Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 20 CİLT : 32 YASAMA YILI : 2

 

 

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

 

134 üncü Birleşim

13 . 8 . 1997 Çarşamba

 

 

 

İ Ç İ N D E K İ L E R

 

I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. – GELEN KÂĞITLAR

III. – YOKLAMALAR

IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. – Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Halil Çelik’in, gazetelerde yayımlanan, Plan ve Bütçe Komisyonunda meydana gelen olaylarda kendisinin söylediği iddia edilen beyanlara ilişkin gündemdışı konuşması

2. — Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin, Kıbrıs konusundaki son gelişmelere ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel’in cevabı

3. — Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün’ün, zeytinyağı üreticilerinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Işın Çelebi’nin cevabı

V. — SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. — İstanbul Milletvekili Ali Topuz’un, Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Halil Çelik’in, konuşmasında, adından bahsederek tanıklığını ifade ettiği gerekçesiyle konuşması

VI. — ÖNERİLER

A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1. — 376 sıra sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu, Millî Eğitim Temel Kanunu, Çıraklık ve Meslek Eğitimi Kanunu ile Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının görüşmelerine 48 saat geçmeden başlanılması ile gündemdeki sıralamanın yeniden yapılmasına ve Genel Kurulun 13 Ağustos 1997, 14 Ağustos 1997 ve 15 Ağustos 1997 günlerindeki çalışma saatlerine; görüşülecek konulara ve gerektiğinde cumartesi-pazar günleri de çalışmaların sürdürülmesi ile görüşmelerde yöneltilecek soruların süresine ve 13 Ağustos 1997 Çarşamba günkü birleşimde sözlü soruların görüşülmemesine ilişkin ANAP ve DSP Gruplarının müşterek önerisi

2. — Sekiz Yıllık Kesintisiz Zorunlu Eğitim Kanun Tasarısının görüşme süresine ilişkin RP Grubu önerisi

B) DANIŞMA KURULU ÖNERİSİ

1. — 371 sıra sayılı Kanun Teklifinin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

VII. — KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. — 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine İlişkin 488 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/215) (S.Sayısı : 23)

2. — Ailenin Korunmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/597) (S. Sayısı : 335)

3. — Emniyet Teşkilâtı Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair 490 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/217) (S. Sayısı : 132)

4. — Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanunun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin 492 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/218) (S. Sayısı : 164)

5. — 625 Sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu ile 222 Sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanununun Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesi Hakkında 254 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 625 Sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair 326 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Millî, Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/71, 1/111) (S. Sayısı : 168)

6. — İlköğretim ve Eğitim Kanunu, Millî Eğitim Temel Kanunu, Çıraklık ve Meslek EğitimiKanunu ile Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin ve 16 Arkadaşının; 222 Sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanununun İki Maddesinin Değiştirilmesi, Bir Madde Eklenmesi ve Geçici 9 uncu Maddesinin Kaldırılması Hakkında Kanun Teklifi ve İzmir Milletvekili Birgen Keleş’in 1739 Sayılı Millî Eğitim Temel Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi ve Bir Ek Geçici Madde Eklenmesi ile 222 Sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesine İlişkin Yasa Önerisi ve İzmir Milletvekili Kaya Erdem ve 66 Arkadaşının; 1739 Sayılı Millî Eğitim Temel Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi ve Bir Ek Madde ve İki Ek Geçici Madde Eklenmesi ve Geçici 2 nci Maddesinin Kaldırılmasına Dair Kanun Teklifi ve İzmir Milletvekili Kaya Erdem ve 65 Arkadaşının; 222 Sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi, Bir Ek Geçici Madde Eklenmesi ve Geçici 9 uncu Maddesinin Kaldırılmasına Dair Kanun Teklifi ve İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin’in; Millî Eğitim Temel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve İstanbul Milletvekili Tayyar Altıkulaç ve 10 Arkadaşının; Millî Eğitim Temel Kanunu, İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Çıraklık ve Meslek Eğitimi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe komisyonları raporları (1/620, 2/231, 2/515, 2/719, 2/720, 2/891, 2/895) (S. Sayısı : 376)

7. — 12.7.1997 Tarihine Kadar Sorumlu Müdür Sıfatı ile İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/627) (S.Sayısı : 374)

8. — Rize Milletvekili Avni Kabaoğlu’nun; Yüksek Öğretim Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (2/311) (S. Sayısı : 371)

VIII. — SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. — İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen’in, doğalgaz kazalarına karşı alınacak önlemlere ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Cumhur Ersümer’in yazılı cevabı (7/3164)

2. — Erzurum Milletvekili Aslan Polat’ın, ihalelerin yapılmasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Yücel Seçkiner’in yazılı cevabı (7/3169)

3. — Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, orman yangınlarında kullanılmak üzere kiralanan uçaklara ilişikin sorusu ve Orman Bakanı Ersin Taranoğlu’nun yazılı cevabı (7/3182)

I. — GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açıldı.

Bayındırlık ve İskân Bakanı Yaşar Topçu, son günlerde Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde meydana gelen sel felâketine ilişkin gündemdışı açıklamada bulundu;

CHP Grubu adına Ankara Milletvekili Ali Dinçer, DYP Grubu adına İçel Milletvekili Turhan Güven, RP Grubu adına Ağrı Milletvekili M. Ziyattin Tokar, ANAP Grubu adına Ağrı Milletvekili Yaşar Eryılmaz, DSP Grubu adına Zonguldak Milletvekili Tahsin Boray Baycık, DTP Grubu adına Van Milletvekili Mahmut Yılbaş ve şahsı adına da Sıvas Milletvekili Nevzat Yanmaz aynı konuda birer konuşma yaptılar.

Gaziantep Milletvekili Ünal Yaşar’ın, yargıda hazırlık sürecindeki aksamalara ilişkin gündemdışı konuşmasına, Adalet Bakanı Mahmut Oltan Sungurlu,

Konya Milletvekili A. Turan Bilge’nin, Türk tarımının içerisinde bulunduğu durum ve tarım kesiminde yapılacak iyileştirmelere ilişkin gündemdışı konuşmasına da, Tarım ve Köyişleri Bakanı Mustafa Rüştü Taşar,

Cevap verdiler.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine gidecek olan Dışişleri Bakanı İsmail Cem’e, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel’in vekâlet etmesinin uygun görülmüş olduğuna ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Zonguldak Milletvekili Necmettin Aydın ve 20 arkadaşının, bazı mal ve hizmetlere yapılan son zamlar konusunda bir genel görüşme (8/14) ve

Konya Milletvekili Abdullah Gencer ve 20 arkadaşının, Irak’ta yaşayan Türklerin sorunlarının araştırılarak, alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla bir Meclis araştırması (10/199),

Açılmasına ilişkin önergeleri okundu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve öngörüşmelerinin, sırasında yapılacağı açıklandı.

Giresun Milletvekili Turhan Alçelik’in, Yüksek Öğretim Kurumları Teşkilâtı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair 2809 Sayılı Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/699) ile,

Kırıkkale Milletvekili Hacı Filiz’in, Kırıkkale İline Bağlı Çerikli Adıyla Bir İlçe Kurulması hakkında Kanun Teklifinin (2/3),

İçtüzüğün 37 nci maddesi uyarınca doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergeleri, yapılan görüşmelerden sonra kabul edildi.

Gündemin “Sözlü Sorular” kısmına geçilerek;

Erzincan Milletvekili Mustafa Kul’un :

1 nci sırada bulunan (6/474),

7 nci sırada bulunan (6/481),

8 inci sırada bulunan (6/483),

15 inci sırada bulunan (6/494),

16 ncı sırada bulunan (6/495),

17 nci sırada bulunan (6/496),

Bursa Milletvekili Feridun Pehlivan’ın :

2 nci sırada bulunan (6/475),

3 üncü sırada bulunan (6/476),

4 üncü sırada bulunan (6/477),

9 uncu sırada bulunan (6/486),

10 uncu sırada bulunan (6/487),

12 nci sırada bulunan (6/489),

13 üncü sırada bulunan (6/490),

21 inci sırada bulunan (6/506),

22 nci sırada bulunan (6/507),

23 üncü sırada bulunan (6/509),

24 üncü sırada bulunan (6/510),

Zonguldak Milletvekili Hasan Gemici’nin :

5 inci sırada bulunan (6/478),

6 ncı sırada bulunan (6/479),

Rize Milletvekili Ahmet Kabil’in :

11 inci sırada bulunan (6/488)

25 inci sırada bulunan (6/512),

14 üncü sırada bulunan, Çanakkale Milletvekili Ahmet Küçük’ün (6/492),

18 inci sırada bulunan, İçel Milletvekili Halil Cin’in (6/498),

19 uncu sırada bulunan, Kırklareli Milletvekili Necdet Tekin’in (6/502),

20 nci sırada bulunan, İzmir Milletvekili Metin Öney’in (6/504),

26 ncı sırada bulunan, İzmir Milletvekili Atilla Mutman’ın (6/515),

27 nci sırada bulunan, İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin’in (6/516)

Esas numaralı sözlü sorularının, üç birleşim içerisinde cevaplandırılmadıklarından, yazılı soruya çevrildikleri bildirildi.

Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı ve 37 arkadaşının, bazı gazete kuruluşlarının amaçları dışında fon kaynaklı kredi kullandıkları iddialarını araştırmak amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesinin (10/22) yapılan görüşmelerden sonra kabul edildiği açıklandı.

Kurulacak komisyonun 13 üyeden teşekkül etmesi,

Komisyonun çalışma süresinin, üye seçimi tarihinden itibaren üç ay olması,

Komisyonun, gerektiğinde Ankara dışında da çalışması,

Kabul edildi.

13 Ağustos 1997 Çarşamba günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşime 18.46’da son verildi.

Uluç Gürkan Başkanvekili

Ali Günaydın Zeki Ergezen Konya Bitlis Kâtip Üye Kâtip Üye

II. — GELEN KÂĞITLAR No. : 186

13.8.1997 ÇARŞAMBA

Raporlar

1. — İlköğretim ve Eğitim Kanunu, Millî Eğitim Temel Kanunu, Çıraklık ve Meslek EğitimiKanunu ile Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin ve 16 Arkadaşının; 222 Sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanununun İki Maddesinin Değiştirilmesi, Bir Madde Eklenmesi ve Geçici 9 uncu Maddesinin Kaldırılması Hakkında Kanun Teklifi ve İzmir Milletvekili Birgen Keleş’in 1739 Sayılı Millî Eğitim Temel Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi ve Bir Ek Geçici Madde Eklenmesi ile 222 Sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesine İlişkin Yasa Önerisi ve İzmir Milletvekili Kaya Erdem ve 66 Arkadaşının; 1739 Sayılı Millî Eğitim Temel Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi ve Bir Ek Madde ve İki Ek Geçici Madde Eklenmesi ve Geçici 2 nci Maddesinin Kaldırılmasına Dair Kanun Teklifi ve İzmir Milletvekili Kaya Erdem ve 65 Arkadaşının; 222 Sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi, Bir Ek Geçici Madde Eklenmesi ve Geçici 9 uncu Maddesinin Kaldırılmasına Dair Kanun Teklifi ve İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin’in; Millî Eğitim Temel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve İstanbul Milletvekili Tayyar Altıkulaç ve 10 Arkadaşının; Millî Eğitim Temel Kanunu, İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Çıraklık ve Meslek Eğitimi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe komisyonları raporları (1/620, 2/231, 2/515, 2/719, 2/720, 2/891, 2/895) (S. Sayısı : 376) (Dağıtma tarihi : 13.8.1997) (GÜNDEME)

2. — İzmir Milletvekili H. Ufuk Söylemez veAnkara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük’ün, 4059 Sayılı Hazine Müsteşarlığı ile Dış Ticaret Müsteşarlığı Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (2/832) (S. Sayısı : 379) (Dağıtma tarihi : 13.8.1997) (GÜNDEME)

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.00

13 Ağustos 1997 Çarşamba

BAŞKAN : Başkanvekili Uluç GÜRKAN

KÂTİP ÜYELER : Ali GÜNAYDIN (Konya), Zeki ERGEZEN (Bitlis)

 

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 134 üncü Birleşimini açıyorum.

III- YOKLAMA

BAŞKAN – Ad okunmak suretiyle yoklama yapılacaktır; sayın milletvekillerinin, salonda bulunduklarını yüksek sesle belirtmelerini rica ediyorum.

(Karaman Milletvekili Abdullah Özbey’e kadar yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayımız vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.

IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. – Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Halil Çelik’in, gazetelerde yayımlanan, Plan ve Bütçe Komisyonunda meydana gelen olaylarda kendisinin söylediği iddia edilen beyanlara ilişkin gündemdışı konuşması

BAŞKAN – Gündemdışı birinci söz, Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Halil Çelik’in.

Sayın Çelik, Plan ve Bütçe Komisyonunda meydana gelen olaya ilişkin gazetelerde yapılan yayınlar ve kendisiyle ilgili beyanlar konusunda Genel Kurula bilgi verecekler.

Buyurun Sayın Çelik.

Süreniz 5 dakikadır.

ADNAN KESKİN (Denizli) – Özrün kabahatinden büyük, ne konuşuyorsun.

İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; gazetelerde intişar eden ve bazı basın kuruluşlarıyla, bazı siyasetçilerimizin, hadiseyi incelemeden, sormadan, soruşturmadan yaptıkları ithamları cevaplamak ve olayın gerçeğini sizlere açıklamak üzere huzurlarınızdayım. Sayın Başkan, bana, bu gündemdışı konuşma fırsatını verdiğiniz için de, size, ayrıca teşekkürlerimi sunuyorum.

Hadiseyi aynen aktarıyorum: Meclis Plan ve Bütçe Komisyonunda 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitimle ilgili yasa tasarısı görüşülüyordu. Milletvekilleri, tasarı üzerinde fikirlerini söylemek için, en doğal hakları olan konuşma taleplerini Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanlık Divanına iletmek isterken, Hürriyet ve Cumhuriyet gazetelerinin 2 bayan muhabirinin de, Sayın Topuz ile Millî Eğitim Bakanı Sayın Uluğbay’a “bunları niye konuşturuyorsunuz, gizli celse, kapalı oturum isteyin, konuşmalarına meydan vermeyin” diye söylediklerini duydum. Ben de “sizin göreviniz gazeteciliktir, niye görevinizi yapmıyorsunuz; bu yaptığınız, ajan provokatörlüktür, terbiyesizliktir” dedim.

Sanıyorum bu yaptığım, demokratik tepkimi ortaya koymaktı. Bu olayı görüntüleyen tüm kameralar, zaten, akşam kendi kanallarında olduğu gibi verdiler. Burada da görüldüğü gibi, hiçbir şekilde küfretmedim; ama, gazetelerde yazılansa, bunun tam tersi. Güya ben gazeteci bayanlara, şimdi bile ağzıma alamayacağım küfrü yapmışım diye maniple yapılarak kıyamet koparıldı.

Ben, huzurlarınızda bir kez daha ifade ediyorum ki, o küfrü ben yapmadım, buna terbiyem müsaade etmez, hiçbir zaman da bu küfürleri yapmayacağım.

Bu yargısız infaz karşısında basın açıklaması yaparken, bir de, parlamenter iki bayan meslektaşımın çok ağır ithamlarıyla karşı karşıya kaldım; bu, beni daha fazlasıyla üzdü; hele Bayan Bakan, Meclis Başkanlık Divanında uzun zaman birlikte çalıştığım biri olunca, daha fazlasıyla üzmüştür bu hadise. Ondan beklediğim, hadiseyi inceler, sorar, komisyon üyesi arkadaşlardan tahkik eder, öyle beyanat verir veya basın toplantısı yapabilirdi; bunu yapmadan, hakkımda ağır ithamlarla kötü göstermesi, beni çok üzmüştür.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; gazeteci habere konu olmaz, gazeteci haber yakalar, gazeteci tarihe tanıklık eder; basın ve ahlak yasası herkesi bağlar, yalan ve iftiralarla insanları psikolojik baskı altına almaya çalışmaz. Oysa, bu olayda zihinlere psikolojik dehşet saçılmış, insanlarımızın doğru haber alma hakları kötüye kullanılmıştır; milletvekili bayan ile bakan bayan bile buna alet edilmiştir. Beni seçmenlerimin tanıdığı gibi tüm Türkiye de tanır; ben, ilimin adını kötülükle değil iyiliklerle tüm dünyaya taşımışımdır, Şanlıurfa benimle değil, ben ancak Şanlıurfa ile iftihar edebilirim.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; son olarak, huzurlarınızda bir kez daha ilan ediyorum ki, bahse konu küfrü ben yapmadım, yapmayacağım da. Bunu bana yakıştıranları ve bu yakıştırmalardan dolayı beni itham eden, hakaret edenleri şiddetle kınıyorum. Aleyhimdeki bu yalan ve iftiralardan dolayı, ilgili gazete ve sorumluları ile iki bayan parlamenter hakkında gereken davaları açacağımı, müfterilerden adalet önünde hesap soracağımı, size ve kamuoyuna saygılarımla arz ediyorum. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çelik.

V. — SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. — İstanbul Milletvekili Ali Topuz’un, Şanlıurfa Milletvekili İbrahim Halil Çelik’in, konuşmasında adından bahsederek tanıklığını ifade ettiği gerekçesiyle konuşması.

ALİ TOPUZ (İstanbul) – Sayın Başkan, adımdan bahsedilerek, tanıklığım ifade edilerek bir açıklama yapıldı, gerçeğin nasıl olduğunu anlatmak için söz istiyorum.

BAŞKAN – Yerinizden açıklama yaparmısınız Sayın Topuz.

ALİ TOPUZ (İstanbul) – Sayın Başkan, Sayın Çelik konuşması sırasında... (ANAP sıralarından “duymuyoruz, kürsüden konuşsun” sesleri)

BAŞKAN – Böyle bir usulümüz yok efendim.

Sayın Topuz, ön sıralara gelirseniz...

ALİ TOPUZ (İstanbul) – .. bir ölçüde söylemediğim bir şeyi, duymadığım bir şeyi bana atfen ifade ettiği için, izin verirseniz, bir iki cümle ile kimseye sataşmadan gerçeği anlatacağım.

BAŞKAN – Buyurun; sadece bir iki dakika içerisinde... Lütfen... (CHP sıralarından alkışlar)

SITKI CENGİL (Adana) – Mahkeme mi burası Sayın Başkan?!.

T.RIZA GÜNERİ (Konya) – Mahkeme mi burası?!.

BAŞKAN– Mahkeme değil efendim, ismi verildi ve tanıklığı söylendi; onun için..

SITKI CENGİL (Adana) – Orada açıklama yaptı; yetmiyor muydu?

BAŞKAN – Arkadaşlar duyulmuyor diye itiraz ettiler.

ALİ TOPUZ (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; amacım, bir gerçeği olduğu gibi ortaya koymaktan ibarettir; yapacağım açıklamanın hiç kimseye yönelik bir amacı yoktur.

Sayın Çelik’in söz ettiği olay, Plan ve Bütçe Komisyonunda çok tartışmalı bir oturumda, bir ölçüde tartışmalara ara verildiği bir sırada, Komisyon odasının içerisinde cereyan etmiştir. Gazeteci iki bayan arkadaşımız benim yanıma gelerek, bunlardan sadece biri, bu karışıklıkların giderilebilmesi için, eğer basın mensuplarının dışarıya çıkması bir çare ise, biz dışarı çıkalım, bizi dışarı çıkarın ve bu görüşmeler devam etsin biçiminde kanaatini bana ifade ederken, Sayın Çelik’in sinirli bir şekilde bizim yanımıza doğru geldiğini gördüm; anlaşılan yanlış bir kanaate sahip biçimde yanıma yaklaştı ve bu bayan gazetecilere kendisinin de burada ifade ettiği gibi “siz, ajan provokatör müsünüz” diyerek bir suçlamada bulundu. Gazeteciler, gizli celse isteyin, burada bunları susturun gibi bir ifadede bulunmadılar, hatta bu konu komisyonda konuşulurken daha da ileri iddialar ileri sürülmüştü; gazetecilerin, beni ve Sayın Bakanı yönlendirdiği de ifade edilmişti.

Bu olay, Sayın Çelik’in anlattığı gibi değildir. Sayın Çelik’in benim yanımda, benimle bir tatil aşamasında, Komisyona ara verildiği bir aşamada konuşan gazetecilere karşı bu saldırgan tavrını sürdürmesini uygun bulmadığımı kendisini orada uyararak ifade ettim. (RP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Topuz... Sayın Topuz, lütfen...

ALİ TOPUZ (Devamla) – Burada da arz ediyorum; teşekkür ederim.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Böyle bir uygulama olmadı Sayın Başkan!..

BAŞKAN – Efendim, ismi verilmeseydi... (RP sıralarından gürültüler)

Değerli arkadaşlar, lütfen... İsmi verilmeseydi, kendisine söz vermezdim.

IV. — BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR (Devam)

2. — Erzurum Milletvekili İsmail Köse’nin, Kıbrıs konusundaki son gelişmelere ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Şükrü Sina Gürel’in cevabı

BAŞKAN – Gündemdışı ikinci söz, Erzurum Milletvekili Sayın İsmail Köse’nin. Sayın Köse, Kıbrıs konusundaki son gelişmeler üzerine konuşacak.

Buyurun Sayın Köse.

Süreniz 5 dakikadır.

İSMAİL KÖSE (Erzurum) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; konuşmama başlarken Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Amacım, Türkiye’deki içpolitikalardan dikkatlerimizi uzaklaştırmak, stresten uzaklaştırmak, dünyada neler oluyor, ülkemizi ve milletimizi neresinden alakadar ediyor, onu, Yüce Meclise taşımaktır. Bana bu fırsatı verdiği için Sayın Başkana da teşekkür ediyorum.

Geçtiğimiz hafta, Amerika Birleşik Devletlerindeki San Fransisko Eyaletinde bulunan bir Ermeni lobisi, soykırım maksadıyla, her zamanki gibi tarihi çarpıtmak maksadıyla, bir anıt yapma konusundaki 26 bin dolara aldıkları arsa ile ilgili bir konuşma yapmıştım. Bu hafta da, yine, şu anda görüşmeleri devam eden, milletimizi ve devletimizi çok önemli bir şekilde ilgilendiren Kıbrıs konusuyla ilgili konuşmam olacaktır.

Değerli milletvekilleri, Kıbrıs, Türk Milletinin haysiyetidir, onurudur ve devletimizin bekasıyla ilgili çok önemli bir adadır. Bu önemli adada tarihin geçmiş yıllarında çok önemli bir gelişme olmuş, 1959-1960 yıllarında Rahmetli Menderes ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu zamanında yapılan çok önemli bir anlaşma sonucunda; yani, Londra ve Zürih Anlaşmaları sonucunda, o gün sağlanan imkânlar neticesinde, 1974 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri, Kıbrıs Adasındaki varlığımızı, soydaşlarımızı korumak amacıyla adaya çıkmıştır.

BAŞKAN – Sayın Köse, bir dakikanızı rica edeyim.

Sayın milletvekilleri, sayın hatibi izlemekte olağanüstü güçlük çekiyoruz, salondan da izlemek isteyen arkadaşlarımız var; lütfen sükuneti sağlayalım.

Buyurun Sayın Köse.

İSMAİL KÖSE (Devamla) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu 23 yıl içerisinde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Kıbrıs’ta yaşayan soydaşlarımızın, orada, ayakta kalmaları için her türlü imkânı vermiştir ve vermeye de devam edecektir.

Ancak, özellikle Rusya’da komünizm yıkıldıktan sonra, kurulan Türk cumhuriyetleri ve onların ellerindeki imkânların; yani, özellikle petrolün Türkiye’den dünyaya pazarlanması konusundaki yeni gelişmeler Kıbrıs Adasının önemini yeniden dünyanın gözü önüne çıkarmıştır. Hatta, Körfez Savaşına neden olan petrol gibi önemli bir maddenin, gelecekte, belki Kıbrıs Adasının önemi dolayısıyla, bugünden böyle bir imkânın Türkiye’ye sağlanmaması konusundaki savaşın, şu anda Batı’da başladığı ifade edilmektedir; bakıldığında, gerçek de budur. Eğer, Türk cumhuriyetlerinde mevcut olan petrol ve doğalgazı Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendi üzerinden -Bakü-Ceyhan hattı üzerinden- dünyaya pazarladığı takdirde, hem Türk Devletinin ekonomik imkânlarındaki gelişme ve değişme hem de Türk cumhuriyetlerindeki ekonomik gelişme, bu konudaki dikkatleri çok daha fazla üzerinde toplamaktadır.

İşte, şu anda, Türkiye Büyük Millet Meclisimizde temsil edilen ve temsil edilmeyen siyasî partilerimizin, özellikle 8 yıllık kesintisiz eğitime endekslendiğimiz bugünlerde, acaba dışarıdaki çok önemli gelişmeleri takip etme durumunda bir noksanlık mı vardır, dikkatlerimiz dağılıyor mu, bu millî meselelerdeki hassasiyet zayıflıyor mu şeklinde, vatandaşımızda ve kamuoyunda oluşan hassasiyeti de, muhakkak surette değerlendirmesi gerekiyor. Sayın Dışişleri Bakanının, Kıbrıs konusunda, şu andaki görüşmelerle veya daha önce kendilerinin Kıbrıs Adasına gitmek suretiyle orada yapmış olduğu görüşmelerle ilgili olarak, Meclisi aydınlatmasına ve bilgilerine de ihtiyacımız vardır.

Biz, şuna inanıyoruz: Gerek Kıbrıs davasında gerek diğer millî meselelerde, Türkiye Büyük Millet Meclisimizin ve tüm siyasî partilerimizin gerçekten çok önemli bir diyalogu vardır, çok önemli bir konsensüsü vardır. Bu konsensüsün yanında...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Köse, bir dakika içinde toparlayınız.

İSMAİL KÖSE (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım.

... özellikle içpolitikada da aynı duyarlılığın ve birlikteliğin olması, tabiî, hem vatandaşı hem de bizleri sevindirecektir. Bu maksatla, Kıbrıs’taki son gelişmelerle ilgili konuların gündeme getirilmesi ve Avrupa Birliği devletlerinin, Güney Kıbrıs’ı Avrupa Birliğine almak fikri karşısında Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ortaya koymuş olduğu düşünceyi de gözardı etmemesi gerekir. Böyle bir uygulama olduğu takdirde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin, Türkiye’yle entegre olacağı, birleşeceği kararını da, yine, hem iktidarlar hem de Türkiye Büyük Millet Meclisi ortaya koymalıdır ve bunun da, muhakkak surette, hem Türk kamuoyuna hem de dünya kamuoyuna duyurulması gerekmektedir. Dost ve müttefik dediğimiz devletlerin, Türk milletini ve devletini..

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

Bitiriyorum Sayın Başkanım.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum. Biliyorsunuz, ben, ilave süre vermiyorum.

İSMAİL KÖSE (Devamla) – Hem komşularımızın hem de müttefik dediğimiz devletlerin, ülkemize ve milletimize hangi düşünceyle yaklaştıklarını da dikkatlerimizden kaçırmamamız gerekir.

Bu duygularla saygılar sunuyor, teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Köse.

Gündemdışı konuşmayı yanıtlamak üzere, Devlet Bakanı Sayın Şükrü Sina Gürel; buyurun. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

DEVLET BAKANI ŞÜKRÜ SİNA GÜREL (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayın Köse’nin, çok önemli dışpolitika konularıyla ilgilenerek ve bizim ilgimizi de, Yüce Meclisin ilgisini de bu konulara çekerek yaptığı konuşmayı şükranla karşılıyorum. Özellikle, Kıbrıs konusunda neler olduğunu, Kıbrıs konusunda nasıl gelişmeler olduğunu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin önünde, Hükümetim adına dile getirmek de bana kıvanç veriyor; çünkü, Türkiye, şimdiye kadar, Birleşmiş Milletler çerçevesi içerisinde, Kıbrıs konusunda, iki halkın içlerine sindirebilecekleri ve uluslararası alanda da kabul edilebilecek bir uluslararası çözümün her zaman destekleyicisi olmuştur ve Türkiye, üç yıldır, Birleşmiş Milletler çerçevesinde, Kıbrıs’la ilgili görüşmelerde herhangi bir ilerleme sağlanamamasını da üzüntüyle karşılamıştır.

Yalnız, bu görüşmelerin üç yıldır kesintiye uğraması, büyük ölçüde, Avrupa Birliğinin Kıbrısla ilgili tutumuyla bağlantılıdır; çünkü, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin sözde, Kıbrıs Cumhuriyetini temsil eder bir biçimde ve böyle kabul edilen bir biçimde Avrupa Birliğine yaptığı tam üyelik başvurusunu ciddîye almasıyla, Güney Kıbrıs Rum Yönetimini de, Birleşmiş Milletler çerçevesinde doğrudan doğruya Türk tarafıyla yapacağı görüşmelere katılmaktan caydırmıştır ve böylece, üç yıldır bu görüşmeler yapılamaz olmuştur. Dolayısıyla, geçen ay içerisinde, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterininin iyi niyet girişimi çerçevesinde, yeniden, iki halkın temsilcileri arasında, Birleşmiş Milletler çerçevesi içerisinde, bu görüşmelerin başlatılabilmiş olmasını Türk Hükümeti memnuniyetle karşılamış ve bu görüşmelerin yapılabilmesini kolaylaştıran üçüncü tarafların gayretlerini de yine sevinçle karşılamıştır. Ancak, geçen ay başlayan bu görüşmelerin devam ettiği bir sırada, Avrupa Birliği Komisyonunun, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin tam üyelik başvurusunu ciddîye alan bir adım atarak, bundan sonra, 1998 yılı içerisinde Güney Kıbrıs Rum Yönetimiyle tam üyelik görüşmelerinin başlatılmasını, Avrupa Birliğinin başka organlarına ve aralıkta yapılacak doruk toplantısına tavsiye kararı alması, Avrupa Birliğinin önemli bir organının böyle bir adım atması, New York’ta yapılan görüşmelere çok karanlık bir gölge düşürmüştür ve o andan başlayarak, New York’taki görüşmeler -Birleşmiş Milletler çerçevesinde yapılmakta olan görüşmeler- âdeta anlamsız kılınmıştır. Çünkü, Kıbrıs konusuna, eğer taraflardan biri, Kıbrıslı Türk kimliğini başka bir büyük kimlik içerisinde eritmek planları yaparak ve bu planlara destek bularak sözde devam etmek niyetinde ise, bu doğrudan görüşmelerin de bir anlamı kalmamış olacaktı.

Nitekim, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş, İsviçre’de yapılan -şu anda başlamış olan, iki gündür yapılmakta olan- görüşmelere gitmek konusunda, bu görüşmelerin anlamsız kılındığı gerekçesiyle tereddütlü olmuş; ama, yine de, sonunda İsviçre’deki görüşmeler başlayabilmiştir.

Şimdi, burada, hepimizin hatırlaması gereken, konuyla ilgilenen bütün uluslararası yanların, devletlerin de bilmesi gereken bir konu var: Birleşmiş Milletler, Kıbrıs konusunda, sadece, iki tarafın doğrudan görüşmeler yapmasını kolaylaştıracak bir çerçeve sunmaktadır. Yani, Birleşmiş Milletlerin bu konudaki işlevi, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin iyi niyet girişimi çerçevesiyle sınırlıdır ve Birleşmiş Milletler, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri ya da Genel Sekreterin Sayın Temsilcisi, her iki tarafa, herhangi bir çözüm ya da belge empoze etmek konumunda, yetkisinde değildir. Cumhurbaşkanı Sayın Denktaş, bu görüşmelerde, halkını, devletini temsil etmektedir ve Sayın Denktaş, halkını, devletini temsil eden bir yetkili olarak, bu görüşmeleri, bu müzakereleri dilediği, uygun gördüğü gibi götürme yetkisine ve hakkına sahiptir. Kimsenin, uluslararası alanda yer alan hiçbir gücün, Sayın Denktaş’a, halkını, devletini temsil eden bir yetkili olarak, bir tutum empoze etmek, bir tavır empoze etmek yetkisi ve hakkı yoktur.

Hele, uluslararası alanda yer alan kimi güçlerin, şimdi, Türkiye’ye dönüp “eğer Kıbrıs konusunda, bu görüşmelerde bir ilerleme sağlanamazsa, o zaman Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi pek mümkün olmayacaktır” demeye ne hakları vardır ne de bu sözün, bu sözde uyarının bir anlamı olabilir; çünkü, herkesin bilmesi gerekir ki, Hükümetimiz, Kıbrıs konusuyla Türkiye’nin Avrupa Birliği ile olan ilişkilerinin geliştirilmesini, tamamen, birbirinden ayrı değerlendirmektedir. Avrupa Birliği ile olan ilişkilerimizde genel bakışımız şudur: Avrupa Birliğine tam üyelik, Türkiye’nin hem hakkıdır hem de Hükümetimizin benimsediği bir siyasal hedeftir. Üstelik, Türkiye, 1995 yılında, gümrük birliği düzenlemesine, Avrupa Birliği tam üyeliği perspektifi içerisinde razı olmuştur. Kaldı ki gümrük birliği düzenlemesinin de, kendi içerisinde, zaten bu tam üyelik perspektifine uygun birtakım mekanizmaları vardır. Örneğin, gümrük birliği çerçevesinde, Türkiye’nin, Avrupa Birliğiyle siyasî istişare mekanizmasını geliştirmesi gerekir. Örneğin, yine gümrük birliği çerçevesinde, Türkiye’nin yapısal bazı malî yardımlardan, katkılardan yararlanması gerekir.

Şimdi, bu yükümlülükler, Avrupa Birliği tarafına düşen yükümlülüklerdir ve Türkiye, kendisine düşen yükümlülükleri yerine getirmeye her zaman hazırdır ve bu gayret içerisindedir; ama, Avrupa Birliğinden de, Avrupa Birliğine düşen yükümlülüklerin yerine getirilmesini sonuna kadar bekleme hakkına da sahiptir.

Bu karşılıklı yükümlülüklerimiz çerçevesinde, Avrupa Birliğiyle olan ilişkilerimizi değerlendirirken ve bu ilişkileri yerine getirmeye çalışırken, bu ilişkileri ilerletmeye, geliştirmeye çalışırken, bir yandan da şunu kabul ediyoruz: Tabiî ki, Avrupa Birliğinin tam üyelik için kendisince ortaya koyduğu objektif birtakım ölçütler vardır ve olmalıdır. Örneğin, insan hakları konusunda, demokrasinin geliştirilmesi konusunda, ekonomik gelişmişlik konusunda böyle yüksek standartlar, ölçütler tam üyelik için Avrupa Birliği tarafından konulabilir.

Kaldı ki bu ölçütler, bu standartlar, bizi de Hükümet olarak ve eminim Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak hiçbir şekilde tedirgin de etmez; çünkü, insan hakları ve demokrasi uygulamaları konusunda ve ekonomik gelişmişlik konusunda yüksek standartları, Avrupa Birliğinin koyduğu ölçütleri, Avrupa Birliği bağlantımız olsa da olmasa da, zaten kendi halkımıza layık ölçütler, yüksek standartlar olarak görüyoruz ve Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizi geliştirmemiz söz konusu olsa da olmasa da, zaten bizim, ekonomik gelişmişliğimizi, insan hakları standardımızı, demokrasi ölçütlerimizi yükseltmemiz, halkımızı bu yüksek ölçütlere layık gördüğümüz için, temel bir amacımızı oluşturuyor. Dolayısıyla, bu ölçütler bizi tedirgin etmez; ancak, bize dönülür ve “tam üyelik için ya da Avrupa Birliğiyle ilişkilerinizi geliştirebilmeniz için, aynı zamanda da, Türk - Yunan ilişkileri konusunda, Kıbrıs konusunda bazı ödünleri vermeniz gerekir; bizim bazı söylediklerimizi yapmanız gerekir” denilirse, buna da bizim aldırış etmemiz yine beklenmemelidir. Çünkü, bunların, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz açısından herhangi bir ilintisinin, bir bağının kurulmasını, Hükümet olarak mümkün görmüyoruz ve bunları, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizi geliştirmek için ölçüt olarak kabul etmemiz de mümkün değildir. Dolayısıyla, tekrar ediyorum, Hükümetimiz, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizin, tamamen Kıbrıs konusundan ayrılması gerektiği rüşündedir ve ikisini ayırmaktadır.

Tabiî ki, Avrupa Birliğiyle Güney Kıbrıs Rum Yönetimi arasındaki ilişkiler ilerletilirse, Avrupa Birliği, eğer, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin -sözde, Kıbrıs cumhuriyeti adı altında- Ada’nın bütününü temsil eden bir hükümet olarak tam üyelik yolunda birtakım adımlar atmasına izin verir, hatta, bu tam üyeliğin yolunu açacak olan müzakereleri başlatma kararında direnirse, o zaman, biz de, Hükümet olarak ne yapacağımızı açıkça belirtmiş bulunuyoruz. Hatırlayacağınız gibi, değerli milletvekillerinin hatırlayacağı gibi, 20 Temmuz 1997 günü, Sayın Bülent Ecevit başkanlığında bir hükümet heyeti, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini ziyaret etti ve burada, Hükümetimizin, 20 Temmuz 1974’ün kararlılığı ve inancı içerisinde, Kıbrıslı Türkleri dünyada yalnız bırakmama kararlılığı içerisinde olduğunu dünyaya gösterdi ve burada atılan adımların bir devamı olarak, 6 Ağustosta da, Dışişleri Bakanı Sayın Cem, yine, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini ziyaret etti ve bu ziyaretinde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümetiyle bir ortaklık konseyi anlaşması imzalandı ve 20 Temmuz 1997’de alınan kararlar, böylece, uygulamaya sokulup, hayata geçirilmeye başlandı.

Biz, bundan sonra da, dünyaya şunu ilan ediyoruz: Bizim, Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin Avrupa Birliği üyeliği doğrultusunda adımlar atılması karşısında atmayı öngördüğümüz adımlar, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetiyle bir özel ilişki, bir kısmî entegrasyon ilişkisi kurmamızı sağlayacaktır; biz, bu kararlılıktayız. Yalnız, bu kısmî entegrasyon ya da özel ilişki, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin bağımsızlığına halel getiren bir ilişki olmayacaktır; ancak, biz, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini, Kıbrıslı Türkleri dünyada yalnız bırakmamaya da kararlıyız ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin ekonomik ve toplumsal açıdan güçlü kılınması için elimizden ne geliyorsa, onlarla işbirliği halinde ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin ekonomik ve toplumsal yapısını da sağlam, güçlü, kendi ayakları üzerinde durabilir bir hale getirinceye kadar devam ettireceğiz.

Büyük Millet Meclisine saygılarımla arz ederim.

Teşekkür ederim. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

3. — Balıkesir Milletvekili İsmail Özgün’ün, zeytinyağı üreticilerinin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması ve Devlet Bakanı Işın Çelebi’nin cevabı

BAŞKAN – Gündemdışı üçüncü söz, Balıkesir Milletvekili Sayın İsmail Özgün’ün.

Sayın Özgün, zeytinyağı üreticilerinin sorunları hakkında konuşacaklar. (RP sıralarından alkışlar)

Sayın Özgün, süreniz 5 dakika.

İSMAİL ÖZGÜN (Balıkesir) – Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; zeytinyağı üreticilerinin sorunları hakkında gündemdışı söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bilindiği üzere, 1996-1997 üretim yılında, Türkiyemizde, zeytinyağında, 220 bin ton gibi rekor bir üretim seviyesi gerçekleşmiştir; gerçekleşmiş bulunan bu üretimden, ancak 25-26 bin tonu ihraç edilebilmiş bulunmaktadır.

İhracattaki tıkanıklık ve ham yağ ihracındaki yasak sebebiyle, çiftçinin elinde ve Tariş’in elinde önemli miktarda zeytinyağı stoku bulunmaktadır. Tariş yetkililerinin ifadesine göre, Tariş’in elinde aşağı yukarı 40 bin ton civarında stok bulunmakta, diğer üreticilerin elindekiyle beraber, bu, aşağı yukarı 160-170 bin tona ulaşmaktadır. Özellikle, Türkiye’de, 160-170 bin ton kaliteli zeytinyağı mevcutken, İhracatçılar Birliği Başkanı, 28.7.1997 tarih ve 3/5382 sayılı yazıyla, ilgili Devlet Bakanlığından, Türkiye’de kısa vadede yeterli zeytinyağı üretimine ulaşılamayacağı varsayımıyla, üçün ülkelerden, ihraç kaydıyla, sıfır gümrüklü ithalat yapılmasını talep etmektedir. Hemen belirtmeliyim ki, İhracatçılar Birliği Başkanının, üretim azlığından bahsederek Kuzey Afrika ülkelerinden kalitesiz yağları ülkeye sokmak isteğini ve bu yöndeki talebini sağlıklı bir düşünce olarak değerlendirmek mümkün değildir.

Değerli milletvekilleri, AET’nin yılbaşından beri uyguladığı politika, Türk zeytinyağlarını hedef almış ve Tunus ile yapmış olduğu gümrüksüz 50 bin tonluk özel bağlantı ve Türkiye’ye koyduğu 1,850 dolarlık gümrükle, zeytinyağı sektörünü köşeye sıkıştırmıştır. Buna karşın, millî bir politika uygulamak gerekirken, dışarıdan kalitesiz yağ isteğinin, AET’nin tutumuna destek veren bir sonuç doğuracağı ve kendi üretimimizi yok edeceği apaçık ortadadır. Türkiye’de 100 bin ailenin zeytin tarımıyla uğraştığını dikkate alacak olursak, ihraç kayıtlı zeytinyağı ithalatı, bugün için, tatmin edici fiyatlarla yağını satamayan zeytin üreticisinin durumunu daha da güçleştirecek, 160 bin ton civarındaki zeytinyağı stokunun eritilmesine hiçbir katkı sağlamayacaktır.

Bugün için stokta bulunan zeytinyağı, dökme ham yağ olarak ihracının yasak olması nedeniyle ihraç edilemezken ve dökme lampant zeytinyağında uygulanan yasak sürerken, ihraç kayıtlı zeytinyağı ithal etmek, Türk zeytinciliğini yok etmeye yönelik çifte standartlı bir uygulama olarak görülecektir.

Sayın milletvekilleri, hal böyleyken, sektörün her iki yönüne ve ülke menfaatlarına uygun bir çözüm üretilmesi zarureti vardır. Sanayicinin, çiftçiyi, ucuz mal satmadığı için, âdeta cezalandırması gibi bir yola girilmemeli ve ithal izni istemine olumlu bakılmamalıdır. Yüzde 100 enflasyonun olduğu bir ülkede, çiftçiden, geçen yılın altında bir fiyatla yağ satması beklenmemelidir.

Çözüm olarak, Avrupa’da olduğu gibi, çiftçinin desteklenmesi, sübvanse edilmesi ve çiftçinin mağdur edilmemesi gerekir diye düşünüyorum.

Fındık için söylenildiği gibi, geçen yıldan elinde daha mal bulunan çiftçimizin, o elindeki malların da devlet tarafından sübvanse edilerek alınması ve böylece, aşağı yukarı -ifade ettiğim gibi- 100 bin civarındaki insanı ilgilendiren bu zeytinyağı konusundaki çalışmada, Hükümetimizden çiftçimizi ve zeytinyağı üreticimizi desteklemelerini rica ediyorum. Düşüncelerimi bu şekilde arz ediyor, hepinize saygılarımı sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Özgün.

Gündemdışı konuşmayı yanıtlamak üzere, Devlet Bakanı Sayın Işın Çelebi.

Buyurun Sayın Çelebi.

DEVLET BAKANI IŞIN ÇELEBİ (İzmir) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; değerli milletvekili arkadaşım, önemli bir konuyu gündeme getirdi. Bu konu sadece zeytinyağı meselesi veya zeytin üreticisinin meselesi değil, Türkiye’de üretim ve ihracat politikası açısından önem taşıyan bir konu. Biraz önce, sayın arkadaşımın belirttiği zeytinyağı üretiminde stokların artması meselesi bir rastlantı değil. Dünyada -özellikle İspanya ve İtalya’da- geçtiğimiz yıllarda -iki üç yıl içinde- ciddî bir kuraklık olunca, dünya fiyatları 4 bin dolar düzeyine yükseldi ve Türkiye, bu 4 bin dolar zeyine yükselen zeytinyağı fiyatları karşısında üretimini, 80 bin tondan 250 bin tona çıkardı. Şu anda, Türkiye’de, 250 bin ton civarında zeytinyağı üretim kapasitesi var ve Türkiye’nin iç tüketimi 60 bin ton düzeyindedir. Türkiye’de, zeytinyağı konusunda dünya ekonomisindeki gelişmeler yeterince okunamadığı için, Tariş, geçen yıl, dünya fiyatlarının iki misli üstünde –2 700 - 2 800 dolar civarında– bir fiyatla zeytinyağı aldı, ham yağ aldı ve bugün, 40 bin ton civarında elinde stok var; toplam stok 155 bin tondur.

Ama, bu yıl, İspanya’da ve İtalya’da kuraklık bitti; dünya fiyatları, ne yazık ki, 1 300 dolar, 1 100 dolar, 1 800 dolar gibi bir düzeye düştü. Şimdi, dünya fiyatları bu noktaya düşünce, Türkiye’de, geçen yıl, Tariş’in üreticiye verdiği 2 700 - 2 800 dolar düzeyindeki fiyatlar, özellikle dökme ham yağın ve rafine edilmiş yağın elde stok olarak kalmasına yol açtı.

 

Bu yıl, gördüğüm kadarıyla, ihracat açısından verilen bağlantılarda gerçekten doğru olan bir şey var: Avrupa Birliği, Tunus’la özel bir anlaşma yaptı ve Tunus’a karşı gümrükleri sıfırladı. İki ay sonra zeytin üreticisi ürününü almaya başlayacak. Burada çok önemli olan nokta şu: Devletin, geçen sene dünyayı iyi okuyamadığı için Tariş’in, 2 700 - 2 800 dolara alıp stoklarına koyduğu bu zeytinyağını veya dökme ham yağı bu fiyattan satmıyor; şu anda, bu fiyattan elinde tutuyor, stoklarında tutuyor. Açık söylüyorum, zeytinyağını bu fiyattan -yani 2 700 - 2 800 dolardan- almış olan beş altı tane tüccar Tariş’le beraber elinde bu stokları tutuyorlar; dünya fiyatları 1 100 dolara düşünce zarar ediyorlar; şu anda o stokları elinde tutarak, ekim ayında Tariş’in yüksek bir destekleme fiyatı vererek, zeytin ve zeytinyağı fiyatlarının yükselmesini bekliyorlar.

Burada çok önemli bir ikilemle Türkiye ekonomisi karşı karşıya; ya biz, dünya fiyatlarına göre üretim yapan, üreticimizi mağdur etmeyen ve üreticimizi de kârlı hale, verimli hale getiren, memnun eden bir politikayı, dünya fiyatlarını ve dünyayı okuyarak, dünyadaki gelişmeleri öngörerek ve doğru düşünerek alacağız veya Tariş gibi kuruluşlara talimat vereceğiz, bunlara, dünya fiyatlarındaki gelişmelerin dışında, 2 misli, 3 misli fiyata mal aldırıp, stok yaptıracağız. Şimdi, burada, böyle bir açmazla karşı karşıyayız. Bu zeytinyağ küçük bir örnek; ama, Türkiye’de iktisat politikaları açısından çok önemli bir hadise.

Biz, Hükümet olarak, dünya ölçeğinde üretim yapmayı ve dünyada rekabet eden bir üretici ve sanayici işbirliğinin gelişmesini istiyoruz. Bu anlamda, burada, şu vaziyette meseleye hep beraber yaklaştığımız zaman, şöyle bir sorunla karşı karşıyayız: Ya dünyadaki fiyatları, biz, veri kabul edeceğiz, o zaman, ihracatçımıza bunun hammadesini temin edeceğiz veya dünyadaki fiyatları unutup, Tariş’in 2 700-2 800 dolara alıp, bugünkü dünya fiyatları -1 700-1 300 dolara düşen fiyatlar- düzeyinde satış yapmasını temin edecek bir politikayı destekleyeceğiz veya tespit edeceğiz.

Burada, biz, ihracatçıya, iki ay süreyle ihracat yapması kaydıyla, ihraç etmesi kaydıyla, bunun hammaddesini temin imkânı getirdik, dünya fiyatlarıyla rekabet edebilsin ve ihracat bağlantılarını gerçekleştirebilsin diye. Bu anlamda, iki ay sonra ekimde üreticinin ürünü ele geldiğinde, bu politikayı yeniden gözden geçireceğiz; ama, iki ay içinde ihraç kaydıyla, dahilde işleme kuralı çerçevesinde, ham yağ ithali iznini verdik ve bu da Türkiye ihracatının duraklamasına mâni olmak içindir. Bunun doğru bir karar olduğunu belirtmek istiyorum.

Ekim ayından itibaren üreticinin kârlı olacağı ve üreticinin memnun olacağı bir politakayı da izleyeceğimizi belirtmek istiyorum; ama, şunu da antrparantez belirteyim: Tarişin geçen yıl uyguladığı politika, Tarişi sıkıntıya sokmuştur. Masa başında tespit edilen, dünyadan bağımsız, kopuk politikalar Tarişin bugün elinde 40 bin tonluk stokun oluşmasına ve zeytinyağ şişmesine neden olmuştur. Bu politikaların da yanlış olduğunu belirtmek istiyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çelebi.

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) – Sayın Başkan, konuyla ilgili iki cümle söylememe müsaade eder misiniz? Müstahsilimizi ilgilendiren çok önemli bir konu

BAŞKAN – Lütfen yerinizden; çünkü, böyle bir usulümüz yok.

MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) – Sayın Başkan, İhracatçılar Birliğinin yağ ithal etme sebeplerinden bir tanesi de, Tarişin elinde bulunan çok kaliteli yağın ucuz fiyatla kapatılması amacını taşımaktadır. Tunus’ta imal edilen yağlar kalitesiz yağlardır. Tunus yağlarına Türkiye’de yağ ilave etmedikçe, Tunus yağının içerisinden kaliteli yağ elde etmek mümkün değildir. Yemeklik yağın en kalitelisi Türkiye’de. İhracatçılar Birliğine böyle bir imkân tanınırsa ithalat yapılacak, Türkiye’ye yağ ithal edilecek, fiyatlar tamamen düşürülecek, Tarişin elindeki mal çok ucuz fiyata kapatılmış olacak ve iki ay sonra gündeme gelecek olan müstahsilin yağ fiyatları da, zeytin fiyatları da çok düşük seviyelere inmiş olacak; böylece köylümüz, çiftçimiz, işçimiz mutazarrır olacaktır.

Bu uygulamanın yanlış olduğunu belirtiyor, ilgililerin ona göre davranmasını rica ediyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Karapaşaoğlu.

Sayın Bakan, olağanüstü dikkatle izledi, değerlendireceklerinden eminim.

Sayın milletvekilleri, Anavatan Partisi ve Demokratik Sol Parti Gruplarının, İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş müşterek, Refah Partisi Grubunun, yine İçtüzüğün 19 uncu maddesine göre verilmiş müstakil birer önerileri vardır; ayrı ayrı okutup işleme alacağım ve oylarınıza sunacağım:

IV. — ÖNERİLER

A) SİYASÎ PARTİ GRUBU ÖNERİLERİ

1. — 376 sıra sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu, Millî Eğitim Temel Kanunu, Çıraklık ve Meslek Eğitimi Kanunu ile Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının görüşmelerine 48 saat geçmeden başlanılması ile gündemdeki sıralamanın yeniden yapılmasına ve Genel Kurulun 13 Ağustos 1997, 14 Ağustos 1997 ve 15 Ağustos 1997 günlerinde çalışma saatlerine; görüşülecek konulara ve gerektiğinde cumartesi-pazar günleri de çalışmaların sürdürülmesi ile görüşmelerde yöneltilecek soruların süresine ve 13 Ağustos 1997 Çarşamba günkü birleşimde sözlü soruların görüşülmemesine ilişkin ANAP ve DSP Gruplarının müşterek önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

13 Ağustos 1997 Çarşamba günü (bugün) yapılan Danışma Kurulu toplantısında siyasî parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından, Gruplarımızın aşağıdaki müşterek önerisinin İçtüzüğün 19 uncu maddesinin son fıkrası uyarınca Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımızla arz ederiz.

Dr. Ülkü Güney Ali Ilıksoy ANAP Grup Başkanvekili DSP Grup Başkanvekili

Öneri:

13 Ağustos 1997 günlü Gelen Kâğıtlarda yayımlanan ve bastırılıp dağıtılan, 376 sıra sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu, Millî Eğitim Temel Kanunu, Çıraklık ve Meslek Eğitimi Kanunu ile Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının, 48 saat geçmeden, gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 6 ncı sırasına, gündemin 164 üncü sırasında bulunan 374 sıra sayılı kanun tasarısının 7 nci sırasına, 153 üncü sırasında bulunan 371 sıra sayılı kanun teklifinin 8 inci sırasına, 9 uncu sırasında bulunan 182 sıra sayılı kanun tasarısının 9 uncu sırasına alınması; Genel Kurulun 13 Ağustos 1997 Çarşamba günü (bugün) 15.00-24.00, 14 Ağustos 1997 Perşembe günü 10.00-13.00, 14.00-19.00, 20.00-24.00, 15 Ağustos 1997 Cuma günü 14.00-19.00, 20.00-24.00 saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesi ve bugünlerde, gündemin 1 inci sırasından 10 uncu sırasına kadar olan kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi, 15 Ağustos 1997 Cuma günü saat 24.00’e kadar bu kanun tasarı ve tekliflerinin görüşmelerinin tamamlanamaması halinde, Genel Kurulun bu işlerin görüşmelerinin bitimine kadar saat 24.00’ten sonra, Cumartesi ve gerektiğinde Pazar günleri de çalışmalarını sürdürmesi; İçtüzüğün 60 ıncı maddesi uyarınca gerek tümü ve gerekse maddeler üzerinde yöneltilecek soruların kısa, gerekçesiz ve yazılı olarak Başkanlığa en geç konuşmalar bitinceye kadar verilmesi, soru ve cevap işlemlerinin grupların konuşma süreleri ile sınırlandırılması (tümü üzerinde 20 dakika, maddeler üzerinde 10 dakika) 13.8.1997 Çarşamba günkü birleşimde sözlü soruların görüşülmemesi önerilmiştir.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan, aleyhte söz istiyorum.

NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, önerinin lehinde söz istiyorum.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın Başkan, aleyhte söz istiyorum.

BAŞKAN – Önerinin lehinde, Sayın Ülkü Güney ve Sayın Nihat Matkap’ın; aleyhinde, Sayın Salih Kapusuz ve Sayın Mehmet Gözlükaya’nın söz istekleri vardır.

Önerinin lehinde, Sayın Ülkü Güney; buyurun.

Süreniz 10 dakikadır efendim.

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün, Danışma Kurulunda, Anavatan Partisi Grubu adına, Demokratik Sol Parti Grubuyla birlikte, Meclisimizin çalışması, bu çalışma süresinin tespiti ve öncelikle getireceğimiz kanun tasarı ve teklifleri hususunda bir Danışma Kurulu önerisi talebinde bulunduk. Gönül isterdi ki, bizim bu talebimiz, diğer parti grupları tarafından da olumlu karşılansın ve bugün, burada, bu, bir grup önerisi olarak değil, bütün grupların ittifakıyla gelen bir karar olsun; ama, olmadı. Tabiî ki, itiraz eden diğer partilerin ve grupların fikirlerine saygımız sonsuzdur; ona diyecek bir şeyimiz yoktur; ama, aslında, bizim getirdiğimiz düzenlemede, bu hafta Meclisten çıkması icap eden, öncelikli ve Yüce Mecliste kimsenin itiraz edemeyeceği -şimdi izah edeceğim- kanun tasarı ve teklifleri var.

Bakınız, biz, bu teklifle ne istiyoruz: Biz, bu teklifle, bugün, yani, çarşamba günü, saat 24.00’e kadar çalışma süremizi uzatmak istiyoruz. Bu, 24.00’e kadar çalışma süremizde de, daha önceden yarım kalmış, bütün partilerin, bütün grupların üzerinde ittifak ettiği ailenin sağlamlaştırılmasıyla ilgili bir kanun teklifini -bunda, herkes anlaşmış durumda idi; zaten yarım kalmıştı- çıkaralım dedik. Bunun ötesinde, öğrencilerin beklemiş olduğu öğrenci affını bugün çıkaralım dedik. Yine, Basın Yasasıyla ilgili bir af tasarısı gündemdeydi; bugün çalışalım, bunları çıkaralım diye teklif ettik. Bu kanun tasarı ve tekliflerinin yanı sıra, hepinizin bildiği gibi, gündemimizde olan, 8 yıllık kesintisiz eğitimin de bu hafta çıkarılması talebimiz var. Bizim planımız, bugün, bahsettiğim bu kanun tasarı ve tekliflerinin ve yarın saat 10.00’dan itibaren de, kesintisiz 8 yıllık eğitim kanunu tasarısının çıkarılmasına dönüktü; bunun ötesinde başka bir talebimiz olmadı.

Burada, tabiî, diğer grupların itiraz edeceği, özellikle sorularla ilgili bir sınırlama vardır. Sorularla ilgili sınırlama da şu şekilde oldu: Biz, sorularla ilgili olarak, gruplar o madde için ne kadar konuşuyorsa sorulara da o kadar süre ayıralım diye bir teklif getirdik. Burada amacımız şuydu: Daha önce, özellikle Komisyonda da gördük ki, sorular çok uzun soruluyor ve soruların çoğu da hep aynı şeyleri tekrarlıyor; biz, bunu disipline edelim, bu tasarıda bütün arkadaşlarımız da konuşabilsinler diye bir sınırlama getirdik. Bu sınırlamamızın amacı, herhangi bir şekilde, başka milletvekillerinin soru sormalarını önlemek değil -ama, süre bu kadardır- lafı boşuna uzatmadan, boş tekrarlar yapmadan soruların sorulması amacına dönüktür.

Ben, getirmiş olduğumuz bu teklifin olumsuz bir yanını göremiyorum. Tabiî, buna istediğiniz kadar tenkit getirebilirsiniz, olaya bakış açısına bağlı. Her şeyi tenkit etmek mümkündür; ama, eğer, bu af yasaları, ki, bunlar acildir; onları gündeme almak istemiyorsanız -ki, almak istediğinizi biliyorum, anlaştığımız kanunlardır- onları bugün çıkarırız, yarın da, saat 10.00’dan itibaren -süre, bu teklifimizde vardır - 8 yıllık kesintisiz eğitimi, Yüce Mecliste görüşür ve karara bağlarız.

Umuyorum ki, Yüce meclisin değerli üyeleri, bu önerimizde anlatmak istediğimiz konuların ciddiyetine vâkıftırlar ve bu önerimize olumlu oy vereceklerdir.

Bu duygularla hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Güney.

Önerinin aleyhinde, Sayın Salih Kapusuz...

Buyurun Sayın Kapusuz. (RP sıralarından alkışlar)

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Anavatan Partisi ve Demokratik Sol Parti Gruplarının önerileri hakkında söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, sizleri ve bizleri izleyen halkımız, usul yönünden en çok yapılan konuşmaların, Danışma Kurulu, grup önerileri üzerinde olduğunu, herhalde, yakinen hem öğrendiler hem de takip etmektedirler. Şimdi, geçmişteki tutanakları şöyle bir inceleyip, değerli grup başkanvekili arkadaşlarımın ve sözcülerin, burada, o zamanın iktidarlarıyla ilgili değerlendirmelerini okumak isterdim; ancak, vakti iyi kullanmak açısından, onları okumak yerine, bizim, burada söylememizin faydalı ve yararlı olduğuna, Genel Kurulun da bu doğrultuda hareket etmesine yönelik birtakım tespitleri arz etmek istiyorum. Yoksa, o zamanki konuşmaları şu Genel Kurula bir taşımış olsak, buradaki konuşmaları bir okumuş olsak, arkadaşlarımız o günkü konuşmalarından bugün rahatsızlık duyacaklardır, belki yerlerinden de müdahale edeceklerdir.

Şimdi, istenilen şey Genel Kurulun çalışmasıysa, elbette, biz, muhalefet partisi ve özellikle Refah Partisi olarak topyekûn burada bulunuruz, bütün çalışmalara, inandığımız doğrular, hakikat ve ülkenin menfaatları açısından yaklaşır, fikirlerimizi söyler, katkı sağlarız; ancak, yapılan bu çalışmaların ülkenin yararına ve faydasına olmasını önplanda tutmak bizim aslî görevimizdir. Bundan dolayı, şimdi, değerli grup yetkililerinin getirmiş olduğu hususları şöyle bir gözden geçirmek istiyorum.

Her şeyden önce, birtakım tasarıların öncelikle kanunlaşması için acelesi olan iktidarın, üzülerek, önerileri takdim şekillerinde de bir acelelerinin olduğunu, maalesef, müşahede ettik. Düşünebiliyor musunuz, yaklaşık beş ayrı konuyu beş ayrı madde halinde takdim etmesi, o konuların konuşulması, değerlendirilmesi açısından, maalesef, arkadaşlarımız fırsat vermiyorlar. Âdeta, birbirine karışmış, ne istendiği belli değil, hepsi birbirine girmiş, zamanlamayla, çalışma süreleriyle konuların birbirlerine girdiği, denetim konularının burada kaçırıldığı bile görülmeyecek şekilde bir öneri takdim şekilleri olmuştur ki, her şeyden önce, Türkçeye, Genel Kurula uygun olmadığını başlangıçta tespit edip, ifade etmek istiyorum.

Şimdi, bakınız, siz, burada dün 11.00 sularında Komisyondan geçmiş olan bir tasarıyı ne yapmak istiyorsunuz; o kadar aceleniz var ki, sizi o kadar sıkıştırıyorlar ki... Komisyon üyesi olması hasabiyle bir milletvekili hiç aralıksız 26 saat çalışmış; siz, muhalefet şerhi için bir saatlik süre veriyorsunuz.

Değerli arkadaşlar, Komisyon Başkanımız da burada; dikkat edilecek olursa, bu, şimdiye kadar nadir rastlanan uygulamalardan bir tanesidir. Aralıksız 26 saat çalışacaksınız, bir saat sonra da muhalefet şerhi isteyeceksiniz... Bu, her şeyden önce, kesinlikle, ahlakî de değil, siyasî de değil ve bu, acelenin en güzel göstergelerinden bir tanesidir.

Şimdi, acele olarak bunu basıma göndereceksiniz... Kamuoyunda yeterince tartışılmamış... Ben bugün Danışma Kurulu toplantısında da ifade ettim, Sayın Meclis Başkanından talepte bulunduk “Sayın Başkan, bildiğiniz gibi, Genel Kurul çalışmaları naklen ve canlı yayınla veriliyor, siyasî partiler hakkında milletin görüşleri netleşiyor; doğru bilgileniyor, anlatılan meseleleri doğru öğrendiği için de doğru değerlendiriyor. Onun için, Plan ve Bütçe Komisyonunda çok iddialı olunan, ‘reform’ adıyla nitelenen bir tasarıyla ilgili çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmalar Meclis televizyonundan mutlaka verilmeli” dedik; Sayın Meclis Başkanı maalesef bunu kabul etmediler.

Bir başka öneride daha bulunduk Sayın Başkana, “Türkiye’de televizyon kanal sayısı çok, görüşmeler dört duvar arasında hapsedilmesin, herkes istediği gibi alıp, oradaki olayları çarpıtarak takdim etmek yerine, baştan sona izlemek isteyenler izlesinler, kim ne konuşuyor, bu münakaşaların sebebi nedir, bunun altyapısı nedir, bu, doğru anlaşılsın için canlı yayın yapmalarına imkân verin” dedik; buna da fırsat verilmedi.

“Komisyon çalışmaları yapılmış, 48 saat geçmeden Genel Kurulda görüşelim” diyorsunuz. Şimdi, bu 48 saat geçmeden görüşmek istediğiniz bu tasarıyla ilgili bugünkü Danışma Kurulunda, iktidara mensup gruplara bir öneride bulunduk. Talebimizde iki husus vardı; bir tanesi, öğrenci affı öne alınsın, ilk görüşülen kanun bu olsun; çünkü, zaman olarak sıkıntı var dedik. Buna, muhtevasına da katıldığımızı, komisyon çalışmalarında da katkı sağladığımızı açıkça ifade ettik. Ancak, ikinci talebimiz, ki, böyle, reform olarak nitelendirilen bir tasarıyla ilgili mutlaka milletimiz doğru bilgilere sahip olsun, bu sahip olduğu bilgileri de değerlendirsin için, gelin bu tasarıyla ilgili olarak, geneli üzerinde gruplarımız 1’er saat konuşsun, şahıslar da yarımşar saat fikirlerini ifade etsinler; çünkü, bunda çok büyük zaruret ve fayda vardır. Şu anda bu fırsat henüz daha geçmiş değil, biraz sonra oylarınızla bunu hayata geçirmeniz mümkündür.

Değerli arkadaşlar, zaman zaman, siyasî mülahazalarla olaylar tersyüz edilerek takdim ediliyor, doğrular yanlış olarak, hakikatler eğriltilerek takdim ediliyor. Şayet, doğruların söylenmesinde, hakikatin ifade edilmesinde en ufacık bir endişeniz yoksa, lütfen, şurada, şu milletin huzurunda, şu 550 milletvekilinin teşekkül ettirdiği Genel Kurulda, geliniz, bu tasarıyı enine boyuna tartışalım. Bu tartışmaları da milletimiz -mutlaka takip etmektedir- takip etsin. Çünkü, siz, komisyonlarda konuşmaları engellemek istiyorsunuz, Genel Kurulda görüşmeleri engellemek istiyorsunuz, halkın demokratik tepkilerini engelliyorsunuz; arkasından da çıkıyorsunuz, Sayın Başbakan ve Sayın Başbakan Yardımcısı “görüyor musunuz efendim, 4 bin kişi bunlar...”

Değerli arkadaşlar, şayet, bunlar 4 bin kişi mi, 400 bin kişi mi, 40 milyon kişi mi, bunu görmek istiyorsanız, demokratik hakların ifade edileceği platformlarda, milletin arzuladığı mitinglere müsaade edin. Bırakın, mitinglere müsaade etmediniz, bunu Meclise taşıdınız; şu anda yapacağınız şey, yeterli zaman tanıyınız. Bu zamanı çok iyi bir şekilde değerlendirmeye ihtiyacımız vardır, milletimizin de buna ihtiyacı vardır.

Değerli arkadaşlar, bugün için üç kanun tasarı ve teklifi öneriyorsunuz. Bu kanun tasarılar ve teklifler, muhteva olarak çok karşı olduğumuz tasarı ve teklifler değil; ancak, bu 8 yıllık kesintisiz eğitimle ilgili talebinizi, bizim kamu nezdinde, kamuoyu nezdinde, millet nezdinde açık bir şekilde tartışmaya ihtiyacımız olduğunu, oylarınızla buna katkı sağlamanızı istiyoruz.

Şimdi, bakıyorsunuz “Meclis çalışsın” deniliyor; doğru; çalışıp da ne yapacak; eğitimi tahrip ve kargaşaya sebep olacak bir tasarıyı getireceksiniz.

YALÇIN GÜRTAN (Samsun) – Sana göre öyle...

SALİH KAPUSUZ (Devamla) – Okullara kayıt için bir haftalık süre kalmıştır.

Değerli milletvekilleri, ailelerin yerine, velilerin yerine kendinizi koyunuz... Bir hafta sonrası için, buradan kanun ne zaman çıkacak belli değil; belli olmadığı bir ortamda kayıtlar başlayacak, bir ay sonra da okullar açılacak. Bu çocuklar hangi okula gidecek, bu çocuklar ne okuyacak?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kapusuz, 1 dakika içerisinde toparlayalım lütfen.

SALİH KAPUSUZ (Devamla) – Peki Sayın Başkan.

Tabiî, biraz sonra bir önergemiz var, onunla ilgili de ifade ederim mutlaka bu görüşlerimi.

Şunu söylemek istiyorum: Bir ay kalmış... Çalışmalar bu derece sıkışık bir ortamda; geliniz, biz bu konuyu bugünle, bu yılla sınırlı düşünmeyelim. Başka ülkelerde de reformlar için birtakım adımlar atılmaktadır; önce, teknik altyapı oluşmakta, bütün hazırlıklar kamuya mal edilmekte, halk bilgilendirilmekte, daha sonra da bunlar parlamentoda yasalaşmaktadır; ama, siz, doğrulardan, halktan, milletten korktuğunuz için, doğru uygulamaları, maalesef, birtakım çevrelerin dayatmaları karşısında sıkıntı duyduğunuzdan dolayıdır ki, ne yapıyorsunuz; acele ediyorsunuz; ama, bu acelenin size faydası yok, millete faydası yok, hele Sayın Başbakan, size hiç faydası yok; çünkü...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kapusuz.

SALİH KAPUSUZ (Devamla) – Evet, Sayın Başkan, ben de teşekkür ediyorum. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Önerinin lehinde, Sayın Nihat Matkap; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anavatan Partisi Grubu ve Demokratik Sol Parti Grubunca, Meclis İçtüzüğümüzün 19 uncu maddesi gereğince verilmiş bulunan ortak önerinin lehindeki görüşlerimi açıklamak üzere söz almış bulunmaktayım. Sözlerime başlarken, sizleri saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, ortak öneri iki kısımdan oluşmaktadır; birinci kısımda, halen, gündemin son sıralarında yer alan iki kanun tasarısı ile bir teklifin, gündemin ön sıralarına alınarak öncelikle görüşülmesi hususu yer almaktadır; önerinin ikinci kısmında ise, Meclis Genel Kurul çalışmalarının yeniden düzenlenmesi önerilmektedir.

Önerideki bu hususlarla ilgili düşüncelerimi kısaca şöyle özetleyebilirim: Değerli milletvekilleri, gündemin arka sıralarında yer alıp ön sıralara taşınması istenen yasa düzenlemelerinden biri, Gülhane Askerî Akademisinden birtakım nedenlerle ilişiği kesilen öğrencilerin YÖK kanalıyla başka üniversitelerin fakültelerine yerleştirilmesini öngörüyor. Meclisimiz, bu konuda, olumlu veya olumsuz kararını bir an önce almalıdır; çünkü, yeni dönem iki ay sonra başlayacak; bu arada, gerek YÖK gerekse diğer üniversitelerin altyapı hazırlığı için bir süreye ihtiyacı vardır. Dolayısıyla, bu konunun ivedilikle görüşülme talebi yerindedir.

Bir diğer düzenleme, kamuoyunda “basın affı” diye nitelenen, sorumlu müdür sıfatıyla işlenen suçlara ilişkin dava ve cezaların ertelenmesini öngören düzenlemedir. Kaldı ki, bu düzenlemeye ilişkin, neredeyse grubu bulunan tüm siyasî partilerimiz angaje oldu, 55 inci Hükümetimiz angaje oldu ve kamuoyunun bu konuda çok ciddî beklentisi oluştu. Dolayısıyla, bu tasarıyla ilgili olarak da Meclis Genel Kurulumuz bir an önce kararını almalıdır.

Gündemin ön sıralarına taşınması istenen bir diğer düzenleme, zorunlu kesintisiz 8 yıllık temel eğitimle ilgili düzenlemedir. Eğer, Meclisimiz bu konuyu benimsiyorsa, yine bu konuyla ilgili kararını da bir an önce almalıdır; çünkü, yaklaşık iki ay sonra yeni öğretim yılı başlayacaktır; bununla ilgili birtakım altyapı çalışmaları yapılmak durumundadır.

Değerli milletvekilleri, bu zorunlu temel eğitim yasası düzenlemesiyle ilgili olarak, işte, henüz komisyon müzakerelerinin üzerinden 48 saat geçmedi, bu konu yeterince olgunlaşmadı, bu konu henüz ham, yeterince tartışılmadı şeklinde birtakım itirazlar yapılmaktadır. Bu itirazlara katılmamız mümkün değildir.

Değerli milletvekilleri, bu konu, 1973 yılından bu yana Türkiye’nin gündemindedir. Hatta, 1973 yılında kabul edilen yasayla, ilköğretimin kademeli olarak 8 yıla çıkarılması kabul edilmiş ve bugüne kadar, zaten bu karar çerçevesinde 6 400 ilköğretim okulu açılmıştır. Bu konu, 1973 yılından bu yana toplanan millî eğitim şûralarında tartışılmıştır. Geçen dönem Parlamentosunda yer alan arkadaşlarım hatırlarlar, bu konu, birkaç birleşimde de tartışılmıştır. Anımsarsanız, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planını görüştüğümüz birleşimde, bu konuyu yeterince müzakere ettik. Bunun dışında, Doğru Yol Partisi ve SHP’nin ortaklaşa kurduğu hükümet döneminde, Mayıs 1994 tarihinde, bu düzenlemeyi yapmayı öngören bir yetki kanunu tasarısı da Meclis Başkanlığına sevk edildi; ancak, ne yazık ki, o tarihte, yetki kanunu tasarısındaki bu hükümler, bazı grupların, bazı milletvekillerinin direnişiyle karşılaştı ve bu direniş karşısında, dönemin Millî Eğitim Bakanı, bu yetkilerin budanmasını öngören önergeyi kabul etmek durumunda kalmıştı.

Değerli milletvekilleri, bu konu, kimi siyasî parti gruplarınca, belki de 28 Şubattan sonra tartışılmaktadır; ancak, Cumhuriyet Partisi olarak biz, birkaç yıldır bu konuyu gündemimize almış bulunmaktayız. Bu konuya verdiğimiz önemin, 28 Şubat Millî Güvenlik Kurulu kararlarıyla kesinlikle bir ilgisi yoktur. Bunun en ciddî kanıtı, yeni dönemin hemen ertesinde, 1996 yılı başında Cumhuriyet Halk Partili milletvekili arkadaşlarımızın verdiği kanun teklifidir. Belki, bazı gruplar, bu konuyu, gündemine 28 Şubatta aldı; belki, toplumun bazı kesimleri, bu konuyu 28 Şubattan sonra gündemine aldı; ancak, bu konu, uzun yıllardır, Cumhuriyet Halk Partisinin gündeminin ön sıralarındadır, programında da yer almıştır ve Cumhuriyet Halk Partisinin bu konuda hiçbir tereddütü olmamıştır.

Değerli arkadaşlarım, bu konu yeterince tartışılmadı mı? Bakınız, bu kanun tasarısıyla ilgili Plan ve Bütçe Komisyonunda yapılan görüşmelerde rekor kırılmıştır. Bu görüşmeler 96 saat devam etmiştir, bu görüşmeler sırasında yaklaşık 200 milletvekili arkadaşım görüş açıklamıştır. Şimdi, 96 saati, Meclis Genel Kurul çalışmalarıyla karşılaştırdığınızda, Meclis Genel Kurulumuz, eğer, haftada 3 gün 4’er saatten 12 saat çalışıyorsa, 96 saati 12 saate böldüğünüz zaman, Genel Kurulun iki aylık çalışmasına tekabül ediyor. Daha “bu konu yeterince tartışılmadı” diye takdim etmenin hiçbir haklı yanı olamaz.

Değerli milletvekilleri, bakınız, öncelikle görüşülmesi önerilen iki kanun tasarısı ve bir kanun teklifinin tüm hükümleriyle de mutabık değiliz; o konuda bizim çekincelerimiz var. Özellikle, Zorunlu Temel Eğitim Yasa Tasarısının 4 üncü maddesiyle ilgili ihtilafımız devam ediyor. 4 üncü maddenin tasarı metninden çıkarılması için her türlü gayreti harcayacağız, sizleri ikna etmeye çalışacağız.

Bunun yanında “öğrenci affı” diye nitelendirilen kanun teklifiyle de ilgili çekincelerimiz var; bu konuda da Anayasaya aykırılığın giderilmesi için gerekli çabayı harcayacağız.

Bu arada, gönül arzu ederdi ki, düşüncesini açıklamasından dolayı hüküm giyen tüm sanatçılarımız, yazarlarımız, bilim adamlarımız cezaevinde olmasın. O konuyla ilgili tasarı da, ne yazık ki, bizi tatmin edecek şekilde değil; ancak, bu haliyle de onu destekleyeceğiz. Burada önemli olan, bu yüce çatı altında, bize yakışır biçimde bu tartışmaları sürdürmektir.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, Refahyol Hükümeti döneminde, bütünüyle karşı olduğumuz birkaç kanun tasarısı buradan geçti, hem de çok hızlı bir biçimde geçti. Anımsarsanız, biri, yurtdışında bulunanların sosyal güvenliğiyle ilgiliydi. Biz ne yaptık? Burada, muhalefetimizi en saygın biçimde yaptık; hiçbir zaman, Genel Kurulu gergin noktaya getirmedik. Ardından, Cumhurbaşkanının onay safhasında, yine itirazlarımızı sürdürdük. Eğer, orada da muvaffak olmasaydık, konuyu Anayasa Mahkemesine taşırdık. Bu, zorunlu kesintilerle ilgili, nemaların, -meçhule atılmasını- zorunlu tasarrufların kesilmesini öngören yasa tasarısında da böyle oldu.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Matkap, 1 dakika içerisinde toparlayalım.

NİHAT MATKAP (Devamla) – Bu kanun tasarı ve tekliflerine muhalefet eden değerli gruplarımıza önerim, kendi dönemlerinde bizim karşı olduğumuz yasa tasarı ve tekliflerinde bizim aldığımız tavrı sergilemeleri, hiçbir şekilde Genel Kurulu gerginliğe götürmemeleridir. Umarım bizim yolumuzu takip ederler.

Değerli milletvekilleri, bu önerileri haklı ve yerinde bulduğumu tekrar ifade ediyor, Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (CHP, ANAP, DSP ve DTP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Matkap.

Önerinin aleyhinde Sayın Mehmet Gözlükaya; buyurun.

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimin başında hepinize en derin saygılarımı sunuyorum.

Anavatan Partisi ve Demokratik Sol Parti tarafından verilen grup önerisi üzerinde görüşlerimi beyan etmek istiyorum.

Bu öneriye iki açıdan katılmadığımızı ifade ediyorum. Birincisi, 8 inci sırada bulunan, Türk Ocağı binasının Kültür Bakanlığından alınarak Türk Ocakları Umumî Merkezine devredilmesiyle ilgili kanun teklifi, maalesef, 12 nci sıraya itilmiş bulunmaktadır. Bugüne kadar, gruplar arasında, özellikle, bugün İktidarda bulunan ve İktidarın büyük ortağı olan Parti tarafından da desteklenen bu kanun teklifi, maalesef, “görüşülmeyecek” olarak algılanmaktadır; çünkü, önerinin sonunda bir şey getirmişler: “10 uncu sıraya kadar olan teklif ve tasarıların görüşülmesi bitinceye kadar çalışmaların devamı” şeklinde bir ifade var. Bu demektir ki, 10 uncu sıradaki tasarı görüşüldükten sonra, galiba, İktidar, Meclisi tatile sokmak istemekte. Bu durumda, bu yasa teklifinin; yani, bugün 8 inci sırada bulunan Türk Ocaklarıyla ilgili yasa teklifinin görüşülmesinin mümkün olmadığı ve ekim ayına atıldığı gerçeği ortaya çıkmaktadır. Biz, bu bakımdan, Doğru Yol Partisi olarak bu öneriye katılmadığımızı ifade ediyoruz. Bu, geçen haftalarda ve bugün, arkadaşlarımız ve bizler tarafından Danışma Kurulunda teklif edildi; maalesef, kabul görmedi. O açıdan, bu öneriye “ret” oyu vereceğiz.

Ayrıca, önerinin ikinci bölümüne, süreler açısından bir itirazımız var. Her ne kadar, gerekçe olarak “bugüne kadar hiçbir kanunda grup ve şahıslar adına tanınan 20’şer ve 10’ar dakikalık sürelerin uzatılması öngörülmemiştir” şeklinde söyleniyor ise de, geçmişte bunun birtakım örnekleri var. Uzatılabilirdi; en azından, 20 dakika 40 dakikaya, 10 dakika 20 dakikaya çıkarılabilirdi; maalesef, bu yönde de bir gelişme olmadığını gördük.

Sorular için tanınan 20 dakikalık süre, normal olabilir idi, konuşma süreleri uzatılabilseydi.

Bu yönlerden dolayı bu öneriye katılmadığımızı ifade ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Gözlükaya.

Öneriyi, yeniden okutup oylarınıza sunacağım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

13 Ağustos 1997 çarşamba günü (bugün) yapılan Danışma Kurulu toplantısında siyasî parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından, gruplarımızın aşağıdaki müşterek önerisinin İçtüzüğün 19 uncu maddesinin son fıkrası uyarınca Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımızla arz ederiz.

Ali Ilıksoy Dr. Ülkü Güney DSP Grup Başkanvekili ANAP Grup Başkanvekili

Öneri:

13 Ağustos 1997 günlü Gelen Kâğıtlarda yayımlanan ve bastırılıp dağıtılan 376 sıra sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu, Millî Eğitim Temel Kanunu, Çıraklık ve Meslek Eğitimi Kanunu ile Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının, 48 saat geçmeden, gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 6 ncı sırasına, gündemin 164 üncü sırasında bulunan 374 sıra sayılı kanun tasarısının 7 nci sırasına, 153 üncü sırasında bulunan 371 sıra sayılı kanun teklifinin 8 inci sırasına, 9 uncu sırasında bulunan 182 sıra sayılı kanun tasarısının 9 uncu sırasına alınması; Genel Kurulun, 13 Ağustos 1997 Çarşamba günü (bugün) 15.00-24.00; 14 Ağustos 1997 Perşembe günü 10.00-13.00, 14.00-19.00, 20.00-24.00; 15 Ağustos 1997 Cuma günü 14.00-19.00, 20.00-24.00 saatleri arasında çalışmalarını sürdürmesi ve bu günlerde gündemin 1 inci sırasından 10 uncu sırasına kadar olan kanun tasarı ve tekliflerinin görüşülmesi; 15 Ağustos 1997 Cuma günü saat 24.00’e kadar bu kanun tasarı ve tekliflerinin görüşmelerinin tamamlanamaması halinde, Genel Kurulun, bu işlerin görüşmelerinin bitimine kadar saat 24.00’ten sonra, cumartesi ve gerektiğinde pazar günlerinde de çalışmalarını sürdürmesi; İçtüzüğün 60 ıncı maddesi uyarınca gerek tümü ve gerekse maddeler üzerinde yöneltilecek soruların kısa, gerekçesiz ve yazılı olarak Başkanlığa en geç konuşmalar bitinceye kadar verilmesi, soru ve cevap işlemlerinin grupların konuşma süreleriyle sınırlandırılması (Tümü üzerinde 20 dakika, maddeler üzerinde 10 dakika), 13.8.1997 Çarşamba günkü birleşimde sözlü soruların görüşülmemesi önerilmiştir.

BAŞKAN – Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Öneri kabul edilmiştir.

Şimdi, Refah Partisi Grubunun müstakil önerisini okutuyorum:

2. — Sekiz Yıllık Kesintisiz Zorunlu Eğitim Kanun Tasarısının görüşme süresine ilişkin RP Grubu önerisi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Danışma Kurulunun 13.08.1997 Çarşamba günü (bugün) yapılan toplantısında, siyasî parti grupları arasında oybirliği sağlanamadığından, Grubumuzun aşağıdaki önerisinin İçtüzüğün 19 uncu maddesi gereğince Genel Kurulun onayına sunulmasını saygılarımla arz ederim.

Salih Kapusuz

RP Grup Başkanvekili

Öneri : Sekiz Yıllık Kesintisiz Zorunlu Eğitim Kanun Tasarısının Genel Kuruldaki görüşmeleri sırasında, gruplar adına yapılacak konuşmaların birer saat, şahıslar adına yapılacak konuşmaların da 30’ar dakika olması.

BAŞKAN – Sayın Salih Kapusuz, önerinin lehinde; buyurun. (RP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, biraz sonra oylayacağımız bir başka öneri üzerinde görüşme açıldı. Lütfen, sükûnetle dinleyelim.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Grupların önerisiyle ilgili olarak biraz önce görüşlerimi belirtirken değindiğim konulara ilave olarak, size, bu konudaki bazı düşüncelerimi ve değerlendirmelerimi de arz etmek istiyorum. (Gürültüler)

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarımız, elbette, Genel Kurulun dışında değerlendirme imkânını bulabilirler.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, şu an, sayın hatibin dinlenilmesinin yanı sıra konuşmasının da mümkün olmadığı bir ortamdayız.

Sayın milletvekilleri... Sayın milletvekilleri... (Gürültüler)

Sayın milletvekilleri, sükûnet sağlanmadığı sürece zaman kaybedeceğiz; mikrofonu kapatıyorum ve süreyi durduruyorum.

NECMİ HOŞVER (Bolu) – Sayın Başkan “sayın milletvekilleri” deyince anlamıyorlar “sayın Anavatanlı milletvekilleri” deyiniz.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen, ayakta karşılıklı konuşmaları bitirelim.

Sayın milletvekilleri, gereksiz yere, birkaç arkadaşın sohbete devam etmesi nedeniyle süre kaybediyoruz.

Buyurun Sayın Kapusuz.

SALİH KAPUSUZ (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, grup önerimizi arkadaşlarımıza bir kez daha okumak istiyorum. Önerimiz şu:

“Sekiz Yıllık Kesintisiz Zorunlu Eğitim Kanun Tasarısının Genel Kuruldaki görüşmeleri sırasında gruplar adına yapılacak konuşmaların birer saat, şahıslar adına yapılacak konuşmaların da 30’ar dakika olması” talep edilmektedir. (DSP ve ANAP sıralarından gürültüler)

YALÇIN GÜRTAN (Samsun) – Sebep ne?

SALİH KAPUSUZ (Devamla) – Sebep; arkadaşlarımız sebebini öğrenmek istiyor. Kamuoyundaki bu kadar çığlıklara, bu kadar gayretlere; sizlerin de “reform” diye cumhuriyet tarihinin en önemli meselesi olarak takdim ettiğiniz konuya verdiğiniz değer, sebep olarak yetmez mi?!. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, lütfen, hatibi sükûnetle dinleyelim, yerimizden laf atmayalım.

SALİH KAPUSUZ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, reform olayı ciddî bir iştir. Siz, birtakım okulları kapatarak, Anadolu insanının sözünü kesmek, sesini kesmek, siyasetten, ticaretten uzaklaştırmak için birtakım meseleleri getirirseniz, bunun adına reform denmez...

İSMET ATALAY (Ardahan) – Yalan söyleme.

REFİK ARAS (İstanbul) – Yalan... Yalan...

SALİH KAPUSUZ (Devamla) – Bakınız, size, bir reformdan birkaç cümle okumak istiyorum; İngiltere’de 1988 yılında yapılan eğitim reformuyla ilgili birkaç cümlelik bir tespittir bu; isteyen arkadaşlarımıza, Genel Kurula da çoğaltarak takdim edebilirim...

YALÇIN GÜRTAN (Samsun) – Kendine sakla!

SALİH KAPUSUZ (Devamla) – “Reformun gayesi:

1- Millî kimliği güçlendirmek.

2- Dinî olgunluğa ulaşmak.

3- Demokrat düşünceye sahip olmak.”

Evet. İşte, reform, böyle bir gaye için yapılır; sizlerin yaptığı gibi değil; ona da geleceğim.

Bakınız, gayenin gerçekleşmesi için;

“1. Millî müfredatın okutulması.

2- Din eğitiminin daha geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması.

3- Öğretmen kalitesinin artırılması.”

Bu nedir? Bu, gayeye ulaşmak için vasıta... (DSP ve CHP sıralarından “Doğru” sesleri)

Evet, doğru değil mi arkadaşlar...

Bir ay sonra açılacak okullar için -ki, ben, yukarıdan aşağıya başka illeri söylemek istemiyorum, kendi seçim bölgem olan Kayseri’yi söyleyeyim- sırf Kayseri’de, mevcut bugünkü potansiyelin ihtiyacı olan branş öğretmeni sayısı 900’dür.

DEVLET BAKANI MEHMET BATALLI (Gaziantep) – Hepsini göndeririz.

SALİH KAPUSUZ (Devamla) – Yetmiş yıldan beri, siz, daha öğretmenini yetiştirememişsiniz. Değerli konuşmacılar, biraz sonra çıkıp söyleyecekler “efendim, bu reform bugün değil, yirmi sene önce başladı” diyecekler. E, başladıysa, bugüne kadar bu memlekette yöneticilik yapan siyasî yetkililere sormak lazım değil mi: Arkadaş, sen bugüne kadar daha öğretmen planlamanı bile yapamamışsın... 45 günlük öğretmenler... 2 aylık öğretmenler... Veteriner öğretmenler... İşletmeci öğretmenler... Bunlar da yeterli olsa saygıyla karşılayacağız. 5 sınıfı 1 öğretmen okutuyor; yetmedi, siz, 5 yıllık bu külfete, bu ıstıraba, bu yetersizliğe rağmen 5 inci sınıftan mezun, okuma-yazma bilmekten aciz olan bu evlatlarımız için bu sefer, bu süreyi, 8 yıla çıkaracaksınız.

Bakınız, biz, Refah Partisi olarak kesinlikle, zorunlu eğitimin 8 yıla çıkmasına karşı değiliz, kesinlikle 8 yıldan tarafız; ancak, sizin yapmak istediğiniz tek tip insan, tek tip müfredat, tek tip okul, tek tip anlayış...

YUSUF ÖZTOP (Antalya) – Çok tip, tek tip insan nasıl oluyor?!.

SALİH KAPUSUZ (Devamla) – İşte bizim karşı çıktığımız, sizin de yerinizden itiraz ettiğiniz işin özü maalesef bu. Eğer, siz istiyorsanız, biz 11 yıla da 9 yıla da taraftarız; ama, şu tek tip anlayışından bir dışarı çıkın; biraz önce söylediğimiz, kafalarınızla ve sözlerinizle tasdiklediğiniz demokrat anlayışa yaklaşın.

Değerli arkadaşlar, bakınız, yine, İngiltere’deki bu zorunlu eğitim ve kademeleriyle ilgili uygulama nedir: Zorunlu eğitim, 11 yıllıktır, 5-16 yaş gruplarını kapsar; anaokullar, 2-5 yaş arasıdır, arzu edilirse çocuklar devam ederler, zorunlu değildir; ilkokullar, ortaokullar olmak üzere kademelidir.

Öğretmen ve öğrenci sayısına lütfen dikkat ediniz; 1 öğretmene düşen öğrenci sayısı ilköğretimde 22, ortaöğretimde 15 kişi; sınıf başına düşen öğrenci sayısı ise, 26 ve 21’dir.

Değerli arkadaşlar, bakınız, yine, İngiltere’nin, en çok tartışılan ve tartışılacak konuların bir tanesine yaklaşımı nasıl: Din eğitimi ve uygulanışı; 1988 yılına kadar 5-14 yaşları arasında mecburi olan din eğitimi, reformların yapılmasının ana esaslarından olan din eğitiminin geliştirilmesi ve takviye gayesine yönelik olarak, 5-18 yaş gruplarına çıkarılmış ve mecbur edilmiştir.

Uygulama nasıl, lütfen bakınız, uygulamaya dikkatinizi çekiyorum: Her gün, 25 dakika, din dersine ilaveten pratik yapma imkânı verilir. Dinî gruplar ve mezhepler okul açabilir. Özel okullar, tamamen dinî kuruluşlara bağlıdır. Din bilgisi, özel eğitim görmüş öğretmenlerce verilir.

Bu, bir ülkede yapılan bir reformun kısaca sizlere takdimidir.

FATİH ATAY (Aydın) – Sayın Başkan, öneriyle ilgisi yok...

SALİH KAPUSUZ (Devamla) – Peki, bu tasarıya gelelim...

Bunlarla ilgili yaklaşımları, inşallah, geneli üzerinde, maddeler üzerinde, önergelerimiz üzerinde detaylarıyla size takdim edeceğiz. Ancak, unutmayınız ki, toplumun kabul etmediği, toplumun benimsemediği hiçbir hareket, hiçbir reform, hedefine ve gayesine ulaşamaz. Bu noktada, biz sizi ikaz ediyoruz; bundan sonra olacak eğitimdeki kargaşa, toplumun reaksiyonu ve uygulamalarda yetersiz kalınacağından hareketle, geliniz, lütfen, bu meseleyi, salim bir ortamda, teknik heyetler, bu işin uzmanları nezdinde yeniden müzakere edelim. Dört tane madde değiştirerek, bir eğitimde reform gerçekleştiremezsiniz, bunun adına reform diyemezseniz...

HASAN GÜLAY (Manisa) – Okumamışsın bunu...

SALİH KAPUSUZ (Devamla) –...böyle derseniz, millet size güler ve zamanı geldiğinde de, gerekli olan dersi yerine verir...

HASAN GÜLAY (Manisa) – Okumamışsın...

SALİH KAPUSUZ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bakınız, ülkenin problemi sadece eğitim olsa, ben, bunu saygıyla karşılayacağım; ama, sadece eğitim değil problem.

HASAN GÜLAY (Manisa) – Anlamamışsın...

SALİH KAPUSUZ (Devamla) – Bakınız, bugünkü gazetelerde “faizler yüzde 140’a dayandı” diyor. Kaçla teslim aldınız? Yüzde 80, yüzde 90’larda teslim aldınız; yüzde 140’lara gidiyor...

Yetmedi, sorumlu bakan -enflasyon yüzde 75, yüzde 78 seviyesinde– bir açıklama yapıyor; diyor ki: “Efendim, bu sene enflasyon yüzde 100’ü bulacak.” Daha sonra “Beni ciddiye almışlar” diyor... Siz, ekonomiden sorumlu bakan olacaksınız, mevcut yüzde 78’i bir kenara bırakıp, yüzde 100’den bahsedeceksiniz, daha sonra da iddiaya gireceksiniz; “bu sene, göreceksiniz, yüzde 100’ün altında kalacak, sizinle bahse girerim” diyeceksiniz... Bu ne perhiz, bu ne turşu değerli arkadaşlar!..

Öbür taraftan, enflasyon mu?.. Elinizi attığınız bütün meselelerdeki tablo, maalesef, kırmızı sinyal vermektedir. Bugün fiyatlar, milletin cebini yakar noktaya gitmektedir, her şey, bu yükselen... (ANAP sıralarından “temeli sizsiniz “ sesleri)

Değerli arkadaşlar, bakınız “temelinde siz varsınız” diyorsunuz öyle mi? Peki, siz trafik memuru musunuz?! (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Enflasyon yukarı doğru gidiyor, ne lazım? Para lazım; karşılıksız para basmaya devam edin, borç almaya devam edin... Özellikle borçlanmanın içboyutunda yapılan bu yanlışlıkların karşısında toplumda meydana gelecek reaksiyonları...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kapusuz, bir dakika içinde toparlayınız.

SALİH KAPUSUZ (Devamla) – Değerli Başkanım, arkadaşlarımız, galiba, birazcık, benim hakkıma tecavüz ettiler...

BAŞKAN – Hayır, süreyi durdurdum o sırada.

SALİH KAPUSUZ (Devamla) – Durdurdunuz mu; peki efendim, toparlıyorum.

Değerli arkadaşlar, bakınız, ne kadar zorlarsanız zorlayınız, siz, kısa bir dönem sonra -ki, zaten buraya gelişiniz münakaşalı, gidişinizde, fazla münakaşa olmayacak- bir müddet sonra gideceksiniz. Bu gidişiniz, başka yollarla değil, yanlış anlaşılmasın, demokratik yollarla olacak...

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Havada ikmal yaparak gideceğiz.

SALİH KAPUSUZ (Devamla) – Sandık, milletin önüne konulacak. İşte, Karadeniz gezisinde, Sayın Mesut Bey’in toplantılarına ilgiyi gördük.

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Havada ikmal, havada...

YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Sen orada mıydın?

SALİH KAPUSUZ (Devamla) – Siz, iki tane ili, birinci derecede öncelikli iller statüsüne koyacaksınız, bölgenize gideceksiniz, ilgi ve alâka bulmayacaksınız... Bu, en güzel demokratik tepkidir.

YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Sen orada mıydın?

SALİH KAPUSUZ (Devamla) – Evet, orada olanlar da sizin kadar bu meseleyi görmekte ve takip etmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Kapusuz, süreniz bitti.

SALİH KAPUSUZ (Devamla) – Evet arkadaşlar, bakınız... (ANAP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Kapusuz, teşekkür ediyorum, süreniz bitti.

SALİH KAPUSUZ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, ben, Sayın Başkana saygı gösteriyorum, size de saygımın gereği, sözlerimi tamamlıyorum; ama, ben, bununla şunu söylüyorum...

BAŞKAN – Sayın Kapusuz, lütfen, mikrofonsuz konuşma âdetimiz yok.

SALİH KAPUSUZ (Devamla) – Sayın Başkan, mikofonsuz olarak şunu söylüyorum: Bu milletin arzuladığı, birlik ve beraberlik içerisinde hareket etmektir. Geliniz, milletin bu arzusuna uyunuz.

Teşekkür eder, saygılarımı sunarım. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

BAŞKAN – Önerinin aleyhinde söz talebi yok.

Lehinde, Sayın Turhan Güven, buyurun. (DYP ve RP sıralarından alkışlar, ANAP sıralarından “Yakışıyor mu?” sesleri)

TURHAN GÜVEN (İçel) – Neyin yakıştığını, yakında siz daha iyi anlayacaksınız.

Sayın Başkan, değerli üyeler; Doğru Yol Partisi adına hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Aslında, belki de benim süremin bir kısmını Sayın Refah Partisi Grup sözcüsü kullandı, onun için, ben kısa konuşmaya çalışacağım; ama, müsaade ederseniz, Türkiye’nin gündemini, ayın 7’sinden bu tarafa, Plan ve Bütçe Komisyonunda devamlı çalışmayla bitirilebilen bir konu işgal etmiştir; yani, yedi güne yakın bir süre sabahlara kadar çalışılmış ve bir kanun tasarısının görüşmeleri Plan ve Bütçe Komisyonunda bitirilmiştir. Plan ve Bütçe Komisyonunun Sayın Başkanı burada olsaydı, size teknik bilgiyi daha fazla verirdi.

Bu kadar önemli bir konuda 20 dakikalık grup konuşmaları, 10 dakikalık şahsî konuşmaların, konunun bu millet tarafından fevkalade, güzelce anlaşılmasına engel olacağı düşüncesindeyiz.

YALÇIN GÜRTAN (Samsan) – Millet anladı...

TURHAN GÜVEN (Devamla) – Bizim için önemli olan budur. O bakımdan, bu konunun, burada, bu Yüce Mecliste ve milletin önünde daha fazla, enine boyuna tartışılmasından yana bir tavır içerisindeyiz. Bu nedenle, bu önerinin lehine konuşuyoruz; yani, bunda garipsenecek, yadırganacak bir şey yok. Biz, bu saçları değirmende ağartmadık beyler, merak etmeyin, devlet hizmetinde ağarttık, devletin ne olduğunu bilen insanlarız, onun için, sizin de anlamanızı istiyorum. Siz de anlayın da, konuşmalarınızı, ona göre daha dikkatli cümlelerden seçin; daha evvel attığınız laflar meydandadır. (DYP ve RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Şimdi, hem refom diyeceksiniz hem de bunu aceleye getireceksiniz... 12 maddelik bir kanun tasarısının, yedi gün konuşulduğu bir komisyondan sonra burada daha uzun bir sürede konuşulması, zannederim daha güzel olurdu.

Burada önemli olan nedir? Burada önemli olan, bir konsensüs sağlanmasıdır; yani, iktidarıyla muhalefetiyle, milletin önüne gittiğiniz zaman, ne yaptığınızın iyice anlaşılması söz konusu olmalıdır; bizim istediğimiz budur. Sakin düşünme imkânı verin, sakin görüşme imkânı verin ve bunu, bir kapkaç düzeni içinde de gelip geçirmeyin; hoş, bu, bizim işimize gelir; çünkü, daha sonra milletin ne diyeceğini siz ileride göreceksiniz!..

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Öneriyi tekrar okutup, oylarınıza sunacağım:

Öneri:

Sekiz Yıllık Kesintisiz Zorunlu Eğitim Kanun Tasarısının Genel Kuruldaki görüşmeleri sırasında gruplar adına yapılacak konuşmaların birer saat, şahıslar adına yapılacak konuşmaların da 30’ar dakika olması.

BAŞKAN – Öneriyi kabul edenler... Kabul etmeyenler... Öneri kabul edilmemiştir.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, sözlü soruları görüşmüyoruz.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmına geçiyoruz.

Önce, sırasıyla yarım kalan işlerden başlıyoruz.

VII. — KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN

DİĞER İŞLER

1. — 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine İlişkin 488 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/215) (S.Sayısı : 23) (1)

BAŞKAN – 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine İlişkin Tasarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Komisyon?..

MİLLÎ SAVUNMA KOMİSYON BAŞKANI AHMET SEZAL ÖZBEK (Kırklareli) – Komisyon burada.

BAŞKAN – Hükümet?.. Yok.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan, Komisyon ikinci defa burada...

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Hükümet, 31.7.1997 tarihli 129 uncu Birleşimde de temsil edilmemiş olduğundan, tasarının görüşmeleri, bir defaya mahsus olmak üzere ertelenmişti...

CEVDET AKÇALI (Adana) – Sayın Başkan, Hükümetin bulunmasına lüzum yok.

BAŞKAN – Efendim, okuyorum, susar mısınız...

CEVDET AKÇALI (Adana) – Evet, buyurun, devam edin...

BAŞKAN – Ben de açıklıyorum; niçin karışıyorsunuz ...

Bu nedenle, tasarının görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Daha önce, tasarının 1 inci maddesi üzerindeki görüşmeler tamamlanmış ve 1 inci maddenin oylamasında kalmıştık.

1 inci maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2. – Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde söz isteyen?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3. – Bu Kanunu Bakanlar Kurulu yürütür.

Madde üzerinde söz isteyen?..

(1) 23 S. Sayılı Basmayazı 10.7.1996 tarihli 75 inci Birleşim Tutanağına eklidir.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Söz istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Şahsî mi, grup adına mı?

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Grup adına efendim.

BAŞKAN – RP Grubu adına Sayın Kapusuz; buyurun. (RP sıralarından alkışlar)

RP GRUBU ADINA SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşülmekte olan 926 sıra sayılı Kanun Tasarısının son maddesi olan yürürlük maddesi üzerinde söz almış bulunuyorum. Söz almamın sebebi; özellikle, Genel Kurulda, bir anda nasıl oldu da görüşüldü; Hükümetin olmadığı bir kanun tasarısı görüşülebilir mi diye adeta bir tereddüt geçirilmişti. Dikkat edilecek olursa, Komisyon, yerine oturduktan sonra Sayın Bakanımız teşrif edip oturdular.

İçtüzükte, bir tasarı veyahut da teklifin Genel Kurulda görüşülmesi için, şayet komisyon bulunur da hükümet oturmayacak olursa, bu takdirde bir sefer ertelenir; ikinci sefer görüşme için hükümet aranılmaz; Genel Kurul, komisyon marifetiyle bu çalışmayı tamamlar. Dolayısıyla, şu anda, belki bundan sonrası için de önemli adımlardan bir tanesi olacak bir uygulama yapılmıştır; bu geçmişte de uygulanmıştır. Şu anda bir Bakanlar Kurulu var ki, yürütmekle sorumlu olduğu kanuna sahip çıkmıyor!.. Düşünebiliyor musunuz, bu, Parlamento tarihinde altı çizilecek, üzerinde durulacak önemli bir konudur.

Siz hükümet olacaksınız, Bakanlar Kurulu olarak üzerinizde müteselsil sorumluluk taşıyacaksınız, daha sonra gündemdeki konular, kendi isteğiniz ve arzunuz dışında, İçtüzüğün amir hükmü gereği görüşülmek mecburiyetinde kalınacak, siz de teşrif etmeyeceksiniz; bu, doğru değildir, uygun değildir.

Dolayısıyla, ben, mevcut Bakanlar Kurulunun, bu ara dönemde bakanlık yapmak durumunda kalmış olan arkadaşlarımızın ve böyle bir Bakanlar Kurulunun elbette birtakım tereddütlerini doğal karşılıyorum. Siz, böyle bir dönemde, birtakım konularda elbette zor şartlar yaşıyorsunuz, zorlanıyorsunuz; bu zorluğunuzu belki bizim gibi çıkıp rahat bir şekilde burada ifade edemiyorsunuz; ancak, biz, sizin bu suskunluğunuzdan, lisanı halinizi çok iyi anlıyoruz, sizi de kurtarmak istiyoruz.

İSMET ÖNDER KIRLI (Balıkesir) – Sen kendini kurtar...

SALİH KAPUSUZ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, bakınız, bunun yolu açık; bunun yolu millettir, millî iradedir.

FEVZİ AYTEKİN (Tekirdağ) – Biz biliyoruz, sen merak etme.

SALİH KAPUSUZ (Devamla) – O halde, yapılacak şey; böyle bir sıkıntılı ortamdan kurtulmak için, gelin seçimlere gidelim. Bakınız, aksi takdirde, bugün bu tasarıda, yarın başka tasarıda; bir müddet sonra, şayet Parlamento tatile girecek olursa o zaman neyi yaşayacaksınız biliyor musunuz; milletin huzuruna çıkamayacaksınız, millet sizi birçok konuda, çok ciddî bir şekilde sıkıştıracaktır; çünkü, siz, milleti haddinden fazla sıkıştırdınız.

ÜNAL YAŞAR (Gaziantep) – Siz bakabiliyor musunuz milletin yüzüne?!

SALİH KAPUSUZ (Devamla) – Böyle bir Bakanlar Kurulu, elbette, bu kanunu ve bu yüce milletin birçok problemlerini taşıyabilecek şartlar içerisinde bulunmamaktadır. Dolayısıyla, biz, size şunu öneriyoruz ve diyoruz ki, bu kanun, memleket için hayırlı olsun; ancak, sizler de dikkatli olun. Bu ülkede, hepimiz birbirimize lazımız; ancak, meşru yollarla, demokratik yollarla gereğini yerine getirelim.

Arz eder, teşekkür ederim Sayın Başkanım. (RP sıralarından alkışlar)

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Söz mü istiyorsunuz?

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Evet efendim.

BAŞKAN – Grup adına mı?

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Evet.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Güney.

ANAP GRUBU ADINA ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Muhterem milletvekilleri, burada, kanun hükmünde kararnameyle ilgili tasarının bir maddesi görüşülüyor. Bu görüşme esnasında, normal prosedür tamamlanmış ve Komisyon yerine oturmuş. Daha önce Bakan yerine oturmadığı için, bu sefer, İçtüzüğümüze göre, Komisyonunun oturması da kâfi. Buna rağmen, Sayın Bakan da yerini almış ve görüşmelere başlanmış; yürürlük maddesine gelinmiş ve yürürlük maddesinde, çok değerli bir grubun sözcüsü, burada, aklına ne gelirse konuşmuş; aklına ne gelirse...

Arkadaşlar...

ÖMER EKİNCİ (Ankara) – Sana ne canım, sana ne!

ÜLKÜ GÜNEY (Devamla) – Bana hiç bir şey değil; haklısınız; ama, bu Meclisin bir düzeni var; bu Mecliste, tartışmanın bir seviyesi var, şekli var. Eğer, biz, her maddeyi bahane edip, burada, aklımızın estiği gibi, yok Hhükümet şöyle kurulmuştur, yok efendim şu şuradan gelmiştir, yok mitingde şu olmuştur... Bunlar olmaz; bunlar neden olmaz, bakın... (RP sıralarından gürültüler)

AHMET DOĞAN (Adıyaman) – Siz az mı yaptınız?!

ÜLKÜ GÜNEY (Devamla) – Değerli milletvekili, bakın, neden olmaz bunlar: Şimdi, siz, her maddede, gereksiz yere çıkıp, burayı böyle işgal ederseniz...

T. RIZA GÜNERİ (Konya) – Ne demek işgal etmek?!.

ÜLKÜ GÜNEY (Devamla) – O zaman, sizin konuşmalarınızı kimse dinlemez.

T. RIZA GÜNERİ (Konya) – İşgal etmek ne demek?..

ÜLKÜ GÜNEY (Devamla) – O zaman, sizin konuşmalarınızdan bir anlam çıkmaz; o zaman, sizin ifadenizden hiç kimse bir şey anlamaz.

T. RIZA GÜNERİ (Konya) – Ayıptır, ayıp...

ÜLKÜ GÜNEY (Devamla) – Yani, bir maddeyi bahane edip, gelip, burada, ileri geri konuşabildiğin kadar konuş; bu, yanlıştır. (RP sıralarından “sana ne” sesleri)

T. RIZA GÜNERİ (Konya) – Gereksiz yere siz işgal ediyorsunuz.

ÜLKÜ GÜNEY (Devamla) – Gelin, meselelerin özünü konuşalım. Biraz evvel ne dedik: Gelin, reform kanunuyla ilgili konuşmaları, şöyle yapalım, böyle yapalım dedik hep birlikte. Anlıyorum; demek ki şu anda o kadar tahammülsüzsünüz ki...

T. RIZA GÜNERİ (Konya) – Tahammülsüz sensin...

ÜLKÜ GÜNEY (Devamla) – ... biz, eğer, onu, bugün konuşmaya başlayalım, siz, o maddeler üzerinde, yine aynı tekrarları, yine gereksiz ifadeleri burada kullanacaksınız; bunu anlamak mümkün değil...

T. RIZA GÜNERİ (Konya) – Tahammülünüz azsa, siz tahammülsüzseniz...

KÂZIM ARSLAN (Yozgat) – Doğru konuş...

ÜLKÜ GÜNEY (Devamla) – Onun için arkadaşlar, burada, Hükümetin tenkit edileceği yer vardır...

T. RIZA GÜNERİ (Konya) – Var mısızın bir saat görüşelim?..

ÜLKÜ GÜNEY (Devamla) – Maddenin tenkit edileceği yer vardır, seçime gitmek için kabadayılık edilecek yer vardır, hodri meydan vardır; ama, onların hepsinin yeri vardır. Her maddede, bahane edip, buraya çıkıp böyle konuşmalar size bir şey getirmez. Sizin, buradaki ciddiyetinizi, aynı zamanda da, ne bileyim, bir milletvekili, bir grup olarak ağırlığınızı hafifletir...

KÂZIM ARSLAN (Yozgat) – Senin ciddîyetin var mı burada konuşurken; burası kahvehane mi?

ÜLKÜ GÜNEY (Devamla) – ...benim inancım budur; yanlışlık burada, bunu düzeltmenizi istiyorum. Bundan sonra, tenkitleri yapalım, karşılıklı yapalım; ama, bir maddeyi bahane ederek, o maddenin üzerinde hiç konuşmadan, gereksiz yere tartışmalara girmeyelim. Bunu, bundan böyle, bütün arkadaşlarımdan bekliyorum.

Saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan...

KÂZIM ARSLAN (Yozgat) – Kahvehanede mi konuşuyor acaba?..

BAŞKAN – Sayın Kapusuz, buyurun.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Herhalde konuşmalara dikkat ettiniz Sayın Başkan, takip ettiniz Sayın Başkan.

KÂZIM ARSLAN (Yozgat) – Eliyle, koluyla, kabadayı gibi; kahvehanede konuşur gibi...

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sehiv ithamlar...

İSMET ÖNDER KIRLI (Balıkesir) – Sayın Başkan, sizin yüzünüzden...

BAŞKAN – Bir dakika Sayın Kapusuz.

Anlayamadım Sayın Kırlı, benim yüzümden ne oldu?

İSMET ÖNDER KIRLI (Balıkesir) – Sayın Kapusuz, söz aldığı konunun dışında bir konuşma yaptı. Sayın Başkanlık olarak, bu konuda onu uyarmadınız.

BAŞKAN – Onun takdirini, konunun ne olduğunu bırakın ben takdir edeyim. Bakanlar Kurulunun yürüteceği bir konuda, Bakanlar Kurulunun yerine gelip gelmemesiyle ilgili konuştu; o takdir benim, benim yüzümden bir şey olmadı.

İSMET ÖNDER KIRLI (Balıkesir) – Tamam.

BAŞKAN – Yani, ortada olan bir şey de yok, tartışacağız elbette burada.

İSMET ÖNDER KIRLI (Balıkesir) – Sayın Kapusuz’un konuşması açısından diyorum.

ÖMER EKİNCİ (Ankara)  – Sen anlayamadın.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Kapusuz.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan, eğer, müsaade ederseniz kürsüden konuşmak istiyorum.

BAŞKAN – Lütfen, yerinizden...

Sataşma niteliğinde bir şey söylemedi Sayın Güney.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan, bu Parlamentoda yapılan bütün görüşmeler ciddîdir, seviyelidir; ancak, bunun seviyesi herkesin kendi anlayışına göredir; biraz dikkat etmek lazım.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kapusuz.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Bir başka şey daha var; maddeler bahane edilerek denilmektedir ki, bu, kesinlikle, İçtüzük hükümleri açık olduğu halde, her grubun, her maddeyle ilgili söz hakkı, şahsî konuşma imkânı olduğu bilindiği halde, bunun bu kürsüden istismar edilmesi ancak sahibine yakışır.

Arz ederim. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Lütfen, karşılıklı konuşma yapmayalım.

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın Başkan, bir şey söyleyeceğim. Burada zannediyorum, değerli arkadaşımız İçtüzüğü bilmiyor. Bir madde üzerinde konuşulurken, o maddeyle ilgili konular getirilir gündeme. (RP sıralarından “o maddeyle ilgili konuştu” sesleri) Siz, eğer burada, yürürlük maddesinde seçimi getirirseniz olmaz, olmaz böyle şey. (RP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Güney... Sayın Güney...

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Madde üzerinde konuşulmuştur. Sayın Grup Başkanvekili...

BAŞKAN – Sayın Kapusuz, lütfen yerinize oturun.

Ben, o takdiri, o biçimde yaptım ve onun için sözünüze müdahale etmedim; buradan müdahaleye de karşı çıktım.

Gruplar adına başka söz talebi var mı? Yok.

Şahsı adına Sayın Sıtkı Cengil; buyurun. (RP sıralarından alkışlar)

SITKI CENGİL (Adana) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; sözlerime başlarken, hepinizi hürmetle selamlıyorum.

Biraz önce burada -ben yeni milletvekili olduğum için- alışık olmadığım bir hadiseyle karşılaştım. Bir kanun görüşülecek...

BAŞKAN – Sayın Cengil, yalnız, lütfen; madde üzerinde... Biraz önceki tartışmaya girmeyin.

SITKI CENGİL (Devamla) – Sataşma değil, madde üzerinde... Sataşma değil, maddenin tam ortasında...

BAŞKAN – Hayır, biraz önce madde üzerindeki...

SITKI CENGİL (Devamla) – Alışık olmadığım bir hadiseyle karşılaştım.

BAŞKAN – Lütfen, maddeyle ilgili konuşun; tartışma üzerinde konuşmayın.

SITKI CENGİL (Devamla) – Zannediyorum, benim izahta sıkıntı çektiğim hususta, bizi izleyen aziz milletimiz de aynı kanaate varmıştır, aynı sıkıntıyı çekmiştir. Sıkıntı çektiğim husus nedir? Bir kanun görüşülecek, Sayın Başkan “komisyon var mı” diye soruyor, “hayır, komisyon yok” deniliyor; Komisyon Başkanı arkadaşımız “buradayım” diyor ve yerine oturuyor; “Hükümet var mı” diye soruyor, Sayın Başbakan orada oturuyor, milletin gözünün önünde; Sayın Başbakan Yardımcısı orada oturuyor, milletin gözünün önünde; bütün bakanlar burada oturuyor, milletin gözünün önünde ve orada Grup Başkanvekili arkadaşımız, Sayın Başkana, kürsüyü işaret ederek “Hükümet burada yok” diyor. Evet, biz de “Hükümet yok” diyoruz. Belki, şahısları burada; ama, fiilen bu Hükümet yok!.. (RP sıralarından alkışlar)

Söyleyebildiğiniz en doğru sözü, belki bir kez söylediniz; ama, bu fiilen de olsa, burada ispatı vücut eden arkadaşlarımız için “burada yok” demeniz, en azından o arkadaşlarımıza hakarettir; en azından, Hükümete hakarettir, Milletimize hakarettir, bizi izleyen insanlara hakarettir, dürüstlüğe hakarettir, doğrulara hakarettir. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Teşekkür ederim.

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Böyle abuk sabuk konuşma olmaz.

BAŞKAN – Sayın Cengil, komisyonun, hükümetin olmaması, yerine oturmaması nedeniyle bazı yasaların görüşülmesinin ertelenmesi ilk defa olmuyor; bütün hükümetler döneminde yapıldı.

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Her zaman olmuştur.

BAŞKAN – Onun için, bu konuda, yersiz bir polemiği açmayalım.

Şahsı adına, Sayın Önder Sav; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

ÖNDER SAV (Ankara) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; gündemimizin 1 inci maddesine yerleşmiş, aylardır görüşülemeyen ve görüşülmeme nedenini, doğrusu, bir sade Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi olarak çok merak ettiğim bir kanun tasarısının nihayet bugün görüşülmesinden memnuniyet duyduğumu ifade etmek istiyorum; ama, memnuniyetim, kanun tasarısının maddelerine ilişkin bir memnuniyet değildir. Bir hukukçu olarak, böyle bir kanun tasarısının, böyle bir kanun hükmünde kararnamenin, Türkiye Büyük Millet Meclisine getirilmiş olmasından dolayı üzüntü duyduğumu ifade etmek istiyorum.

Bilindiği gibi, bu kanun hükmünde kararnameye vücut veren, gerekçede de yazılı olan yetki kanunu, Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmişti ve hatırlanacağı gibi, o yetki kanununun iptali üzerine, insan hakları müsteşarlığının kurulmasına ilişkin kanun hükmünde kararname, birkaç gün önce burada görüşüp yasalaştırdığımız ceza infaz kurumlarında birtakım yeniliklerin oluşmasına vücut veren kanun hükmünde kararname, başvurular üzerine iptal edilmişti.

Bu kanun hükmünde kararname ise, her ne hikmetse, başvuru yapılmadığı için hukukîliğini korur görünmektedir.

Kanun hükmünde kararnameye vücut veren yetki kanunu iptal edilmiş; ama, bu kanun hükmünde kararname için Anayasa yargısına gidilmediği için, bu kanun hükmünde kararname hukukîyetini korur görünmektedir. Temeldeki yanlışlık buradadır.

Bence, bir başka hukuksuzluk ve Anayasaya aykırılık da, Anayasanın 10 uncu maddesine aykırılıkta görülüyor. Anayasanın 10 uncu maddesinde “Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz” deniliyor. Maalesef, bu kanun hükmünde kararname ile bir belirli kişiye bir imtiyaz tanınmaktadır.

Biz, Anayasa Mahkemesine başvuruyla iptal edilmemiş bir kararnamedeki yanlışlığı, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, burada tescil etmiş oluyoruz. Bir hukukçu olarak, zamanında başkanlığını yaptığım Türkiye Barolar Birliğinin Başkanı sıfatıyla Yargıtayın açılış töreninde bile altını çizdiğim bu hukuksuzluğa gönlüm razı olmadığı için, tutanaklara geçirtmek yönünden bu konuşmayı yapmak gereğini duydum.

Bunları söylemeliyiz ki, gelecek dönemde, hangi kurum olursa olsun, bu türden yapay yaş uzatmaları, yapay süre uzatmalarıyla kişilere görev olanağı yaratmasınlar. Geride bıraktığımız dönemde, Türk Silahlı Kuvvetleri, böyle bir yapay uzatmamanın somut bir örneğini verdi.

Ben dilerdim ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu türden bir yapay uzatmanın, o uzatmaya özlük haklarını tanıyan bir düzenlemenin de önüne geçebilseydi.

Hukukçu kişiliğime ve kimliğime yakıştıramadığım için, dikkat ederseniz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına değil, kişisel söz isteyerek düşüncelerimi tutanaklara geçirtmek istedim.

Saygılar sunuyorum; teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Sav.

3 üncü maddeyi oylarınıza...

ASLAN POLAT (Erzurum) – Karar yetersayısının aranılmasını istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Arayacağım efendim.

3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Karar yetersayısı yoktur.

Birleşime 10 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 17.22

 

 

 

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 17.32

BAŞKAN : Başkanvekili Uluç GÜRKAN

KÂTİP ÜYELER : Ali GÜNAYDIN (Konya), Zeki ERGEZEN (Bitlis)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 134 üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

VII. — KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN

DİĞER İŞLER (Devam)

1. — 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine İlişkin 488 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Savunma Komisyonu Raporu (1/215) (S.Sayısı : 23) (Devam)

BAŞKAN – Görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Komisyon ve Hükümet yerinde.

926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine İlişkin 488 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin görüşmeleri sırasında, 3 üncü maddenin oylamasında karar yetersayısının aranması istenmişti; şimdi, maddeyi yeniden oylarınıza sunacağım ve karar yetersayısını arayacağım.

3 üncü maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...

SITKI CENGİL (Adana) – Sayın Başkan, bu kadar da olmaz; karar yetersayısı yok! Beklemeye gerek yok ki!..

BAŞKAN – Sayın Cengil, iki Divan Üyesi arasında bir uzlaşmazlık var. Herhalde kesin bir sonuca vardıracağız; değil mi!.. Karar yeri burasıdır; lütfen sakin olun.

Sayın milletvekilleri, balkonu saymakta zorlanıyoruz ve Kâtip Üyeler birbiriyle uzlaşamıyor. Lütfen aşağı inelim; tekrar sayacağım...

Maddeyi kabul edenler... Maddeyi kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir; karar yetersayısı vardır.

Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı olsun.

2. — Ailenin Korunmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/597) (S. Sayısı : 335) (1)

BAŞKAN – Ailenin Korunmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu raporunun görüşmelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon ve Hükümet yerlerini aldılar.

Geçen birleşimde, tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi, Doğru Yol Partisi ve Anavatan Partisi Grupları adına konuşmalar tamamlanmıştı.

(1) 335 S. Sayılı Basmayazı 6.8.1997 tarihli 131 inci Birleşim Tutanağına eklidir.

Söz sırası, tasarının tümü üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubu adına, İzmir Milletvekili Sayın Zerrin Yeniceli’dedir.

Sayın Yeniceli?.. Yok.

METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) – Konuşmuyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Konuşmuyor...

Demokrat Türkiye Partisi adına, Sayın Mahmut Yılbaş; buyurun.

DTP GRUBU ADINA MAHMUT YILBAŞ (Van) – Sayın Başkan, değerli millletvekili arkadaşlarım; 335 sıra sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun Tasarısı Hakkında, Demokrat Türkiye Partisi Meclis Grubu adına söz almış bulunuyorum; hem Grubumuzun hem de şahsımın saygılarını sunuyorum. (DTP, ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, insanlık, uzun bir tarih içerisinde geçirmiş olduğu serüven sonunda bugünlere gelmiştir. Bu serüven, birey açısından ve toplum açısından öyle kolay olmamış; insanlık, tarih içerisinde büyük acılar ve zorluklar çekmiştir. Cehaletin ve bilgisizliğin toplum üzerinde, insan üzerinde yaratmış olduğu olumsuzluklar, tarih sayfalarında uzun uzun anlatılır.

Değerli milletvekilleri, daha geçen asra kadar, insanlar, bir eşya gibi, bir kıtadan öbür kıtaya, çok kötü şartlar içerisinde taşınırlar ve köle olarak satılırlardı. Bugün, uygar addettiğimiz ve kabul ettiğimiz ülkeler, maddî olarak kalkınmışlıklarını bu insanların sırtından sağlamışlardır. Bütün engellemelere rağmen, insanlık, gösterdiği büyük mücadele ve gayret neticesinde, bugün, siyasal, toplumsal ve kültürel açıdan öyle bir noktaya gelmiştir ki, bütün ülkelerde, topluluklarda; bireyler, özgürleşme, topluluklar, demokrasi konusunda büyük mücadele vermektedir. Tabiî, aile de, bu gelişme içerisinde, bir klan şeklinde yaşarken, büyük bir aile anlayışı ve yapısı içerisinde, bugünün sanayi devrimi sonunda, çekirdek bir aile yapısına kavuşmuştur.

Değerli milletvekilleri, bireyin özgürleşmesi, toplumun demokratlaşması, insanların, bundan bir asır önce dahi aklına gelmeyen bazı kavramların sahiplenilmesine ve o konuda mücadele verilmesine sahne olmaktadır. Bugün, birey, özgürce kendini ifade etme ve kimlik arayışı içerisindedir.

Değerli milletvekilleri, bugün, hukuk devleti ve özgür toplum anlayışı, toplumların üzerinde durdukları en önemli iki kavramdır. Tabiî ki, bu noktaya gelmek kolay olmamış, birtakım sıkıntılar çekilmiştir.

Toplumumuzda, aile açısından üzerinde durulması gerekli olan en önemli hususlardan bir tanesi, bazı tavırların, aile içerisindeki bazı ilişkilerin spontane olmasından, kendiliğinden yaşanmasından kaynaklanmasıdır. Bugün, Türk ailesinin büyük bölümünde, özellikle kırsal kesimde babaerkil bir aile sistemi vardır. Erkek, ailenin hem dış ilişkilerinde hem iç yapısında tartışılmaz söz sahibidir. Erkeğin aile içerisindeki bu varlığı, bu şekildeki varlığı; ancak, ailenin diğer fertleri olan kadın ve çocukların eğitimiyle, onların, babanın dışında, erkeğin dışında, kendilerinin de, aile yapısı içerisinde, ilişkileri yönlendirmede haklarının bulunduğu konusunda eğitimiyle ancak sağlanabilir.

Zamanında, genç bir yönetici iken, ülkemizin bir kesiminde, kırsalda bir ziyaretim sırasında, yağmurun da sağnak halinde yağdığı bir anda, sırtında küfesi olan orta yaşlı bir kadının önünde genç bir delikanlının yürüdüğünü gördüm; arabayı durdurdum ve hanıma “bak, genç bir çocuk; sen niçin bu kadar yükü taşıyorsun; yağmurda da ıslanıyorsun” diye seslendiğimde, dayak yememek için oradan uzaklaşmak mecburiyetinde kaldım.

Bunu şunun için anlatıyorum: Bazı kavramlar, bazı ilişkiler, Türk ailesinde, ancak -biraz evvel ifade ettiğim gibi- ailenin eğitimiyle sağlanabilir. Bu kanun tasarısıyla, tabiî, bir adım atılıyor; hiç olmazsa, yeni bir kavramın, yeni bir anlayışın topluma kazandırılması amacı taşınıyor.

Öyle bir toplumuz ki, insanlar arasındaki ilişkilerde, özellikle eşe ve çocuğa verilen değerde, atasözleri, uzun bir zamandan bu tarafa, gelenek ve örflerimizi oluşturmuş.

Hepimizin bildiği gibi, genç bir çocuğu, aile, bir ustanın yanına veya okula gönderirken, öğretmenine veya ustasına “eti senin, kemiği benim” der.

Diğer taraftan, yine, bizde yaygın olan bir atasözü “kızını dövmeyen, sonunda dizini döver” şeklindedir.

Değerli arkadaşlarım, yine, sıkça kullanılan bir atasözümüz daha vardır, “dayak, cennetten çıkmadır” deriz.

Türk ailesinde, ilişkilerde de yerini bulan atasözleridir bunlar. Sadece söz olarak kalmaz, uygulamada da bir hayli yaygındır. İşte, bu anlayışı toplumdan alıp bir tarafa koyabilmek için, eğitim, eğitim, eğitim gereklidir. Nereden başlanırsa, kârdır. Bu kanun tasarısının, taşıdığı hükümler itibariyle, bir başlangıç olacağına inandığımız için, Demokrat Türkiye Partisi olarak, kanun tasarısının yasalaşması için elimizden gelen gayreti göstereceğiz.

Dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum; Grubum ve şahsım adına saygılarımı sunuyorum. (DTP, ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yılbaş.

Refah Partisi Grubu adına, Sayın Bahri Zengin; buyurun. (RP sıralarından alkışlar)

RP GRUBU ADINA BAHRİ ZENGİN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 335 sıra sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde Grubumun görüşlerini aktarmak üzere huzurlarınızdayım; bu vesileyle, hepinize saygı ve sevgilerimi sunuyorum.

Sayın Başkan, bu kanun tasarısı 5 maddeden ibarettir; 2’si yürürlük maddesidir; esas itibariyle 3 maddeden oluşmaktadır.

Önce, ne getiriyor, onunla ilgili hususları hemen size hatırlatmak istiyorum: Bu kanun tasarısının 1 inci maddesiyle, aile içi şiddete karşı koruma tedbirleri önerilmiş; 2 nci maddesiyle, bu tedbirlerin uygulanmaması halinde izlenecek usul ve esaslar getirilmiş; 3 üncü maddesiyle de, cezaî müeyyideler öngörülmüştür; yani, koruma kararına aykırı davranan eşe hangi cezaların verileceği hususu düzenlenmiştir.

Aile içi şiddete yönelik olarak getirilen tedbirler de, 1 inci maddede beş ana husustan ibaret olarak düzenlenmiştir. Bunlardan bir tanesi -ki, en önemli husustur- şiddet olması halinde, şiddeti uygulayanın altı aya kadar aileden uzaklaştırılması ve yine, aileyi taciz etmemesi, eşyalarına zarar vermemesi gibi hususları içermektedir.

Tabiî, çıkış noktası itibariyle bu yasa tasarısını olumsuz karşılamak mümkün değildir. Yani, aile içerisinde bir şiddet varsa, elbette, böyle bir şiddetin önlenmesi, hepimizin arzusu ve isteğidir. Ancak, tabiî, ailenin korunması derken, sadece aile içindeki şiddetin cezaî tedbirlerle giderilmesini anlamak, öyle zannediyorum ki, meseleye çok dar bir açıdan bakmak olur; çünkü, şiddeti doğuran nedenler ortadan kaldırılmadıkça, şiddeti birtakım cezaî tedbirlerle önlemek, öyle zannediyorum ki, doğru değildir ve bu mümkün de olmamıştır.

O bakımdan, çok dar bir açıdan ele alınan bu yasa tasarısı, aile hukuku konusunda yetmiş seneden beri süregelen bir konuyu bütüncül bir açıdan değerlendirmesi ve yeniden ele alması gerekirken, sadece bir hususa değinmekle yetinmiştir. Bu bakımdan, bu yasa tasarısını, gerçekten, bazı olumlu şeyler getirmiş olmakla birlikte, yeterli bulmak mümkün değildir.

Şiddet neden kaynaklanır? Bir kere, işsizlik, gerçekten, şiddeti doğuran nedenlerden birisi sayılabilir. Alkol ve kumar gibi kötü alışkanlıklar, yine, şiddeti doğuran nedenlerden birisi olarak zikredilebilir. Kentleşmeler ve kentleşmelerden doğan birçok sosyal bunalım, yine, insanları şiddete itebilir. Özellikle, sanayileşme döneminde, sanayi toplumunda görülen kişilik aşınmaları ve ahlakî çözülmeler, yine, şiddeti doğuran nedenler arasında sayılabilir. Zümreler arasındaki dengesizlikler, adaletsizlikler, haksızlıklar, yine, bir bakıma, insanları şiddete iten nedenler arasında sayılabilir.

Şimdi, bu yasa tasarısı, bu, şiddeti doğuran nedenler üzerinde hiç durmamış. Kaldı ki, aileyi korumak demek, önce, aileyi -hangi taraf olursa olsun- şiddete iten temel nedenlere karşı aileyi aşılamak demektir; aileyi, bu nedenlere karşı dirençli hale getirmek demektir; ancak, ne yazık ki, bunlar üzerinde durulmamıştır.

Şimdi, şiddeti doğuran nedenlerden birisi olarak da özgürlük hususunu saymak mümkündür. Ne yazık ki -biraz sonra geleceğim- Türkiye’de, bir taraftan fertler özgürleşiyor derken, bir taraftan fertlerin tamamen özgürlüklerinin kısıtlandığı bir süreci yaşıyoruz; bunu ifade etmek istiyorum. Önce, ekonomik özgürlüklerin sağlanması lazım; yani, daha aile kurulurken, yuva kurulurken, tarafların, masa başına -kadın ve erkek olsun- gerçekten, ekonomik özgürlüklerini kazanmış bir biçimde oturmaları lazım; bu, sağlanmamıştır. Özellikle kadınlar için söylüyorum, masa başına, kendilerini himaye edecek bir hami arayışı içerisinde oturmuşlardır; dolayısıyla, masada, daha başlangıçta bir denge, eşitlik sağlanmamıştır. Öncelikle, her ferdin ekonomik bakımdan özgür hale getirilmiş olması -bu, nasıl sağlanacaksa- konusundaki tedbirlerinin alınması gerekir. Burada, ne yazık ki, bunlarla ilgili hiçbir önlem söz konusu değildir.

İkinci husus, siyasal özgürlüktür. Siyasal özgürlükten şunu kastediyorum: Fertler masaya oturdukları zaman, acaba, aileyi nasıl kuracaklar, nasıl sürdürecekler, nasıl yürütecekler, ailede muhtemel ihtilaflar konusunda nasıl davranacaklar; bu konularda, taraflara, herhangi bir hak ve bir yetki bırakılmamıştır.

Biraz sonra değineceğim, 1920’li yıllarda, aile hukukuyla ilgili olarak yapılmış bir yasa var önümüzde. Bu yasa, tam 350 maddeden ibarettir; şimdi, buna, 5 madde daha ilave ediyoruz, yani, 355’e çıkarıyoruz.

Şimdi, tasavvur ediniz; evlenmeden boşanmaya kadar, ihtilaflar halindeki usullere kadar, müşterek malların taksimine kadar her konuda devlet devreye girmiş, her konuyu en ince ayrıntısına kadar düzenlemiş ve aileyi kuran, özgür iradesiyle kurması gereken bireylere hiçbir hareket alanı, hiçbir serbesti alanı bırakmamıştır. Şimdi, bu durumda, iki birey bir araya geliyor; aslında, sosyal bir sözleşme yapmıyor, aralarındaki sözleşme sosyal bir sözleşme değil; sadece, biyolojik bir bütünlemeden ibaret olarak yuvayı oluşturuyor.

Şimdi, insanların serbestlik alanı ve özgürlükleri bu denli kısıtlanınca, elbette, orada, birtakım rahatsızlıklar, huzursuzluklar meydana gelir ve insanlar, bu rahatsızlıkları gidermek için de, işte, ceza tedbirlerinden başka bir tedbir de öngöremezler.

Değerli kardeşlerim, bakın, aile hukukuyla ilgili şu anda yürürlükte olan yasamız, aslında, 1920’li yıllarda oluşmuş bir yasadır. 1920’li yıllardaki şartları göz önüne getirirsek, bugünkü aile hukukunun, gerçekten, insan hak ve özgürlüklerini ne denli kısıtladığını ve aileye hiçbir özerk alan tanımadığını açıklıkla görürüz.

1900’lü yıllarda, daha doğrusu 1800’lü yıllarda, Fransız İhtilalinden sonra, hepinizin bildiği gibi, Fransız İhtilalinin eşitlik, kardeşlik ve hürriyet anlayışına karşı bir tepki olsun diye, toplumcu, yani devletçi model geliştirilmiştir; bunun öncülüğünü de Hegel yapmıştır. Yani, Hegel’le birlikte, devlet, hayatın merkezine oturtulmuş; devlet, beşerî alanda, her şeyi belirleyen ve o toplumda yaşayan insanların kaderlerini çizen, âdeta bir ilah konumuna getirilmiştir. Hegel, bunu şöyle ifade ediyor: “Devlet, kutsaldır; devlet, ilahî iradenin yeryüzüne yansımasıdır ve devletin kutsallığından dolayı da devlete tapmalıyız.” İşte, 1900’lü yıllar, özellikle 19 uncu Yüzyıldaki bu devletçi modellerin, devletçi felsefenin hayata yansıtıldığı yıllardır. Nitekim, 1917’de, Rusya, Almanya ve İtalya başta olmak üzere, kara Avrupasında, toplumu ve devleti, kişinin, ferdin önüne çeken siyasî modeller hayata geçirilmiştir. İşte, 1930’lu yıllarda, Türkiye’de de oluşturulan yasalar, devletçi modeli benimseyen yasalar olmuş ve bu bakımdan aileyi oluşturan fertlere, mümkün olduğu kadar özerk veya özgür bir alan bırakmamayı temel amaç, temel hedef edinmiştir. Onun için 350 maddelik bir yasayla karşı karşıyayız. Aileyi oluşturan fertlere, hiçbir inisiyatif bırakılmamıştır.

Şimdi, aslında nasıl olması lazım? Bir ailenin özerk olması lazım. Biz, ne yazık ki, özerkliği de yanlış anlıyoruz. Devlet kurumlarını özerk hale getirmeye çalışıyoruz. Oysa, sivil toplumda özerk birtakım kurumlar oluşturmak durumundayız, devlette değil. Ekonomi, tamamen piyasa kurallarına göre işleyen özerk bir alan olmalı. Tıpkı onun gibi, ailede, bireylere özerk bir alan bırakmak lazım; vakıflara özerk bir alan bırakmak lazım; demokratik toplumun gerekleri bunlardır. Ancak, devleti hayatın merkezine koyan totaliter toplumlarda ise, bunun tersi yapılmıştır. Ne yapılmıştır bu toplumlarda? Mümkün olduğu kadar, fertlerin toplumsal hayatta kendi özgür iradeleriyle oluşturacakları birtakım sosyal kümelenmelerin önü alınmış ve fertler tek tek devlete, âdeta elleriyle kollarıyla bağlı hale getirilmişlerdir.

İşte bugün, biraz sonra, belki yarın gündeme gelecek olan eğitim meselesinde de aynı yaklaşım sergilenmektedir; aile meselesindeki yaklaşıma benzer bir şekilde. Nedir o? Aileyi oluşturan fertlerin, aile üzerinde hiçbir hakları ve hukukları yoktur, her şeyi devlet belirlemiştir. Çocuklar nasıl okuyacak, hangi dersleri görecek, hangi dersi kaç saat görecek; bunların belirleyicisi devlettir. Aileyi oluşturan fertler, kendi özgür iradeleriyle aralarında bir anlaşma yapsalar, mesela “bizim boşanmamız halinde şu şu esaslar ve usuller uygulanacak” deseler, bunu kesinlikle bugünkü yasalar reddetmektedir; çünkü, her şeyi devlet teker teker belirlemiştir. Demokratik toplumda olması gerekenler ise şudur. Aslında, bizim üç maddelik bir aile yasası çıkarmamız lazım. Nedir o üç madde:

1- İnsan hak ve özgürlüklerine aykırı olmamak üzere,

2- Genel ahlaka aykırı olmamak üzere, bireyler kendi aile yuvalarını oluşturmakta özgürdürler. Devlet burada sadece insan hakları açısından devreye girmelidir ve bir de kamunun genel ahlak kriterleri, ölçüleri açısından devreye girmelidir.

3- Bunun dışında, ayrıca, bir de ihtilaflar halinde gerçekten uzmanlardan oluşan, aile sosyolojisi konusunda derinlemesine bilgi sahibi olan uzmanlardan oluşan birtakım sosyal kurumları oluşturmamız lazım ki, doğrudan doğruya o ihtilaflar yargıca gitmesin, bir suç ve ceza haline dönüşmesin, aile sosyolojisi konusunda uzmanlardan oluşan bu sosyal kurumlar devreye girsin ve ailenin birtakım sorunları varsa, ilk aşamada onlar bu meseleyle meşgul olsun, onları aşması halinde mesele yargıya intikal etsin. Demokratik toplumlarda olması lazım gelen şeyler budur ve insanlar masaya oturup aileyi korumak istedikleri zaman, o insanların özgür iradesiyle, ailenin diğer şartlarının -bu üç temel esaslar dahilinde olmak üzere- diğer hususlarının kendileri tarafından belirlenmesi hakkının, özgürlüğünün tanınması lazım. Ne yazık ki, bunlar, yetmiş yıldan beri sağlanamamıştır. Bugünkü, bu tasarıda da, böyle bir anlayış ve yaklaşımı -üzülerek söylüyorum- görmüyoruz. Bu meseleyi, sadece, şiddet olması halinde, sosyologlara, yani aile konusundaki uzmanlara götürecek birtakım kuruluşlar oluşturmak yerine, yargıcın önüne götürmeyi tercih ediyoruz. Birçok konularda olduğu gibi, yargıçlar ne yapıyor; onlar da, aslında, bazı konuları bilirkişilere sevk ediyorlar, birçok konularda bilirkişilerin kanaatlerine göre de kararlarını veriyorlar.

Değerli milletvekilleri, bakınız, özerklik konusu... Biz, şimdi, devletin kurumlarını özerk hale getirmişiz. Halbuki, demokratik ülkelerde, üç erk, yasama, yürütme ve yargı erki vardır. Bunlar, doğrudan veya dolaylı biçimde halk tarafından seçilirler ve devletin bütün kesimleri, yani asker ve sivil bürokratların hepsi, koşulsuz bir şekilde bu üç erke bağlı olmak zorundadırlar, bu üç erke itaat etmek zorundadırlar. Ne yazık ki, bizde, bu alanda, özellikle darbeler döneminde, ihtilaller döneminde, halk iradesini etkisiz hale getirmek için, halkın temsilcilerini, yani sizleri ve bizleri etkisiz hale getirmek için, devletin içerisinde birtakım özerk alanlar oluşturulmuş. Nedir bunlar? Mesela, Yüksek Askerî Şûrayı alalım. YAŞ...

YAŞ Yasasına baktığınız zaman, iki sivil üye var, yirmiyi aşkın askerî üye var ve Silahlı Kuvvetlerin tayin ve terfileriyle ilgili her meselede -disiplin meselesi dahil olmak üzere- “salt çoğunlukla karar alınır” diye hüküm var. Bunun anlamı nedir? Yirmi küsur üyeden oluşan bir yerde çoğunlukla karar alınıyorsa, iki sivil iradenin, yani halkın temsilcilerinin devre dışı bırakılmış olmasıdır. Yani, bürokratlara, asker ve sivil bürokratlara asker ve sivil bürokratlara özerk alan bırakacaksınız ve siyasî partileri, siyasî temsilcileri devre dışı bırakacaksınız.

Herhangi bir devlet memuru suç işlese, fiilen şiddet kullansa, fiilen, gerçekten, insanı yaralasa, insana tecavüz etse, il idare heyeti “evet, bunun yargılanması lazım” demeden, onu yargılayamıyoruz; orada bir özerk alan oluşturmuşuz. Bunun dışında, YÖK özerk alanı oluşturmuşuz.

Bütün bunların amacı, devletteki sivil ve asker bürokrasiyi, sivil iradenin irade alanı dışına çıkarmak ve böylece, sözde bir demokratik oyunu sürdürmek. Sözde seçimler yapılıyor, sözde Meclis oluşuyor; ama, yasalara ve Anayasaya baktığımız zaman, sivil ve asker bürokrasi tamamen özerk ve böylece, sivil irade devre dışı bırakılmış oluyor. İşte bu, totaliter sistemin bir yansımasıdır; sivil ve asker bürokrasiden oluşan devletin, halka karşı üstünlüğünün, egemenliğinin bir ifadesinden başka bir şey değildir. Halbuki, demokrasilerde, demin söylemeye çalıştığım gibi, aile özerk olmalıdır, ekonomi özerk olmalıdır, vakıflar özerk olmalıdır ve insanlar, temel insan hakları çerçevesi içerisinde kalmak koşuluyla, her alanda birtakım özel toplumlar, topluluklar oluşturabilme hakkına yetkisine sahip olmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Zengin, 1 dakika içinde toparlayınız.

BAHRİ ZENGİN (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.

Şimdi, özetle söylüyorum, aile hukukunda olduğu gibi, diğer alanlarda da, darbeler döneminde, halkın yetkileri gasp edilmiştir. Bize, düşen, bu yetkilerin yeniden alınarak halka tevdi edilmesidir. Biz, elbette, şiddeti sadece ceza yönünden önlemeye çalışmış olduğunu gördüğümüz için buna müspet oy vereceğiz; ancak, ifade ediyorum, bu yasa tasarısı yetersizdir, yaklaşımı yanlıştır ve gerçekten, 1945’ten sonra oluşan ferdiyetçi anlayışlara, demokratik anlayışlara göre değil, 1930’lu yılların devletçi ve totaliter anlayışına göre dizayn edilmiştir; bu bakımdan da yetersiz bulduğumu ifade ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Zengin.

Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın Zerrin Yeniceli; buyurun.(DSP sıralarından alkışlar

DSP GRUBU ADINA ZERRİN YENİCELİ (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Meclis Başkanlığına arzı, Bakanlar Kurulunda 26.3.1997 tarihinde kararlaştırılan Ailenin Korunmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini bildirmek üzere söz almış bulunmaktayım.

Kanun tasarısı lehinde görüşlerimi bildirmeye geçmeden önce, tasarının neler getirdiği konusuna genel hatlarıyla değinmek istiyorum. Kusurlu eş, çocuklara ve aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerine şiddet uygulamaması için ikaz edilecek. Ortak konut, mağdur eşe, varsa, çocuklara tahsis edilecek. Kusurlu eş, eve veya işyerine yaklaştırılmayacak; diğer eşi, çocukları ya da aynı çatı altında yaşayan aile bireylerini iletişim araçlarıyla rahatsız edemeyecek; alkollü ve uyuşturucu herhangi bir madde kullanmış olarak ortak konuta gelemeyecek, ilgili maddeleri ortak konutta kullanmayacak; altı ay süreyle bu tedbirlere aykırı davranırsa, hapis cezasına çarptırılacağı kendisine ihtar edilecek; ayrıca, sulh hukuk hâkimi, yapılan başvuru üzerine, yukarıdaki tedbirlerden bir ya da birkaçını uygulayabilecek veya uygun göreceği benzeri başkaca tedbirleri de hükmedebilecektir. Son olarak da, hâkim, konuyla ilgili olarak, mağdurun yaşam düzeyini dikkate alarak, tedbir nafakasına hükmedebilecektir.

Sayın milletvekilleri, tasarıyı savunma gerekçelerini sergilemeden önce, aile kurumunun tarihsel gelişim eşliğinde toplumsal öneminden bahsetmek gerekmektedir. İnsanlık tarihinin en önemli dönüm noktalarından biri olan aydınlanmayla birlikte, aile kurumu da yapısal bir değişikliğe uğramıştır. Olumsuz koşulların yanı sıra, modern toplumlarca aile kurumuna özel önem verilmiş ve gelişmesi için gerekli sosyal, ekonomik ve hukukî açıdan düzenlemeler yapılmaya çalışılmıştır. Aydınlanmayla, birey, artık, yurttaşlığa yükselmiş, laiklik, demokrasi, insan hakları da gündelik hayata girmiştir.

Sayın milletvekilleri, evet, aile, sosyal düzenin işleyişini sağlayan çok önemli bir mekanizmadır. Bu evrensel kurum, toplumsal dokunun en küçük; ama, en temel birimidir. Anayasamızın 41 inci maddesinde de açıkça ifade edildiği gibi, aile, toplumun temelini oluşturmaktadır. Tasarının genel gerekçesinde “ailenin sağlıklı yapılanması ve yürütülmesi, toplumun var oluşunu ve yarınlara güçlü bir biçimde uzanmasını doğrudan etkilemektedir” diye yazılmıştır. Evet, aileye yapılan maddî, manevî her türden yardım, ülkemizin geleceğine yapılmış önemli bir yatırımdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; özellikle, son yıllarda, aile içi şiddet vakaları, can yakıcı bir toplumsal sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu can yakıcı sorun, kadın haklarıyla olduğu gibi, insan hakları ve demokrasiyle de yakından bağlantılıdır. Basından da tanık olduğumuz gibi, bu sorun yüzünden, her gün, yeni bir işkence, dayak, cinayet, intihar olayıyla karşılaşıyoruz.

Tam da bu noktada, şunları açıkça ifade etmek gerekmektedir: Devletin, nasıl, her türden terörü önlemek için gerekli mekanizmaları, düzenekleri; yani, hukuku oluşturma görevi varsa, söz konusu kanun tasarısının onayı da, aile içi şiddeti ve ikili ilişkilerdeki terörü önleme açısından gereklidir. Şiddet gören, kişiliği ezilen insan, ne kendisine yararlı olabilir ne topluma. Toplumun en küçük biriminde meşrulaşmış bu şiddet, yarın, karşımıza, hayatın başka alanlarında şiddet olarak çıkar, terör olarak çıkar. İşte, bu yüzden, şiddet sorununu, terör sorununu ta başından; yani, aile düzeyinde çözmemiz gerekmektedir. Çoğu zaman, aile bireyleri, eşler ya da ebeveynler ile çocuklar, aralarındaki özel bireysel hukukla sorunlarını çözüp, anlaşabiliyorlar; ama, şu da bir gerçek ki, çoğu zaman, taraflardan biri, bu hukukun sınırlarını aşıp, karşı tarafı zor durumda bırakabiliyor. Bu noktada, toplumsal yazılı hukukun devreye girmesi zorunludur. Eşlerden birisi olsun, çocuklar olsun, yaşanılan kötü olaylardan büyük psikolojik, fiziksel ve maddî tahribatlarla çıkmaktadırlar. Aile içinde sürekli psikolojik veya fiziksel şiddete maruz kalan bireyin ruh sağlığı bozulmaktadır; bu da, toplumumuzda, intihara, işkenceye, şiddete, teröre eğilimli, hastalıklı bireylerin ortaya çıkmasına yol açmaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu tasarıyla aile kurumuna yapılan bütün bu müdahaleler, onu geliştirmeye, güçlendirmeye yöneliktir; topluma sağlıklı bireyler yetiştirmeye ve kazandırmaya yöneliktir; hiç kimse, böyle olduğundan kuşku duymamalıdır.

Şiddet, aile içinde ya da başka bir yerde, hiçbir şekilde mazur gösterilemez. Şiddete, yaşamın her alanında karşı çıkılmalıdır. Evet, bu suç unsuru sayılacak davranışlar karşısında, bir an önce gerekli makamlarca, bu yasa tasarısının sağladığı hukuk çerçevesinde, yasal işlemler yerine getirilmelidir, daha fazla geç kalınmamalıdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; burada vurgulanması gereken, önemli olduğuna inandığım bir başka nokta da şudur: Biz, Demokratik Sol Parti olarak, bütün sorunların, sadece ve sadece, bu ya da benzeri tasarılarla çözüleceğini söylemiyoruz; ancak, bu tasarı, elbette gerekli ve önemli bir adımdır. Yalnız, tasarının, eğitim programları ve sağlık hizmetleriyle güçlendirilmesi, bizi insanî hedeflerimize daha çok yaklaştıracaktır.

Bakanlar Kuruluna sunulmuş aile ve kadın müsteşarlığının teşkilat ve görevleri hakkında kanun taslağındaki şu yararlı önerileri de görüşlerinize sunmak istiyorum: Kadınların aile içi ve sosyal yaşamdan kaynaklanan sorunlarına yardımcı olmak veya zor durumda kalanları korumak için, eğitici faaliyetlerde bulunmak, tesisler kurmak ve işletmek, bu konularda hizmet veren gerçek ve tüzelkişiler ile yerel yönetimler ve gönüllü kuruluşları teşvik etmek, desteklemek ve ortak projeler hazırlamak.

Yine, oldukça önemli başka iki konu, ailenin ekonomik ve sosyal sorunlarına çözüm sağlamak amacıyla, doğrudan ve diğer kamu kurumları ve gönüllü kuruluşlarla birlikte uygulama projeleri hazırlamak; aile ve bireylerine koruyucu eğitim programları düzenlemek ve kırsal bölgelerde, gecekondularda ve kent merkezlerinde yaşayan aileler için eğitim faaliyetleri düzenlemek.

Hep söyleniyor, bir kere daha hatırlatmakta yarar var: Bu söylenenlerin hayata geçirilmesinde sivil kadın toplum örgütlerine büyük görev düşmektedir. İşte şu an onaylanmasını önerdiğimiz kanun tasarısı, yukarıda sıralanan önerilerle yakından ilişkilidir. Ekonomik ve sosyal önlemlerle de güçlendirilirse, yasa tasarısı amacına kolayca ulaşacaktır.

Aile ilişkilerinin, maddî kaygılar, zorunluluklar ve kişisel çıkarlar üzerinde değil, sevgi temeli üzerinde yükselmesi, sanırım, hepimizin dileğidir. “Aileler ülkemizin geleceğidir, geleceğimize sahip çıkalım” diyoruz; bu yasa tasarısının, bu yönde atılmış önemli bir adım olduğu inancını taşıyoruz. Ailenin Korunmasına İlişkin Kanun Tasarısının kabul edilmesi, yalnız sosyal, siyasî açıdan değil, teknik açıdan da gereklidir. Anayasanın 41 inci maddesinde yer alan “devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar” hükmü ile imza attığımız uluslararası sözleşmeler açısından da bu kanun tasarısının kabul edilmesi gereklidir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; son olarak da şunları söyleyebiliriz: Biz Demokratik Sol Parti olarak, Ailenin Korunmasına İlişkin Kanun Tasarısının Meclisten geçmesini istiyor, uygulamada da başarılı olmasını diliyoruz.

Bu görüş ve düşüncelerle hepinizi saygıyla selamlarım. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yeniceli.

Şahsı adına, Sayın Ahmet Güryüz Ketenci.

Buyurun Sayın Ketenci. (CHP sıralarından alkışlar)

AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Ailenin Korunmasına Dair Kanun Tasarısının tümü hakkında kişisel görüşlerimi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Düşüncelerimi açıklamadan önce, sayın milletvekillerini saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, içinde yaşadığımız süreçte, meramını ifade etmek isteyen her kim bu kürsüye çıkıyorsa, tarihimize dönerek, 1929, 1930’lar, 1940’lardan bahsederek, hep tekparti dönemini referans alıyor, referans gösteriyor. Şimdi, böyle bir süreç yaşıyoruz her nedense. Tabiî, bu kürsü, sadece aynı düşünceleri sınırlı sözcüklerle ifade etmeye yönelik bulunan bir kürsü değildir; bu kürsü, aynı zamanda, tarihî doğruların anlatıldığı ve öğretildiği de bir kürsüdür.

O nedenle, şimdi, bakın, geçtiğimiz süreçlerde sık sık söylendi; yeniden tekrar ediyorum: Cumhuriyet Halk Partisi bir tarihtir, bir kültürdür, bir kimliktir, bir ideolojidir; bunun böyle bilinmesi gerekir. Zaten, inanıyorum ki, siz, zaman zaman meramınızı ifade ederken, CHP’nin tarihine giderek, belki de içerisinde bulunduğunuz konumu anlatmaya çalışıyorsunuz; ama, bakın, İkinci Dünya Savaşından sonra, çevremizdeki bütün ülkelerde rejimler, ideolojiler dayatılırken, bir tek ulusa, bir tek halka, ne rejim dayatıldı ne ideoloji dayatıldı. Kurtuluş Savaşından çıkıp gelen önderler, halk istediği için, halk öyle istediği için...

MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Hangi halk?!.

AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (Devamla) – ...arzuladığı için, büyük halkımız istediği için demokrasiye geçti.

Şimdi, ikide bir dönüp “1929, 1930’lar” deyip, bu kürsüyü lütfen işgal etmeyin.

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) – Ne işgali?!. Ama, ayıp bu “işgal” lafı!..

AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (Devamla) – Evet, şimdi gelelim aynı konumuza.

Değerli milletvekilleri, meramınızı, o şanlı tarihimize giderek anlatmaya çalışmayın, onu yermeye çalışmayın, onu aşındırarak meramınızı ifade etmeye çalışmayın; başka biçimde anlatın. Yani, onu anlatmaya kalktığınız zaman, her zaman, bu doğruları, size, çıplak bir biçimde söyleyeceğiz, anlatacağız.

Değerli milletvekilleri, biz, bin yıldır, ön Asya denilen bu coğrafyada, geleneklerimiz, göreneklerimizle yaşarız. Ailemizde, büyükbaba, büyükanne, anne, baba ve torunlarla birlikte yaşamayı öngörürüz. Ne var ki, hızlı sanayileşme, göç, daha pek çok siyasal ve sosyal nedenler, bu geniş aile yapısını, kalabalık aile yapısını küçültmüş, ana, baba, çocuklardan ibaret olan bir yapıya kavuşturmuştur. Yaşadığımız süreçte aile bir çekirdek yapı haline dönüşmüştür; bu durum yalnız ülkemiz için değil, sanayileşmekte olan bütün ülkeler için geçerli olmuştur. İşte bugün burada, getirilen ve tartışılan tasarıyla, özellikle çekirdek hale gelmiş, küçülmüş bulunan ailede, aile içi baskı ve şiddeti önlemek, var olan şiddeti ortadan kaldırmak için, sulh hukuk yargıcının müdahalesi uygun bulunmuştur ve sulh yargıcının alacağı tedbirlerle bu sorunun çözüleceği öngörülmüştür; çünkü, aile küçülmüştür; şiddeti önleyecek, eşler arasında meydana gelen fizikî müdahalelere mani olacak başka kimse de yoktur; arabuluculuk yapıp, işi müdahale noktasına getirmeden, eşler arasında var olan sürtüşmeleri, geçimsizlikleri, anlaşmazlıkları önleyecek, doğmuş olan anlaşmazlıkları ortadan kaldıracak, taraflara yakın üçüncü bir kişi de yoktur. Öyleyse, birisinin araya girerek tedbir alması gerekir. Kim yapacak bunu? Yargıç... Yargıç yapmalıdır, yargıç tedbir almalıdır ki, yargının kestiği parmak acımasın; alınan tedbir, yansız, objektif ve herkesçe ve bütün taraflarca kabul edilebilir olsun. İşte, onun için, getirilen yasa tasarısı, sulh mahkemesinin, sulh hukuk yargıcının tedbir almasını uygun görmüştür. Bu, son derece doğru bir öngörüdür, yaklaşımdır; ancak, sulh hukuk yargıcının aldığı karara, uyguladığı tedbire karşı, asliye hukuk mahkemesinde itiraz yolunun açılmış olması doğru değildir. Komisyondaki tartışmalar sırasında da belirttim, bu, işi sulandırmaktır, ailede şiddetin önlenmesine ilişkin sulh hukuk mahkemesine verilen denetim yetkisini etkisizleştirmektir.

Bakınız, burada, mahkemeye denetim yetkisi verilirken, yasa, hâkime seçenek imkânı vermiştir. Yargıç, pek çok tedbirden bir veya birkaçını, birlikte ve ayrı ayrı alabilecektir. Bu, çok doğru bir yaklaşımdır. Neden; olay özellik arz edebilir; birden ziyade tedbirin, şiddet veya fizikî baskının hemen geciktirilmeden ortadan kaldırılması için uygulanmasını zorunlu kılabilir. Alınan bu tedbirlerin hemen, geciktirilmeden etki göstermesi ve etkili olması için, sulh hukuk mahkemesinin kararının kesin olması gerekir. Üç gün içerisinde o yer asliye hukuk mahkemesine itiraz edebilmesi, tedbirin önemini ortadan kaldırır, etki alanını daraltır.

Değerli milletvekilleri, aile, geleneklerimize göre, mahremiyeti en çok olan toplumsal kurumlarımızdan biridir ve en önemlisidir. Öyleyse, işin mahiyeti ve özelliği gereği, alınacak tedbirle, aile içi şiddet ve baskı, bıçakla kesilir gibi kesilmeli ve şiddet ortadan kaldırılmalıdır. Onun için, sulh hukuk mahkemesi kararı kesin olmalıdır. Aksi takdirde, asliye hukuk mahkemesinde itiraz yolunun açılmış olması, mahremiyeti olan ailenin içerisine yeni bir müdahalenin yolunu açmaktır, tedbirin etkisini zamana yaymaktır, olaya yeni bir tartışma getirmektir. Bu, doğru değildir; çok fazla müdahale aile kurumunu bozabilir, zedeleyebilir.

Genel olarak yasa tasarısı hakkında söyleyeceklerim bunlardır.

Bir de metinler konusunda bazı şeyler söylemek istiyorum ve bu konuda Komisyonumuzun Sayın Başkanının da dikkatini çekmek istiyorum. Yasanın 1 inci maddesinde (a), (b), (c), (d) bentlerinde “diğer eş” tabiri kullanılmaktadır. Türk Medeni Kanununda “diğer eş” diye bir tabir yoktur. O nedenle, bu deyim yerine “diğer eş” yerine, sadece “eş” tabirini kullanmak gerekir.

Hepinize saygılar sunuyorum, sevgiler sunuyorum. (CHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Sayın Tekdal, Komisyon adına söz talebiniz mi var efendim?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET TEKDAL (Ankara) – Evet efendim.

BAŞKAN – Yerinizden mi konuşacaksınız efendim?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET TEKDAL (Ankara) – Evet, Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun.

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET TEKDAL (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ailenin Korunmasına Dair Kanun Tasarısı, 9 Mayıs 1997 günü, Meclis Başkanlığınca Komisyonumuza havale edilmiş ve 14 Mayıs 1997 günü gündeme alınmıştır. Bu müzakereler vesilesiyle, birkısım Komisyon üyesi milletvekillerimize ve özellikle Refah Partili üyelere, haksız bir şekilde, gerçekdışı beyanlarla, kamuoyu nezdinde “dayakçı milletvekilleri” diye ithamda bulunulmuştur. Yapılan haksız itham ve isnatların gerçekle ilgisi olmadığı ve Adalet Komisyonumuzun toplantıya kalıtan tüm üyelerinin iyi niyetle ve müspet yaklaşımla katkıda bulundukları hususunda Yüksek Heyetinize doğru bilgi verme ihtiyacını hissettiğim için söz aldım.

14 Mayıs günü gündeme alınmış olan bu tasarıyla ilgili müzakereler sırasında, tasarı Türk Kanunu Medenisi çerçevesinde değerlendirilebilir mi düşüncesiyle, Türk Kanunu Medenisinin 24, 24/A, 130,137, 161, 162, 164, 260 ve 272 nci maddeleri çerçevesinde düzenleme yapılabilir düşüncesiyle bu 9 madde metni çoğaltılmış ve Komisyon üyelerine dağıtılmıştır; müzakereden önce, yani, gündemde görüşüleceği günden önce dağıtılmıştır. Gündeme alındığı gün konu müzakere edilmiş ve Komisyon üyeleri, konunun alt komisyona havalesini talep etmişlerdir. Bu talep dikkate alınarak gerekli oylama yapılmış ve alt komisyona havalesi kabul edilmiş; 5 kişilik bir alt komisyon teşekkül etmiş; bu alt komisyon, 22 Mayıs günü raporunu vermiş, tekrar kurulumuza intikal etmiş; 5 Haziran günü konu tekrar görüşülmüş ve karara bağlanmıştır.

Hal böyle iken, 20 Mayıs tarihli bir gazetede, Adalet Komisyonu üyesi bazı milletvekillerine “dayakçı milletvekili” diye kamuoyu nezdinde ithamda, haksız isnatlarda bulunulmuştur. Bütün Adalet Komisyonu üyelerimizin bu isnatlardan, bu ithamlardan beri olduğunu ve yakışıksız ithamda bulunulduğunu Genel Kurul huzurunda ifade etmek istiyor ve Komisyon üyelerinin tümüne, yaptıkları katkılardan dolayı teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ayrıca -zannediyorum, oylamadan önce dikkate alınması gerektiği için ifade etmem gerekir- Meclisimizin Kanunlar ve Kararlar Müdürlüğü uzmanları, haklı olarak bir ikazda bulundular. Hukukçuların da çoğu zaman “Türk Medeni Kanunu” diye ifade ettikleri kanunun ismi “Türk Kanunu Medenisi”dir. Dolayısıyla, 1 inci maddede geçen “Türk Medeni Kanunu” tabirinin “Türk Kanunu Medenisinde” şeklinde bir redaksiyona tabiî tutulması zarureti vardır.

Bu hususları Genel Kurulun bilgisine arz etmek ihtiyacını hissettim.

Sayın Genel Kurul üyelerine ve Sayın Başkana saygılar sunuyorum.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tekdal.

Bahsettiğiniz biçimde 1 inci maddedeki düzeltmeyi, maddenin oylaması sırasında Genel Kurulun bilgisine sunarak, uyarınız doğrultusunda yapacağız efendim.

Sayın Bakan, sizin söz talebiniz var mı efendim?

DEVLET BAKANI IŞILAY SAYGIN (İzmir) – Evet efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

ERSÖNMEZ YARBAY (Ankara) – Benim şahsî söz talebim vardı.

BAŞKAN – Sayın Yarbay, şahsî söz talebiniz var; Hükümetten sonra, son söz milletvekiline ait, biliyorsunuz; söz talebiniz kayıtlı efendim.

Buyurun Sayın Bakan.

DEVLET BAKANI IŞILAY SAYGIN (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; her konuşmamda belirttiğim gibi, basınımız tarafından da devamlı kamuoyuna intikal ettirilen aile içi şiddet olaylarını önlemek amacıyla, hepinizin bildiği gibi, 1996 Eylül ayında, Türk Ceza Kanununun 456, 457 ve 478 inci maddelerinde değişiklik öngören kanun tasarısını hazırlayarak Başbakanlığa sunmuştuk; ancak, taleplerimizin, Türk Ceza Kanununun tümü üzerinde yapılacak çalışmalar çerçevesinde ele alınması uygun görüldüğünden, bu çalışmalar zaman alacağından, konuya hızlı çözüm bulmak amacıyla, 1997 Şubat ayında, Adalet Bakanlığımızla birlikte “kadına yönelik aile içi şiddet” konusunda bir şûra toplantısı düzenledik. Bunu takiben, Adalet Bakanlığı uzmanlarıyla ortaklaşa çalışarak, Ailenin Korunmasına Dair Yasa Tasarısını hazırlayıp Adalet Komisyonuna sunduk. Bildiğiniz gibi, daha sonra, konu, Adalet Komisyonunda tartışılarak alt komisyona sunuldu.

Efendim, her şeyden evvel, şöyle bir genel bilgi vermek istiyorum; başbakanlık Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğü tarafından yaptırılan bir araştırmada, çekirdek ailelerde ev içi şiddetin yoğun olarak yaşandığı ortaya çıkmakta.

Yine, 1994 yılında, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığınca yaptırılan bir başka araştırmada, ailelerin yüzde 34’ünde fiziksel şiddet, yüzde 53’ünde sözlü şiddetin uygulandığı tespit edilmiştir.

Aile içi şiddeti önlemek amacıyla hazırlamış olduğumuz bu yasa tasarısı alt komisyonda değişikliğe uğradığında, bizim istemediğimiz bazı konular öne çıktı; ancak, Ailenin Korunmasına Dair Kanun Tasarısının, Bakanlar Kurulunun ve Adalet Bakanlığı ile Devlet Bakanlığının müştereken kabul etmiş olduğu metninin aynen kabul edilmesini istiyoruz, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonunda yapılan değişiklik ve ilavelerin taslaktan çıkarılmasını talep ediyoruz; çünkü, bunlar, taslakta yer aldığı müddetçe, kanunun ruhuna aykırı olacaktır.

Çekirdek aile, ana, baba ve çocuklardan oluşmaktadır. Bu yasa tasarısıyla çekirdek ailenin korunması amaçlanmaktadır. Ayrıca, Anayasanın 41 inci maddesinde, ailenin, Türk toplumunun temeli olduğu ve devletin, ailenin huzur ve refahı ile özellikle kadın ve çocukların korunmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alacağı açıkça ifade edilmektedir. Bu nedenle, yasa tasarımız Bakanlar Kurulunda kabul edildiği şekliyle geçmeli “aynı çatı altında yaşayan bireyler” eklemesiyle geniş aile ele alınmamalı, kanunun uygulanışı zorlaştırılmamalıdır.

Az evvel, şahsı adına söz alan değerli milletvekilimiz Ahmet Güryüz Ketenci de aynı konulara değindi. Kendisine teşekkür ediyorum; bizim düşüncelerimizi aynen nakletti.

Kusurlu eşin, genel hükümlere göre itiraz hakkı vardır; yani, sulh hukuk mahkemesine itiraz edebilir. Asliye hukuk mahkemesine itiraz hakkı sağlamak, kusurlu eşe ek bir itiraz hakkı sağlamak anlamını taşımakta, zaman kaybına neden olmakta; ayrıca, zaten şiddet mağduru olan kadın ve çocukların bu süre zarfında daha çok mağdur olmasına sebep olmaktadır.

Efendim, hazırlamış olduğumuz bu yasa tasarısıyla, Adalet Bakanlığı ile Devlet Bakanlığı olarak bizim müştereken hazırlamış olduğumuz bu yasa tasarısıyla, Amerika Birleşik Devletleri, Avustralya, Yeni Zelanda, İngiltere, Almanya, İrlanda, Norveç ve Malezya gibi ülkelerdeki, koruma emrinin Türk hukuk sistemine dahil edilmesiyle -biz de amaçlamış bulunuyoruz bu kanunla- hâkimin, kusurlu eşi uyarması, eşini sık sık döven kusurlu eşe “dövme, tehdit etme” diyerek uyarıda bulunulması sağlanmaktadır. Buna göre, hâkim, uygun göreceği bir süre zarfında -en fazla 6 ay- kusurlu eşi izleyecek; hâkimin uyarısına bu süre zarfında uymayan kusurlu eş, hapisle cezalandırılacak; uyarsa, çift, kısa bir süre içinde, şiddete başvurmadan huzur içinde yaşamayı öğrenecek.

Efendim, tabiî, reform niteliğinde olan bu yasayla, mağdur olan kadın ve çocukların veya komşularının, yakınlarının şikâyetiyle olaya müdahale edilecek. Şu an yürürlükte olan yasaya göre, bildiğiniz gibi, “aile içi meseledir” diye, polis, herhangi bir şekilde müdahale edemiyor. Sulh hukuk mahkemesi hâkimi, kusurlu eşe, şiddet uygulamamasını, korkutmamasını, evden uzaklaşmasını, eşyalarına zarar vermemesini, işyerinde rahatsız etmemesini, içkili olarak eve gitmemesini veya evde içki içmemesini ihtar edebilecek. Yani, sulh hukuk hâkiminin takdirine kalmış bir konu. Bu ve buna benzer uyarılara verilen süre içinde kişi uymadığı takdirde, o zaman, 3 ile 6 ay arasında ceza alabilecek; yani, sulh hukuk hâkiminin uyarılarına ve kanuna uymadığı için, 3 ile 6 ay arasında ceza verilebilecek.

Hepinize teşekkür ederim. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Şahsı adına, Sayın Ersönmez Yarbay; buyurun.(RP sıralarından alkışlar)

ERSÖNMEZ YARBAY (Ankara) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Ailenin Korunmasına Dair Kanun Tasarısı, önemli bir adımdır. Bu konuda, Türkiye’de bir yasal düzenlemeye belki ihtiyaç vardır; ancak, konu, sadece bir yasa meselesi değildir, bir kültür meselesidir.

Biraz önce, Sayın Bakan, aile içerisinde yüzde 34 fiziksel şiddet, yüzde 54 sözel şiddetten bahsetti. Bir defa, eğer bu rakamlar doğruysa, o zaman -hepimiz- problemli bir toplumuz demektir; çünkü, yüzde 34... Yani, ailelerin yüzde 54’lük bölümünde problem var ve böyle problemli bir toplumla karşı karşıyayız demektir.

Ben, Sayın Bakan kadar karamsar değilim. Türkiye, maalesef, bir istatistik fuarı. Bu kanun tasarısı buraya getirilirken, gerekçeleriyle birlikte getirilmeliydi. Yani -yuvarlak- kaç kişi üzerinde yapılmış, nasıl yapılmış olduğu belli olmayan bir araştırma üzerine bir yasa çıkarmaya gerek yok diye düşüyorum.

“Ancak, son yıllarda, aile içi şiddet olayları toplumumuzu sarsar boyutlara ulaşmıştır.” Bu görüş, bence doğru değildir. Son yıllarda iletişim vasıtaları arttığı için, iletişim vasıtaları arttığından dolayı, haberleşme olayı vuku buluyor ve artık, Ağrı’da olan olay, İstanbul’da olan olay, İzmir’de olan olay anında evlerimize ulaştığı için, biz, son yıllarda şiddet olaylarının arttığını zannediyoruz. Halbuki, Türkiye, Allah’a şükür, iyiye doğru gidiyor ve gün geçtikçe, aile içi şiddet olayları da azalıyor.

Ancak, aile içi şiddet olaylarının daha da azalması için, bizim, eğitim ve kültüre ağırlık vermemiz gerekiyor. Kadınlarımızın, hâlâ, yüzde 20’si okuma yazma bilmiyor. Ankara’da 2 milyon seçmenin 400 bini okuma yazma bilmiyor, okuma yazma bilmeden oy kullanıyor. Dolayısıyla, kültürel bir boşluk, eğitim boşluğu sebebiyle, aile içi şiddet devam etmektedir.

Aile içi şiddet yalnız başına değil; emniyette de aynı şiddet devam ediyor, devlet dairelerinde de aynı şiddet devam ediyor. Devlet dairelerine giden vatandaş, maalesef, devlet dairelerinde de şiddetle karşılaşıyor, emniyette de -icabında- şiddetle karşılaşabiliyor. O sebeple, bu olay, bir toplumsal olaydır, bir kültürel olaydır, bir eğitim olayıdır. Biz, eğitime ağırlık vermek durumundayız.

Diğer bir konu, olayın ekonomik boyutu vardır. Maalesef, kadınlarımızın yüzde 80’i, ekonomik bağımsızlığını kazanamamış, ekonomik bağımsızlığı olmayan kişilerdir. Dolayısıyla, biz, kadınımızı ekonomik bağımsızlığına kavuşturduğumu zaman, bu ekonomik bağımsızlık arttıkça, aile içi şiddet de azalacaktır.

Diğer bir sorun da, kentlere olan göçtür. İnsanlarımız hızla kentlere göçmekte ve bugün nüfusun yüzde 62’si kentlerde yaşamaktadır. Ancak, bu insanlar kentlere göçtüğü zaman hemen kent kültürünü benimsememekte, kırsal kesimdeki âdetlerini, geleneklerini, göreneklerini devam ettirmeye çalışmaktadırlar. Bu da, kent-kırsal kesim çatışmasını meydana getirmekte; dolayısıyla, şiddetin bir başka boyutunu oluşturmaktadır.

Kanun tasarıları geçtikten sonra, Sayın Bakandan ve diğer bakanlardan önemli bir istirhamım var. Kanun tasarıları burada kanunlaşıyor, üzerinden bir yıl geçiyor, iki yıl geçiyor; çıkarmış olduğumuz kanunlar faydalı mıdır, zararlı mıdır; istatistiksel rakamlar ne noktaya gelmiştir, iyiye mi gidiyor, kötüye mi gidiyor; maalesef, bir bilgi verilmiyor.

Bundan birkaç ay önce, bütün partilerin ittifakıyla burada bir Trafik Kanunu çıkarıldı. Hepimiz, bu Trafik Kanununu çıkardığımız zaman, trafik sorununun hemen çözüleceğini, kazaların böyle bıçak gibi kesileceğini, yollarda ölen altıbin kişinin hemen ikibin rakamına düşeceğini falan söyledik; ancak, gördük ki, cezalar çok artırılmasına rağmen ve çok önemli müeyyideler getirilmesine rağmen, trafik kazaları, eskisine göre daha çok arttı. İçişleri Bakanı aramızda mı bilmiyorum. Son üç ayda, bu Kanunun çıkarıldığı günden bugüne kadar, hangi noktalarda aksaklık var, trafik kazaları neden daha çok artıyor; bu konuda bilgi verilmesi lazım.

Bu kanun tasarısına, tabiî olumlu oy kullanacağız ve olumlu bir gelişmedir diye değerlendiriyoruz; ancak, bir sene sonra, Sayın Bakanımızdan -tabiî, Hükümetin bir senelik ömrü olur mu, olmaz mı bilmiyorum; ama, devlette devamlılık esastır- beklentimiz şu: Şu anda bu kanun çıktığı zaman olay hangi noktadan ele alındı ve bir sene sonra bu kanunla birlikte ne kadar bir gelişme sağlandı; doğrusu, bütün kamuoyu merakla bekliyor. Yoksa, kanunları çıkarmak önemli değil. Binlerce kanun var; ancak, binlerce kanun olmasına rağmen, sorunlar çözülmüyor, çözümlenemiyor; çünkü, sorunların temelinde kültürel konular var, sorunların temelinde ekonomik konular var, sorunların temelinde toplumsal olaylar var. Dolayısıyla, biz, kanun çıkarmadan çok, zihniyetleri değiştirerek ve eğitime ağırlık vererek bu konuları çözebiliriz.

Bu düşüncelerle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Tasarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Tasarının maddelerine geçilmesi kabul etilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

AİLENİN KORUNMASINA DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1. – Türk Medeni Kanununda öngörülen tedbirlerden ayrı olarak, eşlerden birinin veya çocukların veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerinden birinin aile içi şiddete maruz kaldığını kendilerinin veya Cumhuriyet Başsavcılığının bildirmesi halinde, Sulh Hukuk Mahkemesi re’sen meselenin mahiyetini göz önünde bulundurarak aşağıda sayılan tedbirlerden bir ya da bir kaçına birlikte veya uygun göreceği benzeri başkaca tedbirlere de hükmedebilir :

Kusurlu eşin;

a) Diğer eş’e veya çocuklara veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerine karşı şiddete veya korkuya yönelik davranışlarda bulunmaması,

b) Müşterek evden uzaklaştırılarak bu evin diğer eş’e ve varsa çocuklara tahsisi ile diğer eş ve çocukların oturmakta olduğu eve veya iş yerlerine yaklaşmaması,

c) Diğer eşin, çocukların veya aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerinin eşyalarına zarar vermemesi,

d) Diğer eşi, çocukları veya aynı çatı altında yaşayan aile bireylerini iletişim vasıtalarıyla rahatsız etmemesi,

e) Varsa silah ve benzeri araçlarını zabıtaya teslim etmesi,

f) Alkollü veya uyuşturucu herhangi bir madde kullanılmış olarak ortak konuta gelmemesi veya ortak konutta bu maddeleri kullanmaması.

Yukarıdaki hükümlerin tatbiki maksadıyla öngörülen süre altı ayı geçemez ve kararda hükmolunan tedbirlere aykırı davranılması halinde tutuklanacağı ve hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmedileceği hususu kusurlu eş’e ihtar olunur. Bu karara karşı tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren üç gün içerisinde aynı yer Asliye Hukuk Mahkemesine itiraz edebilir. Asliye Hukuk Mahkemesi itirazı üç gün içinde sonuçlandırır. Bu karar kesindir. İtirazlar verilen tedbir kararının uygulanmasını tehir etmez.

Hakim bu konuda mağdurların yaşam düzeylerini göz önünde bulundurarak tedbir nafakasına hükmeder. Birinci fıkra hükmüne göre yapılan başvurular harca tabi değildir

BAŞKAN – Madde üzerinde, Refah Partisi Grubu adına, Sayın Mehmet Bedri İncetahtacı; buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakika Sayın İncetahtacı.

RP GRUBU ADINA MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ailenin Korunmasına Dair Kanun Tasarısı üzerinde, Refah Partimiz adına söz almış bulunmaktayım. Sözlerime başlamadan önce, bir hususu tavzih etmekte fayda olacağı kanaatindeyim. Biraz evvel, gerek Sayın Dr. Ülkü Güney ve değerli Cumhuriyet Halk Partili milletvekilimiz Ahmet Güryüz Ketenci, daha önce konuşan milletvekilleriyle ilgili olarak “kürsüyü işgal ettiler” gibi bir tabir kullandı. Sanıyorum, bu, maksadını aşan bir sözdür. “İşgal” kelimesi, bulunması gerekmeyen bir yeri zorla, tecavüzle ele geçirenler için kullanılır. O iki milletvekilimizin kullanması gereken kavram “meşgul etmek” olmalıdır. Türkçeyi doğru konuşmak mecburiyetindeyiz, birbirimizle diyalog kurabilmek için.

AHMET TAN (İstanbul) – “İşgal” ile “meşgul” aynı kökten...

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Devamla) – “İşgal” kelimesini, gerek Cumhuriyet Halk Partili arkadaşımızın gerek Anavatan Partisi Grup Başkanvekilinin sehven kullandığını düşünüyor ve öyle kabul ediyorum; aksi takdirde, aileden konuşuyoruz ve aile deyince aklımıza saygı gelir, sevgi gelir; saygıdan ve sevgiden mahrum olan bir kavramı burada dile getiren bir milletvekilinin, hele bir grup başkanvekilinin olacağını tahmin etmek istemiyorum.

Değerli milletvekilleri, tabiî, ailede şiddet denildiği zaman, hepimizi üzüntüye sevk eden, kendimizde veya akrabalarımızda olmasa da, her akşam televizyonlarda buna benzer olayları izleyerek üzüntü duyduğumuz bir hadiseyi görüşüyoruz.

Değerli Bakanımızın ve değerli Komisyon Başkanımızın ve üyelerinin, inanıyorum, dikatle hazırlayıp getirdikleri bu kanun tasarısı, bu noktada alınmış ve ileriye doğru önemli birtakım faydalar getirecek bir karardır, önemli bir adımdır. Ancak, tabiî, hadisenin daha önemli boyutları da vardır. Ben, bunları, vaktim ölçüsü içerisinde arz etmeye çalışacağım.

Değerli milletvekilleri, önce şunu bilmek gerekir ki, aile, iki kişinin hür iradesiyle kurulur. Bizim eski hukukumuzda ona “icap ve kabul” derler. Yani, birisi evlenmeyi teklif eder - evlenmeyi teklif eden bu insan, hanım da olabilir, erkek de olabilir- diğer eş de bunu kabul ettiği zaman, hür iradeleriyle iki insan bir araya gelirler. İşte, hür iradeleriyle oluşan bu kurumun oluşumunda, dikkat ederseniz, başka bir unsur yoktur; sadece, evlenmeyi teklif eden bir eş ve evlenmeyi kabul eden diğer eş vardır.

İşte, emin olunuz ki, bu, hür iradeleriyle evlenen iki şahsın saadetine engel olan ve daha sonra -bugün görüştüğümüz- şiddete sebebiyet veren bütün unsurlar harici müdahalelerle olmuştur ve bu müdahaleleri yapanların başında, maalesef, devlet anlayışımız, devletçi tecavüzkâr anlayışımız gelmektedir.

Biz devlet olarak, biz vatandaş olarak, biz sosyal, sivil örgütler olarak, eğer aileye müdahale etmekten vazgeçersek, hele basın -bilahassa görsel basını kastederek söylüyorum- aileyi, ailenin istediği gibi değil de kendi patronlarının istediği gibi yönlendirmekten vazgeçerse, göreceklerdir ki, çok kısa zamanda ailede şiddetin aşağıya doğru inmeye başlaması söz konusu olacaktır. Dolayısıyla, birbirleriyle, hür olarak, kabul ederek, saygı ve sevgi çerçevesi içerisinde bir araya gelen iki insanın şiddete başvurmasının hiçbir sebebi yoktur; yeter ki, bu hür irade muhafaza edilebilsin.

Bizim, çok eski dinimiz Şamanizmden kalan bazı kötü geleneklerimiz var. Öncelikle bunlar etki yapıyor. Bir de Batıdan gelen, bilhassa son dönemde feminist akımların aileyi etkilemesiyle oluşan, iki kişiyi -yani, eşleri- birbirine dost değil de rakip iki insan gibi gösteren akımların da şiddette çok büyük tesiri olmaktadır, şiddete sebep olmaktadır.

Muhterem milletvekilleri, üçüncü bir hususu da arz etmek istiyorum. Ülkemizde, çok uzun bir zamandan beri “kadın mı üstündür erkek mi üstündür” gibi çok saçma bir tartışma yapılmaktadır. Halbuki, bizim toplumumuz, bu konuyu çok basit bir düşünceyle, çok tabiî bir düşünceyle çözmüştür. Şimdi, kırsal kesimlere kadar gidiniz ve sorunuz, bunun cevabını size verirler. Nedir; kadın ve erkek, eşdeğer iki varlıktır. Üstünlük veya üstün olmama vasfı, sadece fizyolojik bir hadisedir; yaradılış itibariyle, hanımefendilerin üstün olduğu noktalar vardır, beyefendilerin üstün olduğu noktalar vardır. Bu hiçbir problem değildir. Problem, hanımların ve beylerin aile içerisinde ve aile dışında eşdeğer kabul edilip edilmemesidir.

Şimdi, bakıyorsunuz, bir siyasî parti –isim vermek istemiyorum– “ben kendi politikamda, kendi siyasî düşüncemde veya çalışmalarımda hanımlara bir kontenjan tanıyacağım” diyor. Hayır, buna hakkınız yok; çünkü, hanımlar ve beyler eşdeğerdir. Onlardan hangisi bu işi yapmaya kararlıysa ve bunu yapmaya layıksa -sayısı kaç olursa olsun- ona yer verirsiniz veya hiç yer vermezsiniz. O sadece talep edenle... (DSP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın İncetahtacı, lütfen siz devam edin.

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Devamla) – Dinler misiniz efendim. Ben devam edeceğim. Sizin üzerinize alınmanıza lüzum yok, ben ortaya söylüyorum.

Bu eşdeğer meselesi üzerinde durmamız lazım. Eşdeğer... Bizim inancımızda da böyledir; gerek aile dışı çalışmaları gerekse aile içi çalışmaları, eşdeğer olan iki insan arasında paylaştırılmıştır. Bizim Peygamberimizin kendi evinde ev işlerine yardım ettiğini, birçok ağır ev işini hanımıyla beraber yaptığını, çok açık ve net kaynaklardan biliyoruz; dışarıda da, hanımlarının, kendisinin içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik konumu değerlendirerek, ondan isteklerde bulunduğunu da biliyoruz. Bizler için çok güzel bir numune olan O’nun aile tipinin, toplumumuzca benimsendiği ve insanların, evlenirken, onları örnek alacak bir düşünceyle bir araya geldiklerini de biliyoruz. Böyle yapan ailelerde, şiddetin, hemen hemen sıfıra indiğini biliyoruz; çünkü, örnek aldıkları insanın, kesinlikle, hanımına karşı, hanımlarına karşı bırakın şiddeti, en ufak kötü bir davranışı söz konusu olmamıştır. “Peki, niye böyledir” sorusunu, şimdi tekrarlayarak ifade etmek istiyorum: Değerli arkadaşlarım, çünkü dışarıdan müdahaleler, hür iradeleriyle bir araya gelen insanların birbirine düşman, rakip olmasına sebebiyet vermiştir. Bunun sebepleri, felsefî, ahlakî ve teolojiktir. Vaktimiz kısa olduğu için, bunun üzerinde durmak istemiyorum.

Yalnız, bir hususu da, burada, arz etmeden geçemeyeceğim. Eşler arasında, belli zamanlarda, kalıcı olmayan birtakım problemler olabilir. Bu problemleri, kalıcı problemler gibi görüp hemen müdahale ederek olayı büyütmenin de bir faydası yoktur.

Dolayısıyla, bu konuda, 1 inci maddeyle ilgili bir önergemiz vardır. Bu önergeyi, Sayın Bakanımızın, Sayın Komisyon Başkanımızın ve değerli milletvekillerinin değerlendirmesini, dikkate almasını rica ediyorum ve kısaca arz ediyorum: Bu önergemizde, Ailenin Korunmasına Dair 335 sıra sayılı Kanun Tasarısının 1 inci maddesinin “yukarıdaki hükümlerin tatbiki” diye başlayan paragrafına “ancak, mağdurun şikâyet etmekten vazgeçmesi veya şikâyetçi olmadığını beyan etmesi halinde, bir defaya mahsus olmak üzere, yukarıdaki hüküm uygulanmaz” ibaresinin eklenmesini az ve teklif ederiz diyoruz; çünkü, bir atasözümüz vardır: “Ailede münakaşa evliliğin tuzudur. Tabiî, bu, kıvamında kalmak kaydıyladır. İşte, kıvamında bırakacak bir münakaşa mıdır, yoksa şiddete yönelik bir münakaşa mıdır, bunu tespit edebilmek için de, bu işe mühadale edecek Sulh Ceza Mahkemesinin, biraz teenniyle olaya yaklaşmasında fayda mülahaza ettiğimiz için bu önergeyi verdik.

Daha sonraki maddelerde görüşlerimizi açıklamaya devam edeceğimizi beyan eder; hepinizi saygıyla selamlarız. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Gruplar adına başka söz talebi?.. Yok. Var mı efendim?..

İ. CEVHER CEVHERİ (Adana) – Doğru Yol Partisi Grubu adına söz istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Cevheri.

DYP GRUBU ADINA İ. CEVHER CEVHERİ (Adana) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Ailenin Korunmasına Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesi üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini arz etmeye çalışacağım. Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Bu tasarı, sevk edildiği günden beri, gerek komisyonlarda görüşüldüğü aşamada gerekse daha sonraki aşamalarda birtakım spekülasyonlara konu olmuştur. Zaman zaman, arkadaşlarımızın, siyasîlerin, popülizme kaçan bazı yaklaşımlarını, bu konuyu mecrasından saptırıcı ve asıl amacının dışında yorumlamaya yönelik bazı gayretlerine şahit oluyoruz.

Değerli milletvekilleri, öncelikle şunu ifade etmek isterim ki, görüşülmekte olan tasarıyı 54 üncü Hükümet sevk etmiştir, 54 üncü Hükümetin sevk ettiği bir tasarıdır. Adalet Komisyonunda, bütün partilerin mutabakatıyla kabul edilmiştir. Tasarı, Adalet Komisyonunda görüşülürken, alt komisyona havale edilmesi sebebiyle de, Sayın Bakanımızın partimizden kopmasına vesile olmuştur, sebep teşkil etmiştir; bu da, bizim için üzücü bir kayıp olmuştur. Ancak, o gün için, tasarının alt komisyona sevk edilmesi, bir zaruret sonucuydu ve alt komisyonda da, bizce, yararlı bazı değişiklikler tasarıya ilave edilmiştir. Yine, bu aşamada -biraz önce, Komisyon Başkanı Sayın Tekdal’ın ifade ettiği gibi- o günkü iktidara mensup birtakım milletvekili arkadaşlarımız, sırf alt komisyona sevk edilmiş olmasına el kaldırmış olmalarından dolayı, bir büyük gazetede “dayakçı milletvekilleri” olarak teşhir edilmişlerdir. Halbuki, tasarı, gerek alt komisyonda gerekse asıl komisyonda görüşülüp kabul edildiğinde, o günkü iktidara mensup milletvekilleri ve muhalefete mensup milletvekillerinin hiçbirinin gayreti ve katkısını diğerine üstün tutma imkânı kesinlikle mevcut değildir.

Alt komisyonda 1 inci maddeye bir fıkra eklenmek suretiyle, yapılan bir değişiklikle, eş ve çocuklara ilaveten, aynı çatı altında yaşamakta olan diğer aile fertleri de, bu nevi bir şiddete maruz kaldıkları takdirde, tasarının koruma kapsamı içinde mütalaa edilmiştir; geleneksel Türk toplum yapısı dikkate alındığında, aynı çatı altında yaşayan ana, baba, torun, kardeş, kaynana, kayınbaba gibi aile fertlerinin de bu tür bir şiddete maruz kalabileceği öngörülmüştür.

Yine, alt komisyonda yapılan bir ilave ve asıl komisyonda da kabul edilen bir değişikliği göre, sulh hukuk hâkimince verilecek bu tedbir kararına karşı asliye hukuk hâkimliğine itiraz yolu açılmıştır. Bu konuda bazı arkadaşlarımızın eleştirileri söz konusu olmuştur. Biraz önce, tasarının tümü üzerinde konuşurken, Sayın Ketenci’nin de bu konudaki itirazlarını dinledik.

Değerli milletvekilleri, öncelikle şunu söylemek isterim ki, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 101 ve devamı maddelerinde, aile hukuku da dahil olmak üzere, hukuk mahkemelerince verilecek tedbir kararları düzenlenmiştir. Hükümet, tasarıyı sevk ederken, usul kanunundaki bu hükümlerden ayrı bir tedbir şekli öngörmüştür. Haddizatında, bu hükümler konmasa dahi, aile içi şiddete maruz kalan fert, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu gereğince tedbir alınmasını isteyebilir. Ancak, mezkûr kanunun 109 uncu maddesi, tedbir kararından itibaren on gün içerisinde dava ikame edilmemesi halinde, tedbirin kendiliğinden kalkacağını öngörmüş olduğundan ve burada, Hükümet tarafından, uzunca sürmesi öngörülen bir tedbir düşünüldüğünden, ayrı hükümler vazedilmiştir.

Burada tartışma konusu olan, sulh hukuk hâkiminin vermiş olduğu karara karşı asliye hukuk hâkimine itiraz yolunun açılmasıdır. Esasen, tasarıda, Komisyonda yapılan bu değişiklik olmasa dahi, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 107 nci ve 108 inci maddeleri gereğince, gıyapta verilmiş tedbir kararlarına karşı itiraz mümkündür. Zira, gıyapta verilen bir karara karşı hukukî müracaat yolunun tamamen kapatılmasını hukuk mantığıyla açıklamak mümkün değildir. Hakkın kötüye kullanılması ve tek bir yargılama makamının yanıltılabileceği ihtimalini, kanun koyucu dikkate almak ve müracaat yolunu açık tutmak durumundadır. Kaldı ki, Hükümetin sevk ettiği tasarıda, sadece, sulh hukuk hâkimince tedbirlere hükmedileceği belirtilmiştir; kararın kesin olduğundan bahsolunmamaktadır; bunun doğal sonucu da, 107 nci madde gereğince itirazın yapılabileceğidir.

1 inci maddeyle ilgili olarak verilmiş iki değişiklik önergesinden bir tanesinde -Sayın Lale Aytaman ve arkadaşlarınca verilmiş değişiklik önergesinde- bu itiraz yolu kaldırılmıştır, yani madde metninden çıkarılmıştır. Ancak, bu arkadaşlarımın dikkatine şunu sunmak istiyorum ki, burada getirilen itiraz yolu, özel hüküm niteliğindedir. Bu hüküm kaldırıldığı veya madde metninden çıkarıldığı takdirde, kararın kesin olduğundan bahsolunmadığı müddetçe, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 107 nci maddesindeki sulh hukuk hâkiminin vereceği tedbir kararına karşı itiraz yolu her zaman mümkündür ve caizdir.

 

Demek oluyor ki, burada, 1 inci maddedeki bu itiraza karşı çıkan değerli arkadaşlarımız, sulh hukuk hâkimine itirazı kabul ediyorlar da, asliye hukuk hâkimine itirazı sakıncalı buluyorlar; böyle bir durum ortaya çıkıyor. O bakımdan, bu konunun bir kere daha gözden geçirilmesinde fayda var. Bu konuda itirazı olan arkadaşlarımız, bu maddenin sonuna eklenmek üzere, sulh hukuk hâkimince verilecek tedbir kararının kesin olacağına dair bir değişiklik önergesi vermedikleri sürece, genel hüküm niteliğindeki 107 nci maddedeki itiraz yolu açık kalmaya devam edecektir.

Değerli milletvekilleri, Sayın Bakanımızın, biraz önce Hükümet adına açıkladığı görüşlerinde, asliye hukuk mahkemesine yapılacak itirazın ek bir itiraz olduğuna dair görüşlerine de katılmak mümkün değildir. Burada, komisyondan geçtiği şekliyle, tasarıyla getirilen itiraz yolu, 107 nci maddedeki itiraz yolu yerine ikame edilen bir usuldür, bir yoldur, yöntemdir; o bakımdan, ek bir itiraz yolu getirmesi söz konusu değildir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tasarının, Adalet Komisyonundan geçtiği şekliyle kanunlaşmasında, Doğru Yol Partisi olarak fayda mütalaa ettiğimizi beyan ediyorum; Yüce Meclisi, bu vesileyle en derin saygılarımla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Cevheri.

Görüşmelere kaldığımız yerden devam etmek üzere, saat 20.00’ye kadar birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati: 19.08

 

 

 

 

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 20.00

BAŞKAN: Başkanvekili Uluç GÜRKAN

KÂTİP ÜYELER: Ali GÜNAYDIN(Konya), Zeki ERGEZEN(Bitlis)

 

 

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 134 üncü Birleşiminin Üçüncü Oturumunu Açıyorum.

VII. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN

DİĞER İŞLER (Devam)

2. – Ailenin Korunmasına Dair Kanun Tasarısı ve AdaletKomisyonu Raporu (1/597) (S. Sayısı :335) (Devam)

BAŞKAN – Ailenin Korunmasına Dair Kanun Tasarısının görüşmelerini sürdürüyoruz.

Komisyon ve Hükümet yerlerini aldılar.

Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi Grupları, 1 inci madde üzerinde görüşmüşlerdi.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Ahmet Güryüz Ketenci; buyurun.

CHP GRUBU ADINA AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önce, bir meseleyi tespit etmek istiyorum. Gaziantep milletvekili değerli arkadaşım, daha önce, yasa tasarısının tümü hakkında kendi görüşlerimi ifade ederken “işgal” tabirini kullandığımı ifade ederek, bunun maksadını aşan bir ifade olduğunu ve -kullanmamdan ötürü üzüldüğünü zannediyorum- bana yakıştırmadığını söyledi. Bana göre işgal, hukuk dışına çıkmaktır, amaç dışına taşmaktır; haksız ve hukuka aykırı olarak bir yerde bulunmaktır. Eğer, siz, herkesçe bilinen ve tekrar edilmiş birtakım düşünceleri, çok özel bir amaç için, sürekli bir biçimde bu kürsüyü kullanarak ifade ediyorsanız, bu, kürsünün işgali anlamına gelir. Ben, kürsü işgali anlamında kullandım; yoksa, başka bir anlamda ifade etmedim; önce, bunu belirtmiş olayım.

Şimdi, burada, yasanın 1 inci maddesinde, benim üzerinde durduğum iki önemli nokta var; bir tanesi, asliye hukuk mahkemesine yapılan itirazın kaldırılması doğrultusundadır. Bu konuda, Sayın Hükümetin önerisi vardır, ona katıldığımı ifade etmek istiyorum. Bir de, terim bakımından, sulh hukuk mahkemesi, medenî hukukta sulh hukuk yargıcıdır; mahkeme yoktur; yani, yargıç veya hâkim tabiri kullanılır. Sayın Başkan, Sayın Komisyon Başkanımızın dikkatini çekmek istiyorum; burada “sulh hukuk mahkemesi” tabiri yerine, sulh hukuk yargıcı veya hâkimi tabirini kullanmak gerektiğini ifade ediyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ketenci.

Gruplar adına başka söz talebi?.. Yok.

Şahsı adına, Sayın Sıtkı Cengil; buyurun.

SITKI CENGİL (Adana) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; sözlerime başlarken, hepinizi hürmetle selamlıyorum.

Tabiî, biraz önce konuşan, Cumhuriyet Halk Partisine mensup arkadaşımız “kürsü işgali” dedi. Maalesef, biz de, hep, Cumhuriyet Halk Partisinin bu dayatmacı zihniyetini eleştiriyoruz, reddediyoruz; her seferinde de, maalesef, bizi buna mecbur bırakıyorlar. Keşke, bunu söylememiş olsaydı, ben de vaktimin, az da olsa bir bölümünü buna ayırmamış olsaydım.

Değerli arkadaşlar, ben, bu tasarı üzerinde görüşlerimi belirtirken olaya iki perspektiften bakmak istiyorum. Kanunun genel gerekçeler bölümünde de dercedildiği gibi, Türk toplumunun temelini aile oluşturmaktadır. Buradan da anlaşılıyor ki, toplumun sağlam olabilmesi için ailelerin de sağlam olması lazım. Haliyle, aileler de fertlerden oluştuğuna göre, sağlam ailelerin oluşması için de, toplumda sağlam fertlerin bulunması elzemdir.

İnsan yapısı, düalist bir yapıdır; yani, tabiri caizse, insan, iki kanatlı kuşa benzer. Bu kanatlardan bir tanesi maddî tarafı, bir tanesi de manevî tarafıdır; yani, din, insan yapısında aslî bir unsurdur. Eğer, siz, bunu ihmal ederseniz, eğer, siz, buna, gerekli ehemmiyeti vermezseniz, insanın şahsiyetinin oluşmasında eksiklikler olur, eksik bıraktığınız taraf olur; yani, şöyle ifade edebiliriz: Siz, dini çerez mahiyetinde görür ve o ehemmiyeti verirseniz, hem şahıs eksik olur hem toplum hem de aile eksik olur; bu konuyu özellikle belirtmekte fayda mülahaza ediyorum. Partili partisiz, yani, hangi partiye mensup olursak olalım, toplumda huzurun sağlanmasını istiyorsak buna azamî dikkati, azamî özeni göstermemiz gerekir.

İşin ikinci boyutu da, bana göre, maddî tarafıdır. Maalesef, bugün, Anadolu’yu gezdiğimiz zaman, bugün, kentlerin varoşlarını gezdiğimiz zaman görüyoruz ki, aile kavgalarının büyük bir bölümü, maddî imkânsızlıktan, maddî zorluklardan çıkmaktadır. Düşünün bir aile ferdini; düşünün bir babayı, akşam eve giderken ekmek götüremeyen bir babayı, boynu bükük olarak aile fertlerinin karşısına çıkan bir babayı ve dolayısıyla, akşama tencereye koyacak bir şey bulamayan ananın durumunu ve sabah okula giderken, çarşıya çıkarken babadan, anadan harçlık isteyen genci, çocuğu düşünün, o ailede huzurun olması mümkün değildir.

NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Adil düzen...

SITKI CENGİL (Devamla) – Evet söyleyeceğim şimdi.

Dolayısıyla, devletin, hükümetlerin bu konuya ciddiyetle eğilmeleri lazım. Tabiî, bu konuya ciddiyetle eğilmek için, ciddî hükümetlerin olması lazım. Bakınız, işbaşına gelir gelmez, yüzde 35 zam yaptık diyorsunuz, daha bu para bankadayken, vatandaşın cebine girmeden, ne yapıyorsunuz, el koyuyorsunuz. İşte, çaya yüzde 40 zam yapıyorsunuz, şekere yüzde 45 zam yapıyorsunuz, ulaşıma yüzde 60 zam yapıyorsunuz; bu da yetmiyormuş gibi, bir sayın bakan çıkıyor diyor ki: “Biz, daha az zam yapacaktık; ama, bozuk para bulamadık, hesaplar düzgün gelsin diye bunu yaptık.” Bir başka bakanımız veyahut da bir başka parti grup yönetim kurul üyesi, yönetim kurulu başkanı “özel arabayla gitmesinler dolmuşa binsinler, otobüse binsinler” diyor. Sanki otobüs benzin yakmıyor, sanki otobüs mazot yakmıyor.

Bir başka, çok daha önemlisi -bunu niçin söylüyorum, toplumun bu sıkıntıları var; ama, bu sıkıntıları varken, yetkili makamdaki insanlar da toplumun fertleriyle, toplumun bu dertleri ortadayken dalga geçmesinler; toplumu bu da ayrıca huzursuz ediyor- dargelirlilerin umut bağladığı, memurun, emeklinin, işçinin, işsizin umut bağladığı bir bakanımız çıkıyor diyor ki: “Bana 5 bin dolar verirseniz konuşurum, 5 bin dolar vermezseniz konuşmam.” Değerli arkadaşlar, bu, devlet anlayışıyla; bu, devlet adamı ciddiyetiyle bağdaşmaz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Cengil, lütfen, toparlayınız.

SITKI CENGİL (Devamla) – Sayın Başkanım, tamamlıyorum.

Bakınız, bu ne demektir biliyor musunuz, siz, puronuzu iki dakikalığına zahmet edeceksiniz, ağzınızdan çıkaracaksınız, iki dakika konuşacaksınız, 5 bin dolar isteyeceksiniz. Bereket versin ki çok fazla talep bulmadı, kimse itibar etmedi, bin dolarlara kadar, yüz dolarlara kadar herhalde düşecek. Bu ne demektir, ben bir hesaplama yaptım; asgarî ücretle çalışan Mehmet Efendinin, sizin iki dakikalık 5 bin dolar almanıza karşılık, 408 800 dakika çalışması demektir. Toplumun bu gerçekleri ortadayken, siz çıkar da vatandaşla dalga geçecek bu tutumları sergilerseniz, ailede de huzursuzluk olur, toplumda da huzursuzluk olur, devlette de huzursuzluk olur. Onun için, bu konular ciddî iştir, ciddî adamlar ister, ciddî hükümetler ister.

Hepinizi hürmetle selamlıyorum. Teşekkür ederim. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Cengil.

Komisyon ve Hükümetin söz talebi?.. Yok.

Şahsı adına, Sayın Memduh Büyükkılıç; buyurun. (RP sıralarından alkşılar)

MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Kayseri) – Sayın Başkanım, kıymetli milletvekili arkadaşlarımız; hepinizi hürmetle selamlıyorum. Öncelikle, 54 üncü Hükümetimizin Başbakanı Muhterem Necmettin Erbakan’ın Meclisimize göndermiş olduğu 335 sıra sayılı Ailenin Korunmsına Dair Kanun Tasarısının -inşallah- hayırlara vesile olmasını Cenabı Allah’tan niyaz ediyorum.

Gerçekten, aile, bir memleketin, bir ülkenin, bir milletin temelidir. Nitekim, Anayasamızın 41 inci maddesinde “Aile, Türk toplumunun temelidir. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar” denilmektedir. Ailenin, sosyal yapısının yanı başında, bugün, millet hayatında oynadığı rol, onun korunması yolunda bir hükmün Anayasada yer almasını zorunlu kılmıştır. Aile, ahlakî bir çevredir. Aile, toplu yaşamanın ilk modeli olarak eğitim, yardımlaşma ve şefkat kaynağıdır. Millet hayatı bakımından aile kutsal bir temeldir. Bu nedenle, devlet, ailenin refahını ve huzurunu korumakla yükümlüdür.

Aile, karşılıklı rıza ile oluşur. Sağlıklı yapılanma olursa, yarınlara daha güçlü olarak hazırlanır.

Aile, bu ülkenin geleceğidir. Geleneksel aile, büyükanne, büyükbaba, anne, baba, çocuklar ve torunlardan oluşur. Özellikle, ülkemizin doğu ve güneydoğusunda, bu tür aile, çoğunluğu oluşturmaktadır. Hızlı sanayileşme, buna paralel olarak da şehirleşme sonucu, çekirdek aile tipi denilen, anne, baba ve çocuğun oluşturduğu dar aile tipine doğru yoğun bir gidiş yaşanmaktadır. Aile içi şiddeti tasvip edecek hiçbir ülke insanımızın olacağı kanaatinde değilim. Aile içi şiddet, birey açısından da, toplum açısından da çok önem arz eder. Bunun yansımaları, aileyi yıkacağı gibi, toplumu da derinden yaralar. Her geçen gün ailede yaşanan dayak, işkence, cinayet gibi şiddet olayları görsel ve yazılı basında izlenmektedir. O kadar ki, teşhir edilirken, bilerek ya da bilmeyerek, toplumda derin yaralar açılmaktadır, kötü örnekler oluşturmaktadır; âdeta, ülkemiz de cinnet toplumu oluşumunu göstermektedir.

Aileyi korumanın yasa zoruyla olamayacağı kanısındayım. Elbette, yasalar oluşturulmalıdır; ancak, yasalardan öte, bu, bir eğitim işidir, kültür işidir; kültürüne, eğitimine, geçmişine, tarihine sahip çıkma işidir. Hepimizin cehaletle mücadele etmesi gerekir. Aile fertlerinin sorumluluklarını bilmesi, öğrenmesi gerekir. Toplumun bilinçlenmesi gerekir. 2000’li yıllar inanç çağıdır, inanç yılıdır. Gençlik, maalesef, heba olmaktadır. Alkol, uyuşturucu, kumar, âdeta, neslimizi, gençliğimizi yok edecek boyutlara ulaşmıştır. Artık, sanki övünülerek söyleniyormuşcasına, boyalı basında özellikle yer almakta, 10 kadından 1’i neredeyse alkolik aşamaya gelecek derecede alkol almaya başlamıştır. Bunu bir manşet şeklinde gazetelerimiz takdim etmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti sosyal hukuk devletidir. Ülkemizde halen 1 000 çocuktan 50’si 5 yaşını doldurmadan ölmektedir. Göç ve hızlı kentleşme sonucu, barınma, iş bulma büyük sorun oluşturmaktadır. Yaklaşık 10 milyon işsizin olduğu, asgarî ücretin daha yakın zamanlarda 22 milyon liraya çıktığı ve bu sosyal şartların ağır tablolar halinde ülkemizde seyrettiği bir dönemde, elbette ki, yasalarla aileyi korumak hepimizin görevi olmalıdır; ama, en önemlisi, ailelerdeki huzursuzluğun kaynağını yok edecek çalışmalar yapmak da, sanırım, bu Meclisin görevi olsa gerektir. Örneğin, “alkollü veya uyuşturucu herhangi bir madde kullanılmış olarak ortak konuta gelmemesi veya ortak konutta bu maddelerin kullanılmaması” güya 1 inci maddenin (f) fıkrası olarak arz edilmektedir; ancak, görüldüğü gibi...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Büyükkılıç, lütfen, 1 dakika içerisinde toparlayınız.

MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Devamla) – Bitiriyorum Başkanım.

Ama, mevcut düzen içerisindeki çarpıklıklardan kaynaklanan, gerek özenti gerekse bilinçsizce kullanılan alkol ve uyuşturucu, maalesef, toplumumuzda derin yaralar açmaktadır.

Saygıdeğer Bakanımdan bir şey öğrenmek istiyorum ya da bu konuyla ilgili bilgisine başvurmak istiyorum: Bir gazetede “Refah Partililer Türk kadınlarına ikinci sınıf muamele yapmaktadır” şeklinde... (DSP sıralarından “Doğru” sesi) ...güya sizin böyle bir demeç verdiğinizden bahsedilmektedir.

“Doğru” diyen arkadaşım herhalde aynada kendisini görmüştür.

Ben, Bakanımızdan -bu demecini şimdiye kadar yalanlamadığına göre- bu konuya bir açıklık getirmesini rica ediyorum; şayet getirmeyecekse, bu kanaate nereden varmışlar, onu açıklamasını arz ediyor; saygılar sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Büyükkılıç.

Madde üzerinde önergeler vardır; okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ailenin Korunmasına Dair 335 sıra sayılı kanun tasarısının 1 inci maddesinin sonuna “Ancak, mağdurun şikâyet etmekten vazgeçmesi veya şikâyetçi olmadığını beyan etmesi halinde, bir defaya mahsus olmak üzere, yukarıdaki hüküm uygulanmaz” fıkrasının eklenmesini arz ve teklif ederiz.

 

Bahri Zengin Mehmet Bedri İncetahtacı Lütfi Yalman

İstanbul Gaziantep Konya

Cafer Güneş Kemal Albayrak Mikail Korkmaz

Kırşehir Kırıkkale Kırıkkale

Abdullah Örnek Mehmet Sıddık Altay T. Rıza Güner

Yozgat Ağrı Konya

Yaşar Canbay Murtaza Özkanlı Ömer Ekinci

Malatya Aksaray Ankara

Şaban Şevli İsmail İlhan Sungur

Van Trabzon

BAŞKAN – İkinci önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Ailenin Korunmasına Dair Kanun Tasarısının, 1 inci maddesinin 3 üncü fıkrasının birinci cümlesinden sonraki kısmın metinden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

Mete Bülgün Yusuf Ekinci Yusuf Selahattin Beyribey

Çankırı Burdur Kars

Lale Aytaman İbrahim Yılmaz

Muğla Kayseri

BAŞKAN – İkinci okuduğumuz önerge aykırı önergeydi; onu, işleme koyuyorum:

Sayın Komisyon, önergeye katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET TEKDAL (Ankara) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Sayın Hükümet?..

DEVLET BAKANI IŞILAY SAYGIN (İzmir) – Sayın Başkan, anlaşılmadı; önergeyi tekrar okutabilir misiniz?

BAŞKAN – İkinci önergeyi yeniden okutuyorum:

Kars Milletvekili Selahattin Beyribey ve Arkadaşlarının Önergesi

Ailenin Korunmasına Dair Kanun Tasarısının 1 inci maddesinin 3 üncü fıkrasının birinci cümlesinden sonraki kısmın, metinden çıkarılmasını arz ve teklif ederiz.

BAŞKAN – Sayın Komisyon katılmıyorsunuz?..

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET TEKDAL (Ankara) – Evet efendim.

BAŞKAN – Sayın Hükümet?..

DEVLET BAKANI IŞILAY SAYGIN (İzmir) – Katılıyoruz efendim

BAŞKAN – Önergeye Komisyon katılmadı, Hükümet katılıyor.

Konuşma talebi var mı?.. Yok.

Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe:

Asliye hukuk mahkemesine itiraz hakkı sağlamak, kusurlu eşe ek bir itiraz hakkı sağlamak anlamını taşır. Zaman kaybına neden olacağından; ayrıca, zaten şiddet mağduru olan kadın ve çocukların bu süre zarfında daha çok mağdur olmasına yol açacaktır.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler_ Kabul etmeyenler_ Önerge kabul edilmiştir.

Diğer önergeyi tekrar okutup, işleme koyuyorum:

İstanbul Milletvekili Bahri Zengin ve Arkadaşlarının Önergesi:

Ailenin Korunmasına Dair 335 sıra sayılı Kanun Tasarısının 1 inci maddesinin sonuna “Ancak, mağdurun şikâyet etmekten vazgeçmesi veya şikâyetçi olmadığını beyan etmesi halinde, bir defaya mahsus olmak üzere, yukarıdaki hüküm uygulanmaz” fıkrasının eklenmesini arz ve teklif ederiz.

BAŞKAN – Sayın Komisyon önergeye katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET TEKDAL (Ankara) – Çoğunluğumuz yok, katılamıyoruz efendim.

BAŞKAN – Sayın Hükümet?..

DEVLET BAKANI IŞILAY SAYGIN (İzmir) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Önergeye, Komisyon çoğunluğu olmadığı için katılamadığını beyan ediyor; Hükümet katılmıyor.

Önerge sahipleri, konuşacak mısınız, yoksa gerekçeyi mi okutayım?

BAHRİ ZENGİN (İstanbul) – Konuşacağız efendim.

BAŞKAN – Sayın Bahri Zengin, önerge sahibi olarak; buyurun.

Süreniz 5 dakikadır.

BAHRİ ZENGİN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; şimdi, bu kanun tasarısının amacı, tabiî, aileyi korumak ve aileyi güçlendirmek; aile fertlerini cezalandırmak değil.

Aslında, bütün kanunların özünde, suçtan caydırma ilkesi önemli bir yer tutar; dolayısıyla, bu önergede şunu ifade etmek istiyoruz: Diyelim ki, bu tedbirlerden bir tanesi uygulandı, altı aya kadar bir tedbir uygulandı ve aile fertleri mağdur; iki ay sonra şikâyet etmekten vazgeçti, aile arasında bir uzlaşma sağlandı. Bu durumda ne yapılacak; yapılması lazım gelen, bu tedbirlerin uygulanmaya devam etmemesi, kesilmesidir. İşte, bu önergeyi, bu amaçla verdik.

Şimdi, aile uzlaşmışsa, anlaşma sağlanmışsa, tabiî, bu durumda, siz, yine, altı aya kadar bu tedbirlere tabi olacaksınız demek, hem anlamsızdır hem mantıksızdır hem de hükümsüzdür. Bu bakımdan, buna ihtiyaç vardır ve bu kanun tasarısının esas amacı da, ailede uzlaşmayı temin etmektir.

Şimdi, böyle bir madde olmazsa -birinci konuşmamda ifade ettiğim gibi- gerçekten, sadece cezalandırma niteliği öne geçen bir kanun tasarısıyla karşı karşıya kalmış oluruz.

Ben, burada yineliyorum: 1945 yılı, insanlık tarihi için önemli bir yıldır, önemli bir dönüm noktasıdır; çünkü, bundan sonra, artık, 1945 yılına kadar, 19 uncu Yüzyılda başlayan toplumcu ve devletçi modeller çökmeye başlamıştır. Bunun yerine, fertleri ve fertlerin özgürlüklerini sistemin merkezine koyan anlayışlar geçerli olmuştur ve fertlerin birbirleriyle olan uzlaşmaları, anlaşmaları esas alınmıştır.

Şimdi, fertlerin uzlaştığını beyan etmesi halinde, yine, bu ceza maddesinin uygulanmasını talep etmek, bunun devam etmesini istemek, bence, hukuk mantığıyla da, insanî değerlerle de bağdaşmaz. Bu bakımdan, metnin sonuna bu maddenin ilave edilmesinde, ailenin huzurunu temin etmek bakımından, şiddetin devamını önlemek bakımından büyük fayda vardır. Bunun istismar edilmemesi için de, önergemizde “bir defaya mahsus olmak üzere” ifadesini kullandık; yani, ikinci, üçüncü defa bunun tekrar edilmesi halinde, zaten, böyle bir talep karşılanmayacaktır; ama, ailelere, uzlaşmaları için, hiç olmazsa bir defaya mahsus böyle bir şansı tanımakta fayda görüyor; saygılar sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Zengin.

Sayın milletvekilleri, önergeyi oylarınıza sunuyorum: Önergeyi kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Şimdi, 1 inci maddeyi, kabul edilen önerge paralelindeki değişik şekliyle oylamadan önce, Sayın Komisyonun redaksiyon talepleri vardı, onları ifade etmeleri için Komisyona söz veriyorum; buyurun.

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET TEKDAL (Ankara) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tasarının 1 inci maddesinde redaksiyon ihtiyacı olduğu için, konuşmamın ilk bölümünde “Türk Medenî Kanunu” yerine “Türk Kanunu Medenîsi” olarak değiştirilmesi gerektiği hususunu arz etmiştim.

Şimdi, Sayın Atilâ Sav’ın ve Sayın Ahmet Güryüz Ketenci Beylerin ikazları yerindedir. Burada da, yine, 1 inci maddenin birinci fıkrasında “sulh hukuk mahkemesi” tabiri var, onu “sulh hukuk hâkimi” şeklinde değiştirmek lazım diye düşünüyorum.

Ayrıca, ikinci fıkranın çeşitli bentlerinde “eş’e” kelimesi kullanılırken apostrofla ayrılmış durumdadır, bir kısmında da bitişiktir; bu apostrofların tamamen kaldırılmasında fayda var diye düşünüyorum.

Tespit edebildiğim redaksiyonları böylece arz etmiş oluyorum; Genel Kurulun ve Başkanlığın bilgisine sunuyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

 

III. – YOKLAMA

 

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, yoklama talebi vardır. Yoklama talebinde bulunan sayın milletvekillerini tespit ettikten ve yoklamanın gereğini yerine getirdikten sonra, bu çerçevede, maddeyi, kabul edilen önerge ve Sayın Başkanın ifade ettiği düzeltmeler tahtında oylayacağım.

Yoklama talebinde bulunan sayın milletvekillerinin burada olup olmadıklarını tespit edeceğim:

Sayın Salih Katırcıoğlu?.. Burada.

Sayın Bedri İncetahtacı?.. Burada.

Sayın İsmail Yılmaz?.. Burada.

Sayın Memduh Büyükkılıç?.. Burada.

Sayın Mehmet Sılay?.. Yok.

SUAT PAMUKÇU (Bayburt) – Tekabbül ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Suat Pamukçu tekeffül ettiler.

Sayın Avni Doğan?.. Yok.

İSMAİL İLHAN SUNGUR (Trabzon) – Tekabbül ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Sungur tekeffül ettiler.

Sayın Abdullah Özbey?.. Yok.

MEHMET EMİN AYDINBAŞ (İçel) – Tekabbül ediyorum.

BAŞKAN – Tekeffül ediyorsunuz...

Sayın Yaşar Canbay?.. Burada.

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Bu kadar da olmaz ki Sayın Başkan...

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Sayın Başkan, belli ki, önceden vermişler...

EMİN KUL (İstanbul) – Maddeyi oylayın Sayın Başkan...

BAŞKAN – Sayın Kemal Ateş?.. (ANAP ve DSP sıralarından “Böyle olmaz” sesleri)

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Engelleme yapmanın da bir adabı var Sayın Başkan...

BAŞKAN – Bir dakika efendim... Bu kadar çok sayıda tekeffül edilmemişti; ama, tekeffül etmeye mani bir durum yok. (RP sıralarından “tekeffül değil, tekabbül Sayın Başkan” sesleri.

Tekabbül etmek mi?.. Yerini alma, Türkçesini söyleyelim...

Sayın Kemal Ateş?..

HÜSEYİN OLGUN AKIN (Ordu) – Tekabbül ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Mehmet Sılay?.. Burada.

Sayın Avni Doğan?.. Burada.

Sayın Abdullah Özbey?..

MEHMET EMİN AYDINBAŞ (İçel) – Tekabbül ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Yaşar Canbay?.. Burada.

Sayın Sacit Günbey?..

MUHAMMET POLAT (Aydın) – Tekabbül ediyorum Sayın Başkan.

EDİP SAFDER GAYDALI (Bitlis) – Sayın Başkan, bu kadar da tekabbül olmaz ki!..

BAŞKAN – Maalasef, mani bir hal yok efendim.

Sayın Mustafa Yünlüoğlu?..

RAMAZAN YENİDEDE (Denizli) – Tekabbül ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Feti Görür?.. Burada.

Sayın Altan Karapaşaoğlu?..

TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) – Tekabbül ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Abdullah Arslan?.. Burada.

Sayın İsmail Özgün?.. Burada.

Sayın Rıza Ulucak?.. Burada.

Sayın Osman Hazer?.. Burada.

Sayın Kahraman Emmioğlu?.. Burada.

Sayın Ahmet Doğan?..

FETHULLAH ERBAŞ (Van) – Tekabbül ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Fethullah Erbaş tekabbül ediyor.

Sayın Sıtkı Cengil?.. Burada.

Sayın Abdullah Örnek?.. Burada.

Sayın Cafer Güneş?.. Burada.

Sayın Ziyattin Tokar?.. Yok; zaten, 20 sayı tamamlandı.

Yoklamaya Adana İli milletvekillerinden başlıyoruz.

(Yoklama yapıldı)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayımız vardır.

VII. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN

DİĞER İŞLER (Devam)

2. – Ailenin Korunmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/597) (S. Sayısı : 335) (Devam)

BAŞKAN – Görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.

1 inci maddeyi kabul edilen önerge yönündeki değişik şekliyle ve Komisyonun öngördüğü düzeltmelerle birlikte oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2. – Koruma kararının bir örneği mahkemece Cumhuriyet Başsavcılığına tevdi olunur. Cumhuriyet Başsavcılığı koruma kararının uygulanmasını zabıta marifetiyle izler.

Koruma kararına uyulmaması halinde zabıta, mağdurların şikayet dilekçesi vermesine gerek kalmadan, re’sen soruşturma yaparak evrakı en kısa zamanda Cumhuriyet Başsavcılığına intikal ettirir.

Cumhuriyet Başsavcılığı koruma kararına uymayan eş hakkında Sulh Ceza Mahkemesinde kamu davası açar. Bu davanın duruşması yer ve zaman kaydına bakılmaksızın 3005 sayılı Meşhut Suçların Muhakeme Usulü Kanunu hükümlerine göre yapılır.

 

BAŞKAN – Madde üzerinde Refah Partisi Grubu adına Sayın İsmail Yılmaz; buyurun efendim.

RP GRUBU ADINA İSMAİL YILMAZ (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; görüşülmekte olan Ailenin Korunmasına Dair Kanun Tasarısının 2 nci maddesi üzerinde Refah Partimiz Grubu adına söz almış bulunuyorum; siz değerli milletvekillerimizi ve ekranları başından bizi izleyen değerli milletimizi saygıyla selamlıyorum.

Kanun tasarısının 2 nci maddesine baktığımız zaman, 1 inci maddede ifade edilen koruma tedbirlerinin, 2 nci maddede, uygulanmasının esasları belirtiliyor. Yani, eşlerden birinin veya çocukların veya aile içerisinde aynı çatı altında yaşayan diğer aile bireylerinin aile içi şiddete maruz kaldığının, kendilerinin veya cumhuriyet başsavcılığının bildirmesi halinde, sulh hukuk mahkemesi -veya redaksiyonda ifade edildiği itibariyle- hâkiminin resen meselenin mahiyetini göz önünde bulundurarak koruma tedbirlerinin bir ya da birkaçını alma yetkisini getiriyor.

Tabiî, bu 2 nci madde de koruma tedbirlerinin uygulanması maddesi. Bu maddenin bir bölümünde, koruma kararının bir örneğinin, mahkemece, cumhuriyet başsavcılığına iletilmesi ifade ediliyor; diğer bölümünde “Cumhuriyet Başsavcılığı, koruma kararının uygulanmasını zabıta marifetiyle izler” deniliyor.

Yine “Koruma kararına uyulmaması halinde zabıta, mağdurların şikâyet dilekçesi vermesine gerek kalmadan, resen soruşturma yaparak evrakı en kısa zamanda cumhuriyet başsavcılığına intikal ettirir.

Cumhuriyet başsavcılığı da koruma kararına uymayan eş hakkında sulh ceza mahkemesinde kamu davası açar” deniliyor.

Yine, maddenin son kısmında “Bu davanın duruşması yer ve zaman kaydına bakılmaksızın 3005 sayılı Meşhut Suçların Muhakeme Usulü Kanunu hükümlerine göre yapılır” diye ifade ediliyor.

Burada, tabiî, tedbirler ifade edilirken, özellikle “Cumhuriyet Başsavcılığı koruma kararının uygulanmasını zabıta marifetiyle izler” deniliyor. Şimdi, zabıta marifetiyle izleme olayı, biraz sübjektif değerlendirmelere açık bir olay. Aile içerisindeki bu şekilde şiddet içeren olayların zabıta tarafından takip edilmesinin fiziken mümkün olabileceği doğal gözükmüyor. Muhakkak, bunun bir şekilde ölçülerinin, ölçütlerinin olması gerekir. Yani, zabıta, evler arasında gezerek, mahalle arasında gezerek, hangi evden ses geliyorsa, hangi evden şiddete maruz kalmış insanların bir feryadı geliyorsa buna göre mi hükmedecek; yoksa, istediği eve girip veya ilgili eve girip “ne var, nasıl oluyor, şiddet oluyor mu olmuyor mu” gibi, hava raporu sorar gibi mi soracak?! Çünkü, diğer fıkrada “şikâyet dilekçesi vermesine gerek kalmadan kamu davası açabilir” deniliyor. Şikâyet dilekçesine gerek kalmadan zabıta nasıl tespit edecek? Tabiî, uygulamada birtakım aksaklıklar meydana getirebilir. Burada, özellikle mağdur olan kişilerin şikâyette bulunması gerekiyor. Bunu eksiklik olarak görüyorum.

Tabiî, 3005 sayılı Meşhut Suçların Muhakeme Usulü Kanunu hükümlerine göre yapılması güzel bir şey; adaletin, hukukun bir an önce tecellisi gerekir; çünkü, Meşhut Suçların Muhakeme Usulü Kanununda suçüstü hükümleri; yani, şahitli, ispatı çok kolay suçlarla ilgili yargılama usulleri olduğundan dolayı, bu olayı, böyle bir yargılama usulüyle, hızlı bir şekilde adaletin yerine gelmesi açısından olumlu görüyorum.

Burada gönlümüz şunu arzu ediyor: Aile içerisinde şiddet olmasın, aile bireyleri karşılıklı saygı sevgi içerisinde bu aile kurumunu işletsinler; ama, maalesef bu olmuyor. Tabiî ki, bu huzursuzluklar, şiddet olayları, sadece aile içerisinde oluşmuyor. Değerli konuşmacılarımızın da ifade ettiği gibi, aile içinden kaynaklanan şiddet olayları olduğu gibi, aile dışındaki birtakım sebeplerden kaynaklanan şiddet olayları da oluyor. İşte, bunun, özellikle toplumsal boyutunun çok dikkatle incelenmesi lazım. Çünkü, siz, bir kanun koyabilirsiniz, bir ceza koyabilirsiniz; ama, netice itibariyle insanlara huzur getiremezsiniz. Önemli olan, bu suçların işlenmeden önlenmesi. Yani, cezaların caydırıcılığı tabiî ki önemli; ama, cezalara gerek kalmadan suçun ortadan kaldırılması esas olmalı, insanların huzuru ve mutluluğu açısından esas olmalı. Yani, bunu oluşturan sebeplerin ortadan kaldırılması lazım. Bu konuda, özellikle devlete ve yöneticilere büyük görevler düşmektedir. Ailenin korunması, aile bütünlüğünün korunması, yine aile kurmanın ve yürütmenin kolaylaştırılmasının devlet tarafından sağlanması anayasal bir haktır. Anayasanın, yanılmıyorsam, 41 inci maddesi zaten bunu öngörmektedir. Devlet bu tedbirleri almak zorundadır.

Aile kurmak teşvik edilmelidir. Bunlar, evlenme kredisi, ev alma kredisi, iş kurma kredisi gibi ailenin sağlıklı bir şekilde devamını sağlayan teşvikler olabilir. Özellikle, geçim sıkıntısının, enflasyon ve hayat pahalılığının, işsizliğin aileler üzerine yüklediği yükün, sıkıntıların temeli olduğunu biliyoruz. Bu açıdan, devletin, sosyal devlet anlayışıyla bu problemleri çözmesi ve aile üzerinde şiddetli geçimsizliklere veya şiddet olaylarına meyletmeyi bu şekilde önlemesi gerekir.

Ayrıca, maalesef, evlenme ve evlendirme, bizim toplumumuzda bir tabu haline getirilmiş; büyük problemler, büyük sıkıntılar ve büyük engeller getirilmiş; hem toplumsal birtakım kabuller hem de hukukun, evlenmek isteyen insanlar üzerinde birtakım engellemeleri söz konusu. Bunların da devlet tarafından muhakkak değerlendirilmesi ve evlenme müessesesinin teşvik edilmesi gerekir,

Ayrıca, aile içerisinde, yine, saygı ve sorumluluk anlayışının güçlendirilmesi gerekir. Bunun için neler yapılması gerekir, bunların da, özellikle, alınacak birtakım tedbirlerle güçlendirileceği inancındayım. Eğitimimizin her safhasında -anaokulundan başlayarak ilköğretimde, ortaöğretimde ve üniversitede- ailenin önemi, aile kurumunun hassasiyeti, aile bütünlüğünün korunması ve ailenin teşvik edilmesi, eğitim sistemimizin içerisinde, muhakkak, çok önemli bir şekilde yer alması gerekir.

Yine, bugün, toplumun çok önemli iletişim vasıtaları olan, etkileşim vasıtaları olan medyanın da aile müessesesinin korunması hususunda çok iyi kullanılması gerekir. Bugün medya her eve girebilmektedir. Özellikle, görüntülü medya çok daha etkili olmaktadır. Okuma alışkanlığımız toplum olarak az olduğu için, belki, yazılı medyanın okunması biraz kişilere zor gelebilir; ama, görüntülü medya dediğimiz televizyonlar veya sesli iletişim araçları olarak radyolar, bu konuda çok önemli, etkin hale getirilebilir. Radyolarda ve televizyonlarda aileye yönelik eğitimler -özellikle, Radyo ve Televizyon Kanununda gerekirse değişiklik yaparak, varsa kanunda o madde, ona işlerlik kazandırılarak- eğitici programlar yapılması lazım. Nasıl Trafik Kanununda trafikle ilgili şimdi eğitici mecburi bir süre getirildi -bu, çok önemli- yine, ailenin bütünlüğünün korunması, aile içi huzursuzlukların ortadan kaldırılmasına yönelik eğitim amaçlı programlar yapılmalıdır. Bunu muhakkak sağlamak gerekir.

Ayrıca, yine, tabiî, bunlar yapılırken, medyanın zararları da ortadan kaldırılmalı. Takip ediyorsunuz, dikkat ediyoruz, maalesef, televizyonlarımızın, radyolarımızın ve yazılı basınımızın bir kısmında, aile anlayışını ve aile bütünlüğünü zedeleyici birtakım yayınlar söz konusu oluyor. Bu yayınların da muhakkak surette denetlenmesi ve engellenmesi gerekir. Özellikle, aile içi huzursuzluklara ve zaman zaman şiddetli geçimsizliklere neden olan ve Müslüman Türk ailesinin özellikleri içinde bulunmayan, medyadaki, diğer ülkelerin, diğer kültürlerin yansıması birtakım program ve filmlerin Türk ailesi içerisinde de tahribat yaptığı hepimiz tarafından bilinmektedir. Bu tür programların özellikle seçiminde dikkatli davranılması ve Müslüman Türk aile geleneklerinin ve bütünlüğünün korunması gerekir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Yılmaz, lütfen toparlayın.

İSMAİL YILMAZ (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım.

Yine, şiddet temeline dayanan birtakım filmler, programlar televizyonlarda gösterildiği sürece, aile içerisindeki şiddete de bunların olumsuz ölçüde katkı yaptığı kanaatini taşıyorum. Bunları da göz önüne almak gerekir.

Bir de, çok önemli televizyonlarımızın veya çok büyük ölçüde izleyici kitlesi olduğunu zannettiğimiz televizyonların da rating yapmak amacıyla, haber programlarında, tamamen kendi özelliğinde, kendine has birtakım özelliği olan programlarda bile, sırf sübjektif yorum ve yönlendirmelerle, dramatik ve magazinsel aile tablolarını yansıtmaları da, toplum için, aslında, hoş bir örnek, hoş bir görüntü olmamakta, bu tür şeyler bilinç altına yerleşmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yılmaz.

İSMAİL YILMAZ (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım.

Özellikle, bunların da dikkatle takip edilmesi ve tedbirlerin alınması gerekir.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Ali Şahin; buyurun.

CHP GRUBU ADINA ALİ ŞAHİN (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; aileyi korumaya yönelik yasa, Türkiye’de ilk defa çıkarılan özel bir yasadır. Esasta, Medenî Kanunda, aileyi korumaya yönelik hükümler vardır; ama, yetersizdir. Tabiî, Türk toplumunda, bu tasarıyla, ailenin her iki ferdine de hitap eden bir uygulama getiriliyor gibi gösterilse de, daha çok erkeklere karşı bayanları korumaya yönelik bir tasarı olduğunu hepimiz biliyoruz.

Az önce görüşülen 1 inci maddede, aileyi korumak için ne gibi önlem alınacağı altı fıkra halinde sayılmıştır. Tabiî ki, bu maddede de, bu 1 inci maddede uygulanması gereken, hâkim tarafından karar altına alınan hükümlerin nasıl uygulanacağının veya uygulanıp uygulanmadığının veya müeyyideye hedef olan kişinin bu verilen karara uyup uymadığının kontrol edilmesi lazımdır. Bizatihi, bunu kontrol edecek makam da cumhuriyet savcılığıdır. Cumhuriyet savcısının bizzat bunu kontrol etmesi mümkün olmadığına göre, zabıta aracılığıyla bunu kontrol etmesi yasal ve doğaldır. Çünkü; örneğin, sarhoş olarak eve gelmemesi, çocuklara ve eşine baskı yapmaması emredilmiş; bunun sarhoş olarak eve gelip gelmediğini kontrol edecek zabıtadır. Silah varsa, silahı teslim etmesi gerekir denilmiş; teslim edip etmediğini kontrol edecek zabıtadır. Bu nedenle, cumhuriyet başsavcısına ve zabıtaya verilen görevin bu maddede yer alması gayet doğal ve yerindedir.

Ayrıca, bu maddeye ilişik suçları işleyenlerin 3005 sayılı Meşhut Suçların Muhakeme Usulü Kanunu hükümleri gereğince yargılanması da normaldir; çünkü, bu suçluların acilen yargılanması, neticeye gitmesi gerekir.

Burada, mağdur olanın şikâyetini beklediğiniz zaman, şikâyet üzerine bir tahkikat yapmasını hedef aldığınız zaman, netice almak zor olur; çünkü, eşlerin şikâyet etmesi son derece zordur. Eşlerin şikâyetine bakılmaksızın, mademki aile, aile birliği korunuyor; o zaman, resen el konarak, ailenin birliğinin korunması ailenin yararınadır ve çıkarınadır.

Bu nedenle, bu maddeyi olumlu karşıladığımızı ifade ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Gruplar adına başka söz talebi?.. Yok.

Şahsı adına Sayın Sıtkı Cengil?.. Yok.

Sayın Bedri İncetahtacı; buyurun.

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Görüşmekte olduğumuz kanun tasarısının 2 nci maddesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Birinci söz alışımda, Meclisteki konuşmalarımızda Türkçe kelimelere dikkat etmemiz gerektiğini söylemiş ve işgal kelimesinin çok yanlış olarak burada kullanıldığı konusunda dikkatlerinizi çekmiştim. Daha sonra, Cumhuriyet Halk Partili İstanbul Milletvekili arkadaşımız söz aldığında, yanlışının düzeltilmesinden dolayı memnun olduğunu, teşekkür edeceğini sandığım halde, tam aksine “işgal” kelimesine, hiç kabullenilmesi mümkün olmayan bir mânâ getirmiştir ve “bu kürsüyü hukukdışı bir şekilde işgal edenleri kastettim” demiştir. Ben şahsen ne demek istediğini anlayamadım. Acaba işgal kelimesinin başka bir mânâsı mı var diye, bu arada, kütüphaneye kadar gittim, oradaki beş altı lügata baktım, bütün işgal kelimeleri, demin söylediğimiz gibi, hukukdışı bir şekilde, hakkı olmayan insanların zor kullanarak bir yeri ele geçirmesidir. Ben bulamadım hangi lügatta var. Sanıyorum, bu, sadece, Cumhuriyet Halk Partisinin lügatında var. Onun için, bunu, teşekkür ederek, kendisine iade ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri...

AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) – Bu kürüsüyü, bu tartışmayı sürdürmek için kullanmak işgaldir; bu anlamda kullandım.

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Devamla) – İşgal kelimesini, milletin seçtiği vekillere kullanmak kesinlikle yanlıştır. Sonra, bizim burada ne konuşacağımıza Cumhuriyet Halk Partisinin zihniyeti karar veremez, benim burada ne konuşacağıma millet karar verir, ben de onlar adına konuşuyorum. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Lütfen, bu baskıcı, bu yönlendirici, bu herkesin hayat tarzını belirleyici hakkı kendinizde görmekten vazgeçin. Beraber yaşıyoruz, özgürleşerek beraber yaşıyacağız...

ALİ RIZA BODUR (İzmir) – Sizden başka kimse bir şey görmüyor zaten.

BAŞKAN – Sayın İncetahtacı, yavaş yavaş madde üzerine de geçsek...

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepimizi ilgilendiren, hepimiz için ehemmiyeti olan konularda, siyasî düşüncelerimizi elbette değerlendireceğiz; ama, ortak birtakım değerler üzerinde -ki, buna fikrî değerler diyoruz- buluşmamız lazım. Biraz evvel, 1 inci maddenin sonunda Refah Partisi Grubu olarak bir önerge verdik ve Sayın Bakanımıza bu önerge hakkında mütalaasını sorduğumuzda olumlu cevabını verdi ve bunu, Anavatan Partisi Grup Başkanvekili Sayın Ülkü Geney’e de sorduğumuzda “tamam, olabilir, bu önergeyi destekleriz” dedi.

Bu önergede hiçbir şey yok. Bu önerge, sadece, eşlerin birbirlerine şiddet uyguladıkları zaman, gerekirse, eğer eşlerden birisi ben şikâyetimden vazgeçiyorum derse, bir defaya mahsus olarak bu muamelenin durdurulması ve eşlerin tekrar birbirine kazandırılmasının sağlanmasını amaçlıyordu. Gayet normal bir önergeydi ve zaten, bu tasarının gayesi de ailede şiddetin önüne geçmek olduğu için, ailede mutluluğu sağlamak olduğu için, fevkalade yararlı olacaktı; fakat, ne olduğunu anlayamadan, bir anda, yine siyasî birtakım argümanlarla, siyasî birtakım mülahazalarla bizim önergemizi reddettiler. Bu tür yaklaşımların bir fayda getireceğine inanmıyorum. Bunu da, bu arada belirtmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, biraz evvel madde üzerinde konuşan arkadaşımızın da değindiği gibi, koruma kararının alınabilmesi için davanın sonuçlanmış olması lazım. Dava sonuçlandıktan sonra, koruma kararı, Cumhuriyet başsavcılığı tarafından zabıta marifetiyle uygulanacaktır; ancak, burada, sanıyorum açıklanması gereken, nasıl uygulanacaktır sualine cevap verilmesi gereken birtakım kapalı noktalar vardır. Ben, eğer Sayın Bakanımızın vakti olursa, konuşmalarının sonunda bunun nasıllığı üzerinde bize bilgi verirse memmun olacağımızı beyan ediyor; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın İncetahtacı.

OYA ARASLI (İçel) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Bir dakika efendim...

AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) – Sataşmadan ötürü...

OYA ARASLI (İçel) – Sayın Başkan, Sayın İncetahtacı, sözlerinde, Cumhuriyet Halk Partisini hedef alarak, Cumhuriyet Halk Partisine sataşmada bulunmuştur. O nedenle, İçtüzük hükümleri gereğince söz rica ediyorum.

BAŞKAN – Efendim, dikkatle dinledim, “olsa olsa Cumhuriyet Halk Partisinin üslubundadır bu söz” dedi.

OYA ARASLI (İçel) – Hayır efendim.

BAŞKAN – Bu konuda; yani sataşma nedeniyle söz veremeyeceğim; lütfen, ısrar etmeyin.

OYA ARASLI (İçel) – Cumhuriyet Halk Partisinin, dayatmacı bir politika izlediğini, herkesin yaşam biçimine karıştığını, Cumhuriyet Halk Partisi felsefesini yaşamın her alanına empoze ettiği konusunu söylediler. Cumhuriyet Halk Partisi baskıcı bir parti değildir, bu memlekete demokrasinin gelmesi için tarihî bir mücadele vermiş olan bir partidir. Lütfen, korktukları her şeyde Cumhuriyet Halk Partisini hedef göstermek gibi bir alışkanlıktan vazgeçsinler. Kendileri, herhangi bir şeyi yönlendiriyor durumunda olamayabilirler. Cumhuriyet Halk Partisinin felsefesi, tarih boyunca toplumun çeşitli kesimleri tarafından çoğunlukça benimsenmiş ve beğenilmiş olabilir; bundan, lütfen gocunmasınlar. Cumhuriyet Halk Partisini topluma ve bütün millete yanlış tanıtmak gibi birtakım emelleri uğruna, bu kürsüye çıkıp, bu kürsüyü işgal etmesinler. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

Komisyonun ve Hükümetin söz talebi yok.

Şahsı adına, Sayın Lütfi Doğan; buyurun. (RP sıralarından alkışlar)

LÜTFİ DOĞAN (Gümüşhane) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; görüşülmekte olan 335 sıra sayılı, Ailenin Korunmasına Dair Kanunun Tasarısının 2 nci maddesi üzerinde şahsî düşüncelerimi arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken, hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum.

Efendim, fevkalade önemli bir müesseseyle ilgili kanun tasarısını müzakere ediyoruz; ailenin korunması... Hakikaten, aile, toplumun temelidir. Nitekim, Anayasanın 41 inci maddesinin ilk cümlesi de “Aile, Türk toplumunun temelidir” kaydını koymuştur. Bu mesele, gerçekten, son derece önemlidir. Eğer, biz, sağlam bir toplum yapısına ulaşmak istiyorsak, aile binamızın son derece sağlam olması zarureti vardır. Çünkü, binler, yüzbinler, belki milyonlarca aile bir araya geliyor, toplumu teşkil ediyor. Aile, ne kadar güzel korunursa, onun kutsiyeti, hakikaten, idrak edilerek muhafaza edilirse, toplum binamızın o derece sağlam olacağı muhakkaktır. Onun için, bu konu fevkalade önemlidir.

İzin verirseniz, muhatabı olduğum bir konuyu sizlere arz etmek istiyorum: Erzurum Atatürk Üniversitesinde yıllarca hocalık yapan ve şimdi Allah’ın rahmetine kavuşmuş olan bir ziraat profesörümüz bendenize şöyle bir hatıra anlatmıştı: Almanya’da doktorasını yapmış, doktorasını aldıktan sonra Türkiyemize dönerken, Alman olan kürsü profesörü, bu şahsı; yani, bizim doktorumuzu evine davet eder. Sohbet sonunda Alman profesör, talebesi olan bizim Türk profesöre -ki, o zaman doktordur- şöyle bir sual tevcih eder: “Almanya’yı beğendiniz mi?”, “Beğendim” der. Alman profesör “nelerini beğendiniz?” diye sorunca, sayar. Sonunda Alman profesör der ki: “Değerli dostum, şimdi siz Türkiye’ye dönüyorsunuz. Bu Almanya’da gördüğünüz yahut Avrupa’nın diğer ülkelerinde gördüğünüz demir yığınları, çimento yığınları sizleri sakın aldatmasın. Sizde öyle bir zenginlik var ki, o zenginliği maalesef Avrupa çoktan kaybetti.” Türk profesör “ben teredt ettim; bizde iş bulma imkânlarımız kısıtlı, elde ettiğimiz ürünlerimiz kısıtlı, kendimize zor yetiyor. Hayrolsun efendim; nasıl zenginlik?” diye sorduğunda, Alman profesör “evladım, siz Müslüman Türk toplumunda aileyi hâlâ mukaddes biliyorsunuz ve onun korunmasında büyük gayret gösteriyorsunuz. Bu, tasavvurların üstünde bir zenginliktir. Yurdunuza dönün, bu zenginliğinizin kadrini bilin. Maalesef, Avrupa, bu zenginliği çoktan kaybetti” cevabını verir.

Demek ki, bizim toplumumuza, bizim aile yapımıza, bizim dışımızda olan ülkeler gıpta etmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Doğan, 1 dakika içinde toparlayın.

LÜTFİ DOĞAN (Devamla) – Tamam efendim.

Acaba, bizim toplumumuzda aile neye dayanmaktadır; Başkanımızın lütfettiği 1 dakika içerisinde, izin verirseniz onu arz etmek istiyorum.

Bizde, aile, tarihimizden gelen, kültürümüzden gelen, örf ve inancımızdan gelen üç ana esasa dayanmaktadır:

1- Sevgi, merhamet. Bu, temeldir.

2- Hakkaniyet ve adalet. Bu da, temeldir.

3- Eşler arasında karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma.

İşte, bu üç ana esası temin etmek, geliştirmek, yükseltmek, ailenin korunması için temel esastır. Bizim inancımıza göre, ailede, eşler birbirlerine Allah emanetidir; bu emanetin kadrini bilenlere ne mutlu.

Sayın Başkana teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Doğan.

Madde üzerinde bir önerge vardır; okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 335 sıra sayılı yasa tasarısının 2 nci maddesinin son fıkrası olarak, aşağıdaki hükmün eklenmesini, böylece konusu kalmayan 3 üncü maddenin tasarıdan çıkarılmasını ve madde numaralarının da bu şekilde uygun olarak teselsül ettirilmesini arz ve teklif ederiz.

“Fiili başka bir suç oluştursa bile, koruma kararına aykırı davranan eşe, ayrıca üç aydan altı aya kadar hapis cezası hükmolunur.”

Ali Ilıksoy Metin Bostancıoğlu Ülkü Güney

Gaziantep Sinop Bayburt

Aydın Tümen Oya Araslı

Ankara İçel

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Sayın Başkanım, müsaade eder misiniz, önergeyle ilgili olarak bir konuyu arz etmek istiyorum.

Arkadaşların önergeyi takdim etmelerine bir itirazımız yok; ama, 3 üncü maddenin, daha görüşülmeden kaldırılması tarzında bir teklif yanlış olur.

BAŞKAN – Kaldırılma değil; o fıkranın, 2 nci maddeye eklenmesini öneriyorlar.

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Eklenmesi; ama, 3 üncü maddenin de böylece kaldırılması deniliyor.

BAŞKAN – Sayın Karamollaoğlu, şimdi, eğer, kabul edilirse eklenen fıkra 3 üncü maddenin aynı olduğu için doğal olarak o sonucu doğuracaktır. O ifadenin olup olmaması çok önemli değil.

Sayın Komisyon, önergeye katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET TEKDAL (Ankara) – Yeterli sayımız olmadığından katılamıyoruz.

BAŞKAN – Sayın Hükümet?..

DEVLET BAKANI IŞILAY SAYGIN (İzmir) – Katılıyoruz efendim.

BAŞKAN – Katılıyorsunuz.

Önergeye, Komisyon, çoğunluğu olmadığı için katılamıyor, Hükümet katılıyor.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, bu madde üzerinde nasıl konuşacağız o zaman?

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – 3 üncü madde üzerinde... Böyle şey olmaz yani...

BAŞKAN – Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

Maddeyi, kabul edilen önerge doğrultusunda oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Şimdi, 4 üncü maddeyi 3 üncü madde olarak okutuyorum:

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Sayın Başkan, 3 üncü madde üzerinde, böyle bir şey, müzakere yapılmaması... O zaman, bundan sonra gelecek kanunlarda bir önerge verilecek şu şekilde yapılsın diye... Böyle bir usul olmaz Sayın Başkanım. 3 üncü madde üzerinde görüş belirtilmeden, sizin, önergeyle bunu kaldırmanız doğru olmaz.

BAŞKAN – Ben kaldırmadım Sayın Karamollaoğlu, Genel Kurul...

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Hayır efendim, Genel Kurul kararıyla değil...

BAŞKAN – Genel Kurul kararıyla oldu.

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Şimdi, efendim, Genel Kurul, “tamamının görüşülmeden kabul edilmesi” dese, siz, bunu böyle bir şekilde gündeme getirebilir misiniz?

BAŞKAN – Efendim “görüşülmeden kabul edilmesi” demiyor.

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Efendim, hayır, bu görüşülmeden...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, usul hakkında söz istiyorum.

BAŞKAN – Usul hakkında söz veremem, görüşünüzü alabilirim; yani, bir usulsüzlük yok ki usul hakkında söz vereyim.

TURHAN GÜVEN (İçel) – Var efendim, müsaade ederseniz, var. Bakınız, usulle ceza hükümleri hiçbir kanunda yanyana getirilemez, birleştirilemez Sayın Başkan.

BAŞKAN – Bir dakika sayın milletvekilleri, Sayın Güven’e...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Usule müteallik bir hükümle, bir maddeyle ceza hükmü ihtiva eden bir madde, dünyanın hiçbir kanununda yanyana gelmemiştir. Bu nedenle yanlıştır; ama, Genel Kurul, tabiî takdirlerini böyle kullandı; fakat yanlış kullanmış olması ileride sıkıntı yaratacaktır. Böyle usulle, o zaman, Ceza Kanunu ile Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununu tekrar çıkarmak mümkün olurdu, niye ayrı bir usul getirmişiz?

BAŞKAN – İtirazınızı tutanaklara geçirmiş oldunuz.

Şimdi, 4 üncü maddeyi 3 üncü madde olarak okuturuyorum: Buyurun.

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Sayın Başkan, bu mümkün değil; İçtüzüğün 87 nci maddesi... (DSP ve CHP sıralarından gürültüler, “Sayın Başkan, okut” sesleri)

Bir şeyi konuşurken, arkadaşlarım, lütfen...

87 nci maddenin dört ve beşinci fıkraları...

BAŞKAN – Efendim, dördüncü ve beşinci fıkralara aykırı bir husus yok.

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Bakın, burada “ Görüşülmekte olan tasarı veya teklife konu kanunun, komisyon metninde bulunmayan, ancak tasarı veya teklif ile çok yakın ilgisi bulunan bir maddesinin değiştirilmesini isteyen ve komisyonun salt çoğunlukla katıldığı önergeler üzerinde yeni bir madde olarak görüşme açılır” deniliyor. Bu yeni bir madde.

BAŞKAN – Efendim, 3 üncü madde çıkıyor, eklenmiyor. Bahsettiğiniz, okuduğunuz fıkra, ilgisiz. Komisyon metninde bulunmayan yeni bir ekleme... Burada ekleme yok.

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – İlgisiz değil. “Yakın ilgisi bulunan” deniliyor burada.

BAŞKAN – Efendim, ne ilgisi var bunun? Lütfen. Sayın Karamollaoğlu, yani, hiçbir ilgisi yok...

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Eğer, böyle bir usul ihdas ederseniz, bundan sonra, belirtecekler, bir önerge verecekler, her şey değişecek...

BAŞKAN – Sayın Karamollaoğlu, lütfen...

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Sayın Başkan, çok yanlış yapıyorsunuz...

BAŞKAN – Okuduğunuz fıkralarla hiç ilgisi yok.

4 üncü maddeyi 3 üncü madde olarak okutuyorum.

MADDE 3.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına söz talebi? Yok.

Şahsı adına Sayın Sıtkı Cengil; buyurun.

MEHMET EMİN AYDINBAŞ (İçel) – 3 üncü madde üzerinde söz hakkımız var. Madem 4 üncü madde 3 üncü madde oldu, o zaman 3 üncü madde hakkında grupların söz talepleri de geçerlidir.

BAŞKAN – Efendim, bildirmediniz. Grubunuzun talebi var mı?

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Var efendim.

BAŞKAN – Buyurun.

RP GRUBU ADINA MEHMET EMİN AYDINBAŞ (İçel) – Sayın Başkan, değerli üyeler; Ailenin Korunmasına Dair Kanun Tasarısının 3 üncü maddesi hakkında, Grubum adına söz almış bulunmaktayım.

Şu anda sürpriz bir durumla karşılaştık. 3 üncü maddenin numarası, konusu tamamen değişti. Tabiî, bu, çok nadir görülen; hemen hemen hiç görülmeyen bir durum; bu bakımdan, Genel Kurulda bu tartışmalara yol açması da normal karşılanmalı. Ancak, ben, yine de 2 nci maddeye monte edilen 3 üncü maddenin içeriği hakkında, Grubumuzun görüşlerini ifade etmeye gayret edeceğim.

Bu arada, Devlet Bakanımız Sayın Işılay Saygın Hanımefendiye de, bu tasarı bu hale gelinceye kadar, Genel Kurula gelinceye kadar gösterdiği çabalar dolayısıyla teşekkür etmek istiyorum. Gerçekten, çok uzun bir maraton şeklinde gayret gösterdiler. Komisyon görüşmeleri sırasında, Sayın Bakanımızın zaman zaman ümitsizliğe kapıldığını, zaman zaman tehevvüre kapıldığını ve basında, bu konuyu, konuşulması gereken mecranın dışında, değişik mecralarda ele aldığını müşahede ettik.

Konu, bazı çevrelerce, bir bakıma, bir feminizm konusu haline getirildi yahut da Sayın Bakanımız da ifadelerinde, erkekegemen bir toplumda bu tasarının çıkması hakkındaki ümitsizliklerini belirttiler ve “ne pahasına olursa olsun bunu çıkaracağız” şeklinde beyanlarda bulundu. Ancak, bu tür beyanların, bu tasarının çıkmasına yardımcı olmadığı, tam tersi, olayın, konuşulmaması gereken mecralarda, konuşulmaması gereken tarzlarda konuşulmasına yol açmıştı. Burada, basında “Refahçı milletvekilleri, dayakçı milletvekilleri” şeklinde bazı değerlendirmelere şahit olduk.

Aslında, kadın ve erkek arasındaki ilişkilerin, mutlak eşitlik anlamında değil de, ilişkilerdeki adalet anlamında değerlendirilmesinin, hem kadının hem erkeğin fizyolojik, fıtrî yaratılışlarıyla ve toplumdaki rolleriyle daha uyumlu olacağı kanaatindeyim. Dolayısıyla, bu tasarının da, böyle kadın-erkek hakları, feminizm yahut da erkekegemen toplum düzleminde değil de, adalet düzleminde ele alınmasının yararlı olacağı kanaatindeyim.

Aile kavramının söz konusu olduğu yerlerde, Türk ailesinin, toplum yapımızın en temel unsuru olduğundan bahsedilir. Gerçekten de öyledir. Aile yapımız ne kadar sağlamsa, toplum yapımız da o kadar istikrarlı, ekonomik ve sosyal bunalımlara karşı o kadar dayanıklı olacaktır. Bu yapının sağlamlığı, kriz dönemlerinin kolayca atlatılmasını ve toplumun zarar görmemesini sağlar.

Yıllardan beri, dünya ülkeleri içerisinde boşanma olaylarının en düşük olduğu ülkeler arasında sayılmaktan dolayı gurur duymaktayız; ancak, son zamanlarda, boşanma oranları ülkemizde de büyük bir hızla artmaktadır. Geleneksel aile yapımızın, toplumsal yapımızın temel direklerinin yıkıldığı, toplumsal değişim sürecinin hızlandığı bir ortamda, elbette, boşanma oranlarının da artmasına, bir ölçüde normaldir diye bakabilir miyiz?

Bir toplumda sosyal kurumlar, örf ve âdetler kolay oluşmazlar; toplumun sağduyusundan, tarihsel tecrübe birikiminden süzülüp gelirler ve kolay değişmezler. Tabiî, toplumsal değişim, bazı kurumları eski, işlemez ve değişime muhtaç hale getirdiği gibi, yeni oluşan sosyal ihtiyaçlar, değer yargılarındaki değişimler, yeni bazı örf, âdetler ve sosyal yapılar oluşmasına yol açar.

Burada, bugün tartışmakta olduğumuz tasarı, özellikle kusurlu eşin hapis cezasıyla tecziyesini öngören 3 üncü madde -ama, 2 nci maddeye monte edildi- aile kurumuna yeni bir yaklaşma, yeni bir yapılanma getirmektedir. Bu haliyle, toplumda, geniş tartışmalara yol açmaktadır. Toplumsal değişim talepleri ile yeni oluşan ihtiyaçların hukuksal norm haline getirilmesi süreci, bir sebep - sonuç ilişkisi içinde birbirinden etkilenmelidir; ama, maalesef, yaşadığımız yakın tarih sürecinde, 19 uncu yüzyıl kalıntısı bir toplum mühendisliği anlayışıyla, topluma, bir teknik malzeme gibi yaklaşıp, fizik kanunlarının determinist anlayışı içinde şekil vermeye teşebbüs ettik. Bu, toplumun, doğal değişim ve oluşum sürecini bozdu; toplumsal bir travmaya uğradık. Ben, bugünkü aile yapısındaki istenmeyen şiddet olaylarının bu noktaya gelmesini ve aile içi ilişkilere hapis cezası verme noktasında müdahale edilmesini gerektiren durumu, bu doğal olmayan gelişmelere bağlıyorum.

Elbette, eşlerden birine, aile içi ilişkilerden dolayı hapis cezası verilmesi, ailenin, gelecekteki birlik ve bütünlüğünün ve dayanışmanın devamı yönünde olumlu bir katkıda bulunup bulunmayacağını henüz tam olarak bilemiyoruz; ancak, tabiî ki, aile içi şiddet olaylarında, bozulan aile yapımızla eş olarak artan bu gayri insanî durumun da, bir şekilde engellenmesi, caydırılması ve müeyyidelendirilmesi gerekmektedir.

İstatistiklerde, yüzde 34 nispetinde aile içi fiziksel şiddetten ve yüzde 54 nispetinde de sözlü şiddetten bahsedilmektedir.

Toplumdaki büyük aile modelinin çözülüp, çekirdek aile uygulaması yaygınlaşması, giderek, aile içi fertleri, toplumun bireyselleşmesiyle paralel olarak, farklı amaçları, farklı beklenti ve özlemleri olan fertler haline getirmektedir. Nikâh, evlilik bağı, taşınması güç bir yük haline gelmektedir. Bunların temel nedeni, toplumsal yapımızın ve aile kurumumuzun temel harcını teşkil eden manevi değer yargılarımızın, geleneklerimizin acımasızca, çağdaşlaşma adına tahrip edilmesidir.

Yasanın bu haliyle çıkmasını desteklemekle birlikte, sadece adlî, cezaî, böyle bir müeyyidenin gerekli olduğunu kabul etmekle birlikte, yeterli olmadığını ifade ediyor, aileden sorumlu Devlet Bakanlığımızın, bir de, ailenin kültürel, eğitsel, manevî yönünü tahkim edeceği bir tedbirler paketiyle Meclis huzuruna gelmesi gerektiğini ifade ediyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum efendim. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Aydınbaş.

İ. ERTAN YÜLEK (Adana) – Şahsım adına söz istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN – Bir dakika efendim...

Şahsı adına, Sayın Sıtkı Cengil?.. Yok.

Sayın Ömer Özyılmaz?.. Yok.

Sayın Ersönmez Yarbay?..

ERSÖNMEZ YARBAY (Ankara) – Sayın Yülek konuşacak Sayın Başkan.

BAŞKAN – Buyurun Sayın Yülek.

İ. ERTAN YÜLEK (Adana) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; ben, bir yıldan beri huzurunuza çıkmadım. Aklımın ve mantığımın almadığı hiçbir şey için de, kalkıp, burada bir cümle dahi ifade etmem; ancak, biraz evvel yapılan işlem, fevkalade aklî olmayan, mantığa dayanmayan bir hadisedir.

Nasıl olur; bakın, ben, size bir misal olarak arz edeyim: 12 maddelik bir kanun tasarısı hazırlanır, komisyonlarda kabul edilir; bilahara, buraya gelinir; üç madde konuşulur, 4 üncü maddede, bütün maddeler, birer önergeyle, hatta tek önergeyle verilir; bir önerge konuşulur, oylanır ve kanunlaşmış olur...

Şimdi, bu kötü başlangıcın bir örneğini burada yaşadık. Benim kanaatim şudur: Bu kadar, aklî olmayan, mantıkî olmayan bir meseleyi bizim İçtüzüğümüze koymamışlardır. Yapılacak iş şudur: Burada, bu 3 üncü madde müzakere edilir; ancak, oylanmayabilir; oylama safhasında “onunla ilgili mesele, 2 nci maddeye bir fıkra olarak eklenmiştir, binaenaleyh, oylamaya gerek yoktur” denir; doğrusu da budur.

Arkadaşlar, bakın, bu mantık “iki kere iki dört eder” kadar doğru bir mantıktır. Tekrar ediyorum; 8 maddelik bir kanun gelir; 2’sini görüşürsünüz, 3’üncüsünün arkasına 6 tane maddeyi ilave edersiniz ve bütün meseleyi burada müzakeresiz geçirirsiniz... İşte, 3 üncü madde, müzakere edilmeden geçti. Ona göre herkes hazırlık yapmıştı. 3 üncü maddeyle ilgili söylenecekler vardı. Belki, 3 üncü maddede değişiklik yapılabilir, tekriri müzakere istenebilirdi. Dolayısıyla, bunun konuşulması lazımdı; ama, oylama safhasına geldiğinde “bu husus 2 nci maddede oylandığından, tekrar oylanmasına gerek yoktur” gibi bir karara bağlanırdı.

Sayın Başkan, bu, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarihinde, zannediyorum ki, hiçbir zaman olmamış bir hadisedir ve lütfen, bir kötü başlangıcın, bir hatalı başlangıcın müsebbibi olmayınız. Belki, o andaki meseleyi, bir an için, arkadaşlar, zihinlerinde enine boyuna düşünemedikleri için, bu konuya itiraz etmemişlerdir. Nitekim, Refah Partisi Grubundaki arkadaşlarımız da, bunun, bu şekilde oldubittiye getirileceğini tahmin etmedikleri için, o önerge üzerinde konuşma lüzumu hissetmemişlerdir.

Ben, burada bir kasıt aramıyorum; Sayın Başkanın da bir kasıtla hareket ettiğini zannetmiyorum. Genel Kuruldaki arkadaşlarımızın da, bu konuda -biraz evvel söyledim- meseleyi, enine boyuna, o anda, yani, belki, yarım dakika içinde düşünme imkânı olmamıştır. İçtüzükte buna ait bir hüküm olmadığı için ve şu ana kadar da önümüzde böyle bir örnek, karar ittihaz edebileceğimiz bir hadise olmadığı için, bu, hemen, oldubitti gibi bitirilmiştir. Rica ediyorum, gerekiyorsa, bu işi, tekriri müzakereyle görüşelim ve bu hatayı, Genel Kurulun şu andaki oturumunda hatalı bir başlangıç olarak kabul etmeyelim.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yülek.

Sayın milletvekilleri, görüşmelere devam etmeden önce, Sayın Komisyonun bir talebi var; tasarının tümünü, İçtüzüğün 88 inci maddesine göre Komisyona iadesini istiyor . İçtüzüğümüzün 88 inci maddesi, bunu, bir defaya mahsus olmak üzere, komisyonun isteyebileceğini ve bu istemi Başkanlığın görüşmeksizin yerine getirmesini öngörüyor. Onun için, tasarıyı Komisyona iade ediyoruz. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) – Komisyonun çoğunluğu yok Sayın Başkan.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Komisyon nerede?..

ADİL AŞIRIM (Iğdır) – Komisyon yok ortalıkta...

BAŞKAN – Değerli arkadaşlar, komisyon başkanı, komisyonu temsil edebiliyor. Onun için, bugüne kadar ki bütün uygulamalarımız, bu çerçevede, komisyon başkanından gelen teklifi, aynen görüşmeksizin yerine getirmek doğrultusunda oldu; onun için, Komisyonun isteminde bir usulsüzlük yoktur.

Tasarının tümü Komisyona geri verilmiştir.

3. – Emniyet Teşkilâtı Kanunun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılamasına Dair 490 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/217) (S. Sayısı : 132)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 132 sıra sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair 490 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnemeyle ilgili tasarının müzakeresine başlayacağız.

Komisyon?.. Yok.

Müzakere ertelenmiştir.

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Aldığımız karara göre, Millî Eğitim...

BAŞKAN – Hayır efendim.

4. – Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanunun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin 492 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/218) (S. Sayısı : 164)

BAŞKAN – Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin 492 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili tasarının müzakeresine başlayacağız.

Komisyon?.. Yok.

Müzakere ertelenmiştir.

5. – 625 Sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu ile 222 Sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanununun Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesi Hakkında 254 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 625 Sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair 326 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (1/71, 1/111) (S. Sayısı : 168)

BAŞKAN – 625 Sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu ile 222 Sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanununun Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesi Hakkında 254 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnameyle ilgili tasarının müzakeresine başlayacağız.

Komisyon?.. Yok.

Müzakere ertelenmiştir.

6. — İlköğretim ve Eğitim Kanunu, Millî Eğitim Temel Kanunu, Çıraklık ve Meslek EğitimiKanunu ile Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilât ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ile İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin ve 16 Arkadaşının; 222 Sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanununun İki Maddesinin Değiştirilmesi, Bir Madde Eklenmesi ve Geçici 9 uncu Maddesinin Kaldırılması Hakkında Kanun Teklifi ve İzmir Milletvekili Birgen Keleş’in 1739 Sayılı Millî Eğitim Temel Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi ve Bir Ek Geçici Madde Eklenmesi ile 222 Sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesine İlişkin Yasa Önerisi ve İzmir Milletvekili Kaya Erdem ve 66 Arkadaşının; 1739 Sayılı Millî Eğitim Temel Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi ve bir Ek Madde ve İki Ek Geçici Madde Eklenmesi ve Geçici 2 nci Maddesinin Kaldırılmasına Dair Kanun Teklifi ve İzmir Milletvekili Kaya Erdem ve 65 Arkadaşının; 222 Sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi, Bir Ek Geçici Madde Eklenmesi ve Geçici 9 uncu Maddesinin Kaldırılmasına Dair Kanun Teklifi ve İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin’in; Millî Eğitim Temel Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ve İstanbul Milletvekili Tayar Altıkulaç ve 10 Arkadaşının; Millî Eğitim Temel Kanunu, İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Çıraklık ve Meslek Eğitimi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe komisyonları raporları (1/620, 2/231, 2/515, 2/719, 2/720, 2/891, 2/895) (S. Sayısı : 376)

BAŞKAN – İlköğretim ve Eğitim Kanunu, Millî Eğitim Temel Kanunu, Çıraklık ve Meslek Eğitimi Kanunu ile Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısının müzakeresine başlayacağız...

Komisyon?.. Yok.

Müzakere ertelenmiştir.

7. – 12.7.1997 Tarihine Kadar Sorumlu Müdür Sıfatı ile İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/627) (S. Sayısı : 374) (1)

BAŞKAN – 12.7.1997 Tarihine Kadar Sorumlu Müdür Sıfatı ile İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu raporunun müzakeresine başlıyoruz.

Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon raporunun okunup okunmaması hususunu oylarınıza sunuyorum: Raporun okunmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Raporun okunması kabul edilmemiştir.

Tasarının tümü üzerinde gruplar adına söz talebi var mı?

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) – Refah Partisi Grubu adına Avni Doğan konuşacaklar.

BAŞKAN – Refah Partisi Grubu adına, Sayın Avni Doğan; buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)

RP GRUBU ADINA AVNİ DOĞAN (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; 12.7.1997 Tarihine Kadar Sorumlu Müdür Sıfatı ile İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun Tasarısı hakkında Refah Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, kuşkusuz, basın, demokratik sistemlerin en önemli kurumlarından biridir. Daha açık bir ifade kullanmak gerekirse, bir ülkede basın ne kadar hürse, ne kadar rahat bir ortamda çalışıyorsa, o ülkede o kadar demokrasi var demektir. Demokrasiyi özümlemiş ülkelerde, devlet, basına hoşgörülü, basın da toplumun menfaatlarına karşı duyarlıdır; yani, basın, milletin yanında, milletin menfaatlarının yanında yer alan, devlete bu istikamette ışık tutan bir müessesedir. (Gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Doğan, bir saniye...

Sayın milletvekilleri, lütfen, salonda sükûneti sağlayalım. Sayın hatip, dinlenmesi bir yana, konuşmasına kendini vermekte zorlanabilir.

Buyurun.

AVNİ DOĞAN (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ancak ilkel ülkelerdedir ki, basın kamplaşmaların, zıtlaşmaların hatta kavgaların uç noktasında yer alır.

Yine, demokrasiyi bütün kurum ve kuruluşlarıyla içine sindirememiş ülkelerde, devlet, basının üzerinde “Demokles’in kılıcı” gibi durur; onu her türlü kötülüğün anası olarak görür. Mutlak kontrol altında tutmak için her yol denenir, her çareye başvurulur. Daha açığı, basın, cezalarla, coplarla susturulur. Elbette ki, aydınlık bir geleceğe bakabilen toplumlar böyle bir yanlışı onaylamaz.

Gelmek istediğim nokta şudur: Demokrasiye talip olduğunu söylemekten çekinmeyen Türkiye’de, artık, devlet, basına karşı olan tutumunu değiştirmelidir; basın da, devlete karşı ilişkilerini çıkar esasına oturtmaktan vazgeçmelidir.

Haberde tarafsızlık, basının vazgeçilmez ilkesi olmalıdır. “Ne yaparsam falan siyasetçiyi, falan şahsı, falan partiyi zor durumda bırakırım” anlayışı, basının tarafsızlığını ortadan kaldırmaktadır. Saygın basın, tarafsız basındır. Düşüncenin filizlendiği ilk nokta olarak basını kabul edersek, basından da, başka düşüncelere saygılı olmayı beklemek hakkına sahip oluruz.

Bütün bunları söylemekle, basına, sadece, totoliter bakışların, antidemokratik yaklaşımların zarar verdiğini söylemek istemiyorum. Basın, en büyük zararı, çoğu zaman kendi yapısından, kendi fikri sabitlerinden çekmektedir. Bunu gören demokratik ülkeler, çok sağlam ve somut bir basın ahlakı ve buna dayalı basın mevzuatı geliştirmişlerdir. Basın kartelciliği önlenmiş, basınla uğraşanların, sadece basını iş edinmeleri teşvik edilmiştir. Hem gazete sahibi hem televizyon sabihi hem çimento üreticisi hem müteahhit hem üç-beş şirket sahibi, devletle çeşitli kredi ilişkilerine girebilen bir basın yapılanmasına izin verilmemektedir; çünkü, basın ahlakı sorun olmaktan çıkmış ülkelerde basın, aynı zamanda istikrarın simgesidir; ama, basın, sahibinin şirketlerine tetikçilik yapmak gibi bir işlev üstleniyorsa, o zaman, istikrarsızlığı bizzat körüklemekte, esas gündemleri hasıraltı edip, yapay gündemler oluşturmaktadır; yani, bizatihi kendisi istikrarsızlığın esas sebebi durumuna düşmektedir. Bütün bunları, biz, ülke olarak sık sık yaşamakta ve tanık olmaktayız.

Şimdi burada, bu Yüce Mecliste, sorumlu müdürlerin 12.7.1997 tarihine kadar, 5680 sayılı Basın Kanununun 16 ncı maddesi veya sair kanunlar hükümlerine göre mahkûmiyetleri ertelerken, takibe uğramamış veya soruşturma aşamasında olan suçlarla ilgili takibatı durdururken, ilerisi için daha tutarlı hükümler ortaya koymamız gerektiği kanaatindeyim. Yani, basına karşı sorumluluklarımızı yerine getirirken, basından da, Türkiye’nin yanında olmasını beklemek hakkımızdır.

Hür düşünceye geçit vermeliyiz; ama, kimse, hür düşünce ilkesinin arkasına saklanıp, kimseye sövmemeli. Basın mensupları, yazı işleri müdürleri, yazdıklarından dolayı yargılanmamalı; ama, kimse, basın hürriyeti adına, teröre arka çıkmamalı. Düşünce kutsaldır; ama, darbe kışkırtıcılığı, yalan haber, konu mankeni kullanma, olayları çarpıtma, kesinlikle düşünce değildir. Türkiye’nin, artık, bir gazetenin yazı işleri müdürünü mahkûm etmeme noktasına gelmesi gerçekten sevindirici bir şey; ama, aynı olgun noktaya, artık, basınımızın da gelmesini bekliyoruz.

Türkiye, gazeteciye muamelede, basın mensubuna muamelede ve onlara bakışta, maalesef, çok sağlıklı sicile sahip bir ülke değil; ama, bu, bir doğa kuralıdır ki, rüzgâr eken, fırtına biçiyor. Maalesef, Türkiye, son yarım yüzyılda birçok darbe yaşamış bir ülkedir ve her darbe öncesi, darbeciler övülmüş, teşvik görmüş, kışkırtılmıştır. Peki, sonunda? Sonunda, darbeler, halkı vurduğu kadar basını da vurmuştur...

Demek ki, bu ülkede, herkesin aklını başına alması gerekiyor. Demek ki, bu ülkede, herkesin çoğulcu demokrasiye sahip çıkması ve onu kavrayıp, benimsemesi gerekiyor. Hadiselere, Nasreddin Hocanın “ben ölürsem büyük kıyamet, hanım ölürse küçük kıyamet kopar” mantığıyla bakmak yanıltıcı oluyor. Sonunda, bizi, toplumu ve toplumun önemli bir kurumu olan basını zarara uğratıyor.

Biz, Refah Partisi olarak, bu tasarıyı destekliyoruz. Destekliyoruz; çünkü, basının ve basın hürriyetinin gereğine ve vazgeçilmezliğine inanıyoruz. Her türlü özgürlüğün yanında olduğumuz gibi, basın özürlüğünün de yanındayız. Basınımızın da, her türlü özgürlüğün savunucusu olmasının beklentisi içerisindeyiz.

Ayrıca, bu tasarının ciddî bir eksikliği olduğu kanaatini taşıyoruz. Elbette ki, yazı işleri müdürünün basınımızdaki önemini biliyoruz; ancak, böyle bir tasarının, sadece, yazı işleri müdürlerini kapsamasını, doğrusu, yeterli bulmuyoruz. Yazar, muhabir, fikir adamı, daha doğrusu, bütün düşünce suçlularının bu tasarı kapsamına alınması gerekirdi; ayrıca, yazarlarımızı, mahkemeleri komşu kapısı yapmaktan kurtaracak, doğru dürüst hükümler içeren bir tasarı olabilirdi. Böylece, hem bu tasarıyı, sanki, birkaç kişiye yönelik bir kayırma tasarısı olmaktan kurtarırdık hem de gerçekten, düşünceye, basına saygılı olduğumuzu gösterirdik. Tabiî, henüz vakit geçmiş değil; burada, Yüce Mecliste, bu eksiği giderebiliriz; yani, tasarıyı, bütün düşünce suçlularını kapsayacak şekilde genişletebiliriz; mesela, Yaşar Kemal’i, mahkeme kapılarında sürünmekten kurtarabiliriz. Yaşar Kemal’i bir simge olarak söylüyorum. Bu konumda birçok yazarımızın, düşünce adamımızın olduğu bilinmektedir.

Bu ülkede, artık, düşüncelerin suç sayılmaması gerekir; çünkü, kişiler düşünceleriyle saygıdeğerdir; çünkü, kişiler düşünceleriyle vardır; çünkü, ülkeler, düşüncelerin çeşitliliğiyle güç kazanırlar; çünkü, düşüncelere pranga vuran hiçbir ülke ayakta kalamamıştır.

“Benim gibi düşünmezsen, zararlısın” mantığı, tek parti mantığıdır. Maalesef, Türkiye’de hâlâ tek parti mantığı hüküm sürmektedir. Basın hürriyeti, ifade hürriyeti, din ve vicdan hürriyeti, otoriter, totaliter, aristokrat bir anlayışla değerlendirilmektedir. Tek tip insan, tek tip düşünce, tek tip hayat tarzı, hatta kıyafet anlayışı, sürekli, bu ülkede insanlara, insanlarımıza dayatılmaktadır.

Toplum, bir demirperde anlayışıyla disiplinize edilmek istenmektedir. Bu anlayışa, hem basınımız hem de siyasetçilerimiz, zaman zaman, şu veya bu sebeple, maalesef, çanak tutmaktadır. İşte, dönüp, hepimizi kuşatan ve basınımızı cendereye sokan bu mantıktan eğer kurtulmazsak, ne basını ne de Türkiye’yi ayağa kaldırabiliriz.

Bu çarpıklığın ortadan kalkmasında, basınımıza da, kuşkusuz, önemli görevler düşmektedir. Her şeyden önce, basınımızı, demokrasilerde basının yeri neresidir, neresi değildir; bunu, hakkıyla düşünmeye davet ediyorum. Ülkeyi idare edenler de, ülkede idareye talip olanlar da, basını başka fonksiyonlara sürükleme huyundan vazgeçmelidirler.

Sözlerime burada son verirken, özgür basın, özgür düşünce, özgür irade ve özgür Türkiye dileğiyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Doğan.

Sayın milletvekilleri, görüşmelere devam etmeden önce, biraz önce Adalet Komisyonu Başkanlığının geri istediği tasarıyla ilgili bir yanlış anlamaya ve yersiz tartışmalara yol açılmaması için bir açıklama yapmak zorundayım:

Sayın Komisyon Başkanının önergesinde de, geri isteme yazısında da, tasarının hangi maddeleri olduğu konusunda bir açıklık yok. Hukuken, Genel Kurulun görüşmüş ve kabul etmiş olduğu maddeleri iade edemiyoruz; görüşmemiş olduğumuz, geri kalan maddeler iade edilmiş oldu. Bu nedenle, tasarı da, gündemdeki yerini koruyacak. Bu açıklamayı yapmak durumundaydım.

YAHYA USLU (Manisa) – Sayın Başkan, Genel Kuruldan geçmiş maddeler için tekriri müzakere isteyebilir miyiz?

BAŞKAN – Genel Kurul kabul etti; o, ayrı bir şey; hukukî tartışma...

Anavatan Partisi Grubu adına, Sayın Ali Talip Özdemir; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA ALİ TALİP ÖZDEMİR (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şahsım ve Grubum adına, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Konuyu biliyorsunuz; görüşlerinize sunulan tasarı, yayın yoluyla işlenen suçlara ilişkin bir düzenleme getirmektedir. Amaç; sorumlu müdür adıyla anılan kişilerin, sırf konumlarından dolayı aldıkları cezalara bir erteleme getirmektir. “Sırf konumları” diyorum; çünkü, bu kişiler, gerçekte, başkalarının yazdığı yazılardan dolayı cezalandırılmaktadır. Oradaki fikirleri paylaşıp paylaşmadıkları; hatta, o yazıyı görüp görmedikleri bile belli değildir. Belki, içinizden; hemen, görmesi gerekir, görevi gereği mutlaka bunu etüt etmesi gerekir diyebilirsiniz.

Basın hayatıyla az çok ilişkisi olanlar bilirler; orada, hayat, günlük yaşanır ve zaman inanılmayacak ölçüde hızlıdır, özellikle Internet’in basın hayatımıza girmiş olması nedeniyle, fevkalade hızlı bir zaman süreci yaşanmaya başlanmıştır. Amerika’da bulunun bir yazar, Internet aracılığıyla bütün yazılarını anında merkeze ulaştırma imkânına sahiptir. Hele, gazete sayfa adetlerinin de artmış olacağını düşünerek, bu sistemi bir global yapı içerisinde mütalaa edecek olursak, gazetelerin mutfaklarında fevkalade hızlı bir zaman yaşanmaktadır. O zaman, bir yazı işleri müdürü, bütün bunların hepsini okuyup, anlama; hatta, hangisinde cezaî müeyyide olup olmadığını düşünme imkânına sahip değildir.

Basın Kanunu, âdeta kendi içinde otoriter bir basın örgütlenmesini öngörür mahiyettedir. Fiiliyatta işler bu istikamette yürümez. Sorumlu müdürün mevkii, tıpkı Orwell’ın 1984’deki her şeyi gören gözü gibidir. Hepinizin bildiği gibi, Orwell, aslında bu eserini 1948 yılında yazmıştır. 8 ile 4’ü yer değiştirerek 1984 olarak 48’de neşrettiği bu eserde, Orwell, bunu, dünyanın totaliter eğilimlere gebe olduğu endişesiyle yazmış, sorumluluk, yetki ve her şeyi büyük ağabey olarak nitelendirmişti.

Sorumlu müdürleri, biz, bir nevi büyük ağabey olarak mı görmekteyiz? Hayır!.. Bir basın organında diğer çalışanlara inisiyatif tanımazsanız, herkesi hukukî açıdan kuşkuyla takip etmeye kalkarsanız, orada işleri asla yürütemezsiniz. Kaldı ki, o basın organında çalışanlar, çizenler, rüştünü ispat etmiş, neyin ne olduğunu bilen kişilikli kişilerdir. Yaptıklarının ne ölçüde hukuka uygun olup olmadığını takdir edecek düzeydedirler. Eğer, yazılarında, fikirlerinde, çizgilerinde bir suç unsuru şüphesi oluşursa, doğrudan, müellifin kendisine başvurulmalıdır. Onunla birlikte, bir başkasını; yani, sorumlu müdürü suça ortak etmek, hukukun en temel prensiplerinden olan suçun şahsîliği ilkesiyle asla bağdaşmaz.

Değerli milletvekilleri, Fransız yazar Exupery’nin “Küçük Prens“ isimli çocuk kitabını herhalde hepimiz okumuşuzdur. Orada, küçük prens, seyyareleri gezerken küçük bir gezegende tek başına yaşayan bir kral görür. Kral tek başınadır; ama, tüm evrenin kralıdır; çünkü, o krallığının buyurma gücünü tam da evrenin kuralları çerçevesinde kullanmaktadır; otoritesinin kaynağında evrenin mantığı vardır. Buna aykırı emir verdiğinde, krallığının da bir hükmü kalmayacağını gayet iyi bilmektedir.

Exupery, çok temel bir hukuk kuralını basit ve çarpıcı bir dille anlatmaktadır; bu, hayata uygunluktan kaynaklanan meşruluktur. Bugün, bizim, huzurlarınıza getirmiş olduğumuz bu tasarıyla yapmak istediğimiz, basın hayatındaki fiilî gerçekliği esas alan, ona dayanan, meşruluğu da ondan kaynaklanan bir düzenlemeden ibarettir.

Türkiye’de düşünce suçları gerçek anlamında daha yaygın zeminlerde var olmuştur. Mevzuata bakarsak, düşünce suçlarının önemli bir bölümü siyasal irade eliyle ayıklanmıştır.

Peki, bütün bunları varsayarak ne yapabiliriz? Kısaca, zamanı da çok iyi kullanarak onu arz etmek istiyorum:

İnsan haklarına, demokrasiye ve özgürlüğe bağlılıklarını meslek hayatlarında kanıtlamış hukukçuların “iyi yargıç varsa kötü yasa yoktur” görüşlerine atıfta bulunarak, tablonun ortada olduğunu söylemeliyim. Maalesef, yargı organının düşünce suçunu aşma noktasında, olumlu ve kalıcı katkı sağlayabilmiş olduğunu söyleyemiyorum. Anayasa ve yasalar karşısında bu türden bir içtihatın ortaya çıkarılmasının kolay olmadığını da hepimiz biliyoruz. Bu yüzden, çözüm yargıda değil, yasamada ve yasama değişikliklerinin gerçekleşmesindedir ve bir kez daha siyasal irade aranmaktadır; bunu, burada bulacağız. Bu arada, Anayasanın 159 uncu maddesinin de ele alınması, yargı bağımsızlığı açısından fevkalade önemlidir.

Sayın Bakanımızın ve Komisyonun da burada olduğunu düşünerek, kısaca şunu arz etmek istiyorum: Anayasanın 159 uncu maddesi, yargının bağımsızlığıyla ilgilidir; bu, hepimiz için fevkalade önemli bir hukuk kuralıdır. Bunun, mutlaka bir an önce ele alınıp, yargının bağımsızlığı noktasında, bu hususun, bu değişikliğin Yüce Mecliste bir an önce görüşülmesinde şahsım adına çok büyük bir önem taşıdığını ifade etmek istiyorum.

Şüphesiz, burada asıl yapılması gereken, yeni bir basın yasasının ele alınmasıdır. Bunun için, Bakanlık yaptığım devrede yapmış olduğumuz bir hazırlık vardı; ama, şimdi, basından sorumlu olan Devlet Bakanımız Sayın Cavit Kavak da, bu konuda fevkalade ciddî bir hazırlık içerisinde olduğunu ifade ediyor ve bunu takdirle karşılıyorum. İnanıyorum ki, bu tasarı, en kısa süre içerisinde gelişmiş şekliyle gündeme gelecek ve bu vesileyle Basın Yasasındaki eksiklikler ortadan kaldırılmış olacaktır.

Bunun dışında, o dönem içerisinde başlatılan bir şûra hazırlığı vardı, Sayın Namık Kemal Zeybek, bu konuda çalışmalar başlatmıştı; ama, zaman yetersizliğinden yapılamadı; onun için yeniden bir basın şûrasına ihtiyaç olduğu kanaatini taşımaktayım.

Değerli milletvekilleri, aslında “basın” derken biz, hep büyük basından bahsediyoruz. Bir de “yerel basın” dediğimiz, Anadolu basınımız var; çilekeş basın... Maalesef, ne yasalar, ne Meclisimiz şimdiye kadar bu konuya ciddî olarak eğilmedi. Belki, bu vesileyle, Anadolu basınının sıkıntılarını dile getirecek düzenlemeler yeni yasaya mutlaka ilave edilir ve fevkalade ciddî bir yapılanma ortaya konulur.

Yalnız, bu kısa dönem içerisinde, bölgeler mahiyetinde oluşan Anadolu basını bir araya gelerek, bir federasyon oluşturmuşlardır. Bu vesileyle, Federasyon Başkanına ve bütün üyelerine tebriklerimi tekrar sunmak istiyorum. İnanıyorum ki, Anadolu basınının sesi daha ciddî ve daha gür çıkacaktır.

Yalnız şunu ifade etmek istiyorum: Burada, yazı işleri müdürlerinin affedilmesiyle, Anadolu basınının ne gibi bir ilişkisi var? Yerinde yönetimin, mutlaka, hepimiz, çok ciddî olarak, bir an önce gerçekleşmesini, güçlenmesini istiyoruz. Bu vesileyle, dün, Sayın Topçu Bakanımızla birlikte, uçakla, İstanbul’da zarar gören bölgelerin üzerinde bir inceleme yaptık; fevkalade büyük bir sıkıntı oluşmuş orada; insanlar mağdur, fakir ve perişan. Bunu niçin söylüyorum? Maalesef, orada, devletimiz ve yerel yönetim hazırlıksız yakalanmış bu işe; yani, bizim, bir an önce yerinde yönetimi güçlendirmemiz gerekiyor. Yerinde yönetimle -ifade içerisinde, ibare içerisinde- yerel basının da mutlaka ciddî olarak güçlenmesi gerekiyor; çünkü, bu, yazı işleri konusunda yerel basın daha da mağdurdur. Orada, köşe yazısı itibariyle, bir müdüre, bir arkadaşına yazı yazdırmakta yerel basın; ama, sonuçta, suç teşkil edip etmediğini etüt edemediği için, mahkeme kapılarında sürünmektedir. Aslında, mahkeme heyeti de, bu konuyu bir ekip marifetiyle değerlendirmekte, bir bilirkişi marifetiyle değerlendirmektedir. O yüzden, bu yasanın, Yüce Heyetiniz tarafından, bir an önce, olumlu şekilde kabul edilmesini ve Resmî Gazetede yayımlandıktan sonra yürürlüğe girmesini; basınımız için ve basında görev yapan ve bu konuda hiçbir sorumluluğu olmayan, mağdur durumda olan, cezaevinde olan yazı işleri müdürlerimizin suçlarının bir an önce sona ermesini veya bu konuda, yürütmenin, soruşturmanın da durdurulmasını, bir noktada, ifade ediyorum.

Evet, sözü fazla uzatmak istemiyorum. Gruplarımız, özellikle gecenin bu saatinde, bir an önce buna çözüm getirmek istemekte ve bu yasanın çıkmasını teşvik etmektedirler; ama, huzurlarınızda Özal’ı rahmetle anmadan geçemiyorum. Özal, üç tane hürriyeti savunmaktaydı; düşünce özgürlüğü, din ve vicdan hürriyeti ve teşebbüs hürriyeti. Aslında, onunla birlikte, 163 üncü, 141, 142 nci maddeler, o hürriyetle birlikte dizayn edilmiş ve gerçekleşmişti. İşte, bunun devamını, inşallah, Mesut Yılmaz Hükümetinde, bu Koalisyon Hükümetinde gerçekleştirip, bir an önce bu yasa tasarısını...

MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – O zamanki ANAP, şimdiki ANAP değil ki...

ALİ TALİP ÖZDEMİR (Devamla) – Anlayamadım sayın milletvekilim...

MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) – O zamanki ANAP, şimdiki ANAP değil ki!..

ALİ TALİP ÖZDEMİR (Devamla) – Efendim, biraz önce Refah Partisinin değerli üyesi, konuşmacısı, sözcüsü de aynı şeyleri söyledi; ama, benim, şimdiye kadar, oturduğum yerden hatibe söz atarak, onun insicamını bozacak vaziyette bir tavrım hiç olmamıştır. O yüzden, lütfen, bu konuyu, beraber, sabırla, dostça... Özal’ı sizin de rahmetle anacağınızı ümit ediyorum; çünkü, o 163 üncü maddenin çıkarılmasıyla, din ve vicdan hürriyetinin ülkemizde ne kadar geliştiğini ve ibadet hürriyetinin nerelere vardığını hep beraber yaşadık.

Değerli milletvekilleri, kısaca, daha demokrat daha hür inanışlara, huzur içerisinde yaşayan bir ülke kurmak istiyorsak, özgürlükler noktasında adım atmalıyız. İşte, basın özgürlüğü noktasında bir tasarı onayınızı bekliyor. Bu tasarıyı, biz, ANAP olarak, bu yönde ciddî bir adım olarak görüyoruz. Bunun başka adımlarla takip edilmesi gerekmektedir. Türkiye, büyük bir toplumsal uzlaşma yolunda yürüyecektir.

Son olarak, yine Exupery’inin bir sözünü hatırlatmak için izin istiyorum: “Geleceğe gelince, görevin ileriyi görmek değil, mümkün kılmaktır.” Türkiye’nin, bir gün bütünüyle hür bir ülke olacağını hepimiz söyleyebiliriz; fakat, bu yeterli mi? Gelin, bunu bugünden mümkün kılalım. Bugünden, Edirne’den Hakkâri’ye; hürriyete layık, hürriyetlerinden korkulmayacak bu insanlara; bizim insanlarımıza, vatandaşlarımıza bunu tanıyacak bir Türkiye kuralım.

Bu Türkiye’nin kurulacağına tüm kalbimle inanıyor, bu yönde atılan, atılması gereken adımların bütün üye arkadaşlarıma nasip olmasını diliyor, sizleri saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Özdemir.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Turhan Güven.

DYP GRUBU ADINA TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Doğru Yol Partisi ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Gecenin ilerleyen bu saatinde fazlaca vaktinizi alacak değilim; çünkü, dikkatler, bir ölçüde, bu ilerleyen saatlerde dağılmıştır. İşte, bu dağınıklığı, bir başka çalışanlar için de dikkate almak lazım; bu da, basın mensuplarıdır; yani, basın mensuplarını, aslında, bu çalışma saati içinde, gözünden kaçabildiğince onları suçlayarak, onlara ceza vermek külfetinden ve zahmetinden kurtarmak için bir kanun tasarısı hazırlanmış ve huzurunuza gelmiştir. Bir gazetede çıkan bütün haberleri en ince detayına kadar görme imkânı belirli bir saatten sonra mümkün olunmayacağı noktasından hareketle, cezaların ertelenmesi huzurunuza gelmiş bulunmaktadır.

Aslında, bu kanunun, muhtevası itibarıyla biraz daha genişletilmesi iyi olurdu düşüncesindeyim ve umut ediyorum ki, basında çalışanların “basın hürdür” diyen Anayasımızın 28 inci maddesinden hareketle, çalışanların, sadece yazı işleri müdürü olarak değil, diğer mensupları için de fikir suçu niteliğinde görünen konularda, mutlaka, Hükümetin bir şeyler yapması inancını taşımaktayım.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bir başka olay da, aslında, basında çalışanların sosyal güvenceye sahip olup olmaması hususudur. Yazdıkları yazılardan ötürü haklarında cezaî takibata uğramakla birlikte, bugün, bir acı gerçektir ki, Türkiye’de, basın, basının asıl sahiplerinin elinde değildir. Basın, bugün, bunu, ticarî meta olarak; bunu, bir nevi kredi, para politikasında kullanmak için elinde bulundurmaya niyetlenen ve o şekilde hareket eden insanların elindedir. Bu nedenle, basının hürlüğü ve basında çalışanların da bir güvence altına alınması hususu, bence, evvela Türkiye’nin en önde gelen meselesi olmalıdır. Hiçbir sosyal güvenceye sahip olmadıkları, hatta bazılarının sendikal faaliyetlerine dahi izin verilmediği bir basının, Türkiye’de bizim adımıza fikir hürriyetini yayması veya bizim haklarımızı savunması bakımından, birtakım işlemler yapması, yayınlar yapmasının bugün için mümkün olmadığı noktasındayız. Kendisinin hiçbir sosyal güvencesi olmayan insanın, başkalarının sosyal güvencesi ve haklarını savunması, Türkiye için pek geçerli bir nesne olmasa gerek.

Bu itibarla, bu kanun tasarısına olumlu görüş bildiriyoruz. Bu tasarı, zaten bir af niteliğinde değildir. Belirli bir süre sonra, o süre içinde yeniden bir suç işlediği takdirde, bu ertelenen cezayı da, Türk infaz hukukunda olduğu gibi, yeniden çekmesi söz konusu olacaktır.

Bu duygular içinde, hepinizi saygıyla selamlıyor, teşekkür ediyorum. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Sayın Güven, teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Ahmet Güryüz Ketenci; buyurun. (CHP ve DSP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tartışılmakta olan tasarıyla ilgili Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere huzurlarınızdayım; Yüce Meclisi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, önce, bu tasarıyla ilgili bir tespit yapalım. Getirilen ve tartışılmakta olan bu tasarı nasıl bir tasarıdır; bir af yasa tasarısı mıdır, yoksa 12 Eylülle birlikte getirilen, başta 1982 Anayasası olmak üzere, pek çok yasa ve tasarruflarla şekillendirilmiş bulunan ve ancak bir resim çerçevesi içerisine sığdırılabilmiş olan, siyasal ve toplumsal düzenimizi demokratikleşmeye yönelik, Hükümet tarafından oluşturulmuş bulunan bir demokratikleşme paketinin basınla ilgili sınırlı bir kısmının ilk ayağı mıdır veyahut da onbir ay gibi kısa bir sürede ülkemizi bir rejim bunalımına getiren 54 üncü Hükümetin yarattığı korku ve kuşkulu dönemi geride bıraktığımızı, ülkenin yeniden bir normalleşme sürecine girdiğini gösteren politikaları sergileyen bir yasal düzenleme midir; nedir?..

Hiç şüphesiz, bunların hiçbiri değildir. Sade, yalın bir ifadeyle tartıştığımız yasa tasarısı, ne bir af yasasıdır ne demokratikleşme adına atılmış bir adımdır ne de demokrasi için yapılmış köklü ve kalıcı değişiklikler içeren bir yasal düzenlemedir; aksine, geçici nitelikte yarar sağlayan bir tasarruftur. Bu yapısıyla sevindiricidir; ancak, demokrasi adına iddialı bir şekilde savunulamaz, sahip çıkılamaz.

Değerli arkadaşlarım, tasarı, bu haliyle de olsa mutlaka yasalaşmalıdır. Onun için, Komisyonda, bu yasa tasarısının, hiç tartışılmadan, alelacele bu Meclise getirilmesi konusunda çaba harcadık; nihayet, yasa tasarısı, bir an önce Meclisimize geldi.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak bizim, bu yasa tasarısına olumlu oy vereceğimizi ifade etmek istiyorum.

Bu tasarı yasalaşırsa, bu Parlamento, Türkiye’nin çağdaşlaşma yolunda demokrasi çıtasının biraz daha yukarılara çıkarılmasına; ülkenin, çağdaş, demokratik ülkeler standartlarına kavuşmasına yardımcı olmayacak, bu konuda katkı da koymayacak; ne yapacak?.. Sadece, gecikmiş de olsa, bir günahın altından kalkmış olacak ve sorumluluğunun gereğini yerine getirmiş bulunacaktır.

Değerli milletvekilleri, 20 nci Dönem Parlamentosu, belki de, cumhuriyet tarihimizin en nitelikli parlamentosudur. O yakışan, böylesine günlük, geçici çözümlerle işleri geçiştiren, gününü gün eden bir parlamento olmak değildir; ona yakışan, Türkiye’ye demokratikleşme yolunda yeni mevziler kazandırmaktır. Bunun için, gazetecilerin, aydınların, yazarların, karikatüristlerin, eli kalem tutan herkesin, kısaca, bütün yurttaşlarımızın, yazmasının, çizmesinin, konuşmasının, düşündüklerini yayması ve ifade edebilmesinin ve de örgütlenebilmesinin önündeki engellerin kaldırılmasını içeren bir büyük demokratikleşme paketinin bu Parlamentodan çıkmasını sağlamaktır; bunun tarihsel görevi budur. Sadece Işık Yurtçu ve 22 sorumlu yazı işleri müdürünün ceza ve davalarının ertelenmesi, onların özgürlüklerine kavuşturulması, bir büyük ayıbın bir küçük parçasını ortadan kaldırır; Türkiye’ye onur katmaz, onun yüce Parlamentosunu yüceltmez. Artık, Türkiye, Avrupa Birliğine girmeye aday bir ülkedir. Hiç değilse, Avrupa standartlarına yakın bir demokratik ortama ve onun zorunlu kıldığı bir hukuk düzenlemesine sahip olmalı ve böylesi bir siyasal ortama kavuşmalıdır.

Bakınız, düşüncelerinin hiçbirisini paylaşmadığım İsmail Beşikçi bir bilim adamı, yazdıklarıyla yaşayan bir aydındır. İsmail Beşikçi dışarıda olursa Türkiye mi bölünür? Beş dakika konuştuğu için 23 yıl yatacak olan Eşber Yağmurdereli, hukukçu, gözleri görmemesine rağmen, karanlıkları gün ışığına çıkarmaya çalışan, bu yolda çaba harcayan, kavga veren bir aydın. Hangi vicdana sığar beş dakikalık konuşma için 23 yıl cezaevinde kalmak?

Değerli milletvekilleri, toplumlar vicdanlarıyla yaşarlar, büyürler, yücelirler. Çetelerin, katillerin, karapara sahiplerinin ve uyuşturucu tacirlerinin kol gezdiği bir toplumda marifet, Eşber gibi, namuslu, halkını seven, kavgası, insanlığa, çağdaşlığa bir el vurmak olan insanları zindanda tutmak değil, onun özgürce yaşayabilmesini temin edebilmektir. Belki de 23 yıl yaşamayacaktır Eşber; ama, 23 yıllık zindanı reva görebiliyoruz kendisine.

Bakınız, dünyaca bilinen yazarımız, aydınımız Yaşar Kemal “Eşber’i cezaevine koyarsanız, bu ülkeyi terk ederim” diyor. Yaşar Kemal’in ulusçuluğunu, vatanseverliğini kim tartışabilir? Bunu, şunun için diyor Yaşar Kemal: “Bu ülke, böylesine ayıpları hak etmiş bir ülke ve ulus değildir.” Ulusal Kurtuluş Savaşıyla, yalnız kendi ulusuna değil, bütün mazlum uluslara kurtuluş yolunu, özgürlük yolunu göstermiş bir ulus olduğumuz için, onurlu yaşamaya müstahak olduğumuz için böyle konuşuyor Yaşar Kemal. Biz Yaşar Kemal’i Devlet Güvenlik Mahkemesinde mahkûm ettiğimiz gün, İsveç Devleti ona “Söz Özgürlüğü” ödülü verdi. Gerçekten, bunlar, bizim için utanç verici örneklerdir.

Değerli milletvekilleri, artık bunlar bitmeli. Bugüne kadar utandıklarımız yeter. Utançlarımıza yeni utançlar katmamak için, Türkiye’de, silahsız, saldırısız olmak koşuluyla, insanlar, artık, sözlerinden, yazılarından ve de eylemlerinden ötürü zindanlara girmemelidir.

Anlıyorum seni... Başını da sallıyorsun... Doğrusu budur.

CAFER GÜNEŞ (Kırşehir) – Ya olduğunuz gibi görünün ya da göründüğünüz gibi olun.

AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (Devamla) – Bunun için, büyük bir demokratikleşme paketi, geciktirilmeden, Hükümet tarafından bu Parlamentoya getirilmelidir. Neden Hükümet tarafından getirilme zorunluluğu var; Parlamentoyu çalıştırmanın yolu, Hükümetin lokomotif görevini yerine getirmesinden geçmektedir; çünkü, parlamenter sistemimizin işlemesi bunu zorunlu kılıyor. Onun için, sorumluluk, birinci derecede İktidarındır ve İktidarın ortağı olan partilerindir. Bunun için diyoruz ki, İktidar tarafından, demokratikleşme ve uluslaşma, ulusça özgürleşme paketi bir an önce Parlamentoya getirilmelidir ki, Türkiye, aydınları, yazarları, gazetecileri, düşünürleri ve bütün çağdaşları için, yüzü çağdaşlığa dönük olanlar için bir büyük mahpushane olmasın.

Bu düşüncelerle, yasa tasarısına Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına olumlu oy vereceğimizi ifade ediyor, engin saygılar sunuyorum. (CHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ketenci.

Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın Ahmet Tan; buyurun.

DSP GRUBU ADINA AHMET TAN (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 12.7.1997 Tarihine Kadar Sorumlu Müdür Sıfatıyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun Tasarısının içeriği konusunda benden önce konuşan parti sözcüleri arkadaşlarım yeterince açıklama yaptılar. Ben de, Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini açıklamak üzere huzurunuzdayım; hepinizi, saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

Dünya ülkeleri arasında, Türkiye’nin, basın bayramı kutlama konusunda özel bir yeri var. Türkiye, belki de gelişmiş ülkeler arasında basın bayramı geleneği olan tek ülke. Bundan üç hafta önce, yani 24 Temmuzda basın bayramını kutladık; ama, ne yazık ki, her zaman olduğu gibi, seksen küsur yıldan bu yana olduğu gibi, bu kutlamanın büyük bir bölümünü, bazı basın mensubu arkadaşlarımız, meslektaşlarımız, hapishanelerde gardiyan nezaretinde kutlamak zorunda kaldılar.

Evet, bu, bir çelişki; basın bayramını kutluyoruz; ama, bu kutlamalara iştirak edenlerin bir kısmı, hapishanelerde bu bayramı idrak ediyorlar.

Türkiye, hapishanelerinde en fazla gazeteciyi barındıran bir ülke. Bu konuda rakamlar vererek -tabiri uygun görürseniz- Yüce Meclisin tutanaklarını kirletmek istemiyorum; çünkü, uluslararası gazetecilik örgütlerinin verdiği rakamlar var. Bu rakamlara göre, gerçekten, Çin dahil, dünyada en fazla gazeteciyi hapishanelerinde tutan bir ülke unvanını taşıyoruz. Maalesef, bu, böyle ve bu konudaki rakamlar ülkemiz bakımından hiç iç açıcı değil.

Bu yasa tasarısıyla belki bu rekorumuzu ortadan kaldırmış olacağız, tam kaldıramayacağız; ama, önemli sayıda azalma olacak. Onun için, -daha önce CHP’li sözcü arkadaşımızın söylediği gibi- Türkiye, hapishanelerindeki yazarlarını, çizerlerini, kalem adamlarını, yazı adamlarını azaltarak, çağdaş dünyaya karşı bir adım atmış olacak; bu adımı da sizlerin oyları sayesinde atacak.

Bugün, Anayasamıza göre, basın, özgür; ancak, basın mensupları özgür değil; çalışma güvenlikleri bakımından özgür değil, can güvenlikleri bakımından özgür değil. Bunu, hapishanelere girme bakımından veyahut da herhangi bir şekilde faili meçhul bir cinayete kurban gitme bakımından değil, görevlerini icra etme bakımından da görüyoruz. Geçtiğimiz günlerde televizyonlarda, polis copuyla dövülen, kameraları tahrip edilen, kendileri tekmelenen basın mesleğinden yurttaşlarımıza milletçe tanık olduk.

Hapishanelerdeki gazetecilerin çoğu, basın suçu işlediklerinden değil, çok sayıda yasaya dağılmış olan yüzlerce yasa maddesindeki bazı suçları ihlal ettikleri için hapishanelerde bulunuyorlar. Elbette ki, bu yasa tasarısının kapsamının ve amacının, bu yazı adamlarının, düşünce adamlarının, düşüncelerinden dolayı hapislerde yatırılan bu yurttaşlarımızın hepsini dışarıya çıkarmak biçiminde olması gerekirdi; ancak, böyle, kapsamlı bir çalışmanın, bu sıkışık dönem içinde yapılamayacağını kabul etmek gerekir. Ancak, demokratikleşmeyle ilgili olarak Hükümet Programında yer alan bölümde, Hükümetin verdiği bir sözü burada esas alarak, bu yasaya olumlu oy kullanmayı, parti farkı gözetmeksizin bütün arkadaşlarımızdan diliyorum.

Söz konusu Hükümet Programında, “Demokrasinin olmadığı yerde basın özgürlüğünden, basın özgürlüğünün olmadığı yerde kişisel hak ve özgürlüklerden, demokrasiden, hukukun üstünlüğünden söz edilemez” deniliyor; basının kendi kendini kontrol etmesinin esas olduğu belirtiliyor ve bunun bir yasayla düzenleneceği konusunda söz veriliyor . Bu yasa tasarısıyla bu sözün yerine getirilmesine ilişkin bir ön adım atılıyor ve görüşmekte olduğumuz yasa tasarısıyla, sorumlu yazı işleri müdürlerinin hapishaneden çıkmaları, suçlarının ertelenmeleri sağlanmış olacak.

Bu yasa, aynı zamanda bir çarpıklığı da ortadan kaldıracak; şahsen işlenmeyen bir suçu da -ki, yazıyla suç işlemek de, herhalde bu kürsüde ifade edilecek bir deyim olmaması gerekir- ortadan kaldırmış olacak. Hepinizin bildiği gibi, gazetelerin, televizyonların görünen yüzünün arkasında bir de -mesleğin yaygın deyimiyle- mutfağı var. Bu mutfakta çalışanların -tabir yerindeyse- yasa gözünde, aşçıbaşısı, sorumlu müdürler. Sorumlu müdürlerin, önüne konulan malzemeyi her zaman dikkatle izlemeleri, incelemeleri mümkün değil; çünkü, orada, zamana karşı, saniyelere, dakikalara karşı bir yarış cereyan ediyor. O yüzden, aşçıbaşı, önüne konulan malzemeyi hemen bir biçim verip sunmak zorunda, arz etmek zorunda. Öyle ki, yargıçlar bile, bazen, bu yazıların, bu röportajların, bu haberlerin suç unsuru olup olmadığını değerlendirme durumundan yoksun oldukları için bilirkişiye başvurmak zorunda kalıyor. Bu yüzden, sorumlu yazı işleri müdürlerinin hapishanelerde yatmalarının demokrasi ayıbı olması yanında, hukuk sistemindeki bir çarpıklığın ortadan kaldırılması bakımından da, bu yasanın çıkarılması yerinde olacaktır .

Evet... Bu “evet”i, biraz sonra Sayın Başkanın oylamaya sunacağı bu yasa tasarısı için kullanırsak, bu “evet”le birlikte, hapishanelerdeki yazı adamlarına, ilave olarak bir özür borcunu da yerine getirmiş olacağız.

Sözlerimi, gazetelere ve gazeteciye bakış açısını ortaya koyması bakımından, bundan bir süre önce, bendenizin bu kürsüde yaşadığı bir olayı aktararak bitirmek istiyorum: Gazeteciye, basın mensuplarına, maalesef, hoş gözle bakılmıyor; buna, tutanaklar tanıktır. Kürsüde, Başbakanlık bütçesiyle ilgili konuşuyordump; Başbakanlıktaki başmüşavir sayısının arttığını ve icracı devlet bakanları niteliğine büründüğünü söyleyince, bu taraftan, yani bundan bir iki ay önceki iktidar grubundan bir arkadaşımız -sonra, tutanaklardan açık seçik okudum- “in oradan aşağıya; orası gazete köşesi değil, milletin kürsüsü” ifadesini kullanmış. Ben, eğer, bir inşaat mühendisi olsaydım -mesleği inşaat mühendisi olan arkadaşlar burada konuşuyor- “in oradan aşağıya; orası şantiye değil” yahut eczacı olsaydım “orası ilaç tezgâhı değil; in aşağıya” denilmezdi; fakat, nedense, mesleği gazetecilik olan bir milletvekilinin burada özgürce konuşması, görüşlerini açıklaması uygun görülmüyor ve ona “in aşağıya” ifadesi kullanılacak biçimde bir tavır sergileniyor. Bu tavrın, bu yasa tasarısına verilecek “evet” oylarıyla ortadan kaldırılacağını umuyorum.

Hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (DSP, CHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tan.

Demokrat Türkiye Partisi Grubu adına, Sayın Muhmut Yılbaş; buyurunuz. (DTP sıralarından alkışlar)

DTP GRUBU ADINA MAHMUT YILBAŞ (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 374 sıra sayılı 12.7.1997 Tarihine Kadar Sorumlu Müdür Sıfatıyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun Tasarısı hakkında, Demokrat Türkiye Partisi Meclis Grubu adına düşüncelerimizi ifade etmek üzere huzurunuzdayım. Hepinize saygılarımı sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, gruplar adına tanınan söz süresi 20 dakika; ancak, bu tasarıdan sonra, televizyonları başında, çok az sayıda olsa dahi, heyecanla ve merakla bir tasarının daha yasalaşmasını bekleyen insanlar var; onları daha fazla bekletmemek için, ben de, benden önce söz almış olan grup sözcüleri gibi konuşmamı kısa yapmaya çalışacağım.

Değerli milletvekilleri, bütün dünyada, özellikle demokrasiyle idare edilen ülkelerde basının özel ve saygın bir yeri olduğu hepimizin malumudur; anayasalarında, basın ve düşünce hürriyetiyle ilgili geniş hükümlere sahiptirler. Bizim de, 1982 Anayasasında, düşünce hürriyeti ve basınla alakalı hükümler dört bölüm halinde düzenlenmiştir. Anayasamızın İkinci Bölümünde, “ VII. Düşünce ve kanaat hürriyeti”, “VIII. Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti” “IX. Bilim ve sanat hürriyeti”, “X. Basın ve yayınla ilgili hükümler - A. Basın hürriyeti” başlığı altında düzenlenmiş olan hükümler vardır.

28 inci maddenin ilk fıkrasında “Basın hürdür, sansür edilemez. Basımevi kurmak, izin alma ve malî teminat yatırma şartına bağlanamaz” denilmekle beraber; ülkemizde, bu bölümde, hem düşüncenin ifade edilmesi ve hem de basın özgürlüğü konusunda bu hüküm altında getirilen birtakım kısıtlamalarla, basın ve düşünce özgürlüğüne, diğer Batı ülkelerinde olduğu gibi, sahip olunmadığını ifade etmek yanlış değildir.

Ayrıca, basının, ülkemizde siyasal, sosyal ve kültürel işlev de üstlenmiş olması nedeniyle, sık sık, yasalarla basın mensuplarının karşı karşıya gelmesi söz konusu olmaktadır. Bu karşı karşıya gelme, maalesef, basın mensuplarının hürriyetlerinin kısıtlanmasıyla sonuçlanmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, bugün, ülkemizde, fikir ve vicdan hürriyeti, insan hakları, demokrasi gibi kavramların toplumda yerleşmesinde, basının işlevi ve üstlendiği görev, fevkalade önemlidir ve üstlenmiş olduğu bu görev nedeniyle, özellikle, siyaset ve siyasetçiyle ve siyasetçinin bakış açısı itibariyle zaman zaman ihtilatlar ve ihtilaflar söz konusu olmaktadır. Bütün bu ihtilaf ve ihtilatlara rağmen, en sonunda galebe çalan, sonuca ulaşan, basın ve onun mensupları olmuştur. Yakın tarihimize baktığımızda bunu tespit etmek mümkündür.

Ben de, diğer konuşmacı arkadaşlarım gibi, bu, getirilen yasa tasarısının basın hürriyetinin içeriğiyle alakalı olmadığını burada ifade etmek isterim. Hatta, tasarı, 5680 sayılı Basın Kanununun 16 ncı maddesinin birinci ve ikinci bentlerindeki “mevkutelerle işlenen suçlarda, suçu vücuda getiren, yazıyı yazan veya resmi yapan kimseyle beraber mevkutenin sorumlu müdürünün de cezalandırılması” hükmünü ortadan kaldıran bir yasa tasarısı da değildir. Bu, sadece, 12.7.1977 tarihine kadar işlenmiş olan suçlar kesin bir hükme bağlanmış ise, çekilen cezanın artakalanının ertelenmesi; takibat başlamamış ise, takibatın durdurulmasını; dava açılmış ise, davanın ertelenmesi hükmünü getiren bir tasarıdır. 12.7.1997 tarihinden sonra; yani, diyelim ki 13.7.1997 tarihinde, sözü geçen kanunun ilgili maddesine göre bir suç işleme söz konusu olacak olursa, bunu işleyen yazı işleri sorumlu müdürünün, yine, cezalandırılması, takibata maruz kalması, hakkında dava açılması söz konusu olacaktır. Onun için, Yüce Meclisimizin, önümüzdeki dönemde -tüm gruplar, burada, aynı düşünceyi açıkladığına ve ifade ettiğine göre- demokratikleşme açısından, Anayasamızın biraz evvel değindiğim hükümleri de dahil edilmek üzere, ona bağlı yasalarda da uyum sağlamak suretiyle, basınımızı daha özgür ve yüklenmiş olduğu işlevi daha rahat yapabilmesi için, mutlaka, bir yaklaşım içerisinde olması gerekmektedir.

Değerli arkadaşlarım, tabiî, iş bununla bitmemekte. Basın sektöründe çalışanların sendikalaşma durumu, diğer sektörlerde çalışanlardan fevkalade uzaktır. Basın çalışanlarının süratle sendikalaşması konusunda, önlerinde olan fiilî ve hukukî engellerin bir an evvel kaldırılması dileğindeyiz.

Ayrıca, bir önerimiz de vardır: Yüce Meclisimizde karar ittihaz edildiği takdirde, basın ve yayın konularını devamlı izleyen bir ihtisas komisyonunun kurulmasını, Demokrat Türkiye Partisi olarak arzu etmekteyiz.

Hepinizi saygıyla selamlamaktayım; sağ olun. (DTP, ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yılbaş.

Sayın Bakan, söz talebiniz var; buyurun.

ADALET BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; basın çalışanları, daha doğrusu, sorumlu müdürlerinin cezalarının ertelenmesiyle ilgili kanun tasarısı üzerinde birkaç hususa değinmek istiyorum.

Önce bu kanun tasarısının hazırlanmasında, basın kuruluşlarının teklifleri esas alınmış ve üniversiteden gelen görevliler ve baro temsilcileriyle birlikte, basın kuruluşları, taslağı kendileri hazırlamışlardır; çünkü, Anayasamızın 87 nci ve 14 üncü maddeleri muvacehesinde, belirli suçlar için af getirme imkânı bulunmayışı, basınla ilgili bir af kanunu hazırlanmasına da imkân vermemiştir. Bu, bir erteleme kanunudur; belirli şekilde formüle edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, Hükümetimiz, kurulduğu günden beri, insan hakları, demokratikleşme ve hürriyetler hususunda çalışmaktadır. Nitekim, daha dün, Hükümetimizin, milletvekillerinin dokunulmazlığına paralel olarak, Bakanlar Kurulu üyelerinin de dokunulmazlığının sınırlandırılması mevzuunda aldığı kararda, öneri de, buna bir misaldir. İşte, bu kanun tasarısı da bunu ifade eden bir husustur; ancak, bir iki hususa değinmek istiyorum.

Şimdi, düşünce suçlarının affı meselesi her gün gündeme geliyor. Bunun için, şu hususlara karar vermek zorundayız; yani, düşünce suçlarını müdafaa eden insanların, şimdi sorduğum suallere de cevap vermeleri lazım.

Diyelim ki, herhangi birisi, Atatürk’ün manevî şahsiyetini tahkir ederse, ona ceza vereceğiz; ama, bunu, basın yoluyla işlerse ceza vermeyecek miyiz; yani, birisine hakaret ederse ceza vereceğiz; ama, basın yoluyla işlerse, ceza vermeyecek miyiz; veya, ülkemizde, birisi, bölücülük propagandası yaparsa ceza vereceğiz, basın yoluyla işlerse vermeyecek miyiz; evvelemirde, bu meselelerde, biz bu cezaları kaldırmayı mı düşünüyoruz; bu kabil fiillere ceza verilmesini istemiyor muyuz; bunları ifade ederseniz, bizim işimiz daha rahat olur; çünkü, Parlamento adına çalışan bizler, o takdirde kanunları hazırlarken buna göre hazırlarız; ama, biraz önce sorduğum suallerin mutlak surette cevaplarının verilmesi de lazım geldiği kanaatindeyim.

Sayın milletvekilleri, bu kanun tasarısı komisyonda görüşülürken bütün siyasî partilerin desteğini almış ve bir önerge dahi verilmeden, kanun tasarısı komisyondan aynen geçmiştir. Bugün, Yüce Mecliste de gösterdiğiniz destek için teşekkür ediyorum.

Bu kanun tasarasıyla, basında, sorumlu yazı işleri müdürü sıfatıyla suç işleyen insanların cezaları üç yıl müddetle ertelenecek; bu üç yıl içerisinde yeni bir suç işlemedikleri takdirde, ceza çekmeyecekler, bu cezaları kalkmış olacak; kanun tasarısının genel mahiyeti budur.

Verdiğiniz destek için hepinize teşekkür ediyorum. (ANAP, DYP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Şahsı adına Sayın Fethullah Erbaş; buyurun.

FETHULLAH ERBAŞ (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 12. 7. 1997 Tarihine Kadar Sorumlu Müdür Sıfatıyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun Tasarısı üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlarım.

5680 sayılı Basın Kanununun 16 ncı maddesinin birinci fıkrasının 1 ve 2 numaralı bentleri, mevkutelerle işlenen suçlarda, suçu vücuda getiren, yazıyı yazan veya resmî yapan kimseyle beraber mevkutenin sorumlu müdürünü de cezaî yönden sorumlu tutmuştur.

Değerli milletvekilleri, yazı işleri müdürünün sorumluluğu, elbette ki, olmaması lazım; ama, burada tartışılması gereken esas önemli konu, ülkemizde, artık, bundan sonra, fikir suçlarının tartışmaya açılması konusudur. Fikrin suç sayıldığı ülkeler, artık, demokratik ülkeler sınıfından yavaş yavaş çıkarılmaktadır. Bugün, yeryüzünde, gün geçtikçe, demokratip olup olmama konusu, fikirlerin suç sayılıp sayılmamasına göre, artık, bir ölçü, bir mihenk taşı olarak ortaya konulmaktadır. Fikir suçlarının, eyleme dökülmediği sürece, suç sayılmaması gerektiği, gazetelerin sorumlu yazı işleri müdürlerinin mahkûm edildiği ülkemizde, demokrasinin neresinde olduğumuzu kendimiz düşünmemiz lazım.

Yasa tasarısında, sadece sorumlu müdür sıfatıyla işlenen suçların yer almasını yeterli bulmamız mümkün değildir. Bu konuda, yazarların, muhabirlerin, fikir adamlarının da, yazıp çizerlerin de bu tasarıdan faydalanması lazımdır ve bana kalırsa, grupların birlikte vereceği bir önergeyle, fikir suçlarından dolayı mahkûm olan bütün fikir adamlarının cezalarının bir anda affedilmesi lazım; ertelenmesi de değil. Eğer bizler, Nobel ödülü alabilecek romancı ve şair istiyorsak, eğer Oscar ödülü alacak sinemacı istiyorsak, eğer olimpiyatlarda şampiyonluk kazanacak sporcular istiyorsak, dünya çapında bilim adamı, sanatkârlar istiyorsak, elbette ki, her türlü fikrî faaliyeti serbest bırakmamız lazımdır, bunun ortamını sağlamamız lazımdır. Hür kafalı insanlar medeniyet üretir. Ha, kötü fikir olmaz mı; olabilir elbette. Kötü fikirli insanları, iyi fikirli insanlar ikna etmelidir, tartışma ortamlarında o kötülükler izale edilmelidir.

Bir zamanlar, 163 üncü, 141 inci ve 142 inci maddeden birçok insanımız eza gördü, cefa gördü, içeride yattı. Şimdi, aynı insanlar, aynı fiilleri işlerlerse suç değil diyoruz ve 163’ten, 141’den, 142’den ceza vermeye kalksak, hiç kimseye ceza veremiyoruz. O halde, bu kadar yatmalarının sebebi neydi?.. Şu anda bunun manasını bulmak mümkün değildir.

Neden, bu suçları erteliyoruz da affetmiyoruz? Bu fikir suçundan dolayı, bilinen isimlerden, âmâ bir yazarımız, Eşber Yağmurdereli, 23 yıl daha yatacak. Yani, ileride, bu fikir suçuyla ilgili cezalar kalktığı zaman, Eşber Yağmurdereli gibi âmâ bir yazarımıza, fikir adamımıza nasıl cevap vereceğiz?.. Bizim, bunları affetmemiz lazım.

Sayın Genel Kurulun bu konuda sabrını daha fazla taşırmamak için sözlerime son veriyorum. Yalnız, Genel Kuruldan isteğim şu: Bir an önce, fikir suçlarının, sadece mesul müdürlere değil, tamamına af getirilmesini arzu ediyorum.

Hepinizi şahsım adına saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Erbaş.

Şahsı adına, Sayın Sıddık Altay; buyurun.

MEHMET SIDDIK ALTAY (Ağrı) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan kanun tasarısı üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Hepinizin çok iyi bildiği gibi, demokrasilerde vazgeçilmez unsurlardan birisi de basın ve basın özgürlüğünün teminidir. Demokratik ülkelerde basın, ülke yönetiminde bulunan yöneticiler ile, bu yöneticilere direkt olarak ulaşamayan, iletişim kuramayan geniş halk kitleleri arasında iletişim köprüsü kurar. Bizim ülkemizde de yazılı ve görsel basının büyük önemi haiz olduğu hepimizce malumdur ve basının bu görevini bu şekliyle yapmasını beklemek de hepimizin hakkıdır.

Basının temel fonksiyonu, geniş halk kitlelerine haberleri iletmek, ülke yönetimi ve olaylar hakkında insanları haberdar etmektir. Gazeteci dediğimiz, bu işlerle uğraşan şahısların görevleriyse, ilettikleri haberlerde objektif, doğru ve tarafsız olmaktır. Demokratik yönetimlerde basın bu temel görevinin dışına çıkmamalıdır; fakat, ülkemizde durumun pek böyle olmadığını, geçmişteki ve günümüzdeki uygulamalardan biliyoruz. Türk basınının bir kısmı, maalesef, konjonktürel olaylardan çoğu zaman etkilenmiş ve objektifliğini her zaman koruyamamıştır, şimdi de koruyamamaktadır. Bunun pek çok nedenleri vardır; fakat, basının esas görevini unutarak ya da bilinçli olarak gözardı ederek maddî menfaatlera yönelmesi, bu nedenlerin başında gelmektedir. Basın asıl görevinin dışına çıkarak yönlendirici olmaya başladığı için eleştirildiğinde de, ortaya basın özgürlüğü diye çıkılmaktadır. Elbette, basın, özgür ve hür olmalıdır; ama, yönlendirici, yıpratıcı ve tüccar olmamalıdır.

55 inci Hükümet, kurulduğundan bugüne kadar, birkısım basına diyet borcu ödeme telaşına girmiştir. Refahyol Hükümeti aleyhine ortaya attığı yalan, mesnetsiz ve kötü niyetli haberlerle okuyucu nezdinde güvenini yitiren birkısım basına karşı, ayrıca, bir göz boyama taktiğine girişmiştir. Bunu, sorumluluğu yazdıklarından ve yayımlanmasına izin verdikleri haber ve makalelerden dolayı çeşitli cezalara çarptırılan yayın kuruluşlarının yazı işleri müdürlerinden almakla yapmaktadır. Güya, bu şekilde, gazeteciler daha özgür olacaklar; fakat, iyi incelendiğinde, bunun böyle olmadığı kolayca anlaşılır.

Sayın milletvekilleri, bu yasa tasarısıyla, Hükümetin, göz boyamaya çalıştığı, bir çifte standart içine düştüğü ortadadır. Bu yasa tasarısı, basına özgürlük değil, ancak çifte standart getirmektedir. Bu tasarı, tutuklu olan sol görüşlü yazar ve gazetecileri kurtarmaya yöneliktir. Bu tasarıyla, solcu birkaç gazeteci kurtarılmak istenmektedir. Söz konusu olan solcu birkaç gazeteci değil de, muhafazakâr, milletini ve vatanını seven bir başkası olsaydı, yine aynı şey yapılacak mıydı?!

YILMAZ ATEŞ (Ankara) – Solcular sevmiyor mu; ne biçim laf o?!

MEHMET SIDDIK ALTAY (Devamla) – Sayın milletvekilleri, sadece sorumlu yazı işleri müdürleri değil, yazıyı yazan muhabir veya kitap yazarları da bu kanun kapsamına alınsaydı, çok daha iyi olurdu.

Aslında, insanların, fikirlerinden, inançlarından ve düşüncelerinden dolayı yargılanmasını, özgürlükçü demokrasi anlayışına uygun bulmadığımı belirtir, hepinizi saygıyla selamlarım. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Altay.

Tasarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

12.7.1997 TARİHİNE KADAR SORUMLU MÜDÜR SIFATI İLE İŞLENEN SUÇLARAİLİŞKİN DAVA VE CEZALARIN ERTELENMESİNE DAİR KANUN TASARISI

MADDE 1. — 12.7.1997 tarihine kadar işlenmiş suçlar nedeniyle 5680 sayılı Basın Kanununun 16 ncı maddesi veya sair kanunlar hükümlerine göre sorumlu müdür sıfatıyla mahkûm edilmiş bulunan kimselerin cezalarının infazı ertelenmiştir.

Halen cezalarını çekmekte bulunan sorumlu müdürler hakkında da birinci fıkra hükmü uygulanır.

İşlenen suçlardan dolayı sorumlu müdür hakkında henüz takibata geçilmemiş veya hazırlık soruşturmasına girişilmiş olmakla beraber dava açılmamış veya son soruşturma aşamasına geçilmiş olmakla beraber henüz hüküm kurulmamış veya verilen hüküm kesinleşmemiş ise, davanın açılması veya kesin hükme bağlanması ertelenir.

BAŞKAN – Gruplar adına, Refah Partisinden Sayın Bedri İncetahtacı; buyurun.

Sayın İncetahtacı, bir basın mensubu olarak, bana, herhalde, bu yasayı tamamlama şansını verecek biçimde süre kullanacaklar.

Buyurun.

RP GRUBU ADINA MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi hürmetle selamlıyorum.

Öncelikle, Refah Partisi Grubu olarak, Türkiye’de yapılacak demokrasiye, özgürlüğe, insan haklarına yönelik her türlü çalışmanın yanında olduğumuzu beyan ediyorum.

Basın özgürlüğü hususunda, hepimizin üzerinde ittifak ettiği hususlar var. Bunlardan birincisi, hakaret ve çarpıtmaya hepimiz karşıyız. Aynı şekilde, olayların yansımasına ve yorumlanmasına da hep beraber taraftarız. İşte, bu şekilde çalışan, bu şekilde bir icraî faaliyette bulunan bütün basın mensupları -buna, idarî müdürler de dahil, yazarlar da dahil, fıkra muharrirleri de dahil, hatta karikatürist arkadaşlarımız da dahil olmalıdır- tam bir özgürlük içinde fikirlerini yansıtabilmeli ve mutlak bir hürriyetin atmosferi içinde yazılarını hazırlayabilmelidirler.

Tabiî, ülkemizde mevkuf bulunan bazı gazetecilerimiz var; biraz evvel ismi geçen Sayın Eşber Yağmurdereli, Sayın Beşikçi bunlardan bazılarıdır. Bakınız, ben, size şunu söylemek istiyorum: Bugün, Mecliste bulunan bütün milletvekilleri, bu isimlerin ve benzerlerinin bir an evvel tutukluluktan kurtarılması için fikir birliği içerisindedirler; ama, eğer, dün, 1930’lu,1940’lı ve 1950’li yıllarda, mesela, Necip Fazıl Kısakürek mahkûm iken; bugün, bahsi geçen arkadaşlarımızın kurtulması için çalışan arkadaşlarımız, bizimle beraber, o zaman Necip Fazılların, Saidi Nursilerin, Mehmet Şevket Eygilerin kurtulması için mücadele edenlerin yanında yer almış olsalardı, ben inanıyorum ki, bugün Yağmurdereli fikrinden dolayı mahkûm olmayacaktı. (RP sıralarından alkışlar) Ama, maalesef, çok üzülerek söylüyorum, tekrar olacak, çifte standart hikâyesi burada da karşımıza çıkıyor.

Şimdi, gelin, bugün, şu dünkü hatayı yapmayalım. Diyoruz ki, bütün muharrirlere, bütün gazetecilere özgürlük; hepsinin altını imzalayalım. Bakın, iki gün evvel Gaziantep’te, sekiz yıllık hadiseyi protesto eden vatandaşlarımızı takip eden üç gazeteci, hem de dayak yiyerek, gözaltına alınmıştır. Ben bekledim, acaba, diğer siyasî partiler tarafından bu olayın protestosu mümkün olacak mı diye; maalesef, üzülerek söylüyorum, üzerinde bile durulmadı.

İşte arkadaşlar, bugün yaşadığımız bu sıkıntıların sebebi, dün yaptığımız yanlışlıklardır, dün, bu çerçeveyi büyük tutmamamızdan kaynaklanmıştır. Ben, bundan vazgeçmemizi temenni ediyorum.

Sayın Zeki Çakan’ın gözlerime baktığını görüyorum, onun için lafı uzatmayacağım.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın İncetahtacı.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Altan Öymen. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA ALTAN ÖYMEN (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın arkadaşlarım; bu tasarı, aslında, gazetede sorumlu yazı işleri müdürlerinin cezalarının üç sene süreyle ertelenmesi gibi isabetli bir işlev getirmektedir.

Sorumlu yazı işleri müdürleri, gazetelerde çok özel durumları olan insanlardır. Bizim basınımızda ve genellikle, düşünce hayatımızda sınırlamaların ne kadar fazla olduğu malum. Düşünce hürriyeti, her alanda birçok kanunla sınırlanmıştır. Başka çağdaş ülkelerin hiçbirinde olmadığı kadar, daha az hürriyetler içerisinde yaşamaktayız. Bu, basında da böyledir ve sorumlu yazı işleri müdürleri, aslında, bu, düşünce hürriyetinin en sınırdaki bekçileridir; yani, basın hürriyeti, zaten son derece dar; bunun sınırının en uç noktasına kadar yayın yapılabilsin diye, kendilerini de riske atarak uğraşırlar; yani, mümkün olduğu kadar fazla düşünce hürriyeti olsun, mümkün olduğu kadar fazla düşünce orada temsil edilsin diye uğraşırlar. Öyle ki, yazı işleri müdürü vardır, hiç beğenmediği bir yazıyı da “aman, bu yazı yayımlanmalıdır; çünkü, bu düşünce hürriyetinin gereğidir” diye yayımlar; ondan sonra da başına dert açılır.

O bakımdan, bu özel durumda olan sorumlu müdürlerin -ki, onlar, aslında, başkalarının fiillerinden dolayı sorumlu oluyorlar; yani, bir fiil için iki kişi suçlanıyor- durumlarının bu şekilde ele alınmasında isabet vardır; fakat, arkadaşlar, bu tasarıyı, getirilen bu düzenlemeyi biraz daha genişletmekte de hiçbir zarar yoktur. Aslında, keşke, bütün düşünce hürriyeti suçlarını kapsayan bir düzenleme yapılsa ve şimdi, düşünce hürriyeti dolayısıyla içeride bulunan ya da haklarından soruşturma olan kimseler serbest bırakılsa veya o soruşturmalar durdurulsa, çok daha isabetli olur ve böyle bir çalışmanın yapılması, mutlaka, lazımdır; ama, mademki, şimdi, önümüze basınla ilgili, basındaki çalışanlarla ilgili böyle bir tasarı geldi; o zaman, bunun sınırlarını biraz daha genişleterek gazetecilere, yazarlara da teşmil etmekte, genellikle yayın yoluyla yapılan düşünce suçları denilen -aslında, düşünce suçu nasıl oluyorsa- düşünce fiilleri dolayısıyla verilen cezalar için de aynı işlemi yapmakta bir sakınca yoktur; aksine, çok büyük faydalar vardır; çünkü, bugün, dünyada, her uluslararası forumda karşımıza çıkan şöyle bir istatistik var: Dünyada 180 gazeteci tutukluymuş, bunlardan 78’i Türkiye’de; yani, yarısından fazlası. Bu istatistikte bizden sonra gelen ülke de Çin; yani, genel olarak, hürriyetlerin en fazla sınırlandığı ülke. Bu tablonun değişmesi lazım. Bu tablo anormal bir tablo.

Eğer, biz, bunu biraz daha genişletirsek... Yani, bütün düşünce suçlarına belki teşmil etmeye yasanın tekniği müsaade etmiyor, Sayın Adalet Bakanı da o konuda mahzurlar görüyor; ama, kendisi de düşünse ve şöyle bir genişletme yapsak: Basında, yazı işleri sorumlu müdürleriyle birlikte yazarları, muhabirleri, gazetecileri de bu tasarının kapsamı içerisine alsak ve yapılan yayınlarda, genellikle yazarları, mevkutelerde ve mevkute olmayan yayınlardaki yazarları da bunun kapsamına alsak, bundan ne toplumun zararı olur ne Hükümetin istemediği bir şey olur; tam tersine, Hükümetin de bu anormal tablonun kaldırılmasına bir katkısı olur.

Bakınız, 180’de 78. 78 gazeteci içeride. Bunların içerisinde, belki hakikaten başka, işte terörle mücadele açısından falan suç işleyenler de vardır, olabilir, bir kısmı öyle değildir; fakat, onlar dahil hepsi bu tasarıdan istifade etse ne olur? 78 kişi ve cezaları üç sene müddetle ertelenecek, üç sene içerisinde herhangi benzeri bir suç işlerlerse, hemen eski cezaları da dahil, yeni cezaları da dahil çekecekler. Bunun, Hükümetin düşündüğü mahzurlar açısından bir riski de yok, sorumlu yazı işleri müdürlerinde olmadığı gibi.

Biz, bütün bunları göz önünde tutarak, kapsamı da geniş olmayan -yani sadece basındaki ve mevkute kapsamına girmeyen- yayınlardaki belirli işlevleri gören gazetecileri, yazarları da aynı tasarının kapsamı içine almayı hedefleyen bir önerge verdik. Bu önergeler okunursa ve buna dikkat buyurulursa çok memnun olacağız ve hiç olmazsa, düşünce hürriyeti açısından -yapılması gereken çok iş var; ama- bir aşama kat edilmiş olacak.

Refah Partili arkadaşlarımdan biri, burada, solcuları kurtarmak için düzenlenmiş bir tasarı dedi. Hiç alakası yoktur benim verdiğim önerinin. Bu 78 gazetecinin içerisinde, muhtemel ki, çok sayıda Refah Partisini destekleyen gazetelerin mensupları da olabilir; hiç bilmiyoruz. Böyle şeylere bakılırken, öyle çifte standartla bakmamak lazım arkadaşımın itham ettiği gibi, genel hüküm vermek lazımdır. Bizim hakkımızda da, bu 8 yıllık eğitimi desteklediğimiz için dünya kadar yazı yazıldı, ne dine karşı olduğumuz kaldı ne bir şey kaldı; ilanlar yayınlandı. Belki onları yazanlar da vardır. Onlar hakkında zaten davalar açılmıştır -ben açmadım, bir eski basın mensubu olduğum için; ama- onlar da olabilir. Eğer -kim olduklarını bilmeden- bu önergeyi kabul edersek, sanıyorum önemli bir aşama kat etmiş oluruz; düşünce özgürlüğünü daha da geniş ölçüde temin etmemiz gereken bir yolda, bir adım atmış oluruz.

Bu düşüncelerle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Öymen.

Gruplar adına başka söz talebi?.. Yok.

Şahsı adına Sayın Mehmet Sılay; buyurun.

MEHMET SILAY (Hatay) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; basın ve düşünce özgürlüğü, düşündüklerini söz veya yazıyla açığa vurma özgürlüğüyle birlikte hayata geçerse bir anlam ifade eder.

Sosyal yapımızdan kaynaklanan paradokslara rağmen, basın özgürlüğü, ülkemizin, şimdi olduğu gibi, ara rejim karanlığına girdiği yıllarda engellerle karşılaşmış, baskı ve çifte standart uygulamalarıyla yaşanmıştır.

Halkın inançlarının ve temel kültürünün temsilcisi basın organları ve yazarlarımız hakkında, halen, gün geçmiyor ki yeni bir dava açılmasın yahut yazarlarımız cezaevlerini boylamasın. Basın özgürlüğü ekseninde, maalesef, ülkemizin sicili temiz değil. Milletimiz, kendine tercüman olan yazarların, düşünürlerin susturulmaya çalışıldığını gördükçe, doğal olarak, demokratik yollardan sesini duyurmaya çalışıyor.

Değerli arkadaşlarım, bugün, zulme ramak kalan, yalnız, Eşber Yağmurdereli mi; koca bir liste ilave edilebilir. Bunların arasında, Akabe Vakfı kurucusu Mustafa İslamoğlu ve Fikret Başkaya gibi halef-selefler de var.

Basın özgürlüğü ve affıyla ilgili farklı örnekler sunmak istiyorum: Bakınız, birbuçuk sayfa yazı yüzünden, tam birbuçuk yıl, özel tip cezaevlerinde, yarıaçık cezaevlerinde hapis yatan fikir işçisi, şair-yazar Mustafa İslamoğlu, halen, bu ülkede yaşamaktadır. “Paradigmanın İflası” adlı, 150 sayfalık, sistemi eleştiren ve öneriler getiren kitabı yüzünden iki yıl hüküm giyip, büyük kısmını yatan Fikret Başkaya gibi bir düşünce adamı, bu ülkede yaşamaktadır. Örnekleri çoğaltabiliriz; ancak, Nurettin Şirin, Mustafa ve Yaşar Kaplan ve Abdurrahman Dilipak gibi, Türk basınının kurmayları gazeteciler aleyhinde, halen, toplam otuzun üzerinde dava açılmıştır.

Sistemin tüm bu antidemokratik baskılarına rağmen, düşünen, sorgulayan aydınların özgürlüğünü güvence altına almak için, Meclis Dilekçe Komisyonuna, günde onbinlerce imzayla, ülkenin aydınlık yarınları için, aklıselim sahibi vatandaşlardan tepkiler yağıyor; ama, halkı ve kitleleri adam yerine koyan yetkililer nerede?!

Değerli arkadaşlarım, hakkı teslim edelim. Evet; Türkiye’de, tek parti döneminde de, çokpartili demokratik süreçte de, ancak ara rejim karanlığında, acı tecrübeler yaşanmıştır.

Sayın Başbakanın Çay TV’de itiraf ettikleri gibi, inançların ve temel özgürlüklerin baskı altına alındığı dönemde, düşünceleri ve yazdığı kitaplar suç delili sayılan Bediüzzaman Süleyman Hilmi Tunahan hazretleri hapis ve sürgünlerle, büyük ilim adamı İskilipli Atıf da, milleti adına, düşünce özgürlüğü adına darağacıyla bedel ödedi. Yine, şair Necip Fazıl ve Osman Yüksel Serdengeçti’nin hayatının büyük kısmı, aynı gerekçelerle cezaevlerinde geçmiştir. Milletimiz, bu dayatmalara ve zorbalıklara reva değildir. Aynı tabloları bir daha yaşamak istemiyoruz.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye’de, sistem, artık rüştünü ispat etmelidir; eline kalem kitap alan ile eline kalaşnikof alanları birbirinden ayırt edebilmelidir. Şüphesiz, basın özgürlüğüne baskı, millî utancımızdır. En kısa zamanda, özellikle kapsamlı bir basın affıyla, Türkiye’de, demokrasinin, Bolivya tipi üçüncü sınıf bir demokrasi olmadığı tüm dünyaya kanıtlanmalıdır.

Değerli milletvekilleri, milletimizin ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin iç barışı, düşünce dünyamız ve dış saygınlığı, geniş ölçüde bir basın affıyla mümkün olacaktır diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Sılay.

Şahsı adına, Sayın Hakan Tartan; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

HAKAN TARTAN (İzmir) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 55 inci Hükümetin göreve başlamasıyla birlikte, Türkiye’de, gerginliklerin büyük ölçüde ortadan kalktığına tanık oluyoruz. Birçok sorun çözüm beklerken, Hükümet, uyumlu ve kararlı yapısıyla, sorunların üzerine bir bir eğilmeye başladı; genel nüfus tespiti yasası, 8 yıllık temel ilköğretim ve bununla birlikte -halk arasında basın affı olarak nitelenen- bugün görüştüğümüz yasa tasarısı... Bu başlangıç bile gelecek için ümit verici. 55 inci Hükümetin sorunların üzerine kararlı ve yapıcı bir üslupla gitmesi, yarınların daha da güzel olacağının bir göstergesi. Ülkemizde, Terörle Mücadele Yasasıyla, devlet güvenlik mahkemelerinin görev alanına giren suçlar bakımından gazetecilere ve sorumlu yazı işleri müdürlerine verilen cezalar hep tartışma konusu olmuştur. Sorumlu yazı işleri müdürlerine üç yıllık bir ceza ertelemesi getiren ve kamuoyuna yansıyan şekliyle “basın affı” olarak nitelenen yasa tasarısı, Türkiye’de fikir ve düşünce özgürlüğünün önünü açma konusunda atılmış bir olumlu adımdır. Ama, bu yeterli mi; elbette değil; ancak, unutmamalıyız ki, çok değil daha birkaç ay önce, basın, fikir ve düşünce özgürlüğü üzerinde yoğun baskı ve sansür tehditlerinin, Türk demokrasisinin ve basınının üzerinde, âdeta, Demoklesin kılıcı gibi sallandığı günlerden bugünlere geldik. Bugün, hepimiz daha rahat nefes alıyoruz; bugün, hepimiz daha derin bir oh çekiyoruz.

Sorumlu yazı işleri müdürlerine özgürlük sağlayan yasa tasarısı, önümüzdeki günlerde, daha özgür bir basının, daha geniş bir fikir ve düşünce özgürlüğünün penceresini de aralamıştır. Bu pencereden dışarıya baktığımızda aydınlık yarınlar ve güzellikler gözümüze çarpmaktadır. Bu kanun tasarısı, sadece bazı gazetecilere özgürlük getirmeyecek, aynı zamanda, daha geniş bir basın, fikir ve düşünce özgürlüğünün de ilk adımı olacaktır. Bu tasarıya verilecek destek, daha özgür bir basın yolunda atılan yeni bir adım olacaktır.

Bu duygularla Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Tartan.

Madde üzerinde iki önerge vardır; okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 374 sıra sayılı yasa tasarısının 1 inci maddesinin 1 inci fıkrasının “12.7.1997 tarihine kadar işlenmiş suçlar nedeniyle 5680 sayılı Basın Kanununun 16 ncı maddesi veya sair kanunlar hükümlerine göre sorumlu müdür sıfatıyla mahkûm edilmiş bulunan kimseler ile Türk Ceza Kanununun 125-403-4-4/1-405-406-407-416 ilk ve Askerî Ceza Kanununun 55-56-57 ve 59 uncu maddeleri hariç olmak üzere, diğer hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm edilmiş olanlar, hükümlülük süresinin beşte birini çektikleri takdirde infazları ertelenmiştir” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Fethullah Erbaş Lütfi Yalman Seyyit Haşim Haşimi

Van Konya Diyarbakır

Musa Okçu İsmail Coşar

Batman Çankırı

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, ikinci önergeyi okutuyorum; ancak, ikinci önerge, aynı zamanda aykırı önergedir. Onun için, okuttuktan sonra, öncelikle onu -yeniden okutmadan- işleme alacağım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan, 374 sıra sayılı “12.7.1997 Tarihine Kadar Sorumlu Müdür Sıfatı ile İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun Tasarısının” 1 inci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

Ahmet Güryüz Ketenci Altan Öymen Yılmaz Ateş

İstanbul İstanbul Ankara

 

Celal Topkan Mustafa Yıldız

Adıyaman Erzincan

“MADDE 1.– 12.7.1997 tarihine kadar işlenmiş suçlar nedeniyle 5680 sayılı Basın Kanununun 16 ncı maddesi veya sair kanunlar hükümlerine göre mevkutelerde sorumlu müdür sıfatıyla veya suçu oluşturan yazı veya haberi yazan veya resim veya karikatürü yapan yazar, muhabir, ressam veya karikatürist olarak, mevkute tanımına girmeyen yayınlarda da yayıncı veya yazar olarak ceza almış kimselerin cezalarının infazı ertelenmiştir.

Yukarıdaki fıkra kapsamına giren kimselerden halen cezalarını çekmekte bulunanlar hakkında da birinci fıkra hükmü uygulanır.

Yukarıdaki fıkra kapsamında işlenen suçlardan dolayı henüz takibata geçilmemiş veya hazırlık soruşturmasına girişilmiş olmakla beraber dava açılmamış veya son soruşturma aşamasına geçilmiş olmakla beraber henüz hüküm kurulmamış veya verilen hüküm kesinleşmemiş ise, davanın açılması veya kesin hükme bağlanması ertelenir.”

BAŞKAN – Sayın Komisyon, önergeye katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET TEKDAL (Ankara) – Yeterli sayımız yok; katılamıyoruz.

BAŞKAN – Sayın Hükümet?..

ADALET BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Komisyon ve Hükümet önergeye katılmadılar.

Önerge sahipleri, gerekçeyi mi okuyalım efendim?

ALTAN ÖYMEN (İstanbul) – Bir iki kelimeyle söyleyeceğim...

BAŞKAN – Buyurun.

ALTAN ÖYMEN (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın arkadaşlarım; burada yapılan değişiklik, görüldüğü gibi, sadece, sorumlu yazı işleri müdürlerinin yanında, yazarların, muhabirlerin, karikatüristlerin, ressamların ve yayıncıların da bu tasarı kapsamına girmesidir.

Şimdi, sistem aynıdır. Adalet Bakanlığı hangi sistemi getirmişse, üç yıllık süre ve diğer unsurlar aynıdır; yani, bir yanlışlık olmasın diye söylüyorum. Değişiklik bundan ibarettir.

Teşekkür ederim, saygılarımı sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Öymen.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

İkinci önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 374 sıra sayılı yasa tasarısının 1 inci maddesinin 1 inci fıkrası “12.7.1997 tarihine kadar işlenmiş suçlar nedeniyle 5680 sayılı Basın Kanununun 16 ncı maddesi veya sair kanunlar hükümlerine göre sorumlu müdür sıfatıyla mahkûm edilmiş bulunan kimseler ile (TCK 125,403, 4, 4/1, 405, 406, 407, 416 ilk ve Askerî Ceza Kanununun 55, 56, 57 ve 59 uncu maddeleri hariç olmak üzere) diğer hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm edilmiş olanlar hükümlülük süresinin beşte birini çektikleri takdirde infazları ertelenmiştir” olarak değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Fethullah Erbaş (Van) ve arkadaşları

BAŞKAN – Sayın Komisyon, katılıyor musunuz efendim?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET TEKDAL (Ankara) – Katılamıyoruz efendim.

BAŞKAN – Sayın Hükümet?..

ADALET BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Önerge sahipleri, gerekçeyi mi okuyalım?

FETHULLAH ERBAŞ (Van) – Gerekçe okunsun.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Genel Gerekçe:

Cezaevleri, suç işleyen insanların ıslah edilmesine ve topluma yeniden kazandırılmasına çalışan müesseseler olduğu gibi, suç işlenmesini caydırıcı görevleri de olan teşkilatlardır.

Günümüzde ise, cezaevlerimizin durumu içler acısıdır. Şu anda, kapasitelerinin birkaç misli fazla tutuklu ve hükümlüyü barındırmaktadırlar. Keza, cezaevlerinde oluşturulan gruplar ve örgütler cezaevlerinin kuruluş gayesi olan insanları topluma kazandırma işlevini yitirmiş ve suçlu üreten müesselere haline getirmiştir. Son zamanlardaki cezaevlerindeki insan hakları ihlalleri toplumumuzda da gerginlik yaratmakta, af beklentisi içeresine girmiş bulunan tutuklu ve hükümlülerin bu beklentilerini de göz önüne alarak bu gerginliği gidermek amaçlanmaktadır.

Daha önce, 3713 sayılı Kanunun Geçici 1 inci ve Geçici 2 nci maddeleriyle 8.4.1991 tarihine kadar işlenen suçlar hakkında bir af getirilmişti. Bugün de o günkü koşullardan daha ağır koşulların bulunduğu ve cezaevlerimizin, tutuklu ve hükümlü yükünü taşıyamaz halde olduğu ve aynı gerekçelerin şimdi de geçerli olduğu göz önüne alınmak suretiyle, iyi halli olup olmadıklarına bakılmaksızın, cezalarının bir kısmını çekmiş olanların şartla salıverilmesi amacıyla teklifim hazırlanmıştır.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2. — Haklarında 1 inci madde hükümleri uygulanmış bulunan sorumlu müdürler, ertelenme tarihinden itibaren üç yıl içerisinde işlenen kasıtlı bir cürümden dolayı sorumlu müdür sıfatıyla mahkûm edildiklerinde ertelenen cezalar aynen çektirilir.

Sorumlu müdürün infazı ertelenen mahkûmiyetinden bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar çektiği kısmı, birinci fıkrada belirtilen halde çekilecek cezaya mahsup edilir. Şartla salıverilmeye ilişkin hükümler saklıdır.

Davanın açılması veya hükme bağlanmasının ertelenmiş bulunduğu hallerde ertelenme tarihinden itibaren üç yıllık süre içerisinde işlenen kasıtlı bir suç nedeni ile sorumlu müdür sıfatıyla mahkûm olunduğunda, ertelenen suçtan dolayı dava açılır veya ertelenmiş olan davaya devam edilerek hüküm kurulur.

Üç yıllık süre, sorumlu müdür sıfatıyla yeniden kasıtlı bir cürümden mahkûm edilmeksizin geçirildiğinde, sorumlu müdür hakkındaki mahkûmiyet vaki olmamış sayılır veya bu suçtan dolayı kamu davası açılmaz. Açılmış olan davanın ortadan kaldırılmasına karar verilir.

BAŞKAN – Madde üzerinde, Refah Partisi Grubu adına, Sayın Mehmet Emin Aydınbaş; buyurun.

RP GRUBU ADINA MEHMET EMİN AYDINBAŞ (İçel) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sorumlu müdürlerin, bu sıfatlarıyla işlenen suçlara ilişkin dava ve cezaların ertelenmesine dair kanun tasarısının 2 nci maddesi hakkında, Grubum adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Görüştüğümüz bu tasarı, alanında ilk olma özelliği taşıyor. Yani, suçun affedilmesi değil, girişilecek ve girişilmiş takibatların durdurulması, açılmış davaların hükme bağlanmasının ertelenmesi, hükme bağlanmış infazın ertelenmesi söz konusudur. Bu tasarı, bu haliyle, kamuoyunda, basında “basın affı, yazı işleri müdürlerinin affı” diye tanıtılıyor. Her ne kadar, hukuk sistemimizde, ilk defa işlenen, belli bir miktarın altındaki cezalarda hâkimin takdirine bağlı olarak tecil müessesesi var ise de, böyle bir uygulama ilk defa yapılmaktadır; ama, buna basın affı demenin imkânı yoktur.

Biz, bu haliyle bile, fikir ve inanç özgürlüğü, yayın özgürlüğü yönünde atılmış olan bu adımı, olumlu olarak karşılıyor ve destekliyoruz. Ancak, bu arada gördüğümüz bazı eksiklikleri de, buradan ifade etmeden geçemeyeceğim. Aslında, öncelikle, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü kaldırmayı amaçlayan yayınlar ile şahsa yapılan hakaretlerin ve yalan haber yayınlarının dışında, suç sayılmaktan çıkarılmasını kapsayan yasal değişikliklerin yapılması gerekir; ama, ülkemizin fikir ve yayın özgürlükleri açısından bu noktaya gelmesinin, vesayet altındaki bu Hükümet döneminde yapılmasının mümkün olmadığı da bir gerçek olduğuna göre, sadece, belirli merkezlere şirinlik gösterisi intibaı veren bu makyaj yasasını görüşüyoruz; fakat, bu konjonktürde dahi, bu yasa tasarısının kapsamının genişletilmesi mümkün. Neden sadece sorumlu müdürler? Neden, suça konu olan yazıların yazarları değil? Neden, eğer bu bir karikatürse, çizeri değil?

Bu erteleme yasası, bu haliyle, kimde kalacağı önceden belli olan, fesat karışmış ihalelere benziyor; şartnamesi, sanki, işin kimde kalması isteniyorsa ona göre hazırlanmış ihalelere benziyor. Bu yasa, bu haliyle, Anayasanın eşitlik prensibini çiğnediğinden, Anayasaya aykırıdır. Bunu da, giderilmesi gereken bir eksiklik olarak ifade ediyorum. Bilhassa, biraz önce Sayın Altan Öymen tarafından verilmiş olan değişiklik önergesinin kabul edilmemesini de bir talihsizlik olarak değerlendiriyorum.

Böyle bir erteleme yasası, yeni bir yol açıyor; yayın yoluyla işlenen suçlara ilişkin takibat, yargılama, infaz erteleniyor; üç yıl sonra da, kendiliğinden, hiç işlenmemiş gibi düşüyor. Bu uygulamadan sonra, buna benzer ertelemelerle ilgili yasa talepleri artacaktır. Bu husus ise, mahkemelerdeki dosya yükünü artıracaktır.

Bu bakımdan, ya bu konudaki yasa değişiklikleri yapılarak, yayın yoluyla suç kavramının -devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmaya yönelik fiillerden ve demin ifade edilen sebeplerden dolayı hüküm giyenler hariç tutulmak üzere- tamamen kaldırılması gerekir ya da soruşturma ve yargılamalar devam ettirilerek, sadece infaz ertelenmelidir. Böylece, mahkemelerde bekleyen dosya yükü de azaltılmış olur.

Her şeye rağmen, birkısım çevrelere şirin görünmek amacıyla da olsa, makyaj bir uygulama da olsa, bu erteleme yasasını destekliyoruz.

Arkasından da, fikir üretmenin, yayın yapmanın suç olmaktan çıkarıldığı bir Türkiye özlemiyle, hepinize saygılar sunuyorum efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Aydınbaş.

Gruplar adına başka söz talebi?.. Yok.

Şahsı adına, Sayın Kamer Genç; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tabiî, ben, Meclis Başkanvekili olduğum için -herhalde- konuşmama tepki gösteren arkadaşlar var; ama, çok önemli bir konu olduğu için, oyumun rengini belirtmek amacıyla bu konuşmayı yapıyorum.

Sayın milletvekilleri, biliyorsunuz, Anayasamızın 87 nci maddesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetkileri belirlenirken, Anayasanın 14 üncü maddesine göre temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılmasına ilişkin suçların -terör suçlarının- affını önleyen bir hüküm nedeniyle, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bağlı bir yetkisi vardır.

Şimdi, herhalde, önümüze, sorumlu müdürlerin affı konusunda bir yasa tasarısı geldi. Bu tasarı, aslında, bana göre, Anayasanın 10 uncu maddesine aykırı. Biz, sorumlu müdürlerin affının karşısında değiliz; ancak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir hukuk devletidir; bu hukuk devletinde, belli zümreler ve güç odakları hedef alınarak, onların belli olanaklardan istifade ettirilmesi, benim, kişisel olarak anlayışıma aykırıdır.

Türkiye’de uzun zamandan beri bir af çıkarılmadı. Türkiye’de suç işlenmesini kolaylaştıran belirli ortamlar var. Mesela, benim ilim Tunceli’de, dağın başında yaşıyorsunuz; burası terör bölgesi; terör bölgesinde yaşamak, çok büyük güç isteyen, çok büyük direnç isteyen bir şey; ama, ne kadar güçlü, dirençli olursanız olun, terörün yarattığı suçluluk ortamında, kendinizi suç işlemekten alıkoyamazsınız.

Ben, Hükümetten şunu dilerdim: Mademki, cezaların infazının ertelenmesiyle ilgili böyle bir tasarı getiriliyor; o zaman, çok geniş boyutta bir yasa tasarısı getirilmesi lazımdı.

Bugün, inanınız, dağın başında, savunmasız, silahlı örgütlerin karşısında kendisini savunamayan; ama, yardım ve yataklıktan dolayı, sebepsiz yere, Türk Ceza Kanununa göre, 4 yıl 9 ay ceza almış çok insanımız var.

Bence, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, bu konuda çok ciddî bir araştırma yaparak, bu memlekette, hakikaten, suç işleme ortamı bulunan yörelerde yaşayan insanların bu sıkıntılarını giderecek belirli birtakım kolaylıklar getirmesi lazım. Artık, Türkiye Büyük Millet Meclisinin, birtakım güçlü odakların belirlediği böyle yasal düzenlemeler yerine, Türkiye Cumhuriyeti hudutları içinde yaşayan vatandaşların içinde bulunduğu sıkıntıları en kısa zamanda giderecek, onları rahatlatacak bir ortam yaratması lazım.

Tabiî, bizim bu anlattıklarımızı, sıkıntılarımızı yaşamayan, görmeyen insanlar çok, maalesef. Daha, Türkiye’nin belirli bölgelerini görmeyen çok insanımız var; bizim seçim bölgemizde de, kendi ilimizden ilçelerimize rahatlıkla gidemediğimiz ortamlar var.

1978’den beri olağanüstü hal yaşanan bir yörenin milletvekiliyim. Bu yörede insanlarımız çok sıkıntılı ve inanınız ki, bu yörelerimizde gençler yaşamıyor. Yani, analar babalar, çocuklarını suç ortamından kurtarmak için, onları dışarılara gönderiyorlar. Mademki, Türkiye Büyük Millet Meclisinin,uzun zamandan beri, Anayasanın 87 nci maddesinde belirlenen bağlı yetki nedeniyle terör suçlusunu affetme yetkisi yok; o zaman, burada, bence, çok daha kapsamlı bir inceleme yapılarak, yaşam koşullarının yarattığı o zorunlu suç ortamına istemeyerek itilen insanlara, kendi iradeleri dışında sürüklendikleri suç ortamı dolayısıyla mahkemelerin -yasaları uygulaması nedeniyle- uyguladıkları cezaların da, hiç olmazsa, bu tasarı kapsamına alınması gerekirdi.

LEVENT MISTIKOĞLU (Hatay) – Tasarıyla ne alakası var.

KAMER GENÇ (Devamla) – Tabiî, benim bu söylediklerim, birçok insana hikâye gelebilir. Sizler, Ankara’da, İstanbul’da, Antalya’da, Denizli’de -bilmem oralarda- yaşamakla çok rahat edebilirsiniz; ama, bir de, gelin, bizim yöremizi...

HALİT DUMANKAYA (İstanbul) – Sen nerede yaşıyorsun peki?

BAŞKAN – Sayın Genç, lütfen toparlayın.

KAMER GENÇ (Devamla) – Siz, tabiî İstanbul’da... Size rica ediyorum. Gelin, buyurun, Tunceli’ye gidelim de, bir köyde kalalım bakalım. Yiğitliğiniz varsa, gelin, orada bir köye gidelim bakalım!.. Bir gece vakti gidelim bir ilçeye; köye değil, ilçeye gidelim. (Gürültüler)

HALİT DUMANKAYA (İstanbul) – Sen kaç defa gittin Tunceli’ye; onu söyle bize.

AYHAN FIRAT (Malatya) – Kaç defa gittin Tunceli’ye?

KAMER GENÇ (Devamla) – Bakın, sizler, anlama fukarasısınız. (RP sıralarından alkışlar; ANAP, DSP ve CHP sıralarından gürültüler) Ben, fukaralarla konuşmam.

BAŞKAN – Sayın Genç...

KAMER GENÇ (Devamla) – Ben, memleketin gerçeklerini yaşayarak Türkiye Büyük Millet Meclisi salonlarına gelmiş, insanların hak ve adalet duygusunu paylaşan insanlarla konuşmak istiyorum; yoksa, böyle fukaralarla konuşmak, benim şahsıma yakışmaz. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından gürültüler)

O bakımdan, bu Hükümetin -mademki böyle tatile girerken bir tasarı getirdi- ülkemiz insanlarının içerisinde bulunduğu sıkıntıları giderebilecek, daha geniş kapsamlı, böyle birtakım çevrelerin dayatmasıyla, ricasıyla, birtakım kuruluşlara yaranmak için...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Genç, teşekkür ediyorum.

KAMER GENÇ (Devamla) – ...hatta birtakım patronlara yaranmak için, ya işte size kanun çıkarıyoruz dememek için, daha kapsamlı bir tasarı getirmesini istiyordum. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından gürültüler) Ama, tabiî, bu konuşmalarımız bile sizi rahatsız ediyor. (ANAP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Genç... Sayın Genç, teşekkür ediyorum.

KAMER GENÇ (Devamla) – Ama, keşke, siz, bu Meclisteki insanlar olarak, bu memlekette yaşayan insanlar olarak... (ANAP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Genç... Sayın Genç...

KAMER GENÇ (Devamla) – Buyurun.

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.

KAMER GENÇ (Devamla) – Son cümlemi söyleyeyim. (ANAP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Biliyorsunuz... Yani, siz de beni zor durumda bırakmayın. Lütfen... Rica ediyorum...

KAMER GENÇ (Devamla) – Tabiî, biz bu kürsüye çok fazla çıkmıyoruz; ama, bakın, değerli arkadaşlarım... (ANAP sıralarından gürültüler)

ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Amasya) – Siz Başkanvekilisiniz...

KAMER GENÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, çok sıkıntılı bir ilin milletvekiliyim... (ANAP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Genç... Sayın Genç... Lütfen... Rica ediyoruz...

KAMER GENÇ (Devamla) – Efendim, bir dakika... Süreyi biraz uzatırız, ne olacak yani.

BAŞKAN – Sayın Genç... Lütfen... Süreniz bitti...

KAMER GENÇ (Devamla) – Çok sıkıntılı bir ilin milletvekili olduğum için, kendi yöremdeki insanların problemleri... (ANAP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Genç... Lütfen... Aynı işi birlikte yapıyoruz, beni zor durumda bırakmayın.

Bitti efendim; süreniz biteli bir hayli oldu.

KAMER GENÇ (Devamla) – Peki.

Sayın milletvekilleri, gerçekleri burada söylemekten korkan arkadaşlarımız var. (Gürültüler)

BAŞKAN – Sayın Genç, süreniz biteli bir hayli oldu.

KAMER GENÇ (Devamla) – Bu korkak insanlara karşı konuşmak bana zul oluyor.

Saygılar sunuyorum. (DYP ve RP sıralarından alkışlar; ANAP sıralarından “alkol muayenesi” sesleri, gürültüler)

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın Başkan, bir dakika...

Sayın Sözcü, burada, Grubumuza dönerek, çirkin bir ifadede bulundu. Bu Grup anlayış fukarası değildir, kendisi anlatamama fukarasıdır. (ANAP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Aslında, Sayın Genç, madde üzerinde konuşmadı, başka şeyler konuştu; gereksiz yere, Tunceli munceli deyip karıştırdı; ne dediğini kendi de bilmiyor.

BAŞKAN – Sayın Güney, Grubunuzla ilgili düzeltmeyi yaptınız.

Teşekkür ediyorum.

Şahsı adına, Sayın Gökhan Çapoğlu; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

GÖKHAN ÇAPOĞLU (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın grup başkanvekili, konuşmamı çabuk bitirmemi istiyor. Aslında, bu tasarının gelmesine gerek yoktu. Bakın, bu 2 nci maddede şunu diyoruz: Üç yıl erteleyeceğiz; ama, aynı suçu işlerseniz cezanızı çekeceksiniz. Şimdi, suç normal olsaydı bir şey değildi; ama, bugün bizim affetmek lütfunda bulunduğumuz suç düşünce, suçu. Eğer, bizler düşünce suçunu suç olmaktan çıkarabilseydik, burada bunu affetmemize de gerek kalmayacaktı. Üzücü olan nokta, bizim, bunu, Türkiye’ye bazı yabancılar geldikten sonra yapıyor olmamızdır.

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) – Bravo!

GÖKHAN ÇAPOĞLU (Devamla) – Bizim, bunu, kendimiz, bu yasaya mahal veren suçları ortadan kaldırarak yapmamız gerekirdi ve 21 inci Yüzyıla giren Türkiye’nin, düşünce suçunu, düşünceyi ifade suçunu, suç olmaktan çıkarması gerekir. Sayın Başkana katılıyorum. Biz, eğer Terörle Mücadele Yasasının 8 inci maddesinde Türk Ceza Kanununun 155, 157, 158, 159 ve 312 nci maddelerinde düşünceyi suç olmaktan çıkarabilseydik, o zaman ne yabancıların ziyaretlerine mahal kalacaktı ne de biz gereksiz yere bir af çıkaracaktık; çünkü, biraz önceki konuşmacının açık olarak belirttiği bir nokta vardı; biz bir eşitsizlik yaratıyoruz. Biz sorumlu müdürleri neden affediyoruz da diğerlerini etmiyoruz, biz neden sadece basındakileri affediyoruz da diğer bütün suçları affetmiyoruz; ama, gelin, düşünceyi suç olmaktan çıkaralım ki, bu aflara gerek kalmasın.

Bundan sonra tartışacağımız yasa, gene bir af yasası, ögrenci affı yasası. Hepimizin dikkat etmesi gereken bir şey var: Ya bir suç vardır ya bir kural vardır; o kuralı çiğneyenler veya yerine getirmeyenler, onun sonucuna katlanırlar. Ya biz toplum olarak onu suç olmaktan, kural olmaktan çıkarırız veya bu duruma gelmeyiz. Bu duruma düştüğümüz zaman, sürekli olarak kendimizle çelişki durumuna düşeriz, sürekli olarak kendi vaktimizi çalarız ve neden acele etmiyoruz diye birbirimize sataşırız.

Bu maddeyle ilgili olarak burada yapılması gereken şudur: Eğer gerçekten biz samimi isek, düşünce suçunu işleyen insanlara, düşüncelerini ifade ettikleri için suç işlediğini söylediğimiz insanlara şunu demeyelim: Sizi dört duvar arasından çıkarıyoruz; ama, Türkiye sınırları içerisinde daha büyük bir hapishaneye koyuyoruz. Eğer gerçekten samimi isek, gelin, bunu, üç yılı -evet, Ceza Kanunu tekniğine göre, belki üçü tutuyorsunuz; ama, mademki bu suç, çok özel bir suç, olmaması gereken bir suç, o zaman, gelin, bunu- mümkün olan en kısa süreye indirelim. Umarım, çok yakın gelecekte, biz, burada, bu afları değil, düşünceyi ifadeyi suç olmaktan çıkaran Terörle Mücadele Yasasının ve Türk Ceza Kanununun gerekli maddelerini tartışacağız.

Hepinize saygılar sunuyorum. (DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çapoğlu.

Madde üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Madde üzerinde üç önerge vardır; geliş sırasına göre okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 374 sıra sayılı kanun tasarısının 2 nci maddesinin sonuna aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz ve talep ederiz. (13.8.1997)

Seyfi Oktay Ercan Karakaş Şahin Ulusoy

Ankara İstanbul Tokat

Atilâ Sav Yahya Şimşek Aydın Güven Gürkan

Hatay Bursa İzmir

“Ayrıca, Terörle Mücadele Kanununun geçici 1 inci maddesi uyarınca şartla salıverilen hükümlülerden 8.4.1991 tarihinden sonra aynı yasanın 7/2 ve 8/1-2 maddelerinden mahkûm olanlar hakkında Türk Ceza Yasasının 17 nci maddesi hükümleri uygulanmaz.”

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 374 sıra sayılı 12.7.1997 Tarihine Kadar Sorumlu Müdür Sıfatı ile İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun Tasarısının 2 nci maddesinde yer alan “üç yıl” ibaresinin “üç ay” olarak değiştirilmesini saygılarımızla arz ve talep ederiz.

Mahmut Işık Yahya Şimşek Ercan Karakaş

Sıvas Bursa İstanbul

Gökhan Çapoğlu Yakup Budak

Ankara Adana

BAŞKAN – Şimdi okutacağım üçüncü önerge, aynı zamanda en aykırı önergedir. Onun için, okuttuktan sonra işleme koyacağım.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 374 sıra sayılı “12.7.1997 Tarihine Kadar Sorumlu Müdür Sıfatı ile İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Tasarının” 2 nci maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Ahmet Güryüz Ketenci Altan Öymen Yılmaz Ateş

İstanbul İstanbul Ankara

Mustafa Yıldız Celal Topkan

Erzincan Adıyaman

MADDE 2.- Haklarında 1 inci madde hükümleri uygulanmış bulunanlar, erteleme tarihinden itibaren üç yıl içerisinde işlenen kasıtlı bir cürümden dolayı mahkûm edildiklerinde, ertelenen cezalar aynen çektirilir.

İnfazı ertelenen mahkûmiyetlerden bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihe kadar çekilen kısmı, birinci fıkrada belirtilen halde çekilen cezaya mahsup edilir, şartla salıvermeye ilişkin hükümler saklıdır.

Davanın açılması veya hükme bağlanmasının ertelenmiş bulunduğu hallerde, erteleme tarihinden itibaren üç yıllık süre içerisinde işlenen kasıtlı bir suç nedeniyle mahkûm olduğunda, ertelenen suçtan dolayı dava açılır veya ertelenmiş olan davaya devam edilerek hüküm kurulur.

Üç yıllık süre, yeniden, kasıtlı bir cürümden mahkûm edilmeksizin geçirildiğinde haklarındaki mahkûmiyet vaki olmamış sayılır veya bu suçtan dolayı kamu davası açılmaz, açılmış olan davanın ortadan kaldırılmasına karar verilir.

AHMET GÜRYÜZ KETENCİ (İstanbul) – Doğal olarak 1 inci maddeyle ilgili teklifimize bağlı olduğu için ve 1 inci maddeyle ilgili değişiklik teklifimiz reddedildiği için, ister istemez, bu önergeyi geri çekiyoruz.

BAŞKAN – Önergeyi geri çekiyorsunuz.

Diğer iki önergeyi, aykırılık sırasına göre işleme koyuyorum.

Tokat Milletvekili Şahin Ulusoy ve Arkadaşlarının Önergesi:

2 nci maddenin sonuna aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz ve talep ederiz.

Ayrıca, Terörle Mücadele Kanununun Geçici 1 inci maddesi uyarınca, şartla salıverilen hükümlülerden 8.4.1991 tarihinden sonra aynı yasanın 7/2 ve 8/1-2 maddelerinden mahkûm olanlar hakkında Türk Ceza Yasasının 17 maddesi hükümleri uygulanmaz.

BAŞKAN – Sayın Komisyon, önergeye katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET TEKDAL (Ankara) – Katılamıyoruz efendim.

BAŞKAN – Sayın Hükümet?

ADALET BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Sayın Başkan, bu önergenin ne getirdiğini tespit etmek şu anda mümkün değil. Bu itibarla, bu aşamada katılamıyoruz.

BAŞKAN – Hükümet ve Komisyon önergeye katılamıyor.

Önerge sahipleri, gerekçeyi mi okuyalım...

M. SEYFİ OKTAY (Ankara) – Hayır, konuşacağım efendim.

BAŞKAN – Bir saniye efendim...

Sayın milletvekilleri, önerge sahibi konuşacak; çalışma süremizin dolmasına da çok kısa bir süre kaldı. İki şık var önümüzde; maddenin bitimine kadar süre uzatımını oylarınıza sunabilirim veya -bundan sonra da sadece yürürlük ve yürütme maddeleri var; benim şahsî eğilimim de, eski bir basın mensubu olarak, bunu bugün bitirebilmek- tasarının tümünün bitimine kadar süre uzatımını da oylarınıza sunabilirim. Sanıyorum, bütün gruplardan, tümünü bitirmek için bir eğilim var.

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkan...

BAŞKAN – Buyurun Sayın Çakan.

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Sayın Başkanım, üç maddelik, Yüksek Öğretim Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi var. Hemen hemen bütün gruplardaki arkadaşlarımız, bu kanun çıkıncaya kadar da çalışmamızı öngörüyorlar. Bu konuyla ilgili olarak, gruplar, mutabakat içerisinde. Eğer sizce bir mahzuru yoksa, bu kanun çıkıncaya kadar da sürenin uzatılmasını teklif ediyoruz.

BAŞKAN – Sayın Çakan, tek yolumuz var; elden bir Danışma Kurulu kararı alabilmek. Aksi takdirde, Genel Kurulun daha önce almış olduğu bir karara karşı çıkmış olacağız.

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Tamam Başkanım, siz, o iyi niyeti gösterdikten sonra, biz, arkadaşlarla gerekeni yaparız.

BAŞKAN – Şimdi, Danışma Kurulu kararı elden hazırlanana kadar, bu kanun tasarısının görüşmelerinin bitimine kadar sürenin uzatılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın Seyfi Oktay, buyurun efendim.(CHP sıralarından alkışlar)

M. SEYFİ OKTAY (Ankara) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; öncelikle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, önergemizi, çok yalın ve çok basit bir şekilde size sunmaya çalışacağım. Bir kere, bu önergenin kabulünden hiç kimse huzursuzluk duymayacaktır, bunu açıklıkla ifade edeyim; tam tersine, eğer önerge reddedilirse, önümüzdeki günlerde doğacak sonuçlardan, gerçekten, birçok arkadaşımızın üzüntü duyacağını şimdiden hisseder gibi oluyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu önerge, bir af içermiyor. Açıklıkla ifade edeyim; önergemiz af içermiyor, bir erteleme de getirmiyor. Peki, ne getiriyor, ne yapıyor bu önerge? Biliyorsunuz, 1991 yılında Terörle Mücadele Kanunu çıktı. Onun geçici maddeleriyle, daha önce suç işleyip hüküm giymiş olanlardan, cezasının 1/5’ini çekenler, o geçici maddelerle, şartla salıverilmek suretiyle dışarı çıkarıldılar, tahliye edildiler daha doğrusu. Şimdi, olay şu: Tabiî, biraz önce Sayın Bakan da bahsettiler. Bu, aslında, olağan bir infaz uygulaması değil; Yüce Meclisin, devlete karşı işlenmiş belli suçlar için af yetkisi olmaması nedeniyle, infaz sisteminde yapılan değişiklikle, şartla salıverilme müessesesi kullanılmak suretiyle, örtülü bir biçimde bir af getiriliyor, cezasının 1/5’ini çekmiş olan tahliye ediliyor. Bu, olağan bir infaz uygulaması olmadığına göre, açıkça, örtülü biçimde yapılan bir aftır; bu, özü itibariyle aftan başka bir şey değildir.

Şimdi, olay şu: Biz diyoruz ki, Terörle Mücadele Kanununun geçici hükümleriyle affedilmiş olan kişiler, eğer, siyasal açıdan, sosyal açıdan, ülke güvenliği açısından çok zararlı, sakıncalı kişiler olsaydılar, o dönemde herhalde Terörle Mücadele Kanununun geçici maddeleriyle tahliye edilmezlerdi; örtülü biçimde affedildiler. Şimdi önümüzde şu var: Bu önergeyle diyoruz ki; 1991 yılında, bu tarzda, şartla salıverilmiş olan kişiler, daha sonra düşünce suçu işleyip de düşüncesi nedeniyle cezalandırılmışsa, suçları, o eski suçlarıyla birleşerek, uzun bir süre daha cezaevine girmesinler.

Bir örnek önümüzde duruyor; işte, Eşber Yağmurdereli. Eşber Yağmurdereli, suç işliyor ve Terörle Mücadele Kanununun geçici hükümlerine göre şartla tahliye ediliyor; hatta cezasının beşte birini değil, daha çoğunu çekiyor, 14 yıl cezaevinde kalıyor ve 14 yıl sonra bu hükümlerden yararlanmak suretiyle tahliye ediliyor.

Şimdi, Eşber Yağmurdereli, sadece düşüncesi nedeniyle 10 ay hüküm giyiyor. Bu suçta herhangi bir tahrik söz konusu değil; bu suç, herhangi bir şiddet içermiyor; doğrudan doğruya düşüncesi nedeniyle 10 aya mahkûm oluyor. Bu durumda, şimdi ne olacak?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Oktay, 1 dakika içinde toparlayınız.

M. SEYFİ OKTAY (Devamla) – 10 ay mahkûmiyeti nedeniyle, bu defa, 10 ayı değil, geçmişten kalan 23 yılı da birlikte çekmek durumunda kalıyor. Yıllar sonra, bu durum, bu insanın başına geliyor.

Şimdi, hem “demokrasilerde düşünce suçu yoktur, böyle bir kavram söz konusu değildir” diyoruz hem de düşünceyi, bu yolla, katmerli bir biçimde cezalandırıyoruz; 10 ay yatacak, 23 yıl daha yatacak.

Öyle sanıyorum ki, bu durum hepimizi üzecektir. İşte, önergemiz, ne af getiriyor ne erteleme getiriyor -yine 10 aylık cezasını çekecek- sadece ve sadece, eskiden affedilmiş olan, örtülü bir biçimde affedilen suçları, yalnızca düşünce suçları için olmak kaydıyla...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Oktay, teşekkür ediyorum.

M. SEYFİ OKTAY (Devamla) – Tamamlıyorum; yarım dakika daha...

BAŞKAN – Böyle bir usulü baştan beri uygulamadık. Size teşekkür ediyorum.

M. SEYFİ OKTAY (Devamla) – Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Diğer önergeyi okutuyorum:

Bursa Milletvekili Yahya Şimşek ve arkadaşlarının önergesi

_Kanun tasarısının 2 nci maddesinde yer alan “üç yıl” ibaresinin “üç ay” olarak değiştirilmesini saygılarımızla arz ederiz.

BAŞKAN – Sayın Komisyon, katılıyor musunuz?

ADALET KOMİSYONU BAŞKANI AHMET TEKDAL (Ankara) – Katılmıyoruz efendim.

BAŞKAN – Sayın Hükümet?..

ADALET BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Önerge sahipleri?..

YAHYA ŞİMŞEK (Bursa) – Sayın Başkan, gerekçe okunsun.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

“Üç yıl” ibaresi, sorumlu müdürler için, üç yıl daha düşüncelerini ifade etmemeleri demektir.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3.- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına söz talebi?.. Yok.

Şahsı adına, Sayın Mehmet Sılay?.. Yok.

Sayın Hakan Tartan?.. Yok.

Sayın Musa Uzunkaya?.. Yok.

Madde üzerinde önerge yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

4 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 4.- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

Madde üzerinde gruplar adına söz talebi?.. Yok.

Şahsı adına, Sayın Mehmet Sılay?.. Konuşmuyor.

Sayın Hakan Tartan?.. Konuşmuyor.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Madde kabul edilmiştir.

Tasarının tümünü oylamadan önce, Sayın Halit Dumankaya’nın, lehinde söz talebi var.

Buyurun.

HALİT DUMANKAYA (İstanbul) – Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; öncelikle, oyumun olumlu olduğunu hemen söylemek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, burada, sorumlu müdürlerin hepsinin masum olduğu söylendi. Esasında, hepsi masum değildir. Şahsım, bu gazetelerden çok sıkıntı çekti. Ben bir televizyon kanalının alt katında avukatımla, noterle beklediğim halde, üst kattan “Halit Dumankaya’ya bütün imkânları sağladık; ama, buraya gelmedi” diyen yöneticiler oldu. Öbür gün, aynı grubun 5 gazetesinde benim resmimi ellerimi yüzüme kapamış şekilde gösteren sorumlu yazı işleri müdürü, şu anda ağır cezada üç davadan yargılanmaktadır. Şimdi ben buna rağmen, bu kadar haksızlığa uğramış bir kişi olarak bunların tutanaklara geçmesini istemek üzere söz aldım. Buna rağmen, basın özgürlüğü diye buna olumlu oy vereceğim.

Hepinize teşekkür ederim. (ANAP sıralarından alkışlar)

MUSTAFA ÜNALDI (Konya) – Sayın Başkan, ben de oyumun rengini belirtmek üzere söz istiyorum.

BAŞKAN – Lehte mi, aleyhte mi?

MUSTAFA ÜNALDI (Konya) – Aleyhinde konuşmak istiyorum.

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, birleşime 5 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati: 00.10

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 00.15

BAŞKAN: Başkanvekili Uluç GÜRKAN

KÂTİP ÜYELER: Ali GÜNAYDIN (Konya), Zeki ERGEZEN (Bitlis)

 

 

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 134 üncü Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

VII. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN

DİĞER İŞLER (Devam)

 

7. – 12.7.1997 Tarihine Kadar Sorumlu Müdür Sıfatı ile İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/627) (S. Sayısı : 374) (Devam)

BAŞKAN – Sayın Mustafa Ünaldı, oyunuzun rengini aleyhte belirtmek üzere söz istediniz; buyurun.

MUSTAFA ÜNALDI (Konya) – Sayın Başkan, değerli üyeler; tasarının sonunda, oyumun rengini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Ben, yalan hariç, basın özgürlüğü, fikir ve inanç özgürlüğü hiçbir kayıt konmadan sağlanmalıdır diyorum, daha ileri gidemiyorum; vazgeçiyorum. Aslında, bir şeyler söyleyecektim; şimdi vazgeçtim. Neden mi; üç tane sebebi var:

Birincisi, şahsîlik kokuyor, çifte standart kokusu var, ondan dolayı vazgeçtim.

İkincisi, Sayın Çapoğlu’nun biraz önce burada bahsettiği gibi, daha büyük bir hapishane oluşturma durumu var, ondan dolayı vazgeçtim.

Üçüncüsü, tasarıda “halen cezalarını çekmekte bulunan sorumlu müdürler hakkında da birinci fıkra hükmü uygulanır” deniliyor; “mahkûm edildiklerinde, ertelenen cezalar aynen çektirilir” denilerek, mahkûmlardan bahsediliyor. Bu tasarıda, mahkûmlara yardım var. Türkiye’de değişik rüzgârlar esiyor; mahkûmlara yardım suç sayılıyor; özellikle bunu düşünüyorum. Mahkûmlara yardımın suç sayılması hem alkışlanıyor hem de devlet güvenlik mahkemelerinde yargılanıyor. Ben, bundan dolayı konuşamayacağım. Mahkûmlara yardım etmek gibi bir suçun altına girmek istemiyorum. Konuşan arkadaşlara da, burada, dikkatli olmalarını özellikle hatırlatıyorum; değilse, haklarında bir fezleke düzenlenmesi de pekala mümkündür diye düşünüyorum. Sayın Hüsnü Aktaş’ın durumunu biliyorum, akıbetini biliyorum; mahkûmlara yardımdan dolayı çektiklerini biliyorum; aynı akıbete uğramamak için, istemeye istemeye bu tasarıya “hayır” oyu vereceğimi ifade ediyor, saygılar sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ünaldı.

Sayın milletvekilleri, tasarının tümünü oylamadan önce Danışma Kurulunun bir önerisi vardır; okutup oylarınıza sunacağım:

VI. – ÖNERİLER (Devam)

B) DANIŞMA KURULU ÖNERİSİ

1. – 371 Sıra Sayılı Kanun Teklifinin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

Danışma Kurulu Önerisi

No:81 Tarihi: 13.08.1997

Gündemin 8 inci sırasında yer alan 371 sıra sayılı kanun teklifinin bitimine kadar çalışma süresinin uzatılması önerilmiştir.

Uluç Gürkan

TBMM Başkanı Vekili

 

Zeki Çakan Temel Karamollaoğlu

ANAP Grubu Başkanvekili RP Grubu Başkanvekili

Ali Ilıksoy Turhan Güven

DSP Grubu Başkanvekili DYP Grubu Başkanvekili

Nihat Matkap Mahmut Yılbaş

CHP Grubu Başkanvekili DTP Grubu Başkanvekili

BAŞKAN – Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Öneri Kabul edilmiştir.

VII. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
(Devam)

7. – 12.7.1997 Tarihine Kadar Sorumlu Müdür Sıfatı ile İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesine Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/627) (S. Sayısı : 374) (Devam)

BAŞKAN – Sayın Hükümet ve Komisyon yerlerini aldılar.

Görüşmekte olduğumuz tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Tasarı kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır; hayırlı olsun. (Alkışlar)

8. – Rize Milletvekili Avni Kabaoğlu’nun; Yüksek Öğretim Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu Raporu (2/311) (S. Sayısı : 371) (1)

BAŞKAN – Şimdi, alınan karar gereğince, Rize Milletvekili Avni Kabaoğlu’nun, Yükseköğretim Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi ve Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu raporunun müzakeresine başlıyoruz.

Komisyon?.. Burada.

Hükümet?.. Burada.

Komisyon raporunun okunup okunmamasını oylarınıza sunuyorum: Raporun okunmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Raporun okunması kabul edilmemiştir.

Tasarının tümü üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Celal Topkan; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA CELAL TOPKAN (Adıyaman) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan, 371 sıra sayılı, Yükseköğretim Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Sizleri, Grubum adına saygılarımla selamlıyorum.

Hepinizin bildiği gibi, Yükseköğretim Kurumu, ülkemizin yükseköğrenimini planlamakta ve gençlerini yükseköğretim alanında eğitmekte, bu yolla, ülkemizin geleceğini bilgi toplumuna hazırlamaktadır. Bu kurum, kendi iç bilimsel yapılanmasını oluşturmuş bir yapıya sahiptir. Bilim kuruluşları, kendi yapılarını bilimsel esaslara göre oluştururlar. Planlı toplumlarda kalkınmanın özü bilimsel esaslara göre yapılmaktadır. Bilim kuruluşlarına sık sık dışarıdan yapılacak müdahaleler, bu kurumların çalışmalarını rahatsız eder, bu kurumlarda görev yapan bilim adamlarının bilimsel üretkenliğini verimsizleştirir.

Görüşülmekte olan yasa teklifi, Askerî Tıp Akademisinde öğrenciyken okulla ilişkisi kesilen öğrencilerin affına ilişkindir.

Bu yasa teklifinin görüşülmesi vesilesiyle, Cumhuriyet Halk Partisinin, yükseköğretimde sık sık yapılan değişikliklerle ve başarısızlıkları nedeniyle okullarıyla ilişkileri kesilen öğrencilerle ilgili düşüncelerini ileriye dönük olarak açıklamak istiyorum.

Böyle bir ihtiyaç, daha önce çıkarılmış olan öğrenci affının GATA öğrencilerini kapsam dışında bırakmış olmasından doğmuştur. Tartışmakta olduğumuz teklifin amacı, af olanaklarından yararlanma konusunda GATA öğrencileri ile diğer yükseköğretim öğrencileri arasında eşitliği sağlamaktır. Ne var ki, teklifte, Komisyonun yaptığı değişiklikle, diğer yükseköğretim kurumlarındaki öğrencilerin af koşuluyla GATA öğrencileri arasında yeni bir eşitsizliğin yaratılması sonucu ortaya çıkmıştır. Böyle bir durumun, Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı düşeceği açıktır. Bu nedenle, teklifin bu açıdan düzeltilmesi gerektiği hususunda dikkatinizi çekmek zorunluluğu doğmuştur.

Cumhuriyet Halk Partisi olarak düşüncemiz, Yükseköğretim Yasasında köklü bir değişiklik yapılarak, öğrenci affına yol açan sorunların kesin biçimde çözülmesidir; bu da ancak, böyle bir düzenleme sonrasında, öğrencilerin “sık sık öğrenci afları nasıl olsa yapılır” düşüncesi ve beklentisi içerisine girmeden, eğitimlerini ciddiye almaları, daha verimli bir çalışma içerisine girmeleriyle mümkün olabilir.

“Af olur” düşüncesiyle öğrenimlerini aksatan ve verimsiz olan üniversite öğrencileri, okuldan ayrı kaldıkları süreler içerisinde hem kendi ailelerine hem de ülke ekonomisine zarar verebilmektedirler; psikolojik olarak hem kendileri hem de aileleri sıkıntılar yaşamaktadır. Bu öğrenciler, okullarından ayrı kaldıkları sürelerde, geçmişte öğrendiklerini bir anlamda unutmaya başlamaktadırlar ve af beklentisi nedeniyle tembelliğe yönelebilmektedirler.

Diğer taraftan, sık sık yapılan öğrenci afları, üniversitelerdeki öğretim üyeleri, bir anlamda öğretim üyeliğinden soğutmaktadır; onların bilimsel değerlendirmelerine dışarıdan müdahale edilmesi, bir anlamda, bu öğretim üyelerini hafife almak anlamına gelmektedir. Yine, bu müdahaleler, öğretim üyelerini, derslerini verirken, onların bilimsel öğretilerinin hafife alındığı kanısını uyandırmaktadır, onların bilimsel kararlarına müdahale anlamı taşımaktadır. Bilim kuruluşlarına dışarıdan yapılan bu tür müdahaleler, bu kuruluşları verimsiz kılar; bu davranışlar, bilimsel anlamda doğru değildir.

Yükseköğretim kurumları, ülkenin geleceğini oluşturacak olan gençleri yetiştiriyorlar; bilimsel araştırmalar yapıyor, ülke gençliğimizi ve ülkemizi bilgi çağına hazırlıyorlar. Bu kurumların öğretim üyeleri, verdikleri bilgilerin ciddî olarak öğrenilmesini isterler. Öğrencilerimizin de, kendilerine verilen bilgileri zamanında öğrenmeleri, eğitim ve öğretimi ciddîye almaları gerekir; nasıl olsa öğrenci affı sık sık çıkıyor beklentisi içine girmeleri ve tembelliğe yönelmeleri doğru değildir.

Parlamentomuzun, bu konuya, tüm sınıf geçme ve sınav konularına ilişkin sorunları ortadan kaldıracak nihaî bir yasal düzenlemeyle eğilmesi gerekmektedir. Münferit af yasalarıyla bu sorunlar çözülemez; aksine, daha yerleşik hale gelir.

Günümüzde kalkınmanın ve gelişmenin temel öğesi, eğitilmiş, nitelikli insan unsuruna sahip olmakla ölçülmektedir. Nitelikli insan unsuruna sahip olmak ise, iyi bir eğitimden geçmiş toplumsal yapıya sahip olmakla mümkündür. Bu anlamda, ülkemizin eğitim kurumlarına ve bu kurumların verdiği kararlara saygılı olmak, sık sık dışarıdan müdahale etmemek, öğretim üyelerine ve onların bilimsel öğretilerine gereken önemi ve titizliği göstermek gerekir.

Bu tespitleri yaptıktan sonra, görüşülmekte olan teklifin, Anayasanın eşitlik ilkesine aykırı olduğunu, bir eşitlik anlayışı gereği olarak yeniden vurgulamak gereğini duyuyorum. Yükseköğretim kurumlarının bilimsel ve malî özerkliğe bir an önce kavuşturulması amacına yönelik yasal düzenlemenin ve bilimsel köklü değişikliklerin yapılarak, bilim kuruluşları olan üniversitelerimizin rahatlatılması, bilimsel kararlarına saygı duyulması dilek ve temennisiyle, sizleri, şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına saygılarımla selamlıyorum. (CHP, ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Topkan.

Demokrat Türkiye Partisi Grubu adına Sayın Mahmut Yılbaş. (DTP ve ANAP sıralarından alkışlar)

DTP GRUBU ADINA MAHMUT YILBAŞ (Van) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; vakit bir hayli ilerledi; bir iki noktaya değinmek için söz aldım, konuşmamı uzatmayacağım.

Bu kanun teklifi “Kanun Tasarısı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 153 üncü sırasında bulunuyordu. Bu teklif kanunlaştığı takdirde, bu öğretim yılında 200 öğrenci bundan yararlanma imkâna kavuşabilecek; bunu sağlamak amacıyla, bu teklifin özel gündem içerisine girerek öncelikli olarak görüşülmesi yönünde, Demokrat Türkiye Partisinin, Danışma Kurulunda bir girişimi oldu, diğer gruplar da buna olumlu yaklaştılar; bütün gruplara teşekkür ediyorum. (DTP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, yanlış anlamadıysam, biraz önce Cumhuriyet Halk Partisi adına konuşan sözcü ile yine şahsı adına burada önceki kanun tasarısı konusunda düşüncelerini açıklayan değerli bir milletvekili kardeşimiz, bunun, bir özel af olduğunu ifade ettiler.

Değerli arkadaşlarım, Yükseköğretim Kanununda 1995 yılında 411 sayılı Yasa ile yapılan değişiklikte, Gülhane Askerî Tıp Akademisinde okuyan öğrencilere haksızlık yapılmıştır. Bakınız, size, 44 üncü maddede değişiklik yapan 411 sayılı Kanunun 1 inci maddesini aynen okuyorum: Gülhane Askerî Tıp Akademisi öğrencileri hariç, üç veya daha az dersten başarısız olanlara, sınırsız, sınavlara girme hakkı tanınıyor. Gülhane Tıp Akademisinde okuyan öğrencilere sınırsız imkân tanınmadığı için, başarısızlıkları nedeniyle ilişkileri kesilmiş oluyor. İşte, bu af tasarısıyla, daha önce yapılmış olan bir kanunda getirilmiş olan bu eşitsizlik gideriliyor.

Bu Parlamentomuzda, partiler yetkilileri ve gruplar yetkilileri nezdinde, bu 200 öğrencinin ebeveynleri, dört beş aydır, Parlamentonun kapısını aşındırıyorlar, gözleri yaşlı... Bu maddenin kabulüyle, bu ailelere mutluluk vereceğiz ve kanaatime göre de, Anayasamızın 10 uncu maddesinde bulunan hükme aykırı bir teklif de gündeme getirilmiş olmamaktadır.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DTP, ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yılbaş.

Şahsı adına...

TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, grup adına...

BAŞKAN – Başka talep bize intikal etmemişti.

Doğru Yol Partisi Grubu adına Sayın Turhan Güven; buyurun.

DYP GRUBU ADINA TURHAN GÜVEN (İçel) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çok önemli görülen bir konuda, gecenin bu saatinde sizleri rahatsız etmek istemiyordum; ancak, ne var ki, verilen sözlere ne derece uyulup uyulmadığının tespiti bakımından birtakım tereddütler hâsıl olunca, biz de söz almak gereğini duyduk.

Ortada, gerçekten, bir mağduriyeti mucip olan hal vardır. Bugün, askerî okullar içerisinde bulunan Gülhane Tıp Akademisinde okuyan öğrencilerin, herhangi bir sebeple bir yıl kaybetmeleri veya bir sınavı kazanamamaları halinde, okulla ilişkileri kesilmiştir. Bu mağduriyetlerinin giderilmesini teminen, aylardan beri, zaten, ebeveynlerle birlikte bu gençler, hem Doğru Yol Partisine hem bütün partilere herhalde gelmişlerdir. Bu mağduriyeti, en kısa zaman içerisinde ve yeni öğretim yılı da başlayacağına göre, gidermek söz konusudur. Bu itibarla, bu kanun teklifini, hep birlikte, gecenin bu geç saatine rağmen çıkarmakta hassasiyet gösterilmiştir.

Bu hassasiyetin devam edeceği umuduyla, hepinize sevgi ve saygılar sunuyorum efendim. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Güven.

Anavatan Partisi Grubu adına Sayın Yusuf Ekinci; buyurun efendim.

ANAP GRUBU ADINA YUSUF EKİNCİ (Burdur) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 371 sıra sayılı ve üniversite öğrenci affı veya öğrencilere yeni bir hak verilmesi diye bilinen kanun teklifi üzerinde, Anavatan Partisinin görüşlerini arz etmek üzere huzurunuzdayım, Anavatan Partisi Grubu ve şahsım adına, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Bu teklifi tahlil etmeden önce, öğrencinin, niçin yükseköğretim kurumlarıyla ilişkisinin kesildiğini bir iki cümleyle arz etmek istiyorum: Burada, maddî imkânsızlıklar var, öğretim kadrosuyla arasında doğabilecek bazı talihsizlikler, öğrencilerin, seçtikleri meslek eğitimindeki isabetsiz kararları, gençlerin, en zor çağında yaşayabileceği bazı problemler, öğrencilerimizin yükseköğretim kurumlarıyla ilişkilerinin kesilmesini sağlamaktadır. Burada iki yol vardır; birisi, artık bu öğrenimden umudunu kesmiş, okulu terk etmiş öğrenciler, onlar zaten belli bir yola girmiş, hayatını çizmiştir. Şimdi, biz, burada, aftan istifade edebilecek, pişmanlık duyan öğrencilerin bir imtihan hakkıyla daha hayatlarına yeni bir yön vermeleri için böyle bir teklifi huzurunuza getirdik. Bu teklifle getirilen, af değildir, öğrencilerimize yeni bir sınav hakkının daha verilmesidir. Burada özellikle vurgulamak istediğim husus, çalışan kazanacaktır; yani, bu kanun teklifiyle öğrencilerin doğrudan sınıf geçmesi temin edilmiyor, eğer hazırlıklarını tamamlamışsa, eğer dersini çalışmış ve geçebilecek duruma gelmişse, Yüce Meclisin yapacağı iş bunlara yeni bir sınav hakkı vermekten ibarettir.

Gecenin ilerleyen saatinde, Anavatan Partisi olarak bu teklifi sonuna kadar desteklediğimizi arz ediyorum ve Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Teklifin arkasında olduğumuzu belirtiyor, hayırlı uğurlu olmasını temmenni ediyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ekinci.

Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın Sema Pişkinsüt; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) – Sayın Başkan, saygıdeğer üyeler; sizleri Grubum Demokratik Sol Parti ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Yükseköğretim Kanununa, öğrenci affına ilişkin bir gxeçici madde eklenmesi hakkında yasa önerisi ve gerekçesi üzerinde, Grubumun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum.

Ülkemizde, okulöncesinden yükseköğrenime kadar eğitim sistemimizde büyük sorunlar yaşanmaktadır. Bu sorunların hemen hemen büyük kısmı öğrenciden kaynaklanmamasına karşın, en çok etkilenenin de öğrenci olduğunu biliyoruz. Bu gerçekten hareketle, gerek Yüce Meclisimizce gerekse okullardaki yetkili kurullarca sık sık öğrenci affı ve sınıf geçmelerin sağlandığı hepimizce bilinmektedir ve bu, âdeta kurumsallaşmıştır.

Yıllardır bizim savunmamıza karşın, bu duruma köklü ve kalıcı çözüm, maalesef üretilememiştir. Aslında, ilişik kesme bir ceza değildir ve ancak cezalar affedilebilinir. Binlercesi kapıda beklerken, çağdaş anlamda ne affedilecektir. Kaldı ki, bir eğitim kurumunun verdiği notu, Türkiye Büyük Millet Meclisi de olsa, o ülkenin kongresi de olsa, Türkiye dışında hiçbir ülkede, hiçbir kurum değiştiremez. Çoğu kez, siyasî yatırımlar uğruna defalarca daha öncelerde de yapılan bu tür uygulamaların, üniversite ve öğretim üyesi saygınlığını zedeleme dışında bir yararı da olmamıştır, olmamaktadır ve yine tam tersine, bu uygulamalarla üniversite öğrencilerinin başarısının düştüğü ve öğrencilerin motivasyonlarının da azaldığı söylenilebilir.

Yine, bu tür uygulamalar, yüksek öğretim kurumları için de büyük yüktür; yeniden sınavların düzenlenmesi, yeniden kayıtların yapılması elbette külfettir, üstelik, çözüm de değildir. Zaten, çözüm olmadığı için de sık sık tekrarlanmaktadır; bundan da, belki bir anlamda, Yükseköğretim Kanunundaki öğretim sürelerinin yetmediği veya verimsiz kullanıldığı anlaşılmaktadır. Burada, esas yapılması gereken, öğretim sürelerinin yeniden gözden geçirilmesi de dahil olmak üzere, diğer konuların bütünüyle Yüksek Öğretim Kurulu tarafından ele alınarak, çözümlerinin oluşturulmasıdır.

Bütün bunların, Meclisle, milletvekilleriyle doğrudan ilgisi olmadığını ve gençlerin çalışma disiplinini ve hatta kişiliklerini bozduğunu düşünüyoruz. Bu yanlışlara artık, son verilmelidir. Hiçbir çağdaş ülkede, ölçme ve değerlendirme sistemiyle, eğitim politikalarının ve eğitim sisteminin eksikliği ve yanlışlığı yüzünden, önce, öğrencilerini okuldan uzaklaştırıp, sonra da, bir başkasının, örneğin Meclisin “ben seni affettim; geri alıyorum” demesi gibi bir duruma rastlanılamaz; bizde ise, bu anlayış, artık, sistemin bir parçası durumuna gelmiştir. Bu, öğrencilerin tabiî ki, kişiliklerini zedeleyici olduğu kadar, bir başka açıdan da, onları toplumdan dışlayıcı bir davranış biçimindedir; âdeta, yanlışlıkların sırtında bir yanlış kamburdur. Ülkemizde köklü olarak yapılması gerekenlerin başında ölçme ve değerlendirme sistemlerinin yeniden düzenlenmesi gelmektedir. Bugün, değerlendirmede, özellikle not, eğitimin her kademesinde teşvik edici olmak yerine, öğrencinin korkulu rüyası halindedir; oysa, çağdaş değerlendirme yöntemlerinde, öğrencinin fark etmeyeceği ve onu geliştirici değerlendirme modelleri, okul öncesinden başlanarak uygulanmaktadır. Eğer, biz de bu değerlendirme yöntemlerini eğitim sistemimizde uygulamazsak, çocuklarımızı intihara kadar sürükleyen vahim sonuçları her zaman için görebiliriz.

Bugünkü eğitim sistemimiz, öğrencileri, okula girdikleri ilk günden itibaren, baskı, sınav, eğitimden dışlayıcı, çocuğa göre olmayan, çoğu kez ezbere dayanan bir eğitim anlayışı içine sokmaktadır. Çağdaş dünya, artık, bizim uğraştığımız bu durumlarla uğraşmamaktadır. Eğer, bu dünyada gelecek adına yerimizi alacaksak, biz de eğitim sistemimizi, ilk başlangıcını yarın tartışacağımız 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitim gibi tüm eğitim kurumlarını da etkileyecek çağdaş altyapıya kavuşturmak zorundayız.

Eğitim kurumlarımızda, çağdaş program ve değerlendirme sistemleriyle, ders kitaplarıyla, ders araç gereçleriyle, bilgisayar, dil, fen laboratuvarlarıyla, her şeyden önemlisi de eğitilmiş eğitimcilerin şefkat, ilgi, anlayış ve bilgi dolu yaklaşımlarıyla, demokrat, aydın, özgür, yaratıcı gençler yetiştirebiliriz.

Özellikle, başarısızlıkları nedeniyle okulla ilişiği kesilen öğrencilerimizin, sadece, okuluyla değil, toplumla da ilişiği kesilmektedir ve çeşitli sosyal, psikolojik ve geleceğe yönelik etkili sorunlar oluşmaktadır, bu noktaya özen göstermek zorundayız. Bu çocuklarımız iş dünyasına karşı isteksiz olmakta, iş bulamamakta ya da buldukları işlerde, geçmişleri kendilerini takip ettiği için, sürekli başarısızlığa uğramaktadırlar. Bu toplumsal zararları göz önünde tutarak işin özünü kavramamız ve bu noktadan hareket etmemiz gerektiğine inanıyoruz.

Bugün görüştüğümüz 371 sıra sayılı Yükseköğretim Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifine geldiğimizde, bu kanun teklifi, Gülhane Askerî Tıp Akademesinde okurken ilişiği kesilen öğrencilere af getirmektedir. Belki, GATA, diğer yükseköğretim kurumlarımıza göre farklı bir durum sergilemektedir. Burada doğal olarak disiplin yönünden farklı kurallar uygulanmaktadır. Özellikle, ilk yıllarda öğrenciler bu nedenle daha fazla sıkıntı yaşamaktadırlar ve yine tıp öğrenimi gören bu gençlerimizin eğitimlerini tamamlamadıkları takdirde, toplum içerisinde yer edinmeleri de zordur. Gene, bildiğimiz gibi, elbette tıp öğreniminin maliyeti çok yüksektir; ama, bütün bunlara rağmen, fedakâr anne ve babalardan ve bir noktada pişmanlık hisseden öğrencilerimizden, kısaca toplumumuzdan gelen seslere kulak verilerek, geçmişteki mevcut eğitim ve değerlendirme sistemlerimizdeki yetersizlikler de göz önüne alınarak, bu affın sadece Gülhane Askerî Tıp Akademisi öğrencilerini değil, aynı zamanda üniversitelerden ilişiği kesilmiş master ve doktora tezi aşamasındaki öğrenciler de dahil, tüm yükseköğretim öğrencilerini kapsayacak şekilde yaygınlaştırılması daha hakça ve uygun olacaktır. Aksi takdirde, Anayasanın eşitlik ilkesine ters düşeceği hususunda ciddî kuşku duymaktayız. Bu anlayışla, açıkladığım konuyu içeren ek teklifi destekliyoruz.

Kaldı ki, ülkemiz eğitime kaynak ayırmakta zorluk çekerken, bu öğrencilerin eğitimi için harcanan maliyetin verimsiz kalması, gelecekte toplumumuzu da açık bir şekilde etkileyecektir. Öğrenciyi sokağa atıyorsak, parayı da sokağa atıyoruz demektir. Bizler, öğrencisini, eğitimin belli bir aşamasında sokağa atacak lükse sahip ülkeler değiliz. Öğrenci, yetişmek, yetiştirilmek ve kazanılmak için vardır. Bunu koşulsuz kural olarak benimsemek zorundayız. Bundan böyle eğitim kurumlarımızın, öğrenciyi okuldan uzaklaştıran değil, onu kucaklayan ve koşulsuz eğiten kurumlar ve dünyaya da bu şekilde entegre olup, yerini alacak yapıda olması gerekir ve eğitimdeki reform hareketinin, yeni başlayan ve Hükümetimiz önderliğinde en iyi şekilde götürülmeye çalışılan reform hareketinin bunu sağlayacağına inanıyoruz.

Okullar, demokrasinin, çağdaşlığın ve gerçek yaşamın beşiği olmalıdırlar. Bu anlayışla, eğitim reformunun arkasında bir kez daha, bir kez daha durmak ve üniversitelere kadar gelecek olan öğrencilerimizi bu şekildeki aflarla âdeta çocuk oyalar gibi oyalamamak, onların kişiliklerini de zedelememek zorundayız. Yalvaran, hep isteyen, minnet altında kalmaya alışık gençler yerine, alnı açık, ne istediğini bilen, özgür gençler istiyorsak, bu af önerisinin, tekrarlanan önerilerden en sonuncu olmasını, bir kez daha tekrarlanmamasını diliyoruz. Yarından itibaren görüşmeye başlayacağımız 8 yıllık kesintisiz zorunlu ilköğretimle, temelden yetişirken gerçek anlamda eğitilen, eğitilirken değerlendirilen, doğru, çağdaş yönlendirilen ve toplumun gereksinimleriyle kaynaştırılan gençlerimizle, gelecekte, bu tür sorunları yaşamayacağımıza inanıyoruz.

Sevgili annelerin, babaların, evlatlarımızın, demokratik kitle örgütlerimizin istekleri doğrultusunda toplumsal uzlaşmayla desteklenen bu yasa önerisine ve kapsamı genişletmek üzere verilen değişiklik önergesine Demokratik Sol Parti olarak olumlu oy vereceğimizi, Yüce Meclise arz ediyorum.

Sayın Başkan, sizi ve Yüce Meclisi, şahsım ve Grubum Demokratik Sol Parti adına saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Pişkinsüt.

Refah Partisi Grubu adına, Sayın Abdullah Gül; buyurun. (RP sıralarından alkışlar)

RP GRUBU ADINA ABDULLAH GÜL (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; gecenin bu saatinde görüştüğümüz kanun teklifi, GATA diye bilinen Gülhane Askerî Tıp Akademisinden ilişiği kesilen öğrencilere yeni hak verilmesiyle ilgili.

Aslında, bütün milletvekili arkadaşlar, grup başkanvekilleri biliyorlar ki, aramızda bir mutabakat olmuştu ve bu mevzuu konuşmadan, hemen geçirip bitirme kararı almıştık; ama, gördük ki, bazı arkadaşlarımız, grup başkanvekillerimizin aldığı bu karara uymadılar ve burada, fikirlerini bir kez daha ifade etme ihtiyacı hissettiler. Onun üzerine, biz de, Grubumuz adına söz alma ihtiyacını hissettik.

Bilindiği gibi, tıp eğitimi, ülkemizde iki ayrı tip üniversitede verilmektedir. Birisi sivil üniversitelerde, birisi de GATA diye bilinen Gülhane Askerî Tıp Akademisinde verilmektedir. Gülhane Askerî Tıp Akademisinin farkı şudur: Hem tıp eğitimi vermekte, aynı zamanda da -askerî bir disiplin içerisinde- askerî eğitim vermektedir. Bu sebepten dolayı ve diğer bazı sebeplerden dolayı, ikiyüze yakın öğrencinin bu okuldan ilişikleri kesilmiştir. Diğer sivil tıp fakültelerinde olmuş olsalardı -daha çok hakları olduğu için- bu öğrenciler eğitimlerine devam edebileceklerdi; çünkü, daha girebilecekleri imtihan hakları olacaktı; ama, bu disiplinden gelen hak kısıtlılığı sebebiyle, bu öğrenciler başarılı olamamışlardır. Biz, burada, bu haksızlığı gidermek için bir teşebbüs içerisindeyiz. Sivil üniversitelerde olduğu gibi, bu tıp akademesindeki öğrencilere de bu hakları verelim -iki kez daha imtihana girme haklarını verelim- ve şimdiye kadar aldıkları bu tıp eğitimine devam etsinler ve doktor olarak mezun olsunlar diye uğraşıyoruz. Grubumuzun görüşü budur. Gerek komisyonda gerek komisyondan önceki çalışmalarda bunu destekledik ve bunun çıkmasına samimî olarak inandığımız için, burada da, bir kez daha destekliyoruz.

Sayın Başkan, biraz önce konuşan DSP’li milletvekili arkadaşım 8 yıllık eğitimden de bahsettiler. “Büyük bir reform” dediler. Yarın, bunu, detaylı olarak görüşeceğiz. Gönül arzu ederdi ki, bu getirilen 8 yıllık kesintisiz eğitim sisteminin dünyanın hangi medenî ülkelerinde uygulandığının, hangi demokratik ülkelerde uygulandığının, hangi kalkınmış ülkelerde uygulandığının da, keşke, burada, misallerini verselerdi. OECD raporları, UNESCO raporları, Birleşmiş Milletlerin eğitim raporları, eminim ki sizin de elinizdedir. Almanya’da 8 yıllık kesintisiz eğitim var deselerdi, İngiltere’de kesintisiz eğitim var deselerdi, Amerika’da kesintisiz eğitim var deselerdi, Kanada’da var deselerdi, hatta Japonya’da, Kore’de, İsveç’te, İsviçre’de, Belçika’da, İtalya’da hep bizim söylediğimiz gibi, yarın konuşacağımız gibi, kesintisiz eğitim var diye keşke misal verselerdi. Kendileri de çok iyi biliyorlar ki, bu ülkelerin hepsinde eğitim kesintili, sadece Afrika’nın en ilkel ülkelerinde eğitim, yarın getirilecek tasarıda olduğu gibi kesintisiz. Dolayısıyla, bu konu, yarın geniş şekilde konuşulacağı için girmek istemiyorum; ama, bugün, hep beraber üzerinde mutabakata vardığımız Gülhane Askerî Tıp Akademisinde öğrenimi yarıda kalan öğrencilere vereceğimiz bu iki hakla öğrenim imkânlarını devam ettirmelerini burada temenni ediyoruz.

Saygılar sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Gül.

Şahsı adına, Sayın Mehmet Altan Karapaşaoğlu? Yok; kullanmıyor.

Sayın Gökhan Çapoğlu, buyurun.

GÖKHAN ÇAPOĞLU (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (ANAP sıralarından “kısa kesersen iyi olur” sesleri)

Kısa kesmeye çalışacağım ama kısa kesmek mümkün değil. Çünkü, bugün tartıştığımız yasa, aslında yarın tartışacağımız yasadan çok daha önemli. Yarınki yasa tasarısı, yirmidört sene önce yasası çıkmış, uygulanmasını tamamlayamadığımız bir yasanın, uygulanmasını bir an önce tamamlamak üzere çıkaracağımız bir yasa; eğitimde reform falan değil.

Yarınki tasarı eğitimde reform olsaydı, biz, ezberi öğreten sistem yerine, düşünmeyi, eleştirmeyi öğreten, beceri kazandıran sistemi tartışırdık. Biz, öğretmenlerimizi nasıl daha iyi yetiştireceğiz onu tartışırdık, öğretmenlik mesleğini nasıl daha iyi bir hale getireceğiz, onu tartışırdık; eğer, konu din eğitimiyse, onu siyasî polemiğe girmeden tartışırdık. Onun için, bugünkü teklif, yarınki tasarıdan çok önemli; çünkü, bugün tartıştığımız teklif, bizim neden gelişemediğimizin temel nedenini gösteriyor; bizim siyasî sistemimizin neden tıkanık olduğunu gösteriyor.

Bakın, biraz önce, bir bayan milletvekili yasanın aleyhinde konuştu; ondan sonra dedi ki: “Biz, olumlu oy vereceğiz.” Neden olumlu oy vereceksiniz; çünkü, popülizm onu gerektiriyor; buradaki bütün partiler için popülizm onu gerektiriyor.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Haydi canım sende!..

GÖKHAN ÇAPOĞLU (Devamla) – Bakın, bugün, biz, bir af tanıyacağız. Yarın, siz, gidip -gelişmemiş değil- gelişmiş herhangi bir ülkenin vatandaşına derseniz ki: “Biz, Türkiye Büyük Millet Meclisinden dün akşam üniversite öğrencileri için af çıkardık.” O yabancı kişi, gelişmiş ülkenin vatandaşı size der ki: “Ya bu kişi ne konuştuğunu bilmiyor ya da dili bilmiyor.”

DEVLET BAKANI MEHMET BATALLI (Gaziantep) – Diyemez... Öyle bir şey diyemez...

GÖKHAN ÇAPOĞLU (Devamla) – Çünkü, Amerikan Kongresi, Amerikan üniversitesine karışmaz; İngiliz Avam Kamarası, İngiliz üniversitesine karışmaz; Alman Parlamentosu, Alman üniversitesine karışmaz.

Bilimin kendi esasları, kendi sistematiği vardır. Siz, ne zaman o sistematiğe karışmaya başlarsanız, işte o zaman, bu ülkede olduğu gibi, bilimi çökertmeye başlarsınız.

ADİL AŞIRIM (Iğdır) – Kim karışıyor?!.

GÖKHAN ÇAPOĞLU (Devamla) – Siz, bugün ne diyorsunuz; üniversite hocalarına diyorsunuz ki “sizin geçirmediğiniz öğrencileri biz geçiririz; biz, burada parmak kaldırarak geçiririz.” (DSP sıralarından gürültüler)

A. TURAN BİLGE (Konya) – Yanlış... Yanlış...

GÖKHAN ÇAPOĞLU (Devamla) – Yaptığınız olay budur. Nedir; siz, iki senede bir vergi affı da geçirirsiniz. Son otuz senede, Türkiye’de 15 tane vergi affı geçmiş. Biz, bu Parlamentoda sigorta primi affını tartışmadık mı? Bunların hepsini tartıştık. Biz, bu Parlamentoda, hep afları tartışıyoruz.

Gelişmiş ülkelerde kurallar vardır; o kurallar iyi çalışıyorsa, ihlal edenler o kuralların sonucuna katlanırlar. O kurallar, kimse için değiştirilmez. Eğer o kurallar iyi çalışmıyorsa, o kurallar tümden değiştirilir. İşte, bizim, bugün yapmaya çalıştığımız olay, sistemi sürekli olarak nasıl bozduğumuzun en tipik örneği. En güzel kanun bile olsa, biz, kuralı çiğneyenleri affediyoruz. Trafik Yasası çıkarıyoruz. Yasayı ihlal edenleri trafik polisleri cezalandırmıyor, onun için trafik kazaları artıyor.

Aynı şekilde, vergi konusuna bakıyorsunuz. Türkiye’de Gelir Vergisi Kanununa baktığınız zaman, en düşük oran yüzde 25; biz, gayri safî millî hâsılanın sadece yüzde 16’sını topluyoruz. Avrupa Topluluğuna bakıyorsunuz, en düşük oran ortalaması yüzde 15 civarında; gayri safî millî hâsılalarının yüzde 40’ı kadar vergi topluyorlar; çünkü, iki senede bir vergi affı getirmiyorlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Çapoğlu, bir dakika içerisinde toparlayınız.

GÖKHAN ÇAPOĞLU (Devamla) – Sağ olun Sayın Başkan.

Biz, artık 200 kişi, 300 kişi, bin kişi, 5 bin kişi, 10 bin kişi için gelin sistemimizi bozmayalım. Gelin gelişmişliğin, sistemin daha iyi çalışması için mücadele verilmesi olduğunu kabul edelim, onun için mücadele edelim, Türkiye’nin gelişmesi önündeki yolu açalım.

Hepinize teşekkür ediyorum. Saygılar sunuyorum. (RP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teklifin tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Maddelere geçilmesini kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

1 inci maddeyi okutuyorum:

YÜKSEK ÖĞRETİM KANUNUNA BİR GEÇİCİ MADDE EKLENMESİ HAKKIDA

KANUN TEKLİFİ

 

MADDE 1. — 4.11.1981 tarihli ve 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanununa aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.

GEÇİCİ MADDE 45. — 1994-1995 eğitim-öğretim yılından başlamak üzere, Gülhane Askerî Tıp Akademisinde okurken, bu Kanunun yayımı tarihine kadar her ne sebeple olursa olsun okullarından ilişiği kesilmiş olanların (yargıya intikal etmiş disiplin suçu nedeniyle ilişiği kesilenler hariç), bu Kanunun yayım tarihinden itibaren üç ay içerisinde başvurmaları halinde, Yükseköğretim Kurulunca okuyacakları tıp fakülteleri belirlenir. Belirlenen tıp fakültelerince intibakları yapılır ve bu öğrenciler 2547 sayılı Kanunun geçici 40 ıncı maddesi ve ilgili hükümlerinden diğer öğrenciler gibi yararlanırlar.

BAŞKAN – Madde üzerinde gruplar adına söz talebi?.. Yok.

Şahsı adına, Sayın İlyas Arslan?..

İLYAS ARSLAN (Yozgat) – Vazgeçtim.

BAŞKAN – Sayın Ömer Özyılmaz, buyurun.

ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum.

Önce, şu hususu arz etmek istiyorum: Üniversite affı, üniversite öğrencilerine af konusu gündeme geldiğinde hemen şu söylenir: “Bu af kanunları, öğrencileri çalışmaktan alıkoyuyor. Öğrenciler üniversitede okurken, nasıl olsa af çıkacak düşüncesiyle çalışmıyorlar; bir daha af kanunu çıkarırsak, bundan sonra hiç çalışmazlar.” Hep bu argüman dile getirilir. Halbuki, üniversiteden gelmiş bir kardeşiniz olarak söylüyorum -hepimiz de aşağı yukarı üniversite mezunuyuz- “ben çalışmayayım, dersimi de yapmayayım, nasıl olsa Meclisteki milletvekilleri bana af çıkaracaklar; daha sonra okurum” şeklinde bir düşünceye sahip olan insan görmedim üniversitede, böyle düşünen biri olduğunu duymadım.

Üniversitede okuyamayan öğrencilerin, okuyamamalarının birtakım sebepleri vardır. Onu, bir defa doğru teşhis etmek lazım. Bence, bu, olayı teşhis eder mahiyette değildir; yanlış teşhistir. Üniversite öğrencisinin birtakım sıkıntıları vardır, motivasyon noksanlığı vardır, birtakım maddî ve manevi problemleri vardır; onun için okuyamamaktadır. Aslında, eğitim sistemimiz, bu yönden maluldür.

Değerli arkadaşlar, eğitimin görevlerinden birincisi, insanın doğuştan getirmiş olduğu kabiliyet ve istidatları ortaya çıkarmak, filizlendirmek, geliştirmektir; ikincisi, yetişmiş neslin, yetişmekte olan nesle, kültürünü aktarmasıdır. Görüşmekte olduğumuz yükseköğretimin gayesi ise iki tanedir: Bunlardan birincisi bilgi üretmektir; ikincisi de, üretilen bilgiyi yurt sathına yaymaktır.

Şimdi, tabiî, eğitimin bu görevleri -kısaca geçiyorum- aslında, maddeten gelişmiş, demokratik ülkelerde, insan haklarına saygılı olan ülkelerde, her şeyin yerli yerine oturmuş olduğu ülkelerde böyledir; ama, gelişmemiş ülkelerde, eğitimin bu gayeleri, bu görevleri gündemde değildir. Oralarda, eğitimin görevleri... Mesela, ülkemizde nedir, bir bakalım: Birincisi, bakınız, şu söyleyeceğim söz, Uludağ Üniversitesinde 500 öğrenci üzerinde yapılmış bir araştırma neticesidir. Bu 500 öğrenciden 426’sı “niçin okula geldin?” sorusuna karşı “yarına ekmek parası kazanmak için” diyorlar; bir de “biraz daha rahat bir şekilde askerlik yapabilmek için” diyorlar. Aslında, bizde, eğitimin gayesi ekmek parası kazanmak, geçimini temin etmektir; bu da, yıllardan beri, yanlış yönetimlerin, halkımızın zihninde oluşturmuş olduğu yanlış bir zihniyettir.

İkincisi, bizde, eğitimden maksat, sosyal statü kazanmaktır; üçüncüsü, kişisel tatmindir, az da olsa; dördüncüsü, yeni getirdiğiniz bir zulüm yasası var “sekiz yıllık kesintisiz” adıyla getirdiğiniz zulüm yasasıyla da, eğitime yeni bir görev veriyorsunuz; o da, rejime bekçi yetiştirmektir. (RP sıralarından alkışlar)

YALÇIN GÜRTAN (Samsun) – Yarın konuş onu.

AHMET TAN (İstanbul) – İştahını yarına sakla.

ÖMER ÖZYILMAZ (Devamla) – Siz, eğitime yanlış görevler yüklemiş olduğunuz için, insanda ne aşk bıraktınız ne enerji bıraktınız ne de motivasyon bıraktınız; bundan dolayı, öğrenci okuyamıyor ve binbir türlü de problemleri var; bundan dolayı okuyamıyor. Halbuki, şu saydığım işler, özellikle, rejime kul köle yetiştirme, tek tip insan yetiştirme anlayışı...

YALÇIN GÜRTAN (Samsun) – Onu siz yetiştirirsiniz.

ÖMER ÖZYILMAZ (Devamla) – ... sizin anlayışınız, ancak kabile devletlerinde var; bir de, eskiden hayranı olduğunuz o komünist devletlerde ancak benzeri var. (DSP sıralarından gürültüler)

Dolayısıyla, şimdi, burada, sayın arkadaşım gelip, diyor ki “gelişmiş ülkelerde, af kanunu çıkarırsanız yüzünüze gülerler.” Aynı şekilde, eğitime, bu görevler, gelişmiş ülkelerde verilmiş midir arkadaşım... Yani, evvela, meseleye gerçekçi bakmak lazım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN – Sayın Özyılmaz, 1 dakika içinde toparlayınız.

ÖMER ÖZYILMAZ (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkan.

Bu teklifin çıkması lazım. Binbir türlü sıkıntıdan dolayı okuyamamış o kardeşlerimiz, yeniden okula başlayacak ve göreceksiniz, yüzlercesi de okulunu tamamlayacaktır.

Bu düşünceyle hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Madde üzerinde 4 önerge vardır. Önergeleri, önce geliş sırasına göre okutacağım; daha sonra aykırılık sırasına göre okutup, işleme koyacağım.

Önergelerin hemen hepsi aynı amaca dönük. 2 tanesi maddenin bütününde bir değişiklik öngörüyor; 2 tanesi yeni fıkra ekliyor; ama, kapsamı, amacı bakımından hepsi aynı hedefe yönelik; en aykırıdan başlayarak oylayacağım. Önergelerden herhangi birinin kabulü halinde, diğerlerini işleme koymaya gerek kalmayacak; çünkü, sonraki önergelerde amaçlanan sonuç gerçekleşmiş olacak.

Şimdi, önergeleri geliş sırasına göre okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 371 sıra sayılı Yüksek Öğretim Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifinin çerçeve 1 inci maddesine bağlı Geçici 44 üncü maddesine aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederiz.

 

Necati Güllülü Uğur Aksöz Mustafa Küpeli

Erzurum Adana Adana

 

Ataullah Hamidi Esat Bütün

Batman Kahramanmaraş

Halen eğitim ve öğretim yapan kurumlarda, bu kanunun yayımı tarihine kadar, her ne sebeple olursa olsun, kurumlarıyla ilişkisi kesilmiş veya kesilmesi durumuna gelmiş olanlara, bu kanunun yayımı tarihinden 1996-1997 eğitim öğretim yılı sonunda ilişiği kesilecek olanlara, ilişiklerinin kesildiği tarihten itibaren 2 ay içinde ilgili yükseköğrenim kurumlarına başvurmaları şartıyla ilişkilerinin kesilmesine sebep olan her ders için bir sınav hakkı verilir. Sınavlar başvuru tarihini izleyen 2 ay içerisinde yapılacak şekilde ilgili yükseköğrenim kurumunca ilan edilir ve uygulanır. Bu sınavlarda başarılı olamayanlara başarılı olamadıkları dersler için bir bütünleme sınavı hakkı verilir. Bütünleme sınavları ilk sınavı izleyen 2 ay içinde yapılır.

BAŞKAN – İkinci önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 371 sıra sayılı Yükseköğrenim Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifinin çerçeve 1 inci maddesine bağlı Geçici 45 inci maddesine aşağıdaki fıkranın eklenmesini arz ve teklif ederiz.

 

Yusuf Ekinci Adil Aşırım Hikmet Aydın

Burdur Iğdır Çanakkale

 

Erdal Kesebir Bekir Yurdagül Zeki Çakan

Edirne Kocaeli Bartın

 

Metin Öney Yılmaz Karakoyunlu Ali Günaydın

İzmir İstanbul Konya

Halen eğitim ve öğretim yapan kurumlarda, bu kanunun yayımı tarihine kadar, her ne sebeple olursa olsun kurumlarıyla ilişkisi kesilmiş veya kesilme durumuna gelmiş olanlara (master ve doktora öğrencileri dahil) bu kanunun yayımı tarihinden 1996-1997 eğitim öğretim yılı sonunda ilişiği kesilecek olanlara, ilişkilerinin kesildiği tarihten itibaren iki ay içinde ilgili yükseköğrenim kurumlarına başvurmaları şartıyla, ilişkilerinin kesilmesine sebep (vizeli veya vizesiz) olan her ders için iki sınav hakkı verilir. Sınavlar başvuru tarihini izleyen 2 ay içerisinde yapılacak şekilde ilgili yükseköğretim kurumunca ilan edilir ve uygulanır. Bu sınavlarda başarılı olamayanlara başarılı olamadıkları dersler için bir bütünleme hakkı verilir. Bütünleme sınavları ilk sınavı izleyen 2 ay içinde yapılır.

BAŞKAN – Üçüncü önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 371 sıra sayılı Yüksek Öğretim Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifinin Çerçeve 1 inci Maddesine Bağlı Geçici 44 üncü Maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Osman Yumakoğulları Abdulilah Fırat Fethullah Erbaş

İstanbul Van Van

 

Lütfi Yalman Ömer Naimi Barım Şinasi Yavuz

Konya Elazığ Erzurum

Suat Pamukçu Nedim İlci

Bayburt Muş

“GEÇİCİ MADDE 44.– Halen yükseköğretim kurullarında öğrenim gören tüm öğrencilerin her ne sebeple olursa olsun okullarında ilişiği kesilmiş olanların (yargıya intikal etmiş disiplin suçları nedeniyle ilişiği kesilenler hariç) bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren 3 ay içinde başvurmaları halinde (doktora ve yükseklisans öğrencileri dahil) ilişkilerinin kesilmesine sebep (vizeli, vizesiz olanlar) her ders için iki sınav hakkı verilir.

Sınavlar, başvuru tarihini müteakip 2 ay içerisinde yapılacak şekilde ilgili üniversitelerin yükseköğrenim kurullarınca ilan edilir ve uygulanır. Bu sınavlarda başarılı olamayanlara başarılı olamadıkları dersler için bir bütünleme hakkı verilir. Bütünleme sınavı ilk sınavı izleyen 2 ay içinde yapılır.”

BAŞKAN – Son önergeyi okutuyorum. Bu önerge, aynı zamanda en aykırı önerge; onun için, okuttuktan sonra işleme koyarak oylayacağım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan 371 sıra sayılı Yüksek Öğretim Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifinin Çerçeve 1 inci Maddesine Bağlı Geçici 44 üncü Maddesinin aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Necdet Tekin Yalçın Gürtan Halil Çalık

Kırklareli Samsun Kocaeli

Ali Ilıksoy Mustafa İlimen

Gaziantep Edirne

“GEÇİCİ 44 ÜNCÜ MADDE.– 1994-1995 eğitim-öğretim yılından başlamak üzere, Gülhane Askerî Tıp Akademisi ve diğer yükseköğrenim kurumlarında okurken bu Kanunun yayımı tarihine kadar başarısızlık nedeniyle okullarından ilişiği kesilenler ile 1995 tarih ve 4111 Sayılı Kanunla getirilen sınav hakkından yararlanıp da başarısız olanlar bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren üç ay içinde başvurmaları halinde, Gülhane Askerî Tıp Akademisi için yükseköğrenim kurumlarınca sınava girecekleri ve okuyacakları tıp fakülteleri belirlenerek intibakları yapılır. Diğer yükseköğrenim kurumlarında okuyanlar, kendi okullarında olmak üzere, adı geçen öğrencilere doktora ve yüksek lisans öğrencileri dahil ve 1996-1997 eğitim-öğretim yılı sonunda ilişiği kesilecek olanlara, ilişkilerinin kesildiği tarihten itibaren iki ay içinde ilgili yükseköğrenim kurumlarına başvurmaları halinde, her ders için iki sınav hakkı verilir. Sınavlar iki ay içerisinde kurumlarınca yapılır. Başarılı olamayanlara her ders için bir bütünleme hakkı verilir. Bütünleme sınavları, ilk sınavı izleyen iki ay içinde yapılır.

BAŞKAN – Sayın Komisyon, önergeye katılıyor musunuz?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI TAYYAR ALTIKULAÇ (İstanbul) – Sayın Başkan, izin verirseniz kısa bir açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN – Buyurun.

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI TAYYAR ALTIKULAÇ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununa bir geçici madde eklenmesiyle ilgili ve Gülhane Askerî Tıp Akademisinden ilişiği kesilmiş öğrencilerin affına ilişkin teklif, ayrıca sivil üniversitelerimizden çeşitli sebeplerle ilişiği kesilmiş öğrencilerimizin affı ile onlara yeni bir sınav hakkı tanınmasıyla ilgili teklif komisyonumuzda ele alınmıştır. Komisyonumuz, GATA’dan ilişiği kesilen öğrencilerin durumunun diğer sivil üniversitelerde okuyan ve ilişiği kesilen öğrencilerin durumundan farklı olduğunu görmüş ve müzakereyi GATA ile sınırlayarak yürütmüş ve huzurunuza getirmiştir. Sivil üniversitelerle ilgili olarak, teklif sahibi ve komisyon üyesi olmayan bir arkadaşımızın önerisine rağmen, komisyonumuz sivil üniversitelerle ilgili konunun müzakeresini uygun görmemiş ve huzurunuza getirmemiştir. Sebebi; şimdiye kadar sivil üniversitelerimizde okuyan öğrencilerle ilgili olarak bugüne kadar 1983 yılı ile 1995 yılı arasında 8 defa af yasası çıkarılmıştır. Bu 8 af yasasının sadece 4’ünde, GATA, af yasasının kapsamına alınmıştır. Bu, şimdi, huzurunuza getirilen önergeyle amaçlanan af, 9’uncu af olacaktır.

GATA öğrencilerinin sivil üniversitelerimizdeki öğrencilerden farklı durumları hakkında da kısa bilgi sunmak istiyorum: 44 üncü maddede son değişiklikler yapılırken, gerek Komisyonda gerek Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda yapılan çalışmalar sırasında konu o kadar geniş bir şekilde tartışılmış ki “artık bu maddeye öyle bir şekil verelim ki, bir daha bu af konusu Yüce Meclisin huzuruna gelmesin” denmiş ve GATA öğrencileri istisna edilmek suretiyle, sivil öğrenciler için 4 yıllık öğretim süresi olan fakülteler için 7 yıl öğretim süresi tanınmış, 5 yıl için 8 yıl, 6 yıl için 9 yıl gibi süreler belirlenmiş ve bu süre erisinde başarısız dersini 5’e kadar indirenlere 2 artı yıl daha sınavlara girme hakkı verilmiş; yani, 7 yıllık süre 9’a çıkarılmış; başarısız dersini 3 derse indiren öğrenciler için de, bu süre sonsuz olarak belirlenmiş; yani, başarısızlık diye bir şey yok; ama, buna rağmen bir öğrenci ille başarısız olmuşsa, başarısız olmak için uğraşmışsa, bu konu, artık, Yüce Meclisin huzuruna gelmemeli demişiz.

Bu maddenin sonuna bir de fıkra eklemişiz, onda da, Yüksek Öğretim Kuruluna yetki vermişiz, eğer bu öğrencilere bir ek sınav hakkı vermek gerekiyorsa, yönetmelikle bunu düzenleyebileceğini de derpiş etmişiz ve “lisans öğrenimini tamamlamayanların veya tamamlayamayanların önlisans diploması almaları veya meslek yüksekokullarına intibak ettirilmeleri Yüksek Öğretim Kurulu tarafından hazırlanacak yönetmelik esaslarına göre düzenlenir” demişiz. Yani, konu, bir noktada bir birikim, bir ülke sorunu, problem haline gelmişse, bu öğrencilere bir başka çözüm yolunun da Yüksek Öğretim Kurulunca, yönetmelikte yapılacak bir değişiklikle bulunabileceğini de öngörmüşüz ve demişiz ki, bir daha bu konu, bir daha buraya gelmesin; ama, GATA’nın durumu böyle değil. GATA bu Kanundan sivil üniversiteler kadar yararlanmamış ve yukarıda arz ettiğim 7 yıllık süre artı 2 yıllık süre artı 3 derse indirmişse sonsuz hak gibi hususlarda “GATA öğrencileri hariç” diye bir istisnai hüküm getirmişiz. Komisyonumuz, olaya bu açıdan bakmış, GATA’dan ilişiği kesilen öğrecilere böyle bir fırsat verilmesinin, biraz önce sözü edilen anlamda eşitlik ilkesine, anlayışına uygun olacağı; ancak, diğer sivil üniversite öğrencilerinin bu af kapsamına alınmasının geçen yıllarda yapılan müzakereler de dikkate alınarak uygun olmayacağı anlayışını benimsemiştir.

Tabiatıyla, Komisyon çoğunluğumuz da burada yoktur; Komisyon olarak, verilen önergelerin tamamına karşı olduğumuzu arz ediyorum.

Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN – Sayın Hükümet?..

DEVLET BAKANI EYÜP AŞIK (Trabzon) – Katılmıyoruz.

BAŞKAN – Önergeye Komisyon ve Hükümet katılmıyor.

Önerge sahibi konuşacaklar mı?

NECDET TEKİN (Kırklareli) – Evet, Sayın Başkan.

MAHMUT YILBAŞ (Van) – Sayın Başkan, ben de söz istiyorum; bir açıklama yapacağım.

BAŞKAN – Önergelerde, önerge sahibinden başka kimseye söz veremiyoruz Sayın Yılbaş.

Buyurun, Sayın Tekin.

NECDET TEKİN (Kırklareli) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; çok az süre kullanacağım. Öncelikle, benden önce konuşan milletvekili arkadaşlarımın fikirlerine katıldığımı belirtmek istiyorum. İlave olarak da, şunları belirtmeden geçemeyeceğim.

Biz, üniversitelerde her yıl getirilen affın zararlarını bilmekteyiz. Her af, öğrencide değişik umutlar yaratır ve çalışmamayı da bir miktar maalesef özendirir. Bunun âdet haline getirilmesi, çok sakıncalı bir olaydır; ancak, şu anda önünüzde bulunan bu teklif, son derece yanlış bir tekliftir. Neden yanlıştır; bu teklif, bir adrese ihale teklifidir. Tekrar ediyorum, bu teklif, bir adrese ihale teklifidir. 70–80 kardeşimiz için, sadece onlar esas alınarak çıkarılmak istenen bir tekliftir. Bu nedenle, bu teklif, Anayasamızın 10 uncu maddesine; yani, eşitlik ilkesine, evrensellik ilkesine, bütün öğrencileri kapsama ilkesine aykırı bir tekliftir. Şimdi, bu Meclise düşen görev, bu teklifi, evrensel ve Anayasanın 10 uncu maddesine, en azından, uygun hale getirmektir.

Bu nedenle, teklifin -eğer çıkacaksa- bu şekilde, sadece tarif edilen, tanımlanan ve kime çıkarıldığı belli olan bir teklif halinden çıkarılıp, tüm üniversite öğrencilerini kapsayacak şekilde, bizim verdiğimiz önerge doğrultusunda değiştirilmesi, eşitlik ilkesine uygun olacaktır. Önergemizin desteklenmesini istiyoruz; bu nedenle de, fazla vaktinizi almayarak, teşekkür etmek istiyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Tekin.

MAHMUT YILBAŞ (Van) – Sayın Başkanım, yerimden bir açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN – Sayın Yılbaş, önergeler üzerinde, önerge sahiplerinin, komisyonun ve hükümetin kabul etmemesi halinde doğan söz hakkı dışında, başka söz veremiyorum.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler_ Kabul etmeyenler_ Önerge kabul edilmemiştir.

MAHMUT YILBAŞ (Van) – Sayın Başkanım, işte hataya düşüyorsunuz, müsaade ederseniz_

BAŞKAN – Sayın Yılbaş, böyle bir usulümüz yok; İçtüzüğümüz bizi bağlıyor.

MAHMUT YILBAŞ (Van) – Ama, burada bir hataya düşüyorsunuz Sayın Başkanım; müsaade ederseniz açıklayayım.

BAŞKAN – Sayın Yılbaş, İçtüzüğü ihlal edemem.

İkinci önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Geçici 44 üncü maddenin, aşağıdaki şekilde değiştirilmesini arz ve teklif ederiz.

Osman Yumakoğulları (İstanbul) ve arkadaşları

OSMAN YUMAKOĞULLARI (İstanbul) – Geri çekiyoruz.

BAŞKAN – Önergeyi geri çekiyorsunuz.

Üçüncü onergeyi okutuyorum:

Yusuf Ekinci ve Arkadaşlarının Önergesi:

Halen, eğitim ve öğretim yapan kurumlarda, bu kanun yayımı tarihine kadar her ne sebeple olursa olsun kurumlarıyla ilişiği kesilmiş veya kesilme durumuna gelmiş olanlara, master ve doktora öğrencileri dahil, bu kanunun yayımı tarihinden 1996-1997 eğitim-öğretim yılı sonunda ilişiği kesilecek olanlara, ilişkilerinin kesildiği tarihten itibaren iki ay içinde ilgili yükseköğrenim kurumlarına başvurmaları şartıyla, ilişkilerinin kesilmesine sebep vizeli veya vizesiz olan her ders yılı için iki sınav hakkı verilir. Sınavlar, başvuru tarihini izleyen iki ay içinde yapılacak şekilde, ilgili yükseköğrenim kurumlarınca ilan edilir ve uygulanır. Bu sınavlarda başarılı olamayanlara, başarılı olamadıkları dersler için bir bütünleme hakkı verilir. Bütünleme sınavları, ilk sınavı izleyen iki ay içinde yapılır.

BAŞKAN – Sayın Komisyon, önergeye katılıyor musunuz?

MİLLÎ EĞİTİM, KÜLTÜR, GENÇLİK VE SPOR KOMİSYONU BAŞKANI TAYYAR ALTIKULAÇ (İstanbul) – Katılmıyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN – Sayın Hükümet?..

DEVLET BAKANI EYÜP AŞIK (Trabzon) – Katılıyoruz.

BAŞKAN – Önergeye, Komisyon katılmadı; Hükümet katıldı.

Önerge sahipleri, konuşmak mı istiyorsunuz; gerekçeyi mi okuyalım?

YUSUF EKİNCİ (Burdur) – Gerekçe okunsun.

BAŞKAN – Gerekçeyi okutuyorum:

Gerekçe: 371 sıra sayılı, Yükseköğretim Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi, Gülhane Askerî Tıp Akademisinde okurken ilişiği kesilen öğrencilere af getirmektedir. Bu affın, sadece bu öğrencilere değil, üniversitelerden ilişiği kesilmiş tüm öğrencilere, master ve doktora öğrencileri dahil, teşmil edilmesi, daha âdil ve hakkaniyete uygun olacaktır. Her ne sebeple olursa olsun, okullarımızdan ilişiği kesilen, ilişiği kesilecek olan ve öngörülen süreler içerisinde öğrenimlerini tamamlayamayanlar, master ve doktora tezi aşamasında olanlar dahil, bu kanun hükümlerinden yararlanacaklar ve böylece eşitsizlik önlenmiş olacaktır.

BAŞKAN – Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Önerge kabul edilmiştir.

Bu önergenin kabul edilmesi nedeniyle, bundan sonraki, Esat Bütün ve arkadaşlarının önergesinin de amacı gerçekleştiğinden oylamaya mahal kalmamıştır.

Kabul edilen önerge doğrultusundaki değişik şekliyle maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

2 nci maddeyi okutuyorum:

MADDE 2- Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

BAŞKAN – Madde üzerinde söz isteyen?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 üncü maddeyi okutuyorum:

MADDE 3- Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.

BAŞKAN – Madde üzerinde söz isteyen?.. Yok.

Maddeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tasarının tümünü oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Böylece, teklif kanunlaşmıştır; hayırlı olsun.

Sayın milletvekilleri, kanun tasarı ve tekliflerini görüşmek için, bugün, 14 Ağustos 1997 Perşembe günü, alınan karar gereğince saat 10.00’da toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

 

Kapanma Saati: 01.25

 

 

 

 

VIII. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. – İstanbul Milletvekili Mehmet Sevigen’in, doğalgaz kazalarına karşı alınacak önlemlere ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Cumhur Ersümer’in yazılı cevabı (7/3164)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Cumhur Ersümer tarafından yazılı cevaplandırılması için gerekli işlemlerin yapılmasını saygılarımla arz ederim.

16.7.1997

Mehmet Sevigen

İstanbul

1. Bakanlığınızca İstanbul Vatan Caddesinde meydana gelen ve iki işçinin ölümüyle sonuçlanan doğalgaz felaketiyle ilgili soruşturma başlatılmış mıdır?

2. Bakanlığınızın, doğalgaz işlerinde tecrübesiz, gerekli eğitimden geçmemiş kişilerin çalıştırılmasını engellemeye dönük herhangi bir çalışması var mıdır?

3. Bu tür felaketlerin önlenmesi için bakanlığınızca ne tür önlemler alınmıştır, alınacaktır?

T.C.

Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı

Araştırma, Planlama ve Koordinasyon

Kurulu Başkanlığı 12.8.1997

Sayı : B.15.O.APK.0.23-300-/233-12432

Konu : Yazılı Soru Önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığı’nın 22.7.1997 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/3164-7821/20810 sayılı yazısı.

İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Sevigen’in tarafıma tevcih ettiği 7/3164-7821 esas No.lu yazılı soru önergesi TBMM İçtüzüğü’nün 99 uncu Maddesi gereği cevaplandırılarak ekte gönderilmiştir.

Bilgilerinize arz ederim.

M. Cumhur Ersümer

Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı

 

İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Sevigen’in

Yazılı Soru Önergesi ve Cevabı (7/3164-7821)

Soru 1 :

Bakanlığımızca İstanbul Vatan Caddesinde meydana gelen ve iki işçinin ölümüyle sonuçlanan doğalgaz felaketiyle ilgili soruşturma başlatılmış mıdır?

Cevap 1 :

397 Sayılı Doğal Gazın Kullanımı Hakkında Kanun Hükmünde Kararname doğrultusunda, Ankara, İstanbul ve İzmit illerindeki doğalgaz dağıtım işleri bu şehirlerde sırasıyla, EGO, İGDAŞ ve İZGAZ tarafından yapılmaktadır. Bursa ile Eskişehir’de ise, doğalgaz dağıtım faaliyetleri BOTAŞ Genel Müdürlüğünce yapılmaktadır.

Anlaşılacağı üzere, sözkonusu felaket İGDAŞ sorumluluğundadır.

Soru 2 :

Bakanlığınızın doğalgaz işlerinde tecrübesiz, gerekli eğitimden geçmemiş kişilerin çalıştırılmasını engellemeye dönük herhangi bir çalışması var mıdır?

Soru 3 :

Bu tür felaketlerin önlenmesi için Bakanlığınızca ne tür önlemler alınmıştır, alınacaktır?

Cevap 2,3 :

BOTAŞ Genel Müdürlüğünün, Ankara-Yapracık’ta bulunan Eğitim Tesislerinde tüm personelin ve yükümlülüğü altındaki dağıtım tesislerindeki personelin eğitimi sağlanmaktadır. Ayrıca EGO, İGDAŞ, İZGAZ personeli ve diğer doğal gaz kullanıcıları için, talep durumunda teknik ve teorik olarak uygulamalı eğitim programları düzenlenmektedir.

2. – Erzurum Milletvekili Aslan Polat’ın, ihalelerin yapılmasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Yücel Seçkiner’in yazılı cevabı (7/3169)

Türkiye BüyükMillet Meclisi Başkanlığına

Delaletinizle aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın A. Mesut Yılmaz tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

a) 1.7.1997 gün ve 1997/27 sayılı Başbakanlık Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğü genelgesi ile tüm yurtta ihaleler ikinci bir emre kadar durdurulmuştur.

b) 1.7.1997 gün ve 1997/26 sayılı genelge ile de 2 Milyar Liranın üzerindeki her türlü ödeme için ilgili Bakanın izni getirilmişti.

Yöremizdeki mevsim kısalığı gözönüne alınarak bu genelgelerin kapsamından Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun çıkarılması için işin ehemmiyetine binaen 15.7.1997 günü TBMM’de gündem dışı bir konuşma yaparak bu konuyu dile getirmiştik. Fakat adı geçen konuşmaya ilgili Bakan Meclis’te olmadığı için yanıt alamamıştık.

Sayın Başbakan’dan sorumuz işin ehemmiyetine binaen şu ana kadar kaldırılmayan yasağın ne zaman kaldırılacağıdır.

Aslan Polat

Erzurum

T.C.

DevletBakanlığı 13.8.1997

Sayı : B.02.0.005-0.00.00.00-/00267

Türkiye BüyükMillet Meclisi Başkanlığına

İlgi : Türkiye BüyükMillet Meclisi Başkanlığının 24.7.1997 gün ve A.01-0.GNS.0.10.00.02.7/3169-7838/20892 sayılı yazınız.

Erzurum Milletvekili Sayın Aslan Polat’ın Sayın Başbakanımıza tevcih ettği ve tarafıma cevaplandırılması tensip edilen 7/3169/7838 esas No.lu yazılı soru önergesi cevabı ekte gönderilmektedir.

Bilgilerinize arz ederim.

Yücel Seçkiner

Devlet Bakanı

T.C.

Başbakanlık

Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğü 6.8.1997

Sayı : B.02.0.PPG.0.12-383/17076

DEVLET BAKANLIĞINA

İLGİ : a) 1.7.1997 gün ve B.02.0.PPG.0.12-383-13971 (1997/26),

b) 1.7.1997 gün ve B.02.0.PPG.0.12-383-13972 (1997/27),

c) 21.7.1997 gün ve B.02.0.PPG.0.12-383-15467 (1997/41) sayılı genelgeler.

d) 1.8.1997 gün ve B.02.0.0.005.0.00.00.00/00172 sayılı yazınız.

Erzurum Milletvekili Aslan Polat’ın Sayın Başbakanımıza tevcih ettği ve tarafınızdan cevaplandırılması tensip edilen 7/3169-7838 esas no.lu yazılı soru önergesine dair ilgi (d) yazınız incelenmiştir.

Yazılı soru önergesine konu edilen ilgi (a ve b) genelgeler örneği ekte gönderilen ilgi (c) genelge ile yürürlükten kaldırılmıştır.

Bilgilerini ve gereğini rica ederim.

Ali Çakı

Başbakan a.

Müsteşar Yardımcısı

T.C.

Başbakanlık

Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğü 21.7.1997

Sayı : B.02.0.PPG.0.12-383-15467

 

GENELGE

1997/41

İLGİ : a) 2.4.1997 gün ve B.02.0.PPG.0.12-383-6320 (1997/16),

b) 23.6.1997 gün ve B.02.0.PPG.0.12-383-13029 (1997/24),

c) 26.6.1997 gün ve B.02.0.PPG.0.12-383-13473 (1997/25),

d) 1.7.1997 gün ve B.02.0.PPG.0.12-383-13971 (1997/26),

e) 1.7.1997 gün ve B.02.0.PPG.0.12-383-13972 (1997/27),

f) 5.7.1997 gün ve B.02.0.PPG.0.12-383-14097 (1997/29)

sayılı genelgeler.

g) 9.7.1997 gün ve B.02.0.PPG.0.12-383-14360,

h) 11.7.1997 gün ve B.02.0.PPG.0.12-383-14685

sayılı yazılar.

Genel ve Katma Bütçeli İdareler, Kamu İktisadî Teşebbüsleri ve Bağlı Ortaklıkları, bütçenin transfer tertibinden yardım alan kuruluşlar, Özel Bütçeli kuruluşlar, İl Özel İdareleri ve Belediyeler ile bunların kurdukları Birlik, Müessese ve İşletmeler, özelleştirme programına alınmış kamu payı ağırlıklı kuruluşlar, Fonlar, Kefalet Sandıkları, Döner Sermayeler, Kamu Bankaları, ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarında; atamalar ile ödeme ve ihaleleri durduran ilgi (d ve e) genelgeler ile Belediyeler ve İl Özel İdarelerini bu genelgeler kapsamı dışında tutan ilgi (f) genelge ve ilgi (h) yazı, aynı konuda bazı harcamaların kapsam dışında tutulduğuna dair ilgi (g) yazı yürürlükten kaldırılmıştır.

Belediyelerden diğer kamu kurum ve kuruluşlarına yapılacak naklen atamalar için Başbakanlıktan izin alınmayacağına dair ilgi (b) genelge de yürürlükten kaldırılmıştır.

Bundan sonra, yukarıda belirtilen kamu kurum ve kuruluşları, yapacakları açıktan ve naklen atama işlemlerinde ilgi (a) genelgede, harcamalarla ilgili olarak da ilgi (c) genelgede belirtilen usul ve esaslar dairesinde hareket edeceklerdir.

Bilgilerini ve gereğini rica ederim.

Mesut Yılmaz

Başbakan

 

T.C.

Başbakanlık

Personel ve Prensipler GenelMüdürlüğü 21.7.1997

Sayı : B.02.0.PPG.0.12-383-15467

 

DAĞITIM :

Gereği : Bilgi :

Devlet Bakanlığı ve Başbakan Yard. na Cumhurbaşkanlığı Genel Sekr. ne

Millî Savunma Bak. ve Başbakan Yard. na TBMM GenelSekreterliğine

Devlet Bakanlıklarına

(Bağlı ve İlgili Kuruluşlara)

Bakanlıklara

(Valiliklere ve Belediyelere İçişleri Bakanlığınca)

Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına Millî Güvenlik

Kurulu Genel Sekr. ne Başbakanlık Bağlı ve İlgili

Kuruluşlarına Başbakanlık Merkez Teşkilâtına

 

3. – Konya Milletvekili Veysel Candan’ın, orman yangınlarında kullanılmak üzere kiralanan uçaklara ilişkin sorusu ve Orman Bakanı Ersin Taranoğlu’nun yazılı cevabı (7/3182)

 

Türkiye BüyükMillet Meclisi Başkanlığına

Aşağıda sorularımın OrmanBakanı Sayın Ersin Taranoğlu tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.

23.7.1997

Bakanlığınız döneminde orman yangınlarında kullanılmak üzere Kanada’dan 2 775 000 Dolar (420 Milyar TL) ödenerek 2 adet uçak kiralanmıştır.

1. Bu uçaklar kiralanırken arızalı olup olmadığı test edildi mi?

2. Bu kiralama işleminde herhangi bir garanti sözkonusu mu?

3. Kiralama fiyatlarının piyasa şartlarına göre çok yüksek olmasına rağmen neden kiralandığı?

4. Görevliler hakkında ne gibi işlemler yapıldığı?

T.C.

Orman Bakanlığı

Araştırma Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı

Koordinasyon ve Mevzuat Dairesi Başkanlığı

Sayı : KM. 1. SOR./525-2716 13.8.1997

Konu : Sn. Veysel Candan’ın Yazılı Soru Önergesi

 

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

(Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı)

İlgi : Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’nın 31.7.1997 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/3182-7907/21062 Sayılı Yazısı.

İlgi yazı ekinde alınan Konya Milletvekili Sayın Veysel Candan’ın “Orman yangınlarında kullanılmak üzere kiralanan uçaklara ilişkin yazılı soru önergesi” Bakanlığımızca incelenmiş olup, cevabi yazımız ilişikte gönderilmektedir.

Arz ederim.

Ersin Taranoğlu

OrmanBakanı

 

Konya Milletvekili Sayın Veysel Candan’ın 7/3182 Esas No.lu “Orman Yangınlarında Kullanılmak Üzere Kiralanan Uçaklara İlişkin Yazılı Soru Önergesi” Hakkında
Orman Bakanlığının Cevabı

 

1. Uçak kiralama ihalesi yapılırken hazırlanan “Teknik Şartname”de uçakların kiralama başlangıç tarihinden önce görev hazırlık ve kontrollerinin yapılacağına dair konan maddeye göre “Teknik Şartname”ye uygunluk kontrolleri yapılmıştır. Kontrol neticesinde 1 uçak uygun görülerek teslim alınmış, 2 nci uçağın arızalı olduğu tespit edilmiş ve arıza giderilinceye kadar teslim alınmamıştır.

2. Uçaklar 15 Temmuz 1997 ile 30 Eylül 1997 tarihleri arasındaki süre için kiralanmış olup, bu süre için garanti edilen uçuş süresi her bir uçak için 150 saattir. “Ticarî Sözleşme”de bu süre içinde uçakların teslim edilemeyişlerindeki her bir gün için cezaî müeyyide mevcut olup, ayrıca teslimden sonraki günlerde de uçakların çeşitli nedenlerle görev yapamadığı her husus için cezaî müeyyideler mevcuttur.

İhaleye çıkılırken hazırlanan “Teknik Şartname” ve “İdarî Şartname”de firmanın görevi aksatmadan yapması için şartlar konmuş, ihale esnasında da firma “Teknik Şartname”nin tüm şartlarını kabul ettiğine dair taahhütte bulunarak garanti vermiştir.

3. İhale yurt içinde “Amfibik Uçak” kiralayan firma olmadığı için yurtdışı olarak yapılmış, hazırlanan idarî ve Teknik Şartnameye göre ihaleye çıkılmış, ihaleye elinde Amfibik Uçak bulunan tek firma olan Kanada Bombardier İnc. firması katılmıştır. Pazarlık usulü ile yapılan ihale sonucu firma daha aşağı fiyat vermemiştir.

4. Görevliler hakkında herhangi bir işlem yapılmasını gerektiren bir durum bahis konusu değildir.

 

 

BİRLEŞİM 134’ÜN SONU

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.