Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 20 CİLT : 27 YASAMA YILI : 2

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

98 inci Birleşim

27 . 5 . 1997 Salı


İ Ç İ N D E K İ L E R

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

1. - İstanbul Milletvekili Bülent H. Tanla'nın, kamuoyunun güncel siyasî konular ile Parlamentoya bakışına ilişkin gündem dışı konuşması

2. -İçel Milletvekili M. İstemihan Talay'ın, buğday taban fiyatlarının belirlenmesi ve çiftçilerin sorunlarına ilişkin gündem dışı konuşması

3. -Sakarya Milletvekili Ersin Taranoğlu'nun, Kafkasya'nın Abhazya bölgesindeki son duruma ilişkin gündem dışı konuşması

B)TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. -Fransa ve Hollanda'ya gidecek olan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e, dönüşüne kadar, TBMM Başkanı Mustafa Kalemli'nin vekâlet edeceğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/811)

2. -Çek Cumhuriyetine gidecek olan Devlet Bakanı Sabri Tekir'e, dönüşüne kadar, Kültür Bakanı İsmail Kahraman'ın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/812)

3.-Fransa'ya gidecek olan Devlet Bakanı H. Ufuk Söylemez'e, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Ayfer Yılmaz'ın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/813)

4.-Sıvas Milletvekili Mahmut Işık'ın, Suşehri Adıyla Bir İl Kurulmasına Dair Kanun Teklifinin (2/396) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/189)

5. -Bolu Milletvekili Avni Akyol'un, Bir İlçe ve Düzce İlinin Kurulması Hakkında Kanun Teklifinin (2/504) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/190)

C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.-Kırklareli Milletvekili Necdet Tekin ve 22 arkadaşının, yüksek öğrenim için yurt dışına gönderilen öğrencilerle ilgili yolsuzluk iddialarını araştırmak amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/191)

D) ÇEŞİTLİ İŞLER

1.-Susurluk'ta meydana gelen kaza olayının ve arkasındaki ilişkilerin aydınlığa kavuşturulması amacıyla kurulan Meclis araştırması komisyonu raporuna ilişkin Bolu Milletvekili Avni Akyol ve arkadaşlarının önergesine göre yeni bir komisyon oluşturulmasının, İçtüzüğün açık hükümleri gereği mümkün olmadığına dair Başkanlık açıklaması

IV.-ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1. -(10/25) esas numaralı Meclis araştırması önergesinin görüşme günü ile (10/89, 110, 124, 125 ve 126) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 301 sıra sayılı raporunun görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

V. -GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A) GÖRÜŞMELER

1.-Ankara Milletvekili Eşref Erdem ve 23 arkadaşı, Batman Milletvekili Ataullah Hamidi ve 22 arkadaşı, İçel Milletvekili Oya Araslı ve 20 arkadaşı, İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya ve 23 arkadaşı ile İstanbul Milletvekili Mehmet Cevdet Selvi ve 21 arkadaşının, yasa dışı örgütlerin devletle olan bağlantıları ile Susurluk'ta meydana gelen kaza olayının ve arkasındaki ilişkilerin aydınlığa kavuşturulması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri ve (10/89, 110, 124, 125 ve 126) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (S. Sayısı :301)

VI. -SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.-Aydın Milletvekili Sema Pişkinsüt'ün, Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın kendisine sataşması nedeniyle konuşması

VII. -SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. -Tekirdağ Milletvekili Enis Sülün'ün, Tekirdağ İli Hayrabolu-Malkara ve Hayrabolu -Şalgamlı yollarına ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Cevat Ayhan'ın yazılı cevabı (7/2506)

2.-Kocaeli Milletvekili Bekir Yurdagül'ün, Emniyet Genel Müdürlüğüne yapılan atamaya ilişkin Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı Meral Akşener'in yazılı cevabı (7/2515)

3. -İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, belediyelere yapılan yardımlara ilişkin sorusu ve Çevre Bakanı M. Ziyattin Tokar'ın yazılı cevabı (7/2519)

4. -İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, belediyelere yapılan yardımlara ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Cevat Ayhan'ın yazılı cevabı (7/2521)

5.-Sıvas Milletvekili Mahmut Işık'ın, Emniyet Genel Müdür Vekiline ilişkin Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı MeralAkşener'in yazılı cevabı (7/2538)

6.-İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, SSK dispanser ve hastanelerinde görev yapan sağlık personelinin mesai saatlerine uymadıkları iddiasına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik'in yazılı cevabı (7/2546)

7. -Kırklareli Milletvekili Cemal Özbilen'in, Kırklareli İline bağlı belediyelere yapılacak yardımlara ve Ergene Nehrinin kirlenmesine ilişkin sorusu ve Çevre Bakanı M. Ziyattin Tokar'ın yazılı cevabı (7/2550)

8.-İstanbul Milletvekili BülentAkarcalı'nın, özel bir kongrede alınan bazı kararlara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Nevzat Ercan'ın yazılı cevabı (7/2557)

9.-Tekirdağ Milletvekili BayramFırat Dayanıklı'nın, Tekirdağ -Çorlu -Havuzlar Mahallesinin sosyal konut inşaatına ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Cevat Ayhan'ın yazılı cevabı (7/2606)

10.-Tekirdağ Milletvekili BayramFırat Dayanıklı'nın, vatandaşlığa kabul edilmemiş soydaşlarımızın çocuklarının eğitim sorunlarına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam'ın yazılı cevabı (7/2607)

11.-Çorum Milletvekili Ali HaydarŞahin'in;

-Ankara -Saray Bakım ve Rehabilitasyon Merkezinde bakılan çocuk-özürlü sayısına ve ilaç bedellerine,

-SHÇEK'daki personel değişikliğine ve görevli iki müfettiş hakkında işlem yapılıp yapılmadığına,

İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Sacit Günbey'in yazılı cevabı (7/2611, 7/2612)

12.-Denizli Milletvekili Hilmi Develi'nin, Denizli-Yenicekent-Ertuğrul -Cindere arasındaki yolun asfalt yapımı ve Güney -Parmaksızlar yolu onarımına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Bekir Aksoy'un yazılı cevabı (7/2621)

13.-İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın, tarihi camilerin bahçe ve avlularının kullanımına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Nevzat Ercan'ın yazılı cevabı (7/2630)

14.-Balıkesir Milletvekili Hüsnü Sıvalıoğlu'nun;

-Büyük Menderes Millî Parkında çıkan yangına,

İstanbul Milletvekili BülentAkarcalı'nın;

-Büyük Menderes Millî Parkına,

Muğla Milletvekili Zeki Çakıroğlu'nun;

-Büyük Menderes Millî Parkına,

İlişkin soruları ve Orman Bakanı M. Halit Dağlı'nın yazılı cevabı (7/2637, 2649, 2661)

15.-Erzincan Milletvekili Mustafa Kul'un, Erzincan Köy Hizmetleri İl Müdürlüğünde boş bulunan kadrolara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Bekir Aksoy'un yazılı cevabı (7/2683)

I.-GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak üç oturum yaptı.

Siirt Milletvekili Ahmet Nurettin Aydın, Güneydoğu Anadolu Kalkınma Projesinin ivedilikle harekete geçirilmesine ilişkin gündem dışı bir konuşma yaptı.

Kırklareli Milletvekili Necdet Tekin'in, sözleşmeli personele verilecek zamma ilişkin gündemdışı konuşmasına, Devlet Bakanı Lütfü Esengün,

Kırıkkale Milletvekili Recep Mızrak'ın, Hükümetin tarım politikasına ilişkin gündem dışı konuşmasına da Tarım ve Köyişleri Bakanı Musa Demirci,

Cevap verdiler.

TPAO adlı petrol tankerinde meydana gelen yangın faciasının nedenleri ve itfaiye teşkilatının sorunları ile boğazlar ve Marmara Denizinde uluslararası seyir yapan gemilerin oluşturduğu tehlikelerin araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla kurulan (10/162, 163, 164, 175) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Geçici Başkanlığının, Komisyonun, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimine ilişkin önergesi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Türkiye ile Yunanistan arasında Parlamentolar arası dostluk grubunun kurulmasına ilişkin Başkanlık tezkeresi ile,

Devlet Bakanı Abdullah Gül'ün, Türkiye -Türkmenistan Karma Ekonomik Komisyonu 1 inci Dönem Toplantısına katılmak ve görüşmelerde bulunmak üzere bir heyetle birlikte 30 Mart -3 Nisan 1997 tarihleri arasında Türkmenistan'a yaptığı resmî ziyarete Adana Milletvekili Orhan Kavuncu ile Manisa Milletvekili BülentArınç'ın da iştirak etmelerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi,

Kabul edildi.

Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının :

1 inci sırasında bulunan 23,

2 nci sırasında bulunan 132,

3 üncü sırasında bulunan 164,

4 üncü sırasında bulunan 168,

Sıra sayılı kanun tasarılarının görüşmeleri, ilgili komisyon temsilcileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından, ertelendi.

5 inci sırasında bulunan, Refah Partisi Grup Başkanvekili Kayseri Milletvekili Salih Kapusuz ve Doğru Yol Partisi Grup Başkanvekili Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül'ün; 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve İki Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifinin (2/616) (S. Sayısı :226)

Alınan karar gereğince, yasa dışı örgütlerin devletle olan bağlantıları ile Susurluk'ta meydana gelen kaza olayının ve arkasındaki ilişkilerin aydınlığa kavuşturulması konusundaki Meclis Araştırması Komisyonu Raporuyla diğer denetim konularını görüşmek için, 27 Mayıs 1997 Salı günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 19.02'de son verildi.

Kamer Genç

Başkanvekili

Ünal Yaşar Mustafa Baş

Gaziantep İstanbul

Kâtip Üye Kâtip Üye

II.-GELEN KÂĞITLAR No. :137

27.5.1997 SALI

Teklifler

1.-İzmir Milletvekili Hakan Tartan'ın; 2108 Sayılı Muhtar Ödenek ve Sosyal Güvenlik Yasasının 1 inci Maddesinin Değiştirilmesine Dair Kanun Teklifi (2/810) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi :22.5.1997)

2.-Çankırı Milletvekili AhmetUyanık ve 10 Arkadaşının; 31.8.1956 Tarihli ve 6831 Sayılı Orman Kanununa Bir Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun teklifi (2/811) (Tarım, Orman ve Köyişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi :22.5.1997)

3.-İstanbul Milletvekili Sedat Aloğlu ve 7 Arkadaşının; Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkında Kanunun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/812) (Dışişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi :23.5.1997)

4.-Ankara Milletvekili Hikmet Uluğbay'ın; 3182 Sayılı Bankalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/813) (Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji ve Plan ve Bütçe ve Adalet komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi :26.5.1997)

5.-Erzurum Milletvekili Zeki Ertugay ile Edirne Milletvekili Evren Bulut'un; Ziraat Odaları ve Ziraat Odaları Birliği Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/814) (Plan ve Bütçe ve Tarım, Orman ve Köyişleri komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi :26.5.1997)

Yazılı Soru Önergeleri

1.-İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, Flash TV'ye yapılan saldırıya ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2791) (Başkanlığa geliş tarihi :21.5.1997)

2.-İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, iki itirafçıya ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/2792) (Başkanlığa geliş tarihi :21.5.1997)

3.-İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, kamu kurum ve kuruluşlarında görev yapan müsteşar ve genel müdür sayılarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2793) (Başkanlığa geliş tarihi :21.5.1997)

4.-İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, Yüksekova çetesi olarak bilinen çetenin elemanı olduğu iddia edilen bir itirafçıya ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2794) (Başkanlığa geliş tarihi :21.5.1997)

5.-Tekirdağ Milletvekili Bayram Fırat Dayanıklı'nın, Nevşehir'e bağlı bazı köylerde kansere yol açarak birçok kişinin ölümüne neden olan bir maddeye karşı önlem alınıp alınmayacağına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2795) (Başkanlığa geliş tarihi :22.5.1997)

6.-İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş'ın, polis memuru sınavlarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2796) (Başkanlığa geliş tarihi :22.5.1997)

7.-İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, belediyelere yapılan yardımlara ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/2797) (Başkanlığa geliş tarihi :22.5.1997)

8.-İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, Millî Gençlik Vakfı'nın denetimine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2798) (Başkanlığa geliş tarihi :22.5.1997)

9.-Giresun Milletvekili Rasim Zaimoğlu'nun, uluslararası islamcı bir örgütün üyesi olduğu iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2799) (Başkanlığa geliş tarihi :22.5.1997)

10. -Aydın Milletvekili Yüksel Yalova'nın, 2495 sayılı kanun kapsamı dışında kalan özel güvenlik firmalarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/2800) (Başkanlığa geliş tarihi :22.5.1997)

11.-Manisa Milletvekili Tevfik Diker'in, Mahallî İdarelere 1997 Mayıs ayında ödenek çıkarılıp çıkarılmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2801) (Başkanlığa geliş tarihi :22.5.1997)

12.-Balıkesir Milletvekili Hüsnü Sıvalıoğlu'nun, DSİ'den alacaklı olduğu iddia edilen firmalara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2802) (Başkanlığa geliş tarihi :22.5.1997)

13.-Manisa Milletvekili Hasan Gülay'ın, Bakanlar Kurulu toplantılarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2803) (Başkanlığa geliş tarihi :23.5.1997)

14. -Ordu Milletvekili Şükrü Yürür'ün, Başbakanlık Baş Müşavirliği görevinde bulunan bir şahsın özel firmada yönetici olduğu iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2804) (Başkanlığa geliş tarihi :23.5.1997)

15.- İstanbul Milletvekili BülentAkarcalı'nın, Kalyon Plastik A.Ş.'de yetkili olduğu iddia edilen bir bürokrata ilişkin Bayındırlık ve İskan Bakanından yazılı soru önergesi (7/2805) (Başkanlığa geliş tarihi :23.5.1997)

16.-İstanbul Milletvekili BülentAkarcalı'nın, TEKEL2000 sigarasının dış satımında yolsuzluk yapıldığı iddiasına ilişkin Devlet Bakanından yazılı soru önergesi (7/2806) (Başkanlığa geliş tarihi :23.5.1997)

17.-Niğde Milletvekili Akın Gönen'in, doğal gaz, elektrik ve su paralarının tahsilinde uygulanan gecikme zammına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2807) (Başkanlığa geliş tarihi :23.5.1997)

18.-İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, personel atamalarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/2808) (Başkanlığa geliş tarihi :23.5.1997)

19.-İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş'ın, 14 üncü Aspendos Opera ve Bale Festivali'ne tanıtma fonundan yardım yapılıp yapılmadığına ilişkin Kültür Bakanından yazılı soru önergesi (7/2809) (Başkanlığa geliş tarihi :23.5.1997)

Meclis Araştırması Önergesi

1.-Kırklareli Milletvekili Necdet Tekin ve 22 arkadaşının, yüksek öğrenim için yurt dışına gönderilen öğrencilerle ilgili yolsuzluk iddialarını araştırmak amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/191) (Başkanlığa geliş tarihi :22.5.1997)

Geri Alınan Yazılı Soru Önergesi

1. -İzmir Milletvekili Sabri Ergül, Şırnak Valisinin İl Esnaf Kefalet Kooperatifi seçimlerinde partizanlık yaptığı iddiasına ilişkin İçişleri Bakanına yönelttiği yazılı soru önergesini 26.5.1997 tarihinde geri almıştır. (7/2788)

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.00

27 Mayıs 1997 Salı

BAŞKAN: Başkanvekili Hasan KORKMAZCAN

KÂTİP ÜYELER: Ahmet DÖKÜLMEZ (Kahramanmaraş), Kemalettin GÖKTAŞ (Trabzon)


BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 98 inci Birleşimini açıyorum.

Toplantı yetersayımız vardır; görüşmelere başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, üç milletvekili arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEM DIŞI KONUŞMALAR

1. - İstanbul Milletvekili Bülent H. Tanla'nın, kamuoyunun güncel siyasî konular ile Parlamentoya bakışına ilişkin gündemdışı konuşması

BAŞKAN - Gündemdışı ilk söz, İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Tanla'nın.

Sayın Tanla, kamuoyunun, güncel siyasî konular hakkındaki düşünceleriyle ilgili gündemdışı söz isteminde bulunmuştur.

Buyurun Sayın Tanla.

Konuşma süreniz 5 dakikadır.

BÜLENT H. TANLA (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bugünkü konuşmamı, kamuoyundan, halktan, seçmenlerimizden aldığım bilgi ve izlenimleri, siz sayın milletvekili arkadaşlarımla paylaşmak üzere yapıyorum; Genel Kurula saygılarımı sunuyorum.

Dikkatinize sunmak istediğim ilk nokta, kamuoyuyla, öncelikle, Parlamento gündemi arasında mesafenin gittikçe açılmakta olmasıdır.

Halktan, biz parlamenterlere şu yönde eleştiriler gelmektedir: "Seçilirken verdiğiniz sözlerin tersini yapıyorsunuz; vaat ettiklerinizin çok azını yerine getiriyorsunuz; Parlamentoda alınan kararlar, çıkan yasalar toplumun istek ve ihtiyaçlarını karşılamıyor ve Meclis, gündemi ve çalışmalarıyla halkın derdine deva olamıyor."

Kamuoyunun, Meclis çalışmalarına bakışı da maalesef olumlu değil. Halk, oy verdiği partilere bile güven duymuyor. Kamuoyu araştırmalarının en büyük partisi, şu anda, kararsızlardan oluşuyor. Halk, oy verecek parti ve lider arayışı içerisinde. Bu gerçekler, toplumun siyasî haritası ile Meclisteki siyasî dağılım arasında kısa sürede ciddî farklılıklar ortaya doğduğunu göstermektedir. Kamuoyunun bakışı her an üzerimizdedir. Halkın teşvik ve desteğinden uzakta çalışmamız olanaksızdır. Kamuoyunun Parlamentoya güveni ise, kritik noktaların çok altına düşmüştür. Kamuoyunun güven göstergeleri ise, tehlike sinyalleri vermektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; cumhuriyet tarihimizin en kaygı ve kuşku dolu günlerini Refahyol İktidarında yaşıyoruz. Kaygı ve kuşkunun nedeni, açık ve basittir. Öyle görünüyor ki, Refah Partisi, düzeni değiştirmek için iktidar olmadı; parti sorumluları ve Hükümet üyelerinin söz ve hareketleri, düzen yerine, rejimi değiştirmek istediklerini göstermektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; halkın Parlamentoya güvensizliğinin, büyük ölçüde, Sayın Tansu Çiller'den de kaynaklandığını görmekteyiz. Refah Partisiyle aynı masaya bile oturmayacağını söyleyerek oy alan kendisidir. Halk, artık merkez sağdan umudunu kesmiştir; artık bu politik çizgiden herhangi bir çözüm beklememektedir.

Bu bölümde, siyasetin rayına oturması çabalarına ışık tutacak bir gözlemimi ve bir de önerimi sunuyorum: Son zamanlarda, İngiltere, Fransa ve İran'da yapılan seçim sonuçlarına baktığımızda, sosyal yapısı ve gelenekleri bizden oldukça farklı olan bu ülkelerdeki gelişmelerden çıkaracağımız evrensel nitelikte dersler olduğunu görmekteyiz.

Bu ülkelerde, seçmenler, uzun süredir işbaşında bulunan iktidarlara karşı sosyal tepkilerini "artık yeter" diyerek göstermişler; daha çok demokrasi ve daha çok özgürlük için değişimden ve yeni bir yaşam biçiminden yana oylarını kullanmışlardır. Artık, Türk Halkı da, siyaset ve siyasetçilere karşı daha dikkatlidir; demokratik tepkilerini göstermek üzere daha duyarlıdır.

Türkiye'de, ondört yıldır kesintisiz bir biçimde süren sağ iktidarların ülkeyi getirdikleri nokta dikkate alındığında, demokrasiye yürekten bağlı ve sağduyulu Türk seçmeni de, evrensel nitelikteki bu tür bir uyarıda bulunmak zamanı geldiğini düşünmektedir.

Teknik bir hazırlıkla, Seçim Kanununda temsilde adalet ve yönetimde istikrarı temin ederek, bugünkü siyasî yapıdan daha karmaşık bir tablo çıkmaması için yalın ve net iki değişiklik yapıldıktan sonra, erken seçime gitmeyi öneriyorum. Öncelikle, göçler nedeniyle önemli bir biçimde değişikliğe uğramış olan nüfus yapısı ve seçmen kütüklerinin altyapısının oluşturularak, sağlıklı bir nüfus tespiti çalışmasının süratle gerçekleştirilmesi gerekir. Seçim Yasasında da, ülke barajının yüzde 10'dan yüzde 5'e düşürülerek, seçim ittifaklarına, güç birliğine imkân veren düzenlemelerin yapılmasının önemli olduğuna inanıyorum. Bu değişikliklerle, bir yandan, ülke barajı aşağı çekilerek farklı görüşlere Parlamentoda temsil imkânı tanınmış, öte yandan da seçim öncesi ittifaklar yasallaştırılarak, istikrarlı ve uyum içinde, hedefleri açıkça belirlenmiş hükümetlerin kurulabileceği güvencesi seçmenlere verilmiş olur.

Cumhuriyet devrimlerine ve devrimlerin özü olan laikliğe, daha çok demokrasiye, ancak ve ancak, sol milletvekillerinin güçbirliğiyle sahip çıkabiliriz. Artık, Türk Halkı, solu, parçalanmış bir yapı yerine, güçbirliği içinde ve yenilenmiş bir biçimde, tek başına iktidarda görmek istemektedir...

BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, kürsüdeki arkadaşımızı hep birlikte dinlemek durumundayız; özel sohbetlerinizi lütfen dışarıda yapın.

Gündemdışı konuşmada konu, milletvekili tarafından tespit edilir. O konunun çerçevesini de hatip kendisi koyacaktır; ama, burada sükûnetle dinlemek durumundayız. Cevap verilecek bir husus varsa, Hükümet cevabını verir.

Sayın Tanla, konuşmanızı tamamlayın efendim; buyurun.

BÜLENT H. TANLA (Devamla) - Cumhuriyet devrimlerine ve devrimlerin özü olan laikliğe, daha çok demokrasiye, ancak ve ancak sol milletvekilerinin güç birliğiyle sahip çıkabiliriz. Artık, Türk Halkı, solu, parçalanmış bir yapı yerine, güç birliği içinde ve yenilenmiş bir biçimde, tek başına iktidarda görmek istemektedir. İnanıyorum ki, halk, solu tek başına iktidara getirecektir. Parlamento içinde ve dışında güç birliği ve bütünlük içinde hareket etmemiz gerekiyor, çabalarımızın bu amaca yönelik olması gerekmektedir; halkın, sol milletvekillerinden beklentisi de bu yöndedir.

Konuşmama son verirken, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, size de çok teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Hükümet sıralarında herhangi bir bakan bulunmadığına göre, gündemdışı konuşmayı cevaplayan olmayacak demektir.

2. -İçel Milletvekili M. İstemihan Talay'ın, buğday taban fiyatlarının belirlenmesi ve çiftçilerin sorunlarına ilişkin gündemdışı konuşması

BAŞKAN - Gündemdışı ikinci konuşma, İçel Milletvekili Sayın İstemihan Talay tarafından yapılacaktır.

Sayın Talay, buğday fiyatlarının belirlenmesi ve çiftçilerin sorunlarıyla ilgili söz isteminde bulunmuştur.

Konuşma süreniz 5 dakikadır Sayın Talay; buyurun.

M. İSTEMİHAN TALAY (İçel) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tarımda ve hayvancılıkta çöküntü ve fakirleşme süreci devam etmektedir. Son yıllarda görev yapan hükümetler -Erbakan Hükümeti de dahil olmak üzere- köylüyü, çiftçiyi ihmal etmişler ve çiftçilerimiz bu yanlış politikalar sonucunda perişan olmuşlardır.

Demokratik Sol Parti, ülkede yaşanan sosyal, ekonomik ve kültürel sorunların çözümü için, kalkınmanın köylüden başlaması gerektiğini savunmaktadır. Hükümet, maalesef, bu doğrultuda bir çalışma içinde görünmemektedir.

Çukurova'da, Adana, Tarsus, Mersin, Antalya ve Ege kıyılarımızda arpa ve buğday hasadı başlamıştır. Ne yazık ki, Hükümet, hâlâ, hububat alım fiyatlarını açıklamamıştır. Bildiğiniz gibi, bu bölgelerde mahsul erken yetişir ve fiyatın açıklanmasının geciktiği her gün, çiftçiyi, aracıya mahkûm eder. Dolayısıyla, alım fiyatının derhal açıklanması şarttır.

İki yıldır, Toprak Mahsulleri Ofisi, piyasaya ya hiç girmeyerek ya da sınırlı ölçüde girerek çiftçiyi kaderiyle başbaşa bırakmıştır. Bu yıl içinde, ne Hükümetin ne de Ofisin, hububat alımı için kaynak hazırlığı vardır. Ofise kaynak sağlanması, derhal piyasaya girmesi ve alımların peşin yapılması zorunludur. Aksi takdirde, hububat üreten çiftçilerimizin, aracıların insafına teslim edileceği açıktır.

Hububat alım fiyatı belirlenirken, kalitenin yanı sıra, bir de, sübjektif bir değerlendirme olarak, dekar başına verim hesabı dikkate alınmaktadır. Örneğin, Çukurova'da ve sulu arazide, bu rakam, 500 kilogram olarak varsayılmaktadır. Fakat, çok soğuk geçen bir kıştan sonra ve aniden bastıran sıcak havalar sonucunda, ekinler hastalanmıştır; sarıpas hastalığı, verimi, dekar başına, şimdi, 300 kilograma düşürmüştür. Tarsus ve Çukurova'da, verimin, dekara 300 kilogram olarak hesaplanması ve alım fiyatının da buna göre belirlenmesi gerekmektedir.

Buğday üreticilerimiz, tohumluk buğdaylarının da yetersizliğinden yakınmaktadırlar. Tohum ıslahı ve yeni tür tohumların çiftçilerimize temini, son yıllarda, maalesef, ihmal edilmiştir. Çeşitli hastalıkların sık sık görülmesinin ve buğday üretiminde verim düşüklüğünün bir önemli nedeni de budur. Tarım Bakanlığının bu konuda da etkili önlemler alması gerekmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; buğday üreticilerimiz ve gübre kullanan tüm çiftçilerimiz, gübre sübvansiyonunun, beş veya altı ay geçmesine rağmen, iade edilmemesinden yakınmaktadırlar. Çiftçinin borcuna faiz üzerine faiz bindiren İktidar, çiftçinin alacağını, hiçbir faiz ödemeden aylarca elinde tutmaktadır. Bu, hem büyük bir adaletsizlik yaratmakta hem de çiftçinin borç yükünün artmasına yol açmaktadır.

Tarsus Ziraat Odasının yaptığı hesaplara göre, buğdayın 1 kilogramının üretim maliyeti 40 bin liranın üzerindedir. Dolayısıyla, Hükümeti, buğday üreticilerinin bu maliyetini dikkate alan ve emeklerini de katarak yüksek bir taban fiyatı vermeye, Toprak Mahsulleri Ofisinin alımlarını etkili bir şekilde ve peşin olarak yapmasını sağlamaya, gübre sübvansiyonlarını gecikmeden ödemeye davet ediyor; Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Gündemdışı konuşan birinci konuşmacı, İstanbul Milletvekili Bülent Tanla'ya; ikinci konuşmacı, İçel Milletvekili İstemihan Talay'a teşekkür ediyorum.

3. -Sakarya Milletvekili Ersin Taranoğlu'nun, Kafkasya'nın Abhazya bölgesindeki son duruma ilişkin gündemdışı konuşması

BAŞKAN - Gündemdışı son söz, Sakarya Milletvekili Ersin Taranoğlu'nun.

Taranoğlu, Abhazya'da son durumla ilgili söz isteminde bulunmuştur. (ANAP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 5 dakikadır Sayın Taranoğlu.

ERSİN TARANOĞLU (Sakarya) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; sözlerime başlamadan önce hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum.

Gerek devletimiz gerek coğrafyamız açısından, üç bölge vardır ki, buralardaki gelişmeler hem devletimizi hem coğrafyamızı direkt ilgilendirmektedir. Bu üç ağırlık, siklet merkezi, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu'dur. Son yüz yıllık tarihimiz içerisindeki gelişmeler ve bugün geldiğimiz nokta da, bu üç bölgeyi, Türk Devletinin geleceği açısından, yakından ilgilendirmektedir. Bu bölgelerdeki gerek içgüvenlik gerek dışgüvenlikle ilgili gerekse ekonomik, siyasî, sosyal bütün gelişmeler direkt ve endirekt olarak devletimizi ve burada yaşayan vatandaşlarımız olarak bizleri ilgilendirmektedir. İşte, bu cümleden olmak üzere, Kafkas bölgesinde yaşayan grupların, halkların problemleri, sorunları, komşularımızın Türkiye'de yaşayan akrabaları olarak bizleri de ilgilendirmektedir.

Bugün, söz aldığım konu, Kafkasya'nın Abhazya bölgesindeki Abhazlarla ilgili Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi arz etmek, Hükümeti bu konuda uyarmaktır.

1992 yılında biten Gürcistan-Abhazya Savaşının üzerinden dört yılı aşkın bir zaman geçmiştir. Barış görüşmeleri başlamış ve devam etmektedir. Ne yazık ki, Abhazya'daki gerçek durum bu yargıyı doğrulamamaktadır. Abhazya ile Gürcistan arasında imzalanan çeşitli anlaşmalarla, Abhazya'nın da taraf olarak masaya oturduğu hepimizce malumdur. Bu anlaşmalarda, Abhazya'nın ve Gürcistan'ın yanı sıra, Birleşmiş Milletlerin ve Rusya'nın da gözlemci olarak imzaları söz konusudur.

Abhazya Cumhuriyeti, bugüne kadar tanınmamasına rağmen, de facto olarak mevcuttur; ancak, bu durum, Abhazya'nın dış dünyada kendisini temsil etmesi bakımından ve savunması bakımından yeterli değildir.

Bugün, Abhazya'da, gündeme getirmek istediğim, birtakım sıkıntılar vardır. Bunları sırasıyla arz etmek gerekirse, birinci olarak, bir ekonomik ambargo söz konusudur. Abhazya Cumhuriyeti ekonomik olarak, dünyadan ve komşularından tamamıyla tecrit edilmiş vaziyettedir. Bunun sonucu olarak, Abhazya, kendi ürettiği ve üretebileceği yeraltı ve yerüstü hiçbir zenginliğini, ekonomik kaynağını dışarıya gönderme imkânına sahip olamamaktadır. Bugün, Abhazya, en önemli geçim kaynağı olan narenciye ürününü, hemen bitişiğindeki Soçi pazarlarına dahi indirmekten uzaktır; bu ekonomik ambargonun sonucunda da Abhazya Halkı hayatî ehemmiyeti haiz olan hiçbir gıdayı, ilacı ve giyim eşyasını dışarıdan getirememektedir.

Abhazya Halkının, şu anda, ölümcül bir hastalığa yakalanmış olsa bile, kara, hava, denizyoluyla ülke dışına çıkması mümkün gözükmemektedir. Abhazya Cumhuriyetine ait limanlar ambargo altındadır. Bu durumda ise, Abhazya, bütün ulaşım yollarının askerî kontrol altında bulunduğunu dikkate alırsak, dış dünyadan tecrit edilmiş vaziyettedir.

Abhazya'da, bugün, dış dünyayla hiçbir iletişim söz konusu değildir; telefon, telgraf, mektup gibi iletişim araçlarından yararlanma imkânı söz konusu değildir. Gerek seyahat özgürlüğü gerekse uluslararası insanî örgütlerin yardımlarından yararlanamayan Abhazya, bugün, büyük sıkıntı içerisindedir.

Başlangıçta bu ambargonun, bir Çeçen savaşı nedeniyle geçici olarak sınırlardaki sızmaları önlemek için konulduğu, Rusya Federasyonu yöneticilerince kamuoyuna sunulmuş olmasına rağmen, Çeçen savaşı da bitmiş olmasına karşın, hâlâ ambargonun devam ediyor olması, Abhazları, dolayısıyla, onların buradaki akrabaları, dostları, yakınları olan bizleri üzmektedir.

Abhazya, anlaşmalarda taraf olarak kabul edildiği halde, söz konusu kararlar alınırken, hiçbir zaman, Abhazya Cumhuriyetine danışılmamış ve toplantılara davet edilmemiştir. Daha sonra bu gelişmeler üzerine, Abhazya'nın Geçripş bölgesinde halkın yoğun katılımıyla gerçekleşen mitingde bu düşünceler dile getirilmiş, Abhazya'ya karşı bir yeni savaşın önlenmesi ve ambargonun kaldırılması işlenmiştir...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Taranoğlu, konuşmanızı tamamlayın efendim.

ERSİN TARANOĞLU (Devamla) - Bitiriyorum efendim.

Bu anlamda kaleme alınan bildiriler, Bağımsız Devletler Topluluğunun Devlet Başkanlarına, Kuzey Kafkasya Cumhuriyetlerinin yöneticilerine, Rusya Federasyonunun yöneticilerine ve parti liderlerine gönderilmiştir; ancak, bütün bu samimî ve haklı istekler göz önüne alınmadığı gibi, 14-15 Nisan 1997 tarihinde, Rostov santralından Abhazya'ya gelen telefon bağlantılarının tamamı kesilmiştir. Böylece, Abhazya Halkı ve yöneticilerinin dış dünyayla olan bütün haberleşme hakları dahi ellerinden alınmıştır.

Görülüyor ki, Abhazya Halkı ve yönetimi her yönden acımasız bir şekilde sıkıştırılarak açlığa ve yalnızlığa mahkûm edilmek istenmektedir; bununla da amaç, açıkça görüleceği üzere, Abhazya Halkını zor durumda bırakarak, iradesi ve isteği dışında, yaşamsal haklarını ortadan kaldıran bir anlaşmaya zorlamak ve icbar etmektir. Bunun insan haklarına, devletler hukuku ilkelerine, taraflar arasındaki sözleşmelere, hak ve adalet duygularına ne kadar uygun olacağı hususunu takdirlerinize bırakıyor, Abhazya Halkının onurlu yaşamını sürdürmek için olağanüstü bir güç sarf etmekte olduğunu ve bu çabalarında onlara yardımcı olmak üzere, onlara nefes aldırabilecek bir dost eline ihtiyaçları olduğunu ifade ediyor, bu konuda bütün kuruluşları ve devletimizi göreve davet ediyor, Dışişleri Bakanlığının gündeminin hastane mutfak ziyaretlerinin önüne Abhazya'yı alması dileklerimle, hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sakarya Milletvekili Sayın Ersin Taranoğlu'na teşekkür ediyorum.

Cumhurbaşkanlığı tezkereleri vardır; okutuyorum:

B)TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. -Fransa ve Hollanda'ya gidecek olan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e, dönüşüne kadar, TBMM Başkanı Mustafa Kalemli'nin vekâlet edeceğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/811)

23 Mayıs 1997

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

NATO-Rusya Federasyonu Anlaşmasının imzalanması dolayısıyla 26-27 Mayıs 1997 tarihlerinde Paris'te düzenlenecek Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesine; Marshall Planının 50 nci Yıldönümü vesilesiyle 28 Mayıs 1997 tarihinde de Hollanda'da düzenlenecek törenlere katılmak üzere Fransa ve Hollanda'yı ziyaret edeceğimden, dönüşüme kadar Cumhurbaşkanlığına, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 106 ncı maddesi uyarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Doç. Dr. Mustafa Kalemli vekâlet edecektir.

Bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel

Cumhurbaşkanı

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer tezkereyi okutuyorum:

2. -Çek Cumhuriyetine gidecek olan Devlet Bakanı Sabri Tekir'e, dönüşüne kadar, Kültür Bakanı İsmail Kahraman'ın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/812)

23 Mayıs 1997

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmelerde bulunmak üzere, 25 Mayıs 1997 tarihinde Çek Cumhuriyetine gidecek olan Devlet Bakanı Prof. Dr. Sabri Tekir'in dönüşüne kadar; Devlet Bakanlığına, Kültür Bakanı İsmail Kahraman'ın vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel

Cumhurbaşkanı

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer tezkereyi okutuyorum:

3.-Fransa'ya gidecek olan Devlet Bakanı H. Ufuk Söylemez'e, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Ayfer Yılmaz'ın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/813)

23 Mayıs 1997

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) Bakanlar Konseyi Toplantısına katılmak üzere, 25 Mayıs 1997 tarihinde Fransa'ya gidecek olan Devlet Bakanı H. Ufuk Söylemez'in dönüşüne kadar; Devlet Bakanlığına, Devlet Bakanı Ayfer Yılmaz'ın vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel

Cumhurbaşkanı

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Bir Meclis araştırması önergesi vardır; şimdi, bu önergeyi okutuyorum:

C) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1.-Kırklareli Milletvekili Necdet Tekin ve 22 arkadaşının, yüksek öğrenim için yurt dışına gönderilen öğrencilerle ilgili yolsuzluk iddialarını araştırmak amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/191)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

2547 sayılı YÖK Kanununun yürürlüğe girmesiyle birlikte, hızla büyümeye ve Anadolu'ya yayılmaya başlayan üniversitelerimizin öğretim üyesi ihtiyacının karşılanması kaçınılmaz bir olgu haline gelmiştir.

Bilindiği gibi, gerek Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planında gerekse de 2547 ve 3837 sayılı Kanunların ilgili maddeleri uyarınca, belirli kontenjan dahilinde, yurt dışında öğretim üyesi yetiştirme esası benimsenmiştir. Bu yolla, üniversitelerimizin var olan öğretim üyesi eksiği tamamlanmaktadır. Yukarıdaki temel nedenlerden dolayı, halihazırda Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere, çeşitli ülkelerin üniversitelerine yüksek lisans ve doktora öğrenimi görmek için YÖK tarafından 1817 öğrenci, Millî Eğitim Bakanlığı kanalıyla da 1224 öğrenci yurt dışında eğitim görmektedir.

YÖK'ün ve yurtdışına öğrenci gönderen bakanlıklar ve diğer kamu kuruluşlarının yaptırdıkları araştırmalar sonucunda, yurt dışında eğitim gören bu öğrencilerimizin Türkiye Cumhuriyeti Devletine maaliyetleri, ortalama olarak yılda kişi başına 22 bin ABD Dolarıdır. Toplam olarak bakıldığında, tüm öğrencilerimizin yıllık maaliyeti 40,6 milyon ABD Dolarıdır.

Ne var ki, 1996 ve 1997 yılları içerisinde tarafımıza ulaşan bilgi ve belgelerden, bu öğrencilerimiz üzerinden bazı kişi, kuruluş ve konsorsiyumların büyük miktarda haksız kazanç sağladıkları tespit edilmiştir.

Bu cümleden yola çıkarak, sahte ve ikili faturalar kullanılarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti açıkça soyulmaktadır. Yaklaşık 17-18 ülkeye gönderilen öğrencilerimizin üzerinden, YÖK gibi şemsiye bir üst kuruluş olmasına rağmen, çeşitli aracılar, kendilerine konsorsiyum süsü verenler, yurtiçi ve dışı bazı kuruluşların oynadıkları rol ve sahte evrak düzenlemeleriyle Türkiye Cumhuriyeti Devletinin âdeta soyulduğu görülmektedir. Ayrıca, YÖK ve ilgili millî kuruluşlarca da gönderilen bu öğrenciler üzerinde yapılan araştırma ve soruşturmalarda, Türkiye Cumhuriyet Devletinin temel ilkelerine ve çağdaş yapısına uymayan öğrenci davranışlarının da gözlendiği saptanmıştır.

Sonuç olarak:

1. Yurtdışına gönderilen öğrencilerin, gönderilme aşamasındaki sınavları ve gönderilenlerin niteliği,

2. Yurt dışındaki öğrencilerin oradaki üniversitelere ödediği öğrenim masraflarının, öğrenciye imzalatılan düşük miktarlı asıl faturaları ile bu öğrencilerin Türkiye Cumhuriyetinde bağlı bulunduğu üniversite ve kuruluşlara sahte olarak düzenlenerek gönderilen yüksek miktarlı faturaların tümünün araştırılmasıyla bu tür ikili sahte fatura yolsuzluklarının saptanması,

3. Bu ödemelerde yapılan yolsuzlukların niteliği ve boyutlarının araştırılması,

4. Yurtdışına öğrenci göndermesi gereken ve aslî görevi bu olan YÖK gibi bir kuruluş varken, sponsorluk ve konsorsiyum tercihinin nedenlerinin araştırılması, varsa ihalelerinin incelenmesi,

5. Yurt dışında öğrenim gören bu öğrencilerin başarı ve başarısızlık durumlarının, Türkiye'deki seçimleri başta olmak üzere, baştan sona irdelenmesi konuları, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin menfaatlarını korumak açısından çok büyük önem taşımaktadır.

Tüm bu temel belirtilerin yanıtlanması, olayın tüm boyutlarıyla araştırılmasını zorunlu kılmaktadır. Böyle bir araştırmanın Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından yapılması, ülkenin açıkça soyulmasını engelleyecektir.

Bu nedenle, Anayasının 98 ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca Meclis araştırması açılmasını arz ve talep ederiz.

1. Necdet Tekin (Kırklareli)

2. Hikmet Sami Türk (Trabzon)

3. Atilla Mutman (İzmir)

4. Necati Albay (Eskişehir)

5. Mehmet Tahir Köse (İstanbul)

6. Abdullah Turan Bilge (Konya)

7. Ziya Aktaş (İstanbul)

8. İbrahim Yavuz Bildik (Adana)

9. Fikret Uzunhasan (Muğla)

10. Fevzi Aytekin (Tekirdağ)

11. Hasan Gemici (Zonguldak)

12. Abdulbaki Gökçel (İçel)

13. Hasan Gülay (Manisa)

14. Ali Günay (Hatay)

15. Cihan Yazar (Manisa)

16. Mustafa İlimen (Edirne)

17. Aydın Tümen (Ankara)

18. Bayram Fırat Dayanıklı (Tekirdağ)

19. Teoman Akgür (Sakarya)

20. Şükrü Sina Gürel (İzmir)

21. Ahmet Piriştina (izmir)

22. Zekeriya Temizel (İstanbul)

23. Metin Şahin (Antalya)

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Önerge, gündemde yerini alacak ve Meclis araştırması açılıp açılmaması konusundaki öngörüşme, sırasında yapılacaktır.

Danışma Kurulunun bir önerisi vardır; okutup oylarınıza sunacağım:

IV.-ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİLERİ

1. -(10/25) esas numaralı Meclis araştırması önergesinin görüşme günü ile (10/89, 110, 124, 125 ve 126) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 301 sıra sayılı raporunun görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

Danışma Kurulu Önerisi

No: 71 Tarih: 27.5.1997

Gündemin "Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler" kısmının 6 ncı sırasında yer alan, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da boşaltılan yerleşim birimleri konusundaki (10/25) esas numaralı Meclis araştırması önergesinin görüşmelerinin 3.6.1997 Salı günkü birleşimde yapılmasının ve 27.5.1997 Salı günkü birleşimde görüşülecek olan, yasadışı örgütlerin devletle olan bağlantıları ile Susurluk'ta meydana gelen kaza olayının ve arkasındaki ilişkilerin aydınlığa kavuşturulması konusundaki (10/89, 110, 124, 125 ve 126) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun 301 sıra sayılı raporunun görüşmelerinin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasının Genel Kurulun onayına sunulması, Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.

Hasan Korkmazcan

Türkiye Büyük Millet Meclisi

Başkanı Vekili

Salih Kapusuz Cumhur Ersümer

RP Grubu Başkanvekili ANAP Grubu Başkanvekili

Mehmet Gözlükaya H. Hüsamettin Özkan

DYP Grubu Başkanvekili DSP Grubu Başkanvekili

Nihat Matkap

CHP Grubu Başkanvekili

BAŞKAN - Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

İçtüzüğün 37 nci maddesine göre verilmiş, doğrudan gündeme alınma önergeleri vardır; 2 adet olan önergeleri, ayrı ayrı okutup işleme koyacağım ve oylarınıza sunacağım.

İlk önergeyi okutuyorum:

III.-BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B)TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam)

4.-Sıvas Milletvekili Mahmut Işık'ın, Suşehri Adıyla Bir İl Kurulmasına Dair Kanun Teklifinin (2/396) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/189)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

(2/396) esas numaralı Suşehri Adıyla Bir İl Kurulmasına Dair Kanun Teklifimin, İçtüzüğün 37 nci maddesi uyarınca doğrudan Genel Kurul gündemine alınması hususunda gereğini arz ederim.

Saygılarımla.

Mahmut Işık

Sıvas

MAHMUT IŞIK (Sıvas) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Önerge üzerinde, Sayın Işık söz istiyor.

Buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 5 dakikadır.

MAHMUT IŞIK (Sıvas) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Suşehri İlçesi, merkez ve köyleriyle birlikte, yalnızca seçmen listesine kayıtlı 25 816 seçmeni olan, Kelkit Vadisinde kurulu, geçimini, genelde, tarım ve hayvancılıktan sağlayan, Sıvas İliyle arası Kızıldağ ile kesilmiş, Sıvas'a 180-200 kilometre uzaklıkta şirin bir ilçemizdir. Akıncılar, Gölova, Koyulhisar ve Mesudiye İlçelerine çok yakın olan bu ilçemiz, il olduğunda, bu ilçelerle birlikte, kalkınmaya gerçekten aday yörelerimizden biridir.

Suşehri, il olmaya, aşağıdaki gerekçelerle layıktır ve il olmayı da hak etmiş görünmektedir.

1. Suşehri'nin il olmasına, devletin cumhurbaşkanından başbakanına ve özellikle, bütün partilerin tüm milletvekili adayları ve genel başkanları söz vermişlerdir. Verilen sözler yerine getirilmediğinden, devlete olan güveni sağlamak için Suşehri'nin il olması şarttır.

2. Sıvas, Türkiye'nin ikinci derecede büyük ilidir. Suşehri, Sıvas'a uzak olması ve devlet yetkililerinin her fırsatta il olma sözü vermeleri nedeniyle, psikolojik olarak Sıvas'tan ayrılmış gibidir.

3. Sıvas'ın büyük olması nedeniyle, Sıvas yöresini, önemli ölçüde, anarşi ve terör zorlamaktadır. Bölgelerarası politik farklılıklar da, arada gezdirilen dedikodular da, anarşi ve teröre dolaylı yönden prim vermekte ve bu kadar geniş alana ve farklı yapıda olan ilçelere tek vali ve mevcut yöneticiler yetmemektedir.

4. Suşehri, il olduğunda çok daha süratli kalkınacaktır. Böylece, hem devletin yol gösterici ve teşvik edici öncülüğünde Suşehri'ne bağlanacak yöre halkının yeni gelişmelere ve yatırımlara yönelmesi gerçekleşecek hem de yıllardır Suşehri ve yöresinde süren göç sorununa kesin çözüm bulunmuş olacaktır.

Ayrıca, 1995 seçimlerinden önce, otuzun üzerinde il yapılacağı haberi üzerine, Suşehri'nden geçen Tokat-Erzincan karayolu trafiğe kapatılarak -ben de dahil- hiçbir partinin milletvekili adayı Suşehri'ne bir gün, iki gün süreyle sokulmamıştır. Bu ilçenin il olmaması durumunda, üzülerek ifade ediyorum, yine hiçbirimizi bu ilçeye sokmayacaklardır. Suşehri'ne ya yetkililer il olma sözü vermeyeceklerdi ya da verilen sözünün gereği yerine getirilecekti.

Suşehri halkı, devlete karşı saygılı bir halktır; ama, samimiyetle söylüyorum ki, verilen sözler karşısında, bu değerli yöre halkının sabrı taşmıştır.

Suşehri halkı adına hepinize teşekkür ediyor, Suşehri'nin il olması için değerli oylarınızı esirgememenizi bekliyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Işık.

EKREM ERDEM (İstanbul) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Önerge üzerinde, bir milletvekili arkadaşımızın da konuşabilme hakkı bulunuyor.

İstanbul Milletvekili Ekrem Erdem; buyurun. (RP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 5 dakikadır Sayın Erdem.

EKREM ERDEM (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Suşehri'nin il yapılmasıyla ilgili kanun teklifinin doğrudan gündeme alınması üzerinde söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlarken, Heyetinizi saygıyla selamlarım.

Suşehri, şu andaki genel yapısına bakıldığı zaman, fiilen bir il durumundadır; resmîleşmesi kalmıştır. Suşehri'nin civarında bulunan, Suşehri de dahil olmak üzere, 6 ilçe, 2 belde, 30 mahalle ve 300'e yakın köyde oturanların tamamı, Suşehri'nin il olmasında ittifak halindedir ve yöredeki belediyelerin hemen hepsi, il olması noktasında, belediye meclisi kararı almışlardır.

Çok partili döneme geçildiği günden bugüne Suşehri'nden yolu geçen her siyasî, Suşehri'nin il olması noktasında söz vermiş; ama, bu söz, bugüne kadar hayata geçirilememiştir.

Suşehri, benden önce değerli fikirlerini ifade eden Sıvas Milletvekili Mahmut Işık Beyin de ifade ettiği gibi, Sıvas'a oldukça uzaktır. Bugün, Suşehri'nden Sıvas'a gitmekten İstanbul'a gitmek daha kolay olduğu için, bu yöredeki insanlar İstanbul'a gitmeyi tercih etmişlerdir. Türkiye'nin en çok göç veren illerinden bir tanesi Sıvas'tır; Sıvas'ta en çok göç veren yöre ise, Suşehri'nin içerisinde bulunduğu Kelkit Vadisidir. Suşehri, gerek coğrafî konumu bakımından gerekse iklim yapısı bakımından Sıvas'tan oldukça ayrıcalıklı bir özellik taşır; bundan dolayı da il olmalıdır.

Yine, Suşehri, Karadeniz'i İç Anadolu'ya bağlayan, Asya'yı Avrupa'ya bağlayan, ulaşımın oldukça yoğun olduğu bir noktada bulunuyor.

Ben, Suşehri'nin il olması noktasında destek vereceğinizi umuyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - İstanbul Milletvekili Sayın Ekrem Erdem'e teşekkür ediyorum.

TAHSİN IRMAK (Sıvas) - Sayın Başkan, bu önergeye Sıvas Milletvekili olarak ben de katılıyorum.

BAŞKAN - Önergeye katılıp katılmadığınızı, şimdi, oylamada soracağım zaten, tespit edeceğiz; bütün Sıvas milletvekilleri katılıyor herhalde.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Şimdi, ikinci gündeme alınma önergesini okutuyorum:

5.-Bolu Milletvekili Avni Akyol'un, Bir İlçe ve Düzce İlinin Kurulması Hakkında Kanun Teklifinin (2/504) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/190)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Tarafımca hazırlanarak 18.10.1996 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulan (2/504) esas numaralı "Kaynaşlı" adı ile bir ilçe ve "Düzce" adı ile bir il kurulmasına ilişkin" kanun teklifim, 22.10.1996 tarihinde sevk edildiği Plan ve Bütçe ve İçişleri Komisyonlarında görüşme yapılmadan bugüne kadar bekletilmektedir.

Teklifimin İçtüzüğün 37 nci maddesine göre, doğrudan doğruya gündeme alınmasını Yüce Meclisin takdirlerine arz ederim.

Saygılarımla.

Avni Akyol

Bolu

AVNİ AKYOL (Bolu) - Sayın Başkan, önerge sahibi olarak söz istiyorum.

BAŞKAN - Önerge sahibi söz istiyor.

Buyurun Sayın Akyol. (ANAP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 5 dakikadır Sayın Akyol.

AVNİ AKYOL (Bolu) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hatırlanacağı gibi, geçen hafta bugün -yani, 20 Mayıs 1997 tarihinde- görüşülmesi gereken, 15 Mayıs 1992 tarihinde verdiğim ve sonra, 17 Ekim 1996 tarihinde yenilediğim, Kaynaşlı adı ile bir ilçe kurulması ve bu ilçenin, Düzce adıyla bir il kurulması ve buna bağlanması konusuna ilişkin kanun teklifimin gündeme alınıp alınmaması, o günkü gensoru sebebiyle, yine hatırlayacağınız gibi, Meclis Başkanımız Sayın Mustafa Kalemli'nin teklifi, yönlendirmesi ve tavsiyesiyle bugüne ertelenmişti. Bu maksatla söz almış ve huzurunuza çıkmış bulunuyorum; Yüce Meclisi, tümünüzü, en içten duygularımla, sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, 127 yıllık bir ilçe olan Düzce'nin il olma isteği, il olma özlemi 40-45 yıl öncesine dayanmaktadır. İsteklere verilen ilk olumlu cevap ise, cumhuriyet tarihimizde, devlet ve siyaset hayatımızın Başbakanı olarak ilk ve tek demokrasi şehidi Adnan Menderes'e aittir. Menderes'ten sonra ise, Düzce'nin il olması ve il olacağı konusunda söz vermeyen, hatta hatta, bu konuda kendiliğinden Düzce'nin il olmaya layık olduğunu söylemeyen, tekrarlamayan hiçbir lider ve hatta hiçbir siyasetçi yoktur.

Bugün, açıklıkla ve kesinlikle belirtmek istiyorum ki, il çapında ve il düzeyinde, Düzce'nin il olması ve Bolu İlinden ayrılması konusunda hiçbir sorun, hiçbir sıkıntı, hiçbir problem, hiçbir engel de yoktur. Hatta, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bulunan partilerin ve dışında olan partilerin tümünde, Düzce'nin il olması konusunda tam bir mutabakat vardır. O kadar ki -daha sevindirici olan bir husus- Bolu'daki bütün ilçeler ve bu ilçelerdeki bütün halk tarafından da bu görüş, artık, bir an önce olsun, bu iş bitsin şekline dönüşmüştür. Bu gerçeği belirtmek istiyorum, paylaşmak istiyorum sizlerle.

Özellikle, ayrıca belirtmek ve hatırlatmak istiyorum ki, hangi hükümet döneminde olursa olsun, hangi parti olursa olsun, bundan sonra yapılacak ilk iller grubu veya paketi içinde, Düzce, mutlaka bulunacaktır, kesinlikle bulunacaktır; çünkü, o sözler verilmiştir. Hatta, Düzce'nin, il yapılacak ilçeler arasında -zaman dolayısıyla burada arz edemeyeceğim- bazı yeni ve çok önemli stratejik durum ve özelliklerinden dolayı, sıralamada ilk üç sırayı alma ihtimali ve gereği yüksektir, şansı yüksektir.

Bu genel durumdan, özellikler ve gerçeklerden dolayı, daha fazla gecikilmemesi için, kanun teklifimin doğrudan gündeme alınmasının kabulünü istirham ediyor, takdirlerinize arz ediyor, saygılarımı sunuyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teklif sahibi Sayın Avni Akyol'a teşekkür ediyorum.

ABBAS İNCEAYAN (Bolu) - Bolu milletvekilleri destekliyor Sayın Başkan.

BAŞKAN - Önerge üzerinde iki milletvekili arkadaşımızın söz istemleri vardır.

KAMER GENÇ (Tunceli) - Sayın Necmi Hoşver'in de var Sayın Başkan.

BAŞKAN - Bu konuda, İçtüzük hükümlerine göre, ancak bir arkadaşımıza söz verme imkânım oluyor.

Söz istem sırasına göre, şimdi, Bolu Milletvekili Sayın Mustafa Karslıoğlu; buyurun. (Alkışlar)

Sayın Karslıoğlu, konuşma süreniz 5 dakikadır.

MUSTAFA KARSLIOĞLU (Bolu) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bolu Milletvekili Sayın Avni Akyol'un "Kaynaşlı" adıyla bir ilçe kurulması ve Düzce'nin il olması hakkında vermiş olduğu yasa teklifinin İçtüzüğün 37 nci maddesine göre doğrudan gündeme alınma önergesi üzerinde söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, gerçekten, 1950'li yıllardan beri, bütün devlet adamları, siyaset adamları, Düzce'ye il olma sözü vermiştir. Bugün, objektif değerleri ortaya koyacak olursak, ve 67 ilden sonra, çeşitli nedenlerle il yapmış olduğumuz ilçeleri de bir araya koyacak olursak, Düzce'yi il yapmak için vereceğimiz karar ne kadarın olumlu, ne kadar objektif bir karar olduğunu göreceğiz.

Biliyorsunuz, ülkemiz, geçen haziranda, İstanbul'da, II. Habitat Toplantısını yaptı; çok da başarılı bir toplantı oldu. Amaç neydi; sağlıklı, yaşanılabilir bir çevre. Bugün, gerçekten, İstanbulumuz, birçok Avrupa ülkesinden büyük bir konumdadır, yükü artık taşıyamamaktadır ve Sakarya'yı da içine alan bir metropol haline gelmiştir. İstanbul'a yakın olan -gerek otoyolların ve gerek karayollarının ortasında- Düzce, gelişmekte olan sanayinin kaçınılmaz bir sürecine girmiştir. Bu bakımdan, bu sanayinin daha sağlıklı gelişebilmesi için, Düzce'nin il olması kaçınılmaz hale gelmiştir.

Ben Akçakoca doğumluyum; Düzce'de yerleştim, uzun yıllar Düzce'de kaldım ve Bolu'da da 19 yıl hekim olarak görev yaptım. Bugün, bir ilden bir ilçeye gideceksiniz ve o ilçeyi geçeceksiniz, dört ilçeye daha gideceksiniz; işte bu ilçe Düzce'dir. Bolu'dan Düzce'ye geleceksiniz, Düzce'yi geçeceksiniz ve dört ilçeye gideceksiniz... Böyle bir şey olamaz!.. Bu da, Düzce'nin il olmasını gerekli hale getirmiştir.

Ayrıca, Düzce hakkında kısaca bilgi vermek istiyorum: Düzce, Batı Karadeniz Bölgesinde, Ankara-İstanbul otoyolunun tam ortasında, kuzey-güney arasında 37 kilometre, doğu-batı arasında 30 kilometre olan, 1 065 kilometrekarelik bir alana sahiptir; 120 rakımlı ve bir ova şeklinde olup, etrafı dağlarla çevrilidir. Tabiî ki, burada -hepiniz biliyorsunuz- iklimine değinmiyorum.

1990 nüfus sayımına göre, Düzce, merkezde 61 bin nüfusa sahip. Bugün -elimde Devlet İstatistik Enstitüsünün rakamları da var- bu rakam 100 bindir; o zaman, 156 bin nüfusunun olduğu yazılıyor; ama, burada, bir gazetemizde, Devlet İstatistik Enstitüsünün yapmış olduğu bir araştırmaya göre, bugün, Düzce'nin, köyleriyle beraber 200 bin nüfusu olduğu belirtiliyor. Nüfus yoğunluğu, 1990 yılına göre 147; zannediyorum, şimdi de 200 civarında; çünkü, Düzce, ayrıca, çok göç alan bir bölge olup, göç oranı Türkiye ortalamasının iki katıdır.

Düzce'de, son yıllarda, bildiğiniz gibi, 4 yeni ilçe oluşturulmuş. Bunlar, Gölyaka, Çilimli, Cumayeri ve Gümüşova. Şimdi, biz, bir de Kaynaşlı diye bir ilçe öneriyoruz.

Düzce'ye bağlanabilecek olan Akçakoca ve Yığılca ilçeleri, coğrafî konumları, ekonomileri ve sosyal yapılarıyla, Düzce'yle bir bütünlük teşkil etmektedir.

Düzce, köy sayısı ve gelişmiş beldeleriyle, yeni ilçeler çıkarabilecek durumdadır; ki, burada, şimdi, biz, Kaynaşlı'yı öneriyoruz.

Düzce'de, gerçek ve tüzel kişilerin işlettiği 3 bin adet orman ürünleri tesislerinde, yaklaşık 25 bin kişi çalışmaktadır. Bu tesislerde, kaplama, parke, kereste, sunta ve mobilya üretilmektedir. Bundan başka, 70 adet av tüfeği imalathanesinde 2 bin civarında işçi çalışmaktadır.

Ayrıca, geçenlerde, Japonya, Güney Kore ve İhlas Holding işbirliğiyle Türkiye'de son yıllarda yapılan en büyük yatırımlardan KİA Otomotiv Sanayiinin temeli de Düzce sınırları içerisinde atılmıştır; en kısa zamanda da hizmete girecektir.

Bundan başka, daha birçok tarım ürünleri üretimi vardır.

Düzce'de, ayrıca, eğitim de çok önemli bir aşamaya gelmiştir. Biliyorsunuz, büyük şehirlerimizde artık üniversite kampusları şehir dışına kurulmaktadır. Düzce'de, şu anda, çok güzel, fiilî bir üniversite kampusu vardır. Ben, Sayın Maliye Bakanımıza bütçe görüşmelerinde dedim ki: Burayı bir pilot bölge haline alamaz mısınız veya burası, Dünya Bankası...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Karslıoğlu, konuşmanızı tamamlayın efendim.

MUSTAFA KARSLIOĞLU (Devamla) - Teşekkür ederim Başkanım.

Düzce'yi uzun uzun anlatmak için daha çok zaman lazım; ama, ben kısaca diyorum ki: Bugün, Düzce'de tarım var, turizm var, eğitim ve kültür var, sanayi var ve Düzce, Türkiye genelinde, objektif kriterlerde -ki, bu, Devlet Planlama Teşkilatı, İçişleri Bakanlığı ve İçişleri Komisyonunun değerlendirmelerinde- şu an il olmayı hak etmiş tek ilçedir.

Bu önergeye olumlu oy vereceğinizi düşünüyor, hepinize teşekkür ediyor ve saygılar sunuyorum. (DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Önerge üzerinde konuşan Bolu Milletvekili Sayın Mustafa Karslıoğlu'na teşekkür ediyorum.

NECMİ HOŞVER (Bolu) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Hoşver, bir isteminiz mi var efendim?

NECMİ HOŞVER (Bolu) - Sayın Başkan, Avni Bey önerge sahibi olarak söz istemişti; ben de söz istiyorum.

BAŞKAN - Efendim, önerge üzerinde söz istekleri fazla sayıda; Sayın Feti Görür iki kez yazılı olarak söz isteminde bulunmuş, Sayın Abbas İnceayan oradan sürekli işaret ediyor. Sizin söz istediğinizi Sayın Kamer Genç de ifade ettiler. Aslında, bu önergede benim de imzam var, ben de konuşmak isterdim; ama, İçtüzüğün 37 nci maddesine göre, ancak bir milletvekili arkadaşımıza söz verebiliyoruz; ama, hepinizin oyunu alma imkânımız var.

NECMİ HOŞVER (Bolu) - Önergeye ben de katılıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Şimdi, önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir; önerge, doğrudan gündeme alınmış bulunmaktadır.

Değerli milletvekilleri, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.

V. -GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI

VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A) GÖRÜŞMELER

1.-Ankara Milletvekili Eşref Erdem ve 23 arkadaşı, Batman Milletvekili Ataullah Hamidi ve 22 arkadaşı, İçel Milletvekili Oya Araslı ve 20 arkadaşı, İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya ve 23 arkadaşı ile İstanbul Milletvekili Mehmet Cevdet Selvi ve 21 arkadaşının, yasadışı örgütlerin devletle olan bağlantıları ile Susurluk'ta meydana gelen kaza olayının ve arkasındaki ilişkilerin aydınlığa kavuşturulması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri ve (10/89, 110, 124, 125 ve 126) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (S. Sayısı :301) (1)

BAŞKAN - Genel Kurulun, 20 Mayıs 1997 tarihli, 95 inci Birleşiminde alınan karar gereğince, bu kısımda yer alan, Ankara Milletvekili Eşref Erdem ve 23 arkadaşı, Batman Milletvekili Ataullah Hamidi ve 22 arkadaşı, İçel Milletvekili Oya Araslı ve 20 arkadaşı, İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya ve 23 arkadaşı ile İstanbul Milletvekili Mehmet Cevdet Selvi ve 21 arkadaşının, yasadışı örgütlerin devletle olan bağlantıları ile Susurluk'ta meydana gelen kaza olayının ve arkasındaki ilişkilerin aydınlığa kavuşturulması amacıyla, Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri üzerine kurulan (10/89, 110, 124, 125 ve 126) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu raporu üzerindeki genel görüşmeye başlıyoruz.

Komisyon ve Hükümet yerlerini aldılar.

İçtüzüğümüze göre, Meclis Araştırması Komisyonu raporu üzerindeki genel görüşmede ilk söz hakkı, Meclis araştırması önergeleri sahiplerine aittir. Daha sonra, İçtüzüğümüzün 72 nci maddesine göre, siyasî parti grupları adına birer üyeye, şahısları adına iki üyeye söz verilecektir. Ayrıca, istemleri halinde, Komisyon ve Hükümete de söz verilecek; bu suretle, Meclis Araştırması Komisyonu raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmış olacaktır.

Konuşma süreleri; önerge sahipleri ve şahıslar için 10'ar dakika, Komisyon için 20 dakika, Hükümet ve siyasî parti grupları içinse, daha önce alınan karar uyarınca, 30'ar dakikadır.

Komisyon raporu 301 sıra sayısıyla bastırılıp dağıtılmıştır.

Rapor üzerinde söz isteyen sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum; şu ana kadar Başkanlığımıza ulaşan söz istemleri şunlardır: Önerge sahiplerinden Ankara Milletvekili Eşref Erdem; gruplar adına, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İçel Milletvekili Fikri Sağlar söz istemiş bulunmaktadırlar.

Sırasıyla, önerge sahiplerinden görüşmelere başlıyoruz.

Ankara Milletvekili Sayın Eşref Erdem; buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

NİHAT MATKAP (Hatay) - Sayın Başkan, bir hususu arz edebilir miyim?

BAŞKAN - Buyurun efendim.

NİHAT MATKAP (Hatay) - Eşref Erdem Bey, hem kendi ve arkadaşları adına verdiği önergede hem de Oya Araslı ve arkadaşları adına verilen önergede söz alacaktır; yani, iki önerge adına iki 10 dakikayı kullanacaktır.

BAŞKAN - İki 10 dakikayı kullanacak; o zaman, Sayın Erdem'in konuşma süresi 20 dakika.

ABBAS İNCEAYAN (Bolu) - Sayın Başkan, raporun okunup okunmaması hususunu oylamadınız.

BAŞKAN - Raporun daha önce bastırılıp dağıtıldığını, okunmasına gerek olmadığını tespit ettiğimizi ifade ettim efendim.

Buyurun Sayın Erdem.

EŞREF ERDEM (Ankara) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; (10/89, 110, 124, 125 ve 126) esas numaralı Susurluk Komisyonunun hazırladığı rapor üzerinde, önerge sahipleri adına, söz almış bulunuyorum; hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, böyle bir olayın ardından, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda bütün gruplarımızın -aşağı yukarı- mutabakatı ve Türkiye'yi derinden yaralayan böyle bir olay karşısında Türkiye Büyük Millet Meclisimizin takındığı tavır, bence takdire şayandır. Bunu, burada, huzurunuzda, şükranla ifade etmek istiyorum. Olayın üzerine, anında, elbirliğiyle gidilmiştir; bir komisyon oluşturulmuştur. Bu Komisyona ve üyelerine de, ayrıca, huzurunuzda, yaptığı bu değerli ve yorucu çalışma için, ayrı ayrı teşekkür etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, izin verirseniz, bir süre önce verdiğimiz önergeden bir bölüm okumak ve önergemizi de anımsatmak istiyorum. O zaman verdiğimiz önergemizin bir bölümünde şöyle diyoruz: "Yazılı ve görsel basın organlarında yer alan haber ve görüntüler, teşhir edilen silahlar, işlenen cinayetler, planlandığı iddia edilen eylemler, kamu görevlileri ve politikacı adlarının da, ima yoluyla dahi olsa, söz konusu edilmesi tüyler ürperticidir. Mafya, çek-senet tahsilatı, uyuşturucu bağlantıları, işlenen cinayetler, planlanan suikastlar, ortaya atılan politikacı ilişkilerine bakıldığında, sözü edilen suç odağının boyutunun çok daha büyük olduğu izlenimi doğmaktadır. Aysberg örneği, asıl ortaya çıkarılması gereken, suyun altında kalan büyük parçandır. Kamuoyunun ilgi ve dikkatinin de bu doğrultuda yoğunlaştığı anlaşılmaktadır.

Bugün ortaya çıkan olay, devletin benzer odaklarca kuşatıldığı, daha da ileri giderek, devlet kadrolarında yuvalandığı iddialarını pekiştirecek ipuçlarıyla doludur.

Demokrasi, kaba tanımıyla, halkın kendisini yönetmesidir. Temsilî demokrasilerde, bunu, seçilen, parlamento aracılığıyla yapar. Üzülerek ifade etmek gerekiyor ki, son yıllarda, demokrasinin temel kurumlarına, siyasete ve siyaset adamlarına güven zedelenmiştir. Bu nedenle, neredeyse bütün siyasî partiler ve siyaset adamları, elbirliği etmişçesine, ülkemizde bir temiz eller operasyonu gerekliliğini ifade etmişlerdir. Bu, bir anlamda, kamuoyu önünde hepimizin ortak taahhüdüdür."

Değerli arkadaşlarım, olay, 3 Kasım 1996'da vuku buldu. Olayın üzerinden, aşağı yukarı, 7 aya yakın bir süre geçmiştir.

Bu önergeyi, geçen yıl, haziran ayı içerisinde verdiğimizde, belki, kamuoyunda fazla yankı bulmamıştı; ama, 3 Kasım 1996 tarihinde Susurluk kazasından sonra ortaya çıkan tablo ve kamuoyunun önüne konulan fotoğraf, gerçekten, meselenin çok ciddî olduğunu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin bunu ciddiyetle ele alması ve hükümetlerin de bunun üzerine ciddiyetle gitmeleri gerektiğini açıkça ortaya koyuyordu.

Meselenin ayrıntısına çok girmiyorum. Çoğumuz, olayın ne olduğunu, kimin kimlerle ilişkisi olduğunu yakından biliyor. Meseleye biraz daha makro boyutta bakmaya çalışıyorum.

Hükümetler dedim... Değerli arkadaşlarım, bu Koalisyon Hükümeti kurulurken, Parlamentonun gündeminde, bugün koalisyonu oluşturan iki partinin, karşı partinin lideriyle ilgili olarak verdiği önergeler gündemdeydi ve bu Koalisyonun temelinde, ne yazık ki, bir şaibe yatmaktadır; bu Koalisyonun temelinde, muhalefetteyken birbirlerini acımasızca eleştirmelerine karşın, koalisyon ortaklığı söz konusu olduğunda birbirlerini aklama yarışına girmiş olmaları vardır ve ne yazık ki, bugünkü Koalisyon, bu aklama pazarlığının, anlayışının üzerine oturmuştur.

Bugün, bütün kamuoyu, aşağı yukarı Türkiye'deki bütün yurttaşlarımız, o tarihten bugüne kadar gözlerini Parlamentoya dikmişler ve Parlamentodan ne çıkacağına bakmaktadırlar. Başlangıçta, kamuoyunun büyük bölümü büyük umutlarla "galiba, bu kez Parlamento işi ciddîye alıyor, üzerine gidiyor ve gereğini yapacak" diye bir beklenti içerisine girmişti; ama, bugün bu raporun arkasından varılan nokta: Ne yazık ki, Parlamentonun, bu kez de, üstüne düşeni yapmayacağıdır veya en azından, koalisyonu oluşturan iki partinin temsilcilerinin anlayışı, bu beklentiyi boşa çıkaracak biçimdedir.

Türkiye kamuoyu, uzun süredir, çeşitli demokratik eylem biçimleriyle -mum yakarak, aydınlık için 1 dakika karanlık eylemi yaparak, tencerelere vurarak- bu taleplerini demokratik bir biçimde ortaya koymuştur, koymaktadır ve sonucu dikkatle izlemektedir.

Ne yazık ki, bu demokratik eylemler ortaya konulduğunda, bu Hükümetin temsilcileri "fasa fiso", "mum söndü oynuyorlar" veyahut "çakıl edebiyatı" gibi ifadelerle bu işi geçiştirmeye çalıştılar; mesele bu kadar basit değildir, bu kadar kolay değildir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin üyeleri olarak, burada, bizi seçenlere karşı sorumluluğumuzun gereğini yerine getirmek durumunda olduğumuzu zannediyorum; ama, Türkiye'de kamuoyu, bunu böyle değerlendirenlere ve asıl o çakıl edebiyatına karşılık, Türkiye'den o çakılların Amerika Birleşik Devletlerine nasıl gittiğini soruyor; cevaplandırılması gereken sorulardan bir tanesi budur.

20 Eylül 1995 günü, genel seçimler öncesinde, Genel Başkanımızın ağzından, Türkiye'de devletin kuşatılmış olduğunu ifade ettik. Belki, bu ifade, o gün çok fazla yankı bulmamış olabilir; ama, bugün, Susurluk'tan sonra ortaya çıkan karanlık ilişkilere baktığımızda, görünen tablo, bırakın devletin kuşatılmışlığını, âdeta, devletin ele geçirilmiş olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Ülkenin çağdaşlaşması, demokratikleşmesi; devlet içerisinde yuvalanan ve himaye gördükleri açık olan bu çetelerin ortaya çıkarılması; karanlık ilişkilerin teşhiri; hukuk üstünlüğünün hâkim kılınması; kim, nerede ve hangi mevkide görev yapıyor olursa olsun, suç işleyenin cezalandırılması, bu Parlamento için, hepimiz için bir namus borcudur. Bu, bir başka açıdan da önemlidir; önergemizin bir bölümünde, ne yazık ki 12 Eylül sonrasında gelişen süreç içerisinde, Türkiye'de, siyasetin ve siyaset adamlarının, toplumda, giderek bir saygınlık erozyonuna uğradığını ifade etmiştim. Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, bu konuda net bir tavır koyabilir, bu araştırma önergelerinin gereğini yerine getirebilir ve bu karanlık ilişkileri toplumun önüne koyabilirsek, bunların sorumlularını teşhir edebilirsek, bunların sorumlularını yargılama noktasına taşıyabilirsek, bence, bu Parlamento, siyasetin saygınlığı açısından da kendisine düşen görevi yerine getirmiş olabilir.

Ekleri hariç 300 sayfayı aşkın bir rapor ortaya çıkmıştır; ama, ne hazindir ki, rapora, Parlamentoda grubu bulunan üç muhalefet partisinin de temsilcileri muhalefet şerhleri koymuşlardır. Bu, ister istemez, akla birtakım soru işaretlerini getirmektedir. Bu Parlamento, elbirliğiyle bu sorunun araştırılmasını ve üzerine gidilmesini arzu etmiş olmasına rağmen, sonuçta, ortaya çıkan tablo karşısında, ortaya çıkan sonuç karşısında, eğer, mevcut üç muhalefet partisi de muhalefet şerhi koyuyorsa oturup üzerinde düşünmemiz gereken noktalardan bir tanesinin bu olduğunun altını çizmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, öyle görünüyor ki, Susurluk örtbas edilmeye çalışılıyor. Ne yazık ki, sözümün başında ifade ettiğim, kamuoyunun, Parlamentodan olumlu beklentilerinin yerine, zaman içerisinde, giderek, bir olumsuz hava esmeye başlamış ve bir süre sonra, gelişmelerin arkasından, kamuoyu "galiba, bu Susurluk'tan da bir şey çıkmayacak" demeye başlamıştır. Bu, aslında, bizim açımızdan son derece üzüntü verici bir iştir.

Devletin aradığı şahısların devletçe görevlendirilmeleri, yakalananların serbest bırakılmaları, en üst görevlerde bulunan yetkililerin talimatlarıyla hareket edilmesi, çetenin en üst düzeyde örgütlendiğinin açık bir göstergesidir.

Hiçbir şeye bakmasanız, yasalarımıza göre, o insanlara, hak etmeyenlere verilen yeşil pasaportları, tek başına, niçin ve hangi gerekçeyle verildiklerini araştırabilseydik, o yeşil pasaportları kimlerin verdiğini hiç değilse ortaya koyabilseydik, zannediyorum ki, bu karanlık ilişkilerin önemli bir bölümünü ortaya çıkarabilirdik ve bu karanlık ilişkilerin siyaset adamlarına dayanıp dayanmadığını tespit etmiş olurduk. Şimdi ortada bir soru işareti kalıyor.

Dünyanın hiçbir yerinde ve Türkiye'de de bu kadar karanlık ilişkiler, bu kadar arandığı halde piyasada elini kolunu sallayarak serbest dolaşanlar... Ömer Lütfü Topal öldürülmeden önce de kendisiyle ilgili bir arama kararının var olduğunu Komisyon çalışmaları sırasında öğreniyoruz ve ne hazindir ki, Ömer Lütfü Topal sağken ve aranıyorken, güvenlik güçleriyle çok sıkça İstanbul'da beraber olabilmektedir ve İstanbul'da elini kolunu sallaya sallaya dolaşabilmektedir. Bunlar üzüntü verici şeylerdir. Bunlar, sadece bir memurun, sadece bir bürokratın yapabileceği işler değildir. Arkasına siyasî gücü almayan hiçbir şebeke bu derece rahat davranamaz. Dolayısıyla, soruşturma, bence bu noktada da eksik kalmıştır.

Değerli arkadaşlarım, kimi niçin korumaya çalıştığınızı anlamakta güçlük çekiyorum veya -muhatap sormayayım- kimi, niçin ve hangi amaçla korumaya çalıştığınızı anlamakta güçlük çekiyorum. İktidarınızın ve Koalisyon Hükümetinizin, Türkiye'yi karşı karşıya getirdiği açmaz ortadadır. Keşke, Sayın Tansu Çiller ve Sayın Özer Çiller'i Susurluk Komisyonuna getirmemek için sarf edilen gayret, Susurluk olayındaki sırları çözmek için sarf edilebilseydi. (CHP sıralarından alkışlar) Dünyanın hiçbir yerinde, bir siyaset adamı "ben gelmiyorum" dememelidir, dememiştir. Daha geçenlerde, yakınlarda, Amerika Birleşik Devletlerinin Devlet Başkanı da, eşi de sorgulama komisyonlarının karşısında ifade vermişlerdir. Bence, bir siyaset adamıyla ilgili böyle bir iddia ortada dolaşıyor ise, o siyaset adamının yapması gereken şey, herkesten önce bu kürsüye çıkıp "benim dokunulmazlığımı kaldırın; kaldırın, ben aklanmak istiyorum" demesidir; doğrusu da budur. (CHP sıralarından alkışlar) Yoksa, şantajvari usullerle "ben çıkıp bir konuşma yaparsam, bu konuşma tarihî bir konuşma olur" demek, bu arkadaşlarımızı, bu tür konuşan insanları, siyaset adamlarını zan altında bırakmaya devam eder, üstündeki şüpheleri azaltmaz, aksine artırır.

Değerli arkadaşlarım, tabiî, Türkiye bu noktaya kolay kolay gelmedi; 1980 öncesinde Türkiye'de, ne siyasî yelpaze böyleydi ne siyasî ahlak buydu ne de siyasî partilerdeki etik buydu. Önce, iğneyi biraz kendimize batırmamız lazım. 12 Eylül, Türkiye'de çok büyük tahribatlar yaptı; bunların bir bölümü aşılabilir şeylerdir, bir bölümü hazmedilebilir, zamanla unutulabilir şeylerdir; demokraside, temel hak ve özgürlüklerde, ekonomide büyük tahribatlar yapmıştır. Türkiye, demokratik açıdan çok büyük oranda, büyük zorluklarla, büyük mücadelelerle elde ettiği çok mevziyi kaybetmiştir; demokratik kazanımlarının büyük bir bölümünü kaybetmiştir; ancak, bütün bunlara rağmen, bir hükümet gelir, kısa, orta, uzun vadeli önlemlerle ekonomiyi de düzeltebilir, başka alanlarda da düzenleme yapabilir. Ama, 12 Eylül'ün yaptığı bir şey vardır ki, onun izlerini silmek çok zordur. Bence, yaptığı en büyük tahribat, bir toplumu, bir ülkeyi ayakta tutan ne kadar değer yargısı varsa, bu değer yargılarının o dönem ve onu izleyen dönemde erozyona uğratılmış olmasıdır, dejenere edilmiş olmasıdır. Türkiye'nin bugün karşı karşıya bulunduğu temel sorun, ülkemizi, ülkemizin yurttaşlarını, siyasetini, siyasî partilerini yeniden bu değer yargılarıyla donatmaktır.

Bu, zannedildiği gibi çok kolay bir iş değildir. Jean-Jacques Rousseau, yetişmekte olan bir çocuğu, bir beyaz kâğıda benzetir; doğan çocuk beyaz kâğıt gibidir, o beyaz kâğıdın üzerine ne işlerseniz, ortaya çıkan eser o olur. Toplumlar da böyledir; toplumlar, demokratik kazanımlarını, bazı mevzilerini, bazı değer yargılarını öyle çok kolay oluşturamazlar. Bizim gibi henüz demokrasi deneyimi çok az olan ülkelerde, çokpartili siyasî yaşamının yarım yüzyıla yaklaşan süreci içerisinde üç kere kesintiye uğramış olduğu bir ülkede, bu kazanımları elde etmek ve toplumu, yurttaşlarımızı, yurttaşlık bilinci içerisinde bu değerlerle donatmak gerçekten zor iştir ve ne yazıktır ki, 12 Eylül ve onu izleyen yıllarda kaybettiğimiz şey de budur; Türkiye olarak, şimdi bunu arıyoruz, Türkiye olarak, siyasî yelpazenin Türkiye'nin reel koşullarıyla bağdaşır olmasını ve reel koşullarıyla çakışır olmasını arıyoruz.

Tabiî, 12 Eylül'den sonra -yine dönüp dolaşıp söylüyorum- Türkiye'de siyaset kirletilmiştir, Türkiye'de siyaset ticarîleştirilmiştir. Bütün bu ilişkilere baktığımızda, bu ilişkiler için uygun ortam böylece oluşturulmuştur. Burada, elbette, sadece devleti bunlardan ayrı tutuyorum; "devlet" dediğim, hepimizin içinde yer aldığı koca aygıtı kastetmiyorum; ama, devletin içerisinde yuvalanan bu odaklar, bu çetelerle bu bağlar koparılmazsa, bu çeteler teşhir edilmezse, bu karanlık ilişkiler ortaya çıkmazsa, çıkarılmazsa, bunların sorumluları için gereği yapılamazsa, ne yazık ki, Türkiye, toplum olarak bu çürümeye devam edecek demektir.

12 Eylül ve onu izleyen dönemde bir başka şey yapılmıştır: Öyle anlaşılıyor ki, bütün bu çetelerin, güvenlik güçlerinden de destek aldığı açıktır, aşikârdır; çünkü, 12 Eylül sonrasında oluşturulan güvenlik güçlerinin büyük bölümü, ne yazık ki politize edilmiş ve âdeta, bir siyasî partinin, bir siyasî partinin ifade ettiği ideolojinin militanları haline getirilmişlerdir. Bunun hiç kimseye yararı yoktur -bunu kendi aramızda da söylüyorum- sola da yararı yoktur, sağa da yararı yoktur. Bir ülkede güvenlik güçleri tarafsız olmalıdır; elbette ideolojisi ve düşüncesiyle bir yurttaştır, elbette düşüncesi olacaktır, elbette sandığa gittiğinde, inandığı ideoloji doğrultusunda bir siyasî partiye oy verecektir; ama, o güvenlik güçlerinin mensupları, görevleri ile bu ideolojilerini asla birbirine karıştırmamalıdırlar. Bize -Parlamento olarak, hükümetler olarak, yürütme olarak- düşen görev, Türkiye'yi, mutlaka böyle bir güvenlik ordusuna kavuşturmaktır, bunun için gereken önlemleri acilen almaktır.

Değerli arkadaşlarım, belki sürem dolmadı; ama, şöyle bitirmek istiyorum... Kimseyi de gerçekten incitmek istemiyorum; ama, bazı şeyleri açıkyüreklilikle huzurunuzda ifade etmeyi bir görev sayıyorum. Size tavsiyem; şimdi, ortaya çıktı rapor...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Erdem, konuşmanızı tamamlayın efendim.

EŞREF ERDEM (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Raporda şu gayret var; raporda, maalesef, açıkça, bazı insanları, bazı siyaset adamlarını, bazı çevreleri, bazı odakları korumaya dönük bir gayretkeşlik var, bu nedenle de görev eksik yapılmış.

Değerli arkadaşlarıma tavsiyem; değerli arkadaşlarım, önce, mal varlığınızın hesabını verin, önce, altınlarınızın, Mercümeklerin hesabını verin. Kendi hesabınızı verin ki, başkalarından hesap sorabilesiniz. (CHP sıralarından alkışlar) Bütün bunları bir süre örtbas edebilirsiniz; ama, unutmayın ki, bu dünyanın hesabı bu dünyada görülür.

Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

ALİ OĞUZ (İstanbul) - Siz verdiniz!..

EŞREF ERDEM (Devamla) - Seçim meydanlarında göreceğiz!..

ÖMER EKİNCİ (Ankara) - Haymana'da sildim seni!..

EŞREF ERDEM (Devamla) - Seçim meydanlarında göreceğiz!

ÖMER EKİNCİ (Ankara) - Haymana'da gömdüm seni!..

EŞREF ERDEM (Devamla) - Göreceğiz...

ÖMER EKİNCİ (Ankara) - Gömdüm Haymana'da!..

EŞREF ERDEM (Devamla) - Seçim meydanlarında göreceğiz.

ÖMER EKİNCİ (Ankara) - Haymana'da sildim seni!..

EŞREF ERDEM (Devamla) - Seçim meydanlarında, daha çok İran, daha çok Cezayir'e mi bu halk destek verecek, demokrasiye inananlara mı verecek göreceğiz, göreceğiz!.. (CHP sıralarından alkışlar)

ÖMER EKİNCİ (Ankara) - Ancak gidersin, ancak!..

BAŞKAN - Sayın Erdem, konuşmanızı tamamladınız efendim.

Önerge sahibi olarak ve Oya Araslı ve arkadaşları tarafından verilen önergenin de katılımcısı olarak konuşan Ankara Milletvekili Sayın Eşref Erdem'e teşekkür ediyorum.

Şu ana kadar, Başkanlığa, önerge sahiplerinden, başka söz istemi gelmemişti.

HALİT DUMANKAYA (İstanbul) - Sayın Başkan, söz istiyorum.

BAŞKAN - Önerge sahipleri sadedinde, İstanbul Milletvekili Sayın Halit Dumankaya da söz istemiş bulunmaktadır.

Buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 10 dakikadır Sayın Dumankaya.

HALİT DUMANKAYA (İstanbul) - Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri, bizleri televizyonları başında izleyen aziz vatandaşlarım; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan evvel, Türk Ordusu, Kuzey Irak'ta, terörle mücadele etmek için canını ortaya koyup binlerce şehit verirken, pazar günü İstanbul Sultanahmet'deki mitingte PKK bayraklarının açılmasına müsaade edenleri kınıyorum.

İRFAN GÜRPINAR (Kırklareli) - Sayın Dumankaya, binlerce şehit yok; binlerce şehit var dedin de!..

HALİT DUMANKAYA (Devamla) - Bu terörle mücadelede binlerce şehit vardır; sayılarını, herhalde, İçişleri Bakanlığından ve ordunun yetkililerinden alabilirsiniz.

Değerli arkadaşlarım, şunu hemen belirtmek istiyorum ki, hazırlanan bu raporun cesametine baktığınız zaman, gerçekten, tam, içi bilgilerle dolu, bu çeteleri yakalamış bir rapor olarak görürsünüz; ama, üzülerek ifade etmek istiyorum ki, içine baktığınız zaman, elinizde, sadece içi boş bir kitap kalmaktadır.

Susurluk çetesiyle ilgili, kamuoyu, basınımız çok büyük duyarlılık göstermiştır. Bu Susurluk çetesiyle ilgili olayları bir araştırıp, basından dokümanları alayım dediğim zaman, basınımızda çıkan yazılardan şu dosya gibi 6 tane dosya elde ettik.

Anavatan Partisi Genel Başkanı Sayın Mesut Yılmaz, Susurluk olayının üzerine bütün gücüyle gitmiştir; kamuoyu üzerine gitmiştir, basınımız üzerine gitmiştir; ama, bu Meclisin bir üyesi olarak üzülerek ifade ediyorum ki, bu Meclis adına görev yapan Komisyon, maalesef ama maalesef, iktidar kaygılarıyla, gerçek bir netice elde edememiştir. Raporu okudum, sonuç bölümünü aradım; ne diyor rapor -değerli arkadaşlarım, okumayanlar bunu okusun- sonuç bölümünde hiçbir şey yok. Bir tek şey var, o da olmasa, Anavatan Partili komisyon üyesi arkadaşlarımın muhalefet şerhi olmasa, bu Susurluk raporu, âdeta, bu olayın, bu çetenin üzerini büyük bir şalla örtmüştür, siyah bir şalla örtmek için, âdeta, çetelere teslim olunmuştur.

Değerli arkadaşlarım, ekonomi bozuktur, bir şey demiyorum; millet kan ağlıyor, ekmek alamıyor, susuz, aşsız yaşıyor; ama, ondan korkmuyorum. Ekonomiyi düzeltiriz, beş senede düzeltiriz; ama, ahlak bozulmuştur. Bu ahlakı elli senede düzeltmemiz mümkün değildir. Devlet geleneği bozulmuştur. Bakınız, devletimiz, çetelere teslim olmuştur değerli arkadaşlarım. Çeteler, devleti âdeta bu raporla teslim almıştır; değil bu çetelerin üzerini açmak, çetelere devlet teslim edilmiştir değerli arkadaşlarım. Bugün, çeteler, devlete öyle hâkim olmuştur ki, ister arsa mafyasından alın, ihale mafyasından alın, ister, işte, parti, gazeteleri basmak; Flash TV'yi ele alın. Değerli arkadaşlarım, bir arkadaş telefon etti, bir arkadaş da yüzüme söyledi: "Ben DYP'liyim; İstanbul'daki Flash TV baskınını DYP'nin yöneticileri yaptı" dedi; inanmadım...

İSMET ATTİLA (Afyon) - ANAP'lı DYP'liler!..

HALİT DUMANKAYA (Devamla) - İnanmadım... Bak, inanmadım; ama, şöyle söyledi: İstanbul Beyoğlu'nun ortasında polislerin olduğu bir yerde -ve üzülerek ifade etmek istiyorum, yine inanmak istemiyorum- olayı yapan o elebaşı kişi, ilgili bakanla elele tokuşturmuş "iş tamamdır" demiş.

Değerli arkadaşlarım, şu anda içeride olanlar taşeronlardır. Eğer, devletin içerisinde bu şekilde çetelere, bu şekilde yolsuzluklara müsaade edilirse, bir gün, bu, ona müsaade edenlere döner değerli arkadaşlarım.

Şimdi, ne yapılmıştır: Bu rapor "çete var" diyor...

TAHSİN IRMAK (Sıvas) - Çete sensin.

HALİT DUMANKAYA (Devamla) - ... "suçlu var" diyor, "suç var" diyor; ama, suçluyu bulamıyor; esas mesele, bu Meclisin suçluyu bulması.

Araştırma komisyonunun görevleri vardır; İçtüzükte, Anayasamızda, araştırma komisyonunun yetkileri bellidir. Öncelikle, Komisyon Başkanı arkadaşım, hemen, o yetkilerinin çok üzerinde, bazı kurumları, bazı kuruluşları tahkir etmiş; ama, şimdi şikâyet ediyor ve "çağırdık, gelmedi" diyor; kim gelmedi; Genelkurmay Başkanı gelmedi; "bilgi istedik, vermedi", kim vermedi; Millî İstihbarat Teşkilatı vermedi.

Değerli arkadaşlarım, eğer, doğru düzgün bilgi istenilse, tahkir etmeden doğru düzgün yazılar yazılsa, bu bilgileri bu Meclise vermek zorundadır. Çünkü, bu Meclisin üzerinde bir başka güç yoktur; ama, Meclis görevini yapmalıdır.

Değerli arkadaşlarım, buraya nereden geldik: Bir sürü yolsuzluk oldu; eğer, o yolsuzlukların üzerini kapatmasak, eğer, o yolsuzluk yapanları, bu komisyonlar, bu Meclis, bu İktidar partileri 7'ye 8 aklamamış olsaydı, bugün bu çeteler bu hale gelmezdi, bu çetelere bu ülke teslim edilmezdi.

Değerli arkadaşlarım, bu Komisyona Anamuhalefet Partisi Lideri Sayın Mesut Yılmaz çağrıldı; kendisiyle ilgili davete de icabet etti, bu Komisyonun davetine de icabet etti. Doğalı budur; eğer bir kişi suçlanıyorsa veya onun bilgisinden istifade edilecekse, o gelip, bu Meclisin komisyonunda hesap vermelidir, bilgileri vermelidir. Komisyon toplanıyor, karar alıyor... Bakınız, bu ifadelerin birçoğunda, birçok yerinde, Sayın Özer Çiller ile Sayın Tansu Çiller'in isimleri geçiyor. Ayrıca, bu olay olmadan evvel, "Çiller Özel Örgütü" diye, şöyle bir kitap da yayımlanmış.

Değerli arkadaşlarım, bu olaylar olmadan, aynen bu kitapta var. Dolayısıyla, elbette ki bu Hükümetin ortağı Başbakan Yardımcısı bu Komisyona gelip hesap vermeliydi.

TAHSİN IRMAK (Sıvas) - Kitabı yazan kim?

HALİT DUMANKAYA (Devamla) - Komisyon bu yönde karar aldı, çok sevgili dostum Sayın Elkatmış, rahatsızlığını bahane ederek, memleketine gitti, bu davet yazısını imza edemiyor. İkinci Başkan var; ona da ettirmiyor ve bakıyorsun...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Dumankaya, konuşmanızı tamamlayın efendim.

İSMET ATTİLA (Afyon) - O kitabı kim yazmış Sayın Dumankaya?

HALİT DUMANKAYA (Devamla) - Bakıyorsunuz ki, burada engelleniyor. Ondan sonra, Komisyon toplanıyor; Tansu ve Özer Çiller'in ifadesine lüzum kalmıyor. Gerekçe ne; gerekçe zaman eksikliği.

Değerli arkadaşlarım, rapora bakıyorsun; eğer zaman eksikse, o zaman, İçtüzüğümüzün 105 inci maddesinin ikinci fıkrası vardır; bize, yeni bir komisyon kurulması için imkân veriyor. Raporda böyle bir istek de yoktur. Demek ki, eğer zaman yetmiyorsa, yeni bir komisyon kurulur, 4 ay daha çalışma yaptırılır.

Değerli arkadaşlarım, buradaki zaman şudur: 4 aylık süre dolmuştur, yeni İçtüzüğe göre de yeni komisyon kurulabilir; bu rapor onu isteyebilir; Petrol Ofisi olayında kurduk.

NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - Yok efendim!

HALİT DUMANKAYA (Devamla) - Eğer yeni İçtüzüğü okursanız, o zaman hemen itiraz etmezsiniz.

Değerli arkadaşlarım, bu raporla istenen netice alınmamıştır. İktidar partileri, nasıl ki, TOFAŞ'ı, TEDAŞ'ı, mal varlığını, örtülü ödeneği kapattılarsa, bu raporla da, bu olayın üzerine hem de simsiyah bir şal, kara bir şal örtülmüştür.

Değerli arkadaşlarım, buradan teklif ediyorum, bu Komisyonun süresi uzatılmalıdır, İçtüzüğümüze göre yeni bir komisyon kurulmalı, bu olayların üzerine gidilmelidir. Eğer bu olayların üzerine gidilmezse, işte o zaman... Bakınız, bugün Hürriyet Gazetesinde okudum...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Dumankaya, konuşmanızı tamamlayın efendim.

HALİT DUMANKAYA (Devamla) - Bir milletvekilimiz çeteler tarafından tehdit ediliyor. Milletvekilleri evlerinde rahat oturamaz... İşte, bu çeteler işi azıtmış, milletvekiline "sen bana niçin sert baktın; işte, seni şöyle şöyle yaparız..."

Değerli arkadaşlar, İtalyan savcı Türkiye'ye gelmişti. Bakınız, İtalya'da bu örnekler çok olmuştur; ama, hükümette olanlar, iktidarda olanlar eğer kararlı bir şekilde bu olayların üzerine gitmez ise, bu olaylar çözülmez. Bakın, kısaca ne diyor: Türk insanının temiz ve adil toplumu hak ettiğini vurgulayan Marini "ama, böyle bir toplum elde edebilmek için, sürekli savaş vermek durumundasınız" dedi. Marini, sözlerini şöyle sürdürdü...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Son cümlenizi ifade edin.

HALİT DUMANKAYA (Devamla) - ..."iktidarda olanlar, siyasî kişiler, bu çeteleri korumaları altından ne zaman çıkarırlarsa, işte o zaman bu çeteleri yakalayacaklardır, bu çeteleri kurutacaklardır."

Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Önerge sahibi olarak konuşan İstanbul Milletvekili Sayın Halit Dumankaya'ya teşekkür ediyorum.

Önerge sahipleri adına başka söz istemi?.. Yok.

Gruplar adına yapılacak konuşmalara geçiyoruz.

Değerli milletvekilleri, daha önce Genel Kurulumuzda alınan karar gereğince, gruplar adına konuşma süresi 30 dakikadır.

İlk olarak, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İçel Milletvekili Fikri Sağlar.

Buyurun Sayın Sağlar. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi ve şahsım adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, böyle önemli bir konuyu Meclise getiren Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyelerine ve dört aylık süre içerisinde özverili çalışmalar yapan komisyon üyelerine candan teşekkürlerimi bildirmek istiyorum.

Üyesi bulunduğum Komisyonumuzca hazırlanıp, bugün bilgilerinize sunulan ve "Susurluk" adıyla tarihimize ve kamuoyuna mal olan dosya, aradan geçen 205 güne, gündemden kaldırılma ve unutturulma çabalarına karşın unutulmamıştır; çünkü, olayların çözülmesini isteyen halkımız kararlıdır, takipçidir, unutmayacaktır ve unutturmayacaktır.

Komisyonumuzun hazırlamış olduğu rapor, önemli olmakla birlikte, ciddî eksiklikler taşımaktadır. Bu rapordan, yasadışı örgütlere ve olaylara ilişkin olarak bir tablo ortaya çıkmıştır. Ancak, bu tablo doğrultusunda yeterli sonuca ulaşılamamıştır. Bunun nedenleri, çalışma yönteminin tespitinde yapılan yanlışlıklar ve diğer önemli husus da Komisyonumuza yeterli bilgi ve belgelerin ulaşamamış olmasıdır. Komisyonumuza bilgi ve belge akışındaki engellerin nedeni ise, iktidar ortakları arasında, bu konudaki pazarlıkların olmasıdır. Aynı şekilde, Komisyonun yaptırım gücünün olmayışı, yetkilerinin sınırlı olması bir başka faktör olarak ifade edilebilir.

Bu anlamda, bundan sonra oluşturulacak komisyonların yetkilerinin, yeniden belirlenerek, artırılması bir zorunluluk olacaktır. Bu, aynı zamanda kamuoyunun da büyük bir sabırsızlık ve umutla beklediği bir girişimdir.

Dört aylık zaman içerisinde elde ettiğim bilgiler ışığında, daha önce raporun ekinde sunduğum görüşleri burada bir kez daha tekrarlamak istemeden, düşüncelerime ek olarak, bazı bilgileri özetle vermek istiyorum. Yapmak istediğim, bu olaylara karşı yeni boyut getirmek ve oluşan yargılara, bugüne kadar takınılan tavır ve özellikle siyasî partilerin gelişmeler içerisinde nasıl bir konum aldıklarını irdelemektir. Ancak, yine de, hafızaları tazelemek üzere, bazı olaylara göz atmakta yarar olduğuna inanıyorum.

Bildiğiniz gibi, 3 Kasım 1996 tarihinde Susurluk'ta bir trafik kazası oldu. Bu kaza sonucunda, Doğru Yol Partisi Urfa Milletvekili Sedat Bucak, Polis Şefi Hüseyin Kocadağ ve başta Bedrettin Cömert'in öldürülmesi, Bahçelievler Katliamı ve Avrupa'da uyuşturucu kaçakçılığı suçlarından Türkiye ve Interpol'ce aranan Abdullah Çatlı ve Gonca Us adlı şahıslar olmak üzere ilginç bir birliktelik günışığına çıktı. Bunun ardından yapılan soruşturma ve incelemeler bu birlikteliğin boyutu ve faaliyet alanının hayli geniş olduğunu ve tarihin epeyce geçmişe dayandığını gösterdi. Böylece, Türkiye, mafya - siyaset - polis oluşumu olarak tanımlanan yasadışı bir örgütlenmeyle karşı karşıya olduğunu anladı.

Sayın milletvekilleri, bu örgütün izlerine, Türkiye'nin, NATO'ya girmesinden sonra, 1952 yılında kurulan Seferberlik Tetkik Kuruluyla birlikte rastlamaktayız. Tüm NATO ülkelerinde gladyo veya kontrgerilla diye bilinen bu örgüt, daha sonraları Özel Harp Dairesi ve Özel Kuvvetler Komutanlığı adıyla anılmaya başlanmıştır.

Bu örgüt, NATO ve Amerika Birleşik Devletlerinin antisolculuk hedefi doğrultusunda, bulundukları ülkelerde, sol hareketlere karşı, kendisine bağlı sivil, yarı sivil örgütlenmelere de girişmiş veya var olan örgütlere sızma şeklinde eylemlerini geliştirmiştir.

Türkiye'de ise, bu olgu, önce komünizmle mücadele derneklerini yönlendirerek gerçekleştirilmiştir. Bu dernekler vasıtasıyla "kanlı pazar" gibi birçok provokasyonlar tertiplenmiştir. Daha sonraları, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisinin yönetim değişikliğiyle girilen süreçte, kurulan ülkücü kamplarında, benzer amaçlar için militan yetiştirilmeye çalışılmıştır. 1970'lere gelindiğinde, zamanın Genelkurmay Başkanı Memduh Tağmaç'ın yaptığı "sosyal gelişme ekonomik gelişmenin önüne geçmiştir" tespiti doğrultusunda gelişen halk muhalefeti ve gençlik hareketlerini bastırmaya yönelik provokasyonlara girişilmiştir. Marmara yolcu gemisinin batırılması, İstanbul Kültür Sarayı yangını gibi olayların yanı sıra, sol örgütlere sızdırdıkları ajanları vasıtasıyla, demokratik hak arayışı hareketlerini, haklı ve meşru zeminlerinden uzaklaştırıp, bireysel teröre çekme girişimleriyle, sonu, 12 Mart darbesine varan gelişmeler oluşturulmuştur.

12 Mart darbesiyle, halk muhalefetine ve sol harekete ciddî hasarlar veren bu örgüt, darbe sonrası daha da gelişmiş olarak karşımıza çıkmaktadır. Tabiî ki, gelişmişliği oranında da gerçekleştirdiği faaliyetler, büyük, kapsamlı ve çok boyutlu ilişkilere dönüşmüştür.

Komisyona verilen bilgilerde, devletin gizli örgütlerinin, gençleri kullandığı; hatta, sağ ve sol görüşlü öğrencilerin aynı silahla öldürüldüklerinin bilindiği ve bu olayların devam etmesinin sağlandığı açıkça ortaya çıkmıştır.

Çorum, Maraş, Sıvas gibi kitle katliamları, 1 Mayıs 1977, 16 Mart 1978 gibi katliamlar, hep direkt veya dolaylı olarak, bu yasadışı örgütlenmenin imzasını taşımaktadır.

Bu oluşumun varlığı, ilk kez, Sayın Bülent Ecevit tarafından dile getirilmiştir; ancak, aynı örgüt, Sayın Bülent Ecevit'e birden fazla suikast girişiminde bulunmasına rağmen, ne o zaman ne de günümüze değin, açığa çıkarılması için herhangi bir çalışma yapılmamış ve siyasî irade gösterilememiştir.

Bu örgütün, 12 Eylül öncesinde gerçekleştirdiği eylemlerde, özellikle, ülkücü kesime mensup bazı kişileri kullandığı bir gerçektir. Komisyonumuza ifade veren Korkut Eken ve başkaca kişiler de bu hususu dile getirmişlerdir.

Bunun bir başka kanıtı da, bizzat 12 Eylülün bazı generalleri tarafından itiraf edildiği gibi, darbe kararı çok önceden alınmış olmasına rağmen, darbe şartlarının daha da olgunlaşmasının beklendiğidir.

Bu itirafın anlamı, daha çok kan dökülmesi, kardeş kavgasının daha kızışmasıdır. Yani, bu itiraf, aslında vatana ihanetin de bir kara belgesidir. Yani, aynı şekilde, darbe şartlarının olgunlaşması için, başta Abdullah Çatlı ve benzerleri olmak üzere, birçok kişinin devlet koruması gördükleri, bugün tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilmiştir.

12 Eylül darbesini, ülkesine "bizim oğlanlar başardı" diye ileten CIA'in istasyon şefi Paul Henze'nin bu mesajından çıkan bir başka sonuç da, 12 Eylül darbesinin yabancı bir ülkenin istihbarat örgütü elemanlarıyla içlidışlı olarak odaklandırıldığı gerçeğidir.

Bu istihbarat örgütünün 12 Eylüle geliş sürecinde kullandığı unsurların, kendileri içeride, siyasetleri iktidarda olan iki partiye mensup kişiler tarafından seçildiği de, bugün artık gizlenemeyecek açıklıktadır. Gerek ülkücü kesime mensup terörist ve katliam sanıklarının, 12 Eylül yönetimince, 12 Eylülden önce ve sonrasında korunup kollanmaları gerekse o dönemde şeriatçı örgütlenmelere tanınan cumhuriyet tarihinin en büyük olanakları, bu yargının en önemli kanıtlarıdır.

12 Eylülden sonra iktidara gelen ANAP yönetimi döneminde, siyaset ve ekonomi olgusuyla birlikte, yasadışı örgütlenmelerin faaliyet alanları da değişmiştir. Bugün, karşımıza devlet-siyaset-mafya birlikteliği şeklinde bir oluşumla çıkmışlardır. Bunda, Turgut Özal'ın hayalî ihracat konusundaki uygulamaları, altyapısız ve kuralsız serbest pazar ekonomisi politikaları ve ülkeye döviz gelsin de nereden ve nasıl gelirse gelsin şeklindeki anlayışı etkin olmuştur. Köşeyi dön felsefesi, tüm ahlakî değerleri yok etmiştir.

SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Artvin) - Bu olayla ne alakası var?!.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (Devamla) - Bu dönemle ilgili olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde oluşturulan Hayalî İhracat Araştırma Komisyonu raporunda, hayalî ihracat yapan firma sayısının 346 adet olduğu; ancak, bunlarla ilgili hiçbir işlem yapılmadığı gibi, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığında onaltı ay dosyaların bekletildiği belirtilmektedir.

SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Artvin) - Çeteye gel, çeteye!..

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (Devamla) - Merhum Turgut Özal imzalı, 12.11.1987 tarih ve 38680 sayılı yazıyla, tüm yetkiler Devlet Planlama Teşkilatında toplanmış; bu arada, olumsuz rapor alan 250 firmaya, tekrar teşvik verilmiştir. Bu firmaların 143'ünün tamamen hayalî ihracat yaptığı tespit edilmesine rağmen, 1984 - 1990 yılları arasında, sözü edilen firmalara 2,5 trilyon Türk Lirası teşvik verildiği belirtilmekte ve bu konuda, dönemin Başbakan ve bakanlarının sorumluluğu olduğuna işaret edilmektedir.

Aynı dönemde, ülke gündemine yerleşen güneydoğudaki savaş olgusu, temel malzemesi uyuşturucu ve silah kaçakçılığı olan yeni bir sektör ve rant alanı yaratmıştır.

SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Artvin) - Kamyona gel, kamyona!..

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (Devamla) - Koruculuk uygulaması ve hukuk devleti ilkelerinden uzaklaşılması sonucu ortaya çıkan otorite boşluğu, ciddî çıkar birliktelikleri ve çatışmalarının oluşmasına neden olmuştur. Uyuşturucu ve silah kaçakçılığı alanında oluşan büyük ranttan pay kapmak amacıyla, bazı devlet görevlileri, birtakım yeni örgütlenmelere girişmişlerdir. PKK ile mücadelenin, yasal sınırlar içerisinden çıkarılarak yapılması kararı, bu oluşuma yeni bir fırsat getirmiştir.

Başta, PKK ile ilişkisi olduğundan şüphelenilen, ama, haklarında yasal işlem yapılabilmek için yeterli delil ele geçirilemeyen kişilerin ortadan kaldırılması politikaları, çetelerin, büyük gelirler elde etmek adına fidye, haraç ve uyuşturucu kaçakçılığına yönelmelerine neden olmuştur. Bu husus, gerek Komisyonumuza ifade veren Hanefi Avcı ve daha birçok kişinin ifadelerinde ve gerekse İstanbul DGM tarafından hazırlanan Sedat Bucak ve Mehmet Ağar hakkındaki fezleke ile iddianamede de delilleriyle anlatılmaktadır.

Bütün bu gelişmeler ışığında ortaya çıkan tabloda, operasyon kadrosu 12 Eylül öncesinin terör ve katliam suçlusu ülkücü militanlar ve PKK itirafçılarına dayanan, güvenlik ve istihbarat birimlerinden bazı yöneticilerce koruma altında olan, siyasî birlikteliklere dayanan bir suç örgütünün varlığı tartışılamaz bir şekilde gözler önündedir.

Komisyonumuza ulaşan bilgi ve belgeler ile İstanbul DGM'ce hazırlanan fezleke ve iddianameler doğrultusunda, bu organizasyonlardan birinin sivil kanadının başında Korkut Eken'in, güvenlik kanadının başında İbrahim Şahin ve bağlı özel timcilerin; siyasî kanadının başında da, öncelikle Tansu Çiller ve Özer Çiller olmak üzere, Mehmet Ağar ve Sedat Bucak'ın olduğu kanaatini oluşturacak kuvvetli iddialar ve bilgiler verilmiştir.

Bu örgütlerin hem yurt içerisinde hem de yurt dışında birçok eylem gerçekleştirmiş olduğu iddiaları da vardır. Yurt dışında gerçekleştirdikleri iddia edilen eylemlerden biri, Azerbaycan Devlet Başkanı Sayın Haydar Aliyev tarafından bu kürsüde dile getirilmiştir. Bu eylem, Sayın Aliyev'e karşı girişilen darbedir ve Sayın Demirel tarafından, Cumhurbaşkanı Aliyev'e bildirilmiştir. Keza, Haluk Kırcı tarafından bir televizyon programında itiraf edildiği gibi, Yunanistan'daki ormanların yakılmasıdır.

Yurt içerisinde, başta faili meçhul olmak üzere, birçok cinayet, yasadışı örgütler tarafından gerçekleştirilmiştir. Maalesef, bu işlenen cinayetler devlet adına işlenmiş gibi gösterilmiş, kamuoyunca da öyle kabul edilmiştir. 12.5.1995 tarihli, faili meçhul cinayetler raporundaz "faili meçhul cinayetlerin nihaî amacının devleti çalışamaz hale getirmek, toplumda yılgınlık ve bezginlik yaratmak ve bu kargaşa ortamından yararlanmak olduğu" belirlemesi yapılmıştır. Son on yılda işlenen faili meçhul cinayet sayısı 5 bini geçmekte olup, bu cinayetlerin en az yarısının, Komisyon raporumuza konu olan suç örgütleri tarafından işlendiği yadsınamaz bir olgudur.

Örgütlerin finans kaynakları, uyuşturucu, silah ile kumarhane gelirleri, fidye ve haraçlardır. Aynı şekilde, bir dönem başbakanlığın örtülü ödeneklerinin de bu örgütler tarafından kullanıldığı ciddî bir iddia olarak mevcuttur.

Çetelerin, devletin silahlarını ve her türlü olanaklarını kullandığı bir gerçektir. Örneğin, Susurluk'ta kaza yapan arabada bulunan silahlar devletindir; ama, bu kişilere niçin verildiği izah edilememektedir. Aynı şekilde, arabada bulunan 22 kalibrelik Beretta, İsrail'den, Emniyet Müdürlüğü Özel Harekât Daire Başkanlığına teslim edilmesine rağmen kayıtlarda görülmemiştir. Hüseyin Kocadağ'ın ruhsatlı silahının da Zaire gizli servisine satıldığı tespit edilmiştir.

Çeteler, Silahlı Kuvvetler bünyesinde kurulduğu söylenen, ancak, resmen kabul edilmeyen JİTEM ile birlikte, özellikle güneydoğuda birtakım ortak operasyonlar gerçekleştirmiştir. Ancak, Cem Ersever ve Mustafa Deniz'in öldürülmesiyle birlikte JİTEM'in de ortadan kalktığı söylenmiştir. JİTEM adlı örgütle ilişkili olduğu söylenen başkaca isimlere ise, maalesef, değişik nedenlerle, Komisyonumuz ulaşamamıştır.

Örgütün, Kocaeli çetesi ve Yüksekova çetesi diye anılan oluşumlarla da, kimi zaman ilişki ve kimi zaman çatışmalar şeklinde organik bağlantıları olduğu tespit edilmiştir.

Örgütler, yurtdışı operasyonlarında, ülkemizin dış politik gelenekleri ve uluslararası hukuk kurallarıyla birlikte kendi yasalarımızı da çiğnemiştir. Örtülü ödenekle ilgili, dönemin bir Devlet Bakanının "açıklanırsa savaş çıkar" şeklindeki beyanatı ile bir başka Devlet Bakanının Azerbaycan'daki darbe girişimini bizzat yönlendirdiği iddiası, önemli örneklerdir. Birinci beyanattan görüleceği gibi, örtülü ödeneğin, bir başka ülke veya ülkelerle savaş çıkaracak önemli bir girişimde kullanıldığıdır. Burada, aynı zamanda, yönetici konumundaki kişilerin, ülkemizi, nasıl, tehlikelerle karşı karşıya bıraktığını bir kez daha görmekteyiz.

Yurtdışı operasyonunun perde arkasında birtakım yabancı istihbarat örgütlerinin olduğu ve örgütün finansal kaygıları yanında, bu yabancı ülke çıkarları doğrultusunda da operasyonlar güttüğü, bir başka sonuçtur. İlişkilerin uluslararası boyutunun ivedilikle irdelenmesi, bunun için gereklidir. Yurt içerisinde işlenen cinayetlerin büyük bir kısmı güneydoğuda işlenmiştir. Burada, temel kıstas, insanların etnik kökenleri olmuştur. Bu husus, Komisyonumuza ifade veren Hüseyin Oğuz'un "öldürülecek kişi, eğer, Kürt kökenli ise hiçbir uyarı yapılmadan infaz edilirdi" şeklindeki ifadelerinde görülebilir.

Başta, İstanbul, Adapazarı ve Bolu civarında işlenen cinayetlerde ise, esas olarak, çıkar çatışmaları yatmaktadır. Bunların bir kısmı politik nitelikte olmakla birlikte, büyük bir kısmı uyuşturucu pazarını ele geçirme hesapları nedeniyle işlenmiştir. Örneğin, PKK'nın finansörü olduğu iddiasıyla öldürüldüğü söylenen Behçet Cantürk adlı şahsın, basında da yer alan birinci MİT raporunda, başta Sayın Ağar olmak üzere, birçok emniyet üst düzey görevlisiyle ilişkili olduğu, hatta, İstanbul-Etiler Ulus Mahallesinde, dönemin başka üst düzey yetkilileriyle birlikte buluşmalar yapabilmek için ev kiraladığı iddiaları da vardır.

Örgütün, özellikle operasyon birimlerinin birlikteliğinin 12 Eylül öncesine dayandığı, bu birlikteliğin ideolojik nitelikte olduğu ve büyük çoğunluğunun ülkücü örgütler içerisinde yer aldığı da bir başka olgudur. Ayrıca, İstanbul DGM'nin hazırladığı iddianamede örgüt içerisinde yer alan isimlere ilişkin olarak "Birlik ve beraberliklerin tesadüflerden ibaret olmadığı, polis memurlarının bu birliktelikteki amaçlarının koruma olmadığı ve özel kasıt altında bir araya toplandıkları, bu suretle devlet tarafından muhtelif suçlardan aranan kişiler, kumarhane işletmecileri, birkısım yönetici ve siyasetçilerle, Özel Harekât Daire Başkanlığında görevli bazı polis memurlarının cürüm işlemek için teşekkül oluşturdukları ve ayrıca, Susurluk'tan önce İstanbul'da Abdullah Çatlı, Sedat Bucak ve Hüseyin Kocadağ'ın bir araya gelerek devlet malı olan; ama, kayıtları bulunmayan silahlarla yasadışı bir eylem hazırlığı içerisinde oldukları kanaatine varılmıştır" denilmektedir.

Örgüt, politik nedenlerle veya pazar ele geçirme dışında, bir de çıkarları önünde engel oluşturan kişilere yönelik eylemler gerçekleştirmektedir. Buna örnek olarak, Sağlık Bakanlığında yapılan yasadışı işlem ve ihaleleri soruşturan Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı Namık Erdoğan'ın öldürülmesi örneğini verebiliriz.

Örgütün güneydoğudaki operasyonlarında özel timci polislerle birlikte korucu ve PKK itirafçılarının kullanıldığı anlaşılmıştır. Uyuşturucu naklinde de kimi zaman PKK ile işbirliği içerisine girdikleri ciddî bulgularla karşımıza çıkmıştır. Aynı şekilde, uyuşturucu kaçakçılığının devletin resmî araçlarıyla, hatta askerî helikopterlerle yapıldığı da mahkeme zabıtlarına yansımış ve kimi faillerce itiraf edilmiş bir gerçek olarak önümüzdedir.

Türkiye Cumhuriyeti, hukuk devleti olmaktan uzaklaştırılmıştır. Faili meçhul cinayetlerin artışı devletin gücünü azaltmakta, böylece, katillerin korunabilmesini sağlayacak bir oluşum yaratılmaktadır. Özellikle, 1990'lardan itibaren artan PKK terörü, devletimizi daha büyük boyutlarda sıkıntı içerisine sokmuştur. Böylece, öncelikle, uyuşturucu geçiş yolu olarak kullanılan ülkemiz, uyuşturucu üretimi ve dağıtımını da gerçekleştirir hale getirilmiştir. Bu yolla elde edilen büyük paraların aklanması ve sistemin içerisine girmesi için yapılan zorlamalar yeni bir düzeni yaratmaktadır. Bu düzenin meşruiyeti adına yapılan düzenlemeler çağdaş hukuk devletiyle bağdaşmamaktadır; ancak, siyasetçi ve bürokratlarla birliktelik oluşturan çeteler, evrensel hukuk değerlerini çiğneyen faaliyetleri rahatlıkla gerçekleştirmektedirler. Bu fiilî olgular, daha sonra, yönetmelik, usuller ve hatta kanunlar haline gelmektedir. Özellikle uyuşturucudan elde edilen karapara, önceleri ihracat yoluyla aklanmaya çalışılmıştır. İsviçre'de Berber Yaşar ve Şekerciyan'la ilgili yapılan görüşmeler önemli bir noktadır. Bu görüşmelerin sonucunda, adım adım yeni araçlar devreye sokulmuştur. Şişirilmiş ihracat, hayalî ihracat olgusuna dönmüştür.

Sayın milletvekilleri, elde edilen uyuşturucu parası çok miktarda küçük banknotlardan oluşmaktadır. Karaparanın aklanmasını engelleyen uluslararası bankacılık kurallarına göre karaparanın varlığından ilgili banka sorumludur. Dolayısıyla, büyük miktarda küçük banknotun kaynağını, bankalar araştırmak zorundadır. Bu nedenle, bazı meslekler cazip duruma gelmektedir. Bunlar, kumarhaneler, petrol istasyonları, döviz büroları, otobüs işletmeleri gibidir.

Ülkemizde 1980'li yılların sonundan itibaren kumarhaneler açılmasına karar verilmesinin, taşıma firmalarının, petrol istasyonlarının, döviz bürolarının birdenbire çoğalmasının dikkat çekici olduğunu bilgilerinize sunmak istiyorum.

1993 yılında, Ömer Lütfi Topal'ın da katıldığı, Erivan'da yapılan toplantıda yasadışı örgütler -Rus mafyası da dahil olmak üzere- karaparalarını Türkiye'deki kumarhanelerde aklama kararı almışlardır. Bu karar çerçevesinde, Türkiye'de kumarhanelerin sayısı artmış ve dünya emsallerine göre çok para kazanır hale gelmiştir.

Değerli üyeler, uyuşturucu parası aklama yollarından biri de altındır. Dışarıdaki bankalar, külçe altının satın alınmasını bankacılık muamelesi olarak değil, mal ticareti olarak kabul etmektedirler; dolayısıyla, külçe altın alımı için kullanılan paranın kaynağına bakmazlar. Türkiye'de ise, külçe altın ithalatı ve satışı Merkez Bankası tarafından yapılmaktadır. Sayın Tansu Çiller'in Devlet Bakanı olduğu dönemde külçe altın ithalatının serbest bırakılması ve 32 sayılı kararnamede değişiklik yapılma önerisi, devrin yetkilileri tarafından karapara aklanmasında önemli rol oynar gerekçesiyle kabul edilmemişti; ancak, 1993 Ekim ayında, Sayın Çiller Başbakan olduktan sonra 32 sayılı kararname değiştirildi ve altın borsası kuruldu. Kişi ve aracı kuruluşlar, şimdi, bu borsada dışarıdan getirdikleri külçe altınları satmakta, böylece kaynağı belirsiz paralar sistemin içerisine girmektedir.

Uluslararası bankacılığın değişmez kaideleri ve karapara aklanmasını engelemekle ilgili kurallardaki titiz davranmaları, hukuk devletlerinin karaparayla mücadele etmekte kararlı olmalarından kaynaklanmaktadır. Oysa, Türkiye, karaparanın aklanmasıyla ilgili bir cennettir; çünkü, buna karşı herhangi bir ciddî önlem yoktur. Bu nedenle, Türk bankaları yabancı bankalar tarafından çok sıkı takip edilmektedir. Vakıfbank'ın Avrupa'daki şubesinin başına gelen -en son kapatılma olayı- bunların bir örneğidir.

Bunun sonucu olarak, Kuzey Kıbrıs'ta off-shore bankacılık sistemi ilgi çekici hale gelmiştir. Türk bankalarının Kıbrıs bankaları kaynaklı paralarda sorumluluğu yoktur. Bu paralar yurt dışına havale edildiğinde, herhangi bir tereddüt esnasında, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin tanınmamış olması nedeniyle gerekli yaptırımlar uygulanamamaktadır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde 21 adet off-shore banka vardır. İşin ilginç yanı, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde tek Rus direktörü ve ortağı olan banka Tarık Ümit'in ortağı ve Mehmet Eymür ile Mehmet Ağar'ın dolaylı ilişkileri olduğu iddia edilen First Merchant Bank'tır. Bu bankanın, Vatikan da dahil olmak üzere, birçok kişi ve kuruluşun karaparasını akladığı söylenmektedir.

Sayın milletvekilleri, yetkililer, ülkemizde 15 ton eroin yakalandığını belirtmektedirler. Uzmanların bilgilerine göre, yakalanan uyuşturucu, genellikle, kaçırılanların yüzde 15 ilâ yüzde 20'sidir. Bu hesaba göre, 75 ton eroin kaçırılmıştır. Eroinin hammadesinin kilosunun 15 bin mark, İstanbul tesliminin 450-500 bin mark, Almanya'da perakende satışının ise 1 milyon mark olduğu söylenmektedir. Türkiye, bu itibarla, 75 milyar marklık bir paranın işgal ettiği konumdadır; aşağı yukarı 53 milyar dolar yapmaktadır ve bu da, neredeyse, bütçemize eşittir. Bu kadar büyük bir para kimler tarafından kullanılmaktadır; ülke ekonomisine, siyaset ve sosyal yaşantısına ne şekilde etki etmektedir; ülkenin malî tablosu içerisinde ne şekilde yer almaktadır; mutlaka bunlar araştırılmalıdır. Bilinmelidir ki, bu kirli para doğrudan her yurttaşımızın yaşamını etkilemektedir.

Değerli arkadaşlarım, hukuk anlayışımız bu oluşumu saklamak, sürdürmek ve geliştirmek üzerine oturtulmaya çalışılıyor. Emniyet yetkililerinin bu işleri kimlerin yaptığını bildiklerini, hatta isimleri ve aile sayılarıyla birlikte kayıtlarında olduğunu ifade etmelerine rağmen, mevcut yasaların yakalanmalarına engel olduğunu samimî olarak itiraf etmektedirler. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türkiye Cumhuriyetinin hukuk devleti olduğunu kanıtlayacak girişimleri ivedilikle yapmalıdır; Türkiye'de bulunan tüm bankaların, toplam olarak, seneler itibariyle, yurt dışına sevk edilen ve yurt dışından getirilen banknot-döviz miktarlarını mutlaka incelemelidir. Ayrıca, mafya, uyuşturucu kaçakçılığı ve ekonomiye etkiler ile kumarhaneler ve karaparanın aklanması konularında araştırma komisyonları kurulmalıdır.

Değerli milletvekilleri, bütün bunlarla birlikte, söz konusu yasadışı örgütlenmenin devletin güvenlik ve istihbarat örgütlerini olumsuz yönde etkilediği ve hatta bu örgütlerde yaşanan yapısal çürümenin de en önemli nedeni olduğu bir başka gerçektir. Söz konusu duruma ilişkin olarak MİT Müsteşarı Sönmez Köksal'ın "devlet içerisinde kontrolsüz güçlerin varlığı, bu güçlerin bazı istenmeyen faaliyetlere yönelmesi, bu faaliyetlerde suçluların kullanılması, bu suçlar için yasadışı belgelerin temini, devlet adına yapılan işlerde büyük miktarda çıkar sağlandığı, istihbarat alanında yoğun bir şekilde çok başlılık olduğu, sınırların iyi çizilmediği, koruculuk müessesesinin yeniden yapılanması ve yapılacak operasyonların mutlaka merkezi kontrol altında olması gerekliliği" şeklindeki beyanları da, gerek güvenlik gerekse istihbarat örgütlerinin yeniden yapılandırılmasının zorunluluğunu ortaya koymaktadır. Aynı şekilde, güvenlik ve istihbarat örgütlerinin eğer yasadışı kişi ve kurumlarla ilişkilerinden kaynaklanmıyorsa, birbirleriyle iletişim ve koordinasyonlarında gerekli ve doğru bilgilendirmeleri yapmadıkları da bir başka olgudur. Buna örnek olarak; Tuncay Yılmaz'ın, Yaşar Öz'le ilgili olarak uyuşturucu kaçakçılığından herhangi bir soruşturmanın olmadığını söylemesine rağmen, söz konusu kişinin Interpolce uyuşturucu kaçakçılığından aranıyor ve hakkında Amerika'da dava açılmış olmasıdır.

Bir diğer örnek de; komisyonumuzun, Tarık Ümit'le ilgili olarak Emniyet Genel Müdürlüğüne suç kayıtlarına ilişkin yazdığı yazılara verilen cevaplardır. Bu yazılarda, Emniyet Genel Müdür Yardımcısı Adnan Eser imzalı olan, 30.3.1997 tarihinde komisyonumuza ulaşan yazı da "Tarık Ümit'in suç kaydına rastlanmadığı, herhangi bir suçtan aranmadığı" söylenmektedir. Oysa Tarık Ümit'le ilgili verilen diğer bir yazıda ise, Amerika Birleşik Devletleri Interpolünden alınan 15.9.1994 tarihli teleks yazıda, karapara aklama faaliyetleriyle ilgili olarak anılan ülkede sürdürülen tahkikatlar sırasında ortaya çıkarıldığı belirtilen 3 telefon numarasından birisinin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine ait cep telefonu numarasının olduğu ve bu numaranın First Merchant Bank Off Shore Limitet Şirketine ait olduğu, Tarık Ümit'in de söz konusu bankanın yöneticilerinden ve ortaklarından birisi olduğunun tespit edildiği, aynı olayla ilgili olarak devam eden tahkikatlarda, söz konusu bankanın diğer bir ortağı ve yönetim kurulu üyesi olan Ömür Özçelik'le ikinci dereceden akrabalık bağının bulunduğu söylenmektedir. Tarık Ümit'in ortak ve yönetim kurulu üyesi olduğu bu bankanın, daha sonra, yatırım dolandırıcılığı ve karapara aklanması ve sahte senet suçlarıyla ilgili farklı olaylar bazında Almanya, Belçika, İngiltere ve İtalya Interpollerince tahkikat konusu edildiğinin bildirildiği, bu bilgilerin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine yönlendirildiği ve son olarak da "adı geçenin halen arandığına dair kayıtlarımızda herhangi bir bilgi mevcut değildir" şeklinde traji-komik bir sonla yanıt verilmektedir. İki-üç gün arayla komisyonumuza yazılan bu çelişkili yazıların arkasından daha sonra ne çıktı biliyor musunuz; yine, Sayın Teoman Ünüsan imzasıyla gelen yazıda, anılan bankanın bir ortağının da Suudi Arabistan Prensi Faisal'ın özel kalem müdürü Butt olduğu ve Suudi sermayesinin de bu bankanın içerisinde yer aldığı ortaya çıktı. Bu ilişkiler içerisinde kimlerin yer aldığını varın siz artık düşünün! Bu karmaşayı hep birlikte çözmeliyiz.

Sayın milletvekilleri, güvenlik ve istihbarat birimlerinin bu keşmekeşliği, yasadışı işler ve çelişkili enformasyon birikimi, ülke güvenliğinin ne kadar gayri ciddi ellerde olduğunu göstermektedir. Bu ülkenin emniyet genel müdürünün bile emniyeti yoktur; çünkü, bir gece ansızın emniyet genel müdürü kapıdan çıkar.

Bütün bunların ışığında, güvenlik ve istihbarat birimlerinin yeniden yapılandırılması bir zorunluluktur ve mutlaka denetim mekanizması kurulmalıdır.

Güneydoğuda ciddî sorunların kaynağı olan ve gelecekte büyük tehlikelere neden olabilecek koruculuk uygulaması derhal sona erdirilmelidir.

Özellikle GAP Bölgesinde, adil ve ciddî bir toprak reformu gerçekleştirilmeli ve bölgedeki feodal yapı tasfiye edilmelidir.

Yasadışı örgütlenmelerin oluşum nedeni olan Kürt sorunu, demokratik hukuk devleti ve barışçıl çözüm yöntemleriyle, vakit geçirilmeden bir sonuca bağlanmalı ve bölgedeki yasadışı örgütlenmelere kaynaklık eden hukukdışı yapılanmalar ve uygulamalar ile ekonomik, sosyal ve kültürel dengesizlikler ortadan kaldırılmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Sağlar, konuşmanızı tamamlayın efendim.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (Devamla) - Bütün bunlarla birlikte, bu yasadışı örgütlenmelerde son siyasî sorumluluk Tansu Çiller, Mehmet Ağar ve Sedat Bucak'tadır. Bu kişilerle ilgili Anayasa ve İçtüzük gerekleri uygulanırsa, bundan önceki örgütlerin ve onlarla ilişki içerisinde bulunan siyasilerin, geriye doğru eylem ve isimleri ortaya çıkacaktır.

Hiçbir yetkisi olmadığı halde, devletin sırlarına sahip olmaya çalışması ve eşine ait yetkileri kullandığı iddiaları nedeniyle, Özer Uçuran Çiller hakkında yasal soruşturma açılması için cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunulmalıdır.

"PKK'ya yardım eden de, dağdakiler gibi işlem görecektir ve biz, onları biliyoruz" şeklinde bir açıklamada bulunduktan sonra, art arda gelen faili meçhul cinayetler ve sürekli, olaylar sonrasında "terörün belini kırdık" açıklamaları, bu olaylarda bilgi sahibi olduğu kanaatini oluşturmaktadır. Ayrıca, devlet güvenlik mahkemesi iddianamesinde sanık konumunda olan Mehmet Ağar'ın, önce Emniyet Genel Müdürlüğü, daha sonra da Adalet ve İçişleri Bakanı yapılması nedeniyle, Sayın Tansu Çiller hakkında, ivedilikle Meclis soruşturması gerekmektedir. Ayrıca, meydanlarda yapmış olduğu konuşmalardan sonra hedef gösterdiği bazı televizyon ve gazetelerin saldırıya uğramaları nedeniyle de, Sayın Çiller'in, ağır tahrikten dolayı hakkında yasal işlem başlatılması için suç duyurusunda bulunulmalıdır.

Uyuşturucudan elde edilen kara paranın yoğunluğu hepimizin malumudur. Burada, Doğru Yol Partisi eski milletvekili ve Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonu Başkanı Sayın Sadık Avundukluoğlu'nun "Sayın Çiller'in malvarlığının patlaması, yeraltı gelirlerine dayanmaktadır" iddiası, Almanya'daki yargıçların iddiası ve...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Sağlar, konuşmanızı tamamlayın efendim.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (Devamla) - Bitiriyorum efendim.

...Kanada'da yakalanan uyuşturucu kaçakçısının üzerinden çıkan Başbakanlığa ait telefon numarası, Çiller ailesinin yurtiçi ve yurt dışında sahip olduğu malvarlıklarının kamu vicdanında açıklanamayan kaynakları ve bütün bunlarla ilgili, Çiller ailesi hakkında devletin ilgili kurumlarınca araştırma yapılması gereği ortaya çıkmaktadır. Buradan, Sayın Cumhurbaşkanına çağrıda bulunuyorum: Devlet Denetleme Kurulunu devreye sokmalıdır ve ailenin kaçmasına engel olacak tedbirler şimdiden alınmalıdır. (CHP ve DSP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, saymaya çalıştığım ve huzurunuza getirilen komisyon raporunda da açıkça görüldüğü üzere, Susurluk olayı, dört ay gibi bir süre içerisinde çözülemeyecek bir olaydır; ama, bir pencere açılmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu pencerenin açılmasında çok büyük katkıda bulunmuştur; bunun için de, saygın bir durumdadır. Şimdi, yeniden, benzeri komisyonların kurulmasıyla saygınlığını devam ettirecek işlemi yapmalıdır.

Yüce Meclisimizin değerli ve sorumlu üyelerinin, bu anlayış içerisinde, verilecek olan önergeleri kabul edeceğini ve yeni komisyonlarla, araştırmaların ve soruşturmaların yapılmasına izin vereceğine inanıyorum; hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. (CHP ve DSP sıralarından alkışlar)

MEHMET KEÇECİLER (Konya) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan İçel Milletvekili Sayın Fikri Sağlar'a teşekkür ediyorum.

Sayın Keçeciler, bir isteğiniz mi var?

MEHMET KEÇECİLER (Konya) - Sayın Başkan, Sayın Sağlar, konuşması sırasında, Anavatan Partisi döneminde hayalî ihracat yapıldığı intibaını veren cümleler sarf etti. Aslında, bu konu, 19 uncu Dönemde Meclis soruşturması haline getirilmişti. Sayın Sağlar'ın partisinin iktidarda olduğu bir dönemde, Anavatan Partisinin muhalefette, azınlıkta olduğu bir dönemde...

SABRİ ERGÜL (İzmir) - Selamet Sitesine siz izin verdiniz bakan olarak.

YUSUF EKİNCİ (Burdur) - Dinle!.. Dinle!..

MEHMET KEÇECİLER (Konya) - ... Mecliste, hiçbir Anavatan Partili siyasetçinin itham edilmesine imkân olmadığı şeklinde bir karara varılmıştı; zabıtların bu şekilde düzeltilmesi için, yerimden arz ediyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Keçeciler.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Fikri Sağlar'ın konuşmasıyla ilgili olarak, bazı milletvekili arkadaşlarımız tarafından, sataşma gerekçesiyle söz istemleri bulunmaktadır; Sayın Mehmet Ağar da, bu konuda yazılı bir başvuruda bulunmuştur; ancak, bu konudaki kararımı, tutanakları değerlendirdikten sonra vereceğim.

Şimdi, görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Gruplar adına ikinci söz sırası Anavatan Partisi Grubunun.

Grup adına, Sinop Milletvekili Sayın Yaşar Topçu konuşacaktır.

Buyurun Sayın Topçu. (ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın Topçu, daha önce alınan karar gereğince, konuşma süreniz 30 dakikadır.

ANAP GRUBU ADINA YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; şahsım ve Grubum adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Arkadaşlarımızdan, bu kadar kalın, yüzlerce sayfayı ifade eden raporu okuyabilenler, tümünü okuyabilenler oldu mu bilemiyorum; muhalefet şerhleriyle, alternatif raporlarıyla inceleme imkânı olanlar oldu mu bilemiyorum; ama, meseleyi, bizi burada dinleyen değerli arkadaşlarımıza ve hatta, televizyonlardan seyreden vatandaşlarımıza, biraz özetleyerek ve konuyla ilgili bir lokalize konuma getirerek anlatmak istiyorum.

Sayın Sağlar'ı büyük bir dikkatle dinledim, komisyon raporunda da, söylediği şeyler yazılıdır; bir kısmına Sayın Keçeciler cevap verdi. Bu tür olayları -devletin içerisinde yapılanmış bu tür olayları- toplumun her kesimine yayarak ya da toplumdaki genel ahlakî zaafa, çürümüşlüğe bağlayarak meseleyi herkese doğru genişletirseniz, her tarafa doğru genişletirseniz, bu işlerin içerisinden çıkamazsınız; sonunda, işte, yapanların yanına kâr kalır.

Komisyon raporunun hiç değilse sonuç bölümünü dinleyen arkadaşlarımız, olayların komik izahlarıyla karşılaşmışlardır. Efendim, bu olaylar Papatyalar hareketinden başlamış ya da hayalî ihracattan başlamış... Şimdi, beyler "Susurluk olayları" diye adlandırılan bu çete olaylarının içerisinde hayalî ihracat yapmış ya da o dönemde "Papatya" denilen bir kişinin ismi geçmiş mi; hayır. Peki, bunu başka şeylere de yayarsınız, götürürsünüz, daha yüzlerce, binlerce kişilere doğru yayabilirsiniz, götürebilirsiniz. Götürdüğünüz zaman ne olur; o zaman bu, bir topluma mal olmuş, devletle hiç alkası olmayan, koskoca bütün bir milleti kapsamış, bizim âdeta ahlakî bir zaafımızı ortaya koyan bir araştırma neticesine döner. Bunu kabullenmek mümkün değil; bu, olayı, bana göre gölgelemek anlamına gelir. Bizim zaten komisyon çalışmalarının son dönemlerinde, -iki arkadaşımızın- bendeniz ve diğer değerli arkadaşım Metin Öney'in komisyondan çekilişimizin altında yatan sebeplerden bir tanesi bu eğilimdir.

Bana göre olay, daha doğrusu bize göre olay, bir sağ-sol meselesi de değildir. Beyler, ahlaksızın sağı solu olmaz, hırsızın da sağı solu olmaz, namussuzun da sağı solu olmaz; namussuz namussuzdur, hırsız hırsızdır, ahlaksız ahlaksızdır. Bunu, sağ şöyle yaptı, sol böyle yaptı yerine, kimler yaptı; hangi kesimden olursa olsun -sağdansa sağdan, soldansa soldan veya başka bir kesimdense başka bir kesimden- onun üzerine gitmek, onun yakasına yapışmak ve meseleyi doğru teşhis etmek gerekirdi.

Şimdi, bakın, ben, isterseniz size, Susurluk olayının, şimdiye kadar toplumda hiç söylenilmeyen bir yönünden başlayayım. Susurluk olayı, o zamanki İçişleri Bakanı Sayın Ağar'ın istifasına neden olan, "basit bir trafik kazası" denilen olayda halkın dikkatini çekip, Parlamentonun dikkatini çekip bu araştırmanın açılmasına neden ne idi; otomobilin içerisinde bulunan 4 kişiden bir tanesinin Emniyet Müdürü, bir tanesinin geçmişteki olaylardan kırmızı bültenle de aranan bir kişi, bir tanesinin de milletvekili ve aşiret reisi olmasıydı; değil mi? Ben size başka niteliklerini söyleyeyim; olaya şöyle de bakabilirsiniz: Orada vefat eden Abdullah Çatlı, geçmişte Ülkü Ocaklarının İkinci Başkanı, orada vefat eden Emniyet Müdürü denen Hüseyin Kocadağ da, Pol-Der'in öncülerinden; biri soldan, biri sağdan.

RECEP MIZRAK (Kırıkkale) - Doğru.

YAŞAR TOPÇU (Devamla) - Tabiî, tabiî. Hüseyin Kocadağ, solun önde gelenlerinden, bir diğeri de, devlet yanlısı olduğu söylenen bir aşiretin reisi ve milletvekili. Haydi, şimdi, buradan bakın. Buradan baktığınız zaman, böyle bir olayda, en soldaki bir kişiyle en sağdaki bir kişiyi, aynı eylemin, aynı hareketin içerisinde görebiliyorsunuz. Demek ki, olayın teşhisini doğru yapabilmek için, meselelere belli gözlüklerle bakmak yerine, devlet açısından, toplum açısından, ahlak açısından ve en önemlisi hukuk devleti açısından bakmak gerekir.

Şimdi, Susurluk Komisyonuna yüzlerce müracaat gelmiştir, ihbarlar gelmiştir. Komisyon Başkanımız muhtelif yerlere yazılar yazarak, çete faaliyetleriyle ilgili devlette görülen ne kadar dava, araştırma, soruşturma varsa, bunları istemiştir. Bunlardan bir tanesi, Söylemezler çetesiydi; zaten, geçmişte, Değerli Genel Başkanımız Sayın Yılmaz'ın Başbakanlığı döneminde el atılmış ve soruşturmaya başlanmıştı. Bir tanesi Yüksekova çetesi, Hadi Özcan çetesi, Sakarya çetesi... Böyle gidiyor, bir sürü çete. Peki, Susurluk çetesi dediğimiz olay bunlardan farklı mı; evet, bunlardan farklı. Susurluk olayı, bütün bu çete faaliyetlerinden farklı; zaten, üzerinde duruşumuzun sebebi odur.

Neresinden farklı Yaşar Bey; şurasından farklı: Bütün diğer çete faaliyetlerinin devlette uzandığı nokta, yani, devletin içerisinde gidebildiği nokta, en nihayet bir emniyet müdürü. Bir emniyet müdürüne geliyor ve orada duruyor -bağlar açısından, ilişkiler açısından söylüyorum- yukarı gidememiş veya eğer Silahlı Kuvvetlerde bir bağlantısı varsa, binbaşı, yarbay seviyesinde, oradan yukarı çıkamamış; ama, Susurluk'ta... Susurluk'ta bütün bu seviyeleri aşmış ve devletin siyasî tepelerine doğru yürümüştür. Zaten, Türk kamuoyunun da büyük bir dikkatle ve ısrarla bu olaya önem vermesi, her yerde bağırması, yürümesi, ışık söndürmesi ve en önemlisi "aman ha, bu olay kapanmasın, bu olayın üzerine gidin, bu olayı kapatacaklar" endişesi, olayın siyasî boyutunun halk tarafından sezilmiş olmasından kaynaklanıyor. Daha henüz bu araştırma tamamlanmadan, halkımız, bu denli bir organizasyonun, yukarıyla bağlantı olmadan yürütülemeyeceğini, yapılamayacağını sezmişti; bütün bu feryatların sebebi oydu.

Peki, ne yapılması lazımdı? Bence, Parlamento, böyle bir araştırmayı açmakla, halkın bu büyük tepkisine güzel bir cevap vermişti; yalnız, bu cevap bana göre yeterli olmadı. Şundan olmadı: Şimdiye kadar olanların aksine, bu olayların ortaya çıkarılabilmesi için, aşağıdakilerin, astların üstleri soruşturması gerekiyor. Astların üstleri soruşturması mümkün değil; soruşturamıyor, araştıramıyor, üzerine gidemiyor. Zaten, bugüne kadar -devlet açısından söylüyorum- Susurluk olaylarıyla ilgili araştırma ve soruşturmalara baktığınız zaman, sadece polisin polisi, müfettişin müfettişi, memurun memuru -kendi seviyesinde- soruşturduğunu göreceksiniz; bilemediniz, emniyet müdürü seviyesinde soruşturduğunu göreceksiniz; onun üzerine çıkması mümkün değil; önü baştan kesilmiş.

Şimdi, basit bir trafik kazası gibi görünen -ilk baştakini söylüyorum- ya da öyle gösterilmek istenen kazanın hemen akabinde, evvela Sayın Ağar İçişleri Bakanlığından istifa ettirilmiş. Canım, bu, basit bir trafik kazasıysa -akşama kadar, Türkiye'de, en az 30 trafik kazası oluyor, en az 30 kişi ölüyor, belki 100 trafik kazası oluyor, yılda binlerce oluyor- İçişleri Bakanını değiştirecek değiliz ya; trafik kazaları olağandır, olur. Peki, burada niye böyle bir şey çıktı; birden bire yukarıdakiler telaşa kapıldı. Neyin telaşına kapıldı; bu işin diğer ipuçları ortaya çıkarsa, burada olayı durdurmuş olalım, önünü kesmiş olalım kanaatine ya da hükmüne vardılar. Sayın Ağar'ın, bana göre, istemeye istemeye İçişleri Bakanlığından çekilmek zorunda bırakılışının altında yatan gerçek neden budur.

Şimdi, geliyorum olayın diğer boyutuna: Bu olayın içerisinde ismi geçenlerin, 1980 öncesindeki anarşi içerisinde yer aldıkları ya da isimlerinin oralara karıştıkları doğrudur, 1980 sonrasında birtakım olaylara karıştıkları da doğrudur.

Ben, sizin bilginize bir şey daha arz edeyim; hepimizin bildiği şeyler; ama, tekrar etmiş olayım: Beyler, zaten, dünyanın birçok ülkesinde mafya vardır. Mafya, netice itibariyle, güvenlik güçlerinin alt birimleriyle işbirliği yapar ve olur. Ha, şunu da kesinlikle söyleyeyim: Zaten, -Türkiye'de, önde gelen bir mafya babası olarak tanınan Sayın Dündar, komisyona verdiği ifadede de bunu teyit etti- bir ülkede, güvenlik birimleriyle işbirliği yapmadan bir mafyanın yaşaması mümkün değildir, hiçbir şekilde mümkün değildir. Sayın Dündar, mafya babası olarak tanınan zat, geldi, Komisyona dedi ki: "polis, isterse, bizi dizlerimizin üzerinde yürütür, göz açtırmaz." Doğrudur; çünkü, bu kadar büyük suç örgütlerinin içerisindeki insanların, silah taşımaları, hem de ruhsatlı silah taşımaları, birçok kişinin suç işlediği biline biline, sabıkalı olduğu biline biline, göremeyeceği birtakım işlerin başına getirilmesi veya yaptırılması, göz yumulmasının başka bir anlamı var mı; yok.

Birçok memlekette mafya vardır, mesele, siyasetin başındakilerin 1980 öncesi vurucu timler ya da 1980 öncesi vurucu kişiler olarak tanınan ve 1980'den sonra yurt dışına kaçmış birçok kişiyi, Türkiye'ye geldikten sonra... Bize göre, Susurluk olaylarının başladığı tarih 1993'tür; 1993'ten evvel, çeteler, demin söylediğim gibi, emniyet müdürü, binbaşı, yarbay seviyesindedir; mafyalar böyledir, ondan sonra sıçramıştır.

Emniyette meydana gelen değişiklikler, MİT'te meydana gelen değişiklikler, 1995 yılında, burada, sessiz sedasız...

AYVAZ GÖKDEMİR (Kayseri) - Bir delil söylesene sıçramaya dair.

YAŞAR TOPÇU (Devamla) - İzin verirseniz söyleyeceğim; biraz sabırlı olun, acele etmeyin.

AYVAZ GÖKDEMİR (Kayseri) - Hayır, sana yardım olsun diye söylüyorum.

YAŞAR TOPÇU (Devamla) - Teşekkür ederim sevgili kardeşim.

AYVAZ GÖKDEMİR (Kayseri) - Kendi ayrıldığın tarihten bu tarafa...

YAŞAR TOPÇU (Devamla) - Söyleyeceğim efendim, izin verirseniz, arz edeceğim.

AYVAZ GÖKDEMİR (Kayseri) - Sen Bakanken işler gayet iyiydi, sen ayrılınca mı bozuldu...

YAŞAR TOPÇU (Devamla) - İzin verirseniz söyleyeceğim.

BAŞKAN - Sayın Topçu, siz, Genel Kurula hitaben konuşacaksınız.

YAŞAR TOPÇU (Devamla) - 1995 yılında, burada, Emekli Sandığında yapılan bir değişiklikle, MİT'ten, 650'nin üzerinde yetişmiş kişi tasfiye edilmiştir.

Şimdi, arkadaşımızın sorduğu soruya cevap veriyorum; dünyadaki bütün istihbaratçıların "kesinlikle, hayır, olmaz, çiğnenemez" dedikleri bir kural çiğnenmiştir; Sayın Eymür, geçmişte MİT'ten çıkarılmış olan ve sonra da oradan ayrılmak zorunda bırakılmış olan Eymür, MİT'e tekrar alınmıştır ve özel istihbarat biriminin başına getirilmiştir; şimdi, anladınız mı nasıl sıçrama yaptığını...

Dünyada, istihbarat biriminden ayrıldıktan sonra tekrar alınan bir istihbaratçı gösteremezsiniz. Bilen varsa çıksın, kürsü burada, mikrofon burada; ben konuşma süremden müsaade ediyorum; bilen varsa buyursun gelsin.

Dünyada, ajanlarının, o istihbarat örgütü içerisine sokulduğu, MİT'ten başka -Türkiye'deki Millî İstihbarat Teşkilatından başka- bir tane teşkilat bilen varsa, ben yine süremi kullandırıyorum; buyursun, söylesin. Ve bu yapılanma, emniyette ve jandarmada başka türlü gitmiştir. İtirafçılar alınmış, PKK faaliyetinde kullanılmıştır. "Niye kullanıldı" demiyorum, kullanılmıştır ama, o kullanmadan bir sonuç çıkmıştır; nedir o; başlangıçta PKK ile gayet halisane, cansiperane, vatanperverane yapılan mücadelenin arkasından, PKK olayı yavaşlayınca, bu itirafçıların PKK'nın yollarını, yerlerini gösteren bu itirafçıların, aynı zamanda, PKK'nın para kaynaklarını da güvenlik birimlerine gösterdiği, işler yavaşlayınca bazı güvenlik mensuplarının -hepsini tenzih ederim- içinden bir avucu, üç beşi yahut beş onunun, bu karaparalara doğru yöneldiği, onların cazip geldiği de, bütün bu toplanan bilgiler içerisinde bulunmaktadır. Zaten, mafya, karapara ve kumarhane, bunlar birbirinin tamamlayıcısıdır; birisi olmazsa diğerini yaşatmak pek kolay değildir; dünyadaki örnekleri de hep böyle gelişmiştir.

Şimdi, arkadaşlarımız sordu, ben başka bir şey söyleyeyim; binlerce belge geldi; bu belgelerin içerisinde silah ruhsatları var, ehliyetler var, uyuşturuculara dair tahliller var, yeşil pasaportlar var, kimlikler var, var, var var... Belli ki, birtakım kişiler "vurucu tim" dediğimiz sivil kişiler, resmî kişilerin yanına getirilmiş, bir işbirliği yapılmış. Bir emniyet genel müdürünün -o dönemde, Sayın Ağar, Emniyet Genel Müdürüdür; ben, Sayın Ağar'a, dönemi itibariyle, siyasî kişi olarak bakmıyorum, bugünkü konumunda değil- hepimizin hafızalarına âdeta kazınan bu denli büyük olayları, yukarıdan habersiz, kendiliğinden yapmış olabileceğini düşünecek kadar safdil değiliz. Zaten, bunun aksini gösteren emareler de var. Ben, bir tanesini söyleyeyim: Biz, bugün hâlâ aranan ve bulunamayan, geçmişte de özel timcilerle beraber Ömer Lütfi Topal cinayeti sebebiyle gözetim altına alınıp 36 saat tutulduktan sonra bir ilişkisi görülemedi diye salıverilen Sami Hoşdan'la Başbakanlık Konutunun telefon görüşmelerine rastlamıştık, bulmuştuk; adam aniden ortadan gitti, konuşmalar da gitti.

HASAN GÜLAY (Manisa) - Nasıl gitti konuşmalar yahu?!.

YAŞAR TOPÇU (Devamla) - Bayağı gitti, kayboldu. Dedim ya, Parlamento bu işe el attı; ama, araştırma yetkisi, Parlamentonun İçtüzükte belirlenen yetkileri, bu telefon konuşmalarını getirtmeye yetmedi; işte, Başkanımız burada, çıksın desin ki, istedim de gönderdiler... Göndermediler. Biz, içeriğini soruyor değiliz, kim kiminle konuşmuş... Konuşmanın içeriği gizlidir, kimin kiminle konuştuğu gizli değildir; kaldı ki, ortada bir araştırma var.

Daha başka kanıt da vereceğim. Şimdi, komisyon raporuna alınmış ve dayanak yapılmış. Sayın Hasal Celal Güzel komisyona geldi, 4 saat ifade verdi. Diyorlar ki: "Sayın Hasan Celal Güzel papatyalardan bahsetti, hayalî ihracattan bahsetti, bütün bu işler o dönemden geliyor." Aynı Sayın Hasan Celal Güzel komisyonda dedi ki: "Ben, bugünkü bürokrasinin tümünü -üst kademeyi kastediyor, genel müdür, müsteşar...- tanıyorum. Bunların birçoğu, hemen tamamına yakını, bugünkü -daha doğrusu, bügünkü derken, Sayın Çiller dönemindeki Hükümeti kastediyor- hükümette, bu mevkilere gelebilecek insanlar değillerdi. Kendilerine sordum -çünkü, geçmişte, Başbakanlık Müsteşarı, Müsteşar Yardımcısı olarak tanıyorum- 'siz buraya nasıl geldiniz' dedim. Dediler ki -o kişiler, ayrı ayrı, birbirlerinden habersiz- 'gittik, Sayın Özer Çiller'le konuştuk, mutabık kaldık, buraya geldik.' Tansu Hanım 'onun haberi bile yok' dediler." Bunlar, burada, zabıtlarda var; isteyen okuyabilir.

Demek ki, Başbakanlık konutunun arka odasında, Sayın Çiller'in zahirî Başbakanlık görüntüsünün arkasında, bu devletin bürokratını, bakanını, partisinin yönetimini, hatta, bakanlıkların yapacakları tebliğleri yazıp gönderen, motamo gönderen birisi var.

Niye bunun üzerinde duruyorum; şunun için duruyorum: İstanbul Emniyet eski Müdürü Sayın Kemal Yazıcıoğlu'nu Komisyona çağırdık, dinledik. Ben, kendisine bir soru sordum; dedim ki: "Sayın Yazıcıoğlu, siz, İstanbul Emniyet Müdürüsünüz. İhbarlar geldi, 3 özel timciyi, 2 sivili aldınız, bıraktınız falan; bunları anladım. Sonra -İstanbul Valisi de teyit ediyor- Sayın Cumhurbaşkanından randevu isteyip, bu olayı Sayın Cumhurbaşkanına anlatma ihtiyacı duydunuz. Şimdi, sizin üzerinizde Vali var, Valinin üzerinde Emniyet Genel Müdürü var -Emniyet Genel Müdürü, Valinin üzerinde değildir; ama, kendi hiyerarşisi bakımından Emniyet Genel Müdürü var- Emniyet Genel Müdüründen sonra İçişleri Bakanı var, İçişleri Bakanından sonra Başbakan var." Bunları hatırlattıktan sonra "acaba, bunu Sayın Cumhurbaşkanına doğrudan arz etme ihtiyacınız, Sayın Cumhurbaşkanının hemen altındaki kademeden itibaren bu olayla ilişkili olabileceğini ya da bu olaydan rahatsızlık duyabileceğini gördüğünüz bir durum, bir tespit mi vardı ki, doğrudan Sayın Cumhurbaşkanına gittiniz" dedim. Öyle ya, İstanbul Emniyet Müdürü her önemli hadiseyi Cumhurbaşkanına mı götürüyor; hayır...

Sayın Kemal Yazıcıoğlu'nun verdiği cevap enteresandır ve dolaylı olarak "evet" mahiyetindedir. Sayın Yazıcıoğlu dedi ki -zabıtlarda var- "Sayın Topçu, bu sorunuza cevap vermesem olmaz mı..." Bu, ne demek; "evet, öyle" demek...

İSMET ATTİLA (Afyon) - Olur mu öyle canım!..

YAŞAR TOPÇU (Devamla) - Olur... "Öyle" demek...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - O kadar değil!..

YAŞAR TOPÇU (Devamla) - Aynen böyle... Zabıtlarda; isteyen, açar, okur... Aynen... İsteyen, açar, okur... Kemal Yazıcıoğlu'na söyleyin, bana değil...

İSMET ATTİLA (Afyon) - Söyleseydin...

MEHMET KEÇECİLER (Konya) - O manaya gelir...

YAŞAR TOPÇU (Devamla) - O manaya gelir...

Aksi halde, bir Emniyet Müdürünün "hayır efendim, estağfurullah, Sayın Cumhurbaşkanının altındaki kademe Başbakanlıktır, Başbakan Yardımcılığıdır, İçişleri Bakanlığıdır, Emniyet Genel Müdürüdür; ben, onlarla ilgili olduğu için doğrudan Cumhurbaşkanına götürdüm; ondan dolayı değil; onları tenzih ederim" demesi gerekirken "ben, bu soruya cevap vermesem olmaz mı" dedi.

NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - Oraya göndermişler...

YAŞAR TOPÇU (Devamla) - Hayır, oraya gönderilmiş değil... Kendisi ifade etti; siz de dinlediniz; Vali Bey de ifade etti. Vali Bey dedi ki: "Kemal Bey bana geldi 'bana Sayın Cumhurbaşkanından randevu alıverin' dedi. Ben de Sayın Cumhurbaşkanı İstanbul'a geldiğinde, Emniyet Müdürümüz sizinle bu olayla ilgili olarak görüşmek istiyor diye arzda bulundum, randevu istedim. O da bize randevu verdi." Zabıtlar burada...

Şimdi, başka bir şey daha söyleyeceğim; bundan ibaret değil: Bu olayla ilgili olarak Ömer Lütfi Topal'ın, uzun yıllar -30 yıl- avukatlığını yapan ve aile dostluğu bulunan Ekrem Marakoğlu'nu, bilgisine başvurmak üzere Komisyona çağırdık. Ekrem Marakoğlu Bey bildiklerini anlattıktan sonra, Komisyona bir şey söyledi; dedi ki: Tekrar hatırlatıyorum; 3 Kasım akşamı Susurluk olayı... "Susurluk olayından 3 gün sonra, Ömer Lütfi Topal'ın nikâhlı ve büyük eşi -bir de nikâhsız evli- Safiye, aile dostu olduğumuz için, bizi ailece yemeğe çağırdı; evine yemeğe gittik. Yemek sırasında, televizyonda Susurluk olayı gösteriliyor; işte, ölenlerin ve yaralanan sayın milletvekilinin resimleri gösteriliyor. -Zaten, hatırlayacaksınız, o günlerde televizyonlar her akşam uzunca bir süre bu olayı gösteriyor- Ömer Lütfi Topal'ın karısı Safiye Topal -tekrar dikkatinizi çekiyorum, üçüncü gün- televizyona baktı, baktı, baktı; döndü bana 'Ekrem Bey, Topal'ın kanı yerde kalmadı' dedi..." Daha Susurluk olayıyla Topal'ın ilişkisi kurulmuş değil; müteveffa Abdullah Çatlı'nın parmak izi iki ay sonra çıkmış... Kimse, henüz, Abdullah Çatlı'nın, Ömer Lütfi Topal olayında şerik olduğunu bilmiyor. Hiç kimse bir şey bilmiyor. Millet, sadece, bu 3 kişi nasıl bir araya geldi, acaba ne var bunların arasında diye bakarken, takriben benim yaşlarımda bir Anadolu kadını -sanıyorum, fazla okuması yazması da yok, uzun süre Ömer Lütfi Topal'la da ayrı yaşamışlar, kısa bir süre önce birleşmişler- televizyona bakıyor, bakıyor "Ekrem Bey, Topal'ın kanı yerde kalmadı" diyor. Safiye'nin bu dediği, iki ay sonra doğru çıkıyor. Yani, nasıl oluyor; müteveffa Abdullah Çatlı'nın parmak izi bulunuyor. Ekrem Bey "peki, siz, Topal'ın öldürülmesinden dolayı şunlardan, şunlardan mı -bir sürü isim sayıyor- şüpheleniyorsunuz" diye sorduğunda, Safiye Topal "hayır" diyor. "Ya kimden şüpheleniyorsunuz" diye sorunca "Topal'ın katli olayında Özer Çiller'in parmağı var" diyor.

Şimdi, etrafı husumet çemberiyle çevrili, bir sürü insanın öldürülmesine azmettirmekten, teşvik etmekten, bir sürü insanı doğrudan öldürmekten dolayı etrafında bir husumet çemberi oluşmuş; yani, birçok kişinin öldürmek için sıraya girebileceği bir adam Ömer Lütfi Topal; karısı da bunları biliyor. Böyle bir kadın, bir Anadolu kadını, kocasının katli olayında sayabileceği bir sürü isim varken, Türkiye'de en son aklına gelmesi gereken -evde oturan bir kadın- bir ismi söylüyor. Kimse bu kadınla görüşmüş değil, şimdiye kadar bu kadın da kimseyle görüşmüş değil; böyle bir şeyde bulunuyor ve birinci söylediği de doğru çıkıyor; kimse bir şey bilmezken, kadıncağızın bir şeyler bildiği ortaya çıkıyor.

Biz dedik ki, efendim, bu kadının söylediğinin bu birinci kısmı doğru çıkmış. Bu kısmı doğrudur, değildir, o ayrı bir iş; ama, bir hukuk devletinde, devletin tepesindeki birkaç kişiden birisi olan, yani, Sayın Tansu Çiller'in eşi olan Özer Çiller'e böyle bir şey söylendiyse, bunun araştırılması gerekmez mi?! Yani, bu toplumun kafasında, yahu, acaba, bunu neye istinaden söyledi; birinci söylediği de doğru çıkan bir kadın; neye istinaden söyledi; gerçekten, böyle bir şey var mı yok mu diye bir düşünce oluşmaz mı? Böyle bir şey varsa, buna tepki olması gerekir. Bunun çaresine bakılması gerekir. Demek ki, Başbakanlık Konutunda bazı kişiler devlet içerisindeki çetelerle bağlantılı bir noktada bulunuyor. O zaman, siz bu soruşturmaları araştırmaları nasıl yapacaksınız?.. Hukuk devletini nasıl işleteceksiniz?.. Suç işleyenin yakasına nasıl yapışacaksınız?.. Bundan sonra insanların öldürülmesinin önüne nasıl geçeceksiniz?.. İnsanların soyulmasının önüne nasıl geçeceksiniz?.. Fidye alınmasının önüne nasıl geçeceksiniz?.. Siz, bunların siyasî rakiplerinin hayatını nasıl koruyacaksınız?..

Buyurun, size üç tane ifade: Biri Hasan Celal Güzel'in ifadesi, biri Kemal Yazıcıoğlu Beyin ifadesi, biri Safiye'nin ifadesi.

Şimdi, Komisyonda, Refah Partili arkadaşlarımız da başlangıçta dediler ki "evet, bu Safiye'nin dinlenilmesi lazım." İddia, çok ciddî ve büyük; dinlenilmesi lazım. Sonra, birden bire baktık, Hükümet telaşlanmış; çünkü, her şeyin önüne Hükümet konuluyor. Yani, Hükümet, âdeta, bir ailenin, kendisini koruması için kalkan halinde kullanılıyor.

Bakın arkadaşlar, gelin, şurada samimî olarak birbirimizle vicdanî bir muhasebe yapalım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Topçu, konuşmanızı tamamlayın efendim.

YAŞAR TOPÇU (Devamla) - Bitireceğim efendim.

Uzunca süredir, bu Parlamentonun -ben, şahsen rahatsızım bundan; ben yapıyorsam bana da söyleyin- mensupları, bir soruşturma, bir araştırma geldiği zaman, parti ve lider telaşına kapılıyor. Ne oluyor sonunda; ilkeler siyasete, siyaset, o kapılan arkadaşlarımızın liderine kurban ediliyor. Sonra ne oluyor; halk, Parlamentoya güven duymuyor. Buna hiçbirimizin hakkı yok.

İSMET ATTİLA (Afyon) - Parti değiştirmeyi bir kaldıralım da, o zaman rahatlar bu Parlamento. (RP sıralarından "doğru, doğru" sesleri)

YAŞAR TOPÇU (Devamla) - Parti değiştirmeyi... Daha evvel Anayasada vardı, siz kaldırdınız... Siz kaldırdınız; daha evvel vardı... Burada vardı, siz kaldırdınız; kaldırmasaydınız ne kadar iyiydi!.. (RP sıralarından "siz kaldırdınız, siz" sesleri)

İRFETTİN AKAR (Muğla)- Siz yok muydunuz?!.

YAŞAR TOPÇU (Devamla) - Biz değil... Hayır; bizatihi, Sayın Çiller'den geldi parti değiştirme işi.

BAŞKAN - Sayın Topçu...

YAŞAR TOPÇU (Devamla) - Ben, o dönemde -doğrudur- Doğru Yol Partisinin içerisindeydim; oradan geldi, iyi biliyorum. (RP sıralarından "bakandın o zaman" sesleri)

Hayır, bakan değildim.

YILDIRIM AKTÜRK (Uşak) - Söyleyeceğini söyle sen; saptırıyorlar...

BAŞKAN -Siz, Genel Kurula hitaben konuşun Sayın Topçu. Yerinden söz atan arkadaşlarımı da uyarıyorum.

Buyurun.

YAŞAR TOPÇU (Devamla) - Burada, ben, bir şey söylemek istiyorum, o da şudur, özellikle -ben, bir merkez sağ politikacıyım- merkez sağda bulunan arkadaşlarıma söylüyorum: Hiçbir siyasî aksiyon, halka umut vermeden ayakta durmaz. Halka umut veremeyenleri halk tasfiye eder, etmiştir de. Bu olayları...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

YAŞAR TOPÇU (Devamla) - Bitiriyorum efendim. Biraz yavaş konuştuğum için... Bitiriyorum efendim, sizi müşkül durumda bırakmayacağım.

BAŞKAN - Sayın Topçu, lütfen son cümlenizi söyleyiniz.

YAŞAR TOPÇU (Devamla) - Son cümlemi söylüyorum, şu önerimi söyleyip bitiriyorum.

"Bu olaylar, sonunda partimize zarar verir, işte, ucu bize mi dokunur, öyle mi olur, böyle mi olur" hesabı içerisine girerek önünü açmazsak, halka umudu unutturursak, halk bizi unutur. Buna, merkez sağ politikacıların hakkı yoktur.

Bu ülkeye demokrasiyi biz getirdik, bu ülkede bugüne kadar demokrasiyi biz yaşattık, bu ülkede bugüne kadar rejime kastetmiş olan bütün hareketlere biz karşı durduk, özgürlük mücadelesini biz yaptık; bugüne kadar halka, fakire fukaraya umudu biz vererek geldik. Buna hakkımız yok; merkez sağ politikacılar için söylüyorum. Halka umudunu unutturmaya, onu bedbinliğe sürüklemeye "vaka umutsuzdur" dedirttirmeye hiçbirimizin hakkı yok.

Hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Anavatan Partisi Grubu adına konuşan Sinop Milletvekili Sayın Yaşar Topçu'ya teşekkür ediyorum.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun efendim.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Topçu, partimizin Sayın Genel Başkanıyla ilgili bir kısım değerlendirmeler yaptı.

Sayın Yazıcıoğlu, ifadesinde, 136 ncı sayfada diyor ki: "Hem Başbakan hem Başbakan Yardımcısı, sonu nereye giderse gitsin üzerine mutlaka gidin diye bana talimat verdi." Dolayısıyla, yanlı olarak belli bir siyasal partinin genel başkanını doğrudan doğruya itham edici mahiyetteki bir kısım iddiaları kabul etmek mümkün değil ve yanlı olarak okunan Kemal Yazıcıoğlu'nun ifadesinin de burada yanlış bir şekilde yorumlamasını kabul etmediğimizi belirtiyor saygılar sunuyorum efendim.

BAŞKAN - Sayın Bedük, Grubunuz adına bu görüşmelerde söz söyleme imkânı var, yarım saat de Grubunuzun söz hakkı var.

Ayrıca şunu ifade edeyim: Biraz önce Sayın Sağlar'ın konuşması üzerine sataşma dolayısıyla söz istemleri olmuştu. Bunlardan biri de Kayseri Milletvekili Sayın Ayvaz Gökdemir'in. O konuda da değerlendirmemi bitirdikten sonra, müzakerelerin sonunda, muhtemelen, kendisine sataşıldığını iddia eden arkadaşlarımıza söz vereceğim; çünkü, konu önemlidir.

Ancak, biraz önce söylemekte geç kaldığım bir husus oldu; bu kürsüde konuşan arkadaşlarımız, mümkün olduğu kadar cevap verebilecek kişilerle ilgili isimleri telaffuz etsinler. Buradan cevap verme imkânı olmayanların, kürsüye ismen getirilmesi doğru bir uygulama değildir...

HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Afyon) - Zabıtlarda varsa ne yapsın...

BAŞKAN - Bunlardan birisi de Paul Henze idi. Sayın Fikri Sağlar, Paul Henze'nin, 12 Eylül 1980 tarihinde bir söz ifade ettiğini söylediler. İki gün önce, tesadüfen, Paul Henze ile aynı programda bulundum; bu programda bu konudaki bir yalanlamayı ayrıntılı olarak Paul Henze'nin kendisinden dinledim; bunu da tutanaklara geçmesi için ifade ediyorum.

Şimdi, söz sırası...

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Sayın Başkan, Ufuk Güldemir'in kitabını da söylediniz mi acaba?.. Elimizde bir kitap var...

BAŞKAN - Bu konu, kendisiyle programda tartışıldı; ben kendi ifadelerini, tabiatıyla, burada tekrarlayacak durumda değilim; ama...

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - O zaman, kitabı da yok sayacağız...

BAŞKAN - ...uluslararası bir tartışma konusunda, Meclis tutanaklarında şahit olduğum bir olayı da ifade etmeyi uygun buluyorum.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Anlıyorum; ama, ben de kitaptan aldım efendim...

NİHAN İLGÜN (Tekirdağ) - Siz, zaten, ya kitaptan alırsınız ya da gazeteden okursunuz...

BAŞKAN - Şimdi, değerli arkadaşlarım, Refah Partisi Grubu adına Sayın Bedri İncetahtacı konuşacak. (RP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz, daha önce alınan karar gereğince 30 dakikadır Sayın İncetahtacı.

Buyurun.

RP GRUBU ADINA MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yasadışı örgütlerin devletle olan bağlantıları ile Susurluk'ta meydana gelen kaza olayının aydınlatılması için kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi komisyonunun hazırlamış olduğu raporla ilgili olarak Refah Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; hepinizi, içten saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, bu raporun hazırlanmasında, başlangıçtan son güne kadar her türlü katkıda bulunan, başta Türkiye Büyük Millet Meclisimizin değerli üyelerine ve komisyonda hazırlanan raporun en güzel şekilde çıkması için son ana kadar fedakârca çalışmalar yapan değerli üyelerine ve elbette, basınımıza ve kamuoyumuza teşekkürlerimizi arz ediyoruz. Bu, çok önemli bir meselenin vuzuha kavuşması için hazırlanan bir rapordur ve bütün abartmaları ve eksiltmeleri bir tarafa bırakarak söylememiz mümkündür ki, bu rapor, bu önemli mesele için ciddî bir adımdır; kapı, ciddî olarak aralanmıştır, milletimizin önüne kapının arkasında bulunanlar belli ölçüde serilmiştir. Bundan sonra, üzerine görev düşen kurumlar -başta, Meclisimiz olmak üzere- gerekli çalışmaları yapacaklar ve inanıyorum ki, yarınlara daha emin olarak gitme imkânımız olacaktır.

Bu raporun bir önemli özelliği daha vardır. 1980 öncesi hazırlanan Lockheed skandalıyla ilgili rapor yok olmuştur; şu anda bir nüshasını bulamadık.

SABRİ ERGÜL (İzmir) - Bende var; vereyim sana.

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Devamla) - Çok ilginçtir ki, hayalî ihracat raporu hazırlandıktan sonra, görüşülemeden, Meclis, erken seçimle tatile girmiştir. Yine, faili meçhul cinayetler raporu da görüşülemeden Meclis tatile girmiş ve kadük kalmıştır.

YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Faili meçhul cinayetler raporu görüşüldü.

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Devamla) - Görüşülmedi efendim.

YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Ben, başkanvekiliydim; görüşüldü.

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Devamla) - Şu anda üç raporu hep beraber ele alabilme imkânını buluyoruz ve ilk defa Susurluk Komisyonuyla beraber bu üç raporun da ele alınabilmesi, genel bir görüşme olarak değerlendirilebilmesi mümkün hale gelmiştir. Bunu da, bu raporun önemli bir başarısı olarak telâkki ediyorum.

Değerli milletvekilleri, hepimizin kabul edeceği gibi, elbette siyasetüstü olmayan; ama, günlük siyasî olaylara da kurban edilmemesi gereken, hele iktidar kavgasına asla kurban edilmemesi gereken bazı ciddî meselelerimiz vardır. Bu meseleleri ele alırken, mümkün olduğu kadar çözüm üretmekle sorumlu olduğumuzu bilmemiz lazım. Siyasîlerin görevi, sorunu, içinden çıkılmaz hale getirmek değil, aksine, sorunun çözülmesine yardımcı olabilmektir. Bunun için, burada konuşan arkadaşlarımız veya başka platformlarda bu hususu dile getiren arkadaşlarımız -daha önce hangi partide olurlarsa olsunlar- bugün yaptıkları konuşmayı, dün de yapabilmeleri gerekirdi; yarın da, bugün yaptıkları konuşmayı aynen tekrarlamaları gerekir; çünkü, Türkiye'nin asıl meselesi objektif olabilmektir, meseleleri doğru değerlendirmeyi başarabilmektir.

Bu rapor, 57 misafirin bize vermiş olduğu bilgilerden derlenmiş ve aynı zamanda, çok değerli bürokratlarımız ve uzmanlarımızca, milletvekilleriyle beraber, binlerce dokümanın üzerinde çalışılarak elde edilen sonuçlarından meydana gelmiştir. Komisyonumuza gelen bütün bilgiler ve belgeler, hiçbir noktası dışarıda bırakılmadan, tamamı, Meclisimizin önüne arz edilmiş ve bundan sonra, bu işlerle uğraşacak araştırmacıların ve milletin geleceğiyle ilgili çalışmalar yapan bütün siyasîlerin emrine sunulmuştur. Biraz evvel arz ettiğim gibi, bu açıdan, bu rapor, çok büyük bir önem taşımaktadır; bu ciddî meselenin çözümlenmesi için atılmış önemli bir adımdır.

Burada yapılması gereken şey, son dönemde meydana gelen veya Komisyona bildirilen isimlerin tamamının, eksiksiz bir şekilde raporda yer almış olmasının sağlanmasıdır. Bu sağlanmıştır. Şu anda, raporda, bütün iddialar vardır. Biraz evvel Sayın Topçu'yu dinlerken, bazı iddialar üzerinde yoğunlaştığını gördük; ama, o da var, 1980 sonrası dönem için de var, 80 öncesi dönem için de var. 1978'den başlayarak, 1992'ye kadar görev yapmış bütün cumhurbaşkanlarının, bütün başbakanların bu konuyla alakalı olduğunu ifade eden, iddia eden belgeler ve bilgiler var bu raporda. Dolayısıyla, kimse, kendisini aklamak gibi bir yanlış düşünce içerisinde olmamalıdır; herkes ciddî olmalıdır ve kendisine yakışan bir üslupla konuşmalıdır. Burada, hepimiz için esas olan memleketimizdir ve milletimizin geleceğidir.

Ancak, bu raporda ve bu çalışmalarda en tehlikeli olan şey, bu meseleyi isimlerle sınırlandırmaktır; belli birtakım isimler üzerinde hadiseyi kesifleştirmek ve âdeta, bu isimler cezaevine gönderildikten sonra bu mesele çözülür zannetmektir. İşte bu, yapılabilecek en büyük yanlışlıktır.

Bakınız bir misal arz etmek istiyorum: İtalya'da "Gladio" hadisesinin üzerine gidilmiş ve Gladio hadisesi çözülmüş; arkasında P2 Mason Locasının olduğu tespit edilmiştir. Peki, şu anda, belli birtakım insanlar da içeriye alındıktan sonra, acaba, İtalya'da, bu mesele kökten halledilmiş midir? Bunun cevabı, son yapılan araştırmalarda da ortaya çıktığı gibi, hayırdır; çünkü, bugün, dünyanın içerisinde bulunmuş olduğu konum, devletlerin, hukukdışı yollara başvurmasını tabiî görmektedir.İşte, milletimize, asıl olarak bu noktalar anlatılmalı ve insanlarımız bu noktalar üzerinde durmalı ve neden dünyada -maalesef, ülkemizde de olduğu gibi- bu istenmeyen hadiselerin meydana geldiğini bilmelidir. Değerli milletvekilleri, yoksa -demin arz ettiğim gibi- birkaç ismin üzerinde durarak, bunları kurban edelim veya bunları cezalandıralım veya daha birkaç ismi bu işin içine katalım zihniyetiyle meseleyi halletmeniz mümkün değildir.

Bu Susurluk hadisesi, Doğru Yol Partisi ile Anavatan Partisinin hesaplaştığı bir hadise değildir veya merkez sağ ile merkez solun hesaplaştığı bir hadise değildir. Bu hadise, iktidar ile muhalefetin de hesaplaştığı bir hadise değildir. Bu mesele, ciddî bir meseledir. Bu meseleyi, acaba şunları sıralarsam, ben, o partiden birkaç puan alırım, birkaç puanı o partiden eksiltirim düşüncesiyle yaklaşılmamalıdır. Kim yaklaşmışsa, hangi siyasî parti böyle bir yaklaşım göstermişse yanlış yapmıştır ve hata etmiştir.

Değerli milletvekilleri, bu girişten sonra, müsaade ederseniz, bu meselenin aydınlatılabilmesi için hadisenin arka planı üzerinde, felsefî ve ahlakî planı üzerinde durmamız gerektiğine inanıyorum.

Bütün devletler, bu meseleleri ele alırken üç kavram üzerinde durmaktadırlar. İtalya'da gladio meselesi ele alınırken, başka ülkelerde benzer hadiseler ele alınırken, bu üç kavram üzerinde durulmuş ve araştırmalar yapılmıştır: Bunlardan bir tanesi, yasadışı örgüt, acaba ne demektir? 20 nci Yüzyılın sonunda, daha önce çete adını verdiğimiz oluşum, acaba hangi şekle dönüşmüştür? İkinci olarak, mafya ne demektir? Bugün her konuda, işte, şu işin mafyası var dediğimiz zaman, acaba mafya teriminin içini dolduracak kadar bir bilgiye toplumumuzun sahip olduğuna inanıyor muyuz? Bu da önemli bir meseledir. Üçüncüsü ise, hukuk devleti ne demektir? Bu üç kavramın iyi bilenmesi ve meselelere bu üç kavramın ışığında gidilmesi gerekmektedir.

Genelde, bütün ansiklopedilerde ortak bir ifade kullanılmaktadır. "Yasadışı örgüt" denildiği zaman veya Türkiye'deki meşhur ifadesiyle "çete" denildiği zaman anlaşılan şey şudur: Bir kişinin yönetiminde, her türlü hukuk kuralı ve sınırlamalarının dışında çalışan, esnek, kolay davarabilen başıbozuk örgüt.

Çeteler, önceleri, zorla para alma, mal ve insan kaçırma gibi yasadışı eylemler yapmak amacıyla kurulduğu, çoğu kez kanun kaçaklarından oluştuğu halde, günümüzde amaç değiştirerek, resmî ve askerî birliklerin çeşitli taktik ve hukukî nedenlerle yapamayacakları işleri yapan, yarı resmî nitelik kazanmış örgütler olarak ortaya çıkmaktadır.

Dikkat edilirse, burada, daha önce anladığımız çete kavramı 20 nci Asrın sonunda yepyeni bir anlamla karşımıza çıkmaktadır.

Mafyaya gelince: Mafya ise, mevcut hukuk kurallarına göre yasaklanan mal ve hizmetlerle uğraştıklarından ve genelde çalışma sahaları resmî sahalarla kesiştiğinden, birtakım amaçlar için kurulan bu organizasyonlar, yukarıda tarifi yapılan yasadışı örgütlerle resmî veya gayri resmî, belirgin veya gayri belirgin bir şekilde bir organize içerisinde olan toplulaklar olarak telakki edilmektedir; yani, daha açık bir ifadeyle, eğer bir ülkede, gerçekten mafya varsa, bunun yaşayabilmesi için, o ülkede bulunan ve biraz evvel bahsettiğim hukukî sahanın dışına çıkan resmî veya yarı resmî organizasyonlarla işbirliği içerisinde olması gerekmektedir. Bu, bütün dünyada, bu meseleler üzerinde çalışma yapanların ittifak etmiş olduğu husustur.

Şimdi, işte, bu iki terimi ele aldıktan sonra, konumuzla ilgili olarak, hukuk devleti ne demek, hukuk devleti hangi özellikleri taşımalıdır; bunun üzerinde de kısaca durmak istiyorum:

Değerli milletvekilleri, esas itibariyle, vatandaşlarının onayını aldıktan sonra ve almış olduğu onay çerçevesinde, hukukî kural ve esaslarını belirlemiş olan ve bürokratlarının da, sadece bilinen ve onaylanmış olan kuralları uygulamakla kifayet ettiği, özel, sivil ve kamu sahasında tüm kuralların şeffaf bir ölçü içerisinde işlemesinin başarılmış olduğu devlet, hukuk devletidir. İşte, eğer, bir tarafta yasadışı örgütler varsa, diğer tarafta mafya varsa, bunun karşısında da bir hukuk devleti olması gerekir. Hukuk devletinin kendini koruması gerekir. Hukuk devletinin kendini koruyabilmesi için de, bu tarifte üç şartla karşılaşıyoruz; birincisi, hukukî normların, hukukî esasların, o devletin halkı tarafından tasdik edilmesi gerekir; yani, halk, kendi hukukunun nerede başlayıp, nerede bittiğini ve temelinin hangi esasa dayalı olduğunu bilmelidir. Bu, hukuk devletinin birinci şartıdır; ikinci şartı, hukuk devletinin bürokratları da, o devletin sahip olduğu kuralların dışına çıkma hakkını ve salahiyetini kendisinde görmeyenlerdir. İçinde bulunduğu konum gereği, seyyal bir davranışla, esnek bir davranışla hukukî kuralların dışına çıkabilmeyi düşünebilen bir bürokrasinin olduğu devlet, hukuk devleti olamaz. Üçüncüsü ise, gerek özel gerek sivil ve gerekse de kamu sahalarında tüm kuralların şeffaf olarak işlediği ve herkesin takip edebildiği devlet, hukuk devletidir.

Değerli milletvekilleri, elbette, konumuz Türkiye ve elbette, Türkiye'deki hadiseler üzerinde duracağız; ama, önce dünyadaki devletlerin niçin hukukdışı alanlara çıkma gibi bir eğilim içerisinde olduğunu da tespit etme zorunluluğumuz vardır.

Değerli milletvekilleri, İkinci Dünya Savaşından sonra, dünya yeniden şekillenirken, zannedildiği gibi, zahirde görüldüğü gibi bir hukuk devleti kurulmasıyla devletler şekillenmemiştir. Bugün, Amerika Birleşik Devletlerindeki faili meçhul cinayetlerin oranı üzerinde hepimizin durması gerekir. Bugün, Batı ülkelerindeki faili meçhul cinayetlerin de üzerinde durulması gerekir. Peki, onları bu davranışa sevk eden nedir? Batı düşüncesini meydana getiren temel iki felsefî akım vardır; bunların biri Dekartçı akım, diğeri Faustçu akımdır. Bu iki akımda da dünyaya egemen olabilme, ne pahasına olursa olsun tabiata egemen olabilme düşüncesi yatmaktadır. Devletleri şekillendiren felsefî akım da bundan kaynaklanmaktadır; yani, biz, hukukdışı yollara çıkmayı kendimizde bir hak olarak telakki ediyoruz diyebilmekte ve bunun için ellerinden geleni yapabilmektedirler.

Yakın tarihimize baktığımız zaman kendi halklarının istememesine rağmen, hukuka da aykırı olmasına rağmen, devletlerin, hukukdışı sahalara çıktığını görmekteyiz. İşte, Birleşmiş Milletlerin uygulamaları bunun en güzel örnekleridir. Birleşmiş Milletler, kendi koyduğu kuralları çok defa çiğneyebilmiş ve bunu da gayet rahat bir şekilde savunabilmiştir. İşte, son Bosna-Hersek olayında, halklar, bunun hukukdışı bir savaş olduğunu savunurken, o devletler bunun içerisine girebilmiştir. Peki, nedir insanları, devletleri bu davranış içerisine iten faktör; biraz evvel bahsettiğimiz felsefî düşüncelerdir.

Şimdi, işte, bu çerçeve içerisinde, ülkemizde, izah edilmesi gereken, Susurluk meselesiyle alakalı olarak izah edilmesi gereken bazı noktalara süratle temas etmek istiyorum. Önce, bunların neler olduğunu tespit etmeye çalışacağım.

Bunların birincisi şudur: Bu konu için çok eskilere gidilebilir; ama, ben 1950'lerin sonundan başlamak istiyorum. Ülkemizde Özel Harp Dairesi niçin kurulmuştur ve hedefleri nedir? Kontgerilla, niçin bazı Başbakanlar tarafından ifade edildikten sonra, bu ifadelerin üzerinde durulmamıştır? Bu konu üzerinde durulması gerekir.

İkincisi; 27 Mayıs ihtilali öncesinde, kamuoyunu yanlış olarak bilgilendirerek, kafaları teşviş eden güçler neyi amaçlamışlardır veya bu kamuoyunu hazırlayan grupların arkasındaki güçler kimlerdir? Bunlar mı 27 Mayıs ihtilalini hazırlamışlardır veya başka faktörler de buna dahil olmuşlar mıdır? Bunun üzerinde ciddî bir şekilde durmamız gerekmektedir.

1980 öncesi terör, asıl itibariyle nedir? Bu, sadece solcu ve sağcı öğrencilerin birbirleriyle yapmış olduğu bir silahlı mücadele midir; yoksa, çok daha başka mehazlardan kuvvet alan ve çok daha başka yerlerin desteğinde hareket eden bir başka olay mıdır? Bu konuda, Komisyonumuzun raporuna mesnet teşkil etmiş birçok ifade bulunmaktadır; biraz sonra onlara değineceğim.

Güneydoğuda PKK terörünün arkasındaki faktörler nelerdir? Güneydoğudaki PKK terörüyle beraber hız kazanan uyuşturucu ticaretinin ve silah ticaretinin merkezi nedir ve nereden beslenmektedir?

Ülkemizde, 1980'li yılların ortasından sonra açılan kumarhaneler, sadece, birtakım insanların kumar arzularını tatmin etmek göreviyle mi açılmışlardır; yoksa, başka, daha büyük görevleri ve hedefleri var mıdır?

Yine, faili meçhul cinayetlerin arkasındaki sebepler nedir? Kimdir faili meçhul cinayetlerin işlenmesine emir verenler ve kimdir bu cinayetlerin faillerinin yakalanmasını istemeyenler?

Değerli milletvekilleri, Susurluk olayı bir sonuçtur. Biraz evvel arz ettim, birkaç olayı çözerek veya sonuçlandırarak bu meseleyi halletmeniz mümkün değildir; çünkü, bu olay, tarihin derinliklerine kadar giden bir olaydır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Komisyonumuza, sadece Susurluk olayını araştırma görevini vermemiştir. Devlet ile yasadışı örgütlerin ilişkilerini araştırma görevini vermiştir ve bu görevi yapabilmek için, bu tarihî süreç içerisinde meydana gelen olayların hepsini değerlendirmek zorunluluğumuz vardır.

Türkiye'de, yine 1980'li yılların sonunda kurulan tek şubeli bankaların, acaba iç borçlanmayla ne alakası vardır ve bütün bu olaylarda görev yapan, bütün bu olaylarda yer alan insanların arka planlarında ve dış bağlantılarında neler vardır?

Şimdi, bunlar üzerinde, raporumuzda da yer alan bazı bilgileri size arz etmek istiyorum. 1980 öncesi terörün aslı nedir diye baktığımızda ve buradan da, üniversitede, şu anda birtakım kışkırtmalara muhatap olan gençlere de gönderme yaparak, bazı hususları arz etmek istiyorum.

1980 öncesi terörde, sabahleyin solcu genci vuran silahın, akşam sağcı genci vurduğunu biliyoruz. Raporumuzda bu açıkça beyan edilmiştir ve bu ifadeyi verenler de o dönemin devlette görev almış üst bürokratlarıdır. Nedir, acaba, hangi güçtür ki, iki büyük kitleyi birbirine düşürmeyi hedefleyerek, onların birbirlerine en nefret dolu duygularla saldırmasını sağlamıştır?.. Hangi güçtür acaba, bilmem hangi üniversitenin öğrencilerini, solcu oldukları için ülkücülere taratan ve ertesi gün de ülkücü öğrencileri, sırf ülkücü oldukları için solculara "öldürün" emrini veren?.. Eğer, bunu anlayamazsanız çözemezseniz, ülkenin 1980'de niçin ihtilâle geldiğini anlayamazsınız ve bunu anlayamazsanız da Susurluk'u çözemezsiniz.

Değerli milletvekilleri, eski İkinci Ordu Komutanı rahmetli Bedrettin Demirel'in, 1985'te bir dergide yayımlanmış bir beyanı vardır. Orada "Biz, 1979'lu yıllarda ihtilal yapmayı planlıyorduk; ama, daha sonra, terörün henüz olgunlaşmadığını görerek, bunun ertelenmesi gerektiğine karar verdik" demektedir. Acaba, bu doğru mudur; bu konuda, Türkiye Büyük Millet Meclisi araştırma yapmış mıdır?

Susurluk Komisyonunun raporunu tenkit edenler ve yeterli görmeyenler, 1980 yılından 1997 yılına kadar, Anayasamızın geçici 16 ncı maddesinin değiştirilmesi konusunda, Meclisimize, hangi teklifi, ne zaman vermişlerdir?!. Çünkü, o dönemin birtakım icraatının açıklaması yapılmadan Susurluk olayının çözülmesi mümkün değildir. Biz, bunları, önemli birer misal olarak arz etmeye ve hadisenin, iki siyasî partinin veya iktidar-muhalefet mücadelesinin bir meselesi olmadığını anlatmaya çalışıyoruz.

Muhterem milletvekilleri, bugün, rakam itibariyle, 30 milyar ilâ 50 milyar dolar arasında değişen bir şekilde, Türkiye'de uyuşturucu ticareti yapılmaktadır. Bu uyuşturucu ticareti, eğer 50 milyar dolarsa, bizim bütçemizden fazladır. Nedir acaba güneydoğudan gelip Avrupa'ya giden bu uyuşturucu ticaretinin Türkiye'deki seyrine göz yuman ve bu faaliyetlerin olması için âdeta yardımcı olan güç? Bunun üzerinde muhakkak araştırma yapılması gerekir.

Ve kumarhaneler... Bunun üzerinde biraz durmak istiyorum. İşte, üzerinde çok durduğumuz bir Ömer Lütfi Topal hadisesi var. Ömer Lütfi Topal, kumarhane işleten bir insan ve aynı zamanda, daha önce üzerinde bulunan bazı suçlamalar veya giymiş olduğu bazı cezalardan dolayı da, kumarhane işletme hakkına sahip olması kesinlikle mümkün olmayan bir insan. Sormak lazım veya daha önce konuşan milletvekili arkadaşlarımızın buradan sormasını temenni ederdim; hangi insanlar, hangi idareciler, Ömer Lütfi Topal'a kumarhane açma ruhsatı vermişlerdir?

Ben, bir şey daha biliyorum; kumarhanelerin VIP salonları vardır. Biraz evvel konuşan milletvekili arkadaşlarımızın, VIP salonlarında, hangi bürokratların, hangi siyasîlerin beraberce kumar oynadıklarını ve Ömer Lütfi Topal'ın önünde hazır olda beklediklerinin suallerini de burada sormalarını bekliyordum; ama bunların hiçbirisini duymadık. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Muhterem milletvekilleri, bakınız, kumarhaneler, 1980'li yıllarda, Türkiye'de, hayali ihracatın başlamasından sonra, karapara aklama merkezleri olarak çalışmışlardır. Hayalî ihracat raporuyla ilgili çok değerli hazırlık yapan arkadaşlarımızın çalışmalarını burada tekrar tebrik ediyorum; ama, bir sonuca gidilmediği için üzerinde duruyorum. Türkiye'deki hayalî ihracat meselesi, maalesef, karapara aklayanlara da yardımcı olacak şekilde bir düzenleme içine girmiştir ve kumarhaneler, bu iş için çok önemli bir merkez olarak görev yapmışlardır.

Bakınız, bir şey daha söylemek istiyorum. 1989'dan sonra kurulan hükümetler döneminde, hiçbir zaman hukuka dayalı olmayan yerlerde, süratli bir şekilde ve çok büyük miktarlarda kumar oynatan merkezler açılmıştır. Halbuki, o günkü mer'i kanuna göre de, kumar oynanacak yerler sadece İzmir, Antalya gibi turistik yerlerimizdir. Acaba bunlara göz yuman ve bunların oynatılmasını isteyen ve bunun için âdeta adliyenin de -çok özür dileyerek söylüyorum- göz yumması talimatını veren hangi güçlerdir? Mesela, ben, size Gaziantep'ten bir örnek vermek istiyorum. Gaziantep'te uzun yıllar çalışan ve yasak olarak çalışan bir kumarhane, Gaziantep Valisinin, ihbar üzerine harekete geçmesiyle yargı tarafından kapatılıyor; daha sonra, Bandırma'dan alınan bir idarî mahkeme kararıyla açılıyor. İki ayrı adlî ve idarî yargının bu şekilde birbiriyle çatıştığı bir yerde, acaba, kumarhanelerin bu şekilde çalışmaları hangi devlette görülmüş ve hangi devlette bunların bu çalışmalarına göz yumulmuştur; bunun üzerinde durulması gerekir.

Tek şubeli bankalar üzerinde durmak istiyorum. Bunların yıllık mevduatları 40 trilyon civarındadır; ama, bunlar, mesela 200 trilyonluk ihalelere girmektedirler. Yine bunlar, devletten 200 trilyon civarında değerli kâğıt almaktadırlar. Onlar, bu parayı nereden almaktadırlar; acaba, bunların kumarhanelerle ne alakaları vardır; bunların üzerinde durmamız gerekmektedir.

Değerli milletvekilleri, öyleyse, ne yapılmalıdır? Siyaset, çözüm üretme sanatıdır. Raporda da önerilerimiz olarak yer alan bazı hususları sizlere arz etmek istiyorum.

Bir tarafta terör var, bir tarafta kumarhane var, bir tarafta çeteler var. Bunlar, ilk baktığınızda, birbirinden bağımsız olarak görülüyor. Bunlar, bence, bağımsız değil; bunlar, bir merkezden yönetiliyor. Acaba, bu hangi merkez? Biz, İtalya'daki "gladio" hadisesini incelediğimizde, karşımıza P-2 Mason Locası çıktı. Acaba, Türkiye'deki mason locaları, masum mu; yoksa, bu işle alakalı mı? İşte, bu nedenle, masonların da aklanması için -hele, bazı masonlar bizi telefonla arayarak "biz üçüncü, beşinci derecede masonuz, böyle bir şeyle alakamız yok" demektedirler; ben, onlara inanıyorum. Onların da üstadlarına inanabilmesi için- Türkiye'deki bütün mason locaları hakkında araştırma yapılması gerekmektedir. (RP sıralarından alkışlar) Susurluk Komisyonu olarak, bu öneriyi raporumuzda belirttik.

Muhterem milletvekilleri, ikinci olarak, demin de bahsettiğim gibi, 1980 öncesi terör hakkında, muhakkak, bir araştırma komisyonunun kurulması gerekmektedir. Hele, bugün, birtakım yerlerde, tekrar, öğrencilerimiz kışkırtılırken, Millet Meclisi olarak görevimiz, elbette, bunların üzerinde durmak ve öğrencilerimize "Bakın kimlere hizmet ediyorsunuz; sizden öncekiler bu hataya düştüler ve nelerle karşılaştılar" diye aydınlatıcı bilgi verebilmek için, bu hususu araştırmalıyız ve kamuoyunun karşısına çıkabilmeliyiz.

Değerli milletvekilleri, bununla beraber, devlet yapısının üzerinde bulunan teftiş müessesesinin de yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir Gerçekten, bugün, ülkemizdeki bürokrasinin, teftiş meselesinde çok ciddî aksamalar olmaktadır. Burada bulunan, eskiden bürokraside çalışmış değerli milletvekillerimiz de, bu konuda belli birtakım bilgileri bizlere aktarmışlardır. Bürokrasinin incelenmesi, meydana gelen yanlışlıkların süratle izale edilebilmesi ve hukukun sağlamış olduğu sahaların dışına çıkabilme hakkını kendinde görenlerin süratle tespit edilip, bunları hakkında gerekli işlemlerin yapılabilmesi için, devletin bütün yapısal problemleri üzerinde süratle durulmalıdır.

Bir önemli hususa daha değinmek istiyorum: Raporumuzu hazırlarken birtakım bilgilere ihtiyaç duyduğumuzda, bazı devlet dairelerinden "bu, bir devlet sırrıdır" diye cevap alamadık. Elbette, Türkiye gibi, çok stratejik bir konumda bulunan bir devletin, bütün devletlerde olduğu gibi, sırları olmalıdır ve hepimiz bunlara saygı göstermeliyiz; ama, devlet sırrının saklanmayacağı bir tek yer varsa, o da Türkiye Büyük Millet Meclisidir. (RP sıralarından alkışlar) Türkiye'de, hiçbir sır Meclisten saklanmamalıdır. Kim olursa olsun, hangi kurum olursa olsun, gelip, bu konuyu, bilgi olarak Meclise arz etmelidir ve Meclis de, kendi mehabetine yakışır bir şekilde bu sırra vâkıf olmalı; ama, onu da, en ciddî ketumiyet içerisinde, milletinin faydasına kullanabilmeyi başarmalıdır ve siyasî polemik meselesi yapmamalıdır.

Değerli milletvekilleri, daha önce çıkarılmış, mesela mal beyanı gibi, siyasîlerin mal beyanı gibi ve kamu görevlilerinin mal beyanı gibi hususlar tekrar işlerlik kazandırılmalı ve bunlar, şeklî olmaktan çıkarılmalı, fonksiyonel hale getirilmelidir. Yoksa, hakikaten, bu gibi meseleleri halledecek önemli sayıda kanunlarımız vardır; ama, bunların fonksiyonel olarak yapılması gerekmektedir.

Yine, önerilerimiz arasında, bu araştırma komisyonlarının yanına, devamlı çalışacak, bu gibi hayatî meseleleri izleyecek, Batı'da olduğu gibi, ihtisas komisyonlarının kurulması gerekmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın İncetahtacı, konuşmanızı tamamlayın efendim.

Buyurun.

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, ihtisas komisyonları, belli birtakım olaylarla sınırlı değil, bu gibi hayatî ehemmiyet taşıyan meselelerin tamamı üzerinde durmalı ve devamlı olarak Meclisi ve kamuoyunu bilgilendirmelidir.

Muhterem milletvekilleri, bütün bunların arka planında bir hususu daha belirterek sözlerimi tamamlayacağım.

Bu problemlerin hukukî boyutları üzerinde durdum; ama, bir önemli boyutu daha var, o da, ahlakî boyutudur. Bütün bunları işleyenlerin, bütün bunları yapan siyasî, bürokrat veya sivil sahada bulunan insanların sahip oldukları ahlakî nitelikler üzerinde de durmak zorunluluğumuz vardır. Mesela, Cumhuriyet Halk Partili değerli üyemiz Fikri Sağlar Bey'in çok hoşuma giden, çok güzel bir tespiti vardır. Şu suali soruyor: "Türkiye'de yanlışlık yapan siyasiler, acaba, bu yanlışlığı, siyasî yapının zorlamasıyla mı yapmışlardır; yoksa, kendiliklerinden mi yapmışlardır?" Bu çok önemli bir sualdir. Eğer, siyasî yapının zorlamasıyla yapmışlarsa -biraz evvel söyledik- hukukî bazı problemler vardır; bunların, tespit edilip, düzeltilmesi lazım. Ama, kendiliklerinden yapmışlarsa, ahlakî problem vardır.

Bu toplumun ahlakî değerlerinin, siyasilerce ve bürokratlarca benimsenmesi şarttır muhterem milletvekilleri. (RP sıralarından alkışlar) Eğer, toplumun, ahlakî değerlerini benimsemezseniz, o zaman, bu problemlerin önlenmesi mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla, hepimizin üzerinde ittifak edeceği, ahlakî ve fikrî değerlerimizin olması gerekir ve hepimizin, bilâkaydü şart, bu ahlakî ve fikrî değerlere boyun eğmemiz, saygı göstermemiz gerekir.

Ben, tekrar, Susurluk Komisyonu raporunun...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HASAN GÜLAY (Manisa) - Sonuna gel sonuna; sonuç ne oldu?..

BAŞKAN - Son cümleniz lütfen...

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım.

Esas itibariyle, Susurluk Komisyonu raporunun, çok önemli bir çalışma olduğuna inanıyorum; Millet Meclisimizin, üzerine düşen görevi devam ettireceğine ve vazifesini yerine getireceğine de inanıyorum ve bütün siyasî partilerin gayretleriyle, hepimizin olan bu memleketin, yarınlara, ahlaklı, hukuk devleti olmuş bir şekilde taşınabileceğine inanıyor; Meclisinizi saygıyla selamlıyorum. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Refah Partisi Grubu adına konuşan Gaziantep Milletvekili Sayın Bedri İncetahtacı'ya teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, şimdi, söz sırası, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Turhan Güven'in.

Buyurun Sayın Güven. (DYP sıralarından alkışlar)

Sayın Güven, konuşma süreniz, daha önce alınan Genel Kurul kararı gereğince 30 dakikadır.

DYP GRUBU ADINA TURHAN GÜVEN (İçel) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Doğru Yol Partisi Grubu adına ve şahsım adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye'de bazen çok enteresan olaylar cereyan ediyor. Biraz evvel, bir muhalefet partisi adına konuşan Sayın Topçu'nun talihsiz beyanlarını şu anda ifade etmekte biraz sıkıntı çekeceğim, onun için beni mazur görün.

Bakınız, 1991 yılında, Doğru Yol Partisi ile o günkü SHP hükümet kurduğunda "Anavatan Partisinin en büyük yolsuzluğudur" diye, alelacele elde ettiği dosyaları bir basın toplantısıyla Türkiye kamuoyuna açıklayan kimdir; Sayın Topçudur. Çok enteresandır ki, bugün Sayın Topçu, Anavatan Partisinin Sinop Milletvekili olarak, burada, aksi iddialarda bulunmaktadır; bu beyan, talihsizdir.

Yine, burada benden evvel grup adına konuşan bütün arkadaşlarımız bu Komisyonun üyesiydi. Komisyon üyesi olarak, elbette, kendi partisinin fikriyatını, kendi partisinin tüzüğünü ve kendi partisinin birtakım umdelerini savunmak için konuşma yapılabilir; ama, ne var ki, bu komisyonlar ihtisas komisyonlarıdır; bu Komisyon araştırma komisyonudur, bu Komisyon Anayasanın 98 inci maddesine göre kurulmuş bir Komisyondur. Burada, Komisyon üyesi olan kişinin üzerinde en ufak bir tereddüt de olmamalıdır. Yani, herşeyden evvel, tarafsız kişiliğini burada ifade etmekte yarar görmekteyim. Oysa, Sayın Topçu için, bakınız, bu Komisyon raporunun bir sayfasında şöyle bir ifade yer almaktadır: İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Hasan Yalçın, Komisyonumuza gönderdiği 10.3.1997 tarihli yazısında, Susurluk Olaylarını Araştırma Komisyonu Üyesi Yaşar Topçu'nun, Hüseyin Duman ve Bucak ailesi fertlerinden Fatih Bucak'ın kumar arkadaşı olduğu, şu sayılı Aydınlık Gazetesinde yazıldığı ve bu nedenle -Susurluk olayındaki önemli isimlerden Sedat Bucak'ın da yeğeni olduğuna göre- bu Komisyonda görev almamasının uygun olacağı ifade edilmiştir. Burada, Sayın Topçu'ya düşen, daha evvel bendenizin de yaptığı gibi, o Komisyon üyeliğinden ayrılmasıydı; bu, daha doğru olmaz mıydı?.. Bir başka Anavatanlı milletvekili arkadaşımız, gelir, daha tarafsız, daha doğru, daha sağlıklı bir düşünce içinde, zannederim, sonuca gitmemize yardım ederdi.

Yine, Sayın Topçu, konuşmasında, bu çete işinin, bu çete kavramının, 1993'ten sonra yukarılarda oluştuğunu ifade ediyor. Şimdi, herkes, iddiasını ispatla mükelleftir. Sayın Topçu, böyle bir iddia sahibi ise ve İstanbul Emniyet Müdürünün ifadesine dayanarak birtakım beyanlarda bulunuyorsa, elinde belge, bilgi varsa, en yakın cumhuriyet savcılığına gitmelidir, belgeleri oraya vermelidir. Niye; bakınız "odanın arkasında, Sayın Özer Çiller, olayları kuruyordu" ifadesinin sonunda, her Türk vatandaşının, kendisini bu işle görevli sayan her vatandaşın, elindeki belgeleri, ilgili adlî mercilere vermesi gerekmez mi?..

Bu arada, bakınız, bir başka ifadesi daha var. Güya, orada, kendisine gelip beyanda bulunanlar, sorulduğunda diyorlar ki "aslında, Sayın Özer Çiller'in bundan haberi vardır; ama, Sayın Tansu Çiller'in, bu işlerle hiç ilgisi yoktur." Peki, ilgisi yoktur da, daha sonra niye birtakım önergeler vermeye kalkıyorsunuz?.. Hangi suçla suçlayacaksınız?.. Yani, kendi beyanlarınız içinde çelişkileriniz yok mu?.. Kendi beyanlarınızla kendinizi bağlamıyor musunuz ve daha sonra da bu beyanlarla, Türkiye'yi ve kamuoyunu da birtakım yanlış yönlendirme içinde değil misiniz? Önce bunlara dikkat etmek lazım.

Biraz evvel, değerli kardeşim Sayın İncetahtacı da ifade etti, Türkiye'de, Ömer Topal'ın kumarhanelerine ruhsatları kim vermiş değerli kardeşlerim, değerli milletvekilleri, kim vermiş?.. En fazla kumarhane kimin döneminde açılmış?.. Hani, bir rant, bir gelir, bir mafya, bir çete ve bunun içinde devlet ilişkisinden bahsediyorsunuz; ama, onun içinde de kimlerin neyi yaptığını iyice araştırmıyorsunuz. Bu nedenle, ona iyice bakmak lazımdı.

Sayın milletvekilleri...

YILDIRIM AKTÜRK (Uşak) - Türklerin girme iznini kim vermiş onu söyle?

TURHAN GÜVEN (Devamla) - Türklerin girme izni, verildiği gibi de alındı; değil mi?.. (ANAP sıralarından "Alındı mı?" sesleri)

Onu da söylüyorum işte. Alınmadı mı?.. Kumarhaneler kapatılmak istenmiyor mu?.. (ANAP sıralarından "Alınmadı" sesleri)

Müsaade buyurun... Müsaade buyurun... Bal gibi de alındı...

TUNCAY KARAYTUĞ (Adana) - Alınmadı...

YILDIRIM AKTÜRK (Uşak) - Özrün kabahatinden büyük!.. (ANAP sıralarından "soruya cevap ver" sesleri)

TURHAN GÜVEN (Devamla) - Cevap vereceğim yeri biliyorum merak etmeyin; hepsine de yetişirim ben.

AHMET KABİL (Rize) - Yakında Bakansınız!..

TURHAN GÜVEN (Devamla) - Sayın Kabil, bunu sen söyleme. Senin, gelip, bizim Partimizden aday adayı olduğun günleri de hatırlıyorum; bunları sen söyleme!...

BAŞKAN - Sayın Güven, siz, Grup adına konuşuyorsunuz, konuşmanızı Genel Kurula hitaben yapacaksınız.

TURHAN GÜVEN (Devamla) - Elbette, İçtüzük öyle gerektiriyor Sayın Başkan; ama, müsaade ederseniz sataşmalara da cevap verme durumunda olayım.

Şimdi, Sayın Sağlar'ın söylediği bazı lafların üzerinde durmak isterim. Askerî helikopterlerle uyuşturucu kaçakçılığı yapıldığını ifade ediyorlar. Bu iddiaya dair belgelerin burada sunulması gerekirdi. Bir başka iddiada daha bulunuyorlar: "Türkiye'de çete, sadece merkez sağda, daha doğrusu sağ kesimde oluşmuştur. Bunun dışında çete yoktur." Bu işi ciddiye almak, ciddî olarak düşünmek de bana biraz ters geliyor. Kaldı ki, Sayın Cumhurbaşkanını göreve davet ettiler. Bu davet daha evvel başka genel başkanlar tarafından da yapıldı; yani, bu, Anayasamızın 108 inci maddesinde yer alan Devlet Denetleme Kurulunu göreve çağırmadır.

Değerli arkadaşlar, Anayasanın 108 inci maddesi çok açıktır. Anayasamıza göre, Devlet Denetleme Kurulunun soruşturma hakkı yoktur; Devlet Denetleme Kurulu soruşturma yapma yetkisine sahip değildir. Bu nedenle, soruşturma hakkına sahip olmayan bir kurumdan, siz, soruşturma talebinde bulunamazsınız. Sayın Cumhurbaşkanı da, bunu, fevkalade hukukî bir deyimle, daha evvel birkaç defa ifade buyurdular. Bunun için, durmadan "falan da gelsin devreye girsin, filan da gelsin devreye girsin"in hiçbir hukukî tarafı yoktur.

Çok gayri ciddî bulduğum -benim değerli kardeşim Sayın Sağlar beni bağışlasın- "Türkiye'den kaçacaklar" gibi, ciddî bir siyasetçinin ağzına yakışmayan, bir başka deyimi, hele bakanlık noktasında, Doğru Yol Partisinin içinde, koalisyonda bakanlık yapan bir kişinin kullanmaması gerekirdi...

MUSTAFA KUL (Erzincan) - Doğru Yol Partisinin içinde değil, sadece ortağı.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - DYP'nin içinde değilim.

TURHAN GÜVEN (Devamla) - Her mesuliyetine de ortaksınız...

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisinin 16 ncı Birleşiminde, biliyorsunuz, bir araştırma komisyonu kurulmasına, bütün partilerin oybirliğiyle karar verilmiştir. Bu komisyon, 26.11.1996 tarihinde görevine başlamış ve önce 3 ay, daha sonra da 1 ay içinde raporlarını, gündüz ve gece mefhumları dışında, olağanüstü bir gayretle tamamlamıştır. Elimizde 368 sayfalık bir rapor vardır. Ek olarak da, aynı basım içinde 423 sayfalık bir ek düzenleyerek huzurunuza getirmiş bulunmaktadırlar.

Geçen süre içinde, Türk kamuoyu, yasadışı örgütlerin devletle olan bağlantıları yerine, Susurluk'ta meydana gelen ve 3 Kasım 1996 tarihindeki bir trafik kazasından yola çıkarak, yanlı ve maksatlı olarak meşgul edilmiş ve tam 4 ay, 4 tekerin peşinden sürüklenmiştir...

Şimdi, burada, biz, Doğru Yol Partisi olarak, önce Anayasa, sonra kanunlar ve İçtüzük bakımından işin hukukî yorumunu inceleyip, irdelemeye çalışacağız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; verilen bütün önergeler bir Meclis araştırması açılması talebini içermekte ve Anayasamızın 98 ve İçtüzüğümüzün 104 ve 105 inci maddelerine göre işlem yapılmasını öngörmekteydi.

Öncelikle şunu belirtmekte yarar görüyorum. Çalışma sistemi dışında, Komisyonun çalışmasını takdirle karşılamak mümkündür; ama, yetkileri konusunda aynı görüşü paylaşmak söz konusu değildir. Bunun sebebi şudur: Anayasamızın 98 inci maddesinin başlığı "Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgi edinme ve denetim yolları" şeklindedir; üçüncü fıkra da Meclis araştırmasını "belli bir konuda bilgi edinilmek için yapılan inceleme" şeklinde tanımlamaktadır ve buna uygun olarak düzenlenen İçtüzüğün 105 inci maddesinde ise "Meclis araştırması komisyonu bakanlıklarla genel ve katma bütçeli dairelerden, mahallî idarelerden, muhtarlıklardan, üniversitelerden, Türkiye Radyo-Televizyon Kurumundan, kamu iktisadî teşebbüslerinden, özel kanun ile veya özel kanunun verdiği yetkiye dayanılarak kurulmuş banka ve kuruluşlardan, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarından ve kamu yararına çalışan derneklerden bilgi isteme ve buralarda inceleme yapma, ilgililerini çağırıp bilgi alma yetkisine sahiptir. Komisyon, gerekli gördüğünde uygun bulacağı uzmanların bilgilerine başvurabilir" denilmektedir.

Sayın Başkan, Anayasa ve İçtüzüğün bu açık hükmü karşısında -samimiyetinden ve hüsnüniyetinden kesinlikle şüphem yok, ama- Meclis Araştırma Komisyonu, acaba, 98 inci maddenin ve 105 inci maddenin ışığı altında ve o çerçeve içinde mi çalışmıştır? Biraz sonra Anayasanın 138 inci maddesine de geleceğim, ama, evvela bu noktayı çözmekte yarar görmekteyim. Kurum, bir bilgi edinme kurumu mu? Kimi çağıracak? Biraz evvel saydığım kurumların ilgililerinden bilgi alacak veya onun ilgililerini çağıracak. Yani, bu Komisyon, bir hazırlık soruşturması yapmıyor. Yani, bu Komisyon, bir adlî görevle mücehhez değil. Yani, bu Komisyon, bir cumhuriyet savcısının görev sahası içinde değil ve yetkisine de sahip değil. Anayasanın 100 üncü maddesi -hepinizin malumudur- başbakan veya bakanlar hakkında soruşturma yetkisi verildiğinde, bu yetkiyi de -yani, cumhuriyet savcısının yetkisini de- bu Komisyona vermektedir; yani, o, bir adlî görevle mücehhez kılınmıştır; oysa 98 inci maddenin ışığı altında bu Komisyonun sorgu yapması, ifade alması mümkün değildir.

Bakınız, raporun her tarafında "falanın alınan ifadesinde..." Falanın alınan ifadesinde denildiği gibi, kurumlarla ilgili personel yerine, ben de ifade vermek istiyorum diyen herkesi çağırmış ve dinlemiştir.

Bu arada, Araştırma Komisyonu -biraz da yetkilerini aşarak- pek çok kişinin ifadesini alırken, sorgulama yapmakla birlikte, gelmeme gibi bir olaya da muhatap olmuştur ki, bu da doğrudur. İşin içinde olmayan, ilgili olmayan; yani, yukarıda sayılan kurumlardan -kamu iktisadî teşebbüslerinden, muhtarlıklardan- bunların ilgililerinden bilgi istemek yerine, bu işle ilgili benim de bilgim vardır diyen insanları, bu Komisyonca dinlemek mümkün değildir. Ama, ne olmuştur; bu yetki aşımına rağmen, Komisyon güzel bir rapor hazırlamış ve önünüze getirmiştir. Kabul edersiniz veya etmezsiniz, hukukîliği tartışırsınız veya tartışmazsınız; bu, ayrı bir olay; ama, Türk siyasî hayatında, bu Komisyonun yaptığı çalışma ileride belki çok daha iyi değerlendirme imkânına sahip bulunacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; işin bir başka önemli hukukî çıkmazı da, Anayasanın 138 inci maddesinin üçüncü fıkrasıdır. Anayasamız "görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz" hükmünü içermektedir.

Araştırma Komisyonu, 17 adlî ve idarî olay üzerinde incelemede bulunmuş ve bu olaylarla ilgili olarak, raporun 241 inci sayfasından 307 nci sayfasına kadar da bir değerlendirme yapma durumunda kalmıştır. Sayılan bütün dosyaların büyük bir bölümü, yetkili ve görevli adlî makamlarca araştırmaya tabi tutulmuş ve halen, bu olaylarla ilgili olarak birçok görevli yargılanmakta olup, çoğu da tutuklu bulunmaktadır. Bu itibarla, 138 inci madde karşısında görüş bildirme ve beyanda bulunma söz konusu olmamalıdır; ama, burada, bu yapılmıştır. Kaldı ki, Komisyonun bazı üyeleri de, her toplantıdan sonra, ne yapıldığını ve o gün alınan ifadeleri, televizyon istasyonlarını dolaşmak suretiyle en ayrıntılı biçimde her tarafa yaymışlar ve işin aslı, komisyon çalışmasının ciddiyeti de pek kalmamıştır.

Sayın üyeler, Susurluk kazasının üzerinden bugün itibariyle 205 gün geçti. Peki, geçen bu süre içerisinde hiçbir işlem yapılmadı mı; devletin ve cumhuriyetin savcıları adlî takibatta bulunmadı mı; suç işlenildiği iddia edildi de takipsiz mi kaldı?!

Aslında, Komisyonun metninde başlık, Meclis araştırması önergelerinin ortak noktası -yani, verilen ki, bir parti iki, bir parti iki, bir parti de tek önerge vermiştir. İkisi, Susurluk kazasından evveldir; üçü, daha sonra ilave edilmiştir- Yasadışı Örgütlerin Devletle Olan Bağlantılarıdır; ama, çok enteresandır; bugün, yasadışı örgütlerin devletle olan bağlantısı yerine, burada, daha çok "Susurluk kazası" diye adlandırılan olay üzerinde konuşulmuş ve onun üzerinde bazı görüşler ortaya atılmıştır.

Devlet nedir; yasalarla ve bürokrasiyle yönetilen akılcı devlet, elle tutulan, gözle görülen bir varlık mıdır? Egemen devlet kuramının herkesçe bilinen ilk siyaset bilimcisi Jean Bodin'e göre, devlet, herkese ve yönetimi altındaki her kişiye yasalar veren, ancak, onlardan hiçbir şey almayan yetkin güçtür.

Günümüzde son Türk Devleti olan bugünkü devletimiz, bir cumhuriyet olarak toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı ve Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olarak görülmektedir.

Devlet, elbette işlerini kişiler eliyle yürütecektir. Bu kişiler, görevi, devlet adına, önce Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak için yapacaklardır. Devlet, kendi içinde görev yapan binlerce kişinin, yukarıda saydığım görevlerini, yansız, sadece bu milletin bir ferdi olarak inançla yaparken, yine bu devlet içinde görev yapan bazı kişilerin de, kendi menfaatları doğrultusunda hırs ile para kazanma, devleti soyma veya yasadışı eylem yaptıkları da bir gerçektir; hatta, başta devlet için fevkalade başarılı işler yapan kişilerin, daha sonra, her türlü hukuk ve ahlak kurallarının dışında çalıştıkları da zaman zaman görülmektedir.

Değerli milletvekilleri, burada önemli olan, her olayı kendi içinde değerlendirmektir. Bugün, çete, yasadışı örgüt veya organize suç örgütü deyin, ne derseniz deyin, bunlar yeni mi ortaya çıktı? Bugün suçladığınız kişiler dün çocuk muydu; bundan bir sene evvel, üç sene evvel, beş sene evvel çocuk muydu; yani, bunlar bir çocuk çetesi mi oluşturmuşlardı; yoksa, ta 1980'lerden başlayarak bunlar ne yapıyorlardı, ne yaptılar? Bunları da ayrı ayrı mütalaa etmekte yarar görmekteyiz. Bazı kötü niyetli kişiler dün vardı, bugün de vardır; ama, dünü unutup, sanki, bugün bu işler yapılıyor diye feryat etmek, asıl, bir dönemi karalamak ve siyasî menfaat, siyasî çıkar elde etmek için devleti tahrip etmek niye?

HASAN GÜLAY (Manisa) - Ne yapalım?!

TURHAN GÜVEN (Devamla) - Bazı suç örgütlerinin varlığını 12 Eylül müdahalesine bağlamak da, bence pek doğru bir görüş olamaz.

HASAN GÜLAY (Manisa) - Kapatalım mı?!.

TURHAN GÜVEN (Devamla) - Dün, tüm değer yargıları dejenere oldu derken, bugünlerde bazılarının darbe çığırtkanlığı yaptığını da hafızalardan silmek mümkün görünmüyor. Peki, onlara da sormak lazım; 12 Eylülü beğenmiyorsunuz, 12 Eylülü karalıyorsunuz da, 12 Eylül rejimi üzerindeki söylemleriniz üzerinde niye bugün bir darbe çığırtkanlığı yapıyorsunuz? Niye bunu yapıyorsunuz; yapmayın...

Kaldı ki, 1983 yılının 6 Kasımında -o zaman devlet içinde olanlar bilir; ekonominin tahrip olduğunu, değer yargılarının tahrip olduğunu ifade eden bir arkadaşım için söylüyorum- acaba, enflasyon yüzde kaçla teslim edilmişti? Bunları, orada, ekonominin de çok kötü olduğunu, her şeyin berbat olduğunu, o dönemde dejenere olduğunu ifade edenlere, ekonominin öyle pek de kötü olmadığını anımsatmak için söylüyorum.

HASAN GÜLAY (Manisa) - Enflasyonun sebebini değil, Susurluk'u tartışalım.

TURHAN GÜVEN (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; zaman olsaydı, keşke... (DSP sıralarından "üç sene var daha" sesleri)

Hayır, onbeş seneye doğru gidelim diyecektim.

Ben, burada suçlanan insanların kimlikleri veya isimleriyle meşgul değilim. Bundan, tahminen on sene önce de, yine, meşhur bir MİT raporu çıkmıştı. O zaman da birtakım suçlamalar yapılmıştı. Peki, o zaman, bu suçlamalar karşısında ne yapıldı? O zaman, bu rapor üzerine neler yapıldığını, bugün bize, bu rapor üzerinde konuşanlar tek tek anlatmak durumundadır ve mecburiyetindedir.

HASAN GÜLAY (Manisa) - Dersini iyi çalışmamışsın!..

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Bakan olacaksınız galiba...

TURHAN GÜVEN (Devamla) - Onlar bizim çok gerimizde kaldı, merak etmeyin!..

Bu yasadışı örgütlerle devlet görevlileri ilişkisi, idarî ve adlî makamlarca, sonuna kadar araştırılmalı, soruşturulmalıdır. İşin, çok yönlü, çok boyutlu olduğu iddia edildiğine göre, bunun Meclis araştırmasıyla çözülmesi belki mümkün değildir. Adlî yargı bunu çözemez demeyiniz. Olayı iki üç kişinin üzerine yıkmak yerine, devletin birliği, milletin dirliği ve esenliği için, iş nereye kadar ulaşıyorsa oraya kadar gidilmesinde, biz, kişi olarak, Parti olarak ve Hükümet olarak da yarar görmekteyiz; nereye varacaksa, oraya varsın; hiç kimsenin endişesi olmasın bundan...

İSMET ATALAY (Ardahan) - Belli oluyor zaten...

TURHAN GÜVEN (Devamla) - Yargıya güveneceksiniz...

Şunu ifade etmek istiyorum: Sokağa çıkamadığınız günleri bir düşünün; terör ve anarşinin önlenmesinde görev alarak, canını bu millet için veren kişileri düşünün ve maksatlı olarak kötülenmesinin sonunda devletin uğrayacağı, özellikle devletin uğrayacağı tahribatı da düşünün.

HASAN GÜLAY (Manisa) - Kapatalım mı?..

TURHAN GÜVEN (Devamla) - Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı geçen hafta bir iddianame düzenledi. "Yargı işlemiyor" diyenler, Sayın Vural Savaş'ın odasını çiçek bahçesine çevirdiler. Hani yargı işlemiyordu?!. Cumhuriyet Başsavcısı bir yetkisini kullanmıştır, anayasal hakkını kullanmıştır. Burada anasaya hukuku bakımından bir durum söz konusudur; bunu, ben tartışmam; ama, Sayın Başsavcının söylemlerini de her zaman tartışırım.

HASAN GÜLAY (Manisa) - Neyi tartışacaksınız, neyi tartışmayacaksınız?

TURHAN GÜVEN (Devamla) - Anlayamıyorsanız, ben, bu saatten sonra size anlatamam. Beklersiniz; ona göre anlatırız.

İRFAN GÜRPINAR (Kırklareli) - Tabiî, anlatacak bir şey de yok!

A. TURAN BİLGE (Konya) - Bir şey anlatamadın ki, sabahtan beri konuşuyorsun, zaman dolduruyorsun.

TURHAN GÜVEN (Devamla) - "Susurluk dosyası3 diye anılan soruşturma evrakında, iki milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılması söz konusu olmuştur. Bu işe bakan devlet güvenlik mahkemesi savcısı, Sayın Ağar ve Sayın Bucak için fezleke düzenlemiş ve Adalet Bakanlığına göndermiştir. Bakanlık, dosyaları Başbakana intikal ettirmiş ve orada bir süre kalmış bu dosyalar. Sonra, ortalık karışmış ve geçen hafta, Meclis Başkanlığı, bu iki dosyayı karma komisyona göndermiştir.

AYHAN GÜREL (Samsun) - Hasıraltı ettiler onları!..

TURHAN GÜVEN (Devamla) - Orada, daha önceki dosyalar için hazırlık komisyonlarının sonunda hazırladığı rapor okundu.

Şimdi, hasıraltına geleceğim merak etmeyin. Merak etmeyin...

Şimdi, sizin "hasıraltı ediyorsunuz" dediğiniz gibi, komisyonda da "dosyaları kaçırıyorsunuz" dedi bir arkadaşımız.

Sayın milletvekilleri, şimdi, bakınız, İçtüzüğümüzde açık hüküm var; bir alt komisyon, hazırlık komisyonu kurulur; bu, 5 kişiden oluşur. Bu 5 kişi, bir rapor hazırlar ve karma komisyona verir.

AYHAN GÜREL (Samsun) - 1 ay içerisinde...

TURHAN GÜVEN (Devamla) - 30 gün içerisinde, 1 ay içerisinde... Peki, hazırlık komisyonu kuruldu mu; kuruldu. Bu iki dosya verildi mi; verildi. Daha bunun sonucu belli olmadan, neyin kaçırıldığını, neyin yapıldığını nasıl iddia edebilirsiniz!.. Bekleyin bakalım sonucu...

Efendim, burada, bir mesele-i müstehıre varmış; o nedenle, bu dosyaları da bu işleme tabi tutacaksınız gibi bir varsayımın pek hukukî tarafı olduğunu zannetmiyorum. O, bir hukukî tartışmadır. Kaldı ki, orada da kaçırıyorsunuz diyen arkadaşımıza şu cevabı vermek isterim: Biz, hangi dosyaları kaçırmışız? İşte, dosyaların dökümü elimde. Bakınız, Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden kurulu karma komisyon gündeminde olan yasama dokunulmazlığı dosyaları... Ben de o komisyonun üyesiyim de onun için söylüyorum. Kimin dosyasını kaçırmışız biliyor musunuz; mesela, Sayın Yılmaz'ın... 298 sayılı Kanuna muhalefette bulunmuş; ben, onun dosyasını kaçırmışım... Mesela, burada var...

MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) - Seçim Kanunu...

TURHAN GÜVEN (Devamla) - Evet, 298 sayılı Seçim Kanunu; ben de onu söylüyorum; ama, dokunulmazlık dosyası bu.

Bakınız, Sayın Baykal'ın var...

İSMET ATALAY (Ardahan) - Getirin... Hepsini getirin... Getirmenizi istiyoruz...

İRFAN GÜRPINAR (Kırklareli) - Getirin... Getirin...

TURHAN GÜVEN (Devamla) - Sayın Başkan, sayın üyeler; bunların kaçırılması falan söz konusu değil; bu, bir hukukî görüştür. (CHP ve DSP sıralarından gürültüler)

İSMET ATALAY (Ardahan) - Hepsini getirin...

OYA ARASLI (İçel) - Biz istiyoruz... Gelsin...

TURHAN GÜVEN (Devamla) - Elbette... Merak etmeyin, hepsi getirilir; gerekirse, tamamının dokunulmazlığı kaldırılır; ama, gerekirse, bu, daha evvelki teamül gibi de, sonunda başka işlem görür.

İRFAN GÜRPINAR (Kırklareli) - Tamam...

MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) - Bu Meclis de, bu Millet de bunu bekliyor sizden.

YILDIRIM AKTÜRK (Uşak) - Pazarlıklar devam ediyor herhalde...

MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) - Hepsinin dokunulmazlıkları kalksın...

TURHAN GÜVEN (Devamla) - Tabiî, hepsinin kalksın...

O zaman, Genel Kurul gündemine giren Anayasanın 83 üncü maddesinin bir an evvel görüşülmesini niye teklif etmiyorsunuz; İçtüzük, bu yetkiyi size veriyor.

İRFAN GÜRPINAR (Kırklareli) - Ettik... Ettik...

MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) - Biz Anavatan Partisi olarak teklif ettik.

TURHAN GÜVEN (Devamla) - O zaman, gündeme gelir, görüşürüz; bakarsınız ki, bu dosyalar da hepinizin huzuruna gelir, tek tek incelersiniz.

İSMET ATALAY (Ardahan) - Sayın Güven, dersinizi iyi çalışamamışsınız.

TURHAN GÜVEN (Devamla) - Benim kimseden ders almaya da ihtiyacım yok, ders vermeye de... Ders almanın, ders vermenin ne olduğunu zamanı gelince öğrenirsiniz.

İSMET ATALAY (Ardahan) - Ders almaya ihtiyacın yoksa, o zaman çalış...

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Bakan da olamayacaksın!..

TURHAN GÜVEN (Devamla) - Sayın Başkan, burada önemli olan, bakın nedir; yapılan işlemin hukukîliğini tartışıyorum. Bir fezleke gönderdiğiniz zaman kanunlardaki işlemlerin neler olacağını bilmiyorsunuz, öğrenin.

Bakın, Sayın Ağar'ın Emniyet Genel Müdürü olarak yaptığı işlemlerden ötürü mü fezleke düzenlenmiş; o zaman gelin beraber okuyalım. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 154 üncü maddesi "valiler, Memurin Muhakemat Kanunu hükümlerine tabidir" diyor; yani, devlet güvenlik mahkemesi savcısının bir fezleke düzenlemesi burada söz konusu değildir.

İkinci olarak; Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanunun 9 uncu maddesine göre de, bidayet mahkemesi eğer Yargıtay ise, orada da, yine, Devlet Güvenlik Mahkemesinin böyle bir işlem yapması, savcının böyle bir işlem yapması söz konusu olamaz. Bu kadar basit bir işlemi eğer öğrenmemişseniz, ondan sonra, sataşmalara meydan verecek şekilde laf atmayın.

A. TURAN BİLGE (Konya) - Vatandaşa anlat, vatandaşa...

TURHAN GÜVEN (Devamla) - Hal böyleyken; yani, bunun yolu bu iken, dosya gelmiştir; ama, yine de, dediğim gibi, 5 kişilik komisyona havale edilmiştir; ondan sonra görüşünü de verir, gereği de yapılır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; demokrat ve medenî toplumların gündeminde evrensel normların tayin ettiği değerler yer alıp tartışılırken, orada da suiistimal, rüşvet, organize suçlar bütün boyutlarıyla vardır; ama, ne var ki, bunlarla mücadele için ortak uğraşı ve gayret de vardır. Salt siyasî çıkar için ve şov yapmak maksadıyla ve siyasî karalama için, devletin ve milletin ortak değerlerini tahrip etme orada yoktur. Siyasî karalamanın kimseye, karalayana da karalanana da yarar getirdiği görülmemiştir. Önemli olan, anayasaların siviller tarafından yapılması değildir, önemli olan, anayasanın sivil olmasıdır. Siz bunu yapıyor musunuz? Gelin, birlikte yapalım, hep birlikte yapalım; bunun çalışması içinde olalım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Güven, konuşmanızı tamamlayın efendim.

TURHAN GÜVEN (Devamla) - Bağlıyorum Sayın Başkanım.

Sivil anayasa, katılımcı demokrasi; mutlu, huzurlu ve müreffeh bir Türkiye'de, insanların hoşgörüyle kucaklaştığı bir ülke olmak istiyorsak, kısır çekişmeler yerine, organize suçları azaltacak çareleri gelin birlikte arayalım. Bu Türkiye hepimizin ve ebet olan da sadece devlettir.

Hepinize saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Doğru Yol Partisi Grubu adına konuşan İçel Milletvekili Sayın Turhan Güven'e teşekkür ediyorum.

Gruplar adına son konuşmayı, Demokratik Sol Parti Grubu adına, Aydın Milletvekili Sayın Sema Pişkinsüt yapacaktır. (DSP sıralarından alkışlar)

Sayın Pişkinsüt, konuşma süreniz, daha önce alınan karar gereğince 30 dakikadır.

Buyurun.

DSP GRUBU ADINA SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Sayın Başkan, saygıdeğer üyeler; sizleri ve televizyonları karşısında bizi izleyen değerli halkımızı, Partim, Demokratik Sol Parti ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum.

Bugün konuşmakta olduğumuz bu çok karmaşık ilişkiler ağını, sınırlı süremiz içinde, Grubum Demokratik Sol Parti adına, mümkün olduğu kadar kısa, açık ve öz olarak anlatmaya çalışacağım.

Faili meçhul cinayetlerin, gözaltı kayıplarının, suikastlerin, aklanan karaparaların, uyuşturucu kaçakçılarının hem birbirleriyle hem de devletle olan bağlantıları Susurluk kazasından sonra sır olmaktan çıkmıştır ve hemen ilk günlerde, toplumda, devletin aklanması için gereğinin yapılması istekleri, temiz toplum özlemleriyle dolu kampanyalarda dile getirilmiştir; çünkü, Susurluk skandalıyla ortaya bir kez daha dökülenler, aslında, ayıplanacak tarihsel hataların ürünleridir ve bunları yine görmezlikten gelmek, elbette, daha korkunç sonuçlar yaratacaktır.

Parlamentomuzun değerli üyeleri, olaylar çok vahimdir. Birçok politikacının övündüğü, tarih yazmak yerine, bazen de -bugün olduğu gibi- tarihi yargılamak çok daha önemli ve gereklidir. Görülen odur ki, devletimiz içinde kanserleşen başına buyruk odaklar, insan haklarıyla, çağdaş hukuk devleti ilkelerini yok etmektedir. Yine, hepimiz çok iyi biliyoruz ki, bu devlet, tarihte kolay kurulmadı ve bizim devlet geleneğimiz içinde de, ne Osmanlı'da ne de Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda asla faili meçhul cinayet yoktur.

1977 yılında, Başbakanlığı sırasında, Genel Başkanım Sayın Ecevit "işe can güvenliğinden başlayacağız" diyordu ve bugün, yıl 1997; yirmi yıl sonra, maalesef, anlaşılan odur ki, yine, ilk işimiz can güvenliği ve bugün, susurluğun ardından, devlet olabilmenin olmazsa olmaz koşullarını, yaşama hakkımızı ve ulusal bağımsızlığımızı sorgulamak zorundayız.

Skandal kazada bir polis şefi, silah ve uyuşturucu kaçakçısı bir katil zanlısı, aşiret reisi ve aynı zamanda Parlamentomuzun üyesi aynı araçtaydılar. Asla bir arada olmaları düşünülemeyecek olan bu üçlü, onca saldırı silahıyla, korkunç bir süratle nereye gidiyorlardı ve neden aynı arabadaydılar? Dönemin İçişleri Bakanı, bu ilginç buluşma için "polis şefi, Abdullah Çatlı'yı adalete teslim etmeye götürüyordu" dedi ve iki gün sonra da istifa etti. Olay, iktidar partilerince küçültülmeye çalışıldıkça, medya, yeni kanıtlar, yeni bulgular veya yeni savlarla, olaya adı karışanları ve onları himaye etmeye çalışan kimi politikacıları zorlamaya başladı.

İktidar ortaklarından biri, bu olayı "fasa fiso" deyimiyle önemsiz kılmaya çalışırken, küçük ortak "bu vatan için kurşun atan da, kurşun yiyen de bizim için şereflidir" diyerek tartışmaya yeni bir boyut getirdi. Bundan cesaret alan sanık durumundaki kimi çete elemanları "biz ne yaptıysak, devletimiz için yaptık" sözleriyle ulusal kahramanlığa soyundular. Öyle ki, 7 TİP'li genci öldüren de, uyuşturucu kaçakçılığı yapanlar da, faili meçhul cinayetleri işleyenler de, toplu katliamlara girenler de, karapara aklayanlar da, devletin olanaklarını kendilerine hortumlayanlar da, çek-senet mafyası elemanları da ve onların siyaset içerisinde en üst düzeye kadar olan uzantıları da ne yaptılarsa, hep vatan için yaptıklarını iddia etmeye başladılar. Komisyon bile bu düşünceye destek vermiştir. Şöyle ki; Abdullah Çatlı'nın yurt dışında uyuşturucu kaçakçılığı yaptığına ilişkin Basel Şehri Savcılığının 25 Ekim 1984 tarihli soruşturma dosyası komisyona mart ayı ortasında ulaşmış olmasına rağmen, kayda bile alınmadan, üyelere de gösterilmeden özel tercümeye gönderilmiştir. Yapılan tercümenin, komisyon raporu teslim edildikten sonra gelmesi nedeniyle, bu dosya, maalesef, rapora girip değerlendirilememiştir. (DSP sıralarından alkışlar)

Susurluk skandalı doğru bakış açısıyla ve doğru araştırma teknikleriyle incelenebilseydi, çok farklı boyutlarda açılım sağlanabilirdi; çünkü, konunun hukukî boyutu kadar, Türkiye Büyük Millet Meclisi için siyasal, sosyal, ekonomik ve uluslararası boyutları da önemlidir.

Komisyon, asla istediğimiz boyutta bir çalışma yapamadı. Komisyon, İktidar ortaklarının işbirliğiyle güdümlü, kısaca, siyasî etki altında ve yanlış yöntemle çalıştı ve çalışma kapsamı da kasıtlı olarak dar tutuldu.

Bu bağlamda, Susurluk olayının gözden kaçan veya kaçırılmak istenen en önemli boyutu, suça kaynak teşkil edecek olan ekonomik delillerin araştırılmaması; yani, ekonomik boyutu olmuştur.

Türkiye'de 1990'lı yıllarda alınan yanlış ekonomik kararlar ve uygulanan politikalar, ülkenin döviz rezervlerinde ciddî boyutlu erimeye yol açmıştır. Devletin döviz rezervlerinin düşüşüyle paniğe kapılanlar, kısmen kayıtdışı ekonomi maskesi altında gizlenen karaparanın yurda girmesine ve aklanmasına acaba izin vermişler miydi? Ülke döviz rezervlerinin tehlikeli bir şekilde azaldığı bu dönemde, ne pahasına olursa olsun döviz sağlamak isteyenler, suç örgütlerine göz yummuşlar mıydı? Bunların araştırılması gerekirdi.

Dış ödemeler açığı milyarlarca dolar seviyesinde seyrederken, görülmeyen muamelelerden gelen dövizler de belliyken, ülkemiz toplam döviz rezervlerindeki şaşırtıcı miktarlardaki artış, hep, kayıtdışı ekonomiye bağlanmaya çalışılmıştır. Oysa, dış ödemeler dengesi açık verirken, döviz rezervlerinin artmasında, bu artışın tek nedeninin kayıtdışı ekonomi olamayacağı açıktır. Aslında, gizlenen, kayıtdışı ekonomi maskesi altında, karaparadır. Komisyonumuzun temel işlevi, Türkiye'de karapara elde edenlerin ya da karapara aklanmasına aracılık edenlerin, devletten veya kamu görevlilerinden destek görüp görmediklerini saptamak olmalıydı. Hükümetlerin bu duruma gelinmesinde rollerinin olup olmadığının araştırılması, devlet eliyle yasadışı insanların zenginleştirilmelerine yönelik faaliyetleri ortaya çıkarabilirdi.

Günümüzde siyasetin çok pahalı bir hale getirildiği gerçektir. Siyaseti, bu maliyet içerisinde yürütmeyi meşru gören anlayış, kaynak yaratma konusunda hiçbir etik değere de saygı göstermemektedir. Kısaca, araştırma, ekonomik boyuta yayılamamış, ekonomik deliller belirlenerek, suç-örgüt ilişkilerinin açıklığa kavuşması sağlanamamıştır. Nitekim, faili meçhul cinayetlerden, Ömer Lütfi Topal, Behçet Cantürk, Savaş Buldan, Tarık Ümit olaylarında, yurtiçi, yurtdışı bağlantılı büyük paralar konuşulmaktadır.

Araştırmanın bir diğer eksik boyutu, siyasî baskıyla güneydoğuya gidilmekten vazgeçilmesidir. Halbuki, böyle bir çalışma, Komisyonumuz kapsamındaki karapara, uyuşturucu, feodal yapı, koruculuk, Özel Harekât, mafya, faili meçhul, faili kaçak ve siyaset ilişkileri açısından son derece önemliydi.

Kasıtlı olarak eksik bırakılan ve özellikle ulusal onurumuz açısından da çok önemli olan bir diğer konu ise, Frankfurt mahkemesinin, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, uyuşturucu kaçakçılığını korumak ve uyuşturucu ticaretinin üstünü örtmekle suçladığı iki hâkim imzalı gerekçeli kararıdır. Bu kararda, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller'e de birtakım ithamlar yöneltilmektedir. Alman mahkemesinin gerekçeli kararının yayımlandıktan sonra gönderileceğine dair Bonn Büyükelçiliğinden 7 Şubat 1997 tarihli gelen yazıyı, Komisyon Başkanı, 1 Nisan 1997'ye kadar kayda bile almayarak saklamıştır. Bu nedenle, 27 Şubat 1997'de Alman basınında yayımlanan gerekçeli karar da, maalesef, Komisyon getirilip rapora konulamamıştır.

Şu an elimde bulunan ve tarafımca temin edilen bu 10 sayfalık kararla, soruşturmaya ait 134 sayfalık bulgu ve delilleri kapsayan diğer kısmı getirilerek, kamuoyu mutlaka aydınlatılmalıdır.

Acı gerçekler, Susurluk sonrası ortaya çıktıkça, bazı uyuşturucu kaçakçılarının devletçe kayırılıp korundukları ve yasadışı örgütlenmelerde kullanıldıkları belirlendikçe, bu konunun yaralayıcı etkisi daha da artmaktadır.

Susurluk skandalının hukukî boyutunda incelediğimiz olaylardan, Komisyona bilgi verenlerin beyanlarından, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının, İbrahim Şahin ve Korkut Eken ile 8 polis memuru hakkında düzenlediği iddianameden ve İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının Sedat Bucak ve Mehmet Ağar hakkında hazırladığı fezlekeden, aşağıdaki yorumlara ulaşılabilmektedir:

Emniyet, MİT ve Jandarma içerisindeki bazı devlet görevlilerinin, cürüm işlemek amacıyla silahlı teşekkül oluşturdukları ve özel kasıt altında bir araya geldikleri; yasadışı örgütlenmelerde yer alan bazı kişilerin devlet tarafından görevlendirildikleri; bazı kamu görevlilerinin de doğrudan çeteler içerisinde yer aldıkları; oluşturulan bu tür yasadışı örgütlenmelerin devletin bazı üst düzey yetkilileri tarafından bilinip korundukları; yasadışı örgütlenmelerin siyasî otoritenin en üst kademelerine kadar uzandıkları ve kollandıkları; yasadışı örgütlenmelerin, terörle mücadele maskesi altında, tamamen çıkar sağlamaya yönelik oldukları ve beslenerek kontrol altında tutuldukları anlaşılmaktadır.

Mehmet Ağar ve Sedat Bucak hakkındaki fezlekenin Komisyonumuza geç intikal ettirilmesi, Başbakan ve Adalet Bakanı tarafından âdeta saklanması, Meclise geldikten sonra da, dokunulmazlıkların kaldırılması yolundaki beklentilerin aksine, savsaklanması, siyaset-çete ilişkilerinde şüpheleri daha da artırmıştır.

Komisyonumuz, raporunda, belirli suçlamalara yer vermediği gibi, belirli kişilere ulaşmaktan ve yukarıda açıkladığım gerçekleri de belirtmekten kaçınmıştır. Halbuki, Komisyonun esas görevi, bundan sonraki halkaları ortaya çıkarmak olmalıydı. Buraya kadarını, zaten yargı yapmıştı.

Sayın üyeler, elimizdeki tüm hukukî bilgi ve belgelere dayalı olarak yapmış olduğum bu açık yorum ve tespitler, karşımıza, devlet içerisinde bazı bürokratların oligarşisini ve işbirlikçilerini çıkarmaktadır. Söylediklerimizi şematize edersek, bu oligarşinin emniyet içerisindeki uzantısının en üst seviyesinde Mehmet Ağar'ın bulunduğu kuşkusu, etrafında Müşavir Korkut Eken, Emniyet Özel Harekât Dairesi Başkanı İbrahim Şahin -ki, her ikisi de özel harp konusunda özel yetiştirilmiş uzmanlardır- ve özel timde görev yapmış polisler olduğu izlenimi edinilmektedir.

Bir diğer cephe, MİT içerisinde Mehmet Eymür ve ekibidir. Feodal yapının ve koruculuk sisteminin Parlamentoya kadar uzanan kesiminin örgüte destek veren isminin Sedat Bucak olduğu ileri sürülmektedir. Yerelde ise, örgütçe, bazı aşiretler ve korucular kullanılmaktadır. Güneydoğuda oluşan terör rantının paylaşımında, Yüksekova çetesinde olduğu gibi, bazı güvenlik birimlerine ait uzantılar da yer almaktadır. Yine, burada, tetikçi ve tahsilatçı olarak "Yeşil" kod adlı Mahmut Yıldırım gibi vatandaşlar ve birçok PKK itirafçısı da kullanılmaktadır.

Ayrıca, çalışmamızda, 12 Eylül öncesi ve sonrası korundukları kesin olarak tespit edilen ülkücülerden bazı grupların, bazen Mehmet Eymür kanalıyla MİT kontrolünde, bazen de Mehmet Ağar kanalıyla Emniyet kontrolünde örgüt faaliyetlerine katıldıkları ortaya çıkmaktadır. Bu kesimden Abdullah Çatlı, Haluk Kırcı, Oral Çelik, Abdullah Kederoğlu, Alaattin Çakıcı, Ali Yasak, Ali Fevzi Bir, Sami Hoştan, Hadi Özcan, Yaşar Öz, Kürşat Yılmaz, Sedat Peker, Turgay Maraşlı, Yahya Efe, Müfit Sament, Bedri Ateş, Tevfik Ağansoy, bilinen ve önde gelen isimleri oluşturmaktadır.

Bu kişilerin çoğunun, 12 Eylül öncesinin karanlık tablosunda, pek çok bilim adamının, basın mensubunun, hukukçu ve öğrencinin katledilmelerinden sanık ve hükümlü olduklarını bilmekteyiz. 1 Mayıs 1977 Taksim katliamı, 29 Mayıs 1977 Sirkeci ve Yeşilköy sabotajları, 16 Mart 1978 üniversite katliamı, 1 Şubat 1979 Abdi İpekçi'nin öldürülmesi, 13 Mayıs 1981 Papa suikastı ve daha niceleri...

Bugün, bu bazı eski ülkücülerin o tarihlerdeki olaylarını hatırlamak, şu anda neden tekrar meydana çıktıklarını sorgulamak için gereklidir. O yıllarda, ülkede kargaşa ve birbirine düşmanlık ortamı, âdeta kışkırtılıyordu. O yıllarda, hem sağ hem sol taşeronlara gezen silahlar kullandırılıyordu.

Yine, pek çok ülkede benzerleri de bulunan ve çoğunlukla karanlıkta kalan, derin devlet, gladio, kontrgerilla gibi yapılanmalar hep düşünülmüştür ve vardır. Barış gönüllüleri, 12 Mart, 12 Eylül, Türk-İslam sentezi, Başbakan Turgut Özal zamanında kurulmak istenilen özel istihbarat örgütü ve nihayet, Başbakan Tansu Çiller'in sivil otoritedeki egemenliği, değişik basamaklardır.

Uluslararası istihbarat örgütlerinin ve bağlantılarının stratejik çalışmaları ve emelleri doğrultusundaki icraatları, elbette yadsınamaz; ayrıca, gözardı da edilemez; ancak, asıl önemli olan, bu yapılarla, ülke kaderini elinde tutanların ne derece işbirliğinde bulunduklarıdır. Elbette, bahsettiğim bu tabloyu, bu araştırma süresinde, baştan sona, daha ilaveleriyle tamamlamak mümkün değildir. Rapor tesliminden sonra, her geçen gün ortaya çıkan gerçekler, konuların çok farklı boyut ve uzantılarını keşfetme imkânını da getirmektedir; yeter ki, bakmasını, sormasını, araştırmasını ve üzerine gidebilmesini bilelim.

Tabloyu böylece ortaya koyduktan sonra, öncelikle, yasadışı örgütlenmelerde ismi geçenlerin sorumluluk makamlarına kimler tarafından, hangi amaçlarla getirildikleri ve bu görevlerde nasıl kaldıklarının incelenmesi ve siyasî sorumlularının da tespit edilmesi gerekir. Örneğin, devletin tasfiye ettiği Mehmet Eymür ve Korkut Eken, kimin döneminde ve kimin özel çağrısıyla kilit noktalara getirilmiştir? Diğer taraftan, akla bazı sorular da gelmektedir. Örneğin, Tevfik Ağansoy'un yanında öldürülen ve yaralanan polisler kimin özel korumalarıdır?

Tarık Ümit'in öldürülmesinde bahsi geçen, Kıbrıs'ta aklandığı iddia edilen 40 milyon dolar ne parasıdır? Öldürülmesiyle, bu paralar, kimler tarafından, nasıl paylaşılmıştır?

Özer Çiller İstanbul Bankasında Genel Müdürken, müstahdemi olarak çalışan, özel işlerini takip eden ve aleyhinde tek tanık olan Mehmet Urhan niçin öldürülmüştür?

Öldürülen Ömer Lütfi Topal'ın birinci eşi Safiye Benli, Abdullah Çatlı'nın ölümü üzerine, niçin "kanı yerde kalmadı; Özer Çiller'den şüpheleniyorum" demiştir? Safiye Benli, bu sözleriyle ne kastetmiştir?

Komisyonda, hem Özer Çiller'in hem de Safiye Benli'nin dinlenmesinden, hangi gerçeklerin ortaya çıkacağı korkusuyla vazgeçilmiştir?

Sağlık Bakanlığı Başmüfettişi Namık Erdoğan, çetenin, devletle bağlantılarını, yolsuzluklarını ortaya çıkaracak bilgilere ulaştığı için mi öldürülmüştür?

Binleri bulan faili meçhuller bu ülke için ne demektir ve niçin en çok 1993-1995 yılları arasındadır?

Bu, nasıl, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti olmaktır?

Faili Meçhul Siyasî Cinayetler Meclis Araştırması Komisyonu raporu, üç kez, bizzat Komisyon Başkanı tarafından Başbakan Tansu Çiller'e sunulmuş olmasına rağmen, sudan sebeplerle, niçin Meclis Genel Kuruluna getirilmemiştir?

Karapara aklandığı konusunda ciddî iddialar olan, yurtdışı bankalarda, örneğin, First Merchant Bank'ta kimlerin, ne oranda hisseleri vardır?

Güneydoğuda sosyal ve ekonomik gerçekçi çözümler niçin sürüncemede bırakılmakta ve terör rantı niçin önlenememektedir?

Ülke ekonomisinde niçin karapara aklanmasına izin verilmektedir? Doğru; yasadışı kişilere kumarhane açma izni, kimler ve ne karşılığında verilmiştir? Ama, yasadışı kişileri sabıkasız gösterenler de kimlerdir? (DSP sıralarından alkışlar)

Karapara aklanmasında önemli bir çözüm olan Bankalar Kanununda yapılması istenilen değişiklik, niçin İktidar partilerine mensup milletvekillerince reddedilmiştir?

Tansu Çiller'in mal varlığını soruşturma komisyonu raporu, İktidar partisi milletvekillerince niçin delil yetersizliğinden reddedilmiştir?

Alman mahkemesinin iki hâkim imzalı kararını ve polisin yaptığı araştırmayı kapsayan kısmını, Dışişleri Bakanı olarak Tansu Çiller niçin getirip gerçekleri gözler önüne serememektedir? Bu bağlamda, kendisinin açıklanamayan mal varlığı, bu mahkeme kararıyla daha da şaibeli hale gelmiyor mu?

Azerbaycan Cumhurbaşkanı Sayın Haydar Aliyev'in, ülkesindeki darbe girişimleri konusunda bu Meclis kürsüsünden ne demek istediğini öğrenmemiz gerekmez mi? Niçin, bunun üzerinde araştırma yapılmamakta?

AHMET İYİMAYA (Amasya) - İste...

SEMA PİŞKİNSÜT (Devamla) - Bu soruların cevabı gerçekten araştırılabilseydi, isimleri geçenlerin belki aklanma şansları da olabilecekti; ama, araştırılmaması için elden gelen her şey yapılmaktadır.

Onca soru varken, Çiller Ailesi, Komisyona bilgi vermeye bile çağırılamamıştır.

Ayrıca, son günlerde, basında, Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller hakkında çıkan ve inanmak bile istemediğimiz iddialar, sadece kendisi için değil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti için de çok ağır ithamlardır. O zaman, Susurluk'ta ortaya çıkan tablodaki dış bağlantıların kimlerin üzerinden sağlandığının da sorulması gerekmez mi? Eğer, bu iddialar doğru değilse, o zaman, neden tekzip edilmemektedir? Bu konudaki gerçeklerin kamuoyuna açıklanması moral yükümlülüktür.

Hesap sorma mercii olan Hükümetin Refah Partisi kanadı "ABD emperyalizmine ve diğer tüm güçlere karşıyız" diyerek iktidara gelmelerine rağmen, bunlara niçin ilgisiz kalmaktadır?

Susurluk Komisyonundaki Refah Partisinin tutumunu anlamak mümkün değildir.

Bugüne kadar, Refah Partisiyle niçin koalisyon yaptıkları, hep Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller'e soruldu. Aslında, bu sorunun, Refah Partisine de sorulması gerekir, kiminle koalisyondasınız ve niçin? Dengeyi nasıl sağlıyorsunuz ve bu dengede İslam halk komutanlığının yeri var mı?

Yine, Komisyon çalışmalarında, Susurluk skandalının içerisine askerî yapıyı da çekme gayretleriniz, Meclis ile orduyu karşı karşıya getirme çabalarınız, bu dengenin doğal yansıması mıdır? Bilindiği üzere, Komisyon Başkanımız, Teoman Koman Paşa'nın JİTEM'le ilgili gönderdiği yazıyı 32 gün saklamıştı.

Değerli Meclis üyeleri, özü saklamanın, global, soyut öneriler sıralamanın hiçbir anlamı yoktur. Parlamentomuz, bugün, demokrasi sınavıyla karşı karşıyadır. Önce kendimizden başlamalıyız. Susurluk ile ilgili Parlamento üyelerine ait fezlekenin işleme konularak yargı yolunun açılması; Parlamentomuz üyelerinden, özellikle uyuşturucu kaçakçılığı iddiaları nedeniyle dokunulmazlıklarının kaldırılması istenenler hakkında acil karar alınması; Susurluk skandalında adları geçen tüm kamu görevlilerinin yargılanabilmelerini sağlamak üzere gerekli işlemlerin yapılabilmesini getirmek; Susurluk skandalının henüz tam anlamıyla aydınlatılamamış ve araştırılamamış olması nedeniyle, Meclis İçtüzüğünde değişiklik yapılarak, sürekli bir araştırma komisyonunun kurulmasının sağlanması; çok yönlü yetkilerle donatılmış, Devlet Denetleme Kurulu gibi bir üstkurulun devreye sokulması, Faili Meçhul Siyasî Cinayetler Araştırma Komisyonu raporunun acilen Meclis gündemine getirilmesinin sağlanması; yargıya da güvence ve destek verilmesi gerektiği inancındayız. Çünkü, Susurluk olayına karışmış olanların yargılanabilmeleri sağlanacak olursa, pek çok noktanın aydınlatılacağı açıktır.

Ayrıca, Başbakan Yardımcısı ve eşi hakkındaki yurtiçi ve yurtdışı kaynaklı iddialar karşısında sessiz kalınması, hem kendilerine hem de topluma karşı haksızlıktır. Çiller ailesinin bir türlü izah edilemeyen mal varlığındaki artışlarının gerçek nedenlerinin halka izah edilmesi gerekir.

Değerli Meclis üyeleri, sonuç olarak, Türkiye'ye, dışgüçlerin bazı roller biçtiği açıktır. Türkiye Cumhuriyetinin temel taşlarının yerinden oynadığı görülmektedir. Bu sebeple, devleti oluşturan ve devlete egemen olan güçler, ögğeler yeniden analiz edilmelidir.

Biz, bu Yüce Mecliste Türkiye Cumhuriyeti üzerine yemin ettik ve yeminimizi, elimizi kaldırarak yapmadık. Biz, yeminimizi "bağımsızlık karakterimdir" diye haykıran Mustafa Kemal Atatürk'ü... (DSP sıralarından alkışlar)... bu yolda kaybettiğimiz ve hâlâ kaybetmekte olduğumuz nice şehitlerimizi, Uğur Mumcu'ları, Eşref Bitlis'leri, Kuvayı Milliye ruhuyla bağımsızlık mücadelesi verenleri, tüm dürüst devlet görevlilerimizi ve halkımızı yüreğimizde yaşatarak, hissederek yemin ettik ve bugün, milletvekili andımızda koruyacağımıza söz verdiğimiz tüm değerler tehdit altındadır. Önce Meclisten başlamak üzere, bu uğurda, dürüst ve yurtsever kişiler bir araya gelmek zorundadır. Mevcut Hükümet derhal gitmeli, çete temizlenmeli, can güvenliği gelmelidir.

Global sözler söyleyerek, daha önceden birçok konuyla ortaya getirilip Meclisçe bir türlü karar verilememiş olan önerileri arka arkaya sıralamak, hiçbir şey yapmaz; özü kapatmaya, örtmeye, sulandırmaya hiç gerek yoktur. Hükümet gitmeli, çete temizlenmeli, can güvenliği gelmelidir.

Yüce Parlamentomuzun değerli üyeleri, bu, ne sağın ne solun sorunudur; bu, ne ana ne bacı ne hacı ne hoca sorunudur; bu, önce insan, önce vatan sorunudur; biz de bunun üzerine yemin ettik zaten.

Eğer, bu Meclis, Atatürk'ün kurduğu Birinci Ulusal Meclisin ruhunu taşıyorsa, gereğini yapacaktır. Önce kendisinden, içinden, varsa, bundan sonra dışına doğru taşacak şekilde, halka güven verecek şekilde çalışma yapması gerekir.

İnanmak istiyorum ki, bu Yüce Meclis bu görevi başaracaktır. Aksi takdirde, önümüzdeki seneler içerisinde, sıra, bir bir, hiç umut etmediğimiz kişilere, sizlere, bizlere gelecektir. Ülkenin içerisinde can güvenliğinin, güneydoğudaki terör rantının, karaparanın aklanması olaylarındaki maskelenme sistemlerinin önü alınmadığı takdirde, bütün bunların arkasında yatan güçler, Türkiye'nin üzerinde oyunlar oynamaya, içerideki bu kişilerle de birleşerek, oyunlarını tarihin içerisine gömmeye devam edeceklerdir.

Bu duygularla, bugün Mecliste konuşulan bu sözlerin yerine ulaşmasını, gereğini bu Yüce Parlamentonun yapabilmesi için her türlü koşulun hazırlanmasını ve tüm halkın içerisindeki, Parlamentomuz içerisindeki yurtsever insanların heyecanıyla bütünleşmemizi ve bunu yapmadığımız takdirde de arkasından neler olabileceğini, demokrasinin nerelere gittiğini bir kez daha düşünmemiz gerektiğini tekrar söylüyorum; Yüce Meclise bütün inancımla, demokrasiye bütün inancımla tekrar saygılar sunuyorum.

Sayın Başkan, teşekkür ederim; Yüce Meclisi bir kez daha saygıyla selamlarım. (DSP, ANAP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Demokratik Sol Parti Grubu adına konuşan, Aydın Milletvekili Sayın Sema Pişkinsüt'e teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, görüşmelerin bu aşamasından sonra, daha söz hakkı olan kişi ve kurumlar var. Ayrıca, sataşmayla ilgili bazı iddialar ve önergeler var. Yani, çalışmamızın birbuçuk-iki saat kadar daha süreye ihtiyacı var. Onun için, bu süreyi, kısa bir aradan sonra işletmek düşüncesindeyim; ancak, İçtüzük gereğince, sataşmalarla ilgili konuların aynı oturum içerisinde çözümlenmesi zorunluluğu dolayısıyla bir işlem yapacağım.

Sayın Fikri Sağlar'ın, bir sataşmadan dolayı söz istemi var:; "Doğru Yol Partisi Sözcüsü Sayın Turhan Güven, yapmış olduğum konuşmama değinerek, adımı vererek yanlış anlamalara yol açan ifadelerde bulunmuştur; İçtüzüğe göre, söz talep etmekteyim" diyorlar. Sayın Sağlar'ın bu talebini, tutanakları incelememiş olmakla beraber, Sayın Sağlar da sözcü olduğu için, görüşlere karşı görüş belirtme şeklinde değerlendiriyorum; ama, açık bir itirazları olan husus varsa, onu yerinden beyan etmelerini rica edeceğim.

Buyurun, hangi konularda; tutanağa geçsin.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) -Teşekkür ederim efendim.

Askerî helikopterle uyuşturucu taşındığına dair iddiaların mahkemelere yansıdığından bahsetmiştim. Sayın Güven böyle bir şeyin olmadığını söyledi. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi iddianamesi içerisindeki İfadelerde bu vardır ve basına da aksetmiştir. Ben, bir iddiayı dile getirdim, "böyle bir şey vardır" demedim. Bunu Sayın Güven'in bilgilerine sunmak istiyorum.

İkincisi, Sayın Güven "bunu, sağa yamadı" dedi. Ben, tetikçilerin, operasyonda kullanılan insanların, özellikle, aynı yerden geldiklerini, Ağca'nın, Çatlı'nın, Kırcı'nın, Ağansoy'un, Oral'ın, baktığınız zaman, aynı yerden geldiklerini aktarmaya çalıştım, tamamen tarafsız bir gözle.

Ben, çok değerli hemşerimin, çok sıkıntılı bir konuşma yaptığının farkındayım; çok baskı altındaydı; korumak zorundaydı. Dolayısıyla, bunları yanlış anlaşılacak şekilde belirtti. Bu doğrultudan...

BAŞKAN - Tutanağa geçti efendim...

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ben, ciddî olarak söylediğim bazı şeylerle ilgili siyasî olarak da görüşlerimi aktardım. Bunun çok basit gibi algılanışını baskı altında konuşmasına bağlıyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Tabiatıyla, algılama farklılıkları daima olacak, değerlendirme farklılıkları da daima olacak; bu, Parlamentonun genel yapısının sonucudur.

İki arkadaşımızın daha sataşma dolayısıyla söz istemleri vardı, Sayın Mehmet Ağar ve Sayın Ayvaz Gökdemir'in. İçtüzüğümüzde kişisel söz hakkı bulunduğu için, iki kişiye kişisel söz verme imkânımız var. Kendileri, bu, sataşmayla ilgili görüşlerini kişisel söz haklarını kullanırken değerlendirecekler. O sebeple, bu oturum içinde konuşulma zorunluluğu yok.

Şimdi, birleşime, saat 20.00'ye kadar ara veriyorum.

Kapanma Saati :19.23

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 20.00

BAŞKAN : Başkanvekili Hasan KORKMAZCAN

KÂTİP ÜYELER : Ahmet DÖKÜLMEZ (Kahramanmaraş), Kemalettin GÖKTAŞ (Trabzon)


BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 98 inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

V. -GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI

VE MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)

A) GÖRÜŞMELER (Devam)

1.-Ankara Milletvekili Eşref Erdem ve 23 arkadaşı, Batman Milletvekili Ataullah Hamidi ve 22 arkadaşı, İçel Milletvekili Oya Araslı ve 20 arkadaşı, İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya ve 23 arkadaşı ile İstanbul Milletvekili Mehmet Cevdet Selvi ve 21 arkadaşının, yasadışı örgütlerin devletle olan bağlantıları ile Susurluk'ta meydana gelen kaza olayının ve arkasındaki ilişkilerin aydınlığa kavuşturulması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri ve (10/89, 110, 124, 125 ve 126) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (S. Sayısı :301) (Devam)

BAŞKAN - Çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Komisyon ve Hükümet yerinde.

Sayın milletvekilleri, bildiğiniz gibi, 98 inci Birleşimin Birinci Oturumunda, araştırma raporu üzerindeki genel görüşmelerin, gruplar adına yapılan konuşmalar bölümü bitmişti.

İçtüzüğümüze göre, isterlerse, Hükümete ve Komisyona da söz vermek durumundayım.

Komisyondan veya Hükümetten söz talebi geldi mi?

(10/89, 110, 124, 125 ve 126) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET ELKATMIŞ (Nevşehir) - Ben, en son söz istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Evet.

Hükümet söz istiyor mu efendim?

İÇİŞLERİ BAKANI MERAL AKŞENER (İstanbul) - Evet Sayın Başkan.

BAŞKAN - Rapor üzerinde Hükümet adına, İçişleri Bakanı Sayın Meral Akşener söz istemiştir.

Sayın Bakan, daha önce alınan karar gereğince, konuşma süreniz 30 dakikadır.

Buyurun.

İÇİŞLERİ BAKANI MERAL AKŞENER (İstanbul) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Genel Kurulumuzca, yasadışı örgütlerin devletle olan bağlantıları ile Susurluk'ta meydana gelen kaza olayının ve arkasındaki ilişkilerin aydınlığa kavuşturulması amacıyla kurulan (10/89, 110, 124, 125 ve 126) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun konuya ilişkin raporu üzerinde söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce, Yüce Heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Bu raporun hazırlanmasında yoğun emeği geçen arkadaşlarıma teşekkür ederim. Bu rapordan, Bakanlık olarak istifade edeceğimizi huzurlarınızda belirtmek isterim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hemen şunu ifade edeyim: Gerçekten, Meclis Araştırması Komisyonunun hazırladığı bu raporda belirtilen hususlar hakkında Bakanlığımızda da çeşitli çalışmalar yapılmıştır.

Her ülkede olduğu gibi, ülkemizde de kamu görevlilerinin zaman zaman bazı hatalar yaptıkları gerçektir; ancak, bu gibi hata yaparak kirli işlere karışan görevliler, tespit edildiklerinde, cezasız kalmamaktadırlar; kalmaları da mümkün değildir. Bir hukuk devletinde bu tür olayların ve bu olaylara karışmış kamu görevlilerinin örtbas edilmeleri mümkün değildir; ancak, bu gibi olaylar tenkit edilirken kamu görevlilerinin tamamının zan altında bırakılması yanlıştır; hele hele, devletin bu tür örgütler içinde bulunduğunu iddia etmek daha da yanlıştır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk Ceza Kanununun 313 ve 314 üncü maddelerinde gerekli yasal düzenlemeler mevcut ise de, yetersiz kalmaktadır. Bu nedenle, çıkar amaçlı organize suç şebekelerinin takip ve soruşturmasında profesyonelleşmiş ve uzmanlaşmış özel mercilerin yetkili kılınmasına; maddî ceza hukuku ve usul hukuku bakımından tesis edilecek imkân ve yetkilerin başarılı sonuçlar verebilmesi için, sırf bu suçların fail ve delillerini tespit hususunda uzmanlaşmış kolluk elemanlarına; kısacası, yeni bir organizasyona ve yetki konusunda yeni bazı kurallara ihtiyaç duyulmaktadır. Bakanlığımız, bunun bilincinde olarak, gerekli yasal düzenlemeleri başlatmış bulunmaktadır. Hassasiyetle yürütülen çalışmalar sonunda hazırlanan organize suç örgütleriyle mücadele kanunu tasarısı taslağı, 1997'nin mart ayı içerisinde Başbakanlığa sunulmuştur.

Diğer yandan, konuya ilişkin olarak, Bakanlığımız tarafından 20.11.1996 tarihi itibariyle tüm valiliklere gönderilen genelgeyle, mevcut yasal, idarî ve teknik imkânların en iyi şekilde değerlendirilmesi istenmiş ve acilen almaları gereken tedbirler maddeler halinde sayılmıştır. Ayrıca, genelgeyle, illerde, güvenlik güçlerinin teşkilat yapısı içinde, sırf, organize suç organizasyonlarını takip ve bunlarla mücadele etmek üzere, organize suçlarla mücadele birimlerinin kurulması, yine, bu birimler bünyesinde organize suç istihbarat gruplarının oluşturulması sağlanmıştır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 54 üncü Cumhuriyet Hükümeti ve güvenlik kuvvetleri, kamu güvenliği ve esenliğinin sağlanması ve korunması, ekonomik yaşamın, serbest piyasa koşullarına ve demokrasinin gereklerine uygun ve güvenli bir ortamda yürümesi, kamu düzeni ve devlet otoritesinin devamı için, organize suç şebekelerine karşı etkili ve kararlı bir tavır sergilemiş, başarılı bir mücadele vermiştir. Bu çerçevede, özellikle, 1996 yılının ikinci yarısından itibaren, mafya tarzında yapılanan, ferdî yönlendirmelerle oluşan ve organize suç işleyen birtakım grupların ortaya çıkarılması ve mensuplarının yakalanarak, adlî mercilere sevk edilmesi sağlanmıştır.

Kamuoyunu yakından ilgilendiren, basın-yayın organlarında geniş yer verilen, aylarca gündemden düşmeyen organize suç örgütleri hakkında İçişleri Bakanlığınca yürütülen çalışmaları ile bu çerçevede güvenlik kuvvetleri tarafından gerçekleştirilen operasyonları ana hatlarıyla şöyle belirtmek mümkündür:

11.6.1996 tarihinde ortaya çıkarılan İstanbul, Adana ve Ankara illerinde değişik tarihlerde silahla adam öldürme, yaralama, adam kaçırma, alıkoyma, zorla çek-senet tahsilatı yapma suçlarını işleyen ve bu amaçla silahlı çete oluşturan Mehmet Faysal Söylemez isimli şahsın yönettiği organize suç şebekesine yardım ettiği ve olaylara karıştığı tespit edilen 2 emniyet müdürü, 1 emniyet amiri, 1 başkomiser ve 2 komiser yardımcısı ile 1 üsteğmen, 1 emekli tabip üsteğmen, 5 assubay ve 1 emekli assubayın adlî mercilere sevkiyle, haklarında yasal gereğin yapılması sağlanmıştır. Olaya karışan emniyet mensupları haklarında, mülkiye ve emniyet başmüfettişleri tarafından cezaî ve idarî yönden yürütülen müşterek soruşturma sonucunda düzenlenen fezleke ve disiplin raporları ilgili birimlere intikal ettirilmiş olup, bunlardan, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şubesi Müdürü Sedat Demir hakkında İçişleri Bakanlığı Yüksek Disiplin Kurulunun 27 Aralık 1996 günlü kararıyla 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125/E ve Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğünün 8 inci maddelerine istinaden devlet memurluğundan ve meslekten çıkarma cezası verilmiştir. Diğer sanıklar hakkındaki işlemlerin yürütülmesine hassasiyetle devam edilmektedir.

13.6.1996 tarihinde Kocaeli Emniyet Müdürlüğünce başlatılan operasyonlar sonucunda ortaya çıkarılan, Kocaeli, Adapazarı, Bursa, Rize, İstanbul, Hatay, Antalya ve İzmir İllerinde cürüm işlemek amacıyla teşekkül meydana getirmek, teşekkül üyesi olmak, teşekkül mensuplarına yardım ve yataklık etmek, adam öldürmek, yaralamak, silahla oto taramak, adam kaçırmak, zorla çek senet tahsil etmek, ölümle tehdit etme suretiyle fidye istemek ve haraç almak, oto çalmak, sahte evrak tanzim etmek, esrar içmek, sahte kimlik yapmak ve kullanmak suçlarıyla ilgili olarak Mehmet Hadi Özcan isimli şahsın yönettiği organize suç şebekesi üyesi ve değişik suçların failleri olan 32 kişi yakalanmış, bunlardan 28'i tutuklanmıştır.

SABRİ ERGÜL (İzmir) - Enişte var mı aralarında, enişte?! (DYP sıralarından "dinle kardeşim!.." sesleri)

İÇİŞLERİ BAKANI MERAL AKŞENER (Devamla) - Konuyla ilgili olarak 1 emniyet müdürü, 2 şube müdürü, 1 başkomiser ve 3 polis memuru, Bakanlık makamının 25.12.1996 günlü onayıyla 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 137 ve 138 inci maddelerine istinaden görevlerinden uzaklaştırılmış, ayrıca, haklarında adlî ve idarî yönden gerekli işlemlerin yapılması sağlanmıştır. 7.8.1996 tarihinde Diyarbakır, İçel ve Hakkâri İllerinde yapılan operasyonlarda yakalanan 3'ü polis, 7 kişilik çetenin sorgulaması sonucunda, 13 kilogram eroin, 6 adet lav silahı, 1 adet otomatik silah, 7 adet el bombası, 1 adet tabanca ele geçirilmiş olup, adlî mercilere sevk edilen sanıklar tutuklanmıştır.

28.8.1996 tarihinde, Beşiktaş-Bebek Sahil Yolundaki kafede meydana gelen olayda, Tevfik Nurullah Ağansoy ve 1'i polis olmak üzere 3 kişinin öldürülmesi, 1'i polis 5 kişinin de yaralanması olayıyla ilgili olarak yürütülen operasyonlar sonucunda, eylemi gerçekleştiren 2 sanık ile bunlara yardım ve yataklık eden 7 kişi yakalanmıştır. Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığına sevk edilen sanıklardan 2'si tutuklanmıştır. Ayrıca, olayda yaralanan polis memuru ile diğer bir polis memuru hakkında da, görevlendirilen polis müfettişleri marifetiyle inceleme, soruşturma açılmıştır.

Hakkâri'nin Yüksekova İlçesinde, 22 Eylül 1996 günü, bir vatandaşımızın, teröristler tarafından kaçırıldığı görüntüsü verilerek, yakınlarından fidye isteyen sanıklar, ihbar üzerine, Yüksekova Jandarma Komutanlığınca suçüstü yakalanmışlardır. Olayla ilgisi görülerek adlî makamlara sevk edilen 1 komiser, 1 polis memuru, 1 itirafçı ve 3 geçici köy korucusu, ilk sorgularını müteakiben tutuklanmışlardır.

13.10.1996 günü, İstanbul Maçka'da, fidye istemek amacıyla kaçırılan İshak Manisa isimli vatandaşın kaçırılması olayı sonrası düzenlenen 20 ayrı operasyon sonucunda, adı geçen sağ olarak kurtarılmıştır. Operasyon neticesinde, 1'i Suriye uyruklu, 10 kişi yakalanmış; 4 adet tabanca, 31 adet fişek, 2 adet cep telefonu, 1 adet el telsizi, 9 adet elektrikli fünye, 11 adet adi fünye, 2 adet dirsek boru bomba ve bomba yapımında kullanılan çeşitli ebatlarda şişe, torbalar içerisinde kimyevî maddeler ve çeşitli malzeme ile örgütsel doküman ele geçirilmiştir. Ayrıca, olayla ilgili olarak 3 sanığın aranmasına da devam edilmektedir.

16.10.1996 tarihinde, Kastamonu İlinde yapılan ihalede, Alaattin Çakıcı'nın adamları olduklarını söyleyen ve ihaleye katılacak olan şahısları önceden arayarak ihaleden çekilmeleri için tehdit eden, kabul etmeyenlerin ise zor kullanmak suretiyle ihaleden çekilmelerini sağlamaya çalışan 12 şahıs yakalanmıştır. Adliyeye sevk edilen bu şahıslardan 2'si tutuklanmıştır.

19.10.1996 günü, Sakarya İlinde, şüpheli görülerek, görevli trafik polislerince aranmak istenen bir otoda bulunan 5 kişinin kaçmaya teşebbüs etmesi üzerine çıkan çatışmada, olaya müdahale eden trafik polis memuru ile bir vatandaş tabancayla yaralanmış; ekiplerce, kaçma teşebbüsünde bulunanlardan 3'ü yakalanmış, 2 kişi ise firar etmiştir.

Olayda, 2 adet tabanca, 2 adet şarjör, 19 adet fişek, 14 adet av fişeği, 1 adet parça tesirli el bombası, 1 adet pompalı tüfek ve 1 adet otomatik av tüfeği ele geçirilmiştir.

Ayrıca, oto içinde 9 mm çapında 850 adet fişek, 17 adet av fişeği, 9 mm çapında 1 adet boş kovan, jelatin kâğıt içerisinde üç beş içimlik esrar, 1 adet enjektör, mühürsüz oto plakası, oto çakmağına takılan el projektörü, sahte kimlik ve 1 adet polis muhabiri kartı bulunmuştur.

Yakalanan 3 sanığın Sakarya, Kocaeli ve Bursa İllerinde 2 adam öldürme, 2 adam yaralama, 1 oto hırsızlığı suçlarının failleri oldukları tespit edilmiştir.

25.10.1996 günü, İzmir İli Torbalı İlçesinde faaliyette bulunan akaryakıt istasyonunda 2 adet silahla yakalanan 9 kişinin sorgusu sonrasında, bu kişilerin Ege Bölgesinde dehşet, şiddet ve korku saçarak adam kaçırma, işkence, haraç toplama, arazi ve para gibi ilişkiler nedeniyle oluşan ihtilafları yasadışı yollardan çözme gibi eylemleri gerçekleştiren çetenin elemanları oldukları; 18 öldürme, 7 yaralama, 1 gasp, 2 kurşunlama ve 1 bombalama olayını gerçekleştirdikleri anlaşılmıştır.

Bu şahısların gösterdikleri yerlerde yapılan aramalarda, 3 adet Kalaşnikof marka tüfek, 2 adet 22 kalibrelik dürbünlü uzun namlulu yivli tüfek, 1 adet 9 mm çaplı susturuculu otomatik tabanca, 16 adet çeşitli marka ve çapta tabanca, 6 adet pompalı av tüfeği, 10 adet kalaşnikof marka tüfek şarjörü, 850 adet tabanca, 30 adet av fişeği ve 22 adet şarjör bulunmuş ve zaptedilmiştir. Olayla ilgili olarak, 1'i emekli binbaşı, 46 kişi yakalanmış, bunlardan 20'si sevk edildikleri mahkemece tutuklanmıştır. Ayrıca, firarda bulunan, 1'i emekli başkomiser, 33 kişinin aranmasına da devam edilmektedir.

3.11.1996 günü, Balıkesir-Bursa karayolu Susurluk İlçesi Çatalceviz mevkiinde, Şanlıurfa Milletvekili Sedat Edip Bucak adına kayıtlı 06 AC 600 plakalı oto ile 20 RC 721 plakalı kamyonun çarpışması sonucu meydana gelen trafik kazasında, otoyu kullanan İstanbul Kemalettin Eröge Polis Okulu Müdürü Hüseyin Kocadağ, aynı otoda bulunan Gonca Us ve üzerinde Mehmet Özbay adına düzenlenmiş sahte kimlik çıkan, bilahara gerçek kimliğinin Abdullah Çatlı olduğu anlaşılan kişiler hayatlarını kaybetmiş; Milletvekili Sedat Edip Bucak ise yaralı olarak kurtulmuş ve tedavi altına alınmıştır.

Olaya Susurluk Cumhuriyet Başsavcılığınca el konularak, gerekli soruşturmaya başlanmış; olay mahallinde bulunan silahlar ile diğer malzemeler de, 8 Kasım 1996 tarihinde, gerekli incelemenin yapılmasını temin amacıyla, Jandarma Genel Komutanlığının kriminal laboratuvarına gönderilmiştir. Ayrıca, Bakanlığımızca da, bu olay hakkında, ilk etapta, acilen, olay öncesi ve sonrası gelişmelerin incelenmesini ve gerekiyorsa soruşturulmasını temin amacıyla, 2 mülkiye başmüfettişinin görevlendirilmesi sağlanmıştır.

Bakanlığımız, sadece Susurluk olayına değil, yine bu olayın akabinde yoğun olarak kamuoyunun gündemine gelen Ömer Lüfti Topal'ın öldürülmesi olayı ile Yaşar Öz isimli kişiyle ilgili olaya da, en seri bir şekilde el koymuştur. Ömer Lütfi Topal cinayetiyle ilgili olarak yürütülmekte olan soruşturmanın selameti bakımından, Özel Harekât Dairesi Başkan Vekili, İstanbul Emniyet Müdürü, İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı ile 3 polis memuru 5.12.1996 günlü Bakanlık onayı ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 137 ve 138 inci maddelerine istinaden görevlerinden uzaklaştırılmışlardır.

Ömer Lütfi Topal'ın öldürülmesi olayında kullanılan kalaşnikof marka silahın, Emniyet Genel Müdürlüğüne ait kriminal laboratuvarlarda yapılan tetkikinde, silaha ait şarjör üzerinde sarılı bulunan bandajın iç kısmında tespit edilen parmak izinin "Şahin Ekli" ve "Mehmet Özbay" sahte kimliklerini de kullanan Abdullah Çatlı'ya ait olduğu belirlenmiştir. Bu gelişme üzerine, silahtaki parmak izi incelemesini bugüne kadar yaptırmayarak, gecikmeye neden olan personel de soruşturma kapsamına alınmıştır.

Toplam olarak sayıları 150'ye yakın sivil şahıs hakkında inceleme ve soruşturma yapılmış ve bunlardan 72'si tutuklanmıştır. Hakkında işlem yapılan güvenlik personelinden muhtelif rütbelerde 29 kişi tutuklanmıştır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, genel olarak belirtmek gerekirse, Susurluk'ta vuku bulan trafik kazasından sonra, anılan olaylara ilişkin olarak 6 mülkiye başmüfettişi ile 27 polis başmüfettişi, 39 ayrı konuda soruşturma yürütmekle görevlendirilmiştir.

Kendilerine soruşturma emri verilen müfettişler, soruşturmaları, hiçbir etki altında kalmaksızın tamamıyla sahip oldukları meslekî bilgi birikimleri ve soruşturma tekniklerine dayalı olarak hassasiyetle yürütmektedirler.

Soruşturmalar sırasında idarî görevle ilgisi olmadığı belirlenen hususlar ayrı bir rapora bağlanarak, derhal, ilgili cumhuriyet başsavcılıklarına intikal ettirilmiş, idarî görevle ilgili olanlardan tamamlananlar da gereğinin yapılması için ilgili idarî mercilere gönderilmiştir. Soruşturmaların geri kalan kısmının da bir an evvel tamamlanması yolundaki çalışmalar halihazırda titizlikle sürdürülmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, önemli olaylara yönelik olarak Bakanlığımızca yürütülen inceleme ve soruşturmalar özetle şunlardır:

3.11.1996 günü Susurluk İlçesi yakınlarında meydana gelen ve Şanlıurfa Milletvekili Sedap Edip Bucak'ın yaralanması, Emniyet Müdürü Hüseyin Kocadağ, Abdullah Çatlı ve Gonca Us adlı şahısların ölümüyle sonuçlanan trafik kazasının öncesi ve sonrası gelişmelerin incelenmesi sonucunda, görevlendirilen mülkiye müfettişlerince 6.12.1996 tarih ve 94/46-124/54 sayılı rapor düzenlenmiştir.

Beşiktaş Nüfus Müdürlüğünce, Abdullah Çatlı'ya sahte nüfus cüzdanı düzenlenmesi; Abdullah Çatlı'ya Şahin Ekdi adıyla sahte pasaport verilmesi; bahse konu trafik kazasına konu olan Mercedeste ortaya çıkan ve Emniyet Genel Müdürlüğüne hibe edilen 11 adet Beretta marka silah ve susturucunun Genel Müdürlük kayıtlarına intikal ettirilmediği, kaybolduğu; Emniyet Genel Müdürlüğü Özel Harekât Daire Başkanlığı demirbaşına kayıtlı silah ve malzemelerin bir kısmının, senetle teslim edilen Genel Müdürlük danışmanı kişiden geri alınmadığı; bunların demirbaş kayıtlarına intikal ettirilmediği konularındaki inceleme, soruşturmaların çoğu bitirilmiş, bazıları da halihazırda devam etmektedir.

Yine, bu olaylarla ilgili olarak, Abdullah Çatlı ve Yaşar Öz'e, mahiyetleri aynı, sahte silah taşıma izin belgesi verilmesi ve Yaşar Öz'ün, üzerinde ruhsatsız tabanca, sahte ehliyet, taşıma izin belgesi ve yeşil pasaportla yakalanıp, bilahara, serbest bırakılmasıyla ilgili soruşturmalar iki mülkiye başmüfettişi tarafından sürdürülmektedir. Bu soruşturmaların da haziran ayına kadar tamamlanacağı tahmin edilmektedir.

Ömer Lütfi Topal'ın öldürülmesi sonucunda gelişen olayın, mülkiye müfettişlerince incelenmesi sonucunda, İstanbul eski Emniyet Müdürü Kemal Yazıcıoğlu, eski Emniyet Müdür Yardımcısı Bilgi Ünal, Özel Harekât Dairesi Başkanvekili İbrahim Şahin ve diğer emniyet görevlileri hakkında 6.1.1997 tarih ve 70/1-114/1 sayılı tevdi raporu düzenlenmiştir. İlgililere atfedilen suçun adlî görev cümlesinden olması bakımından, dosya, gereği için Sarıyer Cumhuriyet Başsavcılığına sunulmuştur.

Öldürme olayını gerçekleştirdikleri ihbar edilen özel harekâtçı polis memuru ile 2 sivil şahsın, 30 saatten fazla gözaltında tutulduktan sonra Cumhuriyet Başsavcılığına sevk edilmeyerek Ankara'dan gelen ekibe teslim edilmesi, ilgili mercilere yanlış bilgi verilmesi, sorgulama sırasında muttali olunan bilgilerin ilgisiz kişilere ve basına sızdırılması, öldürme olayından sonra ele geçirilen şarjör üzerindeki parmak izlerinin karşılaştırılmak üzere merkez arşivine gönderilmemesi, Emniyet Genel Müdürlüğü eski yardımcısı ile İstanbul eski Emniyet Müdürünün öldürme olayıyla ilgili olarak yaptıkları açıklamalar arasında çelişkilerin bulunması konularındaki inceleme, soruşturma işlemleri tamamlanmıştır.

1992-1996 yılları arasında, Kocaeli ve mülhakatında, cürüm işlemek amacıyla organize suç çetesi teşekkül ettirerek adam öldürme, adam kaldırma, hırsızlık, gasp ve bunun gibi yasadışı eylemlerde bulunan Mehmet Hadi Özcan ve arkadaşlarının faaliyetlerine göz yummak suretiyle, adlî görevlerini kötüye kullanan Kocaeli eski Emniyet Müdürü ve aynı birimde görevli 7 emniyet mensubu hakkında meslekten çıkarma cezası teklifiyle, 16.12.1996 tarih ve 67/28 sayılı disiplin raporu düzenlenmiştir.

Kamuoyunda Söylemezler Çetesi olarak adlandırılan suç örgütlerine yardım ve yataklık yaptıkları ve bu şekilde menfaat temin ettikleri tespit edilen ilgili emniyet personeli hakkında 6 disiplin raporu, 2 fezleke ve 1 tevdi raporu düzenlenerek ilgili mercilere gereği için sunulmuştur.

Değerli milletvekilleri, Susurluk olayı ve yasadışı örgütlerle kamu görevlilerinin muhtemel ilişkilerini araştıran Meclis araştırması komisyonu raporundan da anlaşılacağı üzere, tamamen devletin bizatihi kendisine ve kurumlarına suç atfetmek mümkün değildir.

Böyle bir kaza gerekçe gösterilerek, vatanın bütünlüğü, kanun hâkimiyeti ve hukuk devletinin işletilmesi için canla başla çalışan, bu konuda, gecesini gündüzünü bu olaylarla mücadele etmekle geçiren kamu görevlilerini ve bu kurumların bizatihi kendisini, kimsenin bilerek ya da bilmeyerek yıpratmaya hakkı yoktur. Halkın en çok güvenmesi gereken bu kurumlara yönelik olarak, genellikle, yeterli bilgilere sahip olunmadan, aceleci bir tavırla ortaya konulan iddialar, sonuçları ileride çok zor telafi edilebilecek zararlar doğurabilecek nitelik almıştır. Bu nedenle de, devletin işlemesini teminle görevli kurumlar yıpratılmaktadır.

Herkes bilmelidir ki, kamu kurumları içerisinde, yasalara aykırı olarak, çeşitli çıkar ilişkileri içerisine girerek, kendi nüfuz ve yetkilerini kötüye kullanan kişiler hakkında gereken her türlü adlî ve idarî takibat yapılmaktadır. Devlet, can ve mal güvenliği gibi, vatandaşların en temel hak ve hürriyetlerini, hiçbir şer gücün ve adı ne olursa olsun, hiçbir yasadışı örgütlenmenin insafına bırakmaz. Bu kişilerin üzerine gidilmemesi ise, asla söz konusu bile edilemez.

Susurluk olayıyla eşzamanlı olarak, içlerinde güvenlik kuvvetlerinin ve diğer kamu görevlilerinin bulunduğu suç örgütlerini yine güvenlik güçlerimiz ortaya çıkarmıştır. Hiç kimsenin, devletine ve hukuk kurallarına bağlı, vatanın güvenliği ve halkının huzuru için çalışan bu insanları yok sayarak, onlara olan güveni sarsmaya, onları töhmet altında bırakmaya hakkı yoktur; yurttaşlarımızın, bu konuda güvenlerinin zedelenerek karamsarlığa sevk edilmesine de müsaade edilemez.

Değerli milletvekilleri, buraya kadar yapmış olduğum açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, devletin en üst düzeydeki kuruluşları -kendi performanslarının üzerinde- görev alanlarının çeşitliliği nedeniyle, kendi aralarında en üst düzeyde işbirliğine girerek sonuca ulaşmak için ellerinden geleni yapmışlardır; ancak, bazı bilgilere erişilememesi veya eksikliklerin hissedilmesi, bu hususların, böyle, eksik veya takipsiz kalacağı anlamına kesinlikle gelmez. Bu hususlarda, sorumlu olduğum kuruluşlar, gerekli araştırmalarına devam etmektedir.

İçtenlikle belirteyim ki, bu konuda, ilgili kurumlar yanında, Cumhurbaşkanlığı Makamı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı, Başbakanlık dahil olmak üzere, her kurum, üzerine düşen vazifeyi hakkıyla yerine getirmiştir. Bakanlığım sırasında, hiçbir olayın üstü örtülü kalmayacak, saptırılmayacak ve geçiştirilmeyecektir; kimsenin bundan şüphesi olmamalıdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime son verirken, başta, Araştırma Komisyonunun Sayın Başkan ve üyelerine, hukuk devletinde olması gerekenleri ortaya koyan, azimli ve bir o kadar da güzel ve yararlı raporlarından ötürü, Hükümetim ve şahsım adına teşekkür ederim. Bu raporun hazırlanmasına katkıda bulunan tüm siyasal partilerin milletvekillerine, emeği geçen değerli uzmanlara, ayrıca, teşekkürü bir borç biliyorum. Bu raporda ortaya konulan hususların ve getirilen önerilerin hayata geçirilmesi için elimizden gelen her şeyin yapılacağını açıklıkla ifade ediyorum.

Son olarak bir şey açıklamak istiyorum Yüce Meclise: 25.5.1997 tarihinde, İstanbul Sultanahmet Meydanında yapılan mitingte, PKK bayrağıyla ilgili bir kişi gözaltına alınmış, soruşturmaları da sürdürülüyor.

Yüce Meclisi en içten saygılarımla selamlıyorum. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Hükümet adına konuşan İçişleri Bakanı Sayın Meral Akşener'e teşekkür ediyorum.

Şimdi, kişisel söz haklarının kullanılmasına geçiyoruz.

İlk söz, Kayseri Milletvekili Sayın Ayvaz Gökdemir'in.

Buyurun Sayın Gökdemir. (DYP sıralarından alkışlar)

Sayın Gökdemir, konuşma süreniz 10 dakikadır.

AYVAZ GÖKDEMİR (Kayseri) - Sayın Başkan, sayın üyeler; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şu konuştuğumuz konular etrafında, yüksek dikkatlerinize, hassasiyetinize, vicdanınıza ilk arz etmek istediğim husus şudur: Devletimiz bir tanedir, Türkiye Cumhuriyeti bir tanedir ve hepimizin devletidir. Binaenaleyh, ne tenkit yaparsak yapalım, neyi tartışırsak tartışalım, devleti zedelememek hususunda, devleti yaralamamak hususunda bir hassasiyeti muhakkak surette paylaşmalıyız. Her konu...

MEHMET BÜYÜKYILMAZ (Adana) - Onun için konuşuyoruz burada.

AYVAZ GÖKDEMİR (Devamla) - Kerem buyuruyorsunuz. Lütfen, bendenize de müsaade edin efendim.

Her konuyu siyasî polemik konusu, partilerarası çekişmenin konusu yapamayacağımızı bilen bir sorumluluk içinde olmalıyız. (DSP sıralarından "Herkes biliyor" sesleri)

Bir kere de ben söylüyorum efendim; herkes biliyorsa bir kere de ben söylüyorum, teyiden söylüyorum.

Dünyada, hiçbir halk ve Türkiye Cumhuriyeti Halkı, milletimiz, bir evliyalar topluluğu değildir. Türkiye Cumhuriyeti, kurulurken ve bugüne gelirken veya bütün tarihi boyunca "insanlar suç işlemez, devlet aparatında görev alanlar hata yapmaz" diyen bir mantıktan yola çıkmamıştır.

Bir hukuk devletiyiz. Bakın, çok enteresan bir misal söylemek istiyorum. Bütün Türk tarihi boyunca, hain devlet başkanı, çok şükür, hiç görülmemiştir. Bizim Cumhurbaşkanımız, sorumsuzdur, kendisine herhangi bir suç isnat edilemez; ama -milyarda, kaç milyarda bir ihtimalse- insandır, hata yapabilir diye, Cumhurbaşkanımızın itham edileceği tek madde ne; vatana ihanet suçu. Yani, tarihte emsali olmamasına rağmen, hukukumuz, böyle bir ihtimali, bu kadar zayıf bir ihtimali bile dermeyan etmiş ve ona tedbir getirmiştir. Binaenaleyh, karşılaştığımız vukuat ne olursa olsun telaşlanmamak, müesseselerimize güvenmek, her şeyi kaidesi içinde ele almak durumundayız.

Şimdi, beyler, Türkiye'nin yeteri kadar da düşmanı var, Türkiye'yi yeteri kadar ve haksız gerekçelerle karalayan bir dış kamuoyu da mevcut. Hangi iktidar gelirse gelsin, bu, dışarıdan yapılan hücumlar, karalamalar, kötü Türk imajıyla da mücadele etmek mecburiyetinde. Bunu, dönem dönem tecrübe etmiş partiler, partililer, siyasîler olarak burada oturuyoruz. Bir devlet -farzımuhal ispat ettiniz, bastıra bastıra, aylardır söylediniz- başbakanı eroinci, bakanları hırsız, uğursuz, polisi cani, katil... (DSP sıralarından "doğru söylüyorsunuz" sesleri)

Bunu doğru söylüyorsunuz derken, vicdanınız titremelidir. Size eseflerimi bildiriyorum. Bu devlet dışarıda ne hale geliyor, bu devletin başka düşmana ihtiyacı kalıyor mu; bunu bir tartın diye söylüyorum. Bu lafları... Elbette, hata yapan kimse -başbakanlar dahil, reisicumhurlar dahil, kamu görevlileri dahil- bunlara bir had içinde, bir üslup içinde yaklaşmak lazımdır. Bunu mübalağa ettiğiniz zaman, hedef aldığınız şahısları tahrip ettiniz, iktidardan indirdiniz, siz geldiniz; anarşi bitecek mi, terör bitecek mi, bölücülük bitecek mi? Kimi çalıştıracaksınız? Şevkini kırdığınız, mahkemelerde süründürdüğünüz personeli nasıl motive edip de bu devleti idare edeceksiniz? Bunları, salimen, vicdan sahibi herkes kabul eder diye arz ediyorum.

MAHMUT IŞIK (Sıvas) - Suç işlemeyene kimse birşey demiyor ki!..

ERTUĞRUL ERYILMAZ (Sakarya) - Laf atmasana sen!..

AYVAZ GÖKDEMİR (Devamla) - Aziz kardeşim, sayın milletvekilim...

BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayalım.

Sayın Gökdemir, siz, Genel Kurula hitap edeceksiniz efendim.

AYVAZ GÖKDEMİR (Devamla) - Hepimiz hukuk devletinden bahsediyoruz, hepimiz insan sevgisinden bahsediyoruz, zarafetten bahsediyoruz; ama, bu siyaset kürsülerine çıktığımız zaman, siyasî münakaşaya girdiğimiz zaman, karşımızdakinin, şefkat gösterilmesi, anlayış gösterilmesi, tolerans gösterilmesi gereken bir insan olduğunu, mücerret insan olmanın ötesinde, bizim vatandaşımız, kardeşimiz olduğunu unutan bir üslup içinde oluyoruz. Değerler, eğer samimiyet yoksa, yaşanmıyorsa, bir kıymet ifade etmez beyler.

Gelelim şu bıkkınlık veren darbe hikâyesine. Sayın Sağlar da, bu sakızı, bu kürsüden, bugün çiğnedi. Mart 1995'te, Azerbaycan'da, Ruşen Cevadov isimli, bir Azerbaycan kamu görevlisi, İçişleri Bakan Yardımcısı veya Müsteşarı sıfatındaki bir zatın isyan teşebbüsü olmuş ve sonra bu teşebbüs, Sayın Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev tarafından bastırılmış. Vaka bu. Bu vakayla, bendeniz, hiçbir suretle ilgili değilim, ama hiçbir suretle ilgili değilim. Bazen bir insan, bir yanlış sokaktan geçer, bir yanlış kapının önünde durur ve zannedilir ki, orada, oranın mahiyetiyle ilgili bir iş var; o, yanlış kapıdan çıktı veya oraya girecek. Ben yanlış sokaktan da geçmedim, yanlış kapıda da durmadım. O günlerde Gaziosmanpaşa olayları vardı -Bakanlar Kurulunda beraber olduğumuz değerli arkadaşlarımdan bir kısmını görüyorum- ve biz, o hadiseyle meşguldük. Ben, belki, hem şahsî ilgim hem görevim gereği, Azerbaycan'daki vukuatı, bilgi almak, bilgilenmek manasında yakından takip etmeliydim; ama, bilgilenmek, ne olup bittiği hakkında bilgi ve kanaat sahibi olmak için dahi ilgilenmeye, maalesef, o zaman vakit bulamadım. Hakkımdaki bu isnat ortaya atıldığı zaman, Cumhurbaşkanıyla beraber biz Latin Amerika'daydık. O zaman Cumhurbaşkanı danışmanı olan, basınımızın değerli bir mensubu -fakslar gelmiş oraya, benden önce haberi olmuş- "bunu tekzip et, yoksa tekrarlana tekrarlana üstüne kalır" dedi; fakat, iddiayı o kadar delilsiz, o kadar mesnetsiz ve mantıksız buldum ki, dönünce bakarız dedim. Kamuoyu huzurunda da bunun uzunboylu tartışılmasını istemedim; çünkü, ben veya bir başka vatandaşımız bir hata yapmışsa, dışarıya karşı bir hata yapmışsa, bu, devletimizi elbette ilgilendirir; ama, vatandaş Ayvaz Gökdemir değil de, Türk cumhuriyetleriyle münasebetlerin koordinasyonundan sorumlu Devlet Bakanı Ayvaz Gökdemir kardeş bir cumhuriyette darbeyle itham edilirse, bu, doğrudan doğruya Türk Devletinin itham edilmesidir. Çünkü, kendi başına bir bakan neyle darbe yapacak? Yani, mantık var, muhakeme var... Benim, Azerbaycan'a, doğrudan kendime bağlı olarak tayin ettiğim bir müstahdem dahi yoktur. Hiçbir devlet ünitesine veya görevlisine resen emir verme, kumanda etme mevkiinde değilim. Kimin ne delili var; onu da ortaya koymuş değillerdir. O günden bugüne, Sayın Cumhurbaşkanından bir sitem, bir ima dahi duymamışım. Bu işleri bilen, ikaz eden ve darbeyi önlemede rol sahibi olan Sayın Cumhurbaşkanımız değil mi? Kendisiyle muhtelif görevlere gittik, kendisine bu konuyla ilgili özel sorularım da oldu; yani, tekleyen, tereddüt eden, bana en küçük bir ölçüde kusur isnat eden bir tavır görmedim. İki başbakanla çalıştım; iki başbakanımdan da bir sitem almadım. Kimse, darbeyle ilgili, şunu yaptı da demiyor.

Ne var ortada; bir haysiyetsiz paçavra var. Kime hizmet ettiği belirsiz, Türkiye'ye sadakatı şüpheli, Türk Milletine mutabakatı şüpheli, ruh hastası ve bu kanaatlerimi yüzüne söylediğim bir adamın birtakım iddialarını toplayıp koyduğu bir broşür var. Çiller özel çetesi... Yakıştırmalarla veya kulağına fısıldananlarla birtakım iddialar ortaya atıyor; olsa olsa bu işi Ayvaz Gökdemir yapmıştır, işte bu Çiller çetedir, Mehmet Ağar var, şu var bu var...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Gökdemir, konuşmanızı tamamlayın efendim.

AYVAZ GÖKDEMİR (Devamla) - Tamamlayacağım Sayın Başkan; ama, çok uzun bir süreden beri haksız bir isnadın altındayım, müsamahanızı rica ediyorum.

Suçluyor. Bunu da, bakanlık yapmış değerli bir arkadaşımız alıp, gelip, o bilgilere dayanarak bu ithamlara devam ediyor. Anamuhalefet Partisinin bir değerli genel başkan yardımcısı bunu kullanıyor. Sonra da, siz Doğu Perinçek çizgisindesiniz dediğimiz zaman, alınganlık gösteriliyor. (DYP sıralarından alkışlar) Kimin bir bildiği varsa, onu ortaya koymalıdır. Benim verilmeyecek bir hesabım yok. Belki birçok arkadaşım, yapısı, formasyonu gereği Azerbaycan'ı bilmez, Türkistan'ı bilmez; ama, benim bütün ömrüm, buraları anlamak gayretiyle, dinlemek gayretiyle geçmiştir. Oralara beraber gittiğimiz arkadaşlar da, -milletvekili sıfatında, bakan sıfatında- ben ne idim, ne yaptım, nereye yakıştım, nereye yakışmadım, bunu çok iyi görmüşlerdir, bilmişlerdir.

Sayın Sağlar, sizi ve iddialarınızı iyi niyetli görmedim; bir siyasî garezle hareket ettiğiniz kanaatindeyim. Tarzınızı benimsesem, bu Yüce Parlamento çatısı altında şahsiyata varan münakaşalara girsem, vallahi paçavranızı çıkarırım; ama, sizi ciddiye almıyorum. Bu bilgiyi, Yüce Meclisi ciddiye aldığım için arz ettim.

Sağ olun Sayın Başkan. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Sayın Başkan!..

MAHMUT IŞIK (Sıvas) - Açıklama yapsın.

BAŞKAN - Kayseri Milletvekili Sayın Ayvaz Gökdemir'e teşekkür ediyorum.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Sayın Başkan!..

BAŞKAN - Sayın Sağlar, bir isteğiniz mi var?

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Evet.

Sayın sözcü, yapmış olduğu konuşmada, şahsımı hedef alan sözler sarf etmiştir. Sataşma vardır, söz hakkı talep ediyorum.

NİHAT MATKAP (Hatay) - Hatta, tehdit dolu konuşmadır.

BAŞKAN - Sayın Sağlar, şimdi, benim tespitime göre, sataşma anlamına alınabilecek bir tek cümle var. Sayın Ayvaz Gökdemir, sizi ciddiye almadığını ifade etti...

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Hayır efendim "paçavra" dedi.

BAŞKAN - ...ama, sizin açıklamanızdan sonra, Sayın Ayvaz Gökdemir'in, ısrarla, bir sataşma nedeniyle söz talebinde bulunmuş olması, sizin sözlerinize cevap vermek istemesi, benim de bu talebi ciddiye alarak kendisini kürsüye davet etmem, o konuda da bir tartışma çıkmasını önleyecek önemdedir; anlayış göstereceğinizi zannediyorum.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Hayır efendim, anlayış göstermiyorum; çünkü, söylenen sözler, hem bana hakarettir hem de verdiğim bilgilerin yanlış olduğuna, iddiaların dile getirilmesinin yanlış olduğuna dairdir.

BAŞKAN - Şimdi, Sayın Sağlar, sizin ifadeleriniz, Grubunuz adına yaptığınız konuşma olarak tutanaklara geçti. Elbette, bu konuşmaya, kendi değerlendirmesine göre, orada adı geçen veya geçmeyen herkes cevap verebilir. O cevaplar, yeni bir cevap hakkı doğurmaz. Onları, tutanakları inceleyenler karşılıklı değerlendirirler.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Sayın Bakan "paçavra" dedi.

BAŞKAN - Ama, size sataşma sayılabilecek bir husus, söylediğim son cümleydi. Onun da, sadece, burada bir siyasî polemik icabı söylendiğini ben ifade ediyorum; ayrıca cevap verilecek bir husus ben tespit edemiyorum. (DYP sıralarından "doğru" sesleri)

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Olur mu efendim, ne demek.

BAŞKAN - O zaman, tutanaklara bir bakayım efendim; özel bir şey var mı, bakayım.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Sizin taraflı olduğunuza dair kuşkular var, bu söylediğiniz sözlerden dolayı. (DYP sıralarından "hayda" sesleri)

Niçin, kürsüden hakaret eden bir kişinin... Bunun siyasî polemik olduğunu söyleyerek nasıl haksız davranabilirsiniz?!

BAŞKAN - Sayın Sağlar "ben, sizin sözlerinizi ciddiye almam" sözü, kişisel, sizin üslubunuzla eşdeğer bir değerlendirmeden ibarettir; ama, ciddiye aldığı hususunu, kendisinin söz talepleri ortaya koyuyor zaten, bunun bir polemik için söylenmiş olduğunu ortaya koyuyor. Bu hakaret olur mu?!.

İRFAN GÜRPINAR (Kırklareli) - Ne demek oluyor o?!

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ben polemik mi yaptım; benim üslubumda ne var?!. Siz de bunu gayet iyi biliyorsunuz.

İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) - Belgesiz, delilsiz konuşuyorsun, daha ne olsun.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Dünkü Sabah Gazetesinde var.

BAŞKAN - Değerli milletvekili, hiçbir üyeye_

AYVAZ GÖKDEMİR (Kayseri) - KGB'nin sözcüsü müsün burada!

BAŞKAN - Sayın Gökdemir_ Sayın Gökdemir_

AYVAZ GÖKDEMİR (Kayseri) - KGB'den mi alıyorsun bu bilgileri.

BAŞKAN - Sayın Gökdemir_ Efendim, ben konuşuyorum_

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Seviyen belli oluyor.

AYVAZ GÖKDEMİR (Kayseri) - Ciddiyetsizliğin elindeki çantadan belli.

BAŞKAN - Sayın Gökdemir, yerinize oturun lütfen.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - "Cumhurbaşkanlığında 4 Gün" diye "Çankaya'daki 4 Gün" diye Sabah Gazetesinde ithamlar var.

AYVAZ GÖKDEMİR (Kayseri) - Ne diyor orada, ne diyor?

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Orada "Azerbaycanlı darbeciler: Çiller ve Gökdemir'le yemek yedik" diyor; Sayın Cumhurbaşkanıyla yapılan röportajda_ Sabah Gazetesinde bu iddialar dün yayımlanmıştır, bugün tekzip yok. Siz onlara cevap verin.

AYVAZ GÖKDEMİR (Kayseri) - Ben de, işte onlara cevap veriyorum.

BAŞKAN - Sayın Sağlar_

AYVAZ GÖKDEMİR (Kayseri) - KGB'nin iddiaları bunlar.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Yani, Sayın Cumhurbaşkanı KGB müşaviri mi? Yani, onu mu demek istiyorsunuz?

BAŞKAN - Sayın Sağlar_ Müsaade buyurun.

AYVAZ GÖKDEMİR (Kayseri) - KGB'nin iddiaları_

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Çankaya'daki anlatımlar... Açıkladığını söyleyen, tecrit etmeyen bir kişi "KGB'den mi aldın" diyerek Sayın Cumhurbaşkanının ifadesinden...

AYVAZ GÖKDEMİR (Kayseri) - Bu iddia, KGB'nin iddiası, bilesin...

ERTUĞRUL ERYILMAZ (Sakarya) - Seni de tanıyoruz; söyleyeceğini söyledin, yeter!..

BAŞKAN - Sayın Sağlar, bir oturur musunuz efendim. (Gürültüler)

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Düzeyi belli olan bir kişi, bakanlık yaptı; yazıklar olsun!..

AYVAZ GÖKDEMİR (Kayseri) - Sana yazıklar olsun!..

ERTUĞRUL ERYILMAZ (Sakarya) - Otur sen yerine!.. Gelmeyeyim yanına!..

AYVAZ GÖKDEMİR (Kayseri) - Terbiyesiz!..

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Terbiyesiz adam!

BAŞKAN - Değerli arkadaşlarım... Sayın Sağlar... Beni dinler misiniz Sayın Sağlar.

Şimdi, karşılıklı konuşuyoruz; siz, başkalarına da cevap yetiştirmeye çalışıyorsunuz. Benden bir isteğiniz oldu; o isteği değerlendiriyorum.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ben düzeyimi bilirim. Ben, kendisinin düzeyinde değilim. Haklı olduğum konuda, son derece sakin ve düzeye yakışır bir şekilde konuşma yaptım.

BAŞKAN - Tamam efendim...

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ama, siz, polemik yaptığımı söylüyorsunuz.

BAŞKAN - Müsaade eder misiniz efendim.

Şimdi, siz, biraz önce yaptığınız konuşmada, birtakım iddialar ortaya getirdiniz.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Bu iddiayı, Haydar Aliyev, bu kürsüden yaptı.

BAŞKAN - Tamam efendim, iddialar ortaya getirdiniz veya daha önce ortaya konulmuş iddiaları tekrarladınız.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - İkinci söylediğiniz doğrudur.

BAŞKAN - Tamam efendim, tekrarladınız.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Sayın Aliyev'in bu kürsüde yapmış olduğu konuşmayı tekrar dile getirdim.

HACI FİLİZ (Kırıkkale) - İsim mi verdi?..

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Ben isim de vermedim; ama, kendisi üzerine aldı. Ben, bunu gösterebilirdim, polemik yapmış olsaydım, o düzeyde olmuş olsaydım.

BAŞKAN - Sayın Sağlar, ben de, bu konuşmada, sizin ortaya koyduğunuz veya tekrarladığınız iddialara yeterli cevap verildiği kanaatindeyim.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Cevap veremedim.

BAŞKAN - Kişisel olarak ifade edilen hususlar ise, gecenin bu geç saatinde, sürekli yeni sataşmalara yol açacak bir durumdur. Sizin maksadınız da tutanaklara geçmiştir; verilen cevaplar da ortadadır. Kişisel bir sataşma amacı taşımadığını ifade için, ben polemikten bahsettim. Hadise de bu açıklıkta ortadayken, aynı konuda ısrar etmeyin.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Sayın Başkan, sizi ciddiye aldığım için ve Başkan olduğunuz için, bu Parlamentoya yakışır hareketle, size teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, komisyonun söz talebi vardı. Komisyon adına, Araştırma Komisyonu Başkanı Sayın Elkatmış'a söz veriyorum.

Buyurun Sayın Elkatmış. (RP sıralarından alkışlar)

Sayın Elkatmış, daha önce alınan kararda özel bir düzenleme yapılmadığı için, Komisyonun söz hakkı 20 dakikadır.

Buyurun efendim.

(10/89, 110, 124, 125 ve 126) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET ELKATMIŞ (Nevşehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinize saygılar sunuyorum.

Aslında, ben söz almayacaktım; çünkü, biz, sözümüzü söyledik, bu raporu verdik. Bu raporda, bizim söyleyeceğimiz her şey var; ancak, burada konuşulan bazı konulardan üzüntü duyduğumdan dolayı söz almak mecburiyetinde kaldım. Özellikle de, bazı sözcü arkadaşlarımızın ve de özellikle bir bayan arkadaşımızın, Komisyonda bizimle beraber dört ay çalışan bir arkadaşımızın, şahsımı hedef alan yalan ve iftiraları karşısında söz almak mecburiyeti hâsıl olmuştur. Bu nedenle, gecenin şu geç vaktinde, değerli milletvekili arkadaşlarımdan özür dileyerek, bazı konulara açıklık getirmek istiyorum.

Hepimizin bildiği gibi, 3 Kasım 1996 tarihinde Susurluk'ta bir kaza olmuştur ve bu kaza neticesinde, kamuoyumuz, Türkiye'de cereyan eden ve gizli olan birtakım olaylardan haberdar olmuştur. Bundan da, milletçe, büyük bir üzüntü duyduk.

Bir komisyon kuruldu; Komisyonun başkanlığına da biz getirildik. Arkadaşlarımızla beraber, geceli gündüzlü çalışmak suretiyle, tam dört ay, 143 klasör dolusu evrakı inceledik, celp ettik, temin ettik; 57 kişiyi dinledik -bu 57 kişinin ifade tutanakları- 3 bin sayfa tutmaktadır ve böyle bir rapor meydana getirdik. Biz, hiçbir şeyi saklamadık. Bize ne geldiyse, onu, aynen, olduğu gibi evraklarımıza koyduk, raporumuza işledik ve neticede de, Meclis Başkanlığımıza sunduk.

Benim üzüntüm şurada: Bu önemli meselenin bir siyasî şova dönüştürülerek polemik konusu yapılması, beni gerçekten üzmektedir. Üstelik, bu şovlar neticesinde söylenen birkısım sözler de doğru değildir; çünkü, bu sözleri söyleyen arkadaşlarımızın bazıları, beraber görev yaptığımız arkadaşlar; ne yaptıysak beraber yapmışızdır ve onların istedikleri her şey, dile getirdikleri her talep, tarafımdan yerine getirilmiştir. Zabıtlar, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığındadır; arzu eden, gelen evraklarla birlikte bunları tetkik edebilir; gidip oradan almaya belki vakit bulamıyorlarsa, bana söylendiğinde, kendilerine bunları tevdi ederim. Hiçbir şey gizlenmemiştir, her şey sorulmuştur, rapor da ortadadır; ama, bütün bunlara rağmen, bazı değerli arkadaşlarımız, özellikle de Sema Pişkinsüt, sanki bu Komisyonda üye değilmiş gibi, geldi, burada, birtakım aslı astarı olmayan şeyleri söyledi.

İSMET ÖNDER KIRLI (Balıkesir) - Yalan mı söyledi...

(10/89, 110, 124, 125 ve 126) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET ELKATMIŞ (Devamla) - Belki başkası konuşsaydı, raporu okumamıştır, belgeleri de tetkik etmemiştir diye aklıma gelebilirdi; ama, kendisi de komisyon üyesi, böyle dememesi lazım. Herhalde, başkası yazıp vermiştir eline, şunu oku diye, o da bunları okumuştur; bir şeyden de haberi yok. (RP sıralarından alkışlar)

İSMET ÖNDER KIRLI (Balıkesir) - Siz ermişsiniz!.. Hiç yakışmıyor bir milletvekiline...

YALÇIN GÜRTAN (Samsun) - Aslı astarı olmayan şeyler neler?.. İzah et de öğrenelim.

(10/89, 110, 124, 125 ve 126) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET ELKATMIŞ (Devamla) - Şimdi izah edeceğim, müsaade ederseniz...

HASAN GÜLAY (Manisa) - Sema Hanım doğru konuştu.

(10/89, 110, 124, 125 ve 126) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET ELKATMIŞ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bakınız, Sayın Pişkinsüt "Basel Mahkemesinden gelen evrakı Başkan sakladı, esasa da kaydetmedi" dedi. (DSP sıralarından "Doğru" sesleri)

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Bu sizin huyunuzdur, huyunuz...

(10/89, 110, 124, 125 ve 126) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET ELKATMIŞ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, böyle yalan da söylenmez. (DSP sıralarından gürültüler)

Olay nedir; olay şu: Türkiye İşçi Partisi yetkilileri, bu dosyayı, 28 Mart 1997 tarihinde, öğleden sonra getirdiler, bana verdiler. Nasıl verdiler; medyanın huzurunda verdiler, çekimler de yapıldı. Bu dosyayla gelen belgeleri deftere aynen işledim. Defterin numarası da burada; 28.3.1997 tarih ve 249 numaralı. Bu defter, Türkiye Büyük Millet Meclisinin defteridir. Eğer bunda bir şüphe, sahtekârlık varsa, herhalde, bu bana ait değil.

Ne oldu; 28.3.1997'de gelen bu dosya -komisyon raporumuzu hazırlamadan dört-beş gün evvel geldi- 75-80 sayfalık, Almanca bir metin. Ben vakit geçirmeden, hemen saniyesi saniyesine, dakikası dakikasına Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışilişkiler ve Protokol Müdürlüğüne 325 sayılı yazıyla, bunun Almanca'dan Türkçe'ye tercüme edilmesini istedim. Niye hemen bildirdim; İsviçre Basel Ceza Mahkemesince verilen Almanca iddianamenin çok ivedi bir şekilde tercümesinin yapılması gerekmektedir diye yazdık; çünkü, raporu yazmıştık, neredeyse son şeklini almak üzereydi; rapor, üç-dört gün sonra verilecekti. Türkiye Büyük Millet Meclisi Dışilişkiler ve Protokol Müdürlüğü "Bizim bunu şu anda, kısa zaman içerisinde tercüme edebilecek elemanımız yok" dedi.

Bana bu bilgiyi telefonla vermeleri üzerine, hiç zaman kaybetmeden, 326 sayılı yazıyla -bunların hepsinin giriş ve çıkışları defterde var- bu sefer Türkiye Büyük Millet Meclisi Bütçe-Maliye Müdürlüğüne hitaben bir yazı yazdım ve gerekli tahsisatın verilerek, bu Almanca iddianamenin çok ivedi bir şekilde tercümesinin yapılmasını istedim. Bunu, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verdik ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı da bunu tercüme ettirdi. Bu tercüme metin, raporumuzu verdikten sonra veya zannedersem, vermek üzereyken geldi. Maalesef, bu dosyanın fotokopisini ilk defa da kendisine verdik. Benim, hanımefendiye, fotokopi çıkarıp da "buyurun" diye takdim etme mecburiyetim de yoktu; ama, ben bir nezaket olsun diye, kendisine, bunu da, diğer arkadaşlarımızla birlikte... İşte, Sayın Sağlar da burada, diğer arkadaşlarımız da burada; zaten onların da bir itirazları olmadı. Zaten, Anavatanlı arkadaşlarımız da gelmediler; ama, buna rağmen, bütün dosyaların fotokopilerini benden istediklerinde, ben, bütün arkadaşlarımıza bunları günü gününe temin ettim. Ama, bütün bunlara rağmen, gerçekler bu iken, geldi, burada, şu kürsüde yalan söyledi; kınıyorum kendisini ve özellikle de bir bayana yakıştıramıyorum bunu. Yalanı bir bu olsa, bir şey demeyecektim, yine bu kürsüye çıkmayacaktım.

Yine bir yalanı: Neymiş efendim, Kıbrıs'taki... Almanya, Frankfurt Mahkemesinin kararını araştırmamışız. Değerli arkadaşlar, onun da dosyası burada ve raporda da var. Ne yapmışız; -7.2.1997 tarihinde ve 123 sıra numarasıyla -burada defter; bu defter, Türkiye Büyük Millet Meclisi arşivindedir, ben evimde saklamıyorum- göndermişiz. Nereye; Dışişleri Bakanlığına. Süresi içerisinde cevap gelmiş. Cevabı da burada; arzu edene bir fotokopisini veririm. Almanya'dan dosya gelmediği için, o şekilde gelmedi diye; "geldiğinde Komisyonunuza bildirilecektir, verilecektir" diye cevap verildi. Biz, bununla da yetinmedik. Raporun hazırlanmasının son safhasına gelince, belki gelmiştir de bize ulaşmamıştır diye, ben, tekrar, ondan evvel, hem de faksla, bir yazı daha gönderdim. Bunun cevabı da, 9.4.1997 tarihinde -yani, biz raporu verdikten sonra- geldi -279 sayılı- deftere kaydedildi. Yani, saklayan kimmiş; neyi saklamışız?

İSMET ÖNDER KIRLI (Balıkesir) - Geldi mi, gelmedi mi?

(10/89, 110,124,125 ve 126) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU MEHMET ELKATMIŞ (Devamla) - Ben görevimi yapmışım, sormuşum ve bana da cevap gelmiş...

İSMET ÖNDER KIRLI (Balıkesir) - Gelmiş de, rapora girmiş mi?

(10/89,110,124,125 ve 126) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET ELKATMIŞ (Devamla) - Cevabın nasıl geldiğini bilemem; ama, bakınız, size bir şey daha söyleyeyim; delil diye Sayın Pişkinsüt'ün getirdiği delile bakınız değerli arkadaşlar!.. Neymiş; olay davanın gerekçeli kararı... Burada, zabıtlarda da var, Türkiye Büyük Millet Meclisi zabıtlarında da var; lütfen açıp okuyun; fotokopisini de vereyim isteyen arkadaşlarımıza, rezaleti görsünler. Ne demiş: "Türk Hükümeti ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller'i suçlayan somut bir veri yer almadı" Bu belgeyi Sayın Pişkinsüt -zabıtlarda var- bize sundu. Sunduğu delil de bu!.. Takdirlerinize sunuyorum. Tarih yok. İsmail Tipi, Frankfurt mahreçli bir yazı. Hangi gazetenin; Hürriyet. Evet, Hürriyetin, Almanya'da yayımlanan bir şeyi. Delil de bu!..

Peki, bu kadar meraklıydınız da, bu kadar işin üzerindeydiniz de, gidip getirseydiniz Almanya'dan da, biz de onu tercüme ettirseydik, gereğini yapsaydık; bu kadar da yalan olmaz!..

SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Resmî gelir onlar, resmî...

BAŞKAN - Sayın Komisyon Başkanı, Komisyon adına, bir milletvekilinin konuşmasını cevaplıyorsunuz, buna hakkınız var...

(10/89,110,124,125 ve 126) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET ELKATMIŞ (Devamla) - Sayın Başkan, ama, gelip burada, milletin huzurunda, 70 milyonun huzurunda yalan söylemeye de...

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Size ait bir şey o, size ait...

(10/89,110,124,125 ve 126) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET ELKATMIŞ (Devamla) - ...bir komisyon üyesinin de, hem de bayan üyenin de hakkı yok.

HASAN GÜLAY (Manisa) - Terbiyeli ol biraz, terbiyeli ol!..

BAŞKAN - Müsaade buyurun efendim.

Sayın Elkatmış, bir şey söylüyorum, dinlemediniz benim ne söyleyeceğimi.

(10/89,110,124,125 ve 126) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET ELKATMIŞ (Devamla) - Dinliyorum Sayın Başkan, dinliyorum.

BAŞKAN - Bu kürsüde -ister komisyon üyesi olsun ister herhangi bir sözcü- yapılan konuşmayı, komisyon raporuna eleştiri sayıp, cevaplamak, hakkınız; ancak, bu yapılırken, kullandığınız üslupta, sataşmaya mahal vermemeniz gerekir; yanlışlıklar varsa, belirtirsiniz; zaten anlaşılır bu; yani, her bir cümlede "bu yalandır" diye başlayarak, İçtüzüğün tasvip etmediği bir üslupla konuşmak, bu raporu hazırlamak için bu kadar birlikte mesai vermiş arkadaşlar arasındaki üsluba uymuyor; ona dikkatinizi çekiyorum.

(10/89,110,124,125 ve 126) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET ELKATMIŞ (Devamla) - İşte, benim üzüntüm de o Sayın Başkan, benim üzüntüm de o.

CELAL TOPKAN (Adıyaman) - Sokak değil burası, sokak değil; Meclis burası!

(10/89,110,124,125 ve 126) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET ELKATMIŞ (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlar, bakınız, yine, Sayın Pişkinsüt "Jandarma Genel Komutanlığından gelen yazıyı Başkan bizden sakladı" dedi.

Değerli arkadaşlar, saklasak, herhalde, sadece Sayın Pişkinsüt'ten saklamış olmayız, bütün arkadaşlardan... Komisyonda 9 kişiyiz, beni çıkardığınız zaman 8 kişi kalır; niye, ben, 7 kişiden saklamamışım da Sayın Pişkinsüt'ten saklamışım?

Bakınız, gelen yazı, 168 sıra numarasıyla anında deftere kaydedilmiş; neyi saklamışım?!. Ama, Sayın Pişkinsüt, gelip de, bu dosyaları, bu belgeleri incelemediyse, herhalde, ben, her gün ona rapor verecek değilim, belge gönderecek değilim evine; nitekim, onu da yaptım; yani, bütün belgelerin çoğunu, mümkün olduğunca -telefonla görüştük- evine kadar gönderdim.

Değerli arkadaşlar, yine, arkadaşımızın bir iddiası: Dedi ki "güneydoğuya gidilmedi." Doğru, gidilmedi. Zabıtlar ortada; güneydoğuya gidilmesini talep eden, isteyen, Komisyon Başkanı olarak benim; ama, gidemedik. Niye; yetiştiremedik ve bazı arkadaşlarımız, özellikle Anavatan Partisinden arkadaşlarımız da "üç dört gün için gittiğimizde ne yapacağız, ne halledeceğiz" dediler. Onların dediği de doğru; üç dört gün içerisinde ne halledeceğiz güneydoğuya gittiğimizde; ama, ben dedim ki, gidelim; hiç değilse psikolojik bir yararı olur diye arkadaşlarımızı ikna etmiştik; ama, sonradan, zamanın elvermemesi nedeniyle gidemedik.

Yine "Kıbrıs'ta, bahsedilen bankadaki hissedarlar kim; bunlar araştırılmamıştır" dedi.

Değerli arkadaşlar, burada, arkadaşımız okumadıysa ben ne yapayım, dosyayı tetkik etmediyse ben ne yapayım!..

MUSTAFA BAŞ (İstanbul) - Komisyon Başkanının okutma görevi yok mu; niye okutmadın?!

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Yok ki bulasın!

(10/89, 110, 124, 125 VE 126) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET ELKATMIŞ (Devamla) - Merak etme, var...

SEBGETULLAH SEYDAOĞLU (Diyarbakır) - Allah öbür dünyada hesabını sorar size.

10/89, 110, 124, 125 ve 126 ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET ELKATMIŞ (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bakınız, sormuşuz, sormuşum; gelmiş. Nereden gelmiş; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Maliye Bakanlığı, Merkez Bankası. Arkadaşımız okumamış; ama, okuyan arkadaşlarımız var; mesela, Fikri Beyde ve diğer arkadaşlarımızda var; burada, bu bankanın ortaklarının kim olduğu, sayfası sayfasına bütün bilgiler, belgeler var, bakınız, bu ortakların isimleri, imzaları, her şey var; bunu ben saklamadım, şimdi de yazmadım; bu dosyada var ve bu raporda da var; benim esas üzüldüğüm nokta bu. Başkası söylese, Komisyon raporu yeni dağıtıldı, bir hafta oldu, hacimli de, okumamış diye aklıma gelir, bu, gayet de normaldir; ama, Komisyonda bulunan bir arkadaşın, gelip de, burada "bunlar soruşturulmamış" demesi, bu işin ne kadar gayrî ciddî yürütüldüğünü -bazıları tarafından- göstermektedir.

Değerli arkadaşlar, Sayın Pişkinsüt "Komisyon Başkanı şunu sakladı, bunu sakladı" diyor; işte, sakladıklarımız da bunlar!.. Zaman elvermediği için, ben, kendime ait olan şeyleri de getirdim ve her arkadaşımıza da bu dosyalardan birer suret verdim, bütün arkadaşlarımızda vardır. Sayın Pişkinsüt "sakladı" diyor; peki, Sayın Pişkinsüt bana bir kaset getirdi; kasette Murat Demir ve Murat İpek'in beyanları varmış; aldım, çözümünü de yaptırdım, dosyada, bu rapora da bu derç edildi.

Sayın Sağlar burada, Sayın Sağlar, bana -Komisyon Başkanı olarak- imzasız belgeler getirdi; saygı duydum, aldım, işleme koydum, deftere de kaydettik; raporda da bunlar var, örneklerini de getirdik, burada. Sadece Sayın Sağlar veya Pişkinsüt değil, başka arkadaşımız da, mesela Sayın Topçu geldi "Başkan, şunları şunları araştıralım" dedi; tabiî, sen bunları bana ver dedim, yazılı verdi, ben, onları araştırdım; yani, kim ne dediyse, onu araştırdım.

Sayın Sağlar ve diğer arkadaşlarımız da hatırlarlar; bir arkadaşımız, birisini getirdi "Başkan, bunu dinleyelim, çok orijinal şeyler anlatıyor bana" dedi; dinleyelim dedim; hatta, ondan dolayı da bazı arkadaşlarımız "biz, her geleni dinleyecek miyiz" diye itiraz ettiler. Ben de dedim ki; arkadaş, dinlerim; bir Komisyon üyesi arkadaşımız bir şeye muttali olmuş ve onun önemine de inanmış, getirdi -saygı duyarım- sabaha kadar da sürse dinleyeceğim.

Değerli arkadaşlar, biz raporumuzun çok mükemmel olduğunu iddia etmiş değiliz. Bu kadar kısa süre içerisinde, bu kadar kısıtlı imkânlarla ve yetkimiz de olmadan, ancak bu kadarını hazırlayabildik ve bunu beraber hazırladık. Biz, her şeyi çözdük, her şey oldu bitti, mükemmel bir rapor hazırladık, iddiasında da değiliz zaten. Hazırlamamız da mümkün değildi; çünkü, biz, Türkiye Büyük Millet Meclisinde yirmi gün yer bulamadık ve en sonunda -arkadaşlarımız hatırlarlar, işte Orhan Bey burada- dedim ki: Bana yarın sabaha kadar bir yer temin edilmediği takdirde, Komisyon Başkanlığından da, komisyon üyeliğinden de istifa edeceğim. Onun üzerine, geceli gündüzlü çalışmak suretiyle o gece polisler oradan tahliye edildi ve bir yer temin edildi.

Burada, Meclis Başkanımız Sayın Kalemli'ye teşekkür ediyorum; bunu, onun kusuru olduğunu anlatmak için söylemiyorum. Kendisini ilk ziyaret ettiğimde "bir istiyorsanız, iki vereceğim" dedi; ama, yer yok... Hatta "gelin, bizim Başkanlık Divanı toplantı salonunda toplantınızı yapın" dedi; ama, o da olamazdı; çünkü, benim devamlı bir sekreteryam olacak, ben geceli gündüzlü çalışacağım. Nitekim, geceli gündüzlü çalıştık; kendisine teşekkür ediyorum... Ama, maalesef, Mecliste yer olmadığı için ve temin edilemediği için, biz çalışmamıza yirmi yirmibeş gün -tarih olarak hatırlamıyorum- geç başladık. Daha evvel başlamış olsaydık, elbette ki daha büyük mesafeler alırdık.

Bunları niçin söylüyorum; haksızlık olarak gördüğüm için söylüyorum. Efendim, Jandarma Komutanlığından yazı gelmiş de, ben saklamışım!.. Değerli arkadaşlar, niye saklayayım?! Geldiği gün 168 numarayla kaydetmişim; bu kaydı da ben yapmıyorum. Ben, Komisyon Başkanı olarak, sadece, gelen dosyalara, evraklara bakıyorum, okuyorum, bir şey yapılacaksa yapıyorum, havale yapıp, dosyasına konulması için sekreteryaya veriyorum; ama, arkadaşımız gelip de okumadıysa, suret almadıysa, bunda benim ne kabahatim var; okusaydı.! Nitekim, Sayın Pişkinsüt, devamlı surette "Sayın Başkan, benim çocuğum kreşten gelecek de, onu almaya gidiyorum, müsaade eder misin" derdi, ben de "tabiî, buyur, git" derdim. Ben, her gün çalışalım dedim...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İSMET ÖNDER KIRLI (Balıkesir) - Ne alakası var...

SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Bu kadar da olmaz...

HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) - Yeter Başkan... Yeter...

HASAN GÜLAY (Manisa) - Senden başkan olmaz...

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Seviyesine uygun bir konuşma...

BAŞKAN - Sayın Elkatmış, konuşmanızı tamamlayın efendim.

(10/89, 110, 124, 125 VE 126) ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET ELKATMIŞ (Devamla) - Sayın Başkan, sürem daha dolmadı ki... (Gürültüler)

BAŞKAN - Değerli arkadaşlarım, sakin olun.

Konuşma süreniz tamamlandı. Başlangıçta söyledim, alınan özel karar dolayısıyla, grup sözcülerinin 30 dakika, Komisyonun ise, genel hükümlere göre, 20 dakika söz hakkı vardı.

Konuşmanızı tamamlayın efendim.

10/89, 110, 124, 125 ve 126 ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET ELKATMIŞ (Devamla) - Sayın Başkan, değerli üyeler; bu kadar büyük bir çalışma neticesinde bana 20 dakika süre verildiyse, hepinize saygılar sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Siz, konuşmanın başlangıcında "biz, bu kitapta sözümüzü söyledik" diye ifade ettiniz, Genel Kurul da öyle düşünmüş olacak.

10/89, 110, 124, 125 ve 126 ESAS NUMARALI MECLİS ARAŞTIRMASI KOMİSYONU BAŞKANI MEHMET ELKATMIŞ (Devamla) - İthamlar var da o bakımdan.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Sayın Başkan... Sayın Başkan...

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun Sayın Kapusuz.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Biz, Danışma Kurulunda, bu konuda, arkadaşlarımızın da beraberce iştirak ettiği şekilde, bütün konuşmacılara -gruplara, Hükümete ve Komisyona- 30'ar dakika süre vermiştik. Galiba, arkadaşlarımız teknik bir hata yapmışlar; yoksa, biz, komisyonun süresini 20 dakika tutmadık. Zabıtlara geçmesi açısından arz ediyorum.

İSMET ÖNDER KIRLI (Balıkesir) - Günah çıkarma...

BAŞKAN - Efendim, tutanağa başlangıçta geçirdiğimiz husus da, Komisyon ve Hükümetin genel hükümlere tabi olduğu şeklinde.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Danışma Kurulu kararımız budur Sayın Başkan, bilesiniz.

BAŞKAN - O Danışma Kurulu kararı okunurken itiraz etmiş olsaydınız, kimsenin böyle bir hususta karşı çıkması söz konusu olmazdı. Gecikmiş bir itiraz var.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Kararımız öyle oldu Sayın Başkan...

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkan...

SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Sayın Başkan, sataşma var; lütfen...

BAŞKAN - Sizi dinleyeceğim efendim.

Sayın Bedük, buyurun.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkanım, Hükümete ve Komisyona 30'ar dakika konuşma hakkı vardı, biz de öyle biliyoruz. Siz, 20 dakika diye ifade ettiniz. Acaba, biz mi yanıldık, onu tekrar açıklar mısınız; çünkü, biz öyle biliyoruz.

BAŞKAN - Değerli arkadaşlarım, bugün dağıtılmış olan gündemin ilk yaprağının arka sayfasını çevirirseniz, orada, benim neyle bağlı olduğumu göreceksiniz: "...Genel Kurulun 27.5.1997 Salı günkü birleşiminde yapılmasının; rapor üzerinde Hükümet ve gruplar adına yapılacak konuşmaların 30'ar dakika olmasının Genel Kurulun onayına sunulması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür."

Burada, Hükümet ve gruplar zikredilmiş; ama, Komisyon, kişiler ve önerge sahipleri zikredilmemiş. O zaman, biz, İçtüzükteki genel hükümleri uygulamak durumundayız.

VI.-SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1.-Aydın Milletvekili Sema Pişkinsüt'ün, Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın kendisine sataşması nedeniyle konuşması

SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Pişkinsüt, buyurun efendim.

SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Sayın Başkanım, biraz önce Sayın Komisyon Başkanının konuşmalarından... (Gürültüler)

BAŞKAN - Değerli arkadaşlarım, müsaade eder misiniz... Bir milletvekilinin istemini tespit ediyorum, işitmekte zorluk çekiyorum.

Buyurun Sayın Pişkinsüt.

SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Biraz önce Sayın Elkatmış'ın konuşmalarında, şahsıma açık bir şekilde hakaret olmuştur; özellikle de yalan beyan ve yalan sözler konusunda... Yanılma olabilir, yanlışlık olabilir kişilerde; ama, benim sözlerimde yanılma ve yanlışlık yoktur. İzin verirseniz, kürsüden söz hakkı istiyorum. Çok kısa...

BAŞKAN - Sayın Pişkinsüt, bu isteminizle birlikte, ben de Sayın Komisyon Başkanına uyarı yaptım. Benim uyarımdan sonra aynı kelimeyi tekrarlamadı. Zannediyorum ki...

SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Hayır, daha büyük isnatlarda bulundu. Özellikle de çocuğumun kreşi...

BAŞKAN - Buyurun efendim, başka bir sataşmaya mahal vermemek üzere, kısaca, bu konudaki görüşünüzü ifade edin. (DSP sıralarından alkışlar)

SEMA PİŞKİNSÜT (Aydın) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, çok değerli üyeler; herhalde "politikacı" denilince, yalan ve yalancıyla eşdeğer tutuluyor; ama, bazı kişiler bundan daha farklı ve daha da ayrı olabilir; bunu bilmemiz lazım.

Komisyon çalışmalarında, hiçbir şekilde savsaklama yapmadım. Bütün konulardaki komisyonlarda -sadece Millî Eğitim Komisyonunun toplantısına bir gün gelmedim; kalanların tümünde vardım- son güne kadar beraber çalıştık; bu bir.

İkincisi; söylenilen evrakların içerisinde, şahsımı zedeleyici üç noktaya değinildi. Bunlardan bir tanesi, özellikle Frankfurt Mahkemesinin kararıydı. Komisyonda, bu konuda çok büyük bir tedirginlik ve korku vardı; sebebini bilmek mümkün değil. Zaten, eğer o olmasaydı, bu konunun ithamına maruz kalanlar, bizzat kendileri, o mahkeme kararını, yetkili mercide oldukları için getirtirirlerdi; ancak, 24 Ocak tarihinde, Sayın Genel Başkanım Bülent Ecevit'in vermiş olduğu, bu konunun da araştırılması gerekir, şeklindeki önergesine karşılık, Komisyon yazıyı yazdı ve yazının cevabı, Almanya'dan 7 Şubat 1997'de, biraz önceki konuşmamda gösterdiğim evrakla geldi; ama, 7 Şubatta gelen bu evrak, bize, 1 Nisanda... Dikkat buyurunuz lütfen; 3 Nisanda Komisyon raporunu teslim edeceğimiz gün, Sayın Başkanın yapmış olduğu toplantıda, tüm arkadaşlarımız da varken ve aynen şu cümleyle "bu kâğıt geldi, kayda almamışız" diyerek söylenildi ve ben, o gün, 27 Şubatta yayımlanmış olan mahkeme kararının, Hürriyet Gazetesinde yayımlanan nüshasını gösterdim...

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Vay yalancı vay!..

BAŞKAN - Müdahale etmeyin efendim.

SEMA PİŞKİNSÜT (Devamla) - Bu, son derece açıktır ve tutanaklarda vardır. Eğer, bu karar, 7 Şubatta gelmiş olsaydı... Özellikle de, kendi Genel Başkanımın vermiş olduğu bir önergenin takibinde olacağı için... 1 Nisanda bu karar elimize geçti; 27 Şubatta Almanya'da yayımlanmış -biraz önce de gösterdikleri o kâğıttır- olan karar, maalesef getirilemedi. Halbuki, Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu kararı getirip incelemedikçe, kim inceleyecekti; hangi mercie düşecekti? Ayrıca da, değil bu gerekçeli kararın getirilmesi, bütün isteğimiz "polisin yaptığı geniş çaplı araştırmaya dayanarak" sözünün altındaki o 134 sayfada yazılı belge ve bilgilerin getirilmesiydi; bunu, birinci olarak söylüyorum.

AYDIN TÜMEN (Ankara) - Kim yalancı şimdi?!.

SEMA PİŞKİNSÜT (Devamla) - İkinci nokta, Teoman Koman Paşanın göndermiş olduğu, özellikle JİTEM konusundaki yazı, tarih olarak 28 Şubattaki Millî Güvenlik Kurulu kararlarından iki gün önce gelmiş olmasına rağmen, bizlere, hep birlikte olduğumuz mart ayının sonundaki toplantıda getirildi. Hatta, gayrî resmî toplantılarda, diğer arkadaşlarımız da varken, özellikle, Teoman Koman Paşanın basına yaptığı açıklamalardan sonra, biz, dedikodusunu da ettik; "Sayın Başkan, niçin acaba Teoman Koman Paşa kalkıp da basın yoluyla bizimle görüşüyor; niçin, Parlamentoya gelmiyor" diye ben bizzat sordum; Sayın Başkan, hiç sesini çıkarmadı. Ondan sonra, mart ayı sonunda -25 Mart civarında- bu raporu verdiği zaman da, gelen yazıyı gösterdiği zaman da -tutanaklarda sabittir, incelenebilir- benim feveranım var "niçin bunu bugün gösterdiniz ve niçin bu konunun üzerine geçiyorsunuz" diye. Bunlar tespitlidir. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri)

Diğer konuda söylenen, özellikle de "yalan beyanlar" diye iftira atılan nokta, İsviçre Basel Savcılığından gelen karardır. O savcılık kararına gelince; Komisyonda çalışan tüm müfettiş arkadaşlar ve Komisyonda çalışan uzman arkadaşlar net olarak bilmektedirler ki, 3 Nisan gecesi Komisyon raporu teslim edildikten sonra, ben henüz raporu da almamıştım. Arkadan geçen yirmidört saat içerisinde, aşağıya, hem uzmanlara allahaısmarladık demek hem de Komisyon raporumuzu teslim almak üzere gittiğimde, elinde evrakla gelen postacının imzalı kâğıdının üzerinde tesadüfen yakaladım ve "bu ne kâğıdı, ne evrakı getirdiniz, hangi dosyadır bu" dedim. "Efendim, bu, özel tercüme bürosundan geliyor" dedi. "Peki, rapor teslim edildi" dediğimde "efendim, işte, ancak geldi" dedi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Pişkinsüt, sözünüzü tamamlayın efendim.

SEMA PİŞKİNSÜT (Devamla) - Son sözlerimi söylüyorum.

O zaman, ben başında durarak, dosyanın hem Almanca hem Türkçe fotokopilerini çektirdim. Sayın Başkan çektirip de bana göndermemişti. O dosyaları aldım; çünkü, o dosyaların içerisinde -tarih bunu inceleyecek- çok daha farklı isimler var. O isimlerin birtakım kuruluşlar içerisindeki uzantıları var; o dosyaları, o nedenle teslim aldım; bu, üçüncüsüdür.

Ve son söylemek istediğim; çok değerli parlamenter arkadaşlarımız, benim kreşte filan da çocuğum yoktur; benim çocuklarım büyüktür.

Saygılar sunuyorum, teşekkür ederim. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar; ANAP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Pişkinsüt'e teşekkür ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Pişkinsüt, bu sataşma gerekçesiyle aldığı söze başlarken, politikacılarla ilgili olarak bir genelleme yaptılar. Her meslek grubunun içerisinde, ahlakı değişik şekilde anlayan ve uygulayanlar vardır. Politika, saygın bir meslektir.

Sataşmalarla ilgili bir talep de Sayın Fikri Sağlar'dan yazılı olarak geldi. Sayın Sağlar, biraz önce benim Başkanlık olarak çözümlediğim konuda dikkatimi çekmeyen "paçavraya çeviririm" tarzında, Sayın Gökdemir'in bir ifadesi olduğunu yazıyor. Ben, gerçekten, sadece "sizi ciddiye almıyorum, Meclisi ciddiye aldığım için bu cevapları veriyorum" tarzında anlamıştım. Bu bölüm benim dikkatimden kaçmış; ama, tutanakları da incelemeye vaktim yoktu. Bu sözleri de, Sayın Fikri Sağlar'ın uyarısı üzerine, uygun bulmadığımı ifade ederek, bu kısmı kapatmış oluyorum.

NİHAT MATKAP (Hatay) - Söyledim ben size Sayın Başkan.

DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) - Zaten kendisi paçavraya çevirdi konuşmayı.

V. -GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI

VE MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)

A) GÖRÜŞMELER(Devam)

1.-Ankara Milletvekili Eşref Erdem ve 23 arkadaşı, Batman Milletvekili Ataullah Hamidi ve 22 arkadaşı, İçel Milletvekili Oya Araslı ve 20 arkadaşı, İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya ve 23 arkadaşı ile İstanbul Milletvekili Mehmet Cevdet Selvi ve 21 arkadaşının, yasadışı örgütlerin devletle olan bağlantıları ile Susurluk'ta meydana gelen kaza olayının ve arkasındaki ilişkilerin aydınlığa kavuşturulması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri ve (10/89, 110, 124, 125 ve 126) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (S. Sayısı :301) (Devam)

BAŞKAN - Son konuşmacı olarak, Elazığ Milletvekili Sayın Mehmet Ağar söz istemişlerdir.

Buyurun Sayın Ağar. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 10 dakikadır.

MEHMET AĞAR (Elazığ) - Sağ olun Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri; uzunca bir zamandan beri, konuyla ilgili değerli milletvekillerini dinledik. Sabrınızı da taşırmamak arzusundayım. Hiç arzu etmediğim bir şekilde konuşmaya başlamak durumundayım. Hiç istemem, tavrım ve tarzım değil; ama, kendimden bahsetmek zorundayım bir suale ciddî cevap verebilmek için.

Fakülteyi bitirdikten sonra, emniyet teşkilatı hesabına burslu okuduğum için, Emniyet Genel Müdürlüğü hizmetinde çalıştım. Daha sonra, Sayın Oğuzhan Asiltürk'ün İçişleri Bakanı olduğu dönemde kaymakamlık imtihanını birincilikle kazanarak İçişleri Bakanlığına girdim. Daha sonra, Sayın Bülent Ecevit'in Başbakan olduğu dönemde de kaymakamlık kursunu yine birincilikle bitirerek mesleğe başladım. Daha sonrasında, 1979 yılında, hepimizin bildiği, Adalet Partisinin, 5-0'lık, büyük bir seçim galibiyetinin akabinde kurulan azınlık hükümeti döneminde de Terörle Mücadele Şubesinde müdür olarak görev almak üzere İstanbul Emniyet Müdürlüğü emrine tayin oldum. Daha sonrasında, 12 Eylül döneminde Asayiş Şube Müdürlüğüne getirildim; akabinde, 1984 yılında Anavatan Partisinin iktidara gelmesi üzerine siyasî ve asayiş şubelerinden sorumlu Emniyet Müdür Muavini oldum. 1988'de Sayın Turgut Özal'ın Başbakanlığı döneminde Ankara Emniyet Müdürlüğü, 1990'da Sayın Yıldırım Akbulut'un Başbakanlığı döneminde İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevine -ki, Sayın Yılmaz'ın Başbakanlığı döneminde de devam etti- daha sonra, 1992'de Sayın Demirel'in kurduğu hükümet döneminde de Erzurum Valiliğine atandım. 1993'te Sayın Tansu Çiller'in Başbakan oluşundan sonra da Emniyet Genel Müdürlüğü görevine atandım. Daha sonra, bildiğiniz gibi, ayrıldık, siyasete geçtik. Siyasette de, memleketimiz olan Elazığ'dan milletvekili adayı olduk, oradan da, bildiğiniz gibi, Adalet Bakanı, İçişleri Bakanı oldum ve şu anda aranızdayım.

Sayın Fikri Sağlar'ın ifade ettiği gibi, Tansu Çiller, Özer Çiller bizim elimizden tutmuş!.. Bu makamlara getirebilmesi falan mümkün değildir. Biz, her hükümet, her iktidar, her siyasî parti devrinde, her yere, alnının teriyle, bileğinin hakkıyla basa basa gelmiş bir adamız, kronolojiden de gördüğünüz gibi. (DYP ve RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Madem sizin böyle bir düşünceniz vardı, o hükümetin Kültür Bakanıydınız, benim valilik kararnamemi imzalamazdınız; imzalamamanız gerekirdi. (DYP ve RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Çünkü, konuşmanızın bir yerinde söylediniz ki "1987'deki MİT raporu..." O rapor, zamanın İstanbul Emniyet Müdürü Sayın Ünal Erkan'la beraber, basında falan çok çıkmadan evvel, bizim elimize üç ay evvelinden geçti. Süratle, aynı günün tarihiyle, müşterek imzayla tahkikat istedik, gitti. Zamanın Başbakanı Sayın Özal tahkikat yaptırdı. Biz dava açmak istedik; kendisi bize dedi ki "devlette çalışan, devlete dava açma hakkına sahip değildir." Zamanın ilgili sorumluları da söyledi ki "biz, sizi biliyoruz, böyle bir şey yoktur." Tahkikatları da yapıldı, gereği de yapıldı. Eğer, o tahkikatlarda aksine bir durum olmuş olsaydı, biz, bu saydığımız silsile içinde devlet memuriyetinde buralara gelemezdik. Onun için, biz alnımızın teriyle, basa basa, hangi siyasî iktidar değişirse değişsin, hukuk içinde, kanun içinde, terbiye içerisinde, gelenek ve teamüllere uyarak hizmette her zaman başarımızın karşılığını almışız. Bütün çalıştığımız yerlerdeki insanlar da bunun en canlı referansıdır, hiç başka bir referansa ihtiyaç yok. Benim bu Parlamento içerisinde çok değerli büyüklerim, her partiden bakanlık yapmış insanlar vardır; onlar bizi tanırlar.

O bakımdan, üzülerek bir şey daha söylemek lazım, keşke, daha önce başkaları söyleseydi: Türkiye Devletinde başbakanlık, cumhurbaşkanlığı yapmış insanlara "gayrimeşru insanlardan kazanç sağladı" iması bile yakışık almaz. Rahmetli Özal'dan biz iyilik gördük; bu kürsüde de açıkça söylemek lazım ki, Özal, İsviçre'de kaçakçılıktan sabıkalı kişilerle bir vesileyle görüşmüş olabilir, bir başkası yanına getirebilir, şu olur; ama, bu iş, asla onlardan menfaat sağladığı sonucunu getirmez. Bunları burada müdafaa etmek de bir ölçüde bizim kadirşinaslık görevimizdir, bir yerde de görevimizdir diye ifade ediyorum.

İkincisi, bu çete mete lafları, uyuşturucu mücadelesi... Bir hayal âlemi içinde, kimse, Türkiye'de senaryo yazmaya kalkmasın. Hayatımız boyunca bunun en büyük mücadelesini biz yapmışız. Ha, nerede yapmışız; öyle laf olsun filan diye değil. Emniyet Genel Müdürlüğü döneminde biz üç tane büyük beynelmilel toplantı yaptık ve İnterpol'de ağırlığımız sayesinde yaptık. Bir tanesini İstanbul'da, bir tanesini Antalya'da, bir tanesini Ankara merkezde yaptık ve bütün bu çalışmalarımız sırasında, uyuşturucuyla ilgili olağanüstü boyutlarda başarı sağladık. Afganistan-Pakistan yolunun, henüz devlet yapılanması net olarak oluşmamış -gümrük polis yapılanması- yeni Türk cumhuriyetlerinin organizasyonu görevini aldık ve Amerika'nın sağladığı imkânlarla, Antalya'da iki dönem büyük kurslar yaptırdık ve orada çok önemli müşterek operasyonlar yapıldı. Bizim dönemimizde, Balkan rotasında yakalanan uyuşturucunun yüzde 65'ini Türk polisi, geri kalan yüzde 35'ini 20 tane Avrupa devleti yakalayabildi. İşbirliğinde mükemmel sonuca ulaştık ve bu başarılar sonucu elli sene sonra İnterpol Genel Kurulunun, seçimle -Amerika başta olmak üzere, bütün Batı Avrupa ülkeleri, Türk cumhuriyetleri ve Güney Amerika ülkeleri dahil hepsinin, seçimde oyunu almak suretiyle- geçtiğimiz senede Antalya'da yapılmasına biz sebebiyet verdik. Yani, Türk polisinin itibarı, uluslararası düzeyde olağanüstü yüksektir; bu mücadelede de son derece başarılıdır.

Eroin ailelerini bilir misiniz... Biliriz tabiî, biz bunu hazırladık. Avrupa polisinin bugün mücadele ettiği eroin ailelerinin çalışma isim babası, Emniyet Genel Müdürlüğüdür, bizim arkadaşlarımızdır. Biz, burada son derece önemli gelişmeler kaydettik.

Ancak, bu eroin ailelerinin başta gelen bir tanesi, bilinen bir isim, Türkiye'deki en önemli uyuşturucu madde operasyonunda -ki, hepimizin katkısı var; arkadaşlarımı burada şükranla anıyorum- bunun mal sahibi olan kişi yurtdışına kaçtı; bunun iadesini sağlama konusunda elden gelen her şeyi yaptık, iade edilmedi bize; edilmediği gibi, bu zat, şimdi İngiltere'de ikamet ediyor; arasıra belli televizyonlarda, önce MED-TV'de çıktı birbuçuk sene evvel, eline verilmiş metinlerden bize ve kendine zararları olmuş bütün kamu görevlilerine saldırdı; ama, daha sonra o banttan sadece benimle ilgili bölüm kesildi, diğerleri çıkarıldı ve buna şak-şak tutuldu; yahu, akıl alacak bir iş değil! Bu, 65 kişilik ailesiyle İngiltere'de ikamet ediyor; nasıl edebiliyor ?..

Geçtiğimiz sene, Türk Deniz Kuvvetleri Komutanı -bundan evvelki komutan- havaalanında istiskal edildi, "aranacaksınız..." Kırmızı pasaportlular aranıyor, yeşil pasaportlular aranıyor, kimse vize alamıyor; bu aslan, 65 kişilik ailesiyle orada oturmuş ikamet ediyor ve bunun söyledikleri sözler, referans diye kabul ediliyor; bu ve bunun gibilerinin yollarını kesen, çanlarına ot tıkıyan adamlara, bize saldırılıyor ve burada alkış tutuluyor; bu, ayıptır! En azından yazıktır ve günahtır!

Şimdi, çete... Ne imiş bu çete; biz, üç beş polis adam bulacağız, silahlı ekip; bunlarla bazı adamlara gideceğiz paralarını soyacağız!..Yahu, biz Emniyet Genel Müdürüyüz; azametli, şahane bir makamda oturuyoruz. Bu tür adamlar, bizle bir çay içebilmek için beşyüz adamı araya koyuyor; bir valiz de para hazırlayıp gelecek adam koşa koşa; biz bunları yapmayacağız; yani, oturacağız, beş polis bulacağız, üç asker, üç de korucu; haydi aslanım, şu hedef sizin, çekin silahları, dağa kaldırın!.. Yahu, buna kargalar güler, ayıptır böyle şeyler, ayıptır!.. En azından ayıptır, öyle şey olmaz. (DYP sıralarından alkışlar) Buna, kargalar güler; millet gülüyor zaten; milletin ne kadar güldüğünü de, inşallah, ilk seçimlerde, hep birlikte göreceğiz. Ben, size, buradan, şunu söylüyorum: İşte, kamu vicdanı, halk vicdanı... Sayın Sağlar ile Türkiye'de hangi yere istiyorsa, -Mersin dahil- hep beraber gidelim, bakalım; bu millet kimi aklıyor, kimi karalıyor orada görelim; öyle kolay bir iş değil... Biz, göğsümüzü gere gere, yıllardan beri bu meselelerle harp etmişiz, darp etmişiz.

Şimdi, biraz evvel söylüyor bize... Meclis kürsüsünden hedef gösteriyorsunuz bizi. Behçet Cantürk, Savaş Buldan, bilmem, şu bu... Evet, kim bunlar: Uyuşturucu maddeden sabıkaları var; başka; PKK finansörleri diye bilinen kişiler; ama, esas temel konu bu... Ölü bulunmuş; nasıl olmuş, nasıl bitmiş, bunun tahkikatları, osu busu yapılır. Biz yaptırmışız bunları; devlet hizmetinde, biz, birçok görevler yapmışızdır; ama, hukuk içerisinde, kanun içerisinde yapmışızdır; buradan bizi hedef göstermek gibi bir hakkınız yok.

Ha, söyleyeyim, bana istihbarat gruplarından yeni bir rapor geldi. Bunlar, o sizin saydığınız aileler, 1 trilyon para toplamışlar bizi vurdurmak için. Kargadan korkan darı ekmez; hiç önemli de değil bunların hiçbirisi... (DYP ve BBP sıralarından alkışlar) ...ama, sizin, bu konularda daha sorumlu konuşmanız gerekiyor.

İkinci konu: Bu organize suçlar, karapara... Bu karapara aklamasıyla ilgili kanun çıktı; kim bunun altyapısını yaptı; hiç araştırıp, tetkik ettiniz mi? Ben yaptım Emniyet Genel Müdürüyken. Herkes biliyor, yine, Amerikalılarla beraber, Hazineden sorumlu Devlet Bakanlığıyla beraber, bizim Gümrük zBakanlığı ve bütün arkadaşlarımızla -parlamenterlerimizi de çağırmıştık o zaman- Sheraton Otelinde çok geniş bir seminer yaptık. Ondan sonra, bütün yazılı belgelerini, kanunun taslaklarını biz çıkardık, bizim dönemimizde geldi ve bu dönemde de, çok şükür yasalaştı ve çok yoğun baskılarımız olduğunu, bu konuyla ilgili parlamenterlerin hepsi bilir.

Organize suçlar konusuna gelelim: Adalet Bakanıyken hazırladığım bir yasa tasarısı var; Hükümete göndermiştim, gelemedi Meclise. İçişleri Bakanıyken, daha farklı bir şekilde, Amerikan, İtalyan, Fransız örneklerinden aldık; Türk şartlarına da...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ağar, konuşmanızı tamamlayın efendim. (CHP sıralarından "Konuşsun" sesleri)

MEHMET AĞAR (Devamla) - Sayın Başkanım, şimdi, biz, burada birçok şeye muhatap olduk. Ben, biraz müsamahanızı istirham etmek istiyorum, kamuyonunun da beklediği şeyler; müsaade ederseniz, bazı şeyleri söyleme mecburiyeti var.

Şimdi, bu organize suçlarla ilgili, Türkiye'de, ciddî ve tek yasa tasarısını hazırlayan insan benim. İşte, gelmiş, buyurun, hep beraber el ele verelim çıkaralım. Yani, bu işlerin içerisine giren insan, bu işlerin bayraktarlığını yapacak. Sayın Topçu'nun söylediği gibi "efendim, ben, onu saymıyorum, o, Emniyet Genel Müdürüydü, bürokrattı; siyasî sorumluları var." Ben, bugüne kadar hizmetimde, çalışmamda, üste sorumluluk yüklemem, alta hiç -hayatım boyunca- yüklememişim, beni arkadaşlarım bilir, elimde silah ben operasyonun önünde giderim, hiç bundan da çekinmem. Başına bir bela gelenin belasını da ben alırım; ama, benim verdiğim görevden dolayı. Kimsenin özel hayatı beni ilgilendirmez, benim görev verdiğim arkadaşlarım da hata yapmaz, hiçbir şekilde bundan benim kaçacak, göçecek tarafım yok. Efendim ben o zaman Emniyet Genel Müdürüydüm, beni ilgilendirmez, İçişleri Bakanı var!.. Ben, bunun ardına arkasına da saklanmam, kimse bana gayri meşru iş yap, gayri kanunî iş yap diye emir zaten veremez, öyle bir şeye hiç kimse cesaret dahi edemez. (DYP sıralarından alkışlar)

Özer Çiller meselesine gelince: Türkiye'de, hukukî, siyasî ve cezaî sorumluluğu olmayan hiç kimse, bana, hiçbir konuda emir veremez, ricada da bulunamaz, imada dahi bulunamaz; şiddetle reddederim öyle şeyi.

Şimdi, tabiî, biz, öyle, yer altında filan çalışmadık, yer üstünde... Binlerce adam tanır, sizin görev yaptığınız bir çok parlamenterleriniz var, yakınlarınız var, aynı partiden il başkanlarınız var, ilçe başkanlarınız var, benim kaymakamlık yaptığım yerler var, emniyet müdürlüğü yaptığım yerler var; açar sorarsınız, namuslu, haysiyetli hangi dava için geldik, hangi mağdur bir insan için geldik de, bizi kapısından kovdu, işe sahip çıkmadı, gayri meşru adamları kovaladı.

Alaattin Çakıcı dediniz; Alaattin Çakıcı hayatında son onbeş senede 3 sefer tevkif oldu; birinde, ben ikinci şube müdürüyüm, adam yaralama; ikincisinde, yine Ünal Bey İstanbul Emniyet Müdürü, ben Emniyet Müdür Muaviniyim asayişten sorumlu, adam yaralama, yine benim zamanımda; üçüncüsü, ben İstanbul Emniyet Müdürüyken yine benim zamanımda...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ağar... Sayın Ağar...

MEHMET AĞAR (Devamla) - Sayın Başkanım, ben bunlara cevap vermek zorundayım; çünkü, beni şahsen ilzam eden şeyler...

BAŞKAN - Evet, ben de, süreyle ilgili usule riayet etmek durumundayım, özetle, toplamanızı rica edeceğim, başka vesilelerle de, o imkânı bulabilirsiniz Sayın Ağar.

MEHMET AĞAR (Devamla) - Sedat Bucak, koruculuk meselesi diyorsunuz; Sedat Bucak'a devlet görev verdi, Sedat Bucak öyle koruculuk yaptı, üç sene de orada koruculuk yaptı, PKK'yı sokmadı. O bölgede görev yapan MİT, askerî makamlar, jandarma, valilik; bunların bir tanesinin bir resmî raporu mu ulaştı bize, bu adamlar gayri kanunî iş içerisinde; ulaşmadı.

Abdullah Öcalan'ın değerlendirmesi var; diyor ki: "Kontrgerillanın başı Mehmet Ağar'dır. Lice, Siverek, Silopi, Nusaybin, Şırnak'ta kurduğu korucu çeteleriyle bizim canımızı aldı, bizi oralara sokmadı; şimdi rahatız." "Şimdi, koruculuk kaldırılmalıdır, Kürt sorunu vardır..."PKK ile aynı söylem kardeşim bunlar. Kürt sorunu filan yok, Güneydoğu sorunu var.

Bizim buradaki başarımızın sebebi şu: Oradaki insanlarla bütünleşerek, Kürt orijinli vatandaşlarımızı PKK'dan tecrit ettik biz. Korucular, bütün sınırötesi operasyonlarda başrolde gider; 50, 100, 500 şehidi var; bu insanları kimse yok sayma hakkına sahip değildir. Türkiye'nin, orada, bugüne kadar gösterdiği büyük mücadeleyi kimse yok sayamaz.

Çok özet geçiyorum... Sayın Sema Pişkinsüt "fezleke" dedi. Sayın Sema Pişkinsüt, doktorluktan, başhekimlikten gelme; bir vali nedir, ne yapar, nasıl yapar, bunu çok iyi bilmesi lazım. Vali, hukuk içerisinde davranan bir insandır, eksik gedik bir iş yapmaz. Eğer, sizin bahsettiğiniz fezlekede, Yaşar Öz denilen şahıs, keşke o tarihten dört beş ay evvel ortaya çıksaydı, zaten bu fezleke hukuken boşluğa düşmüş olacaktı.

Kaldı ki, Türkiye'de bir tek hâkimlere tanınan, Türk Milleti adına karar veren; yani, yazıya o şekilde başlayan insanlardan niye korkacağız ki; biz de aynı millet için çalışmışız.

Merchant Bank... Çok önemli görüyorum bunu. "Bazı iddialar var" diyor Sayın Sağlar. Yahu, ne varsa gel söyle kardeşim! Ne iddiası varmış?.. İşte, sahipleri belli, o belli...

Ben, Meclis araştırması açılması için burada ne dedim; açılsın... Bizim büyük servetimiz var dedik. Nerede bu servet; Anadolu'nun her tarafında yüzbinlerce dostumuz var; bunu gördük Allah'a bin şükür, Allah bizi mahçup etmedi, onu gördük.

Şimdi de, şunu tekrar söylüyorum: Kimin mal varlığı varsa, Mecliste olan, Türkiye'nin önemli makamlarında olan, yerinde olan, ülkeyi yönlendirdiği söylenen herkesin malvarlığı araştırılsın. Benim kendi kanunî malvarlığımın dışında 50 lira fazla param varsa, ben, bu işte 50 bin sene her türlü cezaya razı olurum. Biz, haysiyetimiz için, şerefimiz için yaşadık; biz, öyle bir ailenin çocuğuyuz. Gider, bizi araştırırsınız; neyin nesi, kimden gelmiş; dağdan, bayırdan düşüp gelmemişiz biz. Bizi herkes bilir; oturduğumuz yerde, ailemiz, yedi sülalemiz bilinir. Devlet hizmetinde haram diye bir şey biz de söz konusu olmaz. Merchant Bank kiminse, neyse çıksın bakalım. Dünyada, Türkiye'de, bankalarda, yurt dışındaki bankalarda hesabı olan, üçüncü derece, otuzsekizinci derece, yirmiyedinci derece akrabasının üzerinde olanlar; ne varsa onlar da çıksın... Bizim, hiç korkacak bir şeyimiz yok, bizi, herkes tanır. Bizim yediğimiz pekmez, gittiğimiz Antep'tir; bunu, herkes bilir. Biz, haysiyetimizin zekâtını versek, bize saldıranlar onunla ömür boyu idare ederler.

Saygılar sunarım. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Değerli arkadaşlarım, raporla ilgili bir önerge vardır; okutup, bilgilerinize sunacağım:

III.-BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

D) ÇEŞİTLİ İŞLER

1.-Susurluk'ta meydana gelen kaza olayının ve arkasındaki ilişkilerin aydınlığa kavuşturulması amacıyla kurulan Meclis araştırması komisyonu raporuna ilişkin Bolu Milletvekili Avni Akyol ve arkadaşlarının önergesine göre yeni bir komisyon oluşturulmasının, İçtüzüğün açık hükümleri gereği mümkün olmadığına dair Başkanlık açıklaması

BAŞKAN- Önergeyi okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan Yasadışı Örgütlerin Devletle Olan Bağlantıları İle Susurluk'ta Meydana Gelen Kaza Olayının ve Arkasındaki İlişkilerin Aydınlığa Kavuşturulmasıyla İlgili Meclis Araştırma Komisyonu, zamanın sınırlı olması nedeniyle yeterince araştırma yapamamıştır; bu husus, Komisyon Başkan ve üyeleri tarafından da çeşitli defalar ifade edilmiştir.

Komisyonun sağlıklı bir araştırma yapabilmesi için, Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 105 inci maddesinin ikinci fıkrasında da tarif edilen yeni bir komisyon kurulabileceği hususu da gözönünde bulundurularak yeni bir komisyon kurulmasını, Genel Kurulun tasviplerine sunulmasını arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

Avni Akyol Hüsnü Sıvalıoğlu

Bolu Balıkesir

Mehmet Ali Bilici Enis Sülün

Adana Tekirdağ

İsmail Durak Ünlü Salih Yıldırım

Yozgat Şırnak

Nabi Poyraz İmren Aykut

Ordu Adana

Yusuf Ekinci Aslan Ali Hatiboğlu

Burdur Amasya

Ersin Taranoğlu Recep Mızrak

Sakarya Kırıkkale

Murat Başesgioğlu Mehmet Sağdıç

Kastamonu Ankara

Ataullah Hamidi

Batman

Gerekçe: Yasadışı Örgütlerin Devletle Olan Bağlantıları İle Susurluk'ta Meydana Gelen Kaza Olayının ve Arkasındaki İlişkilerin Aydınlığa Çıkarılması amacıyla kurulan Araştırma Komisyonu raporu, maalesef, kamuoyunun beklentilerine cevap vermekten uzak, tavsiyeler manzumesinden ibarettir.

Komisyon raporunda belirtildiği gibi, Komisyon Başkanı, yapılan inceleme ve araştırmaların zaman darlığı nedeniyle yetersiz kaldığını, gerekli bilgi ve belgelere istenilen düzeyde ulaşılamadığını, bu nedenle vicdanen rahat olmadığını ifade etmiştir.

Komisyon çalışmalarında duyulan büyük sıkıntı, zaman darlığı, bilgi vermek için gelenlerin, ancak, istedikleri kadar bilgiyi vermeleri, dinlenmesi gereken bir kısım görevlilerin Komisyona gelmemeleri, olaylara dair bilgi ve belgelerin elde edilmesinde devlet görevlileri tarafından zorluk çıkarılması gibi hususlar olmuştur.

Ülkenin ve demokratik hukuk devletinin geleceği açısından çok derin boyutlara varan ve inanılmaz ilişkilerin içiçe olduğu bu olayın her yönüyle açıklığa kavuşturulması ve uzantılarının tespiti mutlaka gerekmektedir.

Önergemiz, süre yetersizliği nedeniyle yarım kalan araştırma ve incelemenin tamamlanması, çeşitli nedenlerle Komisyon tarafından dinlenemeyen kişilerin dinlenmesi, her ne sebeple olursa olsun toplanamayan delillerin toplanmasının temini için Araştırma Komisyonunun yeniden aynı isimle teşkilini ve araştırmaya devam edilmesi hususunu öngörmektedir.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, önergeyi ve gerekçesini bilgilerinize sundum.

Önerge İçtüzüğün 105 inci maddesinin ikinci fıkrasına dayanarak bir oylama yapılması talebini içermektedir.

Bu maddenin ikinci fıkrasını da bilgilerinize sunma ihtiyacındayım: "Bu komisyonun üye adedi, çalışma süresi ve gerektiğinde Ankara dışında da çalışabileceği hususu Meclis Başkanının teklifi ile Genel Kurulca tespit edilir. Araştırmasını üç ay içinde bitiremeyen komisyona bir aylık kesin süre verilir. Komisyon bu süre sonunda da çalışmasını tamamlayamadığı takdirde süre bitiminden itibaren onbeş gün içinde araştırmanın tamamlanmaması nedenleri veya o ana kadar varılan sonuçlar üzerinde Genel Kurulda görüşme açılır. Genel Kurul bu görüşmeyle yetinebileceği gibi, yeni bir komisyon da kurabilir."

İçtüzüğün 105 inci maddesi bu hükmü ihtiva etmektedir. Bizim görüştüğümüz rapor ise, bu kapsamda değildir; çünkü, rapordaki çoğunluk imzalarıyla, araştırmanın tamamlandığı sonucuna varılmış ve bu raporun genel görüşmesi yapılmıştır. Eğer "komisyon bu süre sonunda da -yani, kendisine tanınmış olan kesin süre sonunda da- çalışmasını tamamlayamadığı takdirde" ibaresinden dolayı, buna dayanarak, Komisyon, bize bir ara rapor getirmiş olsaydı veya o ana kadar vardığı sonuçları derleyerek getirseydi, o zaman, o genel görüşmenin sonucunda, bir önerge vermek ve yeni bir komisyon kurmak mümkündü.

Şu hale göre, bu konuda Meclis araştırması açılmasını istemek için, genel hükümlere dayalı olarak, yeterli imzayla bir önerge verilebilir; onun öngörüşmesi tamamlandıktan sonra, Yüce Meclis gerek görürse yeni bir komisyon kurabilir. Ancak, bugünkü görüşmelerin şu geldiğimiz aşamasında, bir önergeyle yeni bir komisyon oluşturmayı, İçtüzüğün açık hükümleri karşısında, Başkanlık mümkün görmemektedir.

MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun Sayın Ersümer.

MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) - Sayın Başkan, sizin bu kanaatinize katılmadığımı belirtmek istiyorum; çünkü, Komisyon Başkanımız biraz önce bu kürsüden şunu belirtti: "Güneydoğuya gidemedik, yeteri kadar inceleme yapamadık." dedi. Yine devam etti "bu kadar kıt zamanda, bu dar imkänlarla ancak bu kadar rapor hazırlanabilir" dedi. Yine "mükemmel bir raporu hazırlama imkânına sahip olamadık" dedi. Yine, rapor incelendiğinde, -sizin de dikkatinizden kaçtığını zannediyorum- bu mealde beyanların var olduğu görülmektedir. Yine -rapor bir bütündür- muhalefet şerhinde, bu hususları görmek mümkün olacaktır.

Biz, bu nedenle, bütün gruplara sesleniyoruz; bu rapor, bu hususta kamudaki hassasiyeti tatmin etmiş bir rapor değildir. Yine, ayrıca, Meclisteki hassasiyeti de tatmin etmiş değildir; eksik inceleme sonucu verilmiştir. Biz, bu önergemizin, sizin bu dar yorumunuzdan daha geniş yorumlanarak, yine grupların desteği neticesinde komisyonun yeni görevine devam etmesi dileğinde olduğumuzu tekraren arz ediyoruz.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ersümer.

NİHAT MATKAP (Hatay) - Sayın Başkan, izin verir misiniz?

BAŞKAN - Buyurun Sayın Matkap.

NİHAT MATKAP (Hatay) - Sayın Başkan, İçtüzük hükümlerine göre oylanması mümkün olmayan bir önergeyi okuttunuz ve İçtüzüğün ilgili maddesini de hatırlatarak bu önergeyi işleme alamayacağınızı açıkladınız; gayet güzel.

Şimdi, değerli arkadaşlarımızın yeni bir önerisi oldu. Sayın Komisyonun hazırladığı raporda, bildiğiniz gibi, muhalefeti temsil eden üyelerin muhalefet şerhleri var. Bu muhalefet şerhleri içerisinde, değerli Komisyon üyelerinin Meclis soruşturma komisyonundan tutun da diğer araştırmalara kadar birtakım önerileri bulunuyor.

Şimdi, Anavatan Partisi Grubu, Demokratik Sol Parti Grubu ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak o değerli Komisyon üyelerimizin önerilerine sıcak bakarsak, bunun gereğini yerine getirirsek, zannediyorum en iyi görevi yapmış oluruz.

Bu nedenle, bu önergenin okunması değil önemli olan, Anavatan Partili Komisyon üyelerinin önerilerinin, Anavatan Partisi Grubunun önerileri olarak yerine getirilmesi, sanıyorum ihtiyaca en iyi cevabı verecektir.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun sayın Bedük.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkan, 105 inci maddenin ikinci fıkrası sarihtir. 105 inci maddenin ikinci fıkrasına göre, özellikle komisyonun üç aylık çalışma süresi vardır, ek bir aylık süre daha istenmiştir; bu da verilmiştir ve gerekçeli Komisyon raporunda, hiçbir suretle, yeniden araştırmayı gerektirecek önemli bir durumdan bahsedilmemiştir.

Dolayısıyla, böyle bir ihtiyaç öngörülmediğine göre ve Sayın Komisyon Başkanımızın buradaki konuşmasından sonra, güneydoğuya gidildiği takdirde, Araştırma Komisyonunun çalışmalarına tesir edecek, bunu etkileyecek herhangi bir sonuç alınmayacağı kanaati de bende hâkim oldu, arkadaşlarımızda da, hatta ANAP'lı arkadaşlarımızda da hâkim oldu" diye söyledi. Bu itibarla, böyle bir gerekçeyle, yeniden bu araştırma komisyonunun devamı hususunda, bu önergenin herhangi bir şekilde dikkate alınmaması gerektiği kanaatini taşıyoruz. Eğer, kendilerinin gerçekten böyle bir iddiaları varsa, araştırma veyahut soruşturma gibi, daha sonra, önergeyle böyle bir talepte bulunabilirler.

Başkanlığın bu konudaki tutumunu, özellikle İçtüzüğe uygun bulduğumuzu belirtiyor, teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Değerli arkadaşlarım, konu anlaşılmıştır. Burada, raporun eksiklikleri olduğu iddiaları elbette devam edecektir; çünkü, muhalefet şerhleri var; ama, bugün müzakere ettiğimiz bir rapordur, bir komisyon raporu olarak üzerinde genel görüşme yapılmıştır. Böyle bir durumda, 105 inci maddeye dayalı olarak, uzatma imkânı bulunmamaktadır.

V. -GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI

VE MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)

A) GÖRÜŞMELER(Devam)

1.-Ankara Milletvekili Eşref Erdem ve 23 arkadaşı, Batman Milletvekili Ataullah Hamidi ve 22 arkadaşı, İçel Milletvekili Oya Araslı ve 20 arkadaşı, İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya ve 23 arkadaşı ile İstanbul Milletvekili Mehmet Cevdet Selvi ve 21 arkadaşının, yasadışı örgütlerin devletle olan bağlantıları ile Susurluk'ta meydana gelen kaza olayının ve arkasındaki ilişkilerin aydınlığa kavuşturulması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri ve (10/89, 110, 124, 125 ve 126) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Raporu (S. Sayısı :301) (Devam)

BAŞKAN - Yasadışı örgütlerin devletle olan bağlantıları ile Susurluk'ta meydana gelen kaza olayının ve arkasındaki ilişkilerin aydınlığa kavuşturulması amacıyla kurulan (10/89, 110, 124, 125 ve 126) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu raporu üzerindeki genel görüşme tamamlanmıştır.

Sözlü sorular ile kanun tasarı ve tekliflerini görüşmek için, 28 Mayıs 1997 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati : 21.50

VII. - SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. - Tekirdağ Milletvekili Enis Sülün'ün, Tekirdağ İli Hayrabolu-Malkara ve Hayrabolu-Şalgamlı yollarına ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Cevat Ayhan'ın yazılı cevabı (7/2506)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Bayındırlık ve İskân Bakanı Cevat Ayhan tarafından yazılı olarak cevaplandırılması hususunu tensiplerinize arz ederim.

Saygılarımla.

Enis Sülün

Tekirdağ

1. Tekirdağ ilimize bağlı Hayrabolu-Malkara arasındaki karayolu ne zaman asfaltlanacaktır?

2. Hayrabolu ilçesi ile Şalgamlı kasabası arasındaki yolun asfaltlanması düşünülmektedir?

T.C.

Bayındırlık ve İskân Bakanlığı 27.5.1997

Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği

Sayı : B.09.0.BHİ.0.00.00.25/2-A/1056

Konu : Tekirdağ Milletvekili Enis Sülün'ün Yazılı Soru Önergesi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : T.B.M.M.'nin 24 Nisan 1997 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2506-6242/17385 sayılı yazınız.

İlgi yazı ekinde alınan, Tekirdağ Milletvekili Enis Sülün'ün Bakanlığımıza yönelttiği yazılı soru önergesi incelenmiştir.

Soru 1. Tekirdağ ilimize bağlı Hayrabolu-Malkara arasındaki karayolu ne zaman asfaltlanacaktır?

Cevap 1. 1997 yılı çalışma mevsiminde Hayrabolu-Malkara yolunun 14 Km.sinin Astarlı Sathi Kaplama Onarımının yapılması programlanmıştır.

Soru 2. Hayrabolu ilçesi ile Şalgamlı kasabası arasındaki yolun asfaltlanması düşünülmektedir?

Cevap 2. Hayrabolu ilçesi ile Şalgamlı Kasabası arasındaki yol Karayolları ağında olmadığından, 1997 yılı Asfalt Programına alınmamamıştır.

Bilgilerinize arz ederim. Cevat Ayhan

Bayındırlık ve İskân Bakanı

2. - Kocaeli Milletvekili Bekir Yurdagül'ün, Emniyet Genel Müdürlüğüne yapılan atamaya ilişkin Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı Meral Akşener'in yazılı cevabı (7/2515)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın Necmettin Erbakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılması için gereğini arz ederim.

Saygılarımla. 11.4.1997

Bekir Yurdagül

Kocaeli

1. 11.4.1997 tarihli gazetelerde "Çiller'den Çelik'e Malvarlığı Diyeti" veya "Çiller Yeni Müdüre Diyet Ödemiş" başlıkları ile çıkan haberler doğru mudur?

Doğru ise;

2. Sayın Kemal Çelik'in, bir gece yarısı darbesi ile yasalara da aykırı davranılarak Emniyet Genel Müdürlüğü'ne getirilmesi gerektiren işlemin, Sayın Çiller'le ne tür bir ilişkisi vardır?

3. TBMM'de 19. dönemde kurulan Sayın Çiller'in Mal Varlığının Araştırılması Komisyonunda İçişleri Bakanlığı'nı temsilen, müfettiş Sayın Kemal Çelik uzman olarak 2 ay görev yaptığı, görevinin sonunda Başmüfettişliğe terfi ettirildiği ve çok kısa bir süre sonra da Hakkâri Valiliği ile ödüllendirilmiş olması, Sayın Çelik'in komisyondaki 2 aylık görevinde, iddia edildiği gibi, Sayın Çiller'in lehine katkılarının bir sonucu mudur?

4. Gece yarısı yapılan bir operasyonla, yasalar da çiğnenerek, hepimizin, sizin ve benimde canımızı, malımızı ve güvenliğimizi emanet ettiğimiz, yasaların koruyucusu ve uygulayıcısı olan Emniyet Genel Müdürlüğü gibi çok önemli bir Genel Müdürlüğün, Kanunsuzca görevinden el çektirilmesi ve yerine yine Kanunsca bir diğerinin getirilmesini, bir Hukuk Devleti olan T.C.'nin Başbakanı olarak bu uygulamalar sizi rahatsız etmiyor mu? Bunu nasıl izah ediyorsunuz?

5. Yasalar çiğnenerek yapılan uygulamaların, bir gün o yasaları ihlal edenlere de gerekli olduğunu hiç düşünmüyorsunuz?

T.C.

İçişleri Bakanlığı 22.5.1997

Personel Genel Müdürlüğü

Sayı : B050PGM.0710001-A/7957

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 1.5.1997 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2515-6276/17454 sayılı yazınız.

Kocaeli Milletvekili Bekir Yurdagül'ün tarafımdan yazılı olarak cevaplandırılmasını istediği soru önergesine (7/2515) ait cevaplar aşağıya çıkartılmıştır.

Arz ederim. Dr. Meral Akşener

İçişleri Bakanı

11.4.1997 tarihli gazetelerde "Çiller'den Çelik'e Malvarlığı Diyeti" veya "Çiller Yeni Müdüre Diyet Ödemiş" başlıkları ile çıkan haberler kesinlikle gerçeği yansıtmadığı gibi, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun 86. ve 175 nci maddeleri uyarınca yapılan "Vekâleten görevlendirme" işleminin Sayın Çiller'le hiçbir ilişkisinin olamayacağı açıktır.

TBMM'de 19. Dönemde kurulan, Sayın Çiller'in Mal Varlığının Araştırılması Komisyonunda İçişleri Bakanlığı'nı temsilen müfettiş Kemal Çelik'in uzman olarak 2 ay görev yaptığı, görevinin sonunda Başmüfettişliğe terfi ettirildiği iddiası da tamamen gerçek dışı olup, adı geçen 24.5.1990 tarihinde müfettişliğe atanmış aynı dönem müfettişlerin tamamı 8.2.1991 tarihinde de Başmüfettişliğe atanmışlardır. Komisyonun kuruluş ve görev yaptığı tarihler ile Başmüfettişliğe atanış tarihine bakıldığında iddianın asılsız ve kasıtlı olduğu anlaşılacaktır. Ayrıca Meclis Araştırma Komisyonlarının teşekkülü ve yetkilerini düzenleyen TBMM İçtüzüğünün 105 nci maddesine göre Komisyonlarda Bakanlık temsilcisi görevlendirilmesi sözkonusu olmayıp, komisyonun gerekli görmesi halinde uygun bulacağı uzmanların bilgilerine başvuralabilmektedir. Mülkiye Başmüfettişi Kemal Çelik'te komisyonun talebi üzerine çalışmalara yardımcı olmak üzere görevlendirilmiştir.

Emniyet Genel Müdürlüğüne "Vekâleten görevlendirme" olayında yasaların ihlal edilmesi sözkonusu olmayıp, Soru Önergesinde yer alan ifade ile" hepimizin canımızı, malımızı ve güvenliğimizi emanet ettiğimiz, yasaların koruyucusu ve uygulayıcısı Emniyet Genel Müdürlüğünü Sevk ve idare eden" bir üst düzey bürokratın bu tür asılsız iddialarla yıpratılmak istenmesinin doğru bir hareket tarzı olmadığı açıktır.

3. - İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, belediyelere yapılan yardımlara ilişkin sorusu ve Çevre Bakanı M. Ziyattin Tokar'ın yazılı cevabı (7/2519)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sayın Çevre Bakanınca yazılı olarak yanıtlanması için gereğini saygıyla dilerim.

Sabri Ergül

İzmir

1. Genel Bütçe, Katma Bütçe ile fonlar ile yönetimi, ödeme, harcama yapılması Çevre Bakanı emrinde olan ve Çevre Bakanının İta Amiri durumunda bulunduğu Kamu Kaynaklarından 54. Hükümet Döneminde, gerek para gerekse araç, ekipman, malzeme ve diğer ayni ödeme ve desteklerin yapıldığı belediyelerin isimleri ile bunlara ödenen para miktarı ve araç, ekipman ve diğer ayni ödemelerin miktarı ve cinsleri nelerdir?

T.C.

Çevre Bakanlığı 22.5.1997

Sayı : B.19.0.FDB.0.15.00.04-8821/0333-3279

Konu : Soru Önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 29.4.1997 tarih ve KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.00.02.6450 sayılı yazılarınız.

İlgide kayıtlı yazı ekinde bulunan 11.4.1997 tarih ve 7/2519-6281 sayıda kayıtlı İzmir Milletvekili sayın Sabri Ergül'ün cevaplandırmak üzere tarafıma tevcih etmiş olduğu soru önergesine ilişkin olarak;

Soru : Genel Bütçe, Katma Bütçe ile fonlar ile yönetimi, ödeme, harcama yapılması Çevre Bakanı emrinde olan ve Çevre Bakanının İta Amiri durumunda bulunduğu Kamu Kaynaklarından 54. Hükümet Döneminde, gerek para gerekse araç, ekipman, malzeme ve diğer ayni ödeme ve desteklerin yapıldığı belediyelerin isimleri ile bunlara ödenen para miktarı ve araç, ekipman ve diğer ayni ödemelerin miktarı ve cinsleri nelerdir?

Cevap : 54. Hükümet döneminde Bakanlığımız Çevre Kirliliğini Önleme Fonu'ndan günümüze kadar 625 adet Belediye Başkanlığına Toplam 1 445 798 318 750.- TL. ayni ve nakti yardım yapılmıştır.

Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim. M. Ziyattin Tokar

Çevre Bakanı

4. - İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, belediyelere yapılan yardımlara ilişkin sorusu ve Bayındılık ve İskân Bakanı Cevat Ayhan'ın yazılı cevabı (7/2521)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sayın Bayındırlık ve İskân Bakanı tarafından yazılı olarak yanıtlanması için gereğini saygıyla dilerim.

Sabri Ergül

İzmir

1. Bayındırlık ve İskân Bakanının ita Amiri, yöneticisi, sorumlusu olduğu hertürlü kamu kaynakları Genel ve Katma Bütçe ve fonlardan Belediyelere yapılan ayni ve nakdi yardım ve ödemelerden 54. Hükümet döneminde yapılan ödemelerin Belediye isimleri ve miktarları nedir? Her bir Belediye'ye bu yollarla yapılan her nam altındaki ödeme ve yardımların miktarları ve Belediyelerin isimleri ve bunlara ödenen para ve ayni yardım cins ve miktarları nedir?

T.C.

Bayındırlık ve İskân Bakanlığı 27.5.1997

Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği

Sayı : B.09.0.BHİ.0.00.00.25/2-A/1058

Konu : İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün Yazılı Soru Önergesi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : T.B.M.M.'nin 29 Nisan 1997 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-6451 sayılı yazınız. (7/2521)

İlgi yazı ekinde alınan, İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün Bakanlığımıza yönelttiği yazılı soru önergesi incelenmiştir.

Soru : Bayındırlık ve İskân Bakanının ita Amiri, yöneticisi, sorumlusu olduğu hertürlü kamu kaynakları Genel ve Katma Bütçe ve fonlardan Belediyelere yapılan ayni ve nakdi yardım ve ödemelerden 54. Hükümet döneminde yapılan ödemelerin Belediye isimleri ve miktarları nedir? Her bir Belediye'ye bu yollarla yapılan her nam altındaki ödeme ve yardımların miktarları ve Belediyelerin isimleri ve bunlara ödenen para ve ayni yardım cins ve miktarları nedir?

Cevap : Teknik Araştırma ve Uygulama Genel Müdürlüğümzce 1.6.1996-9.5.1997 tarihleri arasında 1 454 Belediyenin imâr uygulamaları nedeniyle yapacakları düzenleme ve kamulaştırma işlerinde kullanılmak üzere 529 969 835 000.- TL. ödenek tahsis edilerek gönderilmiş olup; 1997 yılı ödeneğinden tahsis işlemleri devam etmektedir.

Ayrıca; İller Bankasında Belediyelere yardım adı altında herhangi bir fon bulunmamaktadır. Ancak, 2380 Sayılı kanuna istinaden Belediyelere Genel Bütçe Vergi Gelirlerinden % 6 oranında ayrılan paylar tahakkuk miktarlarından Belediyelerin Bankaya ve diğer muhtelif Kurumlara olan borçları için yapılan kesintiler düşüldükten sonra kalan miktarlar Belediyelere Bankaca her ay havale edilmektedir.

Bilgilerinize arz ederim. Cevat Ayhan

Bayındırlık ve İskân Bakanı

5. - Sıvas Milletvekili Mahmut Işık'ın, Emniyet Genel Müdür Vekiline ilişkin Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı Meral Akşener'in yazılı cevabı (7/2538)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Başbakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.

Mahmut Işık

Sıvas

Malumlarınız olduğu üzer; Emniyet Genel Müdür Vekilliğine atanan Kemal Çelik daha önce Hakkâri Valisi idi. Adı geçenin Hakkâri Valiliği sırasında kamuoyunda CHP raporu olarak bilinen raporda belirtildiği üzere; bu bölgedeki güvenlik kuvvetlerinin kurduğu organize suç örgütünün, Abdullah Canan, 73 yaşındaki Şemsettin Yurtsever, Moğdat Özeken, Münir Sarıtaş, Hacı Tanik, Eyüp Karabeğ ve Mahir Karabeğ'yi bu şahısları meçhul cinayetlerle ya öldürdükleri ya da bölgedeki otorite boşluklarından dolayı kayboldukları, Susurluk Komisyonu, CHP raporu ve Diyarbakır DGM savcılığının soruşturma tutanaklarına geçmiş bulunmaktadır.

Yine, şu anda Midyat Cezaevinde bulunan itirafçı "Havar Kod" adlı Kahraman Bilgiç, Mardin'de 4,5 yıl hapis cezası almasına rağmen, muhtemelen Vali'nin imzası ile yasal olmayan bir şekilde itirafçı yapılmasında Vali'nin onayı alınmıştır.

Sayın Kemal Çelik Hakkâri Valisi iken, Hakkâri Yüksekova, Hakkâri ve Çukurca'da, Vali etkisiz bir yönetim sergilediğinden, adeta Hakkâri'de şeklen Valilik yapmıştır.

Esasında Hakkâri Valiliğini 5442 sayılı İller İdaresi Yasasına göre yapamadığı, Hakkâri'deki uygulamalardan belli olan, Vali'nin hakkında soruşturma açılarak, açığa alınması gerekirken, Emniyet Genel Müdürlüğüne atanması, Kamu'da telafisi mümkün olmayan yaralar açılmasına neden olacaktır.

Hakkâri gibi küçük bir ilde, hiçbir olayın üstesinden gelemeyen böyle bir Vali'nin Genel Müdür yapılması son derece düşündürücü olduğu gibi kamuda da son derece kötü bir örnek olmuştur.

Bu nedenlerle;

1. 5442 sayılı yasa'da belirtilen yetkilerini Hakkâri'de Vali iken, kullanamayan Kemal Çelik hakkında görevini kötüye kullanmaktan ve ihmal'den soruşturma açmayı düşünüyor musunuz?

2. Hakkâri Valiliğini yapamadığı mevcut icraatı ile ortada olan Kemal Çelik'in Emniyet Genel Müdürlüğü görevini yapacağına inanıyor musunuz?

3. Hakkâri ile ilgili şu anda Diyarbakır DGM'de devam eden davada, Sayın Kemal Çelik'e de görevi ihmaldan dava açılırsa ve mahküm olursa, Devlet yara almış olmayacak mı?

T.C.

İçişleri Bakanlığı 22.5.1997

Personel Genel Müdürlüğü

Sayı : B050PGM.0710001-A/7956

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 29.4.1997 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2538-6300/17507 sayılı yazınız.

Sıvas Milletvekili Mahmut Işık'ın tarafımdan yazılı olarak cevaplandırılmasını istediği soru önergesine (7/2538) ait cevaplar aşağıya çıkartılmıştır.

Arz ederim. Dr. Meral Akşener

İçişleri Bakanı

Hakkâri Valisi iken Emniyet Genel Müdürlüğüne Vekâleten atanan Kemal Çelik'in yasaların kendisine verdiği yetkileri kullanamadığı, şeklen Valilik yaptığı, başarısız olduğu ve açığa alınması gerektiği iddiaları, bütünüyle önerge sahibinin görüşleri olup gerçekle ilgisi bulunmamaktadır. Görev yaptığı İl'de Devletin en üst düzeyde temsilcisi olan bir Valinin başarılı veya başarısız olduğuna birkaç günlük bölge gezisinden sonra karar verilmesinin sağlıklı bir metod olmadığı açıktır. Adı geçenin, Hakkâri Valiliğine atanmasından sonra terör eylemlerinin önlenmesinde alınan mesafe istihdam ve gelir getirici ekonomik gelişmeler dikkate alındığında son derece başarılı bir Vali olduğu görülecektir.

Buna göre;

1. Kemal Çelik hakkında herhangi bir nedenle soruşturma açılması düşünülmemektedir.

2. Emniyet Genel Müdürlüğü görevini layıkıyla yapacağına; devletine ve milletine hayırlı hizmetler vereceğine inanılmaktadır.

3. Hakkâri Valisi Kemal Çelik hakkında mahkemelerimizce verilecek kararların gereği de mutlak surette yerine getirilecektir.

6. - İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, SSK dispanser ve hastanelerinde görev yapan sağlık personelinin mesai saatlerine uymadıkları iddiasına ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik'in yazılı cevabı (7/2546)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından yazılı olarak yanıtlanması için gereğini saygıyla dilerim.

Sabri Ergül

İzmir

1. Bakanlığınıza bağlı SSK Dispanser ve Hastanelerinde sağlık personelinin, hemşire, tabip, eczacı ve diğer sağlık, personelinin normal mesaileri 8.00 ilâ 16.00 arasında ve günde kesintisiz 8 saat değil midir?

2. Sabah 8.00'de normal mesaiye başlaması, poliklinik ve ameliyathanede görevi başında bulunması ve öğle yemeğinin yenilmesi için gerekli kısa bir süre hariç saat 16.00'ya kadar görevi başında bulunması gereken tabip ve yardımcı sağlık personelinin, sabah mesailerine geç başladıkları, tabibinden, hemşiresine ve odacısına kadar tüm sağlık personelinin saat 12.00'den hatta 11.00'den itibaren, saat 13.30 ve hatta 14.00'e kadar öğle paydosu yaptıkları, kimi tabiplerin öğleden sonraları hastane, ameliyathane ve poliklinik hizmetini hiç vermeyerek, saat 14.00'te, 15.00'te sağlık kuruluşunu terk ettiği ve/veya özel işlerini yaptığı, sabah mesaiye geç başlama ve saatlerce öğle paydosu yapma ve erken terk etme nedeniyle tedaviye gelen sigortalı hastaların perişan oldukları, saatlerce kuyrukta bu nedenle de bekledikleri doğru mudur?

3. Bu durumun düzeltilmesi, zaten yoğun olan hasta başvuruları nedeniyle yaşanan izdihamın birde tam mesai verilmeme nedeniyle dahada yoğunlaşmasını önlemek ve hastaların yaşadığı perişanlığı biraz olsun azaltmak için sağlık personelinin, özellikle poliklinik hizmeti veren hemşire, odacı ve hastabakıcı, memur, eczacı, tabip ve diğer personelin mesailerine tam devamları ve hizmet vermeleri için ne gibi önlemler almayı düşünüyorsunuz?

T.C.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 26.5.1997

Sosyal Güvenlik Kuruluşları Genel Müdürlüğü

Sayı : B.13.0.SGK.0.13.00.01/3880-014111

Konu :Yazılı Soru Önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 29.4.1997 tarih ve A.01.GNS.0.10.00.02.6446 sayılı yazınız.

İzmir Milletvekili Sabri Ergül tarafından hazırlanan "Sosyal Sigortalar Kurumu sağlık tesislerinde görev yapan sağlık personelinin mesai saatlerine uymadıkları iddiasına ilişkin" 7/2546 Esas No.'lu yazılı soru önergesi Bakanlığımca incelenmiştir.

Sosyal Sigortalar Kurumu sağlık tesislerinde görevli bulunan ve Sağlık Personelinin Tazminat ve Çalışma Esaslarına Dair 2368 sayılı Kanun Hükümleri gereğince, Full-Time çalışan, (haftalık çalışma süreleri 45 saat olan) tabiplerin günlük mesailerini 8.00-17.00, Part-Time çalışan (haftalık çalışma süreleri 40 saat olan) tabiplerin günlük mesailerini ise 8.00-16.00 saatleri arasında ve kesintisiz bir şekilde sürdürmeleri; eczacı, hemşire gibi diğer sağlık personelinin de günlük 8 saatlik çalışma sürelerini 8.00-17.00 saatleri arasında çalışarak tamamlamaları gerekmektedir.

Bu Kanun hükmüne göre tabiplerin öğlen 12.00-13.00 saatleri arası da dahil olmak üzere yukarda belirtilen saatler arasında görevleri başında olmaları zorunludur.

Bu konuda Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğünce yayınlanan 12.1.1993 tarihli, 13-90 Ek sayılı Genelge ile; Kurumun sağlık tesislerinde görev yapan tabiplerin, 2368 sayılı Kanun ve Kurumun Sağlık Teşkilâtı ile Personel Yönetmeliği hükümleri çerçevesinde, uymakla yükümlü oldukları günlük çalışma saatleri ile süresi bildirilmiş ve uygulamanın bu yasal çerçevede sürdürülmesi istenmiştir.

Ancak Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğüne yapılan başvurulardan, Kurumun bazı sağlık tesislerinde görev yapan tabiplerce günlük çalışma saatleri ve süresine uyulmadığı, özellikle part-time çalışan tabiplerin 12.00-14.00 saatleri arasında sağlık tesislerinden ayrıldıkları anlaşılmıştır.

Bu durumun, verilen sağlık hizmetini olumsuz yönde etkilediği, tıbbi etik kuralları ile bağdaşmadığı, dolayısıyla gerek hizmet sunulan kesim gözünde gerekse kamuoyunda Kurumun ve hekimler ile diğer sağlık çalışanlarının saygınlığını zedelediği açıktır.

Bu nedenle gerek Kurumun Sağlık Teşkilâtı Yönetmeliği ve Personel Yönetmeliği hükümlerine gerekse sözkonusu Kanun hükümlerine aykırı olan bu tür davranışların önlenmesi için sağlık tesislerinin baştabiplerince gerekli önlemlerin alınması, bunlara uymayanlar hakkında Sosyal Sigortalar Kurumu Personel Yönetmeliği'nin eylemlerine uyan disiplin hükümlerinin uygulanması Sosyal Sigortalar Kurumu Genel Müdürlüğünce yayınlanan 10.6.1996 tarihli 13-228 Ek sayılı Genelge ile tüm sağlık tesislerine duyurulmuş ve baştabiplikler konunun hassasiyetle izlenmesi hususunda uyarılmıştır.

Diğer taraftan, Sosyal Sigortalar Kurumu sağlık tesislerinde görevli sağlık personelinin günlük çalışma saat ve sürelerine uymamaları nedeniyle hastaların mağdur olmalarına sebep olan önergeye konu davranışlarına ilişkin şikâyetler, Sosyal Sigortalar Kurumu Teftiş Kurulu Başkanlığınca incelenmekte ve gerekli işlemler yapılmaktadır.

Bilgilerinize arz ederim.

Necati Çelik

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı

7. - Kırklareli Milletvekili Cemal Özbilen'in, Kırklareli İline bağlı belediyelere yapılacak yardımlara ve Ergene Nehrinin kirlenmesine ilişkin sorusu ve Çevre Bakanı M. Ziyattin Tokar'ın yazılı cevabı (7/2550)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Çevre Bakanı Sayın Ziyattin Tokar tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına delaletinizi saygıyla arz ederim.

11.4.1997

Cemal Özbilen

Kırklareli

1. Ergene Nehri Trakyamızın en önemli su kaynaklarından biridir ve geçtiği yörelerde tarımda sulama amaçlı kullanılmaktadır.

Ancak son senelerde artan sanayileşmenin getirdiği kirlilik büyük bir çevre sorunu yaratmakta ve vatandaşlarımız tarafından bu konuda devletin tedbir alması istenmektedir.

Ergene Nehri'nin ıslahı ve bu çevre probleminin halli için çalışmalarınız var mı?

2. Hükümetiniz iş başına geldiği zaman, Kırklareli İlimize bağlı Sergen, İnece, Ahmetbey, Alpullu, Büyükkarıştıran ve Çakıllı Belediyelerine çöp kamyonu, Kıyıköy Belediyesine itfaiye alımı için 21.6.1996 tarihinde gönderilen 2 milyar 200 milyon TL.'den toplam 15 milyar 400 milyon TL.'yi durdurdunuz. Çevre Bakanlığı bütçe görüşmeleri sırasında aynı mahiyette verdiğim soru önergesi zaman kısıtlamasından dolayı görüşülememişti. Sayın Bakan'a şifahen sorduğumda Belediyelerin kesilen paralarının gönderileceğini ifade etmişti. Aradan dört beş ay geçmesine rağmen henüz Belediyelere paraları gönderilmedi.

Ne zaman gönderilecektir?

T.C.

Çevre Bakanlığı 22.5.1997

Sayı : B.19.0.FDB.0.15.00.04-8821/0334-3280

Konu : Soru Önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 29.4.1997 tarih ve KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.00.02-6450 sayılı yazınız ve ekleri.

İlgide kayıtlı yazı ekinde Bakanlığımıza gönderilen Kırklareli Milletvekili Sayın Cemal Özbilen'in cevaplandırmak üzere tarafıma tevcih etmiş olduğu soru önergesine ilişkin olarak;

Soru 1. Ergene Nehri Trakyamızın en önemli su kaynaklarından biridir ve geçtiği yörelerde tarımda sulama amaçlı kullanılmaktadır.

Ancak son senelerde artan sanayileşmenin getirdiği kirlilik büyük bir çevre sorunu yaratmakta ve vatandaşlarımız tarafından bu konuda devletin tedbir alması istenmektedir.

Ergene Nehri'nin ıslahı ve bu çevre probleminin halli için çalışmalarınız var mı?

Cevap 1. Ülkemizin en büyük sanayi merkezleri olan İstanbul ve Kocaeli illerinde yer kalmaması sonucu Trakya bölgesine yönelen sanayi kuruluşları; 1973 yılında Tekirdağ Çerkezköy İlçesi'nde Çerkezköy Organize Sanayi Bölgesi'nin kurulması ile birlikte Çerkezköy'den başlayarak Çorlu Deresi ve Ergene Nehri Havzası boyunca hızlı bir yayılma göstermişlerdir. Bölgenin diğer sanayi bölgelerine yakınlığı, ulaşım kolaylığı, engebesiz araziye sahip oluşu ve hepsinden önemlisi yeraltı su kaynaklarının zenginliği gibi özellikleri, bölgeyi yeraltı suyu tüketimine dayalı tekstil, deri, kâğıt ve kimya sektörlerine ait sanayi tesisleri için cazibe merkezi haline getirmiştir. Belediyelerce alt yapısız sanayi bölgesi oluşturulmaması da sanayi tesisi sayısının artışını körüklemiştir. Diğer yandan, Ergene Nehri Havzası üzerindeki ilçe ve belde belediyelerinin atıksu arıtma tesisleri bulunmaması sebebi ile evsel atıklarını doğrudan Ergene Nehrine veya kollarına deşarj etmektedirler. Yine Trakya bölgesindeki geniş tarım arazilerindeki aşırı gübreleme ve zirai ilaçlama faaliyetleri de Ergene Nehri'nin kirletici unsurlarından birisidir.

Sanayi ve evsel atıksuları ile aşırı gübreleme ve zirai ilaçlamadan oluşan kirliliğin yanında, Ergene Nehri'nin en önemli kaynaklarından birisi olan yeraltı su kaynaklarının gerek sanayi tesisleri ve gerekse tarımsal sulamalardaki aşırı kullanımı neticesinde limit değerlere ulaşması sebebi ile Ergene Nehri'nin suları azalmakta ve bu azalmaya ters orantılı olarak da kirlenme artmaktadır.

1991 yılında yayımlanan 443 sayılı Çevre Bakanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin yayınlanması ile kurulan Bakanlığımız, taşrada teşkilâtlanmasını kısmen tamamlamış ve Çevre Kanunu ile bu Kanun'a dayanılarak yayımlanan Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği'nin uygulanmasına başlanmıştır.

Ülkemiz su kaynaklarının korunması, kirlenmesinin önlenmesi ve kontrolü ile ilgili olarak Bakanlığımızca bu güne kadar ülke genelinde ve Ergene Nehri Havzası'nda çeşitli çalışmalar yapılmış, özellikle su kaynaklarına arıtılmadan atıksu deşarjlarının önlenebilmesi için sanayi tesislerine arıtma tesisleri kurdurulması yönünde büyük gayret sarf edilmiştir. Bu cümleden olarak, bir çok defa genelge, talimat ve tamimler yayımlanmış ve denetimlerde bulunulmuştur.

Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği'nin doğru ve eksiksiz olarak uygulanmasına yönelik olarak ve mezkûr Yönetmeliğe göre denetim yapacak elemanların uyacağı esasları belirlemek üzere yayımlanan 10.2.1994 tarih ve 1074 sayılı Bakanlığımız Genelgesi ile;

- Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği gereğince alıcı su ortamına her türlü evsel ve/veya endüstriyel nitelikli atıksularını deşarj eden tesislerin izin almaları ve Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği'nde istenilen deşarj limitlerini sağlamaları konusunda gerekli işlemlerin yapılması;

- Arıtma tesisi bulunmayan ve Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği'nde ilgili sektörler için verilen limitlerin üzerinde deşarj yapan tesisler için Çevre Kanunu'nun 11 inci maddesi gereğince işlem yapılması;

- Arıtma tesisi mevcut olup çalıştırmadığı tespit edilen tesislere uygun süre verilmesi ve bu süre sonunda arıtma tesisini çalıştırmayan veya istenilen deşarj limitini sağlayamayanlara Çevre Kanunu'nun 8 inci maddesi gereğince cezai işlem yapılması;

- Arıtma tesisi mevcut olan tesislerin atıksu debilerine orantılı ve düzenli olarak yapmaları gereken analizlerin sonuçlarına bakılarak ilgili sektör için verilen limitlerin üzerinde deşarj yaptığı anlaşılanlar hakkında Çevre Kanununun 8 inci maddesi gereğince cezai işlem yapılması;

- Üretimi neticesinde endüstriyel atıksu oluşturmayan ve kanalizasyon sistemi bulunmayan ve inşaası mümkün olmayan yerlerde bulunan tesislerin de Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği çerçevesinde gerekli önlemleri alması ve almayanlar hakkında Çevre Kanunu'nun 8 inci maddesi gerğince cezai işlem yapılması;

- Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği'nde öngörülen bilgileri düzenli vermeyen tesisler hakkında Çevre Kanunu'nun 12 inci maddesi gereğince işlem yapılması;

- Denetleme işlemleri ile ilgili olarak yapılan deney ve ölçümlerin masraflarının kirletenden karşılanması;

- Verilen süre sonunda yukarıdaki esaslara uymayan tesislere idari para cezalarının Çevre Kanunu'nun 23 üncü maddesi gereğince artırılarak verilmesi;

İstenilmiş ve sözkonusu bu genelgemiz bütün Valilikler ve Büyükşehir Belediye Başkanlıklarına gönderilmiştir.

2872 sayılı Çevre Kanunu ve Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği hükümleri çerçevesinde arıtma tesisi bulunan işletmelerin sıklıkla denetlenmesi, mevzuata uygun çalıştırılması, arıtma tesisi olmayan işletmelerin uyarılarak arıtma tesisi inşaatı ile ilgili noter tasdikli iş termin planlarının alınması ve bunların takibi hususundaki 27.9.1994 tarih ve 5516 sayılı Bakanlığımız Genelgesi bütün Valiliklere ve Büyükşehir Belediye Başkanlıklarına gönderilmiştir.

Sözkonusu bu Genelgemiz ile;

- Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği'ne göre arıtma tesisi kurarak "Deşarj İzin Belgesi" alan işletmelerin sürekli denetlenerek arıtma tesislerinin gerektiği gibi çalıştırılmalarının sağlanması;

- Deşarj İzin Belgesi almak için yapılan müracaatların ivedi olarak görüşülmesi ve neticelendirilmesi;

- Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği'ne göre arıtma tesisi kurmak ve "Deşarj İzin Belgesi" almak yükümlülüğünde olan ancak bugüne kadar bu yükümlülüklerini yerine getirmeyen işletmelerin tespit edilmesi;

- Bu tesislere Yönetmeliğe uygun arıtma tesisi kurmaları için noter kanalıyla tebligat yapılması;

- İş termin planı uygun bulunanların takip edilerek taahhüdünü yerine getirmeyenler hakkında yasal işlem yapılması;

istenilmiştir.

Bunlardan başka, yine Bakanlığımız elemanlarınca zaman zaman bölgede denetimler yapılarak raporlar düzenlenmiş ve gereği için ilgili valiliklere gönderilmiştir.

Edirne, Tekirdağ ve Kırklareli'de dahil olmak üzere bütün valiliklere gönderilen 26.4.1996 tarih ve 1014 sayılı talimat yazımız ile; kirletici nitelikteki tesislerin sürekli denetlenmesi ve denetim raporlarının aylık olarak Bakanlığımıza gönderilmesi istenilmiştir.

Bölgedeki kirlilik ile ilgili Bakanlığımıza intikal eden şikâyet dilekçeleri de incelenerek gereğinin yapılması için ilgili valiliklere talimat verilmiştir.

Yukarıda zikredilen genelge ve talimatlarımız doğrultusunda bölgedeki valiliklercede Ergene Nehri Havzasındaki bütün sanayi tesislerinin tespiti yaptırılmış ve bu tesislerden atıksu arıtma tesisi olmayanlara arıtma tesisi yaptırmaları için denetim ve idarî müeyyidelerin uygulanmasına başlanılmıştır.

İller itibari ile yapılan çalışmalar özetlenecek olursa :

a) Tekirdağ İli :

- Tekirdağ İli sınırları içerisinde tespit edilen 343 adet sanayi tesisinden 88 adedi Çerkezköy Organize Sanayi Bölgesinde olmak üzere ikinci kısım ve Veliköy Belediyesi ile birlikte toplam 136 adedi Çerkezköy ilçesinde; 85 adedi Çorlu Deri Organize Sanayi Bölgesinde olmak üzere toplam 188 adedi Çorlu İlçesinde; 11 adedi Murat İlçesinde; 8 adedi de Saray İlçesinde kurulduğu anlaşılmıştır. Bu ilde Ergene Nehrine doğrudan veya dolaylı olarak atık veren sanayi tesislerinin toplam debisi 115 415 m3/gün'dür.

- Ergene Nehrinin kirliliğinin önlenmesi amacıyla, özellikle 1992 yılından sonra arıtma tesisi olmayan sanayi tesislerine arıtma tesisi yaptırmalarına hız verilmiş olup öncelikle 88 adet sanayi tesisinin bulunduğu Çerkezköy Organize Sanayi Bölgesinin 21 000 m3/gün kapasiteli merkezî arıtma tesisi tamamlattırılarak 1995 yılında faaliyete geçirilmiştir.

- Ergene Nehrinin Tekirdağ İli sınırları içerisinde kalan havzasında 1992 yılı sonu itibariyle 7 adet arıtma tesisi mevcut iken 1993 yılında 15, 1994 yılında 29, 1995 yılında 34, 1996 yılında 50 ve bugün ise 51 adet arıtma tesisinin faaliyete geçirilmesi sağlanmıştır.

- Ergene ve kollarına, Çerkezköy Organize Sanayi Bölgesi ve Çorlu Deri Organize Sanayi Bölgesinden yapılan 3 deşarj ile birlikte 79 adet sanayi tesisinin münferit deşarjları mevcut olup, bunların 51 adedinin arıtma tesisleri tamamlanarak faaliyete geçirilmiş; 28 adedinin de arıtma tesisi iş termin planına göre kontrolleri sürmektedir.

- Arıtma tesislerini faaliyete geçiren sanayi tesislerinden 34 adedine il mahallî çevre kurulu kararı ile deşarj izin belgesi verilmiştir.

- Arıtma tesisi bulunmayan ve zamanında faaliyete geçiremeyerek su kirliliğine sebebiyet veren sanayi tesislerinden 1992 yılında 1 adet kâğıt fabrikasına; 1993 yılında 12 adet tekstil, 11 adet deri ve 1 adet kâğıt fabrikasına; 1994 yılında 17 adet tekstil, 6 adet deri ve 1 adet kâğıt fabrikasına; 1995 yılında 20 adet tekstil fabrikasına; 1996 yılında 25 adet tekstil, 3 adet deri 2 adet kâğıt fabrikasına; 1997 yılında 1 adet deri 1 adet yağ fabrikasına olmak üzere toplam 92 adet sanayi tesisine 2872 sayılı Çevre Kanununa göre idari para cezası; 6 adedine de değişik sürelerde faaliyeti durdurma cezası verilmiştir.

- Arıtma tesisi iş termin planı alınarak mahalli çevre kurulunda görüşülen 49 tesisten ÇED Yönetmeliği kapsamında "Çevresel etkileri önemsizdir" kararı verilen 20 adedine arıtma tesisi yaptırma zorunluluğu getirilmiştir.

- Sanayinin düzenli hale getirilmesi için Bayındırlık ve İskân Bakanlığı'ndan Çorlu İlçesinin Çevre düzeni planı getirilmiş ve Çorlu-Karıştıran arasındaki 22 Km. alanda çevre düzeni planı tamamlanmış olup, Çorlu-Velimeşe ve Çorlu-Seymen-Türkgücü bölgelerinde çevre düzeni planı çalışmaları devam etmektedir.

- Arıtma tesisi yaptırılan ve deşarj izni verilen sanayi tesislerinden periyodik olarak alınan atıksu numunelerinin analizleri İl bünyesinde kurulan atıksu laboratuvarında yaptırılmaktadır.

- Ergene Nehrinin kirliliğinin önlenmesine yönelik olarak Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ Valileri ve İl Çevre Müdürleri ile DSİ XI inci Bölge Müdürünün katılımıyla araştırma enstitüsü Başkanlığında yapılan toplantıda; Trakya Bölgesinin çevre düzeni planının yaptırılması zorunluluğu getirilmiş ve bu konuda alınan kararlar ilgili Bakanlıklara gönderilmiştir.

- Çorlu İlçesi çevre master planı İTÜ İnşaat Fakültesi Çevre Mühendisliği Bölümüne yaptırılmıştır.

- İl Mahalli Çevre Kurulunun 6.3.1997 tarihinde yapılan toplantısında alınan 2 numaralı kararı ile de; Organize Sanayi Bölgeleri ve Sanayi Bölgeleri dışında sanayi tesisi kurdurulmamasına, arıtma tesisi olmayan sanayi tesislerin arıtma tesislerine 1997 yılı sonuna kadar tamamlattırılmasına karar verilmiş ve bu karar 25.4.1997 tarih ve 22970 sayılı Resmî Gazetede yayımlanmıştır.

b) Kırklareli İli :

- Kırklareli İli sınırları içinde atıkları doğrudan veya dolaylı olarak Ergene Nehrine veren sanayi tesislerinin büyük bir kısmının arıtma tesisleri ve Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğine göre Valilikçe verilmiş Deşarj izni belgeleri mevcuttur. Bu ilde Ergene Nehrine doğrudan veya dolaylı olarak atık veren sanayi tesislerinin toplam debisi 5 965 m3/gün'dür.

- Bu sanayi tesislerinin arıtma tesisleri ve deşarjları valilikçe periyodik olarak denetlenmektedir. Arıtma tesisi bulunmayan ya da tam olarak çalıştırmayan sanayi tesislerine Çevre Kanunu'na göre para cezası uygulanmakta ve arıtma tesisi yapmamakta ısrar eden sanayi tesislerinin ise faaliyetlerinin durdurulması cihetine gidilmektedir. 1997 yılında atıkları dolaylı yoldan Ergene Nehrine karışan 3 sanayi tesisine idari para cezası verilmiştir.

- Kırklareli İlinde Bakanlığımızın taşra teşkilâtı olan İl Çevre Müdürlüğü bulunmadığından Çevre Mevzuatı ile ilgili görevler İl Sağlık Müdürlüğü kanalıyla yürütülmeye çalışılmaktadır.

c) Edirne İli :

- Edirne İlinde Ergene Nehrine doğrudan ya da dolaylı olarak atıksu deşarjı olan sanayi tesisi adeti 11 olup, bu tesislerden 8 adeti yağ fabrikası, 2 adeti süt ve süt ürünleri fabrikası ve 1 adedide boyama ünitesi olmayan tekstil fabrikasıdır. Bu ilde Ergene Nehrine doğrudan veya dolaylı olarak atık veren sanayi tesislerinin toplam debisi 715 m3/gün'dür.

- Edirne Valiliğince Ergene Nehrinden 1995 yılından itibaren periyodik olarak numuneler alınıp Edirne Valiliği Çevre Koruma Vakfı Su Kirliliği Laboratuvarında analizleri yaptırılmaktadır.

Soru 2. Hükümetiniz iş başına geldiği zaman, Kırklareli İlimize bağlı Sergen, İnece, Ahmetbey, Alpullu, Büyükkarıştıran ve Çakıllı Belediyelerine çöp kamyonu, Kıyıköy Belediyesine itfaiye alımı için 21.6.1996 tarihinde gönderilen 2 milyar 200 milyon TL.'den toplam 15 milyar 400 milyon TL.'yi durdurdunuz. Çevre Bakanlığı bütçe görüşmeleri sırasında aynı mahiyette verdiğim soru önergesi zaman kısıtlamasından dolayı görüşülememişti. Sayın Bakan'a şifaen sorduğumda Belediyelerin kesilen paralarının gönderileceğini ifade etmişti. Aradan dört beş ay geçmesine rağmen henüz Belediyelere paraları gönderilmedi.

Ne zaman gönderilecektir?

Cevap 2. Soru önergesine konu Belediye Başkanlıklarına ilişkin olarak Bakanlığımız kayıtları üzerinde yapılan incelemelerde;

1990-1996 Yılları Kırklareli Belediyelerine Yapılan Tahsisler

İli Beldesi 1990-1996 Yılları Tahsisler

Kırklareli Sergen Traktör-Römork

Kırklareli İnece Traktör-Römork-Sisleme Cihazı-İtfaiye

Kırklareli Ahmetbey Traktör-Sisleme Cihazı

Kırklareli Alpullu 41 Milyon TL.

Kırklareli Çakıllı Vidanjör

Kırklareli Kıyıköy Traktör-Römork

Müracatlar

İli Beldesi Müracaat Tarihi Talebi Durumu

Kırklareli Sergen 27.10.1992 Çöp Kamyonu Eksik Evrak

Kırklareli İnece - - -

Kırklareli Ahmetbey 21.10.1992 İtfaiye Eksik Evrak

Kırklareli Alpullu - - -

Kırklareli B. Karıştıran 29.7.1992 Çöp Kamyonu Eksik Evrak

Kırklareli Çakıllı 28.3.1995 Çöp Aracı Eksik Evrak

Kırklareli Kıyıköy 28.1.1993 İtfaiye Eksik Evrak

Belediye Başkanlıklarına yapılan nakdî yardımlar ve müracaatlarına ilişkin cetveller incelendiğinde söz konusu belediyelerin her birine Bakanlığımızca en az bir adet araç tahsis edilmiş durumdadır.

Adı geçen belediye Başkanlıklarının Bakanlığımıza vakî müracaatları incelendiğinde bir kısım belediyelerin hiç müracaatının bulunmadığı, bir kısmının ise müracaatlarının çok eski tarihli ve Bakanlığımızca belirlenen şekil şartlarına da uygun olmadığı görülmektedir.

1996 yılında daha önce Bakanlık imkânlarından faydalanamamış olan belediyelere traktör veya traktör mukabili bedel karşılığı kısmî naktî yardımlar yapılmıştır. 1996 Malî yılı Bütçe ödeneklerinin serbest bırakılan kısmının talepleri karşılamakta yetersiz kalması dolayısıyla traktör dışında hiç bir araç, gereç dağıtımı yapılamamıştır.

Bütçe ödeneklerimizin serbest bırakılmasını müteakip isimleri bildirilen Belediye Başkanlıklarının ekteki formlara uygun en son müracaatları sağlandığı takdirde 1997 Malî Yılı Bütçe imkânları dahilinde değerlendirilmeye alınacaktır.

Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.

M. Ziyattin Tokar

Çevre Bakanı

....................................... İLİ

....................................... İLÇESİ

....................................... BELDESİ

BELEDİYE BAŞKANLIĞI

SAYI : ..../.../199

KONU : Araç Talebi

ÇEVRE BAKANLIĞINA

(Finansman Dairesi Başkanlığı)

Belediyemizce ; Çevre Kirliliğinin önlenmesi ve çevre temizlik hizmetlerinde kullanılmak üzere

1) .................................................................................................................................................

2) .................................................................................................................................................

3) .................................................................................................................................................

aracına ihtiyaç duyulmaktadır.

Belediyemize ilişkin bilgiler aşağıya çıkarılmış olup, ihtiyacımız olan, aracın Bakanlığınız Çevre Kirliliğini Önleme Fonu kaynaklarından karşılanması hususunda;

Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.

Belediye Başkanı

Adı Soyadı

İmza - Mühür

EKLER

EK 1 = 2 Adet Encümen Kararı

EK 2 = 2 Adet Taahhütname

BELEDİYEMİZE AİT BİLGİLER

1) Nüfusu : .................................................................................................................................

2) Belediyemize Çevre Bakanlığınca daha önce tahsis edilen araç/nakit miktarları (1990 yılın-

dan günümüze)

Aracın Cinsi Nakit Miktarı

.................................... .......................................

.................................... .......................................

.................................... .......................................

3) Belediyemizin temizlik hizmetlerinde kullanılan araç cinsi ve miktarları.

.................................... .......................................

.................................... .......................................

.................................... .......................................

4) Telefon (Kod no ile birlikte) :

Fax

ENCÜMEN KARARI

İLİ :

İLÇESİ :

BELDESİ :

KARAR TARİHİ :

KARAR SAYISI :

Belediyemizce; Çevre Kirliliğinin Önlenmesi ve çevre temizliği hizmetlerinde kullanılmak üzere ...................................................................................... aracına ihtiyaç duyulmaktadır.

İhtiyacımız olan aracın temini maksadıyla Çevre Bakanlığı'ndan hibe olarak araç/nakit yardımı talebinde bulunulmasına.

Araç temininde Beldemiz özellikleri dikkate alınarak en uygun araç seçiminde Belediye Başkanı'na yetki verilmesine.

Belediyemize araç alımı için nakit yardımı sağlanması halinde araç alımı işlemlerinin Belediyemizin tabi olduğu yürürlükteki mevzuat hükümlerine göre yapılmasına.

Hibe olarak araç tahsisi yapıldığı takdirde aracın Belediye Başkanı veya görevlendireceği bir yetkili tarafından teslim alınmasına.

Bakanlık tarafından tahsis edilen nakit paranın tahsis amacına uygun olarak kullanılmasına.

Araçla ilgili olarak Çevre Bakanlığı'na verilecek taahhütnamede yazılı hükümlerin yerine getirilmesine.

Hibe olarak Belediyemize tahsis edilen aracın resmi kuruluş olan ......................................... satın alınmasına, araç bedelinin Çevre Kirliliğini Önleme Fonu'nca yukarıda adı geçen kuruluşa ödenmesine oy birliği ile karar verilmiştir.

Belediye Başkanı Üye Üye

Adı Soyadı Adı Soyadı Adı Soyadı

İmza İmza İmza

Üye Üye Üye

Adı Soyadı Adı Soyadı Adı Soyadı

İmza İmza İmza

TAAHHÜTNAME

İşbu taahhütname 2872 sayılı Çevre Kanunu'nun 19. maddesi hükümleri gereğince Çevre Bakanlığı'nca Çevre Kirliliğini Önleme Fonu'ndan Belediye Başkanlığımıza çevrenin temizlenmesi çevre kirliliğinin önlenmesi ve çevreyi iyileştirici faaliyetlerde kullanılmak üzere tahsis edilecek araç yardımının kullanım esaslarını düzenler.

Taahhüt Eden Belediyenin : Taahhüde Konu Aracın

İLİ : a) Satın Alma Bedeli TL...................

İLÇESİ : b) Aracın Cinsi .................................

BELDESİ : c) Aracın Modeli ..............................

d) Aracın Motor ve Şasi No..............

1. Belediye Başkanlığımıza araç veya araçların alınması için nakit olarak tahsis edilen yardımlar para transferi niteliğinde olup, tahsis amacına uygun olarak kullanılacağını, amacı dışında kullandığımızın tespiti halinde Belediyemize ödemenin yapıldığı günden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte (6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkındaki Kanun Hükümleri dahilinde) Fon'a iade edeceğimizi :

2. Nakdî yardımlarda araç alım işlemlerinin belediyemize tabi olduğu yürürlükteki yasalar gereğince yerine getirileceğini ve bu konudaki tüm hukukî sorumluluğun belediyemize ait olacağını.

3. Sözkonusu araç, araçlara ait fatura, ayniyat tesellüm belgesi, encümen kararını tescil ve trafik belgesi fotokopilerinin 30 gün içinde Çevre Bakanlığı'na verileceğini;

4. Çevre Kirliliğini Önleme Fonu'ndan verilen aracın/araçların tescil ve kullanılması sırasında tahakkuk hertürlü vergi, resim, harç ve masrafların belediyemizce ödeneceğini;

5. Belediyemize verilen aracın/araçların trafiğe tescili sırasında özel yada tüzel hiç kimseye satış, temlik, devir ve hibe işlemlerine konu olmayacağı şerhinin şahsi bir hakla sınırlandırılamayacağını;

6. Aracın/araçların kullanımı sırasında doğabilecek her türlü cezaî ve hukukî sorumluluğun belediyemize ait olacağını;

7. Belediyemize verilen bu aracın/araçların beldenin çevre kirliliğinin önlenmesi, çevrenin temizlenmesi ve çevreyi iyileştirici faaliyetler için kullanılacağı, bu faaliyetler dışında kullanılamayacağını;

8. Belediyemize verilen aracın/araçların her iki yanına "T.C. ÇEVRE BAKANLIĞI TARAFINDAN TAHSİS EDİLMİŞTİR" yazısının yazılacağını, başka bir araç türüne çevrilemeyeceğini ve başka amaçlara tahsis edilemeyeceğini, aracın kullanım amaçlarında değişiklik meydana getirmemesi şartıyla, aracın daha verimli kullanımı sağlayacak tadilat ve değişikliklerde Bakanlıktan izin alınacağını;

9. Çevre Bakanlığı'nın aracın/araçların amacına uygun kullanılıp kullanılmadığını incelemeye, denetlemeye ve rapor tanzim etmeye yetkili olacağını, Fon İta Amiri'nin onayı ile araç hakkında yapılacak her türlü düzenleme ve kararlara uyacağımızı;

10. Aracın/araçların özenle kullanılmasının sağlanacağını, peryodik bakım ve onarımlarının yapılacağını, ekonomik ömürlerinin uzatılmasını temin edecek tedbirlerin alacağını;

11. Belediyemize verilen aracın/araçların gerektiğinde Çevre Bakanı'nın onayı ile Valinin gözetimi altında diğer Belediyelerin hizmetine tahsis edilmesini veya İl Özel İdaresi'ne devredilmesini;

12. Bu taahhütname hükümlerinin ihlali halinde Çevre Bakanlığı'nca açılacak davalarda Ankara Mahkemelerinin Yetkili olacağını kabul ve taahhüt ederim.

13. İş bu taahhütname 13 maddeden ibaret olup ../../199. tarihinde 3 nüsha olarak tanzim edilmiştir.

Belediye Adı

Taahhüt Eden Belediye Başkanı

(Adı Soyadı İmza ve Mührü)

8. - İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın, özel bir kongrede alınan bazı kararlara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Nevzat Ercan'ın yazılı cevabı (7/2557)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Nevzat Ercan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Bülent Akarcalı

İstanbul

İslam Ticaret Hukuk kongresi adı altında toplanan özel bir Kongrede "Hazine bonoları yasak, İslamî adını kendilerine vermiş şirketlerin hisse senetleri helal, normal bankaların teminat mektupları günah, İslamî adını taşıyan bankalarınki helal" gibi bir dizi karar alınarak, İslam iş dünyasına duyuruldu.

1. Özel şirketlerin kendi maddî çıkarlarının sözkonusu olduğu akçeli meselelerde, böyle kararlar almaları dinen caiz midir?

2. Özel şirketlerin kendi çıkarlarını gözeten bu tip kararlara dinimizi alet etmelerini nasıl karşılıyor sunuz?

3. Eğer bu ve buna benzer kararların şahsî çıkarlar için alınması caiz değilse, hem ticarî rekabeti engelleyen, hem din istismarına yol açabilecek bu gibi gelişmeleri önlemek için ne gibi tedbir almayı düşünüyor sunuz?

T.C.

Başbakanlık 23.5.1997

Diyanet İşleri Başkanlığı

Hukuk Müşavirliği

Sayı : B.02.1.DİB.0.61.012/460

Konu : Soru Önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

(Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı)

İlgi : 29.4.1997 tarih ve 7/2557-6336-17591 sayılı yazınız.

İlgi yazı ekinde gönderilen İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın 7/2557-6336 sayılı yazılı soru önergesine verilen cevap aşağıya çıkartılmıştır.

Yazılı soru önergesinde sözkonusu edilen İslam Ticaret Hukuku Kongresinin hangi tarihte ve nerede toplandığının belirtilmemesi ve kongre kararları metninin de ilgi yazı ekinde bulunmaması sebebiyle mahiyeti bilinmeyen kararlar hakkında görüş beyan edilmesi mümkün olamamıştır.

Bilgilerinize arz ederim.

Nevzat Ercan

Devlet Bakanı

9. - Tekirdağ Milletvekili Bayram Fırat Dayanıklı'nın, Tekirdağ-Çorlu-Havuzlar Mahallesinin sosyal konut inşaatına ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Cevat Ayhan'ın yazılı cevabı (7/2606)

22.5.1997

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın yazılı olarak Bayındırlık ve İskân Bakanı tarafından yanıtlanmasını saygılarımla arz ederim.

Dr. B. Fırat Dayanıklı

Tekirdağ

Tekirdağ İlinin Çorlu İlçesi Havuzlar Mahallesinde yapılmakta olan sosyal konutların inşaası uzun süreden beri devam etmesine rağmen henüz bitirilmemesi, hak sahiplerinin şikâyetlerine neden olmaktadır.

1. Havuzlar Mahallesindeki sosyal konutların bitirilmesi için hangi çalışmalar yapılmaktadır?

2. Çalışmaların ne zaman bitirilmesi planlanmaktadır?

T.C.

Bayındırlık ve İskân Bakanlığı 23.5.1997

Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği

Sayı : B.09.0.BHİ.0.00.00.25/2-A/1018

Konu : Tekirdağ Milletvekili B. Fırat Dayanıklı'nın Yazılı Soru Önergesi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi :TBMM'nin 2.5.1997 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2606-6411/17762 sayılı yazısı.

İlgi yazı ekinde alınan, Tekirdağ Milletvekili B. Fırat Dayanıklı'nın Bakanlığımıza yönelttiği yazılı soru önergesi incelenmiştir.

Soru : Tekirdağ İlinin Çorlu İlçesi Havuzlar Mahallesinde yapılmakta olan sosyal konutların inşaası uzun süreden beri devam etmesine rağmen henüz bitirilmemesi, hak sahiplerinin şikâyetlerine neden olmaktadır.

- Havuzlar Mahallesindeki sosyal konutların bitirilmesi için hangi çalışmalar yapılmaktadır?

- Çalışmaların ne zaman bitirilmesi planlanmaktadır?

Cevap : Bakanlığımızca Geri Kalmış Yöreler Halk Konutu Uygulamaları Projesi kapsamında Tekirdağ İli Çorlu İlçesinde 1983 yılı Programı ile inşaatlarına başlanılan 4 ünite halk konutu 1984 yılında tamamlanarak yöredeki memurların kiralık konut ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla Belediyesine devredilmiştir.

Söz konusu proje kapsamında, adı geçen yörede devam eden konut bulunmamaktadır.

Bilgilerinize arz ederim. Cevat Ayhan

Bayındırlık ve İskân Bakanı

10. - Tekirdağ Milletvekili Bayram Fırat Dayanıklı'nın, vatandaşlığa kabul edilmemiş soydaşlarımızın çocuklarının eğitim sorunlarına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam'ın yazılı cevabı (7/2607)

22.4.1997

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın yazılı olarak Millî Eğitim Bakanı tarafından yanıtlanmasını saygılarımla arz ederim.

Dr. B. Fırat Dayanıklı

Tekirdağ

1989'dan sonra ülkemize göçmen olarak gelen (henüz vatandaşlığa kabul edilmemiş, ancak çalışma izni olan) soydaşlarımızın çocukları ortaokulu bitirdikten sonra diploma alamamakta, bunun sonucunda da liseye geçememekte ve bu durumdan mağdur olmaktadır.

1. Bu problemin çözümü için ne yapılmaktadır?

T.C.

Millî Eğitim Bakanlığı 22.5.1997

Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı

Sayı : B.08.0.APK.0.03.01.00-022/1306

Konu : Soru Önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMMBaşkanlığının 2.5.1997 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2607-6412/17763 sayılı yazısı.

Tekirdağ Milletvekili Sayın Bayram Fırat Dayanıklı'nın "Vatandaşlığa kabul edilmemiş soydaşlarımızın çocuklarının eğitim sorunlarına ilişkin" yazılı soru önergesi incelenmiştir.

Devletimizin politikası gereği ve ilgili Bakanlıkların görüşüne dayanılarak turist akraba ziyareti ve grup vizesiyle ülkemize gelip yerleşen soydaş çocuklarının ikamet izni alıncaya kadar eğitim öğretimden geri kalmamaları ve öğrenimlerine ara vermiş durumuna düşmemeleri için misafir öğrenci olarak okullara devamı sağlanmıştır. Bu durumdaki öğrencilerden ara sınıfta olanlara karne, mezun durumuna gelenlere diploma düzenlenmesi mümkün olmadığından, istemeleri halinde kendilerine devam belgesi düzenlenmekte, İçişleri Bakanlığından gerekli ikamet izni alanların ise okullarımıza kesin kayıtları yapılmaktadır.

Velilerin ve öğrencilerin, bilhassa lise öğrenimlerini tamamlayıp üniversiteye devam etme durumuna gelenlerin diploma düzenlenmemesinden yakınmaları üzerine, konunun önemine binaen, ilgili Bakanlıkların bu husustaki görüşleri istenmiş olup, gelecek görüşlerin sonucuna göre değerlendirme yapılacaktır.

Arz ederim.

Prof. Dr. Mehmet Sağlam

Millî Eğitim Bakanı

11. - Çorum Milletvekili Ali Haydar Şahin'in;

- Ankara-Saray Bakım ve Rehabilitasyon Merkezinde bakılan çocuk-özürlü sayısına ve ilaç bedellerine,

- SHÇEK'deki personel değişikliğine ve görevli iki müfettiş hakkında işlem yapılıp yapılmadığına,

İlişkin soruları ve Devlet Bakanı Sacit Günbey'in yazılı cevabı (7/2611, 7/2612)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sacit Günbey tarafından yazılı olarak cevaplandırılması için gereğini arz ederim.

Saygılarımla. Ali Haydar Şahin

Çorum

Ankara Saray Bakım ve Rehabilitasyon Merkezinde :

1996 yılının ilk 6 ayında bakılan çocuk-özürlü sayısı ile, görevde olduğunuz ikinci 6 ayında bakılan çocuk-özürlü sayısı arasında fark var mıdır? Kaç kişiye hizmet verilmiştir?

Yine aynı dönemler itibariyle çocuk ve özürlüler için alınan ilaç bedelleri arasında büyük fark var mıdır?

Göreve geldiğiniz tarihten itibaren bu kuruluşa mesafe olarak yaklaşık 40 km. uzaklıktaki Anıttepe'de bir eczane ile anlaşıldığı ve reçetelerin tümünün bu eczaneye gönderildiği doğru mudur?

Kuruluş dönüşümlü olarak ve yakınındaki eczanelerin tümünden ilaç alırken, kuruluşa çok uzak ve hasteneler bölgesinde de olmayan bir eczane ile çalışıldığı doğru mudur?Bunun gerekçesi nedir?

Konu ortaya çıkanca Pursaklar'da anlaşma imzalanan bir eczaneye mi dönülmüştür?

İdarî yargı kararlarını uyguluyor musunuz?

Yoksa göstermelik olarak, üstelik yürütmeyi durdurma kararlarını 1-2 gün için uygulamış görünüp, hemen ertesinde yeni tayin, sürgün yapıyor musunuz?

Yapıyorsanız, TBMM kürsüsünden "kendi personeli ile gayrimeşru ilişki içine girip, çocuk sahibi olan ve bu mahkeme kararı ile de kesinleşen teftiş kurulu Başkanınızı "göreve dönmesi ile ilgili mahkeme kararı var" diye savunmanızı nasıl izah ediyorsunuz? Kurumun personeli ile gayrimeşru ilişki kurup, çocuk sahibi olan Teftiş Kurulu Başkanını görevde tutmaya devam etmenizin gerekçesi nedir?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sacit Günbey tarafından yazılı olarak cevaplandırılması için gereğini arz ederim.

Saygılarımla.

Ali Haydar Şahin

Çorum

TBMMkürsüsünde "Kurum içinde yasadışı örgüt üyeleri var" derken, "Bornova Yetiştirme Yurdunda öksüz ve yetim yavrularımıza silah gösterdikleri gerekçesi ile Cumhuriyet Savcılığınca haklarında suç duyurusunda bulunulan iki müfettişinizi mi kastettiniz?

Bu müfettişlerle ilgili soruşturma açıldı mı?Bu soruşturmayı onları zaten amaçlı olarak görevlendiren teftiş Kurulunuz göstermelik olarak mı soruşturacak? Bu soruşturmayı Başbakanlık Teftiş Kuruluna bildirmeyi düşünüyor musunuz?

Göreve geldiğinizden bu yana 9 ay geçti. Bu süre zarfında görevden aldığınız, yerini değiştirdiğiniz 300'e yakın personel içinde, yasadışı örgüt üyesi olduğu için hüküm giyen, sizin adlî makamlara teslim ettiğiniz, bildirdiğiniz, soruşturup, bu suçla ilgili ceza verdiğiniz kaç personel vardır?

Bu 300'ün içinde hüküm giyen, sizin bu suçla ilgili işlem yapıp, sonuçlandırdığınız personel yoksa, TBMM'de SHÇEK çalışanlarından ve perişan edip sürdüğünüz insanlarımızdan af dileyecek misiniz? Vicdanen rahat mısınız?

Göreve gelir gelmez hakkındaki idarî cezalara rağmen Müdürlüğe atadığınız Ömer Faruk Hocaoğlu'nu neden görevden aldınız?

Atamanız mı isabetsizdi? Yeni bir soruşturma, iddia mı var?

Size refaket edeceği gerekçesiyle "olur" verdiğiniz Genel Müdür Osman Furkan ve Müdür Zeki Gürel, siz yurt dışına gitmemenize karşın kaç gün süre ile yurt dışına gönderilmiştir?

Bu personel Arapça dışında dil bilmekte midir?

Kendilerine 750 milyon TL. civarında harcırah ödendiği doğru mudur?

Personel daire başkanlığına atadığınız Mustafa Günbey yakınınız mıdır? Yakınlık dereceniz nedir?

SHÇEK'te Başbakanlık tasarruf tedbirlerine ve taşıt Kanununa rağmen bir makam arabası saltanatı yaşandığı doğru mudur?

Personel Daire Başkanı Mustafa Günbey'e makam arabası tahsis edilmiş midir?Bu araba ile çok uzun süre Bahçelievlerdeki İhsan Yazman kreşine sabah, akşam akrabanız çocuğunu bırakıp, almış mıdır?Bunun belgelendiği kuşkusuna kapılıp, çocuğunu taşıtmayı şimdilik bırakıp, makam aracı kullanmaya devam etmekte midir?

Genel Müdür Yardımcısı İhsan Işık ve İdarî İşler Daire Başkanına usulsüz olarak makam aracı kullandırılmakta mıdır?

T.C.

Devlet Bakanlığı 22.5.1997

Sayı : B.02.0.018/01997

Konu :Soru Önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı

Genel Sekreterliğine

(Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı)

İlgi : 5.5.1997 tarih ve 6579 sayılı yazınız.

Çorum Milletvekili Ali Haydar Şahin tarafından verilen ilgi yazınız eki 7/2611 ve 7/2612 Nolu Soru Önergeleri incelendi.

Söz konusu Soru Önergeleri ile ilgi cevaplar yazımız ekinde gönderilmektedir.

Bilgilerinizi arz ederim.

Prof. Dr. Sacit Günbey

Devlet Bakanı

Çorum Milletvekili Sayın Ali Haydar Şahin Tarafından Ankara-Saray Bakım ve Rehabilitasyon Merkezinde Bakılan Çocuk-Özürlü Sayısına ve İlaç Bedellerine İlişkin 7/2611 Esas Nolu Yazılı Soru Önergesine İlişkin Cevaplar

Ankara Saray Bakım ve Rehabilitasyon Merkezinde; 1996 yılının ilk 6 ayında toplam çocuk sayısı 632, ikinci 6 ayında ise 605'dir.

1996 yılının ilk altı aylık ilaç bedeli 1 703 013 000 TL., ikinci altı aylık ilaç bedeli 3 207 127 000 TL.'dir.

Ancak; aynı dönemde ilaçlara zam yapıldığı göz önüne alınınca, harcama tutarlarının aynı miktarlarda olduğu anlaşılacaktır.

Kuruluşlar; kendilerine başvuran eczanelerle ilgili mevzuatları gereği, sözleşme yapabilirler. Ne var ki; bir kısım kuruluşların kendilerine uzak mesafede bulunan eczanelerden ilaç ihtiyaçlarını karşıladıklarının farkına varıldığında tüm Valiliklere 31.1.1997 tarih ve B.02.1.SÇE.0.01.00.00/ÖZ.KAL/97-60 sayılı bir genelgeyle, kuruluşların kendi mücavir alanları içerisinde bulunan eczanelerle sözleşme yapmaları talimatlandırılmıştır.

İdarî Yargı Kararlarının uygulanmasında gerekli titizlik gösterilmektedir.

SHÇEK Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanı bu göreve, İdarî Yargı Kararına istinaden 22.3.1996 tarihinde zamanın Devlet Bakanı Sayın İmren Aykut tarafından atanmış, İdare Mahkemesinin bu kararına karşı idarenin temyiz talebi Danıştay 5 inci Dairesince reddedilmiştir.

Adı geçen Teftiş Kurulu Başkanının gayri meşru ilişki içerisine girdiği iddia edilen kadın, iddia tarihi itibariyle Millî Eğitim Bakanlığı personelidir.

Bu konu, gerek Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığınca, gerekse dönemin SHÇEK Genel Müdürü İ. Bülent İlik tarafından, İdarî tahkikata tabi tutulmuş olup, sonucunda İdarî ya da Adlî herhangi bir teklif getirilmemiştir.

Yine bu konu ile ilgili mahkeme kararı, Yargıtay 2 nci Hukuk Dairesince bozulmuş olup, dosya halen derdesttir. Bilindiği üzere Yargı Kararları kesinleşmekle hüküm ifade etmektedir.

Çorum Milletvekili Sayın Ali Haydar Şahin Tarafından SHÇEK'deki Personel Değişikliği ve Görevli İki Müfettiş Hakkındaki 7/2612 Esas Nolu Yazılı Soru Önergesine İlişkin Cevaplar

Bornova Yetiştirme Yurdunda denetim görevini sürdüren iki müfettişin çocuklara silah gösterdikleriyle ilgili konu, görevlendirilen iki kıdemli başmüfettiş tarafından incelenmiş ve böyle bir olayın yaşanmadığı, tamamiyle asılsız olduğu tespitlenmiştir.

Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığınca Devlet Bakanı Sayın İmren Aykut tarafından başlatılan Genel Teftiş sonucunda, Müjdat Ünsalan ve eşi Sultan Ünsalan, M. Ramazan Elhüseyni, Songül Özbakır gibi şahısların yasadışı örgütlerle ilişkilerinin belirlendiği, tutuklandıkları ve bir kısmının halen mahkemelerinin devam ettiği anlaşılmaktadır.

Kurum Genel Müdürü Osman Furkan ve Eğitim Merkezi Müdürü Zeki Gürel, Hollanda ve Belçika'da Özürlü ve Yaşlılara yönelik kurumsal hizmet modellerini ve işleyişlerini yerinde görmek, incelemelerde bulunmak üzere görevlendirilmişlerdir. Kendilerine Harcırah Kanunu hükümlerince yolluk ödenmiştir. İlgililere Hollanda ve Belçika Büyükelçiliklerimizce görevlendirilen Müsteşarlar Resmî görüşmelerinde eşlik etmişlerdir.

Bakanlığım Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü Genel Sosyal Hizmetler Dairesi Başkanlığında Şube Müdürü olarak görev yapmakta iken, görevinden alınan Ömer Faruk Hocaoğlu hakkındaki işlem; söz konusu Daire Başkanının adı geçenle ilgili çalışmalarından yeterince verim alamadığından yazılı talebi üzerine görevinden alınmış olup, yeni bir soruşturma bahis konusu değildir.

Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Personel ve Eğitim Daire Başkanlığında sırasıyla; Memur, Şef, Eğitim Uzmanı, A.P.K. Uzmanı ve 1993 tarihinden itibaren de İdarî ve Malî İşler Şube Müdürü olarak görev yapmakta iken, 20.9.1996 tarihinde Bakanlığım Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü Personel Daire Başkanlığına Daire Başkanı olarak atanan Mustafa Günbey yakınım olup, yaklaşık 17 yıl Personel ve Eğitim konusunda çalışmıştır.

Genel Müdür Yardımcıları ile Daire Başkanlarına makam aracı tahsis edilmemiş, ancak kurum hizmet binalarının ayrı ayrı yerlerde bulunması hizmet araçlarına olan talebi artırmakta, Genel Müdür Yardımcıları ve Daire Başkanlarının kurum hizmeti için acil olarak vasıta ihtiyaçları bulunduğunda talepleri zamanında karşılanmadığı için kurum hizmetlerinde kullanılmak üzere Genel Müdür Yardımcıları ve Daire Başkanlarının ortaklaşa kullanacakları hizmet aracı tahsis edilmiştir.

Ayrıca Personel Daire Başkanının Bahçelievlerdeki İhsan Yazman Kreşine çocuğunun resmî araçla bırakılması söz konusu değildir.

12. - Denizli Milletvekili Hilmi Develi'nin, Denizli-Yenicekent-Ertuğrul-Cindere arasındaki yolun asfalt yapımı ve Güney-Parmaksızlar yolu onarımına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Bekir Aksoy'un yazılı cevabı (7/2621)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı tarafından sözlü olarak yanıtlanmasını arz ederim.

Saygılarımla. 23.7.1996

Hilmi Develi

Denizli

Konu : Denizli, Yenicekent-Ertuğrul-Cindere asfalt yapımı ve Güney-Parmaksızlar Yolu Onarımı.

Soru 1. Bakanlığınız tarafından, Yenicekent-Ertuğrul-Cindere arasındaki 39 Km.'lik asfaltın yapılabilmesi ve halen mevcut olan ancak ulaşım açısından sağlıklı olmayan Güney İlçesi Parmaksızlar yolunun onarımı için gerekli çalışmalar yapılmış mıdır?

Soru 2. Ulaşım açısından yöre için önemi büyük olan bu bağlantı yollarının yapımı üzerinde ne gibi projeleriniz vardır?

T.C.

Başbakanlık 20.5.1997

Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Sayı : B021KHZ0120002/20-3031/18641

Konu : Köy yolu

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı

Genel Sekreterliğine

(Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı)

İlgi : 5.5.1997 gün ve 6577 sayılı yazınız.

İlgi sayılı yazınızla Bakanlığıma intikal eden Denizli Milletvekili Sayın Hilmi Develi'nin yazılı soru önergesi tetkik edilmiş olup, istenilen bilgiler aşağıda çıkarılmıştır.

Denizli-Yenicekent-Ertuğrul ve Cindere köy yolları 1997 yılı Genel İdare ve Özel İdare programlarında yer almamaktadır. İleriki yıllarda aciliyet, öncelik ve ödenek durumuna göre değerlendirilmeye çalışılacaktır.

Denizli İli Güney-Parmaksızlar arası yol 1994 yılında açılmış ve 1995 yılında da stabilize kaplaması yapılmış olup, standartlara uygun bir yol olduğundan onarıma ihtiyacı yoktur.

Dinizli İli Güney İlçesi Koparan ve Karagözler köy yolunda eski yıllarda kasis ve büz yapılarak ulaşım sağlanmış olup, ileriki yıllarda menfezi yapılacaktır.

Denizli-Güney-Çamrak köy yolunda köprü yapımına ihtiyaç yoktur. Denizli İli Çamrak Köyü ile Uşak İli Karaahmetli Köyü arasındaki köy yolunda menfeze ihtiyaç vardır. İleriki yıllarda öncelik ve ödenek durumuna göre menfez yapılacaktır.

Bilgilerinize arz ederim. Bekir Aksoy

Devlet Bakanı

13. - İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın, tarihi camilerin bahçe ve avlularının kullanımına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Nevzat Ercan'ın yazılı cevabı (7/2630)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Nevzat Ercan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Bülent Akarcalı

İstanbul

1. Ata yadigârı tarihi camilerin bahçe ve avlularının kullanımı ölçüsüz bir şekilde serbest midir?

2. Örneğin, İstanbul Sokullu Mehmet Paşa Camiî avlu ve girişinin, asırlık direklerine vinçler takılarak kurbanlık sığır kesimi için kullanılması caiz midir?

3. Cami avlusunda kurban kesmek şartsa, bu iş caminin ana kapısı girişi yerine daha uygun bir yerde yapılamaz mıydı?

4. Tarihî cami avlularını işportacı, satıcı vs. gibilerinin işgalinden kurtarmak için ne gibi tedbirler almayı düşünürsünüz?

T.C.

Başbakanlık 23.5.1997

Diyanet İşleri Bakanlığı

Hukuk Müşavirliği

Sayı : B.02.1.DİB.0.61.12/467

Konu : Soru Önergesine Cevap

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 7.5.1997 tarihli ve Kan. Kar. Md. A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/2630-5565/15731 sayılı yazınız.

İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Akarcalı tarafından verilen ilgi yazı eki yazılı soru önergesine verilen cevaplar ilişikte sunulmuştur.

Bilgilerinizi arz ederim. Nevzat Ercan

Devlet Bakanı

İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Akarcalı'nın 7/2630-6491 sayılı yazılı soru önergesine verilen cevaplar :

1. Ecdat yadigârı olan tarihî camilerimizin gayesine uygun olarak kullanımında, bu camilerimizin müştemilatı ile bahçe ve avluları dahil azami dikkat ve itina gösterilmektedir. Kültür mirasımız olan bu eserlerin korunması, gerektiğinde bakım ve onarımlarının yapılması ve bizden sonra gelecek nesillere intikalinin sağlanması için gereken özen gösterilmekte ve bu hususlarda Vakıflar Genel Müdürlüğü ile de irtibat kurularak sürekli çalışmalar yapılmaktadır.

Bu sebeple, tarihî camilerimizin bahçe ve avlularının gelişigüzel ve ölçüsüz bir şekilde kullanılmasına müsaade edilmesi sözkonusu olmayıp, Diyanet İşleri Başkanlığı ve müftülüklerce diğer resmî ve özel kuruluşlarla irtibat sağlanarak bu yerlerin bakım ve çevre düzenlemesi konularında sürekli çalışmalar yapılmakta ve gayelerine uygun bir şekilde kullanılması için tetbirler alınmaktadır.

2. Cami avlusunda kurban kesimi konusunda yapılan araştırmada; İstanbul İlimizin Beyoğlu, Büyükçekmece ve Eminönü İlçelerinde Sokullu Mehmet Paşa Camilerinin bulunduğu Beyoğlu ve Büyükçekmece İlçelerinde bulunan Sokullu Mehmet Paşa Camilerinin avlularında herhangi bir kurban kesimi işinin yapılmadığı, Eminönü İlçesinde bulunan Sokullu Mehmet Paşa Camiinde aynı zamanda erkek yatılı Kuran Kursunun bulunduğu vatandaşlar tarafından bu kursa verilen kurbanların başka bir yer temin edilmediği için cami avlusunda makara kurularak kesildiği, cami avlusunda bulunan direklere vinç takılmasının sözkonusu olmadığı gibi kişiler tarafından da burada kurban kesilmediği tespit edilmiştir.

Yatılı Kuran Kursuna vatandaşlar tarafından verilen kurbanların kesimi için bir yer temin edilerek kurban kesimi işinin cami avlusunda yapılmaması hususunda ilgili müftülük uyarılmıştır.

3. Dinî yönden, cami ve mescitlerin arada yol, bina ve benzeri boşluklar bulunmayan (yani camiye bitişik olan) avlu ve bahçeleri de, gerektiğinde buralardan imama uyarak namaz kılma bakımından cami ve mescit hükmünde ise de, diğer hususlarda (yani buraların ibadet maksadı dışında başka iş ve hizmetler için de kullanılabilmesi konusunda) cami ve mescit hükmünde değildir. Dini hüküm bu olmakla beraber, ecdat yadigârı olan tarihî mabetlerimizin çevrelerinin temiz ve bakımlı bulundurulması, buraların görünümlerini bozan faaliyetlerin yapılmasına müsaade edilmesi mümkün değildir.

4. Tarihî camilerimiz dahil bütün camilerimizin avlularında, işportacı, satıcı vb. kimselerin barındırılmaması konusunda müftülüklerimiz gerekli tedbirleri sürekli almakta, gerektiğinde belediyeler ve ilçe emniyet müdürlükleri ile işbirliği yapılarak bu tür faaliyetlere engel olunmaktadır.

14. - Balıkesir Milletvekili Hüsnü Sıvalıoğlu'nun;

- Büyük Menderes Millî Parkında çıkan yangına,

İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın;

- Büyük Menderes Millî Parkına,

Muğla Milletvekili Zeki Çakıroğlu'nun;

- Büyük Menderes Millî Parkına,

İlişkin soruları ve Orman Bakanı M. Halit Dağlı'nın yazılı cevabı (7/2637, 2649, 2661)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Orman Bakanı Sayın Halit Dağlı tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını tensiplerinize arz ederim.

Saygılarımla.

Dr. Hüsnü Sıvalıoğlu

Balıkesir

Son günlerde Dilek Yarımadası Büyük Menderes Deltası Millî Parkı üzerinde yapılan bazı spekülasyonlar yöre halkını ve bazı duyarlı çevre örgütlerini son derece rahatsız etmiştir.

Soru 1. Sözkonusu Millî Parkın alanının daraltılacağı, kısmen satılacağı ve imara açılacağı gibi iddialar Bakanlığınıza da ulaşmış mıdır? Bakanlığınızın bu konuda almayı düşündüğü herhangi bir tedbir var mıdır?

Soru 2. Bölgede daha önce meydana gelen yangının arsa spakülatörlerince çıkarıldığı iddiaları doğrultusunda; Bakanlığınızın faillerin yakalanması için ilgili kurumlar nezdinde bir müracaatı var mıdır?

Soru 3. Yanan bölgelerde dikilen fidelerin korunması için bir tedbir alınmış mıdır? Bölgede yeni ağaçlandırma çalışmaları planlanmış mıdır?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Orman Bakanı Sayın Halit Dağlı tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Bülent Akarcalı

İstanbul

Büyük bir yangın geçiren Dilek Yarımadası Büyük Menderes Millî Parkı ile ilgili olarak;

1. Yangın sonrası, Millî Park alanı içinde imara açma, arazi satışı ve park alanının daraltılması gibi gelişmeler meydana gelmiş midir?

2. Millî Parkta çıkan yangında zarar gören orman alanı ne kadardır?

3. Yangın alanında üstüpü, gazlı bezler gibi kanıtlar bulunması sonucu bir soruşturma başlatılmış mıdır?

4. Yöre ahalisi arasında orman yangınının arazi spakülatörlerince çıkartıldığı söylentilerinin üzerine gidilmiş midir?

5. Bir soruşturma açılmışsa bunun sonuçları nelerdir?

6. Yeni bir orman yangının çıkarılması için ne gibi tedbirler alınmıştır?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Orman Bakanı Sayın Halit Dağlı tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını tensiplerinize arz ederim.

Saygılarımla.

Zeki Çakıroğlu

Muğla

Sorular :

1. Dilek Yarımadası Büyük Menderes Deltası Millî Parkı sınırları daraltılacak mıdır?

2. Mevcut yerleşim birimleri dışında yeni yerleşim alanları imara açılacak mıdır?

3. Böyle bir uygulama yapılması halinde bu bölgede gerçekleşen ve büyük zarara neden olan yangının arsa spekülatörlerince çıkarıldığı yolundaki iddiaları kuvvetlendirmez mi? Haklılık payını artırmaz mı?

4. Orman Bakanlığı olarak ormanların daraltılması, Millî Parkların korunması, Millî Parkların korunması konusunda hangi ilke ve kıstaslarla kararlar alınmakta ve uygulanmaktadır?

T.C.

Orman Bakanlığı 26.5.1997

Araştırma Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı

Koordinasyon ve Mevzuat Dairesi Başkanlığı

Sayı : KM.1.SOR./361-1693

Konu : Soru Önergeleri

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

(Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı)

İlgi :Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının 12.5.1997 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-6708 sayılı yazısı.

İlgi yazı ekinde alınan Balıkesir Milletvekili Sayın Dr. Hüsnü Sıvalıoğlu'nun 7/2637 esas nolu "Büyük Menderes Millî Parkında çıkan yangına ilişkin", İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Akarcalı'nın 7/2649 esas nolu "Büyük Menderes Millî Parkına ilişkin" ve Muğla Milletvekili Sayın Zeki Çakıroğlu'nun 7/2661 esas nolu "Büyük Menderes Millî Parkına ilişkin" yazılı soru önergeleri Bakanlığımızca incelenmiş olup, cevabî yazılarımız ilişikte gönderilmektedir.

Arz ederim.

M. Halit Dağlı

Orman Bakanı

Balıkesir Milletvekili Sayın Dr. Hüsnü Sıvalıoğlu'nun 7/2637 Esas Nolu

"Büyük Menderes Millî Parkında Çıkan Yangına İlişkin Yazılı Soru Önergesi" Hakkında

Orman Bakanlığının Cevabı

1. Dilek Yarımadası Millî Parkının sınırlarının daraltılacağı gibi iddialar tamamen asılsız olup, Millî Parkın sınırlarının değiştirilmesi kesinlikle sözkonusu değildir.

2. Yakın geçmişte Millî Parkta meydana gelen orman yangınının faillerinin bulunabilmesi için gerekli araştırmalar devam etmekte olup, en kısa sürede sonuçlandırılacaktır.

3. Sahada yeni bir yangının çıkmaması için, Orman Genel Müdürlüğü ile Millî Parklar ve Av-Yaban Hayatı Genel Müdürlüğü arasında imzalanan protokoller gereği, iki Genel Müdürlüğün ortaklaşa belirlediği yangın eylem planları hazırlanmış ve Millî Park Master Planında bu konuya yer verilmiştir.

Bölgede ağaçlandırma çalışmaları sürdürülmektedir. Ancak Millî Park sınırları içindeki tabiî ve kültürel kaynak değerlerinin korunması bakımından sadece Master Planda belirtilen ağaçlandırma faaliyetleri yapılacaktır.

İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Akarcalı'nın 7/2649 Esas Nolu

"Büyük Menderes Millî Parkına İlişkin Yazılı Soru Önergesi" Hakkında

Orman Bakanlığının Cevabı

1. Dilek Yarımadası Millî Parkının imara açılacağı, arazi satılacağı, park alanının daraltılacağı gibi iddialar tamamen asılsız olup, Millî Parkın sınırlarının değiştirilmesi kesinlikle sözkonusu değildir.

2. Millî Parkta çıkan orman yangını sonucunda 1 438 hektarlık alan zarar görmüştür.

3-4-5. Yakın geçmişte Millî Parkta meydana gelen orman yangının faillerinin bulunabilmesi için araştırma ve soruşturma devam etmekte olup, en kısa sürede sonuçlandırılacaktır.

6. Sahada yeni bir yangının çıkmaması için, Orman Genel Müdürlüğü ile Millî Parklar ve Av-Yaban Hayatı Genel Müdürlüğü arasında imzalanan protokoller gereği, iki Genel Müdürlüğün ortaklaşa belirlediği yangın eylem planları hazırlanmış ve Millî Park Master Planında bu konuya yer verilmiştir. Yangın çıkmaması yönünde çeşitli çalışmalar devam etmekte olup, çıkabilecek yangınların önlenmesi konusunda tedbirler alınmıştır.

Muğla Milletvekili Sayın Zeki Çakıroğlu'nun 7/2661 Esas Nolu

"Büyük Menderes Millî Parkına İlişkin Yazılı Soru Önergesi" Hakkında

Orman Bakanlığının Cevabı

1. Dilek Yarımadası Millî Parkının sınırlarının daraltılacağı gibi iddialar tamamen asılsız olup, Millî Parkın sınırlarının daraltılması sözkonusu değildir.

2. Millî Parkta sınırları içerisindeki mevcut yerleşim alanları haricinde kalan yerler imara açılmayacaktır. Onama aşamasına gelen Millî Park Master Planında bu konuda gerekli tedbirler alınmıştır.

3. Yakın geçmişte Millî Parkta meydana gelen orman yangının arsa spakülatörlerince çıkarıldığı konusunda elde delil olmamakla beraber, faillerinin bulunabilmesi için gerekli araştırma ve soruşturmalar devam etmekte olup, en kısa sürede sonuçlandırılacaktır. İddialar ne olursa olsun yanan orman sahalarının yerleşime açılması -bilindiği gibi- sözkonusu olmayıp, yılı içinde hemen ağaçlandırılarak korumaya alınmaktadır. Millî Park, muhafaza ormanı, erozyon kontrolu sahaları gibi hassas koruma statülerinde bu uygulama daha da titizlikle sürdürülmektedir.

4. 2873 sayılı Millî Parklar Kanununda Millî Parkların korunması konusundaki ilke ve kıstaslar açıkça belirtilmektedir. Millî Park; bilimsel ve estetik bakımından, millî ve milletlerarası ender bulunan tabiî ve kültürel kaynak değerleri ile koruma dinlenme ve turizm alanlarına sahip tabiat parçaları olarak tanımlanmaktadır.

Bu Kanun çerçevesinde Millî Park ve benzeri koruma alanı olarak ilan edilen sahaların korunarak kullanımına esas teşkil edecek olan kararların alındığı 1/25 000 ölçekli Master Planlar hazırlanmaktadır.

Kaynak değerleri ile koruma ve kullanma esaslarının belirlenmesinde ilmî ve teknik araştırmalar da en geniş ölçüde değerlendirilerek, kaynakların tabiî karakteriyle mutlak korunması ve devamlılığı sağlanmaktadır.

15. , Erzincan Milletvekili Mustafa Kul'un, Erzincan Köy Hizmetleri İl Müdürlüğünde boş bulunan kadrolara ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Bekir Aksoy'un yazılı cevabı (7/2683)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Köy Hizmetlerinden Sorumlu Devlet Bakanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını tensiplerinize arz ederim.

Mustafa Kul

Erzincan

13 Mart 1992 yılında Erzincan'da meydana gelen deprem sonrasında Köy Hizmetleri İl Müdürlüğünde çalışan sanat sınıfı kadrolu işçilerin büyük bir bölümü deprem nedeniyle başka illere tayin olup giderken, 1992 yılından bugüne kadar emekli olan vasıflı ve vasıfsız işçilerin yerine de yeni eleman alınması mümkün olmamıştır.

1992 yılından beri Köy Hizmetleri İl Müdürlüğü yıllık programını eleman eksikliği nedeniyle tam olarak uygulayamadığı gibi bölgemizde sert geçen kış mevsiminde kar mücadelesi konusunda da Köy Hizmetleri İl Müdürlüğümüz yetersiz kalmaktadır.

Şu anda Erzincan Köy Hizmetleri İl Müdürlüğümüzün mevcut kadrosunda bulunan 7 inşaat ve 5 makine mühendisi kadrosu ise boş bulunmaktadır.

1. Köy Hizmetleri Erzincan İl Müdürlüğü 1992 yılından bugüne kadar yıllık programını hangi oranda gerçekleştirmektedir?

2. 1992 yılından bugüne kadar Erzincan Köy Hizmetleri İl Müdürlüğünden kaç kişi tayin edilmiş, kaç kişi emekli olmuştur?

3. Erzincan Köy Hizmetleri İl Müdürlüğünün mühendis, teknisyen, vasıflı ve vasıfsız işçi ihtiyacı ne kadardır?

4. İhtiyaç duyulan bu kadroların tamamlanması konusunda herhangi bir çalışmanız var mıdır?Bu kadro ihtiyacı ne zaman tamamlanacaktır?

T.C.

Başbakanlık 22.5.1997

Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Sayı : B.02.1.KHZ.0.01.00.01-1898-19346

Konu : Soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı

Genel Sekreterliği

(Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı)

İlgi : 12.5.1997 tarih ve 18110 sayılı yazınız.

Erzincan Milletvekili Sn. Mustafa Kul'un TBMM Başkanlığına vermiş olduğu Erzincan İl Müdürlüğünde boş bulunan kadrolara ilişkin ilgi yazı eki yazılı soru önergesi incelenmiştir.

Erzincan Köy Hizmetleri İl Müdürlüğünde halen; 13 Mühendis (3 İnşaat, 2 Makina, 5 Ziraat, 1 Elektrik ve 2 Jeoloji) 1 Mimar, 18 adet diğer unvanlarda teknik personel ve 12 adet G.İ.H. ve Y.H. sınıflarında olmak üzere 44 adet memur personel, 247 daimi işçi ve 411 adet mevsimlik personel görev yapmaktadır.

1. 1992 yılından bugüne kadar Erzincan İl Müdürlüğünden kendi talepleri üzerine (Sağlık ve eş durumu ile diğer sebeplerle) 24 adet Memur ve 19 işçi personel tayin edilmiştir. Ayrıca aynı dönem içinde; 8 adet Memur ve 54 işçi personel emekliye ayrılmıştır. Yine bu dönemde kurum içi ve kurumlararası nakil yoluyla 15 personel Erzican'a atanmıştır.

2. Erzincan İl Müdürlüğünde 14.5.1997 itibariyle 247 daimi ve 411 mevsimlik işçi istihdam edilmektedir. Genel Müdürlüğümüzce yapılan işçi ihtiyaç tespit çalışmalarında söz konusu İl Müdürlüğünün 309 kadrolu işçiye ihtiyacı olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca halen çalışan 411 mevsimlik işçinin 309 unun daimi kadroya alınması durumunda ise 102 elemanın hizmetine ihtiyaç olmayacağı sonucu meydana çıkmaktadır.

3. Mühendis ihtiyacı ve mevcut kadro durumumuza göre 12'dir.

4. Ülkemiz genelinde ihtiyaç duyulan bu kadroların tamamlanması için sınav açılması konusunda Başbakanlıktan müsaade istenmiş, ancak Başbakanlığın 23.3.1995 gün ve 13537 sayılı emirleri ile açıktan atamalar durdurulduğundan sınavlar iptal edilmiştir.

Bilgilerinize arz ederim.

Bekir Aksoy

Devlet Bakanı

TUTANAĞIN SONU

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.