahmut Yılbaş.

Şimdi de, bütçenin tümü üzerinde şahısları adına söz alan arkadaşlarımın adlarını okuyorum: Lehinde, Selahattin Beyribey; aleyhinde, Gökhan Çapoğlu ve Recep Kırış.

Sayın milletvekilleri, şimdi, alınan karar gereğince ve daha önce belirlenen kura çerçevesinde, ilk sözü, Anavatan Partisi Grubu adına, Sayın Lutfullah Kayalar’a veriyorum.

Buyurun Sayın Kayalar. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

Sayın Kayalar, daha önce bana iletilen, Grup başkanvekilinizden gelen nota göre, bu konuşmayı yarımşar saat Sayın Agâh Oktay Güner’le paylaşacaksınız...

LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Evet efendim.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Kayalar.

ANAP GRUBU ADINA LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; 1998 yılı konsolide bütçe tasarısı üzerinde, Anavatan Partimizin görüşlerini arz etmek için huzurlarınızda bulunmaktayım; bu vesileyle, Grubumuz ve şahsım adına, Yüce Meclise saygılar sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, bundan bir yıl kadar önce, yine bu kürsülerde, 1997 yılı bütçesini tartışmış ve 1997 yılı bütçesinin, o gün, güven vermediğini, inandırıcı olmadığını, kamuoyunda hayalî olarak nitelendirildiğini ifade etmiş bulunmaktaydık. Aradan bir yıl geçti, bu bir yıl neticesinde, maalesef, bu olumsuz olarak nitelendirilen görüşler, bugün, haklı görüşler haline gelmiş bulunmaktadır. Bu nedenle, 1998 yılı bütçesinin görüşmelerine başladığımız şu günde, bu bütçe önündeki en büyük engelin, 1997 yılıyla ilgili olan bütçedeki ciddiyetsizliğin olduğunu, üzülerek; ama, bir sorumluluk duygusu içerisinde ifade etmek mecburiyetindeyim.

Türkiye Büyük Millet Meclisimizde kabul edilen bütçeler, bilindiği gibi, hükümetlere, bir yıl içerisinde, gelir toplama ve giderleri yapma yetkisi vermektedir. Biraz önce de ifade etmeye çalıştığım gibi, önemli özelliklerinin başında, bütçenin, ciddiyeti, inandırıcılığı ve uygulanabilir olması gelmektedir. Biz, bu nedenle, 1998 yılı bütçesiyle ilgili hazırlıkları nedeniyle, gerçekten, Maliye Bakanlığımıza, Devlet Planlama Teşkilatına ve Hazine Müşteşarlığı ile tüm ilgililere teşekkür ederek sözlerime başlamak istiyorum.

Değerli milletvekilleri, bu bütçe hazırlıkları ve bu bütçe görüşmelerine gelinceye kadar, Türkiye’deki, bundan önceki bütçe görüşmelerinde kısmen dile getirilmiş veya getirilmemiş olan, ekonominin şu andaki durumunu, bazı ekonomik kriterlerle ilgili rakamları vererek arz etmek istemekteyim.

Bilindiği gibi, ekonomiyle ilgili değerlendirmeleri yaparken en çok kullandığımız kriter büyümedir. Maalesef, Türkiye’de üzülerek saptadığımız bir olay büyümeyle ilgili rakamlarımız, büyüme oranlarımız her yıl ve özellikle ardı ardına gelen yıllar da dahil olmak üzere, çok büyük farklılıklar göstermekte. Bir yıl iyi bir büyüme trendi yakalıyoruz; ama, bir sonraki yıl negatife düşebiliyoruz. Bu, istikrarlı büyümenin olmamasından dolayı, Türkiye ekonomisinin önündeki en büyük sıkıntılardan birisidir. Nitekim, 1983-1991 yılları arasında kişi başına gelir hızı artışı dolar bazında yüzde 8 iken, 1991-1997 yılları arasında dolar bazında yüzde 2,1’e düşmüş bulunmaktadır.

Aynı şekilde, ekonominin değerlendirilmesinde bir diğer kriter de enflasyondur. Geçmiş yıllara göre veya diğer ülkelere göre Türkiye’deki enflasyonu değerlendirdiğimiz zaman, fevkalade yüksek olduğunu görmekteyiz. 1983-1991 döneminde ortalama olarak yüzde 51 olan enflasyon artış hızı, 1991-1997 döneminde yüzde 83’lere tırmanmış bulunmaktadır.

Bu iki kriteri karşılaştırdığımız zaman, bir yandan büyüme yavaşlıyor, diğer yandan enflasyon artıyor. Bu kıskaç içerisinde gelir dağılımının bozulduğunu, yatırımların azaldığını, işsizliğin arttığını ve belki bunların hepsi kadar önemli olan tasarrufların da azalma eğilimi gösterdiğini saptamaktayız.

Özellikle büyüme ihtiyacında olan Türkiye için tasarruflar fevkalade önemlidir. 1980’ler de yüzde 16’larda olan, 1990’da yüzde 24’lere çıkmış olan; ama, 1990’dan sonra yüzde 22’lere doğru tekrar azalış trendine girmiş olan tasarruflarımızın oranlarıyla ilgili olarak, sadece Hükümet olarak değil, Meclis olarak, Türkiye olarak, sorumluluk duygusu içerisinde, üzerinde önemle durmak mecburiyetimiz vardır.

Tasarrufların azalmasıyla, Türkiye’nin yurtdışı kaynaklara yönelmesi daha fazlalaşmış ve bu nedenle de, dışborçlarımızın artması neticesiyle karşılaşmış bulunmaktayız.

Kamu kesimi, 1991 yılından itibaren açık vermeye başlamıştır. Kamu kesimi, gelirlerinin üzerinde bir harcama yaparak bu açığı artırırken, bir diğer memnuniyet verici olan gelişme, özel kesim tasarruflarının artmasıdır. Ancak, özel kesim tasarruflarının artış hızı, kamu kesimi tasarruflarının açığındaki büyüme hızına yetişemediği için, yurtiçi tasarrufların gelire oranı da azalmaktadır. Nitekim, kamu kesimi açıkları, 1980’li yıllarda yüzde 5’lerde iken, 1990’lı yıllarda yaklaşık yüzde 10’lara ulaşmış bulunmaktadır.

Bir diğer önemli gösterge, harcamaların millî gelire oranı, 1991’de yüzde 20,5 iken, 1997’de yüzde 28’e ulaşmış, arada yüzde 7,5’lik bir artış ortaya çıkmıştır; ama, buna karşılık, fonların bütçeye dahil edilmesine rağmen, gelirlerin millî gelire oranı, 1991’de yüzde 15 iken, 1997’de yüzde 18,7’ye ulaşmış; aradaki artış, yüzde 3,7 olmuştur. Görüldüğü gibi, harcamaların artışı ile gelirlerin artışı arasında büyük bir fark ortaya çıkmaktadır; bu da, bütçe açığını, 1991’de yüzde 5,3 iken, 1997’de yüzde 9’a getirmiş bulunmaktadır.

Bütçeyle ilgili bu incelemelerimize devam ederken, personel harcamalarının bütçe içerisindeki payının, 1991’de yüzde 37,8 iken, 1997’de yüzde 26’lara düştüğünü görmekteyiz.

Bir başka önemli kriter, yatırımlarla ilgili. 1991’de, bütçe harcamaları içerisinde yatırımların payı yüzde 13,1 iken, 1997’de aynı pay yüzde 7,5’e düşmüş bulunmaktadır. Bu yatırımların düşmesindendir ki, işte, bugün, bu kürsülerden daha önce de ifade ettiğimiz gibi, enerji sıkıntılarıyla başbaşa, karşı karşıya kalmış bulunmaktayız. Aynı şekilde, faiz ödemelerine de baktığımız zaman, 1991’de bütçe harcamaları içerisinde yüzde 18,5 olan faiz ödemeleri, 1996’da yüzde 38’e çıkmış, 1997’de yüzde 28,5’e gerilemiş bulunmaktadır; ancak, 1997’deki bu gerilemenin, biraz önce Sayın Bakanın da ifade ettiği gibi, özellikle vadelerin ve 5,1 katrilyon seviyesindeki bir faiz ödemesinin 1998 yılı içerisine kaydırılmasından kaynaklandığını da burada ifade etmek mecburiyetindeyim.

Sayın milletvekilleri, harcamalarla ilgili olan bu genel açıklamalarımızın ışığında bütçe finansmanına da baktığımız zaman, bütçe açığının, ağırlıklı olarak içborçlanmayla karşılandığını görüyoruz. İstikrarsızlık ve enflasyonist beklentiler nedeniyle, vadeler kısalmış ve faiz oranları da artmış bulunmaktadır. Görülmektedir ki, enflasyonu indirmeden borçlanmanın vade yapısında iyileştirme yapmak mümkün değildir. Burada, önemli ve memnuniyet verici bir gelişmeyi de samimiyetle ifade etmek istiyorum: Tüm bu dönemler içerisinde, özellikle 1994 yılında alınan bir kararla, borçlanma kalemleri içerisinde Merkez Bankası payının azaltılmış olması, bu olumsuzluklar içerisinde bir olumlu gelişme olarak gözükmektedir.

Değerli milletvekilleri, borçlanma ve finansman konusunda, şu anda en fazla üzerinde durmamız gereken konuların başında, daha önce de bu kürsülerden ifade ettiğimiz gibi, Türkiye’nin net ödemeci ülke konumu gelmektedir. Bilindiği gibi, Türkiye, 1994 yılında uğramış olduğu kriz nedeniyle, dış piyasalardan -dünya piyasalarından- uygun şartlarla ve uygun vadede dışborç, kredi bulabilme imkânı azaldığı için, diğer bir ifadeyle, kredi notu da düştüğü için, dışarıya olan anapara ve faiz ödemelerini dışarıdan sağladığı kaynaklarla yapamaz; aksine, içeriden yaptığı iç tasarruflarıyla, dışborç anapara ve faiz ödemelerini yapar duruma gelmiş bulunmaktadır. Son üç yıllık, bu fevkalade önemli olan gelişme, önümüzdeki bütçe uygulamaları içerisinde önemle üzerinde durulması gereken bir gelişmedir.

Değerli milletvekilleri, biraz önce, Sayın Bakanın da ifade ettiği gibi, esasında 30 milyar dolara yaklaşmış olan içborçlarımız ve 80 milyar dolara yaklaşmış olan dışborçlarımızın toplamıyla oluşan borç stokumuzun, gelişmiş olan ülkelerin borç stoklarıyla millî gelir oranlarına baktığımız zaman, yüzde 65’ler seviyesinde olan Türkiye’nin oranı, altından kalkılamayacak bir oran değildir; ama, Türkiye’nin sıkıntısı, faizlerinin yüksek olması diğer ülkelere göre, vade yapısının da fevkalade kısa olmasından kaynaklanmaktadır. Hükümetimizin, bütçe uygulamalarında, bu konu üzerinde hassasiyetle durduğunu görüyoruz. Şu ana kadar ki kararlı tutumunu da memnuniyet verici bir gelişme olarak kaydediyor, bu kararlılığının bundan sonra da devam etmesini diliyor; Anavatan Partisi Grubu olarak, bu kararlılığının arkasında durduğumuzu ve duracağımızı da ayrıca ifade ediyorum.

Bir diğer önemli konu da, malî sistemdeki yavaş büyümedir. Malî sistem, Türkiye’nin borç yükünü taşıyamamaktadır. Malî sistemin millî gelire oranı Türkiye’de yüzde 38, diğer gelişmiş ülkelerde ise yüzde 80’ler seviyesindedir.

Malî sistemimiz içerisinde, bizce yanlış olan bir önemli konu da, malî sistemdeki tasarrufların yarısının döviz cinsinden olmasıdır. Özellikle 1990’lı yılların ortasında başlayan bir eğilimle TL’ye olan güven azalmıştır. Bu da, önümüzde, enflasyonu düşürme tedbirleri içerisinde önemle durmamız gereken bir konudur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1998 yılı bütçesini hazırlayan bugünkü Hükümetimizin, temmuz ayında göreve başladığı dönemi göz önüne alırsak, Türkiye’de, gerçekten ekonomi geri plana itilmiş, ekonominin önüne başka olaylar geçmiş, Türkiye içerisinde bir gerginliğin olduğunu, bu gerğinliğin dalga dalga yayıldığını görmekteyiz. Hükümetimiz, ilk işe başlamasından sonra, Türkiye’deki bu gerginliğin azaltılması, siyasal sakinlik ortamının tesis edilmesi, daha sonra da -olması gereken- enflasyon başta olmak üzere ekonomik tedbirlerin alınması şeklinde bir kararlı uygulamaya geçmiş bulunmaktadır. Bu, gerçekten, Türkiye için önemli ve gerçekten yapılması gereken idi.

Kaybolan itibarın yeniden kazanılması, özellikle uluslararası ilişkilerde kolay olmuyor. Hükümetimizin, göreve gelmesinden hemen sonra, bekleyişler üzerindeki olumlu etkisi TL talebine yansımıştır. Döviz rezervleri hızla yükselmiş; ocak-haziran döneminde 16 milyar dolar civarında olan Merkez Bankası rezervleri 21,5 milyar dolara kadar yükselmiş bulunmaktadır.

1998 bütçesinin, ekonomik önlemler programının bir parçası olarak hazırlandığını, biraz önce Sayın Bakan da ifade ettiler. Gerçekten, makro dengesizliklerin giderilmesi için daha geniş kapsamlı bir yaklaşıma ihtiyaç duyulduğundan Hükümetin, üç yıllık bir program hazırladığını ve bu bütçenin de üç yıllık program çerçevesinde, onun bir parçası olarak hazırlandığını bilmekteyiz. Hükümet, bu üç yıllık programı hazırlarken, bir yandan enflasyonu düşürmeye çalışırken, diğer yandan da ekonomideki ani bir daralmanın olmamasına da özen göstermeye çalışmıştır. Bu kararlılığının devam etmesi gerektiğini ve bu kararlılığı Anavatan Partisi Grubu olarak desteklediğimizi ifade etmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçe harcamaları disiplin altına alınmaya çalışılırken, bütçe gelirlerinde artış öngörülmüştür. Maalesef, bütçe harcamaları içinde hareket alanı son derece sınırlanmıştır. Bütçe harcamalarının yüzde 40’ı faiz harcamalarından oluşmuştur. Biraz önce de ifade ettiğim gibi, bu faiz harcamaları 5,9 katrilyon lira olarak bu bütçede öngörülmüş, 5,1 katrilyon lirası daha önceden 1998 yılına vadelerin kaydırılması suretiyle oluşmuş faizlerden ortaya çıkmaktadır.

Hükümetin şu ana kadarki uygulamalarıyla, bütçe açığındaki büyüme, en azından, kontrol altına alınmış; hayali bir bütçe yerine, gerçekçi bir bütçe oluşturulmaya çalışılmıştır. Burada, Hükümetin samimi olduğuna inanmaktayız; ama, samimi olduğuna inandığımız bu bütçenin, önümüzdeki 1998 yılı bütçe hedeflerinin gerçekleştirilmesi yönünde, gerçekten önünde zorluklar olduğunu, bu zorlukları yenmek mecburiyetinde olan bir hükümet konumunda bulunduklarını ve Hükümetin inandırıcılığı noktasında, güvenin kalıcı bir hale gelmesi noktasında, bu hedeflerin tutturulmasına büyük bir özen gösterilmesi gereğini özellikle bir kez daha ifade etmek istemekteyim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anavatan Partisi Grubu olarak, biraz önce, yine, Sayın Bakanın da dile getirdiği gibi, bugünkü hayat pahalılığı çerçevesinde yeterli olmadığına inandığımız, ancak bütçe dengeleri içerisinde, enflasyonun kesinlikle altında olmayacağı vaadi ve taahhüdü yapılan personel ödemeleriyle ilgili Hükümetin dikkatine destek veriyoruz. Ancak, 1998 yılı içerisinde, gerek enflasyonun altında kalınmaması gerekse özellikle özelleştirmeden gelecek olan ve geleceğine inandığımız birtakım gelirlerle, bu konuda birtakım iyileştirmelerin yapılıp yapılmayacağı konusunun da bir kez daha irdelenmesini Hükümetimizden talep ediyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’de tarım sektörü gerçekten fevkalade önemlidir. Bugün hâlâ nüfusumuzun yüzde 45’ler oranındaki kısmı tarım sektöründe iştigal etmektedir, geçim şartlarının fevkalade zor olduğu önemli bir sektörümüzdür. Tarım sektörüyle ilgili, özellikle gübredeki destekleme şeklinin değiştirilmiş olmasından dolayı yapılan uygulamayı, Anavatan Partisi Grubu olarak olumlu bulduğumuz ifade ediyorum. Ancak, bu şekilde, gübrede yapılan bu değişikle birlikte, özellikle destekleme alımlarında önemlice bir artışın, bu bütçede husule getirilmiş olmasını önemli buluyor, bütün bunlara rağmen, peşin ödemelerin devam etmesini, desteklemeyle ilgili verilecek olan fiyatların, dünya fiyatları ve çiftçimizin zor durum içerisinde bulunması göz önüne alınarak titizlikle belirlenmesini de, Anavatan Partisi Grubu olarak, tekrar, Hükümetimize buradan bir kez daha duyurmak istiyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özellikle, biraz önce de ifade etmeye çalıştığım gibi, yatırımlar konusunda Türkiye’nin büyük sıkıntıları bugüne kadar birikegelmiştir. Biraz önce 1991 ve 1997 rakamlarını verdim; bütçe içerisindeki yatırımların payının 13,5’ten, 7,5’lere doğru indiğini ifade ettim. Yatırımdaki bu azalmalar, gelişen Türkiye, gelişmesi gereken, büyümesi gereken Türkiye ile ters orantılıdır. Yatırımlar üzerinde önemle durulması gerekmektedir. Nitekim, yatırımların, daha önce gerekli şekilde yapılamamasından dolayı, bugün, Türkiye, bir altyapı sıkıntısına, özellikle, en övüneceğimiz konulardan birisi olan telekominikasyonda bile yeniden sıkıntılar içerisine girme eğilimine girmiştir. Enerji darboğazı, artık, bugün kendisini hissettirmiş değil, enerji darboğazının içine girmiş bulunmaktayız. Hükümetimizin, bu konuda, yatırımlarla ilgili bu bütçe harcamaları içerisine koyduğu ödeneklerin, ayrıca özelleştirme gelirleriyle desteklenmesi konusunu da önemli buluyor ve bunu da desteklediğimizi ifade etmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekonomide istikrarı uzun vadeye taşıyacak değişiklikler, bir program çerçevesinde açıklanmalıdır. Bu programın en önemli parçaları özelleştirme, sosyal güvenlik reformu, mahallî idareler reformu, mahallî kesim reformu içerisinde vergi reformu olarak önplana çıkmış bulunmaktadır. Özellikle Anavatan Partisi olarak, Türkiye’nin gündemine ilk getiren bir parti olarak, özelleştirme konusunun önemi, artık, bugün, geçmişin aksine, tüm siyasî partilerce kabul edilmekte ve kamuoyumuz tarafından da bu kabul paylaşılmaktadır. Nitekim, özelleştirmeyle ilgili bu mutabakatın neticesinde, biz inanıyoruz ki, 1998 yılı, özelleştirme konusunda Türkiye’nin yüzünü ağartacaktır. Gerçekten, bizim, özelleştirmeye başladığımız dönemlerde, özelleştirmeyle ilgili, Türkiye’den birtakım bilgiler almaya gelen ülkelerin, bizi geçtiğini göz önüne alarak, bu konuda, Hükümete, Meclis olarak destek vermemiz gereğini bir kez daha, Anavatan Partisi Grubu olarak ifade etmek istiyorum.

Özelleştirmeyle birlikte, sosyal güvenlik reformu da, gerçekten, artık, bir elzem olmaktan da öte, çok büyük önem kazanmıştır. 1997 yılı bütçesinde, yatırımlara 600 trilyon lira ayrılırken, sosyal güvenlikle ilgili Bağ-Kur, Emekli Sandığı ve SSK’ya bu bütçeden ayrılan kaynak, yatırımlardan daha fazladır ve 780 trilyon lira kaynak ayrılmıştır. Bu, gerçekten çok önemli bir kaynaktır. Yatırımdan daha fazla, kendi içerisinde dönmesi gereken, kendi içinde aktuarya dengesini sağlaması gereken sosyal güvenlik kuruluşlarına bütçeden pay ayrılmaktadır. 1998 yılı bütçesi içerisinde yatırımlara 1 katrilyon lira ayrılması öngörülmüş iken, yine, bu bütçe içerisinde, sosyal güvenlik kuruluşlarına 1 katrilyon 400 trilyon lira pay ayrılmıştır.

Değerli milletvekilleri, aziz arkadaşlarım; Türkiye Cumhuriyeti bütçesi içerisinde, 1991 yılından sonra, maalesef, yapılan yanlışlardan dolayı, şu anda yatırım bütçesinden daha fazla kaynağı sosyal güvenlik kuruluşlarına ayırmış olmamız, bu konunun, ne derece önemli olduğunu ve -tekrar ifade ediyorum- bugünkü Hükümete, geçmiş hükümete veya gelecek hükümetlere bağlı olan bir sorun olmadığını, Türkiye’nin ve Meclisin objektiflikle üzerinde durması gereken bir sorun olduğunu özellikle ifade etmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünyanın, yeni gelişme senaryoları oluşturduğu bir dönemde, bütçe üzerinde görüşmeler yapıyoruz. Bu görüşmeleri, sırf, kendi siyasetimizin aleti gibi görmek yanlışlığına kapılmak tehlikesi vardır; sıkça kapıldığımız tehlikelerden birisidir. Ancak, bütçe görüşmelerini, siyaset planlaması anlamında, önemli bir platform olarak değerlendirmek gereğine inanmaktayız; çünkü, ülkemizin ve ulusumuzun yeni yüzyıla ilişkin hedefleri ve bekleyişleri ancak bu anlayış içinde biçimlenebilir. Yeni dünya düzeni olarak tanımlanan globalleşme kavramıyla yeni yüzyılın eşiğinde tanıştık. Aslında, zamansız karşılaştığımız bir büyük dünya senaryosu önümüze konulmuştu. Geleceğe yönelik yorumlar yapılmasını gerektiren bu büyük senaryoda, üstleneceğimiz rolün zorluklarını tam tanımlayacak konumda olmadığımız da söylenebilirdi.

Buna rağmen, 1983-1991 döneminde, dünya değerlerini en gerçekçi biçimde algılayan, değerlendiren ve benimseyen yönetim biçimiyle, Anavatan İktidarları, sıkıntıları büyük ölçüde hafifletebilmişti. Geçtiğimiz 5 yıl içinde, dünya değerlerini ve gelişmelerini tam algılayamayan veya bu sorumluluk içinde hareket edemeyen hükümetler nedeniyle, global senaryolardaki gerçek gelişmeleri izlemekten mahrum kaldık. Bugün karşılaştığımız çok önemli sorunların temelinde, bu gelişmeleri algılayamayan veya amaçlı biçimde bigane davranan geçmiş hükümetlerin sorumluluğu yok mudur diye soru sormaktan da kendimi alıkoyamıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; devlete sahip çıkmak ile halka sahip çıkmak arasında ince bir çizgi vardır ve bu çizgi, bugün, popülist politikalarla, maalesef, suiistimal edilmektedir. Bazılarının popülist, bazılarının oportünist ilişkilerle yürüttüğü politikalar, Türkiye’nin geleceğine ilişkin hiçbir çözüm üretemedi ve üretemeyecektir de. Oysa, devlete sahip çıkmak sorumluluğu ile halka sahip çıkma ilişkisini en saygıdeğer hedef içerisinde bütünleştiren bir siyaset ahlakına ihtiyacımız vardır. Anavatanın felsefesinde, “Devlet, millet için vardır” görüşü, evrensel demokrasilerin ilkesi olarak, Hükümetin yaklaşım ve çözüm içeriğini oluşturdu.

Türkiye’de, bir kader eşiği dönemi yaşanmıştır. 1983-1987 büyüme, gelişme dönemidir; 1987-1991 yükselme dönemidir; 1991-1993 duraklama devridir; 1993-1997 gerileme dönemine tekabül etmektedir. Ülkemizin değerli yılları, dargörüşlü, günlük ve başıboş yönetim altında, anlamsız ve çağdışı kimlik tanımı tartışmalarıyla tüketmek isteyenler tarafından, maalesef, ziyan edilmiştir. Bugünkü ortamı oluşturanlara kızmanın bir sonuç sağlamayacağı da aşikârdır. Duygusal davranışın getireceği çözüm yoktur; aksine, duygusal davranış ve intikamcı yaklaşım, kargaşa ortamını derinleştirerek, daha büyük zararlar verebilecektir. 55 inci Hükümet döneminde, köklü değişim geleneği için yeniden yapılanmanın basamakları döşenmeye başlanmıştır. Değişime karşı direnişin, ne ülkeye ne de kişilere faydası bulunmamaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 21 inci Yüzyıl, değişen dünya değerleri ile insanî vasıfların yüceltildiği dönemin başlangıcı olacaktır. Bilgi ve teknolojik üstünlüklere dayalı yeni yüzyılın, geçmişten daha akılcı, daha hümanist, ekonomik sisteminin daha etkin olacağı açıktır. 21 inci Yüzyılın değerlerini idrak edememiş, ekonomik ve sosyal düzenini bu değerlere uyduramamış toplumların, geçmişten çok daha kötü bir geleceğe mahkûm olacakları gerçeği de önümüzde durmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Allah’a şükrediyoruz, hamdediyoruz ki, Türkiyemiz, birtakım sıkıntıların olduğu; ama, tüm bunlara rağmen, dünya içerisinde, gerçekten çok önemli olan, bize çok büyük avantajlar sağlayan bir bölgede bulunmaktadır. Bu bölgemizin avantajlarını kullanmak, bu avantajları, önümüzdeki 2000’li yıllarda büyük katmadeğerlere kavuşturabilmek, hükümetlerimizin en önemli hedeflerinden birisi olmak durumundadır.

Bu nedenle, ifade etmek istemekteyim ki, şu anda, kamuoyumuzu önemli bir şekilde işgal eden, Avrupa Birliğine Türkiye’nin tam üye olmasıyla ilgili tartışmalar bulunmaktadır. Türkiye, 1987’de, rahmetli Özal’ın Başbakanlığındaki Anavatan Partisi döneminde Avrupa Birliğine başvurmuş ve o günkü dönem içerisinde de çok büyük bir şekilde destek bulmuştur. O günkü dönemde –rahmetle anıyorum– Sayın Özal, Avrupa Birliğine girişi, uzun ince bir yol olarak nitelendirmiş bulunmaktaydı. Bugün, şu anda değerlendirilen Lüksemburg Zirvesi, esasında, bu uzun, ince bir yolun, ne başıdır ne de sonudur; Lüksemburg Zirvesi bir yol kazasıdır.

Ben, inanıyorum ki, bugün, Türkiyemizin geldiği bu noktada, Avrupa Birliğiyle ilgili alınan bu kararlar ve bu neticeler ışığında, Türkiye’de “giremedik” diye üzülenlerimiz çoktur; Türkiye’de “giremedik” diye sevinenlerimiz de çoktur; ama, şunu, buradan açıklıkla ifade etmek istiyorum ki, Türkiye, kendi değerlerine sahip olarak ve kendi gücünü daha optimal şekilde ortaya koyarak Avrupa Birliğine girecektir. Bizim, bundan hiçbir şekilde kuşkumuz yoktur. Bu konuları siyaset malzemesi yapmak, içsiyaset malzemesi yapmak, esasında, Türkiye için fevkalade sıkıntılı ve sancılıdır, yanlıştır.

Bugün, Lüksemburg’ta alınan kararı değerlendiren siyasî liderlerimiz var; bununla birlikte, İslam Konferansında alınan kararı değerlendiren siyasî liderlerimiz var. Bir tarafta, Sayın Cumhurbaşkanı için “kovuldu” diyenlerimiz, bir tarafta da “Türkiye, Avrupa’dan kovuldu; bunlara bir dükkân emanet edilemez“ diyenlerimiz var.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Yanlış mı?.. Doğru...

LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Bunu söylerken, ağzımızdan çıkanlara, bir siyasetçi olarak ve özellikle sorumluluk mevkiinde olan siyasetçiler olarak çok önem vermek mecburiyetinde olduğumuzu ifade etmek istiyorum. Bu şekildeki değerlendirmeler, millî değerlerimize olduğu kadar, siyasî ahlaka da ne derece yakışır, bunu Yüce Meclisimizin ve milletimizin takdirine sunuyorum.

BAŞKAN – Sayın Kayalar, yarım saatiniz doldu.

LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Tamamlıyorum efendim.

BAŞKAN – Tabiî; anımsatıyorum.

Buyurun.

LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – “Kovuldu” diye nitelendirdiğiniz, bir Cumhurbaşkanıdır ve o Cumhurbaşkanı, 63 milyona yaklaşan tüm milletimizin Cumhurbaşkanıdır. (ANAP sıralarından alkışlar) Başbakanımız, 63 milyona yaklaşan nüfusumuzun Başbakanıdır. Oralardaki değerlendirmeler, şu kişi, şu başbakan veya şu cumhurbaşkanının şahsıyla ilgili değildir, Türkiye Cumhuriyetiyle ilgilidir. Onun için ifade ediyorum: Bizim şu şekildeki değerlendirmelerimizle varacağımız bir yer yoktur.

Bakınız, Avrupa Birliğiyle ilgili olan gelişmelerin hazırlık görüşmeleri yapılırken bir sayın başbakan gitmiş, Avrupa ülkelerinden yardım istemiş; ama, yardımı, Avrupa Birliğine dahil olmak için isterken neler söylemişti, hatırlayalım: “Türkiye’de köktendincilik yükseliyor; köktendinciliğin yükselmesini önlemek için beni desteklemeniz gerekir” demişti. Türkiye’yi desteklemek değil “Beni desteklemeniz gerekir” demişti. Bunlar doğru muydu; bunlar doğru değildi.

MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Kayseri) – Şimdi de aynı şey söyleniyor; fark yok.

LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Türkiye’nin bu meseleleri için gidip dışarıdan yardım istemeler, dışarıdan destek istemeler o gün yanlıştı ve o yanlışların, bakın, bugün ne oranlarda Türkiye’ye yansıdığını açıkça görmekteyiz. Bunun neticesi, bir Kıbrıs meselesidir bugün. Başka olaylar var...

Bir sayın başbakanımız, hepimizin değer verdiği duygular üzerine yıllarca siyaset kurdu. Temiz duygularla olduğuna da inanmak istiyoruz. Ve zannettiler ki, biz, İslam ülkelerine gittiğimiz zaman, sadece bu duygulardan dolayı kabul göreceğiz. Ve gittik, bizim eyaletimiz olan ülkelerde tersyüz olduk; Mısır’da olduk, Libya’da olduk, İran’da olduk...

Aynı şekilde, Suudi Arabistan Hükümeti, o günkü Türkiye Cumhuriyeti Başbakanını, nazikçe ülkesine kabul etmedi. Şimdi, bu da, ayrı bir, dışarıdan Türkiye için destek aramaktır.

Zaman daraldığı için ifade ediyorum; tüm Meclisimize ve milletimize sesleniyorum... (RP sıralarından “Yalan söylüyorsun” sesleri)

BAŞKAN – Müdahale etmeyelim...

LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Gelin, şu içerideki bizlerden kurtulalım, dışarıya karşı biz olalım, birlik olabilelim... Lüksemburg’ta Avrupa Birliğinde alınan kararın, Türkiye’ye, bence, şu anda tam hissedemediğimiz bir yararı olmuştur; belki, içerideki bizlerin biz olabilmesi noktasında, bizim bize güvenebilmemiz noktasında, bizim kendimize gelebilmemiz noktasında bir millî şahlanışın temeli olur diye düşünüyorum.

Türkiye, sonradan kurulmuş alelade bir ülke değildir. Türkiye, bir büyük ülkedir.

Bakınız, çok saygı duyduğum bir büyüğümün, bir değerli dostumun şahit olduğu şu sözleri aktararak konuşmama son vermek istiyorum : Yeni bir nüfus sayımı yaptık. 1920’lerde yapılan ilk nüfus sayımını yapan o zamanki bir değerli müdür Yahya Kemal’e soruyor “üstat, nüfusumuz ne kadardır acaba; ne tahmin ediyorsunuz?” Cevap “100 milyon.” 1920’ler!.. Müdür “ama, efendim, hayır, 100 milyon değil; bizim nüfusumuz 11 milyon” diyor. Yahya Kemal cevap veriyor ve “biz, ecdadıyla yaşayan bir milletiz; 100 milyonuz; sen, daha onu bilemiyorsun” diyor.

Hepimizin bilebilmesi duygusuyla, bu bütçenin, memleketimize hayırlara ve uğurlara vesile olmasını Yüce Allah’tan niyaz ediyor, Meclise saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kayalar.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun Sayın Güven.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Kayalar bizim sevdiğimiz bir arkadaşımız; ancak, konuşmalarında, 1991-1995 dönemi için, özellikle birtakım yanlışlıklar içerisinde olmuşlardır. İfade etmekte yarar görüyorum, müsaade eder misiniz efendim.

BAŞKAN – Bir dakika...

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) - Sayın Başkan, parti gruplarının sözcüleri vardır; öyle bir usul Mecliste yoktur.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Bana söz vermek varken...

BAŞKAN – Bir dakika, Sayın Güven... Sayın Güven, ben, burada özel olarak bir sataşma görmedim.

TURHAN GÜVEN (içel) – Efendim müsaade buyurun... “Beni destekleyin” şeklinde, zamanın Başbakanı için burada bir elfazda bulunmuşlardır. Bizim, kimse sırtımızı sıvazladığı hakkında bir iddiamız olmadı; ama, bu şekilde, Türk dışpolitikası için yapılan çalışmaları böyle beyan etmeleri fevkalade...

BAŞKAN – Sayın Güven, tutanaklara geçti, sözcüleriniz de söz alacak; bu konuda gerekli yanıtı verirsiniz efendim.

Çok teşekkür ediyorum.

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Yalnız, müsaade ederseniz, bir konuyu dile getirmek istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun.

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Sayın sözcü, Avrupa Birliğiyle ilgili olarak ve İslam Ülkeleri Toplantısında Türkiye’ye karşı takınılan tavırdan hepimizin üzüntü duyduğunu biliyor; ancak, bugünkü Hükümetin başarısızlığını ve beceriksizliğini örtme babında... (RP ve DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar; ANAP sıralarından gürültüler) Geçmişte, cevabı defeatle verilen birtakım konuları, burada, yeniden istismar ederek ve çarpıtarak dile getirmesini kınıyorum; böyle bir şeyi de kesinlikle kabul etmediğimizi, kendilerine iade ettiğimizi ifade etmek istiyorum.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Karamollaoğlu.

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın Başkan, böyle bir usul olamaz. Burada, sözcüler, gruplar adına konuşuyorlar. Diğer grupların konuşma hakkı vardır. Öyle her önüne gelen karşılıklı itiraz edemez efendim. Böyle bir şey yoktur; böyle bir tamim de yoktur.

BAŞKAN – Efendim, ben, sataşmadan dolayı söz isteyeceğini sanarak verdim, öyle olmadığını gördüm; zaten, söz vermiyorum.

Anavatan Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı olarak, Sayın Agâh Oktay Güner; buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın Güner, süreniz 26 dakikadır.

ANAP GRUBU ADINA AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1998 yılı bütçesiyle ilgili olarak, Grubumuz adına görüşlerimi arz etmeden önce, muhterem heyetinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum.

Biraz önce şahit olduğumuz gibi, alınganlık göstermek yerine, bütçenin bu ülkeye getirmiş olduğu büyük zihniyet değişikliğini anlamak ve bu yeni zihniyet değişikliğine güç katacak beyanlarla, tenkitlerle, bütçeyi daha olumlu bir çizgiye götürecek muhalefet sözcülerini takdirle, sevinçle ve sevgiyle karşılayacağımızı belirtmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, bugün, bu memleketi çeviren dışpolitika şartları, ülkenin içerisinde bulunduğu problemler, her zamankinden daha çok, sorumlu siyaset yapmamızı elzem kılıyor. Bir devlet adamı “insan, dünyaya, ancak kendi hatasını büyüten, başkalarının hatalarını küçülten aynadan bakabilirse, her iki hata hakkında da haklı bir fikir yürütmeye muktedir olabilir” diyor. O sebeple, biz, geçmiş bütün iktidarların hepsinin iyi niyetli; ama, yetersiz ve ülke gerçeklerine cevap vermeyen ekonomi politikalarının ve genel siyasî tercihlerinin ülkeyi bugünkü çıkmaza getirdiğini ifade etmek istiyoruz.

Değerli arkadaşlarım, öyle bir Türkiye’ye, öyle bir yapıya geldik ki, bu memlekette tenkit edilmeyen kavram, tenkit edilmeyen şahsiyet, güvenilen değer kalmadı; bu, bir sosyal buhrandır, sosyal şizofrenidir. Diliyorum ki, bu bütçe müzakeresi vesilesiyle, bu korku yaratan atmosferden, bu şüphecilikten, bu kendi kavramlarımızdan kendimizin ürkmesinden kurtulalım.

Değerli arkadaşlarım, bu kürsüde, bu Hükümetle ilgili -temenni ederim ki bugün tekrar edilmez- çok acı sözler söylenmiştir. Bu Hükümetin, bu Meclisin içerisinden çıktığı unutulmuştur. Geçen Hükümet, icraatıyla, başarısızlıklarının bilançosuyla istifa edip gittiğini unutmuştur. Geçmiş yılın devlet yönetimi, biraz önce Sayın Bakanın verdiği rakamlarla apaçık görüldü. Geçmiş dönemin dışpolitika maceraları da hafızalardadır. Geçen Hükümetin ekonomi politikasındaki hezimetinin ifadesi de bu bütçenin gerekçesinde yer alan rakamlardır.

Değerli arkadaşlarım, hayale dayanan bir devlet yönetiminin ülkeyi ne hale getirdiği ortadadır. Gözler az gördüğü, kulaklar az duyduğu ölçüde insanların hayal güçleri artar. Hatırlayınız, iktidar olacaklardı; rektörler af dileyecek, generaller “emredin” diye sıraya dizilecekti... Sloganları düşünce zanneden hazırlıksız kadrolar devlete gelince, boşluklar acı bir biçimde görüldü.

Haline bakmadan Hasandağına oduna gidenlerin yarı yolda nefesleri kesildi!.. (ANAP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, tabanı tatmin etmek için söylenenler, yapılanlar yetmeyince, Anayasayla çatışan yollara girildi. Gözyaşlarıyla Başbakanlık konutunda kucaklanan iftar misafirleri, şimdi, protokol memurlarının davetlisi olarak ilan edilir oldu.

Kaddafi ordusunda komutanlık, mücahitlik, Doğu Asya gezilerinin masalları hiçbir kalıcı sonuç vermedi... (RP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Müdahale etmeyin arkadaşlar.

CAFER GÜNEŞ (Kırşehir) – Söylediği sözlere bakın Sayın Başkan!

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – Memleketin birleştirici, bütünleştirici harcı olan, gücü olan İslam, onbinlerin namaz kıldığı selâtin camilerle bezenmiş İstanbul’da Taksim Meydanına kurulan bedevi çadırıyla küçültüldü.

CAFER GÜNEŞ (Kırşehir) – Söz, örgüt bakanlığını halledin ondan sonra konuşun.

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) –Devletin, Trablus Harbi, Balkan Harbi, Birinci Cihan Savaşı ve İstiklal Harbi serisiyle onaltı yıl devam eden ölüm kalım çilesiyle kurulduğu unutuldu. Evet, cumhuriyeti kuranlar, tam onaltı yıl, barut dumanları ortasında örs ve çekiç arasında dövülmüş tecrübelerini devletin temeline koymuşlar; cumhuriyeti, bu acılar, kayıplar, çileler ve zaferlerle bina etmişlerdir.

CAFER GÜNEŞ (Kırşehir) – Siz de örgüt bakanlığıyla ortak oldunuz.

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) –Cumhuriyetin temel değerlerini temsil eden zinde kuvvetler ve memleketin demokrasiye bağlı bütün kadroları sigara ateşini volkan zannedenlerin gafletini kendine has bir vakarla seyretmiştir. (RP sıralarından “Bravo” sesleri! Gürültüler)

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) – Yazıklar olsun...

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – Bu memleketi, bir karabulut gibi, ne olacağız, rejim nereye gidiyor, devlet nereye sürükleniyor endişesi kaplamış halde terk ettiniz. (RP sıralarından gürültüler)

Değerli arkadaşlarım, açık ve seçik ifade ediyoruz: Bu memleket, Müslüman bir memlekettir ve bu memleket, o kadar güzel Müslümandır ki, bu milletin imanının güzelliğini başka bir diyarda bulmak mümkün değildir...

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) – Emirerleri...

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – Yüce İslam Peygamberi, hiçbir kavmin örfüne, âdetine dokunmamıştır ve bu millet, bu güzel coğrafyanın milleti, Hak erenlerin şahsında gördüğü İslamı, kendi örfü içinde yaşamıştır.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) – Yazıklar olsun size...

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – Ne yazık ki, bu tarihî ve sosyal gerçeğe rağmen, yurdumuzun dışından, doğudan, güneyden; o mitlere, o milletlere has örf ve âdetler, kıyafetler, bu memlekette “İslam” diye pazarlanmak istenmiştir.

Değerli arkadaşlarım, bugün “doğudan da, batıdan da kovuldunuz” diyerek dışpolitika yapanlar, dışpolitika yaptıklarını zannedenler...

CEMALETTİN LAFÇI (Amasya) – Yalan mı Sayın Güner...

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – ...aynı olumsuz ve sorumsuz çizgidedirler. Kaddafi’nin çadırındaki tutumuyla sağladığını vehmettiği itibarın bu Hükümet döneminde kaybından üzülüyor görünenler, sadece hüsranda olanlardır... (RP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Efendim, bir dakika...

Sayın milletvekilleri, böyle bir usulümüz...

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Sayın Başkan, bu, bütçeyi müzakere değil..

BAŞKAN – Bir dakika efendim... Bir dakika efendim...(RP sıralarından gürültüler)

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Yalnız çarpıtıcı sözler ediyor...

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri... (RP sıralarından gürültüler) Sayın milletvekilleri, böyle bir usulümüz yok, müdahale edemezsiniz. Böyle bir usul yok; biraz sonra Grubunuz söz alacak, bunlara yanıt verirsiniz.

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) – Tamam da... Böyle...

ABDULLAH ARSLAN (Tokat) – Milletin imanına dokunan, imam-hatip okullarını kapatan siz değil misiniz; şimdi, çıkmış konuşuyorsunuz. (RP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım, özellikle, Grup Başkanvekilinden rica ediyorum; böyle bir müzakere usulü yok. Biraz sonra, grubunuz adına söz alacak, konuşacaksınız...

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Sayın Başkan, yerimden, müsaade ederseniz...

BAŞKAN – Hayır, öyle bir usulümüz yok sayın arkadaşlar...

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Efendim, hayır, yerimden, müsaade ederseniz yerimden arz edeceğim; ben, arkadaşlarımdan, bu konuda müdahale etmemelerini isteyeceğım; ancak, sayın konuşmacı, kürsüden, elli kere cevabı verilen konuları, bütçenin dışına çıkarak istismar etmemelidir.

BAŞKAN – Biraz sonra, bir daha verirsiniz Sayın Karamollaoğlu. (RP sıralarından gürültüler)

Buyurun Sayın Güner.

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, siyasetlerinden ve fikirlerinden emin olmayanların öfkesini anlayışla karşılıyorum.

Bu kürsüden çok acı sözlere muhatap olduk; biri zabıtlara da geçti...

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) – Gençlere ihanet ettiniz.

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) –Denildi ki “‘ver Kur’an’ı, al Hükümeti’ emrine uydunuz.”

Değerli arkadaşlarım, bu talihsiz beyan keşke bu kürsüden söylenmeseydi.

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) – Gençlere ihanet ettiniz; imam-hatiplere...(RP sıralarından gürültüler)

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – Benim sesim gür, mikrofon da güçlü; yazık oluyor boğazınıza. Tellallığı bırakın da, mebus olun, mebus!..

BAŞKAN– Sayın Güner, Genel Kurula hitap edin lütfen.

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – Kur’an, kendi ihtişamlı yerindedir. Kur’an’a en büyük saygısızlık, onu, alınıp verilen bir meta olarak ifade eden bezirgan mantığındadır.

Değerli arkadaşlarım, siyaset için İslamı kullananlar, İslamın büyüklüğünü bir ideoloji haline getirerek küçültüyorlar; bu, fevkalade yanlıştır.

CEMALETTİN LAFÇI (Amasya) – Kur’an’a en büyük saygısızlığı siz yapıyorsunuz.

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – İslam, Yaradanın evrensel mesajıdır; ideoloji, insan aklının, bir düşünceyi ilimle güçlendirme gayretine girerek tefekkürü dondurmasıdır. İslam ise, ilim geliştikçe büyüklüğü farkedilen ihtişam, daha iyi idrak edilen ilahî vahiydir.

Aziz arkadaşlarım, İslam Konferansında Türkiye’nin aleyhinde konuşanlar veya aleyhinde estirilmek istenen hava iki sebebe dayanıyor: Biri, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, PKK teröristlerini temizlemek için Kuzey Irak’ta yaptığı harekât; ikincisi, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Suriye ile ilgili politikasındaki kararlı tavrı.

Aziz arkadaşlarım, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin emrinde olan Türk Silahlı Kuvvetleri, Suriye PKK’yı barındırdığı, beslediği, büyüttüğü sürece, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin sınırları dışında, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin vereceği yetki ve emir ile her yere girecektir. Bundan rahatsız olmayı, Türkiye Devletinin hâkimiyet hakkına saygısızlık telakki ediyoruz. Bu vesileyle, bu harekât sırasında canını kaybeden silahlı kuvvetlerimiz ile emniyet gücü mensuplarımıza ve aziz vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyor; harekâtı başarıyla planlayan, yürüten bütün kademeleri gönülden tebrik ediyorum.

Aziz arkadaşlarım, İsrail ile anlaşma, bu muhalefetin ikinci sebebidir.

Şimdi, biraz hafızalarınıza seslenmek istiyorum. İsrail ile yapılan güvenlik anlaşması hangi esasa dayanıyordu?

Aziz arkadaşlarım, Suriye’nin, Müslüman kardeşimiz olduğu iddia edilen Suriye’nin Yunanistan ile imzaladığı anlaşma, Suriye havaalanlarını Yunanistan’a açmış ve Kıbrıs üzerinde Türk Hava Kuvvetlerinin hareket üstünlüğüne set çekmiştir. Bu durum, bu gelişme sebebiyle, Türkiye, İsrail ile bir hava anlaşması imzalamıştır; arkadan da, bir ticaret ve sanayi anlaşması imzalamıştır.

Bu anlaşmaları imza eden Başbakanı çok iyi biliyoruz; aramızdaki fark şu: Onlar, bu anlaşmayı imzalarlar; bu anlaşma, bu Hükümetin aleyhine bir forumda gündeme geldiği zaman “işte, görüyor musunuz; sizin politikanız” derler; ama, biz, sorumlu siyaset anlayışımız ve devlet anlayışımız sebebiyle, bu anlaşmaların, onlar tarafından imzalanmış olmasına rağmen, isabetli olduğunu söyleriz. İşte, Erbakancı siyaset, işte, Anavatancı siyaset... Aramızdaki fark budur. (ANAP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliği, Avrupa Birliği ile olan münasebetler, Gümrük Birliği Anlaşması uğruna, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini alışveriş masasına sürenlerin elinde, şimdi, aleyhimize kullanılmak isteniyor.

Aziz kardeşlerim, içpolitikada gümrük birliğini kullanabilmek için, Londra ve Zürih Antlaşmalarının açıkça Türkiye’ye tanıdığı “Türkiye Cumhuriyeti Devleti izin vermeden, Kıbrıs, hiçbir uluslararası anlaşmaya taraf olamaz” hükmünü çiğneyen kimdir?!.. Bu Sayın Başbakanı çok iyi tanıyoruz ve öğleden sonraki konuşmalarında da, hanımefendinin bu konuda vereceği cevapları merakla bekliyorum.

Aziz arkadaşlarım, yalanlarla, dolanlarla bir yere varmak mümkün değildir. Bir insan, hiçbir halde yalan söylemek hürriyetine sahip değildir. Bu Hükümetle, devlet hayatında, yalancılık, laubalilik, hafiflik son bulmuştur; halk dalkavukluğu son bulmuştur; halkın inançlarını sömürmek son bulmuştur. Kendi iradeleriyle, kendi aczlerini kabul edip istifa edenlerin, oturup, derunî bir muhasebe yapmak ve acaba, biz, nerede yanlış yaptık diye sormak, bu muhasebenin sonucuna göre kendilerini düzenlemek, yeni bir şekil vermek ihtiyacını duymak yerine bağırtıyı tercih etmeleri, bu aziz arkadaşlarımız hakkında son bir talihsizlik hükmünden ibarettir.

Değerli arkadaşlarım, bu Hükümet kurulduğundan beri neler söylenmedi; “imam-hatip okulları kapatılacak...” (RP sıralarından “Yalan mı” sesleri)

ABDULLAH ÖRNEK (Yozgat) – Bir de yalan söylüyorsunuz... Kapatmadınız mı?!

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – “...imam-hatip okulları mezunları üniversiteye alınmayacak, Türk Ceza Kanununun 163 üncü maddesi geri gelecek, ezan okunmayacak, ezan Türkçe okunacak...”

MUHAMMET POLAT (Aydın) – İlahiyat mezunlarını, öğretmen olarak alıyor musunuz?

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – “... camilerde Türkçe ibadet edilecek” yalanları, biri söndüğünde diğeri ışıldayan havai fişekler gibi, aylardır, kesintisiz şekilde vatan semalarına yayıldı; ama, çok şükür ki, yalancıların mumu, artık, yatsıya kadar da yanmıyor ve millet gerçekleri görüyor!..

MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – Görüyor, görüyor!..

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bir insanı yalandan daha çok alçaltan bir nesnenin bulunduğuna inanmıyorum.

Aziz arkadaşlarım, Hükümetin dışpolitika üslubu, önemli bir gerçeğin çok şükür idrak edilmekte olduğunun ifadesi olmuştur. Bu ifade, tarihin, coğrafyanın, jeopolitik ve jeostratejinin perçinlediği bir hakikatin nihayet devlet hayatımızda yer bulmasının ifadesidir. Bugüne kadar birkaç istisna dönemi hariç, büyük bir devlet, büyük bir millet, ne yazık ki, çok küçük idare edilmiştir. Avrupa Birliğiyle yürütülen müzakereler ve Avrupa Birliğinin bize karşı takındığı tavır ve son cevap sebebiyle, Hükümetin üslubu, büyük bir devlete ve büyük bir milete yakışacak ağırlıktadır; kendilerini kutluyorum.

ABDULLAH ÖRNEK (Yozgat) – Çok geç kaldınız...

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – Ben, geç kalmadım, bayrağın üzerine morfin iğnesi konulduğu zaman susanlar geç kaldı!.. (ANAP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar; RP sıralarından “şecaat arz ederken merdi Kıpti sirkatin söyler” sesi)

O, senin soyundadır; iyi ara...

Türkiye, Avrupa Birliğinin Hıristiyan kulübü olduğunu istikrarlı çizgisiyle ispatlamıştır; laik, ama Müslüman bir Türkiye’nin ortak üye olarak varlığına tahammül edememişlerdir.

Değerli arkadaşlarım, ne yazık ki, Batı medeniyetinin mensupları, rönesans ve reform aşamalarında, onlara düşünce ve din anlayışında verdiklerimizi ya unutan bir cehalet veya unutmayı tercih eden bir nankörlükle hakkımızda hüküm vermektedirler. Türkiye’nin kalkınmış, sanayileşmiş bir ülke olması yolunda aşması gereken elbette merhaleler vardır; ancak, tam üyelik için müracaat ettiğimiz 1987 yılında, Batı’daki ekonomik araştırma merkezlerinin, özellikle, her türlü devlet otoritesinin dışındaki Viyana’daki Uluslararası Araştırma Enstitüsünün hükmü şuydu: Türkiye ekonomisi, rekabet gücü açısından, İspanya’dan, Portekiz’den, Yunanistan’dan ileridir; İtalya ile atbaşı gitmektedir.

Bu kesin gerçekler ortadayken, 1993 yılı Lüksemburg Şartını gündeme getirerek, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin içişlerine karışmayı Türkiye’nin Avrupa Birliğine üye olmasına karşı bedel olarak sürenlere, Hükümetin “sizinle hiçbir siyasî görüşme yapmayacağım” demesi, şahsiyetli, kararlı bir tavrın ifadesidir. (ANAP sıralarından alkışlar)

MURTAZA ÖZKANLI (Aksaray) – Kovulunca mı aklına düştü, önce neredeydin?

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – Aziz arkadaşlarım, meseleye, biraz yukarıdan, bazılarının idrakini zorlayacak olan tarihî perspektiften bakarsak şunu görüyoruz: Birinci Cihan Harbi üç imparatorluğa son vermiştir; Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Rus Çar İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, bugün, iki Almanya’nın birleşmesi, Slovenya’nın, Avusturya’nın, Macaristan’ın Avrupa Birliğine alınmasıyla ekonomik sahada yeniden gündeme gelmiş ve kurulmuştur.

Rus Çar İmparatorluğu, Marksist rejimin yıkılmasından sonra, Rusya Federasyonu bünyesinde kiliseye tanınan toprak ve düşünce hürriyeti, çarlık kültürünün ve panslavist ideolojinin resmî devlet politikası halinde benimsenmesiyle yeniden kurulmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu ise, henüz beylik dönemindeki şuurdan dahi mahrumdur. Gerçeklerin söylenmesine tahammül edemeyen bir meclisin gerçeğe ulaşması mümkün değildir.

Aziz arkadaşlarım, şimdi, biz, Lüksemburg Başbakanının Türkiye ile ilgili olarak söylediklerini, Ankara’nın bir kasaba nüfusundan dahi küçük bir devletçiğin başındaki başbakanın sözleri olarak, bir toz zerresi olarak bile değerlendirmiyoruz; ama, pek çok namuslu Batılı araştırmacının ifade ettiği, şuuraltlarına yerleşmiş olan Türk ve İslam düşmanlığının gündeme getirilmesi olarak değerlendiriyoruz.

Aziz arkadaşlarım, bu tablo karşısında gerçekçi olmak zorundayız. Kendi ülkemiz, kendi insanımız için yapmamız gereken reformları azim ve iradeyle uygulamak zorundayız. Mevcut rejimi düzenleyen kamu hukuku, seçim sistemi, merkezî hükümet teşkilatı, mahallî idarelerin hukukî ve ekonomik yapısı, gelişen, büyüyen Türkiye’ye dar geliyor. İşte, bu şartlarda bütçeye bağlı olarak ifade edilen reform projelerini son derece elzem görüyor ve elbette ki, bunların muhtevasını burada yapacağımız müzakerelerle ülkenin hayrına olarak düzenleyeceğimiz yolundaki kesin inancımı bir kere daha ifade ediyorum.

Aziz arkadaşlarım, bu ülke enflasyona terk edilmiştir, bu ülkede, sermaye erimektedir. “Enflasyon” denilen bu zalim ve haksız tatbikat, sadece ülkenin ekonomisini, ülkenin kaynaklarını değil, aynı zamanda, bizim moral ve manevî değerlerimizi de törpülemektedir; bütçede, enflasyonun temel mücadele edilecek hedef olarak seçilmesi bu sebeple isabetlidir.

Değerli arkadaşlarım, geçen Hükümetin ekonomi politikasına devam edilseydi ne olacaktı? Fransızcadan alınan “popülist” tabiriyle; yani, halk dalkavukluğuyla, memurlara “size reel bazda, zammın üstüne ilave gelir getiriyoruz” denilecek ve o zam enflasyonla gidecekti. Köylüye, çiftçiye taban fiyatıyla verilen, yine enflasyonla sömürülecekti ve memleket, rakamların büyüdüğü, ekonominin küçüldüğü felaketli yolunda üç rakamlı enflasyona hızla gidecek ve ülke, ekonomisiyle, sosyal yapısıyla batağa gömülecekti.

Aziz arkadaşlarım, bu bütçeyle, samimî, dürüst, açık bir biçimde, devletin geliri ve gideri ifade edilmiştir. Hatırlayınız kaynak paketlerini; kaynak paketleriyle ilgili, bu kürsüden, o devrin Başbakanı “doları, dövizi nereye koyacağız; yer bulamıyoruz” demişti; ama, onların bıraktığı bütçenin açığını kapatabilmek için ekbütçe yapmak zorunluluğu da yine bizim işimiz olmuştur.

Aziz arkadaşlarım, Ekim 1997 itibariyle vergidışı normal gelirler 334 trilyon lira olarak gerçekleşmiştir. Bu rakam, malî yılbaşında hedeflenen ve o devrin Başbakanı tarafından, Maliye Bakanı tarafından 1 katrilyon 445 trilyon lira olarak açıklanan rakamla karşılaştırılırsa, geçen Hükümetin gelir bazındaki başarısı yüzde 23 civarında bir gerçekleşmeyi sağlamak olmuştur.

Bu yıl içerisinde, ulaşılması mümkün olmayan bu kaynak paketlerine bağlı olarak da, bütçe harcamalarında büyük artışlar görülmüştür. Geçen Hükümet, gelirdeki yokluğa, gelirdeki daralmaya rağmen, giderde çok cömert davranmıştır. Ancak, burada önemli olan şudur; planlanan bu gelirler tahsil edilememiş, Hükümetin harcamaları devam etmiştir. Bu durum, hem bütçe açığını büyütmüş hem de artan finansman ihtiyacına bağlı olarak borçlanmayı, özellikle de içborçlanmayı artırmıştır. Sadece yılın ilk altı ayında yapılan borçlanmalardan, 1997 yılı içerisinde, 678 trilyon lira faiz yükü, millî ekonominin sırtına bindirilmiştir. Ekim 1997 itibariyle konsolide bütçe harcama toplamında, avans kaleminde yer alan harcamalar da dahil edildiğinde 5,5 katrilyon lira olarak gerçekleşme görüyoruz. Gerçekçi bütçe yapılmamış olduğundan, yılın üçüncü çeyreğinden itibaren, başta faizler ve sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılan transferler olmak üzere, birçok harcama kaleminde ödenekler bitmiştir; eködenek ihtiyacı ortaya çıkmıştır.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye, bir yolağzındadır; ya erken emeklilik gibi akıldışı işlere devam edecek, sosyal güvenlik kurumlarına bu yıl 780 trilyon lira, gelen sene 1 katrilyon 500 trilyon lira para ayıracak, iş bekleyen gencini, aş bekleyen işsizini kaderine terk edecek veya çok dürüst ve açık bir biçimde “arkadaşlar, şu tedbirleri alırsak sosyal güvenlik kurumları yaşayabilir” diyecektir. İşte, Meclisin önündeki tarihî sorumluluk budur. Şu veya bu sebeple bu Meclisin üzerine gölge düşürmeye çalışanlara, şu veya bu sebeple bu Meclisin kimliğiyle oynamayı bir sanat ve marifet zannedenlere karşı, Yüce Meclisin, muhalefetiyle iktidarıyla vermesi gereken cevap, ekonominin talebi neyse, ekonominin bu darboğazdan, bu bataktan kurtulması için ne yapılması icap ediyorsa onu yapmaktır. Yoksa, biz, her sene, sosyal güvenlik kurumlarının açığına yatırımlardan çok para ayırırsak, bu ülkenin bir yere varması mümkün değildir.

Değerli arkadaşlarım, geçen Hükümet döneminde -yine üzülerek ifade ediyorum- Türkiye’nin dışpolitikada ne yapacağı, ekonomi tercihinin ne olduğu, acayip beyanlarla mahkûm edilmiştir. “IMF’yi kovduk; bir tekme vurduk, gittiler; IMF kim?!.” Aziz arkadaşlarım, bunlar, devlet üslubu değildir. IMF, uluslararası bir kuruluştur; kurucuları arasında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti de vardır. Bu kuruluşlara tekme vurursanız, ayağınız kırılır; onlara bir şey olmaz.

Şimdi, şu gerçeği görmek zorundayız: Türkiye, içkaynak yetersizliği yaşıyor. İçkaynağı artırmanın yolu, vergi reformu yapmaktır. Vergi reformu buraya gelecek, göreceğiz... Vergi reformu yaparken, vergi veren vatandaşı daha çok sıkmak, onun ekonomik faaliyetini sıfıra indirmek marifet değildir. Vergi reformu, vergidışı alanları vergi kapsamına almakla olur. Vergi reformu, vergi idaresini modern teknolojiyle destekleyerek, hızlı, müessir tahsilat işleriyle sağlanır.

Aziz arkadaşlarım, bu Hükümetin, içkaynak yetersizliğini kapatmak için vergi reformuna başvurması doğrudur; ama, unutmayalım ki, geçen hükümet döneminde, Türkiye “libor” denilen, döviz üzerinden yüzde 13 + 13’le; yani, döviz üzerinden yüzde 26’yla borçlanan bir memleket haline getirilmiştir. Şimdi, bazı proje kredilerinde libor + 3’e gelinmesini başarı olarak görüyor ve kutluyorum.

Aziz arkadaşlarım, biz, vergi reformunu yapmazsak, biz, gerçekçi, samimî, dengeli bütçe hazırlamazsak ve biz, kredi istediğimiz memleketlerden on sene önce insanlarımızı emekli ederek, vergi yükümüzü onlardan 5-6 puan düşük tutarak onlardan kredi istersek, bu, bizim için ayıptır, utanç vericidir. Bu sebeple, bu bütçenin getirmekte olduğu ciddî, kararlı, devlet onuruna layık tavrın dikkatle korunmasını gönülden temenni ediyorum.

Aziz arkadaşlarım, kalkınma hedeflerine varabilmemiz için, kendi insanımızla bütünleşmemiz, onun kültür dünyasıyla kaynaşmamız, onun mukaddeslerine saygı duymamız icap eder. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin önüne, talih, büyük bir ufku, büyük bir kaynağı getirmiştir; bu, Türkçe konuşulan coğrafyadır. Amerikanın ekonomik gücüyle, İngilizcenin, Anglosakson memleketlerinden bütün cihana bir dünya dili gibi yayılması karşısında, Fransızların Frankopan gayretini görmek zorundayız. Fransızca konuşan ülkelerle sağlanan kültür bütünlüğü, Fransız ekonomisinin yelkenine milyarlarca dolar kazanç sağlıyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Güner, size, konuşmanızı toparlamanız için eksüre veriyorum.

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Kısa olsun lütfen...

İRFETTİN AKAR (Muğla) –Toparlasın Başkan...

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – Takdiri, müsaade buyurun da, Sayın Başkan kullansın.

İRFETTİN AKAR (Muğla) – Zaten, Başkan kullanıyor.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Güner.

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) – Değerli arkadaşlarım,önce, Türkiye’de, Türkçe, Türk okullarında, ders kitaplarında, müfredat, kompozisyon, metin olarak ciddî ve yeterli bir biçimde veriliyor mu? Vatan çocukları, kendi kültür değerlerini, kendi tarihlerini, övünmenin ötesinde bir sorumluluk ahlakıyla öğrenme imkânına sahip mi? Bu soruların cevabını Millî Eğitim Bakanı vermelidir. Bu soruların cevabı tutarlı bir biçimde verilmeden, Türkçe eğitimiyle ilgili mevcut perişanlık son bulmadan, eğitim reformuyla bir yere varmak mümkün değildir.

İkincisi, alfabe değişikliğine gidilerek, tiyatrosuyla, sinemasıyla, romanıyla, şiiriyle, musikisiyle 11 milyon kilometrekare üzerinde yaşayan 300 milyon bizim insanımızın Türkçe bütünlüğüne kavuşması yolunda gayret sarf edilmelidir.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye etrafındaki -şu anda- petrol ve doğalgaz zenginliği Türkiye’yi bir ada haline getiriyor. Yapılan araştırmalar, Hazar Bölgesinde 2 ilâ 4 trilyon dolarlık bir servetin dünya pazarlarına sunulacağını gösteriyor. Bu, bizim ticaret hacmimize yeni kaynaklar sağlayacaktır; ama, biz, ne yazık ki, bugüne kadar, ne kültür kurumlarımızda ne ekonomi ünitelerimizde, bu yeni gelişmeyle ilgili stratejiler üretecek, yeni ufuklara bizi götürecek birimleri kuramadık. O sebeple, kültür meselelerinin, Hükümetin icraatında, ciddî ve tutarlı bir ağırlık taşımasını elzem görüyorum.

Aziz arkadaşlarım, bu bütçe, bu yapısıyla bizim gerçeğimize ışık tutuyor; kabul etsek de etmesek de, onurlu olarak yaşamamızın, devletimizin, milletlerarası forumlarda saygı görmesinin, bize ümit bağlamış olan dost ülkelerin yanında itibarımızın artmasının sırrını ciddiyet olarak ifade ediyor.

O sebeple, Türkiye, laubaliliği, her konuda ve her kurumda terk ederek, çok ciddî olmaya, çok tutarlı olmaya mecburdur. Şu anda, bu bütçe, sadece eğitim ve enerji dallarında yatırımı öngörüyor. Türkiye’nin büyük sulama projelerine, dev barajlara ve dev yollara ihtiyacı var; vatandaş, iş bekliyor, aş bekliyor. Diplomalısının yüzde 35’inin işsiz olduğu, vasıfsız insanının yüzde 20’sinin işsiz olduğu bir ülkede, sosyal huzurdan bahsetmek mümkün değildir.

Değerli arkadaşlarım, işte, bu sebeplerle, bütün bu dertlere bütçenin getirdiği çareler ortadayken, biz ne düşünüyoruz, ne ekliyoruz ve bu dertlere derman olacak ne söylüyoruz; bu soruların cevabını vermek, Yüce Meclisin bütün kanatlarıyla, hepimizin sorumluluğudur.

İşte, bu anlayış ve ölçüyle, bu bütçenin, aziz milletimize, devletimize hayırlı olmasını Allah’tan niyaz ediyor; Yüce Meclisi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Güner.

Sayın milletvekilleri, bundan sonraki gruba söz vermem halinde, konuşmaları bölünecek; o zamanda, insicamı kaybedebilirler. O nedenle, uygun görürseniz, burada, oturumu kapatacağım...

Saat 14.00’te toplanmak üzere, oturumu kapatıyorum...

Kapanma Saati: 12.37

 

 

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.00

BAŞKAN: Hikmet ÇETİN

KÂTİP ÜYELER: Haluk YILDIZ (Kastamonu), Ali GÜNAYDIN (Konya)

 

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 28 inci Birleşimin İkinci Oturumunu açıyorum.

III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. – 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/669) (S. Sayısı : 390) (Devam)

2. – 1996 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1996 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/633, 3/1046) (S. Sayısı : 401) (Devam)

3. – Katma Bütçeli İdareler 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/670) (S. Sayısı : 391) (Devam)

4. – 1996 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1996 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/634, 3/1047) (S. Sayısı : 402) (Devam)

BAŞKAN – Görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Komisyon ve Hükümet yerinde.

Söz sırası, Refah Partisi Grubu adına, Sayın Abdullah Gül’ün.

Buyurun. (RP sıralarından alkışlar)

Sayın Gül, süreyi eşit mi paylaşacaksınız?

ABDULLAH GÜL (Kayseri) – Evet.

BAŞKAN – Buyurun.

RP GRUBU ADINA ABDULLAH GÜL (Kayseri) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri ve aziz milletimiz; şahsım ve Refah Partisi Grubu adına hepinizi saygıyla selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum ve yine sözlerime başlamadan önce, huzurunuza getirilen 1998 yılı bütçesinin, halkımız ve milletimiz için de hayırlı olmasını samimiyetle temenni ediyorum.

Değerli arkadaşlar, değerli milletvekilleri; hepimizin yakinen bildiği gibi, bütçeler, hükümetlerin siyasî, ekonomik ve sosyal politikalarının ve tercihlerinin ortaya konulduğu belgelerdir. Bu açıdan, bütçelerin geneli üzerine her yıl burada yapılan konuşmalar, ülkenin siyasî, ekonomik yapısının ve görünümünün gözden geçirildiği, tartışıldığı ve herşeyin topyekûn değerlendirildiği bir ortamdır. Bu anlamda, bu seneki bütçe konuşmaları ayrı bir önem arz etmektedir; çünkü, Türkiye, maalesef, olağanüstü bir dönemden geçmektedir. Yakın siyasî tarihimize bir göz attığımızda, 1960’larda, 1970’lerde ve 1980’li yıllarda yaşadığımız olağanüstü dönemleri, maalesef, şimdi, bir kez daha tekrarlıyoruz. Bu açıdan, bu seneki bütçe müzakerelerinin, daha anlamlı ve sadece ekonomik değil, siyasetin, demokrasinin, insan haklarının ve özgürlüğün ağırlıklı olduğu konuşmalarla geçeceği kanaatindeyim.

O açıdan, benden önce burada konuşan, özellikle İktidar Partisini temsil eden arkadaşlarımın, daha içerikli -tabiri caizse- daha seviyeli konuşmalar yapıp, bu ara dönemin, hep beraber, olgunlukla geçmesine katkı yapmalarını beklerdik; maalesef, öyle olmadı.

Sayın Başkan, üzülerek, şu tespitimi de yapmak istiyorum: Türkiye, geçen seneden bu yana, her sahada, ileri gideceğine, gelişeceğine, daha olumlu ve sevindirici gelişmeler içerisinde olacağına, maalesef, daha çok gerileyen, daha çok olumsuzlaşan ve daha çok karamsarlıklar içerisine sokulan bir ülke görünümüne dönüşmüştür. Bu tespiti yaparken, kaygım, dar anlamda, bir iktidar - muhalefet kıskançlığı veyahut da, iktidar partisi - muhalefet partisi arasındaki kısır çekişmeler gibi yorumlanmamalıdır. Aslında, buradaki tenkitlerim, her ne kadar iktidar görünümünde olsanız da, sizleri de aşacak ve Türkiye’yi içine düşürmüş oldukları durumdan mesul olacaklara yönelecektir.

Müsaadenizle, önce, bu iç karartıcı tabloya nasıl geldik; onu, kısaca gözden geçirmek istiyorum. Refah Partisi ve Doğru Yol Partisinin, uzun çalkantılardan sonra kurduğu hükümet, tam bir yıl görev yaptı. Bu süre esnasında, Refahyol Hükümeti, Türkiye’nin bütün kronik problemlerini çözdü, her derdini halletti demek istemiyorum; fakat, biraz sonra konuşacak arkadaşımın, burada, mukayeseli bir şekilde, ekonomik göstergeleri ortaya koyacağı gibi, Refahyol Hükümeti, ekonomide, halkı, bu ülkenin belkemiği olan büyük yığınları esas almış ve büyük yığınları rahatlatacak şekilde, ekonomide hiç değilse bir rahatlık getirmiş ve ekonomik göstergeleri hiç değilse iyiye çevirmişti; siyasette ise, devletiyle milleti kaynaştıran, halkın inanç ve değerlerine saygı gösteren politikaları takip etmişti. Maalesef, bunlardan rahatsız olan çevreler, çok planlı ve programlı bir şekilde işbirliği içerisine girmişler ve Türkiye’yi, yine planlı ve programlı bir şekilde, siyasî istikrarsızlığın içerisine sokmuşlardı. Yüce Meclisin üyeleri üzerinde kurulan baskı, telkin, tehdit ve menfaatlarla, Refahyol Hükümeti, antidemokratik bir şekilde, Hükümetten ayrılmak zorunda kalmıştı.

Bugün, Türkiye’de, resmen ilan edilmese de, fiilen bir aradönem ve ararejimin işbaşında olduğunu bütün dünya âlem bilmektedir. İşin garibi şudur ki, geçmişte bu tip aradönemlerin ve ararejimlerin siyasetteki temsilciliğini bazı bürokratlar veyahut da halk içerisinde desteği olmayan siyasîler yapıyordu; bugün, ne yazık ki, böyle bir ararejimin ve aradönemin siyasetteki temsilciliğini ve -tabiri caizse- taşeronluğunu siyasî partiler yapmaya başlamıştır. Bu, Türkiye’deki demokratik gelişme ve Türkiye’deki demokrasiye düşen en büyük gölge olmuştur. Yine, ne yazık ki, seçim kazanmadan, halkın içerisinde hiçbir başarı kazanmadan, atanma usulüyle iktidara gelmeyi ve hükümet olmayı, siyasî partilerimiz içlerine sindirebilmişlerdir; daha da ötesi, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, bazı operasyonlarla, gruplar da kurulabilmiştir.

Türk demokrasisi, maalesef, en büyük yarayı bu dönemde, bu siyasî anlayışa sahip olanlar sayesinde almıştır ve yine siyasî partilerimiz vasıtasıyla, milletin iradesi üzerine gölge düşürülmüş ve “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi, resmen olmasa bile, fiilen askıya alınmıştır. (RP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bu tespitlerden kimse rahatsız olmasın; maalesef, bu gerçekler, bugünkü Türkiye’nin aynadaki görüntüsüdür. Bu gerçekleri Türkiye’de her sahada yaşıyoruz. Sizlerin de malumu olan bu somut örneklerden bazılarını biraz sonra tek tek anlatacağım; fakat, önemli olan, genel atmosferdir. Hiç kimse başını kuma gömmemiştir; gerçekler, bütün çıplaklığıyla ortadadır. Belki, bazen, kendi kendimizi, verilen menfaatlar karşılığında attırılan manşetlerle veya verilen menfaatlar karşılığında ekranda milleti hipnotize edercesine yayın yaptırarak aldatabiliriz; fakat, gerçekler, saklanamayacak kadar açıktır. Alın elinize herhangi bir yabancı gazeteyi veyahut da seyredin herhangi bir yabancı televizyonu; Türkiye’yle ilgili bir konu olduğunda, Türkiye’nin gerçek görünümü nedir, ortaya çıkacaktır.

Hepimizin arzusu, gelişen ve demokratikleşen, sivil toplumu öncelik kabul etmiş çağdaş dünyayla entegrasyondur, beraber yaşamaktır. Farklı kültür, farklı kimlik ve farklı inançlara sahip insanların beraber yaşayabileceğinin kabul edildiği çağdaş dünyada, ideolojik devlet yapısına yer yoktur. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Bunun yerine, toplumun arzu ve taleplerini yansıtan sivil yapılanmaların esas olduğunu bilmemiz gerekir. Bakın Avrupa’daki, Amerika’daki veya Uzakdoğu’nun kalkınmış, gelişmiş demokratik ülkelerindeki yapılanmaya.

Daha geniş demokrasi yerine, bugün, Türkiye’de, daha dar demokrasinin; daha çok insan hakları yerine, bugün, daha az insan haklarının; daha çok özgürlük yerine, bugün, Türkiye’de, daha az özgürlüğün konuşulduğu ve tedbirlerinin alındığını hep beraber görüyoruz ve yaşıyoruz. İşte, bu haliyle, Türkiye, maalesef, Ortadoğu’daki bazı ideolojik devletlerin görünümüne girmek üzeredir ve girmiştir âdeta.

Değerli arkadaşlar, düşünün, iki sene önce Türkiye’nin öncelikleri nelerdi; iki sene önce, bu Mecliste, Türkiye, demokratikleşmeyi konuşuyordu; bütün siyasî partilerimizin demokratikleşme paketleri tartışılıyordu. Kurulan bütün hükümetlerin öncelik verdiği konu, daha çok demokratikleşme, daha çok sivilleşmeydi. Bir de bugüne bakın bakalım; uzun senelerden sonra ilk defa, bir hükümetin programında demokratikleşmeyle ilgili bir paragraf olmamıştır. Türkiye, bugüne kadar, ekonomide özelleştirmeyle birlikte, devlet yapısında da sivilleştirmeyi ve demokratikleşmeyi gündeminde tutarken, bugün ise, demokratikleşme ve sivilleşme yerine, devletleştirme, sivil ve üniformalı bürokrasinin daha da çok hâkimiyetini konuşmaktadır ve bunun yerini yapmaya çalışmaktadır. (RP sıralarından alkışlar)

Önce, bu Hükümetin demokrasi anlayışını, millî iradeye ve siyasî iradeye verdiği önemi anlamak açısından, Sayın Başbakanın, Millî Güvenlik Kurulunu nasıl algıladığına bir bakmak gerekir. Hükümet, Milli Güvenlik Kurulunu, Anayasa ve kanunlarda tarif edilen statüsünden ayrı bir statüde algılamakta ve bu Kurulda alınan tavsiye kararlarını, milletin iradesinin üzerinde kabullenmektedir. Bunun ilk uygulaması, 8 yıllık eğitim olmuştur. Bir başka acı itiraf da, Millî Güvenlik Kurulu tarafından hazırlanan “millî güvenlik siyaset belgesi” üzerine Sayın Başbakan’ın yaptığı konuşmadır. 3 Kasım 1997 tarihli gazetelerde, Sayın Başbakan aynen şöyle söylemişti: “Bundan sonra Bakanlar Kuruluna gelecek. Bakanlar Kurulu, bunu gizli bir kararname olarak yayımlayacak. Belgenin, bütün bakanlar için bağlayıcı bir niteliği var. Bu, gizli bir belge. Herhangi bir kanun ya da kararname çıkarken -altını çizmek istediğim nokta burası- herhangi bir uluslararası antlaşma yapılırken, eğer, bu belgeyle bir çelişki varsa, aykırılık varsa mutlaka gideriliyor.”

Değerli arkadaşlar, Türkiye’nin şu anda nasıl yönetildiği ve nasıl bir hukuk devleti anlayışına sahip olduğu Başbakan tarafından acı bir şekilde itiraf edilmiştir. Yani, bu hukuk anlayışına göre, Millî Güvenlik Kurulunun hazırladığı siyasî belgeler, Anayasamızın, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyelerinin çıkardığı kanunların ve uluslararası hukukun üstündedir. Dünyanın hangi devletinde, hangi demokratik çağdaş ülkede böyle bir devlet yapısı vardır?! Hepimizin özlemi olan muasır medeniyetin ulaştığı hukuk sistemi ve devlet anlayışı bu mudur?!

Bugünkü, demokrasinin kısıtlanmasının, çoksesliliğin ve çoğulculuğun önünün kesilip, kontrollü devletlerde olduğu gibi, tek sesliliğin arzusunun bir örneği de RTÜK’te yapılmak istenen operasyonlardır. Bu değişikliklerle, sadece tekseslilik değil, aynı zamanda büyük bir peşkeş çekme ve diyet borcu ödeme söz konusudur. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Sözümona, irtica adı altında, radyo ve televizyonları kontrol etmek için bağımsız ve özerk bir kuruluş olan ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyeleri tarafından burada seçilmiş RTÜK üyeleri üzerinde yapılan baskıyı nasıl içinize sindiriyorsunuz?! (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) RTÜK’ün Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilmiş 70 yaşındaki Değerli Başkanı Prof. Orhan Oğuz’a yapılan baskıları ve bu baskı ve tehditler karşısındaki istifasını nasıl içinize sindiriyorsunuz?! (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Bir zamanların “konuşan Türkiyesi” yerine, bugün ortada susturulmak istenen bir Türkiye vardır.

RTÜK’ün Başkanı, tabiî, bu Mecliste seçilmişti; başkan yardımcısı da bu Mecliste seçilmişti. Yapılan baskılarla Başkan Yardımcısı da bildiğiniz gibi istifa etmek zorunda kaldı; fakat, bütün yapılmak istenen şey, aslında, Millî Güvenlik Kurulunu da istismar ederek, kartelci ve tekelci medyaya ve bazı patronlara peşkeş çekmektir. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Niçin bunu söylüyorum: Bakın, İktidar Partileri olarak sizlerin RTÜK Yasasında yapmak istediğiniz değişiklik komisyonlarda görüşülüyor. Yapmak istediğiniz değişiklikle RTÜK Kanunundan şu maddeyi kaldırmak istiyorsunuz. Madde aynen şöyle: “Belirli bir özel radyo ve televizyon kuruluşunda yüzde 10’dan fazla hissesi olanlar devletten, diğer kamu tüzelkişilerinden ve bunların doğrudan veya dolaylı olarak katıldıkları... herhangi bir taahhüt işini doğrudan doğruya veya dolaylı olarak kabul edemezler ve menkul kıymetler borsalarında işlem göremezler.” Yani, eğer bir televizyon, bir radyoda yüzde 10’dan fazla hisseniz varsa devlet ihalelerine giremezsiniz, özelleştirmeye giremezsiniz.

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Nasıl oluyor da giriyorlar peki?..

ABDULLAH GÜL (Devamla) – Şimdi, siz komisyonlara verdiğiniz teklifte bu maddeyi kaldırıp, devlet ihalelerini özel televizyonların şantaj ve tehditlerine açık hale getiriyorsunuz. Aslında bununla yapmak istediğiniz, kanuna uymadan enerji ihalelerine giren radyo ve televizyon sahiplerine bu ihaleleri alma fırsatını vermek. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Herkes biliyor ki, özel televizyonların hiçbiri kâr etmiyor. Özel televizyonları tutanlar ve özel televizyonlarını finanse edenler, aslında başka yerlerden büyük kazançlar temin etmek için zararına bu televizyonları çalıştırıyorlar. Özel televizyonlar TRT değil ki, özel televizyonlar devletin televizyonu değil ki, bunlar devlet bütçesinden finanse edilsin. Bunların finansmanları başka yerlerden geliyor. İşte, İktidarınız zamanında yapmak istediğiniz değişiklik, açık ve seçik budur.

Eminim ki, bunları yaparken bazen farkında değilsiniz, açık söyleyeyim; ne yaptığınızın farkında değilsiniz. Öyle bir dayatma ve öyle bir dalgalanma içerisindesiniz ki, gerek demokrasinin bu kadar baskıya alınmasını ve gerekse holdinglere, sermayeye bu kadar teslim olabileceğinizi ben de tahmin etmiyorum...

KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Diyet... Diyet...

ABDULLAH GÜL (Devamla) – ...fakat, görünümünüz budur; çünkü, kendilerini “silahsız kuvvetler” diye ilan edenler sizi iktidara getirdiler ve şimdi, o silahsız kuvvetlere karşılığını ödüyorsunuz. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Değerli arkadaşlar, bu ara dönemdeki baskı yönetiminin en etkili olduğu bir başka alan da, üniversiteler ve yükseköğrenim olmuştur. Dünyanın her yerinde üniversiteler, özerkliğin, serbestliğin ve özgür düşüncenin kaleleri olmuştur. Tüm çağdaş ülkelerde üniversiteler toplumun bir adım ötesindedir. Bilimsel çalışmaların hakkıyla yapılabilmesi için, üniversiteler çoksesli de olmak zorundadırlar; fakat, ne yazık ki, Türkiye’de, bugün, üniversiteler, bu bilim yuvaları, baskı, kontrol ve dayatmalarla, teker teker teksesli ideolojik devletin kaleleri haline dönüştürülmek üzeredir. Rektörler üzerinde, öğrenciler üzerinde, hocalar üzerinde yapılan bu keyfî ve hukukdışı uygulamaları nasıl içinize sindiriyorsunuz?

Her ne kadar, ANAP Grubunun ana, esas ANAP Grubunu temsil eden arkadaşlarımın büyük bir çoğunluğu karşımda olmasa ve burada, Anavatan Partisine daha sonradan gelen arkadaşlarımın bir kısmı Anavatan Partisini temsil ediyor olsa bile, şimdi sormak istiyorum: Rahmetli Turgut Özal’ın üniversitelere atadığı rektörler, seçimleri kazanmalarına rağmen, sadece dindar oldukları için veya halkla bütünleştikleri için, köktendinci diye, teker teker, hukukdışı yollardan görevlerinden alınırken, bunu nasıl içinize sindiriyorsunuz? (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar )

Geçen dönemlerde, Türkiye’den birçok öğrenci, YÖK tarafından yurtdışına doktora ve mastır için gönderildi. Bunların hepsi merkezî sistemle imtihana girdiler ve merkezî sistemde kazanarak gittiler. Bugün yapılan nedir; bugün mülakat usulüyle gönderiliyorlar. Yani, ideolojik devletin kalıplarına girip girmediğine öncelik veriliyor; bilime, bilgiye, kritere ve yeteneğe değil. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Bu manzara, Türkiye’nin bugünkü manzarasıdır. Eski sosyalist ülkelerde olduğu gibi, yurtdışına gönderilen başarılı öğrenciler, teker teker Türkiye’ye geri çağrılıyor; bütün bunları, Anavatan Partisi içine sindiriyor.

Bugün, Türkiye öyle bir militarist görünüm içine girmiştir ki değerli arkadaşlarım, değerli Başkan hepinizin dikkatini çekmek istiyorum: Bakın, yayımlanan resmî talimatlarla, tüm dernekler, vakıflar, işçi ve işveren sendikaları ve konfederasyonların yöneticileri, yükseköğretim kurumları, fakülte, yüksekokul ve enstitülerin yöneticileri, üst düzey yöneticiler, valiler, kaymakamlar, büyükşehir belediye başkanları, seçimle işbaşına gelmiş belediye başkanları ve diğer makamlarda bulunan görevliler, il genel meclisi ve belediye meclisi üyeleri, siyasî parti il ve ilçe teşkilatları yönetim kurulu üyelerine ait biyografiler ve bu kişilerin siyasî görüşleri ve siyasî yönelişleri, verilen yazılı talimatlarla fişlenmeye başlanmıştır, Sayın Ecevit. Bu, bugün yürürlüktedir ve bugün bunlar yapılmaktadır.

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) – Rusya’da yapılmadı bu.

ABDULLAH GÜL (Devamla) – Türkiye, bu ayıplı, demokrasi dışı, polis devletine yakışır tavrı, güvenlik soruşturmaları adı altında 1970’li ve 1980’li yıllarda yaşamıştı; tekrar demokrasiye geçmenin en büyük göstergesi, bu fişlenmelerin sona erdirilmesiydi. Bugün, maalesef, Türkiye, tekrar halkının siyasî görüşlerine göre fişlendiği, jurnallendiği ve izlendiği bir dönemi yaşamaktadır. Bu görünüm -siz çok iyi bilirsiniz- meşhur yazar George Orwell’ın 1884’teki komünizmi anlatan kitabındaki “Big Brother’ı” anlatmaktadır.

TUNCAY KARAYTUĞ (Adana) – 1984_

ABDULLAH GÜL (Devamla) – Evet, düzeltiyorsunuz.

Bugün, Türkiye’nin her köşesinden birer “Big Brother” türemiştir ve halkı, milleti, yöneticileri, siyasîleri jurnallemeye ve fişlemeye başlamıştır. (RP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, deminden beri saydığım bazı acı gerçekler ve demokrasi dışı, hukuk dışı uygulamaların fiilî mesulleri kim olursa olsun, bunların siyasî mesulleri sizlersiniz, bu Hükümettir (RP sıralarından “Bravo” sesleri ve alkışlar) ve bu Hükümet içerisinde, Hükümetin lokomotifi durumunda olan da Anavatan Partisidir tabiî.

Bir zamanlar, Turgut Özal’ın önderliğinde Anavatan Partisinin misyonu, Türkiye’yi 1980’li yılların askerî döneminden sivil döneme ve demokratik, hürriyetçi, serbestçi döneme geçirmekti. Bugün ise Anavatan Partisi, Türkiye’yi demokrasiden daha az demokrasiye, daha çok kapalı rejime ve daha çok kontrollü döneme geçirmenin misyonluğunu üstlenmiştir; aradaki fark işte budur. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – İşte demokrasi.

ABDULLAH GÜL (Devamla) – Ne hazindir ki, yine Rahmetli Turgut Özal’ın kurduğu Anavatan Partisi, bugün, bu ara dönemin ideolojisi olan Cumhuriyet Halk Partisi ilkelerinin uygulayıcısı durumuna düşmüştür. Cumhuriyet Halk Partisi her ne kadar bu Hükümeti dışarıdan destekliyorsa da, her ne kadar dışarıdan destekliyor görünümünde ise de, CHP’nin programı ve temel ilkeleri, mevcut Hükümetin...

İRFAN GÜRPINAR (Kırklareli) – Sataşma Cumhuriyet Halk Partisine...

ABDULLAH GÜL (Devamla) – ...ve mevcut ara dönemin uyguladığı politika haline dönüşmüştür. Bu açıdan, sizleri tebrik ederim. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Sizin ilkeleriniz, Cumhuriyet Halk Partisinin ilkeleri, bu Hükümetin ilkeleri olmuştur; sizin ideolojiniz, bu ara dönemin ideolojisi olmuştur ve uygulanan budur.

MAHMUT IŞIK (Sıvas) – İçi sizi yakar, dışı bizi...

ABDULLAH GÜL (Devamla) – Size söyleyecek hiçbir şeyim yok; siz açıksınız. Söylemek istediğim...

BAŞKAN – Genel Kurula hitap edin efendim...

ABDULLAH GÜL (Devamla) – Hayhay Sayın Başkanım.

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – CHP ara dönemlerin partisi değildir.

MAHMUT IŞIK (Sıvas) – İçi sizi yakar, dışı bizi...

ABDULLAH GÜL (Devamla) – O büyük bir başarı... Siz, büyük bir başarıyla, devletin organlarına ve Hükümete hükmetmektesiniz. Millete onaylatamadığınız programınızı ve ilkelerinizi, maalesef, devletin bazı organlarına ve Anavatan Partisi Hükümetine uygulatabilmektesiniz. Zaten, Cumhuriyet Halk Partisi ideolojisi, 1940’larda, 1960’larda ve 1970’lerde halka nasıl dayatıldıysa, bugün de öyle dayatılmaktadır. Bu ideoloji, jakobendir, dayatmacıdır, halkın değerleriyle devamlı uğraş içerisindedir. Bu açıdan, her ne kadar halkçıyım dese de, elitisttir; oyları da sadece elitlerden alır, halk yığınlarından değil. Bu sebepledir ki, millî iradeyi hiçbir zaman arkasında bulmamıştır ve hiçbir zaman da seçim kazanarak demokratik bir yolla iktidara gelmemiştir. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Bu sebeple, millî iradeden umudu yoktur. İşte, son seçimlerde alınan oy da ortadadır, kamuoyu yoklamaları da ortadadır.

NİHAT MATKAP (Hatay) – Dürüstçe konuşsana...

ABDULLAH GÜL (Devamla) – Bütün bunları Hükümete söylüyorum, size söyleyişim yok.

NİHAT MATKAP (Hatay) – Refah sözcüleri yalan söylemek zorunda mı?!

ABDULLAH GÜL (Devamla) – Siz başarılısınız; bu kadar az destek ve oyla, Hükümete hâkimsiniz ve bugün ilkelerinizi uygulatmaktasınız.

AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) – Bugünkü varoşlara bak...

ABDULLAH GÜL (Devamla) – Değerli arkadaşlar, Türkiye, temsilî demokrasi, insan hakları, özgürlükler, fikir ve inançların serbestçe ifade edilmesi ve sivil toplum görünümü açısından, bir yıl öncesine göre, daha vahim bir durum sergilemektedir.

Bazı şeyleri, kendi iradeniz dışında yapıyor olabilirsiniz. Bakın, bunun en somut örneği, iktidara gelir gelmez yaptığınız 8 yıllık eğitim uygulamasıdır. Hani, Abant’ta, Anavatan Partisi bir toplantı yapıp eğitimdeki politikasını tespit etmişti. Neydi; 5+3 değil miydi; yazılı belgelerinizde 5+3 demiyor muydunuz; milletvekili gruplarınızın büyük bir çoğunluğu 5+3 demiyor muydu; Doğru Yol Partisiyle yaptığınız hükümet programında 5+3 dememiş miydiniz ve daha da önemlisi, size oy verenlerin büyük bir çoğunluğu 5+3 demiyor muydu; fakat, sizi iktidar yapan irade karşısında, hiçbir kanun ve hiçbir konuda göstermediğiniz hassasiyeti burada gösterdiniz ve istemeye istemeye -bunu çok yakından biliyorum- bu kanunu geçirdiniz.

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Emir demiri keser!..

ABDULLAH GÜL (Devamla) – Geçirdiniz de ne oldu; binlerce anne baba, bu sene, imam-hatip okullarının önünden mahzun ayrıldı. Gelecek sene, anadolu liselerinin, kolejlerin ve meslek okullarının orta kısımlarını kapatacaksınız. Bunu, hukukî yollarla, demokratik bir şekilde telin etmek isteyen, buna tepkisini koyan vatandaşlarımızı ise susturdunuz; demokratik bir şekilde, hukuk çerçevesi içerisinde miting yapmalarına ve bu kanunu kabul etmediklerini söylemelerine, hiçbirisine izin vermediniz; daha da ileri gittiniz, milleti, yani size oy verenleri “yarasa” ilan ettiniz, cumhuriyet düşmanı ilan ettiniz ve daha da ileri gittiniz, hukuku, siyasallaştırarak, bu dönemde mahkûm ettiniz.

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Kars) – Sizi fasa fisocular sizi!..

ABDULLAH GÜL (Devamla) – Bakın, size bir misal vereyim, bu manzaradan övünecek misiniz: Rize’de iki vatandaş, dükkânlarının camlarına, dosya kâğıdına “5+3; demokrasi istiyoruz” diye yazıp astıkları için, altı ay hapis cezasına çarptırıldılar. Rize’de, Rize’de... (RP sıralarından alkışlar; “yuh” sesleri) Şimdi, bakın okuyacağım...

BAŞKAN – Bir dakika... Bir dakika...

Değerli arkadaşlarım, konuşmacı grup adına konuşuyor; bu Parlamentoya “yuh” demek yakışıyor mu?! (RP sıralarından “hayır, hayır” sesleri) Öyle bir ses geldi... O kelime... O kelime... (RP sıralarından gürültüler)

Değerli arkadaşlarım... Bir dakika efendim...Bir dakika oturun... (RP sıralarından gürültüler) Kime olursa olsun, bu Parlamentodan “yuh” kelimesi çıkmaz...

T. RIZA GÜNERİ (Konya) – Bu Meclise “yuh” diyenlere niye tepki göstermediniz?!

BAŞKAN – Gösterdim ben... Gösterdim ben... Oturun yerinize... (RP sıralarından gürültüler)

MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Sayın Başkan, “yarasa” derlerken neredeydiniz?!

ABDULLAH GÜL (Devamla) – Bakın...

BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım bir dakika, bir dakika...

ABDULLAH GÜL (Devamla) – Sayın Başkanım, devam edeyim mi efendim?

BAŞKAN – Bir dakika Sayın Gül.

MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Zalimlere “yuh” kelimesi bile azdır Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım, arkadaşımızı sessizce dinlemenizi rica ediyorum. Arada bir laf attınız, ben bir “yuh” kelimesi duydum, yapmayın dedim; niye buna tepki gösteriyorsunuz?!

Buyurun Sayın Gül.

ABDULLAH GÜL (Devamla) – Sayın Başkanım, demin dediğim konuyla ilgili mahkeme kararını size aynen okuyorum...

İSMET ATTİLA (Afyon) – Nerede olmuş?..

ABDULLAH GÜL (Devamla) – Rize’de olmuş.

Bakın, mahkeme kararında ne deniliyor:

“Gereği düşünüldü: Olay tarihinde kesintisiz 8 yıl zorunlu eğitimi protesto etmek amacıyla, sanık Şaban Baş’ın, manav dükkânının camına 21X29 santimetre ebadında kâğıda ‘5+3’ yazarak astığı, diğer sanık Ekrem Yılmaz’ın da, kitap dükkânının önüne 90X49,5 santimetre ebadında kartona ‘5+3; demokrasi istiyoruz’ yazıp, 149,5 santimetre çıtaya yapıştırdığı ve astığı iddia, ikrar, 6.8.1997 tarihli olay zabıt ve tanzim tutanağı, tanık anlatımları ve tüm dosya kapsamından anlaşılmış olup sanıkların cezalandırılması yoluna gidilmiştir.”

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin manzarası budur, 1940’lı yıllarda bu tip manzaralara rastlardı Türkiye; 1960’tan sonra da bu tip manzaralara Türkiye çok rastladı. Hatırlayacaksınız, o zaman da “Kumkapı’dan Yassıada’ya tünel açıp Adnan Menderes ve arkadaşlarını kaçıracaklar” diye, “Tünel Tahsin” diye hâlâ meşhur olan -eskiler hep bilir- kişinin ve arkadaşlarının nasıl aylarca yargılandığını. Hatırlayacaksınız, Makine Kimya’dan, Mersin Limanı vasıtasıyla, Kıbrıslı mücahitlere gönderilen silahlardan dolayı, Demokrat Partinin Mersin teşkilâtının bir sene boyunca yargılandığını “halkı silahlandırıp, halkı isyana sevk ediyorsunuz” diye yargılandığını. Bütün bunlar, işte karanlık dönemlerin eserleridir. İşte, bu tip karanlık dönemlere, maalesef, bu Hükümet esnasında da rastlanmaya başlanmıştır.

Bu Hükümet, cumhuriyet tarihinin hiçbir hükümetinin yapmadığı büyük bir kıyım operasyonunu da yapmıştır. Hiçbir hukukî gerekçe, hiçbir kriter, hiçbir vicdan sızısı çekmeden, binlerce devlet görevlisi, sadece -görevleri icabı- Refahyol Hükümetinde görev aldılar diye kıyılmış, sürgün edilmiş ve işlerinden olmuştur. Bütün bunlar yapılırken de, atamalarda partizanlık, dost, akraba ve arkadaşlık ilişkileri tek kriter olmuştur. Bu ne büyük bir pişkinliktir ki, bu pişkinlik karşısında koalisyon ortakları bile isyan etme noktasına gelmişlerdir.

Bütün bunlar “irtica” adlı bir vehim ileri sürülerek yapılmıştır. Ne zaman milletin iradesiyle demokratik bir şekilde bir hükümet işbaşına gelmiştir, bu “irtica”, “gericilik”, “yobazlık” ve laiklik elden gidiyor” yaygaraları kopartılmaya başlamıştır. 1950’lerde Adnan Menderes, 1970’lerin başında Süleyman Demirel, 1984’lü yıllarda rahmetli Turgut Özal irticayla işbirliği içerisinde gösterilmiş ve bundan dolayı, bugün sizleri destekleyen manşetler, bu insanlara neler yapmışlar.. Açın arşivi, görün. İşte, aynı malum çevreler, aynı saldırılarını, bu sefer de, 1997 yılında, Sayın Necmettin Erbakan’a karşı yapmışlardır.

Milletinin, halkının inanç ve değerlerinden, ülkesinin gerçeklerinden uzak olanlar, bir irtica vehmine kapılmışlar ve bu ülkenin büyük bir çoğunluğunu, irtica suçlamaları altında, potansiyel düşman olarak görmeye başlamışlardır. Bundan daha büyük bölücülük, bundan daha büyük ayrımcılık ve bundan daha büyük bir talihsizlik olabilir mi?! (RP ve DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Gül, 30 dakikanız doldu; sadece hatırlatıyorum.

ABDULLAH GÜL (Devamla) – Farklı siyasî görüşlerine, farklı inançlarına ve hatta, farklı etnik orijinlerine rağmen bu ülkenin vatandaşları olmayı, bu ülkede beraber yaşayıp, bu ülkeyi yüceltmeyi amaç edinmiş bu millete bundan büyük bühtan olur mu?!

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 55 inci Hükümetin, Türkiye’yi içine düşürdüğü hazin tabloyu kısaca özetledim. İçpolitikadaki bu başarısızlık karşısında, bari, dışpolitikada büyük başarıları olsa bu Hükümetin. Bugün, Türkiye’nin içine düştüğü yalnızlık ve karamsarlık, bu büyük milletin hak etmediği bir durumdur. Türkiye’nin içine düştüğü dışlanmışlık ve izole olma bizim dönemimizde olsaydı, bugün neler olurdu acaba, yer yerinden nasıl oynatılırdı?!

Değerli arkadaşlarım, dışpolitika stratejileri partilerüstüdür ve partilerüstü olmalıdır. Dışpolitikada reel politika yapılır. Dışpolitikanın ideolojisi de olmaz. Ulusal çıkarlarımız her şeyden üstündür. Dışpolitikada uluslararası dengeleri gözetmek gerekir. Dışpolitikada tek hedefe endekslenmek ve kendimizi sadece bir merkeze mecburmuş hissi vermek, pazarlık gücümüzü artırmaz, aksine, azaltır. Avrupa Birliğinde yaptığımız hata bu olmuştur; Türkiye, kendi misyonuna, tarihine ve büyüklüğüne yakışmayacak politikalar izlediği için bu duruma düşmüştür. Burada insanflı da olmak gerekir. Avrupa Birliği karşısındaki bu hezimetin tek sorumlusu bugünkü Hükümet değildir şüphesizdir ki. Bu, Türkiye’nin şimdiye kadar uyguladığı statükocu, kendi potansiyeline yakışmayan dışpolitikaların neticesidir. Fakat, tabiî, yine üzülerek görmekteyiz ki, Türkiye, geçen senelere göre kıyaslandığında, dışpolitikada da çok büyük mevziler kaybetmiştir; başta, Avrupa olmak üzere, komşu ülkelerimiz ve İslam ülkeleri olmak üzere.

Şimdi, Lüksemburg’taki toplantıda alınan karar, aslında, Avrupa Birliğini yakından takip edenleri hiç şaşırtmadı. Avrupa Birliği, sadece ekonomik bir işbirliği teşkilatı değil ki; Avrupa Birliği, demokrasi standardı olan, insan hakları normları olan, özgürlük sınırları açısından belli normlara ulaşmış ülkelerin bir araya geldiği bir topluluktur.

Şimdi, burada, çıkıp, -biraz önce- arkadaşlarım, hamasî nutuklar atacakları yerde, başlarını ellerinin arasına alıp da Türkiye’nin görünümünü şöyle bir gözden geçirselerdi, çok da iyi yaparlardı. Türkiye, hangi demokratik yapısıyla -deminden beri anlattığım- hangi demokratik görünümüyle, devlet yapısıyla, hangi insan hakları normlarıyla ve hangi sivil yapısıyla Avrupa Birliğine girmeye hevesleniyor?! Türkiye’nin en büyük siyasî partisiyle, bu Meclisin en büyük grubuyla, içerisinden başbakan çıkarmış, 18 bakan çıkarmış, Meclis komisyonlarının birçoğuna başkan vermiş bir siyasî partiyle demokratik bir şekilde hizmette yarış edemeyenlerce, bugünkü ararejim içerisinde ve aradönem içerisinde, bu partinin kapatılma davası güdülürken mi, Türkiye, bu büyük randevunun karşısına çıkmıştır?! (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Ne ara rejimi yahu!.. Olur mu?!.

ABDULLAH GÜL (Devamla) – Ararejimdir!..

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Hayır, ararejim değildir.

ABDULLAH GÜL (Devamla) – Sayın Ülkü Bey, ararejim değilse, demin söylediğim fişlemeler hangi rejimin, sizin rejiminizin mi eseridir; söyleyin bakayım.

BAŞKAN – Sayın Gül, Genel Kurula hitap edin.

ABDULLAH GÜL (Devamla) – “5+3; demokrasi istiyorum” yazısını camına yapıştırdığı için altı ay ceza verilenler, ara rejimin mi, sizin Hükümetinizin mi eseridir?! (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Onun için, bunları içinize sindiremiyorsunuz, biliyorum.

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Hayır... Hayır... Olmaz ki.

BAŞKAN – Karşılıklı konuşmayın.

ABDULLAH GÜL (Devamla) – Siz de baskı altındasınız. Biz, aslında, size elimizi uzatıyoruz. Bakın, açık söylüyorum: Demokrasi konusunda, hukuk devleti konusunda ne yaparsanız, iktidar-muhalefet ayırımı yapmadan ve muhalefette olmaya razı olarak, size her türlü desteği vereceğiz. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Sayın Başkanım, Sayın Başbakanın Avrupa’da yaptığı geziler Türkiye’ye nasıl -yanımda, gazetelerin manşetlerini göstermek istemiyorum- yansıtıldı: “Büyük Mucize”, “Büyük zafer”, “Türkiye istediğini aldı”, “İstediğimizi aldık...” Demek ki hep, 16 trilyonu almak için bu manşetleri atmışlar. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Hani bütün bunlar büyük bir mucizeydi, hani her istediği olmuştu Türkiye’nin?! Sayın Başbakan, Alman Başbakanı Kohl ile yaptığı görüşmelerin zabıtlarını gazetecilere anlattı; ama, bugün geldiğimiz duruma, işte bu tavrın katkısı vardır. Alman Başbakanı, tabiî ki “Avrupalı olmanızı teyit etmek size yeter; ben size daha ne vereyim” demiştir. Biz, hatayı kendimizde arayalım. Bunları zafer diye Türkiye’ye göstermenin bedelini Türkiye ödemiştir.

İslam Konferansı Teşkilatına gelince: Sayın Agâh Beyin buradaki stilini, doğrusu, ben çok garipsedim. Gerçekten, bu stil size yakışmıyor. Bunu samimî olarak söyleyeyim. İslam Konferansı Teşkilatında 55 ülke var. Türkiye, Turgut Özal zamanında İslam Konferansı Teşkilatının en aktif üyesiydi, İslam Konferansı Teşkilatını olağanüstü toplantılara çağırıyordu. Bugün, eğer, Sayın Cumhurbaşkanının başı orada eğildiyse, bu, Hükümetinizin yaptığı hatadan dolayıdır. Düşünün; bakın, siz, bu zirveyi ve Cumhurbaşkanının bu seyahatini nasıl torpillediniz; Cumhurbaşkanını yolcu ettiğiniz gün, İsrail Savunma Bakanını buraya getirttiniz. Başka bir tarih yok muydu?! (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) – İsrail’le anlaşmayı siz imzaladınız.

ABDULLAH GÜL (Devamla) – İsrail Savunma Bakanı Türk Savunma Bakanıyla yaptığı görüşmeden sonra, bizim Savunma Bakanımız, bütün dünya kameralarına şu demeci verdi: “İslam Konferansı bizi bağlamaz, orada alınan kararlar bizi bağlamaz.” Bütün dünya televizyonları akşama kadar bu demeci gösterdiler. İslam Konferansı Teşkilatına Dışişleri Bakanı gitmedi, Dışişleri kurmaylarının hiçbiri gitmedi; Cumhurbaşkanını, hiçbir hazırlık olmadan, tek başına gönderdiniz. Maalesef, Türkiye’yi buralardan dışlattınız. Şüphesiz ki, Türkiye, bizim kendi ülkemiz. Biz, isterdik ki, bu konularda başarı gösterin; çünkü, bu başarı hepimizin başarısı olacaktı; fakat, işte ,getirdiğiniz nokta budur değerli arkadaşlarım.

Şimdi, 55 inci Hükümet seçim kazanarak, halkın iradesini alarak, -daha açık bir tabirle- helal bir yolla iktidara gelmediği için, bugün, kendisini iktidar yapanların emrinden dışarı çıkmamaktadır. Ben, şimdi, baskılar karşısında sizin bile yeter artık dediğinizi, sizin bile tahammül edemediğinizi çok iyi tahmin ediyorum, çok iyi biliyorum. Bunun en somut örneği Susurluk meselesinde ortaya çıkmıştı. Hani, Sayın Başbakan 15 gün daha dursa Susurluk meselesini çözecekti?!; Bugün ise, Sayın Başbakan “MİT ve Genelkurmay bana bilgi vermiyor” noktasına gelebilmiştir.

Değerli arkadaşlar, bu Hükümetin, kurulmasında en etkin rolleri üstlenen ve kendilerini -demin söylediğim gibi- silahsız kuvvetler olarak deklare edenlere ödediği diyet borcunu hep beraber biliyoruz. Sendikalar kullanıldı, onlara yürüyüş yaptırıldı. Onlar hiç önemli değil; irticacı bir hükümet yok ya, yeter. Siz niçin yüzde 30’un üzerinde para istiyorsunuz; bu size yeter. Ama, silahsız kuvvetlerin öncüleri, bununla tatmin olmuyorlar; diyet borcunu öde diye bastırdılar ve bir gün içerisinde sizden 16,5 trilyonu aldılar; hem de hükmü olmayan bir kararnameye dayanarak.

Değerli arkadaşlarım, sözlerimi şöyle bitirmek istiyorum: Böyle yönetimlerin temsilcisi olmak, itibar getirmez, hiçbir siyasî partiye itibar getirmez; açık söyleyeyim. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Onun içindir ki, geçmiş dönemlerde, siyasî partiler taşeronluk yapmamıştır bu tip dönemlere, bazı bürokratlar yapmıştır veya kökü olmayan siyasiler yapmıştır; ama, siz yapıyorsunuz. Hatanızı anladıysanız, iktidara devam edin; önemli değil. Demin dediğim gibi, Türkiye’yi daha çok demokratikleştirmek, Türkiye’yi hukuk devleti yapmak isterseniz ve bu yönde bir çabanız olursa, arkanızda olduğumuzu bilin; bu açık kartı size veriyoruz; ama, sana da ne oluyor, senin partinle ilgili dava var diyorsanız, netice ne olursa olsun, bu Grup, Türkiye Büyük Millet Meclisinin en büyük grubu olmaya devam edecektir; bunu da aklınızdan çıkarmayın. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Yapılacak ilk seçimde, Avrupa kapısında gördüğünüz hezimeti milletin nazarında da göreceksiniz.

Hepinize saygılar sunarım. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Gül.

Söz sırası, Refah Partisi Grubu adına ikinci konuşmacı, Sayın Yülek’in.

Buyurun Sayın Yülek. (RP sıralarından alkışlar)

Sayın Yülek, aşağı yukarı, 40 dakika kullanılmış durumda; size hatırlatıyorum.

RP GRUBU ADINA İ. ERTAN YÜLEK (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 1998 yılı bütçesinin geneli üzerinde Refah Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Başkanlık Divanını ve Yüce Meclisin değerli üyelerini, Grubumuz ve şahsım adına, saygıyla selamlıyorum. (RP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli üyeler; bütçeler, hükümetlere bir yıllık kamu gelirlerini toplamaya ve harcamalarını yapmaya müsaade eden belgeler olduğu kadar, hükümetlerin ekonomik, sosyal ve malî politikalarını da gösteren bir belge niteliğindedir; bu sebeple de, hükümetlerin bütçeleri sırasında Meclisin denetleme görevini yapmasına vesile olmaktadırlar.

Türkiye ekonomisi bozuk; Türkiye’de, yerel yönetimlerin yetkileri kısıtlı, merkezî yönetim hantallaşmış, hizmet yapılamıyor; yönetimdeki suiistimaller hepimizi rahatsız ediyor; devlet çatısı altında çeteleşmelerden bahsediliyor; her yıl binlerce evladımız ölüyor, analar babalar kan ağlıyor; ülkede husumet tohumları ekiliyor; dışpolitikada, etrafımızda birçok tuzaklar kuruluyor, aleyhimize oyunlar hazırlanıyor ve biz, tüm bunlara karşı etkin bir şekilde haklarımızı koruyamıyoruz. Neden diye sorduğumuzda; bu meselelerin arkasındaki önemli noktayı aramıyoruz ve önemli noktaların şunlar olduğunu hatırdan çıkarıyoruz:

Türkiye’de demokrasi, insan hakları ve özgürlükler olmadığı için, Türkiye’deki yönetimler, önce birtakım peşkeşlerle uğraşıyorlar ve yağmalar, bunların ana meşgalesini teşkil ediyor. Türkiye’de, devletin bürokratları kıyıma uğratılıyor, bürokrasideki önemli mevkilere ehil olmayan, ahbap, yâran ve yandaşlar getirilip yerleştiriliyor ve bütün devlet müesseseleri perişan ediliyor. Sayıları çok az bir rantiyeci grubuna devlet bütçesinin yüzde 40’ı faiz ödemesi olarak veriliyor ve bundan büyük menfaatlar sağlanıyor. Sermaye ile devletin el ele verip ülkeyi kalkındırma çabalarını beraber yürütmesi gerekirken, dün kendini besleyip büyüten, teşvik eden devlete karşı aldığı çeşitli kredilerle devleşen tekelci sermaye, bugün yüksek faizle devlete borç veren bir sektör haline gelmiştir. Zamanla bu da yetmemiş, tekelci sermaye, siyaseti kendi kontrolüne alabilmek için, kartelci medyayı elinin altına almış ve böylece, siyaset, medya ve rantiyeci işbirliği içinde, düzenlemelerini yürütmeye başlamıştır.

Tekelci sermayenin Türkiye ekonomisindeki pazar payının azalmasını engellemek ve haksız rekabeti yasallaştırmak için durmadan senaryolar, hazırlanıyor ve bu senaryolar çeşitli figüranlarla sahneye konuluyor. Bunun sonunda, ekonominin gelişmesindeki temel sebep olan teşebbüs hürriyeti ve fırsat eşitliği -piyasa ekonomisinin temeli rekabettir- Rekabet ortadan kalkıyor ve sermaye sınıflandırılıyor.

Soruyorum size arkadaşlar: Sermayenin kızılı, moru, yeşili olur mu? Dünyanın neresinde görülmüştür bu? Dünya ülkeleri yatırımları çekebilmek için elinden geleni yaparken, dünya ülkeleri yatırımları çekebilmek için her türlü gayreti gösterirken, biz, Türkiye’de, kısır politik emellerimize ulaşmak için, yatırımcı sermayeyi yeşil-yeşil olmayan diye bölüp, yatırımları kendi elimizle engelliyoruz.

Diğer taraftan, sermayenin tekelleşmesini hızlandırmak için, dünyanın hiçbir yerinde uygulaması olmayan, haksız rekabete fırsat verecek şekilde, RTÜK Kanununda değişiklikler yapılarak, bir taraftan, medya aracılığıyla rakipler karalanıp elimine edilirken, diğer taraftan, kendi mallarına üstünlük verecek ve devlete daha pahalıya satacak bir uygulama oluşturulmaya çalışılmaktadır. Bu medya gücüyle, kontrolsüz ve hukuk tanımayan, aşırı faizci ve aşırı sömürücü bir gücün serbest bırakılmasına müsaade etmek, azgın boğaların mücevherat çarşısına saldırarak her şeyi kırıp dökmesine, harap etmesine göz yummaktan farksızdır arkadaşlar.

Sayın milletvekilleri, kartelci basını da arkasına alan rantiyecilerin ve tekelci sermayenin ne kadar güçlü olduğuna bir delil olarak, bir zamanların kapitalist ve kompradorlarına ateş püsküren Sayın Ecevit gibi katı solcuların bile bunların peşine düşmüş olmalarını gösterebiliriz.

Dünyaya baktığımızda, özgürlükleri alabildiğine genişletmiş, insan hakları konusunda ileri normlara ulaşmış ve halkın istediği doğrultuda demokrasiye kavuşmuş olduğunu gördüğümüz ülkeler, yukarıda belirttiğim sorunları aşmış durumdadırlar. Bunu sağlamış olmanın temelinde de, her şeyden önce, insan hak ve özgürlüklerine sahip çıkma ve insana değer verme yatmaktadır. Dolayısıyla, bunların bugünkü millî gelirleri 30-40 milyon dolar civarında olurken, buna karşı çıkan Sovyetler Birliği gibi ülkelerin millî gelirleri 2 500-3 000 dolar civarında kalmıştır.

M. HADİ DİLEKÇİ (Kastamonu) – İtalya’dan bahset.

İ. ERTAN YÜLEK (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’nin, kronikleşmiş ve acil çözüm bekleyen ekonomik problemleri vardır. Bunu, bu bütçe konuşmasında, Sayın Maliye Bakanımız da, bütün samimiyetiyle dile getirdiler. Bu konuda kendisiyle mutabık olduğumuzu bildiriyoruz.

Türkiye’de, bu kronikleşmiş enflasyon yanında, gelir dağılımıyla ilgili büyük bozukluklar vardır. Bugün, bankalardaki 2,5 katrilyona varan mevduatın yüzde 50’si, nüfusun yüzde 1’ine aittir. Bunu gelir dağılımında bir ölçü olarak kabul edersek, ülkemizdeki gelir dağılımındaki bozukluğun boyutunu düşünmek bile herkesin uykusunu kaçıracak kadar adaletsizdir. Yüksek kamu giderleri karşılığı düşük kamu gelirleri; bunun sonucu olarak, kamu borçlanma gereğinin yüksekliği; bunun sonucu olarak, yüzde 130’lar civarında, akıl almaz derecede yüksek faizle borçlanma, sonucu bütçenin yüzde 40’ının faize gitmesi; yatırım eksikliği ve bunun sonucu olarak da, işsizlik ve enerji darboğazı.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Refahyol Hükümeti döneminde, bu ağır problemleri biz devraldık ve yoğun bir çalışma içerisine girdik. Siz, Refah Partisine “Türkiye’yi İran’a döndürmek, şeriatı getirmeye çalışmak” gibi suçlar isnat ederken, biz, bir sene gibi kısa bir sürede, içborç vadesini ortalama 3,5-4 aydan, 14-15 aya, hatta, 2 yıla çıkardık; faizleri, yüzde 140’lardan yüzde 90’lara düşürdük; bütçe açığını, reel anlamda düşürdük.

Memura, emekliye işçiye verilen ücretleri, altı ayda, yüzde 150 ilâ yüzde 400 arasında artırdık. 30 Haziran 1996’da 13 milyon 700 bin lira alan bir memur, 1 Ocakta 41 milyon lira alır hale gelmiştir. Yine, 2,5 milyon lira alan bir Bağ-Kur emeklisi, 12 milyon lira alır hale gelmiştir.

Fındık, buğday, pancar, tütün ve diğer ürünlerin taban fiyatlarına yüzde 150 ilâ yüzde 300 arasında artış yapılarak, paraları peşin ödenerek, çiftçi memnun edilmiştir.

Kamuda çalışan işçilerle, ilk defa, grevsiz lokavtsız toplusözleşme imzalanmış; ücretlerinde altı ay içinde yüzde 100’e varan artış yapılmış ve eşelmobile geçilmiştir.

Üretim ve ihracat artmıştır.

Bakın arkadaşlarım, 1997 yılı bütçesi görüşülürken Sayın Ecevit neler söylüyor: “Zamların ise ardı, arkası kesilmiyor. Beş ayda, sadece akaryakıta 5 kez zam yapıldı. Özellikle, çiftçinin, kamyoncunun kullandığı akaryakıtın fiyatı beş ayda yüzde 35,5 arttı.”

Yine bütçe konuşmalarında, Millî Eğitim Bakanı Sayın Uluğbay, şikâyetlerini şöyle dile getiriyordu: “Refahyol Hükümeti iktidara geldiğinden bu yana, akaryakıta, bu arada mazota, 5 kez zam yaptı; toplam zam oranı yüzde 35’i aşıyor. Mazota zam, köylünün traktörünü tarlaya götürememesi, götürse de tarlasını sürememesi demektir. Mazota yapılan zam, ayrıca, diğer ürünlere de zam demektir.”

Evet, tüm bu söylenenler doğrudur Sayın Ecevit; ancak, bir doğru daha vardır; o da, bizim beş ayda yaptığımız zamları, bu Hükümet, bir haftada yüzde 38 olarak yaptı. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Zamlar bununla da kalmadı; akaryakıta beş ayda yapılan zamların toplamı yüzde 80’i buldu. Sayın Uluğbay’ın söylediği gibi, diğer ürünlere de zamlar birbirini kovaladı.

1926 yılından 1997 yılının bu ayına kadar şeker 70 bin lira olmuş. Şimdi şeker kaç lira, biliyor musunuz Sayın Ecevit; 140 bin lira. Yetmiş yıldakini, siz beş ayda yaptınız. Bununla da kalınmadı; çaya yüzde 88, süte yüzde 43, ayçiçek yağına yüzde 33 zam yaptınız.

Bakın, şimdi, bütün bu söylenenleri, size bir grafik halinde takdim ediyorum: Şu kırmızı işaretli olan sütun, 1996 Ocak-Haziran dönemindeki, Refah Partisinin olmadığı dönemdeki altı aylık zamları göstermektedir. Şu ikinci sütundaki ise, Refah Partisinin iktidarda olduğu 1997 yılının ilk altı ayındaki zamları göstermektedir.

Arkadaşlar, hemen ikinci kısma geçiyorum. Burada, Refah Partisinin iktidarda olduğu yılın ikinci yarısındaki zamlar, şu mavi sütunla gösterilmiştir. Bu Hükümetin iktidarda olduğu 1997 yılının ikinci yarısındaki bu zamlar ise, şu kırmızı sütunla gösterilmiştir.

AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) – Arada ne fark var?!

İ. ERTAN YÜLEK (Devamla) – Aradaki fark görülüyor. Aradaki bu fark, Refah farkıdır işte.

Bununla da kalınmıyor. 1997 yılının bir önceki ayına göre tüketici fiyat endekslerini sunuyorum. Refah Partisinin iktidar olduğu dönem içerisinde altıncı aya kadar sabit bir şekilde giden enfasyon oranı -dikkat buyurun- bu Hükümet zamanında, bir füze hızıyla yukarıya gidiyor. (RP sıralarından alkışlar)

ERDOĞAN TOPRAK (İstanbul) – Altı ayda bütçeyi bitirdiniz de ondan. Altı ayda kasada para mı bıraktınız?!

İ. ERTAN YÜLEK (Devamla) – Bu Hükümet zamanındaki aylık enflasyon oranlarına baktığımızda, ilk altı aydaki enflasyon oranları ile ondan sonraki aylık enflasyon oranlarının mukayesesi de yine burada görülmektedir.

Oniki aylık enflasyon oranlarına baktığımızda, görüldüğü gibi, Refah Partisi döneminde zamlar ve enflasyon oranı aşağı doğru giderken, yine bu İktidar zamanında, görüldüğü gibi, yukarı doğru süratle çıkmaktadır.

M.HADİ DİLEKÇİ (Kastamonu) – Ziraat Bankasından ve Vakıflar Bankasından bahsedin.

İ. ERTAN YÜLEK (Devamla) – Arkadaşlar, bütün bunlar, herhalde, hangi iktidarın kime hizmet ettiğini daha iyi gösterecek tablolardır.

ERDOĞAN TOPRAK (İstanbul) – O tablolar ne zaman görülmüş?!

İ. ERTAN YÜLEK (Devamla) – Eğer, şubat ayından itibaren, maalesef, bugünkü iktidar partilerinin de birer piyon durumunda olduğu oyunlar sergilenmeseydi, bu göstergeler bugün çok daha iyi olacaktı, ya da bunun yerine, Hükümeti devralan sizler, kısır siyasî çatışmalara girmek yerine, bizim başlattığımız ekonomik trendleri devam ettirseydiniz, yine bugün, Türkiye, daha iyi bir durumda olacaktı ve bu suretle, ne bütçenin yüzde 40’ı faizlere gidecek ne enflasyon yüzde 100’lere dayanacak ne çiftçi ne memur ne de esnaf yollara dökülecekti.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, Türkiye, tekrar, IMF’ye muhtaç hale gelmiştir. Bakın, gazetelere yansıdı; Güney Kore Başbakanı ve Maliye Bakanı, ülkeyi IMF’ye muhtaç hale getirdikleri için halktan resmen özür dilediler. Bizde ise, IMF’den yardım almak değil, yardım alma ihtimalinin doğması bile, Hükümet tarafından kahramanlık olarak ilan ediliyor. (RP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bugün, Türkiye büyük bir ekonomik istikrarsızlık içerisindedir. Ekonominin kimin yönetiminde olduğu belli değildir. Hükümetin enflasyon hedefi belli değildir; sayın bakanlarımız her hafta yeni bir enflasyon hedefi ortaya atmaktadırlar; şu ana kadar basına yansıyan oranlar yüzde 3,43 ile -şaka değil ha, yüzde 3,43- yüzde 100 arasında değişmektedir.

IMF’ye gidiyor muyuz, gitmiyor muyuz; üç yıllık program mı yapıyoruz bir yıllık program mı; ekonomik paket var mı, yok mu; meseleler Bakanlar Kurulunda mı görüşülür, yoksa, gazeteci arkadaşlarımızla çay sohbetinde mi; fiyatlar donduruluyor mu, dondurulmuyor mu... Bütün bunları, Sayın Saraçoğlu, üşenmemiş, oturup gazetelerden tespit etmiş ve birbuçuk sayfalık bir liste hazırlamış. İsteyenler Sayın Saraçoğlu’nun bu listesine bakabilirler.

Değerli arkadaşlarım, böyle bir ortam, üniversitede iktisat öğrencilerine ekonomik istikrarsızlık kavramı anlatılırken, bir vaka olarak gösterilebilecek bir örnektir.

Bu Hükümet, programı uygulayacak mı? Bir seçim hükümeti ya da ülkeyi Refah Partisinden kurtarma hükümeti, böyle bir programa kalkışabilir mi? Büyük bir disiplin, teknik bilgi ve halkın desteğini gerektiren böyle bir uygulamaya kalkışmalı mı? Böyle bir uygulama için, önce halkın desteği lazımdır. Halbuki, bu İktidarın arkasında Cumhurbaşkanı vardır; ama, cumhur yoktur. Bu İktidarın arkasında sendikalar vardır; ama, işçiler yoktur. Bu İktidarın arkasında TOBB Başkanı vardır; ama, üyeleri yoktur. Bu İktidarın arkasında, yabancı gazetelere konu olacak şekilde, transfer edilen milletvekilleri vardır; ama, onları seçip gönderen millet yoktur. (RP sıralarından alkışlar) Bu Hükümet demokratik teamüller dışında kurulmuş olup, birtakım baskıların olduğu ve bu Hükümeti bir baskı grubunun idare ettiği de bellidir. Bu sebepledir ki, demokratik baskı gruplarının büyük bir kısmı antidemokratik baskılarla sindirilmeye çalışılmış, en masumane tepkiler dahi polis zoruyla bastırılmıştır. Türkiye tarihinde ilk defa, çiftçiler, yollara dökülüp yürümüş ve bir kısmı hapsedilmiştir. Memnun olan kim vardır? İşçi mi; Ankara’ya yürüyor. Memurlar mı; daha dün Kızalay sokaklarında bağırıyorlardı. Öğrenciler mi; istedikleri sadece hoşgörü; oysa, bunlar, polis coplarına muhatap olmakta ve Beyazıt’tan Gülhane’ye, Fatih’ten Bebek Parkına sürüklenip gitmektedirler.

Arkadaşlar, bir paket uygulanacaksa, daha yeni hazırlanan ve üzerinde konuştuğumuz bütçedeki hedefler, öncelikler ve mantalite ne olacak? Eğer, bütçe bir tarafa bırakılacak da yeni bir paket uygulanacaksa, bu, moneter, politikaya dayalı bir Ortodoks paket mi olacak, yoksa, İsrail, Arjantin tipi heterodoks bir yaklaşım mı sergilenecek? Fiyat dondurma sözleri, eğer yanlışlıkla veya o anda gelerek söylenmediyse, böyle bir yaklaşımı çağrıştırıyor. Ancak, acaba, Türkiye’de, şu andaki konjonktür böyle bir paketi geçerli kılar mı?

Hükümetin bu sorulara bir cevabı varmış gibi, bu meseleleri ciddî bir şekilde konuşuyorlarmış gibi görünüyorlar, her kafadan bir ses çıkıyor ve söylenenler de, meseleyi gerçekten bilmediklerini gösteriyor; bilmedikleri gibi, ne okuyorlar ne de soruyorlar. Oysa, iktidar partisi için de gerçekten bu meseleleri idrak eden arkadaşlar var; ama, bu güdümlü Hükümet, o arkadaşların fikrine dahi müracaat etmiyor.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; 1996 yılı temmuz başında iktidara gelen Refahyol koalisyonu, bu aydan geçerli olmak üzere memurlara yüzde 50 zam yaptığında “zaten bu bütçe açık verecek, bütçe açığı 1 katrilyonu geçer” diyenler bugünki iktidar partileridir. Gazete manşetlerinin kaynaksız zam haberleriyle dolduğunu hatırlamayan hiç kimse yoktur; ama, biz “yıllardır faiz ödemelerine para bulunuyor da, Türkiye nüfusunun 30 milyonunu kapsayan insanımıza bu parayı niçin bulmayalım” diyerek yola çıktık ve hem o parayı bulduk ve hem de aileleriyle birlikte 30 milyon insanımızın yüzünü güldürdük. O kadar zor değildir bu; ufak bir anlayış farkının sonucudur; önceliği, bir avuç rantiyeden, geniş ve yoksul halk kitlelerine kaydırırsanız, bunu siz de başarırsınız, biz de sizi destekleriz.

Şimdi iktidarda olanların iktidara geldiklerinde yaptıkları ilk iş ne oldu: “Refahyol Hükümeti yapılması gerekli zamları yapmadı” diyerek, ilk iş olarak, akaryakıta yüzde 38’e varan oranda zam yaptılar; enflasyon yüzde 100’e tırmanırken, daha memura yüzde 30 zam vermeden, hepsini geri aldılar.

Bakın, bizi, Kasım 1996’da nasıl eleştiriyorlardı: Sayın Maliye Bakanımız -kendisi her zaman hürmet ettiğim bir arkadaşımızdır- diyor ki: “Kamu çalışanlarına bu bütçede ne veriyorsunuz; bu bütçeyle, sadece yüzde 28’lik, ilk dönem için bir maaş artışı veriyorsunuz, yüzde 30 olarak ifade ediyorsunuz. Geçen yıl temmuz ayında vermiş olduğunuz yüzde 50 oranındaki zam, özellikle geçen sene verilen maaş artışları, geçen yılki kayıpları bile karşılamadı.” Şimdi, ben soruyorum Sayın Maliye Bakanımıza, Hükümetin diğer yetkililerine: Biz yüzde 50 verirken, siz neden yüzde 35 verdiniz?!. Biz yüzde 60 verirken, siz neden yüzde 30 veriyorsunuz?!. Bunun hesabını millete verebilecek misiniz?!.

Değerli arkadaşlarım, vaktimiz sınırlı olduğu için, size, bütün ayrıntılarıyla, bu iki iktidarın meselelerini tam anlamıyla anlatma imkânım olmayacak; ama, size, birkısım tablolar daha göstererek, bu iki hükümet arasındaki farkı bariz olarak bildireceğim.

Bakınız, 1996 yılında bütçeden memurlara verilen maaşları, 1997’de verilen maaşları ve 1998’de verilen maaşları bir tablo haline döktük ve bilahara, memurlara, işçilere ve diğer emeklilere verilen maaşları da bir tablo haline döktük ve faizleri de yıllar itibariyle gösterdik.

Şimdi...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika Sayın Yülek.

Sayın Yülek, size, toparlamak için bir miktar eksüre veriyorum, lütfen toparlayınız.

İ. ERTAN YÜLEK (Devamla) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; 1996, 1997 ve 1998 yıllarında size üç nokta gösteriyorum: 1996 yılında memurlara ödenen ücret, bütçenin yüzde 25’i iken, 1997 yılında yüzde 26’ya çıkmış ve Refah Partisi iktidardan gittikten sonra bu oran yüzde 24’e düşmüştür. Bakınız, Refah Partisi var, memurlara verilen ücret artıyor; Refah Partisi yok, memurlara verilen ücret düşüyor.

Hemen arkasından, memurlara ve emeklilere verilen sosyal güvenlik giderleri ve memur maaşları da burada görülüyor. Görüldüğü gibi, buradaki nokta, memurlara ve emeklilere verilen artışı gösteriyor; buna karşılık, şu nokta da, Refah Partisi iktidardan gittiği zaman bunun düştüğünü gösteriyor.

Buna karşılık, bütçedeki faiz ödemelerine dikkatinizi çekiyorum arkadaşlar: 1996 yılında yüzde 38 olan faizlerin bütçe içindeki payı 1997’de yüzde 28,5’e düşerken, bu İktidar geldiğinde bunu, tarihinin en yüksek nispetine, yüzde 40’a çıkarmıştır ve Türkiye’de, halktan toplanan her 100 liranın 66 lirası faize gitmektedir.

ERDOĞAN TOPRAK (İstanbul) – Senin devrettiğin faiz ne oldu?

İ. ERTAN YÜLEK (Devamla) – Arkadaşlar, bunu, yıllar itibariyle baktığımız zaman çok daha açık olarak görüyoruz.

ERDOĞAN TOPRAK (İstanbul) – Rezil ettiniz ülkeyi!

İ. ERTAN YÜLEK (Devamla) – 1996 yılından 1997 yılına kadar faizlerin bütçe içindeki nispetine baktığımızda, hep artış görülüyor; Refah Partisi geldiğindeyse, görüldüğü gibi, bu nispet birdenbire aşağıya iniyor.

Sayın arkadaşlarım, bütün bunları topladığımız zaman, burada, çok net olarak bir ifade görüyoruz. Bakınız, şu üstteki rakam, 1996 yılında işçi, emekli ve memura verilen ücret artış oranlarını gösteriyor; 1996 yılında yüzde 33 iken, 1997 yılında yüzde 37’ye yükselmekte ve bu, Refah Partisi iktidardan gittikten sonra yüzde 31’e düşmektedir. Buna karşılık, faiz giderleri -görüldüğü gibi- yüzde 38’den yüzde 29’a düşmekte ve tekrar yüzde 40’a çıkmaktadır.

Şimdi, bunun üzerinde ısrarla durulması lazımdır. Burada, Hükümetin tercihi çok açıktır; Hükümet diyor ki, ben, tercihimi çalışanlardan yana değil, bir avuç rantiyeden yana koydum. İşte, bunun ispatı arkadaşlar! (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

Ondan sonra da, tabiî, Sayın Ecevit -ANAP’a bir sözüm yok; çünkü, yeni ANAP, zaten bunda mazurdur- bu meseleye, yıllar yılı “ne ezen ne ezilen, hakça düzen” ve “toprak işleyenin, su kullananın” diyerek sosyal adaletten bahsederken...

HASAN GÜLAY (Manisa) – Bravo!.. İyi öğrenmişsin!..

İ. ERTAN YÜLEK (Devamla) – ...isminin başında “demokratik” sözcüğü olan partisinin iktidar ortağı olduğu bir zamanda bunun yapılmış olması, kimin ne derece samimî olduğunu göstermektedir.

Arkadaşlar, aslında, bahsedilecek husus çok; ama, zaman sebebiyle toparlamam gerekiyor; onun için, bir hususu daha belirteceğim.

HALİL ÇALIK (Kocaeli) – Siz hayalî, biz gerçekçi...

BAŞKAN – Sayın Yülek, lütfen toparlayın.

İ. ERTAN YÜLEK (Devamla) – Sayın Ecevit, geçen yılki konuşmalarında, çiftçilerin perişan olduğundan bahsediyor ve çiftçilere ayrılan paranın çok az olduğunu söylüyor. Gerçekten, 1997 yılında, çiftçi desteklemeleri için 259 trilyon lira ayrılmıştır.

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) – Verildi mi?..

İ. ERTAN YÜLEK (Devamla) – Evet, hepsi verildi.

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) – Hayır... Hayır...

İ. ERTAN YÜLEK (Devamla) – Peki, Sayın Ecevit, bu sene ayrılan para nedir, biliyor musunuz; 200 trilyon lira.

BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET BAKANI BÜLENT ECEVİT (İstanbul) – Siz ödemeleri ne kadar ertelediniz?..

BAŞKAN – Sayın Yülek, lütfen, Genel Kurula hitap ediniz?

İ. ERTAN YÜLEK (Devamla) – Enflasyonun yüzde 100 olduğu o dönemde 259 trilyon lirayı 200 trilyon liraya indirmenin bir tek manası vardır; o da, çiftçiden, işçiden, memurdan, fakir fukaradan alıp, bir grup, bir avuç rantiyeciye vermek demektir. (RP sıralarından “Bravo” sesleri alkışlar) Bunun başka hiçbir izahı yoktur Sayın Ecevit.

HALİL ÇALIK (Kocaeli) - Hayal görüyorsunuz! Siz ne yaptınız?1 Nasıl gerçekçi oluyorsunuz?!.

ERDOĞAN TOPRAK (İstanbul) – Doğruyu söyle! Ne alakası var!..

İ. ERTAN YÜLEK (Devamla)– Değerli arkadaşlarım...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Toparlayın Sayın Yülek.

İ. ERTAN YÜLEK (Devamla) – Ben, bütün bunları söyledikten sonra, umutsuz olmadığımı belirtmek istiyorum. Bu antidemokratik, millet iradesini hiçe sayan, üstün güçlerin temsilcisi olan, kuruluşundaki şaibelerle millet iradesinin temsilcisi olmayan ve bunu kendi milletine uyguladığı zam, zulüm ve baskılarla oldukça güzel ifade eden, belli kesimlerin çıkarları için kurulan bu Çankaya ucubesi Hükümet ve kucaklarında taşıdıkları emicileri, elbette çok yakın zamanda, hak ettikleri şekilde gereken cevabı alacaklardır; yapılacak seçimlerde sandıkta boğularak, uzun yıllar bir daha iktidar yüzü göremeyeceklerdir. İnşallah, yapılacak ilk seçimlerde, Türkiye’de gerçek demokrasiyi, insan hakları ve özgürlüklerini temsil eden ve bu değerler içinde Türkiye’yi çağdaş ülkeler seviyesine çıkaracak olan Türkiye’nin teminatı Refah Partisi tek başına iktidara gelecek ve milleti bu zulümden kurtaracaktır. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

HALİL ÇALIK (Kocaeli) – Hayalî değil, gerçekçi konuş!..

İ. ERTAN YÜLEK (Devamla) – Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yülek.

MALİYE BAKANI ZEKERİYA TEMİZEL (İstanbul) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun Sayın Maliye Bakanı

MALİYE BAKANI ZEKERİYA TEMİZEL (İstanbul) – Sayın Başkanım, Sayın Abdullah Gül bir gecede yapılan 16,5 trilyon liralık bir ödemeden bahsettiler; ama; İçeriğini anlayamadık. İçeriği konusunda bilgi verirlerse, kendilerine yanıt verme imkânımız olur efendim.

ABDULLAH GÜL (Kayseri) – Sayın Başkanım...

BAŞKAN – Yerinizden söyleyin Sayın Gül.

ABDULLAH GÜL (Kayseri) – Ben “ödeme” demedim, Sayın Bakan “ödeme” dedi; ben “teşvik” dedim.

MALİYE BAKANI ZEKERİYA TEMİZEL (İstanbul) – 16,4 trilyon liralık teşvikin, nereye ve kim tarafından, neyle yapıldığını söylerlerse, ona da yanıt vereceğim efendim; onu özellikle rica edeceğim.

BAŞKAN – Yani, öyle bir usul yok.

ABDULLAH GÜL (Kayseri) – Sayın Başkan “ödeme” dediysem, düzeltiyorum; ama “ödeme” demedim “teşvik” dedim.

BAŞKAN – Galiba “ödeme” diye geçti, düzeltiyorsunuz; tamam, teşekkürler.

Değerli milletvekilleri, söz sırası, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Deniz Baykal; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, değerli vatandaşlarım; 1998 yılı bütçe tasarısının Genel Kuruldaki görüşmelerinde, Cumhuriyet Halk Partisinin düşüncelerini, değerlendirmelerini sunmak üzere huzurunuzdayım; bu vesileyle, hepinizi içten sevgilerle, saygılarla selamlıyorum.

Bu bütçe görüşmeleri, Türkiye’nin her açıdan -ekonomik, siyasal ve dışpolitika açısından- çok önemli tartışmaları yapmakta olduğu bir döneme rastladı. Bu dönemin, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından çok iyi değerlendirilmesinin büyük önem taşıdığına inanıyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi, ülkemizin her güç döneminde karşı karşıya bulunduğu sorunların tartışılıp değerlendirildiği temel siyaset platformudur. Ülkemizin sorunlarını burada konuşacağız; çıkış yollarını, çözüm yollarını burada arayacağız. Böyle bir tartışmayı gerektiren ciddî bir dönüm noktasında olduğumuzdan hiç kuşku duymuyorum. Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz, ülkemizin önünde duran sorunlara doğru çözüm yollarını aramaya yardımcı olacak yaklaşımlara katkı yapma anlayışı içinde, bu tartışma içinde yer almak istiyoruz.

Önce, sanıyorum ki, ülkemizin içinde bulunduğu durumu ve karşı karşıya bulunduğumuz sıkıntıları, siyasî partiler arasında yaşanması doğal siyasal çekişmelerin bir fırsatı saymanın ötesinde, ülkenin gerçekten maruz kaldığı tehdit karşısında, doğru çözüm yollarını aramanın bir sorumluluğu olarak ele almanın büyük önem taşıdığına inanıyorum. O nedenle, herkesin, Türkiye’nin içinde bulunduğu durumun ciddiyet düzeyine yükselmesini, çok önemli bir ihtiyaç olarak vurgulamak istiyorum.

Elbette, partiler tartışacaklardır; elbette, bu tartışmanın üslubu, yöntemi zaman zaman olağandışı sertliklere, hırçınlıklara da açık durabilecektir; ama, içinden geçmekte olduğumuz durumun, Türkiye’nin ekonomide, siyasette ve dünyayla ilişkilerimizde maruz kaldığı tehditlerin ve tehlikelerin, hepimizi yeni bir ciddiyet düzeyine, yeni bir sorumluluk düzeyine çağırdığını dikkatinize sunmak istiyorum.

Tabiî, gönül isterdi ki, böyle bir bunalım döneminde, Türkiye, bütçe tartışmasını yaparken, Türkiye Büyük Millet Meclisinin görüntüsü böyle olmasaydı. Gönül isterdi ki, Türkiye’nin bu bunalım döneminde, Türkiye Cumhuriyetinin Sayın Başbakanı, Hükümet üyeleri ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin her siyaset anlayışındaki milletvekilleri, bu tartışmaya içtenlikle katılma, ilgi gösterme, sahip çıkma ihtiyacını hissetmiş olsalardı.

Tabiî, Türkiye’nin sorunu, bunalımı, öyle anlaşılıyor ki, içinde bulunduğu ciddiyetin gereğini takdir etme noktasındaki zafiyetinden kaynaklanıyor. İçerisinde bulunduğu durumun, maruz kaldığı tehlikelerin ve oralardan nasıl kurtulunabileceğinin doğru arayış yöntemleri yerine, en ciddî platformları, alışılmış, standart, klasik parti çekişmelerinin bir parçası haline dönüştürmekte ne yazık ki çok dikkatsiz davranıyoruz.

Türkiye ciddî sorunlarla karşı karşıya; ekonomi ciddî sıkıntılarla karşı karşıya, siyaset ciddî açmazlarla karşı karşıya, dışpolitikamız çok önemli bir krizle karşı karşıya; bu krizi nerede konuşacağız, kim konuşacak, kimlerle konuşacağız?.. Bunu Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu platformuna taşımayı öncelikle iktidar mensuplarının önemsemesi gerekirdi diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, bir seçim sonrasında ikinci yılı tamamlamak üzereyiz. Bu iki yıllık sürenin içerisinde üç tane hükümet yaşadık, üç hükümet geldi geçti; geçici bütçeyi dikkate almazsak, bu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin görüşmekte olduğu üçüncü bütçe; iki bütçeyi uyguladık. Nedir tablo, nasıl bir manzarayla karşı karşıyayız, Türkiye nereden nereye gidiyor? Bir anlık fotoğraf çekip, o fotoğrafı kendi işinize uygun gelen bir referans noktasıyla mukayese ederek, siyasî parti hesaplarına dönük olarak değerlendirmek bu tablonun gereği değildir. Türkiye nereden nereye gidiyor, bunu görmemiz lazım, görülmesi gereken manzara bu. İki yıldır, üç hükümet ve iki bütçe ne sonuç verdi, Türkiye ne noktada, ne durumda?

Değerli arkadaşlarım, inanıyorum ki, Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu siyasal sorunlar da, uluslararası sıkıntılar da çok büyük ölçüde ekonomik durumumuzdan kaynaklanıyor. Ekonomik durumumuzu doğru teşhis etmek mecburiyetindeyiz.

Geride bıraktığımız iki yıl içinde, bu üç hükümetin içerisinde, Parlamentoda grubu bulunan, Cumhuriyet Halk Partisi dışındaki bütün siyasî partiler sorumluluk üstlenmişlerdir. Önce, Anayol Hükümeti 1996 yılı başında göreve gelmiştir. Daha sonra, Doğru Yol Partisi ile Refah Partisi hükümet olmuşlardır. Şimdi de Anavatan Partisi, Demokratik Sol Parti ve Demokratik Türkiye Partisi bir koalisyon oluşturmuşlardır. Bu iki yılın içinde, Cumhuriyet Halk Partisinin bir iktidar sorumluluğu yoktur.

NEVFEL ŞAHİN (Çanakkale) – Var, var...

MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – Olmaz olur mu?!.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bu iki yıl içinde, bütün siyasî partiler, hükümet sorumluluğunu üstlenmişlerdir. İki kez, Sayın Mesut Yılmaz Başbakan olmuştur. Sayın Necmettin Erbakan Başbakan olmuştur. Merkez sağda yer alan bütün siyasal partiler -bu son Hükümette merkez soldaki Demokratik Sol Parti dışında- bir arada sorumluluk üstlenmişlerdir ve Türkiye, 1995 seçimleri sonrasında, bugün geldiği noktaya, bu partilerin ortak katkılarıyla, ortak sorumluluğu altında taşınmıştır.

Bunu söylüyorsam, buradan, Cumhuriyet Halk Partisinin bu oluşumda bir sorumluluğu yok gerçeğine dikkatinizi çekmek için söylemiyorum; Türkiye’yi buraya getiren politikaları, o politikaların hangi anlayıştan, zihniyetten, hangi tercihlerden kaynaklandığını dikkatinize sunmak için söylüyorum.

Birbirinden farklı üç hükümet gelmiştir; ama, bu hükümetlerin izlediği ekonomi politikaları, bu hükümetlerin izlediği maliye politikaları, bu hükümetlerin genel ekonomik, siyasal bakış açısı, birbirinden çok köklü farklılıklar göstermemiştir; aşağı yukarı aynı bakış açısı içinde olaya yaklaşmışlardır, aynı tercihlerle yürümüşlerdir.

Bugün geldiğimiz noktada tablo nedir?

Değerli arkadaşlarım, Türkiye, dünyadaki ülkeler arasında çok az gözüken düzeyde ve süreklilikte bir enflasyonla karşı karşıyadır. Bu enflasyon, bu son iki yılın eseri değildir; bu enflasyon, yirmi yıldan beri gelişmektedir; ama, iki yıldan beri de bu enflasyon, çok tehlikeli bir noktaya gelmeye başlamıştır. Türkiye’de enflasyon, çok doğal olarak, toplumsal yapımızı, dokumuzu ve ülkedeki ekonomik gelir dağılımını çok tehlikeli biçimde tehdit etmeye başlamıştır. Türkiye, gelir dağılımının en çarpık olduğu ülkeler arasında yer almaya başlamıştır.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, Türkiye’de, nüfusun yüzde 10’u 6 milyon 250 bin kişi; en çok gelir kazanan 6 milyon 250 bin kişi ile az gelir, kazanç sahibi 6 milyon 250 bin kişi birbiriyle karşılaştırılacak olursa, en yukarıdakinin adam başına düşen millî gelirinin 13 bin dolar olduğunu, en alttakinin de 585 dolar olduğunu görürüz. Türkiye’de, 22 katlık bir farklılık, nüfusun yüzde 10’ları arasında ortaya çıkmaktadır. Dünyada bu düzeyde bir çarpıklığın yaşandığı başka ülke var mıdır bilmiyorum; ama, OECD üyesi ülkelerin hemen hemen tümünün bu noktalarda ortaya koydukları tablo, 8 kat, bilemediniz en fazla -farklılaşmanın en ileri olduğu ülkelerde de- 9 kat düzeyinde olduğudur. Türkiye’de, 22 kat farklılık, 6 milyon 250 bin kişilik gruplar arasında vardır; birisi, Orta Avrupa’nın, Batı Avrupa’nın 6 milyonluk orta boy bir ülkesinin ileri servet düzeyine ulaşmış halde, öbürü de Orta Afrika’nın en geri ülkeleri arasında yer alacak konumda. Bu, çok tehlikeli bir tablodur. Bu, doğal değildir. Böyle bir tablo başka ülkelerde yoktur. Türkiye’deki gidişat, izlenen ekonomi politikası, bu tabloyu daha da tehlikeli istikamete çekmektedir. Gelir dağılımı her geçen gün daha da çarpıklaşmaktadır. Türkiye’de, 28 milyon lira ödeyerek bir akşam yemeği yiyen insanlar ile ekmeğini biraz ucuza almak için, karda, kışta, sabahleyin saat 4’te ekmek kuyruklarında bekleyen insanlar, aynı mahallenin içinde yaşamak durumundadırlar. Türkiye’de, durumu iyi olan insanların, giderek, bu toplumda güvencede hissedemez hale gelmeye başlayarak, kuşatılmış, güvenlik önlemleri alınmış özel sitelere kendilerini hapsetmek zorunda kalmaya başlamaları, Türkiye’deki yerleşme düzeyinin toplumdan kopuk bir istikamette gelişmeye başlaması, bu açıdan, herkese uyarıcı olmalıdır. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, tablo, gerçekten kaygı vericidir. Türkiye, çok tehlikeli bir istikamette sürüklenip gidiyor. Enflasyon, Türkiye’de, her şeyi tahrip etmeye başlamıştır. Emek, çalışma, üretim, tasarruf, önemini, değerini kaybetmiştir. Toplumsal doku, zaafa uğramaya başlamıştır. Hukuk, kural, moral sarsılmaya başlamıştır ve devlet yönetimi, çok tehlikeli bir çarpıklaşmanın içine, büyük ölçüde bu nedenlerle, itilmeye başlamıştır. Bu sorunun, mutlaka kontrol altına alınması lazımdır. Bu, Türkiye’nin temel sorumluluğudur, ana görevidir. Bu görevi aksatma hakkına, hiçbir kimsenin, hiçbir iktidarın sahip olmadığına inanıyorum. Bu telaşı, yıllardan beri, Türkiye siyasetinin önüne taşımaya çalışıyoruz.

1995 seçimlerinden sonra kurulan hükümetlerin, bu doğrultuda, öncelikle sorumluluk üstlenip harekete geçmesi gerekiyor idi; ama, ne yazık ki, bu görev yerine getirilmemiştir. Gelen hükümetler, kendilerini avutarak, siyasî kaygılarla, kısa vadeli hesaplarla, bu sorumluluklarından uzak durmuşlardır ve Türkiye, bugün, çok tehlikeli bir enflasyon sıçrayışıyla karşı karşıya gelmiştir. Bunu, anlamak, açıklamak, izah etmek mümkün değildir. Ekonominin temeli budur.

Bu tablonun ortaya çıkmasına katkı yapan temel ekonomi anlayışlarını dikkatinize kısaca sunmak istiyorum: Niçin, Türkiye, yirmi yıldan beri, özellikle 1980 sonrasında, içerisine girdiği politikalarla, böyle bir çarpıklaşma noktasına gelmiştir; bugün ortaya çıkan bu politikanın altında yatan temel siyaset anlayışları nelerdir?

Değerli arkadaşlarım, önce şu anlayış: Vergi alma, borç al. Maliyeye yön veren temel siyaset bu olmuştur; 1980’lerde, rahmetli Özal döneminde başlamıştır; ondan sonra, bugüne kadar Türkiye’yi bir borç sarmalı içine alan süreç işletilmiştir ve bugünkü noktaya gelinmiştir. Eğer bugün, Türkiye gerçekten bir tıkanıklık, bunalım aşamasına gelmişse, bunun altında yatan temel iktisat politikası -hiç aramayınız başka yerde- vergi alma, borç al, anlayışıdır.

Ne olmuştur; Türkiye, başlangıçta, ucuz, elverişli faizlerle borç almıştır. Giderek şartlar ağırlaşmıştır; borç, bir uyuşturucu gibi, Türk ekonomisini kuşatmıştır. Vergi almaktan vazgeçerek ekonomiyi canlandıracağını zannedenler, borç batağında, büyük bir krizin içine sürüklenmeye başlamışlardır; bugün geldiğimiz nokta budur; bu hikâyedir, bu serüvendir, altında yatan budur.

Hatırlayın; 1983 yılında vergi konusunda getirilen değişiklikler Türkiye’de bir ekonomik büyümeyi sağlayacak zannediliyordu. O zamanların öyle bir modası vardı Amerika’da, İngiltere’de; arz yanlısı ekonomi politikaları öneriliyordu. Parayı kazanan, nereye harcayacağını devletten daha iyi bilir, diye düşünülüyordu; onun için, bırakın, almayın o parayı, o kendisi harcasın, ekonomi daha çok yararlanır diyorlardı. O nedenle, parayı almadan, ekonominin daha kolayca, kazanan ellere kazancın bırakılmasıyla gelişeceği, büyüyeceği sanılıyordu. O istikamette uygulamalar yapıldı ve geldiğimiz nokta, işte, bu anlayışın bizi getirdiği noktadır.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de, bunun sonucu olarak, vergi, gayri safî millî hâsılanın yüzde 15,7’sine düşmüştür -1997 rakamı- fevkalade düşük bir rakamdır; OECD ülkeleri yüzde 30 vergi alıyor. OECD ülkeleri yüzde 30 vergi alacak, Türkiye onun yarısı kadar vergi alacak ve sonra enflasyonu engelleyecek, yatırım yapacak, hizmet götürecek, kalkınması için gerekli hamleleri yapacak; bu, mümkün değildir. Bu açmazın içindedir Türkiye.

Değerli arkardaşlarım, bugün geldiğimiz noktada, bakın, son birkaç yıl içinde bu borç sarmalı Türkiye’yi nasıl kuşatmıştır; 1997 yılı sonu itibariyle, Türkiye’nin içborç anapara stoku 6,2 katrilyondur; sadece anaparayı söylüyorum, faizi de katacak olursak 11 katrilyonu geçecektir. 6,2 katrilyonluk bir borç var; bu borç, son birkaç yıl içerisinde ortaya çıkmıştır.

Bu Hükümetin program görüşmeleri sırasında -çok iyi anımsıyorum- Sayın Başbakan, kürsüde demişti ki “Biz, iktidarı Refahyol Hükümetine devrettiğimiz zaman Türkiye’nin borcu ile şimdi devralırken içinde bulunduğumuz tablo -devraldığımız içborç- karşılaştırıldığı zaman, içborcun 2 katrilyon arttığı görülür.” Doğrudur, gerçekten, Refahyol, bir yıllık, 1996 Haziranı ile 1997 Haziranı arasındaki dönemde içborcu 2 katrilyon artırmıştır; ama, 1997 Haziranından 1997 Aralığına kadar da, bu Hükümet, altı ayda, içborcu bir 2 katrilyon daha artırmıştır. (CHP sıralarından alkışlar) Bunda da şaşılacak hiçbir şey yoktur; çünkü, bu, bir borç sarmalıdır. Sayın Mesut Yılmaz, Anayol İktidarı döneminde, o ilk kısa iktidarı döneminde, 1 katrilyona yakın borç yapmıştır, Refah Partisi 2 katrilyon yapmıştır, bu Hükümet altı ayda 2 katrilyon yapmıştır; 5 katrilyonluk borç; 6,2 katrilyon borcun 5 katrilyonu, işte, 1996 yılından bugüne kadar geçen bu üç hükümet döneminde böylece ortaya çıkmıştır.

Değerli arkadaşlarım, bu tablo devam ettirilemez; bunun mutlaka aşılması gerekiyor; bunun aşılması için, Türkiye’nin, bir an önce, ciddî vergi önlemlerine başvurması gerekiyor. Bu Hükümet, bu doğrultuda, ciddî bir hazırlık içerisine girmiş gibi gözüküyor. Hepimiz, bu çabayı dikkatle izliyoruz; ama, itiraf etmeliyim ki, kamuoyunda, daha birkaç toplantıda, bu tasarıyla ilgili yapılan açıklamalar karşısında Hükümetin sergilediği manzara, kesinlikle güven verici olmamıştır ve bu Hükümetin ciddî bir vergi reformu çıkarma kararlılığıyla ilgili olarak, hepimiz, çok haklı kuşkuların içine girmeye başlamışızdır. Düşününüz, TOBB’un hazırladığı vergi tasarısında servet beyanı var, servet vergisi var. Düşününüz, Türkiye’de, Ankara Sanayi Odası Başkanı, bir an önce, doğru dürüst bir vergi yasasının çıkarılması ve vergi gelirlerinin artırılması zorunluluğunu söylüyor... Ama, önce servet beyanı ve servet vergisiyle ilgili tereddüt... Arkasından menkul kıymetlerin kazancının vergilendirilmesine yönelik projeye -birden bire bir kenara bırakarak- gösterilen ilgisizlik... Bu tasarının artık bir reform tasarısı olmaktan, Parlamentoda, Genel Kurula gelmeden, komisyona daha sunulmadan yöneldiğini gösteriyor.

Şimdi, bu vergi tasarısını çıkarmayacaksa bu Hükümet, bu enflasyonu, bu ekonomik tabloyu nasıl kontrol altına alacak? Ne yapacak da kontrol altına alacak? Bu bütçe bir istikrar bütçesiymiş. Değerli arkadaşlarım, bu bütçe, istikrar bütçesi falan değildir. Bu bütçe, rakamları daha şimdiden tutarsız hale gelmeye başlamış bir bütçedir. Bu bütçenin varsayımları, yapıldığı zamanla bugün geldiğimiz noktada çok köklü bir biçimde değişim geçirmiştir. Yani, bu bütçenin içinde borç bakımından yapılan hesap şu: Var olan borçlar ödenecek, 1997 yılındaki birikmiş borçlar ödenecek, 1998 yılında 10 katrilyonluk borçlanma yapılacak ve bu da 5,3 katrilyonluk faiz ödeme bütçesiyle çevrilecek. Bunun yapıldığı zamanki Türkiye’nin borçlanma şartlarıyla bugün geldiğimiz noktadaki Türkiye’nin borçlanma şartları birbirinden çok farklı noktaya gelmiştir. Bugün, yüzde 120’nin üzerinde bileşik faizle devlet, 570 trilyonluk borçlanma yapmak zorunluluğu içine girmiştir. Bu bütçe hazırlandığı zaman bu var mıydı? Borçlanma koşullarındaki 10 puanlık bir artışın, Türkiye’de bu bütçenin dengesini nasıl sarsacağını bilmiyor muyuz? Türkiye’de bu bütçeyle ilgili bu sıkıntıları bir kenara bırakıyorum; ama, bu noktaya Türkiye’yi taşıyan politikalara dikkatinizi biraz daha çekmek istiyorum.

Borçlanma yaklaşımı, vergi almama yaklaşımı; ilk bu zihniyeti atmak lazım. Bu zihniyet -açık söyleyeyim- Refah Partisinin de zihniyetidir. (CHP sıralarından alkışlar) İktidara geldiği zaman Refah Partisi aynen bunu söylemiştir. “Borç almayacağız, zam yapmayacağız, enflasyonu indireceğiz.” Geldiğimiz nokta, enflasyon patladı; sizin zamanınızda da patladı. Dünyada böyle bir yöntem yok, böyle bir yol yok. Kim, kimi aldatıyor? Kim, kimin sırtından kimi aldatıyor? Milleti aldatma anlamına gelecek bu politikalara, Türkiye’de değer vererek bir yere ulaşmak mümkün mü? Türkiye’nin içinde bulunduğu bunalımdan bu zihniyetle çıkmak mümkün mü?

Değerli arkadaşlarım, bu ortak anlayıştır. Siz “Refah iktidarda” diyorsunuz. Yirmi yıldır, Refah Partisinin de sahip çıktığı muhafazakâr sağ ekonomi politikaları Türkiye’de iktidarda; siz yönetiyorsunuz; sizin zihniyetiniz, sizin anlayışınız yönetiyor. (CHP sıralarından alkışlar) Türkiye’yi bu açmaza getiren de bu. Emeğe değer vermeyen, üretime değer vermeyen, çalışmaya değer vermeyen, tasarrufa değer vermeyen, kap kaç, vurgun zihniyet, bütün sağ siyasî partilerde ne yazık ki ortaktır ve sorun da budur...

MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – El insaf Sayın Genel Başkan!

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Türkiye’nin o anlayışla sorunlarını çözemeyeceği de artık ortaya çıkmıştır. Türkiye’de ekonomi politikasını değiştirmenin artık kaçınılmaz hale geldiği noktadayız. Bu anlayış değişecek...

ŞABAN ŞEVLİ (Van) – Yakışmıyor... Çarpıtmayın...

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) – Yanlış bilgi vermek sana yakışmıyor.

AYHAN FIRAT (Malatya) – Dinle, dinle de faydası olsun.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bakınız, değerli arkadaşlarım, birinci temel nokta bu.

İkinci yanlışı söylüyorum. Türkiye’de sorunların kaynağında KİT’ler yatıyor. Çare de çok kolaydır. Çare de özelleştirmedir. KİT’leri özelleştirirseniz, Türkiye’nin sorununu çözersiniz.

Değerli arkadaşlarım, bu şabloncu, bu slogancı, bu klişeci zihniyettir ki, Türkiye’yi, işte bu enflasyon noktasına getirip dayatmıştır. (CHP sıralarından alkışlar) Borç alacaksın, vergi almayacaksın. KİT’leri bir ayakbağı gibi görüp atacaksın. Ee, atsanıza... 4 milyar dolar özelleştirme yapacağım diyordunuz, 4 milyar dolar. Ne oldu?.. “Temel üç tane noktaya hedefi kilitledik” diyordu Sayın Başbakan; birincisi, özelleştirmeydi. Ne oldu; onda biri bile yapılamadı. Niye yapılamadı? Anayasa Mahkemesi kararları ortada, Danıştay kararları ortada, hukuk ortada ve özelleştirme konusunda bir çıkmaz...

Değerli arkadaşlarım, şu manzaraya bakınız: Türkiye’de 1997 yılı sonunda kamu iktisadî teşebbüslerinin yıl sonu kârı 428,7 trilyondur. Yani -KİT’ler, işletmeci KİT’ler kârıyla zararıyla,-içinde, Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryollarının 85 trilyonluk zararı var; içinde, Türkiye Taşkömürü Kurumunun 50 trilyonluk zararı var; bütün bunları çıkardıktan sonra, 428,7 trilyon kâr etmişlerdir.

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Refahyol sayesinde.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Üstelik bu kârı değerlendirirken şunları da dikkate almak lazımdır: 135 trilyonluk bir kaynak, peşin, KİT’lerden tahsil edilmiştir. 230 trilyon amortisman ayırmışlardır ve 197 trilyon faiz ödemişlerdir; 324 trilyon da bunlar yatırım yapmışlardır.

Değerli arkadaşlarım, düşününüz, o beğenmediğiniz KİT’lerin 1997 yılındaki kârı 428 trilyon. Peki, Türkiye’de KİT’ler de dahil olmak üzere, bütün kurumların, özel sektörün, büyük kuruluşların, holdinglerin, Türkiye’nin özel ve kamu bütün sanayi kuruluşlarının ödediği Kurumlar Vergisi ne kadar; 420 trilyon. Türkiye’deki bütün kamu kuruluşları, Kurumlar Vergisi olarak 420 trilyon ödüyor; ama, Türkiye’de o beğenilmeyen KİT’ler 428 trilyon kâr ortaya koyuyorlar.

Değerli arkadaşlarım, bu şabloncu zihniyetten çıkmak lazım. Bununla, KİT’lerin sorunu yok demiyorum; KİT’ler kârlı, verimli demiyorum; ama, birlikte oluşturduğunuz ekonomik ve maliye ortamında, artık, bu kadar kârlılığı o kuruluşlar dahi yapabilir hale geliyor. Ekonomide verimlilik, üretim, artık, değerlendirilir olmaktan çıkmış; monopoller, tekeller prim yapıyor. Ekonominin rasyoneli bozulmuş; bu, iftar edilecek bir tablo değil; ama, manzara bu, gerçek bu. Demek ki ekonomiyi, olması gereken yapısal değişikliğe taşımamışız. Bu anlayış, bu zihniyet bir kenara itilecek. Bununla da olmuyor. Efendim, Türkiye’de sosyal güvenliği özelleştirelim, bir başka anlayış da bu. Sosyal güvenlik de Türkiye’nin ayakbağı. Türkiye niye bunalıma girdi; bunlardan girdi. KİT’lerin, Türkiye’nin yüzde 9,5 olan kamu kesimi borçlanma gereği içindeki payı yüzde 0,5’tir. Onların borçlarının içinde işgal ettikleri yer, sadece bundan ibarettir.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de sosyal güvenliği özelleştirme_ Dünyanın her yerinde sosyal güvenlik bir kamusal sorumluluktur ve öyle kalır, öyle kalmak durumundadır. Dünyanın her yerinde kamu, sosyal güvenlik kurumlarına çok önemli katkılar yapar, bu katkıdan vazgeçmek mümkün değildir. Bu katkı, Batı Avrupa ülkelerinde yüzde 37 düzeyine çıkmıştır; sosyal güvenlik harcamalarının yüzde 37’si kamu kaynaklıdır, Türkiye’de 2,8’i. Bu yıl 1,4 katrilyon veriliyor, bu yılı esas alsanız -ki, bu, dört beş yıldan beri başlamıştır, yıllardan beri de değil- 2,8’i budur.

Türkiye’de ciddî reformlara ihtiyaç var; reforma tabi tutulması gereken kurumların başında da sosyal güvenlik kuruluşları geliyor, SSK geliyor. Burada, reformu, yine, ucuz, klişeci, şabloncu yaklaşımlarda aramamak lazımdır; sorunun, özünü, kökünü görmek lazımdır. Sorunun kökündeki gerçek şudur: Türkiye’de çalışma yaşamı kayıtdışındadır; çalışma yaşamı kayıtdışında kaldığı sürece, piramidin tabanı daraldığı sürece, sosyal güvenliği anlamlı bir şekilde işletmek mümkün değildir.

Sosyal güvenlik kuruluşu, özü itibariyle bir fon yönetimidir. Topladığı paraları, topladığı kaynakları en verimli şekilde işletmeyen bir sosyal güvenlik kuruluşunun başarılı olması mümkün değildir. Türkiye’de, ne yazık ki, SSK, bugünkü yapısı içinde, devletin temsilcilerinin, sendikaların, emekli-işçi temsilcilerinin yer aldığı karma yapı içerisinde, bu işlevi yerine getirememiştir. 100 doları yüzde 5 faizle çalıştırsanız, 30 yıl sonra kazancınız 438 dolara çıkar; SSK, 100 dolarını 30 yıl sonra 1,62 dolara indirmiştir. Bu sorun çözülmeden, kaynaklarını verimli kullanamadan, aktuarya hesaplarını yerine oturtamamış bir sosyal güvenlik kuruluşunun başarılı olması mümkün değildir. O nedenle, ekonomi düşüncemize hâkim olan düşmanlıkları, ayrışmaları yapmayan, ayrıntıları dikkate almayan, özel durumları gözetmeyen yaklaşımı bir kenara itmek zorunluluğu vardır.

Tarım desteklemelerini kaldıralım; Türkiye, bundan buraya geldi... Şimdi, bu bütçeye de yansımıştır; geçen, 1997 bütçesinde, Türkiye, tarımın desteklenmesi için 287 trilyon ayırdığı halde, bu bütçede, 200 trilyonla harcamalarını sınırlandırmıştır; bunu anlamak mümkün değildir. Türkiye’de yüzde 90 enflasyon yaşanacak, paranın değeri azalacak, 287 trilyonla desteklediğiniz tarımı 200 trilyonla destekleyeceksiniz. Böyle bir bütçe olabilir mi; bu kimin anlayışıdır, kimin mantalitesidir, kimin tercihidir?! Bunun içinde, Türkiye’nin sorunlarının, sıkıntılarının kavrandığına dair en küçük bir işaret var mıdır?!

Değerli arkadaşlarım, tarım konusundaki bu bakış açısının da köklü şekilde değiştirilmesi lazımdır.

Sosyal devleti tahrip ederek, parçalayarak bir yere varılacağını kimse düşünmemelidir. Devleti küçültelim... Nasıl küçültelim; sosyal yönünü budayarak küçültelim; eğitime daha az harcayalım, sağlığa daha az harcayalım, sosyal güvenliğe daha az harcayalım ve böylece devleti küçültelim. Çağın gidişi bu değildir. Devletimiz, Anayasaya göre de, dünyanın gidişatına göre de, Türkiye’nin kendine özgü koşullarına göre de bir sosyal devlet olmak zorundadır; bundan kimse vazgeçemez. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, düşününüz, bu bütçede, kamu yönetiminin, idarenin, ta Cumhurbaşkanlığından başlayarak devleti yönetenlerin binalarına 70 trilyon veriliyor; ama, üniversite öğretim üyelerinin hazırlanması, yetiştirilmesi için ayrılan para 1 trilyondur. Bina yenilenmesine 70 trilyonu veren bir bütçenin, üniversite öğretim üyelerine, 65 üniversitesinde yetiştirilecek öğretim üyelerine 1 trilyon ayırmış olması, doğru bir tercih değildir. (CHP sıralarından alkışlar) Türkiye, sokaktaki yüzbinlerce kimsesiz çocuğuna, köprü altlarına ve sokağa karda kışta terk ettiği yüzbinlerce evladına ve bakıma muhtaç yüzbinlerce yaşlısına, bu bütçeyle 17 trilyon ayırıyor; ama, bina yapımına 70 trilyon veriyor. Bu, sosyal anlayışın, sosyal sorumluluğun bu bütçeye yansımadığının çok açık bir delilidir. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bakınız, bu bütçe iyiniyetle hazırlanmış bir bütçe, hiç kuşku duymuyorum; ama, bunu hazırlayan, buna emek veren değerli arkadaşlarım beni mazur görsünler, bu bütçenin bir istikrar programına hizmet edeceğine inanmak mümkün değildir. Niçin değildir; yani, klasik, bilinen tutarsızlıklar nedeniyle değil sadece, onlar elbette var; yani, bu bütçede, gelirler iyimser belirlenmiştir, giderler karamsar belirlenmiştir. Türkiye, yıllardan beri, millî gelirinin yüzde 14-15’i düzeyinde bir vergi geliri sağlarken birden bire bu bütçede yüzde 18’e çıkmıştır. Niye çıkmıştır; “Efendim, Akaryakıt Tüketim Vergisine artış getirdik.” Bu artış, bu yükselişi izah etmeye yeterli değildir.

Bakınız, bu bütçe, kalkınmayı yüzde 3’e indirecek, toplumun özel tüketim harcamalarını yüzde 2,2’yle sınırlandıracak; ama, mal ve hizmetlerden aldığı vergi yüzde 95’e çıkacak. Mal ve hizmetlerden aldığı vergiyi yüzde 95’e çıkarmayı haklı gösterecek bir vergi gayreti var mı; hayır, o da yok. Enflasyon yüzde 64, mal ve hizmetlerden alınan -yani akaryakıttan alınan vergiyi dikkate almadan, onu bir kenara iterek söylüyorum- KDV kazançları yüzde 95 olacak; bu, mümkün değildir. Üstelik -demin de ifade ettiğim gibi- bu bütçenin -6,2 katrilyonu yıl sonunda ortaya çıkan- 10 katrilyonun üzerinde önümüzdeki yıl gerçekleştirilecek olan borçlanmayı, 5,3 katrilyonluk bir faiz ödemesiyle gerçekleştirmesi mümkün değildir. O nedenle, bu bütçede, her bütçede görülene benzer tutarsızlıklar, yanlışlıklar vardır; ama, bundan daha önemli bir noktaya dikkati çekmek istiyorum. Bunun bir istikrar bütçesi olduğu söyleniyor. Bana söyler misiniz, bu hangi istikrarın bütçesi?! Üç yıllık bir istikrar programının bütçesiymiş!. Şu üç yıllık istikrar programını bir görsek ya!.. Neredeymiş bu üç yıllık istikrar programı?! Üç yıl boyunca büyüme oranlarıyla ilgili rakam telaffuz ederek, bir istikrar programı ortaya koymak mümkün mü?! Yani, enflasyon oranlarıyla ilgili afaki hedefler koyarak, bu hedeflerin bir istikrar programı olarak algılanmasını bizden talep etmek mümkün mü, haklı mı, böyle bir şey olabilir mi?! Bu bütçenin bir parçası olduğu ana istikrar programını görmek istiyoruz, nerede bu program?! Böyle bir program yok! Böyle bir program yok, maalesef yok!

Nasıl olabilir ki, enflasyonla mücadele üç yıl mı olacak, bir yıl mı olacak, daha bunun kararı alınmamış. IMF ile ilişkiler stand by mı olacak, yoksa bizim programımıza destek mi olacak, bu belli değil. Bu program ortaya konuluyor, hazırlanıyor, bu hazırlandıktan sonra da fiyat dondurma kararı alınıyor.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu bütçeyi hazırlayan uzmanlar, fiyat dondurma kararının alınacağını bilerek mi hazırladılar bunu? Fiyat dondurma kararı alındığı zaman, komisyondan çıkmıştı bu bütçe ve şimdi de aynen öyle olmaya devam ediyor. Bu bütçenin çeşitli rakamları, kamu kesimi fiyatlarının dondurulması kararından etkilenmesin, bu mümkün olabilir mi?

Değerli arkadaşlarım, bu bütçenin Akaryakıt Vergisi ile ilgili bir bekleyişi var. Altı ay boyunca akaryakıta zam yapmayacaksınız, ne olacak bu bekleyiş? Ortaya çıkacak açık nereden karşılanacak? Bu nasıl bir istikrar programı?

Değerli arkadaşlarım, önce, bu fiyat dondurma ne demek, onu bir konuşmamız lazım. 1998’e yönelik olarak, bu Hükümetin, bir istikrar politikası izleyeceği iddiasının dayanağı olarak ortaya çıkan bir bu bütçe vardır, bir de fiyat dondurma kararı; başka hiçbir şey yoktur. Ne bu bütçe, Türkiye’de bir ekonomik istikrarın güvencesidir, ne de fiyat dondurma kararı bir istikrar politikasının anlamlı bir parçasıdır; böyle bir şey akla hayale gelemez. Fiyat dondurmayla enflasyon indireceğiz; ne kadar kolaymış bu iş! Niçin başından beri fiyatları dondurmadınız; o, yüksek fiyat artışlarını, zam üstüne zamları o dönemde yaptınız. 6 ay boyunca fiyat dondurulacakmış. Niye 6 ay boyunca donduruyorsunuz? Eliniz değmişken bütün 1 yıl donduruverin, eliniz değmişken 3 yıl donduruverin. 6 ay boyunca fiyatları donduracaksınız!..

Değerli arkadaşlarım, bakın, enflasyonla mücadele etmiş bunca ülke var; dünyada, enflasyonla mücadeleyi, sadece fiyat dondurma yöntemiyle başarıya ulaştırmış bir tane örnek yok. Fiyat dondurmak için, önce kamu açıklarını sıfırlarsınız, arkasından ekonominin bütün faktör fiyatlarını sabitlemeye yönelik bir kolektif gayretin içerisine girersiniz, faizi, dövizi çıpalarsınız, açıkları da ortadan kaldırırsınız, ondan sonra bir anlamı olur. Şimdi böyle bir yaklaşım var mı? Hayır. Faizler serbest, döviz serbest, altı ay boyunca, dövizle, akaryakıt girişi, kamu mal ve hizmetlerinin maliyeti artacak; ama, fiyatları sabit kalacak, ne güzel!..

Değerli arkadaşlarım, bunu, sosyal demokrat bir parti olarak biz söyleseydik kıyamet kopardı, yer yerinden oynardı. Şu talihin cilvesine bakınız ki, bu politikayı, fiyat dondurma politikasını, liberal ekonomi anlayışının bayraktarı olmakla övünen bir siyasî parti ve yine şu hüzne bakınız ki, yanında Demokratik Sol Parti olarak uygulamaya kalkıyor. (CHP ve DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, artık, bunların modası geçti, bunlar bitti, bunlar kandırmaca, bunlar oyalamaca, bunlardan bir şey çıkmaz, bunlarla bir yere varılmaz; Türkiye, ciddî bir noktada. Bataklıkla mücadele edeceksiniz, borç sarmalıyla mücadele edeceksiniz. Siz, kamu mallarının fiyatlarını dondurunca ne olacak, kamu açıkları duracak mı? Kamu açıkları daha da artacak. Kamu açıklarını nasıl karşılayacaksınız? Enflasyonun temel nedeni, ocağın altındaki benzin, ateş, o açıktan gelmiyor mu? Kamu açıklarını arttırmaya yönelik ucuzcu yaklaşımlarla enflasyonu yönlendirmek mümkün mü, olabilir mi? Bunun götüreceği sonuç ne; bunun götüreceği sonuçlardan biri şu: Kamu kesimi, hammadde ve ara mal üretiyor; onların fiyatı donacak, o fiyatlarla sanayie, özel kesime intikal ettirilecek; ama, orada fiyat dondurması olmayacak; peki, aradaki rant ne olacak?

Değerli arkadaşlarım, bunlar yanlış yaklaşımlardır; bakın, bu yanlış yaklaşımlar, birdenbire Türkiye’yi sarsmaya başlamıştır. Türkiye’nin malî dengeleri çok ciddî şekilde tahrip olmaktadır. Çok kaygı verici gelişmelerin eşiğinde olduğumuza dair, durumu dikkatli izleyen çevrelerin değerlendirmeleri vardır. Yani, Merkez Bankasındaki dolarlara güvenerek, biz bu işi atlatırız deniliyor ise, yanlış söyleniliyor. Merkez Bankası, bir ayın içinde 2 milyar dolarlık döviz sattı; İMKB’den 350 milyon dolarlık çıkış oldu...

Değerli arkadaşlarım, istikrar politikası, önce, istikrarlı bir ekonomi politikasına sahip olan bir hükümet gerektirir. Ne istediğini bilen, ne yapacağını bilen bir hükümet gerektirir. İşbaşında kalacak mıyım, kalmayacak mıyım, erken seçim mi yapacağım, yoksa çözüm mü yapacağım kararını henüz alamamış bir hükümetin eliyle istikrar politikasının uygulanması mümkün değildir.

Bakınız, Hazine Müsteşarı niçin istifa ediyor? Niçin istifa ediyor; bunun bir anlamı yok mu? Bu, bir bürokrat alınganlığı diye geçiştirilecek bir konu değildir. Bu Hükümetin, enflasyonla mücadele konusundaki kararlılığıyla ilgili çok ciddî tereddütlerin hüküm haline gelmeye başlamış olmasının sonucudur ve buradan alınması gereken çok ciddî dersler vardır.

Değerli arkadaşlarım, ekonomi tablosu ağır; Hükümetin bu konuya yaklaşımı güven vermiyor; bu sorunların, bu Hükümetin yaklaşımıyla çözüleceği umudu ne yazık ki yok. Türkiye’nin bir krize tahammülü yok. Türkiye’nin bir bunalımla karşılaşmasına kimsenin gönlü razı olmaz. Ortada bir hükümet var, bu hükümet, bir an önce, sorumluluğunun gereğini yerine getirme kararını almalıdır. Korkarak, ürkerek, acaba bu tedbirleri alırsam, bu tedbirler bana bir siyasî bedel ödettirir mi diye tereddüde kapılarak Türkiye’nin sorununu çözmek imkânı yoktur.

Bakınız, bu Hükümet kurulurken, biz, bu Hükümete bir seçim hükümeti olmasını önermiştik. O zaman, şiddetle karşı çıkılmıştı. 1997 sonuna kadar seçim yababiliriz diyorduk; “hayır, nereden çıktı bu” denildi. Şimdi, şu geldiğimiz noktaya bakın, Parlamento biraz fırsat verse, hemen seçime gitmeye hazır bir manzara. Böyle bir manzara sergileyen bir hükümetin, Türkiye’nin temel sorunlarına çözüm getirmesi imkânı var mı? Nereden nereye gelinmiş! Bu, üzüntü verici bir tespittir. Bunu yapmak zorunda hissediyorum kendimi.

Türkiye, enflasyonla mücadele etmelidir; mücadele edecek bir hükümet, işbaşında olup olmadığına karar vermelidir; eğer değilse, kimseyi de aldatmamalıdır; enflasyonla mücadelenin altından kalkamayacağım demelidir, havlu attığını ilan etmelidir; Türkiye de bunu görmelidir. Eğer bunun gereğini yapabilecekse, hiç gecikmeden, bu doğrultuda adımlarını atmaya başlamalıdır; vergi tasarısından ödünler vererek, bu konuda tutarsız yaklaşımlar sergileyerek, bir sonuç almak imkânı, ne yazık ki yoktur.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin önemli dışpolitika sorunları da var. Bu konularda da birkaç cümleyle düşüncelerimi ifade etmek istiyorum. Bir süre önce, Lüksemburg’ta, Avrupa Birliği tarafından alınan karar, Türkiye için tam bir hayal kırıklığı yaratmıştır. Bu karar, hiç kuşku yok, haksız bir karardır. Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişki kurmasına, Avrupa Birliği içerisinde yer almasına engel teşkil edecek, haklı, kalıcı, uzun dönemli bir tespitin yapılması mümkün değildir. Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkilerinde, hiç kuşkusuz, bizim açımızdan çözülmesi gereken sorunlar vardır; ama, bugün geldiğimiz noktaya bu nedenlerle ulaştığımızı düşünemeyiz.

Ne yazık ki, Avrupa Birliği, Türkiye ile ilişkilerinde, çok büyük ölçüde, Avrupa Birliği üyesi bir ülkenin etkileri ve telkinleri altına girerek, Türkiye ile Avrupa Birliği arasında sağlıklı bir ilişki geliştirme şansını çok büyük ölçüde tahrip etmiştir. Lüksemburg kararıyla, bu, bir kez daha ortaya çıkmıştır. Bu tespiti yapmaktan çok büyük bir üzüntü duyuyorum. Türkiye, hiç kuşku yok, pek çok açıdan önemli atılımları gerçekleştirmek durumundadır. Demokratik rejimimizde, bizi de sarsan, üzen olumsuzluklar vardır. Bu olumsuzlukların bir an önce üstesinden gelmek Türkiye’nin sorumluluğudur. Bütün bunları biliyoruz; ama, Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkisinde ortaya çıkan krizin, Türkiye’ye özgü sorunlardan kaynaklandığını kabul etmek, gerçekten çok güçtür. O nedenle, içinde bulunduğumuz noktayı anlıyorum, ülkemizin içine sürüklendiği hayal kırıklığını anlıyorum; fakat, Türkiye’nin uzun vadeli geleceği ve sürekli ulusal yararları göz önünde tutularak, bir sağlam politika etrafında yeni bir arayışa girilmesinin zorunlu olduğunu düşünüyorum.

Türkiye’nin dünyadaki yeri tartışma götürmez bir biçimde bellidir; çağdaş uygarlığın bir parçası olacağız. Çağdaş uygarlığı, Türkiye, siyasetiyle, ekonomisiyle, kültürüyle, değerleriyle paylaşmaya devam edecektir. Türkiye, bu arayışını, kendi millî benliğini, kimliğini, değerlerini, kültürünü, geleneklerini koruyarak ve geliştirerek sürdürecektir. Bu konularda hiçbirimizin tereddüdü yoktur; ama, bilinmesi gereken bir temel nokta şudur ki; Türkiye’nin bu tarihi yönelişini, şu hükümetin, bu hükümetin, şu siyasî kadronun bu siyasî kadronun engellemesi, önünü kesmesi mümkün değildir. Türkiye’nin, Avrupa Birliğinde ortaya çıkan siyasî kadroların şu anda kendisini gösteren değerlendirmeleri doğrultusunda, onun etkisinde kalarak, ona tepki sergileyerek, tarihî doğrultusunu saptırması söz konusu değildir.

HACI FİLİZ (Kırıkkale) – Başbakan nerede?

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Biz, Türkiye olarak kendi çizgimizi kendi hesabımızla yapıyoruz, koyuyoruz ve o doğrultuda da ısrarla mücadelemizi sürdürüyoruz, sürdürmeliyiz. Bir hayal kırıklığı yaşanmıştır; bu hayal kırıklığını aşmak zorundayız. Bunu aşma doğrultusunda, öyle inanıyorum ki, Avrupa Birliğinin, kendi payına alması gereken, çıkarması gereken ciddî sonuçlar vardır. Böyle bir krizin aşılabilmesi için, sorumluluğun, önemli bir ölçüde Avrupa Birliğine de düştüğü inancımı ifade etmek istiyorum. Bu kriz, elbette aşılacaktır; Türkiye, tarihî doğrultusunda yürümeye devam edecektir. Bu arayışın gerçekleştirilmesine katkı yapma sorumluluğu, Türkiye’de ve Avrupa’da pek çok kişinin omzunda duruyor. Bu dikkat, bu sorumluluk içinde, önümüzdeki dönemi, Türkiye’nin ve bölgemizin çıkarları doğrultusunda yönlendirmek durumundayız.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, bu noktaya gelişimize yol açan dışpolitika teşhislerimizle ilgili olarak da birkaç anlayışımı sizlerle paylaşmak istiyorum. Ne yazık ki, Türkiye’de, siyasî mücadele, çoğu kere, bu dışpolitika tartışmalarının da bir parçası haline dönüştürülüyor. Türkiye’nin sorunlarının, Türkiye’nin sıkıntılarının, şu veya bu siyasî kadrodan kaynaklanan sorunlar, sıkıntılar olduğunu düşünmek kadar yanıltıcı bir şey olamaz. Türkiye, tevarüs ettiği siyasî geçmişin, içinde bulunduğu coğrafyanın, bir parçası olduğu büyük tarihî serüvenin doğal sonucu olarak, pek çok sorun ve sıkıntıyla karşı karşıyadır; Suriye’yle sorunlarımız vardır, İran’la sorunlarımız vardır, Yunanistan’la sorunlarımız vardır. Şunu herkesin çok iyi bilmesini istiyorum ki, Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu bu sorunların hiçbirisi, Türkiye’nin talebiyle ortaya çıkmış değildir; bu sorunları Türkiye oluşturmuş değildir. Bir ülkenin, maruz kaldığı dışpolitika sorunları karşısında, sükûnetle, sabırla, olgunlukla onları taşıyabilmesi büyük önem taşıyor. Sorunlar karşısında tereddüte düşerek ya da sorunları iç siyasî tartışmanın malzemesi halinde birbirimize fatura ederek Türkiye’nin önünü açmak imkânını bulamayız.

Bu sorunlar, Türkiye’nin sorunlarıdır; Türkiye’nin Avrupa Birliğiyle ilişkisi, şu başbakanın bu başbakanın, şu hükümetin bu hükümetin işi değildir; Türkiye’nin meselesidir. Bunun önünde ciddî engeller vardır, ciddî güçlükler vardır. Her kim ki, çıkıp da derse “bu sorunlar şundan bundan kaynaklandı; ben geleceğim, halledeceğim” işte, gelir ve bu manzarayla karşı karşıya kalır. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bu sorunların ciddîyetini görmek lazımdır. Bakınız, 1996 yılı başındaki Sayın Mesut Yılmaz’ın ilk hükümeti sırasında Yunanistan’a büyük bir barış açılımı gerçekleştirildi ve o zaman da zihniyet şuydu: Niye bu kadar çok sorunumuz var? Şunları ortadan kaldıralım. Çekilin, bundan öncekiler yanlış yapmışlar, biz toparlayacağız. Kardak mı; orada da hukukî tezlerimiz zaten pek sağlam gözükmüyor. Bu meseleleri çözeriz yaklaşımı içinde açılımlar yapıldı. Nereye geldik? Girit zirvesi öncesinde neredeyse Türkiye ile Yunanistan karşı karşıya geliyor mu diye bütün dünya soruyordu. Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz konusunda, gümrük birliği konusunda, lüften, şunu artık herkes zihnine yerleştirsin; bunlar Türkiye’nin sorunlarıdır, Türkiye’nin güçlükleridir. Bu güçlükleri, birbirimizi suçlayarak aşma imkânını bulamayız. Birbirimize olan husumetimizden dolayı tavır takınırsak, o sorunlar bir süre sonra sizi de ezmeye başlar.

Değerli arkadaşlarım, umarım bu dersler buradan çıkarılmıştır. Sayın Mesut Yılmaz, Kohl’le görüşmesinde “istediğimizi aldık” diyordu. Keşke almış olsaydı; almak keşke o kadar kolay olsaydı, o kadar kolay olsaydı keşke, keşke almış olsaydı... (RP sıralarından “Nerede, nerede” sesleri) Ama, görüldü ki, böyle bir şey yok. Peki, böyle bir şey yoksa, biz de istemeyecek miyiz; almaktan vaz mı geçeceğiz? Almanın güç olduğunu bilerek bu yola çıktık. Birisi alacak, günün birinde birisi alacak; almak için sürekli mücadeleye, inançlı, dirençli bir çalışmaya ihtiyaç var; bu mücadeleyle bu iş olur. Almayı istiyor muyuz, istemiyor muyuz? Sen alırsan istemiyorum, ben alırsam istiyorum; böyle bir anlayış olur mu? Bu, Türkiye’nin meselesi; bunları çözmemiz lazım. Bunları çözmek için de, konuyu, kendimizi, partimizi aşan boyutlarıyla kavrayıp, o doğrultuda, ciddiyetle sahiplenip götürmemiz lazım.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin dışpolitika sorunları, gene bu siyasî tartışmanın bir malzemesi haline getirilmemelidir. Bir güç dönem yaşıyoruz. Bu güç dönemi aşmak için hepimizin anlayışa, dayanışmaya ihtiyacı var. Duygusallık zamanı değildir, karşılıklı suçlama zamanı değildir. Bir sıkıntıyla karşı karşıyayız. Bu sıkıntıyı aşmak için, yeni, yapıcı, sorumlu yaklaşımlar getirmemize ihtiyaç var.

Türkiye’nin yeri dünyadadır. Bu karardan dolayı Türkiye, tarihini inkâr edecek değildir; bu karardan dolayı Türkiye, yetmiş yıldan beri izlediği siyaseti terk edecek değildir. Bunun önünde engel kim varsa, onu aşmanın mücadelesini sürdüreceğiz. Hangi yabancı başbakan, hangi yabancı hükümetse, onları aşmaya devam edeceğiz. Türkiye bu mücadeleyi sürdürecektir, sürdürmelidir; bunun gereğini yapmaya hazır olmalıyız. Biz de, içeride, duygusallıkla, küskünlükle, meydan okumayla, kendi içimize kapanarak, Türkiye’yi hak ettiği yere taşıyamayacağımızı bilmeliyiz.

Değerli arkadaşlarım, umut ederim, bu değerlendirmeler, içinde bulunduğumuz bu dışpolitika krizi karşısında hatırlatılması gereken gözlemler olarak bir değer, bir anlam taşıyordur.

İşin temeline tekrar dönüyorum. Türkiye’nin sorumlu bir iktidara ihtiyacı var; günübirlik bakmayan, önündeki seçimi değil, Türkiye’nin sorunlarının çözümünü düşünen, iktidarı, bir seçime daha uygun koşullarda gitme imtiyazı olarak değil, Türkiye’nin yüzde 100’e dayanan şu enflasyonunun belini kırmanın bir görev sorumluluğu olarak anlayan bir iktidara ihtiyacı var. (CHP ve DYP sıralarından alkışlar) Şimdi bunun olduğunu söyleyebiliyor muyuz? Yani, Türkiye, yüzde 75-76 düzeylerinde bir enflasyonla bu Hükümet işbaşına getirdi ve bugün geldiğimiz noktada, TEFE yüzde 92 ...

DOĞAN BARAN (Niğde) – Yüzde 95...

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Yüzde 92 TEFE...

DEVLET BAKANI IŞIN ÇELEBİ (İzmir) – Elimdeki rakamlara göre hayır...

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Gelirsin, burada söylersin Sayın Bakan.

Yüzde 92 Türkiye’nin resmî toptan eşya fiyatları endeksi. TÜFE’yi söylemiyorum, 95... Yüzde 92, yıl sonu itibariyle Türkiye’nin enflasyon oranı...

DEVLET BAKANI IŞIN ÇELEBİ (İzmir) – Hayır, değil...

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Yüzde 75’ten devralmışsınız, buraya getirmişsiniz; borçlanma artmış, gelir dağılımı çarpıklaşmış, Türkiye’nin ekonomik sorunları daha yüksek bir düzeye çıkmış. 78 milyar dolar dışborç almışsınız, teslim etmişsiniz Refahyola; 80 milyar dolar dışborç teslim almışsınız, şimdi, 83 milyar dolar...

Değerli arkadaşlarım, bütün bunları, gidişin, bundan önceki hükümetlerden farklı olmadığını göstermek için söylüyorum, özel bir suçlama yapmak için söylemiyorum; Türkiye’nin sorunlarının çözümü istikametine girmedik, onu anlatmak için söylüyorum; bu, böyle devam ederse, bu istikamette, daha da olumsuz işaretler ortaya çıkacak, onun için söylüyorum. Bunun gereğini yerine getirmeliyiz.

İktidar olmak, bu sorumluluğu üstlenmek demektir. Hem iktidar olurum hem bunu yapmam... İşte, buna hakkınız yoktur; iktidarsanız bunu yapacaksınız.

BAYAR ÖKTEN (Şırnak) – Sen ne yapacaksın?

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bunu yapmaktan kimsenin kaçmaya hakkı yoktur. E, ben yaparım, yapıyor gibi gözükürüm; günün birinde ortalık karışır, işte, içsiyasette de bazı gelişmeler ortaya çıkar, Anayasa Mahkemesinden bir karar çıkar, belki Meclisten bir başka karar çıkar, ben de elimi sıcak sudan soğuk suya sokmam, daha elverişli koşullarla seçime giderim hesabıyla, Türkiye’ye hizmet edilmez; bunu anlatmak benim görevimdir, bunu ilan etmek benim görevimdir ve ben, onu yapıyorum. (CHP, RP ve DYP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bakınız, Sayın Başbakan bu tablo karşısında ne diyor...

NEVFEL ŞAHİN (Çanakkale) – Başbakan nerede?..

DENİZ BAYKAL (Devamla) – “Eğer, enflasyonla mücadeleyi başaramazsak, darbe gelir.” (RP ve DYP sıralarından gürültüler)

Değerli arkadaşlarım, enflasyonla mücadele kimin işi; Başbakanın işi. Darbeyi önlemek kimin işi; Başbakanın işi.

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Yok... Böyle bir şey yok.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Yoksa memnun olurum.

REFİK ARAS (İstanbul) – Yok... Öyle bir ifade yok Sayın Baykal.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Ama, böyle bir açıklama duymadık; yani, basında bu yer aldı. Bunun olmadığını duymaktan büyük memnuniyet duyuyorum, çok teşekkür ediyorum.

Demek ki, enflasyonla mücadeleyi başarıya ulaştıramazsanız darbe gelmeyecek. Bu bir teselli olmamalıdır; enflasyonla mücadeleyi, siz, yine de başarıya ulaştırmaya çalışın. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de, enflasyonla mücadele konusunda, bu Hükümetin hiçbir tercihi yok demiyorum. Bir tercihi var; var da, o tercih, Türkiye’nin sorunlarını artırıyor. Yani, memura ücret verirken enflasyonla mücadele anlayışı var; çiftçiye destekleme politikası koyarken enflasyonla mücadele anlayışı var; işçiye ücret artışı getirirken bu var; emekliye ücret artışı getirirken bu var; ama, Türkiye’de, menkul kıymet kazanç sahiplerinden vergi almaya sıra geldiği zaman, o yok; varsa görelim, getirin yapalım! Getirin yapalım! En büyük desteği, biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak vereceğiz. (CHP sıralarından alkışlar) Çünkü, biliyoruz ki, Türkiye’nin böyle bir desteğe ihtiyacı var; bu vergiye ihtiyacı var. Bu vergi, Amerika’da var, bu vergi Avrupa’da var, bu vergi OECD’de var; neden korkuyoruz?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Baykal, size de toparlamanız için süre vereceğim.

Buyurun Sayın Baykal; toparlayın lütfen.

DENİZ BAYKAL (Devamla) – Teşekkür ederim, toparlıyorum Sayın Başkan.

Bu bütçede ve Hükümetin genel ekonomi politikasında, enflasyonla mücadelenin faturasını, orta halli, dargelirli, geniş halk kesimlerine çıkarma anlayışı var; ama, bu, ne yazık ki, enflasyonla mücadeleyi başarıya ulaştırmaya yetmiyor; yetmez, yetmesi de mümkün değil. Bugüne kadar, hep o politika izlendi; o politikayla bir yere varılamadı, yine varılamaz; keşke varılsa... Varılamaz; sadece halka çektirdiğinizle kalırsınız, sadece halka yüklediğiniz yükle kalırsınız, bir sonuç alamazsınız. Türkiye’de, enflasyon, sadece halka yük yükleyerek denetim altına alınamaz; bu gerçek ortaya çıkmıştır. Dişli ve güçlü olan çevrelere de uzanmak zorundasınız; onlara uzanacak güç bizde yok diyorsanız, enflasyonla mücadeleyi başarıya ulaştıramazsınız. (CHP sıralarından alkışlar) Olay bu; olayın güçlüğü de buradan kaynaklanıyor. Zaten, bugüne kadar, sağ iktidarların bu konuda başarılı olamamasının altında yatan temel anayış budur. Sağ, o nedenle, enflasyon lobisine daima teslim olmuştur; ona boyun eğmiştir, onunla mücadele edememiştir. Şimdi, üzüntüyle, bu Hükümetin de, bu gerçeği bir kez daha ortaya koyduğuna tanık oluyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin, sorunlarını, demokrasi içinde, Parlamentoda tartışarak ve halkın kararıyla çözeceğinden, hiç kimsenin kuşku duymaya hakkı yoktur. Biz, Türkiye’de, demokrasinin en ileri ölçülerde gerçekleştirilmesinin mücadelesini veriyoruz. Bakınız, Refahyol Hükümeti zamanında, Türkiye’ye gelen yabancı devlet adamlarının, sık sık, Türkiye’deki askerî yetkililerle de temas kurmasından, o zamanlar nasıl rahatsızlık duyduğumuzu ve bu kürsüde de, bu gerçeğin, nasıl çok sık dile getirildiğini anımsıyoruz.

Aradan bunca zaman geçti, bugün geldiğimiz noktada, Türkiye’ye gelen yabancı devlet adamları, siyasetçiler, acaba, hükümet yetkilileriyle görüştükten sonra, Türkiye tablosunun tam fotoğrafını çekmiş olmanın huzuru içinde ayrılıyorlar mı; yoksa, yine, gidip, Türkiye’deki askerî yetkililerle istişare etmek, onları dinlemek ihtiyacını hissediyorlar mı?!

Böyle bir tablodan alınması gereken ders vardır. Türkiye, demokratik rejimini, hiç kuşku duymuyorum geliştirecektir; hiç kuşku duymuyorum, Türkiye, demokratik rejim içinde, Anayasasının öngördüğü, laik, demokratik bir cumhuriyet olarak yaşamaya devam edecektir. (CHP ve ANAP sıralarından alkışlar) Ne demokrasiden vazgeçeceğiz ne de laiklikten vazgeçeceğiz. (CHP sıralarından alkışlar)

Laikliğe karşı, gizli bir yeraltı mücadelesini verme hesabı içinde, demokrasi kalkanının arkasında siyaset yapmaya kalkanlar çok iyi bilsinler ki, laiklikle demokrasi arasında, birbirinden ayrılmaz bir bütünlük vardır. Laiklik demokrasinin güvencesidir, demokrasi laikliğin güvencesidir. Türkiye, laik ve demokratik bir cumhuriyet olarak, inanıyorum, bu sorunları da aşacaktır.

Bu duygu ve ve düşünceler içinde, bu bütçenin, ulusumuza, milletimize hayırlı olmasını diliyor, hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. (CHP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Baykal.

Şimdi, söz sırası, Doğru Yol Partisi Grubu adına Genel Başkan Sayın Çiller’de.

Buyurun Sayın Çiller. (DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

DYP GRUBU ADINA TANSU ÇİLLER (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şahsım ve Doğru Yol Partisi adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

Yine, bugün, bizleri, televizyonlarından izleyen saygıdeğer vatandaşlarıma saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

Bütçeler, ülkenin, bir yıl açısından tayin edici dokümanları olsa da, bütçe görüşmeleri, bizim Parlamento geleneğimizde hep bir millî muhasebe süreci olarak algılanmıştır; ben de, bugün, bu geleneğe uyacağım.

Bugün, temsilcileri tarafından da farklı olduğu itiraf edilen bir hükümet oluşumu ile karşı karşıyayız. Bu farklılık nereden geliyor; hepimizi teker teker buraya gönderen irade ile bu Hükümeti kurduran ve kuran iradenin farklı oluşundan geliyor. (DYP ve RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Şayet, Yüce Meclisin üyeleri, bizde zaman zaman böyle şeyler olur, akıllı siyasetçi susar, ancak gereği geldiği zaman konuşur diyorsak, o zaman şunu bilmemiz gerekir ki, siyaset adına, Türkiye’yi, adım adım çağdaş dünyadan koparırız.

Tarihe karşı sorumluluğumuz var; Türk siyasetçisi, bu sorumluluğun gereğini elli yıldır ertelemektedir. Geçtiğimiz yasama yılı, Türk siyasî tarihine bir kara ve ara dönem olarak girmiştir; demokratik hayatımız açısından utanç verici hadiseler yaşanmıştır. (DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Geçtiğimiz yasama yılında Parlamento, millî iradeyi temsil ve millî iradeye sadakat noktasında iyi bir sınav vermemiştir. Kendisine yöneltilen korkutma, yıldırma, tehdit, şantaj ve menfaat temini gibi baskılara karşı direnmemiş, direnememiş, antidemokratik oluşumların siyasete egemen olmasına, siyasette belirleyici olmasına seyirci kalınmış, hatta, çanak tutulmuştur. Şayet, bu süreci yalnız ve sadece bir partiye iktidar kaybettiren ve bir başka partiyi iktidara taşıyan bir olgu olarak değerlendiriyorsak, o zaman hemen şunu söyleme gereği olur: İsteseydik, biz, bugün, bu iktidarda olabilirdik; ancak, millî iradenin üstünlüğünün olmadığı, bunun çarpıtıldığı bir yerde olmayız dedik, elimizin tersiyle ittik. (DYP ve RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Bugün bu millî muhasebe gününde, içinde ve karşısında olduğumuz hadiseleri, hakikat terazisinde tartmak durumundayız. Toplum ve devlet hayatımıza ilişkin temel kabullerimizi ve bu kabullerin dayanağını yeniden tarif ve inşa etmek zorundayız.

Üzülerek yaşadık ve gürdük ki, seçilmiş kimi siyasetçiler, demokrasiyi şekli bir tercih olarak algılayabiliyorlar; belli şartlar altında veya günübirlik çıkarları öyle gerektirdiğinde, bu temel tercihten vazgeçmeyi düşünebiliyorlar; bu temel tercihten vazgeçmek şartıyla siyasî bir avantaj elde etmeyi içlerine sindirebiliyorlar; halkın Parlamentoya ve Parlamento aritmetiğine yansıyan üstün iradesiyle uzlaşmak yerine, bu iradeyi bozmaya, çarpıtmaya ve değiştirmeye yönelik bir başka irade ile uzlaşabiliyorlar; ona üstünlük tanıyabiliyorlar; onun belirlediği alanda ve onun belirlediği kadarıyla siyaset yapmayı kabullenebiliyorlar.

Üzülerek ifade edeyim ki, demokrasinin savunmasız kaldığı nokta, işte bu noktadır. Yine, demokrasimiz aynı noktadan vurulmuştur ve buradan mağlup edilmiştir. Bir başbakan çıktı ve “Benim hükümetimin kuruluşunda ilk kıvılcımı askerler yaktı” diyebildi. (DYP sıralarından alkışlar) Atanmış da olsa bir başbakan, kendi partisinin de karşı çıktığı bir tasarıyı savunurken “Benim de içime sinmedi; ama, bunu çıkarmazsak iktidarda kalamayız” diyebildi. Her türlü iddia ve sorumluluktan kendisini soyutlamış hükümet olgusu işte budur. Sistemin taşlarıyla herkesin keyfine göre oynayabileceğini bir kere kabul ederseniz, kaplan sırtına binmiş adama dönersiniz. Adamı işte böyle, “ben iradesizim” diye bağırtırlar. (DYP ve RP sıralarından “Bravo” sesleri alkışlar) Bizi asıl üzen ve asıl endişeye sevk eden husus, Türkiye’nin kaderinin böyle bir iradesizliğe teslim edilişidir.

Bunları birileriyle polemiğe girmek için söylemiyorum; işaret etmek istediğim şey, ne kadar düşük düzeyde bir demokrasi kültürüne sahip olduğumuzdur. Bazı siyasetçilerimiz, insanlık idealinin ulaştığı temel ilkeleri ve evrensel bir rejimi, şark çıkarcılığıyla algılıyor ve şark kurnazlığıyla uygulayabiliyor. Demokratik rejim, en ölümcül darbeyi, kendi temsilcilerinin samimiyetsizliğinden alıyor. Uzun tecrübelerden sonra, saray entrikalarının sadece boyutlarının değiştiğini söyleyebiliyoruz.

Sonuç olarak, bu Hükümet, dayatmalarla, demokrasidışı baskılar sonucu kurdurulmuştur; kurdurulmuş bir partinin, kurdurulmuş bir iktidarıdır. (DYP sıralarından alkışlar) Bu, ararejim hükümetidir, bir atanmış hükümettir.

REFİK ARAS (İstanbul) – Ararejim değil, normal hükümet...

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Başka ara dönemlerden farklı olarak, ilk kez, seçilmiş bir siyasetçi, bu atanmış Başbakanlığı içine sindirebilmiştir. İçinde millî irade yoktur, çarpıtılmıştır. Kısaca, bu Hükümetin temelinde, açık biçimde, meşruiyet eksikliği vardır ve bu bütçe, bir aradönem bütçesidir, ararejim bütçesidir.

Bu Hükümet, şu geçen altı ayda da görüldüğü gibi, halka karşı kurulmuş bir Hükümettir; bütün icraatları halka karşıdır, bütün yaptıkları halkın tercihlerinin, değerlerinin ve çıkarlarının aksi istikametindedir; şimdi, işte, bunlara bakacağız.

“Halka karşı icraat” dedim; “halka karşı icraat” derken, toplumun çok geniş kitlelerini kastettim. Bu geniş kitlelerin bugünkü durumuna bakmakta yarar görüyorum.

Bu İktidar, geldiğinde, ilk işi geniş bir memur kıyımı yapmak olmuştur. Bu geniş memur kıyımının 7 500’ü aşan sadece 4 ay içerisindeki görevden alınmışların yerine, bunların aslında büyük bir kısmını kararnamesiz getirdikten sonra millet görmüştür ki, onca zaman “temiz toplum temiz idare” diyenlerin, temiz idareden kastettikleri, o memurların yerine, onların makamlarına kendi yarenlerini, kendi dostlarını, kendi akrabalarını, kendi bacanaklarını getirmektir. (DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar, RP sıralarından alkışlar) Yine hemen arkasından, toplum açıkça görmüştür ki, temiz toplumun da anlamı, sadece bu değil, o idarenin kendi yandaşlarına diyet ödemesidir. Şimdi, bunlara teker teker gireceğiz.

İşçilerin... Aşağı yukarı 508 bin işçinin 1997 yılının ilk 6 ayında 156 toplusözleşmeyi geride bıraktığını biliyoruz. Güle oynaya, çıt çıkmadan toplusözleşmeler imzalandı, ilk 6 ayda yüzde 84 verildi, ikinci yarı için de eşel mobil sistemi ilan edildi; yani, işçilerimizin yüzde 50 oranında reel ücret artışı kabul edildi. Bu İktidar geldi, halka karşı icraatını uyguladı. Bu Hükümet, halkı ezdi; işçi kesimini, enflasyonu yüzde 100’e çıkardıktan sonra sadece yüzde 30 bir maaş artışına mahkûm etti ve arkasından, emekliler, toplumun bütün kesimleri bu İktidarın icraatı karşısında ezildi. Bağ-Kur emeklileri, 1996-1997 Temmuz arasında yüzde 170 bir artışla karşı karşıya kalmışlardı; çok ezilmiş bir kesimdir. SSK emeklileri, keza, bir yıl içerisinde yüzde 100 ortalamaya yaklaşan bir artış almışlardı. Yine, memur emeklileri, keza, bir yıllık yüzde 130’luk artıştan sonra, yüzde 30 iyileştirmeyle karşı karşıya kalmışlardı. Bu İktidar, emekliyi açıkça sildi. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

Esnafa bakıyorum, 10 yıllık bir ANAP icraatında, esnafın almış olduğu krediler, cumhuriyet tarihinde 1993’e kadar 2,5 trilyon liraydı, sadece 2,5 trilyon lira; Anavatan İktidarının geleneksel çizgisinin hemen hortladığını görüyoruz. O 2,5 trilyon lirayı, 1993’te aldık, 1996’da -2,5 yıl gibi kısa bir sürede- 80 trilyon liraya çıkardık; 150 trilyon liralık bir hedefi ortaya koyduk. Gelindi ve ilk iş, esnafın faizlerini yükseltmek oldu, krediler olduğu yerde sayar bırakıldı ve esnaf, bugün siftah edemiyor; o faiz yükseltmelerini de, milletin tepkisiyle geri almak zorunda kaldı.

Devam ediyorum: KOBİ’ler, Anadolu sermayesi, en önemli hedefimizdi. Bunlara “gümrük birliğinde çöker” dediler, “gümrük birliğinde yok olur” dediler; ama, KOBİ’leri, Anadolu sermayesini, Anadolu aslanlarını şaha kaldıran bir yaklaşım çökertilmiştir. Bugün, KOBİ’lerin adı yoktur; ama, bugün, seçim yapalım mı yapmayalım mı diye dahi lobilere gidip danışılmaktadır; işin özü budur. (DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar; RP sıralarından alkışlar)

O KOBİ’lerin, sadece 5 trilyonluk bir imkâna kavuşması değil, ona kavuşturduktan sonra, bir evvelki iktidar, 40 trilyonu, bütçeye yük olmadan, bütün dünyayı gezerek, 250 milyon markı da Avrupa finans piyasalarından bulup, getirerek, 40 trilyon lira olarak altı ayda bıraktı; hedef 100 trilyondu. Bıraktığımız yerde, bıraktığımızın dahi dağıtılamadağı bir ezici yükün, esnafın sırtında ve KOBİ’lerin sırtında olduğunu üzülerek görüyoruz.

Biz, gençlere ve kadınlara iş kurma imkânları hazırlamak istedik ve 10 trilyon lirayla başladık. Onların dağıtımını dahi beceremeyen bir iktidar, bugün, Türk Halkının bütün kesimlerini ezdiği gibi, bu grupları da, kadın ve genç girişimcileri de ezmektedir.

Çiftçilere bakıyorum; çiftçileri yok sayan, âdeta, “bu millet olmasa, biz bu ülkeyi daha iyi idare ederiz” anlayışını sergileyen bu anlayışı sergilemek ve rakamlarıyla önünüze koymak istiyorum. Kredilerini, faizlerini öylesine yükselttiniz ki, âdeta, artık, çiftçi, Ziraat Bankasından içeri giremez oldu; yüzde 40’lardan, işletme faizlerini, yüzde 90’lara çıkardınız. Tarımsal sulama, yüzde 90 faizdir bugün. Gidin Ziraat Bankasına bakın, bu faizle, nasıl, çiftçi, Ziraat Bankasının içine girecek, nasıl o faizi alacak, kullanacak?!. Bugün, Türk Halkının ve milletin yüzde 35-40’ı, açıkça, ziraî kesimden kendi geçimini karşılamaktadır. Dahası var; varoşlara göç edenler, halen ziraî kesimden kopmuş değillerdir. Bunları Ziraat Bankasından içeri giremez hale getirdiniz!.. Yetmedi, gübreyi öylesine bir yükselttiniz ki, gelecek sene tarım ürününden endişemiz var, çiftçinin endişesi var, milletin endişesi var. DAP gübre, açıkça, 34 bin liradan 62 bin liraya, 20-20-20 kompoze gübre, yüzde 70’lik bir artışla, hatta 71’lik bir artışla, aşağı yukarı, 48 bin liraya çıkmıştır.

Şimdi, bunun anlamı nedir söyleyeyim: Eğer, bir ziraî kesimde çalışan herhangi birisi, mazotu veyahut da gübreyi krediyle alma durumunda ise -ki, gübre için kredi alacaktır- bunun anlamı, bir yıllık bazda yüzde 220 artırdınız. Yetmedi, bu gübrenin dışında, mazotu almak için yüzde 220 artırdınız. Eğer, bir traktörü almaya kalkışıyorsa, yüzde 170 faiziyle artırdınız. Bu ülkenin yüzde 35-40’ını yok farz ettiniz, ezdiniz ve bu ülkenin sosyal adalet kavramını tehdit edilir hale getirdiniz. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

Daha üretim tarlada iken, daha üretici, bizim verdiğimiz parayı cebine almadan zam üstüne zam yaptınız. Cumhuriyet tarihinin en büyük zamlarını istikrar programı diye ilan ettiniz. Temmuz ve ağustos aylarındaki zamlar, cumhuriyet tarihinin en olmayan zamları idi. Milletin cebine koyduğumuzu, memurun, emeklinin, çiftçinin, esnafın cebine koyduğumuzu, daha cebine almadan, cebine koyamadan erittiniz.

Bakın, petrol fiyatları ne oldu, dünyada petrol fiyatlarında bir artış mı var veya acaba Petrol Ofisinin açığı var da oraya mı veriyorsunuz?! Bugün açıkça görülüyor ki, normal benzinin fiyatı yüzde 78 artarak 166 bin liraya çıktı, mazotun fiyatı yüzde 56 artarak 113 bin liraya çıktı, gazyağının fiyatı yüzde 57 artarak yükseldi, 123 bin liraya çıktı.

Bugün aileler ezilmiştir. Dargelirli, kendi evladına kahvaltı yaptıramaz haldedir. Çaydan şekere, ete kadar, etin fiyatını yüzde 150, tuzun fiyatını yüzde 200 yükselttiniz.

Peki, bütün bunları yaptınız, ne için yaptınız; sonunda, acaba, bir istikrar bulundu mu; bu kadar bedel ödettiniz, bu kadar zulüm oldu; peki, karşılığında bu ülkenin ekonomisine ne kattınız; şimdi, buna bakmak gereği var.

Bir iktisadî yönetim, Bremen mızıkacılarının konserine benziyor. (DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Her gün bir başka şey... “Özelleştirme yapacağız...” , “Hayır, askıya aldık...” , “Bir yıllık istikrar...” , “Hayır, bunu bütçeyi verdikten sonra...” Bütçe verilmiş. “Acaba, bir yıllık istikrar programı mı, üç yıllık mı?!.” , “Acaba, yüzde 10’a mı indirsek, yoksa acaba yüzde 50’ye mi indirsek -bütçe içeri verilmiş- yüzde 10’a mı indirsek, yüzde 50’ye mi indirsek?!.” ; “IMF’ye gideceğiz... IMF’ye gideceğiz...” Kohl’e gittiler, Avrupa Birliğini yoluna koydular; şimdi, Clinton’a gidecekler, ekonomiyi yoluna koyacaklar (!) (DYP sıralarından alkışlar) Açık bu... Onun için, üzülmeye gerek yok. “Acaba, 40 milyar dolar mı alsak, yoksa 15 milyar dolar mı alsak?!.” İşte, istikrar paketinin ana başlıkları.

Şimdi, özelleştirme dediniz; ilk altı ayın üçte birini yapamadınız, üçte birini yapamadınız. İçborçları artırdınız; geldiniz, faizleri ilan ettiniz; katrilyonları milletin cebinden aldınız, katrilyonları milletin cebinden aldınız... Faizi eğer ilan ederseniz, olacağı elbette o olur. Yetmedi, döviz rezervleri yükseldi; aman, dedik sıcak para; Endonezya, Malezya... Bakın, bunları sokmayın; faize, dövizin fiyatına ve fiyatlara bakın; bu dengeyi bozarsanız, sıcak para gelir. Sıcak para geldi; daha sonra, o sıcak parayı, artırdığınız harcamalarınızı yeniden geriye çekmek için, Merkez Bankası parasını geriye çekmek için kullandınız. Bunun istikrarla en ufak bir ilişkisi var mı; soruyorum?

Size bırakılmış olan faizdışı bütçe açığı fazlasını, istikrarın en önemli değişkeni olan bu unsuru, yüzde 2,7 artıyla bıraktığımızı eksi hale getirdiniz; yani, faizdışı bütün harcamalarınızı artırdınız. Peki, bunlar nereye gidiyor? Faiz dışı artırmalar, harcamalar nereye gidiyor? Bu esnafa mı gidiyor, çiftçiye mi gidiyor, bu, dargelirlinin cebine mi gidiyor? Bunun gittiği yeri söyleyeyim.. Diyet ödediniz... Diyet ödediniz.. Ödemeye devam ediyorsunuz, devam ediyorsunuz ödemeye... (DYP ve RP sıralarından alkışlar) .

Şimdi, hepsine, teker teker belgeleriyle gireceğim, belgeleriyle gireceğim. Biz, iftira siyasetinde değiliz; ya mahkeme kararı ya Danıştay kararı veyahut da elimizdeki noter belgesiyle konuşuyoruz.

Şimdi devam ediyorum, devam ediyorum, siz, siz “bütçe” dediniz. Bu bütçenin, istikrarla açık bir biçimde ilgisi olmadığı herkesin gözü önündedir. Enflasyonu yüzde 70’te aldınız, 77’de aldınız, yüzde 96’ya çıkardınız, yüzde 100’ e dayattınız.

A. ZİYA AKTAŞ (İstanbul) – Yüzde 150’ye siz getirdiniz.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Şimdi, bütün varsayımları çökmüş bir bütçe; bir kere, bir ararejim bütçesi -hadi bırakın onu- teknik olarak çürümüş bir bütçe; verdikten sonra, üç yıl mı bir yıl mı diye, daha kendinizin karar veremediği bir bütçe ve bunlarla çıktınız, şu enflasyonun rakamlarının tutmadığı, bütçe tasarısının hesaplarının yapıldığı, bütün rakamların iflas ettiği, döviz kurunun iflas ettiği, yıl sonu ve yıl ortalaması fiyat endeksinin iflas ettiği ve bunlarla hesaplanan bütçeyi milletin önüne koyuyorsunuz, buna da “istikrar programı” diyorsunuz... Hesaplar çökmüş... “Donduracağız” diyorsunuz, “petrolü donduracağız” diyorsunuz, en az 250 milyon dolar, ilk altı ay içerisinde, bütçenin içinde karşılığı olması gerekir. Nerede o para, soruyorum nerede o para? O para yok... “KİT’leri donduracağız” diyorsunuz, onunla ilgili sübvansiyonun karşılığı nerede? Bunların hiçbir tanesinin gerçekle ilgisi olmadığı açık. Onun için, bütçeye, geçiniz diyorum, böyle bütçe de olmaz, böyle teknisyenlik de olmaz, böyle bir hedefin, bütçe açığının özellikle faiz dışı boyutunun eksilere indirildiği bir istikrar kavramı da olmaz.

Şimdi, diyebilirsiniz ki, güzel de, bütün bunları söylüyorsunuz; ama Türkiye’de enflasyonu indirmek mümkün mü? Bunu diyorsunuz da; ama “bize öyle bir ekonomi bıraktınız ki, kriz ekonomisi bıraktınız” diyorsunuz.

YALÇIN GÜRTAN (Samsun) – Yalan mı?! (DYP sıralarından “dinle, dinle” sesleri)

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Şimdi, ben size kriz ekonomisinin ne olduğunu göstereceğim, Kriz ekonomisinin verilerini söyleyeceğim ve size ne bıraktığımızı milletin önünde rakam rakam koyacağım. (DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Siz, kriz falan devralmadınız. Krizin tanımının ne olduğunu dahi bildiğinizden emin değilim. (DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

YALÇIN GÜRTAN (Samsun) – Her şeyi sen biliyorsun zaten, çok bildiğin için...

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Şimdi, 24 Ocak Kararlarında bir kriz vardı, 5 Nisan kararlarında bir kriz vardı. 5 Nisan kararlarında üç beş aylık Başbakandık. Söylüyorum, büyüme eksi 6 idi; size yüzde 7 - 8 büyüme bıraktık. O zaman, döviz rezervleri 1993 Mart ayı itibariyle 3 milyar dolara düşmüştü, Türkiye’nin 7 - 8 milyar dolar ödemesi gereken kısa vadeli borcu vardı.

ZİYA AKTAŞ (İstanbul) – İktidarda kim vardı?

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Size 3 milyar değil, 17 milyar bıraktık. O zaman, ihracat 14 milyar dolarda tıkanmıştı, yıllarca bu böyle idi, birbuçuk yıl içinde 23 milyar dolara çıkardık, bavul ticaretiyle 34 milyar; ilk altı ayda da yüzde 9 büyüme bıraktık.

Siz, büyüyen bir borsayı devraldınız, o borsayı kuran, adı geçmeyen İstanbul Menkul Değerlerinin bütün Kanunlarını çıkaran, finans reformunu yapan, altın borsasını kuran biziz; size, öyle bıraktık. Yükselen bir borsa... 5 nisan kararlarının o döneminde, bankaların kapatıldığını, mevduatın çekildiğini, ardı ardına borsanın çöktüğünü biliyorsunuz. Siz, daha krizin ne olduğunu bilmiyorsunuz! (DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

O dönemde, biz de koalisyonduk, bizim de yanımızda bir koalisyon vardı; bizim de, bir sol parti, koalisyon ortağımızdı; onlarla birlikte yaptık bütün bunları.

Devam ediyorum. Öyle bir ortamda, kamu borçlanma açığı, kamu borçlanma gereğinin millî gelire oranı yüzde 12 idi; bir yıl içinde yüzde 7’ye düşürdük. Eksi 6 idi faiz dışı açık; sıfırladık bir yıl içinde, sıfırladık. Bunu yaparken, 1 dolar, dışarıdan kredi bulamadık. Bugün, Türkiye’nin kredileri de dolmuş değildir. 1 dolar, Türkiye’nin dışarıdan kredi alamadığı bir ortamda, 1991 fiyatlarıyla, 69 milyar dolardan, Türkiye’nin dış borcunu 63 milyar dolara indirdik. İşte, karşılaştırma budur.

Enflasyonu yüzde 150 aldık, yüzde 149; yüzde 65’e indirdik, 1995 itibariyle. Bunların bir tanesini yapmadın deyin, bir tanesini yapmadın deyin. Hepsi, Devlet İstatistik Enstitüsünün rakamlarıdır, Devlet İstatistik Enstitüsünün, DPT’nin rakamlarıdır.

Şimdi, diyorsunuz ki: “Bu dönemde yatırım yapılmadı.” Bu kriz döneminde dahi, size, ne yatırımların yapıldığını açıklayayım: Bakın, enerji yatırımlarında yap-işlet-devret modelini... Pozitif siyaset anlayışının dışına çıktınız; muhalefette başka, iktidarda başkasınız. BOT’nin bütün kanunlarının Meclisten geçmesini engellediniz. Özelleştirme kanununu engellediniz. Bugün bayraktarlığını yaptığınız o kanunları, Danıştaya, Anayasa Mahkemesine götürdünüz. Türkiye’nin çözümü için değil, tıkanması için uğraştınız. Biz ne yaptık? Geldik, BOT’yi getirdiniz -bizim hazırladığımızdı- destekledik sizi. Ne yaptınız; özelleştirme getirdiniz, destekledik sizi. Pozitif siyaset budur, ülkeyi düşünmek budur.

Şimdi, geliyorum yatırımlara. O dönemde dahi ortaya koyduğumuz yatırımlara geliyorum. Birecik, Marmara-1, Marmara-2, Kayseri Bayram, Hacılar...

İBRAHİM YILMAZ (Kayseri) – Kayseri’ye hiç yatırım yapılmadı.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Yamula, Çamlıca -ayrıca devam ediyorum- bunun ötesinde Çolakoğlu, Çankırı-Orta ve İstanbul-Esenyurt. Yine kredili olarak bütçeden yaptıklarımız -çok önemlilerden bahsediyorum- bunun ötesinde Bursa Çayırhan olmak üzere Deriner Barajı, Karkamış, Ilısu. Bütün bunların hepsini, Yusufeli-Artvin, Artvin Barajı ve yine Muratlı olmak üzere, toplam olarak 10 600 megavat, yatırım tutarı 12 milyar dolar içinde bir yatırımı başlattık.

Eğer BOT’leri, eğer özelleştirmeyi döndürmeseydiniz, eğer devamlı Anayasaya göndermeseydiniz, bugün, bunlar Danıştayda bekliyor değil, bunların bir kısmı icraata dönmüş, milletin hizmetine sunulmuş olurdu. Pozitif siyasetin anlamı bu; bunu yapmaya da devam edeceğiz.

Yine o dönemde “yapılmadı” dediğiniz yatırımlardan, otoyollar, Türkiye’de, toplam 1 335 kilometre, bunun sadece 293’ünü Anavatan Partisi yaptı, sadece 293’ünü...

CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) – İnsaf, insaf!..

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Bakın DPT rakamlarına, 10-12 milyar doların çoğunluğunu da biz ödedik, hem de o istikrar döneminde ödedik. Bakın Hazineye, çıkın karşıma, sonra da “yapmadınız, vermediniz” deyin. 1 335’in, evet, 1 042’sini biz yaptık. 1 042’sini... (DYP sıralarından alkışlar)

“Özelleştirme” dediniz Anavatan Partisi olarak, o dönemde, o istikrar döneminde. Niye bunları söylüyorum; istikrarın ne olduğunu, krizin ne olduğunu, oralarda ne yapılabileceğini öğrenin diye söylüyorum, anlayın diye söylüyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

Şimdi, özelleştirme konusuna geliyorum. Özelleştirmede, Türkiye’de, iki yılda yaptığımızı, sekiz dokuz yılda yapamadınız. Biz, 1 milyar dolarlık özellleştirme yaptık, bütün bunlara rağmen, tıkamanıza rağmen, Anayasaya götürmenize rağmen. Hani, özelleştirmenin bayraktarıydınız?! Hani, özelleştirmeye inanıyordunuz?! Niye götürdünüz o zamanlar, niye tıkadınız Mecliste o yasaları?!

Hani, siz, SSK yasa tasarısına “mezarda emeklilik” diyordunuz. Ne oldu; şimdi, o yasa tasarılarını kendiniz getiriyorsunuz. Dün dediğinizi, bugün farklı söylüyorsunuz; milleti aldatma üzerine siyaset yapıyorsunuz. (DYP sıralarından alkışlar)

Bu arada -o birbuçuk yıllık istikrarın ne olduğunu öğrenin diye söylüyorum- finans reformu... Sayısız kanun çıktı, sayısız kararname çıktı, sayısız yönetmelik çıktı; yetmedi, özellikle dargelirlileri, o istikrar döneminde koruduk, dargelirlilerin vergisini düşürdük; düşürmediniz deyin!.. Vergisini düşürdük ve o da yetmedi, ek vergi aldık; kimden aldık; sizin, bugün, diyet borcu ödediğiniz o lobi kesimlerinden aldık. (DYP sıralarından alkışlar) O lobi kesimlerinden aldık ek vergiyi; almadınız deyin... Almadınız deyin!..

Şimdi, IMF kapılarına gidip gidip boş dönüyorsunuz. Türkiye bir büyük devlettir. Bütün bunları yaparken, IMF’nin kararını beklemedik, IMF’nin kapısında Türkiye’yi bekletmedik. Türkiye’nin 1 dolar dahi kredi almadığı ortamda “bizim programımız budur” dedik, gereğini yaptık “arkamızdan isteyen gelir” dedik. Türkiye’nin bir büyük devlet olduğu bilincinde değilsiniz. Türkiye’nin bir büyük devlet görüntüsünü taşımaya layık değilsiniz. (DYP sıralarından alkışlar)

Bu dönemde Türk cumhuriyetleri çöküyordu. Bu dönemde, Türk cumhuriyetlerinin Türkiye’ye en fazla ihtiyacı olduğu o istikrar döneminde, 2-2,5 milyar dolar verdik sadece Türk cumhuriyetlerine. Bir kuruş kredi bulmuyoruz, 69 milyardan 63 milyar dolara indiriyoruz dışborç hacmini; bir de, IMF kapısında bekletmiyoruz Türkiye’yi; Türk cumhuriyetlerine de 2-2,5 milyar dolar veriyoruz.

Böyle bir ortamda, Türkiye, terör mücadelesini yaptı. Bugün hepimizin gururu olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Kara Kuvvetlerinin yeniden yapılandırılması, peri gemileri ve yetmedi, özellikle uçak tankerleri, hepsi o dönemin eserleridir, hepsi... O dönem, milyarlarca dolar, terör mücadelesine verildi ve ne oldu; büyümeyi eksi 6’dan, büyümeyi yüzde 7-8’e çıkardık, artıya çıkardık, OECD birincisi yaptık, iki yıl üst üste; yapmadınız deyin... Enflasyonu yüzde 150’den aldık, 65’e düşürdük; yapmadınız deyin...

A. ZİYA AKTAŞ (İstanbul) – Kim çıkardı?!

TANSU ÇİLLER (Devamla) – 3 milyar dövizi aldık, 17 milyar dolara çıkardık... İşte, istikrar budur.

Bununla birlikte, bu dönemde, bir yandan terör mücadelesi yaparken, o 12 ülkenin arkasında, bugün, bırakılmış olan ülkenin, 12’sinin de önüne geçerek, aynı dönemde gümrük birliğini imzaladık, Gümrük Birliği Antlaşmasını imzaladık. Ha, şimdi, o antlaşma, işte burada; Kıbrıs’la ilgili bir tek satır gösterin bakayım burada, bir tek satır!.. (DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Hiç kimse hiç kimseye iftira atmasın; hiç kimse kimseye, iftira atmasın, iftira siyasetiyle iflas ettiniz artık.

Bütün, gümrük birliğinin uyum yasalarını, o dönemde, teker teker çıkardık; fikir hakları o dönemde çıktı, antitekel yasaları o dönemde çıktı, Rekabet Kurulunun kurulması o dönemde çıktı. Türkiye, karapara aklanmasının bir merkeziydi; o dönemde, Türkiye’nin bu kanununu da biz çıkardık.

Şeffaflaşma diyorsunuz; hangi şeffaflaşmadan bahsediyorsunuz; 73 tane fon bıraktı Anavatan Partisi bize, bütçe denetiminde olmayan, istediği gibi, başbakanların kullandığı... Biz, onları bütçe denetiminin içine koyduk. Bu yetmedi -şeffaflaşma diyorsunuz- karapara kanununu biz çıkardık. O yetmedi, açık bir biçimde, vergi mükellef numaralarını -bugün övünüyorsunuz- 1975’in şubatında uygulamaya koyduk... (DYP sıralarından “95” sesleri)

MALİYE BAKANI ZEKERİYA TEMİZEL (İstanbul) – 1975’te mi?!

TANSU ÇİLLER (Devamla) – ...8-9 milyon insana çıkarıp, teslim ettik size. Hangi vergi numarasını siz koyuyorsunuz; hangi vergi numarasını?!. O yetmiyor, o yetmiyor, özelleştirmenin TV önlerinde yapılmasını, açık biçimde, televizyon önlerinde yapılmasını... O yetmiyor, kumarhaneleri kapattık; zorla açtırdınız; ama, yeniden, bu milletin baskısının önünde duramadınız... Duramadınız... Şeffaflaşma diyorsunuz; işte, şeffaflaşma budur.

Şimdi geliyorum, şimdi, geliyorum; bu millete karşı icraat var dedim. Bu millete karşı icraat devam etmiştir. Bu millete karşı icraat, sadece ekonomide değildir. Bu milletin millî ve manevî değerlerini kıskaca aldınız. Şimdi, “Türkiye’de din elden gidiyor” diye tahrik yapanlar ne kadar haksızsa, “cumhuriyet ve laiklik elden gidiyor” diye tahrik edenler de o kadar haksızdır. (DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Camie ve okula siyaset sokanlar ne kadar haksızsa, bugün, kışlaya ve adalete siyaset sokanlar da o kadar haksızdır. (DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Bugün, inananlar da inanmayanlar da bu ülkenin birinci sınıf vatandaşıdır, camie giden de gitmeyen de birinci sınıf vatandaşıdır, başını örten de örtmeyen de birinci sınıf vatandaşıdır; bizim evlatlarımızdır bunlar. (DYP ve RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Din ve vicdan özgürlüğü esastır. Din, irtica değildir. Cumhuriyet tarihinde ilk kez camileri bir kıskaca ve kordon altına aldınız, cumhuriyet tarihinde ilk kez bu oluyor. Ezan sesini kıstınız. Bugün, Heybeliada Ruhban Okulunun, papaz okulunun açılması çalışmalarını yapanlar, Türk çocuklarına Kur’an öğrenmeyi çok gördüler. (DYP ve RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Hükmümüz açıktır; Türkiye, hür insanların ülkesi olacaktır.

Bu ülkenin savunma refleksini tahrip ettiniz, bu ülkenin savunma refleksini tahrip ettiniz. Dün, vatan için ölecek adam arandığı zaman, bir adım öne çıkanların başını öne eğdiniz. (DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Dün, vatan için can vermeye hazır olanları canlarından bezdirdiniz ve tuttunuz, PKK uzantılarını, değişik formüllerle hapishanelerden çıkarmaya kalkıştınız; ancak, bunlar sizin demokrasi ayıbınızı örtmez, bunlar sizin demokrasi ayıbınızı örtmez... Yarın bu millet gelir, kimin sırtından kime diyet ödüyorsunuz diye size sorar. (DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Bu millete karşı icraatınız açıkça şudur: Bu milleti iktisaden kıskaca aldınız; onun bedeli, karşılığı olması gereken istikrarı sağlayamadınız; millî ve manevî değerleriyle oynadınız, daha sonra da reform diye, eğitim reformu diye bu milletin okullarını kapatmaya kalkıştınız. Millî Eğitimin kendi okullarını kapatarak reform yapma anlayışı sadece size mahsustur. Dargelirliyi düşünmediniz. Bugün meslek sahibi olacak ondört onbeş yaşındaki çocukların her biri meslekten yoksundur. Köylü çocuklarını düşünmediniz. Kasabaya inme durumunda olanların hepsini, tuttunuz köylere mahkûm ettiniz. Şimdi, ben size soruyorum: Bu okul kapatma projesi sizin projeniz miydi? Soruyorum: Sizin projeniz miydi? Bunu sizden millet mi istedi? Bunu, sizden kendi tabanınız mı istedi? Hayır. Bunu, o koltukta oturmanın bedeli olarak ödediniz, bedeli olarak ödediniz. İtirazımız bunadır; bedel ödediniz, bedel ödediniz. (DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar; RP sıralarından alkışlar) Türkiye, bir homosovyetikus anlayışına teslim edilemez. Türkiye’nin ne internet çağı ne de çağdaş eğitimi, bu anlayışa teslim edilemez. Buna hükmümüz açıktır. Bu ülke, hür ve seçim hakkı olan insanların ülkesi olacaktır...

YALÇIN GÜRTAN (Samsun) – Bir daha gelirseniz olur!

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Evet, devam ediyorum.

Bu milleti kıskaca aldınız, bu milletin millî, manevî değerlerini kıskaca aldınız; ama, daha başka şeyler de yaptınız. Millet, sizin temiz idare anlayışınızın, dost, yaren, bacanak atama olduğunu gördü; daha sonra, o atanmışlarla yaptığınız icraatın, birtakım gruplara birtakım diyetler ödeme olduğunu da gördü.

Şimdi, geliyorum Karadeniz karayolları... Bizim, iftira üzerine, hazırlanmış senaryolar üzerine siyaset yapma geleneğimiz yok. Bizim konuşmamız daima belgeye dayanır. Siz “Karadeniz karayollarını ihaleye vereceğim” dediniz; verdiniz. Vermeden önce, rakip olanlar bir araya getirilmeden önce, noterden tespit ettirdik; bunlar, bunu böyle yapacak dedik. O noter belgesi karşınızda. Bir uygulama projesi yok, ÇED raporu yok, dışkredi koşulları yok, Sayıştay vizesi yok. Ne var; noter tasdikli belge var; sizin diyet ödemenizin, ortaklarınıza diyet ödemenizin belgesi var.

Şimdi, diyorsunuz ki, “siz, Karadeniz karayollarına karşısınız.” İnsaf olsun!.. Karadeniz karayollarını siz mi yaptınız, Karadeniz karayollarını siz mi verdiniz?.. Bakın, 536 kilometre; 347 kilometresi verildiğinde -91 sonu, 92, 93, 94- neredeydiniz siz?.. Şimdi, Karadeniz karayollarını istemiyorlar diye bir kılıfın arkasına saklanamazsınız, saklanamazsınız. (DYP ve RP sıralarından alkışlar) Noter belgeleriyle bu tespit edilmiş olan yolsuzlukların arkasına saklanamazsınız.

Boynumuzun borcudur. Onlar bozulur, daha iyisi, daha çabuğu yapılır ve sadece o değil, Karadenizden ipekten demiryolu da geçer, o yol İstanbul’a kadar da gider; hem de iki günde tekrar edilir; ama, ne olur; havuz müteahhitleriniz biraz rencide olur. (DYP sıralarından alkışlar) Hiç kimsenin, Karadenizin tüyü bitmemiş evlatlarının hakkını ona buna dağıtmaya hakkı yoktur.

Şimdi, geliyorum, geliyorum... Sarıyer ormanları... Siz kimin malını kime peşkeş çekiyorsunuz, kimin malını kime peşkeş çekiyorsunuz? (DYP sıralarından alkışlar) Sarıyer ormanları, İstanbul’un ciğeri. Belediye başkanlarını değiştirttiniz. O belediye başkanlarından sonra, hemen il idare kurulundan jet kararlar çıkarttınız; ama, neyse ki, İstanbul idare mahkemesi olayı durdurdu ve devam ediyorum... Etibank... Etibanka 185 milyon dolar verilmiş. 185 milyon dolar bu milletin hakkı. İptal edip, 155 milyon dolara verdiniz; hepsi belgeli bunların. 29,5 milyon, bu milletin hakkını yediniz kime verdiniz; televizyon sahiplerine verdiniz; ama, o televizyon sahibinin, bir başka bankasının 64’te olduğunu bile bile, yasaları çiğneye çiğneye, bu tüyü bitmemiş yetimin hakkını yediniz. İşte bunların hepsi, belgeyle milletin karşısında. Gelir gelmez milletten aldınız, kime verdiniz; kartelci medyaya, trilyonluk yeniden teşviklere verdiniz; ama, onlar da vazifelerini iyi yaptılar doğrusu!.. (DYP ve RP sıralarından alkışlar) Zam dediniz, “bravo istikrar” dediler. Milleti ezdiniz, “aman, ne kararlı hükümet” dediler. Türkiye’yi Avrupa Birliğinden ettiniz, “aman, ne tarihî karar” dediler. Doğrusu bunları yaptılar, borçlarını ödediler size. (DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Ama bir gerçek var ki, ama bir gerçek var ki, artık, siz de biliyorsunuz ki, onların alkışları da, onların size verdikleri bu yanlı destek de, sizi sandık önünde kurtarmaya yetmeyecek. Yüreğiniz varsa, hadi gidelim en büyük hakeme, yüreğiniz varsa sandığa gidelim. (DYP sıralarından “Doğru” sesleri)

Derken, RTÜK kararlarını değiştirmek için bugün çabalıyorsunuz. Bir diyet borcu daha ödemeye çalışıyorsunuz; ama, bu ülkeyi bu kadar tahrip etmeyin. Sizin bile bir vicdanınızın olması gerektiğine inanıyorum; sizin bile olmalı. (DYP ve RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Şimdi, bakın, bakın, pay sahiplerinin sınırlarını kaldırıyorsunuz. Medya kartellerine mahallî televizyonları alma imkânı getiriyorsunuz; yetmiyor, yetmiyor bütün bunlar, bütün bunlar, televizyon ve medya patronlarının, ayrıca devlet ihalelerine girme yasağını kaldırıyorsunuz. (DYP sıralarından “Vay!.. Vay!..” sesleri)

Şimdi, ben, o meşhur sosyaldemokratlarımıza soruyorum: Karayolları dediniz, “Karadeniz karayollarından kötü kokular geliyor” dediniz; ama, sonra, burnunuzu tıkayıp, kaçtınız. (DYP ve RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Bugün “bu İktidarın ortağı, işte bir sol parti” diyorsunuz; ama, öbür ortağının bir başka sol parti olduğunu söylemiyorsunuz. Sizin desteğiniz olmasa, bunlar, bütün bu icraatı yapabilirler mi?

ADNAN KESKİN (Denizli) – Sizden öğrendik!..

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Şimdi, ben size soruyorum. O beraberce çıkardığımız antitekel yasalarını, o beraberce çıkardığımız rekabet yasalarını, o beraberce kurduğumuz Rekabet Kurulunu, o beraberce çıkardığımız RTÜK Yasasını, hepsini ve kendinizi inkâr edecek misiniz? Siz de, bu diyet ödemenin içinde olacak mısınız? (DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Bakıyoruz, millet sizi izliyor, tarih sizi izliyor, biz de sizi izliyoruz...

BÜLENT H. TANLA (İstanbul) – Siz de bizi izleyin.

YAHYA ŞİMŞEK (Bursa) – Demokrasi ormanında küçücük bir ağacı olmayanın, ormana sahip çıkmaya hakkı olamaz.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Bu arada, çok kısa olarak dokunulmazlıklara değinmek istiyorum. Şimdi, dokunulmazlıklar kısıtlansın diyorsunuz; doğru diyorsunuz. Bunun içerisine sadece 83 üncü maddeyi değil, 100 üncü maddeyi de katalım; yani, başbakanların ve bakanların da dokunulmazlıklarının kısıtlanmasını gündeme getirelim. Bu Meclis, dokunulmazlıkları, ne iftira atmak için bir kalkan ne adalete siyaset karıştırmak için bir ortam ne de birtakım suç işlemenin zırhı haline getirmelidir; bunun hepsinden arınmalıyız.

Şimdi, bunları söylüyorsunuz, bundan bir yıl önce, o dosyaları, iftiraları ortaya çıkardığınız zaman size geldik, bütün partileri dolaştık “gelin adalete siyaset karıştırmayın” dedik, “Gelin, dokunulmazlıkları kaldıralım” dedik.

YALÇIN GÜRTAN (Samsun) – Kaçan kimdi?

TANSU ÇİLLER (Devamla) – O dönemde, ayrıca, 13 Kasım 1986’da Meclise teklif verdik. (DYP sıralarından “1996’da” sesleri) O zaman neredeydiniz? Soruyorum, madem, aslında inancınız bu idi, o zaman neredeydiniz? Samimiyetiniz vardı ise -bizim sayımız yetmiyor- niye destek vermediniz? Niye, o aradönemlere, kara dönemlere bırakmadan, onun birtakım sıkıntılarını yaşamadan, bu meseleyi bugüne kadar halletmiş olmadık?

İşte, bunların cevabı, cevap verilecek tarzda olaylar değildir; çünkü, siz, siyaseti, hep adalete karıştırıyorsunuz. Siz, hep, bir sonuç peşindesiniz. İstediğiniz sonuç, aslında, istenilen değil; yani, bu dokunulmazlıkların, ne iftira için kalkan olması ne de suç işleme için kalkan olmasının sınırlandırılması değil.

Şimdi, tekrar ediyorum; olay... Onu bunu suçlayarak da bir yere varılmaz. 307 oy lazım; Doğru Yol Partisi 1 tane oy vermese bile, 307 oy lazım. 1 inci maddede 284 oy çıktı. Dünya âlem biliyor ki, biz oy verdik. O zaman ne oldu, kim fire verdi, soruyorum...

YALÇIN GÜRTAN (Samsun) – Açık oylayalım...

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Kim fire verdi, soruyorum. Bu iş, uzlaşmayla olur. Geleceksiniz, ikna edeceksiniz insanları; geleceksiniz, uzlaşacaksınız. 1985’te, en büyük sivil anayasa değişikliğini yaptık.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – 1995’te...

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Sizleri onore ederek yaptık, sizleri ikna ederek yaptık, uzlaşarak yaptık; yolu da zaten budur.

Şimdi, geliyorum, meşhur irtica ve Susurluk olaylarına...

YALÇIN GÜRTAN (Samsun) – Gel!.. Gel!..

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Gelme; çıkamazsınız Susurluk çukurundan...

TANSU ÇİLLER (Devamla) – 54 üncü Hükümet döneminde, Türkiye, iki temel argümanla destabilize edildi; siyasetin, Hükümetin ve bir anlamda devletin önü, Susurluk ve irtica konularıyla tıkandı.

TUNCAY KARAYTUĞ (Adana) – İrticaı siz önleyecektiniz efendim.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – “İktidarda olsa idim, yirmi günde aydınlatırdım” dediğiniz mesele, tam altı aydır sizi bekliyor.

“Elimde bilgi var, belge var, kaset var” diyerek Cumhurbaşkanlığı makamına Aydınlık Gazetesinin kupürlerini götürdünüz. İnsanların, hatta Türk Bayrağının şeref ve haysiyetiyle oynadınız. Devleti, tüm devleti, çete ilan ettiniz. Türkiye’nin bir eroin kaçakçısı olduğu ilan edildi; hatta, bize işaret edildi. Türkiye’nin dış ilişkilerinin sorumluluğunu taşıdığımız, Türkiye’nin Avrupa Birliğine tam üyeliğini o şartlarda bile çok daha etkin koruduğumuz ve savunduğumuz o günlerde, bizim önümüze, sizin bu söyledikleriniz dış dünyada konuldu; bizim değil, Türkiye’nin önüne konuldu. Türk Bayrağı, Avrupa televizyonlarında, haftalarca, önünde şırıngayla resmedildi. Sonra, 20 Temmuz 1997’de, yani sizin iktidara geçmenizden sonra, Alman İstihbarat Dairesi ve resmî makamları, bu kaçakçılık belgelerinin sahte olduğunu ilan etti; yetmedi, şunu ilave etti: “Çiller’i karalama kampanyasının parçası bunlar” dedi, Alman yetkililer dedi. Çiller’i karalama uğruna, Türk Bayrağının onur ve şerefiyle oynandı.

TUNCAY KARAYTUĞ (Adana) – Öncü Gazetesinde mi yazıldı bunlar?!

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Şimdi soruyorum: Kim hazırlayıp yolladı o sahte belgeleri? Kim hazırlayıp yolladı? Devletsiniz, iktidarsınız, direksiyondasınız, ya bulup çıkarın ya milletten özür dileyin. (DYP ve RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Toplumun bir kesimini, bir başka kesimine karşı kışkırttınız. Mahkemeler, sözünü ettiğiniz bilgi ve belgeyi kasetleri bekliyor, hâlâ bekliyor. “Devlet bize bilgi vermiyor” diyerek bu işten sıyrılamazsınız. O zaman, adama “Peki, sen kimsin ve orada ne hakla oturuyorsun” diye sorarlar. (DYP ve RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Bunca şeref ve haysiyet cellatlığından sonra mahkemeye gönderdiği yazıyla, “Benim elimde belge yok, benim elimde kaset de yok” diyen kişi, şimdi, kendi şeref ve haysiyetini ispata mecburdur. (DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

“Macaristan’da bana yumruğu atan, çete uzantısı” dediniz. Macaristan’a niye gittiğinizi açıklamadınız ve daha sonra “Bana 15 gün verin, Susurluk bombasını patlatacağım” dediniz, o bombayı Karadenizde patlattınız; terör bombası olarak patlattınız. İktidara gelmenizden haftalar sonra “Şimdi, resim çekiyorum” dediniz, daha sonra “Bu işe kelle koydum” dediniz; sonra “Bilseydim bu işe girmezdim” dediniz; sonra “Başbakanlık bana haram olsun” diyorsunuz. Takdiri, Allah’a ve millete bırakıyorum; ama, bu millete hayatı haram etmeye hakkınız yok, açıkça söylüyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

Biz, Susurluk’un arkasında bir şey var veya yok demedik, böyle bir iddiamız olmadı. Sırf, bir iktidarı devirmek uğruna başvurulan bu sorumsuz tahrikin, toplum ve devlet hayatımızı, demokratik rejimi tahrip etmesini engellemeye çalıştık. Nice devlete mezar olan bu zor coğrafyada, devletin ve milletin savunma refleksinin tahrip olmasını önlemeye çalıştık. “Bir seçim yenilgisini örtmek uğruna, 3 Kasımda, Anavatan Partisinin yüzde 10’ların altına düştüğünü örtmek uğruna yargıya, adalete siyaset karıştırmayın” dedik, “Bir Mercedes hurdasından iktidar postu çıkarmaya kalkışmayın” dedik. Üstünden 15 gün geçti; bugün, elinizi sürmek istemediğiniz Refah Partisine, o gün, şartsız iktidar ortaklığı teklif eden yine sizsiniz. (DYP sıralarından “Bravo” sesleri ve alkışlar)

“Tüm devleti, güvenlik güçlerini töhmet altında bırakmayın, yarın dış dünya bunu önünüze koyar “ dedik, “Millete bedel ödetmeyin” dedik, “Gelin, suçu bireyselleştirelim, kim suçlu ise beraberce yakasına yapışalım” dedik, “Belge var, kaset var diyorsunuz, getirin belgelerinizi, kasetlerinizi” dedik; millet ve mahkemeler hâlâ bekliyor. Söylemiştik, “Bu yalan ve iftiralar, bir gün boyunlarınızda birer çıngırak gibi çalacak ve asılacak” demiştik. (DYP ve RP sıralarından “Bravo” sesleri ve alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Çiller, size de toparlamanız için süre veriyorum; lütfen, toparlayın efendim.

Buyurun Sayın Çiller.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Daha dün “Cumhuriyet tarihinin en büyük bunalımı” diye nitelendirdiğiniz bir irtica tehdidi vardı; pek çok siyasetüstü kurum, çirkin, kaba ve ilkel bir siyasî çıkarcılığa alet edildi; birilerinin demokrasiye balans ayarı yapmasına alkış tuttunuz... (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

Amacınıza da bir anlamda ulaştınız; ama, eğer bugün çıkıp, “Biz iktidara geldik ve irtica tehlikesi sona erdi” diyebiliyorsanız -ki, bunu dediniz- bu zavallılığın altında ezilirsiniz. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

PKK’dan daha tehlikeli dediğiniz irtica, siz iktidara geldiniz diye bir anda sona eriyor, fakat, daha önemsiz bir tehdit olan PKK Karadenize iniyor, öyle mi? Üç beş aylık koltuk için, Türk Devletini, milleti karşısında bu kadar açığa düşürmeye değer miydi; soruyorum, değer miydi?

Başka bir iradenin -bu millî iradeden umudunuzu kestiniz- başka bir iradenin veya iradelerin icazetli hükümeti oldunuz, siyasî iradesi bulunmayan, bir siyasî iktidar olmayı kabullendiniz. Gerçek şu ki; artık, sizin de bir iradeniz yoktur. İradenizle hareket edebildiğiniz alanlar bellidir; bacanak tayinlerinde irade sizindir; (DYP sıralarından alkışlar) ihale yolsuzluklarında irade sizindir; rant dağıtımındaki irade sizindir; devleti talan ettiren irade sizindir!.. Doğrusu, bu konulardaki kararlılığınıza ve pervasızlığınıza alkış tutmayanlar da yok değil, var bunlar; ama, bu alkışların sizleri kurtarmaya yetmeyeceğini siz de biliyorsunuz, bu devlet gemisinde bir kamarot olduğunuzu siz de iyi biliyorsunuz. Elin adamı karşınıza dikilir ve size Türkiye’yi kimin idare ettiğini sorar.

TUNCAY KARAYTUĞ (Adana) – Elin adamı kim? Elin adamını merak ettim.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Bu soruya cevap veremediğiniz için, dış gezileriniz, birer turistik geziden öteye geçmez; Türkiye’yi, hem İslam dünyasında hem de Avrupa Birliğinde kapıda bırakırsınız; ne yaptığını bilmeden, IMF kapılarına gider gider, eli boş dönersiniz. Yardakçılarınızın alkışları belki sizi avutmaya yeter; ama, dünyayı aldatmaya yetmez. Kaldı ki, kartel medyasının, kayıtsız şartsız yandaşlığı da, artık, size yetmiyor.

Bugün, demokrasi için direnen bütün hür başlar eğdirilmek isteniyor, bütün hür kalemler birer birer susturuluyor. Türkiye, teşvik ve ihale şantajıyla, gazeticelerin işlerine son verilen bir ülkeye dönüştü. Şimdi de, yandaşlarınız olan kartel medyasına milletin hakkı olan elektrik santrallarının dağıtım projelerini peşkeş çekebilmek için, demokrasinin temeli olan rekabeti yok etmeye çalışıyorsunuz; milletin çıkarlarını ve demokrasiyi bir kez daha yaralarsınız; sizi, tarih yargılayacaktır. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

Şimdi, kısaca, dışpolitikaya değinmek istiyorum. Türkiye’nin, bu konuyu, ayrı bir gündem maddesi olarak ele alması gereği vardır. Türkiye’nin geleneksel stratejisinin iki ayağı var: Bunlardan bir tanesi, Türkiye’nin, İslam dünyasının bir temsilcisi olduğudur; bir diğeri de, Türkiye’nin, çağdaş Batı’nın ve onun kurumlarının bir üyesi olduğu meselesidir. Bu ne büyük beceri ki, bir hafta içerisinde, bu iki ayağı da çökerttiniz! (DYP ve RP sıralarından alkışlar) Eşzamanlı olarak, hem İslam Konferansı Örgütünün Tahran toplantısını terk etmek zorunda kaldık; arkasından, bu örgütün, Türkiye aleyhindeki bildirisi çıktı; hemen ardından da, gümrük birliği konusunu aşan, Avrupa Birliğinin genişleme sürecinde Türkiye’ye yer vermeyen bir karar çıktı. Bütün bunların, bir diplomatik kriz olduğuna hiç şüphe yoktur. Türkiye, hiç bu kadar yalnız bırakılmamıştı.

Şimdi, bu vesileyle, Avrupalı devletlere şu açıklamayı ve mesajı buradan yollamak isterim: Avrupa, bir demokrasi şemsiyesidir; değişik kültürlerin bir arada yaşayabildiği ve bu kültürlerin bir arada yaşarken, ayırımcılığı dışladığı, hoşgörüyü içerdiği bir idealdir. Bundan şaşmak, bu kararın ufuksuzluğunun, bu kararın kendilerinin de aleyhine olduğunun en büyüt tescilidir. Bu kararı şiddetle kınıyorum ve şunu da açıkça ifade etmek istiyorum ki: Türkiye’nin yanında değil, tarafsız değil, Yunanistan’dan taraf olan bir anlayışın, Türkiye ile Yunanistan arasındaki sıkıntıları çözmeye yeter değil, tam tersine, onları, büsbütün körükleyen bir sonucu olacaktır. Ancak, bunun içerideki sorumlusunun ne olduğunu da açıkça bilmek gereği vardır. İçerideki sorumlusuna işaret ederken, son Van den Broek’un ziyareti zamanında çok vahim bulduğum ve işaret ettiğim bir sözüne tekrar değinmek istiyorum. Van den Broek bir iki ay önce geldi ve Türkiye’yi ziyaret etti. O ziyaretinde “Türkiye’nin dışpolitikasını siz mi götürüyorsunuz, yoksa, askerler mi götürüyor” diye sordu. İşte, o zaman, bunun ne kadar vahim olduğuna işaret etmeye çalıştık ve Türkiye’nin, bu ikazlarımızın ne anlama geldiğini şimdi anladığını umuyorum; ama, bunun sorumlusu sizsiniz. Çünkü, Türkiye’nin, millî iradenin tesisine gidecek yolunu siz kapadınız; seçim alanını ve seçim kanallarını siz kapadınız. Millî iradeyi çarpıtıp, atanmışlığı kabul eden ilk siyasî Başbakan da, ilk seçilmiş siyasetçi de sizsiniz. Onun için bunun sorumluluğu sizdedir. (DYP ve RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Şimdi, bir ikinci meseleye açıkça değiniyorum: Türkiye, tam demokrasiye ulaşmadan çağdaş dünyanın bir parçası olamaz. Türkiye’nin, bir an önce bunu idrak etmesi gereği var.

Bir ikincisi, bu Hükümetin, dışpolitikayı, 1974’te Avrupa Birliğinden gelen üyelik teklifini reddeden Sayın Ecevit’e teslim edilmesinin de, bu Hükümetin payında ve sorumluluğunda önemli bir yeri olduğuna işaret etmek isterim. (DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Geldiniz, açıkça “girelim mi girmeyelim mi; girsek de olur girmesek de olur” kararsızlığını gösterdiniz. Daha sonra, Almanya ziyaretinde bir duygusallığa kapıldınız “istediğimizi aldık” dediniz. O istediğinizi aldığınız şey bu muydu diye, şimdi, millet, size soruyor; bu muydu aldığınız; isteyip de aldığınız bu muydu?!.

Türkiye’yi, 26-27 Haziranda, 12 ülke arasında, Amsterdam’da davet ettirmişken, ehil ve Türkiye’yi aynı zamanda eşit kıstaslarla değerlendirilecek ilan ettirmişken; o zamanki hükümetin bütün sıkıntılarına rağmen, Türkiye’yi, bugün de gazetelerde açıklanan belge içinde, diğerlerinin önünde gösteren raporları hazırlatmışken ve Türkiye, o 12 ülke arasında gümrük birliğine girebilmiş yegâne ülkeyken, Türkiye’yi, bütün demirperde ülkelerinin; Polonya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Estonya, Slovenya, yetmedi Kıbrıs Rum Kesimi...

AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) – Veto hakkınınız vardı... Bakandınız o zaman; niye kullanmadınız?

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Gümrük Birliği Anlaşması burada -dağıtacağız bunları- bir tek satır, bir tek, verilmiş, Kıbrıs’la ilgili taviz, bu Gümrük Birliği Anlaşmasında görülsün... Bilmeden, hiç kimse konuşmasın. Kıbrıs güney kesimini, Londra Anlaşmalarına rağmen ve Zürih Anlaşmasına rağmen ve BAB’ta, ayın 19’unda, özellikle Ostende’de Türkiye’ye kazandırdığımız veto hakkına rağmen...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Çiller, lütfen, toparlayın.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – ...Türkiye’yi, sadece bunların değil, Romanya’nın, hatta Bulgaristan’ın gerisine düşürttünüz; yetmedi, gerisine düşürtmekle kalmadınız, dışlattınız. Demokrasi olmayan bir yerde sonuca varmak mümkün değildir. Bunların sorumluluğunu, seçimi tıkadığınız için, Meclisi çarpıttığınız için ve atanmışlığı kabullendiğiniz için, sırtınızda, tarih önünde taşıyorsunuz. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, içinde yaşadığımız çağda, demokrasi, bütün çıkarlarımızın en iyi şekilde korunduğu ve geliştirildiği formülasyondur. Üzerine basa basa söylüyorum: Hiç kimse, demokrasi zemininin dışında bir çıkar tarifi yapamaz. Demokrasi zeminine oturtulmayan çıkar tariflerinin tamamı yanlıştır, tamamı yalandır. Devletin temel niteliklerini koruma adına, Türkiye’ye 1950 öncesi rejimini önerenlerle bizim uzlaşmamız mümkün değildir. Böyle bir öneri, talimata dönüştürülmüş, mevcut hükümet, böyle bir talimatın icrasına memur edilmiştir.

Bu sefer farklı bir şey yapalım diyorum. Kendimizden, kendi koordinatlarımızdan başlayarak, her şeyi yeni baştan sorgulayalım istiyorum. Bu yarım demokrasi dönemini bitirelim, bu defteri ebediyen kapatalım istiyorum ve Türkiye, bu acı tecrübelerden yenilenmiş olarak çıksın istiyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

Kimseyle kavgamız yok; altını çizerek söylüyorum, kimseyle kavgamız yok; davamız var. Türkiye, kendisini, tekparti döneminin ideolojisiyle tanımlamaktan vazgeçmelidir. Bu tanımdan hareketle, bir dünya devleti kimliğine ulaşmamızın imkânsızlığını apaçık görüyorum. Oysa, önümüzde çok geniş bir ufuk var. Halkımız bu ufku kucaklamaya hazırdır.

Türkiye’nin devamlı şikâyetçi olduğu konuların başında siyasî istikrarsızlık geliyo. Bunun tek temel nedeni var, o da, siyasetin kurumlaşmamış olmasıdır. Hem siyasî partiler anlamında hem de siyasî kavramlar anlamında bir kurumlaşma hâlâ gerçekleştirilememiştir. Siyasî kadroların sık sık tasfiyesi, partilerin sık sık tasfiyesi, ciddî anlamda bir bilinç kirlenmesine yol açmaktadır. Demokrasi ve onun vazgeçilmez unsuru olan siyasî partilere yapılan müdahaleler, toplumsal bilincimiz açısından bir travmaya yol açmaktadır. Siyasetin toplumsal temeli elli yılda üç kere tahrip edildi. Bu durumun kaçınılmaz sonucu ise, kendi kendisiyle kavgalı bir halk, halkıyla kavgalı bir devlet demektir. Türkiye bunların hepsini birden yaşıyor.

Devletimizin temel niteliklerinin ne anlama geldiği konusunda hâlâ bir uzlaşmaya varamamışsak, hâlâ ortak bir laiklik tanımımız yoksa, hâlâ ortak bir demokrasi tanımımız yoksa, demokrasinin icapları konusunda birbirine zıt görüşler taşıyabiliyorsak, toplumsal barışın teminatı olması gereken bu kavram ve değerleri kolayca bir toplumsal çatışma nedenine dönüştürebiliyorsak, Türk siyaseti, plan, program ve perspektiflerin tartışıldığı bir zemin olmaktan daha çok, devamlı olarak karşılıklı suçlamaların, kuşkuların ve tehdit algılamalarının tartışıldığı bir ölüm kalım mücadelesi haline geliyorsa, oturup birlikte düşünmemiz gereği vardır. Yapılacak en önemli reform bu alanda olmalıdır ve bir büyük çoğunluğun mutabakatıyla olmalıdır.

Millet, kendi kendisine her zaman doğruyu bulacağına inanmayan kafalardan kurtulmadıkça çağı yakalamamız mümkün değildir. Çağı yakalamanın da, çağı yaşamanın da, insanlığın onuru demek olan demokrasiden başka hiçbir yolu yoktur. (DYP sıralarından alkışlar) Onun için, yarım kalmış demokrasi dönemine son vermek boynumuzun borcudur; Parlamentomuzun önündeki yeni misyon bu olmalıdır...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Çiller, lütfen toparlayınız.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Şimdi, kaçmamanız gereken çok önemli bir suale geliyorum... (ANAP sıralarından gürültüler) Hele bir dinleyin...

BAŞKAN – Lütfen toparlayın Sayın Çiller. (ANAP sıralarından “Sayın Başkan, kes” sesleri)

ERDOĞAN TOPRAK (İstanbul) – Ancak toparlayacak!..

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Şimdi önümüzde duran soru şu: Geçtiğimiz yasama yılında kötü sınav veren Parlamento, böylesine bir davayı kucaklayabilecek mi? Bu soruya “evet” diyebilmeyi isterdim; ama, diyemiyorum; Parlamentonun Hükümet kanadı, kendisine biçilen rolü iyiden iyiye benimsemiş görünüyor.

Birkısım hürriyetlerin ideolojik reflekslerle budanmasına yönelik hazırlıklara bakınca, bu Hükümetin, demokrasi ve demokratik değerlere nispetinin gittikçe zayıfladığını söyleyebiliriz. Bu noktada, siyasetçi kimliğimizi bir kenara bırakarak, millî iradeyi temsil yeteneği sakatlanmış bir Parlamento ve siyasî meşruiyeti baştan beri olmayan bir Hükümetle, Türkiye, bu siyasî vebalin altından çıkamaz...

EMİN KUL (İstanbul) – Ne söylüyor bu?!.

TUNCAY KARAYTUĞ (Adana) – Sayın Çiller, bunların altından kalkamazsınız.

BAŞKAN – Bir dakika...

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Söyledikleriniz yanlış.

TANSU ÇİLLER (Devamla) – Altı ay önce söyledik; tek yol seçimdir, bir an önce millî iradeye gitmektir. Bunu yapmaya, bütün Parlamentoyu davet ediyorum. Millî iradenin üstünlüğünü tesis etmenin ve demokrasiyi, yeniden, çağdaş dünya önünde bir görüntü olarak değil, bir gerçek olarak vermenin yegâne yolu, seçimdir. Bu Parlamentonun yapacağı en doğru şey, en kısa yoldan sandığa gitmektir. Bu ararejim bütçesine oyumuz “ret” oyudur.

Hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (DYP sıralarından “Bravo” sesleri, ayakta alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çiller.

Sayın Çiller, Parlamentonun meşruiyeti anlamına gelebilecek bir söz ettiniz; lütfen, o sözü düzeltmenizi rica ediyorum.

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın Başkan, ararejim... (DYP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Bir dakika...

Sayın Çiller, Parlamentonun meşruiyeti konusuna, o anlamda tereddüt ifade edecek bir cümle kullandınız.Meşru olmayan parlamentoda hiçbirimizin yeri yoktur. Lütfen, Parlamentonun meşruiyeti konusundaki sözü düzeltiniz.

NAFİZ KURT (Samsun) – Hükümeti kastetti...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Hükümet o... (ANAP ve DSP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Bir dakika... Bir dakika... Bir dakika değerli arkadaşlarım...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, Parlamento değil “İktidar” diyorlar... (ANAP ve DSP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Efendim, Sayın Çiller’in kendisi... Lütfen...

TANSU ÇİLLER (İstanbul) – İktidar, İktidar için...

BAŞKAN – Lütfen... Duyamıyorum efendim...

TANSU ÇİLLER (İstanbul) – İktidarı kastettim.

BAŞKAN – Parlamentonun meşruiyeti konusunda bir şey söylemediniz...

TANSU ÇİLLER (İstanbul) – Hayır.

BAŞKAN – O anlamdaki sözünüzü düzeltiyorsunuz; Parlamento meşrudur.

TANSU ÇİLLER (İstanbul) – Evet efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Tabiî efendim, tabiî...

BAŞKAN – Peki, teşekkür ediyorum.

IV. – SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. – Millî Eğitim Bakanı Hikmet Uluğbay’ın, DYP Genel Başkanı Tansu Çiller’in şahsına sataşması nedeniyle konuşması

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HİKMET ULUĞBAY (Ankara) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Değerli arkadaşlar, bir dakika...

Buyurun Sayın Uluğbay.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HİKMET ULUĞBAY (Ankara) – Sayın Başkan, Doğru Yol Partisi Sözcüsü ve Genel Başkanı... (Gürültüler)

BAŞKAN – Bir dakika duyamıyorum efendim... Bir dakika...

AHMET SEZAL ÖZBEK (Kırklareli) – Biraz sonra sözcüleri çıkacak, ne söylenecekse o zaman söylesinler.

BAŞKAN – Bir dakika efendim... Ona siz karışamazsınız. Bir dakika... O kararı ben vereceğim.

TUNCAY KARAYTUĞ (Adana) – Sana ne oluyor!

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HİKMET ULUĞBAY (Ankara) – Doğru Yol Partisi Genel Başkanı, konuşmasında...

AHMET SEZAL ÖZBEK (Kırklareli) – İktidardasınız diye...

BAŞKAN – Bir dakika efendim... Bir dakika...

TUNCAY KARAYTUĞ (Adana) – Hazımsız, sindirimsizsiniz!

BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım, bir dakika...

Buyurun Sayın Bakanım.

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HİKMET ULUĞBAY (Ankara) – Doğru Yol Partisi Genel Başkanı konuşması sırasında “Millî Eğitimin kendi okullarını kapatarak reform yapma anlayışı, sadece size mahsustur; bu okulları kapatma projesi sizin projeniz midir” şeklinde asılsız beyanda bulundular. Sataşmadan dolayı söz istiyorum.

BAŞKAN – Sadece o konuyla ilgili ve kısa olmak üzere, size söz veriyorum; buyurun Sayın Bakan.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, sabahleyin “sözcünüz çıkar konuşur” dediniz, bize söz vermediniz. Şimdi, Sayın Bakana söz veriyorsunuz...

BAŞKAN – Efendim, Sayın Bakana, Millî Eğitimle ilgili söylediği ve ifade ettiği sözlerden dolayı, onu açıklığa kavuşturmak için söz verdim. (DYP ve RP sıralarından “böyle bir usul yok” sesleri, gürültüler)

TURHAN GÜVEN (İçel) – Olur mu efendim!.. Siz “böyle bir usul yok” diyordunuz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Lütfen, efendim... Lütfen... (DYP ve RP sıralarından gürültüler)

TURHAN GÜVEN (İçel) – Hangi bakanlıktan bahsediliyorsa o bakana söz mü vereceksiniz?!

BAŞKAN – Hayır efendim bu özel bir durumdur. Özel bir durumu açıklığa kavuşturmak için o konuda söz verdim.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Bize söz vermediniz.

TUNCAY KARAYTUĞ (Adana) – Oturup dinleseydin; senin Genel Başkanın konuştu.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Her Sayın Bakana söz mü vereceksiniz? İçtüzükte özel durum yok; olur mu efendim?!

BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan. (DYP sıralarından gürültüler)

Sayın Bakan, sadece o konuyla ilgili lütfen...

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HİKMET ULUĞBAY (Ankara) – Teşekkürler Sayın Başkan. Sadece o konuyla ilgili...

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Doğru Yol Partisi Sayın Genel Başkanı, konuşması sırasında “Millî Eğitimin, kendi okullarını kapatarak reform yapma anlayışı, sadece size mahsustur. (RP sıralarından “Doğrudur” sesleri) Bu okul kapatma projesi, sizin projeniz midir; soruyorum. Sizin projeniz miydi” diye beyanda bulundular.

Her şeyden evvel şunu ifade ederek sözlerime başlamak isterim; Sayın Çiller, konuşması sırasında “Millî Eğitimin siyasete konu edilmemesi” gibi, son derece isabetli ve yüzde yüz katıldığım bir cümleyi kullanmıştır. Bu anlayıştan hareket ederek, kendisinin, Millî Eğitime siyaseti sokması nedeniyle de bu sözü almak durumunda kaldım.

15 inci Millî Eğitim Şûrasında alınan karar, ilköğretimin 2+8+1 olmak üzere, kesintisiz olarak uygulanması şeklindedir. (RP sıralarından gürültüler)

BEKİR SOBACI (Tokat) – Sayın Başkan, usulsüzlük yapıyorsunuz; daha önce biz bunları dinledik.

BAŞKAN – Siz mi idare edeceksiniz burayı?! Git otur yerine!

BEKİR SOBACI (Tokat) – Ne münasebet...

BAŞKAN – Otur yerine!

Bu kadar sabrettik burada sabahtan beri kardeşim.

AYHAN FIRAT (Malatya) – Otur yerine!.. Otur!..

MİLLÎ EĞİTİM BAKANI HİKMET ULUĞBAY (Devamla) – Bu karar, Millî Eğitim Şûrası tarafından alındıktan sonra, dönemin Millî Eğitim Bakanı Sayın Turhan Tayan’ın imzasıyla Tebliğler Dergisinde yayımlanmış ve bu 2+8+1’in kesintisiz olacağını ifade etmiştir.

Sayın Turhan Tayan, Doğru Yol Partisinin milletvekili ve bakanı olarak bunun altına imzayı atmıştır ve aynı şekilde, aynı görüşe sahip çıkarak da, 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitimle ilgili yasa tasarısının konuşulması sırasında da, burada, yasayı destekleyen oyu vererek doğrultu tutarlılığı sergilemiştir. Kendisine, o davranışından dolayı, burada tekrar teşekkürlerimi sunuyorum.

Bu noktada, hatırlatmak istediğim diğer bir şey de, 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitime ilişkin görüşü, pedagojik nedenlerle, bütün toplumun katmanları katılarak, 15 inci Şûrada karara bağlanıyor, o dönemin bakanı bunu imzasıyla yayımlıyor ve ondan sonra o dönemin Başbakanı, buraya geliyor “8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitim sizin projeniz miydi, dayatma mıydı” diyor.

Devlette devamlılık esastır. 55 inci Hükümet, kuruluş protokoluna, açık seçik olarak, 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitimi uygulamak üzere hazırlık yaptığını belirtmiş; arkasından, Hükümet Programına net bir şekilde yazmış ve bu net ifadenin arkasından da, yasa tasarısını Meclise getirmiş ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamasıyla da bu yasayı yürürlüğe koymuştur. O yasa, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yasasıdır ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin çatısı altında olan ve milletten vekâlet alarak buraya geldiğini söyleyen herkes, bu Meclisten çıkan her yasaya sonuna kadar sahip çıkmak, onur ve görevini yüklenmek durumundadır. (DSP sıralarından alkışlar) Aksi takdirde, bu Parlamentonun itibarına bu Parlamentoda olanlar gölge düşürür ve buna da kimsenin hakkı yoktur.

Hepinize saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyrun Sayın Kapusuz.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan, bütçe gibi hassas bir konuda, sabahki oturumda, zatıâlinizin tavrıyla şu andaki uyguladığınız tavır taban tabana zıttır; bir.

İkincisi, biraz önce bir milletvekili arkadaşımıza -uygundur veyahut da değildir- sizin bu şekilde hitap etmeniz, sizin bulunduğunuz makama uygun düşmüyor.

Arz ederim. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Kapusuz, bir dakika...

Sabahleyin, hiçbir arkadaşımıza ya da gruba bir sataşma görmediğim için ve arkasından, grupların da söz alması olduğu için, özel bir biçimde...(RP sıralarından gürültüler)

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Bir dakika efendim... Ben dinledim!.. Dinleyeceğiz arkadaşlar...

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Dinliyorum Başkanım.

BAŞKAN – Ben, böyle bir sataşma ve İçtüzüğe uygun olarak böyle bir talep gelmediği için, söz vermedim “arkasından gelecekler” dedim. Şimdi, bugün, burada, Millî Eğitim Bakanımız, 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitimle ilgili olarak okulların kapatıldığı şeklinde, yanlış anlama gelen bir ifadenin kullanıldığını ve bunu düzelteceğini söyledi; o bakımdan, kendisine, sadece o konuda söz verdim ve o konuyu açıklığa kavuşturdu. Bir çelişki yok.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkanım, şayet, her bakan, böyle bir düzeltme ihtiyacını hissedecek olursa, burada söz alma hakkı doğar; ama, bir şey söylemek istiyorum: Bir konuşmacının, elbette birtakım değerlendirmeleri olacaktır; Hükümet adına söz alma imkânları vardır. Böyle, arada bir söz vermek, bir sataşma gibi telakki ederek böyle bir uygulamayı orta yere koymak doğru değildir.

BAŞKAN – Sayın Kapusuz, bunun geçmişte de çok örneği olmuştur; yani, ben, o konuda, sabahtan beri büyük bir hoşgörüyle ve gerekli toleransı da göstererek, bütün gruplara söz verdim. Burada okulların kapatılmasıyla ilgili özel bir konu olduğu için Sayın Bakana söz verdim; yoksa, her bakana söz verme diye bir usul yoktur. Sabahleyin de öyle bir sataşma olmadığı için söz vermedim; onun için, bundan sonraki görüşmelere devam edeceğiz. (ANAP, CHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BEKİR SOBACI (Tokat) – Sayın Bakan “örgüt bakanı“ olmayı bir açıklasın, Agâh Beyin sözünü bir açıklasın...

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun efendim.

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Sayın Bakan “8 yıllık kesintisiz eğitim kanunuyla ilgili çalışmalar, 15 inci Millî Eğitim Şûrasında pedagojik ve psikolojik eğitim açısından karar altına alınmıştır” dediler...

ALİ TOPUZ (İstanbul) – Ne sebeple konuşturuyorsunuz Sayın Başkan?!

BAŞKAN – Bir dakika...

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) – Halbuki, 15 inci Millî Eğitim Şûrasında alt kademe çalışması yapılan 13 bölgenin sadece 2’sinde kesintisiz eğitim, 11’inde de kademeli eğitim yapılması Şûrada tavsiye kararı olarak alınmıştır. Sayın Bakana, ben bunun yerlerini bütçe görüşmelerinde kitaptan da gösterdim; ama, kamuoyu ve Meclis yanıltılmaktadır; arz ederim.

BAŞKAN – Tutanaklara geçti; teşekkür ederim Sayın Baş.

 

III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. – 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/669) (S. Sayısı : 390) (Devam)

2. – 1996 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1996 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/633, 3/1046) (S. Sayısı : 401) (Devam)

3. – Katma Bütçeli İdareler 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/670) (S. Sayısı : 391) (Devam)

4. – 1996 Malî Yılı Katma Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1996 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/634, 3/1047) (S. Sayısı : 402) (Devam)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, şimdi söz sırası Demokratik Sol Parti Grubu adına Sayın Metin Bostancıoğlu’nda.

Buyurun Sayın Bostancıoğlu. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Demokratik Sol Partinin görüşlerini açıklamak için huzurunuzdayım. Açıklamalarımı, kürsü dokunulmazlığının yalan söyleme hakkı vermediğini bilerek yapacağım. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

HALİL ÇALIK (Kocaeli) – Ağzına sağlık.

METİN BOSTANCIOĞLU (Devamla) – Açıklamalarımı, gerçek olmayan olayları gerçekmiş gibi söyleme hakkını vermediğini bilerek yapacağım. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) Açıklamalarımı Yüce Meclisin bu kutsal kürsüsünü miting meydanı gibi kullandıktan sonra kürsüyü ve Meclisi terk edip gitme hakkı vermediğini bilerek yapacağım. (DSP sıralarından”Bravo”sesleri; DSP, ANAP sıralarından alkışlar)

Bu kürsüde ve bu Mecliste hiç kimsenin bu Meclise “meşru değildir” deme hakkına sahip olmadığını bilerek yapacağım.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, müsaade buyurun, bir şey arz edeceğim efendim...

METİN BOSTANCIOĞLU (Devamla) –Hepinizi şahsım ve Demokratik Sol Parti adına saygıyla selamlıyorum.

BAŞKAN – Sayın Bostancıoğlu, bir dakika efendim.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan...

Sayın Güven, neye müdahale ediyorsunuz?

TURHAN GÜVEN (İçel) – Biraz evvel Çiller konuştuğunda...(DSP ve ANAP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Yok öyle bir usulümüz, yok öyle bir usulümüz efendim.

METİN BOSTANCIOĞLU (Devamla) – Sayın Güven “yalan söylemeyeceğim” dedim..

TURHAN GÜVEN (İçel) – Bir dakika Sayın Başkan, rica ederim...

BAŞKAN – Efendim sizin her konuşmacınız...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Çiller’e ifadesini değiştirttiren sizsiniz; “ben böyle bir beyanda bulunmadım” dediği halde, sayın sözcü bir şey söylüyor .... (Gürültüler)

BAŞKAN – Öyle bir usul yok Sayın Güven, böyle bir usulümüz yok, oturunuz efendim. (Gürültüler) Efendim meşruiyetle ilgili düzeltmeyi yaptı, onunla ilgili söylemiyor.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Öyle söylüyor ”Millet Meclisi meşru değildir demeyeceğim” diyor, daha ne desin yani!.

METİN BOSTANCIOĞLU (Devamla) – Kimse bunu demeye hak sahibi değildir diyemez.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Demek düzeltme oldu!..

BAŞKAN – Düzeltme oldu.

METİN BOSTANCIOĞLU (Devamla) – Sayın milletvekilleri, bütçenin hedefleri ve ilkeleri hakkında görüşlerimizi açıklamadan önce bu Hükümetin kuruluşundan önceki siyasî manzarayı ve 55 inci Hükümetin hangi koşullarda kurulduğunu hatırlatmakta ve hatta, bugüne dil uzatan, o gün işçiye sıfır zam önerenleri, işçiye “devleti sömüren sülük” diyenleri, şaibelileri unutmamakta yarar görüyorum.

Rejimle kavga eden Refah Partisi ve ortağı Doğru Yol Partisinin oluşturduğu 54 üncü Hükümet dönemi, sanıyorum, Türkiye Cumhuriyeti tarihine en bunalımlı dönemlerden biri olarak geçecektir. O dönemde Türkiye’nin gündemine yerleşen rejim sorunu, irtica tehdidi ve demokrasi kaygısı,ülkenin çözüm bekleyen tüm sorunlarının önüne geçmiş, toplum, yoğun bir karamsarlığa düşmüştü.

Ekonomik ve sosyal sorunların çözümü için hiçbir tedbir alınmamıştı, sözü verilen yatırımların hiçbiri gerçekleşmemişti. Güneydoğuda binlerce köy boş, binlerce okul kapalı, açık olanlar da öğretmensiz kalmıştı.

Enflasyon tırmanışa geçmiş, denk olacağı söylenen 1997 bütçesi, en fazla açık veren bütçe olmuştu.

Kaynak paketlerinin bir hayalden ibaret olduğu anlaşıldı ve beklenen gelirlerin hiçbirisi gelmedi.

Ulusun büyük bir çoğunluğuyla uyumsuz ve kavgalı ve hatta, kendi içinde bile uyum sağlayamayan, en hayatî konularda karar alamayan, laik, demokratik cumhuriyeti temellerinden sarsan bir hükümet işbaşında bulunuyordu. Bu hükümet, Türkiye’yi, tarihinin en ağır rejim bunalımına sürüklemişti. Tarihimizde ilk kez, devlet ile hükümet karşı karşıya gelmişti.

Başbakan, devletin resmî dışpolitikasını değil, kendisinin veya partisinin dışpolitikasını oluşturup, yürütmeye kalkışmıştı. Bazı dost ülkelerin meşru yönetimlerini ve rejimlerini yıkmak isteyenlerle; hatta, yer yer, bu amaçla terör eylemlerine girişenlerle gizli görüşmeler yapılmaktaydı. Bakanlar Kurulu toplanamıyor, ülkenin iç ve dış sorunları çözümsüzlükler içinde artıyordu. Devletin dış ilişkilerini kimin yürüttüğü belirsizdi.

54 üncü Hükümetin Başbakanı çelişkili açıklamalarda bulunuyordu. Önce, kesintisiz 8 yıllık temel eğitime “evet” diyorlar, sonra, karşı olduklarını beyan ediyorlardı. Avrupa Birliğine önce “evet” diyorlar, sonra da “gâvur uşaklığıdır” diyorlardı. Başbakan bir açıklamasında “laiklik dinsizliktir” bir başka açıklamasında “laikliğin güvencesi benim” diyordu...

CAFER GÜNEŞ (Kırşehir) – Anlayamamışsın!..

MUSTAFA KEMAL ATEŞ (Kilis) – Ne ilgisi var.. Anlamamışsın!..

METİN BOSTANCIOĞLU (Devamla) – Başbakan, devlete ve devletin kolluk gücüne de güvenmiyor, özel koruma görevlileri tarafından korunuyordu...

MUSTAFA ÜNALDI (Konya) – Anlayamamışsın, anlayamamışsın!..

METİN BOSTANCIOĞLU (Devamla) – 54 üncü Hükümeti oluşturan partiler arasında da çelişkiler ve uyumsuzluklar had safhaya varmıştı.

Toplum, her gün acı bir gerçekle yüz yüze kalıyordu. Ortada, ne hükümet ne devlet politikası vardı. Yüzlerce yıllık devlet geleneği bulunan Türk Ulusu, bu yüzden kaygı içindeydi.

Ülkede, toplumsal gerilimi artıran dönemin iktidarına karşı tepkiler yoğunlaştı ve tarihimizde ilk kez, halkın tümüne yakın kısmı ayağa kalktı, bu Hükümete “gidin” dediler. İktidar, sivil toplum örgütlerinin ve halkın gücüne dayanamadı; gittiler... Gittiler; fakat, isim değiştirerek yeniden gelme kurnazlığını gerçekleştirebileceklerini zannederek gittiler!.. (DSP sıralarından alkışlar)

Sayın Çiller, ülkeyi hükümetsiz bırakmama bahanesiyle Refah’ı bir kez daha iktidara taşımayı denemek istedi; fakat, Parlamentomuz buna izin vermedi, 55 inci Cumhuriyet Hükümeti kuruldu.

MUSTAFA ÜNALDI (Konya) – Nasıl kuruldu?!.

METİN BOSTANCIOĞLU (Devamla) – Ülke rahatladı ve kuralların işlediği bir demokrasinin yolu açılmış oldu. Çağdışı düzen özlemlerini dayatabileceklerini sananlar ve onlara ortaklık edenlerin tahribatından bu ülke normal yollarla kurtarıldı.

Bölünmek üzere olan, kamplaşan ve ortaçağ karanlığına boğulmak üzere olan Türkiye Cumhuriyeti, yeniden kimliğine kavuşabildi.

O dönemde, ekonomi ciddî ölçüde bozulmakta, uzun vadede sonuç verebilecek politikalar belirlenememekte, yüksek enflasyonun müzminleşmesi önlenememekteydi. Toplum, sürekli bir gerilim içinde kalmakta, uzun vadeli sorunlar ve yapısal sorunlar çözülememekte, dış sorunlar büyük ölçüde ihmal edilmekte ve Türkiye, hep kısa vadeli politikalarla zaman yitirmekteydi.

Bütün bunları göz önünde bulunduran Demokratik Sol Parti, sorumluluk bilinciyle hareket etmiş ve laik, demokratik rejimi, söylevle değil, eylemle korumak ve demokrasiyi kesintiye uğratmaksızın, ülkenin, bu ağır rejim bunalımından esenliğe çıkması için ön saflarda katkıda bulunmuş, uzlaşı kültürünü siyasî hayatımıza yerleştirme gayretlerinde başarılı olmuş, bu sayede, 55 inci Hükümetle esenliğe çıkılmıştır; toplumdaki gerilim düşmüş, Türkiye soluk almıştır.

Sayın milletvekilleri, dün, hal böyleyken, şimdi, gündemde, ekonomik, sosyal sorunlar ve Türkiye’yi 2000’li yıllara hazırlayacak reformlar bulunmaktadır. İşbaşında bulunan Hükümetimiz, bütün bunların üstesinden gelebilmek için, yasal, anayasal ve kurumsal reformları yapmak zorundadır.

Son yıllarda ülkemizin içerisine düştüğü en büyük çıkmazlardan biri Susurluk kazasıyla gün yüzüne çıkan çeteler, yolsuzluklar ve rüşvet olaylarıdır. Ne yazık ki, ülkemizde son yıllarda ivme kazanan yolsuzluk olayları, ülkemizi giderek saygın ülkeler liginden uzaklaştırmakta ve ülkemizin adının demokrasi ve hukuk devleti ilkelerinin olmadığı birtakım ülkelerle birlikte anılmasına yol açmaktadır.

Uluslararası Şeffaflık Örgütünün raporuna göre, Türkiye, rüşvet ve yolsuzlukta Avrupa’da birinci, dünyada ondördüncü sıradadır. Ülkemizle ilgili bu kötü imajı bir an önce silmek ve saygın ülkeler arasına girmek için, hep birlikte uğraş vermemiz gerekmektedir. Temiz topluma giden yolda, temizliğin, siyasetten başlaması ve giderek, kamu yönetiminin her alanına yayılması gerektiğine inanıyoruz. Milletvekilleri, haklarındaki yolsuzluk iddiaları sebebiyle, sürekli şaibe altında kalmamalıdır. Sorun, artık, bir kişinin ya da bir partinin sorunu değildir; sorun, Türkiye Cumhuriyetinin ve Parlamentonun sorunudur. Parlamento olarak, halkın bu kuruma olan saygısını ve güvenini kaybetmemesini istiyorsak, yargının önünü açmaktan ve mevcut iddiaların tümünün aydınlatılmasını gerçekleştirmekten başka çaremiz yoktur; halkımızın beklentisi de bu yöndedir.

Ayrıca, yolsuzluklarla ve çetelerle mücadele için, bizim, Demokratik Sol Parti olarak yıllardan beri önerdiğimiz çözümler ve Yüksek Denetleme Kurulunun biçimsel olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine bağlanması suretiyle bağımsız hale getirilmesini amaçlayan yasa önerimiz Hükümetin gündemine girmiş bulunmaktadır. Öyle sanıyoruz ki, Yüksek Denetleme Kurulunun bu şekilde bağımsız hale getirilmesi kısa zamanda gerçekleşebilecek ve böylece, yargı organlarına bilgi akışı hızlandırılmış olacaktır.

Bu arada, yargıyla ilgili sorunun bizce en büyük kaynağı, soruşturma kanallarının büyük ölçüde tıkalı olmasıdır; o yüzden, yargı, beklenen ve gereken verimi sağlayamamaktadır. Bununla ilgili bazı yasal ve hatta Anayasal ve kurumsal düzenlemeler yapılması zorunludur. Yargı bağımsızlığının sağlanması için gerekli adımların atılması, ülkemizin acil konularından biridir. Yargıya kanıt ulaştırma kanalları, maalesef, büyük ölçüde tıkalıdır; onun için, adlî kolluğun kurulması ve mutlaka yürürlüğe girmesi gerekmektedir.

Demokratik Sol Parti olarak biz, adlî kolluk üzerinde önemle durmaktayız; ancak, bu konuyla ilgili siyasal bir uzlaşma henüz mevcut değildir. Memurin Muhakematı Hakkında Kanunun da mutlaka değiştirilmesi gerektiğine inanıyoruz.

Öte yandan, ülkemizin demokratikleşme ve insan hakları alanındaki eksikliklerinin giderilmesi de, Demokratik Sol Parti olarak en çok üzerinde durduğumuz konulardan biridir.

Bilindiği gibi, demokratik Batı ülkeleri de Türkiye’deki insan hakları konusuna büyük ilgi göstermektedirler. Bu konudaki iddialar, bazen ölçüsüz, bazen de aşırı ölçülere varsa da, bu ülkelerin duyarlılığını anlayışla karşılamaktayız; ancak, insan hakları konusu, öncelikle kendi sorunumuzdur. Bazı yabancı ülkeler istediği için değil, kendi vicdanımızın buyruğu olduğu için, bu eksiklikleri gidermek durumundayız.

İnsan hakları ihlalleri, bir insanlık ayıbıdır. Bu ihlaller, ülkemiz ve uygar dünya kamuoyunda olumsuz etkiler uyandırmakta ve ülkemiz açısından giderilmesi güç zararlar doğurmaktadır. Özellikle, soruşturma yöntemleri, zaman zaman, işkenceye varan uygulamalara ilişkin eleştirilere yol açmaktadır. Onun için, sorgulama sisteminin mutlaka elden geçirilmesi, düzeltilmesi, bu konudaki eksikliklerin giderilmesi gereklidir. Sorgulamanın, hem sonuç verici hem de insan haklarına saygılı olması gerekir. 55 inci Hükümetin bu konuya gereken duyarlılığı gösterdiğine inanıyoruz. Hükümetin, insan hakları alanında bugüne kadar, hiçbir hükümetin yapmadığı kadar, kapsamlı bir hazırlık içinde olması, çok sevindirici bir gelişmedir.

Sayın milletvekilleri, biraz önce de belirttiğim gibi, Refahyol döneminde dışpolitikamız, cumhuriyetin kurulduğu günden itibaren izlediği saygın, tutarlı ve geleneksel çizgisinden saptırılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden bu yana, olanaklarının en kısıtlı olduğu günlerde bile, bölgenin ve dünyanın saygın, etkili, güvenilir bir devleti olmuştur; ancak, yakın geçmişte Türkiye’nin dünyadaki yeri ve doğrultusuyla ilgili yanlış izlenimler yaratan uygulamalar, devletimizin uluslararası alandaki saygın konumunun yeniden sağlanması için 55 inci Hükümete önemli görevler düşmektedir.

1963 yılında imzalanan Ankara Antlaşması 1973 yılında yürürlüğe giren karma protokol çerçevesinde Avrupa Birliğine tam üyeliğimiz amaçlanmaktaydı. Türkiye, Avrupa Birliğine tam üyelik için adaylığını, 1963 Ankara Antlaşmasından kaynaklanan bir hak olarak görmektedir.

Avrupa Birliğinin bu genişleme süreci öncesinde, Hükümetimiz, beklentilerini, yapıcı bir zihniyetle, makul ve gerçekçi bir çerçevede belirlemiş, muhataplarına açıkça anlatmıştır. Buna rağmen, Lüksemburg Zirve Bildirisinde, Avrupa Birliğinin genişleme sürecinde, Türkiye’ye bu aşamada yer verilmemesi sonucu çıkmıştır. Bu sonuç metni, Türkiye açısından kabul edilebilir nitelikte değildir; çünkü, Türkiye, öteki aday ülkelerle aynı çerçevede, aynı iyi niyetli yaklaşımla ve objektif kıstaslara göre değerlendirilmemiştir. Türkiye’nin iç yapısı ve Kıbrıs dahil dışpolitikasıyla ilgili yanlı, önyargılı ve abartmalı değerlendirmeler yapılmıştır. Bu değerlendirmelerde, 55 inci Hükümet döneminde gerçekleştirilen ve öngörülen iyileştirmeler tümüyle gözardı edilmiştir. Bu yanlış yaklaşımlarla, kabul edilmesi mümkün olmayan art niyetli siyasî koşullar dayatılmak istenmiştir.

Bu yaklaşım ve zihniyet değişmedikçe, ilişkilerimizin yapıcı ve çok yönlü bir diyalog içinde geliştirilmesi beklenemez. Bu durumda, iki tarafı doğrudan ve birlikte ilgilendirmeyen -siyasî konuları da kapsayacak- bir görüşme ortamı sağlanması mümkün olmayacaktır. Öteden beri olduğu gibi, ilişkilerimizde, siyasî koşul dayatılmasını reddediyoruz. Avrupa Birliğinin tutumu, sağlam ve güven duyacağımız bir zemin oluşturmaktan uzaktır. Türkiye’nin geleceği ve Avrupa Birliğiyle ilişkileri, böylesine belirsiz bir zemin üzerine inşa edilemez. Hükümetimiz, Avrupa Birliğiyle var olan ortaklık ilişkilerini elbette sürdürecektir; ancak, bu ilişkilerin geliştirilmesi, Avrupa Birliğinin yükümlülüklerinin yerine getirilmesine bağlı olmalıdır.

Avrupa Birliği, Lüksemburg’ta yaptığı toplantıda, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin tek yanlı müracaatına dayanarak, Kıbrıs’la tam üyelik görüşmelerinin başlatılması kararını almıştır.

Söz konusu karar ve doğuracağı sonuçlarla ilgili olarak, Avrupa Birliği üyesi ülkelerin ve uluslararası kamuoyunun şu konularda dikkatini çekmekte yarar görmekteyiz:

Güney Kıbrıs’taki yönetim, sadece Rum tarafının hükümetidir.

Kıbrıs Rumlarının, kendi yıktıkları ortaklığın unvan ve sıfatlarına sahip çıkma iddiaları, kendilerine meşruiyyet kazandırmaz.

Kıbrıs’ta süregelen çözümsüzlüğün temelinde, Kıbrıs Rum tarafının gayri meşru sıfatı ve iddialarını sürdürme çabaları yatmaktadır.

İki tarafın serbest iradesiyle bir siyasî çözüme ulaşıncaya kadar, taraflardan birinin, Kıbrıs adına, uluslararası hukukî ve siyasî sonuçlar doğuracak tasarruflarda bulunması, yasal ve meşru olmadığı gibi, mümkün de değildir.

Avrupa Birliği, Kıbrıs Rum Yönetiminin yaptığı tek yanlı başvuruyu kabul etmekle, Kıbrıs’ta siyasî açıdan iki eşit tarafın mevcudiyeti gerçeğine sırt çevirmektedir.

Zirve sonuç bildirgesindeki, Kıbrıs’ta, eşit ve Ada’nın ortak sahibi iki halkın mevcudiyetini yok sayan ve Kıbrıs sorununun temelini teşkil eden eşitlik ilkesini ortadan kaldırmaya yönelik bu yaklaşım kabul edilemez.

Avrupa Birliği, uluslararası hukukun gereği olarak, uluslararası anlaşmalara saygı göstermek durumundadır.

Avrupa Birliği, bu anlaşmaları ihlal ederek, Kıbrıs Adasının geleceğiyle ilgili tek taraflı kararlar almak ve uluslararası mükellefiyetler yaratmak hakkına sahip değildir.

Türkiye, Lüksemburg zirvesinde alınan Kıbrıs’la ilgili kararları kabul etmemekte haklıdır.

Avrupa Birliği ve Kıbrıs konusunda 55 inci Hükümetin uyguladığı politikaları olumlu buluyor ve destekliyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizin içinde bulunduğu ve biraz önce bir kısmına değindiğim iç ve dış sorunların üstesinden gelebilmek, ancak enflasyonla mücadeleyi, kamu açıklarını azaltmayı, yatırımlara gerekli kaynakları tahsis etmeyi hedefleyen, siyasî riskleri ve kaygıları bir yana bırakan siyasî iradeyle mümkündür.

Bütçeler, hükümetlerin bir yıllık zaman dilimi içerisinde yapacakları icraatın finansmanı için Parlamentodan aldıkları bir izin belgesidir. Hükümetler, programlarını, vatandaşlarından alınan vergilerle ya da borçlanmayla finanse edeceklerdir. Bu nedenle, bütçeyle amaçlanan hedeflerin ve yapılacak işlerin kamuoyuna çok iyi açıklanması gerekir.

Hükümetin kurulması aşamasında ivedilikle çözümlenmesi gereken yığınla iç ve dış sorun mevcuttu.

Ulusal birlik ve beraberliğe en fazla muhtaç olduğumuz şu günlerde Hükümetin enkaz edebiyatı yapmamasını takdirle karşılıyoruz.

55 inci Cumhuriyet Hükümeti 30 Haziran 1997 tarihinde kurulmuştur. O tarihte, ülkemizin ekonomik tablosu ana hatlarıyla şöyleydi:

Sürekli artan bir trend izleyen ve 1997 yılının haziran ayında 4,2 katrilyon liraya ulaşan içborç stoku ve bunun yarattığı faiz yükü.

İsraf düzeyine varan kamu harcamaları ve kamu kuruluşlarının katrilyonlara varan zararlarının finansmanından oluşan kamu açıkları.

Devletin aşırı derecede borçlanma ihtiyacının ürünü olan ve ulusal tasarrufların yatırım amaçlı kullanımını engelleyen rant ekonomisi ve işsizlik.

Yüksek enflasyon, yüksek enflasyonun doğal sonucu olan gelir dağılımı bozukluğu ve bunun doğurduğu sosyal sorunlar.

Sayın milletvekilleri, bu ağır koşullar ve başta enflasyon olmak üzere, malî yüklerin, 1998 yılı bütçe hazırlık çalışmalarında başlıca belirleyiciler olduğu anlaşılmaktadır.

Bu bütçenin öncelikli hedefleri ve stratejisi, kanaatimizce, ülkemizin olanaklarını ve içinde bulunduğu koşulları yeterince kavramış bulunmaktadır. Bu hedefler, siyasî nedenler bir kenara bırakılarak, ülkenin bir an önce aydınlık günlere kavuşması için, gizli-açık, her türlü kaynak potansiyelini harekete geçirmeyi öngören gerçekçi hedeflerdir. Bu vesileyle, tasarının mimarlarını kutluyor; fakat, bir hususuda eklemekte yarar görüyorum.

Belirlenen hedefler, ülkemizin yetişmiş insan gücü potansiyeli, Anadolu insanının yüksek dinamizmi ve ülkemizin zengin kaynakları bir arada düşünüldüğünde, kolaylıkla ulaşılabilecek hedeflerdir; ancak, bunun için, siyasî istikrar önlemlerinin doğruluğuna duyulan toplumsal güven ve sıkıntıların bütün toplum kesimlerine, güçleriyle orantılı bir biçimde dağıtılması şarttır.

Bu bütçenin detaylarına girmeye gerek görmüyor; fakat, tasarının özelliklerine ana hatlarıyla temas etmek istiyorum.

Tasarının temel niteliği itibariyle, bunun, bir enflasyonla mücadele bütçesi olduğu anlaşılmaktadır; tabiatıyla, kamu açıklarını azaltacak, ekonomide verimliliği artıracak görünümdedir.

Yatırımlara kaynak tahsisinde, 1998 yılında bitirilecek ve ekonomiye katkı sağlayacak projeler ile enerji ve eğitim yatırımlarına öncelik verilmiştir. Yatırımların hızlandırılması amacıyla da, özelleştirmeden sağlanacak gelirlerin, yine, yatırımların finansmanında kullanılması olanağı, gerçekçiliğe dayanmaktadır.

Kayıtdışı ekonominin üzerine gidilmesi, tek vergi numarası uygulanması ve vergi denetiminde sağlanacak etkinliklerle vergi gelirinin gayri safî millî hâsıla içindeki payının artırılması, bütçeyi güçlendirmiştir.

Hükümetin, kararlı ekonomi ve maliye politikalarının ilk olumlu neticelerini bugünlerde görmeye başlamış bulunuyoruz. 1998, bu bakımdan aydınlık görünmektedir.

Uygulanan bütçe ve maliye politikaları nedeniyle halkımızın Hükümete güveni güçlenmiş, fiyat artışı beklentileri kırılmıştır.

Hazine ve Merkez Bankası ilişkisi koordineli hale getirilerek kamu kaynaklarının kullanımında keyfilik önlenmiş ve kısa vadeli avans kullanımı düşürülmüştür.

Bu olumlu sonuçları -başta enflasyon olmak üzere- tespit edilmiş bulunan ekonomik hedeflere ulaşılacağının göstergesi olarak değerlendiriyoruz.

Sayın milletvekilleri, bütçe üzerinde değinemediğim diğer konularda, Demokratik Sol Partinin görüşlerini, Grup Başkanvekilimiz, Gaziantep Milletvekili Sayın Ali Ilıksoy açıklayacaktır.

Hepinize saygılar sunuyorum. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bostancıoğlu.

Demokratik Sol Parti Grubu adına, ikinci konuşmacı olarak Sayın, Ali Ilıksoy; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 35 dakikadır.

DSP GRUBU ADINA ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, televizyonları başında bizi izleyen değerli yurttaşlarım; 1998 malî yılı bütçesi üzerinde Demokratik Sol Partinin görüşlerini izah etmek üzere karşınızdayım. Hepinizi, şahsım ve Partim adına saygıyla selamlıyorum.

55 inci Cumhuriyet Hükümetinin hazırlamış olduğu 1998 yılı bütçesinin en önemli özelliği, ekonomiyi düzlüğe çıkarmayı amaçlayan bir istikrar programını içermiş olmasıdır. Hatırlanacağı üzere, Refahyol Hükümeti tarafından hazırlanan 1997 bütçesi ise, kaynak yaratan değil, kaynak kurutan bir bütçe olmuştur. Günü kurtarmak uğruna, ülkenin bir yılı, âdeta heba edilmiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bütçelerin enflasyonla mücadelede samimî ve kararlı olması gerekir. Ayrıca, eğitim için gerekli yatırımlara, ülkenin ihtiyacı olan enerji yatırımlarına, ekonomiye ivme kazandıracak diğer yatırımlara ve KOBİ’lere gerekli kaynağı ayırmalı; bu arada, çalışanları da enflasyona ezdirmemelidir. 1998 bütçesinin, bu anlayış doğrultusunda hazırlandığını ve bu ilkelere bağlı kalındığını saptamış bulunuyoruz.

1998 bütçesinde siyasî kararlılık ve dürüstlük vardır. Bütçenin gelir ve giderlerinin gerçek olması ve hiçbir hayalî gelire yer verilmemiş olması olumlu bir gelişmedir.

Ülkemizin kalkınması ve vatandaşlarımıza daha iyi hizmet sunulabilmesi için, devletin, elbette ki sağlıklı gelir kaynaklarına ihtiyacı vardır. Bunlardan birisi de vergidir; ancak, vergilendirmede şu hususlar gözetilmelidir: Verginin, vatandaşla kavga edilmeden toplanması ve vergi direncinin asgariye indirilmesi gerekmektedir. Vergi tabanının genişletilmesi, kayıtdışı ekonominin kayda alınması, vergi sisteminde basitlik ve açıklık ilkesinin getirilmesi, vergi gelirini azaltmadan, vergi yükünün katlanabilir ve taşınabilir boyutlara indirilmesi ve topluma, vergi suçu bilincinin yerleştirilmesi gerekmektedir.

Milletimiz, ülkemizin karapara cenneti olmaktan çıkarıldığı ve yolsuzluk yapanların ceza aldığı günleri arzulamaktadır. Hükümetimizce hazırlanan vergi reformu tasarısının bu istemlere yanıt vereceğine inanıyor ve bir an önce yasalaşmasını diliyoruz.

Hükümetimizin hazırladığı bu bütçeyle sosyal devlet anlayışı önplana çıkmış, mahallî idarelere merkezî idare gelirinden aktarılan pay oranı ise artırılmıştır. Bu, önemli bir gelişmedir.

Sayın milletvekilleri, Türkiye, çok kötü bir borçlanma yapısına sahiptir ve öncelikle, içborç sorununu, bir program dahilinde çözüme kavuşturması gerekmektedir. 1998 bütçesinde, borçlanmanın, bütçe açığıyla sınırlı tutulması ve bu sınırın yüzde 15 oranında artırılabilecek olması, bütçe uygulamasına güven kazandıracaktır.

Yönetenlerin plansızlığı ve kuruluşların bir merkezî idareye bağlı harcama içerisinde olmamaları, geçmişte, büyük kaynak israflarına yol açmıştı. Bu bütçe, yeterli ödeneği olmayan yatırımlara başlanmasının önlenmesini temel prensip olarak kabul etmektedir. 1998 yılı bütçesiyle, toplam proje bedelinin yüzde 10’u kadar ödeneği olmayan yatırımlara başlanmasını önleyen bir düzenleme getirilmektedir. Böylece, bütçeden ayrılan ödeneklerin daha verimli kullanılması amaçlanmaktadır. Kısacası, Hükümetimiz, ilave bir gelir elde etmeden ilave bir yatırım yapmayacaktır. Bu, kaynak israfının önlenmesi açısından önemli bir gelişme olduğu gibi, hayalî temel atma törenlerinin de sonu demektir.

Bu bütçenin temel hedeflerinden birisi de, çalışanların enflasyona ezdirilmemesidir. 1998 yılında yer alan personel ödenekleri, memurlarımızın reel aylık düzeylerini koruyacak ve onları enflasyona ezdirmeyecek şekilde hazırlanmıştır. Memur maaşlarındaki reel artış yüzdesi, 66,7’dir. Bu, elbette ki yeterli değildir; ancak, yüzde 50’lik yıl sonu enflasyonu hedefi karşısında, bunun olumlu bir ücret artışı olacağı gözlenmektedir. İleride yapılacak gelir getirici birtakım düzenlemelerden sonra, memurlarımızın durumlarını daha da iyileştirici tedbirlerin alınacağını umuyoruz.

1998 bütçesi, gerek ülke ekonomisinin düzelmesi için atılan adımlardan birisi olarak gerekse yıllardır halkımızın en büyük sorunu olan enflasyonu önlemede bir araç olarak disiplinli bir şekilde uygulanmak ve bu temel hedeflere ulaşmak zorundadır. Bunu başarmak için, Hükümetimizin büyük bir uyum ve özveri içinde çalışacağından eminiz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 55 inci Cumhuriyet Hükümetinin kuruluşunu müteakip, Türkiye’nin gündeminde yer alan en önemli sorunların başında, o dönemde, eğitim sorunu gelmekteydi. Hükümetimiz, bilgi çağında, temel eğitimin 5 yılla sınırlı kalmasının doğru olmayacağı anlayışından hareketle, diğer çağdaş ülkelerde olduğu gibi, zorunlu eğitimi 8 yıla çıkarma konusunda büyük bir kararlılık göstererek, konuyu ele almış ve Yüce Meclise sunmuştur. Sunduğu bu tasarı, Yüce Meclisçe kabul görerek yasalaşmıştır; Hükümetimizi ve Meclisimizi kutluyorum.

8 yıllık kesintisiz zorunlu temel eğitim reformu, cumhuriyet tarihinin en önemli ve en iddialı reformudur. Bu düzenlemeyle, ulusal birliğimizin güvencesi olan eğitimde birlik, yeniden sağlam temellere oturtulmuş olacaktır. Çocuklarımız ve gençlerimiz, 8 yıllık zorunlu eğitimle, bilgi çağına daha hazırlıklı olarak ulaşacaklardır; ayrıca, din eğitimi de sağlam temellere oturtulacak, çocuklarımız ve gençlerimiz üzerinde din istismarcılığı sona erecektir. Böylece, laiklik, eğitimden başlanarak ve inançlara saygıyla bütünleştirilerek güvence altına alınacaktır. Demokratik Sol Parti, laikliğin ülkede sağlam temellere oturması ve dinin siyasete alet edilmemesi için her zaman büyük bir mücadele vermiştir; bu konu üzerinde hassasiyetle duran partilerimizden birisidir. Bu nedenle, din eğitiminin de nitelikli ve sağlıklı olması, bizim için çok önemlidir. Çocuklarımıza ve gençlerimize, laiklikle bağdaşan ve inançlara saygılı bir din eğitimi verilmesinin gereğine inanıyoruz.

Sayın milletvekilleri, Hükümetimizin, nitelikli ve çağdaş eğitimi bütün yurda yaygınlaştırmadaki kararlılığı bizi umutlandırmaktadır. Halkımızın isteği ve beklentisi de bu yöndedir. Bu amaçla başlatılan eğitim seferberliğine, halkımızın ne denli büyük bir katkı sağladığını hep birlikte gördük. Halkımızın cömert desteğini takdirle ve şükranla anıyoruz.

Sayın milletvekilleri, eğitim uygulamalarında öncelik verilmesi gereken bölgelerimiz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizdir. Bu bölgelerimizde, uzun yıllardır, diğer sorunların yanında, eğitim sorunu, en ağırlıklı sorunlar arasında çözüm beklemekteydi. Buralarda, yüzlerce okulumuz kapalı, yüzbinlerce öğrencimiz okulsuz ve öğretmensiz kalmıştı. Açık olan okullarda ise öğretmen eksiği had safhadaydı. Bu eksikliğin giderilmesi, yatılı bölge okullarının yapımının yaygınlaştırılıp, hızlandırılmasına önem verilmesi gerekmekteydi. Hükümetimiz, diğer konularda olduğu gibi, bu konu üzerinde de hassasiyetle durmuş ve 27 886 öğretmenimizin büyük bir bölümünü, (12 911’ini) bu bölgede görevlendirmiştir.

Yine, Hükümetimizin kurulduğu dönemde, bölgede, sadece 1 kız yatılı bölge ilköğretim okulu mevcutken, bugün 9 kız öğrenci yatılı ilköğretim bölge okulu açılmıştır. Bu, bu bölgeye verilen önemi göstermektedir.

Böylece, bu bütçenin en önemli özelliklerinden birisi de, cumhuriyet tarihinde ilk kez, eğitime ve eğitim yatırımlarına ayrılan payın yüksek düzeyde gerçekleşmiş olmasıdır. 1997 yılı bütçesindeki 510 trilyon liralık bütçe payıyla bütçenin yüzde 8’i olan eğitime ayrılan pay, 1998’de 1 katrilyon 243 trilyon liralık bütçe payıyla yüzde 8,4’e çıkmıştır. Millî eğitim bütçesinin yatırım bütçesi içerisindeki payı ise, yüzde 12’den yüzde 26’ya çıkarılmıştır.

Bilgi çağını yakalamanın ve yarınlarımızı emanet edeceğimiz gençlerimize ve dolayısıyla ülkemize iyi bir gelecek hazırlamanın önkoşulunun iyi bir eğitimden geçtiğinin bilincinde olan Hükümetimizi, bu nedenle kutluyorum.

Sayın Başkan, sayın millevekilleri; Türkiye’nin en önemli sorunlarından birisi de Doğu ve Güneydoğu Anadolu sorunudur. Bu bölgelerimiz, geniş doğal kaynaklarına karşın, öteden beri, yoksulluğun, işsizliğin, gelir ve toprak dağılımı adaletsizliğinin en ileri ölçülere vardığı bölgelerimizdir.

Güneydoğu sorunu, etnik bir sorun olmadığı gibi, güvenlik sorunu da değildir. Bölgenin sorunları, temelde, o bölgenin çağdışı, feodal yapısından kaynaklanmaktadır. Demokratik Sol Parti olarak, yıllardır sorunun kökeninin bu çağdışı, feodal yapının varlığını sürdürmesi olduğunu kamuoyuna anlatageldik. Feodal yapı, bu bölgenin sanayileşmesini önlediği gibi, ekonomik ve kültürel anlamda başka bölgelerle bütünleşmesini de önlemektedir.

Bu arada, köy koruculuğu sisteminin de feodal yapıyı büsbütün kökleştireceğini, büyük sosyal sorunlar yaratacağını, köy koruculuğu sisteminin ilk başladığından bu yana hep söylemekteyiz. Üzülerek belirteyim ki, bu kaygılarımızda haklı çıktık. Hükümetimizin programında yer aldığı gibi, köy korucularından belirli nitelikleri haiz olanların, devletin denetimindeki değişik kurumlarda istihdamı yönündeki çabaları olumlu buluyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bölücü teröre karşı güvenlik önlemleri kararlılıkla sürdürülürken, Hükümetimiz, terör yüzünden köyünden olmuş, evsiz, işsiz ve eğitimsiz kalmış bölge halkının durumunun iyileştirilmesine yönelik tedbirlere de öncelik vermiştir. Bunun ilk adımı olarak hazırlanan çerçeve yasa tasarısı ise Meclisimizin gündemindedir. Bu tasarının yasalaşması ve yürürlüğe girmesiyle getirilecek teşvikler arasında, yatırımcılara, vergi muafiyeti, bedelsiz arsa, yüzde 40 daha ucuz elektrik, SSK primini bir süre devletin üstlenmesi, teşvik kredilerinde ipotek koşulunun kaldırılması, özkaynak payının yüzde 30’dan yüzde10’a indirilmesi; ayrıca, istihdam yaratan mükelleflere, kestiği vergiyi finansman kaynağı olarak kullanma olanağının yaratılması, 10 ve daha fazla sayıda işçi çalıştıran işyerlerinin elde ettiği kazançların, üç yıl süreyle, mutlak olarak Gelir ve Kurumlar Vergisi kapsamı dışında tutulması yer almaktadır.

Bu önlemlerin yanı sıra, Halk Bankasınca sağlanan ek teşviklerle, KOBİ’lere açılan teşvik fonu kredilerine yatırımcıların özkaynak katkısı, yüzde 30’dan yüzde 10’a indirilmiştir. Böylece, bir yatırımı başlatmak için gerekli özkaynak, bölgenin girişimcileri tarafından kolaylıkla sağlanabilecektir.

Bölgedeki yatırımcılara, yüzde 20 gibi çok düşük faizli kredi limitleri ise, 20 milyardan 30 milyara çıkarılmıştır.

Bu bölgemizde, ipotek olarak taşınmaz mal gösterme zorunluluğu ortadan kaldırılmıştır. Bunun yerine, makine rehini veya kefaletle yetinilecektir. Böylece, bölge girişimcilerinin kredi almadaki güçlükleri ortadan kaldırılmış olacaktır.

Halk Bankasının, bölgede meslek eğitimi çalışmaları yapması ve temel meslek eğitimi kursları düzenlemeyi üstlenmesi ile bölge yatırımcılarını bilgilendirme ofisleri açarak danışmanlık hizmetleri sunmasını da önemli hizmetler olarak değerlendiriyoruz.

Böylece, uzun yıllardır teröre ve geri kalmışlığa mahkûm olan bu yöremiz insanı, refaha kavuşacaktır. Teröre karşı güvenlik alanında elde edilen başarıya, ekonomik ve sosyal sorunların çözümü yönünde, bu Hükümetimiz, büyük katkı sağlayacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizin bildiği üzere, Türkiye’de nüfusun yarıya yakını köylüdür. Kentte ne varsa köyde de onun olmasını hedefleyen, bu alanda yoğun bir çalışma temposunda olan Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğümüz, köy yolları yapımına, köylere içmesuyu götürme çalışmalarına ve köylerimizin kalkındırılmasıyla ilgili diğer çalışmalara her yıl olduğu gibi bu yıl da kaynaklar ve bütçe olanakları dahilinde devam edecektir. Bu yıl Genel Müdürlük bütçesinde yatırımlara ayrılan pay yüzde 50 oranına yükseltilmiştir.

Doğu ve güneydoğu kırsal alanındaki yerleşim yerlerinin dağınıklığı, hem güvenlik önlemlerini zorlaştırmakta hem de köylülerin kalkınmasını engellemektedir. Bu sorunu çözmek için, Hükümetimizce, köy-kent düzenlemeleri ve topluyerleşim merkezleri yapımı kararlaştırılmıştır. Köye dönüşü hızlandırmak için, Hükümetimiz, önümüzdeki yılbaşından itibaren geniş topraklar ayırarak, yeni yerleşim ve gelişme merkezleri kuracağını açıklamıştır. Buralarda köylülere çağdaş çiftçilik ve hayvancılık olanakları sağlanacak, tarımsal sanayi aşamasına geçilmesi böylece hedeflenmiş olacaktır. Bu önlem ve düzenlemelerle, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde hızlı bir kalkınma dönemi başlamış olacaktır. Umut verici bu gelişmelerin devamı en büyük arzumuzdur.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; günümüzde yaşanan hızlı ekonomik ve sosyal değişmeler çalışma yaşamını da etkilemektedir. Bu nedenle, çalışma yaşamını düzenleyen mevzuatın da gelişmelere uygun bir biçimde yeniden ele alınıp düzenlenmesi gerekli olmaktadır.

Anayasada yapılan değişikliklere uyum sağlanması amacıyla yapılan çalışmalar sonucunda, Sendikalar Yasasında değişiklik yapılarak, sendikaların siyasî faaliyette bulunmaları ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarıyla ortak hareket edebilmelerinin önündeki engeller kaldırılmış, devletin idarî ve malî denetimi yerine iç denetim getirilmiştir.

55 inci Cumhuriyet Hükümetinin hazırlamış olduğu önemli reform paketlerinden birisi de sosyal güvenlik alanındadır. Yapılacak bu düzenleme, sosyal güvenlik kurumlarını içine düşdükleri malî çıkmazdan kurtarmayı amaçlamaktadır.

Sosyal güvenlik reformunun temel hedefi, sosyal güvenlik kurumlarının aktuaryel dengelerinin sağlanmasıdır. Bu amaçla yapılan çalışmalar sonucunda, emeklilik yaş sınırının yükseltilmesi yanında, prim gelirlerini artırıcı yönde bir düzenlemenin de yapılmasının zorunluluğu ortaya çıkmıştır.

Çalışma Bakanlığımızın yaptığı çalışmaların ışığında, sosyal yardım zammının kaldırılarak bunun gösterge tablosuna eklenmesinin 3 puanlık bir gelir artışı sağlayacağı ortaya çıkmış bulunmaktadır. Böylece, başlangıç noktası yüzde 20 değil, yüzde 23 olacaktır. Düzenli bir devlet katkısı da öngörülmektedir. Bu devlet katkısı yüzde 10 olarak saptanmıştır. Bunu bir katına kadar artırmada veya yarıya kadar indirmede Bakanlar Kuruluna yetki verilmesi öngörülmektedir.

Sayın milletvekilleri, 55 inci Cumhuriyet Hükümeti emeklilerimizle ilgili olarak, onlara layık oldukları hizmeti sunmaya ve bu konudaki kötü imajı ortadan kaldırmaya yönelik uygulamaları da başlatmış bulunmaktadır. Bu çerçevede, emeklilik evrakının Sandığa gelişi ile ödeme emrinin bankada bulundurulması arasında geçen süre on güne indirilmiştir. Ölümlü emekli kuyruklarını ortadan kaldırmak üzere, Vakıflar Bankası ve Halk Bankası da devreye sokulmuştur. Ayrıca, bankaya gidemeyecek durumda olanlara kendi ikametgâhlarında ödeme yapılabilecektir.

Çalışma Bakanlığımızın “işsizlik sigortası” uygulamasını başlatması yönündeki çalışmalarını da olumlu buluyoruz. Bu tasarının yasalaşması halinde, işini kaybedenler on ay işsizlik sigortası ödeneğinden yararlanabilecekleri gibi, ayrıca, bu süre içerisinde, kendilerine yeni iş bulmalarını kolaylaştırıcı meslekî eğitim sağlanacaktır.

Tasarrufu Teşvik Yasası yürürlükten kaldırılarak, bu yasa uyarınca, işçi ve işverenden kesilen yüzde 5 oranındaki primler, bundan böyle işsizlik sigortasının kaynağını oluşturacaktır. İşsizlik sigortasına devletin katkı payı ise yüzde 2 olacaktır.

Tasarrufu Teşvik Fonunda bugün kadar birikmiş olan anapara ve nemaların karşılığında, çalışanlara, Türk Telekom’un borsaya kote edilecek hisse senetlerinin verilmesini ve işçi ve memurlarımızın ülkemizin en verimli kuruluşunun mülkiyetine ortak edilmesini de olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyoruz.

Kamu görevlilerinin sendikalaşma hakkının ve toplugörüşme hakkının sağlanması yönündeki kamu görevlileri sendikaları yasa tasarısının, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızca hazırlanarak 10 Kasım 1997 tarihinde Bakanlar Kuruluna sunulmuş olması, Hükümetimizce, kamu görevlilerimize verilen önemi göstermektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sosyal diyalog konusu da 21 inci Yüzyıla çok az bir zaman kala üzerinde önemle durmamız gereken bir konudur. Batılı ülkeler, sosyal diyaloğu, çalışma yaşamı dışındaki ekonomik ve sosyal konulara da yaygınlaştırmışlar ve bu amaçla, etkin mekanizmalar oluşturmuşlardır. Ülkemizde ise, 1995 yılında kurulan; ama, işlerlik kazanamayan Ekonomik ve Sosyal Konsey, bir danışma ve uzlaşma organı olarak yeniden düzenlenmiş ve işler hale getirilmiştir. Bu Konseyde, başta, sosyal güvenlik kuruluşlarının durumu olmak üzere, ülkemizin önemli sorunları da ele alınmaktadır. Bu konuda ilk adım atılmış olup, Konsey, çalışmalarına başlamıştır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; kamulaştırma nedeniyle birikmiş bulunan kamu borçlarının yıllardır ödenmemiş olması, vatandaşın devlete olan güvenini azalttığı gibi, konunun uluslararası mahkemelere intikal ettirilmesi devletin saygınlığına gölge düşürmüştür. Hükümetimiz, 1997 Ek Bütçe Yasasıyla, bu alacakların yıl sonuna kadar ödenmesi için, gerekli ödenekleri ayırmış ve göndermiştir. Böylece, bütün kamulaştırma alacaklarının, 1997 yılı sonuna kadar ödenecek olmasını Hükümetimizin bir başarısı olarak değerlendiriyoruz.

Bu arada, hepimizin bildiği gibi, 1997 yılının ikinci yarısında, Hükümetimizin, tahsilatın hızlandırılmasıyla ilgili yeni bir uygulaması da oldu. Bu uygulamayla devlet, ödeme zorluğu nedeniyle vergi borçlarını zamanında ödeyemeyen 611 bin vergi mükellefiyle barışırken, vergi borçlarının takside bağlanarak tahsil edilmeye başlanmış olmasını da doğru bir uygulama olarak görüyoruz.

Sayın milletvekilleri, laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşüncelerin dışında kalarak ve ulusça dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek din hizmeti verme görevini yürüten Diyanet İşleri Başkanlığımızın, özellikle din eğitimine katkı ve din görevlilerinin daha verimli çalışması bakımından ciddî bir atılım içinde olduğunu görmekteyiz.

Diyanet İşlerinin önemli meselelerinden birisi de yüksek öğrenimli ve nitelikli, yetişmiş din adamları istihdamıdır. Bu amaçla, imam-hatip lisesi mezunu yaklaşık 50 bin görevlinin açıköğretim ilahiyat ön lisans programından yararlanması olumlu olacaktır.

Türk toplumu İslama bağlı ve onun özünde var olan hoşgörüyü gerçek anlamda içine sindirmiş bir ulustur. İslam dini içindeki inanç farklılıkları, ülkemizde art niyetli birtakım kışkırtmalar hariç, hiçbir zaman bir çatışma alanına dönüşmemiştir. Ancak, devlet nüfusumuzun çoğunluğunu oluşturan Sünni kesimin ibadet ihtiyaçlarını, sosyal ve kültürel ihtiyaçlarını karşılamaya gayret ettiği halde, buna oldukça geniş kaynak ayırdığı halde, yine, nüfusumuzun önemli bir kesimini oluşturan Bektaşî Alevî yurttaşlarımızın bu imkânlardan yararlanamaması, doğal olarak bu vatandaşlarımızı üzmekteydi.

Önceki hükümetler döneminde Bektaşî Alevî yurttaşlarımızın inançlarını ve kültürlerini yaşatmaları için gereksinim duyulan kaynak ayırma vaatleri, üzülerek belirteyim ki yerine getirilmemiştir. Geçen yılki bütçe görüşmeleri sırasında komisyonda, Demokratik Sol Parti olarak, Alevî yurttaşlarımıza kaynak ayrılması için verdiğimiz önerge de Refahyol Hükümeti tarafından reddedilmişti.

Şimdi, Türk kültüründe çok önemli yeri olan Bektaşî Alevî yurttaşlarımızın inanç ve kültür alanındaki gereksinimlerini karşılamak üzere, 55 inci Cumhuriyet Hükümetinin bazı atılımlar içinde olduğunu görmekten memnuniyet duymaktayız. Bu yıl, ilk kez Maliye bütçesinde, Alevî yurttaşlar için, Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfına 425 milyar liralık bir kaynak ayrılmıştır. Bu kaynak yeterli olmasa da, ileriki yıllarda daha fazla kaynak ayrılmasına öncülük etmesi ve o kültürün tanınması açısından önemli bir gelişme olarak değerlendiriyoruz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; kültür kavramı ve kültürel değerler, çağdaş dünyada, ülkelerin iç ve dış ilişkilerinde önemli unsurları arasında bulunmaktadır. Kültürün önemli bir parçası olan sanat da, toplum için vazgeçilmez bir olgudur.

Her alanda olduğu gibi kültür alanında da Doğu ile Batı arasında çok önemli bir köprü oluşturan Türkiye, dünyada eşine az rastlanır bir model ülkedir. Gerek kültürel çeşitliliği gerekse binlerce yıllık bir geçmişe dayanan zengin uygarlıkların beşiği olma özelliğiyle ülkemiz, dünyada çok az ülkeye nasip olan bir kültürel çevreye sahiptir.

Bu bağlamda, Türk Ulusunun kendi kültürel değerleri korunurken, geçmişiyle barışık ve kavga etmeyen, bunun yanında, ortaya çıkan değişimlere göre bunları yeniden yorumlayarak evrensel kültür değerleriyle de bütünleşebilen bir kültür politikasının gereğine inanmaktayız. Çağdaş devletin ve ulusal kültür politikalarının hedefi ve amacı, dünyada ve toplumumuzda yaşanan hızlı değişimin ortaya çıkardığı çeşitli çatışmaları önlemek ve kültürü, bir çatışma alanı değil, bir uzlaşma, barış ve hoşgörü aracı haline dönüştürmek olmalıdır.

Hükümetimiz, toplumu dünyayla bütünleştirecek politikalara, sanat ve sanatçının yüceltilmesi, rekabet, çevre, doğa, insan sevgisi, uzlaşma, toplumsal ahlak, hoşgörü gibi kültürel kurumlara ve üst kültür değerleri yaratmaya özel bir önem vermektedir.

Türkiye’nin sahip olduğu kültürel değerler ve bu arada sanatımız ve sanatçılarımızın her alanda ulaştığı boyut, uluslararası planda Türkiye’nin tanıtımına çok olumlu katkılar sağlayacaktır. Bu nedenle, Hükümetimizin ve özellikle Kültür Bakanımızın bu yöndeki çalışmalarını destekliyor ve kendilerini, kültür alanındaki katkılarından dolayı kutluyoruz.

Sayın milletvekilleri, korunmaya, bakıma, yardıma muhtaç aile, çocuk, özürlü ve yaşlıların ve diğer ihtiyaç sahiplerinin maddî, manevî ve sosyal yoksunluklarının giderilmesi, bu kişilerin hayat standartlarının iyileştirilmesi, sosyal devletin sorumluluklarından biridir. Bu görevi yerine getirmek için yaşamsal öneme sahip kurumlarımızın başında, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu gelmektedir. Bu Kurumumuz, üzerinde özenle durmamız gereken bir kurumdur; çünkü, korunmaya muhtaç çocuklara götürülen hizmetlerdeki gecikme ve aksamaların bedelinin toplum olarak çok ağır bir biçimde ödeneceği bir gerçektir.

Türk toplumunun 1980’li yıllardan itibaren geçirmekte olduğu hızlı değişim ve kentlere göç olgusu, maalesef, birtakım geleneksel aile değerlerinin aşınmasına, yok olmasına neden olmuştur. Buna paralel olarak, kent varoşlarında biriken kitleler, ekonomik koşulların dayatmasıyla çocuklarına yeterli bakım ve eğitim olanaklarını sağlayamamaktadırlar. Bu nedenle, ekonomik yoksunluk içerisindeki ailelerin sosyal yardımlarla desteklenerek, çocuk, genç, özürlü ve yaşlıların köklerinden koparılmadan bakılıp yetiştirilmelerinin desteklenmesine ayrılan kaynağın artırılması, toplumumuz için hayatî öneme sahip bir gerekliliktir.

Sosyal hizmetlerin yaygınlaştırılmasında, devletin imkânları ile toplumun gücünün birleştirilmesi esastır. Bu bağlamda, çocuklara, yaşlılara ve özürlülere hizmet götürmeyi amaçlayan gönüllü kuruluşların hem sayısının hem de sosyal hizmet alanındaki etkinliklerinin artırılmasına çalışılmalıdır. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunun 1997 yılı içerisinde kısıtlı olanaklarla yaptığı çalışmaları başarılı bulmakla beraber, sonraki yıllarda, bütçe imkânlarının bu yönde daha da artırılması ve verilen hizmetlerin daha geniş kesimlere ulaşmasını diliyoruz.

Sayın Başkan, sayın üyeler; 21 inci Yüzyıla yaklaştığımız şu günlerde, çağdaşlaşmanın ölçüsü olarak kabul edilen, demokratik hak ve özgürlüklerin var olduğu, insan hakları ihlallerinin olmadığı, çağdaş eğitimin geniş kitlelere ulaştırıldığı, sosyal güvenlik ve vergi reformu yasalarının gerçekleştirildiği, enflasyonla mücadelede başarının sağlandığı, ekonominin düzlüğe çıktığı, halkın yaşam seviyesinin yükseltildiği, demokrasinin bütün değerleriyle eksiksiz yaşama geçirildiği bir ülke olmak, hepimizin arzusudur. Bu bilinç ve sorumlulukla çalışan 55 inci Cumhuriyet Hükümetinin başarılı olmasını ve 1998 yılı bütçesinin, ülkemize ve ulusumuza hayırlı olmasını diliyor, Yüce Heyete saygılar sunuyorum. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ilıksoy.

Sayın milletvekilleri, şimdi, söz sırası, Demokrat Türkiye Partisi Grup Başkanı Sayın Mahmut Yılbaş’ta.

Buyurun Sayın Yılbaş. (DTP, ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

DTP GRUBU ADINA MAHMUT YILBAŞ (Van) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, değerli vatandaşlarım; 1998 yılı bütçesi üzerinde, Demokrat Türkiye Partisinin görüşlerini arz etmek üzere huzurunuzdayım; Yüce Milletimizi ve onun sayın temsilcilerini, bu vesileyle saygıyla selamlamaktayım.

Sayın milletvekilleri, bütçe görüşmeleri vesilesiyle, hükümetler, yaptıklarını ve ne yapabileceklerini halka anlatma fırsatını bulurlar. Tabiî bunun yanı sıra, muhalefet de, hükümetin icraatları ve kendileri iktidara geldiklerinde de, ne tür icraatta bulunacakları konusunda halkımıza mesajlar verirler.

Sayın milletvekilleri, bu bütçe görüşmeleri sırasında, bizler Demokrat Türkiye Partisi olarak, sade vatandaşımızın, işçimizin, memurumuzun, emeklimizin, yetimimizin, çiftçimizin, köylümüzün, dargelirlimizin, ekonomimiz hakkında, içlerinden neler geçirdiklerini, durumlarının ne olduğunu yakından düşünüyoruz; düşündükçe de, öyle rahat bir yıl içerisinde olmadığımız, olağan bir dönem içerisinde bulunmadığımız gerçeğiyle yüz yüze geliyoruz. Türkiye’nin, her zaman görülmeyecek tipte ekonomik, sosyal, siyasal türden ağır sorunları bulunduğuna inanıyoruz.

Sayın milletvekilleri, Türk Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Şartlar ne olursa olsun, sonuna kadar savunma azmimiz vardır. Bu ülkenin yüzyıllardır birlikte yaşamış insanlarını kimse birbirinden ayıramaz. Daha güzel günlere birlikte yürüyeceğiz. İçte ve dışta karşılaştığımız tüm engel ve tehlikeleri ortadan kaldırmaya yetecek gücümüz ve inancımız bulunmaktadır. Türk Milleti güçlüdür, millî birlik ve bütünlüğünü korumaya azimlidir.

Sayın milletvekilleri, demokrasimizin sorunları vardır. Demokrasinin biçimsel sınırlarını bir türlü aşamıyoruz. Demokrasi anlayışına, demokrasinin özüne, kendisine ulaşamıyoruz. Ancak, demokrasimizin standartlarını yükseltme inancıyla birlikte Türk Devletinin, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü sonuna kadar korumaya kararlıyız. Milletimiz bir, devletimiz tek, vatanımız bütündür. Bu birlik, bize, geleceğe güvenle bakma hakkını vermektedir. Türkiye Halkı, bütünleşmiş gücüyle, her türlü terörün üstesinden gelecek güçtedir. Milletçe sahip olduğumuz inanç, özgüven ve sevgi duyguları, içte ve dışta karşılaştığımız tüm engel ve tehlikeleri ortadan kaldırmaya yetecek güçte ve sağlamlıktadır. Demokratik ve laik Türkiye, geleceğimizin teminatıdır.

Bütün bunlarla birlikte, Türkiye, önemli sorunlarla iç içe yaşayan bir ülke konumundadır. Demokrasiyi yerleştirmiş ülkelerin bazılarının, karşı karşıya kaldığı sorunlardan biri olan ayrılıkçı terör sorunuyla, belki de, o, ülkelerin hiçbirinin karşılaşmadığı bir boyutta karşı karşıya kalmış olup, ülkenin bölünmesi yönünde faaliyet gösteren terör örgütünün, 20 bini aşkın asker ve sivil yurttaşımızı hedef alan korkunç terörüyle iç içe yaşamaya mahkûm olmuş bir ülkeyiz. Bunun yanı sıra, yıllardan beri yerleştirmeye çalıştığımız ve demokrasinin vazgeçilmez unsurları olarak kabul ettiğimiz laik, sosyal, hukuk devleti kavramlarını gerçekleştirmeye ve maalesef korumaya çalışan bir ülke niteliğindeyiz.

Türkiye, bütün bu zorluklara karşın, yüzyıldan beri demokrasi mücadelesi vermektedir; demokratik rejimi bütün kurum ve kurallarıyla yerleştirmeyi hedeflemekte ve bunun mücadelesini vermektedir. Ancak, bu mücadelesinde Türkiye, insan hakları alanında uluslararası platformda, son on onbeş yılda ve özellikle demirperde ülkelerinin kalkmasıyla birlikte, dozu giderek artan bir şekide eleştirilere maruz kalmaktadır. Türkiye, özellikle ifade özgürlüğü ve işkence konularındaki uygulamaları nedeniyle uluslararası alanda tecrit olmakta ve bu durum, tabiatıyla, ülkemizin dış ilişkilerini son derece olumsuz yönde etkilemektedir.

Türkiye’yi eleştiren politika ve politikacılar prim yapmakta ve eleştirilerin dozu gittikçe artmaktadır. Bu eleştirilerin büyük çoğunluğu kanımızca, haksız ve siyasal amaçlar hedefleyen eleştiriler olmakla birlikte, dış ilişkilerimizde bariz bir engel oluşturan bu sorunların kökünden çözümlenmesi yönünde bir siyasî iradenin sergilenmesi de zorunlu görülmektedir.

Türkiye’de gerek demokrasinin gerek hukuk devleti anlayışının ve uygulamasının gerek insan hakları kavramının Türkiye’ye yakışan düzeyde uygulanmasının en önemli temellerinden biri, gerek anayasal gerek yasalar alanında yeni düzenlemelerin getirilmesi ve ülkedeki tüm hukuk mevzuatının bu temel düzenlemeler ışığında yeniden değerlendirilmesi gerektiği düşüncesindeyiz.

Sayın milletvekilleri, 28 Şubatta başlayan ve 54 üncü Hükümetin düşmesiyle devam eden süreç, henüz sona ermemiştir. Bu dönem içinde yaşanan siyasal bunalımlar henüz tamamen atlatılamamıştır. 55 inci Hükümetin kurulmasıyla bir ölçüde sağlanan siyasal istikrarın bozulması için gayret gösterenler bulunmaktadır. Sanki hiçbir şey olmamış gibi, yaşananlar gözardı edilmektedir.

Değerli milletvekilleri, bunları söylerken, birilerini suçlama gibi bir maksat içerisinde değiliz. Sen yaptın, o yaptı, senin yüzünden oldu tartışması, bugüne kadar, vatandaşımıza, halkımıza hiçbir şey kazandırmamıştır. Artık, kişisel suçlamaları ve savunmaları bir tarafa bırakmalıyız. Durumumuzu kavramalı, anlamalı ve ayrıca, doğruyu, halkımıza doğru şekilde anlatmalıyız. Halkımız, artık usandı. Gözbağcılığını bir tarafa koymalıyız. Bütçeleri, artık, hayalî ve hileli yapmaktan vazgeçmeliyiz.

Sayın milletvekilleri, bugün, ekonomik tablo şudur: Enflasyon yüzde 90 seviyelerinde seyretmektedir, işsizlik yüzde 15, reel ekonomik büyüme ise sadece yüzde 3’tür; bütçe açığı 2,5 katrilyon, içborç 5,5 katrilyon, dışborç 80 milyar dolardır -ki, bunun 59 milyar doları uzun, 19 milyar doları kısa vadeli- dışticaret dengesi 20 milyar dolar açık vermektedir. Gelir ve servet dağılımı çok bozulmuştur, sanayileşme durgunlaşmıştır, altyapı eksikliklerimiz vardır; teknolojimiz eskimekte, kentleşme çarpık şekilde devam etmektedir, göç olgusu ise henüz durmamıştır.

Değerli milletvekilleri, bu tablo, Türkiye’de, yirmi yıla yakın bir süredir, kabul edilemez düzeyde bir enflasyonun etkisi altında bugüne gelmiştir. Yaşadığımız yüksek enflasyon kronikleşmiştir. Bunun her alanda ağır tahribatı olmuştur; bu, ekonomide olmuştur, toplumsal yapımızda olmuştur, ahlakî yapıda olmuştur. Bu durumu aşmak zorundayız. Türkiye, bunca iktidarlara, hükümetlere, birbiri ardına gelen başbakanlara rağmen, hâlâ, yüksek düzeyde yoğun ve kronik enflasyonun kıskacından kurtulamamıştır. Bunun için, her şeyden önce, kararlı bir iradeye ihtiyaç vardır; 55 inci Hükümet, bu kararlılığı göstermelidir. Arkasında, bunun için -en azından bizim açımızdan- destek vardır; yeter ki, bu Hükümetin ortak bir hükümet olduğu gerçeği hatırlardan çıkarılmasın; hiç kimse, kimseye, her şart altında bu desteği sağlama sözü vermemiştir. Sorumluluk ve yetki ortaktır; bu, ortaklığın temel ve vazgeçilmez şartıdır; çünkü, ülkemizin içerisinde bulunduğu koşullar, zor koşullardır, acil ve isabetli kararlar alınmasını gerektirmektedir. Bunun için, alınan kararları kayıtsız şartsız desteklemeyi kimse göze alamaz. Türkiye, bu haliyle yoluna devam edemeyecek bir dönemece gelmiştir; bu dönemeci aşamama sonucu, sadece iktidarlar değil, bütün siyasal yapı riske atılır.

Sayın milletvekilleri, Türk ekonomisi yirmi yılı aşkın zamandır bir borç yükü altında ezilmektedir. Çığ gibi büyüyen borç yükü, ekonomimizi felç etme noktasına doğru hızla yaklaştırmıştır. Niçin böyle olmuştur, bunun kusuru kimdedir, nerededir, niçin böyle bir borç patlamasının tutsağı olunmuştur? Her devletin çeşitli nedenlerle kendi bütçesiyle yetinmeyip, borçlanma yoluna gitmesi gayet doğaldır. Klasik anlamda borçlanma, ya bütçe yılı içinde yer ve zaman açısından nakit akışını denkleştirmek ya da ekonomik darboğazları gidermek veya çok büyük ölçekli yatırımları finanse etmek amacıyla başvurulan bir yoldur. Devletin, ekonomiyi yönlendirmek için, böylesi ihtiyaç ve nedenler yok iken de borçlanmaya gitmesi mümkündür. Yurdumuzda ise, son yıllarda, devlet borçlanmalarının hemen hemen tek amacının, bütçe, kamu açıklarını kapatmaya matuf olduğu orta yerdedir.

Değerli arkadaşlarım, hepinizin malumu olduğu üzere, içborç stokumuz 5,2 katrilyon Türk Lirası, dışborçlarımız ise 80 milyar dolar dolaylarındadır. Kamu açıklarının devlet borçlarıyla finanse edilmeye çalışılması, yıllardan beri devam edegelen yanlış bir politika ve uygulamanın çarpık sonuçlarını da beraberinde getirmiştir. Devlet tarafından ihraç edilen bono ve tahvil gibi kağıtların yüzde 90’ı bankalar tarafından satın alınmıştır. Devlet bütçesinin yaklaşık yüzde 40 tutarındaki büyük bir kısmı, bu borçların faizi olarak, büyük ölçüde bu bankalara kanalize olmaktadır. Bu faizler, mükelleflerden toplanan vergilerle ödendiğine göre, vergisini verenlere, âdeta, aynı oranda bir vergi yükü daha eklenmiş olmaktadır; zira, bu mükellefler, ödedikleri vergilerin, kendilerine hizmet ve sair sosyal katkılar suretiyle geri dönmesini beklerlerken, bundan mahrum kalmaktadırlar. Bu politika yüzünden, Türkiye’deki hemen hemen tüm bankaların kârlarının en büyük bölümü devlet kâğıtları gelirlerinden oluşmakta, asıl bankacılık faaliyetlerinin hiçbir cazibesi kalmamaktadır. Böylesi bir ortam, gerçek bankacılık hizmetlerinin gelişmesini ve bankalarımızın uluslararası piyasalarda rekabet edebilme niyet ve şansını ortadan kaldırmaktadır.

Bu borçlar dolayısıyla bir o kadar faiz ödeniyor olması, kamu açıklarının karşılıksız para basılarak finanse edilmesinden daha kötü sonuçlara yol açmakta; enflasyonu, âdeta azdırmaktadır. Devlet, gerek eski borçlarını ve faizlerini ödeyebilmek gerekse kamu açıklarını kapatabilmek için, yeniden ve daha fazla borçlanma sarmalına sokulmuştur. Devletin açıklarını borçlanmayla finanse etmeye çalışmak, kişi ve kurumların, üretim yerine, paradan para kazanma zihniyetine saplanması sonucunu doğurmuştur; bu, toplumun yarını yemesi demek olmuştur. Gerek devletin gerek kişilerin, üretim yerine, bu tür kolay ve sanal gelir ve kazançlar peşinde koşmalarını “casino ekonomisi” dışında bir deyimle tanımlamak mümkün değildir.

Sayın milletvekilleri, ülkemizi bu tutsaklıktan nasıl kurtarırız? Çünkü, Türkiye, 21 inci Yüzyıla, dünyayla bütünleşmiş, ileri bir sanayi ülkesi olarak girmek mecburiyetindedir. Ülkemiz, istikrarsızlıklara açık bir bölgede, sahip olduğu parlamenter rejimi, laik sistemi ve dışa açılmakta olan ekonomisiyle istikrar adası olmayı mutlaka korumalıdır. Geçmiş dönemlerde uygulanan yanlış politika sonucu, hızla artan içborç, anapara ve faiz ödemeleri, vergi gelirlerini aşan bir düzeye ulaşmış, maliye politikasını kilitlemiştir.

Gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun, devlet, günümüzde, giderek artan gelir ihtiyacıyla karşı karşıyadır. Devletin üstlendiği temel fonksiyonlarının yerine getirilmesi, ancak vergi gelirlerinin artmasına bağlıdır.

Kalkınmanın hızlandırılması ve giderek artan devlet hizmetlerinin en iyi şekilde karşılanabilmesi için vergiden yararlanmak zorunluluğu vardır; bu, sosyal devlet olma ilkesinin de bir gereğidir.

Vergi, ödeme gücüne göre alınmalıdır. Bu nedenle, vergi, toplumun tüm kesimlerine adil olarak dağıtılmalı ilkesi benimsenmeli, basit ve kolay uygulanabilir nitelikte olmalıdır.

Değerli milletvekilleri, ancak, Türkiye, bir süredir vergi almayı unutan bir anlayışın yönetiminde kalmıştır. Kamu gelirlerini, vergi toplayarak artırma yerine, borç alma yolu tercih edilmiştir. Bu dönemin anlayışı, kısaca, vergiden vazgeç, yerine borç al olmuştur. Borçlanmaya yakasına kaptıran Türkiye, bugün bu noktaya gelmiştir.

Sayın milletvekillerine ve değerli vatandaşlarımıza bu kürsüden açıkça ifade ediyoruz, diyoruz ki: Bu tablo mutlaka değişmelidir. Türkiye, sıfır faizle vergi alma yerine, yüzde yüzü aşan faizle borç almaktan artık vazgeçmelidir. Türkiye, borç ve faiz ödemekten yatırım yapamaz hale gelmiştir. Kendimizi, halkımızı aldatmayalım; vardığımız, geldiğimiz nokta budur. Bu tablo, hiç de iç açıcı değildir, umut kırıcıdır. Türkiye, sadece yatırımlardan vazgeçerek kamu açıklarından kurtulamaz. Bu istikamette ekonomimizi bir dengeye oturtmamız artık mümkün değildir. Bıçak kemiğe dayanmıştır. Devletin, cari harcamalarını daha da aşağı indirme şansı kalmamıştır. Yatırımları da bir kenara bırakarak, Türkiye’yi, daha içinden çıkılmaz durumlara sokma ihtimaliyle karşı karşıyayız.

Bu itibarla, sayın milletvekilleri, artık, devlet, yeni gelir kalemleri arayışı içerisine mutlaka girmelidir; Türkiye bütçesine, daha etkin, daha sağlıklı kamu gelirleri temin edilmelidir. Arayış sırasında, Türkiye, kayıtdışı ekonomi üzerine süratle ve ciddiyetle gitmelidir. Devamlı söyleniyor; fakat, bu konuda ciddî bir atılım olmamaktadır. Kayıtdışı ekonominin, resmî ekonominin 1/3’ü oranında olduğu ifade edilmektedir, bu da yüzde 30 gelir kaybı demektir; vergilendirilmesiyle, Türkiye ekonomisi, borç yükünden ciddî şekilde kendisini kurtarmış olacaktır.

Sayın milletvekilleri, vergi almakta yaşananlar, aynen, tahsilatında da yaşanmaktadır. Vergi gelirleri, kaynaktan kesilen vergi haline gelmiştir artık. Vergiyi verenler, bordro mahkûmları olan işçiler ve memurlardır. Kaynakta kesilen vergi dışında, artık, beyan usulüyle vergi vermenin bir önemi kalmamıştır.

Türkiye’de, Kurumlar Vergisi, toplam Gelir Vergisinin yüzde 7’sine kadar düşmüştür. Diyoruz ki, Türkiye sanayileşiyor, büyüyor, özel sektör gelişiyor; ancak, Kurumlar Vergisi ise, yüzde 7 oranlarına geriliyor. Bunu anlamak, bunu kabullenmek mümkün müdür?

Değerli milletvekilleri, vergi konusunu konuşmak, dünyanın her ülkesinde zordur; hele bizde, daha zordur ve daha sevimsizdir. Muhalefette söylemek zor; iktidarda ise, uygulamak daha zordur. Ancak, başka çaresi kalmadı. Yüzde 130, yüzde 140’lara varan faizle borç alacaksınız; bunu nasıl ödeyeceksiniz? Bugüne kadar, bunu, halkımın sırtından ödediniz, memurumun sırtından ödediniz, işçimin sırtından ödediniz, yani, dargelirlimin sırtından ödediniz.

Değerli milletvekilleri, bugüne kadar gelip geçmiş bütün iktidarlara söylüyorum ve bundan sonra, artık, buna son verilmesini istiyorum. (DTP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Hükümetsiniz, yapın!

MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – Sayın milletvekilleri, yeni kaynak arayışımızda, özelleştirme konusunada değinmek gereklidir. Özelleştirme gayretleri büyük ölçüde sekteye uğramıştır. Özelleştirmenin, hukukî, fizikî ve sosyal altyapısı bugüne kadar sağlanamamıştır. Bugüne kadar yapılan uygulamalar, sadece devlete ait mülkiyetin elden çıkarılması amacına yönelik olmuş, işin ekonomik ve sosyal boyutları hep geri planda tutulmuştur. Sermayenin geniş halk kitlelerine yayılması amacından, neredeyse, tamamen vazgeçilmiş ve yapılan satış ve devirler, kamuoyunda kuşkular yaratmıştır.

Altyapı noksanlarının en büyük nedeni, Türkiye’de, sermaye piyasasının, henüz, ihtiyaçlara cevap verebilecek şekilde organize edilememiş olmasıdır. Gerek hazine bono ve tahvillerinin gerekse özelleştirme kapsamındaki işletmelere ait değerli kâğıtların pazarlanacağı bir özel ihtisas borsasının kurulmasının yararlı olacağı kanaatini taşımaktayız.

Özelleştirmede, mülkiyetin devriden başka yolların -örneğin, kiralama veya yönetimin devri veya hâsılat ortaklığı gibi- alternatif yöntemlerin de uygulamaya geçirilmesinin yararlı olacağı kanaatindeyiz.

Değerli milletvekilleri, bu dengesizlik, çarpıklık, artık, kabul edilebilir noktadan çıkmıştır. Türkiye’nin, yeni bir anlayışa, yeni bir vergi politikasına, kamu gelirleri politikasına ihtiyacı vardır. Bunu da “faizi kaldıracağız, vergi almayı azaltacağız” anlayışıyla çözmemiz mümkün değildir. Türkiye’de, herkes, ülkenin geleceğine katkı yapmak zorunluluğundadır. Bu ülke hepimizindir, hepimiz bu ülkenin vatandaşlarıyız; Türkiye’ye birlikte sahip çıkmalıyız. Bir an önce, bir vergi reformunu, bir finans reformunu uygulamaya koymalıyız. Türkiye, artık, vergisini bile alamadığı faizin altında kalmaktan kurtulmalıdır.

Bu konuda, 55 inci Hükümetin çalışmalar yaptığını, maalesef, basından öğrenmekteyiz. Konu Meclise geldiğinde, olumlu katkılarda bulunacağız. Bu katkıyı, sadece iktidarın ortağı olarak değil, ülkemiz için benimsediğimiz ekonomik politikaların sonucu olarak görmekteyiz. Bunu yaparken, vergi politikasında dikkate alacağımız hususlar şunlar olacaktır: Vergi, devletin, malî, ekonomik, sosyal ve siyasî amaçlarla, çok yönlü ve etkili bir şekilde kullanabileceği en önemli araç olarak dikkate alınmalıdır. Vergi politikası hangi amaca ağırlık verirse versin, daima ve en önce gözetilmesi gereken husus, mutlaka vergi adaleti olmalıdır. Kamu vicdanınında adil olmayan bir vergi sistemiyle sonuca gitmek, hayal olacaktır. Vergi alma niyeti olmayan bir devletin, kanunları ne kadar mükemmel olursa olsun, başarı kazanması düşünülemez. Yıllardan beri, Türkiye, bu niyet ve gayret eksikliğinin sıkıntısını çekmektedir; artık, buna son verilmelidir.

Ekonomik faaliyetleri kayıt altına almayan bir ülkede, vergi kayıp ve kaçağını, vergi adaletsizliğini ve haksız rekabeti önlemek hayal. Bu durum, Türkiye’yi, vergi vermeyenler açısından bir cennet, vergi veren dürüst vatandaşlarım açısından ise cehennem haline getirmiştir. Buna, artık, son verilmelidir.

Dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payının yüzde 60 düzeyine çıkmasını, verginin kişilerden malî güçlerine göre alınmasını amir Anayasa hükmünün ihlali olarak kabul ediyoruz. Bu, en kısa zamanda giderilmelidir.

Bugünkü vergi sistemimiz, dağınık, çapraşık ve verimsiz bir yapıya sahiptir. Sayıları hayli kabarık vergi çeşitlerine rağmen, hâlâ vergilendirilmemiş rezerv ve havzalar söz konusudur. Bunlar, mutlaka, getirilecek olan vergi reformu kapsamı içerisine alınmalıdır.

Devlet harcamalarındaki israf, toplanan vergilerin verimsiz yerlere harcanması, devletin malî yolsuzlukları önleyememesi gibi nedenler vergi kaçırma eğilimini kamçılamaktadır. Bu konuda da, reform paketinde gerekli önlemlerin alınması hususuna Grubumuz tarafından dikkat edilecektir.

Vergi inceleme ve denetimleri, yıllardır, yüzde 2, en fazla yüzde 3 düzeyinde seyretmektedir. Verimsiz ve etkisiz bir vergi denetleme mekanizmamız vardır. Buna vergi idaresinin yetersizliği de eklenince, Türkiye’de vergi disiplininin neden bir türlü sağlanamadığı orta yere çıkmaktadır.

Bazı gelir türlerinin ve özellikle, kurum kazançları ve rant gelirlerinin vergilendirilmesi hususunu yakından takip edeceğiz.

Değerli milletvekilleri, şu ana kadar üzerinde durduğumuz konuları özetleyecek olursak, ülkemiz ekonomisinin üç temel sorunu olduğu orta yere çıkmaktadır: Birincisi, hepimizin malumu olduğu, yüksek enflasyon; ikincisi, kronikleşen işsizlik ve üçüncüsü ise, üretim ekonomisi yerine, ülkede rant ekonomisinin egemen olmasıdır.

Yüksek enflasyon, ekonomik dengeleri bozduğu gibi, dargelirliler için yaşamı çekilmez hale getirmiştir. Bunun temel nedeni, kamu giderlerinin sağlam kaynaklara dayandırılmamasıdır. Bunun için, biraz evvel de değindiğimiz gibi, adil ve verimli bir vergi sistemine kavuşmalıyız.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’nin enflasyon sarmalından kurtarılamamasında etkili olan en önemli nedenlerden birisi de, kamu açıklarının önlenememesi bir tarafa, bu açıkların her gün daha büyümesidir.

Bize göre, enflasyonun bu oranlara ulaşmasında en önemli bir başka etken de yurtdışına kaçan ekonomik değerlerdir. Yurtdışına servet ve sermaye şeklinde ekonomik değer kaçışı, başlıca iki yoldan gerçekleşmektedir: Bunlardan birincisi, dışticaret hadlerinin her geçen gün aleyhimize dönmesi; yani, aldığımızı daha pahalıya almamız, sattığımızı ise daha ucuza satmamız demektir. Aldığımız dışkrediler için ödediğimiz faizlerin yükselmesini ve görünmeyen kalemlerde meydana gelen bozulmaları da, doğuracağı sonuçlar dolayısıyla bu gruba dahil etmek mümkündür. İkinci mesele ise, ülkemize hiçbir şey gelmeden yurt dışına kaçan sermaye ve diğer ekonomik değerler; yani, bir başka ifadeyle, karapara ve sermayenin yurt dışına yönelmesi meselesidir.

Değerli arkadaşlarım, kronik işsizlik, ülkede yeterince istihdam olanağı yaratılmamasından kaynaklanmaktadır. Yatırımlara ayrılan paylar her yıl gittikçe küçülmekte ve dolayısıyla, işsizlik de artmaktadır. Özel sektör, yatırımları artmasına rağmen, sermaye yoğun teknolojik yatırımlar nedeniyle, yeterince istihdam meydana getirememektedir. Bu koşullarda en iyi çözüm, küçük ve orta boy işletmeleri geliştirmektir. Bugün, ülkemizde, işletmelerin yüzde 98’i, toplam istihdamın yüzde 45’i ve toplam üretimin ise yüzde 37’si KOBİ’lere aittir. Küçük ve orta boy işletmeler, kredi olarak, ciddî şekilde desteklenmelidir.

Değerli milletvekilleri, işsizlik yanında, işçilerimiz de hızla yoksullaşmaktadır. Birkısım sendikalı işçimiz, toplusözleşme haklarını kullanarak enflasyonla bir ölçüde mücadele edebiliyor ise de, geçim düzeylerini koruyamıyor. Ancak, ülkemizde, en az kayıtlı işçi kadar kayıtdışı işçi de vardır. Yani, işçilerimizin en az yarısı, toplusözleşmeden, grev hakkından ve sosyal güvenlikten yoksun durumdadır. Bu durum, çok ciddî olarak, sosyal adaleti ortadan kaldırmıştır.

Bu alanda yaşanan diğer bir dram da, geçici işçilerimizin durumudur. Yüzbinlerce geçici işçimiz, yılda ortalama ancak dört veya beş ay ücret alabilmekte, sonrasında ise geçimini sağlayamaz hale gelmektedir; ayrıca, sosyal haklardan da mahrum bulunmaktadırlar. 55 inci Hükümetin, geçici ve mevsimlik işçileri kadroya alma çalışmalarından memnunluk duymaktayız; ancak, bu alanda adil olunmasını, partizanlık yapılmamasını ummaktayız. Bu hususun yakın takipçisi olacağız.

Kamu görevlilerine anayasa değişikliğiyle sağlanan sendika ve toplusözleşme hakları, son derece yetersizdir, sözde verilmiş bir hak durumundadır. Buna rağmen, bu hak bile, henüz kanunlaştırılamamıştır. Demokrat Türkiye Partisi olarak hazırladığımız yasa tasarısını, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vermiş bulunuyoruz; yasalaşması için, Yüce Meclisin gündemine öncelikle getirilmesi için girişimlerimizi sürdüreceğiz.

Türk ekonomisi, üretim karekterli değildir, rant karekterlidir. Büyük sanayi kuruluşlarının kendi faaliyetleri dışındaki kârları, 1980’li yıllarda yüzde 15 dolaylarında iken, 1990 yılı sonrasında yüzde 55’lere çıkmıştır. Bu, ülkedeki tasarrufların yatırımlara kanalize olmadığının, devlete borç verip vergisiz kazanç elde edildiğinin bir kanıtıdır. Bu temayülün ana nedeni, 1984’lü yıllardan sonra, para politikalarının, maliye ve vergi politikalarını ikinci plana itmesinden kaynaklanmıştır.

Gelişen ülkelerden olan Türkiye’de, ekonominin yönlendirilmesinde, tek başına para politikaları artık iflas etmiştir. Bunun için, gelir dağılımı, rantiye kesimi lehine aşırı ölçüde bozulmuştur. Bu bir yağmadır. Bundan, sadece Türk rantiyesi değil, uluslararası rantiye de yararlanmıştır. Para politikalarının ön plana çıkarılması, kamu borçlanmasını da bu politikaların esiri haline getirmiştir. Böylece, ülke ekonomisinin tüm kaynakları, iç ve dış rantiye kesimine aktarılmaktadır; aktarılanların tamamı ise, üretken alanlara gitmemiştir. Bir de bunlara kamu yönetimindeki bozulma eklenince, Türkiye, bugünkü sosyal ve ekonomik çıkmazın içine girmiştir.

Değerli milletvekilleri, bütün bu olumsuzluklar yanında, yaşanan bir başka talihsizliğimiz daha olmuştur. Bugüne kadar, sayın başbakanlarımız “her şeyi ben daha iyi bilirim, benden daha iyiyi bilen yok, en büyük benim” iddialarıyla ülkeyi yönetmeye kalkmışlar, kamu düzenini içinden çıkılmaz hale getirmişlerdir. Hiç olmazsa, 55 inci Hükümetin bu gerçeği görmesini, dağınıklığı ortadan kaldırarak, ekonomi yönetiminde bütünlüğü sağlamasını beklemekteyiz. Ancak, ekonomiyle ilgili bakanlar, değişik frekanslardan konuşmaya başladılar. Sayın Başbakan, hem Hükümet içinde ve hem de ortakları arasında işbirliğini sağlamalıdır. Bunu, Hükümette bulunmanın vazgeçilmez sonucu olarak değerlendirmekteyiz.

Sayın milletvekilleri, bir taraftan da, dışticaretimizde, yıllardan beri müspet bir gelişme sağlanamamıştır. İhracatın ithalatı karşılama oranı düşmekte, dışticaret açığı ve cari işlemler açığı büyümekte ve dolayısıyla, dışticaret makası daha da açılmaktadır.

Geçmiş yılların başlangıç bütçeleri ile yıl sonlarında ortaya çıkan gerçekleşme rakamlarının mukayeselerinde, yüzde 25’lere varan sapmalar görülmektedir. Bu durum da, bütçelerin samimî olmadığının ve malî kontrol mekanizmalarının iyi çalışmadığının açık göstergesidir.

Devlet gelirlerinin giderleri karşılama oranı gittikçe azalmakta; bütçe açıkları ise devamlı olarak artmaktadır. Bir başka ifadeyle, bütçe makası gittikçe açılmaktadır. Lükse varan harcamalar ve israf, gözler önündedir. Devlet, bütçesine sahip çıkamamaktadır. Ekonominin geldiği bu nokta, nihayet, ülkemizin sosyal yapısını da etkilemektedir. Değerler sistemi, moraller sistemi giderek erozyona uğramıştır. Toplumun bütün kesimleri enflasyon altında ezilmiştir.

Sayın milletvekilleri, sonuçta, gelir dağılımı bozulmuştur. Ülkemizde, memur, işçi, emekli, dul ve yetim zor durumda kalmıştır. İnsanların, yaşanabilir bir ücret alması şöyle dursun, personel arasındaki ücret adaletsizliği, bir uçurum haline gelmiştir “ülkeyi enflasyona ezdirmeyeceğiz” diyen iktidarlar, memuru, işçiyi, emekliyi, dul ve yetimi enflasyon canavarı karşısında sahipsiz, perişan, yalnız bırakmışlardır; kaşıkla vermişler, kepçeyle geri almışlardır. İşçiler, memurlar, emekliler çaresiz kalmışlar, sokaklara dökülmüşlerdir.

Çiftçimiz ezilmiştir. Türkiye, tarım açısından kendine yeten bir ülke iken, bugün buğday almaktadır, pirinç almaktadır, fasulye almaktadır, sebze ithal etmektedir; tarım hızla gerilemektedir.

Hayvancılık, artık, gerilemekte, hayvan zenginliğimiz kaybolmaya başlamaktadır.

Orman köylerimizin, hiçbir ciddî politikayla, bugüne kadar, sorunlarına çözüm getirilememiştir. Ne ormanı koruyabilmekteyiz ne de ormanlarımızı geliştirebilmekteyiz. Orman köylümüzün insanca yaşamasını sağlamaktan çok uzaklara düşmüş durumdayız.

Ülkemizde, tarım kesimini, çiftçilerimizi, orman köylülerimizi, ikinci sınıf insan olmaktan mutlaka kurtarmalıyız. Çiftçimizi gözden çıkaran, unutan politikaların destekleyicisi olmayacağız.

Sayın milletvekilleri, nüfusumuzun ortalama yüzde 46’sı kırsalda yaşamaktadır.Bu nüfus, bu kesim, 1960’lı yıllarda ulusal gelirin yüzde 40’ını alırken, 1990’lı yılların sonunda gayri safî millî hâsılanın ancak yüzde 14’ünü alma şansına sahiptir. Kırsal alanda bugüne kadar uygulanan politikaları bir sömürge politikası olarak değerlendirmek, hiçbir şekilde insafsız bir değerlendirme olmayacaktır. Köylümüz, tarıma ve hayvancılığa artık küstürülmemelidir.

Tarımı ve köylümüzü kalkındırabilmenin başlıca koşullarından biri de, demokratik kooperatifçiliktir. Kooperatif birlikleri, devlet sultasından, iktidarlara bağımlı olmaktan kurtarılmalıdır.

Sayın milletvekilleri, dürüst ve şeffaf bir yönetim, bugüne kadar hayata geçirilememiştir. Yıllardır, başbakanlar, bakanlar, yolsuzluk iddialarıyla karşı karşıya kalmışlardır. Siyasette rekabetin odağını bu konular teşkil etmiştir. Devletin kurum ve kuruluşları karşı karşıya getirilmiştir. Devlette güven, ciddî şekilde zedelenmiştir. Başbakanlar, kendilerine bağlı kurumlardan yeterince bilgi alamadıklarını, kamuoyu karşısında açıkça ifade eder hale gelmişlerdir.

Üniversiteler yeniden karıştırılmak, gençlerimiz karşı karşıya getirilmek istenmektedir.

Yıllardır isabetsizce uygulanan, ekonomi, eğitim, kültür ve sosyal politikalar sonucunda, ülkemizde, insanı insan yapan ülküler sönmekte, çalışma ve üretim angarya sayılmakta, köşeyi dönme, açgözlülük kalplere çöreklenmektedir. Üretici sahipsiz, çalışan sahipsiz, namuslu insan sahipsizdir.

Çalışma hayatımızın temelleri çatırdamaktadır. Türkiye’de siyaset kirlendi iddiaları yaygındır. Kimlerin, hangi partilerin iktidar koltuğuna oturacağı, artık, halkımızın gözünde önemini yitirmektedir. Gelen gideni aratmakta, milletin güvendiği dağlara karlar yağmakta, tutunduğu dallar elinde kalmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, çünkü, Türkiye’de sistem tıkanmıştır, bozukluk bünyeseldir. İçinde bulunduğumuz tüm problemlerin aşılması için, temel ve köklü değişim programlarına ihtiyaç vardır. Yani, Türkiye’nin bu gidişatını köklü biçimde değiştirecek yeni bir yaklaşım, yeni bir anlayış gereklidir. Siyasette, artık, birbirimizi aldatmaya, birbirimizi atlatmaya, cambazlık yapmaya son vermek gereklidir; samimî olmak, açık olmak, dürüst olmak, sorunları görmek, adını koymak, çaresini aramak zamanı gelmiştir.

Değerli milletvekilleri, ülkemizin en kaygı verici, üzücü meselelerinin başında, Güneydoğu Anadolu Bölgesinin yıllardır süren sorunları bulunmaktadır. Güneydoğu Anadolu Bölgemizde yaşananlar, sadece, güvenlikten kaynaklanan olaylar değildir. Bu bölgemizin sanayileşmesini önleyen, ekonomik ve kültürel açıdan ülkemizin diğer bölgelerle bütünleşmesini zorlaştıran, işsizlikten, yoksulluktan kaynaklanan birçok neden vardır. Bunlar giderilmezse, tedbiri köklü olarak alınmazsa, korkarım ki, güvenlik önlemlerinde elde edilen başarı geçici olarak kalır, bölücü akımın kaynağı kurutulamaz. Bunun için, Demokrat Türkiye Partisi olarak, Doğu ve Güneydoğu Anadolumuz için, özel bir bölge kalkınması planlaması ve teşkilatının kurulmasını önermekteyiz.

Değerli milletvekilleri, ülkemizin en önemli diğer konularından birisi de, halkımızın, biraz evvel çizdiğimiz tablo içerisinde, siyasete ve siyasetçiye olan güveninin sarsılmasıdır. Verilen sözler yerine getirilmediği için, siyasete olan güven sarsılmıştır. Muhalefette bir türlü iktidarda iken başka türlü konuşulması, buna neden olmaktadır. Türkiye’nin düzlüğe çıkabilmesi için en önemli mesele, önce, siyasî istikrara kavuşmaktır. Bunun için, her şeyden önce, halkımızla tekrar kucaklaşılmalıdır, halkımızın beklentilerine cevap verilmelidir, karşılık verilmelidir. Hiçbir endişeye kapılmadan bunu yapmalıyız. Bunu yaparak halkımızla, milletimizle barışmalıyız. Gelin, bunun için, ilk defa, dokunulmazlıkların sınırlandırılmasını sonuçlandıralım. Temiz ve şeffaf toplum yolunda ilk adım Parlamentomuzdan gelsin. Komisyonda bekleyen diğer fezlekeleri, vakit geçirmeden Genel Kurula indirelim.

Sayın milletvekilleri, bunun dışında, bunlara ilaveten, geliniz, yeni bir sivil anayasayı hep birlikte yapalım; bu şeref, bu Yüce Meclise nasip olsun. Böylece, siyasal birikimimizi, gelişme düzeyimizi, demokrasi kültürümüzü yansıtan bir Anayasaya sahip olalım.

Bu arada, yeni anayasa, mutlaka, ülkenin gerçeklerine olduğu kadar, evrensel değerlere de uygun bir anayasa olmalıdır. Bu çerçevede, şunu açıklıkla belirtmek gerekir ki, Türk kamuoyu, millî mutabakata dayalı bir anayasa yapılması konusuna hazırdır. Temel hak ve özgürlükler konusunda anayasada, özellikle iki husus büyük önem taşıyacaktır: Bunlardan birincisi, Anayasanın temel hak ve özgürlüklere ilişkin sınırlama ve istisna düzenlemelerini, demokratik hukuk devleti yönünde değiştirmek olacaktır.

İkinci olarak, anayasada ve buna bağlı olarak yasal düzenlemelerde yer alacak ifade özgürlüğüne ilişkin kuralları, uluslararası belgeler ve özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve uygulamaları doğrultusunda yeniden düzenleyelim.

Türkiye Cumhuriyetinin bir hukuk devleti olması ve bu yönde örgütlenmesi, en önemli ve temel hedeflerimiz olsun. Bu bağlamda, hukukun, sade vatandaşdan devletin tepesindeki kişiye kadar herkese eşit uygulanması, devletin temel görevi olarak kabul edilsin. Bu nedenle, anayasal ve yasal düzenlemelerde, hukukun üstünlüğünü ve yargı bağımsızlığını hep beraber gerçekleştirelim.

Değerli milletvekilleri, vaktin elverdiği nispette, biraz da ülkemizin dışpolitikasına, dışdünyayla ilişkilerine temas edeceğim. Türkiye, bir batı ülkesi oluşunun yanı sıra, aynı zamanda bir Balkan, Karadeniz, Kafkasya, Ortadoğu ve Akdeniz ülkesidir. Klasik deyimiyle, Türkiye, batı ile doğu arasında ya da 3 kıta arasında bir köprüdür. İşte, bu durum ve bu gerçekler ülkemizin jeopolitik konumuyla birleştiğinde, dışpolitikamıza çok yönlü bir nitelik kazandırmaktadır. Onun içindir ki, ülkemiz, çok yönlü dışpolitikadan vazgeçemez ve vazgeçmemelidir.

Değerli arkadaşlar, bunun için, ülkemizin, alternatif dışpolitikalar üretmek ve izlemekte güçlük çekmek gibi bir sorunu yoktur ve olmamalıdır. Bunun, dost ve düşman herkes tarafından böyle bilinmesinde yarar vardır.

Değerli arkadaşlarım, hiçbir ülkenin komşularını seçme hakkı yoktur; yani, ülkeler, komşularıyla doğar ve yaşarlar; ama, dünyada belki de hiçbir ülkenin bizim kadar çok komşusu yoktur. Ne kadar komşunuz varsa, o kadar da sorununuzun olması doğaldır. Bizim durumumuza gelince; birkaç komşumuz dışında, komşularımızla, olması gerekli düzeyde iyi ilişkiler içerisinde değiliz. Tarihi incelediğimizde kolayca görürüz ki, bulunduğumuz coğrafyada yaşamış hiçbir kavim, hiçbir millet, hiçbir devlet güçlü olmadığı sürece, etrafını dostluk ve menfaat birliği halesiyle çevreleyemediği sürece bu coğrafyada rahat edememiş, huzur bulamamış, tutunamamış ve eriyip gitmiştir. Onun içindir ki, ülkemiz bakımından, bölgedeki uyuşmazlıkların barışçı yollarla çözümüne katkıda bulunmak, demokrasi ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin yerleşmesini teşvik etmek ve böylece, etrafımızda bir barış ve bir istikrar kuşağı yaratmak, her şeyden önce, içte istikrarlı, ekonomik ve askerî bakımdan güçlü bulunmayı gerektirmektedir.

Somut olarak fiilî duruma baktığımızda, komşularımız itibariyle şunları ifade etmemiz doğru olacaktır:

İran’la tekrar büyükelçi teati edilmesini olumlu bir gelişme olarak, memnuniyetle görüyoruz. Bu ülkeyle, içişlerine karışmama ve ülke yönetim biçimine, rejime karşılıklı saygı prensipleri çerçevesinde, ilişkilerin geliştirilmesinin yararlı olacağına inanıyoruz.

Komşumuz Irak’ın bağımsızlığının, egemenliğinin, toprak bütünlüğünün ve siyasî birliğinin korunmasına büyük ehemmiyet veriyoruz. Irak’ın, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarını uygulayarak, uluslararası toplum içindeki yerini en kısa zamanda yeniden almasını ümit etmekteyiz. Bilindiği gibi, ülkemiz, Körfez Savaşının sonuçlarından olumsuz yönde en fazla etkilenen ülkelerin başında gelmektedir. Gerek Körfez Savaşı sonucunda yaşadığımız göç olayından gerek ambargodan dolayı ülkemiz ekonomisinin gördüğü ve halen görmekte olduğu zarar, bu bölgede özlediğimiz politikada önemle üzerinde durulması gerekli hususlar arasında bulunmaktadır. Irak’taki Türkmen kardeşlerimizin de, Irak’ın yaşadığı krizlerden zarar görmemesini diliyoruz.

Değerli arkadaşlarım, Suriye’yle aramızda sınırı aşan sular, yani Dicle, Fırat ve Asi Nehirlerinin suları; Suriye’nin Hatay’la ilgili tutumu, yani toprak talebi, karasuları, Suriye’nin terörü desteklemesi, Suriye’deki Türk emlaki ve Suriye’deki Türkmenler gibi sorunlar vardır. Bu ülkenin, her şeyden önce, teröre destek vermekten vazgeçmesi gereklidir. Hatay diye bir sorun yoktur; bu konu zamanında halledilmiştir. İki ülkenin ilişkilerini düzeltebilmek için, terörizmle mücadeleyi de içeren, iyi niyete dayalı bir ilişkinin başlatılmasının yararlı olacağı düşüncesini taşımaktayız.

Doğu ve güneydoğu komşularımızla ilişkilerimiz bahsini tamamlamadan önce, bölgelerdeki sınır ticaretinin önemini ve bu bakımdan, komşularımızla olan sınır ticaret kapılarının açık tutulmasının önemini bir kez daha vurgulama gereğine inanıyorum. Irak’a uygulanan yaptırımlar rejiminden dolayı ülkemizin ekonomik kayıplarının 30 milyar doları aşmış bulunduğu herkesçe malumdur. Bu kayıpların telafisi için gereken her türlü çaba gösterilmelidir.

Tarih ve coğrafya, Türk-Rus ilişkilerinin ayrılmaz bir parçası olmuştur bu iki unsur, bugün de, ilişkilerimizin genel çerçevesini belirlemektedir. Dostluk ve iyi komşuluk prensipleri çerçevesinde, bu ülkeyle ilişkilerimizin daha da geliştirilebileceğine inanmaktayız. Ticaret, ekonomi, enerji, turizm ve ulaştırma alanlarında mevcut işbirliğinin daha da geliştirilmesi, potansiyelin azamî ölçüde kullanılması, her iki ülkenin yararına olacaktır. Kuzey komşumuzun teröre destek vermemesi ve Türkiye’yi hedef alan silah ihracatından vazgeçmesi beklentilerimiz arasındadır.

Değerli milletvekilleri, şimdi, Türk dünyasıyla ilişkilerimiz konusunda birkaç söz söylemek istiyorum: Yakın tarihî, kültürel ve akrabalık bağlarımızın bulunduğu Azerbaycan ve Orta Asya Türk cumhuriyetleriyle ekonomik, kültürel ve teknik işbirliği alanlarında bir hayli mesafe katedilmiştir. Özel sektörümüzün 5 milyar doları aşkın projelerle bu ülkelerde başarılı çalışmalar yaptığı da bilinmektedir. Bu ülkelerden 8 bin kadar öğrenciye burs ve Türkiye’de eğitim şansı tanınmıştır. Demokrasi ve serbest ekonomi alanındaki deneyimlerimizi bu ülkelerle paylaşmaya ve onlara dışdünyayla bütünleşmeleri için mümkün olan her türlü yardımı yapmaya çalıştığımız da bir vakıadır. Ancak, bunlar yetmez, her şeyden önce ilgimizin, desteğimizin, işbirliğimizin süreklilik arz etmesi gerekir. İlişkilerimizin artan bir şekilde geliştirilmesine, her seviyede temasların süreklilik esası içerisinde sürdürülmesine ve “Türkiye bizimle artık eskisi gibi ilgilenmiyor ya da gereği gibi ilgilenmiyor” izleniminin yaratılmamasına özenle dikkat edilmelidir. Bu ülkelerle ilişkilerimizin en üst düzeye çıkarılabilmesi için her türlü imkân ve potansiyel mevcuttur.

Değerli milletvekilleri, biraz önce, insanların o şansı olmasına rağmen, ülkelerin, devletlerin bu şansının bulunmadığını ifade etmiştim; öyle bir dostumuz da, hepimizce meşrebi malum olan komşumuz Yunanistan’dır. Yunanistan ile ülkemiz arasında Ege’de sorunlarımız vardır, ayrıca, Batı Trakya’daki azınlığımızla ilgili sorunlar mevcuttur; komşumuzun, bölücü teröre destek vermesi de işin cabasıdır. Kıbrıs sorunu ve Avrupa Birliği konusu da vardır. Sorunlar o kadar çok ki, acaba, sorunsuz alanları saymak daha mı kolay olurdu diyorum.

Sayın milletvekilleri, komşular arasında bazı sorunların bulunması normal, bunu normal dışı görmek mümkün değildir; sorunlar çıkabilir; önemli olan, sorunları, barışçı yollardan, görüşmelerle, karşılıklı diyalogla çözüme kavuşturmaktır. Bizde bu irade mevcuttur; Türkiye, bu iradesini her vesileyle açıklamış ve fiilen de göstermiştir; ancak, Yunanistan, sürekli bundan kaçmaktadır. Batı Trakya Türk azınlığını eritme politikasını, Batı’nın gözünün içine baka baka sürdürmektedir. Bizi insan hakları ihlalleriyle suçlayanlar, bu mezalimi görmezden gelmektedir. Bölücü teröre destek vermektedir; hiçbir şüpheye mahal kalmayacak şekilde bu desteğini sürdürmektedir. Düşmanımın düşmanı dostumdur felsefesine sarılan Yunanistan, inkârına devam etmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika Sayın Yılbaş... Tamamlamanız için, size ek süre veriyorum.

MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – Sayın milletvekilleri, millî davamız Kıbrıs’a gelince... Burada yaşayan soydaşlarımıza karşı tarihî ve moral sorumluluklarımız vardır, güvenliklerinden biz sorumluyuz. Kıbrıs, aynı zamanda, Anadolu’nun da güvenliği için büyük önem taşımaktadır. Türkiye, öteden beri, Ada’da iki toplumun yan yana, barış içinde yaşamasını; bunun için gerekli çözümlerin üretilmesini savunagelmiştir. Türkiye, Kıbrıs’ta iki kesimli, iki toplumlu, toplumların egemen eşitliği ve ortaklığına dayalı çözüm istemektedir; 1990 garanti ve ittifak anlaşmalarının yürürlükte kalmasını talep etmektedir. Bunlardan vazgeçmemiz ve bunları müzakere veya başka konularda pazarlık konusu yapmamız mümkün değildir.

Sayın milletvekilleri, 1963 Ankara Ortaklık Antlaşmasıyla, ülkemiz, tam üyelik perspektifi içerisinde Avrupa Birliğine ortak üye olmuş ve 31 Aralık 1995 tarihinde gümrük birliğini tamamlamış olmakla beraber, daha düne kadar komünist blokta yer alan, demokrasi gelenekleri bizden çok geri olan, ekonomik bakımdan bizimle kıyaslanması mümkün olmayan bazı Avrupa ülkeleri AB’nin genişleme sürecine dahil edilirken, ülkemiz bu sürecin dışında bırakılmıştır. Gerekçe olarak, makro ekonomik dengeler, insan hakları, güneydoğu sorunu, Kıbrıs sorunu ve Türk-Yunan sorunu gösterilmektedir.

12-13 Aralık günlerinde Lüksemburg’ta yapılan Avrupa Birliği zirvesinde, Türkiye ile ilgili olarak alınan karar bir sürpriz teşkil etmemekte ve görülebilir gelecekte, Türkiye’ye tam üyelik kapısını kapamış görünmektedir. Bu son kararla, serbest dolaşımın askıya alınması ve malî işbirliğinin sekteye uğratılmasıyla başlayan, AB’nin, Ankara Antlaşmasının kurduğu dengeyi aşındırma süreci yeni bir aşamaya varmış olmaktadır.

Lüksemburg kararını izleyen günlerde, kuşkusuz ki, her iki taraf da, bir durum değerlendirmesi yapma ve kararın zamana yayılacak sonuçlarını gözden geçirme ihtiyacını hissedecektir. Bu dönemde, ekonomik ilişkilerin zedelenmemesine özen gösterilmelidir. Lüksemburg kararı, Türkiye’nin ekonomik ve demokratik gelişme gündemini değiştiremez.

Demokrat Türkiye Partisi olarak, bizim öncelikli hedefimiz, Türkiye’nin bir hukuk devleti olarak, demokrasi ve insan hakları alanında çağdaş normları yakalamasıdır. Türkiye, bu yolda, önüne çıkarılan bütün engellere rağmen, ilerlemeye devam edecektir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; öyle görülüyor ki, Türkiye, Avrupa’yla ilişkilerinde, önemli bir kavşağa yaklaşmaktadır. Konuşmamın başında da arz ettiğim gibi, alternatifsiz değiliz. Büyük devlet adamı, rahmetli İsmet İnönü’nün dediği gibi “belki yeni bir dünya kurulur ve bu dünyada, Türkiye, yerini alır.” Türkiye’nin dostluğu, herkes için çok önemlidir...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen tamamlar mısınız Sayın Yılbaş.

MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – Sayın Başkanım, müsaade ederseniz, 1 dakika içerisinde tamamlayacağım.

BAŞKAN – Buyurun.

MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – Sayın Başkan, benden önce konuşan sayın milletvekilleri normal konuşma sürelerini bir hayli aşmışlardı; onlara bu tahammülsüzlüğü göstermediniz.

BAŞKAN – Aynı hoşgörüyü göstereceğim.

MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – Öyle zannediyorum ki, bu, sadece, Demokrat Türkiye Partisi olarak, bu bütçe konuşmasında, halkımıza gerçekleri anlatmamızdan kaynaklanıyor; yoksa, geçmişte yapılan hataları, soyut durumdan çıkarıp, somut hale getirmemiz mümkündür; ekonomimizin, sosyal yaşamımızın, siyasal yaşamamızın bugüne gelmesinde sizlerin de katkılarınızı açık olarak ifade etmemiz mümkündür; bunu yapsak, öyle zannediyorum ki, konuşmamızı sürdürmemize müsaade edeceksiniz.

YAHYA ŞİMŞEK (Bursa) – Sayın Başkan süreyi uzattı; boşuna konuşuyorsun.

BAŞKAN – Efendim, ben süreyi uzattım; biraz sonra da, hangi gruba ne kadar süre uzattığımı tek tek söyleyeceğim.

Buyurun, devam edin efendim.

MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; demek ki, sizler, muhalefetteyken başka türlü, iktidardayken başka türlü konuşuyorsunuz. Biz, İktidarın bir ortağı olmamıza rağmen, burada, gerçekleri söylüyoruz. (DTP, ANAP ve DSP sıralarından alkışlar) Ne ortaklarımız ne biz, bu görüşleri, bu realiteleri gündeme getirmekten rahatsız değiliz; önümüzdeki sorunların ne denli büyük olduğunu biliyoruz; dayanışma içerisinde, karar birliği içerisinde, inşallah, bu sorunların üstesinden gelmeyi de bileceğiz. (DTP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, Sayın Maliye Bakanımız, konuşmasında, bu bütçenin bir mukavele olduğunu söylemiştir; kendileri, uygulamanın izlenmesini ve hesabının sorulmasını arzu etmişlerdir. Hiç merak edilmesin, muhalefetten önce, Demokrat Türkiye Partisi olarak, bu görevimizi hiç tereddüt etmeden yerine getireceğiz.

Bu görüşlerimizin yanı sıra, bütçenin, en azından, mevcut sorunların vüsat ve önemini kavrayan ve bunları çözme gayretini taşıyan bir zihniyetin eseri olduğunu kabullenmekteyiz.

Bütçeyle birlikte, Hükümetin gerçekleştirmeye çalıştığı vergi düzenlemelerini, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik alanındaki gayretleri, en azından, bütçede samimiyetin birer işareti olarak görmekteyiz.

Borçlanma politikasının disiplin altına alınmasını, günümüzdeki en müspet amaç ve çaba olarak değerlendirmekteyiz.

Bu düşüncelerle, 1998 bütçesinin, ülkemize ve milletimize hayırlı olmasını diliyor, yüce milletimizi ve değerli temsilcilerini saygıyla selamlıyorum. (DTP, ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yılbaş.

Değerli milletvekilleri, bu suretle, bütçenin tümü üzerinde gruplar adına yapılan konuşmalar tamamlanmıştır.

Bu arada, daha önce, Danışma Kurulunda, gruplara 1’er saat süre tanınmış olmasına karşın, bütçenin önemli olduğuna, her şeyin burada konuşulmasının yararına inandığım için, bütün gruplara hoşgörülü davrandım. Bu çerçevede, örneğin, Anavatan Partisi, süresini, 3 dakika 20 saniye, Refah Partisi 6 dakika 8 saniye, Cumhuriyet Halk Partisi 4 dakika, Doğru Yol Partisi 16 dakika 36 saniye fazla...

A. HAMDİ ÜÇPINARLAR (Çanakkale) – Çok torpil geçmişsiniz Sayın Başkan.

BAŞKAN – ..Demokratik Sol Parti ise 5 dakika eksik kullanmıştır, Sayın Yılbaş da 7 dakika 30 saniye fazla kullanmıştır; yani, bütün gruplara olabildiğince hoşgörülü davranmaya çalıştım, hiçbir ayırım yapmamaya da özen gösterdim.

Sayın milletvekilleri, şimdi, Hükümet adına, Başbakan Yardımcısı ve Devlet Bakanı Sayın Bülent Ecevit konuşacaklardır.

Buyurun Sayın Ecevit. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET BAKANI BÜLENT ECEVİT (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, televizyonlarında bizleri izleyen sayın yurttaşlarım; Hükümet adına, bütçeyle ilgili olarak konuşmama başlarken hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, bundan -fazla değil- altı yedi ay öncesini anılarınızda canlandırmaya çalışırsanız, Türkiye’nin, o aşamada ne kadar ağır bir bunalım içinde, yalnız bir rejim bunalımı değil, aynı zamanda, bir devlet bunalımı içinde bulunduğunu, hiç kuşkusuz, kabul edersiniz.

HÜSEYİN YILDIZ (Mardin) – Şu anda bir bunalım yok, değil mi!..

BAŞKAN – Müdahale etmeyelim lütfen...

BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET BAKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) – 55 inci Hükümetin kuruluşundan önceki haftalarda, hatta aylarda, toplumda derin bir huzursuzluk vardı; toplumun ekonomik sorunları, sosyal sorunları gündemden çıkmış, rejim sorunu gündeme gelmişti, devlet sorunu gündeme gelmişti. devlet kuruluşları arasında, şimdiye kadar tarihimizde görülmemiş kopukluklar ortaya çıkmıştı. halkta derin huzursuzluk vardı ve rejim kaygısıyla, halk, sokaklara dökülüyordu; fakat, şimdi, 55 inci Cumhuriyet Hükümetinin beşbuçuk ayı daha yeni dolmuşken, artık, bütün o rejim bunalımıyla ilgili düşünceler, bütün o kaygılar unutuldu; şimdi, toplumun sorunları, ekonomik sorunlar, sosyal sorunlar, eğitimle ilgili sorunlar gündeme geldi.

Değerli milletvekilleri, Türkiye’nin bugün karşı karşıya bulunduğu sorunların hiçbirinden, 55 inci Cumhuriyet Hükümeti sorumlu değildir. aksine... (ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın Başbakanın gelişi vesilesiyle, kısa bir açıklamada da bulunmak istiyorum. Özellikle Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal, Sayın Başbakanın bütçe görüşmelerinde bulunmamasını eleştirmişti. Kendisinin, bilindiği gibi, bugün, memleketimizi ziyaret etmekte olan Rusya Federasyonu Başbakanı Sayın Çernomırdin ile çalışması gerekiyordu; ayrıca, yarın da, bildiğiniz gibi, Başkan Clinton ile buluşmak üzere Amerika Birleşik Devletlerine gidecek; onunla ilgili çalışmaları dolayısıyla da gelememişti ve bu görevi bana vermişti; kendisi bütçe görüşmelerinin sonunda Hükümet adına konuşmayı yapacaktır; bu vesileyle, bunu da sizlere arz etmiş oluyorum.

Değerli milletvekilleri, dediğim gibi, Türkiye’nin bugün karşı karşıya bulunduğu sorunların hiçbirinden 55 inci Cumhuriyet Hükümeti sorumlu değildir. Biz, devraldığımız sorunların çözümü için uğraş veren bir hükümetiz. Devraldığımız sorunlardan yalnızca 54 üncü Cumhuriyet Hükümeti de -Refahyol Hükümeti de- sorumlu değildir. Yıllardan beri birikmiş olan sorunları üstlenmek zorunda kaldık. Gerçi, Sayın Deniz Baykal, iki yıldan beri kendilerinin iktidarda olmadığını söylerken, sanki bütün bu sorunlar iki yılda birikmiş gibi bir izlenim vermeye çalıştı. Oysa, devraldığımız ve birazdan kısa ayrıntılarıyla açıklayacağımız sorunların oluştuğu, büyüdüğü dönemlerde, Cumhuriyet Halk Partisi veya Sosyaldemokrat Halkçı Parti de dört yıl boyunca hükümet ortaklığı yapmıştı. Onun için, devraldığımız sorunlardan yalnız Refahyol Hükümeti değil, son dört beş yıl içinde ülkeyi yönetmiş olan bütün hükümetler sorumludur; ama, biz, o hükümetlerden devraldığımız ağır sorunlar dolayısıyla kesinlikle yılgınlık içinde değiliz.

Şimdiye kadar, çoğu hükümetler, son yıllarda şöyle bir tutum izlemişlerdir: Türkiye’nin geleceği için uğraşmaktan çok, günü kurtarmaya çalışmışlardır. Türkiye’yi sürekli bir seçim ekonomisi içinde tutmuşlardır. Köklü ekonomik önlemler almak yerine, açıkları yamalama yoluna, o arada Türkiye’yi borç ve faiz sarmalına sürükleme yoluna girmişlerdir. 55 inci Cumhuriyet Hükümeti ise, erken seçimi de göz önünde tuttuğu halde, seçim ekonomisi uygulamak yerine, köklü çözümleri gündeme getirmeye, uygulamaya çalışıyor ve şimdiye kadar cumhuriyet tarihinde görülmemiş yoğunlukta köklü reformları gerçekleştirmek üzere atılımlara girişmiş bulunuyor.

Ben, bu konuşmada polemiğe girmeyi düşünmüyordum; ama, bazı muhalefet sözcüleri, özellikle Refah Partisi ve Doğru Yol Partisinin değerli sözcüleri öyle şeyler söylediler ki, bunlardan bazılarına değinmemek mümkün değil. Örneğin, gerek Sayın Tansu Çiller gerek Sayın Abdullah Gül, bugün işbaşında bulunan, beşbuçuk aydır işbaşında bulunan Cumhuriyet Hükümetini, millî iradeye dayanmayan bir hükümet olarak tanımlamışlardır “ararejim hükümeti” olarak tanımlamışlardır, atanmışlar hükümeti diye tanımlamışlardır... (RP sıralarından “Doğrudur” sesleri)

Değerli arkadaşlarım, buna “doğrudur” diye yanıt veren Refah Partili sayın sözcülere de anımsatmak isterim ki, Türkiye’yi hangi hükümetin, nasıl bir hükümetin yöneteceğine Büyük Millet Meclisi karar verir. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) Millî irade, Mecliste temsil edilir. 55 inci Cumhuriyet Hükümeti de, Büyük Millet Meclisinden aldığı yetkiyle bugün işbaşındadır. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Şimdi, ararejim hükümetiymiş bu Hükümet!.. Peki, Türkiye’de rejime ara verildi mi ki, bu Hükümet, ararejim hükümeti sayılsın?! (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) Ama, belki de, Refah Partisinin ve Doğru Yol Partisinin sayın sözcüleri, bu Hükümet kurulmasaydı ararejim olurdu demek istiyor olabilirler! (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Peki, Türkiye’yi hiç yoktan bir ararejim tehlikesi var idiyse, öyle bir ararejim tehlikesine kim sürükledi; 54 üncü Cumhuriyet Hükümeti sürükledi, Refahyol Hükümeti sürükledi. (DSP, ANAP ve DTP sıralarından alkışlar)

Bu Hükümet bir ararejim hükümeti değildir. Eğer Refahyol Hükümeti yüzünden Türkiye’de bir ararejim tehlikesi ortaya çıkmış ise, o tehlikeyi önlemiş olan hükümettir bu Hükümet. (DSP, ANAP ve DTP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bazı gerçekleri anımsamakta yarar var. Sayın Necmettin Erbakan’ı Başbakanlıktan ayrılmaya askerler zorlamadı, Sayın Tansu Çiller zorladı... (DSP, ANAP ve DTP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) ...ve maalesef, kırk yıllık siyasal deneyimine karşın Sayın Necmettin Erbakan da Sayın Çiller’in bu oyununa geldi. (DSP, ANAP ve DTP sıralarından alkışlar) Sayın Çiller nasıl zorladı; şimdi, böyle askerlere meydan okuyan, demokrasi havarisi izlenimi vermeye çalışan Sayın Çiller, Sayın Erbakan’ı nasıl oyuna getirdi, nasıl istifaya zorladı?.. Dedi ki “askerler beni destekler, seni desteklemez.” (DSP, ANAP ve DTP sıralarından alkışlar) Bunlar açıklandı, basında açıklandı; gazetecilerin teyplerine alınmış olduğunu bildiği için de bu açıklamaları medya uyduruyor diye yalanlayamadı Sayın Tansu Çiller. (DSP, ANAP ve DTP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Refahyol Hükümetine son verilmesi yolundaki baskılar toplumun geniş kesimlerinden geldi; işçi kesiminden, girişimci kesiminden, esnaf ve sanatkâr kesiminden, Ziraat Odaları Birliğinden...

LÜTFÜ ESENGÜN (Erzurum) – Kartellerden...

BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET BAKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Şimdi “kartellerden” diyor Sayın Refah Partililer. Peki, işçiler de kartel mi?!. (DSP, ANAP ve DTP sıralarından alkışlar)

MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – Sendika ağaları...

BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET BAKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Köylüler de kartel mi?! Esnaf ve sanatkâr da kartel mi?! (DSP, ANAP ve DTP sıralarından alkışlar) Ama, ne oldu arkadaşlarım; bu arada, askere de çağrılar yapılmaya başlandı bazı çevreler tarafından. Peki, asker ne yanıt verdi buna; “bu işe beni karıştırmayın, bu iş Büyük Millet Meclisinde çözülür” dedi ve Büyük Millet Meclisinde çözüldü.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) – Büyük Millet Meclisinde transferlerle çözüldü.

BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET BAKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Şimdi, Sayın Çiller, sık sık, işte, halkın şu refleksinden bu refleksinden söz eder; 54 üncü Hükümeti, halkın laik, demokratik rejime sahip çıkma refleksi iktidardan indirdi. (DSP, ANAP ve DTP sıralarından alkışlar)

Biraz önce, bu kürsüde, çok ilginç sözler söylendi. Örneğin, bugün Hükümeti oluşturan partilere ve Hükümete yönelik olarak “siz camileri kordon altına aldınız” denildi. (RP sıralarından “Yalan mı” sesleri)

BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım, lütfen...

BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET BAKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) – “Ezan sesini kıstınız” denildi. (RP sıralarından “Yalan mı” sesleri) “Türk çocuklarına Kur’an eğitimini çok gördünüz” dedi. (RP sıralarından “Yalan mı” sesleri) Bunları bir Refah Partili söylemiş olsaydı, hiç yadırgamızdık; fakat, bunları bir Refah Partisi sözcüsü değil, bunları bir zamanlar Refah Partisini Türkiye için en büyük tehlike olarak gösteren Sayın Çiller söyledi bu kürsüde. (DSP, ANAP ve DTP sıralarından alkışlar)

MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Yalan mı?..

BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET BAKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Bu konuda bu kadar ileri ifadeler kullanması karşısında, insanın aklına ister istemez bir olasılık geliyor. Acaba diyorum, Sayın Çiller, Refah Partisinin kapatılacağını tahmin veya temenni ediyor da, onun oylarını kendisine çekmek için mi bu ifadeleri kullanıyor? (DSP, ANAP ve DTP sıralarından alkışlar)

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Öyle bir şey yok.

MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – Refah Partisi kapatılmaz.

BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET BAKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Bugün, burada, çok haksız biçimde eleştirdiği 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitim konusunda, aslında, Sayın Çiller, bundan bir süre önce, aynı görüşleri benimsediğini ifade ediyordu. Benim, burada huzurunuzda,bulunan, o zamanın Millî Eğitim Bakanı Sayın Mehmet Sağlam ile tesadüfen, özel sohbetlerim olmuştu; tam görüş birliği içinde olduğumuz izlenimini edinmiştim. Hatta, 23 Nisan günü, bu kürsüden yaptığım konuşmada, o hazırlığı için, Sayın Çiller’i kutlamıştım. Şimdi hangi Çiller var karşımızda, 8 yıllık temel eğitimi isteyen mi istemeyen mi? (DSP, ANAP ve DTP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, bu Hükümetin, ne gibi koşullar devraldığına kısaca değinmek istiyorum: Evvela, nasıl bir ekonomi devraldı bu Hükümet? Bildiğiniz gibi, özellikle, Sayın Erbakan’ın ifadesi, iddiası, 54 üncü Cumhuriyet Hükümetinin, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk denk bütçeyi hazırlayacağı ve hazırladığı yolundaydı. O denk denilen bütçeyi devraldık, baktık ki, yıl sonunda açığı 2 katrilyon 4 trilyona varacak. Kaynak paketlerinde hedefler gösterildi, anımsayacaksınız, buraya tablolar getirildi, onların önünde, Sayın Erbakan, her zamanki tatlı üslubuyla, propaganda üstünlüğüyle, yeteneğiyle burada birtakım açıklamalarda bulundu.

RAMAZAN YENİDEDE (Denizli) – 16,5 trilyon nereye gitti Sayın Ecevit?

BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET BAKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) – O arada, bazı kaynak paketleriyle ilgili hedeflerini sıraladı. Güya, 54 üncü Hükümet, 1 katrilyon 160 trilyon tutarında bir kaynak paketi oluşturmuştu ve bunu gerçekleştirmeye kararlıydı. Oysa sonuç nedir; 1 katrilyon 160 trilyon değil, sadece, 10 trilyonluk kaynak yaratabildi. İçborç stoku, çok büyük artışla 4,2 katrilyona yükselmişti 54 üncü Cumhuriyet Hükümeti döneminde; dışborç stoku 80 milyar doları bulmuştu. Üstelik, bu dış borçların ve iç borçların büyük çoğunluğu da gitgide daha kısa vadeli faizlere bağlanmıştı ve bu borçların büyük çoğunluğu da yatırımlarda değil, faiz ödemelerinde kullanılmıştı.

MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – Yalan söylüyorsun Sayın Ecevit!..

BAŞKAN – Sayın Ecevit, bir dakika.

Değerli arkadaşlarım, defalardır ikaz ediyorum. Şimdiye kadar konuşmalar, hep sükunetle dinlenildi. Sayın Başbakan Yardımcımız Hükümet adına konuşuyor, daha önce söylenilenlere yanıt vermeye çalışıyor, lütfen, sükunetle dinleyelim.

Teşekkür ediyorum.

BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET BAKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Yine, 55 inci Cumhuriyet Hükümeti, uzun yıllardan beri kronikleşmiş, müzminleşmiş bir yüksek enflasyon devraldı. Hükümeti kurduğumuzda görüldü ki Türkiye’nin enerji açığı 6,5 milyar kilovat saati bulmuştu. Bu beklenmedik bir olay değildi, beklenmedik bir doğa afeti değildi, bunun hesabını kitabını hükümetlerin bilmiş olmaları gerekirdi; fakat, ciddî bir enerji darboğazına sürüklenmekte olduğumuz bilindiği halde, o alanda yatırımlar ihmal edilmişti.

Yine, bu Hükümet, ekonomiyi ve sosyal durumu devraldığında, sosyal güvenlik kurumları, özellikle Sosyal Sigortalar Kurumu ve Bağ-Kur iflasın eşiğine sürüklenmişti. Gelir dağılımı, Türkiye’de o zamana kadar görülmemiş ölçüde bozulmuş, adaletsiz hale gelmişti.

1998’de yapmak zorunda olduğumuz borç ve faiz ödemeleri 5,9 katrilyonu bulmaktadır. Yani, bu, konsolide bütçe gelirlerinin yüzde 55’i demektir. Demek ki, konsolide bütçe gelirlerinin yarıdan çoğunu, biz, geçmişten devraldığımız sorunlar dolayısıyla borç ve faiz ödemeleri için kullanmak zorundayız.

Biraz önce konuşan Doğru Yol Partisi Genel Başkanı Sayın Tansu Çiller, ekonomiyle ilgili olarak da ilginç şeyler söyledi. Örneğin, bizleri âdeta azarladı “sizler ekonomik krizi tanımazsınız” dedi. Doğrudur, ekonomik krizi tanıyan da, tanıtan da Sayın Çiller’dir. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) 1994’teki gibi bir ekonomik krizi, Allah bir daha bu millete yaşatmasın. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) Biz de, bunun için çalışıyoruz.

Krizle ilgili olarak Sayın Çiller “1994 yılındaki yüzde 150’yi bulan fiyat artışını, biz, bir yılda yüzde 65,6’ya indirdik” dedi. Peki, yüzde 65,6’ya siz indirdiniz, ondan bir yıl önce enflasyon hızını yüzde 150’ye kim çıkardı? (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) Sayın Çiller o sırada Başbakandı. Hükümet, bu yüzde 60’lık enflasyonu bir yılda yüzde 150’ye çıkardığı zaman Hükümet, bundan kim faydalandı; herhalde, işçiler değil, işsizler değil, köylü değil, esnaf değil, sanayici değil; bundan, rantiyeler ve spekülatörler yararlandı...

AHMET KABİL (Rize) – Özer Bey... Özer Bey...

BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET BAKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) – ...ve 1994-1995 yılları, Türkiye’de, ücretlilerin en çok gerçek gelir kaybına uğradığı yıllar oldu.

Yine, Sayın Çiller, biraz önce burada “büyüme hızını, eksi yüzde 6,1’den artı yüzde 8’e ben çıkardım” dedi. Peki, Sayın Çiller, büyüme hızını eksi yüzde 6,1’e kim indirdi; yine Sayın Çiller indirdi. (DSP sıralarından alkışlar)

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Bir yanlışlık var...

BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET BAKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Efendim, yanlışlık varsa, Sayın Çiller’in söylediklerinde vardır. Ben, onun söylediklerini naklediyorum. Bir yanılgı varsa, lütfen, rakama bağlı olarak söyleyin.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Eksi yüzde 6,1’e getiren o değil...

BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET BAKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, ayrıca, Sayın Çiller, yine burada, biraz önce “1995’te, biz, 150’yi aşkın toplusözleşme imzaladık” dedi. 1995 yılını hatırlayınız; dokuz ay boyunca, hem de içinde sosyal demokrat olduğu söylenen bir partinin de bulunduğu hükümette, dokuz ay boyunca işçilere sıfır zam dayatıldı. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) – Siz de aynı şeyi yapıyorsunuz.

BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET BAKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Bu sıfır zam sürecini, o zaman, biz, Demokratik Sol Parti olarak durdurttuk; çünkü, Sayın Çiller bizimle hükümet kurmaya çalışıyordu. Evvela, şu sıfır zam dayatmasını ortadan kaldırın, işçilerin haklarını verin, ondan sonra bizi hükümet ortaklığına çağırın dedik. (DYP ve RP sıralarından gürültüler)

MUSA OKÇU (Batman) – Siz de onu yaptınız; yüzde 30 zam verdiniz.

BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET BAKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, yine, Sayın Çiller, 1997 bütçesinin faizdışı olarak da açık verdiğini söyledi. Doğrudur, bunun acısını çekiyoruz. Peki, o bütçe kimin bütçesi; yine sizin bütçeniz Sayın Çiller. 1998 bütçesi ise, faizdışı yaklaşık 2 katrilyon fazla verecek şekilde hazırlanmıştır. Bu da, 1998 bütçesinin gerçek anlamda bir istikrar dönemi bütçesi olduğunun açık bir kanıtıdır. Yine, burada, biraz önce, Sayın Çiller, kendi Başbakanlığı döneminde yapılmış birçok baraj ve santral adlarını sıraladı. Bunları inceledik; bunların hemen hiçbirinin inşaatına başlanmamış, bunların hiçbiri bitirilmemiş. Kâğıt üzerinde kalacak olduktan sonra, 10 baraj değil, 100 baraj başlatabilirsiniz. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Ekonomiyle ilgili olarak, 54 üncü Cumhuriyet Hükümetinin -bundan önceki Cumhuriyet Hükümetinin- ekonomik başarılarıyla ve 55 inci Hükümetin başarısızlıklarıyla ilgili olarak, Refah Partisi sözcüsü Sayın Ertan Yülek, tablolar gösterdi. Biz, o tabloları, geçen yıl, Sayın Erbakan’dan da burada izlemiştik; hepsi fos çıktı. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) – Ne alakası var?!.

BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET BAKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Onun için, Sayın Ertan Yülek’in tablolarını da ciddiye alamıyoruz, bizi mazur görmelerini dileriz.

RAMAZAN YENİDEDE (Denizli) – İşçiler size teşekkür etmeye geliyorlar(!)

BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET BAKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Değerli milletvekilleri, ekonomide devraldığımız durumu, sorunları kısaca anlatmaya çalıştım. Şimdi, bir de, Türkiye’nin en sorunlu bölgesi olan Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da, özellikle de olağanüstü hal bölgesinde, nasıl bir durum devraldık: Hükümetimiz kurulduğunda, devletin resmî kaynaklarından aldığımız bilgilere göre, terör dolayısıyla veya teröre karşı alınması gereken güvenlik önlemleri dolayısıyla, 3 085 köy boşaltılmıştı ve köylerinden ayrılmak zorunda kalanların ne barınma gereksinmesi ne geçim gereksinmesi ne iş gereksinmesi ne de çocukları için eğitim gereksinmesi karşılanmış değildi. Bu yüzden, çaresiz durumda kalan köylülerin sayısı, yine devletten aldığımız bilgilere göre 375 bini buluyordu; kapalı okul sayısı 2 076 idi; 117 bin çocuk o yıl okulsuz kalmıştı, açık okullarda bile doğru dürüst eğitim yapılamıyordu; çünkü, 7 750’yi bulan öğretmen açığı vardı; inşaatı yarım kalmış bölge yatılı okulları vardı.

AHMET DOĞAN (Adıyaman) – Hâlâ var...

BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET BAKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) – inşaatı durmuş organize sanayi bölgeleri vardı, devletçe, güya birtakım teşvikler getirilmişti; ama, o teşvikler, gerçekçi olmadı ve denetlenmediği için Güneydoğu ve Doğu Anadolu, yer yer hayali fabrikalarla dolmuştu, yani dört duvar, dışarıdan bakınca bir fabrika, içine girdiğiniz zaman ne işçi var, ne makine var. Şimdi, ancak son aylarda, o dört duvardan ibaret hayalî fabrikaların içi, bölge girişimcileri tarafından gerçek fabrikalarla, makinelerle ve işçilerle doldurulmaya başladı.

Değerli arkadaşlarım, bir yılda, 117 bin öğrenim çağında çocuk öğrenim görememişse, bu ne demektir; o bölgede yetişen çocuklarımızdan bir çoğu Türkçe bile öğrenememiş demektir.

AHMET DOĞAN (Adıyaman) – Şu anda da öyle Sayın Bakan.

BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET BAKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, biz bu tabloyu devraldık, bu tabloyu olumluya dönüştürmek için neler yapmaya başladığımızı da kısaca anlatacağım.

Değerli arkadaşlarım, ne yaptık bu konularda? Evvela, cumhuriyet tarihinin en kapsamlı ve en köklü eğitim reformunu, iki ay gibi kısa bir süre içinde hazırlayıp, uygulamaya başladık. (DSP sıralarından alkışlar)

Şimdi, bunun adı, 8 yıllık zorunlu temel eğitim... Hayır, o, 8 yıllık zorunlu temel eğitim, 2000 yılını hedef alan, çok iddialı, çok kapsamlı bir eğitim reformunun sadece ilk aşaması. Bir yandan bütün baskılara, engelleme çabalarına, yalana, iftiraya dayalı protestolara karşın, eylül ayında, ilköğretim okullarında öğrenim aksaksız olarak bütün yurtta başladı.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, halk, acaba bundan rahatsız mıydı? Haftalar süren cami eylemleri yaşadık. O cami eylemleri de söndü, gitti; çünkü, halkın hiçbir şikâyeti olmadığı, uygulamayla ortaya çıkmış oldu. İşte, halkın, bu 8 yıllık zorunlu temel eğitime ne kadar sahip çıktığının bazı örnekleri, bazı kanıtları.

ASLAN POLAT (Erzurum) – O, seçimde belli olur, seçimde!

BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET BAKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Hükümetimiz tarafından, ilk uygulama yılında, 5 inci sınıfı bitirmiş olanların 6 ncı sınıfa kaydolma zorunluluğu getirilmemişti; ona rağmen, 5 inci sınıflar arasında, 5 inci sınıftan sonra 6 ncı sınıfa devam kararını kendi özgür iradeleriyle verenlerin oranı yüzde 20’yi buldu. Üstelik, bu artışın yüzde 26’sı da kız öğrenciler sayesinde sağlandı. Oysa, daha önce, 5 yıllık ilkokulu bitiren kız öğrencilerin yüzde 42’si ortaokula devam etmezdi. Şimdi, kendi isteğiyle büyük çoğunluğu devam etme kararını vermişlerdir. Bu da, halkın 8 yıllık zorunlu temel eğitime ne kadar sahip çıktığını göstermektedir. Bu atılımla, biz, inanç özgürlüğünü değil, inanç sömürüsünü engellemiş olduk. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, biz, Güneydoğu Anadolu’nun ve Doğu Anadolu’nun birikmiş sorunlarına yalnız lafla değil, yalnız iyiniyetle değil, somut önlemlerle çözümler getirmeye çalıştık. O arada, istihdam yaratıcı, üretken yatırımlara cömertçe teşvikler getirdik. Bunların bazıları kararnameyle uygulanmaya başladı, bir iki tanesi de, bildiğiniz gibi, yasa değişikliği konusu oldukları için Yüce Meclisin huzuruna geldi. Ayrıntılara girmeyeyim; bu teşvik tedbirleri arasında, üretken yatırım yapanlara, istihdam yaratıcı yatırım yapanlara söz verilen vergi bağışıklığı, yüzde 50 indirimli elektrik, yıllarca işverenin Sosyal Sigortalar primini devletin ödemesi, parasız arsa, KOBİ’lere ipoteksiz kredi ve bu bölgedeki KOBİ’lerin özkaynak zorunluluğunun yüzde 30’dan yüzde 10’a indirilmesi... Şimdi, bunlardan bazıları yasanın çıkmasını bekliyor. Öyle umuyoruz ki, bütçe görüşmelerinden hemen sonra bu yasalar çıkacaktır; bu önlemlerin birçoğu da şimdiden uygulanmaya başlamıştır ve bunun ürünleri de derilmeye başlamıştır; çünkü, bölge yatırımcıları, büyük bir şevk içerisinde sanayi yatırımlarına başlamışlardır veya başlamak üzeredirler. Bu arada, yarım bırakılmış birçok fabrikanın yapımı, bu Hükümet döneminde hızlandırılmış, birçoğunun da açılışı sağlanmıştır.

Burada yapılan konuşmalardan birinde eğitime ayrılan kaynağın yetersizliğinden söz edildi; oysa, yatırımlarda eğitimin payı bu yıl yüzde 18.3’ten yüzde 40’a yükselmiştir. İlk kez eğitime bu kadar büyük kaynak ayrılmaktadır ve şükranla belirtmek isterim ki, bunda da toplumun, halkın, bazı sivil toplum örgütlerinin büyük payı vardır. Yani, toplum, bu, 8 yıllık zorunlu temel eğitime dört elle sarılmıştır. Yalnız manevî katkısıyla değil, maddî katkısıyla da destek sağlamıştır.

Bu arada, öğretmen sayısında bu yıl 28 bin artış sağlanmıştır; bu, 28 bin yeni öğretmenden yarıya yakını Güneydoğu Anadoluya gönderilmiştir; bunlardan bazıları, türlü gerekçelerle görev yerlerine gitmiş olmasalar da, yaklaşık 8 bini göreve başlamış durumdadır. Ayrıca, çok sayıda vekil öğretmen gönderilmiş durumdadır.

Güneydoğuda öğretmenlere verilen tazminat ayda 2.3 milyonla 6,5 milyon arasında değişiyordu; biz, bunu, 6 ila 15 milyon arasında değişir duruma getirdik ve olağanüstü halin kalktığı yerlerde de kamu görevlilerine ve öğretmenlere tazminat vermeye devam etme kararını aldık.

Yer yer bölge yatılı okulları inşaatı başlamış; fakat, yeterli kaynak sağlanmadığı için yarım kalmıştı; bunların yapımlarını hızlandırdık. 17 yeni yatılı bölge okulu ve 31 yeni pansiyonlu ilköğretim okulu, bu beş aylık Hükümet döneminde açıldı, eğitime başladı. Bu yatılı öğretmen okullarından ve pansiyonlu ilköğretim okullarından da 11 400 çocuğumuz şimdiden yararlanmaya başladı. Evvelce, bu bölgedeki bölge yatılı okullarından sadece biri kız öğrencilere mahsustu, biz, buna kızlara mahsus 8 yatılı bölge okulu daha ekledik.

Bu arada, özellikle taşımalı eğitimin, güvenlik içinde ve kardan kıştan etkilenmeksizin kesintisiz sürdürülebilmesi için de, devraldığımız makine parkının yetersizliğine ve kaynak yetersizliğine karşın, bu taşımalı eğitimden yararlanacak köy çocukları için, köy yolları yaz kış kullanılabilir hale getirildi.

Bu arada, en çok şehidi mayınlı yollardan vermekte olduğumuz için -ki, geçen gün de biliyorsunuz çok acı bir olay oldu bu şekilde- bu mayınlı tuzakların, ancak asfaltlı yollarla önlenebileceği tespit edildiği için, özellikle güvenlik açısından, kritik noktalarda köy yolları asfaltlanmaya başladı.

Yıllardır sözü edilen ekonomik ve sosyal konsey, ilk kez bu Hükümet döneminde ciddî olarak ve gerçek bir katılımcı demokrasi anlayışıyla işlemeye başladı.

Eğitimle ilgili reformdan hemen sonra, 55 inci Cumhuriyet Hükümeti bir başka iddialı reformu daha hazırladı; o da, kapsamlı bir vergi reformu. Bu vergi reformu, aslında, hemen devlete gelir sağlayacak bir şey değil; elbette kısmen sağlayacak; ama, bundan sonraki yıllarda asıl yararları görülecek. Fakat, biz günü değil, geleceği düşündüğümüz için, bu vergi tasarısını da Hükümet olarak benimsedik ve Yüce Meclisin huzuruna gelebilecek aşamaya eriştirdik.

Bu vergi reformu işçiye yük getirmeyecek, ücretliye, kamu görevlisine, esnafa, küçük esnafa, küçük çiftçiye yük getirmeyecek; aksine, onların yükünü azaltacak; ama, vergiyi tabana yayacak. Şimdiye kadar, üretime hiçbir katkıda bulunmaksızın servetlerine servet katan, yüksek enflasyondan o amaçla yararlanan milyonlarca kişiyi de vergi kapsamına alacağız; o şekilde, kayıtdışı ekonomi de, hızla kayıtiçi ekonomiye dönmüş olacaktır. Kayıtdışı ekonomiden kayıtlı ekonomiye geçişten kimler yararlanacak; en başta, elbette, işçiler yararlanacak; çünkü, kayıtdışı ekononimin geçerli olduğu işyerlerinde işçilerin hiçbir hakkı kullanılamamaktadır, çoğunda asgarî ücret bile ödenmemektedir. Ayrıca, Sosyal Sigortalar Kurumu, daha çok miktarda prim toplayabilecek ve bu kurumun da bunalımdan, iflastan kurtulması kolaylaşmış olacaktır. Devlet maliyesi kazançlı çıkacaktır; çünkü, devletin vergi gelirleri artacaktır. İşçi sendikaları kazançlı çıkacaktır; çünkü, kayıtsız işçinin sendika üyesi olması da söz konusu değildi. Kayıtdışı ekonomiden kurtuluş, bu yararları sağlayacaktır; bu da, hazırladığımız vergi reformunun bir sonucu olacaktır.

Ayrıca, yine, iddialı bir sosyal güvenlik reformu hazırladık, Meclisin önüne gelmiş olanın ötesinde birtakım olanaklar getiren bir sosyal güvenlik reformu hazırladık. Aynı zamanda, kendi adına çalışan Bağ-Kur’lu çiftçilere sağlık sigortası öngören bir tasarı hazırladık. Kendi adına çalışan sanatçılara, Sosyal Sigortalar Kurumu için borçlanma olanağı sağlayan bir tasarı hazırladık. İlk defa, işsizlik sigortası tasarısını hazırladık. Biraz önce, burada, sözü edilen, yılların biriktirdiği ağır bir sorun olan geçici ve mevsimlik işçiler sorununa da hemen çözüm getirmek mümkün değildi; ama, çözüm yolunda hızlı adımlar atmaya başladık.

Bu arada, 1997 yılının ikinci yarısı için, kamu görevlilerine yüzde 35 oranında maaş zammı getirdik. Burada, bu küçümsenirken, sanki bütün yıl için verilmiş, 12 ay için verilmiş bir zammış gibi belirtildi; oysa, 12 ay için değil, sadece, yılın son 6 ayı için verilmiş zamdı.

Yine, bu Hükümet döneminde asgarî ücrete yüzde 108 oranında zam getirildi. Bu arada, tarım ürünlerine, şimdiye kadar görülmemiş ölçüde yüksek destekleme alım fiyatları Hükümetçe saptandı ve bundan önce, çiftçilerimiz, köylülerimiz, ürünlerini teslim ettikten sonra, haftalarca, aylarca hakları olan parayı alamamaya alıştıkları halde, bu Hükümet farklı bir uygulama getirdi ve ürünü alıp, hemen ardından o ürünün parasını da ödeme yoluna girdi.

Bu arada, bu vesileyle şunu söyleyeyim; bu Hükümet, enflasyonu indirme taahhüdüne rağmen enflasyonu indirmeye çalışırken, işçiyi, kamu görevlisini, esnafı ve köylüyü enflasyona ezdirmeme kararındadır. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Şimdi, burada, Sayın Çiller, sanki, çiftçiler perişan olmuş gibi bir üslup kullandı. Oysa, dediğim gibi, bu yıl, çiftçilere hiçbir dönemde görülmemiş ölçüde yüksek bedeller ödendi; o da yetmedi, ayrıca, devlet, bu yıl, hububat alımlarını geçen yıla göre 5 kat artırdı.

Yine, bu Hükümet döneminde, ilk kez bir üretim planlamasına geçiliyor ve gübre alımında da, köylüye, her bakımdan; hem gidip gelme bakımından hem de gübre fiyatı bakımından rahatlatıcı bir düzene geçiliyor.

Hayvancılık teşvik ediliyor, hayvancılık teşvik edilirken, bir yandan da hayvanların dışalımı kısılıyor.

Bu arada, devletin, çiftçilerimize, köylülerimize, kimi aylardır, kimi yıllardır ödenmeyen bazı destekleme borçları vardı; bu borçların tümüne yakını da yine bu Hükümet döneminde ödenmiş durumdadır.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Hangileri onlar Sayın Bakan?

BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET BAKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Ayrıca, devletin, yıllardır ödenmeyen kamulaştırma borçları da, bu Hükümet döneminde, şimdiden, büyük ölçüde ödenmiş durumdadır.

Bu arada, sosyal yardımlar büyük ölçüde artırılmıştır.

Özürlüleri ferahlatıcı yeni olanaklar getirilmeye başlanmıştır.

Çevre sağlığı, ilk defa bu Hükümet döneminde ciddiye alınmaya başlanmış; o amaçla, bir de yasa tasarısı hazırlanmıştır.

Şimdi “ekonomi geriliyor” deniliyor. Oysa, bu Hükümet, sanayide, temmuz-eylül ayları döneminde, geçen yıla oranla yüzde 13,6 oranında kapasite kullanım artışı sağlamıştır.

Enerji alanındaki yatırımlar yıllarca ihmal edilmişti. Bu yıl sonunda beklenen enerji açığı, biraz önce belirttiğim gibi 6,5 milyar kilovatsaati buluyordu. Ona rağmen, barajların, santralların yapılmasına hiçbir özen gösterilmemişti. 55 inci Hükümet, bunların yatırımlarını ve inşaatını da hızlandırmıştır.

Bu arada, enerji dışalımı için ciddî ve sonuç verici atılımlar yapılmaya başlanmıştır. Artık, Bakü-Ceyhan boru hattı, dünyanın gündemine girmiştir. O arada, bildiğiniz gibi, dün, komşumuz Rusya Federasyonu’yla büyük bir doğalgaz anlaşması imzalanmıştır. Öte yandan, Türkmenistan’dan kaynaklanacak doğalgaz projesiyle ilgili ön çalışmalar, incelemeler de yapılmaktadır. Yani, bir yandan kendi yurdumuzdaki enerji olanakları geliştirilirken, bir yandan da enerji dışalımıyla ilgili olarak, bu Hükümet, sonuç verme aşamasına gelen ciddî atılımlarda bulunmuştur.

Döviz rezervi, bu Hükümet döneminde 23,4 milyar dolardan 30,3 milyar dolara yükselmiştir. Sayın Çiller, biraz önce konuşurken, kendi Başbakanlık dönemi olduğunu sanki unutarak, 1994’te döviz rezervimizin 3 milyar dolara inmiş olduğunu söyledi. Peki, değerli arkadaşlarım, o sırada; yani, Türkiye’de, Merkez Bankasındaki döviz rezervinin 3 milyar dolara indiği bir aşamada, Amerika Birleşik Devletlerinde yatırım yapmak için milyarlarca doları kim Amerika’ya gönderdi? (DSP ve ANAP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Kaç milyar dolarmış Sayın Bakan?!.

BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET BAKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Onu ben bilmem; onun hesabını kendisi bilir...

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Ama, atıyorsunuz; desteksiz atıyorsunuz...

BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET BAKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) – ...parayı Amerika’ya götüren ve orada yatırım yapan bilir.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, biraz da uluslararası ilişkilerimizin güncel yönlerine değinmek istiyorum:

Sayın Abdullah Gül, “Lüksemburg zirvesinde alınan kararın Türkiye’de büyük hayal kırıklığı yarattığını” söyledi. Bazıları hayal kırıklığına uğramış olabilirler; ama, biz, hayal kurmuyorduk; onun için de hayal kırıklığına uğramış değiliz. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) Avrupa Birliğinin Türkiye’yi üyeliğe almayı düşünmediği, bu Hükümetin kuruluşundan çok önce zaten belli olmuştu; ama, biz, Avrupa Birliği ülkelerini bu olumsuz kararlarından caydırmak için üzerimize düşen görevi yaptık; yalvarıp yakarmadan, Türkiye’nin onurunu incitmeden ve hiçbir ödün vermeden bu olanağı sağlamaya çalıştık; ama, büyük hayallerimiz yoktu. Hayallerimiz yoktu; çünkü, Gümrük Birliği Antlaşmasıyla Avrupa Birliği, Türkiye’den elde etmek istediklerini zaten fazlasıyla elde etmiş durumdaydı; artık Türkiye’nin üyeliğine gereksinmesi yoktu. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) Çünkü, o sırada hükümette bulunan, 1995’te görev başında bulunan hükümet, gümrük birliği müzakereleri sırasında Türkiye’nin pazarlık gücünü kullanmamıştı. Oysa, Amerika Birleşik Devletleri bile, bize, sürekli olarak kendi pazarlık gücümüzü hatırlatıyordu; ikide bir açıklamalar yapıyordu, “Türkiye, dünyanın büyümekte olan on pazarından biri; bizim de Amerika olarak o pazarda büyük çıkarımız, yararımız var” diyordu. Yani, bize bir mesaj gönderiyordu; bastırın, gümrük birliğinde birtakım olumlu koşullar elde edebilirsiniz demek istiyordu; ama, o sırada hükümette bulunan partilerin iki kanadı da, bu konuyu bir içpolitika istismarı konusu haline getirdikleri için, o zaman, tabiî, Avrupa Birliğinin önde gelen üyeleri de, mademki bu konuyu içpolitikada bu kadar istismar ediyor hükümet ortakları; o halde biz de dilediğimiz gibi dayatırız; hatta, birtakım siyasal koşullar öne süreriz dediler.

Arkadaşlarım, Avrupa Birliği, kendi üyelerinin sanayiine ve tarımına çok büyük destekler verir. Türkiye’ye, o gümrük birliği anlaşmasıyla vaat edilen, taahhüt edilen destekleme miktarı nedir; 5 yılda sadece 3,5 milyar dolar. Bu 3,5 milyar doların da sadece 450 milyon doları hibe, gerisi proje kredisi. Proje kredileri de, bildiğiniz gibi, en az, alan kadar verene de yarar. Üstelik, bu son derecede cüzi destekleme yardımı bile Yunan vetosu bahane edilerek Türkiye’den esirgendi. Yalnız bu değil, ondan önce birikmiş olan alacaklarımıza da ambargo konuldu.

Bu arada, yine, gümrük birliğinin pazarlığı sırasında gereken özen gösterilmediği için, Avrupa Birliği ülkelerinin Türkiye’ye dışsatımı hızla artarken, Türkiye’nin o ülkelere dışsatımı çok gerilerde kaldı. Avrupa Birliğiyle dışticaret açığımız, 1995’te, yani, gümrük birliği anlaşması henüz yürürlüğe girmeden önce 5 milyar 791 milyon dolardı. İki yıl sonra, bu yıl, bu dışticaret açığı, bizim aleyhimizde olarak 11,5 milyar dolara yükselmek üzeredir. Üstelik, bizzat bizim bazı üst düzey yöneticilerimizle görüşen yabancı devlet adamlarının iddialarına göre, Kıbrıs konusunda -elbette, yazılı bir güvence olarak değil; fakat, sözlü, toplantılarda, sohbetlerde- belli ki, bir umut ışığı yakmışlar; “siz, hele bir an önce bizi şu gümrük birliğine kavuşturun, biz de Kıbrıs’ta birşeyler düşünürüz” dedikleri iddia ediliyor. Bu iddiaların yanlış olmasını temenni ediyorum.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Olur mu böyle birşey...

BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET BAKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Ama, ne olduysa, böyle bir hava verilmiş, böyle bir izlenim verilmiş olduğu ileri sürülüyor!..

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Yani, bunu gerçekmiş gibi söylüyorsunuz.

BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET BAKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Şimdi, değerli arkadaşlarım, son Lüksemburg toplantısında, doruğunda, Türkiye, hiçbir şey elde edememiş değil. Lüksemburg doruğunda, bu arada, şunlar sağlanmıştır:

Avrupa Birliğinin gelişme süresinde Türkiye’nin de yeri olduğu belirtilmiştir.

Türkiye’nin, ileride Avrupa Birliği üyeliği amacına yönelik bir Avrupa stratejisi geliştirileceği belirtilmiştir.

Türkiye’nin resmen adaylığı tescil edilmese bile, aday niteliği taşıdığı ifade edilmiştir; ama, bunlar, ilişkilerimizin geleceğini belirsizlikten kurtarmıyor. (RP sıralarından alkışlar)

Merak etmeyin, sizin alkışlamanıza gerek yok; ben gerçeği söylüyorum.

Bunların hiçbiri bizi tatmin etmemiştir; çünkü, bunlar, ilişkilerimizin geleceğini belirsizlikten kurtarmıyor. O zararlarını -gereken pazarlık gücümüz kullanılmadığı için Türkiye’ye verdiği zararları- biraz önce özetlediğim gümrük birliği anlaşması yapıldığında, ertesi gün, o zaman Başbakan olan Sayın Çiller, Ankara’daki Avrupa Birliği temsilciliğinin önüne kalabalık bir heyetle gitmiş, davul zurnalarla şenlik yaptırmıştı. Eğer, biz de aynı sorumsuzca politika anlayışına sahip olsaydık, biz de, geçen gün Lüksemburg’da verilen kararları, kabul edilen hususları büyük başarıymış gibi gösterir, davul zurnayla ilan ederdik; fakat, biz, gerçeği söylüyoruz. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) Bunlar yeterli değildir. Bunlar, Türkiye’nin geleceğini belirsizlikten kurtarmıyor demektir.

Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliği ülkelerinin amacı nedir? Şimdi, Hükümetimizin aldığı karardan, gösterdiği tepkiden sonra,büyük bir telaşa kapıldıkları, hatta, paniğe kapıldıkları, bazılarının kendi ifadeleriyle, pişmanlık duydukları anlaşılıyor. O halde, nedir amaçları; amaçları, Türkiye’nin, günün birinde, Avrupa Birliğine üye olabileceği umudunu vererek, ülkemizi siyasal baskı altında tutmak ve Türkiye’den, Yunanistan ve Kıbrıs konularında, hatta kendi iç sorunlarımızda birtakım ödünler koparmaya kalkışmak; Türkiye’yi bölücü akıma ödün vermeye zorlamak için; yani “biz, ilerisi için Türkiye’ye hafif bir umut verirsek, bu konularda baskılarımızı sürdürebiliriz” diye düşündükleri için, bu, bizi tatmin etmeyen olanakları sağlamış gibi göründüler; fakat, artık, Türkiye’yi -zaten baskıları fayda vermiyordu ama- baskı altında tutma olanağını tümüyle yitirdiler. İstedikleri bütün ödünleri versek bile, zaten, başka bahaneler bulacakları belli.

Bizi, Avrupa Birliğinin dışında tutma isteklerinin gerçek nedenleri nedir:

Bir kere, Türkiye’nin nüfusunun büyüklüğünden korkuyorlar. Birkaç yıl sonra, Avrupa Parlamentosundaki en büyük grubu, Türkiye’nin oluşturacağını düşünüyorlar ve bundan korkuyorlar.

Türkiye’den bir işsiz akınıyla karşılaşacaklarını sanıyorlar. Sanıyorlar diyorum; çünkü, bizi, aday üyeliğe bile kabul ettikleri takdirde, öyle geniş desteklemeler sağlayacaklar ki, o sayede yapacağımız yatırımlarla, Batı Avrupa’dan Türkiye’ye işsiz akını olabilir; bu kaygıları, o bakımdan yersizdir.

Ayrıca, Türk ekonomisinin olanaklarından ürküntü duymaktadırlar ve adaylığımızın resmen kabulü durumunda, Türkiye’ye büyük yardımlarda bulunmaları gerekeceğini biliyorlar; bu da, Türk ekonomisini, büsbütün güçlendirecek; bunu göze alamıyorlar.

Şimdi, bu ilk aşamada yeni üyeliğe geçecek olan 5+1 ülkeye, yılda adam başına 1 000 dolar destek, ikinci aşamada olanlara, yılda adam başına 600 dolar verme yükümlülüğünde Avrupa Birliği. Ee, bizim nüfusumuzu düşünün; eğer, birinci grupta yer alsak, bize yılda 62 milyar dolar ödeyecekler, ikinci grupta yer alırsak yılda 36 milyar dolar ödeyecekler. Biz, o kadar aşırı istekli davranmayabilirdik; eğer söyleselerdi “derdiniz o ise, buna bir çare buluruz” diyebilirdik; ama, ona da yüzleri tutmadı.

Değerli arkadaşlarım, sonuç olarak, görünüyor ki, Avrupa Birliği, Türkiye’yi ne içine sığdırabiliyor ne de içine sindirebiliyor; bu bir gerçek. Açıkça söylemeseler bile, Avrupalılardan, tümünün değil çok şükür; ama, bir kısmının bilinçaltında, bir Haçlı zihniyetinin; yani, dinsel bağnazlığın ve ayırımcılığın bulunduğu belli... Artık, bunu, yer yer, açıkça dile getirmeye de başladılar. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Yine, elbette, tüm Avrupalılarda değil; ama, bir hayli geniş sayıda Avrupalının bilinçaltında bir ırkçılık eğiliminin de bulunduğu belli. Irkçılık kavramı bize çok uzak gelen bir kavram; bizim, hiçbir zaman yüreğimizde duymadığımız bir şey; ama, belli ki, Avrupa’da ırkçılık eğilimleri de, bilinçaltına bastırılmış olsa da, hâlâ bir hayli kuvvetli.

Avrupalılardan bir kısmının ırkçılığı Nazi Almanyası döneminden belli; Bosna-Hersek’teki soykırıma nasıl seyirci kaldıklarından belli. (DSP, ANAP ve CHP sıralarından alkışlar) Irkçı partilerin, bazı, çok ileri ölçüde demokratik Avrupa ülkelerinde bile nasıl güçlenmeye başladığından belli. Belli ki, bu zihniyette kimselerin içinde, Türkiye’yi bölerek küçültme hevesi vardır; ama, Türkiye’nin en zayıf döneminde bile, 1920’lerde bile bunu başaramamışlardır. Bizim sınırlarımızı Avrupa çizmedi, Avrupa’ya rağmen biz çizdik; gerekirse, müttefiklerimize rağmen biz koruruz. (DSP ve ANAP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Peki, bundan sonra, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz konusunda ne yapacağız; bir kere, Avrupa Birliğinde, tam üyelik için başvurumuz geçerli kalacak; bu, bizim yasal hakkımız; yalnız yasalardan, yani bir uluslararası anlaşmadan, 1963 Anlaşmasından kaynaklanan bir hakkımız değil; ama, yüzyıllar boyunca Avrupalı olmuş, Avrupa’da yaşamış, Avrupa’yla hemhal olmuş bir ulus oluşumuzun doğurduğu bir hak. Onun için, kimse, bizi, bu hakkımızdan vazgeçiremez. İster sonuç alalım ister almayalım, görünür veya görünmez gelecekte üyelik başvurumuz geçerli olarak gündemde kalacaktır. Avrupa Birliği ülkelerinden birçoğunun vicdanlarını rahatsız etse bile, orada gündemde kalacaktır.

ASLAN POLAT (Erzurum) – Ne oldu şimdi?!

BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET BAKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Üye ülkelerle, Avrupa Birliği bağlamında değil, ama ikili ilişkilerimiz devam edecektir; ancak, ikili ilişkilerimizi doğrudan ve birlikte ilgilendiren konular dışında hiçbir siyasal konuyu, bu ülkelerle de Avrupa Birliğiyle de görüşmeyeceğiz. Hiçbir siyasal dayatmayı zaten kabul etmiyorduk, bundan sonra, tartışmayı bile kabul etmemiz söz konusu olmayacaktır. (DSP sıralarından alkışlar)

Artık, biz, bizim gibi garantör olan iki devlet dışında hiçbir Avrupa Birliği ülkesiyle ne Ege’yi tartışırız ne Kıbrıs’ı tartışırız ne de güneydoğumuzu tartışırız. (DSP sıralarından alkışlar)

İnsan hakları konusuna gelince, o da bizim kendi sorunumuzdur, kendi vicdani sorunumuzdur. İnsan hakları konusundaki eksikliklerimizi gidermenin gereklerini de 55 inci Cumhuriyet Hükümeti hızla hazırlamaktadır.

Avrupa Birliğiyle ortaklık anlaşmamızdan ve gümrük birliğinden kaynaklanan sorunları elbette görüşürüz. Bu sorunları çözmenin başta gelen koşulu da, Avrupa Birliğinin, yükümlülüklerini savsaklamaktan vazgeçmesidir.

Güney Kıbrıs Rum yönetiminin Avrupa Birliğinde üyeliğinin kesinleşmesi durumunda -ki, zaten kesinleşmiştir- Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetiyle zaten başlamış olan kısmî bütünleşmemizi büsbütün derinleştiririz.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye için seçenek, Avrupa Birliğinden ibaret değildir. Avrupa Birliğine tam üyelik, asla vazgeçemeyeceğimiz bir hakkımızdır; ama, Türkiye’nin tek seçeneği değildir. İki kutuplu dünya sona erdikten sonra Türkiye’nin bölgesi genişlemiştir; Kafkaslar’a doğru, Orta Asya’ya doğru, Balkan ülkelerine doğru genişlemiştir. Bölge ülkeleriyle ekonomik, siyasal, kültürel ilişkilerimiz hızla gelişmektedir. Bu arada, Avrupa ile Asya bütünleşmeye başlamıştır; Avrasyalaşma süreci başlamıştır. Türkiye de Avrasyalaşma sürecinde anahtar bir ülkedir. Aynı zamanda, bu yeni Türk cumhuriyetleri için laik, demokratik rejimimiz bakımından Türkiye örnek ülkedir. Hepsi Atatürkümüzü, yalnız Türkiye’deki Türk Ulusunun değil, bütün dünyadaki Türklerin önderi olarak bilmektedirler. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) Bu ülkelerde gerek devletin gerek sivil örgütlerin katkısıyla, 130’un üstünde Türk koleji ve üniversitesi açılmıştır.

Yüzlerce Türk firması veya ortaklığı bu ülkelerde çalışmaktadır. Rusya’yla ekonomik ilişkilerimiz hızla gelişmektedir. Bir yandan ticarî ilişkilerimiz gelişirken, bir yandan müteahhitlerimiz 8,5 milyar dolar değerinde inşaat yükümlülüklerini üzerlerine almışlardır ve hem girişimcilerimiz hem de işçilerimiz bakımından bütün dünyayı kıskandıran bir başarıyla çalışmaktadırlar.

Enerji konusunda Rusya’yla yakın bir işbirliğinin temeli, dün Ankara’da atılmıştır.

Ayrıca, Rusya’dan Türkiye’ye yılda 1 milyonu aşkın Rus turist gelmektedir. Bu da iki halk arasındaki yakınlaşmayı güçlendirmektedir. Rusya’yla artan ve derinleşen ekonomik ilişkilerimiz, hiç kuşkusuz, giderek, siyasal ilişkilerimizi de olumlu yönde geliştirecektir, etkileyecektir. Başbakanımız Sayın Mesut Yılmaz’ın dün Rusya Federasyonu Başbakanı Sayın Çernomirdin ile yaptığı görüşmelerde bu diyaloğun, siyasal amaçlı diyaloğun da temelleri atılmıştır. İki kutuplu dünya döneminin son yıllarında, 1970’li yıllarda bile, o zamanki Sovyetler Birliği ile aramızda karşılıklı güven ortamı oluşturabilmiştik.

Öte yandan, Uzak Doğu’ya ve Güney Asya’ya, Güneydoğuya, Doğu Asya’ya daha çok açılabilecek durumdayız. Bu ülkelerden bazılarıyla, özellikle, Pakistan’la, Hindistan’la, Bengaldeş’le, Çin’le çok derinlere inen tarihsel ve kültürel ilişkilerimiz vardır.

Burada, işte “İslam Ülkeleri Toplantısından dışlandınız” filan gibi laflar söylendi. Değerli arkadaşlarım, o dışlama gayretleri bazı Arap ülkelerinden geldi. “Arap milliyetçiliği” diye hayalî bir kavram vardır. Aslında, her Arap topluluğu birbirinden çok farklıdır; birbiriyle çelişkiler, çatışmalar içindedir; birleşebildikleri tek nokta, Türkiye’ye düşmanlıktır. Onun için, ne zaman aralarında anlaşmazlık çıksa, sürtüşme çıksa, Türkiye ile ilgili birtakım uydurma şikâyletlerini gündeme getirirler. Bunların ciddiye alınacak tarafı yoktur; ama, biz, bu türlü haksız istismarları önlemek için elbette o ülkelerle de ilişkilerimizi geliştirmeye çaba göstermeliyiz.

Bazı Ortadoğu ve Arap ülkeleri bizim laik, demokratik rejimimizden hiç kuşkusuz rahatsız oluyorlar; ama, Ürdün, Cezayir, Tunus, Mısır gibi ülkeler farklı konumdalar; çünkü, onlar, Türkiye’nin laik, demokratik rejimini kendileri için bir örnek olarak görüyorlar.

Değerli arkadaşlarım, burada bir huzursuzluğumu belirtmek isterim. Bazı kimseler, hiç kuşkusuz büyük bir iyi niyetle şimdiye kadar ve Avrupa Birliğinde üyelik başvurularımızı, gayretlerimizi sürdürürken, demişlerdir ki, “Siz, bizi dışlarsanız, üye olarak almazsanız; Türkiye’de laiklik tehlikeye girer.” Ben, bu üslubun kesinlikle bir tarafa bırakılması gerektiğinden yanayım; çünkü, Türkiye’de laikliğin sürekliliği, bizim Avrupa Birliği üyeliğimize bağlı değildir. Bizim laikliğimizin güvencesi, Avrupa birliği üyeliği değil, Türk halkının kendi İslam anlayışıdır. (DSP sıralarından, “Bravo”sesleri; DSP, ANAP, CHP sıralarından alkışlar) Allah korkusundan çok, Allah sevgisine dayanan ve Allah sevgisini de insana yansıtıp, sevgi yolunu, hoşgörü yolunu aşan bir İslam anlayışı vardır Türk Halkının. Sünnîmizin de, Alevîzimin de böyle bir hoşgörüye ve sevgiye dayanan bir İslam anlayışı vardır; bizim laikliğimizin güvencesi odur, bu güvenceyi başkalarında aramayalım, başka yerlerde aramayalım. (DSP, ANAP ve DTP sıralarından alkışlar)

İster Avrupa Birliğinde üye olalım ister olmayalım, Türkiye’de laik, demokratik rejim yaşayacaktır; çünkü, Türk Milleti buna sahip çıkmıştır. (DSP, ANAP ve DTP sıralarından alkışlar)

Ayrıca, ben, bir süredir -belki, bazılarınız dikkat etmiş olabilir- bu “batılılaşma” tabirini de kullanmıyorum; çünkü, uygarlık bakımından artık, dünyanın batısı, doğusu kalmadı. Önemli olan çağdaşlaşmak, çağdaş demokrasiye, çağdaş uygarlığa sahip çıkmak. (DSP sıralarından alkışlar) Çağdaş uygarlık, artık, Batının tekelinde değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Bakanım, bir dakika efendim; süre vereceğim.

Buyurun efendim.

BAŞBAKAN YARDIMCISI VE DEVLET BAKANI BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Teşekkür ederim, kısa sürede tamamlamaya çalışacağım.

Bizim Avrupalılığımız, siyasal kararlarla değiştirilemeyecek bir tarihsel, coğrafi ve kültürel gerçektir; ama, Türk Ulusu, sadece Avrupalı değildir; Türk Ulusu hem Avrupalı hem Asyalıdır hem Batılı hem Doğuludur hem Karadenizli hem Akdenizlidir. (DSP, ANAP ve DTP sıralarından alkışlar) Jeopolitik konumumuzun bu çok boyutluluğunu uyum içinde değerlendirebilirsek, bir yandan da ekonomimizin olanaklarını, potansiyelini yeterince harekete geçirebilirsek, güçlü bir dünya devleti olmamızı hiçbir güç önleyemeyecektir. Biz, bir yandan doğuya ve Asya’ya açılırken, bir yandan da Avrupa’nın daha batısına; yani, Amerika’ya açılabilecek durumdayız. Önümüzde bir kapı kapanır, başka kapılar açılır. (DSP, ANAP ve DTP sıralarından alkışlar)

Amerika Birleşik Devletleri, Türkiye’nin önemini, Avrupalıların birçoğundan daha iyi kavramış durumdadır. Amerika Birleşik Devletleriyle ilişkilerimizi de, başka ilişkilerle dengeleyerek geliştirebilecek durumdayız. Bunları, eğer, başarabilirsek, çok geçmeden, Avrupa Birliği bizim kapımıza dayanıp, bizi çağırma gereğini duyacaktır. Bunları başarabilmemizin gereği de, ulus olarak kendimize güvenmemizdir. Atatürk’ün olağanüstü başarısının sırrı da budur; yani, Türk Ulusuna güvenidir. (DSP sıralarından alkışlar) Atatürk’ü, öncelikle bu konuda kendimize örnek almalıyız.

Değerli arkadaşlarım, Avrupa Birliğinin vizyonu, Avrupa’nın sadece bir bölümüyle sınırlıdır. Oysa, genişleme sürecindeki Avrupa Birliğinin doğusunda, ondan daha büyük ve olanakları daha geniş bir Avrupa vardır. Üstelik, o daha büyük Avrupa, koskoca Asya’ya da sırtını dayamış ve Asya’yla da bütünleşmiş durumdadır. Avrupa Birliği dışındaki daha büyük Avrupa’nın en güçlü ülkeleri de Türkiye ve Rusya’dır; ayrıca, zengin doğal kaynakları ve kültür birikimleri olan Orta Asya cumhuriyetleridir, Kafkas cumhuriyetleridir, Azerbaycandır.

Türkiye ile Rusya, ekonomik bakımdan olduğu gibi siyasal bakımdan da karşılıklı güven ortamı içinde el ele verirlerse, bölgemizde ve dünyamızda çok şey değişir. Dün Ankara’da atılan adımlar, o yönde önemli bir başlangıçtır.

Geçenlerde belirttiğim gibi, büyük devlet adamı rahmetli İsmet İnönü’nün, bazı Batılı müttefiklerimizin bizi duvara sıkıştırmaya kalkışmaları karşısında söylediği bir söz vardı: “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de o dünyada yerini bulur” demişti. Şimdi bu kehanet gerçekleşmektedir; yeni bir dünya kurulmaktadır, o dünya, Avrupa’dan ibaret değildir ve Türkiye de o dünyada hakkı olan yerini almaktadır. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bu konuşmamda, Yunanistan ve Kıbrıs’a da değinecektim; fakat, değerli Başkanımızın hoşgörüsünü suiistimal etmemek için o bölümü başka vesilelerle değerlendirmek üzere bir yana bırakıyorum, konuşmamın sonuç bölümüne geliyorum.

Değerli arkadaşlarım, bugün, Türkiye, 5,5 aydır 3 partili bir Azınlık Hükümeti tarafından yönetiliyor. Bu, kendi içinde, Türkiye’de çokpartili yaşama geçtiğimizden beri görülmemiş ölçüde uyumlu, hızlı çalışan bir reform Hükümetidir. Tekparti iktidarlarının bile kolay kolay göze alamayacağı bazı reformlara girişmiştir bu Hükümet. Bu reformlarsa, ancak bir uzlaşı ortamında gerçekleşebilir; Büyük Millet Meclisiyle uzlaşı ve milletle, toplumla uzlaşı. Eğer, başlattığımız, hazırlığını tamamladığımız reformlar ertelenir veya engellenirse, Türkiye’nin sorunları büsbütün ağırlaşır.

Değerli arkadaşlarım, sayın milletvekilleri; Türkiye, bir dış komployla karşı karşıyadır; Türkiye’yi Avrupa’dan dışlamak, etkisizleştirmek, güçsüzleştirmek, hatta, küçültmek isteyenlerin komplosudur bu. Ne acıdır ki, bu komployu tezgâhlayanlar arasında bazı müttefiklerimiz de başı çekmektedir. Geçmişte, Türkiye, en zayıf olduğu dönemlerde bile böyle komploları aşabilmişti, şimdi de aşacaktır, ulusal dayanışmasıyla aşacaktır. Gün, polemik günü değil, birlik günüdür; ayrılaşma günü değil, uzlaşma ve kaynaşma günüdür. Biz, seçime hazırız; ama, seçim hesabı yapmadan çalışıyoruz. Millet Meclisimizi ve halkımızı da, giriştiğimiz reformları gerçekleştirmenin onurunu paylaşmaya çağırıyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bütçemizi de bu anlayışla Yüce Meclisin desteğine sunuyoruz. Şunu kıvançla ve şükranla belirtmek isterim ki, Plan ve Bütçe Komisyonu, bütçe çalışmalarında -yalnız iktidar ortağı partilerle değil, muhalefet olarak da- çok iyiniyetli davranmış, büyük bir uzlaşı gayreti içerisinde çalışmıştır; kendilerine şükranlarımı sunuyorum ve Komisyondaki uzlaşıyı Genel Kurulda da beklediğimizi, umduğumuzu takdirlerinize sunarak, sizleri saygıyla selamlıyorum. (DSP sıralarından ayakta alkışlar, ANAP, DTP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ecevit.

Sayın milletvekilleri, şimdi, bütçe üzerinde, şahısları adına söz alan arkadaşlarımıza söz vereceğim.

Önce, lehinde, Sayın Selahattin Beyribey; buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın Beyribey, süreniz 15 dakikadır.

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Kars) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1998 malî yılı bütçesi üzerinde şahsım adına görüşlerimi açıklamak üzere, huzurlarınızda bulunuyorum; Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlarım.

Değerli milletvekilleri, cumhuriyetle birlikte başlayan yeni reform ve atılımlarla çağdaş değerlere ulaşmada geldiğimiz noktanın önemli bir yeri vardır; ancak, asırlarca dünyaya hükmetmiş bir imparatorluğun önemli insanlık hizmetlerini yerine getirmiş olan bir millet olarak, geldiğimiz noktayı yeterli bulmamız mümkün değildir; daha ileri hedeflere, daha ileri ufuklara gitmemiz gerekir.

Değerli milletvekilleri, çağdaş medeniyet düzeyine ulaşmanın yolu, bilgiden, bilimden ve eğitimden geçer. Sermayesi, eğitimli, yetişmiş, bilgili vatandaşları olan ülkeler, daha çok gelişmiş, daha mutlu ve müreffeh bir toplum olarak, hep gelişmiş ülkeler arasında yer almışlardır. Gelişmiş toplumlarla aramızdaki gelişmişlik farkı, ancak, eğitim alanındaki reformlarla kapatılabilecektir. Bu anlamda, Sayın Mesut Yılmaz Başbakanlığındaki 55 inci Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, eğitim yatırımlarına cumhuriyet tarihinin aslan payını vererek, eğitim alanındaki reformlarının en önemlisini yapmıştır; bu nedenle, 55 inci Hükümete huzurlarınızda bir kez daha şükran ve teşekkürlerimi arz ediyorum.

Geçen yıl bu zamanlar, beyaz sayfalarla ve pembe hayallerle sunulan 1997 yılı bütçesinin, vatandaş gerçeklerine “fasa fiso” diyenlerin sözde denk bütçesinin kalbur gibi delik deşik olduğunu gördük; bütçe, 2,4 katrilyon lira açık vererek bizim ne denli haklı olduğumuzu ortaya çıkardı.

Değerli milletvekilleri, toplumun ruh ve bedensel yönünden sağlıklı olmasını oluşturacak, eğitimli, yetişmiş yeni nesilleri hazırlamak zorundayız; çünkü, toplum sağlığı, gelişmişliğin önemli bir göstergesidir. Ulu Önder Atatürk’ün dediği gibi “Toplumun sağlığı, devletin en büyük hazinesidir.” Bu nedenle, sağlık alanında, ülkenin her köşesine hizmet götürecek bir anlayışa sahip olmamız gerekir. Koruyucu hekimlik hizmetlerini ön plana çıkararak, sağlıkla ilgili yeniden yapılanmalara gidilme mecburiyeti vardır.

Sayın milletvekilleri, uzman hekim eksikliği nedeniyle, Kars, Ardahan ve Ağrı’dan diğer illere hasta sevkiyatı yapılmakta ve bu sevk sırasında ölümlerle neticelenmektedir. Oysa ki, artık, vatandaşın ayağına sağlık hizmeti gitmelidir. Belirttiğim görüntülerin ortadan kalkmasının zamanı gelmiştir. Yurdun hemen her tarafında kapalı olan sağlık evleri, sağlık ocakları bir an evvel açılmalıdır. Sağlık Bakanlığına, sağlık elemanı yetersizliği nedeniyle yeterince hizmet sunulamayan bölgelerde görevlendirilmek üzere, yeni kadrolar tahsis edilmelidir. Tüm vatandaşların sağlık hizmetlerinden yeterli ölçüde yararlanabilmesi için, en kısa zamanda, genel sağlık sigortası gündeme getirilmelidir.

Değerli milletvekilleri, Ulu Önder Atatürk’ün çizdiği “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi doğrultusunda dışpolitika hedeflerimizden şaşmamalıyız. Özellikle, tarihsel nedenlere dayanan ortak ilişkilerimiz olan ülkeler ve Orta Asya Türk cumhuriyetleri ve de Kafkas ülkeleriyle ilişkilerimiz geliştirilmelidir. Türk cumhuriyetlerinden korkan Başbakanların devri geçmiştir. Dünyanın her tarafında itibar sahibi olan ülkemizin dışpolitikadaki itibarını içpolitika malzemesi yapmamak hepimizin temel görevidir. Tahran’daki İslam Ülkeleri Konferasındaki bazı olaylar nedeniyle, bizi, dost ve kardeş Müslüman ülkelerle ihtilafa sokacak şekilde demeçler vermek hiç kimsenin hakkı olmadığı gibi, sözde İslamın temsilcisi bir partinin genel başkanının hiç de hakkı değildir. Oradaki gelişmeleri “Türkiye, İslam Ülkeleri Konferansından kovuldu, oh olsun” der gibi diyenleri Türk Milletinin vicdanına havale ediyorum. Burada “oh olsun” diyenler, İran ve Suriye ile ortak görüşü taşıyanlardır.

MUSA UZUNKAYA (Samsun) – “Oh olsun” denmedi; ters anladın, ters.

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Devamla) – Ben şunu ifade etmek istiyorum; İsrail ile yapılan anlaşmada sayın...

KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Öğren de gel...

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Devamla) – İsrail ile yapılan anlaşmada imzası var mıydı yok muydu? Suriye ve İran’ın görüşlerini benimsediğini mi ifade etmek istiyor, yoksa, Suriye’nin ve İran’ın PKK’ya verdiği desteği mi inkâr etmek istiyor?

Değerli milletvekilleri, dışpolitikada ülkemize itibar kazandıracak ve dünya ölçeğinde takdir toplayacak diplomatik üslup içinde olmalıyız. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bugüne değin Yavruvatan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini hiçbir şeyin pazarlığına ortak etmediği gibi, Avrupa Birliği üyeliği için de pazarlık konusu yapmamalıdır ve yapmayacaktır. 55 inci Hükümete, son günlerdeki tutumundan ve tavrından dolayı takdir ve şükranlarımı sunuyorum.

Küreselleşen dünyada, üzerimize düşen bütün görevleri yerine getirirken, Türkiye Cumhuriyeti, özellikle bizim açımızdan önem taşıyan Azerbaycan-Ermenistan arasındaki ihtilafların çözülmesi, toprak işgaline son verilmesine katkıda bulunmalıdır. Ermenistan’la Kars arasındaki Doğu Kapısı bir an evvel açılmalıdır.

Değerli milletvekilleri, nüfusunun yaklaşık yarısı kırsal alanlarda yaşayan bir ülkeyiz. Köyden kente olan göç, her geçen gün beraberinde önemli sorunları da getirerek devam etmektedir. Hatta ve hatta öyle noktalara ulaşmışız ki, şu anda Kars’ta yaşayan Karslıdan 8 kat daha fazla Karslı, Kars dışında yaşamaktadır. Bu makûs talihi Kars gibi, Ardahan, Ağrı, Erzurum, Sıvas da yaşamaktadır. Bu alanlarda göçü önleyip, ekonomik kalkınmayı sağlamanın yolu, yatırımların teşvik edilmesi ve yeni istihdam alanlarının yaratılmasındadır. Bu anlamda, geçen hafta, Hükümet tarafından Yüce Meclise sevk edilen Olağanüstü Hal Bölgesinde ve Kalkınmada Öncelikli Yörelerde İstihdam Yaratılması ve Yatırımların Teşvik Edilmesi ile 193 Sayılı Gelir Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı, en kısa sürede Meclis gündemine alınmalı ve tasarıda belirtilen illere ek olarak, Kars, Ardahan, Ağrı, Bayburt, Erzurum ve Gümüşhane mutlaka eklenmelidir.

Değerli milletvekilleri, köylerimiz, belirli altyapı hizmetleri bakımından gelişmiş durumdadır; telefonun, elektriğin, suyun ulaşmadığı köy sayısı azalmıştır. Buna rağmen, kendi bölgemde, daha suyu olmayan, yetersiz suyu olan ve köy yolları yapılmayan köylerimiz vardır.

Tarımsal kesimin gayri safî millî hâsıladan aldığı pay her geçen gün azalmakta ve bu kesim, sosyoekonomik gelişmişlik yönünden toplumun en alt grubunda yer almaktadır. Dünyanın hemen her yerinde, çiftçiler, dolayısıyla tarım kesimi korunmaktadır. Ülkemizde de, belirli ürün türleri ve stratejik öneme sahip ürünler korunmaya alınmalıdır.

Son yıllarda yapılan yanlışlıklar ve hatalı uygulamalar, günümüzde hayvancılığı yok etme noktasına gelmiştir. Özellikle, 1 Eylül 1995 tarihinde, Sayın Çiller Hükümetinin anlaşılmaz bir kararıyla, lop et artı karkas et ithalinin serbest bırakılması, bizi, bugün yaşadığımız sonuca getirmiştir. Bu kararla, Türk çiftçisi, bir gecede uğratıldığı zararla yüzde 100 fakirleştirilmiştir. Biraz evvel, çiftçinin yanında olduğunu ifade eden Sayın Çiller’in 1995 yılında kafasının nerelerde olduğunu merak ediyorum. Günümüzde ise, karkas ve parça et ithali yasağıyla birlikte canlı hayvan ithalinin de yasaklanmasını kararlılıkla sürdüren Sayın Tarım Bakanımıza, hayvancılıkla uğraşan bütün çiftçiler adına teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, gelişmişlik düzeyleri ne olursa olsun, bütün ülkeler, tarıma özel bir ilgi göstermektedirler. Günümüzde gıda sektörü stratejik önem taşıyıp, belirli ürün türleri önem kazanmıştır. Günümüz dünyasında, gıda açığını kapatan ülkeler geleceğe daha umutla bakmaktadırlar. Gerek sahip olduğumuz hayvan varlığı ve gerekse bulunduğumuz coğrafyanın ekolojik yapısı, besin maddesi üretimi yönünden ülkemizin önemli bir şansıdır. Son yıllarda, kendine yeterlilikten uzaklaşan ülkemizin, tarımda özel bir ilgiye ihtiyacı vardır.

Ülkemiz, et ve süt için ele muhtaç olmamalıdır. Bu nedenle, hayvancılık, bütün yönleriyle ele alınıp tartışılmalıdır. Sahip olduğu potansiyel nedeniyle, başta Kars İli olmak üzere, hayvancılıkla uğraşan diğer illerimizdeki çiftçiler, damızlık süt sığırcılığı yönünden desteklenmeli ve bilgilendirilmelidirler. Ayrıca, yöremizde, mutlaka, hayvan ürünleriyle ilgili bir sanayi kurulması gerekmektedir.

Çiftçinin alın teri kurumadan ürününün karşılığı verilmelidir, yüzü güldürülmelidir. Tarlada terini silerken, ürününün bedelini cebine koyup, şapkasını çıkaran çiftçiler adına, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa ödemeleri zamanında yaptığı için, 55 inci Hükümete teşekkür ve şükranlarımı sunuyorum.

Ayrıca, gübre sübvansiyonuyla, çiftçilerimiz gübreyi daha ucuza almakta, daha az faiz ödemekte ve bürokratik engellere takılmamaktadırlar. Birçok ilde, arzu etmediğimiz şekilde ortaya çıkan doğal afetlerden dolayı zarar gören çiftçilerimizin borçlarının ertelenmesinde Sayın Yılmaz Hükümetinin gösterdiği duyarlılığa, Türk çiftçisi adına, bir kez daha teşekkür ediyorum.

Son yıllarda ortaya çıkan enerji açığını ortadan kaldıracak baraj ve diğer projeler zamanında hizmete açılmalıdır. Yapılan barajlarla, sulanabilir alanların artırılması sağlanmalıdır. Bilindiği gibi, afet gören yerlerde, yüzde 40’ın üzerinde afet gören çiftçilerin özellikle TİGEM, tarım kredi kooperatifleri ve Ziraat Bankasına olan borçları bir yıl süreyle faizsiz olarak ertelenmiştir. Bu konuda da sayın Hükümete teşekkürlerimi arz ediyorum.

Merkezî yönetimin elindeki bazı yetkiler en kısa zaman içerisinde yerel yönetimlere dağıtılmalı, bununla ilgili kanun mutlaka Meclise getirilmelidir.

İşsizlik sigortası getirilerek, sosyal adalet alanında önemli bir adım atılmalıdır. Enflasyon mümkün olduğu süre içerisinde tek rakamlara düşürülmeli, dargelirliler enflasyon, canavarının altında ezilmekten kurtarılmalıdır.

DAP projesi öncelikle ele alınarak, GAP projesinde uygulanan başarılar bu bölgelerde de sağlanmalı, DAP projesi de Türkiye’nin ikinci gururu olarak gündeme gelmelidir.

Türk ekonomisi, bono, döviz ve tahvilden kurtularak, kamu bankaları en kısa zamanda özelleştirilmeli, ekonominin temel üçgeni, yatırım, üretim ve tasarruf olmalıdır.

Kars’ı Edirne’ye bağlayan karayolu bölünmüş yol olarak yapılmalı, her gün üzüntüyle izlediğimiz trafik kazalarına bir an önce son verilmelidir. Yine, kazalara bağlı olarak yürekler acısı bir konu olan sakatlanmalar nedeniyle Türkiye’de rehabilitasyon merkezlerinin sayısı artırılmalı, Ankara’da, İstanbul’da ve birkaç ilimizde olan rehabilitasyon merkezleri, mutlaka Türkiye’ye yaygınlaştırılmalı ve bu sakat insanların rehabilite edilerek topluma kazandırılması gerçekleştirilmelidir.

Kars Havaalanı, uluslararası hava limanı haline getirilmeli; Türk cumhuriyetlerinden Anadolu’ya giriş ve çıkışlar kolaylaştırılmalıdır.

Değerli milletvekilleri, bütün bunları söyledikten sonra, bu bütçeyle önümüze gelen bu Hükümete ancak ve ancak teşekkür etmek gerekir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Bir dakika Sayın Beyribey; toparlamanız için, size biraz süre veriyorum.

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Devamla) –Seçim bölgem olan Kars’ta yaşayan yaklaşık 350 bin insan adına, kömüre uygulanan sübvansiyonlar, çevirme kredilerinin ertelenmesi, Kars-Kağızman tuz fabrikasının açılması ve doğal afetlerden zarar gören çiftçilerin borçlarının ertelenmesinde gösterdiği duyarlılıktan dolayı, Sayın Başbakanımıza ve Bakanlar Kurulu üyelerimize, huzurlarınızda teşekkür ediyorum.

Bu olaylar ve bu Hükümetin hizmet anlayışından, ülkenin en ücra köşesine kadar, her türlü eğitimin, hizmetin gideceği inancındayım.

Bu duygularımla, bütçenin, memleketimize, milletimize hayırlara vesile olmasını diliyor; Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Beyribey.

Aleyhinde, Sayın Gökhan Çapoğlu. (RP sıralarından alkışlar)

Buyurun.

Süreniz 15 dakikadır.

GÖKHAN ÇAPOĞLU (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sizleri ve bizleri izleyen Yüce Ulusumuzu saygıyla selamlıyorum.

Türkiye, son iki senedir, çok büyük bir karışıklığın içine itilmiştir; nasıl itilmiştir, kimler itmiştir, neden itmiştir, iyice ortaya konmalıdır ki, halkımız bir daha aldatılmasın, aldanmasın.

24 Aralık 1995 seçimleri sonrasında, Anayol Hükümeti kurulurken “ya siz girin ya da bırakın CHP girsin” dedik; İskandinav fantezilerinden bahsettiler. Dedik ki “Fantezilerle siyaset yapılmaz. Yoksa, geçmişte olduğu gibi bu ülkeyi zora sokarsınız. Bu ülkeyi tanıyarak, bu ülke koşullarında, bu ülke için siyaset yapılmalıdır.” Kızdılar. Ne yazık ki düşündüğümüz çıktı, Anayol Hükümeti üç ay sonra düştü.

2 Temmuz 1996’da, Refahyol Hükümeti güvenoyu almadan önce dedik ki: “Refah Partisi, Doğru Yol’la birlikte Türkiye’yi çok büyük bir gerginliğe götürecek. Yolsuzluklar ve soruşturma dosyaları kapatılacak. Gidiniz, Sayın Baykal ile Sayın Yılmaz ile el sıkışın, hükümet kuracağınızı açıklayın ki, Refahyol Hükümeti güvenoyu almasın. Cumhuriyetin laiklik ilkesi zedelenmesin.”

METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Kime dediniz?

GÖKHAN ÇAPOĞLU (Devamla) – CHP ile bir araya gelemeyeceklerini söyleyerek bizi terslediler. Ne yazık ki yine düşündüklerimiz çıktı; Refahyol Hükümeti, Türkiye’yi 28 Şubat sürecine taşıdı.

Siyasette yeni olmamıza rağmen, neden hep doğruyu görebiliyorduk; çünkü, yepyeni bir siyaset anlayışımız var. Türkiye için siyaset yapıyoruz. 1950’den beri egemen olan bugünkü siyaset anlayışı, Türkiye için değil, kendileri için siyaset yapmaktadır; önce kriz yaratıp, sonra işin içinden sıyrılmaya çalışmaktadır. Onun içindir ki, 27 Mayısta, 12 Martta, 12 Eylülde, 28 Şubatta Türk demokrasisi büyük yaralar aldı. Talihin garip cilvesine bakın ki, kendileri için siyaset yapma anlayışı kendilerini bile gelip vurmuştur. Sadece bir örnek vermek gerekirse, 12 Martın kendisine karşı yapıldığını söyleyerek, Nihat Erim Hükümetine karşı çıkarak siyasî çıkışını yapan Sayın Ecevit’in siyasî bitişi, yirmialtı yıl sonra, 28 Şubat 1997 sürecinde kurulan bir Hükümette, Başbakan Yardımcısı olarak gerçekleşmektedir. (RP sıralarından alkışlar) Daha da vahimi, 12 Mart 1971 sonrasında kurulan Nihat Erim Hükümeti döneminde, işadamları, istikrar programlarını askerlere anlatmıyorlardı. Bugün ise, işadamları, istikrar programları konusunda, askerlere bilgi vermektedirler.

Nihat Erim döneminde, yabancı devlet adamları, askerlerle görüşemezlerdi; muhatapları olan hükümet yetkilileriyle görüşürlerdi. Bugün ise, Türkiye’ye geldiklerinde askerlerle görüşüyorlar.

12 Temmuz 1997 tarihinde yapılan güvenoylamasında, Sayın Mesut Yılmaz Başkanlığında kurulan 55 inci Hükümete güvenoyu verdim; çünkü, toplumsal gerginliği artıran, içeride ve dışarıda bütün inandırıcılığını yitirmiş Refahyol Hükümeti yerine, Türkiye’nin yeni bir hükümete ihtiyacı vardı. Sayın Yılmaz’ı Başbakan yaptık; çünkü, Sayın Yılmaz “beni Başbakan yapın, Susurluk’u yirmi günde çözerim” diyordu; ama, son beşbuçuk ayda çözülen, Hükümeti oldu, güçlenen ise, ardı ardına tahliye olan Susurluk çeteleri oldu.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu Hükümetin de, yakın geçmişteki hükümetler gibi, başarılı olmayacağı belliydi; çünkü, genel başkanlar ve yandaşlarından başkasının sözünün dinlenmediği, liyakat yerine sadakatın önplana çıktığı, uzmanlığın önemsiz olduğu, partiiçi demokrasinin olmadığı mevcut parti yapılarının ve kişisel çekişmelere, kriz yaratmaya, çözümsüzlüğe dayanan egemen siyaset anlayışının başarıya ulaşması mümkün değildir. Nitekim, sadece geçtiğimiz üç sene içerisinde, DYP - CHP, ANAP - DYP, Refah - DYP ve bugün, CHP destekli ANAP - DSP - DTP Hükümetleri içerisinde bulunan bütün partiler denenmiş bulunmaktadır.

AHMET PİRİŞTİNA (İzmir) - Bir tek sen kaldın...

GÖKHAN ÇAPOĞLU (Devamla) – Bu hükümetlerin hepsi, bir seneden az bir süre içerisinde pes etmek zorunda kalmışlar, ülke sorunlarını ağırlaştırmışlardır.

METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Sıra sana geldi.

GÖKHAN ÇAPOĞLU (Devamla) – Sayın Ecevit çok güzel sözler söyledi; ama, kırk yıldır güzel sözler söylemekle olmuyor bu, artık, güzel işler yapmanın zamanı geldi Türkiye’de. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

Bakın siz ne yaptınız: Enflasyonu, işsizliği, gelir dağılımındaki eşitsizliği ve yolsuzlukları artırdınız. Bugünkü Hükümet, büyük medya desteğine rağmen, çok kısa zamanda tükenmiştir.

ÜNAL YAŞAR (Gaziantep) – Yapma hocam yapma!... Konuşmanızla siz tükeniyorsunuz.

GÖKHAN ÇAPOĞLU (Devamla) – Bu Hükümet, son altı ay içerisinde, çok kararlı davranmaktadır. Akaryakıt ve KİT ürünlerine sürekli zam yapmada, halkı yoksullaştırmada, elektrik santral ve dağıtım şebekelerini yandaşlarına devretmede, laf yapmada, medyada zaten var olan tekelleşmeyi azdırmada çok kararlı görünmektedir. (RP sıralarından “Bravo” sesleri) Ülkenin bu kadar sorunu varken -Sayın Ecevit vergi reformundan bahsetti, sosyal güvenlik reformundan bahsetti, hep tasarı halinde bunlar- Hükümet, medyada tekelleşmeyi artıracak bir tasarıyı hangi vicdanla, alelacele Meclise sunmuştur? Böyle bir tasarıyı desteklemek, solcu olduğunu iddia eden, dürüst olduğunu iddia eden DSP’ye ve onu destekleyecek CHP’ye yakışır mı?

Biraz önce, Sayın Ecevit rakamları yanlış verdi, ben isterseniz düzelteyim: 55 inci Hükümet, temmuz ayında maaşlara yüzde 35 zam yapmıştır, altı ay için; ama, akaryakıt ve KİT ürünlerine yaptığı zamlarla, altı aylık enflasyonu yüzde 50’ye çıkarmış olacaktır. Yani, altı ayda, çalışana yüzde 35 vermiş, çalışandan yüzde 50 almıştır; çalışanları, sadece altı ay içerisinde, 15 puan yoksullaştırmıştır; burada kalkıp, çalışan, işçi edebiyatı yapmak doğru değildir.

Reel ücretleri düşürmeyeceğiz diyen hükümet yetkilileri, sözlerini 98 yılında da tutamayacak, halkımızı daha da fakirleştirecektir; temmuz ayında yüzde 78’den devraldığı yıllık enflasyonu, yıl sonu itibariyle yüzde 110’a çıkarmış olacaktır, aynı şekilde, faizlerin artırılmasına da neden olmuştur.

Bütçenizin, ne gelir ne enflasyon ne de harcama tahminleri gerçekçidir. En önemli gelir kaynağı olarak gördüğünüz akaryakıt ve KİT ürünleri fiyatlarını donduracağınız veya zam yapmayacağınız açıklamalarınızla, zaten, kendi bütçenizi kendiniz geçersiz kılmış durumdasınız; ama, bütçe tercihleriniz, sizin, geçmişteki hükümetlerden daha farklı olmadığınızı göstermektedir. Belki, siz, halkımıza karşı biraz daha acımasızsınız, o kadar.

Bakın, 1998 bütçesinde, eğitime, adalete, sağlığa, kültüre ve sosyal hizmetlere ayrılan pay, 1997 bütçesine göre hep düşmüş; ama, faizlere ayrılan pay ise 10 puandan fazla artmış, 1997’de yüzde 29,8’den yüzde 39,9’a çıkmış. Bütçe giderleri, gayri safî millî hâsılanın yüzde 30’u, gelirleri ise yüzde 22’si. Bütçenin görünen ilk açığı, gayri safî millî hâsılanın yüzde 8’ini aşıyor.

Siz istikrar programından bahsediyorsunuz. Siz nere, istikrar programı nere! 1994’te DYP-SHP Koalisyonu, istikrar programı uygulamaya kalktı da, bir senede, millî gelirin 50 milyar dolar azalmasına neden oldu. “Sonbaharda vergi reformu” dediniz, vergi reformu bir başka bahara kaldı.

Peki, ülkemizin sorunları çözülemez mi, biz olsaydık nasıl davranırdık? Hükümeti, 38 bakan yerine, uzman olan, konuşmak yerine iş yapmasını bilen, en fazla 20 bakanla kurardık. Ücretlere yüzde 35 yerine, yüzde 15 artış verirdik; ama, akaryakıt vergilerini artırmazdık. KİT’leri yeniden yapılandırarak, yakınlarımız yerine uzmanları işbaşına getirerek verimli çalışmalarını sağlar, ürün fiyatlarını düşürürdük. Böylece, yüzde 15 maaş artışına rağmen, halkın refah düzeyi düşmez, artardı. Kamu bankalarını, paylaşmak yerine, hemen özelleştirirdik. Vergi reformunu, sonbaharda, Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçirirdik. Sosyal güvenlik reformunu yapardık; ama, önce, milletvekillerine iki yılda emeklilik hakkını kaldırırdık. Yerel yönetimlerin yetki ve sorumluluğunu artırırdık. Bu önlemlerle, ilk aşamada, bütçeden, eğitime, sağlığa, adalete, kültüre ve sosyal hizmetlere ayrılan payı iki katına çıkarır, faize ayrılan payın ise giderek azalmasını sağlardık. Eğer, fedakârlık gerekiyorsa, buna, ilk önce, milletvekili maaşlarıyla başlardık. Nitekim, geçen ekim ayında, milletvekili maaşlarını ortalama bir düzeye çeken bir kanun teklifi sunduk. Sunî enerji krizi yaratarak, termik santralları ve dağıtım şebekelerini yandaşlarımıza dağıtmak yerine, onların kapasitesini yüzde 55’ten yüzde 90’a çıkarır, dağıtım kayıplarını yüzde 30’dan yüzde 10’a indirirdik.

Eğer yönetemiyorsanız, eğer beceremiyorsanız bırakıp gidersiniz, başaracak olanlar gelir. Bu ülkenin kaynaklarını tüketmek, yandaşlarınıza devretmek hakkınız yoktur. Aslında, tükenen, sadece bu Hükümet değildir, bu Hükümetin de temsil ettiği son otuz yıllık siyaset anlayışı ve siyaset kadrolarıdır.

Tarımda verimliliği artırmak yerine, taban fiyatlarıyla köylüyü satın almak isteyen, “onlar ne verirse, biz 5 bin lira daha fazla veririz” diyen kısır ve aldatmacı anlayış. Geçen hükümet 2 dolar verdi; bu hükümet, fındığa 25 sent daha fazla verdi. “Şeffaf karakol” deyip hakkını arayan memuru, işçiyi, öğrenciyi Kızılay’da coplatan anlayış. Dün “bana sağcılar adam öldürttü dedirtemezsiniz” diyen, bugün, çetelere sahip çıkan anlayış. Pankart açan öğrencileri 18 yıla mahkûm eden, çeteleri salan anlayış. Özelleştirmeyi, verimlilik ve rekabeti artırmak yerine, bazılarını zengin etme aracı gören anlayış. Muhalefette başka, iktidarda başka davranan, ilke ve tutarlılıktan yoksun anlayış. “Benim memurum işini bilir”, “ben zenginleri severim” diyen anlayış. “Köyleri kent yapacağız” derken, kentleri köye dönüştüren anlayış.

CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) – Öyle birşey yok.

GÖKHAN ÇAPOĞLU (Devamla) – Yirmi yıl önce, Avrupa Birliğine başvurmama hatası yaparak Yunan’ı güçlendirip, aklı başına daha dün Lüksemburg Zirvesinden sonra gelen, burada da güzel hitabet veren anlayış. “Verdimse ne oldu” diyen anlayış. Çocuklarının geleceğini Amerika’da mal sahibi olmada gören anlayış. Bugün, Hükümeti ve Türkiye’yi çalışanlar eziliyor diye değil, bir komisyon başkanlığını alamadığı için sallayan anlayış. Kendi halkı ve diniyle barışmak yerine, Benazir Butto’nun bile 200 bin doları reddederek katılmadığı yabancı tarikat konferansına, kafa dinlemek için katıldığını söyleyen anlayış. (RP sıralarından alkışlar) Güneydoğuyu sadece teröristten ibaret sayan anlayış. Partilerinde olmayan demokrasi ve hukuku Türkiye’ye taşıyacağını iddia eden anlayış. Bin yıllık devlet geleneği olan Türkiye’yi, önce yeğenler, sonra çocuklar ve davulcular, sonra da eşler ve bacanaklarla aşiret geleneğine dönüştürmeye çalışan anlayış. Konuşan Türkiye deyip geveze Türkiye yaratan, ama düşünenleri hapse atan anlayış... Umut tacirlerinin, dürüstlük tacirlerinin, milliyetçilik tacirlerinin, din tacirlerinin doldurduğu siyasî kadrolar; halk desteğiyle değil, düzmece kamuoyu yoklamalarıyla tekelleşmesini artırmaya çalıştığınız medyanın abartılı desteğiyle ayakta kalmaya çalışan kadrolar; sizler, halkın önüne nasıl çıkacaksınız?! Biz yıllardır beceremiyoruz, bizi bir daha deneyinmi diyeceksiniz? Türkiye’nin daha kaç on yılını heba edeceksiniz? Diyet borçlarınızı ödemek için, bu halkı daha ne kadar yoksullaştıracaksınız? İşte, tükenen mevcut siyasî anlayış ve kadrolar bunlardır. Tüketmeye çalıştıkları Türkiye’dir.

Bugün, Türkiye, cumhuriyet devriminin kazanımlarını kaybetme tehdidiyle karşı karşıyadır. Bakın, 1963 yılında imzalanan Ankara Antlaşması, Türkiye’ye tam üyelik hakkı veriyordu. Siz, otuz yılda Türkiye’ye o kadar engel oldunuz ki, Avrupa’ya -gümrük birliği dahil olmak üzere- o kadar boyun eğdiniz ki, dün, Lüksemburg’da reddedilinceye kadar hiçbir tepki göstermediniz, şimdi, çaresizliğinizi göstermekten başka tepki veremiyorsunuz. Biz, sizin Türkiye’yi daha fazla tüketmenize izin vermeyeceğiz...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Çapoğlu, size de toparlamanız için biraz süre veriyorum.

Buyurun Sayın Çapoğlu.

GÖKHAN ÇAPOĞLU (Devamla) – Türkiye, size rağmen, çalışanıyla, girişimcisiyle, esnafıyla, çiftçisiyle, kadınıyla, genciyle, gecekondusunda yaşayanlarıyla, öğrencisiyle ve bir daha seçilmemeyi göze alan vekilleriyle mücadele edecektir. Biz, değişen Türkiye’yi depara kaldıracağız ve bunu halkımızın desteğiyle yapacağız.

Türkiye, tarihî bir dönüm noktasındadır. Türkiye, büyük bir değişimin sancılarını yaşamaktadır. Otuz senedir aynı zihniyeti taşıyan partiler ve kadroları, artık, Türkiye taşıyamamaktadır. Sizler bu değişimin sancılarısınız, bizler ise demokratik değişimin doğumunun ebesi olacağız. Yepyeni bir Türkiye kuracağız; tam bir demokrasinin olduğu, hukuk devletinin yerleştiği, rekabetçi piyasa ekonomisinin güçlü bir sosyal devletiyle birlikte yer aldığı, işsizliğin azaldığı, yoksulluğun ortadan kalktığı, enflasyonun olmadığı, gelir dağılımında adaletsizliğin düzeltildiği, Avrupa’nın peşinde koştuğu bölgesel güç olan yepyeni bir Türkiye...

Türkiye, sağlıklı bir kentleşme politikası olmadan gecekondulaşma sorununu çözemez. Türkiye, vatandaşına güveni sağlamadan, vatandaşına güvenmeden güneydoğu sorununu çözemez. Gecekondulaşma sorununu çözmeden toplumsal ve siyasal istikrarsızlıkların önüne geçemez.

Türkiye, tarımda verimliliği artırmadan ilerleyemez.

Türkiye, bölgesel kalkınma planlarını devreye sokmadan eşitsizliği gideremez.

Türkiye, girişimcisinin önünü açmadan, insanına yatırım yapmadan kalkınamaz.

Atatürk ve arkadaşlarının 1920’lerde gerçekleştirdiği cumhuriyet devrimine benzer şekilde çağdaş, demokratik, laik bir Türkiye için, birey, toplum ve devlet arasındaki ilişkileri yeniden düzenleyecek demokratik değişimi bir an önce yaşama geçirmek için, Türkiye’nin önünde en büyük engel olan mevcut siyasî kadroları ve anlayışı demokratik olarak ilk seçimde tasfiye etmek gerekmektedir.

Demokrasilerde son söz halkındır. Otuz yıldır denenmiş, başarısız olmuş siyaset anlayışını ve kadrolarını yeniden denemek yerine, yeni siyaset anlayışına, kadrolarına sahip çıkmak ve Türkiye’nin önünü açmak, değişimi gerçekleştirmek bütün kesimleriyle halkımızın elindedir. Aksi takdirde, kimsenin bulunduğumuz durumdan şikâyet etmeye hakkı yoktur.

Saygılar sunarım. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Teşekkürler Sayın Çapoğlu.

Sayın milletvekilleri, 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarılarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarılarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım.

Dört oylama yapılacaktır, hatırlatmak istiyorum: Birincisi, 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesinin oylaması; ikincisi, 1996 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesinin oylaması; üçüncüsü, 1998 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesinin oylaması; dördüncüsü, 1996 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesinin oylaması.

1. 1998 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2. 1996 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3. 1998 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

4. 1996 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, böylece 1998 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarılarının maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.

Şimdi, sırasıyla, her 4 tasarının da 1 inci maddelerini okutuyorum:

1998 MALÎ YILI BÜTÇE KANUNU TASARISI

BİRİNCİ KISIM

Genel Hükümler

BİRİNCİ BÖLÜM

Gider, Gelir ve Denge

Gider Bütçesi

MADDE 1. – Genel bütçeye giren dairelerin harcamaları için bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere (14 749 475 000 000 000) liralık ödenek verilmiştir.

1996 Malî Yılı Kesinhesap Kanun Tasarısı

Gider Bütçesi

MADDE 1. – Genel bütçeli idarelerin 1996 malî yılı giderleri, bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere, (3 916 254 059 336 000) lira olarak gerçekleşmiştir.

 

KATMA BÜTÇELİ İDARELER 1998 MALÎ YILI BÜTÇE KANUNU TASARISI

BİRİNCİ KISIM

Genel Hükümler

Ödenekler, Öz Gelirler, Hazine Yardımı

MADDE 1. – a) Katma bütçeli idarelerin 1998 yılında yapacakları hizmetler için (1 138 095 701 000 000) lira ödenek verimiştir.

b)Katma bütçeli idarelerin 1998 Malî yılı gelirleri (40 000 000 000 000) lirası öz gelir, (816 399 751 000 000) lirası hazine yardımı, (281 695 950 000 000) lirası yükseköğretim kurumlarının cari hizmet giderlerine yapılacak devlet katkısı olmak üzere toplam (1 138 095 701 000 000) lira olarak tahmin edilmiştir.

1996 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı

Gider Bütçesi

MADDE 1. – Katma bütçeli idarelerin 1996 malî yılı giderleri, bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere, (415 055 984 876 000) lira olarak gerçekleşmiştir.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Anayasanın 164 üncü maddesi uyarınca, bütçe kanunu tasarıları ile kesinhesap kanunu tasarılarının görüşmeleri birlikte yapılacağından, okunmuş bulunan 1 inci maddeler kapsamına giren kuruluşların 1998 malî yılı bütçeleri ile 1996 malî yılı kesinhesaplarının görüşmelerine yarınki birleşimde başlanacaktır.

Programa göre, kuruluşların bütçe ve kesinhesaplarını görüşmek için, 17 Aralık 1997 Çarşamba günü saat 10.00’da toplanmak üzere, 28 inci Birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 21.42

 

 

V. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – Ağrı Milletvekili Sıddık Altay’ın, personel atamalarına ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Hikmet Çetin’in yazılı cevabı (7/3562) (1)

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sayın Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

M. Sıddık Altay Ağrı

1. Sayın Mustafa Kalemli’nin göreve başladığı tarihte (25 Ocak 1996) TBMM’nin kadrolu personel sayısı ile geçici personel sayısı kaç idi?

2. Görev süresince (25 Ocak 1996-30 Eylül 1997)

a) Kaç personel kadrolu olarak alınmıştır?

b) Kaç personel geçici olarak alınmıştır?

c) Bu personelin mezuniyet durumları, başlama tarihleri ve atandığı görevler nedir?

d) Bu personel arasında Milletvekili, TBMM üst düzey bürokrat yakınları var mıdır? Varsa kimlerdir?

e) Bu personelin nüfusa kayıtlı olduğu iller hangileridir?

3. Gerek kadrolu ve gerekse geçici olarak alınan personel sınav yapılarak mı alınmıştır? Sınav yapılarak alınmamışsa nedenlerinin belirtilmesini?

T.C. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Genel Sekreterliği Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı 12.12.1997 Kan. Kar. Md : Sayı : A.01.0.GNS.0.10.00.02-8708/23066

 

Sayın M. Sıddık Altay

Ağrı Milletvekili

İlgi : 4.12.1997 tarihli ve 7/3562-8708/023066 sayılı yazımız.

Personel atamalarına ilişkin (7/3562) esas numaralı yazılı soru önergenize Başkanlığımızca verilen ilgi cevap eki listenin (2/d) 1 inci sırasında yeralan Celal Avcu adlı personel Balıkesir Milletvekili İ. Önder Kırlı’nın yeğeni olarak yazılmıştır.

Sayın İ. Önder Kırlı’nın itirazı üzerine yapılan inceleme sonucunda bu ifadenin doğru olmadığı anlaşılmıştır.

Bu düzeltmeyi bilgilerinize sunarım.

Saygılarımla.

Hikmet Çetin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı

2. – Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, Ankara-Çankaya Belediyesince yaptırılan işlere ve belediyeye yapılan bağışlara ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’nun yazılı cevabı (7/3591)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı Sayın Murat Başesgioğlu tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına delaletlerinizi arz ederim.

Ersönmez Yarbay Ankara

Sorular :

1. 27 Mart 1994 yılından bu yana hibe yoluyla Çankaya Belediyesine bağışlanan her türlü aynî yardım, menkul, gayrimenkulün listesi nedir?

2. Belediyeye yapılan bir iş karşılığı ve Belediyenin vatandaşa sağladığı rant karşılığı veya herhangi bir gerekçe ile vatandaş tarafından hangi hizmetler veya işler yapılmıştır? Bir başka deyişle belediye bütçesinden tamamı karşılanmayan kısmen veya tamamen vatandaş katkısıyla yapılan iş ve inşaatlar hangisidir?

3. 1994 yılından bugüne kadar dernek, vakıf veya meslek kuruluşlarına kiralama veya satma veya kullanma hakkının devri yoluyla kaç arsa veya bina veya daire hangi fiyatla (yıl belirtilecek) kaç yıllığına hangi ihale usulüyle verilmiştir? İşlemlerin Belediye bütçesine ne kadar katkısı olmuştur?

4. Şu ana kadar tapu tahsis belgesi olduğu halde kaç kişiye tapu verilmiştir? Tapusu verilen mahalleler hangileridir? Islah İmar Planı yapılan bölgeler ve aynı plan bölgesinde arsa veya evi olmadığı halde kimlere tahsis yapılmıştır? Tahsis yapılan kişilerin isimleri ve tahsis gerekçeleri nedir?

5. 1994 yılından itibaren sattığınız gayrimenkullerin adedi ve satışın gerçekleştiği yıl itibariyle ayrı ayrı satış bedelleri nedir?

T.C. İçişleri Bakanlığı Mahallî İdareler Genel Müdürlüğü 16.12.1997 Sayı : B.05.0.MAH-0-65-00-02/81107 Konu : Yazılı soru önergesi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığının 27.10.1997 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-9101-7/3591-8834/23346 sayılı yazısı.

İlgi yazı ekinde alınan ve tarafımdan cevaplandırılması istenilen Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın “Ankara-Çankaya Belediyesince yaptırılan işlere ve belediyeye yapılan bağışlara” ilişkin yazılı soru önergesiyle ilgili olarak Valilik vasıtasıyla Çankaya Belediye Başkanlığından temin edilen;

– 27 Mart 1994 yılından bu yana hibe edilen aynî yardım, menkul ve gayrimenkullerin listesi Ek-1’de,

– 2942 sayılı Kanun ile 2886 sayılı Kanunun ilgili hükümleri çerçevesinde dernek, vakıf ve meslek kuruluşlarına satışı veya intifa hakkı tesisi yapılan gayrimenkullerin listesi Ek-2’de,

– Tapu tahsis belgesi olanlardan tapusu verilen kişilerin sayısı ile tapu dağıtılan mahallelere ilişkin bilgiler Ek-3’de,

– 1994 yılından itibaren satılan gayrimenkullerin yıllar itibariyle adedi ve bedellerine ilişkin bilgiler Ek-4’de,

sunulmuştur.

Ayrıca, adı geçen Belediyeden konu hakkında alınan 26.11.1997 tarihli ve 587 sayılı yazıda, Belediyenin iş ve işlemlerinin mevzuatlar çerçevesinde yürütüldüğü ve rant sağlama karşılığında vatandaşlara yaptırılan bir hizmet olmadığı ifade edilmektedir.

Bilgilerinize arz ederim.

Murat Başesgioğlu İçişleri Bakanı

27 Mart 1994 yılından bu yana hibe yoluyla Çankaya Belediyesine bağışlanan her türlü ayni yardım, menkul, gayrimenkullerin listesi aşağıda belirtilmiştir.

Ayni Yardımlar :

– Ahlatlıbel Park ve Çevre Düzenlemesi Alanında mini futbol sahaları ve konuk evi.

– Çağdaş Sanatlar Galeri Bina Yapımı (Mülkiyeti Belediyemize ait)

– Balgat Kapalı Spor Salonu inşaatı yapımı.

– Binek otomobil (17 adet)

– Cenaze aracı (6 adet)

– Pikap (3 adet)

– Kamyon (3 adet)

– Minibüs (2 adet)

– Midibüs (1 adet)

– Vidanjör (1 adet)

– Silindir (1 adet)

– Ağaç Sökme ve Dikme Makinası (1 adet)

– Plan ve Kopya Makinası (2 adet)

– Fotokopi Makinası (5 adet)

– Bilgisayar (PS) (12 adet)

– Bilgisayar Yazıcısı (4 adet)

– Bilgisayar Monitörü (7 adet)

– TV (1 adet)

– Klima (Bilgisayar Ünitesi için) (1 adet)

– Elektronik Ölçüm Aleti (1 adet)

– Telefon Santrali (1 adet)

– Ağaç Kesme Motoru (2 adet)

– Cep Telefonu (2 adet)

– Hesap Makinası (4 adet)

– Koltuk (14 adet)

– Daktilo (1 adet)

– Masa (9 adet)

– Sandalye (16 adet)

– Sehpa (13 adet)

– Etajer (6 adet)

Belediyemize yukarıda sayılan bina gayrimenkulü dışında herhangi bir gayrimenkul bağışı yapılmamıştır.

2942 ve 2886 Sayılı Yasanın 36, 71 ve 72 nci maddesine göre Dernek, Vakıf ve Meslek Kurulaşlarına satışı yapılan ve intifa hakkı tesisi yapılan gayrimenkuller aşağıda gösterilmektedir.

a) 2886/36’ya göre ihale yoluyla satılan gayrimenkuller :

Tarihi İhale Usulü Satış Bedeli

Tunceli Kültür ve Dayanışma

Vakfı 1994 2886/36 750 000 000.–

Elazığ Kültür ve Dayanışma

Vakfı 1995 2886/36 1 010 000 000.–

KösrelikKöyü Dayanışma

Vakfı 1995 2886/36 1 226 500 000.–

Gençlerbirliği Spor

Kulübü 1995 2886/36 2 450 000 000.–

b) 2886/71 inci ve 72 nci maddesine göre intifa hakkı tesisi yapılan gayrimenkuller

 

Devredilen

Taşınmaz Malın Kuruluşun Devrin şekli ve Kaç yıllığına Hakkın başlama

Ada No. Parsel No. Cinsi Adı yasal dayanağı olduğu tarihi Bedeli

                                                                                                        

7940 15 Dükkân Halkevleri 2886 sayılı Yasanın 49 14.7.1994 İlk yıl 12 000 000 TL.

Genel Merkezi 72 nci mad. uyarınca (sonraki yıla Millî

intifa Emlak Genelgesi

uyarınca artırmak

5 inci yılda tekrar

belirlenecek.

 

 

5406 10 1 Nolu Atatürkçü 2886 sayılı Yasanın 49 17.8.1996 İlk yıl 12 000 000 TL.

Daire Düşünce 72 nci maddesi uya- (sonraki yılla Millî Derneği rınca intifa Emlak Genelgesi uya-

Genel Merkezi rınca artacak 5 inci yıl-

da tekrar belirlenecek.

16551 7 Arsanın Yargıtay 2886 Sayılı Yasanın 49 22.11.1994 İlk yıl 5 000 000 TL.

Başkanlığınca 71 inci maddesi uyarınca (sonraki yıllar Millî 805/1038 kullanılmak intifak Emlak Genelgesi uya- m2’si üzere Maliye rınca artacak 5 inci yıl- Hazinesi da tekrar belirlenecek.

 

c) 2942 Sayılı Yasanın 30 uncu maddesine göre satışı yapılan gayrimenkuller.

Emniyet Genel Müdürlüğü 80 000 000 000 TL. 20.3.1997

Belediyemize 2981 Sayılı Yasadan yararlanmak üzere başvuruda bulunmuş 12 148 adet dosya mevcuttur. 31.10.1997 tarih itibariyle 7373 gecekondu hak sahibine tapuları verilmiştir.

Kalan dosyalardan 1 500 adedi haksahibi niteliği taşımadığından tapu verilememiş, 1 000 kişinin talebi imarsız alanda kaldığından değerlendirilmesi mümkün olamamış, geri kalan dosyalarda gecekondu haksahipliği işlemleri devam etmektedir.

Tapu verme işlemleri yapılan mahalleler şunlardır :

Mahalle Adı :

1. Kırkkonaklar Mahallesi

2. Ata Mahallesi

3. Birlik Mahallesi

4. Yıldızevler Mahallesi

5. Gökkuşağı Mahallesi

6. Hilal Mahallesi

7. Çiğdem Mahallesi

8. Öveçler Mahallesi

9. Sancak Mahallesi

10. Balgat Mahallesi

11. Huzur Mahallesi

12. Karapınar Mahallesi

13. Cevizlidere Mahallesi

14. İlker-Mürsel Uluç-Malazgirt Mahallesi

15. Keklikpınarı Mahallesi

16. Bağcılar-Aşıkpaşa-Boztepe-Aşağı İmrahor-Orta İmrahor Mahallesi

17. Akpınar Mahallesi

18. Ş. Cengiz Karaca-Ş. Cevdet Özdemir-Ş. Mevlüt Meriç Mahallesi

19. Zafertepe (Seyren, Göktürk, M. Oktay, Zafertepe) Mahallesi

20. Hilal II Mahallesi

21. Keklik II Mahallesi

22. Osman Temiz Mahallesi

23. B. Esat Mahallesi

2981 Sayılı Yasa kimlerin hak sahibi olacaklarını çok açık belirtilmiştir. Belediyemizce arsa tahsisi işlemleri yapılırken bu yasal şartlar ve gerekçelere bağlı kalınarak Encümen kararlarımızla tahsisler yapılmıştır.

İmar Affı Yasasına aykırı olarak hiç bir kimseye tapu verilmemiştir.

1994 yılından itibaren satılan gayrimenkullerin adedi ve satışın gerçekleştiği yıl itibariyle ayrı ayrı satış bedelleri aşağıda belirtilmiştir.

2886 Sayılı Devlet İhale Yasası uyarınca 27.3.1994 tarihinden sonra Çankaya Belediye Başkanlığınca satılan taşınmazlar.

Yılı Adet Cinsi Tutarı (TL.) Yıl İtibariyle Tutarı (TL.)

1994 5 Daire 10 781 000 000.– 26 636 000 000.–

2 Arsa 15 855 000 000.–

1995 33 Daire 55 773 000 000.– 185 659 000 000.–

8 Arsa 129 886 000 000.–

1996 6 Daire 15 355 000 000.– 15 335 000 000.–

1997 12 Daire 61 335 000 000.– 179 302 000 000.–

7 117 967 000 000.–

3. – Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, Ankara-Çankaya Belediyesinin ortak olduğu şirketlere ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’nun yazılı cevabı (7/3594)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı Sayın Murat Başesgioğlu tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına delaletlerinizi arz ederim.

Ersönmez Yarbay Ankara

Sorular :

1. Tamamı Çankaya Belediyesine ait veya belediyenin ortak olduğu şirketlerin isimleri, faailiyet konuları ve ortakların hisse oranları nedir? 27 Mart 1994 tarihinden itibaren sözkonusu şirketlerin yönetim kurulları kimlerden oluşmuştur? Yönetim Kurulu üyeleri arasında CHP’li meclis üyesi, CHP’li il ve ilçe yönetim kurulu üyesi var mıdır? Varsa isimleri nedir?

2. 27 Mart 1994’ten itibaren belediyenin ve bağlı şirketlerin yıllar itibariyle memur, kadrolu işçi, geçici işçi ve sözleşmeli personel sayısı kaçtır? Sözkonusu tarihten itibaren yıllar itibariyle memur, kadrolu işçi, geçici işçi ve sözleşmeli personelden kaç elemanın işine son verilmiştir? Naklen başka kurumlara geçen personel kimlerdir? İşine son verilen personele belediyenin ve şirketlerin kıdem tazminatı borcu ne kadardır? Şirket kadrolarında olup da belediyede istihdam edilen personel sayısı ve görevli oldukları birimleri nelerdir?

T.C. İçişleri Bakanlığı Mahallî İdareler Genel Müdürlüğü 16.12.1997 Sayı : B050MAH0650002/81105 Konu : Yazılı soru önergesi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığının 27.10.1997 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02.9102-7/3594-8837/23349 sayılı yazısı.

İlgi yazı ekinde alınan ve tarafımdan cevaplandırılması istenilen Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın “Ankara Çankaya Belediyesinin ortak olduğu şirketlere” ilişkin yazılı soru önergesi hakkında;

Önergenin 1 ve 2 nci sorusunda istenilen, 27 Mart 1994 tarihinden itibaren Çankaya Belediyesinin ortağı bulunduğu şirketlerin adı, faaliyet konusu, hisse oranı, belediyede ve şirketlerde çalışan personel sayısı ile görevlerine son verilen ve naklen başka kuruma atanan personele ait ayrıntılı bilgiler Valilik vasıtasıyla adı geçen belediyeden temin edilerek ekte sunulmuştur.

Yine, Konu hakkında ilgili Belediye Başkanlığından alınan 26.11.1997 tarihli ve 586 sayılı yazıdan;

– Hisselerinin tamamı belediyeye ait şirket bulunmadığı,

– Şirket kadrosunda olup da belediyede istihdam edilen personel olmadığı,

– İşine son verilen personele ait kıdem tazminatı borcu bulunmadığı,

anlaşılmıştır.

Bilgilerinize arz ederim.

Murat Başesgioğlu

İçişleri Bakanı

Çankaya Belediye Başkanlığının 4.11.1997 Gün ve 864 Sayılı Yazısı Ekinde Yeralan Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın “Ankara Çankaya Belediyesi’nin Ortak Olduğu
Şirketlere İlişkin” Yazılı Soru Önergesine Ait Yazılı Cevaplar

Cevap 1 : Belediyemiz şirketlerinin hisselerinin tamamı belediyemize ait olmayıp, sözkonusu şirketlerin adı, hisse oranı, faaliyet konusu aşağıda belirtilmektedir.

 

Şirketin Adı : Hisse Oranımız : % Faaliyet Konusu :

1. Çankaya Bel-Pet Ltd. Şti. Akaryakıt ve türevlerinin satışı

(Çankaya Belediyesi) % 51

(Petrol Ofisi) % 49

2. Çankaya Belde A.Ş. Gıda ve İhtiyaç Maddeleri Alım

(Çankaya Belediyesi) % 98.493 ve Satımı

(Mamak Belediyesi) % 1

(Altındağ Belediyesi) % 0.16

(Altındağ Belediyesi Düzenleme

Satış ve Gıda İhtiyaç Maddesi) % 0.16

(Çankaya İmar A.Ş.) % 0.112

(Çankaya Bel-Pet Ltd. Şti.) % 0.013

(Çankaya Belde Çalışanlar Yardım

Sandığı % 0.062

3. Çankaya İmar A.Ş. İnşaat ve Taahhüt İşleri

(Çankaya Belediyesi) % 96.94

(Mamak Belediyesi) % 1

(Altındağ Belediyesi) % 0.6

(Çankaya Belde A.Ş.) % 1.872

(Çankaya Bel-Pet Ltd. Şti.) % 0.128

 

Yönetim Kurulu Üyelikleri Bel-Pet Ltd. Şti.

Yıllar Çankaya Belediyesi Temsilcileri Petrol Ofisi Temsilcileri

1994 1. M. Cemalettin Saltık 1. Recep İzgi

2. Mehmet Ünlü 2. Bekir Yurt

 

1995 1. Cemalettin Saltık 1. Recep İzgi

2. Mehmet Ünlü 2. Bekir Yurt

 

1996 1. M. Cemalettin Saltık 1. Levent Akkoyunlu

2. Mesut Orhan 2. Celalettin Döver

 

1997 1. M. Cemalettin Saltık 1. Atilla Ertuna

2. İrfan Hamuryen 2. Enis Atabey

Yönetim Kurulu Üyelikleri Belde A.Ş.

Yıllar Üyeler

1994 1. M. Doğan Taşdelen

2. Nurettin Aydın

3. Halil Vural

4. Ahmet Kaya

5. Emel Yıldırım Sakallı

 

1995 1. M. Doğan Taşdelen

2. F. Gülseren Köksal

3. Seydi Altun (İl Yönetim Kurulu Üyesi)

4. Köksal Kotil

5. Selçuk Demir

 

1996 1. Sibel Söyler

2. Vakkas Ateş

3. İlker Kocaman

4. Kazım Tunceli

5. Ertuğrul Polat

 

1997 1. Nurettin Aydın

2. Elif Doğan (Meclis Üyesi-CHP)

3. F. Gülseren Köksal

4. Kazım Tunceli

5. Sahriye Sefer

 

Yönetim Kurulu Üyelikleri Çankaya İmar A.Ş.

Yıllar Üyeler

1. M. Doğan Taşdelen

2. Mahmut Kurtulmaz

3. İlker Kocaman

4. Ertuğrul Polat

5. Nuri Taşkan

 

1995 1. M. Doğan Taşdelen

2. Mahmut Kurtulmaz

3. Mesut Orhan

4. Ahmet Kaya

5. Bayram Yiğittop

 

1996 1. Mahmut Kurtulmaz

2. Rıza Ballıkaya

3. Nuri Taşkan

4. Haydar Yoleri

5. Murat Dal

Yönetim Kurulu Üyelikleri Çankaya İmar A.Ş.

Yıllar Üyeler

1997 1. Mahmut Kurtulmaz

2. Ahmet Kaya

3. Bayram Yiğittop

4. Hüseyin Dede

5. Cafer Üzgün (Meclis Üyesi-CHP)

 

Büyükşehir ve Metropol İlçe Belediyelerinin kurduğu Metropol İmar A.Ş.’ye Belediyemiz % 12 hisse ile ortak olup, bu şirketin Yönetim Kurulunda Temsilcimiz bulunmamaktadır.

Cevap 2 : 27 Mart 1994 tarihinden itibaren belediyemize bağlı şirketlerde çalışan memur ve işçi sayısı aşağıda gösterilmiş olup, belediyemiz ve bağlı şirketlerde geçici ve sözleşmeli personel istihdam edilmemektedir.

A) Belediyemizde Çalışan Memur ve İşçi Sayısı :

1994 1995 1996 1997

Memur 1859 1781 1713 1667

Mart – Aralık Ocak – Aralık Ocak – Aralık Ocak Kasım

İşçi 1905 1835 1828 1778 1772 1694 1689 1624

 

B) Şirketlerde Çalışan Personel Sayısı :

a) Bel-Pet Ltd. Şti.

Yıllar Çalışan

1994 6

1995 10

1996 14

1997 8

İşlerine son verilen personelin şirketten kıdem tazminatı alacakları yoktur. Şirket kadrosunda olup da belediyede istihdam edilen personel yoktur.

b) Çankaya Belde A.Ş.

Yıllar Üyeler

1994 201

1995 272

1996 133

1997 129

1997 (Kasım) 24

İşyerimizde naklen herhangi bir kuruma işçi ve personel geçmemiştir. Şirketten işine son verilen sözleşmeli personel ve işçilerin kıdem tazminatı borcu yoktur. Şirkette Belediye ve diğer kurumlarından görevli yoktur.

c) İmar A.Ş.

Yıllar Çalışan

1994 1

1995 1

1996 1

1997 14 (13 kişi mevsimlik)

İşlerine son verilen personelin şirketten kıdem tazminatı alacakları yoktur. Şirket kadrosunda olup, belediyede istihdam edilen personel yoktur.

Belediye personeli ile ilgili bilgiler :

2. 1994 Yılında Başka Kurumlara Naklen Giden Memur Personel Listesi :

1. Muhittin Kalkan

2. Hüseyin Acar

3. Nesrin Tarhan

4. Halime Şevkal

5. İbrahim Çelikel

6. Halil Kamil Yüksel

7. Mukadder Bağcalı

8. Gülden S. Zaim

9. Ali Doğruel

10. Ercan Dikbayır

11. Gülcan Ardıçoğlu

12. Mustafa Eraslan

13. Aysen Karababa

14. Songül Akar

15. Faruk Soydemir

16. Münür Atar

17. Zafer Eşit

18. Biray Okumuş

19. Berrak Özibiş

20. Havva Demirel

21. İsmail Gültekin

22. Merih Koç

23. Özlem Ulusoy

24. Şerife Nur Boysan

25. Filiz Çuhacıoğlu

26. Tahir Ertuç

 

2. 1994 Yılında Başka Kurumlara Naklen Giden Memur Personel Listesi :

27. Ali Haydar Kutan

28. Muammer Salar

29. Ali Mülayim

30. Haydar Demir

31. Süheyla Cihan

32. Hülya Saltık

33. Müzeyyen Oruç

34. Nurseven Atasoy

35. Metin Yıldırım

36. HasanEvci

 

1995 Yılında Başka Kurumlara Naklen Giden Memur Personel Listesi :

1. Serpil Koçyiğit

2. Gökben Demirci

3. Hüseyin Gül

4. Şerife Özdil

5. Aydın Akyurt

6. Emin Gönül

7. Mehmet Ünlü

8. Ergün Atasü

9. Sultan Özdal

10. Uğur Kavas

11. Mesut Aslanoğlu

12. Songül Özbakır

13. Harun Aydın

14. Cengiz Masyan

15. Hülya Dinçer

16. Ergün Baydar

17. M. Akif Çalışkan

18. Cemil Cengiz

19. Gülçehre Kılınç

20. Ayşe Ağça

21. Erol Aslantaş

22. Özkan Çelik

 

1996 Yılında Başka Kurumlara Naklen Giden Memur Personel Listesi :

1. Neşe Gül

2. H. Mehmet Sakar

3. Mustafa Akarslan

1996 Yılında Başka Kurumlara Naklen Giden Memur Personel Listesi :

4. Ogün İnan

5. Alirıza Ay

6. Şeyda Aysun Aygün

7. Turhan Gündoğan

8. Bilge Ustaoğlu

9. Gökçel Koçtürk

10. Dilek Abiş

11. Nurcan Geçmen

12. N. Hüsamettin Yücesoy

13. Kasım Aslan

14. Mehmet Cansever

15. Aydın Zıba

16. Gülbahar Akça

17. Hülya Pilavcı

18. Nermin Demir

19. Leyla Baş

20. Havva Dağcı

21. Emine Akyazıcı

22. Nuri Doğan

23. Nermin Meydan

24. Cengiz Demirkılıç

25. Nuray Çinkaya

26. Yüksel Embel

27. Hasan Celal Akgün

28. Daimi Taşkın

29. Mehmet Ertuğrul

30. Erol Karakurt

31. Ziya Kalaycıoğlu

32. Fahrettin Atalmış

33. Müge Genç (Bulut)

 

1997 Yılında Başka Kurumlara Naklen Giden Memur Personel Listesi :

1. Seher Turan

2. Erol Akıcı

3. İbrahim Meydan

4. Ayten Ölmez

5. Neşe Yardımcı

6. Selma Uysal

7. Ayfer Türkmen

8. Seyran Turan Melek

1997 Yılında Başka Kurumlara Naklen Giden Memur Personel Listesi :

9. Özlem Öneyir

10. Namık Kemal Coşkun

11. Arife Talun

12. Melek Toker

13. Mehtap Erdemoğlu

14. İrfan Karagöz

15. Tanju Ekiz

16. Hidayet Topal

17. Filiz Giray İstek

18. Turgut Tombul

19. Selim Boyraz

20. Kenan Budak

21. Güner Çiydem Erayman

22. Dilek Yol

23. Gülay Serttürk

24. Gülseren Tan

25. Veysel Akdeniz

26. Fatma Köksal

27. Kemal Kaplan

28. Ali İhsan Tekin

29. Murat Aytuğ

30. Ragıp Aydoğan

31. Erkan Karasu

32. Engin Gürer

33. Metin Baydede

34. Cihan Düzgün Söylemez

35. Hamdullah Aslan

36. Sema Akünal

37. Ertuğ Büyük

38. Handan Atabaş

39. Saadet Karaduman

40. Serap Kelekçi

41. Dilek Şentürk

42. Muharrem Elitaş

43. Müslüme Doğan

44. Ali Çöçelli

45. Ayla Artuç

46. Yasemin Satı

3. Yıllar İtibariyle Belediyemizde Çalışmakta İken YüksekDisiplin Kurulu Kararıyla Memuriyetine Son Verilen Personel Listesi

1995 Yılına Ait :

1. Rıza Kınık

2. M. Tevfik Onur

3. Hüsnü Babiş

 

1996 Yılına Ait :

1. Halit Aldemir

2. Hüseyin Kılıçaslan

3. Hüseyin Köksal

4. Ali Sertdemir

Şirket kadrosunda olup, belediyede istihdam edilen personel bulunmamaktadır.

 

27 Mart 1994 Tarihi İtibariyle Yıllara Göre İş Akdi Fesh Edilenlerin Listesidir.

1994

Göreve devamsızlık nedeniyle iş akdi fesh. 6

Kamu aracına hasar vermek. 3

İşverenin görevini kötüye kullanmak 1

10

1995

Kamu aracına hasar vermek 1

Göreve devamsızlık 3

Tutukluluk 1

İşyerinde içki içmek 2

İşvereni asılsız suçlamak 1

8

1996

Göreve devamsızlık iş akdi fesh 3

3

1997

Göreve devamsızlık 8

Kamu aracına hasar vermek ve özel işte

kullanmak 4

İyi niyet kurallarına aykırı davranmak 1

13 Genel Toplam : 34 kişi

4. – Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, Ankara-Çankaya Belediyesince tahsil edilen vergilere ve yapılan yatırımlara ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’nun yazılı cevabı (7/3596)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı Sayın Murat Başesgioğlu tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına delaletlerinizi arz ederim.

Ersönmez Yarbay Ankara

Sorular :

1. 1994 yılından itibaren (Çankaya Belediyesinin) :

a) Yıllar itibariyle ne kadar temizlik vergisi tahakkuk etmiştir? Yıllar itibariyle tahsil edilen temizlik vergisi ne kadardır? Yıllar itibariyle Ankara Büyükşehir Belediyesine ödenmesi gereken temizlik vergisi payı ne kadardır? Bu miktarın ne kadarı Ankara Büyükşehir Belediyesine ödenmiştir?

b) Yıllar itibariyle tahakkuk eden ve tahsil edilen emlak vergisi ne kadardır? Emlak vergisinden Büyükşehir Belediyesine ödenmesi gereken miktar ve ödenen miktar nedir?

2. Çankaya Belediyesi 1994 yılından itibaren hangi sokaklara yağmur suyu kanalı döşemesi yapmıştır? İşin miktarı ve bedeli nedir?

3. İnşaat yapımlarında vatandaştan asfalt parası tahsil edilmiş midir? Edildi ise miktarı ne kadardır?

T.C. İçişleri Bakanlığı Mahallî İdareler Genel Müdürlüğü 16.12.1997 Sayı : B050MAH0650002/81110 Konu : Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığının 27.10.1997 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02.9101-7/3596-8839/23351 sayılı yazısı.

İlgi yazı ekinde alınan ve tarafımdan cevaplandırılması istenilen Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın, “Ankara Çankaya Belediyesince tahsil edilen vergilere ve yapılan yatırımlara” ilişkin yazılı soru önergesi hakkında Ankara Valiliği vasıtasıyla Çankaya Belediye Başkanlığından alınan bilgilerden;

– 3030 sayılı Kanun ve bu Kanunun Uygulama Yönetmeliği gereğince yağmur suyu ve pis su kanalı yapımı görevinin Büyükşehir Belediyesine ait olduğu,

– İnşaat yapımında vatandaştan asfalt parası alınmasına dair yasal bir düzenleme bulunmadığı, ancak ASKİ, EGO, PTT ve TEK gibi kamu kurum ve kuruluşlarıyla gerçek, özel ve tüzel kişilerin yaptığı altyapı hizmetlerinden dolayı bozulan asfalt kazı bedellerinin, Büyükşehir Belediyesi Altyapı Koordinasyon Merkezi (AYKOME) tarafından tahsil edildiği,

anlaşılmıştır.

Ayrıca, adı geçen belediyeden alınan, belediyece 1994 yılından bu yana yıllar itibariyle tahakkuk eden ve tahsil edilen Çevre Temizlik Vergisi ile Emlak Vergisi, bu vergilere ilişkin büyükşehir belediyesi payı ve büyükşehire ödenen miktarları gösterir liste Ek-1 de sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

Murat Başesgioğlu İçişleri Bakanı

Çankaya Belediye Başkanlığının 4.11.1997 Gün ve 867 Sayılı Yazısı Ekinde Yeralan Ankara Milletvekili Ersönmez Yarbay’ın Ankara Çankaya Belediyesince Tahsil Edilen Vergilere ve Yapılan Yatırımlara İlişkin Yazılı Soru Önergesine Ait Yazılı Cevaplar :

Cevap 1 :

a) 1994 yılından itibaren Çankaya Belediyesinin Çevre Temizlik Vergisi ile ilgili liste aşağıda belirtilmiştir.

 

Yıllar Tahakkuk Tahsilat Büyükşehir Payı

1994 85 449 000 000 82 956 415 964 14 928 623 262

1995 206 721 000 000 173 279 691 170 26 637 447 135

1996 404 927 000 000 207 439 949 000 37 339 099 009

1997/9 761 648 027 058 414 094 918 136 74 537 085 264

153 379 447 983

Büyükşehir Belediyesine 29.8.1996 tarihinde 69 146 233 013 TL. ödenmiştir.

b) 1994 yılından itibaren Çankaya Belediyesinin Emlak Vergisi ile ilgili liste aşağıda belirtilmiştir.

Yıllar Tahakkuk Tahsilat Büyükşehir Payı

1994 118 025 625 258 76 005 826 235 12 920 988 462

1995 175 910 692 586 168 318 494 000 27 265 827 155

1996 275 520 583 024 163 371 726 000 27 773 193 400

1997/9 137 892 044 649 138 185 450 503 23 491 526 585

91 451 535 610

Büyükşehir Belediyesine 29.8.1996 tarihinde 47 946 141 771 TL. ödenmiştir.

 

5. – Hatay Milletvekili Fuat Çay’ın;

– Balıkçılığın geliştirilmesi için alınacak önlemlere,

– Hatay ve ilçelerinde yağışlar nedeniyle zarar gören çiftçilere sağlanacak olanaklara,

İlişkin soruları ve Tarım ve Köyişleri Bakanı MustafaR. Taşar’ın yazılı cevabı (7/3779, 3780)

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Mustafa Taşar tarafından yazılı olarak cevaplandırılması hususunu saygılarımla arz ederim.

Fuat Çay Hatay

Üç yanı denizlerle çevrili ve zengin iç sulara sahip Türkiye’de balıkçılık ve diğer su ürüncülüğü yeterince gelişmemiştir. Balıkçılığa gereken desteğin verilmemesi, balıkçılık alanında diğer ülkelerle rekabet gücümüzü de oldukça zayıflatmıştır. Bu nedenlerle, balıkçılığı geliştirecek önlemlerin, hızla devreye sokulmasına ihtiyaç vardır. Bu çerçevede;

1. Transit mazot veya sübvansiyonlu mazot uygulaması başlatılacak mıdır?

2. Sekiz metreden küçük balıkçı teknelerinin, sefer yapan gemilere göre düzenlenmiş bazı bürokratik işlemlerinin, sağlık cüzdanı istenmesi gibi, kaldırılması yönünde çalışmanız var mıdır?

3. Balıkçılıkla ilgili kredilerde bölgelere göre değişen limit var mıdır?

4. 1996-1997 yıllarında, Hatay, Trabzon, Sinop, Çanakkale, Muğla, İçel İllerinde balıkçılıkla ilgili kullandırılan kredi miktarları ne kadardır?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Mustafa Taşar tarafından yazılı olarak cevaplandırılması hususunu saygılarımla arz ederim.

Fuat Çay Hatay

Yurdun çeşitli bölgelerini etkisi altına alan yoğun yağışlar, Hatay ve ilçelerinde de zarara yol açmıştır. Erzin, Kırıkhan ve Samandağ başta olmak üzere, özellikle ekili alanlar yağışlardan zarar görmüş, çiftçilerin ürünlerini değerlendirme imkânları kalmamıştır.

Tarım girdilerindeki fiyat artışları dikkate alındığında, çiftçilerin büyük bir sıkıntının içine düştükleri açıktır.

Öte yandan hükümetinizin tarım ve hayvancılık kredi faizlerini yükseltme yönündeki kararı bu sıkıntıları daha da artırmıştır.

1. Yağışlardan zarar gören çiftçilerimizin, bu zararlarını hafifletmek için ne tür önlemler düşünüyorsunuz?

2. Tarım ve hayvancılık kredilerinin ödemelerinin ertelenmesi için çalışmalarınız var mıdır?

3. Zarar gören çiftçilere gelecek dönem için gübre alımında kolaylık sağlayacak mısınız?

T.C. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Araştırma Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı 11.12.1997 Sayı : KDD-G-4-3482-83166

Konu : Soru Önergesi

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : Genel Sekreterliğinizin 18.11.1997 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02/9444 sayılı yazısı ve eki (7/3779-9261 ve 7/3780-9262 Esas No.lu yazılı soru önergeleri.)

İlgide kayıtlı yazınız ekindeki Hatay Milletvekili Sn. Fuat Çay’a ait yazılı soru önergeleri incelenmiş olup konu ile ilgili Bakanlığımız görüşü ekte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

Mustafa Taşar Tarım ve Köyişleri Bakanı

Soru : Transit mazot veya sübvansiyonlu mazot uygulaması başlatılacak mıdır?

Cevap : Balıkçılarımız önceki yıllarda da kullandıkları yakıt miktarı ve maliyetinin yüksek olması ve mağduriyetlerinin önlenmesi açısından kendilerine transit mazot uygulanması konusunda istekde bulunmuşlar ve konu ile ilgili olarak Maliye Bakanlığı, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı ve ilgili kuruluşların katıldığı bir dizi toplantı yapılmıştır.

Ancak, bu talep tarım sektöründe uygulanan diğer benzer faaliyetlerde de emsal teşkil eder düşüncesiyle ve ekonomik boyutlarının büyük olacağı değerlendirilmesiyle uygun görülmemiştir.

Soru : Sekiz metreden küçük balıkçı teknelerinin sefer yapan gemilere göre düzenlenmiş bazı bürokratik işlemlerinin, sağlık cüzdanı istenmesi gibi kaldırılması yönünde çalışmanız var mıdır?

Cevap : Sekiz metreden küçük balıkçı tekneleri için, sağlık yoklaması istenmesi konusu Başbakanlık Denizcilik Müsteşarlığı’nca yayınlanan Gemi Adamlarının Eğitim, Belgelendirme, Sınav, Vardiya Tutma, Kütüklenme ve Donatılma Esasları Hakkındaki Yönetmeliğin Sağlık Durumuna Dair Kurallarla ilgili maddeleri gereğince yapılmaktadır.

Ulusal Denizcilik Şurası çalışmaları kapsamında, sözkonusu müsteşarlığa Sağlık Kurulu Rapor ücretlerinin dar gelirli olan balıkçılarımıza büyük külfet getirmesi nedeniyle teknesi 12 metreye kadar olan küçük balıkçılardan alınmaması konusunda görüş bildirilmiştir.

Soru : Balıkçılıkla ilgili kredilerde bölgelere göre değişen limit var mıdır?

Cevap : T.C. Ziraat Bankasınca verilen su ürünleri kredilerinde bölgelere göre değişen limit yoktur.

Su ürünleri konusundaki işletme kredilerinde toplam işletme giderlerinin % 60’ına yatırım kredilerinde ise genel yatırım tutarının % 60’ına kadarı T.C. Ziraat Bankası kredileri ile karşılanmaktadır.

Soru : 1996-1997 yıllarında Hatay, Trabzon, Sinop, Çanakkale, Muğla, İçel İllerinde balıkçılıkla ilgili kullandırılan kredi miktarları ne kadardır?

Cevap : 1996 yılında su ürünleri kredi bakiyemiz Hatay İlinde 20 834 869 000 TL., Trabzon İlinde 117 768 125 000 TL., Sinop İlinde 33 273 778 000 TL., Çanakkale İlinde 84 609 262 000 TL., Muğla İlinde 313 409 128 000 TL. ve İçel İlinde 28 656 676 000 TL. olmuştur.

Soru : Yağışlardan zarar gören çiftçilerimizin , bu zararlarını hafifletmek için ne tür önlemler düşünüyorsunuz?

Cevap : 26.9.1997-3.10.1997 tarihleri arasında meydana gelen yağışlar sonucunda Erzin ve Kırıkhan İlçelerinin pamuk ekilişlerindeki zarara ait 20.10.1997 tarih ve 2 No.lu İl İhtiyaç Komisyon Kararı Bakanlığımıza intikal etmiş olup, adı geçen kararda Kırıkhan İlçesinde bir çiftçinin zarar oranı % 40’ın üzerinde tespit edildiğinden bu çiftçinin 5254 sayılı Kanun çerçevesinde borcunun ertelenmesi için ilgili karar T.C. Ziraat Bankası ve Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri Genel Müdürlüklerine gönderilmiştir.

Soru : Tarım ve hayvancılık kredilerinin ödemelerinin ertelenmesi için çalışmalarınız var mıdır?

Cevap : Sözkonusu ilçelerde meydana gelen zarar oranının % 40’ı geçmediği İl Komisyon Kararı ile tespit edildiğinden tabii afete maruz kalan çiftçilere 5254 ve 2090 sayılı Kanun, buna bağlı olarak çıkarılan Yönetmelik ve Kararnameler çerçevesinde yapılacak bir işlem bulunmamaktadır.

Soru : Zarar gören çiftçilere gelecek dönem için gübre alımında kolaylık sağlayacak mısınız?

Zarar gören çiftçilere 5254 sayılı kanuna göre; ekilişleri en az % 40 zarar görürse tohumluk yardımı, 2090 sayılı Kanuna göre tüm mal varlıkları en az % 40 oranında zarar görürse zararlarının tazmini konusunda yardım yapılabilmektedir. Gübre alımında kolaylık sağlamak şeklinde uygulamaya imkân verecek mevzuat bulunmamaktadır. 27 Kasım 1997 tarihli resmî gazetede yayınlanan gübre kararnamesine göre üreticilerimiz bundan böyle destek miktarı oranında gübreyi zaten ucuza almış olacaklardır. Dolayısıyla ister hasar görsün ister görmemiş olsun üreticilerimiz gelecek dönemde gübreyi ortalama % 50 daha ucuza almış olacaklardır. Bu yeni uygulama ile gübre alımında kolaylık sağlanmış olacaktır.

6. – Bursa Milletvekili Mehmet Altan Karapaşaoğlu’nun, Bursa 2 nci SSK Hastanesi inşaatına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Nami Çağan’ın yazılı cevabı (7/3828)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sn. Prof. Dr. Nami Çağan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını delaletlerinizle arz ederim. 11.11.1997

M. Altan Karapaşaoğlu Bursa

Sorular :

1. 54 üncü Hükümet döneminde Bursa İlinde kurulması kararlaştırılan 2 nci Sosyal Sigortalar Kurumu Hastanesine tahsis edilen arsa üzerinde inşaata devam ettirilecek mi yoksa devam ettirilmeyecek mi?

2. Şayet inşaatın devamında bir problem varsa problemlerin neler olduğunun belirtilmesini,

3. Bu problemlerin aşılması için hangi çalışmaların yapıldığı?

4. S.S.K. Hastanesi inşaatının engellenmesi konusunda bir siyasî tasarrufun bulunup bulunmadığı?

T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Sosyal Güvenlik Kuruluşları Genel Müdürlüğü 16.12.1997 Sayı : B.13.0.SGK.0.13.00.01/8830.032865

Konu : Yazılı soru önergesi.

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 24.11.1997 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-9558 sayılı yazınız.

Bursa Milletvekili Mehmet Altan Karapaşaoğlu tarafından hazırlanan 7/3828 Esas No.lu yazılı soru önergesi bakanlığımca incelenmiştir.

Sosyal Sigortalar Kurumunun 250 yataklı 2 nci Bursa Hastane inşaatı 27.5.1997/18409 sayılı sözleşme ile Kılıç İnş. A.Ş. Firmasına ihale edilmiştir.

Ancak, hastane inşaatının başlama aşamasında Maliye Bakanlığı Millî Emlak Genel Müdürlüğünden alınan 29.7.1997 tarih ve 31036 sayılı yazıda; daha önce Bakanlığımıza tahsisi yapılan hastane arsasının bu defa tahsisinin kaldırıldığı bildirilmiştir.

Bunun üzerine, sözkonusu arsanın bakanlığımıza tekrar tahsisinin yapılabilmesi için Maliye Bakanlığı Millî Emlak Genel Müdürlüğü ile yapılan yazışmalar neticesinde Bursa hastane arsasına karşılık olarak Sosyal Sigortalar Kurumu gayrimenkullerinin takası önerilmiştir.

Maliye Bakanlığı Millî Emlak Genel Müdürlüğünün önermiş olduğu takas konusu, Sosyal Sigortalar Kurumunca Yönetim Kuruluna sunulmuş olup, Yönetim Kurulunun alacağı karar doğrultusunda gereği yerine getirilecektir.

Sosyal Sigortalar Kurumunca ihale edilen 250 yataklı, 2 nci Bursa hastane inşaatının belirtilen arsa probleminin çözülmesinden sonra inşaatına başlanılacaktır.

Bilgilerinize arz ederim.

Prof. Dr. Nami Çağan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı

7. – Hatay Milletvekili Atila Sav’ın “Memleket Hikâyeleri” adlı tiyatro oyununun yasaklanmasının nedenine ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu’nun yazılı cevabı (7/3838)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Bir tiyatro oyununun çeşitli il ve ilçelerde yasaklanması ile ilgili olarak aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanınca yazılı olarak yanıtlanmasına yardımcı olunmasını dilerim.

Saygılarımla.

Atila Sav Hatay

Soru :

1. Ankara Ekin Tiyatrosunca sahneye konulan “Memleket Hikâyeleri” adlı oyunun 54 üncü Hükümet döneminde çeşitli il ve ilçelerde 19 kez; 55 inci Hükümet döneminde ise 24 kez yasaklandığı doğru mudur?

2. Böyle bir yasaklama doğru ise sistematik bir engellemeye dönüşen bu tutumla Anayasa’nın kurup, koruduğu düşünce ve sanat özgürlüklerine aykırı dönüşümün hangi odaktan kaynaklandığı bilinmekte midir?

3. Adı geçen oyunun suç ögesi taşıdığı düşünülmekte ise görevli ve yetkili yargı organınca bu husus belirlenmeden yapılacak yasaklamanın “sansür” niteliğine dönüşmesi kabul edilebilir mi?

İdarenin engellemelerine karşı anılan topluluğun birçok yerde yetkili ve görevli idare mahkemelerinden yasağı kaldıran yargı kararları da aldığı halde sistemli yasak uygulamasının sürdürülmesi doğru mudur?

4. Bir tiyatro oyununu yasaklayan mülkî amirler Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu ile İl İdaresi Kanununun bazı hükümlerini dayanak göstermektedir. Oysa İçişleri Bakanlığı daha önce yayımladığı bir genelge ile bu yolla tiyatro yasaklamanın anılan yasaların kapsamına girmediğini belirtmişti.

Bu haliyle Anayasal bir temel hakkın engellenmesine dönüşen bu yanlış uygulamanın değiştirilmesi konusunda bakanlığınızca bir çalışma yapılması düşünülmekte midir?

T.C. İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü 12.12.1997 Sayı : B.05.1.EGM.0.12.01.01.269454

Konu : Yazılı soru önergesi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığının 24.11.1997 gün ve A.01.GNS.0.10.00.02-7/3838-9368/024356 sayılı yazısı.

Hatay Milletvekili Atila Sav tarafından TBMMBaşkanlığına sunulan ve tarafımdan yazılı olarak cevaplandırılması istenilen soru önergesinin cevabı aşağıya çıkarılmıştır.

Ankara Ekin Tiyatrosu tarafından sahneye konulan “Memleket Hikâyeleri” adlı oyunun sahnelenmesi talebi, Adıyaman, Antalya, Balıkesir, Bartın, Batman, Bilecik, Bolu, Burdur, Çanakkale, Çankırı, Diyarbakır, Erzincan, Erzurum, Sinor, Sıvas, Tokat, Trabzon ve Zonguldak İllerinde çeşitli tarih ve sayılarla valiliklerin 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanununun 8 inci 5442 sayılı İl İdaresi Kanununun 11/c maddesi ve Olağanüstü Hal Bölgesinde bulunan illerinde ek olarak 2935 Sayılı Olağanüstü Hal Kanununun 11/h maddesine göre valiliklerce uygun görülmemiştir.

İlgili valiliklerin sözkonusu tiyatro oyununa yukarıda açıklanan mer’i mevzuat çerçevesinde izin vermediği görülmektedir. Bahse konu tiyatro oyunu ile ilgili olarak Bolu Valiliği’nin Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığından görüş talebine, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi; 7.5.1997 gün ve 1997/2140 Muh. sayılı cevabî yazısında, “Memleket Hikâyeleri” isimli oyunda, Güvenlik Kuvvetlerine, Türk Silahlı Kuvvetlerine ve Adliye’ye hakaret suçlarının olduğu, oyunun büyük Atatürk ve Atatürkçü düşünce ile bağdaşan bir yönünün bulunmadığı, yasadışı örgütlerin görüşlerini aksettirir mahiyette olduğunu belirtmiştir.

Sözkonusu oyunla ilgili olarak valiliklerce verilen kararlar doğrultusunda, Ankara Ekin Tiyatrosu Limited Şirketi tarafından Bölge İdare Mahkemelerine 2577 sayılı İdarî Yargı Usulü Kanununun 27/2 maddesi uyarınca yürütmenin durdurulması ile maddî ve manevi tazminat hakkının verilmesi isteminde bulunulmuş olup Sıvas Bölge İdare Mahkemesinin 7.8.1997 gün ve Esas No : 1997/387 sayılı, Trabzon Bölge İdare Mahkemesinin 8.8.1997 gün ve Esas No : 1997/759 sayılı ve Trabzon Bölge İdare Mahkemesi’nin 20.8.1997 gün ve Esas No : 1997/760 sayılı kararlarıyla 2577 sayılı İdarî Yargı Usulü Kanununun 27 nci Maddesinde öngörülen koşulların bulunmaması nedeniyle yürütmenin durdurulması hakkındaki istemin reddine karar verilmiştir.

Zonguldak Bölge İdare Mahkemesinin 4.8.1997 gün ve Esas No : 1997/561 sayıyla, Sıvas Bölge İdare Mahkemesinin 13.11.1997 gün ve Esas No : 1997/602 sayılı kararlarında ise 2577 sayılı İdarî Yargılama Usulü Kanununun 27/2 nci maddesi uyarınca yürütmenin durdurulması isteminin teminatsız (tazminatsız) olarak kabulüne karar vermiştir.

Konuyla ilgili olarak Umum Valiliklere 6.2.1996 gün ve B.05.1.EGM.0.12.06.01.1996/291-38 sayılı genelgemizle 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanununun Ek-1 Maddesinin ne şekilde uygulanacağı bildirilmiş olup, merkezden umum valiliklere gönderilen talimatların valiliklerce değişik biçimde uygulanması mümkün değildir.

Ancak yasaların mülkî amirlere verdiği yetkilerin valiliklerce kullanma usul ve yöntemi yargı kararları saklı kalmak üzere kendi insiyatifleri dahilindedir.

Bilgilerinize arz ederim.

Murat Başesgioğlu İçişleri Bakanı

 

8. – Kütahya Milletvekili Ahmet Derin’in, Kırklareli-Pınarhisar İlçesine bağlı Kurudere ve Çayırdere gölet projelerine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer’in yazılı cevabı (7/3844)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sayın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Cumhur Ersümer tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasının teminini saygılarımla arz ederim. 12.11.1997

 

Ahmet Derin Kütahya

Bakanlığınıza bağlı DSİ Genel Müdürlüğünce Kırklareli İli, Pınarhisar İlçesine bağlı Kurudere Köyü Göleti ile Çayırdere Göletleri 1998 yatırım programına alınmış mıdır? Alınmadı ise projeler hangi safhadadır?

T.C. Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı 15.12.1997 Sayı : B.15.O.APK.0.23.300-2007.20572

Konu : Yazılı soru önergesi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığının 24.11.1997 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02.7/3844-9380/024368 sayılı yazısı.

Kütahya Milletvekili Sayın Ahmet Derin’in tarafıma tevcih ettiği 7/3844 Esas No.lu yazılı soru önergesi TBMM İç Tüzüğü’nün 99 uncu Maddesi gereği cevaplandırılarak ekte gönderilmiştir.

Bilgilerinize arz ederim.

M. Cumhur Ersümer Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı

Kütahya Milletvekili Sayın Ahmet Derin’in

Yazılı Soru Önergesi ve Cevabı (7/3844)

Soru :

Bakanlığınıza bağlı DSİ Genel Müdürlüğünce Kırklareli İli, Pınarhisar İlçesine bağlı Kurudere Köyü Göleti ile Çayındere Göletleri 1998 yatırım programına alınmış mıdır, alınmadı ise projeler hangi sahdadır?

Cevap :

Kırklareli İli Pınarhisar İlçesine bağlı Kurudere ve Çayırdere göletlerinden Kurudere Köyünde gölet yapılmasına ilişkin DSİ Genel Müdürlüğünce herhangi bir çalışması bulunmamaktadır.

Çayırdere Köyünde ise köyün 2 km. kuzeydoğusunda Kurudere üzerinde yapılması öngörülen sulama amaçlı Çayırdere barajının 1995 yılında ön inceleme raporu hazırlanmış olup, barajın planlama programına alınabilmesi için su ölçümleri sürdürülmektedir. Bu çalışmalara bağlı olarak sözkonusu barajın 1998 yılı planlama çalışmaları programına alınmasına çalışılacaktır.

9. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın;

– İstanbul Rumeli Feneri 150 parseldeki gayrimenkulun satışına,

– İstanbul Rumeli Feneri 202 parseldeki gayrimenkulun satışına,

– İstanbul Rumeli Feneri 201 parseldeki gayremenkulun satışına,

– İstanbul Rumeli Feneri 195 parseldeki gayrimenkulun satışına,

İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Burhan Kara’nın yazılı cevabı (7/3853, 3854, 3855, 3856)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Denizcilikten Sorumlu Devlet Bakanı Burhan Kara tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim. 12.11.1997

Halit Dumankaya İstanbul

Emlakların değerlerinin artışı her zaman dövizdeki artıştan fazla olmakta, kısaca emlaktaki artışlar daima dövizdeki artışların önünde gitmektedir.

Mülkiyeti TDİ’ye ait olan İstanbul Rumeli Feneri 150 parsel 79 840 metre kare gayrimenkulün 1992 tarihli ekspertiz değeri 28 milyar 1994 yılı muhanmen bedeli 95 milyar iken yönetim kurulu kararı ile 61 milyara satışı yapılıp tasdik edildi.

Soru 1 : Yapılan ihaleye kaç kişi katıldı? Katılan firmaların verdiği teklifler nedir?

Soru 2 : Bu gayri menkullerin satış ilanları hangi gazetelere kaç defa yayınlanmıştır? İhaleler davet usulü mü yapılmıştır?

Soru 3 : Değerinin çok altına yok pahasına satılan bu yerin bu düşük bedelle, bir daha ihaleye çıkarmadan tasdik eden yönetim kurulu ve sorumlular için bir soruşturma açmayı düşünüyor musunuz?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Denizcilikten Sorumlu Devlet Bakanı Burhan Kara tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim. 12.11.1997

Halit Dumankaya İstanbul

Emlakların değerlerinin artışı her zaman dövizdeki artıştan fazla olmakta, kısaca emlaktaki artışlar daima dövizdeki artışların önünde gitmektedir.

Mülkiyeti TDİ’ye ait olan İstanbul Rumeli Feneri 202 parsel 90 780 metre kare gayri menkulün 1992 tarihli ekspertiz değeri 18 milyar 1994 yılı muhammen bedeli 61 milyar iken yönetim kurulu kararı ile 56 milyara satışı yapılıp tasdik edildi.

Soru 1 : Yapılan ihaleye kaç kişi katıldı? Katılan firmaların verdiği teklifler nedir?

Soru 2 : Bu gayri menkullerin satış ilanları hangi gazetelere kaç defa yayınlanmıştır? İhaleler davet usulü mü yapılmıştır?

Soru 3 : Değerinin çok altına yok pahasına satılan bu yerin bu düşük bedelle, bir daha ihaleye çıkarmadan tasdik eden yönetim kurulu ve sorumlular için bir soruşturma açmayı düşünüyor musunuz?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Denizcilikten Sorumlu Devlet Bakanı Burhan Kara tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim. 12.11.1997

Halit Dumankaya İstanbul

Emlakların değerlerinin artışı her zaman dövizdeki artıştan fazla olmakta, kısaca emlaktaki artışlar daima dövizdeki artışların önünde gitmektedir.

Mülkiyeti TDİ’ye ait olan İstanbul Rumeli Feneri 201 parsel 115 340 metre kare gayri menkulün 1992 tarihli ekspertiz değeri 34 milyar 1994 yılı muhammen bedeli 110 milyar iken yönetim kurulu kararı ile 60 milyara satışı yapılıp tasdik edildi.

Soru 1 : Yapılan ihaleye kaç kişi katıldı? Katılan firmaların verdiği teklifler nedir?

Soru 2 : Bu gayri menkullerin satış ilanları hangi gazetelere kaç defa yayınlanmıştır? İhaleler davet usulü mü yapılmıştır?

Soru 3 : Değerinin çok altına yok pahasına satılan bu yerin bu düşük bedelle, bir daha ihaleye çıkarmadan tasdik eden yönetim kurulu ve sorumlular için bir soruşturma açmayı düşünüyor musunuz?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Denizcilikten Sorumlu Devlet Bakanı Burhan Kara tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim. 12.11.1997

Halit Dumankaya İstanbul

Emlakların değerlerinin artışı her zaman dövizdeki artıştan fazla olmakta, kısaca emlaktaki artışlar daima dövizdeki artışların önünde gitmektedir.

Mülkiyeti TDİ’ye ait olan İstanbul Rumeli Feneri 195 parsel 7 000 metre kare gayri menkulün 1992 tarihli ekspertiz değeri 1,5 milyar 1994 yılı muhammen bedeli 5 milyar iken yönetim kurulu kararı ile 4 milyara satışı yapılıp tasdik edildi.

Soru 1 : Yapılan ihaleye kaç kişi katıldı? Katılan firmaların verdiği teklifler nedir?

Soru 2 : Bu gayri menkullerin satış ilanları hangi gazetelere kaç defa yayınlanmıştır? İhaleler davet usulü mü yapılmıştır?

Soru 3 : Değerinin çok altına yok pahasına satılan bu yerin bu düşük bedelle, bir daha ihaleye çıkarmadan tasdik eden yönetim kurulu ve sorumlular için bir soruşturma açmayı düşünüyor musunuz?

T.C. Başbakanlık Devlet Bakanlığı 11.12.1997 Sayı : B.02.0.016/2.01/00552 Konu : TDİ’ne İlişkin Soru Önergeleri

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 24.11.1997 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-9559 sayılı yazınız.

İlgi yazı ile talep edilen, İstanbul Milletvekili Sayın Halit Dumankaya tarafından verilen 7/3853-9400/024452, 7/3854-9401/024453, 7/3855-9402/024454, 7/3856-9403/024455 sayılı yazılı soru önergelerine ilişkin cevaplar ekte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

Dr. Burhan Kara Devlet Bakanı

Ekler :

Ek : 1- Genel Değerlendirme

Ek : 2/1-7/3853-9400/024452, 150 No.lu Parsel’e ilişkin bilgiler

Ek : 2/2-7/3854-9401/024453, 195 No.lu Parsel’e ilişkin bilgiler

Ek : 2/3-7/3855-9402/024454, 201 No.lu Parsel’e ilişkin bilgiler

Ek : 2/4-7/3856-9403/024455, 202 No.lu Parsel’e ilişkin bilgiler

Ek 1

Genel Değerlendirme

Bilindiği üzere; Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş. Genel Müdürlüğü (TDİ) Ulaştırma Bakanlığına bağlı bir kamu iktisadi teşebbüsü iken, 10.8.1993 tarih ve 93/4693 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile özelleştirme kapsamına alınarak idarî olarak Özelleştirme İdaresi Başkanlığına bağlanmış ve halen aynı başkanlığa bağlı olarak faaliyetlerine devam etmektedir.

Sayın Halit Dumankaya’nın soru önergelerine konu olan TDİ’nin mülkiyetindeki İstanbul Rumeli Feneri 9 pafta, 150, 201 ve 202 sayılı parsellerdeki gayri menkullerin satış işlemleri 1994 yılında Özelleştirme İdaresi Başkanlığının bilgisi ve gözetimi dahilinde gerçekleştirilmiş, 195 No.lu parsel ise satılmamıştır. Sözkonusu işlemler hakkında Türkiye Denizcilik İşletmeleri Genel Müdürlüğü nezdinde yapılan araştırma sonucunda, esasen Rumeli Feneri 9 Paftanın, önergelere konu olan 4 parselden değil, 6 parselden oluştuğu, satışın ve değerlendirmenin bir bütün olarak ele alındığı gözönünde tutulduğunda, parsellerin takdir edilen ekspertiz bedellerinin oldukça üzerinde, yüksek ve tatminkâr meblağlarla satıldığı tespit edilmiş ve buna ilişkin ayrıntılı bilgiler Ek-2’de bilgilerinize sunulmuştur.

Buna göre tapuda satışları gerçekleşen 150-201-202 no.lu parseller ile 152 ve 126 no.lu parseller için Emlak Bankası eksperleri toplam 97 400 000 000 TL. bedel tespit etmiş, diğer taraftan TDİ’nce 15.7.1994 tarihlerinde kurulan heyetçe aynı parseller için toplam 211 000 000 000 TL. kıymet biçilmiştir. İhaleler muhammen bedelsiz olarak yapılmış ve sözkonusu parseller birbirlerine bitişik parseller olduğundan satışta toplam bedelleri 284 100 000 000 TL. tutmuştur. Bu bedel Emlak Bankasının 97 400 000 000 TL’lik ve TDİ tarafından tespit olunan 211 000 000 000 TL’lik bedellerin oldukça üzerinde olup, yapılan satış işlemlerinin usulüne uygun olduğu kanaatine varılmıştır.

Ayrıca, önergelerde sual 3’de konu edilen hususlarla ilgili olarak; yönetim kurulu üyelerinden tamamına yakını anılan tarihten buyana görevlerinden ayrılmış oldukları gibi, usulüne uygun satıldığı değerlendirilen parseller, tüm ihaleye katılanların iştiraki ile basın ve halka açık olarak şeffaf ve objektif bir şekilde en yüksek bedelle kapalı zarfı müteakip tekrar açık arttırma ile satılarak şirket lehine yüksek bir değer yaratılmış olduğundan, diğer taraftan da 3 yıl önce yapılan ve yasal prosedür içinde sonuçlandırılan işlemler üzerinde herhangi bir tasarrufun sözkonusu olamayacağı takdirlerinize arz edilmiştir.

Ek 2/1

7/3853-9400/024452 Sayılı Soru Önergesi 150 No.lu Parsel’e ilişkin bilgiler

A) Rumelifeneri 150 Parsel

– Mülkiyeti Türkiye Denizcilik İşletmeleri GenelMüdürlüğüne ait bulunan İstanbul İli, Sarıyer İlçesi Rumelifeneri Köyü 9 pafta, 150 parseldeki 79 840 m2’lik tarla ve maa fundalık için, Emlak Konut A.Ş. GenelMüdürlüğü tarafından hazırlanan 11.1.1993 tarihli ekspertiz raporunda; sözkonusu taşınmazın imar durumu 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planı olmadığı belirtilerek imar durumu tanzim edilmediği ifade edilmiştir.

Emlak Konut A.Ş. Genel Müdürlüğü tarafından 4.1.1993 tarihinde 28 000 000 000 TL. olarak belirlenen ekspertiz bedeli, şirketçe 15.7.1994 tarihinde kurulan heyetçe 60 000 000 000 TL. olarak belirlenmiş olup, satış ihalesine muhammen bedelsiz çıkılmıştır. Sözkonusu taşınmazın 61 100 000 000 TL. ile tapuda satışı gerçekleşmiştir.

Soru 1. Yapılan ihaleye kaç kişi katıldı? Katılan firmaların verdiği teklifler nedir?

Cevap 1. Bu parselin ihalesine 6 adet kapalı zarfta teklif alınmış ve yapılan açık pazarlık neticesinde;

– Güneş Gemicilik ve Tankercilik A.Ş. 33 000 000 000 TL.

– Aslan Tekin Önel 44 000 000 000 TL.

– Ali Orhan Gebeş 60 000 000 000 TL.

– Emperyal Otelcilik ve Turizm A.Ş. 46 000 000 000 TL.

– Turgay Gümüş 38 000 000 000 TL.

– Okumuşlar Konut Yapı Koop. 61 100 000 000 TL.

(12 nci tur sonucunda)

Okumuşlar Konut Yapı Kooperatifi bilahare TDİ Yönetim Kurulunun 4.10.1994 tarihli toplantısına davet edilerek yapılan pazarlık neticesinde 61 100 000 000 TL. bedelle anılan kooperatife satılmasına karar verilmiştir.

Soru 2. Bu gayrimenkullerin satış işlemleri hangi gazetelerde kaç defa yayınlanmıştır? İhaleler davet usulü mü yapılmıştır?

Cevap 2. GenelMüdürlüğün 58 adet gayrimenkulünün ihalesi, resmî gazete ve tirajı yüksek Türkiye genelinde yayın yapan (Sabah, Hürriyet, Milliyet, Türkiye) gazetelerde birer gün arayla ikişer defa ilan edilmiştir.

İhale, şartnamesinde belirtilen esaslar çerçevesinde katılımcıların huzurunda ihalenin her safhası görsel ve yazılı basına ve halka açık olarak Özelleştirme İdaresi Başkanlığı yetkililerinin gözetim ve denetiminde kapalı zarfla teklif alınmak, bilahare açık arttırma ve pazarlık usulü ile alenen ikmal edilmiş olup, ihale başlangıcından sonuçlanmasına kadar da video kaydına alınmıştır. Kapalı zarfta teklif alınan ve en yüksek bedel üzerinden katılımcı ve halkın huzurunda açık arttırma usulüyle yapılan turlar katılımcıların imzaları alınarak düzenlenen tutanak neticesinde en uygun bedeller tespit edilmiştir. İhalelerin açık ve objektif yapıldığı, açık arttırma sonucunda ekspertiz raporlarına göre kuruluş lehine çok yüksek rakamlarla neticelendirildiği açıkca görülmektedir.

Soru 3. Değerinin çok altında yok pahasına satılan bu yerin bu düşük bedelle, bir daha ihaleye çıkarmadan tasdik eden yönetim kurulu ve sorumlular için bir soruşturma açmayı düşünüyor musunuz?

Cevap 3. Ek-1’de yanıtlanmıştır.

Ek :2/2

7/3854-9401/024453 Sayılı Soru Önergesi 195 No.lu Parsel’e ilişkin bilgiler.

B) Rumelifeneri 195 Parsel

Mülkiyeti TDİ’ne ait olan İstanbul İli, Sarıyer İlçesi Rumelifeneri Köyündeki 9 pafta, 195 parsel üzerindeki 7 000 m2’lik tarla vasıflı gayrimenkul için, Emlak Konut A.Ş. Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan 11.1.1993 tarihli ekspertiz raporunda; sözkonusu taşınmazın 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planı olmadığından imar durumunun tanzim edilemediği ifade edilmiştir.

Emlak Konut A.Ş. Genel Müdürlüğü tarafından 1 500 000 000 TL. (Birmilyar beşyüz milyon TL.) olarak belirlenen anılan taşınmazın bedeli, şirkette 1994 yılında kurulan heyetçe 4 000 000 000 TL. olarak belirlenmiş olup, satış ihalesine muhammen bedelsiz çıkılmıştır. Sözkonusu taşınmaz 4 000 000 000 TL. bedel üzerinden alıcı bulmuştur. Ancak ormanla itilaf olması nedeniyle satıştan vazgeçilmiştir. Anılan parsel halen TDİ Genel Müdürlüğünün tapulu malıdır.

Ek : 2/3

763855-9402-024454 Sayılı Soru Önergesi 201 No.lu Parsel’e ilişkin bilgiler

C) Rumelifeneri 201 Parsel

Mülkiyeti TDİ’ne ait olan İstanbul İli, Sarıyer İlçesi Rumelifeneri Köyündeki 9 pafta 201 parsel üzerindeki 115 340 m2 tarla vasıflı gayrimenkul için, Emlak Konut A.Ş. Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan 11.1.1993 tarihli ekspertiz raporunda; sözkonusu taşınmazın 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planı olmadığı belirtilerek imar durumu tanzim edilemediği ifade edilmiştir.

Sözkonusu parsel için Emlak Konut A.Ş. Genel Müdürlüğü tarafından 4.1.1993 tarihinde 34 000 000 000 (Otuz dört milyar) TL. olarak belirlenen ekspertiz bedeli, şirketi tarafından 15.7.1994 tarihinde kurulan heyetçe 70 000 000 000 TL. olarak belirlenmiş olup, satış ihalesine muhammen bedelsiz çıkılmıştır. Sözkonusu taşınmaz 60 000 000 000 TL. üzerinden alıcı bularak tapuda satışı gerçekleşmiştir.

Soru 1. Yapılan ihaleye kaç kişi katıldı? Katılan firmaların verdiği teklifler nedir?

Cevap 1. Bu parselin ihalesine 5 adet kapalı zarfta teklif alınmış ve yapılan açık pazarlık neticesinde;

– Ali Orhan Gebeş 49 000 000 000 TL.

– Emperyal Otelcilik Turizm A.Ş. 50 000 000 000 TL.

(7 nci tur sonucunda)

– Fatih Mehmet Oflaz 48 000 000 000 TL.

– Aslan Tekin Önel 37 000 000 000 TL.

– Okumuşlar Konut Yapı Koop. 38 000 000 000 TL.

bedel teklif etmişlerdir. Emperyal Otelcilik Turizm A.Ş. bilahare 4.10.1994 tarihli Şirket Yönetim Kurulu toplantısına davet edilerek yapılan pazarlık neticesinde 201 parsel sayılı taşınmazın 60 000 000 000 TL. bedelle tapuda satışı gerçekleşmiştir.

TDİ’de kurulan heyet 1994 yılı içerisinde sözkonusu gayrimenkule 70 000 000 000 TL. tespit etmiş ancak satış ihalesine muhammen bedelsiz çıkıldığı, ihale açık arttırma suretiyle yapıldığından en yüksek olarak bu bedel tespit edilmiştir.

Soru 2. Bu gayrimenkullerin satış ilanları hangi gazetelere kaç defa yayınlanmıştır? İhaleler davet usulü mü yapılmıştır?

Cevap 2. 150 parseldeki cevabın aynıdır.

Soru 3. Değerinin çok altında yok pahasına satılan bu yerin bu düşük bedelle, bir daha ihaleye çıkarmadan tasdik eden Yönetim Kurulu ve sorumlular için bir soruşturma açmayı düşünüyor musunuz?

Cevap 3. Ek-1’de yanıtlanmıştır.

Ek : 2/4

7/3856-9403/024455 Sayılı Soru Önergesi 202 No.lu Parsel’e ilişkin bilgiler

D) Rumelifeneri 202 Parsel

Mülkiyeti TDİ’ne ait olan İstanbul İli, Sarıyer İlçesi Rumelifeneri Köyündeki 9 pafta 202 parsel üzerindeki 90 780 m2 tarla ve fundalık vasıflı gayrimenkul için, Emlak Konut A.Ş. Genel Müdürlüğü tarafından düzenlenen 11.1.1993 tarihli ekspertiz raporunda; sözkonusu taşınmazın 1/1000 ölçekli Uygulama İmar Planı olmadığı belirtilerek imar durumu tanzim edilemediği ifade edilmiştir.

Emlak Konut A.Ş. GenelMüdürlüğü tarafından 4.1.1993 tarihinde 18 000 000 000 (On sekiz milyar) TL. olarak belirlenen ekspertiz bedeli, şirket tarafından 15.7.1994 tarihinde kurulan heyetçe 40 000 000 000 TL. olarak belirlenmiş olup, satış ihalesine muhammen bedelsiz çıkılmıştır. Sözkonusu taşınmazın 56 000 000 000 TL. ile tapuda satışı gerçekleşmiştir.

Soru 1. Yapılan ihaleye kaç kişi katıldı? Katılan firmaların verdiği teklifler nedir?

Cevap 1. Bu parselin ihalesine 5 adet kapalı zarfta teklif alınmış ve yapılan açık pazarlık neticesinde;

– Ali Orhan Gebeş 39 000 000 000 TL.

– Emperyal Otelcilik Turizm A.Ş. 56 000 000 000 TL.

– Fatih Mehmet Oflaz 55 000 000 000 TL.

– Aslan Tekin Önel 30 000 000 000 TL.

– Okumuşlar Konut Yapı Koop. 37 000 000 000 TL.

(9 uncu tur sonucunda)

bedel teklif etmişlerdir.

Soru 2. Bu gayrimenkullerin satış ilanları hangi gazetelere kaç defa yayınlanmıştır? İhaleler davet usulümü yapılmıştır?

Cevap 2. 150-210 parsellerdeki cevabın aynısıdır.

Soru 3. Değerinin çok altında yok pahasına satılan bu yerin bu düşük bedelle, bir daha ihaleye çıkarmadan tasdik eden Yönetim Kurulu ve sorumlular için bir soruşturma açmayı düşünüyor musunuz?

Cevap 3. Ek-1’de yanıtlanmıştır.

 

10. – Konya Milletvekili Hasan Hüseyin Öz’ün, Kayseri-Konya Doğalgaz Boru Hattı ile ilgili çalışmalara ve Konya Mavi Tüneli inşaatına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer’in yazılı cevabı (7/3891)

Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın, delaletlerinizle Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Cumhur Ersümer tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.

Hasan Hüseyin Öz Konya

Sorular :

1. İran ile imzaladığımız anlaşma neticesinde 27 Mayıs 1997 tarihinde ihaleye hazır hale getirilen Kayseri-Konya Doğalgaz Boru Hattı sistemi ile ilgili olarak, ihalenin gidişatı hakkında ihalenin iptal edildiği veya edilmek istendiği, çalışmaların ağır aksak yürütüldüğü şeklinde basında ve kamuoyunda muhtelif fikirler beyan edilmektedir. Bu iddia ve rivayetlerin doğruluk payı nedir ve Kayseri-Konya Doğalgaz Boru Hattı sistemi ile ilgili çalışmalar hangi noktadadır? Şayet ihale devam ediyorsa, muhtemelen ne zaman sonuçlandırılması beklenmektedir?

2. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü Barajlar ve Hidroelektrik Santraller Dairesi Başkanlığınca 27 Haziran 1997 tarihinde ihaleye açılan Mavi Tüneli İnşaatı ile ilgili olarak da; Konya’nın cezalandırılmak istendiği; bu sebeple bu ihalenin iptal edildiği, ya da sürüncemede bırakıldığı yönünde iddialar basında ve kamuoyunda yer almaktadır. Bu iddiaların doğruluk payı nedir? Şayet ihale devam ediyorsa şu an hangi noktadadır ve ne zaman sonuçlanacaktır?

T.C. Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı 15.12.1997 Sayı : B.15.0.APK.0.23.300-2006.20571 Konu : Yazılı soru önergesi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığının 28.11.1997 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/3891-9521/24634 sayılı yazısı.

Konya Milletvekili Sayın Hasan Hüseyin Öz’ün tarafıma tevcih ettiği ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzüğünün 99 uncu maddesi gereğince cevaplandırılması istenen 7/3891 esas no.lu yazılı soru önergesi ile ilgili bilgiler hazırlanarak ekte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

M. Cumhur Ersümer Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı

Konya Milletvekili Sayın Hasan Hüseyin Öz’ün

Yazılı Soru Önergesi ve Cevabı (7/3891-9521)

 

Soru 1 :

İran ile imzaladığımız anlaşma neticesinde 27 Mayıs 1997 tarihinde ihaleye hazır hale getirilen Kayseri-Konya Doğalgaz Boru Hattı sistemi ile ilgili olarak, ihalenin gidişatı hakkında ihalenin iptal edildiği veya edilmek istendiği, çalışmaların ağır aksak yürütüldüğü şeklinde basında ve kamuoyunda muhtelif fikirler beyan edilmektedir. Bu iddia ve rivayetlerin doğruluk payı nedir ve Kayseri-Konya Doğalgaz Boru Hattı sistemi ile ilgili çalışmalar hangi noktadadır? Şayet ihale devam ediyorsa, muhtemelen ne zaman sonuçlandırılması beklenmektedir?

Cevap 1 :

Erzurum-Sıvas ve Sıvas-Kayseri-Ankara boru hatları için açılan ihalelerde 25 Haziran 1997 tarihinde alınan teklifler, daha sonra yapılan değerlendirmelere bağlı olarak, 24 Ekim 1997 tarihinde iptal edilmiştir.

BOTAŞ Genel Müdürlüğünce, taşınacak gaz miktarına bağlı olarak tüm projeyi ekonomik kılacak optimum boru çapının tespit çalışmaları yapılmıştır. Çalışmalar sonrasında bir bölümünün çapı 30 inç, bir bölümünün çapı da 24 inç olarak planlanmış bulunan Kayseri-Konya branşmanı, ileride oluşacak taleplerin de dikkate alınması ile, Seydişehir’den sonra Isparta-Denizli üzerinden İzmir’e kadar uzanan, bu yörelerdeki endüstri bölgelerinin ve konutların ihtiyaç duyduğu doğalgazı da sağlayacak şekilde yeniden projelendirilmiş bulunmaktadır.

Bu çalışmalar neticesinde; ilk ihalede çapı 40 inç olarak düşünülen Doğubeyazıt-Kayseri bölümünün çapının 48 inç’e, çapı 36 inç olarak düşünülen Kayseri-Ankara bölümünün çapının 40 inç’e, İzmir’e kadar uzanacak branşman hattının taşıyacağı İran doğalgazı miktarına bağlı olarak, daha önce 30 inç ve 24 inç olarak planlanmış olan Kayseri-Konya branşmanının çapının 40 inç (102 cm) olması gerektiği tespit edilmiştir.

Projelerin durumları bu çerçevede teknik olarak netleştikten sonra ihaleleri iptal edilmiş olan Erzurum-Ankara arasındaki ana boru hattının iki bölümü ile, ihalesine ilk kez çıkılacak Kayseri-Konya branşmanı hattı için açılacak yeni ihalelere davet edilecek firmaların ön değerlendirme çalışmalarına başlanmıştır.

Firmalar için yapılacak ön değerlendirme çalışması sonrasında, sözkonusu ana boru hattı bölümleri ve branşman hattı için belirli bir program dahilinde ihalelere çıkılacaktır.

Soru 2 :

Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü Barajlar ve Hidroelektrik Santraller Dairesi Başkanlığınca 27 Haziran 1997 tarihinde ihaleye açılan Mavi Tüneli İnşaatı ile ilgili olarak da; Konya’nın cezalandırılmak istendiği, bu sebeple bu ihalenin iptal edildiği ya da sürüncemede bırakıldığı yönünde iddialar basında ve kamuoyunda yer almaktadır. Bu iddiaların doğruluk payı nedir? Şayet ihale devam ediyorsa şu an hangi noktadadır ve ne zaman sonuçlanacaktır?

Cevap 2 :

DSİ IV üncü Bölge Müdürlüğü sınırları içinde 23 500 milyar TL. keşif bedeli Mavi Tüneli İnşaatı işinin ön seçim ilanı 15 Ağustos 1997 tarihinde yapılmıştır. Yapılan değerlendirme sonucunda ihaleye katılmaya hak kazanan firmaların davet mektupları kanunî temsilcilerine verilmiş olup, işin ihalesi 13 Şubat 1998 tarihinde yapılacaktır.

11. – İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş’ın, Avrupa Birliğinin Socrates Programına Türkiye’nin katılması için yapılan girişimlere ilişkin sorusu ve Dışişleri Bakanı İsmail Cem’in yazılı cevabı (7/3907)

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıda yeralan sorularımın Dışişleri Bakanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Ercan Karakaş İstanbul

Bilindiği gibi “Avrupa Birliğinin en kapsamlı akademik işbirliği ve öğrenci değişim programı olan Socrates programına” ülkemizin katılabilmesi için bazı öğretim üyelerimiz ve öğrencilerimiz büyük çaba harcamaktadır.

Sorular :

1. Türkiye Socrates programına başvurduktan sonra, başvurunun kabulü yönünde hangi girişimlerde bulunulmuş, ne gibi çalışmalar yapılmıştır?

2. Avrupa Parlamentosu ve Bakanlar Konseyinin Türkiye’nin başvurusuna ilişkin görüşleri ne olmuştur?

3. Konu Avrupa Parlamentosunun “eğitim, kültür, gençlik ve medya komitesi”nde ne zaman ele alınacaktır?

4. Bu programa katılan ülkelerin belli bir ödentiyi taahhüt etmesi gerekmekte midir?

5. Gerekiyorsa Türkiye bu taahhütü yerine getirmiş midir?

6. Bakanlık olarak Socrates programına katılmak için çaba harcayan üniversite yöneticilerinin ve bu amaçla kurulmuş olan öğrenci kuruluşlarının çalışmalarını desteklemeyi düşünüyor musunuz?

7. Ülkemizin AB’nin eğitim ve kültür programlarına katılımını sağlamak için planlanan çalışmalar nelerdir?

8. Bu çalışmaları hangi kurumlar ve kimler yürütecektir?

T.C. Dışişleri Bakanlığı Avrupa Birliği Genel Müdürlüğü 15.12.1997 Sayı : ABGM/ABEY-760.333-24149-1512-752 Konu : Socrates Programı

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı

Genel Sekreterliğine

İlgi : 1.12.1997 tarih ve 24777 sayılı yazıları.

İlgi’de kayıtlı yazılarında yeralan, İstanbul Milletvekili Sayın Ercan Karakaş tarafından Avrupa Birliği’nin Socrates Programına Türkiye’nin katılmasına ilişkin soru önergesinin cevabı ekte sunulmuştur.

Saygılarımla arz ederim.

İsmail Cem Dışişleri Bakanı

Soru 1 : Türkiye Socrates Programına başvurduktan sonra, başvurunun kabulü yönünde hangi girişimlerde bulunulmuş, ne gibi çalışmalar yapılmıştır?

Cevap 1 : Socrates Programına katılımımız konusundaki arzumuz 30 Ekim 1995 tarihinde Türkiye-ABOrtaklık Konseyinde AB tarafına bildirilmiştir.

Konu hakkındaki müteakip girişimlerimiz üzerine, AB Komisyonu ülkemizin Socrates, Youth For Europe ve Leonardo Programlarına katılabilmesi yönünde olumlu karar almış, bu karar AB Konseyi tarafından da onaylanarak 13 Mayıs 1996 tarihinde, görüş oluşturulması istemiyle, Avrupa Parlamentosuna iletilmiştir. Türkiye-AB Ortaklık Komitesinin, 29 Nisan 1997 tarihinde yapılan ve Türkiye-AB Ortaklık Konseyine sunulmak üzere hazırlanan Tavsiye Kararında, Türkiye’nin Topluluk programlarına katılımına ilişkin bir madde de yer almıştır. Ortaklık Konseyi sözkonusu Tavsiye Kararını kabul etmiştir.

Soru 2 : Avrupa Parlamentosu ve Bakanlar Konseyi’nin Türkiye’nin başvurusuna ilişkin görüşleri ne olmuştur?

Cevap 2 : Türkiye’nin Socrates Programına dahil edilmesi konusu Avrupa Parlamentosu Kültür, Gençlik, Eğitim ve Basın Yayın Komisyonuna havale edilmiş, konu hakkında görüş hazırlamak üzere Alman Hristiyan Demokrat Parlamenter Renate Charlotte Heinisch Raportör olarak görevlendirilmiştir.

Raportör çalışmalarına ilişkin görüşlerini sözkonusu komisyona 3 Eylül 1996 ve 4-5 Şubat 1997 tarihli toplantılarında açıklamış, ancak her iki oturumda da, üyelerin büyük bir çoğunluğunun olumsuz tepkisi ile karşılaşmıştır. Bu nedenle, konuya şahsen olumlu yaklaşmakta olduğunu tarafımıza bildiren Heinisch, reddedilebileceği endişesi ile, raporunu bu aşamada kesinleştirmekten vazgeçmiştir. Gerek Raportör, gerek anılan Komisyon Başkanı ile bu konudaki temaslar AB Nezdindeki Daimi Temsilcimiz tarafından sürdürülmektedir.

Öte yandan, girişimlerimiz sonucunda AB Ekonomik ve Sosyal Komitesi 19-20 Mart 1997 tarihlerinde yaptığı genel oturumunda, AB Komisyonunun, ülkemizin, Socrates-Leonardo ve Youth For Europe Programlarına katılımına ilişkin sözkonusu kararı hakkında olumlu görüş bildirmiştir.

Soru 3 : Konu Avrupa Parlamentosunun “Eğitim, Kültür, Gençlik ve Medya Komitesi”nde ne zaman ele alınacaktır?

Cevap 3 : AB Kültür, Gençlik, Eğitim ve Basın Yayın Komisyonu, Heinisch’den, sözkonusu raporunu sunmadan önce, ülkemizle ilgili bir oturum (hearing) düzenlenmesi talebinde bulunmuştur. Anılan oturumun, tarihi henüz kesinleşmemekle birlikte ancak 1998 başında gerçekleştirilebileceği öğrenilmiştir.

Soru 4 : Bu programa katılan ülkelerin belli bir ödentiyi taahhüt etmesi gerekmekte midir?

Cevap 4 : Türkiye gibi Socrates Programına katılan tüm üçüncü ülkelerin proje bazında malî katkıda bulunmaları öngörülmektedir.

Soru : 5 : Gerekiyorsa Türkiye bu taahhütü yerine getirmiş midir?

Cevap 5 : Türkiye’nin Socrates Programına dahil edilmesine ilişkin olarak Avrupa Parlamentosu’nun henüz bir görüş bildirmemiş olması nedeniyle, ülkemiz bu programa henüz katılamamaktadır. Dolayısıyla bu aşamada herhangi bir malî katkıda bulunulması da gerekmemektedir.

Soru 6 : Bakanlık olarak Socrates Programına katılmak için çaba harcayan üniversite yöneticilerinin ve bu amaçla kurulmuş olan öğrenci kuruluşlarının çalışmalarını desteklemeyi düşünüyor musunuz?

Cevap 6 : Socrates Programı kapsamına giren konulara ülkemizde ilgi duyan kişi ve kuruluşlara, bakanlığımız ve yurtdışı teşkilâtımız tarafından, temas kurmaları halinde gerekli bilgiler verilmektedir.

Öte yandan, geçtiğimiz bir yıl boyunca çeşitli üniversitelerimiz yetkililerinin, Socrates’in ülkemizin katılımına açılması yönündeki isteklerini Avrupa Parlamentosu nezdinde bildirmeleri teşvik edilmiş ve bu amaçla görüşmelerde bulunmaları sağlanmıştır.

Soru 7 : Ülkemizin AB’nin eğitim ve kültür programlarına katılımını sağlamak için planlanan çalışmalar nelerdir?

Cevap 7 : Ülkemizin Avrupa Birliği’nin Socrates, Leonardo ve Youth For Europe adlı eğitim ve kültür programlarına katılımı konusu Avrupa Toplulukları müktesebatı gereği topluluk organlarının bu konuda alacakları olumlu kararlara bağlı bulunmaktadır. Girişimlerimiz AB Komisyonu ve AP nezdinde yapılmış olup konu yakından izlenmektedir.

Soru 8 : Bu çalışmaları hangi kurumlar ve kimler yürütecektir?

Cevap 8 : Ülkemizin sözü edilen programlara katılması durumunda, bu konudaki çalışmaların Dışişleri Bakanlığı eşgüdümünde, Millî Eğitim Bakanlığı, Kültür Bakanlığı ve diğer ilgili kuruluşlarca yürütülmesinin uygun olacağı düşünülmektedir.

 

 

BİRLEŞİM 28’İN SONU