DÖNEM : 20 CİLT : 36 YASAMA YILI : 3

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

17 nci Birleşim

20 . 11 . 1997 Perşembe

 

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. — GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. — GELEN KÂĞITLAR

III. — BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) ÇEŞİTLİ İŞLER

1. — Bir gazetenin manşeti ile yorumuna ilişkin Başkanlık açıklaması

B) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.—Antalya Milletvekili Bekir Kumbul’un, İzmir Atatürk Eğitim Hastanesinde meydana gelen enfeksiyona bağlı ölümlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Sağlık Bakanı Halil İbrahim Özsoy’un cevabı

2. —Adana Millevtekili İ. Cevher Cevheri’nin, tarım satış kooperatifleri ve birliklerinin sorunları ve alınması gerekli önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Sanayi ve Ticaret Bakanı E. Yalım Erez’in cevabı

3. —Samsun Milletvekili Ayhan Gürel’in, adliyelerde çalışan zabıt kâtiplerine hak ettikleri kadroların verilmemesine ilişkin gündemdışı konuşması

C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.—Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı ve 20 arkadaşının, YÖKve Başkanı hakkında ileri sürülen iddiaların araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/216)

D) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.—Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya’nın (6/629) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/268)

2. —Dışişleri Komisyonu Geçici Başkanlığının, Komisyonun, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yaptığına ilişkin tezkeresi (3/1114)

3.—Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Geçici Başkanlığının, Komisyonun, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yaptığına ilişkin tezkeresi (3/1142)

4.—Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu Geçici Başkanlığının, Komisyonun, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yaptığına ilişkin tezkeresi (3/1143)

IV.—KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1.—Emniyet Teşkilâtı Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair 490 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/217) (S. Sayısı :132)

2.—625 Sayılı Özel Eğitim Kurumları Kanunu ile 222 Sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanununun Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesi Hakkında 254 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 625 Sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair 326 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/71, 1/111) (S. Sayısı :168)

3.—Ailenin Korunmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/597) (S. Sayısı :335)

4.—Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü Kanununa Bir Ek Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/612) (S. Sayısı :387)

5.—Türkiye Cumhuriyeti ile Romanya Arasındaki Serbest Ticaret Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/611) (S. Sayısı :359)

6. —Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya Hükümeti Arasında Kültür Merkezleri Kurulması ve Bu Merkezlerin Faaliyeti Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Dışişleri komisyonları raporları (1/473) (S. Sayısı :186)

7.—Kütahya Milletvekili Mustafa Kalemli, Anavatan Partisi Genel Başkanı Rize Milletvekili Mesut Yılmaz, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Tansu Çiller, Demokratik Sol Parti Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Antalya Milletvekili Deniz Baykal ile 292 Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 83 üncü Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/676) (S. Sayısı :232)

8.—4219 Sayılı 1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı (A) İşaretli Cetvelde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/673) (S. Sayısı :393)

V.—SORULAR VE CEVAPLAR

A)YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.—İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, Türkiye İşçi Emeklileri Cemiyeti hakkındaki bazı iddialara ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Nami Çağan’ın yazılı cevabı (7/3683)

2.—Tokat Milletvekili Ahmet Feyzi İnceöz’ün, sağlık personeli arasındaki ücret dengesizliğine ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Zekeriya Temizel’in yazılı cevabı (7/3723)

I.—GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açılarak iki oturum yaptı.

Konya Milletvekili Hüseyin Arı’nın, Konya -Adana karayolunda meydana gelen ve 49 vatandaşımızın yanarak ölümüyle sonuçlanan trafik kazasına ilişkin gündemdışı konuşmasına, İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu cevap verdi.

Ardahan Milletvekili Saffet Kaya, muhasebecilerimizin Türk ekonomisindeki yeri ve önemine,

Kilis Milletvekili Mustafa Kemal Ateş de, ülkemizin içinde bulunduğu siyasî istikrarsızlık ve meydana getirdiği olumsuzluklara,

İlişkin gündemdışı birer konuşma yaptılar.

Çankırı Milletvekili İsmail Coşar ve 66 arkadaşının, din görevlilerinin sorunlarının araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/215) Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergenin gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmesinin, sırasında yapılacağı açıklandı.

İçel Milletvekili HalilCin’in, (6/574), (6/575), (6/580), (6/581) esas numaralı sözlü sorularını geri aldığına ilişkin önergeleri okundu; sözlü soruların geri verildiği bildirildi.

Sinop Milletvekili Kadir Bozkurt’un, Çevre Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi ile,

Anayasa, Millî Savunma ve (10/19, 29, 40, 88, 98, 127, 150, 166) esas numaralı MeclisAraştırması Komisyonları Geçici Başkanlıklarının, komisyonların başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimine ilişkin tezkereleri,

Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Başbakan A. Mesut Yılmaz’ın, 3-4 Kasım 1997 tarihleri arasında Girit/Yunanistan’a yapacağı resmî ziyarete katılmaları uygun görülen milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi kabul edildi.

Çevre Komisyonunda boş bulunan ve Doğru Yol Partisi Grubuna düşen bir üyeliğe, Şanlıurfa Milletvekili Sedat Edip Bucak; (10/18, 27, 30, 68, 113, 170) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunda boş bulunan ve Doğru Yol Partisi Grubuna düşen bir üyeliğe de Yozgat Milletvekili Yusuf Bacanlı seçildiler.

Başkanlık divanını oluşturamayan Dışişleri Komisyonunun başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yapmak üzere toplanacağı gün, yer ve saate ilişkin Başkanlıkça duyuruda bulunuldu.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının :

1 inci sırasında bulunan 132,

2 nci sırasında bulunan 168,

3 üncü sırasında bulunan 335,

5 inci sırasında bulunan 359,

6 ncı sırasında bulunan 186,

Sıra sayılı kanun tasarılarının görüşmeleri, komisyonların üye seçimleri tamamlanmış ve eski komisyonların görev süreleri fiilen sona ermiş bulunduğundan ve bu tasarılarla ilgili komisyonlar başkanlık divanını oluşturamadıklarından,

4 üncü sırasında yer alan 387 sıra sayılı kanun tasarısının görüşmeleri de komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından,

Ertelendi;

7 nci sırasında bulunan, Kütahya Milletvekili Mustafa Kalemli, Anavatan Partisi Genel Başkanı Rize Milletvekili A. Mesut Yılmaz, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Tansu Çiller, Demokratik Sol Parti Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Antalya Milletvekili Deniz Baykal ile 292 Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 83 üncü Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifinin (2/676) (S. Sayısı :232) müzakereleri tamamlandı. Yapılan gizli oylamalar sonucunda, teklifin her iki maddesinin de, Anayasada öngörülen, Meclisin üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunu sağlayamadığı ve Anayasa değişikliği teklifinin ikinci görüşmesinin -asgarî 48 saat sonra olmak üzere- daha sonra yapılacağı açıklandı.

Anayasa değişikliği teklifinin birinci görüşmesinde, teklifin maddelerine geçilmesi hususunun oylanması sırasında beşte üç çoğunluk aranmasının zorunlu olup olmadığı hususunda usul görüşmesi açıldı. Yapılan görüşmelerden sonra, Anayasa değişikliği tekliflerinin diğer kanun tasarı ve tekliflerinin görüşmesindeki usule tabi olduğu ve maddelere geçilmesi hususunda beşte üç çoğunluk aranmasının zorunlu olmadığı kararlaştırıldı.

Isparta Milletvekili Ömer Bilgin, İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın,

Gaziantep Milletvekili Kahraman Emmioğlu da, Anavatan Partisi Grubu adına konuşan Aydın Milletvekili Yüksel Yalova’nın,

Kendilerine sataşmaları nedeniyle birer konuşma yaptılar.

Kanun tasarı ve tekliflerini sırasıyla görüşmek için, 20 Kasım 1997 Perşembe günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşime 03.00’te son verildi.

Kamer Genç

Başkanvekili

Ali Günaydın Zeki Ergezen

Konya Bitlis

Kâtip Üye Kâtip Üye

 

 

 

II. —GELEN KÂĞITLAR

20.11.1997 PERŞEMBE No. :33

Yazılı Soru Önergeleri

1. — İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, Gümrük Müsteşarlığında görevli personel hakkında ileri sürülen iddialara ve mal bildirimlerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi.(7/3871) (Başkanlığa geliş tarihi:17.11.1997)

2. — İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, Türkiye Diyanet Vakfı’nın faaliyetlerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi.(7/3872) (Başkanlığa geliş tarihi:17.11.1997)

3. — İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, Türkiye Diyanet Vakfı’nın gelir ve giderlerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi.(7/3873) (Başkanlığa geliş tarihi:17.11.1997)

4.—Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş’in, Samsun-İlkadım Belediyesi’nin özel bir TV kuruluşuna bina yaptığı iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi.(7/3874) (Başkanlığa geliş tarihi:17.11.1997)

5. — İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş’ın, Çorlu-Çerkezköy’de arıtma tesisi bulunmayan fabrikalara ilişkin Çevre Bakanından yazılı soru önergesi. (7/3875) (Başkanlığa geliş tarihi:17.11.1997)

6. — Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, Aralık-Mayıs döneminde hava şartlarından dolayı yolları kapanan yerleşim birimlerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi.(7/3876) (Başkanlığa geliş tarihi:18.11.1997)

7. —Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, T.H.K’ca düzenlenen 1 inci Dünya Hava Olimpiyatlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi. (7/3877) (Başkanlığa geliş tarihi:18.11.1997)

8. —Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, Nevşehir-Kozaklı’da SSK tarafından yaptırılan jeotermal hastanenin satıldığı iddialarına ilişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanından yazılı soru önergesi.(7/3878) (Başkanlığa geliş tarihi: 18.11.1997)

9. — Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, THK’da yolsuzluk yapıldığı konusunda suç duyurusunda bulunulup bulunulmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi.(7/3879) (Başkanlığa geliş tarihi: 18.11.1997)

10. — Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış’ın, Nevşehir İlindeki öğretmen açığına ve eğitim yatırımlarına ilişkin Milli Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi.(7/3880) (Başkanlığa geliş tarihi: 18.11.1997)

11. — Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, bir işveren tarafından yapılan açıklama hakkında Rekabet Kurulunca işlem yapılıp yapılmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi.(7/3881) (Başkanlığa geliş tarihi:18.11.1997)

12. — Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, Şişli eski Belediye Başkanı hakkında ileri sürülen yolsuzluk iddialarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi.(7/3882) (Başkanlığa geliş tarihi:18.11.1997)

13. — Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, basında yeralan bir beyanına ilişkin Kültür Bakanından yazılı soru önergesi.(7/3883) (Başkanlığa geliş tarihi:18.11.1997)

Meclis Araştırması Önergesi

1. — Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı ve 20 arkadaşının, YÖK ve Başkanı hakkında ileri sürülen iddiaların araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi. (10/216) (Başkanlığa geliş tarihi: 19.11.1997)

 

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 15.00

Tarih: 20 Kasım 1997 Perşembe

BAŞKAN : Başkanvekili Kamer GENÇ

KÂTİP ÜYELER : Ali GÜNAYDIN (Konya), Zeki ERGEZEN (Bitlis)

 

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 17 nci Birleşimini açıyorum.

Sayın milletvekilleri, çalışmak için yeterli sayımız vardır; çalışmalarımıza başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç değerli milletvekili arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.

III. — BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) ÇEŞİTLİ İŞLER

1. — Bir gazetenin manşeti ile yorumuna ilişkin Başkanlık açıklaması

AHMET UYANIK (Çankırı) – Sayın Başkanım, söz alabilir miyim?

BAŞKAN – Buyurun, hangi konuda?..

AHMET UYANIK (Çankırı) – Yerimden söyleyeceğim.

Bugünkü Hürriyet Gazetesinin manşetiyle ilgili, Meclis Başkanlığı acaba ne düşünüyor?

BAŞKAN – Şimdi, efendim, tabiî, aslında Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türkiye'nin en yüce kurumudur. Türkiye Büyük Millet Meclisi mensupları da, yüce Türk Halkının özgür oylarıyla seçilmiş ve halkın ihtiyaçlarına, halkın isteklerine uygun görev yapan, vicdanlarının sesini dinleyen kişilerdir. Bu kuruma "yuh" çekenlerin, aslında kendilerine "yuh" olsun diyorum. (Alkışlar) Herkes şunu bilmeli ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri vicdanlarının sesiyle görev yapan kişilerdir. Yoksa, onların yönlendirmesiyle görev yapan kişiler değillerdir.

Tabiî, Meclis Başkanının, buna, çok sert tepki göstermesi lazım. Biz kimsenin emrinde değiliz. Biz patronların da emrinde değiliz. Biz kamuoyunun böyle birtakım baskı unsurlarının da emrinde değiliz. Milletvekilleri vicdanlarının sesiyle oy kullanmışlardır.

Bunun, bence, hesabının sorulması lazım. Aslında bu Meclise "yuh" diye başlık atanların, eğer o kanun çıkarsa, burada, bazı milletvekilleri çıkar, onların patronlarına, köşe yazarlarına, kendilerine en galiz küfürleri eder ve kürsü masuniyetinden de istifade ederler, böylece bir ceza da almazlar. Ama, tabiî, Türkiye'de kim ne yazdığının, kim ne dediğinin farkında değil.

Milletvekili dokunulmazlığıyla ilgili olarak buraya getirilen madde -ben bugün bazı televizyonlara açıklama yaptım- Türkiye'deki rejimin, devletin sağlıklı işleyişini sağlayacak bir madde değil. Ben, vicdanen de söyledim bunu.

O bakımdan, tabiî, biz Başkanlık Divanı olarak yarın toplanacağız; bu isteğinizi de oraya intikal ettireceğiz.

CEMİL ERHAN (Ağrı) – Bizim de iştirak ettiğimizi söyleyin Sayın Başkan.

BAŞKAN – Hakikaten, Türkiye Büyük Millet Meclisine "yuh" olsun diyecek kadar basiretsizleşen ve aslında "yuh" çekilmesi gereken zihniyetlerin kendileri olduğunu herkesin kabul etmesi lazım; herkesin haddini bilmesi lazım. Bu haddini bilmeyenlere de haddini bildirmek lazım. Bunu bildirmediğimiz zaman, bunlar yarın, Meclisi de kendileri yönetecekler...

HİKMET AYDIN (Çanakkale) – Bravo Başkan!..

BAŞKAN – Yani, biz, Türkiye Büyük Millet Meclisini kimseye yönettirmeyiz; yönetmeye kalkanlara da haddini bildiririz. Bunu herkesin bilmesi lazım.

AHMET UYANIK (Çankırı) – Ben milletvekili olarak, Meclis Başkanlık Divanının bu konuda hassasiyetle durmasını rica ediyorum.

BAŞKAN – Efendim, bu olay bizim de onurumuzu rencide etmiştir. Yani, yasalar çerçevesinde bunlara gerekli dersin verilmesi konusunda herkesin kendine düşen görevi yapması lazım.

CEMİL ERHAN (Ağrı) – Sayın Başkan "bizi de" değil, birlikte...

BAŞKAN – Efendim, Sayın Erhan...

CEMİL ERHAN (Ağrı) – "Bizi de rencide etmiştir" diye buyurdunuz, hepimizi, yani birlikte rencide etmiştir.

BAŞKAN – Bizi de derken, tabiî Meclisi rencide etmiştir. Zaten bunlar, Türkiye Büyük Millet Meclisinin varlığından şikâyetçi olan zihniyetler. (Alkışlar)

B) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1.—Antalya Milletvekili Bekir Kumbul’un, İzmir Atatürk Eğitim Hastanesinde meydana gelen enfeksiyona bağlı ölümlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Sağlık Bakanı Halil İbrahim Özsoy’un cevabı

BAŞKAN – Birinci gündemdışı söz, 12.11.1997 günü, Genel Kurulda, İzmir Eğitim Hastanesinde Enfeksiyona bağlı ölümlerle ilgili gündemdışı söz isteyen, Antalya Milletvekili Sayın Doktor Bekir Kumbul'a verilmiştir.

Buyurun Sayın Kumbul. (CHP sıralarından alkışlar)

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Sayın Kapusuz, arkadaşımızı kürsüye çağırdım, müsaade ederseniz ondan sonra ...

Sayın Kumbul, konuşma süreniz 5 dakika.

BEKİR KUMBUL (Antalya) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; son zamanlarda, basında da çıkan İzmir Atatürk Eğitim Hastanesindeki enfeksiyonlarla ilgili olarak düşüncelerimi sunmak üzere, kürsüye çıkmış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, son zamanlarda -gündemde de yerini aldı- İzmir Atatürk Eğitim Hastanesinin kalp cerrahisi bölümünde ardı ardına gelen ölümler oldu. Sağlıktan gelen bir milletvekili olarak bu hassasiyetimle, İzmir'e kadar gidip vakaları yerinde görme fırsatını buldum ve o düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, İzmir Atatürk Eğitim Hastanesi 850 yataklı, 850 hekimin çalıştığı, tüm Ege yöresine sağlık hizmeti vermeye çalışan bir hastanemiz. Ancak, son zamanlarda kalp–damar cerrahisi bölümünde, 28 Ağustos 1997'de ilki olan ve ondan sonra devam eden ameliyatlardan sonra 6 hastada enfeksiyon görülüyor, bunun 5'i, yazıktır ki ölümle neticeleniyor. Oradaki müşahadelerimi size aktarmak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, gerçekten, enfeksiyon, iltihaplanma hekimlerin, özellikle de cerrahların gerçekten son derece üzerinde durduğu, titrediği bir olgu. Buna bağlı ölümler görülebiliyor. Bu nedenle de, gerçekten modern dünyada enfeksiyonların önlenmesi yönünde değişik tedbirler alınıyor, bunun üzerinde çalışmalar yapılıyor.

Bu önlemler, ameliyathanenin koşullarından tutun da ameliyathanede çalışan personele kadar, hatta, hastaya yönelik önlemler olmak üzere uzayıp gidiyor. Ona rağmen, yine modern tıp merkezlerinde enfeksiyona bağlı ölümler veya enfeksiyonlar binde 5'e kadar indirilebiliyor. Yani, 1 000 vakadan 5'i, yine enfekte olabiliyor; ama, bu hastanemizde, 28 Ağustostan başlayarak bir ay içerisinde yapılan 44 ameliyattan 6 tanesinde enfeksiyon görülüyor; yani, yüzde 15'lere doğru tırmanan bir enfeksiyon oranı var ve bunun da 5'i ölümle neticeleniyor.

Yani, burada, bir ihmal olduğu kanısı bende uyandı, bir. İkincisi, enfeksiyon konusunda gerçekten pek titizlenilmediğini gördüm; bu görüşümü size belirtiyorum. Oysa, temel olan insansa ve insan sağlığıysa, en yüce değer insan sağlığıysa, elbette, onun üzerine her şey yapılabilmeli, çok titiz davranılabilmeli.

Üzerinde durmak istediğim diğer konu, hasta-hekim arasındaki ilişkilerde kopukluklar olduğudur; bu konuda, ilgililerin uyarılması gerektiğini söylüyorum. Yine, burada, dikkatimi çeken diğer bir husus, son yıllarda giderek artan ve tüm hastanelerimizde yaygınlaştırılan, hastanelerdeki temizlik hizmetlerinin, temizlik şirketleri tarafından verilir olması. Arkadaşlar, aslında, hastane temizliği bir başka yerin temizliğine benzemez. Hastane temizliğini yapan kişinin, gerçekten, enfeksiyonun ne olduğunu, hastane temizliğinin ne olduğunu, asepsinin, antisepsinin ne olduğunu bilmesi gerekir elbette. Oysa, bu tür bilgileri yeterince oluşmayan kişilere hastane temizlikleri yaptırılıyor. Sanırım, bu konu da, ciddî, üzerinde durmamız gereken konulardan birisi diye düşünüyorum.

Tabiî, buradan hareketle, belki de üzerinde daha ciddî durmamız gereken konu, aslında, olması gereken temel sağlık hizmetlerine, koruyucu sağlık hizmetlerine, belki, yeterince eğilemediğimiz için, bu hastaların çoğunlukla hastanelerde yığılıyor olması, oranın yükünün artması ve oradaki birçok olumsuzlukları peşi peşine getirebiliyor olmasıdır. Bu da, yine, üzerinde durmamız gereken konulardan birisi diyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kumbul, 1 dakikada toparlar mısınız efendim; buyurun.

BEKİR KUMBUL (Devamla) – Tabiî, tabiî...

Değerli arkadaşlarım, gerçekten, sağlık sistemimizin sorunları, belki de, ülkenin ciddî sorunlarından birisidir. Onun için, herhalde, hep birlikte, partilerüstü düşünerek, tüm partiler anlaşarak belki de, artık, bu sağlık sorununu, sağlık sistemimizi, sağlık politikamızı masaya yatırıp yargılamamız, yeniden yapılandırmamız gerekir diye düşünüyorum.

Yine, belki de -küçük bir parantezle kapatacağım Sayın Başkan- son zamanlarda bu olumsuzlukların bir neticesi olarak görebilir miyiz bilmiyorum, Türkiye'nin merkezi Ankara'da, Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından yabancı uyruklu hekimlerle sağlık hizmeti verilmeyi çalışılması, üstelik, gezici araçlarla sağlık hizmeti verilmeye çalışılmasının da ne manaya geldiğini tam anlamış değilim. Şu Türkiye'nin merkezinde, Ankara'da, bizim yeteri kadar hekimimiz ve yerleşik hastanelerimiz olduğu kanısındayım. Bunu da belirtmek istiyorum.

Bu duygu ve düşüncelerimi belirttikten sonra, Sayın Bakanın ve yetkililerin bunu dikkate alacağını düşünüyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kumbul.

Gündemdışı konuşmaya cevap vermek üzere, Sağlık Bakanı Sayın İbrahim Özsoy; buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)

SAĞLIK BAKANI HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Afyon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Antalya Milletvekilimiz Doktor Sayın Bekir Kumbul'un, İzmir Atatürk Eğitim Hastanesinde meydana gelen bir olay dolayısıyla yaptığı gündemdışı konuşmasına cevap vermek için huzurlarınızdayım, hepinizi saygıyla selamlarım.

Sayın milletvekilleri, adı geçen hastane, Sayın Kumbul'un da ifade ettiği gibi, hinterlandı en geniş ve en çok hasta kabul eden, Ege Bölgesinde 1982'de faaliyete geçen 13 eğitim hastanemizden ve kalp hastalıkları tedavisi ve ameliyatı yapılan 7 hastanemizden biridir.

1989'dan itibaren kalp ameliyatları yapılmaya başlanmıştır. 1989'dan bugüne kadar, 1 762 hastamız orada kalp ameliyatı, anjiyo olmuştur. Kalp ameliyatının yapıldığı ameliyathane diğer ameliyathanelerin dışındadır; günlük, haftalık va aylık sterilizasyonu muntazam yapılmaktadır. 1 762 hastadan bugüne kadar, son 5 hasta da dahil olmak üzere 6 hasta kaybedilmiştir. Bu, kalp cerrahi merkezlerinde mortalite olarak dünya ölçülerinin çok altındadır, bunu bir savunma olarak söylemek istemiyorum; ancak, dünyada bu merkezlerde meydana gelen ölüm oranı yüzde 3 olmasına rağmen, İzmir Atatürk Eğitim Hastanesinde son 5 vakayla beraber yüzde 2,5'tur.

İzmir Atatürk Eğitim Hastanesinde bu olayların meydana geldiği zaman süreci içerisinde 44 tane hasta by-pass ameliyatı olmuştur. By-pass ameliyatı olan 44 hastanın ancak 5'i enfekte olmuştur. Bu enfeksiyon, tıp dilinde "hastane enfeksiyonu" olarak bilinen ve antibiyotiklere dirençli stafilokokların yaydığı bir enfeksiyondur. Enfeksiyon baş gösterdikten sonra, hastanede her türlü tedbir alınmıştır; ama, antibiyotiklere çok dirençli oldukları için, maalesef, 5 hastamız kaybedilmiştir. Daha sonra, ameliyathane kapatılmış, yeniden dizayn edilmiş, yeniden sterilize edilmiş ve yeniden hizmete sokulmuştur.

Burada söylemek istediğim şudur: Olay ortaya çıkar çıkmaz, Bakanlığımız, tüm hassasiyetiyle üzerine gitmiş ve anında, ikisi hekim olmak üzere üç müfettişini göndermiştir, tahkikat devam etmektedir. Bu olayların meydana gelmesinde ihmali görülebilecek kim olursa olsun -eğer ihmal varsa- gerekli ceza verilecektir. Sayın Kumbul, buradan hareketle, bir doktor ve bir milletvekili hassasiyetiyle, sağlık sistemimize de değinmiştir; kendilerine, bu yönden de teşekkür ediyorum.

Gerçekten, sağlık sistemimizin değişmesi gerekir. Şimdi, Osmanlı'dan beri devam eden bir sistemimiz var. Bu sistemde, hizmeti sunan da şikâyetçi; yani, hekimi, eczacısı, ebesi, hemşiresi, sağlık memuru, hepsi şikâyetçidir. Niye şikâyetçi; özlük haklarını halledememişiz. Niye şikâyetçi; ekonomik sıkıntılarını giderememişiz. Niye şikâyetçi; meslekî sıkıntılarını giderememişiz ve gayri muntazam fizikî şartlar altında, 24 saat, özveriyle çalışmalarını istemişiz. Bunlar şikâyetçi; hem hizmet veriyorlar hem de şikâyetçiler. Hizmeti alan halkımız da şikâyetçi. Niye şikâyetçi; bugün, Türkiye'de, kaliteli sağlık hizmeti alamamaktan şikâyetçi, kolay erişememekten şikâyetçi, ilgisizlikten şikâyetçi, Sayın Kumbul'un konuşmasında da ifadesini bulduğu gibi, hastanelerdeki yığılmadan şikâyetçi.

55 inci Cumhuriyet Hükümetinin, iş başına gelir gelmez, sağlık reformlarına geçiş dönemi olarak, rehabilitasyon dönemi olarak ortaya koyduğu sağlıkta öncelikler, bu sistemi rehabilite edecektir; daha sonra da, sağlık reformu tasarısıyla huzurlarınıza geleceğiz. Nasıl rehabilite edilecektir; sağlık sistemindeki öncelikleri dört noktada ayarladık, tespit ettik. Birincisi, sağlık ocaklarının güçlendirilmesi ve yeniden dizaynı. Böylece, 5 270 sağlık ocağı, 11 101 sağlıkevi atıl durumdan kurtarılarak, halkımızın, sadece aşı günleri hatırladığı, güvenmediği, inanmadığı, hastasını götürmediği bu müesseseleri fonksiyonel hale getirmeye çalışıyoruz; bunlardan 2 binini araç-gereç, personel, ve finans yönünden takviye ederek hizmete sunduk. Dolayısıyla, yaptırdığımız bir tetkike göre, hastane polikliniğine müracaat eden 100 hastadan 60'ı sağlık ocaklarında ayakta muayene ve tedavi olabilecek kadar hastadır. Dolayısıyla biz, aslında, 60 hastayı sağlık ocağında tutma iddiasında değiliz, ne kadarını tutabilirsek, hastanelerdeki sıkışıklığı ve yığılmaları da o kadar önlemiş olacağız. Doktor, hastanedeki hastasına daha fazla zaman ayıracak, hasta da daha çok tatmin olarak hastaneden ayrılacaktır.

Bunları yaparken, ayrıca, bizden evvelki hükümetler zamanında başlatılmış -ki, bunları yapanlara teşekkür ediyorum huzurlarınızda- olan acil servislerin güçlendirilmesi, rehabilitasyon ve dializ merkezlerinin ve bu arada da kanser erken teşhis merkezlerinin Türkiye sathına yaygınlaştırılmasıyla uğraşıyoruz.

Böylece, getireceğimiz hangi model olursa olsun, genel sağlık sigortası ve sağlık reformunu sağlam ve onu taşıyabilecek bir zemine, bir temele oturtmuş olacağız. Böylece, 1980'li yıllardan beri söylenegelen ve kamuoyunda bir beklenti haline sokulan sağlık reformunun başarıya ulaşmasını sağlayacağız; çünkü, biz buna mecburuz hatta mahkûmuz.

Şimdiye kadar pek çok mesai sarf edilmiştir; sivil toplum örgütleriyle toplantılar yapılmıştır ve sağlık reformu tasarıları hazırlanmıştır; fakat, bir türlü, Meclisten çıkarılamamıştır. Dolayısıyla, halk bir beklenti haline gelmiştir. Halk, âdeta, sağlık reformu geldiğinde, bütün sağlık sorunları, mucize olarak, bir günde ortadan kalkacak şekilde beklenti haline sokulmuştur. Onun için, sağlık reformunu başarıya ulaştırmaya mecburuz, o yönde de temelini sağlam tutacağız.

Sayın Kumbul ifadesinde sağlıktaki olumsuzluklardan da bahsetti; doğrudur, sağlıkta zaman zaman olumsuzluklar olmaktadır. Sağlık Bakanlığının müesseselerine -her ne şekilde veya hangi vesileyle olursa olsun- 1 650 000 kişi günlük olarak müracaat etmektedir. Biz araştırdık, bu olumsuzluklar nereden kaynaklanıyor; ya hastadan kaynaklanıyor ya hasta sahibinden kaynaklanıyor ya doktordan kaynaklanıyor ya da yardımcı sağlık personelinden veya fizikî yetersizlikten kaynaklanıyor; esasına inerseniz, insan unsurundan kaynaklanıyor. 55 inci Hükümet olarak sağlıkta yapmak istediklerimizin başında da bu olumsuzlukları en asgariye indirmek gelmektedir.

O nedenle, Sayın Kumbul'a bu konuda bize açıklama fırsatı verdiği için teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakanım.

Gündemdışı konuşma cevaplandırılmıştır efendim.

A) ÇEŞİTLİ İŞLER (Devam)

1. —Bir gazetenin manşeti ile yorumuna ilişkin Başkanlık açıklaması (Devam)

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun Sayın Kapusuz.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkanım, yerimden bir hususu ifade etmeme fırsat verirseniz memnun olacağım.

Biraz önce zatıâlinizin önemle üzerinde durduğu konuyla ilgili olarak, Grubumuz adına birkaç cümle arz etmek istiyorum efendim.

BAŞKAN – Keşke, bir gündemdışı söz isteseydiniz de, verseydik.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan, bugün çok yoğun olur, boş olmaz diye düşündüm. Eğer, kürsüden bir konuşma fırsatı verirseniz memnun olurum.

BAŞKAN – Hayır; yerinizden kısa bir açıklama yapabilirsiniz.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkanım, Parlamentoda karar millet adına Yüce Parlamento tarafından verilir. Bu karara "yuh" diyenler bu Meclise hakaret edenlerdir, bu milletvekillerine hakaret edenlerdir, Türkiye Cumhuriyetine hakaret edenlerdir ve topyekûn Türk Milletine hakarettir bu. Böyle bir yanlışı, elbette, Parlamento olarak biz tasvip etmiyoruz, kendilerine iade ediyoruz. Ancak, elbette, sizin de ifade ettiğimiz gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanını, bu vesileyle, arkadaşlarımız marifetiyle ve şahsım adına bir toplantıya davet ediyorum. Yüce Parlamentonun şahsına hakaretten ve tezyiften, mutlaka, Parlamento adına dava açılmalı, ayrıca, bütün milletvekilleri, şahısları adına tek tek bu kuruma dava açmalıdır; çünkü, hakaret etmeye hiç kimsenin hakkı yoktur.

Değerli Başkanım, bu kurumların ve bu ve benzeri gayretlerin gerisinde hep şantaj yatmaktadır, menfaat hesabı yatmaktadır; bu memleketin meseleleri, bu ülkenin problemleri ve çözümleri aranmamaktadır. Bunların, menfaatları için neler yaptığını, hepimiz, geçmişte de, günümüzde de bilmekteyiz. Dolayısıyla, bizim, başından beri disipline edilmemiş, dünyanın hiçbir yerinde olmayan böyle bir medya anlayışına Parlamento olarak ne kadar kısa zamanda bir çözüm bulmamızın gereği orta yerdedir.

Yargıya müdahale ediliyor, yürütme yönlendirilmeye kalkılıyor, Parlamentoya, yasamaya hakaret ediliyor; dolayısıyla, böyle bir ortamda, böyle bir anlayış her şeyin üzerinde kendisini bulmaktadır. Bunu tasvip etmek, bugünkü ortamda mümkün değildir. Onun için, biz, derhal, bu ve benzeri konularla ilgili, Parlamento olarak, hiçbir siyasî parti farkı gözetmeksizin kararlı tavırlarımızı orta yere koyarsak, elbette, bundan, bu tip yaklaşımlarda bulunanlar cayacaktır, gerekli cezayı da bulmaları lazım.

Arz eder, teşekkür ederim. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kapusuz.

Aslında, bu tür yazılar bizi de yaralamıştır. Bizim boğazımızdan haram bir lokma geçmemiştir ki, kime diyet borcunu ödeyelim. Türkiye'de, bazı basın patronları, maalesef "iktidarları biz tayin edeceğiz, Parlamentoyu biz yöneteceğiz, yargıyı biz yöneteceğiz" diyorlar. Biz, bunlara bu imkânları vermeyiz; bir. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

İkincisi, bana göre, devletin savcıları var, bunlar, cumhuriyeti korumak için görev başındadırlar. Bence, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu konuda hiçbir karar almasına gerek yok. Türkiye Büyük Millet Meclisi cumhuriyetin temel organıdır; bu organa yapılan hakaretler hakkında, savcıların harekete geçerek resen takibat yapması lazımdır. Bu savcılar hangi gün için vardır? Yani, sadece sade vatandaşlar için mi vardır? Büyük sermaye gruplarının suç işleme imtiyazları var mıdır; evvela onu kabul etmek lazım.

Değerli milletvekilleri, eğer Yüce Meclis uygun görürse, bu konuda bir Meclis araştırması önergesi verilsin, bu patronların gelir durumları, köşe yazarları ne kadar para alıyorlar, ne kadar vergi veriyorlar, kimlerle irtibatları var; bunları bir araştıralım. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Mademki bu kadar dürüstlükten bahsediyorlar, bu kadar örnek insan olduklarından bahsediyorlar, bu memleketin gerçek sahipleri olduklarından bahsediyorlar... Herkes Türkiye Cumhuriyetinin kanunları karşısında şeffaf olmak zorundadır. Bunları getirin araştıralım. Bizim, kimsenin karşısında çekinecek bir şeyimiz yok.

Bunlar, zaman zaman hükümetleri yönlendirmeye kalkmışlardır ve bu kadar yüzsüzlüklerini de, bugüne kadar bazı elde ettikleri başarılar dolayısıyla gösteriyorlar. Yoksa, eğer, bunlar, ilk defa cumhuriyetin kurumlarına müdahale ettikleri gün hak ettikleri cezaları görselerdi, şimdi bu kadar cesaretli olamazlardı. (RP sıralarından alkışlar) Onun için, biz, bundan sonra bunların bu şekilde hakeket etmelerini engellemek zorundayız. Herkes düşüncesini özgürce söylesin; ama, ben bir parlamenter olarak, Anayasaya sadakate namusum ve şerefim üzerine yemin etmiş bir insan olarak, devletin temel omurgası niteliğindeki bir anayasa hükmünün değiştirilmesi sırasında takınacağım tavrı ben belirlerim. Üç beş gazete patronunun bana enjekte ettiği fikirlere göre değil, halkımın bana duyduğu güvene dayanarak, halkımın sesini duyarak ve vicdanımın sesine göre oyumu kullanacağım. (RP sıralarından alkışlar) Yok eğer, bu memleketi kendileri yöneteceklerse, buyursunlar, gelsinler yönetsinler arkadaşlar.

Benim şahsi düşüncem, Promosyon Yasası bu Meclisten çıkmalıydı ve Sayın Hükümetimiz de bunlara bu imkânı vermemeliydi. Biz bunları yasal çizgiye getirmek zorundayız; bu, rejimimizin gereğidir. Eğer, biz bunları yasal çizgiye sokamazsak, maalesef, Türkiye Cumhuriyetinin geleceği de çok tehlikelidir.

Değerli arkardaşlarım, ben her vesileyle... Aslında, biraz şeyi aştık; ama, hakikaten bu, Parlamentoya yapılan en büyük hakarettir. Bunu yapanlar için cumhuriyet savcılarını göreve davet ediyorum. Hiç kimseden korkmasınlar, cumhuriyet savcılarının güvencesi Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Gerekirse, biz, bütün gücümüzle, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, cumhuriyetin korunması yönünde gayret sarf eden cumhuriyet savcılarının destekleyicisiyiz; lütfen, görevlerini yapsınlar.

Buyurun Sayın Gözlükaya.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın Başkan, biz de, Sayın Kapusuz'un protestosuna katılıyoruz. Aslında, yaptığımız bir basın toplantısında da, bu gazeteyi ve buna benzer beyanları kınadığımızı ve protesto ettiğimizi söyledik.

Bu arada, benim bir teklifim var. Sayın grup başkanvekillerimizle birlikte, Meclis Başkanımızın harekete geçmesi, en azından protesto etmesi bakımından kendilerini ziyaret edelim. Bu olaya bütün grupların sahip çıkması gerektiği kanaatini taşıyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

Bazıları, protesto ve kınamadan anlamıyorlar; protesto ve kınama bunlar için çok az oluyor.

Tamam efendim, bu meseleyi kapattık.

B) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR (Devam)

2. —Adana Milletvekili İ. Cevher Cevheri’nin, tarım satış kooperatifleri ve birliklerinin sorunları ve alınması gerekli önlemlere ilişkin gündemdışı konuşması ve Sanayi ve Ticaret Bakanı E. Yalım Erez’in cevabı

BAŞKAN – İkinci gündemdışı sözü, tarım satış kooperatifleri ve birliklerinin sorunlarıyla ilgili olarak, Adana Milletvekili Cevher Cevheriye verdim efendim.

Buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

İ. CEVHER CEVHERİ (Adana) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; son zamanlarda ciddî sıkıntılar içerisinde ayakta kalma mücadelesi veren tarım kesimi için fevkalade önemi haiz tarım satış kooperatifleri ve birlikleriyle ilgili tespit ve görüşlerimi, gündemdışı konuşmamın kısıtlı süresi içerisinde arz etmeye çalışacağım.

Serbest piyasa mekanizması içerisinde irili ufaklı milyonlarca tarım işletmesinin, varlıklarını sürdürebilmeleri, ürünlerini en yüksek değer üzerinden pazarlayabilmeleri, şüphesiz, çok iyi örgütlenmelerine bağlıdır. Ayrıca, ihtiyaç duydukları girdileri uygun fiyatlarla ve vadeli bir şekilde temin edebilmeleri de büyük bir zaruret olarak ortaya çıkmaktadır.

Karşılıklı yardım, dayanışma ve kefalet suretiyle zıraî faaliyetlerin verimli ve kârlı hale geleceği gerçeği, kooperatifleşme ihtiyacını doğurmuştur. Tarım satış kooperatiflerinin hukukî çerçevesini oluşturan 3186 sayılı Kanun, 1993 yılında 3947 sayılı Kanunla değişikliğe uğramıştır. Mevcut yasal düzenlemeler tarım satış kooperatiflerinde demokratik bir yapılanmaya imkân veriyor gibi görünse de, haddi zatında, birçok noktada, hükümetlerin müdahale ve egemenlikleri altındadır.

3947 sayılı Kanunla değişik 3186 sayılı Kanunun birlik yönetim kurulu başkanlarının seçimle işbaşına gelen yöneticiler arasından seçileceğine dair hükmü, demokratikleşme yönünde kısmî bir rahatlama getirmiştir. Ne var ki, halen, birlik genel müdürlerinin, Sanayi ve Ticaret Bakanının teklifi ve Başbakanın onayı; birlik genel müdür yardımcılarının ise, birlik yönetim kurulunun teklifi ve Sanayi Bakanlığının onayıyla atanmakta oluşu, icra gücünü elinde bulunduran bu makamlar üzerinde, demokratik usullerle işbaşına gelmiş yönetimlerin inisiyatifini yok denecek seviyeye indirmektedir.

Bu konuda kamuoyundaki genel eğilim, hükümetlerin tarım satış kooperatifleri ve birlikleri üzerindeki etkinliğinin kontrol ve denetim işleviyle sınırlı olması yönündedir. Öte yandan, birliklerin merkeziyetçi yapıları ve karmaşık muhasebe sistemleri, kooperatiflerin alım satım kararları başta olmak üzere, kendi gelecekleriyle ilgili hususları belirleme imkânlarını ortadan kaldırmaktadır. Birlik-bağlı kooperatif ilişkilerinin ademi merkeziyetçi bir yaklaşımla tanzimi, makul bir çözüm önerisi olarak ortaya çıkmaktadır.

Değerli milletvekilleri, bir diğer önemli sorun da, birliklerin bünyesindeki işletmelerdir. Mezkûr kanunun 5 inci maddesinin (c) bendi, ürünlerin ilk işlenmesi hüviyetindeki işletmeler kurma ve yatırımlar yapma imkânını getirmektedir; ancak, bu imkân, zaman içerisinde, dev sanayi tesislerinin vücuda getirilmesi yönünde kullanılmıştır.

Hiç şüphesiz ki, sanayicilik, tarım satış kooperatiflerinin iştigal konusu olmamalıdır. Mevcut hantal yapıları içinde ve siyasî iktidarların da nüfuzları dikkate alındığında, bu fabrikalar, aşırı istihdamla işe adam doldurma vasıtaları haline gelmiştir. Bunun sonucu olarak da kooperatiflerin çabalarıyla hâsıl olan katma değerleri, âdeta yutan tesisler ortaya çıkmıştır, bütün kesimlerin fikir birliği içerisinde olduğu, birlikler bünyesindeki sanayi tesislerinin reorganize edilmesi planı bir türlü hayata geçirilememiştir. Bu işletmelerin ayrı birer anonim şirket haline getirilerek birlik ve kooperatiflerin muhasebelerinden ayrılması, kârlılık esasına göre işletilmesi doğru hedeflerdir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Antalya'dan Mardin'e kadar uzanan geniş sahada kurulu ve 54 bin ortaklı Çukobirlik, sözünü ettiğimiz sıkıntılardan ziyadesiyle mustariptir. Halen üreticisine 1,5 trilyon lira borcu olan ve DFİF'ten kredileri kesilen Çukobirlik, bir ayı aşkın süredir üretici ortaklarına tek bir lira ödeyememiştir. Geçtiğimiz dönemde 2 bini aşkın personelini üzülerek çıkarmak zorunda kalan Çukobirlik, şu anki norm kadrosuyla dahi aşırı personel giderlerinin baskısı altındadır. Çukobirlik yönetiminin ve onun vasıflı bürokratlarının iyi niyetli çalışmaları dahi bu sıkıntıların giderilmesine kifayet etmemektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Cevheri, lütfen toparlar mısınız...

Buyurun.

İ. CEVHER CEVHERİ (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkanım.

Geçtiğimiz dönem, 54 üncü Hükümet döneminde, Çukobirlik için son derece önemli radikal kararlar alınmıştır. Bu kararları alanları ve uygulayanları, burada, huzurunuzda tebrik etmek istiyorum ve aynı kararlılığın devamını arzu ettiğimizi ifade etmek istiyorum.

Reformcu yaklaşımını yakından bildiğimiz Sayın Sanayi ve Ticaret Bakanımızın ve onun çok değerli müsteşarının hükümet kanadı olarak, Çukobirlik başta olmak üzere, tarım satış kooperatifleri ve birliklerinin düze çıkmasını sağlayacak kanun değişiklikleri için büyük bir çaba göstermelerini ve üreticinin bekleyen alacaklarının ödenmesi için seferber olmalarını ümit ve temenni ediyorum.

Bu düşünceler içerisinde, Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Cevheri.

Sanayi ve Ticaret Bakanımız Sayın Yalım Erez gündemdışı konuşmaya cevap vereceklerdir.

Bu arada, Sayın Sanayi ve Ticaret Bakanımız gelinceye kadar şunu arz edeyim: Sayın Meclis Başkanımız, bana, şimdi, bir haber gönderdi; yayınlarla ilgili olarak bir hazırlık yapıyormuş; cevap verecekmiş efendim.

Buyurun Sayın Bakan.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI E. YALIM EREZ (Muğla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Adana Milletvekili Sayın Cevher Cevheri'nin tarım satış kooperatifleri ve birlikleri konusundaki gündemdışı konuşmasına cevap vermek üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Cevheri'ye, konuşmasından dolayı çok teşekkür ediyorum. Sayın Cevheri'nin, tarım satış kooperatifleri ve birlikleri konusundaki düşüncesini, Bakan ve Bakanlık olarak aynen paylaştığımı bir kere daha burada ifade etmek istiyorum.

Daha evvel de bu konularda bu kürsüye çıktığımda söylediğim bir şeyi tekrar ediyorum: Tarım satış kooperatifleri ve birlikleri, ekonomik birer kuruluşlardır; ortağına, Türk çiftçisine daha fazla gelir sağlamak, Türk tarımını desteklemek üzere kurulmuş kuruluşlardır. Siyasetçilerin, geçmişte zaman zaman çiftlik olarak kullanmaları, maalesef bunları zor durumlara düşürmüştür. Ancak, biraz sonra vereceğim rakamlarda da göreceğiniz gibi, tarım satış kooperatifleri ve birlikleri, 1996 yılı başından bugüne kadar Sayın Cevheri'nin önerdiği prensipler doğrultusunda yönetilmektedir, eksikliklerin de en kısa sürede giderilmesine çalışılmaktadır.

Değerli milletvekilleri, konu açılmışken, tarım satış kooperatifleri ve birliklerinin 1997, 1998 yılındaki ürün alımları konusunda da size bilgi vermek istiyorum.

Tarım satış kooperatifleri ve birlikleri, 16.11.1997 tarihi itibariyle 95 trilyon lira tutarında ürün alımı yapmış olup, bu ürün bedelinin 60 trilyon lirası DFİF kaynaklarından olmak üzere, bakiyesi de birliklerin kendi kaynaklarından olmak üzere, 95 trilyona karşılık, bugün itibariyle çiftçiye 81 trilyon lira ödeme yapmıştır. Böylece, alınan ürün değerinin yüzde 85'i ödenmiştir. Geriye yüzde 15'i oluşturan 14 trilyon lira kalmıştır ki, bugün ekbütçenin devreye girmesiyle -inşallah, temenni ediyorum- kalan bu borç da üreticiye ödenecektir.

Geçen yılla mukayese edersek; geçen yıl aynı tarih itibariyle, birlikler, üreticiden 51 trilyon lira değerinde ürün almışlardı. Bunun karşılığı da, 16 trilyon lirası DFİF kaynaklarından olmak üzere, 25 trilyon lira ödenmişti; yani, geçen yıl üreticiye yapılan ödeme oranı yüzde 49, borçluluk oranı yüzde 51 iken; bu yıl üreticiye, ürün değerinin yüzde 85'i ödenmiş, yüzde 15'i kadar borcumuz kalmıştır. Geçen yıla göre ödeme oranı, yaklaşık 2 kat artmış, borçluluk oranı ise, yaklaşık 4 kat azalmıştır.

Ayrıca, 1996-1997 döneminde kullanılan 10 trilyon liralık DFİF kredisinin, vade tarihi olan 30.9.1997'de, 4.4 trilyon faiziyle beraber 14.4 trilyonu Hazineye geri ödenmiştir. İkinci taksit de, aralık ayı sonunda ödenecektir. Böylece, birlikler, bu dönemde, ekonomiye yük teşkil eden kara deliklerden birisi olma niteliğinden uzaklaşıp verimli birer ekonomik kuruluş olarak çalışma yoluna girmişlerdir.

Yine, memnuniyetle ifade edeyim, ilk defa bu yıl, birliklerin ortakları olmayan üreticiler "birlikler bizden de mal alsın" demeye başlamışlardır. Geçmiş dönemlerde, ortaklar, birliklere mal vermezken -parasını zamanında alamadığı için- ilk defa bu yıl, bazı üreticiler ortak olmamalarına rağmen "aman, malımızı birlik alsın" demektedir. Bu da, birliklerin ne kadar verimli çalıştığının bir göstergesidir.

Geçmişte finansman ve istihdam sorunlarıyla karşı karşıya bulunan birliklerimiz, günümüzde, borçlarını ödeyebilen ve finansman darboğazını aşma gayreti gösteren bir konumdadır; istihdam yükünü azaltma yolunda da önemli mesafe almış durumdadır.

Birliklerdeki toplam personel sayısı, 1995 yılında 20 213 iken, 1996 yılında 18 536'ya indirilmiş, 30.9.1997 tarihi itibariyle de 17 143'e düşürülmüştür. Görüldüğü gibi, iki yıllık sürede 3 070 kişilik personel azaltması yapılmıştır.

Birliklerde temel hedef, yapısal bir değişimdir; Sayın Cevheri'ye tamamen katılıyorum. Bu bağlamda, biraz evvel Sayın Cevheri'nin de belirttiği gibi, güç koşullarda bulunan Çukobirlik, geçmiş dönemlerde sağlanan kredi kaynakları, personel azaltılması, yönetim değişikliği gibi tedbirler sonucu, hemen hemen normal işleyişine kavuşturulmuştur.

Yine, Sayın Cevheri'ye ve Çukobirlik'in ürün aldığı üreticilere bir bilgi babından şunu söyleyebilirim: Çukobirlik, halen, 7,5 trilyon tutarında pamuk, 856 milyar tutarında soya, 4 milyar tutarında da yerfıstığı almış olup, üreticiye, toplam 6,5 trilyon ödeme yapılmıştır; ekbütçenin bugün devreye girmesiyle birlikte de, bir iki hafta içinde kalan borcun tamamı ödenecektir.

Birliklerin sanayi kuruluşları ile kooperatifçilik hizmetlerinin ayrılması, Bakanlık olarak temel görüşümüzdür. Bu konuda hazırladığımız bir kanun teklifini Meclis gündemine getiriyoruz, o konuda da desteklerinizi istiyoruz.

Yine, birliklerin önemli sorunlarından biri, birliklere önemli bir finansman yükü yükleyen, emekli işçilere ödenmekte olan sosyal yardım zamlarıdır. Birer özel sektör kuruluşu olan bu birlikler, maalesef, kamu gibi nitelenmiş; emekli işçilere ödenmekte olan sosyal yardım zamları, birlik tarafından ödenmektedir. Bu konuda da, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığıyla gerekli çalışmalara başlamış bulunuyoruz.

Sayın Başkan, müsaade ederseniz, bu konuyla ilgili değil; ama, biraz evvel sizin ve daha sonra, Refah Partisi Grup Başkanvekili arkadaşımın bir sorusunu da cevaplandırmak istiyorum.

Sayın Başkan, Promosyon Yasası yürürlüktedir.

ABDÜLKADİR ÖNCEL (Şanlıurfa) – Hani, nerede?!..

SANAYİ VE TİCARET BAKANI E. YALIM EREZ (Devamla) – Bir dakika, bir dakika... (RP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Arkadaşlar, gürültüyü kesin.

Sayın Bakanım, bir dakikanızı rica ediyorum.

Efendim, konuşmayı anlamıyorum. Rica ediyorum, gürültüyü kesin; Sayın Bakanımız önemli bir açıklama yapıyor.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI E.YALIM EREZ (Devamla) – Bildiğiniz gibi, promosyon konusunda, tüketicinin aldatılmasına, kandırılmasına yönelik olarak ilk ciddî tedbir, temmuz 1997'de, yine, o zaman, Sanayi ve Ticaret Bakanı olarak benim tarafımdan hazırlanmış, bir tebliğle disiplin altına alınmıştı. Promosyon yapmak isteyen gazeteler, Sanayi ve Ticaret Bakanlığına başvurup, tebliğ hükümleri çerçevesinde teminatlarını yatırarak promosyon yapma izni alıyor ve ancak öyle promosyona başlama müsaadesi veriliyordu. Daha sonra, temmuz ayının sonunda, yine, bu kürsülerde, uzun mücadeleler sonucunda çıkardığımız Promosyon Yasasıyla da, kültürel ürünler dışında, basın yayın kuruluşlarının promosyon yapmaları yasaklanmıştı. Ancak, kanunun, Yüce Meclis tarafından kabul edilmesinden sonra, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından bir kere daha görüşülmek üzere Meclise geri yollanması nedeniyle, ocak ayına kadar Promosyon Yasası çıkarılamamıştır. Promosyon Yasası, 20 Ocak 1997 tarihinde tekrar aynı şekilde çıkarılmış, Sayın Cumhurbaşkanı Promosyon Yasasını imzalamış; fakat, Anayasaya aykırı bularak da Anayasa Mahkemesine başvurmuştu. İki hafta evvel, Anayasa Mahkemesi, Promosyon Kanununun Anayasaya aykırı bir yönü bulunmadığı konusunda da kararını vermiştir.

Şimdi yapılan nedir; bakın, şimdi yapılan şudur: Promosyon Yasasının, Cumhurbaşkanı tarafından Yüce Meclise iadesinden, ocak ayında çıkmasına kadar geçen süre zarfında, Meydan ve Posta Gazeteleri, yürürlükteki tebliğ uyarınca Sanayi ve Ticaret Bakanlığına müracaat etmişler, teminatlarını yatırmışlar ve promosyon yapma müsaadesini almışlardır. Bunlar, Meydan ve Posta adına promosyonlarına devam etmişlerdir; çünkü, Yasa, 20 Ocak 1997'de çıkmıştır, bunlar ise Sanayi ve Ticaret Bakanlığından, 26 Aralık 1996'da bu müsaadeyi almışlardır. Daha sonra, geçtiğimiz ağustos ayı içerisinde, Hürriyet ve Milliyet Gazeteleri, Pazar ve Meydan Gazetelerinin promosyonlarını kendi promosyonları gibi ilan ederek duyurmaları üzerine, Bakanlığımız tarafından kendilerine bu yayınlarının durdurulması bildirilmiş ve RTÜK'e de başvurularak bu reklamlar durdurulmuştur. Daha sonra, bu gazeteler "biz, Hürriyet ve Milliyet Gazetelerini, Posta ve Meydan Gazeteleriyle beraber dağıtıyoruz" demişlerdir. Türkiye'de, bunu engelleyecek hiçbir kanun yoktur. Hiçbir basın kuruluşuna, kalkıp, Meydan...

BAŞKAN – Ama, bu bir hile efendim.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI E. YALIM EREZ (Devamla) – Efendim bir dakika. Sayın Başkan, siz hukukçusunuz.

ABDULKADİR ÖNCEL (Şanlıurfa) – Muvazaalı hile bu.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI E. YALIM EREZ (Devamla) – Efendim, Türkiye'de hiçbir kanun maddesi, herhangi bir gazeteye, beraberinde başka bir dergi veremezsin demiyor. Promosyonu yapan, Meydan ve Posta Gazeteleri; bunlar da, tebliğe göre bütün gereklerini yerine getirmişler.

KÂZIM ARSLAN (Yozgat) – Sayın Bakan, Meclisle alay ediyorlar.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI E. YALIM EREZ (Devamla) – Efendim, bir dakika; dinlersen anlayacaksın, dinlemeden anlayamazsın ki...

BAŞKAN – Sayın Arslan, dinler misiniz. Rica ediyorum...

SANAYİ VE TİCARET BAKANI E. YALIM EREZ (Devamla) – Sevgili kardeşim, bir dinle, anlamazsan ben sana yine anlatayım.

ABDULKADİR ÖNCEL (Şanlıurfa) – Biz anlıyoruz.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI E. YALIM EREZ (Devamla) – Anlamıyorsun; anlasan bunu söylemezdin. (RP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Öncel, rica ediyorum... Rica ediyorum efendim. Efendim, bir dakika; bir anlayalım.

ABDULKADİR ÖNCEL (Şanlıurfa) – Diyet borcunuz var, onu ödüyorsunuz.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI E. YALIM EREZ (Devamla) – Sayın milletvekili, benim kimseye diyet borcum yok. Ben, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin Bakanıyım, Türk Halkının Bakanıyım; bunu, Promosyon Yasasını çıkarırken de aynen burada söyledim.

Ne benim ne de Türkiye Cumhuriyetinin 55 inci Hükümetinin kimseye diyet borcu yoktur. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

Ağzınıza bir kelime yapıştırmışsınız "diyet borcu, diyet borcu..."

ABDULKADİR ÖNCEL (Şanlıurfa) – İşte meydanda her şey.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI E. YALIM EREZ (Devamla) – Bu Parlamentoda görev yapan bütün milletvekillerinin, bugüne kadar gelmiş geçmiş hükümetlerin ve bugünkü Hükümetin kimseye diyet borcu yoktur.

TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) – Sayın Bakan, elimdeki bu gazete kupürüne bakın; bunu hangi cesaretle yapıyorlar?

BAŞKAN – Efendim, rica ediyorum... Bir dakika arkadaşlar...

RAMAZAN YENİDEDE (Denizli) – Sayın Başkan, Sayın Bakan, milletvekillerini yuhlayan basına ne diyor, onu da açıklasın.

SANAYİ VE TİCARET BAKANI E. YALIM EREZ (Devamla) – Milletvekillerini yuhlayan basını protesto ediyorum huzurlarınızda ve buna müsaade edilmemesi gerektiğini de bir kere daha belirtiyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, beni tanıyorsunuz; demin de ifade ettim, kimseye ne diyet borcum var ne de minnet borcum var. Bu Bakanlığı yaptığım sürece, kanunlara ve hukuka uygun bakanlık yaparım. Bu konuda kimsenin bir endişesi olmasın.

O nedenle, mevcut promosyonların, Promosyon Yasasına aykırı bir tarafı olmadığını bir kere daha huzurlarınızda ifade eder, hepinizi saygıyla selamlarım.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Gündemdışı konuşma cevaplandırılmıştır.

Sayın milletvekillerim, bakınız, hepimiz bu Parlamentonun mensubuyuz. Bu Parlamentonun değerini hepimiz birlikte koruyacağız; ama, birtakım sözcüler, halktan destek bekleyeceğine, Parlamentondan destek bekleyeceğine, gidip de "efendim, bu Parlamento halkın özlemlerine cevap vermiyor" diyerek, o kartelci basının ağzıyla konuşursa, o zaman, onlar da bu Parlamentoya hakaret ediyorlar. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Bu Parlamento, eğer, hakikaten, halkın özlemlerine cevap vermeyecek bir Parlamentoysa, bunu diyen kişi bu Parlamentodan çekilir gider, ondan sonra da halkın özlemlerine cevap veren bir Parlamentoyla gelir buraya. Herkes konuştuğunu biraz bilmelidir, her siyasî partinin sözcüsü de halktan destek beklemelidir; gidip de üç beş basın patronunun emrine girerek siyaset yapmamalıdır; ben onu diyorum. (DYP ve RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

3. —Samsun Milletvekili Ayhan Gürel’in, adliyelerde çalışan zabıt kâtiplerine hak ettikleri kadroların verilmemesine ilişkin gündemdışı konuşması

BAŞKAN – Efendim, üçüncü gündemdışı söz, adliyelerde 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi olarak çalışmakta olan zabıt kâtiplerinin hak ettikleri kadroların verilmemesi nedeniyle, Yüce Heyete bilgi sunmak amacıyla gündemdışı söz isteyen Samsun Milletvekili Ayhan Gürel'e verilmiştir.

Buyurun Sayın Gürel (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 5 dakikadır efendim.

AYHAN GÜREL (Samsun) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün yapacağım konuşmayla ilgili olarak 20 Mart 1997 tarihinde de aynı konuda gündemdışı konuşma yapmış olmama karşın, maalesef, olumlu bir netice elde edemedim; bu nedenle, aynı konu üzerinde tekrar gündemdışı konuşma yapmak zorunda kaldım. Ne yazık ki, Genel Kurulda şu anda bana cevap verecek Sayın Adalet Bakanımı göremiyorum; haddizatında, bu hususta bilgi verirse, bence çok yerinde olur...

BAŞKAN – Neyse efendim, siz konuşun da, Bakan gelir cevap verir, vermez...

AYHAN GÜREL (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Adalet Bakanlığıyla bağdaşmayan bir uygulama içerisinde bulunuyoruz. Şöyle ki; zabıt kâtibi konumunda olup da, üst öğrenimini tamamlamış kamu görevlilerinin, maalesef, intibakları yapılarak, kazanmış oldukları derece ve kademe üzerinden kendilerine hak etmiş oldukları kadrolar verilmemektedir. Şöyle ki; 657 sayılı Yasa, açık olarak belirtmiştir; ama, maalesef, bu açık hükme karşın yine uygulamada hiçbir değişiklik yapılmamaktadır. 36/A açık olarak belirtmiştir; örneğin, lise dengi ticaret lisesini bitiren bir zabıt tibi, 12/2'den başlatılıyor, 3 üncü derecenin son kademesine kadar yükseltilebiliyor. Yine, iki yıllık yükseköğrenimini tamamlamış bir zabıt kâtibi, 10 uncu derecenin 2 nci kademesinden başlatılıyor, 1 inci derecenin sonuna kadar yükseltilebiliyor. Kanun hükmü, yine, 4 yıllık yükseköğrenimini tamamlamış bir zabıt kâtibi 9 uncu derecenin 1 inci kademesinden başlatılıp, 1 inci derecenin son kademesine gelmektedir; 657 (A) açık. Maalesef, bugünkü uygulamada, zabıt kâtipleri 5 inci derecenin altına inememiş. Nereden çıkarıyorlar; 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnemeden... Hayır, 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararname buna engel hüküm getirmiyor.

Yine, 657 sayılı Personel Kanunumuzun 12 inci paragrafın (d) bendi; "üst öğrenimi bitirenler, aynı üst öğrenimi tahsile ara vermeden emsallerin ulaştığı derece kademeyi aşmamak kaydıyle, bitirdikleri üst öğrenim giriş derece ve kademesine memuriyette geçirdikleri başarılı hizmet sürelerinin tamamı her yıl bir kademe, her üç yıl bir derece hesabıyla ilave edilmek suretiyle bulunacak derece ve kademeye yükseltilirler." Açık hüküm var. Efendim kadrom yok...

1988'de kanun hükmünde kararname düzenlemiş Türkiye Büyük Millet Meclisindeki sayın parlamenterlerimiz. Bunlar, Yüce Meclisin iradesi. Örneğin "1.3.1975 tarihinden sonra, kadrosuzluk sebebiyle, derece yükseltmesi yapamayanların bu şekilde başarılı hizmet süreleri öğrenim durumlarına göre, yükselecekleri dereceleri aşmamak kaydıyla, her yıl bir kademe, her üç yılda bir derece verilmek suretiyle, kadro şartı aranmaksızın değerlendirilir. İlgililere bu şekilde yapılacak değerlendirme sonucunda ulaşacakları derece, kademeler üzerinden aylık ödenmesine kanun hükmünde kararnamenin yayın tarihinden ödemeler yapmaya başlanır (16.6.1988)" Ama, maalesef, bugüne değin, herhangi bir ödeme yapılmamaktadır. Yine, idare, 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye dayanarak, 5 inci derecenin altına inemez.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, burada, iki tane açık hüküm, şu Meclisin, Parlamentonun iradesi; kanun hükmünde kararname, yasa... Buna, yürütme organı uymak mecburiyetindedir. Bununla birlikte, elinde iki tane de yargı kararı var. Örneğin; ticaret lisesini bitirmiş, kendisinin intibakını yapmak istemiş ve idare, kendi istemi doğrultusunda, istenilen intibakı yapmamış, idarî yargıya başvurmuş; idarî yargı da, idarî tasarrufu iptal etmiş.

Bununla birlikte, yine, Edirne İdare Mahkemesinin bir kararı var aynı meyanda ve bu kararında, 190 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyi uyguluyor idare mahkemesi ve davayı reddediyor. Bu kez, temyiz neticesinde, Danıştay 5 inci Dairesinin vermiş olduğu karar da, Edirne İdare Mahkemesinin kararını bozuyor; gerekçesi çok açık...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Gürel, süreniz bitti; lütfen, 1 dakikada toparlar mısınız efendim.

AYHAN GÜREL (Devamla) – Toparlayayım Sayın Başkanım.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, az önce açıklamış olduğum 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 36/A,D ve 331 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 8 inci maddesiyle eklenen hükümler karşısında ve az önce, yine açıklamış olduğum 2 tane yargı kararı neticesinde, idare, üst öğrenimi tamamlamış 4 üncü derece ve üstlerine, 3, 2 ve 1 inci derecelere gelmiş zabıt kâtiplerinin intibaklarını yaparak, kendilerine, aynı zamanda, özel hizmet tazminatını da, yüzde 40, yüzde 50, yüzde 60 oranında ödemek mecburiyetindedir.

Bu konunun, çözümleninceye değin Parlamentonun bu kürsüsüne gündemdışı konuşmalarla, sorularla getirileceği ve buna Parlamentonun ve yürütme organının, bilhassa Sayın Bakanımızın, 55 inci Hükümetin Sayın Bakanının çözüm bulacağı kanısıyla, Sayın Yüce Heyetinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum ve teşekkür ediyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Gürel.

Gündemdışı konuşmanın cevaplandırılması için Hükümetten bir istek gelmemiştir.

Gündemdışı konuşmalar bitmiştir.

Bir Meclis araştırması önergesi var; okutuyorum efendim:

C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.—Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı ve 20 arkadaşının, YÖKve Başkanı hakkında ileri sürülen iddiaların araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/216)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ülke kalkınması ve gelişmesiyle birinci dereceden ilgili kurumlarımız olan üniversitelerimiz arasında koordinasyonu sağlamak ve akademik faaliyetlerde üstdüzey yönetimi gerçekleştirmekle yükümlü YÖK ve onun Başkanının, özellikle son zamanlarda önemli yanlışlıkların içinde olduğu ileri sürülmekle, bu konuda tartışmalar gittikçe büyümektedir.

YÖK ve YÖK Başkanı, oluşturduğu olumsuz görüntüyle, toplumda rahatsızlıklara sebep olmaktadır.

Ekli gerekçede ileri sürülen sebeplerle, YÖK ve YÖK Başkanının icraatlarıyla ilgili olarak, Anayasanın ve İçtüzüğün ilgili hükümleri mucibince bir Meclis araştırması açılmasını arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

1. Mustafa Ünaldı (Konya)

2. Temel Karamollaoğlu (Sıvas)

3. Azmi Ateş (İstanbul)

4. Sait Açba (Afyon)

5. Sabahattin Yıldız (Muş)

6. Sabri Tekir (İzmir)

7. Ahmet Karavar (Şanlıurfa)

8. Ömer Naimi Barım (Elazığ)

9. Zülfikar Gazi (Çorum)

10. Maliki Ejder Arvas (Van)

11. Musa Demirci (Sıvas)

12. Ahmet Demircan (Samsun)

13. Hanifi Demirkol (Eskişehir)

14. Mehmet Sılay (Hatay)

15. Süleyman Metin Kalkan (Hatay)

16. Remzi Çetin (Konya)

17. Hasan Hüseyin Öz (Konya)

18. Zülfükar İzol (Şanlıurfa)

19. Mehmet Emin Aydın (Siirt)

20. Veysel Candan (Konya)

21. Osman Hazer (Afyon)

Gerekçe: Ülkemizin uluslararası platformlarda laik olduğu yeri alabilmesi için, bilimsel ve teknolojik katkıyı sağlamakla yükümlü üniversitelerimizin, bilimsel doğruları araştırıp ortaya koyabilmeleri, ancak hür ve serbest bir ortamda mümkündür.

YÖK, kurum olarak ilmin hamisi olması gerekirken, iddialara göre ilmin hamisi değil hâkimi olmak istiyor ve totaliter yöntemler geliştirmeye çalışıyor.

YÖK'ün bilimsel totaliterizmine bariz bir örnek, İnkılap Tarihi Enstitülerinde pekçok profesör bu alanın uzmanı olarak ders vermesine rağmen, bunların eserleri bilimsel totaliterizme yeterince uygun bulunmayıp, bir emekli amiralin kitabının tavsiye edilmesidir.

Bilindiği gibi, eğitim ve bilimsel faaliyet kurumları olan üniversiteler, YÖK'e büyük sorumluluklar yüklemektedir. YÖK ve onun Başkanının sorumluluklarının bilinciyle problemlere çözümler araması gerekirken, yeni problemler üreten birtakım olumsuzlukların peşinde olduğu iddiaları artmıştır.

YÖK Başkanının totaliter tavrına boyun eğmeyenler hakkında bir temizlik harekâtının başlatıldığı iddialar arasındadır. Özellikle, YÖK Başkanının son günlerde tavırları bu iddiaları kuvvetlendirmektedir. Sayın Gürüz'ün millî duygu ve değerlerden yoksun, tahakkümcü, totaliter, kişisel ihtiraslarının esiri, akademik örgütlenmelerde emir komuta zinciri isteyen bir kimlikle bilimsel gelişmeyi önlediği ileri sürülmektedir.

YÖK ile onun Başkanı Sayın Gürüz'ün üniversitelere baskı uyguladıkları, bilim adamı yerine emir eri aradıkları iddiaları gittikçe yaygınlaşmaktadır.

Üniversitelerde ciddî kadro sorunlarının yaşandığı ve kadroların genellikle YÖK'ün inisiyatifine bırakıldığı iddialar arasındadır. Bu iddialara göre, son zamanlarda akademik kadrolar, öğretim üyelerinin yetenek ve çalışmalarına bakılmadan YÖK'ün emirlerine göre dağıtılmakta, keyfi kadro tahsisleri yapılmaktadır. Bu yüzden, demokratik kurallarla seçilen rektörlerin YÖK kararıyla görevden alındığı ileri sürülmektedir. Mersin Üniversitesi Rektörü Sayın Ülkü, kendisine profesörlük kadrosuna ataması için isim dikte ettirildiğini basına anlatmıştır.

Ekonomik sorunlarla boğulan üniversitelerde pek çok sorunu bir tarafa iterek, üniversitelerde kıyıma çıkan Kemal Gürüz'ün YÖK'ü babasının çiftliği gibi kullandığı ileri sürülmektedir.

Başka önemli iddia da, üniversitenin gelişmesini amaçlayan ve yasal olan bazı yüksek lisans programlarının açılması yönündeki önerileri gerekçesiz olarak reddetmekle bilimsel gelişmeyi engellemesidir.

Ayrıca, YÖK'ün üniversitelerimizi dünyaya açmak yerine, Mısır, Pakistan ve Malezya gibi ülkelerin üniversitelerinden mezun gençlerin diplomalarını kabul etmemekle hukuk dışı işlemlerine yenilerini ekleyerek, Türkiye'yi içine kapanmaya zorladığı iddiaları da mevcuttur.

Eğer, iddialar doğruysa, YÖK'ün üniversite yönetimleri üzerinde uyguladığı baskıcı yöntemlerle seçimle gelen rektörleri sudan bahanelerle görevinden alma girişimleri, bağımsız ve tarafsız olmaları gereken millî tavra ters düşmektedir.

Karadeniz Teknik Üniversitesi Rektörlüğü ve TÜBİTAK Başkanlığından olaylı bir şekilde ayrıldığı bilinen Kemal Gürüz, şimdi de YÖK'teki görevini olaylı olarak sürdürmekte, üniversiteler üzerinde baskı ve dayatmalarla totaliter tavrını sürdürmek istemektedir. YÖK Başkanına, bu tavrında ısrarından dolayı, basında, cüppeli Mc Carty sıfatı yakıştırılmıştır.

Halbuki, üniversiteleri baskı altında olan ülkelerin, Meclisi, politikacısı ve girişimcisi de baskıdan kurtulamaz. Antidemokratik gelişmelerden bezgin halkımız, üniversitelerden bir ümit beklerken, YÖK'ten gelen bu tavır, üzüntü kaynağı haline gelmiştir.

Gelişmiş ülkelerde bir öğretim üyesine 10-12 öğrenci düşerken, Türkiye'deki üniversitelerde 100'ün üzerinde öğrenciyle eğitim yapılmaktadır. Bunun yanı sıra baskı ve dayatmalarla karşı karşıya olan öğretim üyeleri, bu durumun bir an evvel çözümlenmesini arzulamaktadırlar.

Bilim üzerinde kurulduğu iddia edilen ipoteğin, yalnız totaliter zihniyete dayanmadığını, operasyonun, işgüzarlığın ötesinde çıkar çatışmalarına dayandığını seslendirenler de vardır. İddiaların oluşturduğu huzursuzluklar üniversitelerin ve insanımızın mutluluğuna zarar vermektedir.

Doğruları tespit etmek ve yanlışlara çare bulmak üzere hazırlanan gerekçemiz, Genel Kurulun takdirlerine arz olunur.

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşmeler, sırasında yapılacaktır.

Sözlü soru önergesinin geri verilmesine dair bir önerge vardır, okutuyorum:

D) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1.—Erzincan Milletvekili Tevhit Karakaya’nın (6/629) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/268)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmının 64 üncü sırasında yer alan 6/629 esas numaralı sözlü soru önergemi geri çekiyorum.

Gereğini arz ederim.

Saygılarımla.

Tevhit Karakaya

Erzincan

BAŞKAN – Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.

Komisyonların başkan, başkanvekili, söcü ve kâtip seçimlerine dair tezkereleri vardır; okutuyorum:

2. —Dışişleri Komisyonu Geçici Başkanlığının, Komisyonun, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yaptığına ilişkin tezkeresi (3/1114)

rkiye Büyük Millet Meclisi Başanlığına

Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışişleri Komisyonu, Başkan, Başkanvekili, Sözcü ve Kâtip seçimi için, 20.11.1997 Perşembe günü Saat 14.00'te toplanmış ve kullanılan 25 adet oy pusulasının tasnifi sonucu, aşağıda adı ve soyadı belirtilen üyeler, karşılarında gösterilen oyları alarak, Başkan, Başkanvekili, Sözcü ve Kâtip seçilmişlerdir.

Bilgilerinize sunulur.

Saygılarımla.

Cevdet Akçalı

Adana

Dışişleri Komisyonu Geçici Başkanı

Başkan : Kâmran İnan (Bitlis) 14 oy

Başkanvekili : Ayfer Yılmaz (İçel) 14 oy

Sözcü : A. Ahmet Denizolgun (Antalya) 14 oy

Kâtip : B. Fırat Dayanıklı (Tekirdağ) 25 oy

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer tezkereyi okutuyorum:

3.—Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Geçici Başkanlığının, Komisyonun, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yaptığına ilişkin tezkeresi (3/1142)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip seçimi için 20.11.1997 Perşembe günü saat 11.00'de 20 üye ile toplanmış ve yapılan seçim sonucunda, aşağıda adı, soyadı ve seçim bölgeleri gösterilen üyeler hizalarında belirtilen oylarla Başkan, Başkanvekili, Sözcü ve Kâtipliğe seçilmişlerdir.

Bilgilerinize arz ederim.

Saygılarımla.

Kahraman Emmioğlu

Gaziantep

Komisyon Geçici Başkanı

 

Başkan : Halûk Müftüler (Denizli) 16 oy

Başkanvekili : Ziya Aktaş (İstanbul) 16 oy

Sözcü : Abdullah Akarsu (Manisa) 17 oy

Kâtip : Mahmut Işık (Sıvas) 17 oy

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur

Diğer tezkereyi okutuyorum:

4.—Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu Geçici Başkanlığının, Komisyonun, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yaptığına ilişkin tezkeresi (3/1143)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonu, Komisyon başkanı, başkanvekili, sözcü ve kâtip seçimleri için 19.11.1997 Çarşamba günü saat 14.30'da toplanmış ve kullanılan 13 oy pusulasının sayımı sonucu, aşağıda adı ve soyadı belirtilen üyeler karşılarında gösterilen oyları alarak Başkan, Başkanvekili, Sözcü ve Kâtip seçilmişlerdir.

Bilgilerinize sunulur.

Saygılarımla.

M. Altan Karapaşaoğlu

Bursa

TBMM Hesaplarını İnceleme Komisyonu

Geçici Başkanı

Başkan : Mehmet Moğultay 7 oy

Başkanvekili : Şerif Bedirhanoğlu 13 oy

Sözcü : Mustafa Köylü 13 oy

Kâtip : Abdulhaluk Mutlu 13 oy

BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.

Komisyon Başkan, Başkanvekili, Sözcü ve Kâtipliklerine seçilen tüm arkadaşlarımızı kutluyor, başarılar diliyoruz.

Sayın milletvekilleri, gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleri ile Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmına geçiyoruz.

IV.—KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1.—Emniyet Teşkilâtı Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair 490 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/217) (S. Sayısı :132)

2.—625 Sayılı Özel Eğitim Kurumları Kanunu ile 222 Sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanununun Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesi Hakkında 254 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 625 Sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair 326 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/71, 1/111) (S. Sayısı :168)

3.—Ailenin Korunmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/597) (S. Sayısı :335)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, İçişleri, Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Adalet Komisyonları, henüz görev bölümü, yani başkan, başkanvekili, sözcü, kâtip üye seçimlerini yapamamışlardır.

Bu itibarla, Genel Kurulda temsil edilmeleri mümkün bulunmadığından, 132, 168 ve 335 sıra sayılı kanun tasarılarının müzakerelerini erteliyoruz.

4.—Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü Kanununa Bir Ek Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/612) (S. Sayısı :387)

BAŞKAN – Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü Kanununa Bir Ek Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun müzakeresine başlayacağız.

Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

5.—Türkiye Cumhuriyeti ile Romanya Arasındaki Serbest Ticaret Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu Raporu (1/611) (S. Sayısı :359)

BAŞKAN – Türkiye Cumhuriyeti ile Romanya Arasındaki Serbest Ticaret Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Dışişleri Komisyonu raporunun müzakeresine başlayacağız.

Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

6. —Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya Hükümeti Arasında Kültür Merkezleri Kurulması ve Bu Merkezlerin Faaliyeti Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Dışişleri komisyonları raporları (1/473) (S. Sayısı :186)

BAŞKAN – Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Romanya Hükümeti Arasında Kültür Merkezleri Kurulması ve Bu Merkezlerin Faaliyeti Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarı ve Millî, Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Dışişleri Komisyonları raporlarının müzakeresine başlayacağız.

Komisyon?.. Yok.

Ertelenmiştir.

7.—Kütahya Milletvekili Mustafa Kalemli, Anavatan Partisi Genel Başkanı Rize Milletvekili Mesut Yılmaz, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Tansu Çiller, Demokratik Sol Parti Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Antalya Milletvekili Deniz Baykal ile 292 Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 83 üncü Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu Raporu (2/676) (S. Sayısı :232)

BAŞKAN – Kütahya Milletvekili Mustafa Kalemli, Anavatan Partisi Genel Başkanı Rize Milletvekili Mesut Yılmaz, Doğru Yol Partisi Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Tansu Çiller, Demokratik Sol Parti Genel Başkanı İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Antalya Milletvekili Deniz Baykal ile 292 Milletvekilinin; Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 83 üncü Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifi ve Anayasa Komisyonu raporunun müzakeresinin ilkini, dünkü birleşimde tamamlamıştık; aslında, dünkü birleşim bugüne sarktığı için, bugün tamamladık. Anayasanın 175 inci maddesine göre, Anayasa değişiklik teklifleri, iki görüşmeye tabidir. İçtüzüğün 93 üncü maddesine göre, ikinci görüşmeye, birinci görüşmenin bitiminden kırksekiz saat geçmeden başlanamayacağı hükmü karşısında, bu teklifi de bugün müzakere edemiyoruz.

8.—4219 Sayılı 1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı (A) İşaretli Cetvelde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/673) (S. Sayısı :393) (1)

BAŞKAN – 4219 Sayılı 1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı (A) İşaretli Cetvelde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu raporunun müzakeresine başlıyoruz.

Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon raporunun okunup okunmaması hususunu oylarınıza sunacağım: Raporun okunmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Raporun okunması kabul edilmemiştir.

Tümü üzerinde, söz isteyen, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Algan Hacaloğlu; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Diğer gruplar da konuşmacılarını bildirsinler.

Sayın Hacaloğlu, süreniz 20 dakika; buyurun efendim.

CHP GRUBU ADINA ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1997 yılı ekbütçe yasa tasarısı üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini dile getirmek üzere söz almış bulunuyorum; hepinize saygılarımı sunarım.

Bu arada, birçok arkadaşımda gördüğüm şu kurdeleyi de henüz takmamış olan arkadaşların dikkatine sunuyorum; bayan arkadaşlarım taktılar. Bu kurdele, salı günü veya çarşamba günü, yeniden, anayasa değişikliği üzerinde yapılacak oylamada...

İLYAS ARSLAN (Yozgat) – Bununla ne ilgisi var Sayın Başkan...

BAŞKAN – Bir dakika... Bir dakika efendim...

NİHAT MATKAP (Hatay) – Niye rahatsız oluyorsunuz...

ALGAN HACALOĞLU (Devamla) – ...anayasa değişikliğini yapmaya gönül verenlerin taktığı bir kurdele anlamını taşıyor; bilgilerinize sunuyorum. (RP sıralarından gürültüler)

Değerli arkadaşlarım... Değerli arkadaşlarım...

BAŞKAN – Efendim, bir dakika... Bir dakika Sayın Hacaloğlu...

Aslında, yani, bu, bir tane, Sayın Aysel Çokşey diye bir hanım arkadaşımız bir şeyler takıyor... Çokşey mi, Göksoy mu?.. (RP sıralarından gülüşmeler)

Şimdi, evvela, bunun için bizden izin alınmadı. Meclis Başkanlığından böyle bir izin alınmadan Genel Kurul salonunda böyle gösteri yapmak kimsenin haddine değildir. Aslında, ben farketseydim, kendisini de atardım Meclisten dışarıya... (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Buyurun efendim.

TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) – Şovmen... Şovmen...

NİHAT MATKAP (Hatay) – Efendim, hersek kurdele takabilir; niye rahatsız oluyorsunuz?

ALGAN HACALOĞLU (Devamla) – Sayın arkadaşlar, evet, şimdi ekonomiye dönüyoruz. 1997 yılında, Cumhuriyet Halk Partisi dışında, Mecliste grubu bulunan tüm partilerin sorumluluğu altında yürütülen 1997 yılı ekonomik uygulamalarının temel göstergesi olan, temel belgesi olan bütçe yasasının; yani bütçenin eksik kalan ödeneklerini kapatmak üzere Hükümetimizin talep ettiği ekbütçe üzerinde görüşüyoruz.

Sözlerime girmeden evvel, 1997 yılı bütçe yasası kabul edildiğinde Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi olarak yazmış olduğumuz karşı oy yazısını size öncelikle iletmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, o zaman, yani 1997 yılı başında "1997 yılı bütçesi güven vermeyen, inandırıcı olmayan, samimiyet ilkesinden yoksun, gayri ciddî bir bütçedir" demişiz ve yine "1997 yılı bütçesi, Yedinci Beş Yıllık Planla uyumu olmayan, vizyonsuz ve tutarsız bir bütçedir" demişiz. "1997 yılı bütçesi toplumun hizmet taleplerini karşılamada yetersiz, sosyal devleti gerileten çağdışı bir bütçedir" demişiz, "vergide adaleti sağlamayan, eşitsizlikleri artıran, iç barışa katkıda bulunmayan çarpık bütçedir" demişiz ve sonra ilave etmişiz "kamu mal ve tesislerini haraç mezat satma, zam ve borçlanma bütçesidir" diye tespit etmişiz. "Kayıtdışı ekonomiyi özendiren, sıcak paraya tutsak bir faiz bütçesidir" demişiz ve "bu nitelikleriyle işçi, memur ve emeklileri enflasyon altında ezen bir sömürü bütçesidir" demişiz. Bunlar tespitler, bunlar, daha yola çıkarken yapılmış tespitler olarak belirtilmiş ve sonra yine ilave etmişiz "bu bütçede ve sonra ilave etmişiz "Bu bütçenin gelirleri hayalî. Sayın Erbakan'ın hayalî gelir paketleriyle şişirilmiş bir bütçe, denk bütçe olarak sunulmakla beraber..."

İLYAS ARSLAN (Yozgat) – Sizin hayaliniz yetmez!

ALGAN HACALOĞLU (Devamla) – "...bu bütçe, 1997 yılı sonunda, 2,2 katrilyon Türk Lirası açık verecektir" demişiz. Hükümet diyor ki: "Hayır, bu bir denk bütçedir; bu bir devrim bütçesidir; biz açık vermeyeceğiz." Ancak, daha yolun başında "hayır, bu dedikleriniz hayalîdir, gerçekçi değildir, bu bütçe 2,2 katrilyon lira açık verecektir " demişiz.

Değerli arkadaşlarım, ben, Yüce Meclisten özür diliyorum. Ben yanılmışım; ben, daha iyimser bakmışım. Bu bütçe, 2,2 katrilyon lira açık vermiyor. Bu bütçenin açığı, 2 katrilyon 625 trilyon lira. Maalesef, 400 trilyon lira yanılmışım. Bu benim hatam; ama, peki, bu denk bütçe zemininden bütçeyi bu noktaya getirenlerin hataları nerede; bu bütçe buraya nasıl geldi, hangi anlayışla geldi, niye getirildi, bunları konuşmak lazım.

Önümüzdeki ekbütçe tasarısı, yıl içerisinde uygulanan politikalar nedeniyle ortaya çıkan ödenek açığını kapatmaya yönelik. Ekbütçe talebi ilk defa gelmiyor, ekbütçe talebi birçok yıl, bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmıştır. Ancak, bu yıl, genel bütçenin yüzde 30 düzeyine varan bu ekbütçe, genel bütçenin daha oluşurken sakat temelde sağlıksız gelir kabulleri, beklentileri ve politikalarıyla bu noktaya gelmiştir.

Böyle bir ekbütçe talebini kabul etmemek mümkün değil. Bu, bir defteri, olay bittikten sonra mizana sokma işlemi; yani, buna "hayır" deseniz ne olacak? Paralar gitmiş, bütçe delinmiş, açık var; bir mizan kuracaksınız. Yapılan harcamalara kanunsuz işlem mi diyelim? Bunları bir yere oturtacağız. Zorunlu yapılacak olan harcamalar var; güvenlik harcaması var, personel harcamaları var; şu var bu var. Daha, önümüzde iki ay var. Doğal olarak, bu bütçeyi onaylayacağız; ama, bu bütçeyi -ekbütçeyi kastediyorum- onaylamak demek, Türkiye'nin kaynaklarını, gelirlerini, hesapsız kitapsız harcamaya cevaz vermek, evet demek anlamına gelmiyor; uygulanan neoliberal ekonomi politikalarını, rant politikalarını onaylamak anlamına gelmiyor. Evet, bir sosyal demokrat kimlikli Maliye Bakanımız var; ama, ne yazık ki, henüz...

BAŞKAN – Sayın Hacaloğlu, bir dakika rica edeyim.

Efendim, siz, benden müsaade aldınız mı, rozet takıyorsunuz?

GENCAY GÜRÜN (İzmir) – Kurdele...

BAŞKAN – Bu Meclisi ben yönetiyorum; ne diye gelinip, burada rozet takılıyor; anlamıyorum.

İRFAN GÜRPINAR (Kırklareli) – Rozet değil kurdele!..

BAŞKAN – Buranın bir adabı var hanımefendi. Siz milletvekilisiniz... Bir milletvekili sıfatınız var... Benden izin almadan, burada, milletvekillerine rozet takılır mı? Rica ediyorum...

GENCAY GÜRÜN (İzmir) – Kendisi istedi.

İRFAN GÜRPINAR (Kırklareli) – Ben kendim takıyorum.

BAŞKAN – Ben, sabahtan beri görüyorum efendim.

Rica ediyorum hanımefendi; lütfen, oturur musunuz yerinize. (CHP sıralarından gürültüler)

İRFAN GÜRPINAR (Kırklareli) – Niye alınıyorsunuz?!.

ATİLÂ SAV (Hatay) – Sayın Başkan, böyle bir hakkınız yok.

BAŞKAN – Efendim, burayı ben yönetiyorum. Burada, her milletvekili çıkıp da bildiri, şu bu dağıtamaz; benden müsaade alacak, Sayın Sav.

ATİLLÂ SAV (Hatay) – Hayır efendim; öyle bir hakkınız yok.

BAŞKAN – Var!..

Lütfen... Bir daha, Başkandan izin alınmadan, bu Genel Kurul salonunda hiçbir hareket yapılmayacaktır. Oturur musunuz... (RP sıralarınan alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)

ATİLÂ SAV (Hatay) – Öyle bir hakkınız yok.

BAŞKAN – Ne dağıtılıyor benim haberim yok.

ATİLÂ SAV (Hatay) – Lüften, bir milletvekiliyle saygılı konuşun.

BAŞKAN – Sayın Sav, bir dakika beni dinler misiniz.

Sayın Sav, burada birtakım şeyler dağıtılıyor. Ben, Meclis Başkanıyım, benim haberim olması lazım. Nedir bu dağıtılan?

ATİLÂ SAV (Hatay) – Haberiniz olması gereken şeylerden haberiniz olur.

İRFAN GÜRPINAR (Kırklareli) – Kurdele...

BAŞKAN – Ne kurdelesi efendim; bileyim, ne kurdelesi?.. Belki, vatana ihanet suçuna bir madalya veriyorsunuz?!.

ATİLÂ SAV (Hatay) – Bir milletvekiliyle böyle konuşamazsınız Sayın Başkan.

BAŞKAN – Efendim, ben konuşurum. Ben, bu Genel Kurul salonunda dağıtılan her şeyden haberdar olmak zorundayım.

ATİLÂ SAV (Hatay) – Hayır efendim; öyle bir şey yok.

BAŞKAN – Sayın Sav, siz mi yönetiyorsunuz, ben mi yönetiyorum Genel Kurulu?

Efendim, burada, bu Genel Kurul salonunda yapılan her hareket hakkında bana bilgi verilecek.

İRFAN GÜRPINAR(Kırklareli) – Hayır; yok öyle bir şey.

BAŞKAN – O zaman, Genel Kurul salonunda oturmayın.

ATİLÂ SAV (Hatay) – Öyleyse, müdahale edin de görelim!..

BAŞKAN – Sayın Sav, zatıâliniz, Anayasa Komisyonu Başkanısınız...

ATİLÂ SAV (Hatay) – Sayın Başkan, rica ediyorum; bir millyetvekiliyle böyle konuşmanız doğru değil.

BAŞKAN – Peki, siz Komisyona başkanlık yaptığınız zaman, Komisyonda, sizin bilginiz dışında birtakım olaylar olacak mı?

ATİLÂ SAV (Hatay) – Efendim, o ayrı bir şey.

BAŞKAN – Ne ayrısı?.. Olur mu canım!... Sabahtan beri, millete, birtakım şeyler takılıyor.

AYHAN FIRAT (Malatya) – Konuşma şeklinizi ayarlayın; siz, bir milletvekiliyle konuşuyorsunuz.

BAŞKAN – Sayın Fırat, sen benim muhatabım değilsin.

AYHAN FIRAT (Malatya) – Sen, bir hanım milletvekiliyle konuşuyorsun; önce, bunu bil.

BAŞKAN – Hanımefendi, bakın, siz milletvekilisiniz; milletvekili, burada, bu Genel Kurul salonunda, Başkanın bilgisi olmadan bir şey yapamaz.

GENCAY GÜRÜN (İzmir) – Ben naneşekeri de dağıtırım, kurdele de dağıtırım arkadaşlarıma.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Hacaloğlu, devam edin efendim.

ALGAN HACALOĞLU (Devamla) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; izninizle devam ediyorum.

MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Meclisin adabına uyun biraz; bu Meclisin bir adabı var. (CHP sıralarından gürültüler)

ALGAN HACALOĞLU (Devamla) – Sayın Başkan, lütfen...

BAŞKAN – Arkadaşlar, lütfen susalım; rica ediyorum...

ALGAN HACALOĞLU (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, konuya dönüyorum.

Biraz evvel, Sayın Maliye Bakanımıza değinmiştim. Sosyal demokrat kimlikli bir Maliye Bakanımıza rağmen, ülkemizde, 1980'li yılların başından günümüze devam etmekte olan politikalarda, temelde bir değişiklik, henüz olmamıştır. Bunun beklentisi içerisindeyiz.

Günümüzde, ekbütçe tartışılırken, mevcut durumu, gelecekte olabilecek iyileşmeleri temel alarak irdeleyemeyiz. Ekbütçeyi, mevcut, halen uygulanmakta olan politikalar çerçevesinde irdelemek zorundayız.

Türkiye ekonomisi, yıllardır, sıcak paraya ve kayıtdışı paraya endekslenmiştir, kayıtdışı ekonomiye endekslenmiştir. Ne yazıktır ki, Türkiye, sıcakpara ve karapara odaklarının ayrıcalıklı bir ülkesi haline gelmiştir. Bunu aşmadıkça; politikalarımızı, ekonominin yönetimini üretim ekonomisi eksenine çekerek, fiskal ve maliye politikalarını temel eksen haline getirerek, finans reformunu, banka reformunu gereğince uygulayarak ve ekonominin yönetiminde ciddî bir eşgüdüm ve ilkelerle uyumlu bir çerçeve oluşturmadıkça, Türkiye'nin belini büken sorunların altından kalkamayacağımız çok açık.

Türkiye ekonomisi, 1997 yılında, uzun bir süredir sahip olduğu bazı özelliklerinden kendini arındıramadı. Biraz evvel belirttim, 1997 yılında hâkim olan yapı rant ekonomisiydi. Ekim ayı itibariyle, repo işlemlerinin miktarı 2,6 katrilyon Türk Lirası düzeyine tırmanmıştır. Bu miktar, M1 dediğimiz dar kapsamlı para büyüklüğünün 2,2 katı düzeyindedir. Yılbaşında bu oran 0,8 düzeyindeydi. Repoda çılgınca bir büyüme vardır. Para piyasalarında, borsa piyasalarında son çöküntüler, dışarıdaki ve içerideki çalkantılar repo piyasasına bir başka büyüme dinamiği getirmiştir. Repodan kim yararlanıyor; repodan, büyük sermaye yararlanıyor, repodan, büyük kuruluşlar yararlanıyor. Bedelini kim ödüyor; bedelini, vergilerin büyük bölümünü ödeyen işçiler ödüyor, emekçiler ödüyor, emekliler ödüyor, küçük üreticiler ödüyor ve namusuyla borcunu ödeyenler ödüyor, vergisini ödeyenler ödüyor.

MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Sayenizde!..

ALGAN HACALOĞLU (Devamla) – 1997 yılında Refahla başlayıp, bugünkü Hükümetle devam eden ekonomi, bir zam ekonomisiydi, bir vurgun ekonomisiydi. Zamla yurttaşlarımızdan vergi almayı bir marifet zannettiniz. Sadece son dört ayda akaryakıttaki fiyat artışı, yani, akaryakıta yapılan zam yüzde 65'e ulaşmıştır.

MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – Kim destekliyor?!.

ALGAN HACALOĞLU (Devamla) – Bunun yarısından çoğu doğrudan doğruya vergi niteliğindedir. "Zam" diyorsunuz, zam yapıyorsunuz; ama, o ürünü üreten KİT'e o zamdan kaynaklanan kaynak tahsisini yapmıyorsunuz; vergi olarak bütçeye aktarıyorsunuz ve sonra diyorsunuz ki: "KİT'ler zarar ediyor, KİT'ler enflasyonun temel nedenidir, KİT'ler ekonominin karadeliğidir." Hayır... Bu, gerçekdışı bir saptamadır, sağın bir yanıltmasıdır; yıllardır devam eden bir ideolojik yanıltma, 1997 yılında da devam etmiştir.

Evet, KİT'ler iyi yönetilmiyor, KİT'ler sermayelerine göre gereğince verimli çalışmıyor; ama, KİT'ler zarar etmiyor. KİT'ler, 1997 yılında...

MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – Refahyol döneminde kâr etmişti...

ALGAN HACALOĞLU (Devamla) – ... bütçenin yüzde 32,6'sına ulaşan bütçe açığına olumsuz bir katkı sağlamıyor. KİT'lerin 1997 yılında, uzun yıllardır rekor düzeye ulaşan -yüzde 12'leri de yaşadık; doğrudur- ancak, emekçilerin gösterdiği bunca özveriye rağmen 1997 yılında yüzde 9,5'e tırmanan kamu kesimi borçlanma gereğinin gayri safî millî hâsılaya oranı içinde -yüzde 9,5'lik oran içinde- eksi değil, artı payı vardır; yani, olumsuz katkı sağlamıyor, aksine onu azaltmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, evet, bir zam ekonomisi, bir rant ekonomisi ve bir sömürü ekonomisi... Neden sömürü ekonomisi; çünkü, 1996 yılının ilk altı ayı ile 1997 yılının ilk altı ayı mukayese edildiğinde, kamu kesiminde ve özel kesimde işten çıkarılanların, o, sizlerin destek vermemeniz nedeniyle, iş güvencesine; yani, yargı yoluyla, feshin denetimine yönelik temel hakkın işçilere verilmemesi nedeniyle işten çıkarılanların oranında yüzde 30'luk artış olmuştur. İşçiler kapı önüne konmuştur. Emeklilerin reel gelirinin, 1989 yılı 100 olarak alındığında, 1997 yılında 1992 ve 1993 yılının yüzde 25 gerisinde kaldığını görmekteyiz. Yine, 1989 yılı temel alındığında, 1997 yılında ortalama ücretlerin, 1992 yılı verilerine göre, rakamlarına göre, asgarî yüzde 20 düzeyinde geri kaldığını görmekteyiz. Yani, reponun çılgınca yükseldiği, bastırılan kur karşısında -Güneş Taner'in geçen gün söylediği gibi- dış dünyada yüzde 5 olan döviz üzerinde getirinin, ülkemizde yüzde 30'a tırmandırılmış olması nedeniyle, 1998 yılında 5,9 katrilyona tırmandırılması hedeflenen faiz ödemelerinin, 1997 yılında ulaştığı 2,3 katrilyonluk düzeyi nedeniyle, emekçiler ezilmişler, emeiler sömürülmüşler ve yıllardır sürdürülmekte olan bu rant ekonomisi, bedelini, Türkiye'nin gelir dağılımını son derece bozarak iç barışa olumsuz katkıda bulunmuştur.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, bizler, hep, gelir dağılımının üst yüzde 20 ve alt yüzde 20'lik dilimlerinin mukayesesini yaparak tespitler yapıyoruz. Devlet İstatistikin bize verdiği rakamlar bu düzeyde, bu kalıplar içerisinde. Ancak, Sayın Cumhurbaşkanımız, geçenlerde, İstanbul Üniversitesinin açılış töreninde üst yüzde 10 ile alt yüzde 10 dilim; yani, Türkiye'de en çok geliri olan 6,5 milyon insan ile en az geliri olan 6,5 milyon insanın gelirleri arasındaki farkı belirtti. Evet, değerli arkadaşlarım, Sayın Cumhurbaşkanımızın belirttiği rakam, 18 katıdır. 18 katı demek, gelir dağılımının birçok Afrika ülkesinden dahi daha bozuk olduğu anlamına geliyor. Yüzde 20'ler arasındaki gelir dağılımındaki fark, 11,8 katı.

BAŞKAN – Sayın Hacaloğlu, 1 dakikanız var efendim.

ALGAN HACALOĞLU (Devamla) – Peki efendim.

Değerli arkadaşlarım, bütün bu politikalar çerçevesinde, doğal olarak enflasyon devam etmektedir. Hükümetin tahmini, 1997 yılında enflasyonun, toptan eşya endeksi bazında yüzde 88 olacağı şeklinde. Ancak, Sayın Güneş Taner'in evvelki gün Washington'dan da söylediği gibi, bu rakam tüketici endekslerinde yüzde 100'ün altında kalmayacak. Daha şimdiden, gerek kur gerekse fiyat endeksi konusunda Hükümetin 1998 yılı için almış olduğu temel veriler, temel rakamlar çökmüştür.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Rica ediyorum_

ALGAN HACALOĞLU (Devamla) – Efendim, teşekkür edip, bağlıyorum.

BAŞKAN – Peki. Siz de biliyorsunuz, herkese 1'er dakika verirsek, 10 dakika ediyor.

Buyurun efendim.

ALGAN HACALOĞLU (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bu çerçevede, Türkiye'de işsizliği, eşitsizliği, istikrarsızlığı ve verimsizliği yıllardır bu ülkenin başına musallat eden rant ekonomisinin temelini oluşturan 1997 bütçesinin ödeneklerini artıran ekbütçe, Türkiye'nin emekçilerinin, çalışanlarının, emeklilerinin sorunlarını azaltmayacak, fiyat artışlarını indirmeyecek; ama, defter üstünde işlemlere bir düzenleme, bir kayıt getirecektir.

Biz, Hükümetimize diyoruz ki; vakit varken kendinize gelin, rant ekonomisinden sıyrılın.

Hepinize sevgi, saygı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Hacaloğlu.

SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) – Sayın Başkan, biraz önce çok değerli milletvekilimiz kürsüde oldukları için, kürsü hakkına saygı nedeniyle söyleyemedik; eğer, izin verirseniz_

BAŞKAN – Buyurun.

SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) – Sayılarımız az olabilir; ancak, biraz önceki bir bayan milletvekiline davranışı çok üzüntüyle izledik. Aslında, Mecliste çok çirkin davranışlar ve hakikaten bizleri üzen tavırlar söz konusu olduğu zamanlar bile böyle bir tepki konulmamıştı.

Sizden ricamız ve arz ederek söylüyorum, lütfen, böyle bir konu olduğu zaman, en azından -çevrenizde birçok görevli var- bir ufak pusula göndermeniz mümkün olabilir. Bu da, bizlerin yanlışları konusunda, kendimizi doğrultmamız, düzeltmemiz açısından yardımcı olabilir.

Teşekkür ederim. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Pişkinsüt.

Efendim, ben, bir defa, kadın-erkek ayırımı yapmıyorum, cinsiyet ayırımı yapmıyorum; bir. İkincisi, ben, görevli arkadaşa sordum...

RİFAT SERDAROĞLU (İzmir) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Bir dakika... Görevli arkadaşa dedim ki, bu dağıtılan nedir? Bana bildirilmedi.

Bakın Hanımefendi, bir gün, birisi gelir, bir milletvekili arkadaşımız, olabilir ki, yasaklanmış bir...

MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – Bildiri yayınlayabilir.

BAŞKAN – ...bildiri yayınlayabilir burada. (DSP, CHP ve DTP sıralarından gürültüler)

RİFAT SERDAROĞLU (İzmir) – Olur mu öyle şey! Siz, en tecrübeli üyemizsiniz; Danışma Meclisinde de bulundunuz siz.

BAŞKAN – Efendim, ben hâlâ öğrenmiş değilim; yani, dağıtılanın ne anlama geldiğini bilmiyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisini, burada biz yönetiyoruz. Aslında, bu salonda yapılan her hareketten benim haberimin olması lazım; Başkanım. Aksi takdirde, ben nasıl burayı yöneteceğim. Herkesten önce benden müsaade alınacak. Ben, bir erkek arkadaşımız da dağıtsaydı, aynı tepkiyi gösterirdim. Ben, önce, dağıtılan nedir diye, buradaki görevliyle haber gönderdim; arkadaşıma da sordum; dağıtılan nedir, bunu bana bir bildirin dedim; fakat, bildirmediler.

Şimdi, Sayın Sav, Anayasa Komisyonu Başkanı bile diyor ki "biz, istediğimiz gibi burada hareket edeceğiz; Meclis Başkanı bir şeye karışmayacak." Böyle bir yönetim biçimi olur mu? Burası Genel Kurul salonu; burada sinek bile uçsa Başkanın haberi olacak, sineğin uçuşundan bile Başkanın haberi olacak. Onun için, herkes, bu disipline uymak zorundadır. Yani, birileri, kafasına estiği gibi getirip burada rozetler takacak, gösterişler yapacak; ondan sonra, bir gün, bir askerî rütbe takacak; bu olmaz. Eğer askerî rütbeyi istiyorsa, gidip o askerî rütbenin gerektirdiği görevi yapacak; milletvekilliği yapacaksa, gelip milletvekilliğini yapacak... (DSP, CHP ve DTP sıralarından gürültüler)

ATİLÂ SAV (Hatay) – Sayın Başkan, benim söylemediğim şeyleri, söylemiş gibi tutanağa geçirtmeyin. Ben "Sayın Başkanın, bir milletvekilini bu şekilde azarlamaya hakkı yoktur" dedim.

BAŞKAN – Efendim, siz milletvekilinin avukatı mısınız?!

ATİLÂ SAV (Hatay) – Evet efendim.

BAŞKAN – Avukatı mısınız?!

SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) – Hepimiz birbirimizin avukatıyız efendim.

BAŞKAN – Her milletvekili kendisini savunur.

ATİLÂ SAV (Hatay) – Ne olduğunu herkes gördü.

BAŞKAN – Sayın Metin Şahin, buyurun efendim.

HASAN GÜLAY (Manisa) – Sayın Başkan, burası çitfliğiniz değil, istediğiniz gibi davranamazsınız; burası Yüce Meclis.

RİFAT SERDAROĞLU (İzmir) – Sayın Başkan, siz Danışma Meclisinde bile üyelik yaptınız; kaba davranıyorsunuz bayanlara.

BAŞKAN – Efendim, Sayın Serdaroğlu, benim ne olduğumu herkes bilir; sizin de ne olduğunuzu herkes bilir, benim de ne olduğumu...

Benim, Danışma Meclisinde yaptığım mücadeleyi herkes bilir. 82 Anayasasına karşı çıktım "bu bir paçavradır, bunun yırtılması lazım" dedim; sizler öyle yapmadınız, desteklediniz ve onsekiz sene sonra, hep benim sözlerime geldiniz. Beni, o zaman veto eden o generaller sizleri politika sahasına getirdi; bunların hepsi biliniyor; onun için, lütfen... (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Eğer istiyorsanız, televizyonlara çıkalım, birbirimizin her şeyini ortaya dökelim. Hodri meydan!.. Benim hiç kimseden çekindiğim bir taraf yok; tamam mı... Ben, gidip, bazı basın patronlarının gölgesine sığınarak da politika yapmıyorum. (DYP ve RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

TURİZM BAKANI İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Anahtarı verebilir miyim Sayın Başkanım!.. Siz "izin isteyin" dediniz de!..

BAŞKAN – Bütçeniz müzareke ediliyor; lütfen, siz sorumluluk gösterin.

Buyurun Sayın Şahin.

DSP GRUBU ADINA METİN ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 1997 Malî Yılı Bütçe Kanununun ilgili cetvellerinde değişiklik yapılması; daha açık bir ifadeyle, 1997 yılı bütçesine ihtiyaç duyulan eködeneğin verilmesi yönündeki tasarı üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, son yıllarda izlenen ekonomik politikalar ve uygulamalar, ne yazık ki, bütçelerin gerçekçi temellere oturtulmadan hazırlanmasına yol açmış ve bunun da doğal sonucu olarak, bütçeler hep açık verir hale gelmiştir. Açık veren bütçelerin açıklarının kapatılabilmesi için de, yine, her yıl, yaklaşık bu tarihlerde, ekbütçe talepleriyle Türkiye Büyük Millet Meclisinin önüne gelinmiştir.

Değerli arkadaşlar, şimdi üzerinde görüştüğümüz ekbütçe konusunda, hepinizin hatırlayacağı gibi, bundan yaklaşık bir yıl önce, yine bu sıralarda ve bu sıralardan önce de Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonunda 1997 bütçesini görüşmüştük. 1997 yılı bütçesinin, gerek Türkiye Büyük Millet Meclisine gerekse topluma sunulan en önemli özelliği, denk bütçe olmasıydı. Yani, o zaman, Refahyol Hükümeti, bu bütçeyi, Hükümet tasarısı olarak önümüze getirirken, Genel Kurulun onayına sunarken, denk bütçe iddiasıyla gelmişti. Yine, o zamanki rakamlara göre, bağlanan rakam 6 katrilyon 255 trilyon lira dolayındaydı. Şimdi, aradan bir yıl geçtikten sonra, önümüze gelen eködenek talebi -bu bütçenin açığının kapatılması ihtiyacı- bir evvelki, yani, içinde bulunduğumuz ve tamamlamakta olduğumuz 1997 yılı bütçesinin, gerçekten denk olmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Şimdi yapmakta olduğumuz ise, ifade edildiği üzere, denk olmayan bütçenin açığını kapatma işlemidir; yani, eksik kalan miktarlar için, yeni bir ilave ödenek verilmesini gerektirmektedir.

Bir sataşma olması düşüncesiyle değil; ama, bazı gerçeklerin hatırlanmasının yararlı olacağını düşünerek şunları da söylemek istiyorum: Tam bir yıl evvel, gerek Plan ve Bütçe Komisyonunda gerekse burada yapılan müzakerelerde, Hükümetin, denk bütçe olması yönündeki iddiasının doğru olmadığını, bu açıkların varit olduğunu; çünkü, gelir ve giderlerin hesaplanmasında, Hükümetin yanlışlıklarının bulunduğunu, bazılarının çok hayalî olarak ortaya konulduğunu, bazı gider kalemlerinin ise gerçeği yansıtmadığını, tam aksine, daha yüksek değerlere ulaşacağı halde, daha düşük gösterildiğini ifade etmiştik. Bunu, vaktinizi almadan birer satırlık örneklerle hatırlatmada bulunmayı yararlı görüyorum. 6 Kasım 1996'da - hemen hemen tam bir yıl evvel- Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonunun 1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı hazırlıkları üzerinde yaptığı görüşmelerin tutanağından birkaç satır okuyacağım. Bu okuyacağım ifadelerin bir kısmı komisyon üyesi olarak bana, bir kısmı, şimdiki Maliye Bakanı Sayın Temizel'e, bir bölümü de, yine şu anda Hükümetimizde Millî Eğitim Bakanlığı görevi yapan Sayın Uluğbay'a aittir.

İfade şöyle: "Demek ki, 1996 yılında 1.6 katrilyon lira açık meydana gelecektir." Bir evvelkinden bahsedilerek söyleniyor. "1997 Bütçe Yasası Tasarısının sadece iki gelir kalemi üzerinde yapılan bir analiz bile, bütçenin 2.2 katrilyon lira açık vereceğini ortaya koymaktadır."

Bir başka ifade: "Bütün bu değerlendirmelerden sonra gelir bütçesinde de 1 katrilyon dolayında bir açık vardır. Bu boyutlarıyla yan yana koyduğumuzda 2 katrilyonla 2,5 katrilyon arasında oluşan bir başlangıç açığı verecek noktada demektedir."

Sözü uzatmayacağım. Şimdi ifade etmeye çalıştığım açıklarla ilgili saptama, bu ekbütçe isteğinin önümüze geldiği anda yapılan bir tespit değildir; yani, şimdi, yaklaşık 1.9 katrilyon dolayında bir eködenek talebiyle karşı karşıya bulunuyoruz, bunun üzerine bir şey söylüyor durumda değiliz. Bu açık, daha evvel, Hükümetin ortaya koyduğu iddiaların tam gerçekçi temellere dayanmadığı görülmüş ve de tam bir yıl evvel söylenmişti.

Değerli arkadaşlar, buradan şunu ifade etmeye çalışıyorum: Bütçeler, hükümetlerin elbette ki, bir yıllık faaliyetinin gelir ve giderlerini gösteren bir tablodur; ama, bir anlamda da siyasî belgedir. Öyleyse, siyasî belgelerin gerek kamuoyuna gerekse Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmasında samimiyet esas olmalıdır, doğruluk esas olmalıdır. Ben, bütün hükümetlerin hazırladığı bütçelerinin, elbette, çok iyiniyetle bunun ülke hizmetine sunulması için hazırlandığını kabul ediyorum, aksi hiçbir görüşüm yok; ancak, gerçekçi temellere eğer oturtulamazsa, ne yazık ki, o hükümetlerin önüne hatalı, yanlış bir sonuç olarak çıkmaktadır. Bu bakımdan, özellikle maliye politikalarında ve bütçe hazırlamalarında, hükümetlerin, gelir ve giderlerinde açık ve samimî olması esastır. Her bütçe açık verebilir; ama, bunu açıkça ifade etmek lazım. Bunun giderilmesinin çaresini samimiyetle kendileri önerebilmeli, ortaya koyabilmeli, hatta, Türkiye Büyük Millet Meclisinden de bu konuda destek isteyebilmelidir; çünkü, topluma sunulacak hizmetlerde eğer büyük yanılgılar ortaya çıkarsa, gerek hükümetlere gerekse bütçelerine olan güvensizlik tabiî ki, hepimiz açısından hiç de olumlu bir nokta değildir.

Yine, bunun samimî olup olmaması ifadesi bazıları için çok rahatsız edici olabilir; ama, samimiyet nedir; gerçekten ortaya koyduğunuz rakamların doğru olması anlamında söylenen bir ifadedir. Yoksa, niyetiniz çok iyi olabilir, ülkeye hizmet etme aşkınız tabiî ki olacaktır, aksini düşünmek de hiç doğru değil; ama, bakın, Refahyol Hükümeti, topluma çok umut veren; ama, çok da hayalî olan ifadeleri de çekinmeden söylemiştir. Birçok kaynak paketleri ortaya kondu; bunları hatırlayacaksınız.

MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Kayseri) – Anlayamamışsınız...

METİN ŞAHİN (Devamla) – Benim anlayıp anlayamadığımı burası gösteriyor. Kaynak paketlerinde hükümet bütçesine koyduğu rakamlar burada; bunun aksini kimse söyleyemez. Kaynak paketlerinin, bütçeye tahmini gelir olarak konulan rakamları 1 katrilyonun biraz üzerinde, 1 katrilyon 160 trilyon dolayında. Bu rakamları ben koymadım, Refahyol Hükümetinin koyduğu rakamları ben size söylüyorum. Şimdi, bir yıl sonra ortaya çıkan gerçekleşme, fiili durum nedir; bu rakamın neredeyse binde 1'i dolayında. Şimdi, samimiyeti bu anlamda yorumluyorum. Yoksa, ben, hiçbir hükümetin, hiçbir bakanımızın, hiçbir partinin, hazırladığı bütçelerinde, çalışma isteklerinde, ülkeye karşı olumsuz bir duygu içinde olduklarını iddia etmiyorum, böyle bir yaklaşım kesinlikle yok; ama, kabul etmek gerekir ki, ülkeyi yönetme iddiası olan kişilerin, ortaya koyduğu gelir ve gider kalemlerinde isabetli olması, doğru olması esastır. Samimiyet ifadesini bu anlamda söylemeye çalışıyorum.

Değerli arkadaşlar; şimdi, önümüze gelen 1,9 katrilyon dolayındaki eködenek talebi, doğal olarak, devletin sürekliliği açısından, elbette ki, Parlamentonun güvenini gerektirmektedir ve böyle bir güven elbette verilecektir. Bu sürekliliği göz önüne alarak, getirilen 1,9 katrilyonluk ödeneğin içinde ne gibi hususlar var, bir de, kısaca bunları ifade etmeye çalışacağım.

Bu eködenek talebi içerisinde yaklaşık 370 trilyon lira dolayında personel maaşı için ödenek var. Yani, devlet, bunları, her halükârda yerine getirmek durumunda. Yine, ülkemizde, halen devam eden yatırımlar var; ister istemez, devletin sürekliliği açısından bu yatırımların da ihtiyaç duyduğu kaynakların ayrılması gerekiyor, verilmesi gerekiyor. Bu amaçla da, 120 trilyon lira dolayında bir eködenek talebiyle karşı karşıya bulunuyoruz.

Yine, 250 trilyon lira dolayında, sosyal amaçlı kuruluşlarımız olan Emekli Sandığı, Sosyal Sigortalar Kurumu ve Bağ-Kur'a zorunlu transferler söz konusudur; bunu da yerine getirmek durumundayız.

Devletin bazı borçları var; kamulaştırma ve tezyidibedellerin ödenmesiyle ilgili ortaya çıkmış borçları var. Devlet sürekliliği ve taahhütleri gereği, 62 trilyon lira dolayındaki bir ödenek de ekbütçeye konulmuş bulunuyor.

Bugünkü oturumun açılışında çok tartışma konusu yapılan daha önceden kalan, üreticilerden alınan ürün alımlarıyla ilgili bir kalem var. Aslında, Hükümet, bence, son derece başarılı bir ürün alım dönemi yaşamaktadır, önemli ödemeler yapmıştır; ama, bu ödemelerin bir bölümünde eksik kalanlar vardır. Üreticiyi mağdur etmeden, bu yıl sonuna kadar, bu ürün alım bedellerinin ödenmesini gerektiren kalemler için bütçeye 164 trilyon lira konulmuştur.

Tabiî, maalesef, iyice içinden çıkılamaz hale gelen bazı borç faizlerinin ödenmesini gerektiren kalem vardır, bu da yaklaşık 427 trilyon lira gibi önemli bir rakam tutmaktadır.

Ayrıca, diğer carî giderler için de gerekli ödenekler konulmuştur.

Değerli arkadaşlar, bu tasarının içinde iki ayrı kalem daha söz konusudur. Bunlardan bir tanesi, Köy Hizmetleri ve Devlet Su İşlerinde çalışan geçici işçilerin bir süre daha çalışabilmelerine; yani, çalıştıkları sürelerin uzatılmasına yönelik olmak üzere de, 3 üncü maddeyle bir olanak sağlanmıştır. Bu amaçla da, geçici işçilerimizin biraz daha nefes alabilecek ve uzun süre çalışabilecek bir ortam ve bir kaynak yaratılmış bulunmaktadır.

Değerli arkadaşlar, bunun ötesinde, eködenek talebinin 2 nci maddesiyle, Silahlı Kuvvetlerimizin Olağanüstü Hal Bölgesinde yer alan birliklerin intikalinde ve bu bölgedeki personelin emniyetli bir şekilde ulaşımını sağlamak üzere 20 adet otobüs alınması öngörülmüştür.

Yine, bu Parlamentonun çok yakın bir geçmişte kabul ettiği üzere, bir nüfus tespit çalışması yapılacaktır. Bu ödenekle, yapılacak nüfus tespiti ve kütüklerin güncelleştirilmesi maksadıyla, ilgili kuruluşlarımızın ihtiyaç duyduğu 15 adet kaptıkaçtı alınmasına olanak verilmiş olunmaktadır.

Değerli arkadaşlar, sözümün başında da ifade etmeye çalıştım, esas olan, bütçelerin, açık vermeden gerçekçi temellere oturtularak yapılmasıdır; yani, gelir ve giderlerinin dengeli bir şekilde yapılmasıdır. Bir bütçede aranan en temel unsur bu olmaktadır. Umuyorum, Parlamentomuz, bundan sonra yapılacak bütçelerde bu hassasiyetin üzerinde özenle duracaktır ve de, iktidar olsun muhalefet olsun, bütçelerin gerçekçi temellere oturtulmasına büyük katkı yapacağını sanıyorum.

Bu anlamda, tabiî, bütçelerin gerçekçi yapılması kadar, bütçelerin harcanmasında, kullanılmasında da, hükümetlerin, yönetimlerin, iktidarların hassasiyet göstermesi gerektiğini düşündüğüm bazı hususları da izninizle sizlere sunmak istiyorum.

Sözümün başında da ifade etmeye çalıştım, en temel husus, bütçelerin gerçekçi yapılmasıdır. Bir diğer husus; yine, Türkiye'nin ciddî bir açmazı olan borç, faiz sorunundan bir an evvel kurtulacak tedbirleri almanın gerekli olduğunu düşünüyorum. Yine, bütçelerin açık vermemesine temel olabilecek önemli bir politika olarak da, gerçekçi bir vergi reformunun yapılmasına ihtiyaç vardır. Bu anlamda, 55 inci Hükümetin ciddî bir çalışma içerisinde olduğunu hep beraber biliyoruz, duyuyoruz. Umuyorum, Aralık ayı içerisinde -eğer hazırlıklar yetiştirilebilirse- yine bu Parlamentonun onayına gelerek, ülkenin de yararına olabilecek gerçekçi bir vergi yasası çıkarılabilecektir.

Dikkati gerektiren bir başka husus şudur: Kamu kesimindeki lüks tüketim eğiliminin ve alışkanlıklarının, artık, sona erdirilmesi gerekmektedir; idarenin bu konuda dikkatli olması gerekiyor.

Diğer önemli husus bir şudur: Denk bütçenin veya bütçelerin sağlıklı olmasında ve uygulanmasında, kamu harcamalarına mutlaka bir disiplin getirilmesi gerekmektedir.

Bütün bütçelerde önemli bir kalem -hepinizin dikkatini çekiyordur- personel harcamalarıdır. Gerçekten, personel harcamaları, her bütçenin, en önde gelen, en yüksek kalemini teşkil etmektedir. Kamu kuruluşlarımızın zaman zaman personel ihtiyacı olduğunu biliyoruz. Bu anlamda, yeniden açıktan atama yapma yerine, kamu kuruluşlarının, fazla gördükleri elemanları, birbirlerinden, aktarma yoluyla, nakiller yoluyla bu ihtiyaçlarını ve bu açıklarını kapatmaları daha yararlı olacaktır; böylece, fazla personel değerlendirilecek ya da bütçeye fazla bir personel yükü getirilmemiş olacaktır.

Özetle, bunu, şu şekilde söylemek lazım: Devlet, kamu, kendisine mutlaka bir çeki düzen vermelidir.

Değerli arkadaşlar, sözlerimi şöyle tamamlıyorum: Biraz önce açıklamaya çalıştığım nedenlerle, yaklaşık 1,9 katrilyon dolayındaki eködenek isteği, çok haklı nedenlerle ortaya çıkmıştır. Bu nedenle, Demokratik Sol Parti olarak bizim, Hükümetin getirdiği tasarıya olumlu oy kullanacağımızı ifade ediyorum.

Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şahin.

Gruplar adına başka söz talebi?..

Sayın Yılbaş, buyurun efendim.

OYA ARASLI (İçel) – Sayın Başkan, biraz önce, kürsüde bir arkadaşımız konuşurken, konuşmasını kesmek istemedim; fakat, İçtüzüğün 63 üncü maddesi gereğince...

BAŞKAN – Efendim, evvela bir müsaade isteyin...

Neyle ilgili konuşacaksınız?

OYA ARASLI (İçel) – İçtüzüğün 63 üncü maddesi uyarınca, bana, tutumunuz hakkında söz vermenizi talep ediyorum.

BAŞKAN – Hayır, İçtüzüğün 63 üncü maddesine göre, tutumum hakkında tartışma açacak bir durum yok efendim. (CHP sıralarından gürültüler)

OYA ARASLI (İçel) – Efendim, arz edeyim müsaade ederseniz...

BAŞKAN – Hayır efendim...

OYA ARASLI (İçel) – Dinlemediniz ne için söz istediğimi...

Biraz önce, burada, bir söz sarf edildi; "Ayseli Çokişbilir mi, Gökişbilir mi; nedir bir kadın" şeklinde bir söz sarf edildi.

BAŞKAN – Efendim, ismini, soyismini yanlış hatırladım; olabilir... İnsan, yanlış hatırlayabilir efendim...

OYA ARASLI (İçel) – Efendim, bu sözlerin, fevkalade küçültücü bir niteliği var...

BAŞKAN – Efendim, herkes...

OYA ARASLI (İçel) – ...Müsaade ederseniz, bunların zabıtlardan çıkarılmasını talep ediyorum.

BAŞKAN – Bakın, Sayın Araslı, sizin avukat olduğunuzu biliyorum; ama, buradaki milletvekillerinin avukatlığını da yapamazsınız canım...

OYA ARASLI (İçel) – Bütün milletvekilleri için üzücü bir durumdur bu ve siz, biraz önce de, İçtüzük size hiç imkân vermemesine rağmen, bir milletvekili arkadaşımızla ilgili....

BAŞKAN – Efendim, ya bu Meclisi çalıştıracağız, ya çalıştırmayacağız...

OYA ARASLI (İçel) – ...meseleyi şu kürsüye getirdiniz...

BAŞKAN – Size söz hakkı vermediğim halde, fiilî durum yaratıyorsunuz...

OYA ARASLI (İçel) – Fiilî durum yaratmıyorum...

BAŞKAN – Lütfen, oturur musunuz...

OYA ARASLI (İçel) – İçtüzüğe, önce siz uyup...

BAŞKAN – Efendim, tartışma açmıyorum. Lütfen, oturur musunuz...

OYA ARASLI (İçel) – ...sonra bu Mecliste birtakım hanımları İçtüzüğe uymaya davet edin.

BAŞKAN – Efendim, biz, hanım-erkek ayırımı yapmıyoruz; ama, siz, öyle bir düşüncedeyseniz bilmiyorum...

Buyurun Sayın Yılbaş.

Süreniz 20 dakikadır.

DTP GRUBU ADINA MAHMUT YILBAŞ (Van) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım; 1997 malî yılı bütçesine eködenek tahsisi amacıyla getirilmiş olan kanun tasarısı hakkında görüş beyan etmek üzere huzurunuzdayım; hepinizi, saygıyla selamlarım.

Değerli arkadaşlarım, Yüce Meclisimizin ve bu kürsünün saygınlığına sıkı sıkı bağlı kalmak suretiyle ve kaydıyla, müsaade ederseniz, iktidara 5 bakan veren bir siyasî grubun temsilcisi olarak değil ve ayrıca, bütçe ve malî bilgisi, bir vatandaştan fazla olmayan, sadece, kenarından köşesinden, magazin haberlerinden bilgi edinmiş bir kişi, bir vatandaş olarak sesli düşünmek istemekteyim. Eğer, sizler de konumunuzdan konuşmam süresince tecerrüt ederseniz kendinizi, bundan da fevkalade memnun kalacağım.

Değerli arkadaşlarım, aslında bu ekbütçe üzerinde Grup adına bir konuşma yapma düşüncesinde değildim; ancak, gerekçeye baktığımda, kendimi, Türk Milleti adına, bu ekbütçe konusunda vatandaş gibi bir değerlendirme yapma ihtiyacında gördüm.

Değerli arkadaşlarım, her devlette olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti Devletinde de, bugünden yarına değişmez bazı politikalar vardır. Bu politikalar, Millî Eğitimde söz konusudur; bu politikalar, bir ülkenin dışpolitikasında söz konusudur; bu politikalar, en azından, bir ekonomik rejimi kabul etmiş bir ülkede bu alanda mevcuttur. Hepimizin malumu olan, Millî Eğitimde, Tevhidi Tedrisat dediğimiz bir ana sistem vardır. Dışpolitikada da, Büyük Atatürk'ten bu tarafa, cumhuriyetimizin kuruluşundan bugüne değişmez olarak kabul ettiğimiz misakımillî ve yine, dışpolitikamızın esasını teşkil eden "yurtta sulh, cihanda sulh" ana politikaları vardır. Ekonomide de, uzun zamandır, serbest piyasa ekonomisi dediğimiz prensipler bu ülkede uygulanmaktadır.

Özellikle, 1984'ten sonra, Türk siyasetinde siyaset yapmakta olan siyasî partiler, özellikle, ekonomi konusunda birbirinden farklı görüşler orta yere koymamıştır, koyamamıştır. Bugün, kendisini en solda -kendisini öyle ifade eden- kabul eden siyasî partiler ve onların sözcüleri ve liderleri, yine, kendisini en sağda kabul eden siyasî partiler ve onların sözcüleri ve liderleri, gerçekte, pek farklı şeyler ifade etmemektedirler.

Ülke ekonomisinde her ne kadar değişmez iktisat ve maliye politikaları uyguluyor iseler de, yirmi senedir değişmez hale getirilen mesele, enflasyondur. Bu, piyasa ekonomisi olarak dünyada örneği görülmemiş bir sonuçtur.

Değerli arkadaşlarım, ifade etmek istediğim şu: Siyasî partilerimiz ve onun sayın temsilcileri, yöneticileri ve mensupları, birçok meseleye iktidardayken başka bir gözlük kullanmaktalar; muhalefetteyken bu gözlüğü değiştirip, başka gözlükle meselelere bakmaktalar.

Bu genel düşüncelerimden sonra ifade etmek istediğim husus şu: Bir ülkenin, içinde bulunduğumuz yılda bütçesi 9 katrilyon 255 trilyon lira olacak ve aradan yedi ay, sekiz ay geçmeden 1 katrilyon 900 trilyon lira kadar bir ekbütçe getirilip görüşülecek.

Değerli arkadaşlarım, ben, yıllarca, İçişleri Bakanlığının mahallî idareler üzerinde teftişini yapan müfettişlikte bulundum. Eğer, böyle bir ekbütçeyi bir özel idarede görsem, eğer, böyle bir bütçeyi belediyede görsem, bu 1 katrilyon 900 trilyon lirayı, o belediyenin yöneticilerine zimmet olarak çıkarırım. Biraz önce arkadaşım da ifade etti; ister hükümetlerin bütçeleri olsun isterse yerel yönetimlerin bütçeleri olsun, bütçe ilminde prensip olarak ifade edilen ana kaide, gelir ve gider bütçelerinin samimî olması meselesidir.

Bu devletin elinde, bu ülkenin bürokrasisinin elinde... Bütün suçları, biz, siyasete ve siyasetçiye çıkarıyoruz; bu ülkenin maliye ve iktisat politikasına zemin hazırlayan, çerçevesini çizen maliye bürokratları hani nerede? Eğer, bir yıl içerisinde, bir ülke, hemen hemen yüzde 30 kadar ekbütçeye ihtiyaç duyuyorsa... Yuvarlak hesabıyla bu çıkıyor; 1 katrilyon 900 trilyonu 6 katrilyon liraya oranlarsanız bu yüzde 30'a tekabül etmektedir...

AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) – Bürokratı dinleyen var mı efendim; bürokrat ne yapsın!..

MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – Sayın Başkanım, bu konuda, benim telakkime ve değerlendirmeme göre, tabiî 65 milyonun ortak, anonim sorumluluğu vardır. Bu sorumluluk, Van'ın Başkale İlçesinde yaşayan bir vatandaşımın sorumluluğu olduğu gibi, Edirne'de yaşayan vatandaşımın da sorumluluğudur. Bundan yirmi-otuz sene evvel, ülkenin, merkeze, Ankara'ya, payitahta en yakın illerine dahi gazete bir iki gün içinde giderdi. Biz, ilçelerde kaymakamlık yaparken haftalık gazete okurduk. Kaymakamın evinde radyosu bile yoktu; ama, bugün, Erzurum'un filanca köyünde, sadece ulusal ve özel televizyon kanallarını değil, Avrupa'dan yayın yapan televizyon kanallarının yayınlarını da çanak antenle çeken, alan ve izleyen vatandaşlarımız var.

Değerli arkadaşlarım, onun sorumluluğu nedir; en azından, beş yılda veya dört yılda bir, önüne konulan sandıkta, politikalarında hiçbir fark olmayan siyasî partiler arasında, bilinçli olarak, bu ayrılığı, bu tefriki yapma sorumluluğudur vatandaşımın. Bürokratı rahat çalıştırabilecek ortama hazırlamak da siyasetçinin ve siyasî partilerin görevidir. Peki, bürokrat tamamen sorumsuz mudur; hayır. Bir siyasetçiden, bir politikacıdan, bir bakandan daha fazla -dün görüştük- masuniyeti vardır. Herhangi bir bakan, siyasetçi, siyasette bulunduğu konumdan bir merdiven aşağıya indiğinde, idare mahkemesine gidip de yürütmeyi durdurma kararı alamamakta; ama, bugün, her seviyedeki bürokrat, ülkenin hemen hemen her bölgesine götürülmüş olan yargı denetimiyle, idarî yargıyla, anında, gecikmeden, bir ay içinde yürütmeyi durdurma kararı almaktadır. Artık, bürokratlar da siyasetçilere, müsaade ederseniz, çanak tutmaktan vazgeçsinler.

Değerli arkadaşlarım, araya söz girdiği için konuşmamdan biraz uzaklaşmak durumunda kaldım. Bir vatandaş olarak soruyorum burada; acaba, devletin borcu belli değil miydi? Bu ülkenin, bu devletin borcu belli değildi de, faiz ödemesinde 420 trilyon lira niçin tutturulamadı?! Ben, bir müfettiş olarak, bir belediyeye, bir özel idareye gitsem, bana faiz ödemelerinde bir ek bütçe getirseler ve deseler ki "biz, faiz borcu ödemesinde hata yaptık; buna yeterli olarak ödenek koymadık, 420 trilyon lira daha koyacağız." Beyler, sizin, borcunuzu kaydettiğiniz bir defteriniz yok muydu, niçin hesaplamadınız?

Değerli arkadaşlarım, ikinci kaleme, yani 1 katrilyon 900 trilyon liranın harcanacağı yere bakıyoruz; 370 trilyon lira da personel giderlerine...

Değerli arkadaşlarım, bütün iktidarlar, iktidar olduklarında -özellikle sayın başbakanlarımız; halefleri ve selefleri- muayyen bir zamandan sonra -şimdi de var, bundan önceki hükümetlerde de vardı- bir genelge çıkarılar ve o genelgeyle bütün bakanlıkların personel alma yetkisini uhdelerine alırlar. Bugünkü Hükümet de o genelgeyi çıkardı; açıktan atamaları, kadro tahsislerini Başbakanlık Personel Dairesinin uhdesine aldılar.

Sayın milletvekilleri, peki, böyle sıkı bir denetim varken bu 370 trilyon lira personel gideri açığı nereden kaynaklanıyor? Bu ülkede personel kütükleri yok mu; var. Demek ki, bu uygulama göstermelik. Böyle bir genelge söz konusu oluyor "nisan kararnameleri" deniliyor, genelgeler arkasından geliyor; ama, birilerinin, birilerinden haberi olmadan bu genelgeler çiğneniyor ve ondan sonra personel giderleriyle ilgili hedef tutturulamıyor; hedef karşıdayken bu tarafa atış yapılıyor. Ondan sonra da mermi yoldayken hedefi alıyoruz merminin önüne koyuyoruz!... Böyle, ne atıcılık olur, ne de böyle hikmet-i hükümet olur.

Değerli arkadaşlarım arkada sıralanıyor; onun için, devam etmenin, sizleri meşgul etmenin bir anlamı yok.

Muhterem arkadaşlarım, bu ülke hepimizin, bu insanlar hepimizin... Sayın Başbakan, çok yakın bir zamanda "bu kışı zor geçireceğiz" şeklinde bir beyanda bulundu.

Değerli arkadaşlarım, sözlerimin başlangıcında, konumunuzdan, lütfen, bir lahza tecerrüd etmenizi, İktidar veyahut da muhalefet mensubu bir milletvekili olduğunuzu unutmanızı istiyorum dedim ve şimdi, buradan sormak istiyorum; sanki, vatandaşım bugün zorluk içerisinde değil mi?! Çıkıp, sokaklara baktığımızda, sabah erken saat 4-5 gibi, caddelere çıktığımızda, sayıları yüzleri, binleri bulan insanları, halkekmek kuyruklarında gördüğümüzde bizlerin vicdanı sızlamaz mı?! Böyle bir bütçeyle, biz, ekmek kuyruğundaki binlere, onbinlere ne götüreceğiz, ne yapacağız; bütçe yaparken hayalî gelirler peşinde koşacağız, gelirleri yükselteceğiz. Basit olarak, vatandaşımın anladığı kadarıyla, işin, denk olmamasının sebebi bu... Nedir; geliri yüksek gösterirsiniz. Bu, yerel yönetimlerde de böyledir, satacak herhangi bir gayrımenkulü yoktur, gayrımenkul satışıyla ilgili gelir cetveline, oturur, trilyonlarca para kor; ama, kesin bütçe çıktığında, bir bakarsınız ki, 1 liralık gayrimenkul satamamıştır. Öbür taraftan da, tabiî, giderleri de o nispette yükseltmek zaruretinde kalır ve daha sene ortasındayken, bir denksizlik orta yere çıkar. Ekonomisi çok güçlü, dışticareti sağlıklı ülkelerde dahi; örneğin, Amerika'da dahi, kamu harcamaları, kamu gelirlerini ifade eden bütçeler, ekonominin sevk ve idaresinde fevkalade önemli unsurlardır.

Kaldı ki, bizim gibi, hâlâ piyasa ekonomisi koşullarını sağlıkla uygulamadığımız bir ülkede, bütçe, birinci derecede ekonomiyi yönlendiren bir alettir. Bu aleti, biz, sağlıklı olarak kullanmazsak, bu aleti, biz, bu ülkenin ekonomisini düzeltmek amacıyla kullanmazsak; değerli arkadaşlarım, enflasyonu düşürme konusundaki bütün iddialar, bütün sözler, bu avize gibi yukarıda sallanır durur.

Değerli arkadaşlarım, bunun için, her şeyden önce, biz -iktidar ortağı diyemiyoruz tabiî- iktidara 5 bakanla iştirak etmiş olan bir siyasî parti olarak; yani, Demokrat Türkiye Partisi olarak diyoruz ki; bundan böyle, ekonomiyle ilgili konularda, gönül isterdi ki, bu ek bütçenin de -tabiî, Bakanlar Kurulundan geçmiştir- teknik çalışmalarında katkımız olaydı; ama, bundan böyle, Yüce Meclisin huzurunda bunu ifadede hiçbir beis görmüyorum; çünkü, vatandaşın zor geçecek kışının muhatabı, İktidarın, sadece diğer ortakları değil, biz de muhatabıyız. Muhatap olarak görüldüğümüze göre, bu sorumluluğu paylaştığımıza göre, karşılığı olan yetkiyi de titizlikle takip edeceğiz.

Değerli arkadaşlarım, ülkemizde bulunan bir yığın ekonomik ve sosyal meselelerin temelinde yatan ana neden, 20 yılı aşkın süredir yüzde 100'lerde gezen, dolaşan bu enflasyondur...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Yılbaş, süreniz bitti; ne kadar süre vereyim, isterseniz, 19.00'a kadar konuşabilirsiniz!

MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – Sayın Başkanım, hoşunuza gitti biliyorum...

BAŞKAN – Şimdi, efendim, İktidar Partisi, bu kanunu çıkarmak mı istiyor, çıkarmamak mı istiyor, ben anlamıyorum?!

Şimdi, bir saattir, İktidar Grubu, üzerinde konuşuyor. Sayın Yılbaş da diyor ki, bütçeyi biz imzaladık; ama...

Bilmiyoruz, sizin bakanlarınız okumadan mı imzaladılar Sayın Yılbaş?!. (Gülüşmeler)

Şimdi...

MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – Müsaade ediyor musunuz Sayın Başkanım?

BAŞKAN – Evet.

MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – Tabiî, pası alınca, böyle, rahat rahat kafa bulursunuz değil mi!

BAŞKAN – Tabiî, siz de pas vermeyin canım.

MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – Şu anda zatıâliniz de, bir siyasî partinin mensubu olarak orada bulunmuyorsunuz; tarafsız olmanız lazım, bu pasları da görmezlikten gelmeniz lazım.

BAŞKAN – Arada renklendirelim canım...

MAHMUT YILBAŞ (Devamla) – Evet.

Sağ olun, çok teşekkür ediyorum.

İnşallah, elbirliğiyle, bu ülkeye ümit vermede ve verilen ümitlerin de gerçekleşmesinde, hep beraber; muhalefet ve iktidar farkı gözetmeden, birlikte olacağız. Ülke hepimizin, vatandaş hepimizin.

Hepinize saygılar sunuyorum efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yılbaş.

Kusura bakmayın; aslında, İktidar Grubu, bu kanunu çıkarmak istiyorsa; iktidar konuşmaz, iş yapar. Bilmiyorum da; yani, ben, fikrimi söylüyorum; her zaman bu fikrimi söylüyorum.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Aykon Doğan; buyurun efendim.

Süreniz 20 dakika Sayın Doğan.

DYP GRUBU ADINA ABDULLAH AYKON DOĞAN (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ekbütçe üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; sözlerimin başında, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, bir ekbütçe kanunu tasarısını görüşüyoruz. 1983'ten beri, hemen hemen her yıl, bu Parlamentoda ekbütçe kanunları görüşülüp geliyor. 1997 yılının bugün görüştüğümüz ekbütçe kanunu da, 1983'ten beri görüşülmekte gelen ek bütçe kanunlarından biri.

Bu tasarıyla ne isteniyor? Aslında, buna bir ekbütçe demek de, bana göre, pek içimden gelen bir husus değil. Harcamalar yapılmış, Maliye Bakanlığı, personel ödeneklerinde, sosyal güvenlik kuruluşlarının emeklilik maaşlarında, faiz ödemelerinde yetmeyen ödeneklerin karşılıklarını ödemiş ve bir muvakkat hesapta halen duruyor; şimdi, bunları muhasebeleştirmek için, Yüce Meclisten yetki istiyor; olay bu.

Tabiî, ekbütçe deyince ve bu Parlamentoda böyle çok ciddî konuşmalar yapılınca, bizi televizyonları başında bekleyen vatandaşlar düşünüyorlar, biz, aile olarak, fert olarak ekbütçeyi nasıl yapardık; bir ek gelirimiz olurdu, evmizin döşemesini değiştirirdik veya bir araba alırdık. Madem ki, devlette böyle ekbütçe yapıyor, yeni bir imkân bulmuş, bütçe gelirlerinde fazlalık var, gazetelerde okuyoruz ve Parlamentoda konuşmaları izliyoruz; devletin, bekleyen enerji sorunu var; karayollarında her gün büyük kazalar oluyor, 25-30 vatandaşımız ölüyor; büyük şehirlerimizi sular basıyor, vatandaşlarımız can kaybına uğruyor; 8 yıllık eğitim denilmiş, okul yatırımları devletten himmet bekliyor; hastane yatırımları var... Madem ki, devlet, böyle ekbütçe yapıyor; vatandaş da bekliyor ki, işte bunlar için bir kaynak getirsin; ama, görüyorsunuz ki, böyle bir bekleyişin cevabını bugün bulmadık. Dün var mıydı; dün de yoktu; bunu, sözlerimin başında belirttim. Bundan sonra olacak mı; böyle bir ek bütçe anlayışı içinde ve böyle on yıldır açık veren bütçeler çerçevesinde, vatandaşın böyle bir bekleyiş içinde olması ne kadar doğal olsa bile, ne kadar tabiî olsa bile, bu mümkün görünmüyor. Zaten, bunu, ekbütçe kanun tasarısı da gerek gerekçesinde gerekse Plan ve Bütçe Komisyonunun raporunda açıkça söylüyor; diyor ki "faiz ödemeleri için 1997 yılının başında öngörülen ödenekler yetmedi. Sosyal güvenlik kuruluşlarına olan, Sosyal Sigortalar Kurumu, Bağ-Kur, Emekli Sandığına yapılacak transferler için de ödeneğim yetmedi. Ayrıca, personel harcamaları için de ödeneğim yetmedi ve kamulaştırma tezyidi bedel ödeneklerimi de karşılayamıyorum; onun için, sizden, Yüce Meclisten, takriben 1,9 katrilyonluk bir ödenek talep ediyorum."

Peki, bakıyoruz, bu kadar ödenek istiyorsunuz, bütçede bu kadar kaynak var mı? Ekbütçe, gayet samimî bir şekilde bunu da ifade ediyor ve diyor ki "bırakın bu 1,9 katrilyonluk harcamaları yapmak için bir ek kaynağı, 1997 yılının başında Yüce Meclisin kabul ettiği 6 katrilyon 255 trilyon liralık yıllık 1997 bütçesindeki harcamaları dahi karşılamak için yeterli ödeneğe sahip değilim." Ben de bunu, 1,9 katrilyonu, ayrıca, yılbaşından bugüne kadar gelen açıkları yine vatandaşa giderek, ondan borç alarak karşılayacağım."

Şimdi, burada bir şeyi tespit etmek istiyorum: Geçen dönem 1996 yılı ekbütçe tasarısı Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülürken DSP'nin sözcüsü "ben, bu bütçeyi reddediyorum" diyor; CHP sözcüsü... Gerçi, bugün kabul ettiler, memnun oldum. Tabiî, ekbütçe tasarısına ilişkin burada verilen kabul veya ret oyu, siyasîlerin hükümete verdikleri bir güvenoyu anlamında değildir; ama, teknik olarak diyorlar ki "biz, bu bütçeyi reddediyoruz, buna katılamıyoruz; çünkü, 1996 yılında getirilen bu ekbütçe açıkla finans ediliyor" Ama, bugün memnuniyetle gördük ki, gene bu yıl ıkla finanse edilen bir bütçeyi "kabul ediyoruz" dediler.

Değerli arkadaşlarım, işte, siyasetin güzel yüzü bu. Bir yıl önce buraya geliyoruz, kabul ediyoruz, bir yıl sonra geliyoruz reddediyoruz. Bunu da burada eleştiri için değil, bir tespit için söylüyorum. Sözlerimin başında ifade ettiğim gibi, bu bütçenin kabul veya reddedilmesinin de pratikte çok önemli sonucu olmadığını da burada vurgulamak istiyorum.

Bu bütçeyi reddetsek ne olur? Hiçbir şey olmaz. Muvakkat hesapta yıl sonuna kadar yine harcamalar yaparsınız, 1998 yılı bütçe tasarısı zaten geliyor, ona da bir hüküm koruz, deriz ki "Maliye Bakanlığı, bir yıl önceki, 1997 yılından gelen ödenemeyen muvakkat hesapta tutulan ödenekler için 1998 bütçesine 1.9 katrilyonluk ek, ilave yapmıştır" Bu da bir yöntemdir; bugün bu da tartışılabilir ve tartışılmalıdır; çünkü, 1983'ten beri hep böyle geliyor.

Değerli arkadaşlarım, her yıl bir ekbütçe gelmiş; aşağı yukarı gelmeyen yıllarda...

SÜMER ORAL (Manisa) – Her yıl yok.

ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Var. Ne zaman gelmemiş? Sayın Sümer Oral onu iyi hatırlarlar; seçimler hep sonbahara rastladığı için, seçimlerden sonra geçici bütçe yapmışız, yılın yarısını onunla getirmişiz; ondan sonra bir bütçe daha yapmışız, onunla devam etmişiz; o yıllarda ekbütçe yok.

Şimdi, burada hemen hemen ekbütçe yapmayan hükümet yok. Rahmetli Sayın Özal döneminde var, Sayın Demirel Hükümetlerinde var, Sayın Çiller Hükümetlerinde var, Sayın Mesut Yılmaz Hükümetlerinde var, geçen yıl da, Sayın Necmettin Erbakan Hükümetinde var; yani, hepimiz bu işi iyi yapıyoruz; burada bunu da belirtmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, arkadaşlarımız dediler ki "biz bu harcamaları kabul edeceğiz" Doğrudur. Aslında, Hükümet, Meclise "kabul ediniz" gerekçesiyle gelmiyor; diyor ki "ben bu harcamaları yaptım" Meclis de diyor ki "Hükümet bu harcamaları yapmış; artık, bize düşen, kayda imkân veren bir metodu burada geliştirmemiz ve bunu kabul etmemiz..."

Değerli arkadaşlarım, bu yöntemle bizim yaptığımız husus şudur; sadece bugünü kurtarıyoruz, bugünün sorununa çare buluyoruz. 1997 yılı sonuna kadar -bir iki sene hariç- ekbütçelerle geldik. 1998 yılı bütçesi de önümüzdeki günlerde gelecek; acaba, 1998 yılında da yine bu Parlamentoda ekbütçeyi görüşecek miyiz? İleriyi tahmin etmek gerekirse, burada naçizane ifadem odur ki, bu kaçınılmazdır; çünkü, ekbütçelerle yapılan husus şudur -bunu da Yüce Parlamentonun dikkatine sunmak istiyorum- genel yıllık bütçelerle ödenekler düşük tutuluyor, gelirler yüksek tahmin ediliyor; açık, düşük gösteriliyor. Bakıyorsunuz, yılbaşında daha makul açıklı bir bütçe, yılın sonuna geldiğimiz zaman, bir ekbütçe... Sanki, yıllık bütçelerin açıklarını, biz, böyle bir yöntemle yılbaşlarında maskeliyoruz!.. Aşağı yukarı geçmiş yıllarda ve... Bugüne de böyle geliyoruz, günü kurtarıyoruz. Şimdi, genelde bu böyle olacak.

1997 yılı sonunda görüştüğümüz, şu günlerde görüştüğümüz, bugün görüştüğümüz ekbütçede, gerçekten, bu memleketin temel sorunlarına getirilen bir çareyi görmüyorum. Peki, nasıl çare bulacağız? Bu Parlamentoyu, bu ekbütçeleri görüşme noktasından nasıl uzaklaştıracağız; yani, nedir bunun çaresi?

Size, 1996 ve 1997 yıllarındaki ekbütçelerde, diğer yıllardaki ekbütçelerden farklı olan bir hususu sunmak istiyorum. Nedir bu; 1996 yılında bir hükümet var; Sayın Yılmaz Hükümeti, Anayol Hükümeti ve yıllık bir bütçesi var. Ondan önce, 1996 yılında, geçici bir bütçe var. Yılsonuna geliyoruz, bir ekbütçe... Ancak, yılbaşındaki hükümet, kendi bütçesini uygulama imkânını bulamamış; ekbütçeyi de, 1996 yılında Refahyol Hükümeti getirmiş. 1997 yılındaki yıllık bütçeyi başka bir hükümet getirmiş, ekbütçeyi başka bir hükümet getirmiş.

Değerli arkadaşlarım, iki yılda, 3 hükümet, 5 bütçe... İşte, Türkiye'nin sorunu bu. Buna çare bulmadıkça; yani, bir ölçüde, bu tabloda şekillenen siyasî ve malî istikrarsızlığa çare bulmadıkça, burada, Türkiye'nin temel sorunlarını tartışmamızın çok fazla değeri olduğu kanaatinde değilim. Ee, nasıl bulacağız enerji darboğazına çare; nasıl yapacağız yollarımızı, yeniden bir demiryolu ağını; nasıl yapacağız havayolları, hava meydanları inşaatlarını, okul inşaatlarını, hastane inşaatlarını, büyük şehirlerimizin altyapısını? Türkiye'de, 30 bin ünitedeki içmesuyu yetersizliği, köylerin durumu ve yaşadığımız ekonomik sorunlar... Bütçelere bakıyoruz; işte, önünüze 1998 bütçesi geliyor; yüzde 60'ı transfer harcamaları, yüzde 40'ı faiz giderleri, yüzde 33'ü diğer cari harcamalar ve 6,8'i de yatırım harcamaları; yani -15 katrilyon deyin, 17 katrilyon deyin- 1 katrilyonluk bir yatırım harcaması. Şunu açıkça ifade ediyorum ki, bu yatırımlarla -bütçede, 1 katrilyonluk bir yatırımla- mevcut altyapıyı götüremezsiniz; ne karayollarınızın tamirine ne otoyollarınızın bakımına ne de sağlık-eğitim tesislerinin onarımına yeter bu para.

Değerli arkadaşlar, ne yapmak lazım; meseleyi bir noktasından kırmak lazım.

Şimdi, hükümetler yeni yöntemler buldu; yap-işlet-devret... Körfez geçişini bununla yaptık; güzel bir yöntem. Bazı santralları; mesela, çevrim santrallarını bu şekilde yapıyoruz.

Hükümet, son günlerde yeni bir yöntem getirdi; bu yönteme 1980'li yıllarda da başvuruldu, buna da kısaca değinmek istiyorum. Bu, çok eleştirildi, -özellikle, sosyal demokrat partiler- 1980'li yıllarda, bu Parlamentoda, bu konuyu eleştirdik. Neydi bu: Bir işi ihale ediyorsunuz, ihale ettiğiniz kişilere diyorsunuz ki "gidin yurtdışına, bunun karşılığını da bulun getirin."

Değerli arkadaşlarım, dünyanın hemen hemen hiçbir ülkesinde böyle bir finansman yöntemi yoktur ve bunun nerede bulunacağı da belli değildir. Türkiye Cumhuriyetinin dışborç yapacak makamı tek olmalıdır; bu da, Hazine Müsteşarlığıdır. Eğer, siz, Hazine Müsteşarlığının yanında "şu işi sana verdim, bu işi sana verdim; git, yurt dışından, hangi piyasalarda olursa olsun, bunun karşılığını al, gel" derseniz, devlet borçlanmasında, devleti pahalı borçlanmalara doğru iten, Türkiye'nin dışborçlanma konusundaki itibarını zedeleyen bir yöntemi de peşinen kabul etmiş olursunuz. Bu yöntemin 1980'li yıllardaki sonuçlarını hep beraber gördük, geliyoruz; bunlara çok değindik; ama, son günlerde, bu Hükümetin, böyle bir yöntemi bir çıkış yolu olarak görmesi ve bunu uygulamaya koymasını Yüce Meclisin dikkatlerine sunmak istiyorum. Bu konu, üzerinde durulması gereken bir konu.

Peki, bu yöntemi de kabul etmediğimiz zaman ne yapmak lazım, nasıl çıkmak lazım?.. Değerli arkadaşlarım, bu, belli, ekonominin şablonu belli; zaten, Hükümet de bunu söylüyor, "vergi reformu" diyor; yapmanız lazım. "Sosyal güvenlik reformu" diyor. Burada, sosyal güvenlik reformuyla ilgili, bütçe gerekçesinde eleştiriler var "efendim, 1997 yılında, Hükümet, sosyal güvenlik kuruluşlarının mülk gelirlerinin satışından şu kadar para bekliyordu; bu gelmedi" deniyor. Tabiî, buna da bir karşı ifade var. Bu konuyu, biz, hükümet olduğumuz günlerde enine boyuna çok incelettik; zabıtlara geçmesi ve vatandaşlarımızın bilmesi bakımından da bir hususu açıklamak istiyorum.

Sosyal güvenlik kuruluşlarının elindeki arsaların pek fazla satılabilirliği yoktur; yani, üçüncü şahıslara satılabilirliği yoktur; çünkü, pek çok kurumun, şehirlerde elinde kalmış olan arsaları, belediyeler tarafından ya yeşil alan veyahut SİT alanı veyahut okul alanı veyahut da yolun geçtiği alan olarak zaten kullanılmıştır. Burada, bu gerçek çerçevesinde demek istiyorum ki, devlet buna da çare bulmalıdır. Belediye oradan yolunu geçirmişse belediye bütçesinden bu kuruma o malın bedeli ödenmelidir. Okul yeri olarak ayrılmışsa, okul bedeli olarak Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinden ödenmelidir. Bunları yapmak lazım.

Şimdi, burada deniyor ki, efendim, özelleştirme gelirlerinde yapamadık... Bunun gerekçesinde bu da var.

Değerli arkadaşlarım, dün gece çok önemli bir konuyu tartıştık bu Parlamentoda. Neydi bu, dokunulmazlık ve birinci oylaması geçti. Burada, Yüce Meclisin huzurunda ifade etmek istiyorum, Anayasanın, değiştirilecek başka maddeleri, değiştirilecekönemli hususlar da vardır. Bunların başında, özelleştirmeyle ilgili, yap-işlet-devret modellerine imkân verme bakımından, Anayasanın ilgili hükümlerinin de acilen değiştirilmesi lazımdır. Yoksa, burada, özelleştirme volanı hep boşa dönecektir. Özelleştirmenin yapılması lazımdır. Yap-işlet modellerine daha önem verilmelidir.

Yeni bir tarım politikası mutlaka gündeme getirilmelidir.

Peki, bunları yapabilecek midir?

Değerli arkadaşlarım, hep bunları yapma iddiasındadır hükümetler. Geçmiş hükümetler böyleydi, yapılabildiği kadar yapıldı; bu Hükümet de aynı iddialardadır.

Değerli arkadaşlarım, ancak, Hükümetin son beyanları, bizi ümitsizliğe sevk ediyor. Çok farklı mazeretler var. Özelleştirme rafa kaldırılmış görünüyor. Sayın Başbakan, sosyal güvenlik kuruluşları reformunda diyor ki: "Esas reform bu; ama, ne yapayım ki, çaresizim, bunu kabul etmeye mecburum." Bunu görüyoruz.

55 yaş mı, 60 yaş mı? "50-55 yaş" deniliyor.

Çalışılan gün 7 500 gün mü, 9 000 gün mü? Sayın Başbakan diyor ki: "Onu da kaldırdık." Sosyal güvenlik reformunun nesi kaldı?!.

BAŞKAN – Sayın Doğan, 1 dakikanız var efendim.

ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, özelleştirmeden çok değişik sesler geliyor.

Tarım satış kooperatifleri konusu... Yeni bir tarım destekleme politikasında da çok umut verici bir ışık görmüyoruz.

Türkiye'nin sorunları devam ediyor. Enerji ihtiyaçları, karayolu ihtiyaçları hep devam ediyor.

Tabiî, burada, şimdi, Sayın Cumhuriyet Halk Partisi sözcüsü "efendim, 1997 yılı bütçesi, bir zam bütçesi" dedi. 1997 yılı bütçesini çıkaran Hükümet, ona oy verenler, 1997 yılında zam yapmadı...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen, 1 dakika içerisinde toparlar mısınız Sayın Doğan.

ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Tabiî, pahalılık en önemli sorun. Hükümet, pahalılığın çaresini -üzülerek ifade ediyorum- yurt dışında arıyor, IMF kapılarında arıyor. IMF kapılarında çare bulamazsınız, Dünya Bankası kapılarında da çare bulamazsınız. Aslında, sizin IMF'ye gitmenize de gerek yok; sizin ödemeler dengesi sorununuz yok ki! Ne işiniz var Washington'da, Hong Kong'ta, Bangkok'ta! Gelin, bu meseleyi bu Parlamentoda tartışalım! (DYP sıralarından alkışlar) Burada tartışalım; burasıdır pahalılığın yeri, sokaklardır, büyük şehirlerin varoşlarıdır, köylerdir, kentlerdir, kasabalardır; burada tartışalım.

Değerli arkadaşlarım, başka çare yoktur; pahalılık, mutlaka çözülmesi gereken bir husustur ve pahalılık, hepimizi ve bu Hükümeti bir ölüm gibi izlemektedir. Korkunun ecele faydası yoktur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Lütfen, son cümlenizi söyler misiniz Sayın Doğan.

ABDULLAH AYKON DOĞAN (Devamla) – Son cümlemi söylüyorum.

Burada, ek bütçenin mahiyetini açıkladım. Mahiyeti itibariyle, nihayet, devlet muhasebesi bakımıdan muhasebe tekniğine yönelik olan bu tasarının, memleketimize hayırlı olmasını diliyorum. Tabiî, bu kış gününde kışı çok zor geçirmeye hazırlanan Türk Milletine de Allah'tan yardımlar niyaz ediyorum.

Saygılar sunuyorum. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim.

Refah Partisi Grubu adına, Sayın Abdüllatif Şener; buyurun. (RP sıralardan alkışlar)

Süreniz 20 dakikadır.

RP GRUBU ADINA ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, burada, Anayasanın 163 üncü, 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanununun 36 ncı maddesinde düzenlenen ek ödenekle ilgili kanun tasarısı -veya bir başka ifadeyle, ek bütçe- üzerinde görüşmelerimizi sürdürmekteyiz.

Değerli arkadaşlar, bütçe, bildiğiniz gibi, gelecek bir yıllık bir dönem için, yasama organının, yürütmeye, harcamaların yapılması ve gelirlerin toplanması konusunda verdiği yetkiyi ifade eder ve bu yetki, tanımdan da açıkça görüldüğü gibi, bir tahmini içerir. Bakanlar Kurulundan, en son 17 Ekim tarihi itibariyle, gelecek bir yıla ait bütçe, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulur; yani, aşağı yukarı, neticelenmesinden onbeş ay önce, bir bütçe, Meclise, Hükümet tarafından sunulmuş olur ve bir tahmini içerir bu niteliği gereği.

Diğer taraftan, bütçeler vasıtasıyla, hükümetler, iktidarlar, toplam gayri safî millî hâsılanın, aşağı yukarı yüzde 30'una yakın bir kısmını toplarlar, devlet çarkı içerisine çekerler ve bir başka mekanizmayla, kamu harcamaları mekanizmasıyla, tekrar ekonomiye devrederler. Bu boyutu itibariyle de bütçeler, Hükümetlerin, hizmet yapma önceliklerini, iş görme önceliklerini belirler ve kamu gelirlerini tahsildeki programlarını içerir.

Bütçenin bu iki boyutu, görüşmekte olduğumuz ek bütçe münasebetiyle önemli bir noktadır.

Belirttiğim gibi, sunulduğundan itibaren, aşağı yukarı onbeş ay sonra neticeleri alınacak bir metin Meclise intikal etmektedir ve kanunlaşmaktadır; tahmini içermektedir.

Son yıllarda, aşağı yukarı her yıl, iktidarlar, dönem başında Meclisten geçen bütçe tahminleri tutmadığı için veya yıl içerisinde Hükümetin tercihlerinde değişiklikler meydana geldiği için, ek bütçe kanun tasarılarıyla, yıl sonuna doğru, tekrar Meclise gelmektedirler; yani, ek bütçeyle ilgili olarak Meclise getirilen ilk kanun tasarısı bu değildir; 1996 yılında da, daha önceki yıllarda da, daha önceki yıllarda da, sürekli olarak -özellikle son yıllarda- iktidarlar, Meclise, eködenek kanunu tasarısı sevk etmektedirler.

Bu, açıkça şunu göstermektedir: Daha önceki yıl bütçelerinin açık bütçeler olduğunu düşünecek olursanız, iktidarlar, dönem başında açık bütçe yapmışlardır; fakat, bu açık bütçe tahminleri de tutmamıştır, yıl sonunda açık miktarları artmıştır ve tekrar açığı artıran bütçe teklifleriyle Meclise gelmişlerdir. Yıllardır, bu, tekrar etmiş, sürmüştür.

Nitekim, rakamlara baktığımızda, 1970'li yıllardan itibaren bütçelerin hedeflerinin tutmadığını görüyoruz. Dönem başındaki bütçe rakamlarıyla dönem sonundaki bütçe rakamları arasında büyük sapmalar meydana gelmiştir. 1981 bütçesine bakıyoruz, sapma, açık itibariyle yüzde 337 olmuştur. 1984 bütçesine bakıyoruz, bütçe açık olduğu halde, açıktaki sapma yüzde 124 olmuştur. 1986 yılına bakıyoruz, bu yılın bütçesi de açık bütçe olduğu halde, açıktaki sapma daha da artmış, yüzde 130'luk bir sapma ortaya çıkmıştır. 1987 yılında bütçe açık; fakat, açık yine artmış, yüzde 152'lik bir sapma ortaya çıkmıştır. 1991 yılı bütçesinde yüzde 95; 1993 bütçesinde yüzde 152; 1996 bütçesinde de, ekimde sunulan metne göre, yüzde 315'lik bir fark ortaya çıkmıştır. Yani, burada ifade etmek istediğim nokta şu: 1996 ve daha önceki yıllar bütçeleri açık bütçe olarak Meclise sunulmuş olduğu halde, bu açık rakamları da tutmamış; açık miktarı katlanarak yıl içerisinde devam etmiş ve nihayet, yıl sonunda, tekrar, ek bütçe zaruretiyle, o dönemin iktidarları Meclise gelmişlerdir.

Açıklar, tahmindeki sapmadan meydana geldiği gibi, hükümetlerin tercihlerinin yıl içerisinde değişmesinden de meydana gelmektedir. Özellikle, cari yıl içerisinde hükümet değişiklikleri ortaya çıktığı zaman, bir hükümetin görev süresi dolup da yerine yeni bir hükümet geldiği zaman, bu hükümet, elbette, eski hükümetin harcama tercihlerini ve harcama önceliklerini devam ettirmeyecektir; gerek gelir politikalarında gerekse harcama politikalarındaki tercihler farklılaşacaktır. Bu farklılaşmaların da ortaya çıkardığı yeni ilave harcamalar meydana gelmektedir.

Eğer "1997 bütçesi ve yıl sonu itibariyle ortaya çıkan açık, bir önceki hükümetin bütçesine aittir, bir önceki hükümetin bütçesinin açığıdır" deniliyorsa, bunun anlamı şudur: "Bizim hiçbir programımız yok, bizim hiçbir politikamız yok, hiçbir harcama önceliğimiz yok. Biz, önceki hükümetin -Refahyol Hükümetinin- programına devam ediyoruz, onun çizmiş olduğu yıllık hedefleri belirledik, yolumuza devam ediyoruz. Onun için, bu açığın tamamı bir önceki hükümete aittir" denilmek isteniyordur. Böyle bir ifadeyi hiçbir hükümet kullanamayacağına göre, 1997 bütçesinin tahlil edilmesi gerekir.

Evet, 1997 bütçesi 54 üncü Hükümet tarafından hazırlanmıştır; ama, bütçe yönetiminde iki farklı hükümet ortaya çıkmıştır. Bu hükümetlerden biri 54 üncü Hükümettir; yılın ilk altı ayında bütçeyi yürütmüştür, uygulamıştır; ikinci altı ayında ise, 55 inci Hükümet bütçe uygulamasına devam etmiştir.

Biraz önce söz alan değerli arkadaşlarım "1997 bütçesinin hayalî bütçe olduğunu, samimiyetsiz bütçe olduğunu, biz, Mecliste müzakere edilirken de ifade ettik" dediler. Ben, o değerli arkadaşlarımın daha önceki yılların bütçelerinde yaptığı konuşmaları da inceledim ve her yıl yapılan bütçe konuşmalarında da, o değerli arkadaşlarımızın, yine, aynı sözleri, açıklı bütçeler hakkında kullandıklarını tespit ettim. Nitekim, demin vermiş olduğum bütçe sapmalarıyla ilgili rakamlar, her yıl, muhafeletin, getirilen bütçenin hayalî olduğuyla ilgili, rakamların gerçek olmadığıyla ilgili temel bir vurgusunu taşır.

Dolayısıyla, bütçe tartışmaları sırasındaki ifadeler, bu bütçenin yıl sonundaki durumunu ortaya koymak için yeterli değildir. Bazı arkadaşlarımız "biz, 1997 yılı bütçe müzakereleri sırasında, bu bütçe 2,2 katrilyon açık verecek dedik" dediler. Bazı arkadaşlarımız, 2,7 katrilyon açık verecek dediklerini ifade ediyorlar; hatta, bazı sayın milletvekilleri de, 3-3,5 katrilyon liralık bir açıkla 1997 bütçesinin neticeleneceğini, bütçe müzakereleri sırasında söylemişlerdir ve ifade etmişlerdir. Bunun anlamı ne olabilir; bütçe hazırlığı safhasında, yıl sonunda bu kadar açığın ortaya çıkacağını söylemiş olmanın manası şu olabilir: Artık, bütçe, esnekliğini kaybetmiştir ve sizin devraldığınız koşullar, yıl sonunda bu kadar açık yapacak bir bütçeyi hazırlamaya sizi icbar etmektedir; buna mecbursunuz; ama, bunu yapmadınız demek istiyor olabilirler veya bu arkadaşlarımız, biz, eğer bu bütçeyi hazırlasaydık, bu bütçeyi 2,5 katrilyon, 3 katrilyon veya 2,7 katrilyon açıkla hazırlardık demek istiyor olabilirler. Eğer, söylemek istedikleri buysa, ortaya çıkardıkları sonuç da doğrudan doğruya kendi sonuçlarıdır.

Değerli arkadaşlarım, biz, 28 Haziran 1996 günü 54 üncü Hükümet olarak görevi devraldığımızda, tablo, Türkiye'nin ekonomik durumu ortadaydı, açık ve netti. Borçlanmalar üç beş aylık kısa vadelere sıkışmış, içborçlanma faizleri yüzde 140 düzeyinde dolaşıyor ve gazetelerde eylül, ekim aylarında bir ekonomik krizin yaşanacağından bahsediliyordu. Enflasyon yüzde 80'ler düzeyinde dolaşıyor, yatırımlar yetersiz, işsizlik Türkiye'nin en büyük sorunu, gelir dağılımı bozuk, dışticaret açıklarının kapatılması gereken bir noktada, böylesi bir ortamda hükümeti devraldık ve bütçe hazırlıklarımız sırasında da, devraldığımız ekonomik tabloya uygun tercihlerimizi ve politikalarımızı belirledik. Bu borçlanma kıskacını kıracağız, vadeleri uzatacağız, faizleri düşüreceğiz, bütçe içerisindeki faiz ödemelerinin miktarını azaltacağız, rantiyeye giden kaynaklar yatırıma, üretime yönelecektir, Türkiye'de işsizlik böylece azalacak, işsizlikle mücadele programımızı ortaya koyacağız demişizdir. Gerek kaynak paketleri, kaynak programları gerekse 1997 bütçesinin denk bütçe olarak ortaya çıkışının altındaki gerçek, vakıa budur ve 1997 bütçesini denk bütçe olarak hazırlarken, biz, samimî olarak, önümüzdeki ekonomik sorunlarla mücadele edeceğimizi ve Türkiye'de malî dengeleri kuracağımızı kabul ettik; bu inançla, bu kararlılıkla bu bütçeyi ortaya çıkardık ve bütçede, malî dengelerin kurulması için belirlediğimiz temel hedefler açıktı.

Birincisi, faiz ödemeleriydi. Bürokrasinin ve teknokratların bütçe hazırlıkları sırasında önümüze getirdikleri bütçede gösterdikleri faiz ödeme miktarı 3,1 katrilyon lira idi. 3,1 katrilyon liralık bir faiz ödemesinin 1997 yılı için büyük bir yük olduğunu ve bu faiz ödemeleriyle mücadele etmemiz gerektiğini kabul ettik, karar verdik ve bütçeye 1,8 katrilyon liralık bir faiz ödemesi koyduk; faizleri aşağıya indirdik. Şimdi, ek bütçeyle getirilen tablo ortada. Deniliyor ki, faiz ödemeleri 2,2 katrilyon liraya çıktı; 400 trilyon lira civarında arttı. Eğer, bu getirilen tabloyla ortaya çıkan ilave faiz ödemesi yıl sonunda gerçekleşecek rakamı ifade ediyorsa, bunun anlamı da şudur: Son altı aylık bütçe yönetimi bize ait olmadığı halde, Refahyol Hükümeti denk bütçe yapmakla, hiçbir tasarruf sağlamadıysa, bu faiz ödemelerinde 800 trilyon liralık tasarruf sağlamıştır. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bürokrasinin ve teknokratların getirmiş olduğu 3,1 katrilyon liralık faiz ödemesini 1997 bütçesinde 800 trilyon lira olarak aşağıya çeken, indiren ve azaltan politikalar, program ve uygulamalar, Refahyol Hükümetine aittir, 54 üncü Hükümete aittir. Nitekim, bu gerçeği 55 inci Hükümet de kabul etmektedir; bu Hükümetin bakanlarının altında imzası bulunan 1997 yılına ait yıllık programda, 54 üncü Hükümetin faizlerle ilgili olarak ortaya koymuş olduğu politika, hedefler ve uygulamalar başarıyla anılmaktadır ve bu metinde de, bu Hükümetin bakanlarının imzaları vardır.

Nitekim, rakamlar da bunu doğrulamaktadır. Faizlerin bütçe içindeki payı 1996 yılında yüzde 38 idi; 1997 yılında, bizim hazırladığımız bütçede bu pay yüzde 28'e düşmüştür; şimdi, 1998 bütçesinde, tekrar yüzde 40'a çıkmaktadır. Bizden önce hazırlanan bütçede, faiz ödemelerinin bütçe içerisindeki payı, bizim hazırladığımız bütçeden 10 puan fazladır; bizden sonra hazırlanan bütçedeki faiz miktarı da, bizim hazırladığımız bütçedekinden 12 puan daha fazla bir rakamı ifade etmektedir.

Faiz ödemelerinin gayri safî millî hâsılaya oranı da, yine aynı şekilde, 1996 yılında yüzde 10 iken, 1997 bütçesinde yüzde 8'e düşmüştür, 1998 bütçesinde tekrar yüzde 12'ye çıkmıştır.

İç borçlanma ortalama vadesi, 1996'da 195 gün gibi kısa bir döneme sıkışmışken, 1997 yılında, bizim uyguladığımız politikalar sayesinde 392 güne çıkmıştır. İki gün önce, 55 inci Hükümet, 490 trilyon liralık bir ihale yaptı ve görüyoruz ki, vade, tekrar 190 güne düşmüştür ve faiz oranı da bizim bıraktığımız düzeyin 20-30 puan üzerindedir.

Ortalama normal bileşik faiz oranı 1996 yılında yüzde 133,5 iken, 1997'de yüzde 104'e düşmüştür. Bizim dönemde, görüldüğü gibi, 30 puanlık bir düşüş vardır. 1998'de ne olacağı belli değil. Ortalama reel faizler de, bizden önce yüzde 33 iken, bizim dönemde yüzde 13'e düşmüştür.

Faiz olayını hangi boyutları itibariyle incelerseniz inceleyin, Refahyol Hükümeti, denk bütçe demekle, malî dengeleri kuracağım demekle, faiz ödemeleriyle mücadele edeceğim demekle, başarılı olmuştur ve bütçe içerisindeki faizlerin payını, açık bir şekilde, 800 trilyon lirayla ifade edilebilecek bir düzeyde, aşağıya doğru çekmiştir.

Bizim, denk bütçe hedefiyle ele aldığımız ikinci ana nokta, vergi gelirleriyle ilgilidir. Evet, bir taraftan, giderlerin azaltılması lazım; diğer taraftan da, gelirlerin yükseltilmesi lazım. Bütçe hazırlıklarımız sırasında, vergi gelirlerinde yüzde 94'lük bir artış öngördük. Bu artışa da, bütün milletvekilleri, Plan ve Bütçe Komisyonundaki müzakerelerde, Genel Kuruldaki müzakerelerde itiraz etmişlerdir; vergi gelirlerindeki yüzde 94'lük artış fazladır, bunu tutturamayacaksınız, bu vergi artışı hayalîdir demişlerdir; ama, biz, malî dengelerin kurulmasını, ekonomideki temel bir öncelik olarak belirledik; tekrar tekrar vurguluyorum. Borç kıskacından Türkiye'yi kurtarmak için, rantiyeye giden kaynakları, tasarrufu yatırıma kaydırmak için, işsizlikle mücadele etmek için, enflasyonu aşağıya çekmek için, enflasyonun bir devamı olan gelir dağılımıyla mücadele için, denk bütçe şarttı; en azından, malî dengelerin kurulması şarttı ve vergi gelirlerinin yüzde 94 artması da, bu malî dengelerin kurulması için bir ihtiyaçtı, bir zaruretti. Bütün arkadaşlarımızın itirazına rağmen, rakamlara bakacak olursanız, Haziran 1996'da hükümeti devraldığımızda, bizden önceki aylarda hiçbir zaman üç rakamlı artışa ulaşmayan vergi gelirleri artışı, bir yıllık iktidarımız döneminde, sürekli, kümülatif olarak üç rakamlı bir artışı ifade etmiştir ve Haziran 1997'de hükümeti devrederken, vergi gelirlerindeki artış, bir önceki yıla göre, yüzde 101'dir. Bütçe hedefimiz yüzde 94'tü; vergi gelirlerindeki artış hedefimiz, açıkça, bütçede hedeflediğimiz oranın üzerinde gerçekleşmiştir.

Bütçe dengesiyle ilgili üçüncü temel hedef aldığımız noktalardan biri de vergidışı normal gelirlerdir. Mademki kamu açıkları en büyük sorundur, ekonomideki bütün dengesizliklerin temel sebebidir, sorunudur, o halde, bu gelirler içerisinde birtakım ilave kaynaklara ihtiyaç vardır denilmiştir. Bununla ilgili olarak, elektrik santralları, Telekom hisse satışları, Telekom lisans satışları, vergidışı normal gelirler olarak bütçeye yerleştirilmiştir.

Bunun dışında, Anayasa Mahkemesinden dönen, yurtdışı emeklilikle ilgili, sosyal güvenlik kurumlarının gayrimenkullerinin satışıyla ilgili gelirler de olmuştur.

BAŞKAN – Sayın Şener, 1 dakikanız var efendim.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Bu saydığım son iki gelir, belirttiğim gibi, Anayasa Mahkemesinden dönmesi sebebiyle, gerçekleşememiştir; ama, bizim 1997 hedefimiz, elektrik santrallarının da diğer -Telekomla ilgili- gelirlerin de 1997 yılı içerisinde tahsil edilmesine yönelikti.

Faizle yaptığımız mücadele neticesinde, ekonominin en iyi olduğu ayda, faizlerin en fazla düştüğü ayda, yüzde 83'e indiği ayda, aşağı yukarı enflasyon düzeyine indiği ayda, bildiğiniz gibi, sunî gündemlerle, 54 üncü Hükümet, bu sunî gündemler neticesinde girilen bir süreç sonucunda görevi devretmek zorunda kalmıştır.

Şubat sonrası Hükümetin programının bozulmuş olması...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Şener, 1 dakika eksüre veriyorum; toparlar mısınız efendim.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) –Toparlamaya çalışacağım.

55 inci Hükümetin -bu vergidışı normal gelirlerle ilgili olarak- Refahyol Hükümetinin ortaya koyduğu programı izlememesi, takip etmemesi, farklılaştırması neticesinde, bu vergidışı normal gelirler tahsil edilememiştir.

Elektrik santrallarıyla ilgili olarak, en az iki üç aylık bir sapma, zaman kayması ortaya çıkmıştır.

Telekom lisans satışlarının 1997 yılı içerisinde gerçekleşmesi mümkündü; bu, gerçekleşmemiştir.

Sayılan bu gelirler, 1998'e kaydırılmıştır ve dolayısıyla, vergidışı normal gelirlerin de tahsili mümkün olmamıştır. Dolayısıyla, böyle bir tablo karşısında, belirttiğim gibi, bir taraftan gelir programı değişmiş, bir taraftan da harcama programı değişmiştir ve Meclise ekbütçeyle gelinmiştir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Efendim, lütfen, son cümlenizi söyler misiniz... Rica ediyorum...

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Son cümlemi söylüyorum efendim.

Bu anlattıklarımı teyit etmesi bakımından, sadece bir rakam vereceğim: 9 Temmuz günü, 55 inci Hükümetin değerli iki bakanı, yapmış oldukları basın toplantısında, yıl sonu itibariyle 1997 bütçesi ödeneklerinin yetmeyeceğini ve 1,2 katrilyon liralık bir ilave harcamaya ihtiyaç duyduklarını ifade etmişlerdir. Şimdi, aradan üç ay geçmeden, 1,9 katrilyona yakın bir eködenek kanunu tasarısıyla Meclise gelmişlerdir. Bu sayın bakanların kendi ifadelerinden de anlaşılmaktadır ki, sadece kendi ifadelerinin ortaya koyduğu gerçek şudur ki, Bu eködenekle ortaya çıkan açığın 700 trilyonu -kendi ifadeleriyle- kendilerine aittir, kalan diğer kısmı da, belirttiğim gibi, Hükümetin tercihlerindeki farklılaşmalarla örülü bir serüvenin sonucudur. Nasıl ki, enflasyonun yüzde 94'e çıkmış olması "Refahyol, enflasyon hedefini tutturamadı" gibi bir ithamın kaynağı ve sebebi olamayacaksa, ortaya çıkan bütçe sonuçları da, bütçenin ikinci dönemde uygulayıcısı olan Hükümetin politikalarıyla alakalı olarak değerlendirilmelidir diyorum ve hepinize saygılar sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şener.

ANAP Grubu adına, Sayın Lutfullah Kayalar, buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakikadır.

ANAP GRUBU ADINA LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; 1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı (A) İşaretli Cetvelde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı hakkında Anavatan Partisi Grubumuzun görüşlerini arz etmek üzere huzurunuzdayım; bu vesileyle, Grubumuz adına ve şahsım adına Yüce Meclise saygılar sunuyorum.

Çok değerli milletvekilleri, Meclisimize arz edilmiş olan, şu ana kadar da görüşmelerine devam ettiğimiz ekbütçe tasarısıyla ilgili, gruplarımızın değerli sözcüleri görüşlerini dile getirdiler. Değerli sözcülerden bir kısmının da ifade ettiği gibi, şu anda uygulanmakta olan 1997 yılı bütçe görüşmeleriyle ilgili olarak da yine bu kürsüde, bir yıla yaklaşan bir süre önce, gruplarımızın görüşleri dile getirilmiş bulunmakta idi. Bu, fazlaca uzun sayılmayacak süre içerisinde, bir yıla yaklaşan süre içerisinde acaba neler değişti de yeniden bir ekbütçe yapma durumuna geldik; Hükümet olarak bunu çok iyi irdelememiz lazım, çok iyi incelememiz lazım.

Yine, burada dile getirildiği gibi, bütçeleri hükümetler takdim etmekte, hükümetlerin tercihlerini tabiî ki yansıtmakta; ama, Meclisimizin, en önemli kanunu, yerine getirmekle, çıkarmakla, bir anlamda, görevli olduğu en önemli kanun bütçe kanunudur. Dolayısıyla da, tüm Meclisimizin sahip çıkması, ifade edildiği gibi ekbütçe tasarılarının neden getirildiğini, bundan sonraya iyi örnek olabilmek için veya bundan sonra gelmesini önleyebilmek için iyi irdelemek mecburiyetindedir.

Sayın Aykon Doğan "1984'ten 1991'e kadar geçen sekiz yıllık süre içerisinde her yıl ekbütçe çıkarılmaktadır" diye ifade ettiler; ama, sekiz yıllık süre içerisinde 2 kez ekbütçe çıkmış ve 2 kez çıkan ekbütçe 1989 ve 1991 yıllarında; yani, 1989'da belli bir dönem, ayrıca, 1991'de de, Körfez Krizi gibi bütün dünyayı etkileyen bir kriz dönemi içerisinde olarak bir ekbütçe çıkarmışız.

Bütün bunlardan ifade etmek istediğimiz şudur: Bu görüşmelerden ders almamız lazım. Arkadaşlarımızın bazıları ifade ettiler; 17.12.1996 tarihinde, yine, bu kürsüde, Grubumuz adına Maliye Bakanlığı bütçesi üzerinde görüşlerimizi arz ederken söylediğimiz iki pragrafı hafızalarımızı tazelemek ve bundan sonra bu tazelemelere fırsat vermemek açısından burada takdim etmek istiyorum.

"Bütçe rakamlarını incelediğimiz zaman, değerli Hükümetimiz, 1997 konsolide bütçemizi, çok uzun yıllardan sonra, ilk defa denk bir bütçe olarak hazırladığını iddia etmiş ve bunu Meclise arz etmiş bulunmaktadır. Bütçemizin denk bir bütçe olmasını -canı gönülden inanıyorum ki- 550 milletvekilimiz de arzu eder; Anavatan Partisi olarak, biz de arzu ediyoruz; ancak, arzularla, gerçekleri karıştırma gibi bir lüksümüzün olmadığını; ayrıca, bu şekildeki davranışların, özellikle, parlamenterlik görevinin temelinde yatan ve yatması gereken sorumluluk ve vebal duygularıyla ne derece uyum gösterdiğini de kendi vicdan muhasebemizde öncelikle yargılamak mecburiyetindeyiz.

Burada, diğer siyasî partilere mensup değerli sözcüler ve Anavatan Partisi Grubumuzun değerli sözcüsü de ifade ettiler. Denk bütçeye inanmak istiyoruz ve inanınız, kendimizi çok zorluyoruz; ama, inanmamız mümkün değil. Özellikle, gelir kalemleri içerisinde yer alan ve vergidışı normal gelirler içerisinde öngörülen, takriben 11 milyar dolar civarındaki gelirlerin çok büyük bir kısmının gerçekleşme ihtimali -en azından, 1997 bütçe takvim yılı içerisinde gerçekleşme ihtimali- fevkalade düşük görülmektedir..."

Bugün, bu satırlardaki görüşler aynen gerçekleşmiştir. Biz, bu gerçekleşmeden dolayı, bir siyasî partinin mensubu olarak sevinmiyoruz, bu gerçekleşmeden dolayı fevkalade üzülüyoruz; Meclisimiz adına üzülüyoruz, milletimiz adına üzülüyoruz; ama, ben, burada, bu bütçemizi denk olarak Meclisimize takdim etmiş olan değerli siyasî partilerimizin ve o günkü Hükümet yetkililerimizin, temsilcilerinin, burada "evet, yanlış yaptık" diyebilmek erdemliliğini gösterebilmelerini dilerdim. Bu bütçe burada takdim edilirken -teknolojinin en son yeniliklerinden faydalanılarak- o günkü Sayın Başbakan "şu kadar milyar dolar, şu kadar milyar dolar, şu kadar milyar dolar" şeklinde, TL'yi de bir kenara bırakarak, bu bütçenin denk olacağını ifade etmişti.

O günkü Sayın Bakanımız, biraz önce Refah Partisi temsilcisi olarak da görüşlerini dile getirdiler ve "biz denk bir bütçe yapmaya çalıştık -o gün de yaklaşık 3,5 katrilyon ilâ 2 katrilyon arasında açık olacağı burada ifade edildi- yani, bizden önceki dönemden devraldığımız tablodan dolayı biz de açık mı yapsaydık" dediler.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Demedik.

LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – O anlamda söylenildi.

Bakınız, kaynak paketleri diye, denk bütçe diye basın toplantıları yapılmıştı. Bu kaynak paketlerinde 1 katrilyon 160 trilyon lira öngörülüyordu. Hafızaları tazelemek lazım. 1 katrilyon 160 trilyon liraya karşı, o günkü 54 üncü Hükümetin Sayın Başbakanı, yaptığı iki basın toplantısında da "şu kadar milyar dolar gelir elde ettik" demişlerdi. Benim bu aldığım tablo, bugün Türkiye Cumhuriyeti Maliye Bakanlığından aldığım tablodur. 1 katrilyon 160 trilyon liraya karşı, kaynak paketlerinden şu ana kadar gerçekleşen 15 trilyon liradır değerli milletvekilleri. 1 katrilyon 160 trilyon liraya karşı, gerçekleşme 15 trilyondur. Eğer, siz bunu göremiyorsanız, o zaman nasıl hükümet ediyorsunuz?! Yok -daha vahimi- siz bunu görüyor da görmezlikten geliyorsanız ve 65 milyonu buna inandıracağınızı zannediyorsanız, 550 milletvekilini inandırdığınızı zannediyorsanız, ben isterdim ki o Hükümet düşmesin, bugün burada o Hükümet olsun; bu ekbütçe kanun tasarısını veya yaklaşan bütçeyi hep birlikte tartışabilelim.

Bunlar üzüntü vericidir; bunlar, bizi, 65 milyonluk, her türlü potansiyeli olan ülkemizi, yurt içinde de, yurt dışında da sıkıntıya sokan uygulamalardır. "Denk yaptık" demekle, denk olmuyor. Belki, dengini toplayıp gidenler oldu; ama, dengini toplayıp gidenlerin bıraktıklarıyla, bugün, yine bu Meclis uğraşıyor!.. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

Söylemek istediğimiz, açıklarımız varsa, bütçe açıklarımız olacaksa, biz, bunları gizleyemeyiz.

Türkiye, dünyada yalnız başına yaşayan bir ülke değil; Türkiye, dünya ülkeleriyle entegrasyon içerisinde olmak mecburiyetinde olan ve özellikle geçmişiyle ve şu andaki Allah'ın bize bahşettiği ülkemizin dünya içerisinde bulunduğu konumuyla, dünyayla entegrasyonu en iyi sağlayabilecek konumda olan bir ülke; ama, eğer, siz, çıkıp, burada "IMF kapılarında ne işiniz var; IMF kapılarını bırakın, gelin, Türkiye'de bu işin çözümünü arayalım" derseniz, ben, buradan, size, şu cevabı veririm: Bir sayın milletvekilimiz, geçmişin Hazine Müsteşarı -1984'ün, 1985'in Anavatan Hükümetlerinin IMF kapılarından kurtardığı- IMF'ye "seninle, artık, işimiz kalmadı" diyen şimdiki Manisa Milletvekili, o zamanki Hazine Müsteşarı... (RP sıralarından "Kim o?" sesleri) Ekrem Pakdemirli... Belki bilmeyebilirsiniz; kendisi burada. O günkü Hükümetin Başbakanı Amerika Birleşik Devletlerine gittiğinde, oranın Başkanına "sizden para istemeye gelmedim, sizinle ticaret yapmaya geldim" diyebilecek noktaya gelen bir konumdaydı Türkiye.

IMF kapısına, Türkiye, 1995'te tekrar düşürüldü; 1995'e kadar IMF kapısında değildi Türkiye. 1995'ten sonra düştüyse, bunun müsebbipleri... Bir ceza anlamında değil; bunlar neden bu şekle gelmiştir? 1995 Nisan kararları, acaba, gerçekten, alındığı gibi uygulanabilmiş midir?! Acaba, gerçekten, bütün yönleriyle alınmış olan iyi bir paket midir?! O zaman, bunları yeniden görüşmemiz gerekir. IMF kapısına düşen Türkiye'yi, bugünkü Hükümetin Başbakanı da, ekonomiden sorumlu bakanları da, yeniden IMF kapısından kurtarmanın mücadelesini vermektedir ve o mücadeleden de galip çıkacağına inanıyoruz ve çıkmamız gerekir. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar) Bugünkü Hükümet için değil, 55 inci Hükümet için değil, 65 milyonluk insanımız için çıkması gerekir.

Burada, çıkıp demiyor muyuz ki; sosyal adaleti gerçekleştirmemiz lazım, üretimi artırmamız lazım, gelir düzeyimizi artırmamız lazım. Bütün bunları yapabilmeniz için enflasyonu düşürebilmeniz lazım. Bütün burada konuşulan ekonomideki sıkıntının temelinde birçoğumuzun birçok yerde söylediği; ama, kararlılıkla üzerine gitmediği enflasyon sorunu yatmaktadır. Nasıl ki, bugünkü Hükümetimizin, özellikle, 1998 bütçesinin, şu anda, Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşüldüğü günlerde, enflasyonla mücadele konusunda, Sayın Başbakanından başlayarak bütün kabine üyelerinin kararlılığı hepimize ümit vermektedir ve hepimizi cesaretlendirmektedir; Meclis olarak bize de düşen, bu kararlılığın arkasında durabilmektir. Varsa eksikleri, bütün bu görüşmelerde, o eksikleri tenkit bakımından değil, o eksikleri giderebilme amacına matuf olarak, elbirliği içerisinde, daha iyiyi, daha güzeli bulabilme amacına matuf olarak o eksikleri de burada dile getirmemiz gerekmektedir.

İfade etmek istediğimiz şudur: Bugünkü ekbütçe konusunu, ekbütçe tasarısının Meclise getirilme konusunu iyi algılamamız lazımdır.

Bakınız, bu kürsüden mart ayında yaptığımız konuşmalar var, zabıtları şimdi önümde. Mart ayında gündemdışı yaptığım 5 dakikalık konuşmada şunu ifade etmiştim: "Sayın Başbakan, ocak ayıyla ilgili 'müjdeler olsun, bütçemiz fazla verdi' şeklinde beyanda bulundu" demiştim. Bu beyanın yanlış olduğunu, ocak ayında bütçenin 116 trilyon lira eksik verdiğini, o fazla hesabın hiçbir bütçe tekniğine dayanmadığını, Merkez Bankasından Hazinenin hisselerine mahsuben intikal edecek olan kârlar olduğunu, o kârların, bütçe açıklarının kapatılmasında kullanıldığını veya kullanılacağını, bundan dolayı da bütçenin fazla verdiğini bir Sayın Başbakan ifade edebilmiştir. Bu, bir ciddiyetsizlik örneğiydi o gün; işte, bugünkü ekbütçenin altında yatan da, o ciddiyetsizliktir, o samimiyetsizliktir; ifade etmek istediğimiz bunlardır. (ANAP sıralarından alkışlar)

Türkiye'nin, bu ciddiyetsizliklerden dolayı, aynı gün yaptığım konuşmada... (RP sıralarından gürültüler)

Sayın Başkanım, ben hiç kimseye müdahale etmedim.

BAŞKAN – Efendim, buyurun.

ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum) – Müdahale edilmeyecek söz söyle.

BAŞKAN – Efendim, rica ederim...

Tamam, devam edin...

LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Ben bu müdahalelere çok iyi cevap veririm; vaktim az, vakti değerlendirmek istiyorum, yararlanalım diye.

ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum) – Seni ciddiyete davet ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Özyılmaz, efendim, rica ediyorum... Müdahale etmeyin.

LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Bakınız, bu ciddiyetsizlikler, sadece, Türkiye'de yüzde 65 olarak öngörülen enflasyonun yüzde 90'ların üzerine çıkması sebebini veya neticesini doğurmuyor. Rant ekonomisiyle mücadele edeceğim diyenlerin -ki, hepimiz katılıyoruz, açıkça buradan söylüyorum- bakınız Türkiye'ye ne yaptığını -üstelik de biraz uzun vadeyle- buradan söylemek istiyorum. Şu an, o IMF kapılarına giden bugünkü değerli Hükümetimizin temsilcilerinin, bıraktığı 1991'de, Türkiye'nin, dünyadaki piyasalardan aldığı kredilere uygulanan faiz, libor+0,75 ve 1,25 arasında oynamakta idi. 1991'den bugüne gelmişsiniz, şu anda, faiz oranı, bazen spot piyasalarda liborla birlikte 10'lara çıkmaktadır; libor+4'ler 5'ler seviyesinde dolaşmaktadır. Bu ne demektir; içerideki işçinizden, memurunuzdan aldığınız vergileri, çiftçinizden aldığınız vergileri, yapamadığınız yatırımları, kendi cebinizden, yurt içinden alıp dışarıya vermeniz demektir. En fazla rant ekonomisi bu değil midir?! Vücudu en fazla zayıflatan, Türkiye'yi en fazla zayıflatan bu değil midir?! İşte, o, ocak ayında "fazla verdi" ciddiyetsizlikleri "denk bütçe" şeklindeki ciddiyetsizlikler, Türkiye'nin, BBB olan notunu, uluslararası reyting kuruluşlarının tayin ettiği notu, B'ye düşürmüş; yani, kredisi olan ülke, itibarı olan ülke, riskli ülkeler, itibarı olmayan ülkeler konumuna düşmüş; ama, o konuma düşmeyle birlikte bir başka olay var, tekrar ifade ediyorum: Önemli olan, içeriden dışarıya kredi maliyetlerinden dolayı, artı artardığınız paralardır. Bunların hesabını, acaba vicdanlarımızda verebilecek miyiz?! Bunu ifade etmek istiyorum.

Bugünkü Hükümetimizin ortaya koyduğu programa ve şu ana kadarki yaptığı uygulamalara biraz önce bir satırla değindim; ama, tekrar üzerine basarak ifade etmek istiyorum ki, Meclis olarak, siyasî parti mensubu olmamızı da aşarak, birer milletvekili olarak bu programlara sahip çıkmak mecburiyetindeyiz, Türkiye olarak mecburiyetindeyiz; hükümetler olarak değil, Türkiye olarak mecburiyetindeyiz.

Bu meyanda ifade etmek istiyorum ki, şu ana kadar, Hükümetin, yaptığı uygulamalarla, makro dengelerin yeniden kurulması ve enflasyonun aşağıya çekilmesi yönündeki kararlılığı ortaya çıkmış bulunmaktadır. 1997 yılının ikinci yarısı geldiğinde Türkiye'de fevkalade bozuk bir moral vardı, Türkiye'nin toplumsal morali bozuktu . Bu Hükümetle birlikte toplumsal morali düzeldi. Bu toplumsal moralin düzelmesiyle birlikte, Türkiye, dünyada da yeniden güvenirliğini kazanmaya başladı ve o sayededir ki, Merkez Bankası rezervlerinde, bu Hükümetin işbaşına gelmesinden sonra 5 milyar dolarlık bir artış ortaya çıkmış bulunmaktadır. Bu Hükümet, bu gelişmelere rağmen, popülist bir politika takip etmeyerek, Hazinenin, Merkez Bankasından kullandığı avansları durdurmuş, hatta, 1996 sınırlarına çekmiş bulunmaktadır. Böylece, karşılıksız para basmanın yarattığı enflasyonist bekleyişler törpülenmeye geçmiş bulunmaktadır.

Bir başka önemli icraat, Hazine, borçlanma programı oluşturmuş, piyasa kuralları içerisinde, borçlanmaya daha ekonomik bir nitelik kazandırılmış, denk olacağı söylenen ve bu nedenle de kaynakları düşünülmeyen 1997 yılının rekor açıkları için finansman bulunurken, piyasalarda dengesizlikler yaratacak her türlü davranıştan da kaçınılmıştır.

BAŞKAN – Sayın Kayalar, 1 dakikanız var efendim.

LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Piyasada istikrarın korunmasına önem verilmiş; Hükümetin kurulmasından sonra geçen kısa bir sürede, yabancı ve yerli yatırımcıların güveninin yeniden tesis edilmesinin göstergesi olarak TL'ye talep artmış bulunmaktadır.

Ayrıca, uzun vadeli kalıcı çözümler de, yine bu Hükümet tarafından cesaretle ortaya konulmaya başlanılmış bulunmaktadır. Bundan önceki birikintilerden ortaya çıkan zamlar da -her türlü popülist uygulamanın dışında- ekonominin gereği olarak, ama, yine de en az nasıl yapılacağı araştırılarak ve bu konuda gerçekten ciddî tedbirlerle birlikte, maalesef ve maalesef, yapılma durumunda kalınmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kayalar, lütfen toparlar mısınız efendim; 1 dakika içinde toparlayın.

LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Tamamlıyorum efendim.

Bu yapılanlarla, burada ifade edildiği gibi, önümüzdeki kış sıkıntı içerisinde geçecektir; ama, önümüzdeki kıştan sonra Türkiye'nin önünde daha ne baharlar, ne yazlar, ne yıllar bulunmaktadır, onu ifade etmemiz lazım. (ANAP sıralarından alkışlar) Bu tedbirler, önümüzdeki kışın sıkıntıda geçmesi için değil; bu tedbirler, önümüzdeki kıştan sonraki Türkiye'nin önünün aydınlığa çıkarılması için alınan tedbirlerdir.

Bu sebeple, ekbütçeyle ilgili kanun tasarısının buraya gelmiş olmasından dolayı duyduğumuz üzüntüyü ifade ederek; ama, bu anlamda, Anavatan Partisi Grubu olarak, ciddiyet içerisinde, bundan sonraki bütçe yılları içerisinde ekbütçelerle Meclisin huzuruna gelinmemesi için Hükümetimizin her türlü tedbiri almasını da burada özellikle temenni ederek, bu ekbütçenin hazırlanmasında emeği geçenlere Grubumuz adına teşekkür ediyoruz. Memleketimize ve milletimize hayırlara ve uğurlara vesile olmasını Yüce Allah'tan niyaz ediyor saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kayalar.

ABDULLAH AYKON DOĞAN (Isparta) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun Sayın Doğan.

ABDULLAH AYKON DOĞAN (Isparta) – Sayın Başkan, zabıtlara geçmesi bakımından bir hususu düzeltme mahiyetinde bir açıklama yapmak istiyorum.

Sayın Kayalar ifade ettiler ki, 2 tane ekbütçe yapılmıştır. Elimde, Meclisin resmî yayını var; kürsüye çıkmadan önce bu resmî yayını aldım.

Bakınız, Sayın Özal döneminde 1985 yılı bütçesine, Sayın Turgut Özal döneminde 1989 yılı bütçesine, Sayın Turgut Özal döneminde 1990 yılı bütçesine, Sayın Yıldırım Akbulut döneminde 1991 yılı bütçesine... (DTP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Bir dakika efendim...

TURİZM BAKANI İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – O bütçelerin altında denk bütçe yazıyor muydu?!

DEVLET BAKANI REFAİDDİN ŞAHİN (Ordu) – Onlarla bu bütçenin ne alakası var?!

BAŞKAN – Bu kadar heyecanlanma Sayın Bakan.

ABDULLAH AYKON DOĞAN (Isparta) – ... Sayın Demirel döneminde 1993 yılı bütçesine, Sayın Çiller döneminde 1994 yılı bütçesine, Sayın Çiller döneminde 1995 yılı bütçesine, 1996... (DTP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Buyurun efendim.

ABDULLAH AYKON DOĞAN (Isparta) – ... Sayın Necmettin Erbakan dönemindeki 1997 yılı bütçesine olmak üzere 9 tane ekbütçe gelmiş. Şimdi, bundan üzülüyoruz; ama, sadece üç dönemi Turgut Özal, bir dönemi Yıldırım Akbulut zamanında.

EMİN KUL (İstanbul) – Sayın Başkan, arkadaşımız konuşma mı yapıyor?!

BAŞKAN – Efendim, bir yanlışı düzeltiyor; olabilir, gayet normal; bunlar resmî evrak.

Tamam efendim.

Sayın Bakan, konuşacak mısınız?

MALİYE BAKANI ZEKERİYA TEMİZEL (İstanbul) – Evet.

BAŞKAN – Buyurun, o zaman efendim. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakikadır Sayın Bakan.

MALİYE BAKANI ZEKERİYA TEMİZEL (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; eködenek kanun tasarıları üzerinde konuşulurken, bir önceki dönemin muhasebesini yapmak ya da bir önceki dönemle hesaplaşmak gibi bir niyetimiz, kesin olarak, yoktu; özellikle, sözlerime, bunu belirterek başlamak istiyorum.

Arkadaşlarımız, çok somut olarak belirttiler; Türkiye, samimî bütçe yapamayan, örneklerini defalarca sıraladıkları gibi, her yıl bir defa da mutlaka eködenek kanun tasarısı çıkarmak zorunda kalan görünümüyle, zaten, inandırıcılığını yeteri kadar yitiriyor idi. Dolayısıyla, 1997 bütçesinde de böyle bir sonuçla ortaya çıkmak veya böyle bir sonuçla karşılaşmak, belki de, yalın olarak alındığı zaman, pek fazla eleştirilecek herhangi bir sonuç doğurmayabilir idi. Ancak, burada söylenen laflardan sonra, geçmişin hesabını sormuyoruz; ama, eğer, onun karşılığını vermezsek, geçmişin hesabını vereceğiz gibi bir imajla karşı karşıya kalabiliriz. O nedenle, söz almak gereğini duydum ve birkaç konuya çok kısa olarak değinmek istiyorum.

Hepinizin bildiği gibi, bütçe yasaları hükümetlere, bütçe dönemiyle sınırlı olmak üzere, harcama yapma ve gelir toplama yetkisi verir. Dolayısıyla da, hükümetler bu sınırlar içerisinde bütçe hakkını kullanmak zorundadırlar. Eğer, bütçeler yapılırken, harcama büyüklükleri samimî olarak belirlenmez ise, o takdirde de, yıl içerisinde ödenekler yeterli olmaz. 1050 sayılı Yasa, ödeneği olmayan hiçbir harcamanın yapılamayacağını öngörmektedir; Sayın Aykon Doğan'ın dediği gibi "bütün harcamaların hepsi yapılmıştır; dolayısıyla, biz bunlara geriden izin veriyoruz" tümcesi bu açıdan doğru değildir. 1050 sayılı Yasanın 45 inci maddesi, ödeneği olmadan hiçbir harcamanın yapılmasına izin vermez; ama, onun dışında birkaç tane yasa, ödeneği olmadan da bazı harcamaların yapılmasına izin verir. Dolayısıyla, sadece bunlarla sınırlı olmak üzere ödeneği olmaksızın harcamalar yapılır. Nedir bunlar; personel ödemeleridir. Dolayısıyla, kamu görevlisinin maaşını devlet veremez bir konumda kalmasın diye, 657 sayılı Yasa bunu getirmiştir; ama, onun dışında, yatırımlar için ödeneği olmadan harcama yapma diye bir şey söz konusu değildir.

ABDULLAH AYKON DOĞAN (Isparta) – Mesele yok yani...

MALİYE BAKANI ZEKERİYE TEMİZEL (Devamla) – Sayın Abdüllatif Şener "bir hükümetin tercihlerini aynen devam ettirme gibi bir şey söz konusu olmayacağına göre, elbette ki, bütçe büyüklükleri değişir" dedi; doğrudur Sayın Şener. Elbette ki, bir hükümetin tercihlerini olduğu gibi devam ettirme gibi, 55 inci Hükümetin de bir niyeti yoktur. Yalnız, bizim değiştirmek zorunda kaldığımız ve değiştirme zorunluluğuyla karşı karşıya kaldığımız tercihler çok açıktır.

1997 bütçesine, ta 1990'lı yıllardan beri bir kuruş ödeneğini koymadığınız veya ödemediğiniz kamulaştırma bedellerinin ödemeleri girdi. (DSP sıralarından alkışlar) Bu insanların gayrimenkullerini, mallarını ellerinden almışsınız, evlerini, tarlalarını kamulaştırmışsınız; ama, o zamandan beri bedellerini ödememişsiniz ve bunun ödeneğini de bütçeye koymamışsınız. Doğru; eködenek kanun tasarısına bunun ödeneğini getirdik, koyduk; tercihlerin ötesinde.

Yine, aynı şekilde, Türkiye'nin, önümüzdeki yıllarda gerçekten ihtiyacı olan yatırımların ödeneği yeteri kadar konulmamış. Enerji yatırımlarıyla ilgili karşı karşıya kaldığımız konum ortalıkta. Evet, doğru; getirip, buna, bunun ödeneklerini koyduk.

Onun dışında, bütçenin dışında, dünya kadar yükümlülük yaratmışız. Ziraat Bankasının sırtında yükümlülük yaratmışız, Halk Bankasının sırtında yükümlülük yaratmışız, kooperatif birliklerinin sırtında yükümlülük yaratmışız. Bu yükümlülüklerle, bu kuruluşların, bütçe içerisinde görünmemesi nedeniyle, malî durumlarının iyi olduğunu söylemeniz mümkün mü; değil. Bunları sağlıklı yapıya kavuşturmak, devletin gelir ve giderini sağlıklı olarak göstermek zorundaydık, tercihimiz buydu; işte, bunun için getirip ilave yükümlülükler koyduk; ama, bu yükümlülüklerin dışında olan büyüklükler konusunda da, çok açık olarak ifade etmek gerekirse, Sayın Yılbaş'ın da çok net olarak belirttiği gibi, devlet borçlarının faizleri ödenemeyecek veya hesaplanamayacak bir olay değildi. Devlet, borç aldığı gün, onun faizini, kuruşu kuruşuna bir tarafa yazar, o bellidir.

Devlet, personel ödemeleri için kaç kuruş veya kaç lira harcama yapacağını, kuruşu kuruşuna bilir.

Yine devlet, sosyal güvenlik kuruluşlarına ne kadar yardım yapacağını da -çünkü, maaş ödemesidir onlar da- kuruşu kuruşuna bilir.

Dolayısıyla, bütün bunları alt alta hesapladığınızda, ortaya 1 katrilyon gibi bir rakam çıkar. Bundan kaçmak mümkün müydü; değildi; ama, nasıl olsa, bunlar, ödeneği aranılmadan yapılan harcamalardır, özlük haklarıdır deyip, bütçeye koymadığınız takdirde, bu durum ortaya çıkar. Böyle bir olay ortaya çıktığı zaman ne olur; bunun, iki tane sonucu olur değerli arkadaşlar:

Bir tanesi, yılı içerisinde, eködenek kanun tasarısı getirilmez; ancak, kesinhesapların kabulü sırasında, bu tür ödenekler, ilave ödenek olarak kabul edilir ve geçmiş dönemdeki saymanlar ibra edilir.

İkinci bir seçeneği de, yılı içerisinde, bu harcamalar için ödenek talebinde bulunur hükümet. Bunun sorumluluğu, ödeneği olmadan harcama yapmanın sorumluluğu, hukukumuzda, ne yazık ki, sadece ve sadece, saymanların üzerindedir. Binlerce saymanı, sürekli olarak uykusuz bırakmaya, zannediyorum, Türkiye Büyük Millet Meclisinin de hakkı yoktur, Hükümetimizin de hakkı yoktur. İşte, o nedenle ki, bu insanlarımız, rahat uyuyabilsinler, imzaladıkları her tahakkuk veya ita emrinin altında, her halükârda kendilerine verilmiş bir izin olduğunu görsünler diye, bu, eködenek kanun tasarısı getirildi buraya.

Yaklaşık üç hafta sonra yine bu Genel Kurulda, 1998 yılı bütçe yasası tartışılacak. Dolayısıyla, bütçe yasası da, büyük bir ihtimalle aynı veriler kullanılarak yapılacak. O nedenle, burada, ekonominin durumuyla ilgili çok ayrıntılara girmeden; ancak, yanıt oluşturması nedeniyle birkaç konuya daha değinmek istiyorum:

Değerli milletvekilleri, önce, şu anda bizleri izleyen binlerce bürokratı rahatlatmak için, bir konuya değinmek istiyorum. Bütçe tartışmaları sırasında, şu kürsüden, zannediyorum, şimdiye kadar Türkiye Cumhuriyetinin bürokratları suçlanmadı. Yani, bürokratlar bu hesabı yapmışlardı da, biz bunu, buna indirmek suretiyle, bu kadar faiz indirimi sağladık demek, bu ülkenin bürokratlarına hakarettir, devlet sistemini de bir kere bilmemek demektir. Bürokratlar, ne zamandan beri, getirmiş oldukları hesaplamalardan sorumlu oldular; bunun tercihini yapmak, elbette ki hükümetlere aittir.

NEVFEL ŞAHİN (Çanakkale) – Hükümet ortağınız söyledi.

MALİYE BAKANI ZEKERİYA TEMİZEL (Devamla) – Tutanaklardan kesin olarak bunu çıkartırım Sayın Başkanım.

Burada, bürakrotlar faiz ödeneklerini 3,1 katrilyon lira olarak getirmişlerdi, biz bunu 1,8 katrilyona indirdik, şimdi 400 daha ilave edildi; dolayısıyla, biz, bu hesaptan bunu tasarruf etmek demek olmaz. Böyle bir hesaplama olmaz, böyle bir mantık da olmaz.

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Yok, öyle değil...

MALİYE BAKANI ZEKERİYA TEMİZEL (Devamla) – Değerli milletvekilleri, denk bütçeyi, 54 üncü Hükümet, sürekli, bir temenni olarak ortaya koydu. Doğrudur; gerçekten, kulağa hoş gelen, iyi bir temennidir. Yalnız, bunun bazı ağır faturaları da olmaktadır; bunları da bilmek gerekir. Eğer, siz, bütçenizi denk bağlar, bütçe yasasıyla hükümetlere verilmesi gereken borçlanma yetkisini gizleyerek arka maddelere atar, sonra da, bütçe ödeneklerinin belirli bir miktarıyla sınırlarsanız ve bu bütçe de denk olmazsa, belirli bir süre sonra, bu devlet, borçlanamamaya başlar. 1997 bütçesinin uygulaması nedeniyle hükümetin karşı karşıya kaldığı durum da budur. Bütçenin verdiği açık nedeniyle, Hazineden sorumlu devlet bakanına, bütçe ödeneklerinin 3'te 1'i oranında borçlanma imkânı veren yetkinin kullanılma olanağı kalmamıştır .

Şimdi, bu Hükümetin uzun vadeli olarak borçlanma imkânı var mıdır; yoktur. İşte, borç vadelerindeki kısalma, bono nedeniyle ortaya çıkmaktadır.

MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Kayseri) – 18 aya çıkmıştı Sayın Bakan.

MALİYE BAKANI ZEKERİYA TEMİZEL (Devamla) – Bu nedenle ortaya çıkmaktadır. Bono tahvili ihraç etmektedir şu anda Hükümet; bütçedeki yetkisinin bitmiş olması nedeniyle tahvil ihraç edememektedir. Ondan sonra da, böyle bir yetkiyi düşünmeden, böyle bir sonucun ortaya çıkacağını düşünmeden böyle bir bütçe yapacaksınız; sonra da, diyeceksiniz ki: Borç vadeleri 190 güne indi; yasal zorunluluktu.

Demek ki, herhangi bir temennide bulunmadan önce, bu temenninin doğuracağı sonuçları da, ülkeye getireceği yararları ya da zararları da çok iyi tartmak gerekir. İşte, bu temenninin, şu anda Türkiye'ye maliyeti bu.

Değerli arkadaşlar, sizlere bir iki rakam daha vermek istiyorum: Türkiye, 55 inci Hükümet kurulduğu zaman, kuruşu kuruşuna 4,2 katrilyon lira borç yüküyle karşı karşıyaydı. 30 Haziran 1996 tarihî itibariyle -yani, 54 üncü Hükümetin kurulduğu gün- borç stokumuz 2,2 katrilyon lira idi. Hükümetin kurulduğu tarih itibariyle borç stokumuz 2,2 katrilyon lira, 30 Haziran 1997 tarihî itibariyle -yani, 55 inci Hükümetin kurulduğu gün itibariyle- borç stokumuz 4,2 katrilyon lira. Demek ki, bir yıllık dönem içerisinde, borç stokumuzda tam 2 katrilyon liralık bir artış meydana gelmiş.

Bu dönem içerisinde, vergi gelirlerinde de, elbette, oldukça önemli ölçüde artışlar olmuş; ancak, değerli arkadaşlar, vergi gelirleri tahmin edilirken, genellikle, bütçe büyüklüklerini belirleyen rakamlara göre tahminde bulunulur. Daha önceki bütçe tartışmaları sırasında da, bu söylendi zaten. Eğer, siz, gayri safî millî hâsıla deflatörünü -yani, ortalama fiyat artışlarını- yüzde 65 olarak belirlerseniz, bu gelirler ortaya çıkmaz denir; ancak, sizin belirlediğiniz deflatör -fiyat artışları- yüzde 90'lara çıkar ise, o takdirde, elbette ki, vergi gelirleri yüzde 100'ler dolayına ulaşır. Fiyat artışları yüzde 94'ler civarındaysa, vergi esnekliği de yüzde 1 ise, yüzde 101'lik artış, düşük bir artıştır, övünülecek bir artış değildir. Kaldı ki, Türkiye, üç haneli gelir artışlarını da ilk defa 54 üncü Hükümet zamanında görmemiştir. İşin garip kısmı, Türkiye'nin en buhranlı dönemler yaşadığı zamanlarda, örneğin, 1994 yılında, yüzde 122'lik bir gelir artışı söz konusu olmuştur; 1996 yılında da yüzde 7'lik...

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Enflasyon ne olmuş?

MALİYE BAKANI ZEKERİYA TEMİZEL (Devamla) – İşte, onun bağlantısını kurmaya çalışıyorum. Demek ki, bu rakamları bu şekilde söylemenin herhangi bir manası yoktur, sadece laf kalabalığıdır, belirli verilerle ortaya konulduğu zaman belirli bir anlamı olmaktadır; dolayısıyla da, bu rakamlar, ne herhangi bir hükümetin bir şeyi suçlaması için ya da övünmek için kullanılacak rakamlar değildir; çünkü, söylenilen bir laf, biraz sonra, buraya çıkan başka birisi tarafından, şu verilerle ortadan kaldırılır. O nedenle de, bu tür düzenlemeleri yaparken, gerçekten, gerçekçi olmak zorundayız.

Son bir şeye daha değinerek sözlerimi bitirmek istiyorum değerli arkadaşlar. O da, 54 üncü ve 55 inci Hükümetler dönemindeki faiz düşüşü ya da rantiyeye pay verme olayıdır.

Değerli milletvekilleri, Haziran 1996 itibariyle, borçlanmanın yıllık bileşik ortalama maliyeti yüzde 125.9 idi, yani, 54 üncü Hükümet kurulduğu zaman, faiz oranları yüzde 125,9 civarında seyrediyor idi; Haziran 1997'de 55 inci Hükümet kuruluduğu zaman da, faiz oranları yüzde 114,3'tü.

Şimdi, bu verileri olduğu gibi bir tarafa bırakıp da, faiz oranları şuradan alındı, şuraya bırakıldı gibi lafların yerine, şu iki veriyi kullanmamız yeter. Biz, bu tartışmaları, gerçekten, ekbütçe sırasında yapılacak tartışmalar olarak görmedik; çünkü, sözlerimin başında da belirttiğim gibi, eködenek yasa tasarıları, genellikle bir dönemin muhasebesinin yapıldığı yerler değildir; hangi harcamalara ödeneğin eksik kaldığını, hangi ilave yükümlülükler nedeniyle nelerin yapılması gerektiğini, gelip, burada sizlere sunup, bununla ilgili olarak yetki almaktır. Bu yetkiyle de, saymanları, bu parayı ödeyecek durumda olan insanları zor durumdan kurtarmak, uykularının kaçmasına engel olmaktır. Bu amaçla, bu, huzurunuza geldi.

Yapılacak olan ödemelerin hangisinin neye ait olduğunu, eködenek yasa tasarısında yer aldığı için, burada söylemek istemiyorum; ama, bunların hiçbiri, biraz önce belirttiğim yükümlülükler nedeniyle ortaya çıkanların dışındaki hiçbiri, ilave birtakım yükümlülükleri getirmemektedir.

Elbette ki, umudumuz, bütün bu ödemelerin gerçek verilere dayanması, bütçelerin samimi olarak yapılmasıdır. Bu umut içerisinde, gerek 1998 gerekse daha sonraki yıllar bütçelerinin samimi olarak yapılıp, bütün etkileri hesaplanarak kabul edilip, sonra da, toplum karşısında Türkiye Büyük Millet Meclisinin alnı ak olarak dolaşmasını temenni ediyoruz.

Bu temennilerle, hepinize saygılar sunuyorum. (DSP, ANAP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Gruplar ve Hükümet adına tümü üzerinde yapılan konuşmalar bitmiştir.

Şahsı adına, Sayın Ersönmez Yarbay; buyurun efendim.

Süreniz 10 dakika efendim.

ERSÖNMEZ YARBAY (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 4219 sayılı 1997 Malî Yılı Bütçe Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

En önemli olay, her konuda samimi olabilmektir. Samimiyet, her işin başıdır, başlangıcıdır. Biz, Hükümet olarak, milletvekilleri olarak, bakanlar olarak her konuda samimi olmalıyız, aynı zamanda bütçe konusunda da samimi olmalıyız. Dolayısıyla, burada, her bütçe takdiminde samimi bir bütçe hazırlandığı söylenmesine rağmen, zaman içerisinde bu bütçelerin delik deşik olduğu ve ihtiyaçları karşılamadığı görülmekte, ekbütçelerle Meclisin huzuruna gelinmektedir.

Biz, milletvekilleri olarak, bütün millete örnek olmak durumundayız. Bütçe konusunda samimi olmamız gerektiği gibi, Anayasaya bağlılık konusunda da samimi olmak durumundayız. Dün, burada, anayasa değişikliği konusu oylanırken, bir sayın genel başkanın bugün gazetelerde çıkan fotoğrafı, "oyunu açık olarak kullandı" şeklindeki haber ve...

BAŞKAN – Konuya bağlı konuşun, rica ediyorum...

ERSÖNMEZ YARBAY (Devamla) – Tabiî, yine samimiyetle ilgili.

Bir başka milletvekilinin de oyunu açık olarak kullanması, Anayasaya saygısızlık ve samimiyetsizlik konusunda da en açık bir örnektir. Önümüzde, yine anayasa görüşmeleri var. Bu anayasa görüşmelerinde, inşallah, Anayasa ihlal edilmez ve Anayasaya sadakat yemini eden arkadaşlarımız, başta da o genel başkan olmak üzere herkes, Anayasaya sadakat gösterir. Bunu, bu arada, işaret etmek istiyorum.

Tabiî, bütçe konusunda da samimi olmalıyız. Bazı arkadaşlarımız, burada, seslerini çok fazla yükselterek, haklı çıkma gayreti içerisinde oluyorlar. Bakın, 1996 bütçesi Anayol Hükümeti tarafından hazırlanmış ve 861 trilyonluk bir açık öngörülmüştür; ancak, daha sonra, bu açığın 1 katrilyon 300 trilyon olduğu görülmüştür.

Dolayısıyla, 1997 yılı bütçesi, Refahyol döneminde hazırlandı. 1998 yılı bütçesi 5 katrilyonluk bir açık öngörüyor. Hep birlikte göreceğiz ki, o bütçe açığı da, en az, 7 katrilyon olarak gerçekleşecektir.

Bu açıklar her zaman olacaktır. Neden; çünkü, Türkiye'nin yapısal bir reforma ihtiyacı vardır; her konuda olduğu gibi, bütçe konusunda da yapısal bir reforma acilen ihtiyacı vardır. Bu yapısal reform, bu köklü reform, ancak, bir partinin veya bir hükümetin yapabileceği bir iş değildir. Mutlaka, toplumsal uzlaşma sağlanmalı ve bütün siyasî partlerin katılımlarıyla birlikte, Türkiye'de, bütçe konusunda, yerel yönetimler konusunda, Siyasî Partiler Kanunu konusunda, demokratikleşme konusunda yapısal reformlara gidilmelidir.

Bütçe görüşmeleri, her yıl, önemini biraz daha kaybetmektedir; çünkü, fonlar, KİT'ler, vakıflar sebebiyle kamu kaynakları, büyük ölçüde bütçenin dışında kalmaktadır. Onbeş gün önce Şırnak'taydım. Şırnaklı bir vakıf, Şırnak'ı Geliştirme Vakfı, Habur'dan geçen her kamyon için 6 milyon lira alıyor, günde 1 500 kamyon geçiyor, her gün 9 milyar liralık bir kaynak elde ediyor; ancak, bu kaynağın kontrolü yok.

Keza, bazı vakıfları -devlet dairelerine gittiğimiz zaman- ek vergi yükü gibi katkı toplarken görüyoruz; tapuya gittiğiniz zaman tapuda, emniyete gittiğiniz zaman emniyette, askere gittiğiniz zaman askerde; her tarafta, o kurumlarca, mensupları için kurulan vakıflar var. Bu vakıflar, maalesef, kanun dışı, mecburî vergi olarak kaynak topluyorlar; ancak, bu kaynakların nereye harcandığı konusunda hiç kimsenin bir bilgisi yok.

Geçen sene, vakıfla ilgili olarak İçişleri Bakanına, burada, bir soru sormuştum; o sorunun cevabında, 1,5 trilyon kaynak toplandığı ve bu kaynakların vakıf başkanı tarafından denetlendiği söylenmişti. Dolayısıyla, Türkiye'de, acilen bir malî reforma, bütçe reformuna ihtiyaç vardır ve bütçe dışında kalan bütün kamu kaynaklarının, yine bütçe içerisine dahil edilmesi ve kontrol edilmesi gerekmektedir. Türkiye'deki bütün yolsuzlukların temelinde, kamu kaynaklarının, Maliye Bakanlığının denetimi dışında, Sayıştayın denetimi dışında gerçekleştirilmesi yatmaktadır. Her kuruluş, Sayıştayın denetiminden kaçma bahanesiyle, Maliyenin denetiminden kaçma bahanesiyle ve hızlı iş yapma gerekçesiyle, kaynakları bütçe dışına taşımaktadır ve kaynaklar bütçe dışına taşındığı için de, haklı bir denetim yapma imkânı gerçekleştirilememektedir.

Değerli arkadaşlarım, bu arada, biraz önce, Sayın Maliye Bakanımız, Refahyol Hükümetinin 2 katrilyon liralık bir borçla işe başladığını ve 4 katrilyon liralık bir borçla devrettiğini söylemişti; ancak, şimdiki Hükümet, dört ayda, 3 katrilyon lira borçlandı. Eğer, bu borç hızıyla devam edersek, oniki ayda 9 katrilyon liralık bir borç yüküne ulaşmış olacağız ki, tabiî, Türkiye'de, bu borç yükü altında enflasyonun önlenmesi de mümkün değildir.

Bütçenin en büyük çarpıklığı da şu: Yine, bu ekbütçede, 427 trilyon lira faiz gideri var; ama, yatırımlar için 120 trilyon lira kaynak aktarılmaktadır. 427 trilyon lira faiz giderinin ve 120 trilyon liralık yatırımın olduğu bir yerde, işsizliğin önlenmesi mümkün değildir, Türkiye'nin gelişmesi mümkün değildir, faizin ve enflasyonun indirilmesi mümkün değildir.

Bu Hükümet, enflasyonla mücadele konusunda da, maalesef, samimi bir politika izlememektedir. Bir taraftan, kamu kuruluşlarının her mamulünün girdileri arttıkça zam yapılması istenirken, diğer taraftan enflasyonla mücadele öngörülüyor. Bütün kamu kuruluşlarının her maliyet artışı yansıtıldığı takdirde, enflasyonla mücadele nasıl gerçekleşecektir? Yine, 1998 yılı bütçesi içerisinde yüzde 50 enflasyon öngörülmekte; ancak, bütün kamu kuruluşlarından, maliyetlerin arttığı oranda artış yapması istenmektedir. Dolayısıyla, bu enflasyonla nasıl mücadele edilecek ve yüzde 50'lik bu enflasyon hedefi nasıl gerçekleştirilecektir, merak ediyorum.

Diğer bir konuyu da işaret ederek sözlerime son vermek istiyorum. Köy Hizmetlerinde ve Devlet Su İşlerinde on yıldır, onbeş yıldır çalışan geçici işlerimiz bulunmaktadır; bu geçici işçilerimizin kadroya alınması gerekmektedir. Artık, teknik geliştiği için, mevsimlik işçinin önemi azalmıştır. On senedir, onbeş senedir çalışan yüzbinlerce işçimizin esas kadroya alınarak problemlerinin çözümlenmesi de, büyük bir ihtiyaç olarak önümüzde durmaktadır.

ALİ RIZA BODUR (İzmir) – Geçen sene bunlar daimi miydi?

ERSÖNMEZ YARBAY (Devamla) – Geçen sene de, tabiî, bunlar... Ben, genel olarak konuşuyorum, geçen senesi bu senesi yok.

BAŞKAN – 1 dakikanız var Sayın Yarbay.

ERSÖNMEZ YARBAY (Devamla) – Her hükümet millete hizmet için vardır. 54 üncü Hükümet de millete hizmet için vardı, 55 inci Hükümet de millete hizmet için var; ancak, öncelikler konusunda, tabiî, her hükümetin tercihleri vardır.

Ben, 54 üncü Hükümet göreve devam etmiş olsaydı, bütçe açığının bu kadar büyük olmayacağı kanaatindeyim ve denk bütçenin de, bütün modern devletlerde önemli bir hedef olduğuna, bütün hükümetlerin denk bütçe yapma konusunda üzerine düşen gayreti göstermeleri gerektiğine inanıyorum. Eğer, sürekli açık bütçe yapmaya devam edersek, bu işin neticesinin nereye varacağını merakla bekliyoruz; çünkü, her yıl bütçe açıkları artarak devam ediyor, bütçe açıkları arttıkça enflasyon artıyor ve enflasyonla mücadele de mümkün hale gelmiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Yarbay, son cümlenizi söyler misiniz efendim; rica ediyorum.

ERSÖNMEZ YARBAY (Devamla) – Dolayısıyla, ben, her konuda hepimizi samimiyete davet ediyor, bu duygu ve düşüncelerle saygılar sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yarbay.

Son kişisel konuşmayı yapmak üzere Sayın Temel Karamollaoğlu.

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Benim yerime Abdüllatif Şener Bey konuşacaklar.

BAŞKAN – Peki.

MALİYE BAKANI ZEKERİYA TEMİZEL (İstanbul) – Sayın Başkan, tek kelimeyle bir düzeltmede bulunmak istiyorum efendim, izin verirseniz.

BAŞKAN – Buyurun.

MALİYE BAKANI ZEKERİYA TEMİZEL (İstanbul) – Sayın Yarbay, 55 inci Hükümet döneminde borç stokunun 3 katrilyon arttığını söyledi; doğru değil efendim. Hazinenin en son verilerine göre, eylül ayı itibariyle borç stokumuz 5 katrilyon 182 trilyon liraya çıktı. Yani, devraldığımız borç stoku sadece ve sadece, 4.2 katrilyon liradan 5 katrilyon 182 trilyon liraya çıktı. Düzeltirim.

BAŞKAN – Teşekkür ederim efendim.

NEVFEL ŞAHİN (Çanakkale) – Eylül ayından bahsediyorsunuz... Olur mu öyle şey? Neyi saklıyorsunuz milletten?

BAŞKAN – Arkadaşlar, tartışma yapmayalım; zaten çalışmalarımızın sonuna geldik.

Şahsı adına, Sayın Şener; buyurun.

Sayın Şener, süreniz 10 dakika.

ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1997 yılı için eködenek talep eden ekbütçe kanunu tasarısı üzerinde şahsen görüşlerimi sunmak üzere huzurlarınızdayım.

Biraz önce yapılan konuşmalarda, bazı tasvip etmediğim, özellikle de üsluplarda uygun görmediğim ifadeler yer almıştır. Bu bakımdan, bazı konuşmaları düzeltmek lüzumunu hissettim ve şahsım adına huzurlarınıza geldim.

Öncelikle, Sayın Kayalar'ın kaynak paketleriyle ilgili olarak yapmış olduğu yorumun, bizim açıklamalarımıza ve yaklaşım biçimimize uygun olmadığını belirtmek istiyorum.

Anayasanın 163 üncü maddesi, ekbütçeden bahsederken, harcamaların kaynaklarının bu ekbütçe tasarısında gösterilmesi gerektiği lüzumundan bahseder. Yani, 163 üncü madde de "kaynak" kavramını kullanır; fakat, Meclise gelen hiçbir ekbütçe kanununda, kaynak olarak, bütçe geliri anlamında bir gelir gösterilmemiştir. Dolayısıyla, kaynak kavramı, hem bütçe geliri anlamında geliri ifade eder hem de, aynı zamanda, bu getirilen tasarıda da görüldüğü gibi, borçlanmayı da ifade eder.

Haziran ayı itibariyle reel borçlanma faizlerinin yüzde 33 olduğu bir dönemde, elbette ki, borçlanma faizlerini düşürmek, bütçedeki borç faizlerinin miktarını azaltmak, vadeleri uzatmak için bir mücadeleye ihtiyaç vardı; bunun gerçekleştirilmesi lazımdı; Hazinenin borçlanma ihtiyacının aşağıya çekilmesi lazımdı. Hükümetimizin yapmış olduğu şey budur. "Havuz" dediğimiz uygulama bunu sağlamıştır; bankaların, yurtdışı muhbir bankalarda tuttukları mevduat yükümlülükleri dışındaki bölümünün yurda getirilmesi bunu sağlamıştır ve diğer tedbirlerimiz bunu sağlamıştır; faiz oranları düşmüştür, vadeler uzamıştır. O bakımdan, kaynak paketlerinin sağlıklı değerlendirilmesi gerektiğini, burada, ifade etmek istiyorum.

Yine, Sayın Kayalar'ın, 1997 yılı bütçesinin açıkla neticeleniyor olmasını "ciddiyetsizlik" gibi bir ifadeyle nitelendirmiş olmasını da sağlıklı görmüyorum, düzgün bir ifade biçimi olarak görmüyorum; çünkü, kendilerinin hazırlamış olduğu bütçede -yani, 1996 yılı bütçesinde- açık miktarı 861 trilyon liraydı. Bu bütçenin yıl sonu açığı 1,3 katrilyon liraya yakındır.

AHMET KABİL (Rize) – "Denk bütçe" demedi.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Dolayısıyla, dönem başında öngörülen miktar ile dönem sonundakinin tutmaması samimiyetsizlikle ifade ediliyorsa, bu, aynı zamanda, kendi bütçesiyle de ilgili olarak geçerli bir husustur.

NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Denk bütçe mi dedik?!.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Diğer taraftan, Sayın Bakanın, Sayın Temizel'in, bu kürsüden, bütün bürokrasiyi rahatlatacağını ifade etmesini ve sanki çok yanlış şeyler telaffuz etmişim gibi konuşmasını yadırgadığımı belirtmek istiyorum.

Söylemiş olduğumuz husus şudur: Bütçe hazırlıkları sırasında -Hazinenin bir borçlanma temposu var; 1996 yılında borçlanma vadeleri belli, faiz oranları belli- teknokratlar, bürokratlar, bu vadelere göre, bu borçlanma oranlarına göre, Hazinenin ihtiyacına göre, teknik olarak, 1997 bütçesinde 3,1 katrilyon faize ihtiyaç vardır diye kendi teknik çalışma sonuçlarını bize getirmişlerdir. Bunu söylemenin, sanki, bütün bürokrasiye bir hakaret gibi algılanmasının anlaşılamadığı kanaatindeyim.

Bizim ortaya çıkardığımız tabloda şu olmuştur: Evet, devraldığımız durum itibariyle, borçlanma faiz oranları yüksektir, vadeler kısadır; ama, biz, Hükümet olarak, tedbirlerini alacağız, şu andaki tabloyu değiştireceğiz, faiz oranlarını aşağıya çekeceğiz, vadeleri uzatacağız ve 1997 bütçesindeki faiz miktarını azaltacağız demişizdir. Nitekim, teknokratların getirdiği 3,1 katrilyon liralık faiz ödemesi, 1997'de düşmüştür, yıl sonu itibariyle 2,2 olarak gerçekleşecektir.

Denk bütçe bir temenni olarak getirilmemiştir. Ekonomide, o anda bulunan sorunların çözümü için, malî dengelerin kurulması gerekli görülmüştür. Bu dengelerin kurulması için de, 54 üncü Hükümet, bütün tedbirlerini almış ve malî dengelerin kurulma zaruretine ve gerçekleştireceğine inandığı için 1997 bütçesini Türkiye Büyük Millet Meclisine sunmuştur.

Yine, Sayın Bakan "yüzde 101'lik artış övünülecek bir şey değil" dediler. Ben, övünülecek bir şey olarak anlatmış değilim; ama "1994'te, 1995'te de yüzde 100'ü bulan vergi gelirleri artışı vardı; sizden önce de bu vardı" diye telaffuz etmesini de, yine, kıyaslamalarda aynı şeyleri ölçü alarak değerlendirme yapmadığını göstermek bakımından, önemli görüyorum; çünkü, bu yıllarda, net aktif vergileri, ilave vergiler geldi, enflasyonda olağanüstü patlama meydana geldi. Bu dönemdeki vergi gelirlerindeki artışları, bu ilave, ek vergilerle ve enflasyon oranıyla açıklamak mümkündür; ama, benim, yüzde 101'lik artışla belirlemek istediğim şey şuydu: 1997 yılı için hedeflenmiş olan yüzde 94'lük vergi gelirleri artışının üzerinde bir artış gerçekleşmiştir. Ben, bunu anlatmaya çalışıyorum. Anlatmaya çalıştığımız noktadan da, bu yaklaşımın eleştirilecek hiçbir tarafı yoktur.

BAŞKAN – Sayın Şener, bir dakikanızı rica edebilir miyim.

Sayın milletvekilleri, çalışma süremizin bitmesine çok az bir zaman var.

Aslında, biz, bu geçici, ekbütçe kanun tasarısının bugün biteceğini zannediyorduk; ama, maalesef, iktidar grupları, üç grup 60 dakika konuştu, iktidarı destekleyen grup da 20 dakika konuştu, eder 80 dakika, Hükümet 15 dakika konuştu; yani, toplam 95 dakika konuşunca Hükümet kanadı, bunun, bugün çıkması biraz zorlaştı.

Sayın Ülkü Güney, gönderdiği bir pusulada diyor ki: "Gruplar, bu kanun tasarısının görüşmeleri bitinceye kadar, çalışma süresinin uzatılmasını istiyorlar." Muhalefet partisi gruplarından da bir şey gelmezse, ben bu isteğe uyarım.

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Yok Sayın Başkanım, gelecek hafta devam ederiz. Maddeler var; arkadaşlarımız, maddeler üzerinde konuşacaklar.

BAŞKAN – Yani, yarım saat, 45 dakika veya bir saat çok önemli bir süre değil.

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Yetmez, Sayın Başkanım.

DEVLET BAKANI EYÜP AŞIK (Trabzon) – Yarım saatte biter.

BAŞKAN – Efendim, arkadaşlar rıza gösterirlerse, ben, sabaha kadar da çalışırım; ama...

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Gelecek haftaya bırakalım Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Uygun görürseniz bir saat uzatalım.

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Bitmez Sayın Başkanım, mümkün değil.

YAVUZ KÖYMEN (Giresun) – Oylayalım, Sayın Başkan.

BAŞKAN – Efendim, oylama meselesi değil. Tabiî, bu, şimdi bitecek bir iş de değil. Arkadaşlarımız konuşurlarsa... Tasarının 6 maddesi var.

DEVLET BAKANI EYÜP AŞIK (Trabzon) – 2 madde...

BAŞKAN – Efendim, 2 madde olur mu; 5 madde.

Efendim, Doğru Yol ne diyor?

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Maddelere geçilmesine evet diyoruz; uzamasına...

BAŞKAN – O zaman, sadece tümü üzerindeki işlemler bitinceye kadar sürenin uzatılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Buyurun Sayın Şener.

ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1997 bütçesiyle ilgili olarak önemli bir nokta da, 1997 yılında yapılan borçlanmalarda vadelerin uzaması ve faiz oranlarının düşmesidir. 54 üncü Hükümetin içborç politikasında başarılı olduğu, aslında, belirttiğim gibi, bu Hükümetin çıkardığı ve yayımladığı yıllık programda da açıkça ifade edilmiştir, itiraf edilmiştir. Dolayısıyla, borçlanmalar üzerinde olumlu bir gidiş 54 üncü Hükümet sağladı mı, sağlamadı mı diye tartışmayı gerekli görmediğimi ifade etmek istiyorum. Sonra, belli bir kesit vermek suretiyle olayın değerlendirilebileceğini de zannetmiyorum. Dönemsel olarak, ortalama bileşik faiz olarak durum değerlendirildiği takdirde, 54 üncü Hükümet döneminde, borçlanma ve faize karşı ciddî bir mücadele ortaya konulmuştur, faiz oranları düşürülmüştür, bütçeden faize yönelen transferler azaltılmıştır, aşağılara çekilmiştir ve faiz oranlarının en fazla düştüğü ayda da, bildiğiniz gibi, sunî gündemler Türkiye'nin gündemine girmiştir. Bu bağlamda, bir yıllık faiz stokunda, hazirandan hazirana bir yıl süren dönemde, 54 üncü Hükümetin içborç stokunda 2 katrilyon liralık artış meydana getirdiğini 55 inci Hükümetin nasıl telaffuz ettiğini de anlayamadığımı belirtmek istiyorum; çünkü, eylül sonu itibariyle, bu Hükümetin kendi rakamlarına göre, içborç stokunda meydana getirdiği artış 1 katrilyon liradır. Dolayısıyla, kendi verdikleri rakama göre, içborç stokunda üç ayda 1 katrilyon liralık artış meydana getirirken, yıllık 2 katrilyon liralık artışı sürekli telaffuz etmelerinin isabetli bir yaklaşım olmadığını belirtir, hepinize saygılar sunarım. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Şener.

Sayın milletvekilleri, kanun tasarısının tümü üzerindeki müzakereler bitmiştir.

Maddelere geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Maddelere geçilmesini kabul edenler... Kabul etmeyenler... Maddelere geçilmesi kabul edilmiştir.

Çalışma süremiz dolmuştur. Tabiî, gruplar kabul etmediği için... Aslında, ben bitirmeyi istiyorum, ama...

YAVUZ KÖYMEN (Giresun) – Sayın Başkan, yarım saatlik işi vardı.

BAŞKAN – Efendim, yarım saati düşüneceğinize... İktidar konuşmaz, iş yapar. 95 dakika iktidar konuşursa... Çalıştırmak istemediğinizi kendiniz biliyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, bakın, burada iki parti daha var; o iki parti de istesin...

ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Amasya) – Sayın Başkan, siz çaba sarf etseydiniz bitirirdiniz.

BAŞKAN – Ben çaba sarf ettim, inanınız, bu ekbütçenin çıkmasını istiyorum; ama, maalesef, iktidar grupları bunun bitmesini istemiyor; kendileri bilir.

Sayın milletvekilleri, çalışma süremiz dolmuştur.

Tarım ve Köyişleri Bakanı Mustafa Taşar hakkındaki soruşturma önergesi ile doğal afetlerde meydana gelen can ve mal kaybını en aza indirmek için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla kurulmuş bulunan Meclis Araştırması Komisyonu raporunu ve diğer denetim konularını görüşmek için, 25 Kasım 1997 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 19.02

 

 

V.—SORULAR VE CEVAPLAR

A)YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1.—İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, Türkiye İşçi Emeklileri Cemiyeti hakkındaki bazı iddialara ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Nami Çağan’ın yazılı cevabı (7/3683)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından yazılı olarak yanıtlanması için gereğini saygıyla dilerim.

Sabri Ergül

İzmir

1. Türkiye İşçi Emeklileri Cemiyeti adı altında faaliyet gösteren Cemiyetin, Dernekler Yasasına tabi bir tüzelkişilik olmasına rağmen, bir sendika gibi Bakanlığınızca işlem gördüğü ve üyeleri olduğunu bildirdiği SSK emeklileri için, üye aidatlarının kaynakta, yani emeklilerin maaşlarından bordroda kesildiği ve Cemiyet Genel Merkezi hesabına yatırıldığı doğru mudur?

Bakanlığınız ve SSK Genel Müdürlüğünüze ulaşan bunca şikâyete rağmen Türkiye İşçi Emeklileri Cemiyeti’nin, “üyemiz” diye isimlerini bildirdiği emeklilerin maaşlarından bu cemiyete bordrodan aidat kesmeyi sürdürecek misiniz?

Siz, Çalışma ve SosyalGüvenlik Bakanı olarak, 55 inci Hükümetin hukuka, demokratik örgütlenme özgürlüğüne saygılı ve yansız olması gereken bir bakanı olarak, mevcut yasaların SSK’ya, “kaynakta, bordroda” bu türden “aidat” kesme yetkisi vermemiş bulunmasına rağmen, SSK Yönetim Kurulunun hukuka, yasalara aykırı kararını ve aidat kesme uygulamasının iptalini sağlamak durumunda değil misiniz?

2. Ayrıca bu Cemiyet tarafından “üyemiz” diye bildirilen emeklilerin gerçekte bu Cemiyete üye olmadıkları, yasa gereğince derneklere üye olanların vermeleri gereken imzalı üye beyannamelerinin bu Cemiyette olmadığı, verilmediği; SSKGenel Müdürlüğünde mevcut emekli listesinin bu cemiyet tarafından “ele geçirilerek” şubelere dağıtıldığı ve bu şubelere gelişi güzel isimlerin “şube üyesi” olarak bildirildiği ve SSK’nın bu listelere göre kestiği bordrolardan aidatların Cemiyet Genel Merkez Hesabına yatırıldığı ve bunların yüzmilyarlarca lira olduğu doğru mudur?

3. Bu Cemiyetin Karabük Şubesinde, şikâyetler üzerine yapılan Bakanlık/SSK incelemesinde, cemiyetin üye olmayan emeklileri, SSK Emeklilik Bordro listesine göre “üye” diye bildirdiği ve bunun tüm Türkiye Şubeleri için aynı şekilde uygulandığı, üye olmayanların “üye” diye bildirildiği, zaten dernek aidatlarının kaynakta kesilmesinin yasadışı olduğu ve DİSKEmekliler Sendikalarının bu yöndeki başvurusunun da SSK’ca bu nedenle red edildiği doğru mudur?

4. Sorumlu Bakan sıfatıyla Türkiye İşçi Emeklileri Cemiyeti’nin “üye” olarak bildirdiği kişilerin yasaya aykırı şekilde üye kabul edilmesi ve kaynakta, bordroda aidat kesilmesi uygulamasına ne zaman son vereceksiniz? Üyelerden sendikalar gibi noter onayı ne zaman arayacaksınız?

Bunca şikâyete rağmen İmren Aykut zamanında siyasal etkilerle alınmış ve Türkiye İşçi Emeklileri Cemiyetine yasadışı şekilde ayrıcalık tanıyan kaynakta “cemiyet” aidatı kesme uygulamasına ne zaman son vereceksiniz?

Ethem Ezgü’nün başında bulunduğu bu Cemiyetin yılda yüzmilyarlarca lira emekli aidatını harcadığını ve hiç bir denetime tabi olmadığını ve o’na bu kaynağı yasadışı uygulama ve aidat kesmenin sağladığını biliyor musunuz?

5. 1995, 1996 ve 1997 yılları için Cemiyetin üyemiz diye isimlerini bildirdiği üyelerin sayısı ile herbir üyeden kesilen yıllık aidat miktarı, kesin ve cemiyetin hesabına yatan yıllık para miktarı yıl yıl nedir?

T. C.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı

Sosyal Güvenlik Kuruluşları 20.11.1997

Genel Müdürlüğü

Sayı :B.13.0.SGK.0.13.00.01-8166-030291

Konu :Yazılı Soru Önergesi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi :3.11.1997 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/3683-9016-23688 sayılı yazınız.

İzmir Milletvekili Sabri Ergül tarafından hazırlanan “Türkiye İşçi Emeklileri Cemiyeti üyelerinin aidatlarının Sosyal Sigortalar Kurumunca emekli aylıklarından kesilmesi uygulamasına ilişkin” 7/3683 esas sayılı yazılı soru önergesi Bakanlığımca incelenmiştir.

Türkiye İşçi Emeklileri Cemiyeti Tüzüğünün 30 uncu maddesinde; “üyeler, aidatlarının emekli aylıklarından kesilmesine muvafakat etmiş sayılırlar” hükmü yeralmaktadır.

Ayrıca, emekli, dul ve yetimler Türkiye İşçi Emeklileri Cemiyetine üye olmak üzere doldurdukları üyelik başvurularına ilişkin beyan ve taahhütlerinde de, üyelik aidatlarının emekli aylıklarından kesilmesine muvafakat etmektedirler.

Sosyal Sigortalar Kurumu Yönetim Kurulunun 22.2.1985 tarih ve 564 sayılı, 28.6.1985 tarih ve 2011 sayılı, 14.11.1990 tarih ve 3089 sayılı, 11.11.1993 tarih ve 4237 sayılı, 24.1.1996 tarih ve 363 sayılı kararları ile, Türkiye İşçi Emeklileri Cemiyeti üyesi emekli, dul ve yetimlerin üyelik aidatlarının emekli, dul ve yetim aylıklarından kesilmesi kabul edilmiştir.

Bu doğrultuda, Kurumdan gelir ve aylık alan emekli, dul ve yetimlerden Türkiye İşçi Emeklileri Cemiyeti üyesi olup, gelir veya aylıklarından üyelik aidatlarının kesilmesini isteyenlerin noter onaylı listesi adıgeçen Dernek tarafından Kuruma gönderilerek aidatlarının kesilmesi istenmekte, bu kapsamda kesilen aidatlar Cemiyetin ilgili hesaplarına yatırılmaktadır.

Ayrıca, Sosyal Sigortalar Kurumunca üyelik aidatlarının kesildiği aylarda cemiyete üye olmadıklarını ileri sürerek yersiz kesintilerin iadesini talep eden emekli, dul ve yetimlerin bu talepleri adıgeçen Dernek Başkanlığına intikal ettirilmekte ve yapılan kesintilerin iadesi sağlanmaktadır.

Diğer taraftan; Türkiye İşçi emeklileri Cemiyeti Karabük Şube Başkanlığının üyesi olmayan Kurumun emekli, dul ve yetimlerini üyesi gibi göstererek üyelik aidatı kesilmesini sağladığı yolunda kamuoyuna yansıyan iddialar üzerine SosyalSigortalar Kurumu müfettişlerince gerekli inceleme ve soruşturma yapılmış, bu inceleme sonucunda, olaya Valilikce el konularak Emniyet Genel Müdürlüğü dernek denetcileri ile Defterdarlık vergi denetmenlerine inceleme yaptırıldığı, ayrıca adıgeçen dernek şubesi ile ilgili yolsuzluk iddialarının Cumhuriyet Savcılığına intikal ettirildiği tespit edilmiştir. Ayrıca sözkonusu Karabük Şubesince düzenlenen listede yer alan 4 kişinin üyelik kaydının bulunmadığı belirlenmiş ve durum Cemiyet Başkanlığına bildirilmiştir.

Türkiye İşçi Emeklileri Cemiyeti Başkanlığınca 1995 yılında 336 885, 1996 yılında 368 859 ve 1997 yılında 560 136 emekli, dul ve yetimin adı Kuruma bildirilmiş, bu kapsam da sözkonusu kişilerin aylıklarından 1995 ve 1996 yıllarında senelik 120 000 TL., 1997 yılında senelik 480 000 TL. üzerinden 1995 yılında 40 426 200 000 TL. 1996 yılında 44 263 080 000 TL. ve 1997 yılında ise 268 864 956 000 TL. kesinti yapılarak Türkiye İşçi Emeklileri Cemiyeti Başkanlığı hesabına yatırılmıştır.

Bilgilerinize arz ederim.

Prof. Dr. Nami Çağan

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı

2.—Tokat Milletvekili Ahmet Feyzi İnceöz’ün, sağlık personeli arasındaki ücret dengesizliğine ilişkin sorusu ve Maliye Bakanı Zekeriya Temizel’in yazılı cevabı (7/3723)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun Maliye Bakanı Sayın Zekeriya Temizel tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını delaletlerinize saygılarımla arz ederim.

Dr. Ahmet İnceöz

Tokat

Üniversite Tıp Fakülteleri hastanelerinde 657 sayılı Kanuna tabi personel olarak çalışan personele 2547 sayılı Kanunun 58 inci maddesi gereğince aylık yan ödemelerinin toplamının % 50’sine kadar döner sermayeden pay verilmektedir.Bununla birlikte Sağlık Bakanlığında aynı durumda bulunan personele 30.6.1989 güne 20211 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 375 sayılı KHK ile eklenen 209 sayılı Kanunun 5 inci maddesine göre %100’ne katkı payı ödenmektedir.

1. Bakanlığınızca bu adaletsizliği giderme konusunda bir şey yapılacak mıdır?

2. Söz konusu adaletsizliği düzeltme konusunda bugüne kadar bir çalışma var mıdır?

3. Bu katkı paylarının genel olarak (Çalışma süresi, işgücüne yapılan işin kalitesi vb...) eşit ve adaletli olarak düzenlenmesi konusunda Bakanlığınızca bir faaliyet ve düşünce var mıdır?

T. C.

Maliye Bakanlığı

Bütçe ve Malî Kontrol Genel Müdürlüğü 20.11.1997

Sayı :B.07.0.BMK.011.013/600/24675

Konu :Yazılı Soru Önergesi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi :TBMM Başkanlığının 5.11.1997 tarih ve Kan. Kar. Md. A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/3723-9097/023802 sayılı yazıları.

Tokat Milletvekili Sayın Ahmet Feyzi İnceöz’ün 7/3723 esas No.’lu yazılı soru önergesinde yer alan sorulara ait cevaplar aşağıda sunulmuştur.

2547 sayılı Kanunun 58 inci maddesi ile 209 sayılı Kanunun 5 inci maddesi gereğince 657 sayılı Kanun hükümlerine tabi personele döner sermayeden yapılan ödemelere ilişkin oranların ve diğer hususların yeniden düzenlenmesi kanunî düzenlemeyi gerekli kılmaktadır.

Bu itibarla, Hükümetimizce mevcut ücret rejimindeki adaletsizliklerin ve aksaklıkların giderilmesi yönündeki Devlet Personel Reformuna ilişkin çalışmalar tüm personele yönelik olarak halen devam ettirilmekte olup, sözkonusu katkı paylarının gerek miktarları gerekse ödeme şartlarına ilişkin farklılıkları ve adaletsizlikler, bu kapsam dahilinde göz önünde bulundurulacaktır.

Bilgilerinize arz olunur.

Zekeriya Temizel

Maliye Bakanı

 

 

 

BİRLEŞİM 17'NİN SONU