Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

T.B.M.M.

TUTANAK DERGİSİ

CİLT : 19

45 inci Birleşim

14 . 1 . 1997 Salı


İÇİNDEKİLER

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. - Millî Savunma Bakanı Turhan Tayan'ın, Güney Kıbrıs Rum yönetiminin, son günlerde, Rusya Federasyonundan füze temin ederek barış ortamını bozucu tutum ve davranışları münasebetiyle gündemdışı açıklaması ve ANAP İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı, DYPKilis Milletvekili Doğan Güreş, RP Gaziantep Milletvekili Kahraman Emmioğlu, CHPİstanbul Milletvekili Altan Öymen, DSP İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit'in grupları adına ve Adana Milletvekili Orhan Kavuncu'nun şahsı adına konuşmaları

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - Macaristan'a gidecek olan Devlet Bakanı Ayfer Yılmaz'a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı H. Ufuk Söylemez'in vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/644)

2. - Amerika Birleşik Devletlerine gidecek olan Devlet Bakanı Fehim Adak'a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Ahmet Cemil Tunç'un vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/645)

3. - Amerika Birleşik Devletlerine gidecek olan Devlet Bakanı Işılay Saygın'a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Namık Kemal Zeybek'in vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/646)

4. - Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine gidecek olan Orman Bakanı Mehmet Halit Dağlı'ya, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Nevzat Ercan'ın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/647)

5. - Amerika Birleşik Devletlerine gidecek olan Devlet Bakanı Gürcan Dağdaş'a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Lütfü Esengün'ün vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/648)

6. - 3167 sayılı Çek Ödemelerinin Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkında Kanuna muhalefet ettiği iddia olunan İstanbul Milletvekili M. Bahattin Yücel hakkında tanzim edilen dava dosyasının, Adalet Bakanlığına iade edilmek üzere, Başbakanlığa gönderilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/649)

7. - Sakarya Milletvekili Ersin Taranoğlu'nun, Sakarya İlinde Büyükşehir Belediyesi Kurulması Hakkında Kanun Teklifinin (2/4) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/125)

8. - Rize Milletvekili Ahmet Kabil'in, 28.3.1983 Tarih ve 2809 Sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanuna Bir Ek Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifinin (2/244) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/126)

IV. - GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A) ÖNGÖRÜŞMELER

1. - Malatya Milletvekili Ayhan Fırat ve 38 arkadaşının, SSK sınavında usulsüzlük ve iltimas yapılmasını önleyecek tedbirleri almadığı iddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/6)

2. - Denizli Milletvekili Adnan Keskin ve 28 arkadaşının, Uğur Mumcu cinayetinin açıklığa kavuşturulması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/86)

V. - SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. - İçel Milletvekili D. Fikri Sağlar'ın, kamuoyuna “Susurluk kazası” olarak yansıyan olaya ilişkin Başbakandan sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Recai Kutan'ın yazılı cevabı (7/1631)

2. - Sıvas Milletvekili Mahmut Işık'ın, Sıvas İlindeki doğal kaynaklara ilişkin Başbakandan sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Recai Kutan'ın yazılı cevabı (7/1676)

3. - Bursa Milletvekili Ali Rahmi Beyreli'nin;

Botaş'taki usulsüz uygulamaların bir milletvekiline ulaştırıldığı iddiasına,

Botaş'taki usulsüz uygulamalar nedeniyle başlatılan soruşturmalara,

Botaş'taki usulsüz uygulamalara adı karışan personele yapılan ödemelere,

İlişkin soruları ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Recai Kutan'ın yazılı cevabı (7/1706, 1707, 1708)

4. - İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, OHAL Bölgesi ve mücavir illerde güvenlik ve terör nedeniyle boşalan yerleşim birimlerine ilişkin Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı Meral Akşener'in yazılı cevabı (7/1725)

5. - İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, eski Başbakanlardan A. Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller ile Başbakan Necmettin Erbakan'ın hediye ettiği silahlara ilişkin Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı Meral Akşener'in yazılı cevabı (7/1729)

6. - Yozgat Milletvekili Kâzım Arslan'ın, bazı kurumların yeni lojman aldıkları iddiasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Abdüllatif Şener'in yazılı cevabı (7/1736)

7. - Manisa Milletvekili Tevfik Diker'in, telefonların dinlenip dinlenmediğine ilişkin Başbakandan sorusu ve Ulaştırma Bakanı Ömer Barutçu'nun yazılı cevabı (7/1742)

8. - İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya'nın, Turban ile ilgili yolsuzluk iddialarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı H. Ufuk Söylemez'in yazılı cevabı (7/1749)

9. - Malatya Milletvekili Ayhan Fırat'ın, İnönü Üniversitesince açılan bir sınavın ertelenmesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik'in yazılı cevabı (7/1766)

10. - Artvin Milletvekili Süleyman Hatinoğlu'nun, kumarhanelere ilişkin sorusu ve Turizm Bakanı Bahattin Yücel'in yazılı cevabı (7/1768)

11. - Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş'in, Ankara Anakent ve Sakarya Belediyelerinde işten çıkarılan işçilere ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik'in yazılı cevabı (7/1777)

12. - Adıyaman Milletvekili Celal Topkan'ın, Şanlıurfa-Hilvan Kaymakamının konutuna silahlı saldırıda bulunulduğu iddiasına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Meral Akşener'in yazılı cevabı (7/1778)

13. - Afyon Milletvekili Osman Hazer'in, Afyon'a bağlı bazı ilçelerin meteoroloji hizmet binası ihtiyacına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Ahmet Cemil Tunç'un yazılı cevabı (7/1789)

14. - Afyon Milletvekili Osman Hazer'in, Akdeğirmen ve Yavaşlar Barajı projelerine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Recai Kutan'ın yazılı cevabı (7/1798)

15. - İzmir Milletvekili Veli Aksoy'un, Sayıştay personelinin yurt dışı gezilerine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kalemli'nin yazılı cevabı (7/1860)

I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açılarak üç oturum yaptı.

Artvin Milletvekili Süleyman Hatinoğlu'nun, SSK Genel Müdürlüğü hastanelerindeki sağlık hizmetleri ve personel alımlarına,

Sakarya Milletvekili Ersin Taranoğlu'nun, fındık üreticilerinin sorunlarına,

İlişkin gündemdışı konuşmalarına, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik cevap verdi.

Kayseri Milletvekili İsmail Cem, Kıbrıs Rum kesiminin silahlanmasına ve alınması gereken önlemlere ilişkin gündemdışı bir konuşma yaptı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hesaplarını İnceleme Komisyonunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı ve Sayıştay Başkanlığının 1995 malî yılı kesinhesaplarına ilişkin raporu (5/10) (S. Sayısı : 171) Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

İzmir Milletvekili Hakan Tartan ve 20 arkadaşının, AIDS'le mücadele yollarının araştırılarak ulusal bir politikanın belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/140) Genel Kurulun bilgisine sunuldu; önergenin, gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmesinin, sırasında yapılacağı açıklandı.

Malatya Milletvekili Ayhan Fırat ve 38 arkadaşının, SSK sınavında usulsüzlük ve iltimas yapılmasını önleyecek tedbirleri almadığı iddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik hakkında Anayasanın 99 uncu, İçtüzüğün 106 ncı maddeleri uyarınca bir gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/6) Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

9.1.1997 tarihli Gelen Kâğıtlarda yayımlanan ve okunmuş bulunan (11/6) Esas Numaralı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik Hakkındaki gensoru önergesinin gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmında yer alması ve Anayasanın 99 uncu maddesi gereğince gensoru açılıp açılmaması hususundaki görüşmelerin Genel Kurulun 14.1.1997 Salı günkü birleşiminde yapılmasına; gündemin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmının 66 ncı sırasında yer alan Uğur Mumcu cinayetinin açıklığa kavuşturulması amacıyla bir Meclis Araştırması açılmasına ilişkin (10/86) esas numaralı önergenin görüşmelerinin Genel Kurulun 14.1.1997 Salı günkü birleşiminde yapılması ve görüşmelerin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına; gündemin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmının 40 ıncı sırasında yer alan (10/58) esas numaralı Meclis araştırması önergesiyle 110 uncu sırasında yer alan (10/135) esas numaralı Meclis araştırması önergesinin görüşmelerinin Genel Kurulun 21.1.1997 Salı günkü birleşiminde yapılması ve görüşmelerin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasına; gündemin “Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler” kısmının 85 inci sırasında yer alan (10/108) esas numaralı Meclis araştırması önergesinin görüşmelerinin Genel Kurulun 28.1.1997 Salı günkü birleşiminde yapılması, Genel Kurulun 14.1.1997 Salı, 21.1.1997 Salı ve 28.1.1997 Salı günkü birleşimlerinde sözlü soruların görüşülmemesine; Genel Kurulun 14.1.1997 Salı gününden 6.2.1997 Perşembe gününe kadar (Perşembe günü dahil) yapacağı toplantılarda çalışmalarını 13.30 - 16.00 ve 18.30 - 21.00 saatleri arasında sürdürmesine;

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının 7 nci sırasında yer alan 129 sıra sayılı Kanun Tasarısının bu kısmın 5 inci sırasında, 8 inci sırasında yer alan 175 sıra sayılı Kanun Tasarısının 6 ncı sırasına, 9 uncu sırasında yer alan 163 sıra sayılı Kanun Tasarısının 7 nci sırasına alınmasının Genel Kurulun onayına sunulmasına;

İlişkin Danışma Kurulu önerileri kabul edildi.

Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller'in, Türkiye-Avrupa Birliği Karma İstişare Komitesinin 12-14 Aralık 1996 tarihlerinde Brükselde yapılan 3 üncü dönem toplantısına katılmak üzere bir heyetle birlikte yaptığı resmî ziyarete iştirak etmeleri uygun görülen milletvekillerine ilişkin Başbakanlık tezkeresi kabul edildi.

Gündemin “Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının;

1 inci sırasında bulunan 23 sıra sayılı kanun tasarısının müzakeresi, komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından, ertelendi.

Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair 31.7.1996 Tarihli ve 4159 Sayılı Kanun ve Anayasanın 89 uncu Maddesi Gereğince Cumhurbaşkanınca Bir Daha Görüşülmek Üzere Geri Gönderme Tezkeresi ve Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabiî Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu raporunun (1/496, 3/444) (S. Sayısı : 133) müzakerelerine devam edilerek 3 üncü maddesine kadar kabul edildi.

Alınan karar gereğince, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik hakkındaki (11/6) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı konusundaki görüşmeleri ve Uğur Mumcu cinayetinin açıklığa kavuşturulması amacıyla verilmiş olan (10/86) esas numaralı Meclis araştırması önergesinin öngörüşmesini yapmak için 14 Ocak 1997 Salı günü saat 13.30'da toplanmak üzere, 19.06'da son verildi.

Uluç Gürkan

Başkanvekili

Kadir Bozkurt Ahmet Dökülmez

Sinop Kahramanmaraş

Kâtip Üye Kâtip Üye


II. - GELEN KÂĞITLAR

14 . 1 . 1997 SALI

Sözlü Soru Önergeleri

1. - İzmir Milletvekili Metin Öney'in, Karadeniz'de balıkçılığın canlandırılması için yapılan çalışmalara ilişkin Çevre Bakanından sözlü soru önergesi (6/410) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)

2. - Uşak Milletvekili Mehmet Yaşar Ünal'ın, Açık Öğretim Sağlık Ön Lisans bölümü mezunlarına farklı ek gösterge verilip verilmeyeceğine ilişkin Sağlık Bakanından sözlü soru önergesi (6/411) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.1.1997)

3. - Bursa Milletvekili Feridun Pehlivan'ın, Ankara Büyükşehir Belediyesi EGO Genel Müdürlüğünce yapılan doğalgaz sayacı ihalesine ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/412) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.1.1997)

Yazılı Soru Önergeleri

1. - İzmir Milletvekili Veli Aksoy'un, Sayıştay Personelinin yurt dışı gezilerine ilişkin TBMM Başkanından yazılı soru önergesi (7/1860) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.12.1996)

2. - Niğde Milletvekili Akın Gönen'in, KOBİ kredilerine ilişkin Devlet Bakanından yazılı soru önergesi (7/1861) (Başkanlığa geliş tarihi : 7.1.1997)

3. - Bartın Milletvekili Cafer Tufan Yazıcıoğlu'nun, Bartın - Amasra Belediyesine yardım yapılıp yapılmayacağına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/1862) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)

4. - Bartın Milletvekili Cafer Tufan Yazıcıoğlu'nun, Bartın - Amasra Belediyesi işçilerine bir yıldır ücret ödenmediği iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1863) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)

5. - Bartın Milletvekili Cafer Tufan Yazıcıoğlu'nun, özürlü sporculara ilişkin Devlet Bakanından yazılı soru önergesi (7/1864) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)

6. - İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş'ın, çifte vatandaşlık uygulamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1865) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)

7. - Tekirdağ Milletvekili Bayram Fırat Dayanıklı'nın, Tekirdağ ve Çorlu civarındaki elektrik şebekesine ilişkin Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından yazılı soru önergesi (7/1866) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)

8. - Konya Milletvekili Ahmet Alkan'ın, Susurluk olayından sonra ortaya atılan listede yer aldığı iddia edilen bir şahsa ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1867) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)

9. - Artvin Milletvekili Süleyman Hatinoğlu'nun, Artvin ve ilçelerindeki vatandaşların Orman İşletmelerinden olan alacaklarına ilişkin Orman Bakanından yazılı soru önergesi (7/1868) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)

10. - İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya'nın, Turban - Bolu Abant İşletmesinde soruşturma başlatılıp başlatılmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1869) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)

11. - İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya'nın, Turban - İstanbul Bölge Müdürlüğünde soruşturma başlatılıp başlatılmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1870) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)

12. - İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya'nın, Turban Sait Halim Paşa Yalısında soruşturma başlatılıp başlatılmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1871) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)

13. - İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya'nın, Turban - Kuşadası Marina İşletmesinde soruşturma başlatılıp başlatılmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1872) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)

14. - İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya'nın, bir Turban personelinin Ankara -Erzincan -Ankara uçak seyahatine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1873) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.1.1997)

15. - İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya'nın, Turban - Bodrum Marina İşletmesinde soruşturma başlatılıp başlatılmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1874) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)

16. - İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya'nın, Turban Antalya Kaleiçi Otel İşletmesinde soruşturma başlatılıp başlatılmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1875) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)

17. - İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya'nın, Turban - Yalova Termal Tesisleri İşletmesinde soruşturma başlatılıp başlatılmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1876) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)

18. - İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya'nın, Turban - Marmaris Tatil Köyü İşletmesinde soruşturma başlatılıp başlatılmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1877) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)

19. - İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya'nın, Turban - Kilyos Tatil Köyünde soruşturma başlatılıp başlatılmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1878) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)

20. - İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya'nın, Turban - İzmir Çeşme Otel İşletmesinde soruşturma başlatılıp başlatılmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1879) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)

21. - İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya'nın, Turban - Antalya Beldibi İşletmesinde soruşturma başlatılıp başlatılmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1880) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)

22. - İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya'nın, Turban - Antalya Belek İşletmesinde soruşturma başlatılıp başlatılmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1881) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)

23. - İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya'nın, Turban - Elmadağ Dağevi İşletmesinde soruşturma başlatılıp başlatılmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1882) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)

24. - İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya'nın, Turban - Erciyes Dağevi Oteli İşletmesinde soruşturma başlatılıp başlatılmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1883) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)

25. - İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya'nın, Turban -Kuşadası Marina Müdürlüğünde soruşturma başlatılıp başlatılmadığına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1884) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)

26. - İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya'nın, bazı Turban yöneticilerine usulsüz yeşil pasaport verildiği iddiasına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1885) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)

27. - Manisa Milletvekili Abdullah Akarsu'nun, Susurluk olayından sonra ortaya çıkan listede yer aldığı iddia edilen şahsa ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1886) (Başkanlığa geliş tarihi : 8.1.1997)

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 13.30

14 Ocak 1997 Salı

BAŞKAN : Başkanvekili Kamer GENÇ

KÂTİP ÜYELER: Ünal YAŞAR (Gaziantep), Ahmet DÖKÜLMEZ (Kahramanmaraş)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 45 inci Birleşimini açıyorum.

Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayımız vardır; çalışmalarımıza başlıyoruz.

Gündeme geçmeden önce, Hükümetin bir gündemdışı söz isteği vardır.

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. - Millî Savunma Bakanı Turhan Tayan'ın, Güney Kıbrıs Rum yönetiminin, son günlerde, Rusya Federasyonundan füze temin ederek barış ortamını bozucu tutum ve davranışları münasebetiyle gündemdışı açıklaması ve ANAP İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı, DYPKilis Milletvekili Doğan Güreş, RP Gaziantep Milletvekili Kahraman Emmioğlu, CHPİstanbul Milletvekili Altan Öymen, DSP İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit'in grupları adına ve Adana Milletvekili Orhan Kavuncu'nun şahsı adına konuşmaları

BAŞKAN - Millî Savunma Bakanı Sayın Turhan Tayan, Başkanlığımıza gönderdiği bir yazıda, Güney Kıbrıs Rum yönetiminin, son günlerde, Rusya Federasyonundan füze temin ederek barış ortamını bozucu tutum ve davranışları üzerinde, Hükümetimizin görüşlerini anlatmak üzere, 14 Ocak 1997 Salı günü gündemdışı söz talep etmişlerdir. Kendisine gündemdışı söz verilmiştir.

Buyurun Sayın Bakanım. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakikadır Sayın Bakan.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI TURHAN TAYAN (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 4 Ocak 1997 tarihinde, Güney Kıbrıs Rum yönetimi ile devlet kontrolündeki Rus kuruluşu Rosvoorujeniye arasında Rus yapımı S-300 füzelerinin Güney Kıbrıs Rum yönetimine satılmasına ilişkin bir mukavele imzalanmıştır. 600 milyon dolarlık bir malî portesi olduğu tahmin edilen sözleşme çerçevesinde, 150 kilometre menzilli, birden fazla hava hedefini daha kalkış aşamasında vurma yeteneğine sahip uçaksavar füzelerinin Güney Kıbrıs'a konuşlandırılması söz konusudur.

Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafı, bu sözleşmeye kuvvetle tepki göstermiştir. Bu tepkimizin haklı nedenlerinin Yüce Meclisimizce daha iyi değerlendirilmesine katkıda bulunabileceği düşüncesiyle, Rum-Yunan ikilisinin, Kıbrıs'ta son yıllarda giriştikleri bazı oyunlara ilişkin olarak hafızalarımızın tazelenmesinde yarar görülmektedir.

Yüce Meclisimizin malumu olduğu üzere, Güney Kıbrıs Rum yönetimi ile Yunanistan, Kasım 1993'te, ortak savunma doktrinini ilan etmişler ve uygulamaya koymuşlardır. Bu doktrin, iki ülke arasında ortak askerî strateji ve operasyonlarının planlanmasını, ortak tatbikatlar yapılmasını, Girit, Oniki Adalar ve Güney Kıbrıs'ın savunma altyapılarının yeniden düzenlenmesini, Yunanistan'ın Doğu Akdeniz'de somut bir rol oynamasına imkân verecek şekilde, bu ülkeye deniz ve kara üsleri tahsis edilmesini, güvenilir bir telekomünikasyon sistemi oluşturulmasını, Kıbrıs Rum Silahlı Kuvvetlerinin muharebe gücünün artırılmasını öngörmektedir.

Doktrinin felsefesi de, amacı da açıktır. Yunanistan, Trakya'dan Magosa'ya kadar uzanan bölgeyi doğal hayat sahası olarak kabul etmekte, Doğu Ege Adaları ile Güney Kıbrıs arasında birleşmeye giderek, Hellenizm birliğini sağlamayı amaçlamaktadır. Doktrinin amacı ise, Ege'de olduğu gibi, Türkiye'nin hareket sahalarını Doğu Akdeniz'de de daraltmaya çalışmak, Kıbrıs-Rodos-Girit üçgeniyle Türkiye'yi çevrelemek, Kuzey Kıbrıs ile Türkiye arasındaki bağı koparmaktır.

Rum-Yunan ikilisi, ilan ettikleri ortak savunma doktrininin uygulanmasına ilişkin olarak fiilî adımlar atmışlardır. Ada'ya Rus malı T-80 tanklar ile modern, zırhlı personel taşıyıcıları gelmiştir.

Baf'taki hava üssünün inşası ilerlemiş, pist uzunluğu 2,5 kilometreye çıkarılmıştır. Yunan uçakları için 15 kadar korugan inşa edilmiştir. Tarazi'deki deniz üssünde de çalışmalar ilerlemektedir. Kıbrıs Rum tarafı Yunanistan'dan sözleşmeli asker almaya başlamıştır.

Ortak olarak icra edilen askerî tatbikatlarda Yunan uçaklarının Baf Havaalanına indikleri, kara hedeflerine ateş açtıkları, hatta Kıbrıs'ın çevrelenmesini amaçlayan senaryoları uygulamaya koydukları görülmüştür.

Ortak savunma doktriniyle Yunanistan ile Güney Kıbrıs arasında stratejik bir birlik ve bütünlük oluşturacağını zanneden Rum-Yunan ikilisi, Güney Kıbrıs Rum yönetiminin Avrupa Birliğine üyeliğini gerçekleştirerek, ekonomik birliğini de bu yolla sağlamanın ve 1974 yılında başaramadığı Enosis'i dolaylı bir şekilde gerçekleştirmenin hayali içine düşmüştür.

İşte, S-300 füzelerinin satışına ilişkin sözleşmenin Güney Kıbrıs'ta imzalanmasını, tüm bu senaryonun bir parçası olarak görmekte yarar vardır.

Türkiye, daha başlangıcından beri, bu senaryoyu doğru değerlendirmiştir. Bir taraftan askerî planda gereken tedbirleri alırken, diğer taraftan da diplomatik kanallardan Rum-Yunan ikilisinin tuttukları yolun yanlışlığını, silah yığarak Ada'yı bir barut fıçısına çevirme teşebbüslerinin tehlikelerini, Ada'da artan gerilimin sonuçlarını, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki Türk-Yunan dengesini Kıbrıs Halkının meşru hak ve çıkarlarını korumadaki kararlılığını en kuvvetli şekilde muhataplarına iletmiştir. Kıbrıs'ın, ancak bir çözümden sonra ve Türkiye ile eşzamanlı olarak Avrupa Birliğine üye olabileceğini, aksi bir teşebbüsün, Ada'yı tamamen bölünmeye götürebileceğini; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine Türkiye ile ekonomik bütünleşmeye gitmekten başka bir seçenek kalamayacağını muhataplarına anlatagelmiştir.

S-300 füzelerinin satın alınmasına yönelik görüşmelerin yoğunlaştığının tespit edildiği aşamada, Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Avrupa Birliğinin ileri gelen ülkeleri, Birleşmiş Milletler ve NATO nezdinde girişimlerde bulunmuş, bu silah satımının, Doğu Akdenizdeki askerî dengelere ve Kıbrıs müzakere sürecinin geleceğine yönelik olumsuz yansımalarına dikkat çekmiş; atılacak bu adımın, Ada'daki ve bölgedeki gerginliği daha da artıracağına işaret etmiş, bu ülke ve kuruluşlardan Rusya Federasyonu ve Kıbrıs Rum yönetimi üzerinde etkili olmalarını istemiştir.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Sayın Bakanımız ciddî bir konuda Yüce Genel Kurula bilgi arz ediyorlar. Rica ediyorum; sükûnet içinde dinleyelim efendim.

Buyurun.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI TURHAN TAYAN (Devamla) - Birleşmiş Milletler nezdindeki girişimlerimiz sonucunda, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, 23 Aralık 1996 tarihinde, Kıbrıs ile ilgili olarak aldığı kararda, Kıbrıs Rum tarafının Ada'ya artan ölçülerde ileri teknoloji ürünü silah getirmesinden duyduğu endişeyi dile getirmiştir.

Dışişleri Bakanımız ve Başbakan Yardımcımız Sayın Tansu Çiller, Rusya Federasyonuna aralık ayında yaptığı ziyaret sırasında, T-80 tankları, Rus malı zırhlı personel taşıyıcıları gibi ağır silahların Güney Kıbrıs Rum yönetimine satılmaya devam etmesinin ortaya çıkaracağı olumsuz gelişmelere dikkat çekmiş, Rusya Federasyonunun, Güvenlik Konseyinin daimî üyesi ve AGİT'in silah transferlerine ilişkin belgelerine imza koymuş bir ülke olarak, sorumlu bölgelere silah sevkıyatında bulunmama yükümlülüğü olduğunu, yine aynı kapsamda, Akdeniz'de barış ve güvenliğin korunmasında mükellefiyetleri bulunduğunu muhatapları Başbakan Çernomirdin ve Dışişleri Bakanı Primakov'a hatırlatmış ve S-300 füzelerinin Güney Kıbrıs'a satılması projesinden vazgeçilmesini talep etmiştir.

MEHMET SEVİGEN (İstanbul) - Dışişleri Bakanı ne yapmıştır Sayın Bakan?

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI TURHAN TAYAN (Devamla) - Rus yetkilileri, Dışişleri Bakanımıza, Güney Kıbrıs'a saldırı silahları satmayacakları cevabını vermiştir. Aynı şekilde, bazı dost ve müttefik ülkelerin Rum yönetimi ve Yunanistan nezdinde girişimlerde bulunarak, S-300 projesinden vazgeçilmesini kuvvetle telkin ettikleri görülmüştür.

Rusya Federasyonunun verdiği güvencelere, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 1092 sayılı Kararındaki uyarısına, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum yönetimi nezdinde çeşitli ülkelerce yapılan ikazlara rağmen, 4 Ocak tarihli Rum basını, silah satışı sözleşmesinin Lefkoşa'da imzalandığını duyurmuştur.

Kıbrıs Rum tarafı, bilinen söylevleri içinde, S-300 füzelerini savunma ihtiyaçlarının bir parçası olarak takdim etmeye çalışmış; ancak, inandırıcı olamamıştır. Amerika Birleşik Devletlerinin stratejik bölgesel dengelerden kaynaklanan endişelerle; ancak, Körfez Savaşı sırasında İsrail'e verdiği Patriot füzelerinin bir benzeri olan ve Hava Kuvvetlerimizi Türk hava sahasında hedef haline getirme yeteneğine sahip S-300 füzelerinin çok büyük meblağlar ödenerek Rum tarafınca satın alınmasının savunma endişeleriyle izah edilmesine imkân yoktur. Nitekim, Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri sözcüsü 6 Ocak günü yaptığı açıklamada, bu gelişmeden Hükümetinin duyduğu üzüntüyü vurgulamış, S-300 füzelerinin Ada'ya yeni bir istikrarsızlık unsuru olarak konuşlandırılacağını, Kıbrıs sorununa çözüm bulma çabalarını güçleştireceğini, Ada'da gerilimi artıracağını belirtmiş ve Kıbrıs Rum yönetiminin kararını yanlış bir adım olarak nitelemiştir. ABD sözcüsü, Hükümetinin, Güney Kıbrıs Rum yönetimini ciddî ifadelerle protesto ettiğini de kaydetmiştir. Benzer açıklamalar, İngiltere ve Fransa Dışişleri Bakanlıkları sözcülerince de dile getirilmiştir. Sayın Denktaş da, aynı konuda, yazılı bir açıklamayla tepkisini ortaya koymuştur.

Sayın Denktaş Güney Kıbrıs'taki çılgınca silahlanma kampanyasını, yıllardır, dünyanın dikkatine getirdiklerini ve bunun tehlikeli sonuçları hakkında uyarılarda bulunduklarını kaydetmiş ve bu uyarılarının dikkate alınmadığını, Kıbrıs Rum yönetimi ve Yunanistan'ın, Ada'nın güneyini ağır silahlarla doldurduklarını ve Rus füzelerinin ithali kararıyla, tahammül sınırlarının aşıldığını ifade ederek, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri tarafından oluşturulan güven artırıcı önlemler paketini askıya aldığını açıklamış ve S-300 füze sistemi, Kıbrıs'a ithal edildiği takdirde, Maraş Bölgesini, sosyal ve ekonomik bakımdan Gazimagosa'yla bütünleştirme yoluna gideceğini ilan etmiştir.

Hükümetimiz, Dışişleri Bakanlığımız sözcüsü ve bizzat Sayın Dışişleri Bakanımız tarafından yapılan iki ayrı yazılı açıklamayla tepkilerini ortaya koymuştur. Bu açıklamalarımız, hepinizin malumudur. Bu nedenle, içerikleri hakkında ilave yorum yapmayacağım; ancak, bu çerçevede hatırlatmak istediğim husus, Sayın Denktaş tarafından yapılan açıklamada belirtilen görüş ve önlemlerin de Hükümetimizce kuvvetle desteklenmiş olmasıdır.

Rusya Federasyonu Büyükelçisi Dışişleri Bakanlığına davet edilerek, Kıbrıs Rum tarafıyla füze satışlarına ilişkin olarak imzaladıkları mukavele protesto edilmiş, bu kararlarını yeniden gözden geçirmeleri istenmiştir.

Diğer ülkeler nezdinde de girişimlerimiz sürdürülmekte ve bahis konusu sözleşmenin iptali için, Kıbrıs Rum tarafı ve Rusya Federasyonuna yönelik baskılarını sürdürmeleri talep edilmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Kıbrıs Türk Halkı otuz yılı aşkın bir süredir hak ve eşitlik mücadelesi vermektedir. Kıbrıs Türk'ü, tehdit ve baskılara her türlü imkânsızlığı aşarak karşı koymuş; kanı ve canı pahasına, eşitlik ve özgürlüğüne sahip çıkmıştır. Türkiye, bu mücadelesinde her zaman Kıbrıs Türk Halkının yanında olmuştur.

Türkiye'nin, bölgede, Türk-Yunan dengesine dayanan stratejik menfaatları, Kıbrıs Türk Halkına karşı ahdî yükümlülükleri vardır. Türkiye'nin, Kıbrıs Türk toplumunun güvenliğini tehlikeye düşürecek, askerî imkân ve kabiliyetlerine tehdit oluşturacak gelişmeleri müsamahayla karşılayamayacağı açıktır. Bu konuda, gerekli görülen her tedbir, şüphesiz alınacaktır.

Türkiye, bugüne kadar, ahdî ve tarihî sorumlulukları doğrultusunda Kıbrıs'ta barışın ve huzurun teminatı olmuştur. Türkiye, Kıbrıs Türk Halkının uluslararası antlaşmalardan doğan meşru hak ve çıkarlarını korumaya kararlıdır ve bu yönde üzerine düşen vecibeleri yerine getirecektir. Bu konuda kimse kuşku duymamalıdır. 1974 öncesinin karanlık döneminin geri gelmesine, ne Kıbrıs Türk Halkı ne de Türkiye izin vermeyecektir.

Sayın Genelkurmay Başkanımız, anavatan Türkiye'nin, Kıbrıs Türk Halkına yönelik sarsılmaz güvencesinin bir işareti olarak, halen, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini ziyaret etmektedir.

Hükümetimiz, Kuzey Kıbrıs ekonomisinin, somut projelerle güçlü bir yapıya kavuşturulması hususunda da kararlıdır. Geçen hafta, Ankara'da, Sayın Başbakanımız ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Başbakanı Sayın Derviş Eroğlu arasında imzalanan ekonomik işbirliği protokolü, bunun en somut göstergesidir.

Kıbrıs sorununu yaratan ne Türkiye ne de Kıbrıs Türk tarafı olmuştur. Türkiye, her zaman, Kıbrıs sorununa müzakereler yoluyla çözüm bulunmasından yana ağırlığını koymuştur; Kıbrıs Türk Halkını bu yönde teşvik etmiştir.

Kıbrıs sorunu, adil ve kalıcı bir çözüme ulaşacaksa, bunun yolu, Ada'daki mevcut iki yönetim arasında serbest iradeleriyle yapılacak müzakerelerdir. Bu soruna, dışarıda oluşturulacak hazır formüllerle veya yaratılacak sunî gerilimlere dayalı oldubittilerle kalıcı bir çözüm bulunamayacağı açıktır.

Kıbrıs'ta bir çözümün, Türkiye ve Kıbrıs Türk Halkı açısından vazgeçilmez şartları vardır: İki toplumluluk, iki kesimlilik, iki yönetimin siyasî eşitliği ve eşit egemenliği; 1960 garanti ve ittifak antlaşmalarının aynen devam ettirilmesi bu şartlar arasındadır. Ada'ya silah yığarak, bunu bir pazarlık kozu olarak kullanmayı düşünmek, gerilim artırarak Türkiye'nin ve Kıbrıs Türk Halkının bir çözüm için öngördüğü aslî şartlardan vazgeçeceğini ummak, ancak hayalperestlikle eşanlamlıdır.

Türkiye, dış ilişkilerinde her zaman uluslararası hukuka saygılı olmuştur. Son füze krizi, Birleşmiş Milletler kararlarını hiçe sayanların, bölgede gerilim ve huzursuzluk yaratanların, Kıbrıs sorununun çözüm çabalarını zora sokanların, Ada'da uzlaşma yerine gerilim ve çatışma arayışı içinde olanların kimler olduklarını açıkça göstermiştir.

Türkiye ve Kıbrıs Türk tarafı bu oyunlara gelmeyecektir. Ümidimiz, Rum-Yunan tarafının uzun bir müddetten beri uyguladığı gerilim ve düşmanlık politikasının sonuçlarının, uluslararası toplum tarafından, bu kez, tüm yönleriyle değerlendirilmesi ve gereken uyarıların zamanında yapılmasıdır. Eğer, bu gerilim politikasını sürdürmeleri halinde ciddî kayıplara uğrayacakları, uluslararası camia tarafından, Kıbrıs Rum yönetimi ve Yunanistan'ın dikkatine gereken ağırlıkta getirilmediği takdirde, Kıbrıs'ta ve Doğu Akdeniz'de artan gerilimin azalabileceğine ihtimal verilmemektedir.

Tabiatıyla, Rum, Yunan tarafının da geçmişteki hatalardan ders almaları, izledikleri politikaların yanlışlığını görmeleri, uzlaşma ve müzakere yoluna bir an önce geri dönmeleri de en büyük dileğimizdir.

Hükümetimiz, bu millî davamıza gereken hassasiyetle sahip çıkmaya devam edecektir.

Yüce Kurulu saygıyla selamlıyorum. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Sayın milletvekilleri, Hükümetin yaptığı bu gündemdışı konuşma üzerine, gruplardan birer milletvekiline, grubu olmayan milletvekillerinden bir kişiye söz vereceğim. Gruplar adına yapılacak konuşmaların süresi 10 dakika, grubu olmayan milletvekilinin yapacağı konuşmanın süresi de 5 dakikadır.

Gruplar adına ilk konuşma, ANAP Grubu adına, Sayın Bülent Akarcalı'nın; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

Diğer gruplardan söz isteği gelmemiştir; bekliyoruz.

Sayın Akarcalı, süreniz 10 dakikadır.

ANAP GRUBU ADINA BÜLENT AKARCALI (İstanbul) - Sayın Başkanım, değerli milletvekili arkadaşlarım; Kıbrıs meselesine en çok önem veren siyasî parti olarak, gelişmeleri endişeyle izlemekteyiz. Bu gelişmeler, Türkiye'nin güvenliğini tehdit edecek boyutlara gelmiştir. Bu durum da, uzun zamandır devam eden ihmal ve yanlış politikaların sonucudur.

Şöyle ki, 1994'te, Yunanistan'ın Güney Kıbrıs Rum kesimiyle ortak savunma işbirliğine zamanın hükümeti ses çıkarmamıştı. Yine, Yunanistan'ın Güney Kıbrıs'ta deniz ve hava üssü kurmasına hiçbir tepki gösterilmemişti. Rusya ile Güney Kıbrıs arasındaki füze alımı da dünün işi değildir; bu görüşmelerde de, tamamen, Türk Hükümeti sessiz kalmıştı.

Dışişleri Bakanının son yaptığı gezide ise, Rusya'nın, masaya vurulan yumruklar sayesinde ikna edildiği ve füzelerin Rumlara satışından vazgeçildiği beyan edilmişti; oysa, şimdi ortaya çıkan, bu füzelerin 12 ilâ 18 aylık bir süre içerisinde Güney Kıbrıs'a yerleştirileceği gerçeğidir.

BAŞKAN - Sayın Akarcalı, bir dakika efendim...

BÜLENT AKARCALI (Devamla) - Evet, ben de bekliyordum...

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, salonda büyük bir gürültü var; burası sohbet yeri değil, burası dinleme yeri. Rica ediyorum... Arkadaşımızın konuşmasını anlayamıyoruz.

Lütfen efendim... Orada konuşmayalım... Rica ediyorum; ciddiyetle dinleyelim...

BÜLENT AKARCALI (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli arkadaşlarım, ben, daha dün Kıbrıs'tan geldim. Bu görüşmeleri, oradaki, Rum mezalimi altında yaşamış olan 200 bin soydaşımız da izliyor. Sizlere, özellikle bunu hatırlatmak isterim. Mesele, yalnız politikalar değil, tavırlardır; Türkiye Büyük Millet Meclisinde böylesine bir konu konuşulurken, herhalde, tüm milletvekillerinin, buna, asgarî ciddiyeti göstermesi gerektiğine inanıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bu kürsüden, ayrıca şunları duyurmak istiyorum: Rusya, tutumunu gözden geçirmelidir. Hırçın ve sorumsuz Rum kesimine, bu füzeleri satmaktan vazgeçmelidir. Bu tip ucuz politikalar, iyi komşuluk ilişkileriyle kesinlikle bağdaşmaz.

Türkiye'de, şu anda, zayıf, tutarsız, ömrü belirsiz bir Hükümetin işbaşında bulunmasından yararlanmak ve çıkar sağlamak hesaplarına da, başta Yunanistan olmak üzere, kimse girmemelidir.

Türkiye, en zor anlarda dahi dış sorunların üstesinden gelmesini bilen bir ülkedir. Kendi iç ihtilaflarını, Kıbrıs gibi millî davalarda, her zaman aşmasını bilir. Böyle bir meselede, milletimizin ve Meclisimizin tam bir birlik ve beraberlik içinde olacağından Yunanistan'ın ve Kıbrıs Rum kesiminin şüphesi olmamalıdır.

Bu konuda, Amerika Birleşik Devletlerine de önemli bir görev düşmektedir. Zira, Clinton, ikinci Başkanlık döneminde, Kıbrıs meselesini barışçı çözüme kavuşturma isteğini belirtmişti; ancak, füze yerleşimi, barışçı çözüm umutlarının kökten yok olmasına yol açacak vahamette bir olaydır.

1995'te Kıbrıs Rum yönetimiyle Avrupa Birliğinin üyelik görüşmeleri başlatmasına ilişkin karara, Hükümetin, Gümrük Birliği politikası uğruna sessiz kalması ve buna zımnen rıza göstermiş olması, Kıbrıs Rum yönetiminin böylesine şımarmasına ve sorumsuzca davranmasına yol açmıştır. O zamanki gaflet, hem Avrupa Birliğinin Kıbrıs meselesine müdahil olmasına imkân verdi hem de Güney Kıbrıs'ın dokuz yıldır cesaret edemediği füze konuşlandırmasını hayata geçirmesine vesile oldu. Dolayısıyla, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği ülkeleri, Türkiye'nin kararlılığını dikkate alarak, Yunanistan'ı ve Kıbrıs Rum kesimini, maceracı, tecavüzkâr tutumlarından vazgeçirmelidirler. Geçmişteki bütün bu yanlış politikalara rağmen, Türkiye'deki bütün siyasî güçlerin, bugün, aynı kararlı noktada birleştikleri kesindir. Anavatan Partisi olarak, Türkiye'nin güvenliğini tehdit edecek hiçbir gelişmeye izin verilmeyeceğini, bir kere daha, ilgili bütün taraflara duyurmak isteriz; kimse, yanlış bir hesap içinde olmasın.

Dışpolitika konusunda ve Kıbrıs'ı da kapsayan genel görüşme talebimizin, iktidar partilerince de destek görüp, Danışma Kurulunda kabul edilmesini bekliyoruz. Böylece, yapılacak genel görüşmede, Hükümetin, hem dışpolitikada şimdiye kadar Meclisten esirgediği bilgileri almış hem de Hükümete önemli görüşlerimizi iletir, alınmasını istediğimiz bir dizi tedbirleri de dile getirmiş oluruz ve kimi diyalog girişimlerinin de samimiyeti bu şekilde ortaya çıkmış olur.

Tekrarlamak istediğim bir husus da şudur: Önümüzdeki dönemde, Kıbrıs Rum yönetimi ve onun arkasına saklanan Yunanistan'ın, kendileri açısından bir intihar teşebbüsü sayılacak bu politikalardan caydırılması şarttır. Başta ABD olmak üzere, Kıbrıs için özel temsilci görevlendiren İngiltere ve Avrupa Birliğinin, bu noktayı Yunanistan'a, mutlaka, ama mutlaka kabul ettirmeleri kendileri yararınadır.

Değerli arkadaşlarım, şımartılan Yunanistan'ın 1919'da Anadolu'ya saldırısı, pohpohlanan Rumların 1963'te Kıbrıs Türklerine katliam saldırısı, 1974 darbesi, tecavüzkâr ülkenin Yunanistan ve Rum kesimi olduğunu açık bir biçimde göstermektedir. Amerika Birleşik Devletlerinden ve Avrupa Birliği ülkelerinden bu hususları hatırlamalarını istememiz en doğal hakkımızdır. Özellikle, Avrupa Birliği, Rum kesimi gibi sorumsuzluğunu ve saldırganlığını iyice ortaya koymuş bir yönetimle başlatacağı üyelik müzakerelerinin nelere mal olabileceğini çok dikkatle hesap etme durumunda olmalıdır.

Rum kesiminin, kendi yarattığı krizle, Türkiye'yi tehdit unsuru olarak gösterecek tam üyeliğine sıcak bakmaya kalkmak Yunanistan'a, Kıbrıs'ta yeni statüler oluşmasına yol açar. Ayrıca, Avrupa Birliğinin, genişleme politikalarıyla tam bir uyum içerisinde sürmesi gereken NATO genişlemelerini tamamen kadük kılar ve çıkmaza sokar.

Değerli arkadaşlarım, özetle şunları belirtmek istiyorum: Yunanistan'ın, Kıbrıs Rum kesimiyle danışıklı döğüşlerle yarattığı bu kriz ortamından yararlanmaya kalkmasına Hükümetin hem hassasiyet hem de tepki göstermesi şarttır. Lozan ve Paris Antlaşmalarına karşın, adaların silahlandırılması, Meis Adasına askerî uçak konuşlandırmak küstahlığına göz yumulmamalıdır.

Avrupa Birliğinden elde ettiği 40 küsur milyar dolarla sivil ihtiyaçlarını gideren Yunanistan'ın, kendi kaynaklarından 16 milyar doları silahlandırmaya ayırabilmesinde, siyasî sorumluluğun, Avrupa Birliğine ait olduğunu kendilerine anlatmamız şarttır. Dolayısıyla, ilgili tüm ülkelerin, Kıbrıs Rum kesiminin, kendilerini ne gibi maceralara sürüklediklerini çok net bir şekilde bilip, tarihten ders almayanların, tarihin tekerrüründen doğacak sonuçlara peşinen razı olmakla karşı karşı kalacaklarını Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu kürsüsünden bir kez daha duyurmak isteriz.

Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Akarcalı.

Söz sırası, DYP Grubu adına, Kilis Milletvekili Sayın Doğan Güreş'te, buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

Sayın Güreş, süreniz 10 dakikadır.

DYP GRUBU ADINA DOĞAN GÜREŞ (Kilis) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Meclisi saygıyla selamlarım.

Şu ana kadar bu kürsüde konuşma yapan değerli arkadaşlarım bir kez daha göstermişlerdir ki, Kıbrıs, yavru vatandır; Kıbrıs, Türkiye'nin çok önemli millî davasıdır. Bu davaya 65 milyonluk Türk Ulusu ve onun Yüce Meclisi tekrar sahip çıkmış ve çıkacaktır.

Değerli arkadaşlarım, bu dava, esasta, ne Kıbrıs Türkü ile Kıbrıs Rumu ne de Türkiye-Kıbrıs arasındaki davadır; bu, temelde, bir Türk-Yunan davasıdır. Şimdiye kadar yaratılan her sorunun arkasında, maalesef, Yunanistan'ın akıl hocalığı ve fizikî desteği mevcuttur.

Ben, geçmişte, Türk-Yunan dostluğu ve sorunları çözmede işbirliği için çok uğraş vermiş bir insanım. Aktif görevdeyken, karşıtım olan Yunan Genelkurmay Başkanına defalarca davette de bulundum; Türkiye'ye gel, istediğin yeri sana göstereyim, istersen Trakya'yı göstereyim, Trakya hududunu göstereyim; cevap olumsuz. Sen beni davet et, ben, Atina'dan başka bir yere gitmeyeceğim; ama, bir adım atalım dedim; cevap, yine olumsuz. Sonuçta, anladım ki, Yunanistan'da, durumu yumuşatma, barış yolunu aralama gibi bir niyet yok. Anlaşılan, tarih boyunca olduğu gibi, çıkarlarının, devamlı Türk-Yunan krizi yaratma siyasetiyle mümkün olacağına inanmışlar.

Arkadaşlar, bilindiği gibi, millattan sonra 146 yılında Romalıların Korint'i işgaliyle Grek ırkı dağıtıldı ve tarihten silindi. Kaynak, Yunanlı tarihçi Paparrigopulos. 1800'lerin ortalarına doğru, Grek hayranı Batılıların dürtüsüyle Mora Yarımadasında sunî olarak yaratıldıklarından beri, Türklere karşı entrika içerisinde olmuşlardır. İşte; Teselya sorunu, Makedonya sorunu, Batı Trakya sorunu, Girit sorunu, Ege Adaları ve bir gecede, İtalya'dan alınıp, verilen 12 Adalar...

Hep kriz ve çoğunda da çıkarları doğrultusunda, maalesef, kazançlar sağlamışlardır. Elbette ki, Batı'nın direkt veya endirekt desteğini unutmamak gerekir.

Gelelim Kıbrıs meselesine:

1878 Kıbrıs konvansiyonunun imzalanması sonucu Yunanistan'da başlayan Enosis hareketleri.

27 Şubat 1947'de, Yunan Parlamentosunun, oybirliğiyle “Kıbrıs'ın Yunanistan'la birleşmesi gerektiğine” dair alınan kriz yaratıcı karar.

1951'de, dönemin Yunanistan Başbakanı olan Venizelos'un, kendi parlamentosunda yaptığı konuşmada, Yunan hükümetinin Enosis istediğini belirtmesi.

1954'te Kıbrıs'a, gizlice Yunan silah ve cephanelerinin sokulması.

Yine aynı tarihte, Kıbrıs'ta selfdeterminasyon ilkesinin uygulanması için, bu isteğin Birleşmiş Milletlere Yunanistan tarafından iletilmesi ve ikazlara rağmen, bu isteğin, 1955'te, 1957'de tekrar tekrar yinelenmesi.

Gelelim 1963'lere... Kıbrıs Anayasasında değişiklik, kanlı çarpışmalar, kanlı noel ve Türk katliamı...

Bütün bunların arkasında kim var; elbette ki, Yunanistan.

Bakınız, 21 Nisan 1966 tarihli Kıbrıs Rum Gazetesi Patris'te özetle ne denildi o zamanlar: “Yunan ordusuyla birlikte hazırlanan 21 Aralık 1993 Akritos planının amacı, Kıbrıs Cumhuriyeti varlığına son vererek Enosisi gerçekleştirmektir.”

Aynı şekilde, 1964 yılı baharında, Kıbrıs Rumlarının Türk Halkına karşı yürüttüğü soykırıma karşı devrin Başbakanı rahmetli İsmet İnönü'nün yaptığı “bu durumda, gerekirse müdahale edebiliriz” mealindeki ikazına, o devrin Amerika Cumhurbaşkanı Johnson'un cevaben yazdığı meşhur mektubunu da, Batı'nın, zaman zaman tek taraflı hareketinin acı bir örneği olarak hatırlayabiliriz.

Bilahara, kısmen de olsa, Kıbrıs'ın Yunanistan'a ilhakını öngören Acheson planına yine tam Enosis değil diye Yunanistan'ın tepkisi ve 15 Temmuz 1974'te Yunan cuntasının Kıbrıs'ta gerçekleştirdiği darbe. Enosis yolunu açan darbedir bu. Bilahara, Türk çıkarması, Kıbrıs'a barış ve huzuru getiren harekât.

Görüldüğü gibi, bu mesele, esasta bir Türk-Yunan meselesidir. Her ne kadar, mesele, toplumlararası görüşmelerle çözülür denilse dahi, sonuçta, dolaylı dahi olsa, Türk-Yunan arası çözüme gidilmesi gerekebilecektir.

Şimdi, gelelim, o tarihten bu yana yapılan Rum tarafı askerî hazırlığına. Biraz askerî tekniğe girmiş olacağım; ama, mümkün olduğu kadar anlaşılır kılmaya gayret edeceğim.

Yunanistan, 1974 Barış Harekâtından sonra detaylı bir özeleştiri yapmıştır ve Kıbrıs'taki acı mağlubiyetini, öncelikle Türk Hava Kuvvetlerine karşı etkisiz kalmalarında bulmuştur; yani, en büyük tehdidi Türk Hava Kuvvetleri olarak görmüştür. Bilahara “Türk Hava Kuvvetlerini durdurursam, ikinci bir tehdit vardır, o da zırhlı birlikler, tank harekâtı. O halde, tank ve tanksavar noksanlığını da gidermeliyim” demiştir. Bilahara, birliklerini bir yerden bir yere tekerlekli araçlarla naklettiği için, bunda da zayiat vermiş, buradan da zırhlı personel kariyerlerine ihtiyaç olduğunu çıkarmıştır ve onun için, 1974'ten sonra yaptığı ilk iş, Trados Dağlarında mobil ve sabit radarlarını tesis ederek Türkiye'yi ve Akdeniz'i gözetim altına almasıdır. Biz buna, erken ikaz ve haber sistemi deriz. Bilahara ise, hemen parayı yatırmış ve omuzdan atılan Stinger tipi, ama Stinger olmayan füzeler ve bizim Oerlikon dediğimiz, 1 500 metre etkili menzili olan, radarıyla 10-15 kilometreden otomatik takibe geçen çok etkili uçaksavar silahları almıştır. Bugün, bu silahlarıyla, alçak hava savunmasında Kıbrıs, dünyanın en güçlü ülkelerinden biri haline gelmiştir.

Bunun akabinde, tank ve tanksavar için teşebbüse geçmiş, Brezilya'dan 90 milimetrelik toplar almış; bilahara Fransa'ya yanaşmış, AMX tankları almış; bilahara, 1985'te, bizim “MİLAN” dediğimiz, Fransızların “HOT” dediği, tanklara karşı füzeler almıştır.

1994'te ve 1995'te ise, Ruslardan T-4, T-5 100 mililitrelik tekerlekli topları almıştır ki, çok etkilidir; gece görüş cihazları vardır, gece görüş imkânı vardır.

En son, 1995'te, bir taburluk, 50 kadar T-80 tankı almıştır. T-80 tankı, dünyanın en güçlü birkaç tankından biridir. Amerikan tankı, Leopard-2 ve T-80... Halen ellerinde mevcuttur.

Birlik kaydırmak için de AMX zırhlı personel taşıtlarını almıştır. Topçusunu 30 kilometre menzile götürmüştür. Eskiden, bu imkân yoktu.

Demek ki, şu haliyle, Kıbrıs, kendini savunacak duruma gelmiştir diyebiliriz.

Buna rağmen, bununla yetinmemiş, T-80 tanklarını almak için Rusya'ya gittiğinde, ivedi görüşme yapmış ve şimdi, konu olan, bizim NATO'da SA-10 dediğimiz (SAM-10, yani surface to air) karadan havaya hava savunma füzesinin ilk görüşmelerine başlamıştır. Buna, Ruslar, S-300 diyor. Şimdi, bunu da, biraz evvel Sayın Bakanın söylediği gibi, kesin karar altına almışlardır ki, bu, bir taburluk önemli bir silahtır.

Şimdi, bunun özelliğinden -merak edersiniz diye- basitçe bahsetmek istiyorum. Bunun yatay menzili 30 metreden 150 kilometreye kadardır; ama, en önemli özelliği, dikey menzilidir; 90 bin feet, yani 28 kilometredir. Bu, Rusların, Sovyetlerin, 1980-1981 yıllarında, Amerika Birleşik Devletlerinin çok yüksekten uçan uçaklarına karşı (U-1'dir, U-2'dir) veya stratejik uçaklarına karşı geliştirilmiş bir hava savunma silahıdır, 80 bin feette, 90 bin feette uçan uçaklar içindir.

Elbette, bunun benzeri -biraz evvel de Sayın Bakan söyledi- Patriottur. Biliyorsunuz, bunu, Körfez Krizinde Amerikalılar buraya getirmişti; ama, Patriot, menzili daha kısa olmasına rağmen, bundan daha üstündür; çünkü, füzesavardır, aynı zamanda füzeyi vurur. Bu, füzeyi vuramaz.

Bu silah, esasında hava savunma silahıdır; ama, geliştirilirse -ki, bu teknik imkân vardır dünyada- satıhtan satha da atılabilir; yani, satıhtan, Akdenizde seyreden bir gemiye de atılabilir; gemi de 160 kilometre menzil içinde vurulabilir. Ama, Kıbrıs için stratejiktir diyebiliriz.

Şimdi, Ruslar diyor ki, bu, savunma silahıdır. Evet, Rusya büyük bir ülkedir; 160 kilometre menzili olan bir füze, Rusya için -doğrudur- bir savunma silahıdır; ama, Kıbrıs gibi 80 kilometre derinliği olan bir ülkede 160 kilometrelik bir füze, savunma silahı değildir; doğrudan doğruya taarruz silahıdır; çünkü, bu, Kıbrıs'ın güneyine yerleştirildiği zaman, Silifke'de uçan uçağımızı vurur, Anamur üzerinde uçan uçağımızı vurur, biraz daha kuzeye çıkarsa, daha kuzeydeki uçağımızı yerinde vurabilir.

O halde, bunun aksini iddia etmek, askerî bakımdan mümkün değildir ve hiç de doğru değildir; tamamıyla stratejik bir taarruz silahıdır.

Peki, bu durumda niyet nedir; niyet, Türk uçaklarını alçak hava savunmasıyla zaten nötralize edebilme imkân ve kabiliyetine sahip olmuştur; ama, şimdi onu Türkiye'den karşılamaktır. Elbette, bu silahın da zayıf tarafları vardır. Nedir; bu, daha ziyade çok yüksek hava silahı olduğuna göre, alçak havada bazı elektronik zafiyetleri olabilir. Radar güdümü dolayısıyla, bizim F-16 uçaklarımızın elektronik harbine karşı hassastır; yani, elektronik harp yapıldığı zaman radarları körlenir ve saptırılabilir.

Bütün bunlara rağmen -ben, bu silahın etkisini bir tarafa koyuyorum- bence esas önemli olan, Güney Kıbrıs'ın niyeti ve maksadıdır ve Güney Kıbrıs'ta Rus silah ve askerinin bulunmasıdır; ayrıca, taviz verilirse arkasının geleceğidir.

Şahsî kanaatime göre, Kıbrıs Rum yönetimi haddinden fazla silahlanmış ve silahlanmaktadır. Niyet ve maksatları -biraz evvel söylediğim gibi- öncelikle Türk uçaklarını etkisiz kılacak imkân ve kabiliyetlere kavuşmak -ki, bu füzeler alınırsa daha etkili olacaktır- ayrıca, Türk tanklarını da etkisiz kılacak imkânlara kavuşarak; ki, T-80 tanklarını dahi almıştı...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Güreş, süreniz bitti efendim. Ne kadar bir süre...

DOĞAN GÜREŞ (Devamla) - 3 dakika...

BAŞKAN - Peki, 3 dakika daha veriyorum.

Buyurun.

DOĞAN GÜREŞ (Devamla) - Ayrıca, Türk tanklarını da durduracak tanksavar silahları ve füzeleri de almıştır. Stratejinin, zaman, mekân, imkân faktörleri içinde fırsat doğduğunda taarruza geçmek ve Kıbrıs'ta tam hâkim olarak Enosisi ilan etmektir niyet ve maksad. Bundan kimsenin şüphesi olmamalıdır.

Buna karşı biz neredeyiz; elbette ki, çok güçlüyüz. Bizim de muhtelif faraziyelere göre birçok tedbirimiz vardır; ama, bu tedbirlerimizi bilemez -ki, doğaldır, bilemez- ve imkânlarımızı da yanlış takdir ederse, Rum tarafı, Yunanistan'ın dürtüsüyle bir çılgınlığa kalkışabilir. Bu ihtimalin oldukça yüksek olduğunu hatırdan çıkarmamak gerekir.

O halde, Kıbrıs için stratejik olabilecek bu silahın Güney Kıbrıs yönetimince satın alınmaması ve bundan sonra da, Kıbrıs Rum yönetiminin silahlanma yarışını engellemek için, siyasî ve diplomatik kararlılığımız, devamlı olarak, tavizsiz, belli edilmelidir, açıklanmalıdır. Bu bapta, Hükümetin göstermiş olduğu kararlı ve zamanlı tepkiyi destekliyoruz. Alınacak askerî tedbirler için, burada öneride bulunmayı lüzumsuz görüyorum; çünkü, bu tedbirler alınır ve belki de alınmıştır.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Güreş.

Refah Partisi Grubu adına, Gaziantep Milletvekili Sayın Kahraman Emmioğlu; buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır Sayın Emmioğlu.

RP GRUBU ADINA KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Kıbrıs tarihine baktığımız zaman, hiçbir zaman, Kıbrıs bir Yunan adası olmamıştır.

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Kars) - Siz Kıbrıs'tan ne anlarsınız!

KAHRAMAN EMMİOĞLU (Devamla) - Osmanlılara geçtiğinde, Osmanlılar, her zamanki yaptıkları tatbikatla, buradaki insanların inanışlarına hürmet göstermişler ve halklarının, kendi hukukları içerisinde yaşamasına müsaade etmişlerdir; fakat, ne zaman ki, Kıbrıs, Rum tarafından, İngilizlerin himayesiyle idareye başlanmış, o zaman, orada bulunan Türk azınlık devamlı şekilde göçe zorlanmıştır ve neticede, Rum çoğunluğu hâkim olmaya başlamıştır.

Tarihî niyetleri, hepimizin bildiği gibi, Enosistir; yani, Kıbrıs'ı tamamen Rumlaştırmak ve orayı Yunanistan'a tamamen ilhak etmektir. Bildiğiniz gibi, 1964 senesindeki meşum kanlı Noel hadiseleri, hepimizin hafızasındadır. Oradaki zulüm, oradaki gaddarlık ve hunharlık, ta, 1974 senesine kadar sürmüş ve 1974 senesinde, Sampson'un, meşhur Enosise ilhak darbesiyle birlikte, Türkiyemizi de Barış Harekâtına zorlamıştı.

Barış Harekâtıyla birlikte orada teessüs edilen nizam -bildiğiniz gibi- en sonunda, Güney Kıbrıs ve Kuzey Kıbrıs olarak iki idareye bölünme şeklinde olmuştur ve bütün dünya bugün biliyor ki, bu nizam içerisinde insanlar rahat yaşıyorlardı; ta ki, son zamanlara gelene kadar. Demin, DYP'nin değerli sözcüsü, burasının, Güney Kıbrıs'ın müdafaasının, kendilerince, geçmişten ders alarak yapılması hususunda, birçok silahlanmaya gittiklerini ifade etti. Evet, bugün, artık, Güney Kıbrıs'ın bir silah deposu olmuştur. Buna rağmen, şu anda, silahlanmayı kâfi görmüyorlar, stratejik olarak S-300 silahını da almak üzere, Ruslarla anlaşma yapılmıştır.

Tabiatıyla, Türkiye, bu stratejik silahlar karşısında bigâne kalamazdı. Gerçi, bazıları, Güney Kıbrıs silahlanmaya başladığı zaman Türkiye'den gerekli tepkiler gelmediğini ifade ediyor; bir bakıma doğrudur; fakat, son stratejik silahın alınmasında, Hükümetimizin tepkisi çok makuldur. Aksi halde, bu silahlanma, daha da ileri boyutlara gidecek; artık, zaman, onların lehine işler hale gelecek ve Türkiye'yi, istikbalde, çok büyük sıkıntılara maruz bırakacaktı.

Aslında, iki ülkenin, gerek Yunanistan'ın gerek Türkiye'nin müşterek problemi olan Kıbrıs konusunda, Yunanistan'ın bu gerginliği tırmandırmada hiçbir menfaatı yoktur; hatta, bana göre, zararları vardır ve Yunanistan'ın zararları çok daha fazladır. Buradan, Yunan halkına da seslenmek istiyorum: Devamlı bir kompleksle, Türkiye'nin kendilerine saldıracağını devamlı şekilde telkin eden üst idarecilerine aldırmasınlar. Bütün gayretler, aslında, barışadır ve barışın bütün ülkelere de faydası hepimiz tarafından bilinmektedir. Evet, son silahları almakla, aslında, Enosis hülyasının, hâlâ, onlarca dipdiri olduğunu göstermişlerdir ve Türkiyemizi tehdit edecek bir silahtır; kendilerinin ifade ettiği gibi değildir; yani, yalnız savunmaya tahsisli bir silah değildir. Nitekim, eğer, biz bu silahları alsaydık, onlar kıyameti koparacaklardır. Elbette, şimdi, biz de diyoruz ki, Hükümetimizin bu konuda göstermiş olduğu reaksiyonu, almış olduğu tedbirleri gayet yerinde görüyoruz.

Değerli Başbakanımızın, Başbakan Yardımcımızın, Millî Savunma Bakanımızın bu konudaki tutumları da, bir savaş istemi şeklinde değil, bilakis, barışın sağlanmasına yöneliktir.

Hükümetimizin almış olduğu kararları destekliyor, bu tutumlarının devam etmesinde yarar bulduğumuzu ifade ediyor, hepinizi hürmet ve muhabbetimle selamlıyorum. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Emmioğlu.

Söz sırası, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Altan Öymen'in.

Buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Öymen, süreniz 10 dakikadır.

CHP GRUBU ADINA ALTAN ÖYMEN (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın arkadaşlarım; Sayın Millî Savunma Bakanının izahatı üzerine, Cumhuriyet Halk Partisi Meclis Grubunun, Kıbrıs sorununun son aşamasıyla ilgili görüşlerimi açıklamak için huzurlarınızdayım. Hepinizi Grubum adına saygıyla selamlarım.

Kıbrıs'la ilgili gelişmelere değinirken, Kıbrıs'ın yakın tarihini kısaca hatırlamayı hiçbir zaman ihmal etmemek gerekir. Yunanlı ve Kıbrıslı komşularımız bunu hiç istemezler; Kıbrıs'ın tarihi, sanki, 1974'te başlamış gibi bir tavır içinde olurlar; sanki, Türkiye, oraya, durup dururken müdahale etmiş gibi davranırlar. Oysa, tabiî, bunun, 1974 öncesi var ve bunun özetini hem kendimize hem de bütün dünyaya mütemadiyen hatırlatmakta sayılamayacak kadar fayda var.

1959 Londra ve Zürih Antlaşmalarıyla kurulan Kıbrıs Devletinin uluslararası antlaşmalarla konulan statüsünde, bu devletin, Kıbrıs'taki Türk toplumu ile Kıbrıs'taki Rum toplumu arasında bir ortak devlet olması öngörülmüştü. İki toplumun, devletin her kademesinde, Cumhurbaşkanlığından güvenlik güçlerine ve millî savunmadan parlamentoya, bakanlar kuruluna kadar, her toplumun, burada, kontenjanlara göre temsil edilmesi esastı. Kıbrıs, bu şekilde ortaya çıktı.

Başlangıçta buna Kıbrıs Rum toplumu da imza attı, Türk toplumu da imza attı, İngiltere, Türkiye ve Yunanistan da imza attı; fakat, kısa bir süre sonra görüldü ki, gerek Kıbrıs Rum kesimi gerekse Yunanistan, bu anlaşmayı, sadece ana amaçlarına varmak için bir geçici süreç olarak görmektedirler ve hepimizin bildiği gibi, ama, her zaman hatırlamamız gerektiği gibi, 1963 yılında, 1963 yılının Noelinde, Türk kesimine karşı katliama ve etnik temizlik hareketine fiilen başladılar.

1963,1964,1967 yıllarında tırmanan, zirve noktasına tırmanan, aradaki yıllarda da devamlı bir baskı hareketi halinde gelişen bu davranışların, bu politikanın, 1990'lı yılllarda Bosna-Hersek'te uygulanan etnik temizlik politikasıyla, esas itibariyle hiçbir farkı yoktur. Kıbrıs'taki Rumlar, Yunanistan'ın desteğiyle, Kıbrıs'ta, bu hareketin ilk örneğini, Akdeniz bölgesindeki ilk örneğini, tabiî, o zamanın şartları içinde vermişlerdir.

1974'e gelindiğinde de, artık bu sürecin sonuna gelindiğini düşünerek, malum Sampson darbesiyle, Kıbrıs'ı tam bir Yunan adası haline getirmenin son adımını atmışlardır ve bizim de, tabiî, anlaşmalara dayanan, uluslararası anlaşmalara dayanan müdahalemiz gerçekleşmiştir. Belirttiğim gibi, bunu, burada tekrarlamanın -bazı arkadaşlarım da tekrarladılar- faydası büyüktür, her forumda, uluslararası her forumda; çünkü, Yunanlılar bunu unutturmak için, şimdiye kadar ellerinden geleni yapmışlar ve büyük ölçüde de muvaffak olmuşlardır.

Şimdi, burada, yeni bir aşamaya geliyoruz. Millî Savunma Bakanı izahatında, durumun özetini verdi. Bir yandan, Kıbrıs'a, şimdiye kadarki silahların getirilmesinden sonra getirilmek yoluna girilmiş olan S-300 füzeleri, bir yandan da, Yunanistan'ın, diğer bölgelerdeki faaliyeti. Yunanistan'ın, diğer bölgelerdeki faaliyeti derken, Ege bölgesindeki son adımlarını da unutmamak gerekir. Yunanistan, 1947'de kendisine geçen adaları, anlaşmalara rağmen, silahlandırma hareketine durmaksızın devam etmektedir, dün -daha dün- bunun bir örneği verilmiştir, Atina'dan resmen açıklanmıştır ki, Meis Adasında da, artık, bir F-16 filosu konuşlandırılacaktır.

Bir yandan, Ege'de, bilinen hava sahasından kıta sahanlığına kadar uzanan Yunan iddiaları, bir yandan adaların silahlandırılması, bir yandan da -onu da unutmamak lazım- sahipsiz olan, Yunanistan'ın üzerinde sahiplik iddia edemeyeceği besbelli olan bazı adacıkların ve kayalıkların yerleşime açılması. Kardak, bunun son örneğidir; Kardak'a benzer gelişmelerin diğer bazı adalarda devam ettiği görülmektedir; bunu da göz önünde tutmak gerekir, bunun da tedbirini düşünmek gerekir; çünkü, bütün bunlar, Ege'de olanlar ve Kıbrıs'ta olanlar, aslında, Millî Savunma Bakanının da belirttiği gibi, bir politikanın parçalarıdır.

Şimdi, S-300 füzeleriyle Yunanistan ne yapmak istiyor; bu, Türkiye ile bir çatışmayı, bir savaşı göze alma hazırlığı mıdır? Yani, bir yandan Ege'deki adalar silahlandırılacak, bir yandan güneyden kuzeye doğru Türkiye'yi de vurabilecek olan füzeler orada konuşlandırılacak, bundan sonra bir çatışma çıkarsa, çatışmada Yunanistan biraz daha avantajlı bir duruma geçecek; bu mudur; yoksa, bir pazarlık hareketi midir? Pazarlık için elinize önce bir koz alacaksınız, o kozun etkisiyle karşınızdakini taviz vermeye zorlayacaksınız, geri adım atmaya zorlayacaksınız, bu mudur? Hangisi olursa olsun, bu, bir yanlış hesaptır; çünkü, daha geçmişte de görüldü, Yunanistan'ın -millî mücadele zamanına kadar gitmeyelim- 1974 Kıbrıs hadisesi meydandadır; bu hesapları genellikle yanlış çıkmıştır. Bir şeyi hesaplayamamıştır, Türkiye'nin bu konudaki kararlılığını. Türkiye'nin bu konudaki kararlılığı derken, ülkemizin, şu sırada, çok büyük sorunlarla karşı karşıya bulunduğu hepimizin malumudur.

Biz, muhalefet partisi olarak, bu iktidardan çok çeşitli açılardan şikâyetçiyiz. Eleştirilerimiz bellidir; bunları burada söylüyoruz. Memleketin birçok alanında, bu iktidarın yanlış yaptığını ve tehlikeli adımlar attığını görüyoruz. Bu münakaşaları sürdürmeye elbette devam edeceğiz, eleştirilerimizin peşini bırakmayacağız; ama, dost-düşman şunu bilsin ki, bu işlerin, bu eleştirilerimizin takipçisi olurken, Türkiye'ye yönelik dış tehditler karşısında millî bir politikanın oluşmasına katkıda bulunabileceğimiz her yerde, bu imkânın ortaya çıktığı her yerde buna katkıda bulunmaktan da hiçbir zaman geri kalmayacağız.

Bir millî politika oluşmasının ve bu politikanın izlenmesinin, elbette birtakım şartları da var. Muhalefet partisi olarak biz ve öteki muhalefet partileri de bu anlayıştayken -benden önce konuşan ANAP'lı arkadaşım da bunu söyledi- tabiî, buna iktidarın da katkıda bulunmasının önemi meydandadır.

İktidarın, Kıbrıs konusunda ve güvenliğimizi ilgilendiren diğer konularda Meclisimize bilgi vermesi, bugün, ilk defa, Millî Savunma Bakanının beyanıyla yapıldı. Bundan elbette memnuniyet duyuyoruz; yalnız, bu konunun bir de dışpolitika boyutu var ve bu konularda Dışişleri Bakanlarının da izahat vermesi esastır. Gerçi, bizim Dışişleri Bakanımız, Meclise gelerek, kendi bakanlığını ilgilendiren konularda Meclise muhatap olma alışkanlığını altı aydır edinebilmiş değildir. (CHP sıralarından alkışlar) Ama, bu alışkanlığı edinmek için, artık, bir şeyler yapsa iyi olacaktır. Şimdi Millî Savunma Bakanını dinlerken, kendisi “Dışişleri Bakanımız dedi ki, şu beyanatı verdi, Moskova'da bunu yaptı” diyor; bunu kendisinin anlatmasını beklemek elbette bu Meclisin hakkıdır. (CHP sıralarından alkışlar)

Ayrıca, İktidarın, dış ilişkilerdeki, dış konulardaki bazı adımlarını içpolitika malzemesi olarak kullanma alışkanlığından da herhalde vazgeçmesi lazımdır. Bir kere bu, bir millî politika etrafında birleşilmesini güçleştirir. Eğer, İktidar, bunu bir içpolitika malzemesi olarak kullanırsa, bu yolda içpolitika polemiklerine girişirse, tabiî, böyle bir birleşme imkânı azalır.

İkincisi de, bazen son derece tatsız sonuçlar ortaya çıkar; Moskova'daki son durumda olduğu gibi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Öymen, size de eksüre veriyorum, toparlayın efendim.

ALTAN ÖYMEN (Devamla) - Peki.

Kendisi Moskova'da iken Türkiye'ye gelen haberlere göre, Sayın Dışişleri Bakanı orada yumruğunu vurmuş ve Ruslar hemen Kıbrıs Rum kesimine füze vermekten vazgeçmek zorunda kalmışlar; haberler böyle geldi. Sonuç malum; sonuç, kendisini de mahcup edici bir sonuç olmuştur; tabiî Türkiye'nin dışpolitikasını da... Bundan da vazgeçmek lazımdır.

Bir başka yol olarak, muhalefet ile iktidar arasında ve genellikle milletvekilleri arasında bu konularda bilgi iletişimini geliştirmek gerekir. Bunun organlarından biri olarak Dışişleri Komisyonu akla gelir. Dışişleri Komisyonu sadece kendine sevk edilen kanun tasarılarını görüşmekle yetinmeyip, bu gibi dış konuların, hele bu gibi bunalım hallerinde, enine boyuna görüşülmesini ve oradaki muhalefet ve iktidar milletvekillerinin bilgi edinmesini sağlayabilecek bir mekanizmadır. Bu mekanizmanın kullanılması, Parlamentoda temsil edilen bütün partilerin uzman milletvekillerinin, hem konuyu bir arada ele almalarını hem bilgilenmelerini hem de politikaların birlikte oluşturulmasına katkıda bulunmalarını sağlayacaktır.

Bu dileklerle -süremin bittiğini de dikkate alarak- Türkiye'nin, Kıbrıs'taki emrivakilere karşı gereken tedbirleri almakta kararlı bir politika izlemesi için, Cumhuriyet Halk Partisinin elinden gelen her katkıyı göstereceğini bir kere daha vurgularım; hepinizi derin saygılarımla selamlarım. (CHP, ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Öymen.

Gruplar adına son konuşmayı yapmak üzere, DSP Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Ecevit; buyurun efendim. (DSP sıralarından ayakta alkışlar)

Sayın Ecevit, süreniz 10 dakika.

DSP GRUBU ADINA BÜLENT ECEVİT (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; sözlerime başlarken, Demokratik Sol Parti Grubu adına hepinizi saygılarla selamlarım.

Bundan birkaç gün önce verdiğim bir demeçte, bir dilekte, bir temennide bulunmuştum; bir bakanın, Kıbrıs ile ilgili son gelişmeleri gündemdışı konuşmayla Meclise getirmesini, böylelikle muhalefetin de görüşlerini açıklama fırsatı bulabilmesini temenni etmiştim. Bu temennim, bugün gerçekleşmiş bulunuyor; onun için, Millî Savunma Bakanına şükranlarımı sunuyorum.

Değerli arkadaşlarım, son yıllarda, son üç dört yılda, Kıbrıs konusuyla ilgili olarak üç önemli gelişme yer aldı:

Bunlardan birisi, Millî Savunma Bakanının da biraz önce belirttiği gibi, Yunanistan ile Kıbrıs Rum yönetimi arasında bir ortak savunma doktrini anlaşmasının imzalanması. Böylelikle, Kıbrıs yönetimi ile Yunanistan arasında fiilî bir askerî işbirliği, dayanışma, hatta bütünleşme süreci başlamış oldu; bu, çok önemli bir gelişme.

İkincisi, Kıbrıs Rum yönetimine, Avrupa Birliğinde tam üyelik kapısı, Türkiye'nin bütün itirazlarına, haklı itirazlarına karşın açıldı.

Üçüncü önemli gelişme de Rusya Federasyonunun, Bosna-Hersek'ten başlayıp, Yunanistan, Rusya, Kafkaslar üzerinden dolanıp, Güney Kıbrıs'a kadar inen bir Ortodoks kolu kuşatmasıyla Türkiye'yi çevirmesi. Bunlar çok önemli üç gelişmedir. Bu üç gelişme, Kıbrıs'la ilgili olarak durumu ve dengeleri temelinden değiştirmiştir. Kıbrıs Rum yönetimi ve Yunanistan da politikalarını ve stratejilerini bu gelişmeler ışığında yeniden belirlemişlerdir; fakat, yıllardan beri bu gelişmeler gözler önünde yer almakta olduğu halde, Türkiye, maalesef, Rus füzeleri meselesi ortaya çıkıncaya kadar, Kıbrıs'la ilgili olarak kendi tutumunu yeniden gözden geçirme gereğini, ne yazık ki, duymamıştır, hâlâ da, görünüre göre, Türkiye'nin, Hükümet düzeyinde yeni bir politikası ve stratejisi saptanmış değildir.

Bu gelişmelerle ve değişikliklerle neler oldu; bunları kısaca özetlemek isterim. Bir kere, Güney Kıbrıs ile Yunanistan arasında Enosis kapısı fiilen açılmış oldu; yani, Kıbrıs Rum yönetiminin Yunanistan'la bütünleşmesi kapısı büsbütün açılmış oldu; Yunanistan'ın Batı Avrupa'yla bütünleşmesi kapısı da aralanmış oldu.

Bu arada, Avrupa Mahkemesi, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine ekonomik ambargo uygulama kararını aldı.

Bundan iki üç yıl öncesine kadar, Kıbrıs Rum yönetimi ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasında liderler düzeyinde diyalog vardı; fakat, bu belirttiğim gelişmelerden sonra, Rum yönetimi, artık, Türk kesimiyle diyaloğa gerek kalmadığı sonucuna vardı ve Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş'ın bütün iyi niyetli çağrıları, Kıbrıs Rum Lideri Sayın Klerides tarafından yıllardan beri geri çevrildi; yani, artık, Türklerle diyalog kurmaya ihtiyaç görmüyor Kıbrıs Rum yönetimi; ben arkamı bir yandan Avrupa Birliğine, bir yandan Rusya'ya dayamışım, bundan sonra, artık, Türklerle Kıbrıs için diyalog kurmama gerek yoktur” anlayışına geldi.

Bildiğiniz gibi, bundan birkaç yıl önce, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri, Kıbrıs'la ilgili olarak bir güven yaratıcı düşünceler dizisi hazırlamıştı. Bu düşünceler dizisinde, bizim görüşümüze, Demokratik Sol Partinin görüşüne göre, Kıbrıs Türkleri açısından bir hayli sakıncalı bazı unsurlar da yer alıyordu; fakat, bildiğimiz kadar, Türkiye'deki hükümetlerin baskısı altında, Sayın Rauf Denktaş, o koşulları bile, içine sindiremeden, kabul etmek zorunda kaldı. Ona rağmen -yani, Kıbrıs Türklerinin aleyhinde birtakım unsurları içermesine karşın- son gelişmeler üzerine Kıbrıs Rum yönetimi, artık, Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin o güven yaratıcı düşünceler dizisini bile elinin tersiyle bir tarafa itme cüretini gösterdi.

Yine, bu son gelişmelere gelinceye kadar, Kıbrıs Rum yönetimleri, yürekten inanmasalar bile, gerçekte istemeseler bile, iki toplumlu, iki kesimli bir federal çözüme yatkın gibi görünüyorlardı; fakat, artık, böyle bir görüntü verme gereğini bile duymaz hale geldiler; federal bir çözümün adını bile anma gereğini artık duymuyorlar.

Bunun da ötesinde, özellikle, geride bıraktığımız yıl, cüreti büsbütün artan Kıbrıs Rum kesimi, yirmiiki yıldır kesintisiz bir barış içerisinde yer almış olan ve barışın güvencesi olarak yer almış bulunan sınırı, fiilen delme girişimlerine geçti.

Bütün bu gelişmelere karşın, Türkiye, yeni bir Kıbrıs politikası ve stratejisi belirlemediği gibi, Türkiye'nin üye olmadığı bir Avrupa Birliğine, Güney Kıbrıs'ın veya bütünüyle Kıbrıs'ın üyeliğini kabul etmeyeceği konusunda haklı temellere, anlaşmalara dayanan tavrını da, maalesef, yumuşatma yoluna girdi.

Biraz önce Sayın Doğan Güreş'in ve Millî Savunma Bakanının da belirttiği gibi, Rumların silahlanması yeni değil; Rumlar yıllardan beri hızla silahlanıyorlar. Ruslardan füze almasalar başka yerlerden alırlar.

Biraz önce Millî Savunma Bakanını dinlerken, bir kere daha öğrendik ki, Kıbrıs Rum yönetimi, bazı yakın müttefiklerimizden bile, Türkiye için sorun teşkil edebilecek silahları yıllardan beri almaktadır; ama, buna, şimdiye kadar Türkiye, maalesef, tepki göstermemiştir. Evet, Millî Savunma Bakanının biraz önce, burada belirttiği gibi, bazı notalar, bazı uyarılar belki yapılmıştır; ama, ben, Türkiye gibi bir devletin tepkisi etkili olmadıkça, o tepkiye tepki demem. (DSP sıralarından alkışlar)

Türkiye, ancak bu Rus füzeleri konusunda harekete geçti. Elbette, bu da hakkıydı; ancak, burada da, hazırlıksız, hesapsız kitapsız birtakım açıklamalar yapıldı. Örneğin, Sayın Millî Savunma Bakanı “nasıl 1960'lı yıllarda, Amerika Birleşik Devletleri Küba Adasına abluka uyguladıysa, biz de Kıbrıs'a abluka uygularız” dedi. Oysa, Amerika Birleşik Devletleri Küba Adasını her yönden kuşatabilecek, abluka altına alabilecek durumda olduğu halde, Türkiye'nin coğrafî açıdan öyle bir durumu da yoktur.

Bu arada, Türkiye, çok haklı olduğu bir zeminde, bazı bakanlarının ağzından, biraz aşırı sertlik ifade eden; hatta, savaş eğilimi varmış gibi izlenim yaratan ifadeler kullanmaya başladı; bu da, tabiî, Rumlar tarafından ve Yunanistan tarafından derhal istismar edilmeye başladı. Herhalde Sayın Genelkurmay Başkanımızın, dün Kıbrıs'ta konuşurken uyguladığı üslup, hem çok daha etkili hem de çok daha diplomatiktir. Biz, Hükümetin o üslubu kullanmasını beklerdik; fakat, Sayın Genelkurmay Başkanı, Hükümetin kullanamadığı ölçüde, hem etkili hem de diplomatik bir üslup, kimsenin kışkırtıcılıkla suçlayamayacağı bir üslup kullandı.

Değerli arkadaşlarım, Rumların silahlanmaktan, aşırı ölçüde silahlanmaktan amacı, herhalde savunma olamaz. Neden olamaz; çünkü, buna ihtiyacı yoktur; çünkü, Türkiye'nin, Kıbrıs'ın tümünü ele geçirmek gibi, Kıbrıs'ın güney kesimini işgal etmek gibi bir niyeti yoktur; eğer, Türkiye'nin öyle bir niyeti olsaydı, Türkiye, 1974'teki Barış Harekâtını üç dört gün daha uzatır ve Kıbrıs'ın tümünü denetimi altına alırdı. Oysa, Türkiye, bunu yapmaya teşebbüs bile etmemiştir; çünkü, Türkiye'nin amacı, Kıbrıs Türkünü soykırımdan kurtarmak, güvenliğe ve özgürlüğe kavuşturmak ve bütün adayı barışa kavuşturmaktı; bu amaçlarımız da gerçekleşmiştir.

Herhalde, Kıbrıs Rumlarının bu ölçüde silahlanmaktan amacı -biraz önce Sayın Doğan Güreş'in de belirttiği gibi- kendileri, Kuzey Kıbrıs'ı yeniden ele geçirme girişiminde bulundukları takdirde, Türkiye'nin, bir olası müdahalesini caydırmak, önlemektir; bunun için bu silahlanmayı yerine getiriyor olsalar gerektir.

Türkiye, elbette, bu durumda gerekeni yapar; ama, davul zurnayla ilan etmeden yapar. Türkiye'nin, bence, şu sırada bir askerî eylemde bulunmasına gerek yoktur; ama, bulunması gerektiği takdirde, bunu da, bütün dünyaya, önceden davul zurnayla ilan etmek gerekmez. Biz, Kıbrıs Barış Harekâtını başlatırken -o zamanki Hükümet olarak- Amerika'nın ağır baskılarına karşın haşhaş ekimi yasağını kaldırırken, Ege'de çakıltaşı söylevleri vererek değil, araştırma gemilerimizi denize çıkarıp Türkiye'nin haklarını kullanırken sesimizi yükseltmemiş, sağı solu tehdit etmemiştik, konuşmak yerine, gerekeni yapmıştık. (DSP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Türkiye neler yapmalıdır? Buna gelmeden önce, kısaca, Türkiye'ye karşı nasıl bir senaryo sahneye konulmak isteniyor, Türkiye nasıl bir tuzağa düşürülmek isteniyor; bu konudaki kanımı belirtmek isterim. Birkaç gün önce bu konuşmayı yapıyor olsaydım, tahminimi veya izlenimimi derdim; fakat, şimdi, kanımı diyorum; çünkü, özellikle Amerika Birleşik Devletlerinin ve başka bazı devletlerin, son günlerde yapmakta olduğu açıklamalar, benim o izlenimimi kanıya dönüştürmüştür. Senaryo şudur: Bu, Rus füzeleri üzerine, Türkiye, kaygılanacaktır, telaşa kapılacaktır, sert bir üslup kullanmaya başlayacaktır; o zaman, müttefiklerimiz ve Rusya Federasyonu araya gireceklerdir. “Siz, hele, Kıbrıs'taki askerlerinizi çekmeye razı olun; sizin askerleriniz yerine, Bosna-Hersek'teki gibi bir karma askerî gücün, çokuluslu gücün gelmesine razı olun; ayrıca, Kıbrıs Rumlarının Avrupa Birliğinde üyeliğini engellemeye çalışmaktan da vazgeçin; o zaman, biz de, Kıbrıslı Rumları bu ölçüde silahlanmaktan vazgeçiririz” demek istemişlerdir ve niyetlerinin bu olduğunu da, dediğim gibi, son günlerde, yetkili ağızlardan açığa vurmaktadırlar. Türkiye de adım adım bir tuzağa sürüklenmektedir. Bu arada, tabiî, Ege sorununu da gündeme getireceklerdir “siz, hele, Ege'de de şu ödünü verin” diyeceklerdir, Türkiye'yi bu şekilde tuzağa düşüreceklerdir ve Türkiye de, adım adım bu tuzağa sürüklenmektedir.

Bu arada, gerek Amerika Birleşik Devletleri yetkilileri gerek Kıbrıs Rum Lideri Sayın Klerides aynı nitelikte birer açıklama yaparak “canım, Türkiye'nin bu kadar telaşlanmasına gerek yok; bu füzelerin Kıbrıs'a gelmesi onaltı ay geciktirilebilir” demişlerdir. Yani “bundan vazgeçilmeli” değil, “bundan vazgeçilecek” değil, “onaltı ay gecikecek...” Ne olacak bu onaltı ayda; Avrupa Birliğinin, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti üzerindeki baskıları büsbütün artacak, kademeli olarak artacak ve Kıbrıs Türkleri, onaltı ay, bir Çin işkencesine veya bir Rus işkencesine tabi olacak.

Bu arada, yine, senaryonun dayandığı hesaba göre, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti halkı iyice bunalacak “aman, artık ne olursa olsun; hatta, biz de Avrupa Birliğine girelim” diyen sesler, belki azınlıktan da olsa, yükselmeye başlayacak. Hükümetin, son zamanlarda Kıbrıs'ta üretken yatırımları artırmak için vaat ettiği 250 milyon dolarlık yardıma karşın -ki, bu çok yerinde bir karar tabiî- ona rağmen, girişimciler, Kıbrıs'ın geleceğinden duyacakları kaygı nedeniyle, Türkiye'nin sağladığı bu olanağa karşın yatırım yapamayacaklardır ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin başlıca gelir kaynağı olan turizm de, bu belirsizlik ve tehlike dolayısıyla büyük ölçüde aksayacaktır.

Bu arada, yine, senaryonun dayandığı hesaba göre, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti de, giderek Avrupa Birliğinin kucağına düşecektir. Hele, Türkiye, yanılıp da, bu Rus füzeleriyle ilgili ve Rumların silahlanmasıyla ilgili kızgınlığını, tepkisini, bir şikâyet olarak, Birleşmiş Milletlere veya Avrupa Birliğine götürecek olursa, yakasını büsbütün kaptıracaktır; hepsi birden “siz, şu ödünü verin, bu ödünü verin, askerinizi çekin, Avrupa Birliğine Rumların girmesine engel olmayın, Ege'de şu tavizleri verin; o zaman, biz de bu silahlanmayı durduruz” diyeceklerdir, eğer, Türkiye, Birleşmiş Milletlere veya Avrupa Birliğine başvuracak olursa.

Türkiye'nin, kendi ulusal haklarını ve Kıbrıs Türklerinin ulusal haklarını korumak için Birleşmiş Milletlere de, Avrupa Birliğine de ihtiyacı yoktur. (DSP sıralarından alkışlar) Biz, Kıbrıs Barış Harekâtını, onların yeşil ışığıyla değil, Türkiye'nin gücüyle aşabildik. (DSP sıralarından alkışlar) Yani, Türkiye, kendi işini -1974'te yaptığı gibi- kendisi görmelidir. Bunun için de, öyle “vururuz, kırarız” yollu konuşmalara ihtiyaç yoktur; çünkü, bu konuşmalar, ister istemez “tutun beni, yoksa fena yaparım ha!” tavrı şeklinde yorumlanabilir. (DSP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Türkiye, elbette, tepkisini gösterecektir, önlemlerini alacaktır; ama, söylevle değil, ille silahlı eylemlerle de değil, etkili siyasal davranışlarla, eylemlerle Türkiye'nin gerekeni yapması beklenir. Neler yapabilir ve yapmalıdır Türkiye? Bir kere, bütün dünyaya şunu şimdiden açıkça ilan etmelidir: Biz, hiçbir koşul altında, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti topraklarından asker çekmeyeceğiz. (DSP sıralarından alkışlar) Bunu açıkça söylemelidir; bunun ayıp tarafı yoktur. Barış harekâtından sonra bana çok baskılar geldi Batı'dan. Özellikle, zamanın Amerikan Dışişleri Bakanı Sayın Kissinger, ikide bir, telefonlarında “canım, sen, hele 'işler düzeldiği vakit, Türklerin güvenliği sağlandığı vakit askerlerimizi çekeriz' de; bunun zamanını kendiniz tayin edersiniz” dediğinde, ben, kendisine “ben, dünyayı aldatamam, tutmayacağım sözleri veremem” demişimdir ve bu konuda hiçbir ödün vermemişimdir. (DSP sıralarından alkışlar) Yani, bizim asker çekmeye razı olmayacağımızı dünya iyice algılamalı, içine sindirmelidir; bunu sağlamalıyız.

İkincisi, Maraş, derhal yerleşime açılmalıdır (DSP sıralarından alkışlar) Şimdi, Sayın Denktaş “eğer, bu füze anlaşmasından vazgeçilmezse Maraş'ı yerleşime açarız” dedi. Oysa, ben, tabiî, kendisine sormuş değilim; ama, Sayın Denktaş'ı yakından tanıyan bir kimse olarak şuna inanıyorum ki, Sayın Denktaş'a kalsa, bu eğerli bir konuşma olmazdı “biz, derhal Maraş'ı yerleşime açıyoruz” derdi. Bu konuda, kendisini, Türkiye'deki Hükümetin frenlediğine, engellediğine inanıyorum. O zaman, bu da, boşlukta kalan bir tehdit olarak etkisiz kalabilir.

Üçüncü olarak ve en önemlisi, yıllardan beri, Demokratik Sol Parti olarak önerdiğimiz gibi, artık, bu Kıbrıs konusunun dosyası rafa kaldırılmalıdır. Nasıl; Türkiye Cumhuriyeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti arasında bir özerklik anlaşması imzalanmalıdır. (DSP sıralarından alkışlar) Bundan ne kastettiğimizi bir kez daha açıklayayım: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, yine, bir bağımsız devlet olarak kalır; kendi anayasası, yasaları, hükümeti, polisi olan bir bağımsız devlet olarak kalır; ancak, dış ilişkilerini ve dış güvenliğini Türkiye üstlenir. Fiilî durum zaten budur. Özerklik anlaşmasıyla bu fiilî durum hukukî durum haline gelmiş olur (DSP sıralarından alkışlar) ve o zaman, artık, kimse 200 bin nüfuslu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine baskı uygulayamaz. Baskı yapmak isteyenler, karşılarında 200 bin nüfuslu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini değil, güçlü ordusuyla 65 milyon nüfuslu Türkiye Cumhuriyetini bulur. (DSP sıralarından alkışlar) Bu anlamda özerklik ilişkisinin dünyada pek çok başarılı örneği vardır; onun için, hiç kimse bunu meşru olmayan bir çözüm olarak göremez. Tabiî, bu çözümün uygulanabilmesi için, Kıbrıs Türklerinin de bunu uygun bulmaları gerekir. Ayrıca, Türkiye, Kıbrıs konusunda mutlaka etkin ve yaygın bir duyuru kampanyası açmalıdır.

Değerli arkadaşlarım, Kıbrıs Barış Harekâtının üzerinden yirmiiki yılı aşkın süre geçti. Dünyada bugün yeni bir politikacılar kuşağı var; yeni gazeteciler, yeni siyaset bilimcileri kuşağı var. Bunlar, Kıbrıs'ta, 1960'lı yıllarda, Türklerin ne kadar ağır tehlikelerle karşılaştığını yaşayarak öğrenmiş değillerdir. Bunlar, 1974'te, niçin, Türkiye'nin garantörlük görevini yerine getirmek üzere, Ada'ya asker çıkardığını gereğince bilmeyebilirler. Türkiye, bunları çok sade bir dille ve somut örneklerle -o banyo içinde öldürülen çocukların da resimlerini bastırarak- bütün dünyaya duyurmak üzere bir kampanya açmalıdır. Uluslararası ilişkilerde kamuoyunun etkisi artık gitgide belirginleşmektedir. Onun için, Türkiye, bu kamuoyuna da gerçekleri duyurma görevini ihmal etmemelidir.

Değerli arkadaşlarım, şimdi, acaba Hükümet, Sayın Denktaş'ın da desteklediği özerklik ilişkisini benimsiyor mu benimsemiyor mu bilemiyorum. Buna bir teşhis koymak için, ben, şimdi işbaşında bulunan Hükümet güvenoyu aldıktan hemen sonra, arkadaşlarımla birlikte Başbakan Sayın Erbakan'ı ziyaret ettim; hem kutladım hem de gündeme tek bir konu getirdim, Kıbrıs konusu. Dedim ki, biz, öteden beri -birkaç yıldan beri- bu özerklik ilişkisini savunuyoruz. Siz, daha da ileri gidip “Kıbrıs bizim bir vilayetimiz olsun” diyor idiniz. Şimdi Başbakansınız; en azından, bu özerklik ilişkisini gerçekleştirecek misiniz? Sayın Erbakan'ın bana verdiği yanıt şu oldu: “Bundan birkaç ay sonra Amerika Birleşik Devletlerinde Başkanlık seçimi var, hele o seçim geçsin, ondan sonra yaparız” dedi. O seçim yapılalı aylar geçti; ama, Hükümetten hiçbir somut adım gelmedi.

Daha önceki yıllarda bazı üst düzey devlet adamlarımız çok talihsiz beyanlarda bulundular. Dediler ki: “Kıbrıs, uluslararası alanda bizim önümüzde bir engel. Kıbrıs'ın faturası bize çıkarılıyor.” Böylelikle, dünya kamuoyuna, yabancı devletlere, Türkiye'nin Kıbrıs konusunda baskılara açık olduğu izlenimini verdiler. Oysa, Kıbrıs'ın Türkiye için büyük stratejik önemi vardır.

Değerli arkadaşlarım, farz edelim ki, Kıbrıs'ta bir tek Türk yaşamıyordu; o takdirde bile, Türkiye'nin güvenliği açısından Kıbrıs çok büyük önem taşıyacaktı. Bunu, haritaya bakan herkes görebilir. Şimdi, Amerika Birleşik Devletlerinin Kıbrıs'ta stratejik açıdan amacı olacak, Rusya'nın olacak, Avrupa Birliğinin olacak, Almanya'nın, Fransa'nın olacak, Türkiye'nin stratejik açıdan Kıbrıs'la ilgisi olmayacak!.. Oysa, Kıbrıs, bütün güney sahillerimizi koruyan veya tehdit eden bir ada konumundadır. Bildiğiniz gibi, şimdi, boru hatlarıyla ve Orta Asya ile ilişkilerimiz geliştikçe, İskenderun, Yumurtalık, Mersin, bütün buralardaki limanlar çok büyük önem taşımaktadır. Eğer, Kıbrıs, Türkiye'yi tehdit etmek isteyen bir devletin eline geçecek olursa, bütün bu limanlar, güney sahillerimizle birlikte, ağır bir tehlikeyle karşılaşacaktır.

BAŞKAN - Sayın Ecevit, toparlar mısınız...

BÜLENT ECEVİT (Devamla) - Bitirmek üzereyim Sayın Başkan; teşekkür ederim.

Şimdi, Türkiye açısından Kıbrıs'ın stratejik önemini yalnız ben söylemiyorum. 1937 yılında, Türkiye'nin güneyindeki bir manevra sırasında Atatürk “Türkiye'nin dünyaya açık tek sahil kapısı ve ikmal yolu güneydedir. Onun için, Kıbrıs düşman bir ülke elinde olursa, Anadolu'nun bütün ikmal yollarını kapatır ve Türkiye'nin güvenliğini tehdit eder” diyordu ve şunları ekliyordu Sayın Atatürk: “Efendiler, Kıbrıs'a dikkat ediniz; bu Ada, bizim için çok önemli.”

Değerli arkadaşlarım, Kıbrıs'ın Türkiye açısından stratejik önemini kavrayabilmek için, ille Atatürk kadar büyük bir stratej olmak gerekmez. 16 ncı Yüzyılda İngiliz ozanı Shakespeare bile, Othello piyesinde, Kıbrıs'ın Türkler için büyük önemini vurgulamıştır. Bir şair sezgisiyle 16 ncı Yüzyılda bile dile getirilmiş bir gerçektir bu; fakat, maalesef, Türkiye'yi yönetenler, şimdilik yönetenler, bu gerçeğin pek bilincinde görünmüyorlar.

Değerli arkadaşlarım, Kıbrıs'ta Türkler, benim edindiğim izlenime göre, hem güvenlik ve özgürlük istiyorlar hem de bunların barış içinde sağlanmasını istiyorlar. Türkiye'nin de bunu gerçekleştirmek elindedir; ancak, bunun için, Türkiye, konuşmamın başında belirttiğim yeni gelişmeleri ve değişiklikleri göz önünde tutarak, yeni bir Kıbrıs politikası ve stratejisi oluşturmalıdır. Böyle bir girişimde bulunacak olurlarsa, o konuda da bir yöntem tavsiyem olacaktır. Biz, 1974'te o zamanki adıyla Millî Selamet Partisiyle birlikte hükümetteyken, Kıbrıs Barış Harekâtı öncesinde ve sonrasında, sırasında, bütün muhalefet liderlerini yalnız Mecliste bilgilendirmekle kalmıyorduk, Başbakanlığa davet ederek hem onlara her bilgiyi veriyorduk hem de görüşlerini alıyorduk. O şekilde, bir ulusal Kıbrıs politikası oluşmuş oldu. Şimdi, o politikanın, değişen koşullara göre gözden geçirilmesi gerekiyor. Bunun da, yeniden, bir yeni ulusal politika olarak saptanmasını dilerim.

Değerli arkadaşlarım, bunun için, birkaç gün önce, Doğru Yol Partisinin başlattığı uzlaşma ve diyalog girişiminde de, biraz önce Anavatan Partisi sözcüsü Sayın Akarcalı'nın da söylediği gibi, diyaloğa buradan başlanmalıdır, Kıbrıs'tan başlamalıdır Türkiye. Şu anda, Türkiye'nin Kıbrıs'tan daha önemli ve yaşamsal bir güncel konusu yoktur. Bu ulusal sorunu, hep birlikte ele aldığımız takdirde, dünyanın hiçbir gücü, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Halkını özgürlüğünden ve güvenliğinden yoksun bırakamayacaktır.

Hepinize saygılar sunarım. (DSP sıralarından ayakta alkışlar, ANAP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ecevit.

Şahsı adına, Sayın Orhan Kavuncu; buyurun. (BBP sıralarından alkışlar)

Sayın Kavuncu, konuşma süreniz 5 dakika.

ORHAN KAVUNCU (Adana) - Muhterem Başkan, muhterem milletvekilleri; Kıbrıs meselesinde, oluşacak bir millî politikada, bütün partilerin görüş birliği içerisinde olması gerektiği düşüncesine biz de katılıyoruz ve Genel Kurulumuzu böyle bir anlayışta işbirliği içerisinde görmekten duyduğumuz memnuniyeti de ifade etmek istiyoruz. Mesele, bir dışişleri meselesidir. O bakımdan, burada yapılan tenkitlere katılmamak elde değildir; diplomatik girişimler ve gelişimleri konusunda, elbette, Yüce Meclise bilgi verilmesi gerekirdi.

Sunî bir kriz meydana getirilmek mi isteniyor? Meseleyi içpolitikada malzeme haline getirmeyen, Kıbrıs'ı Türkiye'nin elinde her an harcanabilecek bir kozmuş gibi görmeyen, önemini müdrik, orada yaşayan soydaşlarımız gerçeğini unutmayan dışpolitikalara Türkiye'nin ihtiyacı vardır.

Ben, bu kısa süre içerisinde, Kıbrıs konusunda dikkat etmemiz gereken hususlarda görüşlerimi ifade etmek istiyorum. Kıbrıs'ta 1974 Harekâtıyla ortaya çıkan yeni yapı, takdir edileceği gibi, daha önceki duruma nazaran, daha huzurlu, Kıbrıs'a sükûn ve barış getiren bir yapı olmuştur. O halde, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, Kıbrıs'ta meydana gelen bu 1974 sonrası siyasî yapıdan, o istikametten sapma gösterecek değişikliklere itibar etmemesi, 1974'le başlayan prosesi devam ettirmesi gerekmektedir.

Kıbrıs konusunda veya Güney Kıbrıs'ın Avrupa Birliğine alınması konusunda verilecek tavizleri kamufle etmek için bu krizi kullanmaya hiç kimsenin hakkı olmadığını, Hükümete hatırlatmak istiyoruz. Eğer füzeler konuşlandırılsa, elbette misilleme yapılmalıdır. Bu, Sayın Rauf Denktaş'ın ifade ettiği gibi, mesela, Maraş'ı yerleşime açmak ve daha sonra düşünülecek başka misilleme şeklinde olabilir.

Türkiye, yarın, bir oldubittiye getirilip, füzelerin kaldırılması karşılığında Silahlı Kuvvetlerimizin oradaki mevcudiyetinin sona erdirilmesi veya bir kuvvet azaltma yoluna gitmemiz bizden istenebilir. Hükümeti şimdiden ikaz ediyoruz. Yarın, bir gün, böyle bir durumda “işte, füzeleri biz, masaya vurduk, kaldırttık” demeyiniz. Türkiye'de, bu meselede hiçbir tavize yanaşılmaması gerekmektedir.

Bu vesileyle, ben, bir hususu Yüce Meclisin görüşlerine arz etmek istiyorum.

Boğazların uluslararası trafiğini belirleyen ilkeler ve uluslararası antlaşmalar, çevre kirliliği açısından gözden geçirilmelidir. Rusya'nın Güney Kıbrıs'a füzeleri askerî gemilerle değil, ticarî gemiler vasıtasıyla gönderdiği, bu yüzden, Montrö Antlaşması kapsamı dışında, bunlara geçiş için izin verildiği ifade ediliyor. Meseleyi, sadece askerî boyutlar açısından değil, Türkiye'nin ve bölgenin çevre kirliliği açısından ele alarak, boğazların uluslararası trafiğini düzenleyen ilkeleri ve uluslararası antlaşmaları yeni baştan gözden geçirmemiz gerekmektedir.

Bu vesileyle, hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (BBP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kavuncu.

Sayın milletvekilleri, Hükümetin yaptığı gündemdışı konuşma ve buna karşılık grupların ve şahısların yaptığı konuşmalar bitmiştir.

Biz de, Kıbrıs gibi temel bir sorunumuzun, Türkiye barışını tehdit etmeyecek, dünya barışını tehlikeye sokmayacak bir biçimde, herkesin, aklıyla, izanıyla, sağduyusuyla hareket ederek, çözüleceğine inanıyoruz.

Cumhurbaşkanlığı tezkereleri vardır; okutup bilgilerinize sunacağım:

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - Macaristan'a gidecek olan Devlet Bakanı Ayfer Yılmaz'a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı H. Ufuk Söylemez'in vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/644)

6 Ocak 1997

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmelerde bulunmak üzere, 7 Ocak 1997 tarihinde Macaristan'a gidecek olan Devlet Bakanı Ayfer Yılmaz'ın dönüşüne kadar; Devlet Bakanlığına, Devlet Bakanı H. Ufuk Söylemez'in vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel

Cumhurbaşkanı

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer tezkereyi okutuyorum:

2. - Amerika Birleşik Devletlerine gidecek olan Devlet Bakanı Fehim Adak'a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Ahmet Cemil Tunç'un vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/645)

9 Ocak 1997

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmelerde bulunmak üzere, 10 Ocak 1997 tarihinde Amerika Birleşik Devletlerine gidecek olan Devlet Bakanı Fehim Adak'ın dönüşüne kadar; Devlet Bakanlığına, Devlet Bakanı Ahmet Cemil Tunç'un vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel

Cumhurbaşkanı

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer tezkereyi okutuyorum:

3. - Amerika Birleşik Devletlerine gidecek olan Devlet Bakanı Işılay Saygın'a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Namık Kemal Zeybek'in vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/646)

9 Ocak 1997

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması (CEDAW) Sözleşmesi çerçevesinde düzenlenecek olan toplantıya katılmak üzere, 10 Ocak 1997 tarihinde Amerika Birleşik Devletlerine gidecek olan Devlet Bakanı Işılay Saygın'ın dönüşüne kadar; Devlet Bakanlığına, Devlet Bakanı Namık Kemal Zeybek'in vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel

Cumhurbaşkanı

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer tezkereyi okutuyorum:

4. - Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine gidecek olan Orman Bakanı Mehmet Halit Dağlı'ya, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Nevzat Ercan'ın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/647)

9 Ocak 1997

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşmelerde bulunmak üzere, 10 Ocak 1997 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine gidecek olan Orman Bakanı M. Halit Dağlı'nın dönüşüne kadar; Orman Bakanlığına, Devlet Bakanı Nevzat Ercan'ın vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel

Cumhurbaşkanı

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Diğer tezkereyi okutuyorum:

5. - Amerika Birleşik Devletlerine gidecek olan Devlet Bakanı Gürcan Dağdaş'a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Lütfü Esengün'ün vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/648)

10 Ocak 1997

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

13 Ocak 1997 tarihinde Amerika Birleşik Devletlerine gidecek olan Devlet Bakanı Gürcan Dağdaş'ın dönüşüne kadar; Devlet Bakanlığına, Devlet Bakanı Lütfü Esengün'ün vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel

Cumhurbaşkanı

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Başbakanlığın bir tezkeresi vardır, okutuyorum:

6. - 3167 sayılı Çek Ödemelerinin Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkında Kanuna muhalefet ettiği iddia olunan İstanbul Milletvekili M. Bahattin Yücel hakkında tanzim edilen dava dosyasının, Adalet Bakanlığına iade edilmek üzere, Başbakanlığa gönderilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/649)

13 Ocak 1997

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : a) Adalet Bakanlığının 06.06.1995 gün ve B.03.0.CİG.0.00.00.0-1.128.8.1995/012971 sayılı yazısı.

b) 19.03.1996 gün ve B02.0.PPG.012-304-4175 sayılı yazımız.

c) Adalet Bakanlığının 09.01.1997 gün ve B.03.0.CİG.0.00.00.0-1.128.8.1995/000968 sayılı yazısı.

3167 Sayılı Çek Ödemelerinin Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkında Kanuna muhalefet ettiği iddia olunan İstanbul Milletvekili Mehmet Bahattin Yücel hakkında tanzim edilen soruşturma dosyası ile Adalet Bakanlığının ilgi (a) yazısının sureti ilgi (b) yazımız ekinde gönderilmişti.

Bu defa; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 7.1.1997 gün ve 1995/292 C.B.S. sayılı yazısı ile müşteki vekilinin, şikâyetten feragatı sebebiyle 3863 sayılı Kanunla değişik 3167 sayılı Kanunun 16/2. maddesi gereğince, dava dosyasının işlem yapılmadan iadesi istenildiğinden, söz konusu dava dosyasının Adalet Bakanlığına iade edilmek üzere Başbakanlığa gönderilmesi hususunda gereğini arz ederim.

Prof.Dr.Necmettin Erbakan

Başbakan

BAŞKAN - Anayasa ve Adalet Komisyonları üyelerinden kurulu karma komisyonda bulunan dosya geri verilmiştir.

İçtüzüğün 37 nci maddesine göre verilmiş doğrudan doğruya gündeme alınma önergeleri vardır. Önce, bu önergeleri okutacağım, sonra işleme koyup oylarınıza sunacağım.

7. - Sakarya Milletvekili Ersin Taranoğlu'nun, Sakarya İlinde Büyükşehir Belediyesi Kurulması Hakkında Kanun Teklifinin (2/4) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/125)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

10.1.1996 tarih ve 07-96/182 sayı ile Sakarya İlinde büyükşehir kurulması hakkındaki kanun teklifimizin Başkanlığa sunulmasından sonra İçtüzüğün 37 nci maddesi gereğince 45 gün geçmesi nedeniyle Genel Kurulda gündeme alınması hususunu emir ve müsaadelerinize arz ederim.

Saygılarımla.

Ersin Taranoğlu

Sakarya

BAŞKAN - Efendim, bu konuda Komisyon ve Hükümetin söz istemi var mı? Yok.

Teklif sahibinin söz istemi var mı?

Buyurun Sayın Taranoğlu.

Sayın Taranoğlu, süreniz 5 dakikadır.

ERSİN TARANOĞLU (Sakarya) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Sakarya İlinde büyükşehir kurulması hakkındaki kanun teklifimizin, İçtüzüğün 37 nci maddesi gereğince doğrudan gündeme alınması konusunda huzurunuza çıktım. Bu vesileyle, şahsım ve Sakaryalılar adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, milletvekilleri, kendi illeriyle ilgili bu tip kanun teklifleri verebilirler. Bunlar, siyasî nedenlerle olabilir, seçim dönemlerinde verilen sözlerle alakalı olabilir, bir kısmı da seçmenin baskısıyla alakalı olabilir. Ancak, bugün huzurunuza getirdiğimiz Sakarya İlinin büyükşehir olmasıyla ilgili kanun teklifimizin özünde, bizatihi bir zorunluluk, bir gereklilik söz konusudur. Çünkü, Sakarya İli, baktığınız zaman, 17 dilin konuşulduğu, içerisinde Kürdü, Çerkezi, Lazı, Gürcüsü, Boşnağı, Arnavutu, Rumelilisi, manavı, yerlisiyle bir arada yaşadığımız, ne 1980'den önce ve ne de 1980'den sonra herhangi bir kavganın olmadığı, terörün olmadığı bir huzur kentidir.

Ancak, Sakarya Vilayetine baktığımız zaman, Adapazarı merkezi diye bildiğimiz belediyenin, aslında, etrafında 12 tane belediyeyle çevrilmiş olduğunu; iç içe girmiş, hatta, sokaklarla, caddelerle ayrılmış birden fazla belediye olduğunu görmekteyiz. Hepinizin İstanbul'a giderken geçtiği E-5 karayolunun sağ tarafı Adapazarı Belediyesi, sol tarafı başka belediyelerdir. Dolayısıyla, Adapazarı, Türkiye'de emsali olmayan, iç içe girmiş bir belediye yumağıdır. Nüfusu itibariyle baktığınızda, Adapazarı merkezinde, istatistiklerde köy diye geçen 45 bin nüfuslu iki tane belediye söz konusudur; biri Erenler, biri Serdivan Belediyeleridir ki, Türkiye'de, çoğu il belediyelerinden daha büyük nüfusa sahiptirler.

Adapazarı'nı, batıdaki illerden, baktığınız zaman, gecekondulaşmanın olmadığı tek emsal olarak sizlere sunabiliriz. İstanbul'un ve İzmit'in artık sanayide doyuma ulaştığını, Sakarya'da sanayileşmenin süratlendiğini ve Sakarya'nın gelecekte büyük bir sanayi şehri olacağını düşünürsek, sanayileşmenin getirdiği gecekondulaşma gibi problemlerle de karşılaşmamak için, işte bu 12 belediyenin bir koordinatör belediyeyle, yani, büyükşehir belediyesiyle organize edilmesi gerekmektedir.

İlimizin Sapanca Gölü meselesi vardır. Sapanca Gölünün kirlilikten korunması için de, büyükşehir belediyesi konusunda ittifak vardır.

Değerli milletvekilleri, bu 12 belediyenin hepsi, ulaştırma için servis kurmuşlardır, temizlik için servis kurmuşlardır. Bu civardaki bütün belediyeler, gündüz Adapazarı merkezine gelmekte, gece şehirden ayrılmaktadır. Dolayısıyla, 11 belediyenin külfetini de bir belediye taşımak mecburiyetinde kalmaktadır. Hepsinin, ayrı ayrı, ulaşım, temizlik gibi meselelerle uğraşması, rantabl bir çalışmayı ortadan kaldırmaktadır.

İşte, bu konu, yıllardır Sakarya kamuoyunda tartışılmış, bu meselede bütün siyasî partiler görüşlerini ortaya koymuştur. Aslında, bu teklifimiz, geçen yasama döneminde de Genel Kurula gelmiş ve Genel Kurulda, Refah Partisi, Doğru Yol Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi, DSP ve Anavatan Partisinin oybirliğiyle gündeme alınmıştır. Bugün huzurunuza sunduğumuz bu kanun teklifimiz konusunda, yine, Refah Partisinin Değerli Bakanı Cevat Ayhan ve Nezir Aydın arkadaşımla birlikte Doğru Yol Partisinden Devlet Bakanımız Nevzat Ercan ve Ertuğrul Eryılmaz arkadaşlarımız, Demokratik Sol Partiden Teoman Bey ve Anavatan Partisinden bizler ve bizlerin mensup olduğu hepimizin siyasî partileri ve siyasî partilerimizin mensupları, Sakarya kamuoyunda, ittifakla bir araya gelmiş bulunuyoruz. İşte, Sakarya'da bir araya gelen sizlerle, oylarınızla, bu ittifaka vereceğiniz desteklerle, Sakarya'nın bir meselesini kesin çözüme ulaştırmış olacağız.

Bu konuda desteklerinizi bekliyor; bütün milletvekili arkadaşlarımızın, siyasî mülahazaların dışında, haktan yana ve doğrudan yana olacağını, bu konuda mahallinde ettiğimiz ittifakı, birliğimizi, Sakarya'ya, Meclisten de göstereceğimizi ümit ediyor; hepinize, şimdi vereceğiniz destek için teşekkür ediyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Taranoğlu.

Önerge üzerinde başka söz isteyen?.. Yok.

Önergeyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Önerge kabul edilmemiştir.

İkinci önergeyi okutuyorum:

8. - Rize Milletvekili Ahmet Kabil'in, 28.3.1983 Tarih ve 2809 Sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanuna Bir Ek Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifinin (2/244) doğrudan gündeme alınmasına ilişkin önergesi (4/126)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Tarafımızca hazırlanarak 16.4.1996 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulan 2/244 esas numaralı “Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında 2809 Sayılı Kanuna Ek ve Geçici Maddeler Eklenmesi ve 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına İlişkin” Kanun Teklifim sevk edildiği Millî Eğitim ve Plan ve Bütçe Komisyonlarında 45 günlük süre içinde görüşülmediğinden, Teklifimin İçtüzüğün 37 nci maddesinin ikinci fıkrasına göre doğrudan doğruya gündeme alınmasını Yüce Meclisin takdirlerine arz ederim.

Saygılarımla. 26.11.1996

Ahmet Kabil

Rize

BAŞKAN - Bu konuda, Komisyon ve Hükümet herhangi bir beyanda bulunacaklar mı efendim?.. Bulunmuyorlar.

Teklif sahibi olarak, Sayın Kabil; buyurun.

Süreniz 5 dakika efendim.

AHMET KABİL (Rize) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 5 Temmuz 1991 tarihli Anavatan İktidarının Hükümet Programı uyarınca, çok ciddî kriterler değerlendirilerek “Yükseköğrenim Gelişme Planı” diye bir plan hazırlanmıştı; açılması istenilen üniveristeler arasında Rize üniversitesi de vardı. Yine, 1992 hükümet değişikliğinden sonra, bu plan bir tarafa bırakılarak değişik kriterlerle 24 yeni üniversite açılmış; fakat, Rize üniversitesi bunların arasına girememişti.

1995 yılında, Millî Eğitim ve Plan ve Bütçe Komisyonlarından geçip Türkiye Büyük Millet Meclisinde Genel Kurula inebilen; fakat, erken seçim dolayısıyla görüşülemeyen ve 20 nci Dönemin başından beri komisyonda bekleyen Rize üniversitesinin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine alınması hususunda görüşlerimi arz etmek için söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyor, beni dinleyen herkesin ramazanının hayırlı ve mübarek olmasını diliyorum.

Sayın milletvekilleri, bugün, Türkiye'de, 18-21 yaş grubundaki 5 milyon gencimizin, ancak yüzde 25'ine, yani, dört kişiden birine yüksek tahsil yaptırabiliyoruz. Türkiye'de, yükseköğrenimde okullaşma oranı, yüzde 13'ü örgün, yüzde 14'ü yaygın olmak üzere, yüzde 27'dir. Bu tablo, iyi bir tablo değildir. 1993 istatistiklerine göre, dünyada örgün eğitimde okullaşma oranı, Amerika Birleşik Devletlerinde yüzde 63, Kanada'da yüzde 65, İngiltere'de yüzde 41, Yunanistan'da yüzde 29, Türkiye'de, o tarihte yüzde 12, bugün yüzde 13'tür. Gelişmiş ülkelerle aradaki farkı kapatmak için, yükseköğretimde açıköğretimin oranını yıldan yıla artırıyoruz. Türkiye'de yükseköğretimin açıköğretime oranı, 1983'te yüzde 38, 1989'da yüzde 43, 1992'de yüzde 49, 1995'te ise, yükseköğretime alınan 793 bin öğrencinin 584 bini açıköğretime, sadece 206 bini örgün öğretime alınmıştır, yani, 1995'te bu oran yüzde 74'e ulaşmıştır. Bu düşünce, herkese bir diploma verelim, nasıl olursa olsun düşüncesidir. Bu yanlıştır. Bana göre, kendimizi kandırıyoruz.

Dünyada, açıköğretimin bu oranda olduğu başka bir ülke yoktur. Gerçek çare, yeni üniversite açmaktır. Esas olan, insangücünü nitelikli olarak yetiştirmektir. Toplumlarda, artık, hızlı bir değişim süreci devam etmektedir. Teknolojideki değişiklikler, çağımızı, bilgi ve iletişim çağı haline getirmiştir. Günümüzde, iyilerle en iyilerin yarıştığını unutmamak gerekir. Sosyal, ekonomik, bölgesel ve yerel farklılıkları giderebilmek, üniversitenin öncülüğünde bölgelere uygun sanayi geliştirmek, herkese imkân ve fırsat eşitliği sağlamak, ihtiyaç duyulan alanlarda kaliteli, teknolojik gelişmelere uyabilen, bilgili, kendine güvenen eleman yetiştirmek esas alınmalıdır. Bunun için, kanunlaşan üniversitelerimizin binaları, hocalarının temini, laboratuvarları, kütüphaneleri kısa zamanda bitirilmelidir. Şehirlerin gelişmesi açısından, üniversite en etkili bir kurumdur. Bu nedenle, üniversitelerimizi büyük şehirlerde toplama yerine, yurt sathına yaymak gerekir. Tekelleşmeye son verelim artık. Bu, aynı zamanda, Yedinci Beş Yıllık Planın hedefidir. Bu nedenle, üniversitelerin yerlerini seçerken çok hassas davranmalıyız. Rize'nin en uygun yerlerden birisi olduğu kanaatindeyim.

Türk cumhuriyetlerinin, yani, Orta Asya'nın dünyaya açılan kapısında, Rize'de kurulacak bir üniversite, Türkiye'nin, gelişmişlik açısından bir reklamı ve bir imajı olacaktır. Bu üniversite, Karadeniz ülkelerinin araştırma merkezi olmak durumundadır. Türk cumhuriyetlerinden gelen öğrencilere, hafta sonunda ülkelerine gidebilme imkânı doğacaktır.

Rize'nin bir terör sorunu olmamasına rağmen, Türkiye'de en çok göç veren, ekonomik yönden her gün fakirleşen, işsizlik oranı her gün artan bir ilimizdir. Rize'nin kaderinin değişmesinin çarelerinden en önemlisi, Rize'nin üniversite şehri olmasıdır. Bu da, bugün, siz değerli milletvekillerinin parmaklarının ucundadır. Bunu Rize'ye çok görmeyin artık.

Halen, Rize'nin 2 fakültesi, 1 yüksekokulu öğretime devam etmekte, 110 dönümlük üniversite arsası ve halk desteği sağlayacak derneğimiz faaliyettedir. Bütün partilerin yetkilileri, Rize'deki mahallî televizyonlarda Rize'ye üniversite sözü vermişlerdir. Halen, zaman zaman Rize'ye gelen parti yetkilileri, bu taahhütlerini teyit edip, tekrar etmektedirler.

Benim bu teklifimin, bugün, parti grupları için, sözlerini, taahhütlerini yerine getirmek açısından bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Ayrıca, büyük bir hizmetin ilk etabını aşmış olacağız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Kabil, size eksüre de verdim; lütfen toparlar mısınız, son cümlenizi söyler misiniz efendim.

AHMET KABİL (Devamla) - Toparlıyorum efendim.

Daha önce, iktidar partilerine mensup dört arkadaşımın üniversite tekliflerine, muhalefet olarak hep beraber destek verdik, gündeme alındılar. Bugün, Rize'ye karşı, bir ayrıcalık, bir yanlışlık yapmayacağınızı ümit ediyorum. Şu anda, bütün Rize halkı bizi izliyor; müjdeli haberinizin kararını bekliyor.

Gelin, hep beraber bu hayırlı kararın şerefini paylaşıp, Rize üniversitesinin gündeme alınmasını sağlayalım diyorum ve hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kabil.

Aynı konuda söz isteyen başka üye?.. Yok.

Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir. (ANAP sıralarından gürültüler)

Arkadaşlar, oylamaya itirazınız varsa, 5 kişi kalkarsınız, yeniden oylarız. Bizde her şey de şeffaflık vardır.

Sayın milletvekilleri, gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmına geçiyoruz.

IV. - GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI

A) ÖNGÖRÜŞMELER

1. - Malatya Milletvekili Ayhan Fırat ve 38 arkadaşının, SSK sınavında usulsüzlük ve iltimas yapılmasını önleyecek tedbirleri almadığı iddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/6)

BAŞKAN - Bu kısımda yer alan, Malatya Milletvekili Ayhan Fırat ve 38 Arkadaşının, SSK Sınavında Usulsüzlük ve İltimas Yapılmasını Önleyecek Tedbirleri Almadığı İddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik Hakkında (11/6) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki öngörüşmelere başlıyoruz.

Hükümet?.. Burada.

Önergeyi, daha önceden okutulup dağıtıldığı için, yeniden okutmuyorum.

Anayasamızın 99 uncu maddesine göre, gensoru önergesinde, önerge sahibi milletvekiline, gruplara ve Hükümete söz verilecektir.

Hükümet ve gruplar adına yapılacak konuşmaların süresi 20'şer dakika, önerge sahibi için de 10 dakikadır.

Önerge sahibi olarak Sayın Ayhan Fırat, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Fırat, süreniz 10 dakikadır.

AYHAN FIRAT (Malatya) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin sayın üyeleri; sözlerime başlarken, Yüce Meclise en derin saygılarımı sunuyorum.

Hepinizin de bildiği gibi, 9 Kasım 1996 günkü Resmî Gazetede, SSK'ya açıktan eleman alınması için bir ilan çıkmıştı. Bu ilan üzerine -o günün şartlarını düşünün- 88 bin gencimiz, yurttaşımız Ankara'ya gelerek, türlü meşakkatlerden sonra müracaat etmişti. Şimdi, bu ilanda, aslında, bir çok da eksiklik vardı; ilanda yaş alt sınırı belirtilmiş “18 yaş” denmiş, üst sınırı belirtilmemişti. Ben, o zaman, bunu, unutkanlığa, acele hazırlanmaya hamletmiştim; ama, şimdi -Sayın Bakan buraya gelip çıktığı zaman konuşacak- soruyorum: 40 yaşında, 45 yaşında adamları da aldılar mı?.. Bu çok mühimdir...

NURETTİN AKTAŞ (Gaziantep) - 75 yaşındakileri de aldık(!)

AYHAN FIRAT (Devamla) - Sayın milletvekilleri, bu imtihana başından beri hile karıştırıldığı açıktı. Ben, ilk gündemdışı konuşmamda da bunu belirttim. Basın mensubu arkadaşlarımız da, bunu, kepazelik olarak nitelendirdiler. O zaman, gündemdışı konuşmama başlarken “gelin, bundan vazgeçin, ÖSYM'ye yaptırın bu sınavları” demiştim. Sayın Bakan buraya çıktı, aynen şunu söyledi: “ÖSYM'ye yaptıramayız, uzar; ama, size söz veriyorum, bu Meclisin huzurunda, Türk Milletinin huzurunda size söz veriyorum, adil ve şeffaf bir imtihan yapacağım” demişti. Hepiniz bunu hatırlıyorsunuz.

“CHP, daha önce illerde müracaat yaptırdı ve bir imtihan açtı, 130 bin kişi katıldı. Biz, illerde yapsaydık 300 bin kişi katılırdı. Onu, ÖSYM'den başkası da yapamazdı, süre uzardı. Halbuki, bizim, acele, elemana ihtiyacımız var” dediler.

Sonra, 28.11 1996'da yapılacak imtihana 2 gün kala, hava şartları bahane edilerek imtihan tehir edildi. Ne zamana tehir edildiği belli değil. Aradan 6 gün geçti, tekrar bir basın toplantısı yapıldı ve 6-7-8 Aralık günlerinde yazılı sınavın yapılacağı ilan edildi. 88 bin müracaattan 75 bini gelebildi; 4 gün sonraya gün veriliyor; Ağrı'dan, Kars'tan arkadaşlarımız nasıl gelsin?! Bu insanları buraya getirttiniz, bir sürü masraf ettiler. Müracaat edenlerin altıda biri imtihana gelemedi. Halbuki, SSK'nın Personel Yönetmeliğinin 32 nci maddesi “İlan tarihiyle imtihan tarihi arasında en az 15 gün gerekir” der. Bu lazımeye de maalesef uyulmadı.

İlandan tam 10 gün sonra, 19'unda listeler ilan edildi. Gazeteleri aldık bakıyoruz -2 tane misal veriyorum, fazla vermiyorum, çünkü vakit yok- ilkokul mezunlarından, 11216'dan 11248'e kadar ara vermeden devam ediyor; ayrıca, lise mezunlarından, 33431'den 33500 küsura kadar -100'e yakın- ara vermeden devam ediyor. Aramızda profesörlerimiz var; bir hesap

etsinler, acaba böyle bir şey mümkün mü? Bu arada, bir basın mensubu, kartı olmadan imtihana giriyor, çıkıyor.

Şimdi, bütün bu konularda, Sayın Müsteşara, basın mensupları soruyorlar; diyorlar ki: “Nedir imtihanın şekli?” Sayın Müsteşarın cevabı şu: “SSK sınavının objektif ve adil yapıldığını söyleyemem; samimî olmak lazım, bir kere yanlış yola girildi, dönüşü olmadı. Benim de 18-20 akrabam sınava girdi” demiştir. Yine, Sayın Müsteşara “Sayın Bakanın yakınları da girdi mi “deniliyor; “bakın, o yöreden olanlar var, Kocaeli'nden çok kişi geldi. Bakan, ben o yöreye sahip olmadım derse, gerçekçi olmaz yani.” Bakan da adamlarına sahip oldu.

Sayın milletvekilleri, görüyorsunuz, Sayın Bakan, adil ve şeffaf bir imtihan yaptığını söylüyor, Müsteşarı “adil ve şeffaf bir imtihan yapmadık” diyor. Yani, ya Sayın Bakan Yüce Meclise hakikat dışı ifadelerde bulunuyor yahut Müsteşarı yalan söylüyor; hangisinin yalan söylediğini, ben, konuşmamın sonunda söyleyeceğim.

Şimdi, bakın, bu kürsüde, yine, Sayın Bakan “ben, benden önceki Halk Partili bakanların yaptığı şekilde imtihanı yaptım” dedi. Bakın, kendisinden önce, 1993 yılında, kendisinin de bahsettiği, 1 760 kişi alınan sınav yapılmış. Nasıl yapılmış: İllere, genel müdürlükten birer müfettiş gönderilmiş; her ilde, komisyon başkanı o müfettiş olmuş; kâğıtlar kapalı olarak Ankara'ya getirtilmiş, bilgisayara verilmiş, üniversitelerden birer mümeyyiz çağrılmış ve kâğıtlar, Ankara 20 nci Noterinin huzurunda, noter kanalıyla açılmış, kimin ne numara aldığı kaydedilmiş. Sizin yaptığınız imtihanla bunun arasında bir benzerlik var mı; insaf edin!..

CAFER GÜNEŞ (Kırşehir) -Moğultay açıkladı...

AYHAN FIRAT (Devamla) - Sizin için gereken, Borçka Refah Partisi İlçe Başkanı kazanmış, şu kazanmış... Kaç tane ilçe başkanınız kazandı; onu burada söyleyebilir misiniz?

Yazılı sınav kâğıtlarını 10 günde okuyorlar, 10 günde... 10 gün, 24 saatten 240 saat, 60 dakikadan 14 400 dakika eder. 20 sual soruluyor imtihanda; her suale 1 saniyede bakılsa, 20 saniye; bir de imzalıyorlar, 5 saniye de o, 25 saniye; kâğıdı açıyorlar, kaydediyorlar, 5 saniye de o, 30 saniye... Diyelim ki, 30 saniyede -mümkün değil ama- 1 kâğıda baktılar; 14 400 dakikada 28 800 kâğıda bakarsınız. Nerede 75 bin kâğıdın gerisi? Niye yalan söylüyorsunuz; mümkün mü bu?! Yani, ne yaparsanız yapınız, hesapla, insafla, vicdanla izah etmeniz mümkün değil. Bence, bu adil düzenin l'si düşmüş, adi düzenle yapılmış bir imtihan. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Bakın, çağdaş hukukçular, bu imtihan için, başta Sayın Bakan olmak üzere, resmî evrakta sahtekârlıktan başsavcıya müracaat ettiler. Eğer, milletvekilliği dokunulmazlığı olmasaydı -ki, böyle adi suçlarda olmaması lazım- Bakan, şimdi, cumhuriyet savcılığında ifade verir durumda olacaktı. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın arkadaşlar, sözlülerde de aynı karagöz oyunu... 5 300 kişinin sözlüsüne bakılmış ve neticeler ilan edilmiş. Ne zaman; yılbaşından sonra, ayın 3'ünde. Ben de, görmek için, yanıma iki kişi aldım, ayın 7'sinde, kalktım, Kasalar mevkiine gittim, “neticeler kaldırıldı...” Nedir aceleniz?! Üç günde -5 300 kişi gelip bakacak- niye kaldırıyorsunuz; neden korkuyorsunuz?! Orada, eğer, onların nüfus kâğıdında kayıtlı olduğu yerleri de yazsaydınız, hangi kazananın kimin yakını olduğunu, ben, burada tek tek size söylerdim; ama cesaretiniz yok.

BAŞKAN - Sayın Fırat, 1 dakikanız var.

AYHAN FIRAT (Devamla) - Şimdi, Türk-İş bir yazı yazıyor, diyor ki, “bana neticeyi bildirin, çok soruyorlar benden” 23 gündür cevap yok.

Şimdi, bakın, Sayın Müsteşar imtihanın adil yapılmadığını söyledi, Bakanı yalancı çıkardı. Sayın Bakan burada “CHP'nin yaptığı gibi yaptım” dedi, biraz önce anlattım, yalan söyledi. Geçen gün Sayın Bakan burada Sayın Taranoğlu'nun fındık konusundaki gündemdışı konuşmasına cevap verirken, “fındığı alınan müstahsilin fındık parası bir hafta onbeş gün içinde ödenmiştir” dedi; halbuki, daha 7 trilyon fındık borcu var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Fırat, son cümlenizi söyler misiniz.

AYHAN FIRAT (Devamla) - İşte, Ordu'da çıkan bir gazetenin dünkü kupürü...

BAŞKAN - Bunun fındıkla ilgisi ne? (CHP sıralarından gürültüler)

Bir dakika... Süre bitti; ben ne yapayım?! (CHP sıralarından “niye süre vermiyorsun?” sesleri, gürültüler)

AYHAN FIRAT (Devamla) - Teşekkür edip, ineceğim. (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Ne bağırıyorsunuz canım... (CHP sıralarından gürültüler)

Efendim, yani, fındığı fıstığı ilgilendirmiyor beni de; ama, bunun gündemle ilgisi yok.

Efendim, kesildi süreniz. (CHP sıralarından gürültüler)

AYHAN FIRAT (Devamla) - Evet...

BAŞKAN - Sayın Fırat, ben size 1 dakika eksüre veriyorum, son cümlenizi söyleyin.

Efendim, süreniz bitti; bu hiddetiniz niye, ben anlamıyorum.

Sayın Fırat, bir dakika beni dinler misiniz... (CHP sıralarından gürültüler) Kürsüyü ben yönetiyorum, siz yönetmiyorsunuz.

Efendim, bakın, süreniz bitti...

AYHAN FIRAT (Devamla) - Bir hafta içinde üç defa...

BAŞKAN - Efendim, bir dakika... Ben size söz vermedim. Bakın, süreniz bitti. Ben size dedim ki, size 1 dakika eksüre vereceğim; ama, şimdi, siz gündemdışına çıkarak...

AYHAN FIRAT (Devamla) - Hayır, söze “fındık, fıstık” diye başladınız...

BAŞKAN - Efendim, bakın...

AYHAN FIRAT (Devamla) - Sayın Başkan, bu hareketinizi her zaman yapıyorsunuz.

BAŞKAN - Ben niye yapayım canım...

AYHAN FIRAT (Devamla) - Şimdi, soruyorum: Veriyor musunuz 1 dakika, vermiyor musunuz?

BAŞKAN - Verdim canım, işte konuşuyorsunuz.

AYHAN FIRAT (Devamla) - Arkadaşlar, bir hafta içinde Yüce Mecliste ve milletin önünde üç defa yalan söyleyen bir insanın o koltukta oturmaya hakkı var mı? (CHP sıralarından “yok, yok” sesleri, gürültüler) O koltuk, o Bakana, üç beş gömlek büyük gelmiştir.

Şimdi, sizden rica ediyorum, oyunuzu, kıt kanaat artırdıkları paralarla Ankara'ya bir iş bulmak ümidiyle gelen, ancak, figüran olarak kullanılan 80 küsur bin gencimizin yenen hakkının iadesi için kullanın. Sizden bunu rica ediyor, saygılar sunuyorum.(CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Fırat.

Sayın Fırat, bu kadar kızmanıza hiç gerek yok; ben, size eksüre verdim.

Efendim, şimdi, gruplar adına söz alan sayın milletvekillerini okuyorum: ANAP Grubu adına Sayın Emin Kul, Refah Partisi Grubu adına Sayın Musa Uzunkaya, CHP Grubu adına Sayın Nihat Matkap, DSP Grubu adına Sayın Cevdet Selvi.

ANAP Grubu adına Sayın Emin Kul; buyurun efendim. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Kul, süreniz 20 dakika efendim.

ANAP GRUBU ADINA EMİN KUL (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Malatya Milletvekili Sayın Ayhan Fırat ve 38 arkadaşının, Sosyal Sigortalar Kurumunda açılan sınavda usulsüzlük ve iltimas yapılmasını önleyecek tedbirleri almadığı iddiasıyla, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi üzerinde, Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Grubumuzun görüşlerini arz etmeden önce, idrak ettiğimiz mübarek ramazanın milletimize, bütün İslam âlemine ve insanlık âlemine huzur, barış ve dirlik getirmesini, hayırlara vesile olmasını dileyerek, sizleri saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüştüğümüz gensoruyla ilgili olarak, Sosyal Sigortalar Kurumu, 9 Kasım 1996 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan bir ilanla, personel alımı konusunda sınav açılacağını duyurmuş ve bu ilan çerçevesinde işlemlere başvurmuştur.

Bilindiği gibi, Sosyal Sigortalar Kurumu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının bir bağlı kuruluşudur ve bu nedenle, Bakanlığın kuruluş kanununa göre, faaliyetleri, Bakanlığın gözetimi ve denetimi altında yürütülür. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı ise, Sosyal Sigortalar Kurumunun görevlerini yasal çerçevede, mevzuat çerçevesinde yürütmesinden, elbette ki, en üst düzeyde görevli ve denetlemede sorumlu bir bakandır. Sayın Bakan, Sosyal Sigortalar Kurumunun açtığı sınav, sınavın safahatı ve sınavın sonuçları ile yapılan işlemler konusunda, en azından, iletişim araçlarında yer alan yayınlar ve tartışmalar nedeniyle haberdardır. Kaldı ki, onbeş gün kadar önce, önerge sahibi Malatya Milletvekili Sayın Ayhan Fırat'ın Yüce Mecliste bu konuda yaptığı gündemdışı konuşmaya verdiği cevaptan, sınavla ilgili gelişmelerin bütün safahatından Sayın Bakanın haberdar olduğu da açıkça anlaşılmaktadır.

Sayın Bakanın Sosyal Sigortalar Kurumunun açtığı sınavla ilgili işlemleri ve sonuçlarını ısrarla savunması ve Bakanlığın bu bağlı kuruluşunun işlemlerindeki ileri sürülen usulsüzlük ve yolsuzlukları bir araştırma veya soruşturma konusu yapmaması dikkate alınırsa, Sosyal Sigortalar Kurumunun ilgili yöneticileriyle birlikte ve onların önünde olarak Sayın Bakanın da sorumlu olduğu tartışmasız bir gerçektir. Bu nedenle, Sayın Bakan hakkında verilen bu gensoru önergesi yerindedir, isabetlidir ve idarenin takdir yetkisinin “iş bilenin, kılıç kuşananın” keyfîliğine hukuk devleti kuralları içerisinde yol ve yer vermediğinin Yüce Meclisçe tespiti bakımından da önemlidir.

İdarede ve icrada aldıkları görevler ve unvanlar ne olursa olsun, herkes için genel kuralları belirleyen yasalar ve onları tamamlayıcı ayrıntıları içeren tüzük, yönetmelik, yönerge gibi hukuk normları, hukuk devletinin bağlayıcı belgeleridirler. İdare ve icra yetkilileri, bütün iş ve işlemlerini, bu belgeler çerçevesinde, hiçbir siyasî amaç, özel yarar, kişisel inanç gütmeden ve gözetmeden yürütmek ve yerine getirmekle yükümlüdürler. Bu gerçek, hukuk devleti kavramının kaçınılmaz ve vazgeçilmez bir kuralıdır.

Yüce Meclisin, gensorunun konusu olan olayla ilgili olarak biraz sonra arz edeceğim bilgi ve belgeleri değerlendirirken, sayısal çoğunluğa dayalı siyasî bir tercihi ölçüt olarak kullanmaktan şiddetle, özenle kaçınacağını, keyfîliğe yol vermeyeceğini, hukuk devleti kurallarını esas almak suretiyle hareket etmek zorunluluğunu duyacağını ümit ediyorum.

Gensoruya konu olan Sosyal Sigortalar Kurumu sınavları hakkında, Sayın Bakan, bu sınavın, üniversite giriş sınavlarından sonra, ülkemizde yapılan en adil, en güvenli, en açık ve yasalara, yönetmeliklere uygun bir sınav olduğunu iddia etmektedir. Oysaki, yapılan sınavlar, Sosyal Sigortalar Kurumunun başvurduğu istihdam türünde yapılacak sınavların esaslarını belirleyen Personel Yönetmeliği hükümlerine aykırıdır.

Usul bakımından önemli bir aykırılığı, Personel Yönetmeliğinin 32 nci maddesiyle ilgili olarak, biraz evvel, Sayın Ayhan Fırat dile getirdi. Hava muhalefeti nedeniyle iptal edilen sınavların ikinci defa yapılması öngörülen tarihten 15 gün önce sınav tarihinin ilan edilmesi lazımken, maalesef, bu hususa riayet edilmediği ve 4 gün aradan sonra ikinci sınavın yapılacağının ilan edildiği apaçık meydandadır. İşte, bu nedenle, müracaat eden 88 bin kişiden ancak 75 229 kişi sınava girebilmiş, 13 bin kişi sınava girememiştir; usulsüzlüğün ve karmaşıklığın doğurduğu hak mahrumiyetine uğratılmıştır.

Personel Yönetmeliğinin 38 inci maddesi, sınavların düzenli bir şekilde yapılacağını ve sınav sorularının, başvuranların girecekleri sınav ve kadronun gerektirdiği konularda, öğrenim seviyelerinde olmak üzere, bilgi, yetenek ve becerilerini ölçecek şekilde düzenlenmesini amirdir. Oysaki, aşçı, bekçi, şoför, hizmetli gibi kadro unvanlarında istihdam edileceklere fizik, kimya ve biyoloji gibi konuları içeren sorular düzenlenmiş, yönetmelik hükümleri dikkate alınmamıştır. Kaldı ki, sınavların düzenli yapılmadığı da, herkesin televizyon ekranlarından seyrettiği gibi apaçık ortadadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sosyal Sigortalar Kurumu Personel Yönetmeliğine aykırı bu usulî ve fiilî uygunsuzluklar yanında, esasa daha müessir bir husus, Personel Yönetmeliğinin 37 nci maddesinin ihlalidir. Personel Yönetmeliğinin 37 nci maddesi, Kuruma, sınavların adil ve eşit şartlar altında yapılmasını sağlama görevini vermiştir. Oysaki, sınavlara girişte, yeterli hiçbir denetim, kimlik tespiti yapılmamıştır. Örneğin, Yeni Yüzyıl Gazetesi muhabiri Sayın Dilek Gedik sınava girmiş, soruları almış ve cevaplamıştır.

Sınav sonuçlarının değerlendirilmesi ise tam bir skandaldır. Personel Yönetmeliği, sınav kurulunun, sınav kağıtlarını birlikte değerlendirmelerini, birlikte puanlandırmalarını ve bu değerlendirme sonucunu birlikte imza etmelerini öngörmektedir. Sınav komisyonuysa, 5 kişiden müteşekkildir. Yazılı sınava 75 bin 229 kişi girmiştir. Yazılı sınav 8.12.1996 günü bitmiş, sonuçlar 19.12.1996 tarihinde; yani, 11 gün sonra açıklanmıştır. 20 sorunun yer aldığı her sınav kâğıdı 1 dakikada değerlendirilmiş olsa dahi, bütün sınav kâğıtlarının, 75 bin 229 dakikada, yani, 1 253 saatte, yani, güne çevirirsek, ancak 52 günde değerlendirilebilmesi mümkündür; yani, günde 24 saat aralıksız çalışılması halinde, sınav sonuçları ancak 52 günde değerlendirilebilir. Oysaki, sınav sonuçları, sınavdan 11 gün sonra açıklanmıştır.

Değerlendirmenin 11 günde yapıldığı bir an için kabul edildiğinde ise, sınav komisyonunun, yemeden, içmeden, doğal ihtiyaçlarını gidermeden ve uyumadan 24 saat aralıksız çalışarak, her bir sınav kâğıdını 6,4 saniyede değerlendirmiş olmaları gerekir. Yazılı sınav sonuçlarının bilgisayarla değerlendirildiği hususu da, yapılan araştırmalar sonucu, söz konusu değildir.

Yazılı sınav kâğıtlarının böylesine akıldışı bir değerlendirmeye tabi tutulması sonucunda, 5 310 kişinin sınavı kazandığı, isim ve soyadı zikredilmeden, sadece başvuru numaraları sıralanarak 19.12.1996 tarihinde açıklanmıştır; fakat, bu açıklama dahi, sınav ilanında belirtilen şekilde, sözlü sınav tarihi de belirtilerek, genel müdürlük ilan tahtasına asılmak suretiyle yapılmamıştır.

Yazılı sınav sonuçlarının açıklandığı 19.12.1996 tarihinden bir hafta önce, yani, 12.12.1996 tarihinde Ankara 30 uncu Noterliğine müracaat eden Gürsel Aslan isimli bir yurttaşımız, 50591 sayı ve noter imzasıyla tasdik ve tespit olunan beyan tespiti işlemiyle, Bakanlık Müsteşarı, Bakanlığa bağlı bir kuruluşun genel müdür yardımcısı, Sosyal Sigortalar Kurumu Ankara Bölge Müdür Yardımcısıyla aynı soyadlarını taşıyan ve akrabalık derecelerini belirten yakın akrabaları ve çocuklarına ait 27 kişilik bir isim listesinde yer alanların sınavı kazanacaklarını noterlik tutanağına bağlatmıştır. İşte, noterlik tutanağı buradadır. (CHP sıralarından alkışlar)

AYHAN FIRAT (Malatya) - Bravo!..

EMİN KUL (Devamla) - Noterlikçe düzenlenen bu beyan ve tespit tutanağında yer verilenlerin büyük bir kısmının, sınav sonuçları açıklandığında, sınavı kazandıkları da anlaşılmıştır.

Bunun yanında, Sayın Bakanın, Bakanlığın iki müsteşar yardımcısının, SSK Genel Müdürünün, Genel Müdür Yardımcısının ve bir bakanlık danışmanının soyadlarıyla aynı soyadları taşıyan 114 kişinin de, yazılı sınavı kazandığı anlaşılmaktadır; Bakanın ve yakın mesai arkadaşlarının aynı soyadlarını taşıyan 114 kişinin de sınavı kazandığı anlaşılmaktadır.

21 Aralık 1996 tarihli Sabah Gazetesinin 16 ve 17 nci sayfalarında yer alan müracaat numaralarına göre sınavı kazananların listesinin incelenmesinde -örneğin, ilkokul mezunlarında 11216'dan 11248'e, ortaokul mezunlarında 11241'den 11269'a, lise ve dengi okul mezunlarında 33431'den 33544'e kadar- yekdiğerini takip eden aday numaralarının bloklar halinde yer aldığının görülmesi, sınavı kazanacakların listeler halinde belirlendiğini delillendirmektedir. İşte, Sabah Gazetesinin ilan ettiği sınav sonuçları. Burada, kırmızı olarak tespit edilenler de, birbirinin peşini takip eden sınavı kazananları gösteren numaralar. Bu da gösteriyor ki, sınavlar, önceden belirlenen listelerde yer alanların kazanmaları için düzenlenmiş sınavlar olarak karşımızdadır.

İRFAN KÖKSALAN (Ankara) - Adil düzen!..

EMİN KUL (Devamla) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; herhalde bu gerçekler, ilahî bir tesadüfün eseri olmaktan ziyade, önceden planlanmış bir sonuç belirlenmesine yönelik olarak değerlendirilmelidir.

Böylesine bir değerlendirme tablosunun sonucunda, yazılı sınavları kazandıkları ilan edilen 5 310 kişi, 23 - 28 Aralık 1996 tarihleri arasında, 6 gün süresince sözlü sınava alınmışlardır. Sözlü sınava girenlerin sayısıyla sınavın yapıldığı gün sayısı karşılaştırıldığında, sınava giren her kişinin sınav mahalline girişi çıkışı, soruların sorulması, cevapların alınması ve cevapların değerlendirilmesi dahil, kişi başına düşen sürenin -sınav kurulunun, 6 gün boyunca, günde aralıksız 24 saat çalışmaları şartıyla- 1 dakika 36 saniye olduğunu ortaya koymaktadır. Gerek yazılı sınav kâğıtlarının arz ettiğim koşullarda değerlendirilmesi ve gerekse sözlü sınavların belirttiğim şekilde yapılması, işte, böylesine, maddî gerçeklere ve hayatın akışına uymayan, sonuçları önceden belirlenen bir sınavın yapılmış olduğunu kanıtlamaya fazlasıyla yeterlidir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sosyal Sigortalar Kurumu Yönetim Kurulu da, yapılan sınavlarda uygulanacak esaslar konusunda hiçbir şekilde bilgilendirilmemiştir. Sınavların yapılacağı ilan edilen tarihten 8 gün önce, Sosyal Sigortalar Kurumu Yönetim Kurulunda işveren kesimini temsil eden Yönetim Kurulu Üyesi Sayın Kubilay Atasayar bir önerge vererek “Yönetim Kurulunun öngöreceği çerçeve içerisinde yapılacak ciddî ve objektif uygulamalar, gelecekte, Kurumun ve yetkililerin, hatta, ilgililerin başının ağrımasını önleyecektir” uyarısıyla birlikte Yönetim Kuruluna bilgi sunulmasını istemiş olduğu halde, bugüne kadar, sınavı kazananların kimlikleri dahil, yapılan sınavla ilgili olarak, Sosyal Sigortalar Kurumu Yönetim Kuruluna hiçbir bilgi verilmemiştir. İşte, Sayın Kubilay Atasayar'ın Yönetim Kurulu Başkanlığına verdiği önerge...

Sözlü sınavı kazandığı söylenen 2 500 kişinin de kimlikleri bir sır olarak herkesten saklanmakta olup, ülkemizin en büyük işçi teşkilatı Türk-İş Konfederasyonunun, 23 Aralık ve 27 Aralık 1996 tarihli, Kuruma ve Kurum Yönetim Kurulunda işçileri temsilen görev yapan yönetim kurulu üyesine muhatap yazılı başvurusu dahi bugüne kadar cevaplandırılmamış, sınavı kazananlar sır gibi saklanmıştır. İşte, Türk-İş Konfederasyonunun ilgililere yazdığı yazıların örnekleri, cevaplandırılmayan yazıların örnekleri...

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; her işlemi ve her safhasında tam bir usulsüzlük ve yolsuzluğun sergilendiği böylesine yapılmış bir sınav hakkında soruşturma açmak yerine, Sayın Bakanın, bu sınavın işlem ve sonuçlarını savunması, görevi ihmal ve kötüye kullanma kavramına örnek verilecek bir davranış olarak Yüce Meclisçe de tespit edilmelidir. (CHP sıralarından alkışlar)

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarı dahi, bugüne kadar tekzip etmediği bir beyanatında “samimî olmak lazım; bir kere yanlış yola girildi, dönüş olmadı” demek suretiyle, arz ettiğim hususları âdeta ikrar etmiştir. Böylece, sınava girme hakkından mahrum bırakılan 13 bin yurttaşımız ile sınava giren ve fakat bu şartlar altında elenen 72 bin yurttaşımızla birlikte yaklaşık 85 bin kişinin hakkı yenmiş, mağdur ve perişan edilmiş ve en önemlisi, hak kavramına ve hukuk devleti ilkelerine inançları yok edilmiştir. Bu yok edilişin baş sorumluluğunda, Susurluk olayları ile Sultanbeyli'de yapılan Atatürk heykellerini karşılaştırıp, hukuk devleti ve demokrasi fetvaları vermeye soyunan Sayın Bakanın yer alması, Sayın Bakanın, söylemleri ile işlemleri arasında ne denli tutarsızlık ve samimiyetsizlik içinde bulunduğunu somut olarak ispatlamaktadır.

Sayın Bakan, açıkça ortaya çıkan bu sınav yolsuzluğu karşısında, bir taraftan, kendi kadrosunu kuracağını pervasızca ilan etmekte, diğer taraftan, SHP (CHP)-DYP Koalisyonu Hükümetleri zamanında yapılan istihdamları kastederek ve örnek vererek “siz de zamanında adamlarınızı yerleştirmediniz mi; iş bilenin, yani, at binenin, kılıç kuşananın” derken, aslında, suimisali emsal almak gibi bir garabet içine düştüğünü ikrar etmektedir. Mecelle ahkâmı olarak, suimisal, hiçbir zaman emsal alınmaz. Herhalde, Sayın Bakan bunu bilmektedir; ama, bile bile, suimisali emsal alıp, kendisini savunma yolunu seçmektedir.

Bugün, Sosyal Sigortalar Kurumunda, sadece bu sınav skandalı değil, kadrolaşmaya yönelik yüzlerce tayin skandalı yaşanmaktadır. Sayın Bakanın -fakat, teeddüp ederek, bu kürsünün mehabetine uymayacağı kanaatiyle, sadece baş harfini ifade ederek- “ipin ucu P'lerin elinde” beyanlarıyla yapılan girişimler, bakanlık makamına duyulması gereken saygıyı yitirttiği gibi, bakanın da saygıdan uzak davranışları olağan hale getirdiğinin göstergesidir. (CHP sıralarından alkışlar) Halbuki, Sayın Bakanın mensup olduğu Grupta, edep, ahlak, iman, fazilet, kemal gibi ilkeleri kendisinden öğreneceği arkadaşları vardır ve bunların başında da gelen çok değerli arkadaşlarımızdan birisi Sayın Lütfi Doğan bulunmaktadır. Sayın Bakan, bakanlık öğrenmek istiyorsa, kendi Grubunda, Bayındırlık Bakanı Sayın Cevat Ayhan'ı kendisine davranış örneği olarak alabilir.

Sosyal Sigortalar Kurumu Yönetim Kurulunda Hazine temsilcisi olarak bulunan ve işçi hareketimizin unutulmaz seçkin bir lideri olan Sayın Halil Tunç'un görevden alınma kararnamesi, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından iki kez reddedildiği halde, Sayın Bakan üçüncü kez kararnameyi imzaya sunmakla, saygıdan uzak davranışlarına yeni örnekler katmaktadır. Genel müdürler, yönetim kurulu üyeleri, tüm daire başkanları, şube müdürleri, başhekimler ve daha alt kadrolardaki personel dahil yüzlerce kişi yerinden edilirken, sadece gensoruya konu sınavla 82 bin yurttaşımızın hakkının ve hukukunun çiğnenmesi, sadece hukuk önünde değil, Allah indinde de, kul hakkı yenildiği için suçtur, günahtır. Cenabı Hak, kendi rızası için yapılan ibadet ve taattaki eksiklikleri, günaha ve harama sapanları af ve mağfiretine mazhar kılmakta; fakat, kul hakkı yiyenleri af ve mağfiretinin dışında tutarak, bu tür kişileri, ancak haklarını yedikleri kulların affedebileceğini beyan etmektedir.

BAŞKAN - Sayın Kul, 1 dakikanız var efendim.

EMİN KUL (Devamla) - Milletimize dönüp hak, hukuk fetvaları verenler, siyasî iktidar gücünü ele geçirdiklerinde, kendi yakınlarını müstefit etmek için kul hakkı yemekten geri kalmamakta, Allah için kurban çağrısı ve görüntüsü, aslında, kurban kesiyor gözüküp, küpleri için kavurma devşirme gözbağcılığına sapmaktadırlar. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sosyal Sigortalar Kurumunda ihtiyaç duyulan personelle ilgili olarak öncelikle yapılacak iş, kadroları doğuda, güneydoğuda, Orta Anadolu'da ve Batı Karadeniz'deki sigorta tesislerinin ve hastanelerinin üzerinde gözüküp de fiilen İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Adana ve hatta Antalya gibi şehirlerimizdeki hastane ve kurum tesislerinde çalışıyor gözüken 7 200 kişinin, kadrolarının bulunduğu hastanelere ve tesislere gönderilmeleri, iade edilmeleridir.

BAŞKAN - Sayın Kul, bir dakika efendim.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince çalışma süremiz saat 16.00'da bitiyor; Sayın Kul konuşmasını bitirinceye kadar bu çalışma süremizin uzatılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Buyurun efendim.

Süreniz bitti; ama, size eksüre veriyorum.

EMİN KUL (Devamla) - 1 dakika verin efendim.

BAŞKAN - Tamam, verdim.

Buyurun.

EMİN KUL (Devamla) - Bu öncelikli husus yerine getirilmeden, önceliğin bu tür sınavla istihdama verilmesi, nihayet, sınav için bazı objektif kurallara uymak zorunluluğunun doğal koşullarına dahi uymayı bir yük sayıp sınavsız istihdama yol verilmesinin mevzuata aykırı olduğu mütalaasını veren Devlet Personel Dairesi Başkanının derhal görevden alınmasını sağlamak, kul hakkı yemek keyfiliğine en çarpıcı örnektir; hak ve hukuk tanımazlığın hangi boyutlara vardırıldığını göstermektedir. İşte bu konudaki mütalaa ve görevden alınan Devlet Personel Dairesi Başkanı...

İşte, hukuku ve hakkı değil, kuvveti üstün tutan anlayış budur. Şimdi, bu gensorunun oylanmasında, haklının ve hakkın mı, yoksa kul hakkı yiyen ve hukuku çiğneyen güçlünün mü yanında olunduğu kullanılan oylarla belirlenecektir.

“At binenin, iş bilenin” deyimi, gerçekten, kendi binicilik hüneriyle atı denetimi altına alabilenleri tanımlamak içindir. Yoksa üç kuruşluk yem için sırtını binektaşı yapanların sırtına basarak atın rızası hilafına at bindiğini sananlar, hele binek taşının altındaki, kokusu demokratik hukuk devletini saran ve sürekli oynayan metayı Türk Milletinden gizlemeye cüret edenler o attan çabuk düşerler. “Kılıç kullananındır” deyimi, her önüne gelenin kılıç sahibi olamayacağını, kılıcın hakkı ve adaleti sağlamak yönünde kullanılacağını tanımlamak içindir. Kılıcı, Allah için kurban görüntüsü altında, milleti kandırarak, küpünüze kavurma doldurmak için, hakkın ve hukukun kellesini parçalamak için sallarsanız, oy çokluğu güvencesi olsa bile, o kılıç, ilahî adaletin tecellisi olarak er geç döner, kendi başınıza vurulur ve başınızı önünüze düşürür. Yüzde 23'lük bir azınlığın, yüzde 80'lik bir çoğunluğu, hak ve hukuku çiğneyerek yönettiği hangi demokratik ülkede vardır? Bugün, bu gensorunun sonuçlarından kaçabilirsiniz, ama, ilahî adaletten asla kaçamayacağınızı özenle hatırlatıyor; Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kul.

Sayın milletvekilleri, alınan karar gereğince, saat 18.30'da toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

Kapanma saati: 16.03

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 18.30

BAŞKAN : Başkanvekili Kamer GENÇ

KÂTİP ÜYELER : Mustafa BAŞ (İstanbul), Fatih ATAY (Aydın)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 45 inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

IV. - GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE

MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)

A) ÖNGÖRÜŞMELER (Devamla)

1. - Malatya Milletvekili Ayhan Fırat ve 38 arkadaşının, SSK sınavında usulsüzlük ve iltimas yapılmasını önleyecek tedbirleri almadığı iddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/6) (Devam)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, bilindiği üzere, Malatya Milletvekili Ayhan Fırat ve 38 arkadaşının, SSK sınavında usulsüzlük ve iltimas yapılmasını önleyecek tedbirleri almadığı iddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik hakkında (11/6) esas numaralı gensoru açılmasına ilişkin önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı konusundaki görüşmeyi yaparken, alınan karar gereğince, saat 16.00'da ara vermiştik.

Şimdi, çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Hükümet?.. Yerinde.

Söz sırası, Refah Partisi Grubu adına, Sayın Musa Uzunkaya'ya ait.

Sayın Uzunkaya, buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 20 dakika.

RP GRUBU ADINA MUSA UZUNKAYA (Samsun) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Malatya Milletvekili Sayın Ayhan Fırat ve 38 Arkadaşının, SSK sınavında usulsüzlük ve iltimas yapılmasını önleyecek tedbirleri almadığı iddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Necati Çelik hakkında verdikleri gensoru önergesiyle ilgili olarak, Refah Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınıza çıkmış bulunuyorum. Mübarek ramazan ayının, şu çok feyizli saatlerinde, böyle bir gensoru vesilesiyle, Muhterem Genel Kurul üyelerine ve bizi izleyenlere saygılar sunuyorum.

Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; öncelikle, böyle bir önergenin son derece yersiz bir şekilde verildiği görüşümü ifade etmek istiyorum. İddia nedir; sınavda usulsüzlük ve iltimas. Böyle bir iddiada bulunuyorsanız, ciddî delillerini ve karineleri ortaya koymak zorundasınız. Aksi takdirde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin en önemli denetim yolu olan gensoruyu da tartışılır hale getirir ve güvenilmezlik noktasına düşmüş olursunuz.

İddialar, tamamen, birkısım medyanın, Hükümeti yıpratmak ve de özellikle, son günlerde ilgili Sayın Bakan hakkında farklı konuları da derpiş etmek suretiyle, birkısım farklı düşünceleri ortaya koymak amacıyla, günlerce tefrika ettiği hususlardan ibarettir. Bazı muhalefet partilerimiz de, her zaman olduğu gibi, maalesef, bu olayda da medyanın arkasından gitmiştir; ancak, tüm iddiaların cevabı da, Sayın Bakan tarafından daha önce müteaddit defalar, muhtelif zaman ve zeminlerde ifade edilmiştir.

Türkiye'de, SSK imtihanı kadar, bu ölçüde basının ve kameraların gözleri önünde yapılmış bir başka imtihandan son dönemde bahsetmek mümkün değildir. Deniliyor ki “Efendim, 88 bin kişi Ankara'da niçin toplandı? Niye sınav başvuruları illerde kabul edilmedi?” Bir sınav, illerde de düzenlenebilir, merkezî teşkilatta da; mevzuata göre her ikisi de mümkündür; ama, bakanlık, nedenleri daha önce çeşitli vesilelerle açıklandığı şekilde, sınavın, Ankara'da yapılmasını uygun görmüştür.

Değerli arkadaşlarım, burada önemli olan ve üzerinde durulması gereken nokta, neden, 2 500 kişinin kazanacağı bir sınava 88 bin kişinin başvurduğudur. SSK'nın eleman ihtiyacı vardır; hizmetin gereğinin yerine getirilebilmesi için de bu ihtiyacı karşılamak zorundaydı. Sayın Bakan ne yapmıştır; kurumun, 10 binden fazla personel ihtiyacı bulunduğunu -ki, bu ihtiyaç daha önce belirlenmiş ve önceki hükümetler tarafından da tensip buyurulmuştur- ve bu eksiklik nedeniyle, SSK hastanelerinde yeterince hizmet verilemediği ki, bu konuda da, zannediyorum, muhalefetiyle İktidarıyla, bütün partilerimiz müttefiktir. Halkımızın çok büyük bir kesimine sağlık hizmeti götüren SSK hastanelerimiz, maalesef, personel yetersizliği nedeniyle, âdeta perişandı. İşte, bütün bunların giderilmesi için sınav açmıştır. Oluşan kalabalıkların sorumlusu, ne mensubu olduğu Refah Partisidir ne de Sayın Bakanın bizzat kendisidir veya ne de sadece SSK'dır. Sorumlu, bu ülkeyi bu duruma düşürenlerdir; sorumlu, ekonomiyi üretim değil, rant ekonomisi haline getirenlerdir.

TUNCAY KARAYTUĞ (Adana) - Hükümet ortağınıza söyle...

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Sorumlu, sermayenin, yatırıma, istihdama değil, faize, repoya yönlendirilmesini, kolay para kazanmayı teşvik edenlerdir.

On yıllardan bu yana, Türkiye'nin işsizlik sorununun çözümünde, gözle görülür bir gelişme sağlanamamıştır. Umuyorum, değerli Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarım da, önergeyi hazırlarken, bu sonuçta kendilerinin de sorumluluk payı bulunmasının vicdan azabını duyuyorlardır. (RP sıralarından alkışlar)

Hükümetimizin ise, temel amacı, bu çarpık ve bozuk yapıyı değiştirmek, üretimi, istihdamı, verimliliği teşvik etmektir. Bu hedef doğrultusunda, her gün, yeni bir adım atılmaktadır. Ben, bu Hükümetin, bu güzel, reform niteliğindeki atılımlarından, inşallah, amacına ulaşacağına da inanıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle belirtmek gerekir ki, devlette her işlem belli kurallara bağlanmıştır. Bu çerçevede, SSK'da da, personel işlemlerini düzenlemek üzere, 3 Ağustos 1987 tarih ve 19537 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan personel yönetmeliği uygulanmaktadır. Açılan sınav, herhangi bir kayıt ve kurala bağlı olmadan, tamamen, yöneticilerin kendi arzuları ve inisiyatifleriyle değil, bu yönetmeliğin sınavla ilgili hükümlerine uygun olarak yapılmıştır. Yönetmeliğin 34 üncü maddesinde, Sosyal Sigortalar Kurumuna ilk defa işe alınmada aranacak genel şartlar, 37 nci maddesinde, sınav kurulunun nasıl teşekkül edeceği, 38 inci maddesinde, sınav şekilleri, sınav komisyonunun yetki ve sorumlulukları, sınavın yapılma şekli, soru şekli, konuları ve sınavların nasıl değerlendirileceği açıkça belirtilmektedir.

Sosyal Sigortalar Kurumu, Bakanlar Kurulunun 6.12.1985 tarih ve 85/10260 sayılı Kararıyla yürürlüğe konulan, İlk Defa Devlet Kamu Hizmeti Ve Görevlerine Devlet Memuru Olarak Atanacaklar İçin Mecburî Yeterlik Ve Yarışma Sınavları Genel Yönetmeliği kapsamında bulunmaktadır; çünkü, 4792 sayılı Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununun 1 inci maddesine göre, SSK idarî ve malî bakımdan özerk bir kuruluştur; bazı arkadaşlarımızın yanılgıları buradan kaynaklanmaktadır. SSK, kendi sınavını kendi personel yönetmeliğine göre yapmak zorundadır. Nitekim, 1987 yılından bu yana, CHP'li bakanlar dönemi de dahil olmak üzere, SSK tarafından yapılan birçok sınav aynı yönetmelik esaslarına göre gerçekleştirilmiştir.

Muhterem Başkan, değerli arkadaşlar; sınav başvurularının kabulünde herhangi bir biçimde mevzuata aykırılık olmamıştır; müracaatların çokluğundan dolayı izdiham oluşmuş; ancak, adayların kayıtları sırayla yapılmıştır. Sınav için müracaatlarda, art niyetli küçük bir grup medya, malzeme hazırlamak ve sınavı provoke etmek için gayret sarf etmiş ise de, kurum personelinin ve emniyet mensuplarının özverili çabaları sonucu herhangi bir olaya meydan verilmemiştir. Sınav müracaat formları 300 bin adet bastırılmış ve zaten imtihana girme niyeti olmayan birkısım provokatörlerin dışında, sınav belgesi almayan tek bir fert kalmamıştır. Sınavın her aşaması, Resmî Gazetede ilan edilen sınav şartlarına uygun olarak gerçekleştirilmiştir.

88 bin kişinin girdiği bir sınavda, kazananlardan çok az bir kısmının aday numaralarının art arda gelmesinden bir anlam çıkarılması, ancak önyargılı bir anlayışın ürünü olabilir.

REFİK ARAS (İstanbul) - 100 tane peşpeşe, 100... Az mı?!.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - SSK Personel Yönetmeliği, sınavların, Kurumca oluşturulacak sınav kurulunca yapıldığını, sınavların düzenli bir şekilde yürütülmesinden, sınav kurulu başkan ve üyelerinin sorumlu olduğunu, değerlendirmelerin sınav kurulu tarafından gerçekleştirileceğini ve yine, itirazların, sınav kurulu tarafından inceleneceğini öngörmüştür. Buna göre, SSK Personel Yönetmeliği, sınavların ÖSYM (Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi) tarafından yapılmasına imkân vermemektedir. Geçmiş yıllarda ve 1993 yılında yapılan sınavlar da, ÖSYM tarafından değil, aksine, Kurum tarafından bizzat yapılmıştır. Sınavın ÖSYM'ce yapılması konusunda yönetmelik değişikliğine gidilmesi, Bakanlıkça ve Kurumca hedeflenmiş; ancak, zaman darlığı sebebiyle, buna, fiilen imkân bulunamamıştır.

Değerli arkadaşlar, yazılı sınav sonrasında, kazananlar listesinde 50 kadar soyadı “Çelik” olan isimler olduğu belirtilerek, kazananlar arasında Bakanın da akrabalarının yer aldığı iddia edilmekteyse de, Sayın Bakanın, kendi soyadını taşıyan akrabalarından tek birisinin girmesi halinde istifa etmeye, Bakanlıktan ayrılmaya hazır olduğunu defaatle açıkladığını, burada da beyan etmek istiyorum. Dolayısıyla, kendi soyadını taşıyan akrabasından bir isim bulunur getirilirse... Yazılı ve sözlü sınavların kısa sürede yapılabilmesi, SSK personelinin, günlerce evlerine gitmeden, özverili çalışmalarıyla gerçekleştirilmiştir. Dolayısıyla, bu noktanın, eleştirilmesi değil, emeği geçenlere teşekkür edilmesi gereken bir husus olduğunu, burada, hatırlatmak istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gensoru önergesinin son bölümünde “kaldı ki, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, şu ana kadar çalışma yaşamıyla ve sosyal güvenlik alanıyla ilgili önemli sorunların çözümü için de herhangi bir adım atmamıştır” şeklinde, gerçekten haksız, mesnetsiz bir ifadeye yer verilmiştir.

Böyle bir iddiada bulunamayacak bir siyasal parti varsa, o da, ancak, Cumhuriyet Halk Partisi olmalıdır. 4 yıllık sürede, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığında 5 bakan eskiten CHP, sorunları çözmek bir yana, daha da karmaşık ve çözülmez hale getirmekte son derece başarılı olmuştur. Oysa, uzun bir sendikacılık geçmişi bulunan Sayın Çalışma Bakanının dirayetli ve deneyime dayanan yönetiminde, son altı ayda, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, geçmiş dönemlerle mukayese edilemeyecek kadar verimli ve başarılı bir dönem geçirmiştir. Bunlardan birkaç tanesini sıralamak istiyorum.

Asgarî ücret, enflasyon oranının çok üzerinde olmak üzere, yüzde 100'den fazla artırılmış ve CHP'li bakanlar döneminde, maalesef bir ay geciktirilmeyle başlanan asgarî ücretin yürürlük tarihi, yeniden 1 ağustosa çekilmiştir.

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Yüzbinlerce işçiyi Kızılay'a döktünüz.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Onları, siz provoke ederek getirdiniz oralara.

1996 yılının son altı aylık dönemi için, işçi emekli aylıkları, ortalama yüzde 50, Bağ-Kur emekli aylıkları yüzde 65 ile yüzde 136 arasında, Bağ-Kur tarım sigortası emekli aylıkları ise yüzde 111 oranında artırılmıştır.

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - 5 milyonun mucidisiniz siz.

BAŞKAN - Müdahale etmeyelim... Müdahale etmeyelim...

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - 1997 yılının ilk altı aylık dönemi için emekli aylıklarının yüzde 30 artırılması öngörülmüş, ilave artışlar yapılması için de çalışmalar başlatılmıştır.

506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununda değişiklik yapılmasıyla ilgili kanun tasarısı, yine bu Hükümet döneminde hazırlanmıştır. Önümüzdeki günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisine gelecek olan tasarıda, emeklilik şartlarının yeniden düzenlenmesi, kaçak çalıştırmanın önlenmesi, kurumun malî durumunun düzeltilmesine yönelik tedbirlerin alınması, işçi emeklilerine yeni bazı haklar tanınması, yine bu Hükümet dönemindeki çalışmalar içerisinde öngürülen gayretler arasındadır.

Tasarı, işçi ve işveren konfederasyonlarıyla, işçi emeklileri kuruluşları temsilcilerinin, fiilen katıldığı çalışmalar sonucu, söz konusu kuruluşların uzlaşmalarıyla hazırlanmıştır. CHP'li değerli arkadaşlarımız, sanıyorum, kendi dönemlerinde bütün yurdu kaplayan mezarda emeklilik eylemlerini herhalde unutmamışlardır.

Bağ-Kur sigortalılarına, 12 basamağa kadar basamak yükseltme hakkı verilmesiyle ilgili kanun tasarısı, yine bu Hükümet döneminde hazırlanmış ve çıkarılmıştır. SSK gayrimenkullerinin değerlendirilmesiyle ilgili kanun tasarısı yine bu Hükümet tarafından tahakkuk ettirilmiştir. Bağ-Kur Kanununda ve Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununda önemli değişiklikler öngören tasarılar, yine bu dönemde hazırlanmıştır. SSK ve Bağ-Kur alacaklarının tahsilatının hızlandırılması amacıyla yeni bir kanun tasarısı yine bu dönemde hazırlanmıştır.

ALİ RIZA BODUR (İzmir)- Zorunlu tasarruflar yine bu dönemde iç edilmiştir.

BAŞKAN - Müdahale etmeyelim efendim.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Efendiler, zorunlu tasarrufların 428 trilyonu sizin Hükümetiniz döneminde iç edilmiştir. Bunu biliyorsunuz. (RP sıralarından alkışlar)

Eğer, birkısım belgeler istiyorsanız...

Bakın beyler, bakın, ben, daha sizin cemaziyelevvelinize ait belgeleri burada teşhir etmedim.

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Ne biliyorsanız o...

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Beyefendi, buyurun, bakın, ben, size söyleyeyim. İmtihanda nasıl yolsuzluk olurmuş ve olmuş, bunların belgeleri elimde; ancak, ben, size, şunu söylüyorum...

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Bildiğinizi söyleyin lütfen...

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Evet, söyleyeceğim, gayet tabiî, buraya konuşmaya geldim; sen de dinleyeceksin yerinde, senin de görevin o.

Değerli arkadaşlar, bakınız, bizden önceki dönemde yapılan yolsuzluklardan sadece bir iki örnek veriyorum, fazla değil, bir iki örnek. Mesela, 1993 yılında hakkında idarî kovuşturma yapılmış, zimmet suçundan mahkûm olmuş, 3 yıl 2 ay 26 gün süreyle ağır hapis cezasıyla mahkûm edilmiş bir vatandaş, ilgili kurumların raporları ve ısrarla göreve alınmaması istemine rağmen, o dönemin bakanının talimatıyla bizzat göreve alındığı, müfettiş raporlarıyla müsellemdir. İsmini istiyorsanız, ismini de verebilirim: İsmail Uçar. Aldığı cezanın tarih sayısını da verebilirim.

İSMET ATALAY (Ardahan) - Hükümlülerin de işe alınma zorunluluğu var!..

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Bir başka belge vereyim; değerli arkadaşlar, bakınız, şizofren hasta olduğu raporla, iki dönem de hastanede yattığı bilinen bir hasta; ki, en son 4.8.1996 yılında gece saat 3.00-3.30 arası SSK Okmeydanı Eğitim Hastanesinde yatmakta olan bir hastaya cinsel tecavüzde bulunacak kadar ahlaken sefih, esasen hasta olan bir şahsın, hasta olduğu raporla bildirildiği halde, zorlamayla göreve alınmış ve bu şahsın, yine elimizdeki belgelere göre, morgtaki ölülere kadar taciz ve tecavüzleri raporla tespit edilmiş. Bunlar da bu dönemde işe alınan şahıslardır.

Değerli arkadaşlar, taşrada imtihan yaptık diyorlar; bakın, taşrada, Çorum'da yapılan bir imtihanda, imtihan bittikten sonra, komisyonun, imtihana katılan 6 şahsın imtihan tutanaklarını nasıl değiştirdikleri, benim müfettişlerim değil, sizin döneminizdeki müfettişlerin raporlarıyla ortadadır.

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Onlar devletin müfettişleri.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Yani, sizin dönemiz müfettişleri...

BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, 1 dakikanız var efendim.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, şunu demek istiyorum, meseleyi ben kişiselleştirmek istemiyorum; ama, ortada bir vakıa vardır, samimiyetle söylüyorum; Sayın Çelik, bu dönemde -Sayın Bakan, Plan ve Bütçe Komisyonunda da söylemiştir, burada, Genel Kurulda da söylemiştir- esasen, önü tıkanan Sosyal Sigortalar Kurumunun, Çalışma Bakanlığının önünü açma konusunda, daha önce geldiği iş âlemini de yakînen tanıdığı için, büyük bir özveriyle, azimle, gayretle, casaretle meselelerin üzerine gitmiştir. Şu anda, özellikle işçiyi savunduğunu beyan eden değerli kardeşlerim, bu hakları savunan, sendikadan gelen bir arkadaşlarının azimle yapmak istediği işler konusunda alabildiğine önünü açıp, vakti saati geldiğinde de niçin bu hastaneler düzelmedi diye, bizimle beraber, onun hesabını, Değerli Bakanımıza hep beraber sormak için bu zamanı değerlendirmeleri lazımdı; bunu temenni ederdim; ama, görülmüştür ki, çok basit, çok sığ bir mantıkla, biraz da acul olmak suretiyle, böyle bir yönteme başvurmuşlardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, lütfen, son cümlenizi söyler misiniz.

AYHAN FIRAT (Malatya) - Kaç ilçe başkanınız girdi?..

BAŞKAN - Efendim, müdahale etmeyelim.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Değerli arkadaşlar, esasen, gensoruya konu teşkil eden sınavla alınacak personelin, Sosyal Sigortalar Kurumunun sağlık ve sigorta hizmetlerinde önemli bir ferahlama sağlayacağı hepimizin malumudur. Yine, hepiniz biliyorsunuz ki...

Seçim bölgelerine gidiyorsunuz, hakikaten, SSK hastanelerinden size feryatlar gelmiyor mu? İşçi, eleman sıkıntısından doğan bu feryatları duymayan tek bir arkadaşım var mı? İşte, söz konusu sınav, konuşmamın başından beri izah ettiğim gibi, tamamen, kanunlara ve diğer mevzuata uygun bir şekilde gerçekleştirilmiştir.

Açık olarak söylüyorum, iki yeğeni imtihana girmiş bir milletvekiliyim. Numaralarını veriyorum, bu numaralar kazanmışsa... İşte, birinin numarası 39477, yazılıyı kazandı, sözlüyü kaybetti; diğeri, İstanbul'da halen mukim olan bir yeğenim, yine numarasını veriyorum 39157 numara, hem yazılıyı hem de sözlüyü kaybetmiş iki yeğenin amcası olan, dayısı olan bir milletvekili olarak buradayım; yani, şunlar kayırıldı, bunlar kayırıldı demenin mantığı yoktur. Dolayısıyla, siyasî amaçlarla...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Uzunkaya, tamam efendim... Epey savunma yaptınız...

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Bitirdim zaten Sayın Başkan; görüyorsunuz...

BAŞKAN - Peki, o zaman son cümleyi söyleyin.

MUSA UZUNKAYA (Devamla) - Evet, bu nedenle, siyasî amaçlarla verilmiş bulunan gensoru önergesinin gündeme alınmamasının uygun olacağına inandığımızı ifade ediyor, Genel Kurula ve Muhterem Başkana saygılar sunuyorum. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Uzunkaya.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Nihat Matkap, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Matkap, süreniz 20 dakikadır.

CHP GRUBU ADINA NİHAT MATKAP (Hatay) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partili milletvekilleri tarafından, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Necati Çelik hakkında verilmiş bulunan gensoru önergesi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüş ve düşüncelerini açıklamak üzere söz almış bulunmaktayım. Sözlerime başlarken, sizleri, şahsım ve Grubum adına en içten saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, Refahyol Hükümetinin kuruluşundan bu yana geçen yedi aylık süre içerisinde, kimi Hükümet üyelerinin yanlış ve eksik tutum ve davranışlarından kaynaklanan ve kamuoyunda “Skandal” ve “Kriz” sözcükleriyle nitelendirilen bir dizi vahim olayla karşı karşıya kaldık. Bu olayların başlıcaları: Sayın Başbakanın Libya gezisi sırasında yaşanan kriz; bir diğeri, Susurluk kazası sonrası ortaya çıkan skandal; sonuncusu da, aralık ayında Sosyal Sigortalar Kurumunun gerçekleştirmiş bulunduğu sınavla ilgili skandaldır.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, kamuoyunda infial yaratan bu üç ciddî olay karşısında, tereddüt geçirmeksizin, Meclis denetim yollarının en etkin aracı olan gensoru mekanizmasını devreye soktuk. Kimi siyasetçiler, ilk etapta, belki de, bu girişimimize sempatiyle bakmadılar; ama, daha sonra, onlar da bize gerekli desteği verdiler. Bugün de, diğer muhalefet partili arkadaşlarımızdan gördüğümüz destekten mutluluk duyduğumuzu ifade etmek isterim.

Değerli arkadaşlarım, bugünkü gensorumuzun amacı, hedefi, aralık ayında yapılmış bulunan Sosyal Sigortalar Kurumu memur sınavında yaşanan usulsüzlüklerin, yolsuzlukların, haksızlıkların sorgulanmasıdır. Ancak, bu noktaya, aşama aşama geldik. Bu sınavların duyurulmasından itibaren, başvuru esnasında bir hayli olumsuzluklar yaşandı. Ardından, bu sınavların yazılı aşamasında bir hayli olumsuzluklar yaşandı. Grubumuza mensup Malatya Milletvekilimiz Ayhan Fırat, gündemdışı söz alarak, çıktı, çok dikkatli bir üslupla, Sayın Bakana gerekli uyarıları yaptı. Sayın Bakan, suçluluk kompleksiyle olacaktır ki, bu uyarıları dikkatle dinleyip gereğini yerine getireceğine, sıradan, ucuz, basit polemiklerle konuyu geçiştirmeye çalıştı. Yok efendim, Cumhuriyet Halk Partililerin Bakanlığı yönlendirdiği dönemde de benzer sınavlar yapılmış; yok, Cumhuriyet Halk Partililerin Bakanlığı yönlendirdiği dönemde çok usulsüzlükler yapılmış; sol davadan hüküm giymiş bir kişi, işçi olarak, Bakanlıkta istihdam edilmiş; yok, CHP'liler döneminde, çalışma yaşamının iyileştirilmesine, demokratikleştirilmesine dönük çalışmalardan ziyade, sadece ideolojik kadrolaşmayla meşgul olunmuş...

Değerli arkadaşlarım, konumuz bu değil. Eğer, Cumhuriyet Halk Partisi döneminde bir usulsüzlük, bir yolsuzluk yapılmışsa, Cumhuriyet Halk Partililer bir yıldır bu Bakanlığın başında değil. Daha önce, Anayol Hükümeti döneminde Sayın Emin Kul, üç ayı aşkın bir süre Bakanlık yaptı.

Sayın Bakan yedi aydır Bakanlığın başında; eğer, Cumhuriyet Halk Partililerin döneminde bir usulsüzlük, bir yolsuzluk yapılmışsa ve bugüne kadar bu usulsüzlük, yolsuzluk Meclise taşınmamışsa, zaten Sayın Bakan suçludur. (CHP sıralarından alkışlar) Bu nedenle, böyle polemiğe girmemin anlamı yok.

Değerli arkadaşlarım -Sayın Bakan not alsın; sizler de, lütfen dikkatle dinleyin- biraz önce konuşan değerli arkadaşlarım, bu sınavın yolsuzluklara, usulsüzlüklere muhatap olduğu yönündeki iddialarını çok ciddî bir biçimde sergilediler; ben de, şu an, bir kısmını, yeniden sergileyeceğim. Sayın Bakan çıksın, bu sorularıma, bu iddialarıma yanıt versin, hepimizi tatmin etsin; değilse, bu konuyu polemikle geçiştirme hakkı olamaz; çünkü, sınava, yaklaşık 90 bin işsiz gencimiz başvurdu. Burada 80 bin küsur gencimizin; yani, sınavı kazandığı ilan edilen 2 500 kişinin dışındaki arkadaşlarımızın hakkı gasp edilmiştir. Bu mağduriyetleri gidermek, milletvekilleri olarak bizim onur görevimizdir. Biz, bu nedenle, bu gensoru önergesini taşıdık. Eğer, Sayın Bakanın, Cumhuriyet Halk Partili bakanlar döneminde bir usulsüzlük sorunu varsa -tekrar ediyorum- Meclisin denetim yolları her zaman açıktır. Sayın Bakan, bugün kürsüye çıkacak; onun için, özellikle, önce bizim iddialara yanıt versin; zamanı artarsa, yine çıksın, polemik yapsın lütfen.

Evet, birinci iddia -biraz önce Refah Partili arkadaşım da iddia etti; o bir yanılgı içinde- 30 Ocak 1986 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanan Kamu Hizmeti ve Görevlerine Devlet Memurları Olarak Atanacaklar İçin Mecburî Yeterlilik ve Yarışma Sınavları Genel Yönetmeliğinin 8 inci maddesine göre, sınav için yapılacak duyuruda, atama yapılacak boş kadroların unvanı, sınıfı, derecesi ve sayısı, bulundukları yer ve hatta, aylık tutarlarının yer alması zorunludur. Oysa, bu aralık ayında yapılan Sosyal Sigortalar Kurumunun sınav duyurusunda bu husus yer almamıştır. Bu olay bile başlıbaşına, bu sınavın iptali için yeterli nedendir. Eleştirdiği CHP döneminde benzer bir sınav yapılmış 1993 yılında. Değerli arkadaşlarım, sınav 25 yerde yapılmış; sınav açılacak olan kadronun unvanı, sınıfı, derecesi ve adedi belirtilmiş; ayrıca, bu sınavların test usulüyle yapılacağı ve bilgisayarla değerlendirileceği de bu duyuruya yazılmıştır ve basın önünde değerlendirmeler yapılmıştır.

Değerli arkadaşlarım, bir ikinci eksiklik, aynı genel yönetmeliğin 15 inci maddesine göre “sınav duyurusunda sınav konuları ve sorular çok açık şekilde belirtilir” denilmektedir. Bu hüküm de ihlal edilmiştir.

Değerli arkadaşlarım, üçüncü iddia; sınav duyurusunun 13 üncü maddesine göre “sınav konuları, tahsil durumuna uygun olarak, genel kültür kapsamında olacaktır” denilmekte, ayrıca, Sosyal Sigortalar Kurumu Personel Yönetmeliğinin 38 inci maddesine göre “sınav soruları, başvuranların girecekleri sınav ve kadronun gerektirdiği konularda ve öğrenim seviyelerinde olmak üzere, bilgilerini, yetenek ve becerilerini ölçecek şekilde yapılır” hükmü mevcutken, bu sınavda, neden matematik, fizik, kimya, biyoloji gibi konularda soru sorulmuştur; adaylar neden yanıltılmıştır? Sayın Bakandan bu sorunun da yanıtını bekliyorum.

Değerli arkadaşlarım, yine, Sosyal Sigortalar Kurumu Personel Yönetmeliğinin 37 nci maddesine göre, Kurumun, sınavları, adil ve eşit şartlarda yapılmasını sağlama görevi vardır. Adil düzenci olmak için çırpınan Sayın Bakan, sınav yerlerinde oturma düzeni ve güvenlik ortamı açısından bu sınavların adil ve eşit şartlarda yapıldığını kabul ediyor mu? Hepimiz ekranlardan izledik; neredeyse, adaylar kucak kucağa oturdu. Eğer, Sayın Bakan, evet, adil ve eşit şartlarda yapılmıştır, güvenli bir ortamda yapılmıştır diyorsa, o zaman Sayın Bakana şunu soracağım: Yeni Yüzyıl Gazetesi muhabiri Dilek Gedik, sınav başvurusu olmadan bu sınava nasıl girmiştir?

ADNAN KESKİN (Denizli) - İlahî güçle girmiştir.

NİHAT MATKAP (Devamla) - Nasıl test kağıdı alıp işaretlemiştir? Bunun da yanıtını Sayın Bakandan rica ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, beşinci çok ciddî iddia: Sınav sorularını içeren test kâğıtlarının, bilgisayarla değil, sınav kurulu tarafından değerlendirileceği ilan edilmiş olmasına rağmen, test kâğıtlarının kurşun kalemle işaretlenmesi neden zorunlu olmuştur; bunu da merak ediyorum. Burada aklımıza gelen şey, olası şikâyete karşın tedbir almaktır; alınması gereken, alınması düşünülen adayların cevap kâğıdı ile oynanmasıdır; belki, bir başka şey vardır. Sayın Bakan çıksın, bu konuda da bizi ikna etsin.

Değerli arkadaşlarım, yapılan hesaplamalara göre -ki arkadaşlarım da bu konudaki rahatsızlığını dile getirdi; dilerdim ki, umardım ki, Refah Partisi sözcüsü arkadaşım, bu iddialarla ilgili, Grubunun görüşlerini belirtsin; kıyısından bile geçmedi bu iddiaların- yapılan tespitlere göre...

FETHULLAH ERBAŞ (Van) - O sizin anlayışınız.

NİHAT MATKAP (Devamla) - O, sizin anlayışınız; biraz sonra göreceğiz.

...her sınav kağıdı 6 saniyede değerlendirilmiş.

Şimdi, bakınız, personel yönetmeliğine göre, bu sınav kâğıtlarının, 5 kişilik sınav kurulu tarafından, birlikte değerlendirilme ve birlikte puanlandırılma mecburiyeti vardır. Şimdi, bu 5 arkadaşımız 6 saniyenin içerisinde nasıl değerlendirdi, nasıl puan verdi? Gerçi, basında, Sayın Bakana “Jet Necati” diyorlar; ama, inanın, jet hızıyla da buna yetişmek mümkün değil. Sayın Bakan, çıkıp, burada, bize aktaracak; oluyormuş 6 saniyede, bari bundan sonraki bakan arkadaşlarıma da örnek olur.

Değerli arkadaşlarım, bir de diğer arkadaşlarımın sıraladığı bu seri numaraları var. Şimdi, bugüne kadar yapılan Millî Piyango çekilişlerine baktık. Hiçbir zaman, böyle seri şekilde, kesintisiz giden Millî Piyango adayları oldu mu veya bugüne kadar, cumhuriyet tarihinde, açılan sınavlarda bu oldu mu?

Kaldı ki, Ankara 30 uncu Noteri, sınavlardan önce, bu seri numaraları içerisinde, Bakanlık üst düzey yöneticilerinin yakınlarının olduğunu da tespit etmiş. Sayın Bakan, çıksın, bizi, bu konuda da ikna etsin. Anlaşılan, Grubuna hiç söz etmemiş; çünkü, Grubu adına söz alan arkadaşım, bunlara hiç değinmedi.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, biz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, Sayın Bakanın siyaset üslubuyla, Sayın Bakanın siyasî anlayışıyla, yaklaşımıyla hiç meşgul değiliz. Meşgul olduğumuz yegâne konu, sayıları 80 bini aşan, mağdur edilen, haksızlığa uğrayan bu işsiz gençlerimizin, hakkını, hukukunu korumaktır; onun için buradayız; onun için, bu gensoru önergesini verdik.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, eğer, biz, Sayın Bakanla meşgul olsaydık, birtakım şeyler sorardık. Sayın Necati Çelik, Bakan oldu; ilk demecinde, bugüne kadar ülke yönetiminde görev alan insanlara, “p” ile başlayan, değil bir bakanın, değil bir milletvekilinin, sade bir yurttaşın dahi ağzına almaması gereken bir nitelemede bulundu. Ben, bugün, konumuz değişik diye, bunun hesabını sormuyorum.

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Ne dedi?

REFİK ARAS (İstanbul) - Yakışıksız bir şey söylemiştir.

NİHAT MATKAP (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, Sayın Necati Çelik, bu ülkede, sade bir yurttaşken, Atatürk'ün kurduğu sistem sayesinde, cumhuriyet sayesinde, önce, büyük bir konfederasyonun genel başkanı oldu; ardından, bu ülkede milletvekili oldu, ardından, bakan oldu. Buna rağmen, niye Atatürkçülerden, cumhuriyetçilerden rahatsız; onu anlamakta da çok güçlük çekiyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Hatta, Sayın Bakan biraz daha ileri gidiyor; diyor ki: “Atatürkçülerin, cumhuriyetçilerin yüzüne tükürün.” Bunun da hesabını bugün sormuyorum.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Bakan bununla da kalmıyor, bu ara, Atatürk'ün büstlerinden bile rahatsızlığını dile getiriyor. Sayın Bakan, Noel tatilinde, çalışma yaşamına dönük bir mesaj vereceğine, Sultanbeyli'deki Atatürk anıtından rahatsızlığını dile getiriyordu. Tabiî, bu talihsiz açıklama üzerine...

MUHAMMET POLAT (Aydın) - Bu nasıl hukukun üstünlüğü?!..

NİHAT MATKAP (Devamla) - ... baskı kurulunca, Sayın Bakan, geri adım atıyor....

AYHAN FIRAT (Malatya) - Özür diliyor sonra...

MUHAMMET POLAT (Aydın) - Siz, hukukun üstünlüğüne inanmıyor musunuz?!...

NİHAT MATKAP (Devamla) - Cevap vereceğim, acele etmeyin.

Diyor ki “ben, Atatürk büstünün dikilmesinden rahatsız değilim -ya neden rahatsızsın?- yerel yöneticilerin görüşü alınmamış, muvafakatı alınmamış, demokratik olmayan bir yöntem kullanılmış; ondan rahatsızım” Haa, güzel...

SITKI CENGİL (Adana) - Sınavın ne alakası var?!..

AYHAN FIRAT (Malatya) - Bakanın tutumuyla alakası var.

NİHAT MATKAP (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bakınız, bir müddet önce, kamu çalışanları arasında ayrıma neden olan, bir ek zam kararnamesi söz konusu oldu. Otuzdan fazla sayın bakan arkadaşım, çalışanlardan birebir sorumlu olmadığı için bu hususu atlayabilirdi. Çalışanların geleceğinden, çalışanların yaşam standartlarından birebir sorumlu olan Sayın Bakan, gerçekten, eğer, demokrasiyi bu kadar benimsemişse, o gün, Bakanlar Kurulunda, ayrıma neden olan bu Bakanlar Kurulu Kararnamesini imzalamak benim demokratik anlayışıma aykırıdır deseydi, ben, o çıkışına da saygı gösterebilirdim. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bakınız, yine, Sayın Bakan, Hak-İş Konfederasyonu Genel Başkanıyken, önceki hükümetlerin, zorunlu tasarruftan kaynaklanan nemaları değerlendiriş biçimini dahi sürekli eleştiriyordu. Bakan olduktan sonra, bu zorunlu tasarruflardan kaynaklanan nemaları meçhule atan bir yasa tasarısına imza attı. Sayın Çelik, Hak-İş Konfederasyonu Genel Başkanıyken, CHP'li Çalışma Bakanlarına methiye dizerdi. Ben, bir gün olsun, onun tenkidini, hiçbir basın organında okumadım. CHP'li bakanlara şatafatlı karşılama törenleri yapardı; o zaman takıyye mi yapıyordu Sayın Bakan?.. Şimdi mi CHP'li bakanları eleştirmek aklına geldi?..

Değerli arkadaşlarım, bakınız, 87 bine yakın işsiz gencimizin hakkı gasp edilmiştir, mağdur edilmiştir; bu insanların hakkını, hukukunu korumak hepimizin görevidir.

Şimdi, Sayın Bakana bir telkinim var; çıksın bu kürsüye -bu iddialara cevap verme şansı yok; bakınız, bu sınav da yargı yolunda, belki de yargıya vardı- desin ki “ben yanlış yaptım, 80 bin küsur insanımızdan, kamuoyundan özür diliyorum, bu sınavları iptal edeceğim; ÖSYM kanalıyla yenileyeceğim.” Değilse, bakınız değerli arkadaşlarım, eğer, bu sınavları, yargı iptal ederse, Türkiye'de, değil bakan olarak, Sayın Çelik'i milletvekili olarak dahi dolaştıramazlar; uyarısı bizden...

AYHAN FIRAT (Malatya) - Doğru.

NİHAT MATKAP (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, tabiî, bugün, değerli Refah Grubu da, Sayın Bakanı dinledikten sonra bir karar verecek. Refah Grubu, TOFAŞ, TEDAŞ ve Mal Varlığı Komisyonlarındaki tutumuyla çok ciddî bir prestij kaybına uğradı. Artık, Refah Partisi deyince, (U) dönüşleri geliyor akla, haksızlık geliyor, hukuksuzluk geliyor. Halbuki, 20 yıldır, iktidara gelene kadar, adil düzen adına, hak hukuk adına, adalet adına söylemlerde bulunarak, gelip ülke yönetiminde söz sahibi oldunuz.

BAŞKAN - Sayın Matkap, 1 dakikanız var efendim.

NİHAT MATKAP (Devamla) - Bugün, bu iddialarımız karşısında alacağınız tutumla, vereceğiniz oylarla, bütün Türkiye'nin ve Meclisin sizi test etmesi söz konusu olacak. Eğer, bugün de, siyasî çıkar uğruna yanlış karar verirseniz, inanın değerli Refah Partililer, ne zaman haksızlık, hukuksuzluk, adaletsizlik konuşulursa, o zaman, akla yalnızca Refah Partisi gelecek.

Bugünkü durumunuza güvenmeyin; gün gelir, bu Parlamentoda grup kurma şansını dahi bulamazsınız. Ben, yine de çoğu arkadaşımın bu konuda dürüst davranacağına inanıyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Matkap, süreniz bitti; son cümlenizi söyler misiniz.

NİHAT MATKAP (Devamla) - Bu gensoru önergesi görüşmelerinin, mağdur edilen, hakkı gasbedilen 80 bin küsur işsiz gencimizin, bu mağduriyetlerinin kalkmasına katkı vereceğine olan inancımla hepinize teşekkür ediyorum; tekrar, sizleri, Grubum adına en derin saygılarımla selamlıyorum. (CHP. DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Matkap.

DSP Grubu adına Sayın Cevdet Selvi; buyurun efendim. (DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Selvi, süreniz 20 dakika.

DSP GRUBU ADINA M.CEVDET SELVİ (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ilkönce hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bugün Sosyal Sigortalar Kurumuna personel alımı için yapılan sınavda usulsüzlük ve iltimaslarla ilgili Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı için verilen gensoru hakkında Demokratik Sol Parti adına görüş ve düşüncelerimizi bildirmek üzere huzurunuzdayım.

Değerli milletvekilleri, sınavla ilgili duyuru, 9 Kasım 1996 tarihinde Resmî Gazetede yayımlandığı andan itibaren bir skandal, bir karmaşa ortamı Türkiye'de yaratıldı. Sosyal Sigortalar Kurumuna 2 500 kişinin sınavla işe alınacağı söz konusu olunca, onbinlerce işsiz ve yoksul insan, elbette bunu bir çare olarak gördü ve bir umutla, bu sınavda da kazanırım noktasını düşündü. Ama, ne yazık ki, sadece form alabilmek için, sadece başvuruda bulunabilmek için Türkiye'nin dört bucağından yoksul insanlar, işsiz insanlar Ankara'ya davet edildiler, Ankara'ya gelmeye mecbur bırakıldılar ve bilindiği gibi, borç bularak, ekonomik sıkıntı içine girerek; yetişebilen doksanbin işsiz yoksul insan, bir umutla Ankara'ya geldi. İşte, bu sınav daha başvuru aşamasında yoksul insanları burada ekonomik yönden vurdu, üzdü. Başkente geldikleri zaman karşılaştıkları olay ise, onurlarını kırdı, kişiliklerini rencide etti -gördükleri karmaşa bir sınav için değil- sınava başvurmak için almak istedikleri bir form için ezilenler oldu, bunalım geçirenler oldu. Âdeta bir esir kampını andıran hareketler içerisinde onurları kırıldı, hayal kırıklığına uğratıldılar ve medya bunu her gün tüm kamuoyuna açık seçik yansıttı, kamu vicdanını sızlatan olayların ardı arkası kesilmedi. İşte, bu sınav, daha başlarken olumsuzlukların, artniyetin, beceriksizliğin ilk halkasını oluşturdu ve 2 500 kişinin işe alınacağı imtihana, doksanbin işsiz, umutla geldiği Ankara'da tüm ailesiyle birlikte hayal kırıklığına uğradı. Bu sınavın bu şekilde yapılması, sanki, Türkiye'de yaşamayan bazı insanların yaptığı hesap sonucu gibiydi.

Ancak, bu sınavın insanî, sosyal boyutu bu iken, hukukî yönüne geldiğimizde artniyetin, hesabın başka olduğu açıkça görüldü ve anlaşıldı. Bu sınavlar, Sosyal Sigortalar Kurumunun personel alma yönetmeliğine uygun olarak yapılmadı; onbeş gün önce bildirilmedi ve Sayın Genel Müdürün kendine göre yaptığı bir açıklamayla imtihanların tarihi değiştirildi, ertelendi; yani, bu, personel yönetmeliğinin 32 nci maddesine uymadı.

Yine, sınavların SSK Genel Müdürlüğünde yapılacağı açıklanmasına rağmen, sınavlar SSK Genel Müdürlüğünde yapılmadı, bir başka yerde yapıldı, hiçbir adaya da yeri, saati ve günü resmen bildirilmedi.

Yine, bu sınavlarda, Kurumun, sınavları, adil ve eşit koşullar altında yapma görevi olmasına ve bu yönetmeliğin 37 nci maddesinde açık seçik belirtilmesine rağmen, bu sınavlarda hiç de adil, hiç de eşit bir bir imtihan yapılma gayreti gösterilmedi.

Yine, bu yönetmeliğin 38 inci maddesine göre, sınavların sorularının nasıl sorulacağı açık seçik belirtilmiş olmasına rağmen, sorular bu yönetmeliğe uygun şekilde sorulmadı, katılan insanlar hayal kırıklığına uğratıldı.

Burada şunu size belirtmek istiyorum. Aslında, tüm Türkiye'yi ilgilendiren, üzen bu sınav olayı, Türkiye'de bu Hükümet tarafından ilk defa uygulanmadı. Eskişehir Kırka Boraks Tesislerine 170 civarında işçinin alınacağı sınavlarda da aynısı yapıldı; âdeta işsizlerle alay edildi, hakaret edildi, o gün de medya tarafından tüm kamuoyuna gösterildi. Sorular, bu yönetmeliklere göre değil, yasalara göre değil, o işin başında bulunan Hükümetin anlayışına uygun şekilde soruldu. Üzülürek söyleyeyim -kulaklarda hâlâ çınlar- bu imtihana girenlere, “eşekte kaç tane vites vardır?” diye sorulacak noktaya gelindi, Uganda Dışişleri Bakanı soruldu. İşte, bu sınav da onun devamıydı; ama, ne yazık ki, binlerce insan, masrafa sokuldu, onurları kırıldı hem insanlar, vatandaşlar masrafa sokuldu hem devlet maddî, manevî kayba uğradı; işte bu imtihanlar böyle devam etti.

Eğer, imtihanların hukukî yönden ne olduğuna bakarsanız, bu imtihanlarda ve duyurularda, yaş sınırı bile belirtilmedi. Yasalarda açık seçik yaşın belli olduğu bir noktada, bunun dahi yazılma, duyurulma ihtiyacı görülmedi. Bu bir telaşın, bu bir başka amacın varlığını da bize açık seçik gösteriyordu. Sınavlar yine Türkiye'de izlendi; kimliği olmayanlar girdi, önceden notere tespit yaptırılmış insanlar, hiç de ummadıkları halde, nedense bu sınavı kazanıverdiler. Benden önce konuşan arkadaşlarım bunları, tek tek, satır satır söyledikleri için, belge gösterdikleri için üstünde uzun uzadıya durmak istemiyorum; ancak, burada, bir vicdanî sorumluluk, mantıkî yanlışlık ve hatayı vurgulamak istiyorum.

Eğer, sizin niyetiniz, kendi yandaşlarınızı almak ise, neden 70 binin üstündeki insana masraf ettirdiniz, bunları figüran olarak kullandınız; bunu anlamak mümkün değildi. Her vesileyle, yasaya, hukuka, saygılı olduğunu söyleyenler, tüm 65 milyonun önünde, yasaları, kuralları, hukuku açık seçik çiğneyerek, bu insanları rencide etme hakkını, en azından kendilerinde görmemeleri gerekirdi.

Evet, bu yönetmelik öyle, bu sınav ilanı öyle hazırlandı ki, şoförlerin bile hangi sınıf olacağının yazılma zamanı bulunamadı. Böyle bir sınav, Türkiye Cumhuriyetinde hiç görülmedi; ilk defa, yasaların bu kadar açık çiğnendiği, hukukun yok sayıldığı bir sınava şahit oldu.

Elbette bu sınavın, ÖSYM'ye verilerek, o kanalla yapılması en doğruydu; ama, alınan cevap gecikecekti. İşte, bu sınavların başlangıcında ve sonucunda, Sayın Bakan ve Bakanlık uyarıldı; “bu sınav geçerli olmaz, bu sınav hukukî değil, bu sınav adil değil, bu sınavda büyük haksızlıklar var” denilmiş olmasına rağmen, Sayın Bakan, uyarılara hiçbir yanıt vermedi; kalabalığı, izdihamı, oradaki insanlıkdışı hareketlerini 3sorumluluk bizde değil, bizden öncekilerde” demek suretiyle geçiştirmeye kalktı.

Sosyal Sigortalar Kurumu Yönetim Kurulu Üyeleri, işçi ve işveren temsilcileri, Bakanı, yazılı olarak, bu sınavlar hakkında uyarmasına ve soru sormasına rağmen, uyarılara hiç dikkat etmedi; medyada ve çeşitli yerlerdeki açıklamalar, kendisini hiç etkilemedi; çünkü, amacı farklıylı, çünkü, imtihan bir an önce yapılmalıydı.

Değerli milletvekilleri, imtihan hangi ortamda, hangi koşulda yapıldı; uzatmadan, kısaca onu da belirtmek istiyorum: Bu sınavların alelacele açılmasının nedenlerinden bir tanesi de, Türkiye'deki sıkıntıların çok büyük boyutlara ulaştığının açıkça görülür hale gelmiş olmasıdır. Hükümet, kurulması üzerinden uzun bir süre geçmesine rağmen, verdiği sözlerin hiçbirini tutamıyordu; sendikal haklar sınırlanıyor, memurların, kamu çalışanlarının sendikal hakları verilmiyordu ve ekonomik yönden güç durumda bulunan insanlar, sabırsızlıkla dışarı çıkmaya, seslerini yükseltmeye başlamıştı. Enflasyon kontrol altına alınamamıştı ve pahalılık hızla devam ediyordu. Her paket boş çıkmış, paketten önce söylenen “bundan sonra zam yapılmayacak” sözlerine rağmen, daha yüksek zamların yapılmasına hızla devam ediliyordu. Tüm halk, artık bu Hükümetin hiçbir şey yapamayacağını ve adil düzen teranelerinin bu koşullar içerisinde ne olduğunu anlamıştı. Halkımızla beraber, Refah Partisi ve kısmen de Doğru Yol Partisi örgütlerinin, destekçilerinin ve umutla oy verenlerin artık sabrı tükenmişti, sıkıntılar büyümüştü. İşte, bu nedenle, böyle bir imtihan açılmalıydı. Diğer taraftan çeteler, diğer taraftan vurgunlar, soygunlar, diğer taraftan hükümetin oluşumuna uygun olan soruşturma komisyonlarında Sayın Çiller'in affedilmesi, artık, tabanı rahatsız etmişti.

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - 8'e 7...

M. CEVDET SELVİ (Devamla) - Bir imtihan açılmalıydı, dikkatler başka yere çekilmeliydi. İşte bu imtihan, onun için alelacele açıldı, onun için ÖSYM'ye yaptırılmadı.

Bu, Türkiye'nin durumuydu. Bu huzursuzluğu giderebilmek için, elbette, 2 500 insanın iş kapısı bulması, kamuoyunun dikkatini başka yere çekecekti.

Türkiye'nin durumu bu iken, Çalışma Bakanlığının sorunları da çok büyüktü. Sosyal Sigortalar Kurumunun çökmek üzere olduğu herkes tarafından biliniyordu. Sayın Bakan bile, bu konuda, Bakan olmadan önce araştırma önergeleri vermiş, çeşitli kurumlar ve kuruluşlar, sendikalar, sosyal güvenlik kurumuyla ilgili, SSK ile ilgili raporlar hazırlamış, çözüm önerileri ortaya koymuştu; ama, bu konuda ciddî bir adım atılmamıştı. Sadece, Sosyal Sigortalar Kurumunun mal varlığını alma-satma gayreti ortadaydı. Doktorlar rahatsızdı, sağlık personeli rahatsızdı, memurlar rahatsızdı, işçilerin hepsi rahatsızdı. O halde, dikkatleri başka yere çekmek lazımdı. Memurlar bölünmüştü. Memurlar, parça parça, haksız zamlarla, âdeta bölücülük niteliği taşıyan şekilde oyalanmaya çalışılıyordu ve diğer taraftan, geçici işçiler, sözleşmeli personel karmaşası süratle devam ediyordu. Sendikalaşmanın üstünde baskılar artmıştı ve Çalışma Bakanlığının, Sosyal Sigortalar Kurumunu kurtaracak şekilde en ufak bir gayreti, çalışması görülemiyordu. O nedenle, bu sınavın açılma gereği vardı.

Arkadaşlarım belirttiler, sadece yazılı sınavda değil, sözlü sınavda da aynı haksızlıkların, aynı olayların tezahür ettiği herkes tarafından görüldü. 75 229 kişinin sınavının 11 günde incelenmesi mümkün değildi; hesaplar yapıldı. Diğer taraftan, sözlü imtihanda da, 5 300 kişinin on onbeş günde değil, 6 günde sınavının bittiğini söylemek ise, inandırıcı değildi.

Burada bir noktaya temas etmek istiyorum. Bu sınav kurulunda, bu sınav kağıtları ve bu sınavın yapıldığına dair tutanak tutuldu, zabıtlar imzalandı ortaya çıktı. Bunlar birer resmî evrak; ancak, görülüyor ki ve incelendiğinde anlaşılacak ki, bu evrakların hepsi düzmecedir, bunun altına imza atanlar sahte evrak düzenleme suçuyla karşı karşıyadır. Bu alışkanlık çok derinleşmiştir. Hükümetin devletle ilgili konularındaki sahte evraklar, sahte belgeler, evrakta düzenleme ve sahtecilik artık buraya da yansımıştır. Elbette, bu gerçekleri gören Bakanın görevini kötüye kullanmadığını iddia etmek ise haksızlıktır, 240 sayılı Yasa hükmünde değerlendirmek zorunluluğu vardır. Çünkü, insanlar iktidara gelmek, bakan olmak, sorunları çözmek ve oradaki olumsuzluklara egemen olmak, düzeltmek için bu göreve gelirler.

Bu konuda şunu kısaca belirtmek istiyorum: Sayın Bakan ne zaman eleştirilse, ne zaman sorumluluğuyla ilgili görevini yerine getirmediği söylense, gerek Kocaeli'de gerek Ankara'da gerekse Antalya'da bulduğu çözüm ve görevini yerine getiremeyişinin gerekçesi olarak, çok özür dileyerek söylüyorum, iplerin ucunun puştların elinde olduğunu söylemektedir.

İSMET ATALAY (Ardahan) - Bir bakana yakışmıyor!..

M. CEVDET SELVİ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bunlar yalan yanlış laflar değil, söylerken bile üzülüyorum. Sendikacılar düzgün konuşmaz, sendikacıların üslubu farklıdır; ama, bu kadarını da hoş görmek mümkün değildir. Hemen tükürmek ve bu kelimeleri kullanmak...

Peki, Sayın Bakanın görevi nedir; eğer, görev yapmasını engelleyen iplerin ucu başkasının elindeyse bunu açıklamalıdır ve ikinci görevi, o ipleri kendi eline almaktır. Bakanlık öyle olur, iktidar öyle olur. İşte, üslubuyla beraber mantığı da ortaya çıkmaktadır. (DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, işte, bu görevi yerine getirememe olayı son derece üzücü olmuştur; ama, Sayın Bakan, her gün, medyada, gerek üslubuyla ilgili gerekse diğer konularla ilgili açıklamaları sık sık sürdürmüştür. İlginçtir ki, yaptığı her açıklamadan sonra tevil etmek, onu düzeltmek için uzun zaman harcamaktadır. Atatürk'le ilgili konuda, Sultanbeyli'ye dikilen heykel konusunda düzeltme yapmıştır; “ben öyle demedim; ben Anayasayı savundum, ben hukuku savundum, ben sistemi savundum” demiştir. “Ben yasalara, kurallara...”

BAŞKAN - Sayın Selvi, bir dakikanızı rica edeyim.

Sayın Köksalan, Genel Kurul salonunda devamlı telefonla konuşuyorsunuz. Olmaz canım... Burası telefon salonu değil. Sabahtan beri konuşuyorsunuz.

Rica ediyorum, bu salonda telefonla konuşulmasın arkadaşlar.

Buyurun efendim.

M. CEVDET SELVİ (Devamla) - Sayın Bakan, sistemi koruduğunu, kim olursa olsun, gücü ne olursa olsun, hukuka, Anayasaya ve yasalara karşı ve onun dışında herhangi bir hareket yapma hakkının olmadığını defalarca anlatmıştır, söylemiştir; ama, Sayın Bakanın konuşmalarını ve uygulamalarını dikkatle izlediğimizde, bu sözlerinin çok dışında hareketler ve tavırlar içinde olduğunu görürüz. Hemen bir tanesi, bu kürsüden “ben yüksek bürokratlarımı değiştiririm, siz de değiştirdiniz” ve “iş bilenin, kılıç kuşananın” demesiyle beraber, işte saydığım yasaları, hukuku çiğneyerek sınav yapmıştır. Arkasından, Sosyal Sigortalar Kurumu Yönetim Kurulu Üyelerini, hiç de yasal olmayan ve kurallara uymayan bir şekilde görevinden uzaklaştırma girişiminde bulunmuş, bunun kavgasını sürdürmüştür. Halil Tunç bunlardan birisidir. Sayın Cumhurbaşkanı, 3 defa “yasaya, kurala uymayan bir istek” diye reddetmiştir. Bir diğer yönetim kurulu üyesini görevinden almıştır, idare mahkemesi başkanlığına başvuran Artantaş, kararla geriye dönmüştür; ama, Bakan belirli bir süre olmasına rağmen bunu kabul etmemektedir. Sayın Bakan, bunları, bilmediği için değil, anlayışının gereği olarak yapmaktadır. Sayın Bakan “ben, memurlarımı kendim değiştiririm; benimle gelirler, ben gittiğim zaman da sorun çıkarmazlar” gibi laflar söylemektedir. Bu, yasaya ve hukuka aykırıdır, devletin devamlılığına aykırıdır, 657 sayılı Yasanın 7 nci maddesine tamamen aykırıdır. Devlet memurları, bu yasalar çerçevesi içerisinde görev yaparlar; yoksa, gelen bakanın, giden bakanın arkasından değişmesi ve değiştirilmesi gibi bir anlayış yoktur. Şu kısa sürede, pek çok Çalışma Bakanı değişti; bütün bürokratları değiştirmeye kalkarsanız, Sosyal Sigortalar Kurumunun, dolayısıyla devletin işlerini çözemezsiniz. İşte, bu, sakat bir anlayıştır, yanlış bir anlayıştır.

BAŞKAN - Sayın Selvi, 1 dakikanız var efendim.

M. CEVDET SELVİ (Devamla) - Sayın Bakan “onlar yaptı, başkaları yaptı” diye kendisini savunmaya kalkmaktadır. Yanlışları örnek göstererek yeni yanlış yapma hakkı kimseye ait değildir. Sayın Bakan, bu şikâyetleri yapmak yerine, hukuka, yasalara uymalıdır; orada bir yanlışlık varsa, yetkisi var, ipleri kurtarıp, o yanlışların hesabını sorma gibi bir görevi vardır.

Sayın milletvekilleri, bu gensoru önergesi çok önemli. Eğer, bu sınav için verilen gensoru, basitçe, bir beceriksizlik, başarısızlık, olayı kavrayamama biçiminde değerlendirilirse, bu gensoruya mutlaka olumlu oy vermek lazımdır; çünkü, bir sınavı dahi kurallara uygun, adil şekilde yapamayan bir Bakan ve Bakanlığın daha fazla durması, diğer sorunların çözümlenmeyeceğine, daha derinleşeceğine ve yaygınlaşacağına işaret eder. Bunun için, Sosyal Sigortalar Kurumunu en azından kurtarmak, sorunlarının derinleşmesini önlemek için, bu gensoruyu mutlaka olumlu oyla karşılamak gerektiğine inanıyorum. Olayı, hayır, bu, beceriksizliğin, başarısızlığın ötesinde bir olay diye değerlendirirsek, hukuka saygısı olmayan, 65 milyonun önünde herkesin gördüğü hukukdışı, yasadışı, yönetmelik ve kuraldışı uygulamaları yapan ve bunlara, kendi anlayışı doğrultusunda gerekçeler getiren bir bakan hakkında verilen gensoruya, daha vahim olduğu için, mutlaka olumlu oy vermek gerekir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Selvi, süreniz bitti; lütfen, son cümlenizi söyler misiniz efendim, rica ediyorum.

Buyurun.

M. CEVDET SELVİ (Devamla) - İşte bu anlayışla, adil düzenin adil sınavı hepimizi üzdü; iyi niyet ve küçük hatalar olarak göstermek ise, bu açıklamalar ve uygulamalar karşısında mümkün değil. Artık, bu Parlamentoda herkesin, her koşulda hukuka uyma mecburiyetini kabul etmesini, Sayın Bakanın da bu anlayışa uygun hareket etmesini dilerim.

Hepinize saygılar sunarım. (DSP, ANAP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Selvi.

Sayın Selvi, eşekte kaç vites olduğunu tespit ettiniz mi?

M. CEVDET SELVİ (Devamla) - Arkadaşlar araştırıyor.

BAŞKAN - Peki, teşekkür ederim.

Sayın milletvekilleri, söz sırası, DYP Grubu adına Sayın Yahya Uslu'da.

Buyurun Sayın Uslu. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

DYP GRUBU ADINA YAHYA USLU (Manisa) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Necati Çelik hakkında verilen gensoru görüşmeleri dolayısıyla, Doğru Yol Partisi Grubu adına görüşlerimizi aktarmak üzere huzurlarınızdayım. Sayın Başkan ve Yüce Meclise saygılarımı sunuyorum. Değerli üyelerin ve yüce milletimizin mübarek Ramazanı Şeriflerini de bu arada kutlamak istiyorum. Bu Ramazanı Şerifin Türk Milleti için hayırlara vesile olmasını Cenabı Hak'tan niyaz ediyorum.

Gensoru, elbette, Yüce Meclisin denetim yollarından biridir. Hükümetlerin, onun üyelerinin icraatlarını gözetlemek, Anayasaya veya meri kanunlara uygun olup olmadığını denetlemek Yüce Meclisin en tabiî haklarından biridir. Gensorunun intac ettiği hâsılaysa, bahse konu bakanın düşürülmesini sağlamaktır. Böylesine ciddî bir sonucu doğuracak muamelenin ciddî verilere dayandırılması hususu izahtan varestedir. Aksi halde, Yüce Meclisin zamanının boşa harcanmasına sebep olmaktan öteye bir işlem yapmış olmayız.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; demokrasimizin 50 nci yılını geride bıraktığımız şu günlerde, yetmişyedi yıllık geleneğe sahip bir Türkiye Büyük Millet Meclisimiz var. Ancak, yaşadığımız demokratik süreçte, bu Meclis, bir muhtıraya, iki de ihtilale muhatap olmuştur. Sebebi nedir? En azından zahirî sebep olarak, Meclisin iyi çalışmaması, konsensüsün sağlanamayışı, iktidar- muhalefet münasebetlerinin diyalogtan yoksun kavga ortamında cereyan etmesi, sonuçta, demokrasiyi iyi kullanma becerisini gösteremeyişimizi gösterebilir ve düşünebiliriz.

Parlamento, kendi varlık sebebi olan bu demokrasiyi, bindiği dalı kesme aracı olarak kullanmamalıdır. Eğer, bir musibet bin nasihatten hayırlıysa, bize musibetler de kâr etmemiş demektir. İktidarlar, demokratik yetkilerini muhalefeti susturma aracı olarak kullanmamalıdır; muhalefet de anayasal denetim görevlerini, münhasıran, iktidarı yıkma ve yıldırma aracı olarak kullanmamalıdır. Her iki hal de fevkalade yanlış ve tehlikelidir. Nitekim, yakın tarihimize baktığımızda, bunun örneklerini görmekte zorlanmayız.

Araştırma, soruşturma, gensoru müesseseleri, lüzumunda, yerinde, gerçekçi olarak, art niyetten arınmış, popülist politikalar içermeyen, şov kokmayan bir tarz içerisinde kullanılmalıdır; amaç-araç-sonuç üçgeni iyi tespit edilmelidir; neyi amaçladığımızı iyi bilmeliyiz, hangi araçları kullandığımızı iyi bilmeliyiz, ne sonuç elde edeceğimizi de iyi tespit etmeliyiz. Maalesef, bu gensoruda da üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek tercih edilmiştir.

Geri dönüp, Meclis zabıtlarına bir göz atarsanız, geçmişte de bu tespitimizi haklı gösteren birçok örnekleri görmeniz mümkündür. Türk demokrasisi, kurulduğundan bugüne, bu işlevlerinden dolayı hiç de iyi sınav verememiştir; hangi açıdan; iktidar-muhalefet ilişkileri açısından. Elli yıllık süreçte hep kavga, hep çekişme, hep didişme vardır. Bunlar, hep, eleştiri dozunu iyi ayarlayamayan parti liderleri ve parti sözcülerinin söylem hatalarından kaynaklanmıştır. İktidar ve muhalefet işlevi, şahsiyetçiliğe ve kişisel kimliğe oturtulmuştur; sen-ben ekseninden kurtulup, siz-biz düzeyine dahi terfi edememiştir. Kısır çekişmeler, namus tacirliği, dürüstlük romantizmi hep öne çıkarılmıştır.

Halbuki “kişinin ayinesidir işi, lafa bakılmaz” özdeyişini düstur edinebilseydik; siyaset anlayışımızı sataşma, karalama, engelleme yerine, iş ve çözüm üretme bazına oturtabilseydik, gelişmişlik düzeyimiz, herhalde şimdiki bulunduğumuz nokta olmazdı, belki bir İspanya seviyesini yakalamış olurduk, demokrasimiz de Batı demokrasilerinin kıvamına ulaşmış olurdu. Görülen o ki, yetmişdört yıllık cumhuriyet, ellibir yıllık demokrasi tecrübemiz de bizi olgunluğa eriştirememiştir. Bu tespit, bugün dahi geçerlidir.

Bu kısır döngü bizim kaderimiz olmamalı; çünkü, Türkiye, bayram yerinde değil, harman yerindedir. Her işini bitirmiş, kalkınmasını tamamlamış, refah seviyesini yakalamış bir ülke değildir bizim ülkemiz. Keşke öyle olsa da, bu gibi beyhude meşgaleleri bayram cümbüşü olarak kabullenebilsek. Oysa, ülkemiz -evet, tekrar ediyorum- harman yerinde bulunmaktadır. Ne demek bu; ter dökmek, efor sarf etmek, performans göstermek, çalışmak durumundayız, milletin meselelerini çözmek durumundayız.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, halkın sorunlarına çözüm aramak, ekonomik ve sosyal yaralar için tedavi yöntemleri bulmak ve iyileştirme reçeteleri hazırlamak zorundadır. Yazık oluyor halkımıza. Beyhude konuları gündem yapıp, zaman israfına neden olmamalıyız. Sen - ben kavgalarına bir son vermemizin zamanı geldiğine inanıyorum.

Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; demokrasimiz 50 yaşında, olgunlaşmış olması lazım; oysa, hiç de olgunluğa yakışır bir Meclis portresi çizemiyoruz. İnanın, millet, bizi ibretle seyrediyor, gülüyor. Siz, milletvekilleri olarak, fanatik partici bireylerin dışında kalan halka bir sorun ya da gözlemleyin, dinleyin; Meclise verilen puanların iyi olmadığını göreceksiniz. Milletvekillerinin Meclisteki tavır ve hareketleri, halkımızca tasvip görmemektedir. Halk, hoşgörü ve diyalogta, bizden çok daha ileridedir; partiler, birbirleri arasındaki münasebetlerde, tabanda, bizden çok daha ileridedir. Halkın gerisinde seyreden bir Meclis olmaktan süratle çıkmalıyız. Bu demokrasi, 20 yaşında değil, şebabet devrini de yaşamıyor; yarım asırlık yaştadır. Bizler de, o olgunluk duygusunu paylaşmalıyız. Kurumları oturmuş, teamülleri oluşmuş, gelenekleri olgunlaşmış olması lazım. İktidar - muhalefet ilişkilerinin seviyeli olması lazım. Bu platformun, sadece milletin meselelerinin konuşulduğu yer olması lazım.

Biraz önce konuşan parti sözcülerimiz, bu söylediklerimize sanki kulak tıkarcasına, geçmiş olaylardan bahsederek, bakınız ne diyorlar: Cumhuriyet Halk Partisi değerli sözcüsü, meseleyi dönüp dolaştırıp TOFAŞ, TEDAŞ konusuna getiriyor. Yani, Komisyondan çıkmış, mesele bitmiş ve konu, Meclisin konusu olmaktan çıkmış bir noktadayken biz ne yapıyoruz; hemen geri dönüyoruz “hani vardı ya” der gibilerden, TOFAŞ, TEDAŞ meselesine dönüyoruz. Tekrarında ne fayda var, soruyorum; ama, biz hoş görüyoruz. Neden; neden biliyor musunuz değerli üyeler; çünkü, ramazan ayındayız, temcit pilavına ihtiyaç vardır... Varsınlar söylesinler.

DSP sözcüsü de, bu arada, yine, Genel Başkanımızın konularının kapanması için bu imtihanların açıldığından dem vuruyor. Yanlış bir söylem bu da. Yani, bu gibi meseleleri gündem yapıp bu kürsülere taşımakta fayda olduğunu sanmıyorum.

Sayın Başkan, bu gensorunun içeriğinde, ciddî ve verilişini haklı kılacak bir sebep görmüyoruz. Bize göre, incir çekirdeğini dolduramayacak kadar sığ, küçük isnatlarla, Yüce Meclisin gündemini boşa harcamaktan öte bir işlem yapmış olmayacağımız aşikârdır. Sonucu önceden belli bir muameledir bu.

Bir atasözümüzü burada zikretmeye değer buluyorum, o da şu: “Akıl ermeyince neylesin sakal, kayışı dağa ağdırmış çakal.” Ne demek; yani, başta akıl yoksa sakal ona ne yapsın... (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar [!]) Hani, akıllı olmayan sakallı olsa ne olur; kayışı et sanıp dağa çıkaran çakalın durumuna düşer. Deriden yapılmış kuru kayışı dağa çıkaran çakal, onu çiğneyerek su çıkaramazmış; ama, dişlerini kırar, ağzını yorarmış, başka bir şey olmazmış.

Değerli üyeler, sakal, tabiî, bir bilgeliğin, bilginliğin, olgunluğun, kocalığın, hatta, liderliğin sembolüdür. Aklı da, sakalı da yerinde kullanmak lazım. Adınızın Müslüm olması bir şey ifade etmez ya da sizi Müslüman kılmaz. Meclis üyelerimize kanunlarla verilen haklar mutlaka yerinde kullanılmalıdır; bunu ondan söylüyorum. Kurumları, kuralları tahrip etmemeliyiz, dejenere etmemeliyiz. Geçmişten ders almazsak geleceğe güvenle bakamayız; bunu, her zaman söyler dururuz.

Bu Meclis, çok tekdire uğramıştır. Buraya dikkatinizi çekiyorum; takdire demiyorum, tekdire uğramıştır; kesintiye uğramış, askıya alınmıştır. Neden? Sen ben kavgalarından, sert ve hırçın davranışlarından, yıkım müteahhitliğini marifet saymasından, kendi kendisini tahrip etmesinden askıya alınmıştır. Bakınız, Ziya Paşa'nın bir beytini burada söylemek istiyorum:

“Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir,

Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.”

İmza: Ziya Paşa

Ancak, bu mısraın altına geçmişte çok değişik paşalar imza koymuş, uygulamıştır. Belki, bir tarihî hatayı, bir ilkel işlemi ve bir şarklı kafa ürününü, Arap toplumlarına yaraşır bir işlevi tekrar edecek, artık, paşalarımız da yoktur; inanıyorum. Böyle bir şeyin, bundan sonra, bu tarihten sonra düşünülmesi de, herhalde, hataların en büyüğü olacaktır.

Meclis üyelerimiz, parti liderlerimiz bu beyti bir kere daha okumalıdırlar, sandıkta halktan yedikleri köteği unutmamaları için. Bakınız, koca koca partiler ne hale gelmiş; hangi seviyelerden hangi seviyelere getirmiş bu millet sizi. Yüzde 50 oylardan nerelere gelmişsiniz... Bunlar birer kötektir. Bunlar, milletin size yaptığı nasihatlerı tutmamanızdan kaynaklanmıştır. Halkın tekdirinden herhangi bir yarar çıkarmadığınızdan bu derekelere düşmüştür partilerin durumu. (DYP sıralarından alkışlar)

Son günlerdeki olaylar Türkiye'yi arapsaçına döndürmüştür.

FERİDUN PEHLİVAN (Bursa) - Yine müdafaa ediyorsun...

YAHYA USLU (Devamla) - Bakınız, koca koca parti liderleri, devletin kurumlarına inanmadıklarını söylemektedirler; teftiş, tetkik, komisyon veya inceleme kurumlarından yargı birimlerine varıncaya kada,r dürüst bulmadıklarını, hep, taraflı olabileceklerini dile getirmektedirler. Suçun tespitindeki bu yasal görevlilere inanmamakla kalmıyorlar -Türkiye Cumhuriyetinde suçun tespiti için kullanacağımız başka kurum ve kurallar var mı? Bunlar kullanılıyorsa neden inanmıyorsunuz; inanmamakta neden ısrar ediyorsunuz, sormak lazım. Bunlara inanmamakla kalmıyoruz- İtalyan savcılardan yardım ister hale geliyorlar. Ne yazık ki, sıradan bir yabancı savcıdan reçete bekliyorlar. Ne üzücü bir manzara. Başbakanlık yapmış, Başbakan Yardımcılığı yapmış koskoca liderlerimizin düştüğü bu durum fevkalade calibi dikkattir (DYP sıralarından alkışlar)

FERİDUN PEHLİVAN (Bursa) - Allah senin liderinin düştüğü duruma düşürmesin!..

YAHYA USLU (Oevamla) - Evet, fevkalade calibi dikkatttir, dikkatlerinizi çekiyorum. Böyle bir açıkoturuma, Türkiye Cumhuriyetinin büyük partilerinin başkanlarının gelip oturması calibi dikkattir; başka sözcük kullanmak istemiyorum. Belki bir görevli gönderebilirlerdi. Daha iyi olurdu başka bir görevli gönderselerdi. Ne idiği belirsiz, sıradan bir İtalyan, yabancı bir savcının karşısına geçip Türkiye meselelerinin reçetesini aramak herhalde üzücü!.. Üzücünün ötesinde utanç verici bir hadisedir... (DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

AHMET ALKAN (Konya) - SSK'ya işçi alımıyla ne alakası var?

BAŞKAN - 2 dakikanız var efendim.

YAHYA USLU (Devamla) - İtalya'nın sakallı savcısından bir nevi destek bekler durumdaydılar; sanki gözünün içine bakıyor hale gelmişlerdi.

Değerli milletvekilleri, düştüğümüz durum, demokrasimizin kuruluşundan bugüne kadar bu Meclislerin içinde bulunduğu durumu tespit etmeye çalıştığım noktalardan bir tanesi de bu; gelmek istediğim yer yahut da ifade etmek istediğim noktalardan birisi de bu. Liderlerimiz böyle bir açıkoturumda neden olsunlar?! Kim, kime karşı oturuyorsunuz?

Bir şeyi daha burada söylemek istiyorum değerli milletvekilleri...

BAŞKAN - Konuya bağlı konuşur musunuz efendim... Konuya bağlı konuşun. O biraz konumuz dışında.

YAHYA USLU (Devamla) - Konuya bağlı konuşuyorum.

REFİK ARAS (İstanbul) - Neresi bağlı, neresi?

YAHYA USLU (Devamla) - Bu, konuya bağlı işte. Bu, esas konuya bağlı.

Sayın Başkan, bir şey daha söylemek istiyorum. Parti liderlerimizin, partilerimizin, böyle konularda, yabancılardan medet umması doğru mu yahut da yabancıların fikirlerinden, sıradan bir adamın fikirlerindan yararlanmaya kalkması doğru mu? Doğru değil. Bu, benim tespitim. Kendi namı hesabıma söylüyorum, kusura bakmayın; ben utandım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Uslu, süreniz bitti. Lütfen, son cümlenizi söyler misiniz efendim.

YAHYA USLU (Devamla) - Sayın Başkan, son cümlemi de bitiriyorum.

Savcıya “siz olsanız ne yapardınız” diye soruyorsunuz. Böyle bir şey de olmamalıdır. Eğer, Türkiye'de iktidar olsanız, acaba, siz, İtalya'dan savcı ithal edip adaleti teslim mi edeceksiniz? Kendi savcısına, kendi yargıcına güvenmeyen bir Türk tasavvur edemiyorum.

Bir ara, bir liderimizin Aczmendiler hakkında konuştuğunu ve karşısındakinin de sakallı olduğunu unuttuğunu görüyorum.

Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; şu noktada şunu söylemek istiyorum: Ey Atatürk, kendi hekimine, kendi hâkimine güvenmeyenlere kalk da bir bak; oysa, sen “Beni Türk hekimlerine teslim ediniz” diyor, vasiyet ediyordun...

BAŞKAN - Efendim, lütfen... Rica ediyorum, son cümlenizi söyleyin.

YAHYA USLU (Devamla) - Son cümlemi söylüyorum.

“Ne mutlu Türküm diyene” diyerek haykırıyordun. “Türk Milleti zekîdir, çalışkandır” diyordun; bakınız, ne hale gelmiş!.. “Türk, öğün, çalış, güven” diyordun... Muhtaç olduğu kudreti damarlarındaki asil kanda arayacakları görüyor musun diye haykırmak geliyor...

Değerli milletvekilleri, sözümü burada bağlıyorum. Önünde de söylediğim gibi, bu gensoru önergesinin neticesinin ne olacağı bellidir. Arkadaşlarımızın verdiği gensoru önergesinin, bu nedenlerle, gündeme alınmasının doğru olmayacağı kanaatini, Doğru Yol Partisi Grubu adına ifade ediyor; hepinize saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Uslu.

Sayın milletvekilleri, gensoruyla ilgili olarak gruplar adına yapılan konuşmalar bitmiştir.

Efendim, İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Moğultay, gönderdiği bir pusulada “Refah Partisi sözcüsü, konuşmasında, 1993 yılında İsmail Uçar'ın usulsüz olarak işe alındığını ileri sürmüştür. Bu tarihte ben Bakandım. Bu konuda açıklık getirmek istiyorum” diyor.

Buyurun, yerinizden bir açıklık getirin efendim. (CHP sıralarından gürültüler, “kürsüden konuşsun” sesleri)

Olur mu canım!.. Takdir hakkı benim; müsaade edin...

Buyurun yerinizden söyleyin.

AYHAN FIRAT (Malatya) - Sizin takdirinizi biraz önce gördük Sayın Başkan!..

BAŞKAN - Bir dakika efendim... Rica ediyorum.

AYHAN FIRAT (Malatya) - Biraz önce gördük takdirinizi!..

BAŞKAN - Bir dakika efendim...

Buyurun efendim.

MEHMET MOĞULTAY (İstanbul) - Sayın Başkan, niçin orada konuşmuyorum?..

BAŞKAN - Efendim, oradan söyleyin...

DENİZ BAYKAL (Antalya) - İddia orada söylendi, cevap da orada verilecek.

NİHAT MATKAP (Hatay) - Biraz rahatsız; oraya gelsin...

BAŞKAN - Efendim, oradan söyleyin, tamam...

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) - Hayır... hayır...

BAŞKAN - Buyurun efendim, buyurun söyleyin...

MEHMET MOĞULTAY (İstanbul) - Sayın Başkan, niçin oradan değil?..

BAŞKAN - Efendim, oradan söyleyin; fark etmez burayla orası.

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) - Hayır, duymuyoruz...

BAŞKAN - Hayır efendim, oradan açıklayın işte... Kısa bir açıklama yapın. Açıklayacaksanız açıklayın canım, açıklamıyorsanız...

EYÜP AŞIK (Trabzon) - Niye oradan?..

BAŞKAN - Hayır efendim... Açıklama yapmak istemiyorsanız...

Açıklayacak mısınız?..

MEHMET MOĞULTAY (İstanbul) - Oraya çıkıp konuşayım...

BAŞKAN - Efendim, oradan açıklayın...

MEHMET MOĞULTAY (İstanbul) - Ama, efendim...

BAŞKAN - Hayır efendim, oradan açıklayın...

MEHMET MOĞULTAY (İstanbul) - Sataşmaya meydan vermeden... Niçin oradan müsaade etmiyorsunuz?..

NİHAT MATKAP (Hatay) - Rahatsız efendim...

BAŞKAN - Efendim, oradan açıklayın.

MEHMET MOĞULTAY (İstanbul) - İki cümle söyleyeceğim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hayır efendim, oradan açıklayın. (CHP sıralarından gürültüler)

Efendim, bu, ilk yaptığım bir şey değil ki... Açıklayacaksanız açıklayın; açıklamayacaksanız geçeceğim...

MEHMET MOĞULTAY (İstanbul) - İki cümle efendim...

BAŞKAN - Hayır efendim, oradan söyleyin... Oradan söyleyin canım ne olur?.. (CHP sıralarından gürültüler, sıra kapaklarına vurmalar)

Efendim, bu iş inada gelir mi yani?..

MEHMET MOĞULTAY (İstanbul) - Sayın Başkanım, Refah Partisi sözcüsü, konuşmasında “1993 yılında İsmail Uçar isimli birinin usulsüz işe alındığını” söylemiştir. 1993 yılında Bakanlık yaptığım dönemde, İsmail Uçar, 657'ye göre değil... (CHP sıralarından gürültüler, “biz duymuyoruz” sesleri, sıra kapaklarına vurmalar)

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Duymuyoruz kardeşim... Duymuyoruz...

BAŞKAN - Tamam efendim...

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Çamur at izi kalsın; olur mu?!.

MEHMET MOĞULTAY (İstanbul) - ...işçi statüsüne göre, hükümlüler faslından işe alınmıştır; hükümlülerle ilgili olarak İş ve İşçi Bulma Kurumundan hükümlüler faslı izni alınarak... Dolayısıyla, 657'ye tabi bir işlem yoktur. İşlem tamamen hükümlüler faslından ve İş Kanununa göre yapılmıştır.

BAŞKAN - Teşekkür ederim. Mesele anlaşılmıştır.

AYHAN FIRAT (Malatya) - Bak da, doğruyu öğren.

BAŞKAN - Şimdi, söz sırası, hakkında gensoru verilen Sayın Çalışma Bakanında.

Çalışma Bakanı Sayın Necati Çelik, buyurun. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

AYHAN FIRAT (Malatya) - Taraflı davranma.

BAŞKAN - Taraflılığı sizden öğrenmem. Lütfen, susar mısınız... Size söz verdim mi?.. Lütfen yerinize oturur musunuz...

AYHAN FIRAT (Malatya) - Biraz önce ispatladınız.

BAŞKAN - Açıklama hakkını verdim. Allah, Allah...

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Yazıklar olsun sana!..

BAŞKAN - Sayın Bakan, ne bağırıyorsunuz?..

Bir dakika... Açıklama hakkını vermedim mi; verdim.

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Yazıklar olsun sana!..

BAŞKAN - Siz Genel Başkan olarak geçmişte, yerinizde...

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Yazıklar olsun sana!..

BAŞKAN - Ben de size başımı sallarsam iyi sallarım...

Lütfen, oturur musunuz yerinize...

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Neden kürsüden söyleme fırsatı vermiyorsun?! Suçlamayı oradan yaptırıyorsun; cevaplama hakkını oradan vermiyorsun. Kürsünün şerefini kötüye...

BAŞKAN - Ben açıklama hakkını verdim; oradan müdahale etme hakkınız yok; tamam mı?!. (CHP sıralarından gürültüler, sıra kapaklarına vurmalar; RP sıralarından alkışlar)

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Yakışmıyorsun o kürsüye!.. Yazıklar olsun sana!..

BAŞKAN - Şimdi, böyle, kürsüyü tehdit etmekle, beni tehdit etmekle bir yere varamazsınız...

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Yakışmıyorsun o kürsüye!..

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) - Ayıp!.. Ayıp!..

BAŞKAN - Ben, sizin tehditlerinize gelmem; istediğiniz gibi konuşun! (CHP sıralarından gürültüler)

Efendim, susar mısınız... Lütfen, susar mısınız...

Sayın Bakan, buyurun, konuşma süreniz 20 dakika.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Kocaeli) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; Cumhuriyet Halk Partili birkısım milletvekilinin SSK sınavıyla ilgili olarak, hakkımda verdikleri gensoru önergesi üzerine, Hükümet adına söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlarken Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından gürültüler)

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) - Hükümet adına olur mu Sayın Bakan? Şahsı adına...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri...

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Hükümet adına olur mu Sayın Bakan?!.

BAŞKAN - Efendim, ne diyorsunuz?.. Bir dakika, susun!..

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - ...bu sabırsızlığınızı anlayamıyorum; nedir telaşınız?!. (CHP sıralarından gürültüler)

AYHAN FIRAT (Malatya) - Devam et sen!.. Devam et!..

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Ben sözcünüzü, hem de 2 sözcünüzü sabırla dinledim. Bakınız, dinlemeyi öğrenmezseniz, dinlenmezsiniz. Önce, bir dinlemeyi öğrenin. (CHP sıralarından gürültüler)

Sayın Başkan, bunları, süremden lütfen düşünüz.

BAŞKAN - Bir dakikanızı rica ediyorum.

Sayın Arkadaşlar, bakın, burası Türkiye Büyük Millet Meclisi...

Sayın Baykal, bana başınızı sallamayın. Ben de size başımı sallarsam, iyi sallarım, tamam mı!.. (CHP sıralarından gürültüler)

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Yazıklar olsun sana!..

BAŞKAN - Onun için, lütfen, burada, bir genel başkan ağırlığı içinde hareket edin. (CHP sıralarından “Yuh” sesleri, gürültüler)

BAŞKAN - Buyurun, buyurun efendim.

ADNAN KESKİN (Denizli) - Terbiyesiz herif, eşkiya mısın sen!..

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Sayın Başkan...

ADNAN KESKİN (Denizli) -Ahlaksız herif!.. Ayıp!... Ayıp!..

BAŞKAN - Efendim, Genel Başkanınıza söyleyin!..

Oturur musunuz yerinize!.. (CHP sıralarından gürültüler)

ADNAN KESKİN (Denizli) - Sen kimsin!... Sen, saygısız adamın tekisin!..

Saygısız adam, kime yaranmaya çalışıyorsun?!.

BAŞKAN - Sayın Keskin, bağırmaya gerek yok. Genel Başkanınıza söylüyorum. Orada başını sallamanın bir anlamı yok.

ADNAN KESKİN (Denizli) - Hangi niyetle oturuyorsun orada?!.

BAŞKAN - Lütfen, oturur musun yerine!..

ADNAN KESKİN (Denizli) - Oturmuyorum!.. oturmuyorum!..

BAŞKAN - Meclis çalışmalarını aksatıyorsunuz. Bakın, ceza vereceğim size.

ADNAN KESKİN (Denizli) - Senin gibi Başkan olmaz!.. Senden Başkan olmaz!..

BAŞKAN - Buyurun efendim.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri...

ADNAN KESKİN (Denizli) - Kimsin sen kim?!. Kimsin sen?!

BAŞKAN - Oturur musunuz yerinize!.. Oturur musunuz yerinize!.. (CHP sıralarından gürültüler)

ADNAN KESKİN (Denizli) - Oturmuyorum!..

BAŞKAN - Otur yerine!..

Sayın Keskin, size bir uyarma cezası vereceğim... Oturur musunuz yerinize!..

Buyurun Sayın Bakan.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Kamuoyu, sizin düştüğünüz bu tabloyu izliyor Sayın Cumhuriyet Halk Partililer. (CHP sıralarından gürültüler)

ADNAN KESKİN (Denizli) - Saygısız herif!.. Kimsin sen!..

BAŞKAN - Sayın Keskin, yerine oturur musun!.. Bana bağıracağına Genel Başkanına bağır; Meclis Başkanını tehdit ediyor.

Evet, buyurun.

ADNAN KESKİN (Denizli) - Niye bağırıyorsun!.. Kime bağırıyorsun!..

BAŞKAN - Lütfen, oturur musunuz yerinize!..

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;sözlerimin hemen başında, şunu bütün içtenliğimle ifade ediyorum: Cumhuriyet Halk Partisinin bu telaşı da beni teyit etmektedir ki, gensoru önergesi, suçluluk telaşıyla ve tamamen intikam duygusuyla verilmiştir. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar; CHP sıralarından gürültüler)

Sayın Matkap, daha önce bu kürsüde yaptığı bir konuşmada, mert-namert tartışmasına girmiştir; ben, Yüce Meclisin mehabetine uygun olarak, konuşmamı, bu seviyeye düşürmek istemiyorum. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

OYA ARASLI (İçel) - Düşürmeyin.

AYHAN FIRAT (Malatya)- Allah, allah!

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Ne var ki, bir hususa, yüksek müsaadelerinizle işaret etmek istiyorum: Sayın Matkap ve Sayın Cumhuriyet Halk Partililer; benden önceki ANAP'lı Sayın Bakan, sizin dört yılınızla ilgili olarak müfettiş incelemesi istemiş ve inceleme sonuçları fevkalade ciddî bulunmuş, ben de, bu incelemeleri soruşturmaya dönüştürdüm; telaşınız bundandır.

AYHAN FIRAT (Malatya) - Dönüştür_ Dönüştür...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Bana, geri adım attırmak istiyorsunuz,... Beni sindirmek istiyorsunuz...

NİHAT MATKAP (Hatay) - Ayıp ediyorsun, ayıp...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - ...ama, bu kürsüden ifade ediyorum ki, Türkiye'nin sahipsiz olmadığını, SSK'nın sahipsiz olmadığını göstermek boynumun borcudur. (RP sıralarından alkışlar)

AYHAN FIRAT (Malatya) - Yaptırmayan namerttir.

İRFAN GÜRPINAR (Kırklareli) - Yedi aydır, neredeydin; yedi aydır?!.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; üzülerek ifade ediyorum, gensorudaki iddiaların tümü; ama, tümü, gazete bilgilerine dayanmaktadır. Ne yazık ki, gensoruyu verenler, ne 657 sayılı Kanunu okumuşlardır ne SSK Personel Yönetmeliğini okumuşlardır. Tamamen, gazete bilgilerine dayalı olarak bu gensoruda iddialar bir bir sıralanmıştır; bu hususu, Muhterem Heyetinizin bilgilerine sunmak istiyorum.

Malum, Anadolu'da bir deyim vardır: Ahaliyi nasıl bilirsiniz? Kendimiz gibi_ Cumhuriyet Halk Partililer; siz, esasen, bu gensoruyla kendinizi ele verdiniz, kendinizi tarif ediyorsunuz_(RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bakan, lütfen, isim zikretmeyin. Rica ediyorum_

Siz cevap verin efendim.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - ...ve şimdi...

AYHAN FIRAT (Malatya) - Senden önce konuşan ANAP'lı Bakan ne dedi?..

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - ...ve şimdi, bakınız, hem iddialarınızı bir bir çürüteceğim hem de dört yılınızı, Muhterem Heyetin ve muhterem kamuoyunun önüne koyacağım.

NİHAT MATKAP (Hatay) - Önce iddialara cevap ver...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Cumhuriyeti korumak mı amacınız ve faaliyetleriniz; yoksa, cumhuriyeti yıkmayı hedefleyen insanları, devletin kurumlarına doldurmak mıdır faaliyetiniz, bütün bunları bir bir sergileyeceğim burada. (RP sıralarından alkışlar; CHP sıralarından gürültüler)

MUSTAFA YILDIZ (Erzincan) - Senin gibi düşünenlerden kurtarmaktır.

YUSUF ÖZTOP (Antalya) - Sen, hesap ver önce...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Muhterem Başkan, muhterem milletvekilleri; biz, hizmet etmek istiyoruz; ben, bu Bakanlıkta hizmet etmek istiyorum. Daha önce de söyledim; hem şahsım adına hizmet etmek istiyorum hem Partim adına hem de mensubu olmakla şeref duyduğum işçi kitlesi adına...

YUSUF ÖZTOP (Antalya) - Sen bunu söyleyemezsin!..

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - ...ben bu Bakanlıkta hizmet etmek istiyorum. Dolayısıyla, ben, geçmişi tartışmak yerine, bugünü ve geleceği keşke konuşma imkânımız olsaydı diyorum.

Cumhuriyet Halk Partililere, bu kürsüden, birkaç kez, imalı olarak, dostça bir uyarıda bulundum “SSK yönetimiyle aramda güven bunalımı doğmuştur; ben, bu kadrolarla çalışamam dedim” ve çok açık yüreklilikle, ne yapmak istediğimi de söyledim. Evet, üst düzey bürokratları değiştireceğimi huzurlarınızda ifade ettim; ben bunu gizlemiyorum ki. Niçin; güven bunalımı doğdu aramda; daha sonra, güven bunalımını Muhterem Heyete sunacağım.

M. ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) - Tarikatları anlat!..

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Muhterem milletvekilleri, ne var ki, Cumhuriyet Halk Partililer, beni anlamadılar, âdeta arandılar; günah benden gitti.

YUSUF ÖZTOP (Antalya) - Ne demek?!.

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) - Ne demek, arandılar?!.

NİHAT MATKAP (Hatay) - Sayın Başkan, dikkatli üsluba davet edin.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Muhterem Başkan, muhterem milletvekilleri; şimdi, izin verirseniz...

NİHAT MATKAP (Hatay) - Sayın Başkan, dikkatli üsluba davet edin.

BAŞKAN - Sayın Bakan, rica ediyorum; hiç isim zikretmeden konuşun efendim.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - ...sınava ilişkin iddiaları bir bir cevaplamak istiyorum.

Muhterem milletvekilleri, SSK sınavı, SSK Personel Yönetmeliğine göre, baştan sona düzenlenmiş ve gerçekleştirilmiştir. Allaha şükürler olsun, 90 bin kişi müracaat etmiş, 78 bin kişi bu sınava girmiş ve hiç kimsenin burnunu kanatmadan -memnuniyetle ifade ediyorum ki- bu sınavlar sonuçlandırılmıştır.

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Yüreğini kanattınız, yüreğini!..

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Benden önceki bütün yönetimler de bu yönetmeliğe dayanarak sınav yapmıştır.

Değerli milletvekilleri, niçin, sınav, bölgelerde veya illerde yapılmamıştır? Evet, bu, bilinerek, tartışılarak böyle yapılmıştır; şayet, bölgelerde ve illerde sınavın yapılması mümkün olsaydı bunu yapardık. Şimdi, sınavın merkezde yapılışının, sınavın iptaline veya gensoruya neden yapılmasını anlamak mümkün değil.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, 2 500 kişinin alınacağı sınava 90 bin kişi başvuruyorsa, işin bünyesinde bu tartışmalar olacaktır, vardır.

Şimdi, sınavla ilgili “sınavda kepazelik” gibi, gazete beyanlarını, kupürlerini buraya getirdiniz. İşte, sizin, daha önce, 1993'te yaptığınız sınavlara ilişkin de aynı beyanlar yapılmıştır: “Bir sınav rezaleti daha...” İşte, bir sayın bakana atfen “suç kanıtı...” İşte “sınav rezaleti...” “Bu sınav iptal edilmeli...” Dolayısıyla, değerli arkadaşlarım, işin bünyesinde, işin tabiatında bu vardır, bunu kabul etmek lazım ve işsizliğin sorumlusu ne Partimdir ne şahsımdır; bu hususu da Muhterem Heyetin bilgilerine, takdirlerine sunuyorum.

EMİN KARAA (Kütahya) - İllerde niye olmuyor?..

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bakınız, illerde ve bölgelerde bu sınav açılsaydı, asgarî 500 bin müracaatın olacağı tahmin edilmiştir. (DSP sıralarından “olsaydı” sesleri) Bu sınavı hiç kimsenin yapma şansı yoktur.

AYHAN FIRAT (Malatya) - Daha önce yapılmış...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Nitekim, siz, 1993'te böyle bir sınav açmışsınız, 130 bin müracaat olmuş.

AYHAN FIRAT (Malatya) - Ee, olabilir...

EMİN KARAA (Kütahya) - O zaman, Almanya'da yapsaydınız 30 bin kişi katılırdı!

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, her gün, SSK hastanelerinde, insanlar itilip kakılıyor, kuyruklarda çile çekiyor. SSK'nın 10 bin eleman ihtiyacının bir şekilde karşılanması lazım. Ben, bunu yapıyorum. Siz, şayet, 90 bin insanın, müracaat ederken birkaç saat çile çekmesini fevkalade önemsiyorsanız, her gün, SSK hastanelerinde, poliklinik kuyruklarında, ilaç kuyruklarında, onlarca, yüzlerce insanın; her gün 25 milyon insanın çile çekmesini, niye gözardı ediyorsunuz? Burada amaç, insanları düşünmek değil, duygu sömürüsü yapmaktır, duygu sömürüsü... (RP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, müracaatçıların bir kısmının başvuru formu bulamadığı iddiası doğru değildir; 300 bin form bastırılmıştır ve herkes, formu çok rahatlıkla almıştır.

657 sayılı Devlet Memurları Kanununda ve SSK Personel Yönetmeliğinde, memuriyete giriş için asgarî yaş öngörülmüştür; ama, değerli milletvekilleri, azamî yaş sınırı yoktur. (CHP sıralarından gürültüler)

AYHAN FIRAT (Malatya) - Olur mu... 50 yaşındaki adam sınava katılır mı!..

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Dolayısıyla, biz de, 18 yaşı koyduk; ama, üst sınırı koymadık. Ne SSK Personel Yönetmeliğinde üst yaş sınırı vardır ne de 657 sayılı Devlet Memurları Kanununda vardır. Biraz bunları okuyun... (CHP sıralarından “30” sesleri)

AYHAN FIRAT (Malatya) - Cehalete bak, cehalete!..

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Değerli milletvekilleri, ilanda açıklandığı üzere, sınav, test yöntemiyle yapılmıştır. Yazılı sınav, hava şartları nedeniyle kısa bir süre ertelenmişse de, ilanda, sınavın 28 Kasım 1996'dan itibaren yapılacağı ifade edildiğinden, ilana aykırı bir durum söz konusu değildir. Yazılı sınavı kazananların listesiyle, sözlü sınav tarihi, yalnızca ilan tahtalarına asılmakla kalınmamış, aynı zamanda, gazeteler aracılığıyla da ilan edilmiştir. Yönetmelikte yer alan “sınavın nitelikleri ve konularıyla, başvurulacak yer ve sürelerinin, sınav gününden en az 15 gün önce duyurulacağı” hükmüne uygun olarak, sınav tarihi 19 gün önce ilan edilmiş, 16 gün süreyle başvuru kabul edilmiştir. Dolayısıyla “başvuru yapılamadı” gibi bir iddiayı kabul etmek mümkün değildir.

SSK, devlet kamu hizmeti ve görevlerine, devlet memuru olarak atanacaklar için, mecburi yeterlilik ve yarışma sınavları genel yönetmeliğine tabi değildir. Değerli milletvekilleri, SSK, genel yönetmeliğe tabi değildir, SSK'nın kendi özel yönetmeliği vardır; bu yönetmeliğe uygun olarak sınavlar yapılmaktadır.

Yazılı sınav sonuçlarıyla ilgili listede bazı aday numaralarının ardı ardına gelmesi, 75 bin kişinin katıldığı bir sınavda doğal bir tesadüftür. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar [!])

Bakınız şunu atlıyorsunuz... Bakınız, çok ucuz kahramanlık peşindesiniz. Değerli milletvekilleri, sınav iki aşamalıdır ve sonuçta, sınavı kazananlarda, sizin söylediğiniz gibi ardı ardına kazanma da söz konusu değildir.

AYHAN FIRAT (Malatya) - Yazılıyı söyle, yazılıyı!.. Ayıp!.. Ayıp!..

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Bakınız, sınav iki aşamalıdır. Yazılıyı kazananlar sözlüde kaybetmişse, dolayısıyla ardı ardına kazanmak iddiası doğru değildir.

AYHAN FIRAT (Malatya) - Aradan çıkardın mı?!.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Nitekim, siz,.”İmtihanı, Çelik soyadlı 50 yakınınız kazandı” dediniz, birini de, burada, ispatlayamadınız. Sizi, müfteri ilan ediyorum... Sizi, müfteri ilan ediyorum ve bütün iddialarınız bu kadar gerçekdışıdır. (RP sıralarından alkışlar)

AYHAN FIRAT (Malatya) - İspatı var... Doğum yerini yaz... Doğum yerini yaz... Müsteşarın söylüyor...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Değerli milletvekilleri, sınavın test usulü yapılmış olması nedeniyle değerlendirme işlemi, doğru cevapların yerlerini belirleyen bir şablonun sınav kâğıdının üzerine konulması sonucu, sadece doğru cevapların sayılmasından ibarettir. Bu işlem de, ancak birkaç saniye ile yapılmaktadır. Dolayısıyla, bu kâğıtlar, on gün içinde nasıl okundu iddiası doğru değildir.

Değerli milletvekilleri, izin verirseniz, konuşmamın bu bölümünde, Muhterem Heyete, Sosyal Sigortalar Kurumu hakkında, birkaç cümleyle bilgi arz etmek istiyorum. Sosyal Sigortalar Kurumu, 25 milyon vatandaşımıza sağlık ve sigorta hizmeti vermektedir. Kurumun hizmetleri önemli ölçüde genişlemiş, buna karşın, personel sayısı yeterince artmamıştır. Hastanelerimizin durumu, hepinizin yakından bildiği gibi, içler acısıdır; emekliler maaş kuyruklarında çile çekmektedir ve demin ifade ettiğim gibi, ilaç kuyruklarında, poliklinik kuyruklarında, fiş kuyruklarında 25 milyon SSK'lı her gün çile çekmektedir.

Şimdi, bu gensoruyu verenlere soruyorum: Siz, bu çileleri ortadan kaldırmak için ne yaptınız?.. kKuyrukları mı önlediniz?.. Kurumu, düşürüldüğü çıkmazdan kurtarmak için ne yaptınız?

Değerli milletvekilleri, bakınız, biz, Bakanlığımız döneminde, SSK hastanelerini ve Sigorta müdürlüklerini çile kapısı olmaktan çıkarmak istiyoruz. Önce, maaş bağlamayı azamî 1 aya indirmek istiyoruz ve bunu yapacağız, bir. İki, maaş kuyruklarını tamamen önlüyoruz. Üç, özürlülere ve belli yaşın üstündeki emeklilere maaşlarını evde ödeyeceğiz. İnşallah, ilaç kuyrukları bitecektir, ilaç israfı bitecektir. SSK'nın açıkları, göreceksiniz, 1997 yılında büyük oranda düşürülecektir. Poliklinik kuyrukları, büyük oranda ortadan kaldırılacaktır, hatta, tamamen ortadan kaldırılacaktır.

Muhterem milletvekilleri, dolayısıyla, burada gönlüm arzu ediyor ki, “Sayın Bakan bunları nasıl yapacaksınız? SSK'nın açıklarını nasıl kapatacaksınız? Kuyrukları nasıl önleyeceksiniz” şeklinde beni, hizmetlerimle, yaptıklarımla ve yapacaklarımla sorgulayın, bu konuda, varsa, önerilerinizi bana sunun; millet bunu bekliyor.

Değerli milletvekilleri, gensoru önergesini veren arkadaşlarımızın telaşı şundandır ve Kurumdan gitmek istemeyişinizin nedenlerini şimdi daha iyi anlıyorum: Bakınız, CHP dönemindeki bazı bakanlarla ve Sayın Baykal'la dostane ilişkilerimiz olmuştur. Bunlara gölge düşmesin istedim; ama, buna izin vermediniz. Demin de ifade ettim, günah benden gitti...

Değerli milletvekilleri, bizi izleyen muhterem, aziz milletimiz; bakınız,. 1993'te yönetmeliğe aykırı olarak yapılan sınavda, yazılı sınav komisyonu sözlüde görevden uzaklaştırılmış, yerine, üç sözlü sınav komisyonu kurulmuştur ki, bu, yönetmeliğe aykırıdır... Taşradaki sınavlara, merkezden görevliler gönderilmiştir, yönetmeliğe aykırıdır... Sınav soruları Genel Müdürlükçe hazırlanmış, komisyonun haberi olmamıştır, yönetmeliğe aykırıdır... Değerlendirme, komisyona yaptırılmamış, sonuçlardan komisyonun sonradan haberi olmuştur, yönetmeliğe aykırıdır... Taşrada yapılan sınavların kâğıtları, Genel Müdürlükte okunmuştur; sınav komisyonunca okunması gerekir, yönetmeliğe aykırıdır...

AYHAN FIRAT (Malatya) - Tabiî, bilgisayara verildi, okundu.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Tarsus'ta, sınav sorularının, iki gün önce adaylara sızdırıldığı noterce tespit edilmiş, aynı sorular, tüm Türkiye'de sorulduğu halde, yalnızca Tarsus'taki sınav iptal edilmiştir, diğerleri gerçekleştirilmiştir, yönetmeliğe aykırıdır, usulsüzdür...

Muhterem milletvekilleri, muhterem kamuoyu; burada ifade edildi, 1993 yılı işçi sınavı için Okmeydanı Hastanesinde şizofreni teşhisiyle iki kez hastaneye yatan bir kişi, Okmeydanı Hastanesine alınmıştır ki, işe alınan bu kişi, morgta ölülere tecavüz eden kişidir, 1993'te işe alınmıştır. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bakan, 1 dakikanız var efendim.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Bu, klinik bir vakadır. Alınanlar arasında -dosya buradadır, isterseniz gösteririm- soyad benzerlikleri çoğunluktadır.

Değerli milletvekilleri, aziz milletimiz; bakınız, Kartal Hastanesine alınan 63 kişiden 28'i Tunceli ve Erzincan doğumludur.

M. ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) - Tuncelili olmak suç mu Kamer?..

İRFAN GÜRPANIR (Kırklareli) - Kamer Başkan, sen, Tuncelili değil misin?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Kartal Hastanesine iki eski hükümlü alınmış olup, bunlardan biri silahlı çete kurmaktan 10 yıl 8 aya hükümlü bir kişidir.

BAŞKAN - Sayın Bakan, lütfen, son cümlelerinizi söyler misiniz efendim.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Diğeri, zimmet suçundan 3 yıl 2 aya hükümlü -dikkatlerinize sunuyorum- memuriyetten ömür boyu yasaklı bir kişidir, memuriyetten ömür boyu yasaklı bir kişi işe alınmıştır.

NİHAT MATKAP (Hatay) - İşçi olarak alınmış... İşçi olarak işe alınmış...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - 1995 yılında sakat sınavını -değerli milletvekilleri, bakınız, bunlar kendilerini tarif etmiştir bu gensoruda- kazanamayanların bazıları, fazla puan verilerek kazandırılmıştır. Hakkında 6 aydan fazla mahkûmiyet kararı bulunan kişi sınava kabul edilerek, kazandırılmıştır. 18 yaşını bitirmeyen kişiler sınava alınmış ve kazandırılmıştır. İlanda, sakatlık oranları yüzde 40 ilâ yüzde 70 arasında olanların sınava alınacağı belirtilmesine rağmen, sakatlık oranları çok yüksek olanlar alınmıştır, yönetmeliğe göre sakat sayılmayanlar, yani, sağlamlar işe alınmıştır.

FATİH ATAY (Aydın) - Sayın Başkan, süre doldu.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bakan, lütfen, son cümlenizi söyler misiniz efendim. Rica ediyorum... Son cümlenizi söyleyin, son cümlenizi...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Müsaade edin efendim.

BAŞKAN - Efendim, son cümlenizi söyleyin.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Hayır efendim, nasıl olur?! Müsaade edin...

M. ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) - Tuncelilere sataşma var Kamer!..

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Değerli milletvekilleri, bakınız, dahasını söylüyorum, PKK örgüt mensuplarıyla irtibatlı olduğu, yasadışı örgüt mensuplarını tedavi ettiği, bunlara yardım ettiği, ırkçılık ve bölücülük propagandası yaptığı bildirilen kişi, başhekimliğe atanmıştır. Bunlar resmî vesikadır, resmî vesika...

BAŞKAN - Efendim, ismini söyler misiniz... Sayın Bakan, böyle yuvarlak laflarla olmaz; isim söyleyin.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Dev-Yol örgütü adına, çeşitli tarihlerde öldürme, bombalama, kurşunlama olaylarından yakalanarak müebbet ağır hapis ve ömür boyu kamu hizmetlerinden men cezası alan kişiler işe alınmıştır.

M. ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) - Kes!.. Kes!.. Kes!.. Kamer kes şunu!..

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - THKP/C örgüt liderinin görüşleri doğrultusunda, otonom Dev-Genç adlı örgütü kurduğu, örgüte üye olduğu, adam öldürmek, yaralamak, patlayıcı madde atmak suçlarından kaydı bulunan kişi, 1995 yılında işe alınmıştır.

NİHAT MATKAP (Hatay) - Sayın Başkan nedir bu tolerans?! Süreyi uzattıkça uzatıyorsunuz!.. Arkadaşımıza, bitirmesi için 2 dakika eksüre vermediniz...

BAŞKAN - Sayın Bakan, lütfen, son cümlenizi söyler misiniz?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Muhterem milletvekilleri, bakınız, cumhuriyeti koruma iddiasında bulunan, gensoruyu veren arkadaşlarımız, işte, cumhuriyeti yıkmayı, Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve milletini bölmeyi amaçlayan insanları işe doldurmuşlardır. (RP sıralarından alkışlar; CHP sıralarından gürültüler) İşte, Cumhuriyet Halk Partisinin telaşı bundandır; suçluluk telaşı içerisindesiniz...

Değerli milletvekilleri...

BAŞKAN - Tamam efendim, son cümlenizi tamamlayın.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Müsaade eder misiniz... Sürem bitti mi efendim? (CHP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Evet, süreniz bitti. 2 dakika eksüre vermiştim, o da bitmek üzere... Rica ediyorum...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Değerli milletvekilleri, son olarak şunları söylüyorum: Burada zamanım yetmedi. İddiaları çürüttüm. Ne var ki, CHP'nin dört yıllık dönemine ilişkin daha pek çok söyleyeceğim var. (CHP sıralarından gürültüler)

AYHAN FIRAT (Malatya) - Hiçbirine cevap vermedin...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Bunu bir basın toplantısında muhterem milletvekillerimize ve kamuoyuna duyuracağımı ifade ediyorum.

Son olarak şunları söylüyorum: Sınav, tamamen mevzuata uygun olarak yapılmıştır; bundan, Muhterem Heyetinizin müsterih olmasını temenni ediyorum.

Takdir, Muhterem Meclise aittir diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Sayın Bakan, zatıâliniz bir Bakansınız; siz burada, belirli birtakım örnekler verirken,isim vermek suretiyle, tarih vermek suretiyle, mahkûmsa mahkûmiyetini belirtmek suretiyle vermeniz lazım.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Kocaeli) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Efendim, size söz vermedim...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Kocaeli) - Ama, bir şey söylüyorsunuz...

BAŞKAN - Hayır efendim, söz vermedim size... Buyurun...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Kocaeli) - Ama, bir şey söylüyorsunuz, cevap vermem lazım. Ben, konuyla ilgili dosyayı Başkanlığa verdim.

BAŞKAN - Tamam, siz buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

ORHAN VELİ YILDIRIM (Tunceli) - Sayın Başkan, bir şey söylemek istiyorum.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

ORHAN VELİ YILDIRIM (Tunceli) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, burada, Tunceli'nin ismini vermek suretiyle, 3 kişinin Tunceli doğumlu olduğu için işe alındığını belirtti, zatıâliniz de Tuncelili; Tuncelilerin işe girmesi yasak mıdır? Sayın Bakanın bu sözlerini kınıyorum.

BAŞKAN - Sayın Bakanın o lafını tasvip etmiyorum ki... İmtihana alınan Tuncelili de olabilir...

ORHAN VELİ YILDIRIM (Tunceli) - O 3 kişi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değil mi?..

BAŞKAN - Orada, İmtihan heyetinin, alınan...

ORHAN VELİ YILDIRIM (Tunceli) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Efendim, rica ediyorum... (CHP sıralarından gürültüler) Bir dakika... Tamam efendim... Siz söylediğinizi söylediniz... Bir dakika...(CHP sıralarından gürültüler)

Sayın milletvekilleri, zaten, imtihana girenler, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin... (CHP sıralarından gürültüler)

ORHAN VELİ YILDIRIM (Tunceli) - Sayın Başkan...

MEHMET MOĞULTAY (İstanbul) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Bir dakika efendim... Ben açıklayayım...

MEHMET MOĞULTAY (İstanbul) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Ben size söz vermedim... Oturur musunuz yerinize.

MEHMET MOĞULTAY (İstanbul) - Sayın Başkan, Tuncelili bir kişi Türkiye Cumhuriyetinde Meclis Başkanvekili olabiliyor da işçi olamıyor mu?..

BAŞKAN - Olur efendim.

Ben tasvip etmedim ki... Şimdi, aslında, bence,Sayın Bakanın...

MEHMET MOĞULTAY (İstanbul) - Sayın Başkan, hakarettir bu... Sayın Bakan sözünü geri alsın.

BAŞKAN - Efendim, yerinize bir oturun bakalım...

MUSTAFA KUL (Erzincan) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Kul, oturur musunuz...

MUSTAFA KUL (Erzincan) - Sayın Başkan bir açıklama yapabilir miyim...

BAŞKAN - Efendim, ben, bunun cevabını veririm; bir Tuncelili olarak ben cevap veririm.

Oturur musunuz yerinize...

MUSTAFA KUL (Erzincan) - Sayın Başkan, Tunceli'yle ilgili değil...

BAŞKAN - Sayın Kul, efendim, bakın...(CHP sıralarından gürültüler)

MUSTAFA KUL (Erzincan) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Kul, bir dakika... Oturur musunuz yerinize...

MUSTAFA KUL (Erzincan) - Sayın Bakan, konuşmasında 1995 yılında sakatların sınavıyla ilgili birtakım iddialarda bulundular. Sınavın yapıldığı dönemde bakan olmam dolayısıyla bu konuya bir cevap vermek istiyorum.

BAŞKAN - Efendim, sizin zamanınızdaki sınavdan bahsetmedi... Oturur musunuz.

MUSTAFA KUL (Erzincan) - Benim zamanımdaki sınavdan söz etti.

BAŞKAN - Hayır efendim... Rica ediyorum...(CHP sıralarından gürültüler)

Şimdi, sayın milletvekilleri, bir sınav açılınca, sınavda... (CHP sıralarından gürültüler)

MUSTAFA KUL (Erzincan) - Benimle ilgili iddialar var; bunlara cevap vermek zorundayım.

BAŞKAN - Sayın Kul, sizin isminiz zikredilmedi; yerinize oturur musunuz... (CHP sıralarından gürültüler)

MUSTAFA KUL (Erzincan) - Sayın Başkan... Sayın Başkan...

BAŞKAN - Rica ediyorum... Ben söz vermedim size... Rica ediyorum... (CHP sıralarından gürültüler)

MUSTAFA KUL (Erzincan) - Sayın Başkan, ismim zikredilmedi; ama, dönemimle ilgili iddialarda bulundular.

BAŞKAN - Oturur musunuz yerinize...

MUSTAFA KUL (Erzincan) - Açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN - Siz oturur musunuz yerinize...

MUSTAFA KUL (Erzincan) - Kısaca açıklayayım...

BAŞKAN - Sizin isminiz zikredilmedi, genel bir ifade kullandı. (CHP sıralarından gürültüler)

MUSTAFA KUL (Erzincan) - Sayın Başkan, ismimi vermesi gerekmiyor...

BAŞKAN - Sayın Kul, rica ediyorum sizden... (CHP sıralarından gürültüler)

Şimdi, herkes çıkıp da, beni böyle oyalarsa...

MUSTAFA KUL (Erzincan) - Sayın Başkan, dönemimle ilgili bir açıklama yapmak istiyorum.

BAŞKAN - Size “söz vermiyorum” dedim... Oturur musunuz yerinize... (CHP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar, gürültüler)

MUSTAFA KUL (Erzincan) - Sayın Başkan...

NİHAT MATKAP (Hatay) - Sayın Başkan, arkadaşımız yerinden bir açıklama yapsın; ne var bunda?

BAŞKAN - Hayır efendim... Oturur musunuz yerinize. (CHP sıralarından gürültüler)

Sayın milletvekilleri, bir sınav yapıldığı zaman, (A) ilinden, (B) ilinden herkes sınava girer; önemli olan, o sınavda sorulan soruların bilinmesidir; bu, (A) vilayetinde de olabilir, (B) vilayetinde de olabilir; önemli olan, sınavın dürüstçe yapılmasıdır. (RP sıralarından alkışlar) Eğer, dürüstçe yapılıyorsa mesele yok.

Gensoru üzerinde görüşmeler bitmiştir.

Gensorunun oylamasıyla ilgili iki önerge vardır; okutuyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Görüşülmekte olan gensoru oylamasıyla ilgili oylamanın açık oylama yapılması için gereğini arz ederim.

BAŞKAN- Şimdi, önergeki imza sahiplerinin burada olup olmadıklarını arayacağım.

Muhammet Polat?.. Burada.

Murtaza Özkanlı?.. Burada.

Cemalettin Lafçı?.. Burada.

Mustafa Yünlüoğlu?.. Burada.

İsmail Coşar?.. Burada.

Ahmet Tekdal?.. Burada.

Abdulilah Fırat?.. Burada.

Hasan Belhan?.. Burada.

Nurettin Aktaş?.. Burada.

Cafer Güneş?.. Burada.

Mehmet Sılay?.. Burada.

Latif Öztek?.. Burada.

Kemal Albayrak?.. Burada.

Aslan Polat?.. Burada.

Hüseyin Yıldız?.. Burada.

Şinasi Yavuz?.. Burada.

Ekrem Erdem?.. Burada.

Mikail Korkmaz?.. Burada.

İlhan Sungur?.. Burada.

Hüseyin Arı?.. Burada.

Nurettin Kaldırımcı?.. Burada.

Şevki Yılmaz?.. Burada.

Salih Katırcıoğlu?.. Burada.

Efendim, aynı konuda, Cumhuriyet Halk Partisinin de bir önergesi var, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

(11/6) esas numaralı, Malatya Milletvekili Ayhan Fırat ve 38 arkadaşının, SSK sınavında usulsüzlük ve iltimas yapılmasını önleyecek tedbirleri almadığı iddiasıyla, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik hakkında gensoru oylamasının açık oylama şeklinde yapılmasını arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

Önder Sav Oya Araslı Nihat Matkap

Ankara İçel Hatay

Ali Dinçer Mustafa Kul Mahmut Işık

Ankara Erzincan Sıvas

Celal Topkan Ali Rıza Bodur Bekir Kumbul

Adıyaman İzmir Antalya

Ahmet Küçük Nezir Büyükcengiz Metin Arifağaoğlu

Çanakkale Konya Artvin

Ali Şahin Ercan Karakaş Mustafa Yıldız

Kahramanmaraş İstanbul Erzincan

Zeki Çakıroğlu Algan Hacaloğlu Birgen Keleş

Muğla İstanbul İzmir

Ahmet Güryüz Ketenci Atilâ Sav Ayhan Fırat

İstanbul Hatay Malatya

Eşref Erdem Mehmet Sevigen

Ankara İstanbul

BAŞKAN - Yeterli derecede imza vardır.

Açık oylamanın şeklini belirleyeceğiz.

Açık oylamanın, kupaların sıralar arasında dolaştırılması suretiyle yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Açık oylamanın, kupaların sıralar arasında dolaştırılması suretiyle yapılması kabul edilmiştir. (CHP sıralarından “Rakam söyle, rakam” sesleri; gürültüler)

MEHMET SEVİGEN (İstanbul) - Kaç oy Sayın Başkan?

BAŞKAN - Yanında basılı oy pusulası bulunmayan sayın milletvekilleri, beyaz bir kâğıda, adını, soyadını, seçim çevresini ve oyunun rengini yazıp imzalamak suretiyle oylarını kullanabilirler.

MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) - Sayın Başkan, görüşeceğimiz başka konu var mı?

BAŞKAN - Arkadaşlar, bundan sonra Meclis araştırması önergesinin görüşmesi var.

MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) - Devam edecek mi?

BAŞKAN - Çalışma süremiz, bu işlerin bitimine kadar.

Alınan Danışma Kurulu kararında, bugün, çalışma süremiz, Uğur Mumcu ile ilgili araştırma önergesinin müzakeresinin sona ermesine kadar. Onun için, arkadaşlarımız bunu bilsinler de, ona göre durumlarını değerlendirsinler.

Çalışmaya devam ediyoruz; çalışma süresi 21.00'e kadar değil. Bakın ben size alınan kararı okuyayım:

“Daha önce, 9.1.1997 tarihinde alınan Danışma Kurulu kararında, gündemin 'Genel Görüşme ve Meclis Araştırması Yapılmasına Dair Öngörüşmeler' kısmının 66 ncı sırasında yer alan, Uğur Mumcu cinayetinin açıklığa kavuşturulması amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin (10/86) esas numaralı önergenin görüşmelerinin, Genel Kurulun 14.1.1997 Salı günkü birleşiminde yapılması ve görüşmelerin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılması önerilmiştir.”

MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) - Kimse kalmadı, arkadaşlar gitti.

BAŞKAN - Efendim, oraya yazmamışlar; ama, Danışma Kurulu kararı burada.

Arkadaşlar, nasıl olsa çalışmaktan bir zarar gelmez, uyumaktan zarar gelir.

Kupalar, sıralar arasında dolaştırılsın.

(Oylar toplandı)

BAŞKAN - Salonda bulunup da oyunu kullanmayan sayın milletvekili var mı? Yok.

Oy verme işlemi bitmiştir. Kupalar kaldırılsın.

(Oyların ayırımına başlandı)

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Sayın Başkan, çalışmalarımıza devam edecek miyiz?

BAŞKAN - Evet, eğer arkadaşlar isterlerse, oy ayırım işlemi devam ederken, bir yandan çalışmalarımıza devam edebiliriz; çünkü, yeterli çoğunluk da zaten var.

2. - Denizli Milletvekili Adnan Keskin ve 28 arkadaşının, Uğur Mumcu cinayetinin açıklığa kavuşturulması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/86)

BAŞKAN - Şimdi, daha önce alınan karar gereğince, Denizli Milletvekili Adnan Keskin ve 28 arkadaşının, Uğur Mumcu cinayetinin açıklığa kavuşturulması amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi üzerindeki öngörüşmelere başlıyoruz.

Hükümet?.. Burada.

Önergeyi, daha önceden bastırıp üyelere dağıtmıştık. Önerge üzerinde, Meclis araştırması açılıp açılmaması hususunda, sırasıyla, Hükümete, siyasî parti gruplarına ve önergedeki birinci imza sahibine ya da onun göstereceği bir diğer imza sahibine söz vereceğim.

Hükümet ve gruplar adına konuşma süresi 20'şer dakika; önerge sahibinin konuşma süresi 10 dakikadır.

Şimdi, Uğur Mumcu cinayetinin açıklığa kavuşturulması amacıyla bir Meclis araştırması açılmasına ilişkin önerge üzerinde Hükümete söz veriyorum.

ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Adalet Bakanı, zatıâliniz mi konuşacaksınız?

ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) - Kısa bir bilgi vereceğim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Peki efendim.

Buyurun Sayın Bakan; süreniz 20 dakikadır.

ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 24 Ocak 1993 tarihinde, evinin önünde park halindeki özel aracına konulan patlayıcı maddenin infilaki sonunda hayatını kaybeden, araştırmacı-gazeteci merhum Uğur Mumcu'nun, bu suikastı kendisine düzenleyen failin bir an önce bulunması konusunda verilmiş olan Meclis araştırma önergesiyle ilgili olarak, 14 Ekim 1996 tarihinde, bir yazımız üzerine, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığından almış olduğum yazılı bilgiyi, aynen, Yüksek Heyetinize arz edeceğim:

“Sanıkların araştırılması ve yakalanması işlemleri, Cumhuriyet Başsavcılığımızın (1994/86) hazırlık sayılı soruşturma evrakıyla sürdürülmektedir. Olayı müteakıp, gerekli çevre araştırması yapılmış, elde edilen maddî deliller uzman ekip ve bilirkişilerce incelenip değerlendirilmiş, şüpheli kişiler ve yerler soruşturmaya alınmış; daha önce meydana gelen ve benzer patlayıcı madde kullanmak suretiyle gerçekleştirilen öldürme olaylarıyla bağlantısı araştırılmış, alınan her türlü ihbar üzerinde durulmuş, konuyla ilgili basın ve televizyon kuruluşlarında yer alan haber ve yorumlar göz önünde bulundurulmuş, öldürülen Uğur Mumcu'nun yakınları tarafından ileri sürülen iddialar üzerinde durulmuş; gerek yurt içinde gerekse uluslararası alanda faaliyet gösteren örgüt ve dış mihraklarla bağlantılı olabileceği düşünülerek, MİT Müsteşarlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Ankara Emniyet Müdürlüğü ve İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı ile işbirliği içine girilmiş olmasına rağmen, bugüne kadar, öldürme olayının aydınlatılması, faillerinin tespit ve yakalanmaları hususunda olumlu bir sonuç elde edilememiştir.

Uğur Mumcu'nun öldürülmesi de dahil olmak üzere, faili meçhul kalan diğer olayların açıklığa kavuşturulması, sanıkların belirlenip yakalanmalarının sağlanması için, Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesinde görevli 1 başkomiser, 1 başkomiser yardımcısı ve 5 polis memurundan oluşan bir ekip görevlendirilmiştir.

Cumhuriyet Başsavcılığımız ile işbirliği yapmak suretiyle alınan tüm ihbarların değerlendirilmesi, delillerin toplanması ve belli kişilerin devamlı takip altında bulundurulması ve Türkiye'nin her yerine giderek çalışmalarda bulunmaları ve sonuçlarının bildirilmesi ile bu kişiler yetkilendirilmişlerdir.”

Biraz önce bir sürçülisan oldu, yazıda “belli kişiler” ibaresi yok; yazı fotokopi olduğu için bir kelimesi silinmiş, özür diliyorum, yanlış bir anlam çıkarılmasın.

“Olay tarihinden bu yana dört seneye yakın bir sürenin geçmiş olması ve çözüme götürecek yeterli maddî delilin bulunmaması, bu şekilde öldürülen ve topluma mal olan Uğur Mumcu'nun kişiliği nedeniyle, her kesimin olayla yakından ilgilenmek istemesi ve kendi görüşleri doğrultusunda olayı değerlendirip sonuç çıkarılmak istenilmesi; sık sık basın ve görsel yayın yoluyla konu ele alınarak, devamlı, kamuoyunun gündeminde tutulması sonuç almayı daha da güçleştirmektedir.

İlgi B, C ve D bölümlerinde belirtilen yazılarımızda, yürütülmekte olan soruşturma hakkında geniş bilgi yüksek makama sunulmuştur. Halen gizliliğini muhafaza eden Uğur Mumcu'nun öldürülmesi olayının açıklığa kavuşturulması, faillerinin belirlenip yakalanmaları için başlatılan hazırlık soruşturması titizlikle sürdürülmekte, ilgili kurum ve kuruluşlarla da işbirliği yapılarak her türlü ihtimal üzerinde durulup bu ihtimaller değerlendirilmektedir.

Arz olunur” denilmektedir.

Gerçekten, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığımız, bahsedilen ekiple, bu çalışmaları sürekli olarak devam ettirmektedir. Bugün Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığından Adalet Bakanlığı Ceza İşlerine gönderilmiş olan bir yazıda -bu yazıda tanığın ismi de belli- çok önemli bir tanığın tespit edildiği ve bu kişinin ifadesinin alınmak üzere ilgili makamlara -ki, bu kişi resmî bir kişi- yazı yazıldığı ifade edilmiştir. Benim, tahkikatın gizliliği açısından bu ismi vermem, bu kürsüden açıklamam mümkün değildir. O nedenle, ben Meclis araştırmasının müzakere edileceği böyle bir ortamda, sadece Bakanlığımıza intikal etmiş olan bu bilgileri arz ediyorum.

Meclis araştırması açılması hususundaki çalışmaları takdirle karşılıyorum. Bir yandan Meclis tarafından yapılacak çalışmalar, diğer taraftan Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığının takriben üç yılı aşkın bir süreden beri devam ettirmekte olduğu bu soruşturmalar, inşallah, çok sevdiğimiz Uğur Mumcu cinayeti failinin bulunması bakımından er geç bize yardımcı olacaktır.

Böyle bir neticenin bir an önce tahakkukunu gönülden arzuluyor; Yüce Heyete saygılar sunuyorum. (RP, DYP, ANAP, DSP, CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

1. - Malatya Milletvekili Ayhan Fırat ve 38 arkadaşının, SSK sınavında usulsüzlük ve iltimas yapılmasını önleyecek tedbirleri almadığı iddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik hakkında gensoru açılmasına ilişkin önergesi (11/6) (Devam)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik hakkındaki (11/6) esas numaralı gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı hususunda yapılan açık oylamaya 465 sayın milletvekili katılmış; 215 kabul, 247 ret oyu, 3 mükerrer oy kullanılmıştır; böylece önergenin gündeme alınması reddedilmiştir. (RP sıralarından alkışlar)

2. - Denizli Milletvekili Adnan Keskin ve 28 arkadaşının, Uğur Mumcu cinayetinin açıklığa kavuşturulması amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/86) (Devam)

BAŞKAN - Araştırma önergesi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Önder Sav ; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Sav, süreniz 20 dakikadır.

CHP GRUBU ADINA ÖNDER SAV (Ankara) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; 7 Haziran 1996 tarihinde Cumhuriyet Halk Partisi Denizli Milletvekili Sayın Adnan Keskin ve arkadaşları tarafından verilen Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili Meclis araştırması açılması isteğinin uzun süre görüşülememiş olması nedeniyle, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi Danışma Kuruluna yaptığı, konunun Türkiye Büyük Millet Meclisinde öncelikle görüşülmesine ilişkin önerisinin oybirliğiyle benimsenmiş olmasından duyduğumuz memnuniyeti ifade etmek istiyorum; grubu bulunan diğer partilere de, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına teşekkürlerimi sunuyorum.

3 Kasım Susurluk olayı ve bu olay nedeniyle, Türkiye Büyük Millet Meclisinde oluşturulan Meclis araştırması komisyonu, bazı gerçekleri su yüzüne çıkarmaya başlamıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, üzerine gidilmesi ve aydınlatılması gereken kimi olaylarda, nedense, çok fazla ilgili görülmemiş ya da zamanla ilgi azalmış, olay unutulmaya terk edilmiştir.

19 uncu Dönemde, ülkemizin çeşitli yörelerinde işlenmiş faili meçhul cinayetler konusunda, o zaman Türkiye Büyük Millet Meclisinde grubu bulunan Doğru Yol Partisi, Anavatan Partisi, Sosyaldemokrat Halkçı Parti, Refah Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisinin ortak önerisiyle verilmiş bulunan Meclis araştırma önergesi üzerine, 9 Şubat 1993 tarihinde Meclis araştırması komisyonu kurulmuş; iki yılı aşkın bir süre sonra da, etraflı, detaylı bir rapor vermiş; ancak, 19 uncu Dönem Parlamentosunun bu raporu görüşmeye süresi yetmemiştir.

Anılan rapordaki şu değerlendirme fevkalade ilginç ve dikkat çekicidir; aynı zamanda, Susurluk olayından sonra da daha dikkat çekici hale gelmiştir. Şöyle deniliyor raporda: “...devlet içerisinde bulunduğu izlenimi komisyonumuzca tespit edilen birtakım odakların, devlet içerisinden temizlenmesi ve hukuk kurallarının hâkim kılınması için otoriteyi eline almak zorundadır.”

Rapordaki bir diğer görüş ve tespit ise şöyle: “İyi niyetli vatandaş bile, devletin ya acz içinde olduğunu veya faillerinin yakalanamamasından güvenlik güçlerinin iyi çalışmayıp, yeterli gayreti göstermediğine veya bu cinayetlerin, devlet veya devlet içerisindeki bir grup tarafından desteklendiği inancının oluşmasına yol açmaktadır. 24 Ocak 1993 tarihinde, değerli gazeteci-yazar Uğur Mumcu'nun öldürüldüğünden bu yana, cinayetin aydınlatılması konusunda, maalesef, bir arpa boyu yol alınmamıştır.

Sayın Adalet Bakanının biraz önce Hükümet adına yaptığı konuşmada da, bu tespitimiz doğrulanmış bulunmaktadır. Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığından sıcağı sıcağına yazılmış ve gönderilmiş olan iki yazı, bunu doğrular niteliktedir. Temenni ederiz, son yazıda belirtilen bir önemli tanığın bulunmuş olması, Uğur Mumcu cinayetinde bir ipucu ele geçirtmiş olsun.

Acaba, Uğur Mumcu'nun öldürülmesinde, devlet içerisinde bulunduğu Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonunca da kuşkulanılan birtakım odakların etkisi, hatta katkısı var mıdır sorusu, ister istemez insanın aklına takılıyor.

Soruşturmayı yürüten ve Adalet Bakanlığı müfettişlerince hakkında disiplin cezası tayini istenen Devlet Güvenlik Mahkemesi savcısının, Uğur Mumcu'nun eşi Güldal Mumcu'ya söylediği “bu olayı devlet yapmıştır, siyasal iktidar isterse bu iş çözülür” sözleriyle ne anlatılmak, hangi odak tarif edilmek istenmiştir? Kim ya da kimler, Uğur Mumcu'yu, alçakça, acımasızca, hunharca öldürmüşlerdir? Uğur Mumcu'nun öldürülmesinden bir gün sonra, 1993 Ocak ayında, bu kürsüde, hükümet ve siyasî parti grupları adına cinayet kınandı ve her yönüyle, Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetim yapması ve olayı aydınlığa kavuşturması istendi; ama, sonra hazırlanmış rapor, maalesef, Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir türlü görüşülemedi.

Uğur Mumcu'nun tabutunun arkasından yürüyen yüzbinler, cinayeti unutmadı, unutturmadı. 24 Ocak 1994 tarihinde, iki milyona yakın imzalı dilekçelerle, vatandaşlarımız, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanından cinayetin aydınlatılmasını talep etti. Burada, Sayın Bakanın okuduğu, Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığından gelen yazıdaki bir ibareye de, doğrusu üzüntülerimi belirterek takılmak istiyorum. Medyanın, yazılı ve görüntülü basın-yayın organlarının, insanlarımızın, Uğur Mumcu cinayeti konusundaki duyarlılığından, Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı yakınıyor “eğer, bu duyarlılık olmasaydı, Uğur Mumcu cinayeti, belki daha çabuk aydınlığa çıkarılabilirdi” deniliyor. Bu duyarlılık, Uğur Mumcu cinayetinin failleri bulunana kadar yazılı ve görsel basın yayın organlarında ve kamuoyunda sürecektir, sürdürülecektir; kimsenin bundan kuşkusu olmasın. (CHP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Devletin herhangi bir yetkilisinden başlayarak, hiçbir sorumlu devlet adamı, Devlet Güvenlik Mahkemesi savcıları, emniyet yetkilileri, Uğur Mumcu cinayetine yeterli ve gerekli biçimde eğilmemişlerdir.

Uğur Mumcu gibi yılmaz, yorulmaz, bir hukuk devleti ve demokrasi savaşçısı, gözüpek aydın bir yazarın cinayetini aydınlatamayan devlet organları yıpranıyorlar, güvenilirliklerini giderek yitiriyorlar; caniler de, yakalanmadıkça cesaretleniyorlar, yeni cinayetler işlemenin tezgâhları peşinde koşuyorlar.

Yazılarıyla, her türlü teröre karşı koyan, hırsızların, vurguncuların, yolsuzluk yapanların, devlet malına göz dikenlerin, uyuşturucu ve silah kaçakçılarının, mafyanın, teokratik devlet özlemcilerinin karşısında saf tutan Uğur Mumcu'nun cinayetine, artık, Türkiye Büyük Millet Meclisi el koymalıdır.

Çatısı altında görev yaptığımız Yüce Meclisin, parlamenter demokratik rejimin savuncusu olan, insan hak ve özgürlüklerinin, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve ulusun bütünlüğü için yaşamı boyunca uğraşmış ve bu düşünce ve ilkeleri nedeniyle bombalanmış olan Uğur Mumcu için Türkiye Büyük Millet Meclisinde her türlü olanağın sağlanması kaçınılmazdır.

Uğur Mumcu cinayeti dosyası, Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığının görüşü aksine, eğer, kamuoyu ve yakınları tarafından izlenmemiş olmasaydı, bugün, Devlet Güvenlik Mahkemesi savcılığından bir başka yazı gelecek, belki, muhtemelen, Uğur Mumcu cinayetinin üstü örtülmüş olacaktı.

Aslında, cinayet konusunda pek mesafe de alınmış sayılmaz. Henüz, sanıklar bulunup, dava açılabilmiş değildir. Konunun, Anayasanın 138 inci maddesi kapsamında düşünülmemesine dikkat edilmeli, bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisi özen göstermelidir. Anayasanın, görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisine yasakladığı husus, sadece, yargı yetkisinin kullanılmasıyla ilgili soru sorulması, görüşme yapılması, herhangi bir beyanda bulunulmasıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisince yapılacak Meclis araştırmasıyla, mahkemelerin bağımsızlığının zedelenmesi, yargı organınca verilecek kararın etkilenmesi, asla söz konusu değildir.

Anayasa Mahkemesinin görüşü de bizim bu anlatımlarımız doğrultusunda oluşmuştur. Meclis araştırması açılması benimsenir ve bir komisyon kurulması gündeme gelirse, çok şey aydınlatılabilir; belki de, başka faili meçhul cinayetlerin de aydınlatılmasında Uğur Mumcu cinayeti bir öncü olur.

Uğur Mumcu cinayetinin soruşturmasında, delil toplamada, maalesef, gerekli dikkat ve özen gösterilmemiştir. Cinayeti izleyen saatlerde çok önemli deliller süpürülüp, alelacele naylon torbalara konulmuş, inceleme değerini de bilahara yitirmiştir.

Uğur Mumcu'nun eşi cinayetten günlerce sonra dinlenmiş, yakınındaki komşularından hiçbiri ise, bugüne kadar, maalesef dinlenmemiştir.

Uğur Mumcu'nun katillerini gördüğünü söyleyen bir tanık hakkında yalancı tanıklıktan dava açılmıştır. Eğer, tanık yalancı ise, kimlerin çıkarı için, ne için yalan söylemiştir, arkasında hangi güç ya da güçler vardır? Yalan tanıklık nedeniyle açılan davada beraat kararı verilmiştir. Verilen bu beraat kararı, tanığın söylediklerinin yeniden değerlendirilmesi, tanığın söylediklerine yeniden dönülmesi gerekliliğini de vurgulamaktadır.

Uğur Mumcu'nun arabasına bomba yerleştiren caniyi, yüzündeki çıbana, ayağındaki pantolona, sırtındaki cekete varıncaya kadar belirleyen, tanıyan tanığın söyledikleri, özellikle, emniyet mensuplarınca tutanaklarda tahrifat yapılarak çürütülmeye çalışılmıştır. Tanık Ayhan Aydın'ın teşhis ettiği İslamî Hareket Örgütünün mensubu iki tanığın, Uğur Mumcu'nun öldürüldüğü gün İstanbul Emniyetinde olduklarını ispat için özel çaba harcanmış, bunun için Ankara'dan özel olarak bir Devlet Güvenlik Mahkemesi savcısı İstanbul Emniyetinde inceleme yapmıştır. Anılan savcı, Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonunun raporunda da belirtildiği gibi, İstanbul'da görevini savsaklamış, resmî belgeleri tam olarak dikkatli bir şekilde inceleyemediğinden, yanlış tespitleriyle, maalesef, soruşturmanın seyrini değiştirmiş, dikkatlerin başka noktalara çekilmesine neden olmuştur.

İslamî Hareket Örgütüyle ilgili emniyet operasyonu ve sanıkların yakalanmaları 20 Ocak 1993 tarihinde olmuş iken, 23 Ocak 1993'te başladığı belirtilerek çok önemli bir kusur işlenmiştir. Bu operasyonda, tanık Ayhan Aydın'ın teşhis ettiği sanıklar Mehmet Ali Şeker ve Ayhan Usta'nın evlerinde Uğur Mumcu cinayetinde kullanılan C-4 plastik patlayıcı bomba malzemelerinden kilolarca bulunmuş olması, Ankara ve İstanbul Emniyetinin irtibatsızlığından Uğur Mumcu cinayetiyle bir türlü ilişkilendirilememiş, C-4 plastik bombasının benzer diğer olaylarda kolaylıkla kullanılmadığı gözlerden, dikkatlerden kaçmıştır.

Tanığın teşhis ettiği sanıkların Uğur Mumcu cinayetinden önce Ankara'ya çalıntı bir otoyu neden getirdikleri, bu otoda neleri beraberlerinde taşıdıkları, bu otoda taşınan nesnelerin, malzemelerin Uğur Mumcu cinayetinde kullanılıp kullanılmadığı üzerinde asla durulmamıştır.

Bir başka yabancı uyruklu zanlının evinde ele geçirilen bilgisayar disketlerini çözecek makine bulunamayıp deşifre edilemeyişi, ayrı bir trajedidir. Sayın Bakan, burada, Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığından gelen yazıyı okudu, dikkatle dinledim. Terörle Mücadele Şubesinde bir başkomiser, bir başkomiser yardımcısı ve 5 polisin görevlendirildiğini söylüyor. Bu kadar hassas, belki yurtdışında yapıldığı, çok önemli olaylarda, çok önemli cinayetlerde kullanıldığı bilinen C-4 plastik patlayıcı bombanın, bu şekilde, emniyette kurulan, işin uzmanı da olduğu kuşkulu bu ekip tarafından Uğur Mumcu cinayetinin araştırılıp, incelenip, suyüzüne çıkarılması mümkün müdür; mümkün değildir. Devlet Güvenlik Mahkemesinin yazısından anlıyoruz bunu. Niçin mümkün değildir; Uğur Mumcu cinayeti zanlısı olan bir yabancı uyruklunun evinde yapılan aramada disketler ele geçiyor; teknolojinin geldiği bu aşamada, bizim “bu kadar ekip oluşturdu” dediğimiz emniyetimiz o disketleri deşifre bile edememiş durumdadır. Disketler deşifre edilememiş durumda; siz hangi ekipten bahsediyorsunuz, hangi terörle mücadele ekibinin Uğur Mumcu cinayetini aydınlatacağından bahsediyorsunuz!... Lütfen, evvela, terörle mücadelede oluşturduğunuz ekibi teknik donanımla takviye ediniz. Uğur Mumcu cinayeti, ancak, teknik donanımla, yan unsurlarla desteklenerek aydınlatılabilir.

Bir başka yabancı uyruklunun zanlı olduğu istihbaratı yapılınca, ayın 17'sinde bu bilgi emniyete intikal ediyor; ne gülünç ve komiktir ki, emniyetimiz, beş gün sonra o zanlının evine gidiyor; tabiî, emniyet oraya ulaştığı zaman, bütün deliller yok edilmiş, karartılmış oluyor.

Bütün bunlara ek olarak, Devlet Güvenlik Mahkemesi savcısının, görevlerini yapmayan ya da yapmaları engellenen kimi emniyet görevlileri için -aynen- yorgunluk, uykusuzluk ortamı içerisinde bulunmaları sonucu, insanî ve beşerî hatayla, yoklama tutanaklarındaki sanık ve saat çelişkilerinin meydana geldiğini söyleyebilmesi ise, ayrı bir hukuk faciasıdır. Uğur Mumcu cinayeti gibi çok önemli bir cinayette, toplumun tüm kesimlerinin gözünün üzerinde olduğu, aydınlatılması için dört gözle haber bekledikleri bir cinayette, nedense, emniyetteki tutanaklarda tahrifat yapılabiliyor ve devletin görevli bir Devlet Güvenlik Mahkemesi savcısı, tahrifat yapanların üzerine gideceğine, tahrifat yapanları kollayıcı bir ifade kullanıyor.

Susurluk kazasıyla ortaya çıkan gerçekler, zihinlerde Uğur Mumcu cinayetinde de yeni çağrışımlar yapıyor. Tehdit, gasp, uyuşturucu ve silah kaçakçısı canilere yeşil pasaport, sahte kimlik verilen, yurtdışında hapishanelerden kaçırılabilen, mafya mensuplarına, kumarhane patronlarına bile diplomatik pasaport sağlanan bir ortamda, Uğur Mumcu'nun katillerinin, bir günde İstanbul'dan Ankara'ya gelip, C-4 bombasıyla işlerini görüp, Uğur Mumcu'yu öldürüp İstanbul'a dönmüş olmaları, pekala mümkündür. İslamî Hareket Örgütünün ileri gelenlerinden Şefik Polat ve Necmi Aslan'ın, Uğur Mumcu'nun ölümünden iki gün sonra serbest bırakılmaları ve kaçmaları ve halen yurtdışında kaçak olarak yaşamlarını sürdürmeleri ise, ayrı bir dramdır.

Yazılarıyla, düşünceleriyle, kalemiyle, eleştirileriyle pek çok nasırlara basan, pek çok rejim ve devlet düşmanının husumetini çeken Uğur Mumcu'nun devletin güvenlik güçlerince resen korunması gereğinin bile düşünülmemesi, ağır bir hizmet kusurunu oluşturur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Faili Meçhul Cinayetler Komisyonu raporundaki “âdeta, olayın açıklığa kavuşmaması için her türlü ortam hazırlanmaktadır” şeklindeki teşhis doğru ise, bu, bir devlet ayıbı oluşturmaktadır. Hiçbir demokratik hukuk devleti, cesur bir kalemin, önemli bir yazarın öldürülmesi olayında acz içinde olma ayıbını uzun süre taşıyamaz, taşımamalıdır.

BAŞKAN - Sayın Sav, 1 dakikanız var efendim.

ÖNDER SAV (Devamla) - Biliyorum efendim, görüyorum saati.

Uğur Mumcu cinayetinde, görevini savsaklayan, tahkikatın seyrini değiştiren, yanlış yapan kamu görevlileri savunulup, korunmamalıdır. Hele hele, Türkiye Büyük Millet Meclisi, asla uygun bir ortam biçimine sokulmamalıdır. Cumhuriyet Halk Partisi milletvekillerinin verdikleri ve yedi aydır görüşülme sırası bekleyen Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili araştırma önergesinin önü açılmalıdır. Komisyon kurulmamasının ya da fazla bekletilmesinin ayıbını kimse kolay kolay taşıyamaz.

Bir başka değerli aydın, yazar ve hukukçunun, faili meçhul cinayete kurban giden Prof. Muammer Aksoy'un öldürülmesinin ardından 31 Ocak 1991'de Uğur Mumcu'nun yazdığı yazının şu bölümü bizlere çok şeyler söylemeli.

Sayın Başkan, sürem doluyor; eğer yarım dakika verirseniz, tamamlayayım.

BAŞKAN - Veriyorum, tamam.

Buyurun efendim.

ÖNDER SAV (Devamla) - “Devletin görevi, bu gibi cinayetlerin kanıtlarını bulmak değil midir? Devlet, İslamî hareket adına, uçlarına susturucu takılmış silahlarla cinayet işleyen çetelere karşı bu kadar çaresiz midir?” 1991'de, Uğur Mumcu, Aksoy'un ölümündün sonra böyle yazıyor ve devam ediyor.: “Yoksa, devlet dediğimiz şu büyük aygıta takılan başka susturucular var da biz mi bu susturucuları bilmiyoruz?” Evet, Uğur Mumcu cinayetinde, devlet dediğimiz aygıta takılan susturucular var mıdır, yok mudur? Bunun aydınlatılması için, Yüce Meclise, Uğur Mumcu'nun ölümünün 4 üncü yılında ve ölüm günü 24 Ocaktan önce, Meclis araştırması için olumlu oy vermenizi saygılarımla diliyorum; bu vesileyle, Uğur Mumcu'yu sevgi ve özlemle anıyorum.

Teşekkür ederim. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Sav.

DYP Grubu adına, Sayın Ahmet Sezal Özbek; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

Sayın Özbek, süreniz 20 dakika efendim.

DYP GRUBU ADINA AHMET SEZAL ÖZBEK (Kırklareli) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Cumhuriyet Halk Partisi Grubunca verilmiş bulunan gazeteci-yazar Uğur Mumcu'nun cinayetinin araştırılması hakkındaki önerge üzerinde Doğru Yol Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Grubumuz adına, mübarek ramazan ayının İslam âlemine ve bütün vatandaşlarımıza hayırlara vesile olmasını Cenabı Hak'tan niyaz ediyor; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, rahmetli gazeteci-yazar Uğur Mumcu'nun 24.1.1993 tarihinde katledilmesi ve bugüne kadar da bu olayın faillerinin bulunamamış olmasından fevkalade üzüntü duymaktayız. Vatandaşlarımızın büyük bir bölümü tarafından sevgi, saygı ve takdirle anılan kıymetlerimizin katledilmeleri, iç ve dış düşmanlarımız tarafından planlanan ve gayesi, devlet otoritesini zaafa uğratmak, vatandaşlarımıza korku salmak, rahmetli Mumcu gibi, uyuşturucu ve uluslararası terör örgütlerine karşı acımasızca mücadele etmeye gayret eden diğer yazar ve devlet görevlilerine karşı bir gözdağı vermek ve onları yıldırmaktır.

Peşinen, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu tarafından verilen önergeye, Doğru Yol Partisi Grubu olarak olumlu oy vereceğimizi ifade etmek istiyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun önergede mesnet olarak gösterdiği 19 uncu Dönem Meclis Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonunun [(10/90) esas numaralı] raporunu dikkatlice inceledim. Uğur Mumcu'yla ilgili bölümünde, tüm Araştırma Komisyonu üyelerinin ittifakla katıldığı bazı şüphe ve iddialar olduğunu gördüm. Bunlara, bir de zamanın İçişleri Bakanı İsmet Sezgin'in bazı televizyon kanallarındaki açıklamalarını da eklediğimizde, konunun yeniden incelenmesinde büyük faydalar mülahaza etmekteyim.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasa ve Meclisimiz İçtüzüğüne göre kurulan araştırma komisyonlarımızın çalışma şekillerine bir göz atma mecburiyetimiz vardır.

19 uncu Dönemde de, aynen bugünlerdeki gibi, tamamen politik mücadeleye dayanan, bir parti faaliyeti olarak görülen; hatta, acaba, bu çalışmalardan bir iktidar çıkarabilir miyiz gayretleriyle, iyi niyetle kurulan komisyonlardan bir netice almak mümkün olamamıştır. İnşallah, bu gece kurulmasını kabul edeceğimiz araştırma komisyonu da, benzerleri gibi, gaye dışına çıkarılmaz.

Bu konuda sizlere çarpıcı bazı örnekler vermek istiyorum. Daha dün gece bir televizyon kanalında, gece haberlerindeki canlı yayına katılan bir milletvekili arkadaşımız; ki, Susurluk Araştırma Komisyonu üyesidir... Görevleri, araştırıp, raporlarını Yüce Meclise sunmak olan bu arkadaşlarımız, bir taraftan araştırma komisyonu üyesi, bir taraftan savcı, diğer taraftan hâkim, en sonunda da, âdeta, infaz eden durumuna gelebilmişlerdir. Bunu anlamak mümkün değildir. Bu beyanlar, halisane duygularla görev yapan değerli araştırma komiyonu üyelerine ve Yüce Meclisimize -en hafif tabiriyle- saygısızlıktır. Katılmadığınız yönler olabilir, olayları siyasî olarak kullanmak isteyebilirsiniz; ama, araştırma komisyonu üyelerinin öncelikli görevi, içeriğine katılmasalar da, önce Yüce Meclise raporlarını sunmak, daha sonra da, itirazlarını, basın toplantıları yoluyla veyahut yazılı olarak kamuoyuna bildirmeleridir. Bu yöntemi sağlayamazsak, maalesef, bütün araştırma komisyonu raporlarına gölge düşer, istenilen gayeye ulaşılması mümkün olmaz.

Hükümet adına Sayın Adalet Bakanı ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Önder Sav, konuyu derinliğine değerlendirdiler. Bu bakımdan, benzer şeyleri tekrar etmek istemiyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun vermiş olduğu araştırma önergesine katılacağımız için, Grubumuzun kanaatlerini ortaya koyduğumuzu zannediyor; rahmetli Mumcu'yu saygıyla anıyor; faillerinin en kısa zamanda Türk adaleti önüne çıkarılmasını diliyor, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özbek.

Refah Partisi Grubu adına, Sayın Fikret Karabekmez; buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakikadır.

RP GRUBU ADINA FİKRET KARABEKMEZ (Malatya) - Sayın Başkan, muhterem üyeler; Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun, Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili olarak Meclis araştırması açılması talebi hakkında, Refah Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Şahsım ve Grubum adına Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, 19 uncu Dönemde, faili meçhul cinayetlerin araştırılmasını, 9.2.1993 tarihindeki 65 inci Birleşiminde kabul etmiştir. Oluşturulan Araştırma Komisyonu, 12.10.1995 tarihinde çalışmalarını tamamlayarak, raporunu Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunmuştur.

Rapor incelendiğinde, raporda, Uğur Mumcu cinayetine önemli bir yer verildiği görülmektedir.

Komisyon, çalışmaları sırasında, Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Başbakanlık, MİT Müsteşarlığı, Millî Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Dışişleri Bakanlığı, TRT Genel Müdürlüğü ve Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığından bilgi ve belgeler talep etmiştir.

Yine, Komisyon, çalışmaları sırasında, Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili olarak, 23 Eylül 1993 tarihinde, Uğur Mumcu cinayeti tanığı olduğunu belirten Ayhan Aydın'ı; 13 Ekim 1993 tarihinde, Uğur Mumcu'nun eşi Güldal Mumcu'yu; 15 Eylül 1993 tarihinde, Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürü Burhan Tansu ile Mustafa Bal'ı; 18 Ekim 1993 tarihinde, TRT “Ateş Hattı” Programının yapımcılarını; 18 Ekim 1993 tarihinde, Van eski Milletvekili Remzi Kartal'ı; 15 Kasım 1993 tarihinde de, Ankara eski Milletvekili Ömer Çiftçi'yi dinlemiştir.

Van eski Milletvekili Remzi Kartal, ifadesinde, Komisyon üyesi Süleyman Ayhan'ın, Uğur Mumcu cinayetine, eski SHP'li bir HEP'li milletvekilinin bulaştığı yolundaki iddialarının gerçekle ilgisi olmadığını savunmuştur.

Yine, Komisyonca dinlenen Ankara eski Milletvekili Ömer Çiftçi, açıklamasında, gazeteci - yazar Uğur Mumcu'nun öldürülmesi olayıyla ilgili olarak, EP isimli bir dergide, hakkında yazı yazıldığını, hakkında ileri sürülen iddiaların gerçekle bir ilgisi olmadığını, apartmandaki komşuları ve çevredeki komşuları, kurulacak taksi durağından rahatsız olacaklarını kendisine söylemeleri üzerine, başlangıçta, taksi durağı kurulmasına karşı olduğunu, taksi durağının kurulmasının mevcut yönetmeliğe de aykırı olduğunu; ancak, daha sonra, Uğur Mumcu'nun, taksi durağını kuracak olanların Kırşehirli ve hemşerileri olduğunu, bu işe karışmamasını söylemesi üzerine, taksi durağı kurulmasına karşı olma fikrinden vazgeçtiğini ve taksi durağının kurulduğunu; evinin, taksi durağını görmediğini beyan etmiştir.

21.9.1993 tarihinde Komisyonca dinlenilen tanık Ayhan Aydın eski ifadesinde ısrar etmiş ve poliste vermiş olduğu ifadesinin aynısını Komisyona tekrar etmiştir. Ayhan Aydın, 31.1.1993 günü Emniyet Müdürlüğüne müracaatla, Uğur Mumcu olayı olduğu sırada olay yerinde olduğunu belirterek, özetle; boşta gezdiği için, 24.1.1993 günü, iş bulabilmek maksadıyla evinden ayrıldığını, daha önce çalıştığı cami inşaatına geldiğini, orada iş bulamayınca, caminin alt tarafındaki kebapçıdan yemek aldığını, kıyafeti düzgün olmadığı için, yemeği taksi durağının köşe başına getirdiğini, yemeğini yerken, 30-35 yaşlarında birisinin kendisini lafa tutarak meşgul etmeye çalıştığını, o esnada, lacivert bir Doğan marka hususî arabanın geldiğini, lastiği patlak arabadan iki kişinin çıktığını, patlak lastiği değiştirirken, şahıslardan birinin, somun arama bahanesiyle, Uğur Mumcu'ya ait olduğunu sonradan öğrendiği aracın altına girdiğini, burada bir dakika kadar kaldığını, lastiğin bu arada değişmiş olduğunu ve adamların, saat 13.05'te oradan ayrıldıklarını, 10-15 dakika sonra, üzerinde gri renkli palto, kahverengi çizgili renkli pantolon bulunan, 45 yaşın üzerinde, gri, yani, tam ağarmayan saçlı, bıyıksız, şişmanca, şapkası olmayan, elinde hiçbir şey olmayan bir erkek şahsın otoya bindiğini, bu şahsın, sağ elini vites koluna atar atmaz aracın infilak ettiğini, olay üzerine, evine girerek korkusundan sekiz gün dışarıya çıkmadığını, o gün de, yani, 31.1.1993 günü polise gelerek bildiklerini anlattığını söylemiştir. Komisyona gelen belgelere göre, Ayhan Aydın, bu beyanı üzerine, İstanbul Emniyet Müdürlüğünce yakalanan şahıslarla yüzleştirilmiş, bu yüzleştirme sırasında, tanık Ayhan Aydın, Mehmet Ali Şeker ile Ayhan Usta'nın aracın altına bomba koyan şahıslar olduğunu iddia etmiştir.

Tanık Ayhan Aydın'ın bu teşhisi üzerine, bu şahıslarla ilgili olarak İstanbul Emniyet Müdürlüğünden gelen cevabî yazıda, Mehmet Ali Şeker ve Ayhan Usta'nın 24.1.1993 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğünde gözetim altında olduğu ve tanık Ayhan Aydın'ın beyanlarının doğru olmadığı bildirilmiştir.

Tanık Ayhan Aydın'ın 20.9.1993 günü saat 21.15'te TRT 1'de yayınlanan Ateş Hattı Programına çıkarılarak, program yapımcısı tarafından tanığın yüzünün 60 milyon kişiye açıkça gösterilerek, âdeta, sorgulanır biçimde bilgisine başvurulması ve kamuoyunda, çelişkili bilgiler veren bir kişi imajı yaratılmış olması üzerine, Komisyon, TRT Genel Müdürlüğünden, Ateş Hattı Programının video kayıtlarını ve program yapımcılarının Komisyona bilgi vermesini talep etmiştir.

Ateş Hattı Programının yapımcılarından Reha Muhtar ile Celal Kazdağlı'nın komisyona bilgi vermelerine rağmen, Komisyon raporunda bu bilgilere yer verilmemiştir. Tanık Ayhan Aydın'ın Komisyona verdiği ifadede, televizyon programına, kendisine bir şey sorulmadan, polislerce götürüldüğünü, görüşmeden sonra kendisine polis tarafından tutanak imzalatıldığını ve bu tutanağı okumadığını beyan etmiştir.

Bu tezatlar karşısında, Komisyon, İstanbul Emniyet Müdürlüğü evraklarında tahrifat olup olmadığını çok geniş olarak araştırmıştır. Bu araştırmalara cevaben, soruşturmayı yürütmekle görevli Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Savcısı Ülkü Coşkun, tutanaklarda tahrifat olmadığını ve Mehmet Ali Şeker ile Ayhan Usta'nın, Uğur Mumcu'nun öldürüldüğü tarih olan 24.1.1993 günü gözaltında olduklarını, çok sayıda resmî evrakla bunun kanıtlanmış olduğunu, bu evraklarda yeminli tanıkların ifadesinin bulunduğunu, 23.1.1993 günü sanık Ayhan Usta'nın emniyetteyken rahatsızlık geçirerek Haydarpaşa Numune Hastanesine götürüldüğünü, bu resmî kayıtların da mevcut olduğunu, tutanaklardan birinde çelişkili tarih ve saatin bulunmasının, yorgun ve uykusuz personelin beşerî hatasından kaynaklandığını belirtmiştir.

Yine, aynı Cumhuriyet Savcısı, bazı yayın organlarında çıkan hususların hiçbir şekilde doğru olmadığını; Uğur Mumcu suikastıyla ilgili İslamî Hareket Örgütü soruşturmasında hiçbir delilin elde edilemediğini, sadece, İstanbul'da örgüt hücre evlerinde, Uğur Mumcu'nun öldürülmesinde kullanılan plastik patlayıcı madde benzeri C-4'lerin ele geçirildiğini ve İslamî Hareket Örgütüyle ilgili sanıkların, gerek İstanbul Emniyet Müdürlüğünde gerekse Ankara Emniyet Müdürlüğünde, cumhuriyet başsavcılığının bilgisi tahtında, son derece ciddî bir sorgulama ve soruşturmaya tabi tutulduklarını; buna rağmen bu konuda bir delil elde edilemediğini ve netice olarak, yukarıda arz edilen çalışmalar sonucu, şahit Ayhan Aydın'ın bilgi ve görgüsünün doğru ve samimî ve itibar edilecek bir ifade olmadığı sonuç ve kanaatine varıldığını beyan etmiştir.

Yine, Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı Nusret Demiral, Ankara Emniyet Müdürlüğüne göndermiş olduğu 18.10.1993 tarih ve B-1993/1493 sayılı yazısıyla Uğur Mumcu'nun öldürülmesi olayıyla ilgili olarak ifadesinin alınması için başvuran tanık Ayhan Aydın'ın beyanlarında teşhis ettiği Mehmet Ali Şeker ile Ayhan Usta'nın, İstanbul Emniyet Müdürlüğünce, başka bir olay nedeniyle, 23.1.1993 günü gözetim altına alındıkları; bu nedenle 24.1.1993 günü Ankara'da bulunmalarının imkânsız olduğunu belirtmiştir.

Komisyonca dinlenen Ankara Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürü Burhan Tansu ile Mustafa Bal da, Uğur Mumcu cinayetinde görgü tanığı olduğunu ifade eden Ayhan Aydın isimli şahsın boşta gezer, iş bulamamış bir kişi olduğunu; ifadesinin hayal mahsulü olduğunu; Ayhan Aydın'ın bunu daha sonra itiraf ederek böyle bir şeyin olmadığını kendilerine söylediğini beyan etmişlerdir.

Görüldüğü üzere, Faili Meçhul Siyasal Cinayetler Meclis Araştırma Komisyonu, araştırma sahasına giren olaylar içinde Uğur Mumcu cinayetine özel bir yer vermiş ve olayı geniş bir şekilde incelemeye çalışmıştır. Bu çalışmalar doğrultusunda, Uğur Mumcu'nun eşi Güldal Mumcu'nun ifadesi de Komisyonca dinlenmiştir. Güldal Mumcu, söz konusu ifadesinde, özetle, olayın görgü tanığı olduğunu söyleyen Ayhan Aydın'ın ifadesinde çelişkiler olduğunu; örneğin Uğur Mumcu'nun giydiği kıyafet konusunda verdiği bilgilerin tamamen yanlış olduğunu, Özgür Gündem Gazetesinde çıkan bir yazıda Uğur Mumcu'nun hedef gösterilmiş olduğunu, bu gazeteyi Uğur Mumcu okuyunca, kendisine “beni öldürecekler” dediğini “bunu nereden çıkarıyorsun” diye sorduğunda, aynı gazetede yer alan “halkın dinamiği bunun üstesinden gelecektir” sözünün bu anlama geldiğini kendisine söylediğini; bu nedenle, eşinin bu çevrelerce öldürülmüş olabileceğini, eşi Uğur Mumcu için emniyetçe hazırlanan bomba raporunun televizyondan açıklanmasının doğru olmadığını, bunu DGM savcısına söylediğini, savcının isteğine rağmen yayınlanmış olduğunu, Ayhan Aydın'ın olaya şu veya bu şekilde müdahil olduğunu sandığını, bazı kişileri açıklayabilmek ya da olayı bazı kişilerin üzerine yıkabilmek için, bu şahsın kullanılmış olabileceğini, olayı yönlendirme amacıyla bu şahsın ortaya çıkarılmış olabileceğini beyan etmiştir.

Sayın Başkan, sayın üyeler; Komisyon raporu bir bütün olarak ele alındığında, Komisyonun, Ayhan Aydın'ın ifadesi üzerinde çok detaylı olarak çalışmış olduğu açıkça görülmektedir. Komisyon, Ayhan Aydın'ın ifadelerinin doğruluğunu ve emniyet kayıtlarının muharref olduğunu ispatlamaya çalışmış ve bu hususta hukukî teamülleri zorlamıştır. Komisyonun, garip bir şekilde olaydan sekiz gün sonra ortaya çıkan, bir dedektif gibi olayı tüm inceliğiyle ve dakikasıyla anlatan, verdiği bilgiler çelişkilerle dolu olan bu tanığın beyanları üzerinde bu kadar çalışmış olmasına rağmen, Güldal Mumcu'nun beyanlarını hiç dikkate almamış olması büyük bir eksikliktir. Bu eksiklik, belki de, Komisyonun gündeminin hayli kabarık olmasından kaynaklanmıştır. Bu nedenle, faili meçhul siyasal cinayetler içinde incelenmiş olan Uğur Mumcu'nun öldürülmesi olayının ayrı bir komisyonda yeniden incelenmesi talebini olumlu buluyoruz. Bu nedenle, Refah Partisi Grubu olarak, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun Uğur Mumcu cinayetini araştırmak üzere Meclis araştırması açılması talebini destekliyoruz. (ANAP ve CHP sıralarından alkışlar)

CHP Grubunun önerge talebine katılmamıza rağmen, önergenin içeriğine katılmıyoruz. Önergenin içeriği, kurulması istenen araştırma komisyonunun ufkunu daraltmaya ve (10/90) esas numaralı Komisyonun hatalarını tekrarlatmaya yöneliktir. Biz, Refah Partisi Grubu olarak, Uğur Mumcu'nun eşi Güldal Mumcu'nun açıklamaları da dikkate alınarak, herhangi bir peşin fikirden arındırılmış bir Meclis araştırması komisyonu tarafından Uğur Mumcu cinayetinin araştırılmasını talep ediyoruz.

Sözlerime son verirken, Grubum ve şahsım adına, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Karabekmez.

Söz sırası, DSP Grubu adına, Sayın İstemihan Talay'da. Buyurun efendim. (DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Talay, süreniz 20 dakika.

DSP GRUBU ADINA M. İSTEMİHAN TALAY (İçel) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 24 Ocak 1993 günü haince bir suikast sonucu ölen Uğur Mumcu'nun katilleri, maalesef, aradan dört yıl geçmesine karşın hâlâ bulunamamıştır. O dönemin hükümet yetkililerinin “bu cinayeti aydınlatmak, bizim namus borcumuzdur” şeklindeki beyanlarına karşın, kamuoyunda, Uğur Mumcu cinayetinin derinlemesine araştırılmadığı konusunda yaygın bir kanaat mevcuttur ve biz de, bu kanaati paylaşıyoruz. Oysaki, Türkiye Cumhuriyetinin ve Türk adaletinin, Uğur Mumcu'nun saygın anısına karşı bir vefa ve sorumluluk gereği olarak bu cinayeti çözmek ve faillerini bulmak görevi, bugün, her zamankinden daha da önem kazanmış bulunmaktadır; çünkü, Uğur Mumcu, ulusal birliğin, laikliğin ve demokrasinin yürekli bir savunucusuydu. Onun öldürülmesine karşı toplumdan gelen tepki, Türk Halkının çok büyük çoğunluğunun Uğur Mumcu'nun savunduğu ve cumhuriyetimizin dayandığı bu değerler konusundaki duyarlılığını açığa vurdu. Bu değerleri yıpratma çabalarına karşı, toplumda içten içe kaynayan tepki birikimi, Uğur Mumcu'nun ölümüyle bir yanardağ gibi patladı. Cenazesi, genç yaşlı, kadın erkek, sağcı solcu ayrımlarını ortadan kaldırıp, bir ulusal patlamaya dönüştü.

Türkiye'nin her ilinden gelen her kesimden her düşünceden vatandaşlarımız, Uğur Mumcu'nun etrafında kol kola, omuz omza kenetlendiler ve yüreklerden kopan sloganların çoğunu hep bir ağızdan haykırdılar. Böylece, Uğur Mumcu, yaşamında olduğu gibi, ölümüyle de ulusal birliğin ve ulusal dayanışmanın halkımız arasında güçlenmesi ve kökleşmesi açısından üzerine düşen görevi, eksiksiz olarak yerine getirdi.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Uğur Mumcu bir hukukçuydu; hukuku, bir bilim adamı olarak özümsemiş ve uygulamıştı. Uğur Mumcu, doğrudan ve haktan yana bir gazeteciydi. Ne hukuk bilgisini ne de kalemini, hiçbir zaman kişisel çıkarlar için kullanmamıştı. Araştırmadan, doğruluğunu saptamadan, hiçbir konuda, gelişigüzel yazı yazmamıştı.

Yazılarında, bölücülere, şiddet yanlılarına, dini siyasete alet eden ve din sömürücülüğü yapanlara, uyuşturucu çetelerine ve silah kaçakçılarına her zaman karşı çıkmış ve onlara savaş açmıştı.

Uğur Mumcu, terörün arkasındaki gizli ilişkilere, PKK'nın uyuşturucu ve silah kaçakçılığına kadar uzanan çeşitli konularda, belgelere dayalı yazılarıyla kamuoyunu aydınlatmıştı. Çarpık ve gizli mafya ilişkilerini ve temiz siyaset kavramını, basında ilk dile getiren gazeteci Uğur Mumcu'ydu.

Türkiye'yi çökertmek ve destabilize etmek isteyen bazı güç odaklarının, teröre karşı çıkan ve ulusal birliği savunan Uğur Mumcu gibi aydınları boy hedefi olarak görmesi kaçınılmazdı. Nitekim, Uğur Mumcu'nun öldürülmesinden hem sonra, Millî İstihbarat Teşkilatı tarafından hazırlanan bir raporda, özetle, şu görüşlere yer verilmektedir: 24 Aralık 1992 günü, Özgür Gündem Gazetesi yazarlarından Yalçın Küçük tarafından Suriye'de yapılan röportajda, Abdullah Öcalan tarafından, Mumcu aleyhinde iddialara yer verilmiştir. Bu durumun, Mumcu'nun son dönemlerdeki yazılarında PKK'yı hedef alması ve eleştirmesiyle bağlantılı olduğu düşünülmektedir.

Mumcu, İran yanlısı dinci grupları eleştiren yazılarıyla, bu kesimin de hedefi konumuna gelmiştir. Yine, başta uyuşturucu kaçakçıları olmak üzere, yasadışı maddî gelir teminini benimseyen kesimlerin de tepkisini çekmiştir.

Refah Partisi milletvekillerinden Hasan Mezarcı'yla katıldığı bir televizyon programında, adı geçeni, Atatürk'e ve laikliğe karşı tutumu nedeniyle ağır bir dille eleştirmiş; Atatürk düşmanı kesimlerin husumetlerini tırmandırmıştır.

Eylemin, yapılış tarzı ve uygulanan yöntemler itibariyle, dış odaklarca, teröre karşı alınan mesafeyi etkisiz kılmak üzere organize edilmiş olması ihtimal dahilindedir.” Bu, bir MİT raporunun özetidir.

Durum böyleyken, İçişleri Bakanlığı Hukuk Müşavirliği, Uğur Mumcu'nun kardeşleri Ceyhan Mumcu ve Beyhan Gürson tarafından, Mumcu'nun öldürülmesinde idarenin ihmali ve ağır hizmet kusuru bulunduğu gerekçesiyle açılan manevî tazminat davasına verdiği yanıtta, Uğur Mumcu'yu, terör örgütlerinin hedefi olmadığı gerekçesiyle korumadıklarını, yargı önünde itiraf etmiştir. Hukuk Müşaviri “Uğur Mumcu tarafından koruma talebi olmadığı için, kendisi hakkında bir tedbir alınmasına gerek görülmedi; boy hedefi haline gelinmesini devlet tayin edemez” diyerek, İçişleri Bakanlığını bu cümlelerle savunmuş; fakat, aynı zamanda da, Uğur Mumcu'nun kendi kaderiyle baş başa bırakıldığını da bir anlamda kabul etmiştir.

Biraz önce açıkladığım MİT raporundaki değerlendirmelere tamamen karşı olan bu savunma, daha sonra, yargı tarafından da şayanı kabul görülmemiş ve Sekizinci İdare Mahkemesi, Beyhan Gürson ve Ceyhan Mumcu'nun sembolik olarak istedikleri tazminat istemlerini lehte sonuçlandırmıştır.

Uğur Mumcu'nun dış odaklar tarafından öldürüldüğüne ilişkin, hem Sayın Erbakan'ın hem de Sayın Şevket Kazan'ın açıklamaları vardır; bu kürsüden açıklamaları vardır. Ülke ve gizli servis isimlerini açıkça telaffuz eden Sayın Erbakan, bugün, Başbakan, Sayın Kazan da Adalet Bakanı olarak her türlü bilgi ve belgeye ulaşacak yetkili konumda bulunmaktadırlar. Ancak, ne var ki, dün, siyasetleri gereği ölçüsüz ve sorumsuz beyanlarda bulunanlar, bugün, en yetkili makamlarda oldukları halde susmayı tercih etmektedirler.

Türkiye Cumhuriyeti, bir an önce, faili meçhul cinayetlerin üzerine giderek bu cinayetleri aydınlatmalıdır. Devletin, her türlü şüpheden ve töhmetten arındırılması için, bu durum artık bir zorunluluk haline gelmiş bulunmaktadır; bunun için de, hükümetlerin yeniden bu dosyaları takibe almaları şarttır. Örneğin, Uğur Mumcu suikastının birinci savcısına, dosyadaki tutumu nedeniyle, Adalet Bakanlığı müfettişleri tarafından yapılan soruşturmada, görevini savsakladığı için disiplin cezası tayini verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Daha sonra, dosyanın verildiği ikinci savcı, 26 Haziran 1995 tarihinde evinde ölü olarak bulunmuştur. Bu kadar önemli bir konuyu soruştururken evinde ölü bulunan savcıya otopsi dahi yapılmamıştır.

“Uğur Mumcu dosyası daha sonra hangi savcıya verilmiştir? Dosya üzerinde başka ne gibi işlemler yapılmıştır? Yeni belge ve bulgulara ulaşılabilmiş midir? Adalet Bakanı Sayın Şevket Kazan, bu dosya üzerindeki çalışmalardan ne ölçüde bilgi sahibidir?” gibi bir dizi soru Türkiye Büyük Millet Meclisinin ve kamuoyunun bilgisi dışındadır.

ALİ DİNÇER (Ankara) - Kazan hâlâ İsrail'i mi suçluyor; sormalı?!.

M. İSTEMİHAN TALAY (Devamla) - Uğur Mumcu. gerçekten, ülkesini ve halkını yürekten seven bir insandı; ulusal birlik ve bütünlüğe yönelen tehlikeleri çok iyi bir şekilde teşhis eder ve kamuoyunu aydınlatırdı.

Uğur Mumcu, Çetin Emeç'in katledilmesi üzerine, 9 Mart 1990 tarihinde, Cumhuriyet Gazetesinde şunları yazmıştı: “Bugün için üzerinde durulması gereken asıl konu, elde kanıt bulunmadan, genel suçlamalarla ve kuşkulu varsayımlarla, İslamcı çevrelerin tümünün birden suçlanması ve bu genel suçlamaların yaratacağı olası gerilimler olmalıdır. Bu gibi suçlamalardan kaçınmak gerekir. Genel suçlamalar, her zaman tehlikeli gerilimler yaratır. İslamcıları laiklere, laikleri de İslamcılara düşman etmek, belki de, Aksoy ve Emeç'i alçakça pusuya düşürüp öldürenlerin yaratmaya çalıştıkları ortamdı. Olağanüstü duyarlılık gerektiren günler yaşıyoruz. Bu ortamda, devlete düşen görev, demokrasi övgüleri düzüp, kuşkulu varsayımlarla soyut komplo teorileri üretmek değil, bir an önce, somut kanıtlar bulup, bu iki cinayeti aydınlatmaktır.”

Şimdi, bu cinayetlerin faillerinin yanı sıra, Uğur Mumcu'nun katillerinin de bulunması gerekiyor; ülkedeki tehlikeli kutuplaşmanın ve cepheleşmenin önlenmesi için de, bu zorunludur. Oysaki, 9 Şubat 1993 tarihinde kurulan Faili Meçhul Cinayetleri Araştırma Komisyonunun Raporu, hiçbir sonuç elde edilemeden, Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülemeden arşive kaldırılmıştır ve 19 uncu Dönem sonunda kadük olmuştur. Dolayısıyla, ilgili kurumlara iletilmemiştir ve geçerliliğini bu şekilde kaybetmiştir.

Bir milyonu aşkın kişi, Uğur Mumcu'nun katillerinin bir an önce bulunması istemiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına dilekçeyle başvurmuştur. Bu dilekçeler de, araştırma komisyonuna gönderilmiştir ve komisyonun görev süresi sona erip, dağılmasından sonra 30 Ekim 1995'te, raporla birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık arşivine kaldırılmıştır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; faili meçhul cinayetler, devletin sırtında büyük bir yüktür. Devleti bu yüklerden kurtarmak zorundayız. Uğur Mumcu gibi halkın vicdanı seviyesine yükselmiş, dürüst ve namuslu insanlarımızı katledenleri tespit ve teşhis etmek, devletimize olan güveni artıracaktır ve bu güveni daha da güçlendirecektir, halkın moralini yükseltecektir, saldırganların cesaretini kıracaktır; bundan sonra bu tip cinayetlerin işlenmesine engel olacaktır.

Türkiye Büyük Millet Meclisindeki tüm grupların ortak bir kararıyla, Uğur Mumcu cinayetinin yeniden araştırılmasına ilişkin bu kararlı tutumu, ben, yüksek huzurlarınızda, yürekten kutluyorum. Hükümet yetkililerinin, bu araştırma komisyonuna, her türlü bilgi ve belgelerle de destek vermesi gerektiğini, burada bir kez daha vurgulamak istiyorum.

Uğur Mumcu'nun cenazesinde, nasıl milletimiz, yekvücut olarak, ona olan sevgi ve saygısını ortaya koymuşsa, bugün de, Uğur Mumcu'nun demokrasiden ve barıştan yana olan kişiliği etrafında, iktidarıyla, muhalefetiyle tüm Parlamentomuzun bir bütünlük sergilemesi, ulusal birliğimiz açısından da sevindirici bir gelişme olarak değerlendirilmelidir.

Biz Demokratik Sol Parti olarak, Uğur Mumcu cinayetinin yeniden araştırılmasını destekliyoruz ve bu konuda her türlü katkıyı sağlayacağımızı ifade ediyoruz.

Bu duygu ve düşüncelerle Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Talay.

Sayın milletvekilleri, Ankara Milletvekili Sayın Ömer Faruk Ekinci, Başkanlığa gönderdiği pusulada “DSP Grubu Sözcüsü Sayın İstemihan Talay, bir cümlesinde, Sayın Mezarcı'dan Refah Partisi milletvekili olarak söz ettiği, bu nedenle, tutanaklarda düzeltilmesi bakımından, Refah Partisiyle ilgili olmadığını arz ederim” diyor; ama, Sayın Talay, o televizyon programına çıktığı zaman, Sayın Mezarcı'nın, Refah Partisi Milletvekili olduğunu belirtmek istedi.

ÖMER EKİNCİ (Ankara) - Şu anda değil.

BAŞKAN - O yönden söylüyorum.

Efendim, ANAP Grubu adına, Sayın Yüksel Yalova; buyurun.

Sayın Yalova, süreniz 20 dakika efendim.

ANAP GRUBU ADINA YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Sayın Başkanım, sayın milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu tarafından verilmiş bulunan Meclis araştırmasına ilişkin Anavatan Partimizin görüşlerini sunmak üzere yüksek huzurlarınıza gelmiş bulunuyorum; şahsım ve Grubum adına Yüce Heyetinizi en üstün saygılarımla selamlıyorum.

Faili meçhul siyasal cinayetlere ilişkin, biraz önce, değerli grup sözcülerini izlerken, atıfta bulunulan bir raporda, görev yapmış bir arkadaşınız olarak, başka sorumluluklarım olduğunu gördüm. O nedenle, izin verirseniz, 19 uncu Dönem Parlamentosunun bana göre en yararlı ve verimli çalışmalarından birini teşkil eden faili meçhul siyasal cinayetlerle ilgili komisyon raporunun veriliş gerekçesini bir kez daha dikkatlerinize sunmak istiyorum:

“Faili meçhul siyasal cinayetler ülkemiz gündeminde uzunca bir süredir yer almaktadır. Bu cinayetlerin bir kesimi, en son Gazeteci-Yazar ve Araştırmacı Uğur Mumcu'nun öldürülme olayında olduğu gibi, toplumu çok derinden sarsmıştır. Siyasal nitelikli cinayetlerin önemlice bir kesiminin suçlularının bulunamamış ve cezalandırılamamış olması, bir yandan bu cinayetleri yüreklendirici bir ortam yaratırken, diğer yandan da devlete olan güveni ciddî bir biçimde sarsmaktadır.

Siyasal nitelikli cinayetlerin faillerinin meçhul kalması, ayrıca, bu cinayetlerin kimler tarafından işlenmiş olabileceği yolunda çeşitli tahmin, spekülasyon ve suçlamalara da neden olmaktadır. Bazen, bu suçlamalar, çeşitli siyasal odaklarca amaçlı olarak da yapılmaktadır. Bunun sonucunda, çeşitli siyasal görüşler, hatta çeşitli yabancı ülkeler zan altında kalmaktadır. Tahmin, spekülasyon ve suçlamalar bazen öyle boyutlara ulaşmaktadır ki, bunun sonucunda, suçlamaları yönelten ve suçlama altında kalan siyasal görüşleri benimseyen kitleler arasında kırgınlıklar, güvensizlikler ve zaman zaman da kutuplaşmalar doğmaktadır. Tüm bunlar, toplumun iç bütünlüğünü, iç başarısını ağır bir biçimde sarsmakta ve devlet-toplum ilişkisini ciddî bir biçimde zedelemektedir.

Faili meçhul kalmış cinayetler, genelinde, olağanüstü bir profesyonellikle işlenmiş cinayetlerdir. Görünen odur ki, ülkemizin çeşitli yörelerinde işlenmiş bu cinayetlerin arkasında, iyi eğitilmiş, disiplinli ve güçlü odaklarca desteklenen örgütler ve örgütlenmeler vardır. Bu cinayetlerin her birinin, gözdağı vermek, intikam almak gibi kendine özgü, ayrı ayrı amaçları olsa da, hepsinin gene de bir ortak amacı vardır; o da, demokratik rejimi güçsüz kılmak, yeni demokratik açılımları önlemek, toplumun demokratik rejime olan güvenini sarsmak ve rejimi, baskıcı, yasakçı ve kapalı yönetimlere itmektir. Bununla, Türkiye'nin iç ve dış dengelerinin ve istikrarının bozulacağı umulmaktadır.

Görünen odur ki, faili meçhul cinayetler, bazı odaklarca, bir siyasal mücadele yöntemi olarak kamusallaştırılmak istenmektedir. Bunlar, demokrasi dışı yollardan iktidar mücadelesi yapan iç odaklar olabileceği gibi, ülkemizin istikrar içinde gelişip güçlenmesini istemeyen dış odaklar da olabilir. Bunların birbiriyle ilişkili olması ve birbirlerine destek vermesi de büyük bir olasılıktır.

Toplumu derinden sarsan siyasal cinayetlerin büyük bir çoğunluğunun faillerinin meçhul kalmış olmasının birçok nedeni olabilir. Örneğin, güvenlik güçleri için çeşitli yetmezlikler söz konusu olabilir; ama, asıl neden, büyük bir olasılıkla, bu cinayetlerin ardında son derece karmaşık bir siyasal örgütün var olmasıdır. Bu cinayetler, basit birer öldürme olayı değildir; bunların arkasında, birbirleriyle iç içe girmiş çok çeşitli siyasal motifler, ilişkiler ve örgütlenmeler bulunmaktadır. Su kadar yoğun ve karmaşık siyasal motif, ilişki ve örgütlenmenin rol oynadığı bir cinayet türü, ancak, Türkiye Büyük Millet Meclisi araştırması komisyonu gibi bir siyasal heyetin geliştirebileceği çeşitli siyasal önlemlerle Türkiye siyasal yaşamından silinebilir. Bu sorun, yasal, demokratik yollardan faaliyet gösteren tüm siyasal partilerin ortak sorunudur. Rejime ve siyasete, zorun, tehdidin, kaba kuvvetin, silahın ve cinayetin bulaştırılmak istenmesi, nihaî tahlilde, demokratik, yasal ve açık siyasetin kurumları olan tüm siyasal partilere yönelik bir tehdit ve saldırıdır.

Bu nedenle, biz, aşağıda imzaları bulunan siyasî parti temsilcileri Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 102 nci ve 103 üncü maddeleri uyarınca, faili meçhul cinayetler konusunda bir Meclis araştırması talep etmekteyiz.

Güneş Müftüoğlu Mustafa Kalemli Aydın Güven Gürkan

DYP Grup Başkanvekili ANAP Grup Başkanvekili SHP Grup Başkanvekili

Şevket Kazan Uluç Gürkan

RP Grup Başkanvekili CHP Grup Başkanvekili”

Değerli milletvekilleri, geçmiş dönemdeki Meclis araştırması komisyonu raporunun gerekçesini burada dikkatlerinize sunmam, boşuna değil.

Biraz önce, Refah Partisi Grup sözcüsü arkadaşım, komisyonun bazı hatalarından söz etti, doğrudur; hataları yoktur filan demek mümkün değil; ama, burada, sorun, komisyonun sahip olduğu yetkilerin neler olduğunu öncelikle ortaya koymak, giderek, yasama organı adına görev yapan bir komisyonun sahip olduğu ya da olamadığı yetkilerle önüne konulan problemi çözme konusundaki yasal, anayasal imkânların neler olduğunu ve bu imkânları iyi niyetle kullandığı takdirde karşısına çıkabilen sorunların, güçlerin neler olduğunu bir kez daha tespit etmek.

Bakın, bu komisyon, 24 Ocak 1993'te Sayın Uğur Mumcu'nun pusuya düşürülerek kahpece vurulmasından hemen sonra kurulmuştur. O dönemde Parlamentoda bulunan beş siyasî partinin temsilcileri, grup başkanvekilleri bir önerge vermiş, tüm Meclis paylaşmış; ama, ortaya çıkan -bırakalım o Meclis araştırması komisyonunun raporunun o dönem Mecliste incelenip incelenmemesini, kadük olup olmamasını- asıl sorun, Meclis araştırması komisyonunun yasama organı adına görev yaptığı bir sırada, sahip olduğu, içinde bulunduğu statünün ne olduğu.

Açıkça söyleyeyim; ben, o komisyonun Başkanvekiliydim. Galiba, Genel Kurulun 9.2.1993 tarihli 65 inci Birleşiminde kurulan bu Meclis araştırması komisyonunun Başkanlık Divanını da söylememiz gerekir: “Kırıkkale Milletvekili Sadık Avundukluoğlu, Başkan; Aydın Milletvekili Yüksel Yalova, Başkanvekili; Sakarya Milletvekili Nevzat Ercan sözcü, Malatya Milletvekili Mustafa Yılmaz, Kâtip Üye seçilmişlerdir” deniliyor. Burada -bir vefa borcudur- Sadık Avundukloğlu Milletvekilimizin, o dönemdeki bu komisyonun raporunun hazırlanmasında ve çalışmalarının yürütülmesinde gösterdiği olağanüstü çabayı, Refah Partili Milletvekilimiz Hüsamettin Korkutata'nın, o dönem CHP Milletvekili Mustafa Yılmaz arkadaşımızın olağanüstü çabalarını anmayı, bir vefa borcunun gereği sayarım. (CHP sıralarından alkışlar)

Bizim karşılaştığımız husus ne? Önce, bu araştırma komisyonu kurulma önerisini getiren Cumhuriyet Halk Partisine; ama, daha önemlisi, bir ahlakî yükümlülük olarak bu önergeyi algılayan ve peşinen komisyonun kurulmasına evet diyeceğini belirten tüm siyasî partileri, ben, burada, kutlamak istiyorum, kutlamak zorundayım. (CHP sıralarından alkışlar) Niçin?.. Eğer, sorunu, biraz önce, çok değerli Milletvekilimiz İstemihan Talay Beyin ifadesinde olduğu gibi, o dönemin bir parti genel başkanının -ki, İktidar ortağıydı- “Uğur Mumcu'nun katillerini bulmak, bizim onur meselemizdir” cümlesini hatırlatarak, belki de, siyasetin gereği, sorgulamaya giderek, oradan bir yaklaşım elde etmek mümkün; ama, sorun orada değil. Sorun, o kişinin onurlu olup olmamasıyla açıklanabilecek bir sorun değil; sorun, Refah Partisi sözcüsü arkadaşımın “Komisyon, şu şu şu noktalarda hata yaptı, bunları yapmasaydı...” yaklaşımıyla çözülebilecek sorun değil. O, basına “yalancı tanık” olarak geçen ve dolayısıyla dönemin Emniyet Genel Müdürlüğünü, Ankara Emniyet Müdürlüğünü, Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığını suçlayarak -diyelim- değerlendiren yaklaşımının olmaması halinde, bu cinayeti işleyen insanların ortaya çıkarılabileceğini düşünmek son derece yanlıştır. Bir kere, örneğin, ben, İstanbul Emniyetinin değişik birimlerinin teftişinde görevli Komisyonun Başkanı idim -açıkça söyleyelim- yurtdışındaki terör hadiselerini araştırmakla görevli olan birimin başındaki komiserin boynuma sarılışını hiçbir zaman unutamam. Ortada, sıradan bir masa -kendi imkânlarıyla almışlar- yine, ortada, bir iki tane bomba yapımında kullanılan malzemeleri analiz etmeye yönelik, son derece ilkel bir iki araç, üstelik yurtdışındaki terör hadiselerini araştırmaktan, incelemekten, soruşturmaktan sorumlu... “Kaç defa yurtdışına çıktınız” diye sorduğum zaman, boynunu büktü o ilgili birimin amiri komiser. Şimdi, burada, emniyetin elindeki yetkiler ne?..

Doğrudur, İstanbul Emniyeti ile Ankara Emniyeti arasındaki, o döneme ilişkin -diyelim- konjonktürel birtakım ihtilafların bu olayların ortaya çıkarılmamasında, çıkarılamamasında etken olduğunu söylemek, yaklaşımlardan biridir; ama, çok sathidir; sorun orada bitmiyor. Sorun, sadece Uğur Mumcu'nun katillerinin bulunması meselesiyle de sınırlı değil. Dikkat buyurulursa -o dönemin Komisyon raporunu okuyan arkadaşlarımız bilirler- özellikle güneydoğuda -ki CHP'nin verdiği önergede İslamî Hareket Örgütünden bahsedilmiş; onu, öylece sınıflamak da doğru bir yaklaşım değil- işin içerisinde başka başka yasadışı örgütlerin bulunduğunu ve bunların başka başka boyutlarda, başka başka güçlerden destek aldığını eğer görmezseniz, Komisyonun yaptığı hatalardan bu işle ilgili netice çıkarmaya çalışırsınız.

Bakın, 20 Kasım 1991'de kurulan Parlamentoda, Hükümet Programını okurken, dönemin Sayın Başbakanı “faili meçhul cinayetlerin sayısı artmaktadır. Ülkemizin her yanında terör mutlaka önlenecek, yurttaşların can güvenliği ve huzur sağlanacaktır. Siyasî cinayetlerin son bulması ve faillerinin yakalanması, devletin en önemli görevlerinden biridir” demiş. Bugün, hangi sayın başbakan hükümet programını okusa, herhalde bu cümlelerden vazgeçemez, herhalde yine tekrarlayacak. Demek ki, statü itibariyle, her bir sayın başbakanın ya da her bir sayın İçişleri ve Adalet Bakanlarının tabi olduğu, âdeta kurumsallaşmış; temeli, salt yasadışı örgütler, yasadışı kurumlara dayanmayan, biraz da -belki daha fazla- sosyolojik müesseselere dayanan, oralardan çözümüne gidilmesi gereken bir sorunla karşı karşıya bulunuyoruz.

Bakın, aynı dönemde, İçişleri Bakanı Sayın İsmet Sezgin -ki, CHP'nin önergesinde yer verilmiş- “bu örgüt üyelerinden şunlar, şunlar, şunlardan birisi yakalansaydı -takma kod adları var burada- Mumcu olayının aydınlatılmasında önemli mesafe alınacağı aşikârdı” demiş. Yine, CHP önergesindeki iddiaya göre, bir özel televizyon programında da, bu iddia, daha sonraki yıllarda tekrarlanmış. Ama, hiç unutmamamız gereken sorun, kurumsallaşmış sorun şu ki, sayın milletvekilleri, o dönem koalisyon ortağı bir partiye mensup bir İçişleri Bakanı “bu olayların arkasında şu ülke var” derken, o dönem, yine koalisyonun diğer ortağına mensup Dışişleri Sayın Bakanı da “hayır o ülke yok” demişti. Dönemin Başbakanı Sayın Demirel de “bu işin arkasında o ülke niye olsun, anlayamadım” diyerek, her iki tarafa ilişkin bir dengeyi, dengesel bir yaklaşımı tercih etmişti. Var mıydı, yok muydu; ben, size, bir tek rakam arz edeyim. Bugün, sadece İstanbul'da, o bahsedilen ülkeye ilişkin kaç yüz bin vatandaşın olduğunu, eğer, biz, bunun gelişim çizgisiyle beraber neden böyle olduğunu da ortaya koyamazsak, bunun azaltılmasının ya da en azından, güvenlik birimleri eliyle kontrol altına alınmasının sebeplerini, yollarını bulamazsak, hele hele, devletler hukukundaki mütekabiliyet esası gereği, o ülkenin bu kadar vatandaşı, bizim İstanbul gibi bir ilimizde, ellerindeki bunca imkânla şöyle şöyle siyasal davranış gösterebilirken, bizim vatandaşlarımız, o ülkede, acaba, ne kadarına sahip sorusuna cevap bulunmadıkça -açık söyleyeyim- teşkil edilecek komisyon, kimlerden olursa olsun, hangi sayın milletvekillerinden oluşursa oluşsun, bu sorunda -belki tesadüfler işe yarar bilemem, ama- akılcı bir kurumsal değerlendirme yapamaz. Neden yapamaz?.. Ben, o sıkıntıyı yaşamış, o komisyonun başkanvekili sıfatıyla, bu dönem, henüz bu Susurluk'la ilgili Meclis araştırma komisyonu kurulmadan önce, İçtüzükte bir değişiklik önergesi verdim; Meclis araştırma komisyonu yetkileri arasında “devlet sırları ve ticarî sırlar hariçtir” cümlesinin yürürlükten kaldırılmasının gerektiğini savunan bir İçtüzük değişikliğiydi. Niçin; eğer -parlamenter rejimlerdeki yasama, yürütme ilişkilerine çok fazla girmeyeceğim, ama- yasama organının -toplumu yönetmek üzere her türlü yasayı yapabilen organ olduğundan hareket edersek- içinden çıkan yürütme organı üyelerinden, diyelim bir sayın bakan, devletin her türlü sırrına, her türlü ticarî sırra ulaşabilirken, o organı bünyesinden çıkaran yasama organının kurum olarak devlet sırlarını kendi içinden kurduğu bir Meclis araştırma komisyonu eliyle araştıramayacağını, öğrenemeyeceğini, değerlendiremeyeceğini düşünmek, en azından, bu içerisinde bulunduğumuz organın üyeliğinin ruhuna terstir. Eğer, bu İçtüzük değişikliğini yapmazsak ne olur?

Bakın, burada, hakkı teslim etmeye yönelik bir yaklaşım içerisinde bulundum; hiç başka türlü yorum çıkarılmasın lütfen. Özel Kuvvetler Komutanlığına ilişkin bir konuda, Komisyon olarak yazı yazdık. İçtüzüğe göre, Silahlı Kuvvetler, bu noktada bilgi vermekle yükümlü değillerdi; ama -burada haklarını teslim edeyim- hemen gönderdiler birkaç yetkiliyi. Şimdi, o Silahlı Kuvvetler bu yaklaşımı gösterirken, bu demokratik -tırnak içerisinde söylüyorum- ve iyi niyetli yaklaşımı gösterirken, devletin başka başka organları, karşımıza değişik yalancı tanıklar çıkarmaktan tutunuz da, konuyu başka mecralara saptırmaya kadar, değişik, hukuk dışı davranışların içerisine girebildiler. Niye; çünkü, bu sorunun özü, hukuk kavramıyla, hukuk devleti kavramı ile kaba güç kavramının çarpışması; çünkü, o kaba güçten... Açıkça söyleyeyim, Uğur Mumcu'ya ya da başka başka böylesi faili meçhul cinayetlere kurban verilmiş kişilere ilişkin, lirik ya da daha edebî, daha ağıt boyutu yüklü değerlendirmeler yapmak mümkün, yapanları da kınadığımı lütfen zannetmeyelim; ama, bir şey var ki, Uğur Mumcu'nun, özellikle, 1980 öncesindeki yazdıklarına bakarsanız, aradan geçen yirmi yıla yakın bir süre sonrasında, bugün, Türkiye'de siyaset gündemini işgal eden birtakım baş aktörlerin, yirmi yıl önce orada anıldığını görürsünüz.

BAŞKAN - Sayın Yalova, 1 dakikanız var efendim.

YÜKSEL YALOVA (Devamla) - Peki, efendim.

Eğer bu bir gerçekse, o zaman başka bir şey ortaya çıkıyor. Araştırma komisyonunu kuralım. Zaten, bütün partiler, bu konuda mutabık olduklarını belirttiler, ahlakî ve fikrî bir beraberlikte siyasî yükümlülüklerini -geçmişten gelen- yerine getirme konusunda büyük bir örnek teşkil edecek çalışma yaptılar, kabul; ama, bu araştırma komisyonuna seçilecek üyelerin, mutlaka, yasama organının demokratik parlamenter rejimlerde sahip olması gereken imkânlarla donatılması gerekir; değilse, bu, bir anma toplantısından öteye geçmez. Olabilir, üç beş kişi yakalanır, yakalanmaz demiyorum; ama, gerçek sorumlular yakalanmış olmaz, gerçek sorun çözülmüş olmaz.

Tüm siyasî partilerin, önergenin kabulü sırasında gösterdikleri duyarlılığı, komisyon çalışmaları, komisyonun üye teşkili sırasında ve özellikle, komisyonun devlet sırları ve ticarî sırlar konusundaki yetkilerle donatılması hususunda da göstermesi inanç ve dileğimle, hepinize en üstün saygılarımı sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yalova.

Gruplar adına yapılan konuşmalar tamamlanmıştır.

Önerge sahibi olarak Sayın Keskin konuşacak mı efendim?

NİHAT MATKAP (Hatay) - Sayın Eşref Erdem konuşacaklar.

BAŞKAN - Efendim, Sayın Eşref Erdem konuşamaz.

ÖNDER SAV (Ankara) - Konuşsun efendim... Sayın Adnan Keskin'in önergesi var.

BAŞKAN - İçtüzüğümüzün 103 üncü maddesine göre...

Efendim, bunlar bize daha önceden bildirilse...

Sayın Adnan Keskin bir önerge göndererek, yerine, Sayın Eşref Erdem'in konuşmasını istemiştir.

Buyurun Sayın Erdem. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

EŞREF ERDEM (Ankara) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; yaklaşık yedi ay kadar önce, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına, faili meçhul cinayetler ve özellikle de Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili olarak verdiğimiz araştırma önergesinin bir bölümünde, o tarihte, şöyle demişiz:

“Faili meçhul cinayetler, ülke gündemindeki yerini korumaya devam etmektedir. Bu cinayetler, kamuoyunca yakından izlenmekte ve toplumu çok derinden etkilemektedir. Ne var ki, yapılan soruşturmalar, kamuoyunu tatmin edecek bir aşamaya ulaştırılamamıştır. Kamuoyu ve basın, bu olayla ilgili esrar perdesinin kaldırılamamış olmasından büyük rahatsızlık duymaktadır.

Diğer siyasî cinayetlerin önemli bir kısmında olduğu gibi, Uğur Mumcu cinayetinde de suçluların bulunamamış ve cezalandırılamamış olması, bu meçhul failleri yüreklendirici bir ortam yaratmış, diğer yandan da, devlete olan güveni ciddî bir biçimde sarsmıştır.

Faili meçhul cinayetler içinde, Uğur Mumcu, önemli bir halkadır. Bu cinayetin faillerinin ortaya çıkarılması, diğer siyasî cinayetleri ve bu cinayetleri işleyenlerin mensup oldukları örgütlü suç odağının da aydınlatılmasında en önemli aşama olacaktır.

12.10.1995 gün ve (10/90) esas numaralı Meclis Araştırma Komisyonu raporunda, Uğur Mumcu cinayetine ayrılan bölümdeki bilgiler ve son zamanlarda ortaya çıkan yeni gelişmeler, iddia ve bilgiler ışığında, yeni bir araştırma kaçınılmaz hale gelmiştir.”

Sayın milletvekilleri, son zamanlarda ortaya çıkan gelişmeler, iddialar ve bilgiler ışığında, yeni bir Meclis araştırması açılması istemimizi içeren önergemizin ne denli haklı ve yerinde olduğu açıkça anlaşılmıştır.

3 Kasım 1996 günü gerçekleşen Susurluk kazasıyla görüldü ki, devleti kuşatan ve şiddeti olağan araç gibi kullanarak, kimi zaman özel, kimi yerde ise ortak çıkar için oluşturulan suç örgütleri ve örgütçüler hakkında bilebildiklerimiz bile tüyler ürpertecek düzeydedir. Siyasîden bürokrata, katliam sanıklarından kaçakçı ve kumarcılara uzanan bir yelpazede oluşturulan birtakım odakların, bilinebilen bütün insanî, hukukî ve ahlakî değerlerle temelden çelişen, demokratik hukuk devletiyle bağdaştırılması olanaksız amaç ve yöntemlerle güç ve iktidar sahibi olduklarını öğrendik.

Basının tüm yasadışı eylemlere ve artık bilinen adıyla çetelere karşı yürüttüğü yoğun savaş sonucu ortaya konulan kanıtlar, soluk kesen inanılmaz ilişkiler, ihanetler, şantajlar, itiraflar, devlet içindeki suç yuvaları, yetkilerini korkusuzca yasa dışı işlere peşkeş çeken görevliler... Bütün bunlar, giderek, gerçeklerin özüne biraz daha yakın olduğumuz yolundaki inancımızı güçlendiriyor ve öngörülerimizi doğruluyor.

Ortaya çıkan tablo karmaşık; ama, karmaşık olduğu kadar da düşündürücüdür. Tablo, bu denli net ortaya çıkmadan dahi, faili meçhul cinayetlerin toplumda yarattığı korkuya, devleti aşağılayan yanına ve bu yönelişin yaratacağı giderilmesi olanaksız zararların üzerine dikkatler çekilmeye çalışılıyordu.

Bütün faili meçhul cinayetlerin kamu vicdanında oluşturduğu yara, yarattığı acı, kuşkusuz aynıdır; ama, toplumsal bellek, sanki birini daha bir özenle korumaktadır, Uğur Mumcu suikastından söz ediyorum. Her tür kokuşmuşluğun, ahlaksızlığın ve yolsuzluğun korkusuzca üzerine giden Mumcu'nun katli, gerek işleniş biçimi gerekse soruşturma yöntemi ve süreciyle her zaman yoğun ilgi toplayan bir olay olmuştur. Tüm uğraşılara karşın, bir adım ilerleme kaydedilmeyen bu cinayetin, pek çok yönden önemli bir kavşak noktası olduğuna inanıyoruz. Sanki, bulduğunuzda iplik çilesini baştan sona çözen o meşhur uç misali...

Bu olayın ardında kimlerin, hangi güçlerin bulunduğunun, uygulamaya konulmaya çalışılan senaryonun kimlerce kaleme alındığının belirlenmesinin, toplumun ve demokratik hukuk devletinin geleceği açısından çok büyük önemi olduğuna inanıyoruz. Bu bağlamda da, Susurluk olayını, düşündürücü ve tiksindirici ilişkiler yumağının bir ucunun yakalandığı tarihsel rastlantı olarak değerlendiriyoruz. Ancak, bu olayın, çeteler şemasından bağımsız ve sıradan, münferit olaylar gibi sunulmak istenmesi çabalarını, ciddî bir temel yanlış olarak değerlendiriyoruz. Bu anlayışa, basınıyla, siyasî partileriyle, kamuoyuyla karşı çıkılmalı ve bu konuda oluşan duyarlılık daha geliştirilerek sürdürülmelidir. Her faili meçhul cinayetin, aşağılık bir düşüncenin bir halkasını oluşturduğuna inanıyoruz.

Bugün, açıklıkla görülmektedir ki, 1980 öncesi ve sonrasında, faili bilinmeyenler sınıfına sokulmaya çalışılan pek çok siyasî cinayet, devlet içinde yer edinmiş çetelerin veya bunların desteğini sağlayan terör örgütlerinin el izini taşımaktadır. Bu gerçek herkesten saklanmaya çalışıldı ve açıkça söylemek gerekirse, bunda kısmen başarılı da olundu. O günlerin azılı faşistlerinin ve gericileriningırtlaklarına kadar pisliğe batmış oldukları, adam kaçırıp fidye aldıkları, işkence ederek adam öldürdükleri, bugün, bütün kanıtlarıyla ortadadır. Bu çetelerin yıllardır hangi şemsiyenin altına sığındıkları, kimler tarafından korunup yüreklendirildikleri de açık ve seçik hale gelmiştir.

Her cinayetin ardından, toplumda oluşan yansımaya koşut, ancak, dereceleri değişen sözler verilmektedir. Toplumsal tepkileri denetlemek ve dindirmek amacını taşıdığından kuşku duymadığımız benzer ifadeler, Mumcu suikastında da görülmüştür ve hâlâ belleklerimizdedir.

9 Şubat 1993 günlü birleşimde kurulan ve araştırmalarının sonuçlarını 186 sayfada toplayan Araştırma Komisyonunun raporunda yer alan “...bazı kamu görevlilerinin âdeta bu olayı örtbas etmeye dönük gayretler içinde oldukları izleniminin edinilmiş olması olasıdır” değerlendirmesi, kanımızca, Mumcu cinayetinin sıçrama tahtalarından ilkidir.

Gerçeklerin açığa çıkarılabilmesinin ilk koşulu, bağımsız yargı ve siyasî etkilerden uzak güvenlik örgütüdür. Burada değinmeliyiz ki, Anayasanın 159 uncu maddesi değiştirilmediği sürece yargının bağımsızlığını sağlamak olanağı bulunmamaktadır.

Adalet Bakanının, başkanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarının da üyesi bulunduğu Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun bu yapısı kesinlikle değiştirilmelidir. Bu şekliyle, yürütme organı, yani siyasî iktidar, yargının içerisine elini uzatmış olmaktadır. Yargıç ve savcı atamaları ile özlük durumlarının karar altına alındığı bu Kurulun, yürütme organının bir üyesinin başkanlığında yaptığı toplantıda alınacak kararların yansız ve her türlü etkiden uzak olduğunu iddia etmek, pek kolay olmasa gerek. Güçler ayrılığı ilkesini temelden zedeleyen bu ilişkinin, yargının bağımsızlığını olumsuz yönde doğrudan etkilediğini de kabul etmeliyiz.

Bunun kadar önemli bir diğer konu da, adlî kolluktur. Bugünkü sisteme göre, her türlü hazırlık soruşturması, yürütmenin denetimindeki idarî polis tarafından yapılmaktadır. Bilinen özellikleri ve düzeyiyle bu görevlilerin, yargının sağlıklı işlemesini sağlayacak yönde ve yeterlikte kanıt toplayabildikleri ve soruşturma yapabildikleri savunulamaz. Bu nedenle, Yedinci Beş Yıllık Planda da yer verildiği gibi, adalet reformunun temel taşlarından biri de, adlî kolluk kurulmasıdır. Doğrudan cumhuriyet savcısına bağlı, geçerli eğitim ve teknik olanaklarla donatılmış bu kolluğun kurulması bir zorunluluktur.

Kısaca değinmeye çalıştığım bu konuların, Mumcu suikastıyla çok yakından ilgisi bulunmaktadır. Mumcu suikastını soruşturmakla yetkili bir savcının “bu işi devlet yapmıştır, siyasî iktidar isterse çözer” biçiminde bir tümce kullandığı, Adalet Bakanlığı müfettişlerince düzenlenen 20 Haziran 1995 günlü raporda kaydedilmektedir. Bir savcının böyle bir değerlendirme yapabilmesi için önemli kanıtlara ve ciddî bilgilere sahip olması gerekir. Ne var ki, bu kanıtlar ve bilgiler, Parlamentodan saklanabilmekte, soruşturma dosyaları dahi komisyona gönderilmemektedir. Önergemizi verdiğimiz tarihten bir hafta sonrasına, yani, 13 Haziran 1996 gününe ait haberlerde, hiç ipucu bulamadıklarını sürekli yineleyen DGM Başsavcısının “bilgi verseydik, ipuçları öğrenilir; bu da faillerin kaçmasına yol açardı” sözleri son derece ciddî; ama, ciddî olduğu kadar da hazindir. Demek ki, ortada hem ipuçları ve sanık olduğu sanılan bazıları var ve hem de bütün bu bilgiler Yüce Parlamentonun bir komisyonundan esirgenmektedir.

BAŞKAN - Sayın Erdem, 1 dakikanız var efendim.

EŞREF ERDEM (Devamla) - Bitiriyorum efendim.

Sudan mazeretlerin ve esrarlı sözlerin arkasına saklanarak Parlamentoya direnen savcılarla kapsamlı soruşturmalar sürdürülemez.

Mumcu cinayetinin arkasında olduğundan kuşku duyulan İslamî Hareket Örgütüne ilişkin saptamalar arasındaki derin çelişkinin nedeni anlaşılabilir gibi değildir. Emniyet Müdürü “böyle bir örgüt vardır” açıklaması yaparken, DGM “hayır yoktur” diyebilmektedir. Dönemin İçişleri Bakanı, Uğur Mumcu'yu öldüren kişinin adını vererek açıklamada bulunurken, olayı gördüğünü söyleyen bir tanık, daha dinlenmeden yalancı tanıklıkla suçlanmakta, hatta, bu iddiayla, hakkında dava açılmaktadır.

İşte, bu ve benzeri kombinezonlarla önceki komisyonumuz engellenmiş, gerçeğin kendisini elde edememiştir. Nisan 1995 tarihli ve (10/90) no'lu Meclis Araştırma Komiyonu raporunun şu cümlesi ise son derece vahimdir: “Âdeta, olayın açıklığa kavuşmaması için her türlü ortam hazırlanmaktadır.”

Mumcu cinayeti, toplumsal, ahlaksal ve yapısal kirlenmenin sürmesinden yarar umanların, aydınlığa düşmanların, demokratik, laik cumhuriyet karşıtlarının, karanlık ellerin eseridir...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Erdem, süreniz bitti; eksüre veriyorum; yalnız, toparlayın efendim.

EŞREF ERDEM (Devamla) - Elimizi uzatıp “şu” diyemiyoruz; ama, onları tanımlayabiliyoruz. Tarih ve gerçeğin hep aydınlığa dönen yüzü, bir gün elbette egemen olacaktır.

Pandoranın kutusu artık açılmıştır. Sürekli yinelediğimiz gibi, devletin kuşatılmışlığına dair iddialarımız, hiçbir bir duraksamaya yer bırakmayacak şekilde doğrulanmıştır. İşte, bu çerçevede belleğimize kazılı, kamu vicdanının sürekli kanayan yarası ve hiç unutamadığı Mumcu cinayetinin, pek çok olayın düğüm noktasını oluşturduğuna inandığımız bu suikastın perde arasındaki gerçeği araştırmanın ve faillerini ortaya çıkarmanın hepimiz için kaçınılmaz bir görev olduğunu ifade etmek istiyorum.

Son olaylar karşısında, kesinlikle yeni bir araştırma komisyonuna gereksinim vardır. Parçaları bir araya getirmek, bütünü görebilmek, bilinçle saklanmış gerçeği aramak ve elde edebilmek için buna karar vermeliyiz. Olayları, kanıtları, dosyaları, yeniden, yeni bilgiler ışığında değerlendirmeliyiz. İnançlı bir Atatürkçüye, su katılmamış bir cumhuriyetçiye saygımız gereği; laik, demokratik, hukuk devletine olan inancımız gereği bunu yapmalıyız. Toplumsal duyarlılığın doruğa ulaştığı günümüzde kamuyonunun da beklentisi budur.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu önergemizin öne alınmasında katkıları olan ve uzlaşmayla bunu buraya getiren siyasî partilerimizin grup başkanvekillerine ve burada destek olacaklarını ifade eden bütün partilerimizin gruplarına şükranı bir borç biliyorum.

Bu vesileyle, yılmaz bir demokrasi savunucusu ve yakın arkadaşım olan Uğur Mumcu'yu rahmet, özlem ve saygıyla anıyorum ve Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Erdem.

Sayın milletvekilleri, araştırma önergesi üzerindeki n öngörüşmeler sona ermiştir.

Şimdi, Meclis araştırması açılıp açılmaması hususunu oylarınıza sunacağım: Meclis araştırması açılmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Meclis araştırması açılması kabul edilmiştir.

Meclis araştırmasını yapacak komisyonun 9 üyeden oluşması hususunu oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Komisyonun çalışma süresinin, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üyenin seçimi tarihinden başlamak üzere 3 ay olması hususunu oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Komisyonun gerektiğinde Ankara dışında da çalışabilmesi hususunu oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, bugünkü çalışma süremiz dolmuştur. Sözlü sorular ile kanun tasarı ve tekliflerini görüşmek için, 15 Ocak 1997 Çarşamba günü saat 13.30'da toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati : 22.32

V. - SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. - İçel Milletvekili D. Fikri Sağlar'ın, kamuoyuna “Susurluk kazası” olarak yansıyan olaya ilişkin Başbakandan sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Recai Kutan'ın yazılı cevabı (7/1631) (1)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın Necmettin Erbakan tarafından yazılı olarak yanıtlanması hususunda gereğini saygılarımla arz ederim. 3.11.1996

D. Fikri Sağlar

İçel

Son bir kaç aydır birbiri ardına kamuoyuna yansıyan yasadışı, örgütlü faaliyetler içerisinde devletin son derece hassas mevkilerinde görev yapan memurların da yer aldığı görülmektedir. Kamu görevlileri, suç çeteleri ve siyaset üçgeninin gündeme geldiği bu organize yasadışı faaliyetler toplumda devlete duyulan güveni giderek daha fazla sarsmaktadır. Son olarak kamuoyuna “Susurluk kazası” olarak yansıyan olay toplumun tüm kesimlerinde büyük kaygı yaratırken kamu kurumlarına güvensizliği daha da artırmıştır. Demokratik hukuk devleti tanımı içerisinde hukukun üstünlüğü en temel değer olması gerekirken, bu değerin yerini organize suç çetelerinin yasadışı yöntemlerine bıraktığı gözlenmektedir. Tüm bu gelişmeler karşısındaki sessizliğinizin anlamını kamuoyu ciddî olarak merak etmektedir. Bu konuların açıklığa kavuşturulması, kamu vicdanının rahatlatılması ve kamuoyunun aydınlatılması için aşağıdaki sorularımın içtenlikle yanıtlanması gereğine inanmaktayım

1. Uyuşturucu kaçakçılığı nedeniyle İsviçre'de yargılanarak mahkûm olmuş ve ülkemizde de başta Bahçelievler katliamı olmak üzere birçok terörist faaliyetin sanığı olarak aranan ve Interpol tarafından da yakalanması istenen Mehmet Özbay sahte kimlikli Abdullah Çatlı'nın yeşil pasaport taşıdığı doğru mudur? Doğru ise devlet memurlarının özel koşullarla edinebildiği bu pasaporta nasıl sahip olmuştur? Yasal prosedür gereğince ibraz edilmesi gereken devlet memuru olduğunu belirtir hizmet belgesi hangi kurum tarafından verilmiştir? Bu belge kimler tarafından tanzim edilmiştir? Tanzim edenler hakkında herhangi bir araştırma yapılmış mıdır?

2. Aynı şahsa emniyet amiri ya da emniyet görevlisi kimliği verilmiş midir? Verildi ise hangi merci tarafından ve ne amaçla verilmiştir? Bir yandan Interpole yakalanması için başvurulan bir şahsa aynı kurum tarafından güvenlik görevlisi kimliği ve yeşil pasaport verilmesini nasıl açıklayabilirsiniz? Kamuoyunca bilinen devletin en önemli güvenlik kurumlarından biri olan Emniyet Genel Müdürlüğünce aranan bu kişiye yine aynı kurum tarafından pasaport ve kimlik verilmesi emniyetin yetersiz olduğunu mu yoksa bu kişiyi çeşitli amaçlarla koruyarak kullandığını mı göstermektedir?

3. Türk emniyeti ve Interpol tarafından terörist faaliyetleri ve uyuşturucu kaçakçılığı nedeniyle aranan bir kişinin tabutunun Türk Bayrağına sarılması yasal mıdır? Değilse bu konuda sorumluluk taşıyan kamu görevlileri hakkında herhangi bir soruşturma açılmış mıdır? Açıldı ise sorumlular belirlenerek gerekli yasal müeyyideler uygulanmış mıdır?

4. Korkut Eken isimli şahıs hangi kamu görevinde bulunmaktadır? BOTAŞ A.Ş. ile bir bağlantısı var mıdır? Mehmet Özbay sahte kimlikli Abdullah Çatlı adlı şahıs BOTAŞ'tan herhangi bir ihale almış mıdır? Almış ise Korkut Eken'in bu ihaledeki rolü nedir? Korkut Eken'in İçişleri eski Bakanı Mehmet Ağar'ın danışmanı olduğu doğru mudur? Şu anda Daire Başkanlığı görevini sürdürdüğü söylenen Eken'in Abdullah Çatlı ile ilişkisi nereden kaynaklanmaktadır? Bu konuda herhangi bir araştırma yapılmakta mıdır?

(1) 24.12.1996 tarihli 39 uncu Birleşime ek cevap (7/1631)

5. Kamuoyunun gündeminde yoğun biçimde yer almaya devam eden Susurluk kazası ile ilgili olarak trafik kazası dışında devletçe herhangi bir araştırma yapılmadığı iddia edilmektedir. Ayrıca kaza yapan araçta bulunduğu öne sürülen silah, susturucu ve dinleme cihazları gibi delillerle ilgili balistik, mülkiyet v.b. konularda bugüne kadar neden bir araştırma yapılmamıştır? Böyle durumlarda ilk elde yapılması gereken bu araştırmaların geciktirilmesinde sizin özel bir amacınız var mıdır? Böyle bir talimatınız yoksa araştırmalar neden yapılmamıştır. Bu gecikmenin sorumluları hakkında ne yapmayı düşünüyorsunuz?

6. Sokaktaki adamın ve hatta ilkokul öğrencilerinin bile konuştuğu, tartıştığı Susurluk kazası ve sonrasındaki gelişmeler üzerinde bugüne değin hiçbir açıklama yapmaya gerek duymadınız? Bu olayı çok önemsiz bulmanızdan mı, yoksa sonuçların yıllar sonra ele geçirdiğiniz Başbakanlık makamını kaybetme kaygısından mı kaynaklanıyor? Açıkça sergilediğiniz bu tedirgin davranışınız kamuoyuna bu hükümet tarafından bu olayın çözülmesine yönelik samimî çaba göstermeyeceğiniz izlenimi yaratıyor. Bu izlenimi kırmayı ve ciddî biçimde konuyu araştırmayı düşünüyor musunuz?

T.C.

Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 10.1.1997

Araştırma, Planlama ve Koordinasyon

Kurulu Başkanlığı

Sayı : B.15.0.APK.0.23-300.43-531

Konu : Yazılı Soru Önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : a) T.B.M.M. Başkanlığının 20.11.1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1631-4163/11467 sayılı yazısı.

b) Devlet Bakanlığının 9.12.1996 tarih ve B.02.0.0010/01285 sayılı yazısı.

Devlet Bakanlığının ilgi (b)'de kayıtlı yazısı gereğince; İçel Milletvekili Sayın D. Fikri Sağlar'ın Sayın Başbakanımıza tevcih ettiği ve Devlet Bakanı Sayın Lütfü Esengün koordinatörlüğünde cevaplandırılması tensip edilen 7/1631 Esas No.lu yazılı soru önergesi içeriğinde Bakanlığımı ilgilendiren hususlara ait bilgiler hazırlanarak ekte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

M. Recai Kutan

Enerji ve Tabiî

Kaynaklar Bakanı

İçel Milletvekili Sayın D. Fikri Sağlar'ın Yazılı Soru Önergesi Cevabı (7/1631-4163)

Son bir kaç aydır birbiri ardına kamuoyuna yansıyan yasadışı, örgütlü faaliyetler içerisinde devletin son derece hassas mevkilerinde görev yapan memurların da yer aldığı görülmektedir. Kamu görevlileri, suç çeteleri ve siyaset üçgeninin gündeme geldiği bu organize yasadışı faaliyetler toplumda devlete duyulan güveni giderek daha fazla sarsmaktadır. Son olarak kamuoyuna “Susurluk kazası” olarak yansıyan olay toplumun tüm kesimlerinde büyük kaygı yaratırken kamu kurumlarına güvensizliği daha da artırmıştır. Demokratik hukuk devleti tanımı içerisinde hukukun üstünlüğü en temel değer olması gerekirken, bu değerin yerini organize suç çetelerinin yasadışı yöntemlerine bıraktığı gözlenmektedir. Tüm bu gelişmeler karşısındaki sessizliğinizin anlamını kamuoyu ciddî olarak merak etmektedir. Bu konuların açıklığa kavuşturulması, kamu vicdanının rahatlatılması ve kamuoyunun aydınlatılması için aşağıdaki sorularımın içtenlikle yanıtlanması gereğine inanmaktayım:

Soru 4. Korkut Eken isimli şahıs hangi kamu görevinde bulunmaktadır? BOTAŞ A.Ş. ile bir bağlantısı var mıdır? Mehmet Özbay sahte kimlikli Abdullah Çatlı adlı şahıs BOTAŞ'tan herhangi bir ihale almış mıdır? Almış ise Korkut Eken'in bu ihaledeki rolü nedir? Korkut Eken'in İçişleri eski Bakanı Mehmet Ağar'ın danışmanı olduğu doğru mudur? Şu anda Daire Başkanlığı görevini sürdürdüğü söylenen Eken'in Abdullah Çatlı ile ilişkisi nereden kaynaklanmaktadır? Bu konuda herhangi bir araştırma yapılmakta mıdır?

Cevap 4. M. Korkut Eken, 8.11.1990 tarihinde BOTAŞ Genel Müdürlüğüne intisap etmiş olup, 8.4.1993 tarihinde Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığında, 8.9.1993 tarihinde Başbakanlıkta, 2.8.1994 tarihinde ise İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğünde görevlendirilmiş, 12.4.1996 tarihinde tekrar BOTAŞ Genel Müdürlüğüne iade edilmiş ve 3.6.1996 tarihinde de ilişiği kesilmiştir.

BOTAŞ Genel Müdürlüğünden Mehmet Özbay ya da Abdullah Çatlı isimli şahıs herhangi bir ihale almamıştır.

Adı geçen kişiyle ilgili olarak basında yer alan iddialardan birinin BOTAŞ Genel Müdürlüğü ile ilinti kurulduğunun öğrenilmesi üzerine Genel Müdürlükçe ciddî incelemeler yapılmıştır. Adı geçen şahısla bağlantılı olduğu iddia edilen BOTAŞ ihalesi ile ilgili detay bilgiler aşağıdaki gibidir.

Bahse konu ihale, petrol sektöründe (Sludgue) diye tabir edilen Petrol Artığı Çamur Malzemenin BOTAŞ Ceyhan Bölge Müdürlüğü açık toprak havuzlarından ve balast tankından tahliye edilmesi işlemidir.

Bu konuda BOTAŞ Genel Müdürlüğünce 4 Nisan 1995 tarihinde yedi kişiden oluşan bir komisyon huzurunda açık artırma ihalesi yapılmış ve tarif edilen petrol çamuru işi toplam 220 000 (ikiyüzyirmibin) ABD Doları bedelle BAYSA İnşaat ve Tic. A.Ş. isimli firmada kalmıştır. BOTAŞ Genel Müdürlüğü, açık artırma yoluyla yapılan ihale öncesi, ihaleye katılacak firmalardan şirket yapısıyla ilgili bütün belgeleri talep etmiş ve firmalar bu belgeleri ibraz ettikten sonra ihaleye katılmışlardır. İhaleyi kazanan BAYSA İnş. San. ve Tic. A.Ş. Firmasının ihale öncesi BOTAŞ'a ibraz ettiği ve şirketin ortaklık ve yönetim yapısını gösteren Ticaret Sicil Gazetesinin bir örneği ekte yer almaktadır. Adı geçen belgeler incelendiğinde de görüleceği üzere, Mehmet Özbay veya Abdullah Çatlı ismi şirket ortakları arasında bulunmamaktadır. Basında çıkan haber üzerine yapılan araştırma sonucunda Mehmet Özbay'ın BOTAŞ ihalesinden yaklaşık 4-5 ay sonra BAYSA A.Ş. firmasının yönetim kurulu üyeliğine getirildiği anlaşılmaktadır. Kaldı ki ihale zamanında ihaleye giren firmaların herhangi birisinin yönetim kurulu üyesi veya ortağı olması durumunda da idarenin yapacağı bir işlem bulunmamaktadır. Zira bilindiği üzere söz konusu ihalelerde kuruluşlar muhatap firmaların sadece malî yapı, teknik yeterlilik, iştigal sahası vb. gibi konumlarını esas almak durumundadır. İhaleye katılan firmalarda kimlerin ortak olduğu, kimlerin yönetim kurulu üyesi olduğu, önceden belgeli bir biçimde bir ikaz ya da uyarı olmadığı takdirde, ihaleyi yapan kuruluşlar için göz önüne alınacak bir husus değildir. Yine ayrıca adı geçen ihalede herhangi bir kişi ya da kuruluşun hiçbir biçimde etkileme ya da yönlendirmesi gibi bir husus kesinlikle olmamıştır. Esasen bu da mümkün değildir. Zira adı geçen ihale, kurumun hukuk müşaviri, ilgili genel müdür yardımcısı, ilgili daire başkanlıkları, bölge müdürü ve teknik yetkililerinin katılımıyla oluşan 7 kişilik bir komisyon huzurunda en şeffaf biçimde firmaların da birlikte katılımıyla gerçekleştirilmiştir. Diğer taraftan, ihalenin yapıldığı tarihte M. Korkut Eken isimli şahıs Emniyet Genel Müdürlüğünde görevini sürdürmektedir.

Not : Yazılı soruyla ilgili diğer bilgiler dosyasındadır.

2. - Sıvas Milletvekili Mahmut Işık'ın, Sıvas İlindeki doğal kaynaklara ilişkin Başbakandan sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Recai Kutan'ın yazılı cevabı (7/1676) (1)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Başbakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına aracılığınızı saygıyla arz ederim.

Mahmut Işık

Sıvas

Malumunuz olduğu üzere; Sıvas-Divriği'de demir, bakır ve altın madenleri; Zara-Gürlevik dağında talk ve yine Zara Celalli nahiyesinde de petrol yatakları olduğu bilinmektedir.

Bu nedenlerle olsa gerek ki; her olağanüstü dönemlerde Sıvas İli birileri tarafından karıştırılmak istenmektedir.

Bunlara bağlı olarak;

1. Sıvas - Divriği'deki demir, bakır ve altın madenleri rezervleri ne kadardır?

2. Divriği İlçesinde yerli ve yabancı hangi firmalara ruhsat verilmiştir?

3. Zara-Gürlevik dağlarında olduğu bilinen talk madenlerinin rezervi nedir?

4. Gürlevik dağlarındaki talk madenlerinin ruhsatları yerli-yabancı kimlere verilmiştir?

5. Fransa eski Devlet Başkanının eşi Bayan Mitterand'ın kardeşleri dünyanın talk tüccarı olduğu ve buradaki ruhsatların da, bunlara yakın yerli ve yabancı firmalara verildiği söylenmektedir. Bu doğru mudur?

6. Zara İlçesi Celalli nahiyesinde petrol yatakları var mıdır? Rezervi nedir? Yerli ve yabancı firmalara ruhsat verilmiş midir?

7. Zara-Celalli'deki petrol rezervlerinin saklandığı söylenmektedir. Bu doğru mudur?

8. Sıvas - Divriği, Zara ve İmranlı ilçelerindeki terör olayları ile yukarıda sayılan doğal kaynakların sizce ilişkisi var mıdır?

9. Yukarıda sayılanların dışında Sıvas'ta doğal başka ne gibi kaynak vardır?

T.C.

Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 10.1.1997

Araştırma, Planlama ve Koordinasyon

Kurulu Başkanlığı

Sayı : B.15.0.APK.0.23.300-42-530

Konu : Yazılı Soru Önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : a) TBMM Başkanlığının 2.12.1996 tarih ve A.01.GNS.0.10.00.02-7/1676-4348/12019 sayılı yazınız.

b) Devlet Bakanlığının 11.12.1996 tarih ve B.02.0.0010/01369 sayılı yazısı.

Devlet Bakanlığının ilgi (b)'de kayıtlı yazısı gereğince; Sıvas Milletvekili Sayın Mahmut Işık'ın Sayın Başbakanımıza tevcih ettiği ve Devlet Bakanı Sayın Lütfü Esengün koordinatörlüğünde cevaplandırılması tensip edilen, 7/1676 Esas No.lu yazılı soru önergesi içeriğinde Bakanlığımı ilgilendiren hususlara ait bilgiler hazırlanarak ekte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

M. Recai Kutan

Enerji ve Tabiî

Kaynaklar Bakanı

(1) 26.12.1996 tarihli 41 inci Birleşime ek cevap (7/1676)

Sıvas Milletvekili Sayın Mahmut Işık'ın Yazılı Soru Önergesi Cevabı (7/1676-4348)

Malumunuz olduğu üzere; Sıvas - Divriği'de demir, bakır ve altın madenleri; Zara-Gürlevik dağında talk ve yine Zara Celalli nahiyesinde de petrol yatakları olduğu bilinmektedir.

Bu nedenlerle olsa gerek ki; her olağanüstü dönemlerde Sıvas İli birileri tarafından karıştırılmak istenmektedir.

Bunlara bağlı olarak;;

Soru 1. Sıvas-Divriği'deki demir, bakır ve altın madenleri rezervleri ne kadardır?

Cevap 1. Sıvas-Divriği yöresi demir yatakları :

Yatağın Adı Rezervi Görünür+Muhtemel

A-B Kafa 53 358 849

Ekinbaşı 11 051 563

Dumluca 2 500 000

Akdağ 200 000

Purunsur 1 940 000

Tüllüce 41 400

Dişbudak 2 069 000

Divriği Toplam Demir Rezervi 71 160 812 ton

Bu sahalardan Ekinbaşı yöresinde halen Divhan-Maden adına MTA tarafından yürütülen sondaj çalışmaları devam etmekte olup, rezerv miktarında artış beklenmektedir. Diğer taraftan yörede belirlenmiş işletilebilir bakır-altın yatağı bulunmamaktadır. Ancak, 1997 yılında yörede altın ağırlıklı olmak üzere polimetal maden aramalarına devam edilecektir.

Soru 2. Divriği ilçesinde yerli ve yabancı hangi firmalara ruhsat verilmiştir?

Cevap 2. Divriği İlçesi işletme ruhsatlı sahalar;

Maden Adı Firma Adı Ruhsat No. İl İlçe

Krom Yorulmaz Mad. San. Tic. A.Ş. İR 1900 Sıvas Divriği

Krom Birlik Mad. San. ve Tic. A.Ş. İR 2218 “ “

Demir Şark Demir Mad. San. Tic. Ltd. Şti. İR 651 “ “

Demir TDÇİ Genel Müdürlüğü İR 922 “ “

Demir Demir Export A.Ş. İR 1174 “ “

Demir İhsan Yılmaz İR 1418 “ “

Demir TDÇİ Genel Müdürlüğü İR 2778 “ “

Kömür Abdurrahim Oyal İR 513 “ “

Kömür Miktad Demirkale İR 1491 “ “

Soru 3. Zara-Gürlevik dağlarında olduğu bilinen talk madenlerinin rezervi nedir?

Cevap 3. Talk madenleri ve rezerv durumları :

Yörede MTA Genel Müdürlüğünce çalışmaları yapılmış 4 adet talk yatağı bulunmaktadır.

Rezerv (Ton)

İli İlçesi Mevkii Gör+Muh Tenör-Kalite

Sıvas Hafik Örencik 44 296 Gör İyi

150 310 Muh

Sıvas Hafik Yağmurluseki 61 067 Gör İyi

138 138 Muh

Sıvas Hafik Yağmurluseki 8 300 Gör İyi

24 000 Muh

Sıvas Hafik Virancık 10 780 Gör İyi

45 845 Muh

Toplam 482 736 Gör+Muh

Soru 4. Gürlevik dağlarındaki talk madenlerinin ruhsatları yerli-yabancı kimlere verilmiştir?

Cevap 4. Talk madenleri ruhsatlı sahaları;

Maden Adı Firma Adı Ruhsat No. İl İlçe

Talk Akmaden Mad. San. Tic. A.Ş. İR 3344 Sıvas Hafik

Talk Sıvas Mad. San. ve Tic. A.Ş. İR 3928 “ “

Talk Cemal Gürsoy İR 2373 “ “

Talk Cemal Gürsoy İR 2382 “ “

Talk Cemal Gürsoy İR 2381 “ “

Soru 5. Fransa eski Devlet Başkanının eşi Bayan Mitterand'ın kardeşleri dünyanın talk tüccarı olduğu ve buradaki ruhsatların da, bunlara yakın yerli ve yabancı firmalara verildiği söylenmektedir. Bu doğru mudur?

Cevap 5. Yürürlükteki 3213 sayılı Maden Kanununun 6 ncı maddesinde maden haklarının; medenî hakları kullanmaya ehil T.C. vatandaşlarına, madencilik yapabileceği statüsünde yazılı, Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına göre kurulmuş tüzelkişiliğe haiz şirketlere, bu hususta yetkisi bulunan Kamu İktisadî Teşebbüsleri ve müesseseleri, bağlı ortaklıkları ve iştirakleri ile diğer kamu kurum, kuruluş ve idarelerine verileceği hükme bağlanmıştır. Dolayısıyla Maden Kanununa göre, madencilik ruhsatı bu özellikleri taşıyan gerçek veya tüzel tek kişi adlarına verilmektedir.

Soru 6. Zara İlçesi Celalli Nahiyesinde petrol yatakları var mıdır? Rezervi nedir? Yerli ve yabancı firmalara ruhsat verilmiş midir?

Soru 7. Zara-Celalli'deki petrol rezervlerinin saklandığı söylenmektedir. Bu doğru mudur?

Cevap 6-7. Yaklaşık 14 00 km2'lik bir alanı kapsayan ve 5 000 m.lik bir sediman istife sahip olan “Sıvas Baseni” petrol ve gaz aramaları açısından 1970'li yılların başından beri dikkat çekmektedir. Bu nedenlerle, bu basende, hidrokarbon aramacılığının gerektirdiği tüm disiplinlerdeki çalışmalar TPAO'ca yapılmıştır. Bu amaçla, öncelikli olarak bölgenin jeolojik haritası yapılmış, sonuçta 30 adet 1/50 000 ölçekli harita üretilerek, basenin tümü haritalanmıştır. Bu çalışmalara paralel olarak, 400 adet jeokimyasal, 5 456 adet diğer amaçlı numuneler de toplanarak, bunlardan çeşitli analizler yapılmıştır. Sonuçta, Sıvas Baseni'nin Ağcakışla, Ulaş ve Celalli Zara yörelerinin, daha çok “petrol kökenli gaz” açısından önemli olabileceği düşüncesi ile bu kesimlerde jeofizik çalışmalar yapılmasına karar verilmiştir. Bu çerçevede, öncelikle 17 622 noktalık gravite-manyetik çalışma yapılmış ve bunların da değerlendirilmesi sonucu, önemli görülen yersel kesimlerde, 499 km. uzunluğunda sismik çalışma yapılmıştır. Ancak, bölgedeki sediman istifin en üst düzeylerini oluşturan ve yüzeyde olan, kalın, tuz-jips gibi evaporitik düzeyler sismik kaliteyi olumsuz yönde etkilemiş, dolayısıyla, yerin altındaki, rezervuar ve kaynak kayaların yapısal konumlarını açıklayıcı bilgiler edinilmesini imkânsızlaştırmıştır. Ayrıca, MTA Enstitüsü tarafından Celalli Nahiyesi yöresinde açılan Celalli-1 Kuyusu da, sözü edilen kalın evaporitik seviyeler ile petrol-gaz aramacılığı açısından fazlaca bir önem arz etmeyen karasal çakıltaşları kesilmiş ve 3 643 m.'de “kuru kuyu” olarak terkedilmiştir. Yeraltı bilgisi açısından çok sınırlı bilgilere sahip olduğumuz bu yörede ispatlanmış bir gaz veya petrol bulgusu olmadığından, belirli bir “rezerv”den söz edilemez. Dolayısıyla rezervlerin saklanmış olması da söz konusu değildir.

TPAO Genel Müdürlüğü, teknolojinin son yeniliklerini de uygulayarak, sismik kalitenin, zamanla düzeltilebileceği, dolayısıyla daha sağlıklı yeraltı bilgilerinin elde edilmesinden sonra, ileriki yıllarda daha detaylı ve hatta sondajlı çalışmalara geçilebileceği görüşündedir.

Sıvas İlinde bugüne kadar 2 adet arama ruhsatnamesi verilmiştir.

- 1985 yılında, AMOCO Turkey Petroleum Şirketine 1 yıl süreyle 1 adet,

- 1989-1991 yıllarında ise Türkiye Petrolleri A.O.'na 3 yıl süreyle 1 adet, ruhsat verilmiş olup, bu ruhsatlarda yapılan faaliyetler, petrol aramalarına yönelik haritalama ve genel amaçlı jeolojik çalışmalar şeklinde olmuştur.

Soru 8. Sıvas - Divriği, Zara ve İmranlı ilçelerindeki terör olayları ile yukarıda sayılan doğal kaynakların sizce ilişkisi var mıdır?

Cevap 8. Konu, İçişleri Bakanlığını ilgilendirmektedir.

Soru 9. Yukarıda sayılanların dışında Sıvas'ta doğal başka ne gibi kaynak vardır?

Cevap 9. Sıvas İlinde tespit edilen maden kaynaklarını gösterir harita ektedir.

Not : Yazılı soruyla ilgili diğer bilgiler dosyasındadır.

3. - Bursa Milletvekili Ali Rahmi Beyreli'nin;

Botaş'taki usulsüz uygulamaların bir milletvekiline ulaştırıldığı iddiasına,

Botaş'taki usulsüz uygulamalar nedeniyle başlatılan soruşturmalara,

Botaş'taki usulsüz uygulamalara adı karışan personele yapılan ödemelere,

İlişkin soruları ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Recai Kutan'ın yazılı cevabı (7/1706, 1707, 1708) 29.11.1996

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki soruların, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Recai Kutan tarafından yazılı olarak yanıtlanmasını, İçtüzüğün 94 üncü maddesi gereğince arz ederim.

Ali Rahmi Beyreli

Bursa

1994 yılı içinde, Bursa Doğalgaz Proje ve İşletme Müdürlüğünün işlem ve faaliyetleri ile ilgili, Botaş'taki, 10 milyon dolara yaklaşan, usulsüz uygulamalar ile ilgili olarak, Botaş Genel Müdürlüğü ve Refah Partisinin, aynı yıl haberdar edilmiş oldukları iddiası ortaya atılmaktadır. Yolsuzluğun ortaya çıkmasında önemli rol oynayan bir kurum çalışanının, ilgili dosyaları Botaş Genel Müdürlüğü ile birlikte partinize mensup bir milletvekiline de ulaştırdığı, iddia edilmektedir.

1. Bu iddia ne denli doğrudur?

2. Yolsuzluklar hakkında oldukça duyarlı olduğunu her fırsatta dile getiren Refah Partisinin bu olayda, gerekli duyarlılığı 2 yıldır, gösterememesinin nedeni nedir?

3. Söz konusu milletvekilinin Botaş Yolsuzluğu ile ilgili olarak önemli bilgilere sahip bulunduğu, ancak bunları açıklamaması hususunda bazı çevrelerce tehdit ve baskı altında tutulduğu iddiaları vardır. Bu iddia doğru mudur? Doğru ise ne gibi bir önlem almayı düşünüyorsunuz?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki soruların, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Recai Kutan tarafından yazılı olarak yanıtlanmasını İçtüzüğün 94 üncü maddesi gereğince arz ederim.

Ali Rahmi Beyreli

Bursa

1994 yılı içinde, Bursa Doğalgaz Proje ve İşletme Müdürlüğünün işlem ve faaliyetleri ile ilgili, Botaş'taki 10 milyon dolara yaklaşan, usulsüz uygulamalar neticesinde, Botaş Genel Müdürlüğü ve savcılık soruşturma başlatmıştır.

1. Açılan Savcılık soruşturmasında suçlanan kişileri, aynı zamanda da Botaş'ın avukatlığını yapan, Ayfer Bebek Uzunırmak tarafından savunulduğu, iddiaları ne denli doğrudur?

2. Bir kurum avukatının, aynı zamanda, kuruma zarar verdiği gerekçesiyle haklarında dava açılan kişileri savunması hukuk açısından doğru mudur?

3. Bu avukatın suçlanan kişilerle ne gibi bir ilişkisi vardır?

4. Bir diğer iddia da Botaş'tan ayrılarak, bir şirkete ortak olan Cüneyt Teker'in şirketine, Botaş tarafından iş verildiği yönündedir. Botaş İhale Kanununa göre bu tür durumlarda 3 yıllık bir kısıtlama yok mudur? Eğer varsa, böyle bir uygulama suç unsuru teşkil etmiyor mu?

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki soruların, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Recai Kutan tarafından yazılı olarak yanıtlanmasını İçtüzüğün 94 üncü maddesi gereğince arz ederim.

Ali Rahmi Beyreli

Bursa

Basında yer alan bazı haberlere göre, 1994 yılı içinde, Bursa Doğalgaz Proje ve İşletme Müdürlüğünün işlem ve faaliyetleri ile ilgili, Botaş'taki, 10 milyon dolara yaklaşan, usulsüz uygulamalar neticesinde, Botaş Genel Müdürlüğü ve savcılık soruşturma başlatmış ve olayın sorumluları görevden uzaklaştırılmak yerine, âdeta ödüllenerek geçici görevle Ankara'ya alınmışlardır.

1. Çeşitli kaynak paketlerinin açıldığı bu günlerde, bu kişilere, şu anda günlük 800 000 TL. harcırah ve 60 USD/Gün otel parası ödenerek Devletin parasının, savurganlık içinde tüketilmekte olduğu iddiaları ne denli doğrudur?

2. Olayın sorumluları olan, bu kişiler Ankara'ya geçici görev ile alınırken, bu yolsuzluğun ortaya çıkmasında büyük rol oynayan kurum çalışanlarından, “Burhan Naharcı” önce Ankara'ya tayin edilmiş, daha sonra da Eskişehir'e geçici görevle gönderilerek mağduriyeti daha da artırılmıştır. Bu şekilde bir uygulamaya, neden gerek duyulmuştur?

T.C.

Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 10.1.1997

Araştırma, Planlama ve Koordinasyon

Kurulu Başkanlığı

Sayı : B.15.0.APK.0.23.300-44/532

Konu : Yazılı Soru Önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 9.12.1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-4542-12245 sayılı yazınız.

Bursa Milletvekili Sayın Ali Rahmi Beyreli'nin tarafıma tevcih ettiği ve Millet Meclisi İçtüzüğünün 99 uncu maddesi gereğince cevaplandırılması istenen 7/1706-4412, 7/1707-4413, 7/1708-4414 Esas No.lu yazılı soru önergeleri ile ilgili bilgiler hazırlanarak ekte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

M. Recai Kutan

Enerji ve Tabiî

Kaynaklar Bakanı

Bursa Milletvekili Ali Rahmi Beyreli'nin Yazılı Soru Önergesi ve

Cevapları (7/1706-4412)

1994 yılı içinde Bursa Doğalgaz Projesi ve İşletme Müdürlüğünün işlem ve faaliyetleri ile ilgili, Botaş'taki, 10 milyon dolara yaklaşan, usulsüz uygulamalar ile ilgili olarak, Botaş Genel Müdürlüğü ve Refah Partisinin aynı yıl haberdar edilmiş oldukları iddiası ortaya atılmaktadır. Yolsuzluğun ortaya çıkmasında önemli rol oynayan bir kurum çalışanının, ilgili dosyaları Botaş Genel Müdürlüğü ile birlikte partinize mensup bir milletvekiline de ulaştırdığı, iddia edilmektedir.

Sorular 1, 2, 3. Bu iddia ne denli doğrudur?

2. Yolsuzluklar hakkında oldukça duyarlı olduğunu her fırsatta dile getiren refah partisinin bu olayda, gerekli duyarlılığı 2 yıldır, gösterememesinin nedeni nedir?

3. Söz konusu milletvekilinin Botaş yolsuzluğu ile ilgili olarak önemli bilgilere sahip bulunduğu, ancak bunları açıklamaması hususunda bazı çevrelerce tehdit ve baskı altında tutulduğu iddiaları vardır. Bu iddia doğru mudur? Doğru ise ne gibi bir önlem almayı düşünüyorsunuz?

Cevaplar 1, 2, 3. Botaş Genel Müdürlüğüne bağlı Bursa İşletme ve Proje Müdürlüğünün 1994 yılı faaliyetlerinin periyodik teftişi sonucunda tespit edilerek, Botaş müfettişlerince hazırlanan söz konusu iddialarla ilgili 1994/4 ve 1995/5 sayılı soruşturma raporlarının ekleri arasında yer alan şikâyetçi dilekçesindeki kişinin o dönem milletvekili olmadığı ayrıca dilekçede belirtilen adresin şikâyetçiye ait bulunmadığı tespit edilmiş olup, dolayısıyla şikâyet mektubunun yaygın bir yöntem olan uydurma ve ilgisiz bir isimle gönderildiği düşünülmektedir.

Bunun ötesinde, takdir edileceği üzere, soru önergenizde adı geçen siyasî partiye veya mensubu herhangi bir milletvekiline ulaşmış bir ihbarın, ancak o siyasî parti veya milletvekili tarafından bilinebileceği ve Bakanlığım veya Botaş Genel Müdürlüğünde bu tür bilginin bulunamayacağı aşikârdır.

Bursa Milletvekili Ali Rahmi Beyreli'nin Yazılı Soru Önergesi ve

Cevapları (7/1707-4413)

1994 yılı içinde, Bursa Doğalgaz Proje ve İşletme Müdürlüğünün işlem ve faaliyetleri ile ilgili, Botaş'taki 10 milyon dolara yaklaşan, usulsüz uygulamalar neticesinde, Botaş Genel Müdürlüğü ve savcılık soruşturma başlatmıştır.

Soru 1. Açılan Savcılık soruşturmasında suçlanan kişileri, aynı zamanda da Botaş'ın avukatlığını yapan, Ayfer Bebek Uzunırmak tarafından savunulduğu, iddiaları ne denli doğrudur?

Cevap 1. Adı geçen Avukat Ayfer Bebek Uzunırmak'ın; serbest avukat olarak çalışmakta olduğu ve Botaş Genel Müdürlüğü ile yapmış olduğu Avukatlık Sözleşmesinin 31.10.1996 tarihinde sona erdiği tespit edilmiştir.

Botaş Bursa İşletme Müdürlüğünün 1994 yılı faaliyetleri ile ilgili Bursa Cumhuriyet Savcılığı tarafından ilgili kişiler hakkında, 11.10.1996 tarihinde açılan ve Botaş Genel Müdürlüğünün müdahil olarak katıldığı davanın ilk duruşmasının 24.12.1996 tarihinde yapıldığı ve adı geçen avukatın bu kişilerin savunmasını üstlendiği belirlenmiştir.

Soru 2. Bir kurum avukatının, aynı zamanda, kuruma zarar verdiği gerekçesiyle haklarında dava açılan kişileri savunması hukuk açısından doğru mudur?

Cevap 2. Botaş Genel Müdürlüğünün geçmişte kadrolu elemanı olmayan adı geçen Avukatın, doğrudan Genel Müdürlük aleyhine olmamak kaydıyla, istediği kişinin vekâletini almasında hukuken bir sakınca bulunmadığı tespit edilmiştir. Ancak, bu konuda avukatın, Avukatlık Kanunundan doğan sorumlulukları bulunmakta olup, bu sorumluluklar kendisine aittir. Diğer taraftan davanın seyrine göre hukuken mümkün olabilecek tedbirler alınacaktır.

Soru 3. Bu avukatın suçlanan kişilerle ne gibi bir ilişkisi vardır?

Cevap 3. Anılan Avukat, Botaş Bursa işletme Müdürlüğü ile ilgili işlere bakmak üzere sözleşmeli olarak çalışmış bulunduğundan, suçlanan kişileri bu yolla tanımış olabileceği tahmin edilmekte olup, bunun dışındaki bir ilişkinin tarafımızdan bilinmesi mümkün değildir.

Soru 4. Bir diğer iddia da Botaş'tan ayrılarak, bir şirkete ortak olan Cüneyt Teker'in şirketine, Botaş tarafından iş verildiği yönündedir. Botaş İhale Kanununa göre bu tür durumlarda 3 yıllık bir kısıtlama yok mudur? Eğer varsa, böyle bir uygulama suç unsuru teşkil etmiyor mu?

Cevap 4. A. Cüneyt Teker 2.11.1995 tarihinde Botaş Genel Müdürlüğünden istifaen ayrılmıştır. Botaş İhale Yönetmeliği gereğince, işten ayrılanlara, üç yıllık bir ihale yasaklaması bulunmaktadır. Ancak anılan şahsın adına kayıtlı bir firmanın Botaş kayıtlarında bulunmadığı tespit edilmiştir.

Bursa Milletvekili Ali Rahmi Beyreli'nin

Yazılı Soru Önergesi ve Cevapları

(7/1708-4414)

Basında yer alan bazı haberlere göre, 1994 yılı içinde, Bursa Doğalgaz Proje ve İşletme Müdürlüğünün işlem ve faaliyetleri ile ilgili, Botaş'taki, 10 milyon dolara yaklaşan, usulsüz uygulamalar neticesinde, Botaş Genel Müdürlüğü ve savcılık soruşturma başlatmış ve olayın sorumluları görevden uzaklaştırılmak yerine, âdeta ödüllenerek geçici görevle Ankara'ya alınmışlardır.

Sorular :

1. Çeşitli kaynak paketlerinin açıldığı bu günlerde, bu kişilere, şu anda günlük 800 000 TL. harcırah ve 60 USD/Gün otel parası ödenerek Devletin parasının, savurganlık içinde tüketilmekte olduğu iddiaları ne denli doğrudur?

2. Olayın sorumluları olan, bu kişiler Ankara'ya geçici görev ile alınırken, bu yolsuzluğun ortaya çıkmasında büyük rol oynayan kurum çalışanlarından, “Burhan Naharcı” önce Ankara'ya tayin edilmiş, daha sonra da Eskişehir'e geçici görevle gönderilerek mağduriyeti daha da artırılmıştır. Bu şekilde bir uygulamaya, neden gerek duyulmuştur?

Cevaplar 1, 2 :

Halen soruşturulmakta olan ve yargıya intikal eden söz konusu usulsüz uygulamaların müsebbibleri oldukları iddia edilen kişilerin, Bursa Asliye Ceza Mahkemesinde dava açıldığına ilişkin Bursa Cumhuriyet Savcılığının iddianamesinin Genel Müdürlüğe ulaşması üzerine, 1.11.1996 tarihinden itibaren geçici görevli olarak Ankara'da görevlendirildikleri ve Botaş Yolluk Yönetmeliğine göre harcırahlarının ödendiği daha sonra Ankara'ya tayinlerin gerçekleştirildiği tespit edilmiştir.

Ayrıca ikinci soruda adı geçen ve Bursa Proje ve İşletme Müdürlüklerinde 17.11.1992 tarihinden bu yana görev yapan Burhan Naharcı'nın Merkezi Ankara'da bulunan Yatırımlar Daire Başkanlığına bağlı Eskişehir Projesinde çalıştırılmak üzere 25.10.1996 tarihinde nakledildiği (Ek 2) belirlenmiştir.

Tarafıma daha önce tevcih ettiğiniz 7/1317-3424, 7/1318-3425, 7/1322-3430 Esas No.lu soru önergeleriniz cevaplarında da açıklandığı üzere, Botaş Genel Müdürlüğünün yanısıra söz konusu olaya, 24.9.1996 tarih, 101 sayılı soruşturma onayıyla derhal el konularak Bakanlığımca soruşturma başlatılmıştır. Halen iki Bakanlık Müfettişi tarafından yürütülmekte olan soruşturmada, bu soruda belirtilen husus ve tespitler de dahil tüm iddialar değerlendirilerek, varsa yasaya aykırı işlem yapanlar hakkında gereği yerine getirilecektir.

4. - İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, OHAL Bölgesi ve mücavir illerde güvenlik ve terör nedeniyle boşalan yerleşim birimlerine ilişkin Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı Meral Akşener'in yazılı cevabı (7/1725)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Başbakan tarafından yazılı olarak yanıtlanması için gereğini dilerim.

Saygılarımla 2.12.1996

Sabri Ergül

İzmir

1. Son 10 yılda Olağanüstü Hal Bölgesi ve mücavir illerde (halen devam eden ve kaldırılan iller dahil) güvenlik, terör nedeniyle, gerek terör örgütü baskısı ve gerekse güvenlik güçlerinin güvenlik gerekçesiyle boşalan, sakinlerince terk edilen kaç köy, mezra, kom, oba gibi yerleşim birimi vardır? Bunların illere, yerleşim birimi ve cinsi itibariyle illere göre dağılımı, sayıları nedir?

Bunların il, il etkilediği, yerleri yurtlarını terk etme durumunda kalan yurttaşlar itibariyle sayısı nedir? Köy, oba, mezra kom gibi yerleşim birimlerini güvenlik, terör örgütü PKK baskısı nedeniyle terk etme durumundaki yurttaşlarımızın genel sayısı nedir?

2. Yukarıda sayılan nedenlerle yerleşim yeri birimlerini, ikamet ettikleri yerlerini-yurtlarını terk etme durumunda olan yurttaşlarımıza, gayrimenkul, menkul, hayvan, arı, bağ-bahçe, otlakiye gibi kaybettikleri terk etmek durumunda kaldıkları, kaybettikleri mal-mülkleri için herhangi bir bedel, kamulaştırma bedeli, tazminat ödenmiş midir? Kendilerine yapılan yerleşme, konut, iş, aynî ve maddî yardım miktarı nedir?

3. Yukarıda 1 inci soruda belirtilen illerde, boşaltılmış, boşalmış, terk edilmiş yerleşim birimlerine “köye” dönüş projesi programları çerçevesinde ve/veya terk edilen yurttaşlarca geriye dönüş gerçekleştirilen yerleşim birimi, köy, mezra var mıdır? Varsa iller itibariyle kaç yerleşim birimine kaç yurttaş dönmüştür?

T.C.

İçişleri Bakanlığı 8.1.1997

Jandarma Genel Komutanlığı

Gn. Pl. P. ve Koor. : 7 500-16-96/İNS.HAK.Ş. (5905)

Konu : Yazılı Soru Önergesi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : (a) TBMM Başkanlığının 9 Aralık 1996 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02/7/1725-4477/12416 sayılı yazısı.

(b) Devlet Bakanlığının 18 Aralık 1996 gün ve B.02.0.0010/041428 sayılı yazısı.

1. İzmir Milletvekili Sabri Ergül tarafından TBMM Başkanlığına verilen ve ilgi (b) ekinde alınan yazılı soru önergesindeki konular hakkında yapılan araştırma sonuçları müteakip maddelere çıkarılmıştır.

2. Bugüne kadar (1 017) köy, (1 726) mezra ve (16) kom olmak üzere toplam (2 759) yerleşim birimi boşalmış olup, illere göre dağılımı Ek-A'dadır.

3. Terör baskısı nedeniyle (335 967) vatandaşımız göç etmek zorunda kalmıştır.

4. Göç eden vatandaşlara gerekli yardımlar mülkî makamlarca yapılmakta olup; bugüne kadar toplam 223 721 092 071 TL.'sı tutarında nakit, gıda, giyim, eğitim, sağlık, ulaşım ve yakacak yardımı yapılmıştır.

5. Ayrıca (5 483) adet konut yapılarak hak sahiplerine teslim edilmiş, (581) konutun inşaatına devam edilmektedir.

6. Bugüne kadar (62) köy ve (82) mezraya toplam (15 691) vatandaşımız geriye dönüş yapmış olup, illere göre dağılımı Ek-B'dedir.

7. Göç eden vatandaşların yol, su, elektrik, sağlık ve okul gibi alt yapı hizmetlerinin tamamlanması ve hizmete sunulması amacıyla OHAL, Hassas ve Mücavir illerdeki valilikler emrine 2 trilyon 808 milyar TL. gönderilmiştir.

Bilgilerinize arz ederim.

Dr.Meral Akşener

İçişleri Bakanı

Not : Yazılı soruyla ilgili diğer bilgiler dosyasındadır.

5. - İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, eski Başbakanlardan A. Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller ile Başbakan Necmettin Erbakan'ın hediye ettiği silahlara ilişkin Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı Meral Akşener'in yazılı cevabı (7/1729)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Başbakan tarafından yazılı olarak yanıtlanması için gereğini dilerim.

Saygılarımla. 2.12.1997

Sabri Ergül

İzmir

1. Başbakanlık yaptığı dönemlerde eski Başbakan Sayın Mesut Yılmaz kaç kişiye silah hediye etmiştir? Bu kişilerin isimleri nedir?

2. Başbakanlık yaptığı dönemlerde eski Başbakan Sayın Tansu Çiller kaç kişiye silah hediye etmiştir?

3. Başbakan Sayın Necmettin Erbakan şimdiye kadar kaç kişiye silah hediye etmiştir?

Bu kişilerin isimleri nedir?

T.C.

İçişleri Bakanlığı 14.1.1997

Emniyet Genel Müdürlüğü

Sayı : B.05.1.EGM.0.12.01.01-019377

Konu : Yazılı Soru Önergesi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : a) TBMM Başkanlığının 9.12.1996 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1729-4481/12420 sayılı yazısı.

b) Başbakanlık Kan. ve Kar. Gen. Müd'nün 13.12.1996 tarih ve B.02.0.KKG/106-420-11/4813 sayılı yazısı.

c) Devlet Bakanlığının 18.12.1996 gün ve B.02.0.0010/01432 sayılı yazısı.

İzmir Milletvekili Sabri Ergül tarafından TBMM Başkanlığına sunulan ve Sayın Başbakanımıza yöneltilen, Sayın Başbakanımızca da kendileri adına tarafımdan cevaplandırılması istenilen soru önergesinin cevabı aşağıya çıkarılmıştır.

Başbakanlıkları döneminde Sayın Mesut Yılmaz 37, Sayın Prof. Dr. Tansu Çiller 51 ve Sayın Prof. Dr. Necmettin Erbakan 1 kişiye silah armağan etmiştir.

Bilgilerinize arz ederim.

Dr. Meral Akşener

İçişleri Bakanı

6. - Yozgat Milletvekili Kâzım Arsaln'ın, bazı kurumların yeni lojman aldıkları iddiasına ilişkin Başbakandan sorusu ve Maliye Bakanı Abdüllatif Şener'in yazılı cevabı (7/1736)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sayın Başbakanımız Prof. Dr. Necmettin Erbakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını talep etmekteyim.

Gereğini saygılarımla arz ederim. 5.12.1996

Dr. Kâzım Arslan

Yozgat

1. Kamuya ait lojman ve tessilerin satışı için kanun çıkarılmasına rağmen bazı kurumların yeni lojman alımında bulundukları iddiaları doğru mudur?

2. Var ise bu Kurumlar hangileridir? Ve neden izin verilmiştir?

T. C.

Maliye Bakanlığı

Millî Emlak Genel Müdürlüğü 8.1.1997

Sayı : B.07.0.MEG.0.26/3100-1114-00903

Konu : Soru Önergesi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 12.12.1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1736-4487/12452 sayılı yazınız.

Yozgat Milletvekili Sayın Dr. Kazım Arslan tarafından, Başbakanımız Sayın Prof. Dr. Necmettin Erbakan'a tevcih edilen ve Sayın Başbakanımız tarafından cevap vermem tensip edilen 5.12.1996 tarihli yazılı soru önergesine verilen cevap aşağıda sunulmuştur.

Yeni lojman alımı ve kiralanması Başbakanlığın 9.9.1996 tarih ve 1996/55 sayılı Genelgesi ile durdurulmuştur. Aynı Genelgeye göre, hizmetin yerine getirilmesinde hayati önem arzeden satınalma ve kamulaştırmalar, Başbakanlığın iznine bağlanmıştır.

Yeni lojman satınalınabilmesi işleminin anılan Genelge çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir.

Arz ederim.

Doç. Dr. Abdüllatif Şener

Maliye Bakanı

7. - Manisa Milletvekili Tevfik Diker'in, telefonların dinlenip dinlenmediğine ilişkin Başbakandan sorusu ve Ulaştırma Bakanı Ömer Barutçu'nun yazılı cevabı (7/1742)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Prof. Dr. Necmettin Erbakan tarafından TBMM İçtüzüğünün 96 ncı maddesine göre yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Saygılarımla. 5.12.1996

Tevfik Diker

Manisa

Sorular :

1. Telefonlarım dinleniyor mu?

2. Dinleniyorsa neden ihtiyaç duyulmuştur? Gerekçe nedir?

3. Hukukî mesnedi nedir?

4. Dinlemek için Devlet Güvenlik Mahkemesi veya başka bir mahkeme kararı var mıdır?

5. Milletvekilliği öncesi Genelkurmay, Hava Kuvvetleri Komutanlığı, Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinde görev yaptığım zamanlarda Devlet Güvenlik Mahkemesinini kapsamına giren herhangi bir durumum olmuş mudur?

6. Devlet Güvenlik Mahkemesi kapsamında değil isem, telefonlarımı dinletenler hakkında yasal işlem yapılacak mıdır?

T. C.

Ulaştırma Bakanlığı

Araştırma, Planlama ve Koordinasyon

Kurulu Başkanlığı 13.1.1997

Sayı : B.11.0.APK.0.10.01.20-EA/61-687

Konu : Manisa Milletvekili Tevfik Diker'in Yazılı Soru Önergesi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : Devlet Bakanlığının 23.12.1996 gün ve B.02.0.00.10/01474 sayılı yazısı.

Manisa Milletvekili Tevfik Diker'in Sayın Başbakanımıza yönelttiği 7/1742-4502 sayılı yazılı soru önergesinin cevabı ekte gönderilmiştir.

Bilgilerinize arz ederim.

Ömer Barutçu

Ulaştırma Bakanı

Manisa Milletvekili Tevfik Diker'in 7/1742-4501 Sayılı Yazılı Soru Önergesi ve Cevabı

Sorular :

1. Telefonlarım dinleniyor mu?

2. Dinleniyorsa neden ihtiyaç duyulmuştur? Gerekçe nedir?

3. Hukukî mesnedi nedir?

4. Dinlemek için Devlet Güvenlik Mahkemesi veya başka bir mahkeme kararı var mıdır?

5. Milletvekilliği öncesi Genelkurmay, Hava Kuvvetleri Komutanlığı, Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinde görev yaptığım zamanlarda Devlet Güvenlik Mahkemesinin kapsamına giren herhangi bir durumum olmuş mudur?

6. Devlet Güvenlik Mahkemesi kapsamında değil isem, telefonlarımı dinletenler hakkında yasal işlem yapılacak mıdır?

Cevaplar :

Anayasamızın “Haberleşme Hürriyeti” başlıklı 22 nci maddesinde, herkesin haberleşme hürriyetine sahip olduğu ve haberleşmenin gizliliğinin esas olduğu; Kanunun açıkça gösterdiği hallerde usulüne uygun verilmiş hâkim kararı olmadıkça, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de Kanunla ilgili kılınan mercii emri bulunmadıkça haberleşmenin engellenemeyeceği ve gizliliğine dokunulmayacağı hükme bağlanmış olup, bunun dışında telefonlardan yapılan konuşmaların dinlenmesi mümkün değildir.

Diğer taraftan Anayasanın sözkonusu maddesinde ifade edilen “Kanunun açıkça gösterdiği hallerde” de Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 92 nci maddesindeki kayıt ve şartlarla Cumhuriyet Savcılarının verecekleri karar üzerine telefon konuşmaları ilgililer tarafından dinlenilebilmekte, Cumhuriyet Savcıları tarafından verilmiş dinleme kararının Hâkim tarafından onaylanıp onaylanmadığı araştırılarak karar 3 gün içerisinde onaylanmadığı takdirde müteakip konuşmalar dinlenilmemektedir.

Ayrıca 406 sayılı Telgraf ve Telefon Kanununun 20 ve 21 inci maddelerine göre de konuşmaların ve konuşma yapılıp yapılmadığının başkalarına ifşa edilmesi yasaklanmıştır.

Haberleşme hürriyetine ilişkin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, CMUK, Telgraf ve Telefon Kanununun ilgili maddelerinde yer alan hükümler Türk Telekom personelinin bilgisi dahilinde olup, buna aykırı hareket eden personele Yönetmelik Hükümlerine göre disiplin cezası uygulandığı gibi, hakkında adlî kovuşturma da yapılmaktadır.

8. - İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya'nın, TURBAN ile ilgili yolsuzluk iddialarına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı H. Ufuk Söylemez'in yazılı cevabı (7/1749)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Ufuk Söylemez tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim. 10.12.1996

Halit Dumankaya

İstanbul

Soru 1. TURBAN'da yolsuzluk olduğu tespit edilen Kuşadası ile ilgili müfettiş soruşturması yapıldı mı, yapılmadı ise nedeni nedir?

Soru 2. TURBAN'ın diğer işletmelerinde tespit edilen yolsuzluklarla ilgili ne gibi bir işlemler yapılmaktadır?

Soru 3. Marsan Holding'in 114 DM borcuna karşılık ne miktar yatırdı, tarihi nedir? Diğer kalan borcu var mıdır, varsa, tahkikata başlanmış mıdır?

Soru 4. TURBAN davaları avukatlar tarafından takip edilmekte midir? Şu ana kadar kaç konuda dava açılmıştır?

Soru 5. TURBAN avukatlarından Avukat Erdal Merdol'un mukavelesi niçin iptal edildi? Kendisine bu fesih için tazminat ödendi mi, ödendi ise miktarı nedir?

T. C.

Başbakanlık

Özelleştirme İdaresi Başkanlığı 13.1.1997

Sayı : B.02.1.Ö.İ.B.0.65.00.00-0246

Konu : Önerge.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İstanbul Milletvekili Sayın Halit Dumankaya tarafından tevcih edilen 7/1749-4579 esas sayılı soru önergesine verilen cevaplar aşağıdadır.

Soru 1. TURBAN'da yolsuzluk olduğu tespit edilen Kuşadası ile ilgili müfettiş soruşturması yapıldı mı, yapılmadı ise nedeni nedir?

Cevap 1. Konu TURBAN Teftiş Kurulu tarafından incelenmekte olup yasaya aykırılık olup olmadığı hususunda soruşturmanın tamamlanması ile bir kanaat edinilebilinecektir.

Soru 2. TURBAN'ın diğer işletmelerinde tespit edilen yolsuzluklarla ilgili ne gibi bir işlemler yapılmaktadır?

Cevap 2. TURBAN işletmelerinde tespit edilen hususlarla ilgili olarak sorumluları hakkında gerekli incelemeler yapılmış, raporlara bağlanmış, suç duyurularında bulunulmuş ve 15 adet Ağır Ceza davası açılmıştır. Teftiş Kurulunca 30'un üzerinde inceleme yapılmıştır. 5 adet Teftiş raporu yazım aşamasındadır.

Soru 3. Marsan Holding'in 114 DM borcuna karşılık ne miktar yatırdı, tarihi nedir? Diğer kalan orcu var mıdır varsa, tahkikata başlanmış mıdır?

Cevap 3. Marsan Holding A.Ş.'nin 84 450 DM'lık borcu 11.11.1996 tarihi itibariyle firma tarafından itiraz hakları saklı kalmak kaydıyla yatırılmıştır. Başkaca borcu bulunup bulunmadığı konusu araştırılmaktadır.

Soru 4. TURBAN davaları avukatlar tarafından takip edilmekte midir? Şu ana kadar kaç konuda dava açılmıştır?

Cevap 4. TURBAN A.Ş. Hukuk Başmüşavirliğince halen 15'i Ceza davası olmak üzere 119 adet dava ve 110 adet icra takibi sürdürülmektedir. TURBAN A.Ş.'nin bir ticarî müessese olması sebebiyle, ticarî bir kuruluşun karşılaşabileceği her türlü konuyla ilgili dava veya ihtilaflar da takip edilmektedir.

Soru 5. TURBAN avukatlarından Avukat Erdal Merdol'un mukavelesi niçin iptal edildi? Kendisine bu fesih için tazminat ödendi mi, ödendi ise miktarı nedir?

Cevap 5.Avukat Erdal Merdol'un mukavelesi 9.10.1996 tarih ve 117 sayılı, TURBAN A.Ş. Yönetim Kurulu Kararı ile fesh edilmiştir. (Yönetim Kurulu Kararı ekte sunulmuştur.) Ayrıca 6 avukatın da sözleşmeleri fesh edilmiş olup avukatların müracaatı halinde, Avukatlık Kanununun 174 üncü maddesi gereğince sözleşmeye göre bakiye ücretleri ödenmektedir.

Sözleşmeleri fesh edilen avukatlardan Erdal Merdol'a sözleşme şartları ve Avukatlık Yasası hükümleri çerçevesinde 572 307 000 TL,. Avukat İrfan Bahar'a ise 120 000 000 TL. + KDV olarak ödenmiştir.

Bilgilerinize arz ederim

H. Ufuk Söylemez

Devlet Bakanı

Not : Yazılı soruyla ilgili diğer bilgiler dosyasındadır.

9. - Malatya Milletvekili Ayhan Fırat'ın, İnönü Üniversitesince açılan bir sınavın ertelenmesine ilişkin Başbakandan sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik'in yazılı cevabı (7/1766)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Başbakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Saygılarımla. Ayhan Fırat

Malatya

İnönü Üniversitesinin muhtelif branşlarda eleman alacağına dair mahalli gazete ve TV'lerde ilan yapılmış ve 5000 kişi başvuruda bulunmuştur.

Ancak; imtihan tarihinden önce, Başbakanın emri ile imtihanlar ertelenmiştir.

1. ÖSYM'nce yapılacak olan bu imtihanların ertelenme nedeni nedir?

2. Bu imtihanı ertelerken, baştan sona şaibeli SSK imtihanlarını da ertelemeyi düşünüyor musunuz?

3. İmtihanların ertelenmesini, bazı Malatya Milletvekilleri mi tavsiye etmişlerdi?

4. ÖSYM'nce yapılacak bu imtihanda, yandaşlarınızın imtihanı kazanamayacağı endişesi ertelemede etken olmuş mudur?

T.C.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı

Sosyal Güvenlik Kuruluşları

Genel Müdürlüğü 14.1.1997

Sayı : B.13.0.SGK-0-13-00-01/333-001265

Konu : Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : 24.12.1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02.7/1766-4633/12808 sayılı yazınız.

Malatya Milletvekili Ayhan Fırat tarafından Sayın Başbakanımıza tevcih edilen Sayın Başbakanımızca da Devlet Bakanı Sayın Lütfü Esengün'ün koordinatörlüğünde cevaplandırılması tensip olunan “Sosyal Sigortalar Kurumuna personel alımı için yapılan sınavın ertelenmesine ilişkin” 7/1766 esas no'lu yazılı soru önergesi Bakanlığımca incelenmiştir.

Sosyal Sigortalar Kurumu merkez ve taşra teşkilatının personel ihtiyacının karşılanmasını teminen açılan ve işlemleri 3.8.1987 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan “Sosyal Sigortalar Kurumu ve Personel Yönetmeliği” hükümleri çerçevesinde yürütülen sınavın yazılı bölümü 6-7-8 Aralık 1996 tarihlerinde, mülakat kısmı ise 23-27 Aralık 1996 tarihlerinde yapılmıştır.

Yapılan sınava ilişkin işlemler ile yazılı ve mülakata ait değerlendirmeler, yukarıda sözü edilen Personel Yönetmeliği gereğince Sosyal Sigortalar Kurumu bünyesinde oluşturulan sınav komisyonunca usulüne uygun olarak ve objektif ölçülerle gerçekleştirilmiştir.

Bilgilerinize arz ederim.

Necati Çelik

Bakan

10. - Artvin Milletvekili Süleyman Hatinoğlu'nun, kumarhanelere ilişkin sorusu ve Turizm Bakanı Bahattin Yücel'in yazılı cevabı (7/1768)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sayın Turizm Bakanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılması hususunda delaletlerinizi arz ederim.

Süleyman Hatinoğlu

Artvin

Türkiye'de gündemi işgal eden kumarhanelerin belirli merkezlerde toplanacağı ifade edilmektedir.

İstanbul Silivri ve Kilyos'un merkez olarak tespit edilecek yerlerden olduğu duyumlarını almaktayım.

Bu nedenle sorularım :

1. a) Kilyos veya Silivri'de kumarhanelerin kurulacağı doğru mudur?

b) Doğru ise, kumarhanelerin kurulacağı arsalar hakkında bir araştırma yapılmış mıdır? Bu arsalar kimlere aittir?

2. Kumarhanelerde görevliler, yurtdışında ikamet edenler ve çifte pasaportlu vatandaşlarımız hariç, Türk vatandaşlarına her ne suretle olursa olsun kumarhanelere girişini yasaklamayı düşünüyor musunuz?

3. Bu konuyla ilgili Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vereceğimiz Kanun Teklifini destekler misiniz?

4. Daha önce Türk vatandaşlarının kumarhanelere girişi bir genelge ile yasaklanmıştı. Bununla birlikte kumarhaneleri Türk vatandaşlarına yasaklayan kanun çıktığı takdirde yalnızca turistlerin girebileceği kumarhenelerin halen bulundukları yerde faaliyetlerine devam etmeleri uygun olmaz mı?

T.C.

Turizm Bakanlığı

Hukuk Müşavirliği 13.1.1997

Sayı : B.167.HKM.0.00.00.00/48-998-7/1768

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı

Genel Sekreterliğine

İlgi : 24.12.1996 tarih ve 12843 sayılı yazınız,

İlgili yazınız ekinde Bakanlığıma cevaplandırılmak üzere, gönderilen Artvin Milletvekili Süleyman Hatinoğlu'na ait yazılı soru önergesi incelenmiştir.

1. Bakanlığımızda Silivri ve Kilyos'un Talih Oyunları alanlarının toplanacağı merkez olarak tespitine ilişkin herhangi bir çalışma yapılmamaktadır.

2. Halen açık bulunan Talih Oyunları Salonlarının kapatılması ve faaliyetlerine Bakanlığımızca izin verilmemesini sağlamak üzere 2634 sayılı Kanunun 19/b maddesinde değişiklik yapan bir tasarı hazırlanarak Başbakanlığı sevk edilmiştir.

Bilgilerinize arz ederim.

Bahattin Yücel

Turizm Bakanı

11. - Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş'in, Ankara Anakent ve Sakarya Belediyelerinde işten çıkarılan işçilere ilişkin sorusu ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Necati Çelik'in yazılı cevabı (7/1777)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından yazılı olarak yanıtlanmasını arz ederim.

Saygılarımla.

Yılmaz Ateş

Ankara

1. Ankara Anakent Belediyesinde, son 2,5 yılda 4 binin üzerinde işçi işten atıldı. Çok sayıda çalışanın da yasalara aykırı olarak yerleri değiştirildi. Bakanlığınız, bu konuda ne gibi işlemler yaptı?

2. Sakarya Belediyesi son 2,5 yılda 950 işçiyi işten attı. Bakanlığınız bu konuda ne gibi işlemler yaptı?

3. Ankara Anakent Belediyesine bağlı AŞTİ'de 7 aydır grev devam ediyor. Grevin sona ermesi için sendikacı bir Bakan olarak devreye girdiniz, sonuçlandıramadınız?

Sonuçlanmamasında uzlaşmaz tavır takınan, Belediye mi, işçi sendikası mıdır?

T.C.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı

Çalışma Genel Müdürlüğü 10.1.1997

Sayı : B.13.0.ÇGM.0.11.01-637-432-000846

Konu : Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığı'nın, 24.12.1996 tarih, A.01.0.GNS.0.10.00.02-4752/12961 sayılı yazısı.

İlgi yazı ekinde alınan Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş'in “Ankara Anakent ve Sakarya Belediyelerinde, işçilerin işten çıkarılmaları ve Anakent Belediyesine bağlı AŞTİ Genel Müdürlüğü'nde devam eden greve ilişkin Bakanlığımca ne gibi işlemler yapıldığı” konusundaki yazılı soru önergesi incelenmiş, ilgili bilgiler aşağıda sunulmuştur.

Bakanlığım İş Müfettişlerince, işçi-işveren ilişkilerinde çalışma barışının sağlanması, hak ve menfaatlerin gözetilmesi amacı ile Bakanlığımın uygulamakla yükümlü olduğu kanunlar çerçevesinde, basın dahil alınan duyumlar ve intikal eden tüm müracaatlar üzerine gerekli incelemeler derhal ve titizlikle yapılmakta, iş mevzuatına aykırı uygulamanın tespiti halinde de kanunlarda belirtilen müeyyideler uygulanmaktadır.

Ayrıca teftiş programları çerçevesinde işyerlerinin genel denetimleri de periyodik olarak yapılmaktadır.

Nitekim; Bakanlığıma intikal eden bireysel ve toplu işçi çıkışları ile ilgili şikayetleri de kapsayan tüm başvurularla ilgili olarak, herbiri için ayrı ayrı olmak üzere, Anakent Belediyesi ve Sakarya Belediyesi işyerlerinde bugüne kadar çok sayıda incelemeler yapılmış, incelemeler sonucu tespit edilen hususlar başvuru sahiplerine ve işverenliklere tebliğ olunmuştur. Ayrıca mevzuata aykırı uygulamaları tespit edilen işverenlik hakkında idari para cezası uygulanmıştır.

Ancak, iş mevzuatımızda 2821 sayılı Sendikalar Kanunu'nun 30 uncu maddesi gereğince işyeri sendika temsilcilerinin işe iade edilebilmeleri hükmü dışında, işten çıkarılan işçilerin işe iadesini düzenleyen herhangi bir hüküm yer almadığından, iş akitleri feshedilen işçilerin işe iadesi konusunda idari bir işlem yapılamamıştır.

Diğer yandan; çalışma hayatında takip edilen uygulamalar sonucu tespit edilen eksiklik ve aksaklıklarnı giderilmesi için halen uygulanmakta olan iş mevzuatına ilişkin kanunlarda gerekli değişiklik çalışmaları da Bakanlığımca teşekkül ettirilen komisyonlarca sürdürülmektedir.

Bu kapsamda; işçilere ve sendika yöneticilerine iş güvencesi sağlamayı amaçlayan, daha önce Başbakanlıkça TBMM'ne sunulan, ancak yeni yasama döneminin başlaması ile birlikte hükümsüz kaldığından 28.3.1996 tarihinde Bakanlığıma iade edilen “1475 sayılı İş Kanunu ile 2821 sayılı Sendikalar Kanunu'nun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine İlişkin Kanun Tasarısı (İş Güvencesi)” ile ilgili değerlendirme çalışmaları da sürdürülmektedir.

Söz konusu Tasarı'nın kanunlaşmasından sonra, işten çıkarmalar ile ilgili karşılaşılan sorunların büyük ölçüde giderilebileceği düşünülmektedir.

Diğer yandan; TÜMTİS Sendikası ile AŞTİ “Ankara Şehirlerarası Terminal İşletmesi” Genel Müdürlüğü arasında sürdürülen toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde anlaşma sağlanamadığı için 31.5.1996 günü saat 11.00'den itibaren Söğütözü mevkii, Konya yolu üzerinde bulunan AŞTİ Genel Müdürlüğü'nde başlatılan grev uygulaması devam etmektedir.

TÜMTİS Sendikası ile AŞTİ Genel Müdürlüğü'nün, işyerinde uygulanmakta olan grev ile ilgili olarak yapmış oldukları müracaatlar üzerine, biri 5.6.1996 tarihinde, diğeri 9.12.1996 tarihinde olmak üzere, mahallinde, Bakanlığım İş Müfettişlerince iki defa inceleme yapılmıştır.

İncelemeler sırasında, greve katılan 65 işçiden 24'ünün sendika üyeliğinden istifa ederek çalışmak istediklerini işverene bildirmeleri ve taleplerinin işverence kabul edilmesi sonucu 9.12.1996 tarihinde işe başlatıldıkları tespit edilmiştir.

İncelemeler sonucunda tespit olunan hususlar taraflara tebliğ olunmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

Necati Çelik

Çalışma ve Sos. Güv. Bakanı

12. - Adıyaman Milletvekili Celal Topkan'ın, Şanlıurfa-Hilvan Kaymakamının konutuna silahlı saldırıda bulunulduğu iddiasına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Meral Akşener'in yazılı cevabı (7/1778)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sayın İçişleri Bakanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Saygılarımla. Celal Topkan

Adıyaman

1. Şanlıurfa İli Hilvan Kazasına bağlı Kepirhisar Köyü'nde 8.9.1996 tarihinde yapılmakta olan sünnet düğününde Belediye Başkanı Mustafa Bayık, Jandarma Bölük Komutanı Üsteğmen Şadi Uçakcan ve Askerlik Şubesi Başkanı Üsteğmen Mehmet Çalışkan'ın katıldığı ve gece geç saatlere kadar silah sıkılarak eğlenildiği doğru mudur?

2. Gece geç saatlere kadar devam eden silah sıkmanın yasak olduğunu gerekli önlemin alınması ve işlemin yapılması için Bölük Komutanlığı'nı arayan Hilvan Kaymakamı H. İbrahim Akpınar'a bölük komutanının da Kepirhisar Köyü'nde olduğu söylendiğinde kaymakamın kendisinin mülki amir olarak gerekli önlemin alınmasını istemesi sonrasında Kepirhisar Köyü'nden Hilvan'a biri Toros, diğeri Tempra marka iki araçla Jandarma Bölük Komutanlığı'na gelindiği, Kaymakamlık ikametgâhına 50 metre mesafede olan bölükten çıkan Toros marka arabadan G-3 marka silah ile Kaymakamlık ikametgâhına 12 el ateş edildiği doğru mudur?

3. Daha sonra yapılan incelemede MKE yapımı G-3 'e ait boş kovanların ve mermi çekirdeklerinin bulunduğu aynı şekilde doğru mudur?

4. Olaya karışanlardan Belediye Başkanı'nın damadı olan Bilal Bayık, kendisine ait Tempra marka araçla Jandarma Komutanı Şadi Uçakcan'la beraber Şanlıurfa istikametine kaçarken polis tarafından yakalandığı, Bilal Bayık tutuklanırken Jandarma Komutanı Şadi Uçakcan hakkında herhangi bir işlem yapılmadığı doğru mudur?

5. Gıyabi tutuklu olarak aranmakta olan Mehmet Baysal adlı şahsın da Jandarma Komutanları ile beraber olduğu, silahı kullanan kişinin bu şahıs olduğu doğru mudur?

6. Olayın sanıklarından Belediye Başkanı'nın damadı Bilal Bayık, Mustafa Mastar ve Necmi Bayık'ın tutuklanmış olup, Ağır Ceza'da yargılanmakta olmasına karşın olaya azmettirmede etkin olduğu söylenen Belediye Başkanı ve komutanlar hakkında herhangi bir işlem yapılmış mıdır?

7. Hilvan Kazası'nda kaymakamının can güvenliğini sağlayamayan, kaymakamına yapılan saldırıyı gerçekleştiren kişi ve kişiler hakkında gerekli işlemi yapamayan güvenlik güçlerinin bölgede ve ilçede yaşayan insanların can güvenliğini sağlaması ve ilçe halkına güven vermesi mümkün müdür?

T.C.

İçişleri Bakanlığı

Jandarma Genel Komutanlığı 9.1.1997

HRK : 7500-15-97/ASYŞ.Ş.ŞİK.(6766)

Konu : Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

(Genel Sekreterliğine)

İlgi : TBMM Başkanlığının 24.12.1996 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-4754/12962 (7/1778-4680/12962) sayılı yazısı.

1. Adıyaman Milletvekili Celal Topkan'ın verdiği ve ilgi İçişleri Bakanlığınca cevaplandırılması istenilen soru önergesi hakkında gerekli incelemeler yapılarak, tespit edilen hususlar müteakip maddelere çıkarılmıştır.

2. Soru : “Şanlıurfa İli, Hilvan Kazasına bağlı Kepirhisar Köyünde 8.9.1996 tarihinde yapılmakta olan sünnet düğününde Belediye Başkanı Mustafa Bayık, Jandarma Bölük Komutanı Üstteğmen Şadi Uçakcan ve Askerlik Şubesi Başkanı Üsteğmen Mehmet Çalışkan'ın katıldığı ve gece geç saatlere kadar silah sıkılarak eğlendiği doğru mudur?”

Cevap : Anılan köyde 8.9.1996 tarihinde, İlçe Jandarma Komutanı J.Ütğm. Şadi Uçakcan ve Hilvan Askerlik Şube Başkanı Kd.Ütğm. Mehmet Çalışkan halkla kaynaşmak ve iyi ilişkiler kurmak düşüncesiyle sünnet düğününe katılmışlardır. Düğün esnasında geç saatlere kadar silah atıldığı iddiası doğru değildir. Bölgenin örf ve adetleri gereği düğünde silah atılmaya başlanması üzerine, İlçe Jandarma Komutanı anında müdahale ederek silah atılma olayını durdurmuştur.

3. Soru : “Gece geç saatlere kadar devam eden silah sıkmanın yasak olduğunu, gerekli önemin alınması ve işlemin yapılması için Bölük Komutanlığını arayan Hilvan Kaymakamı H. İbrahim Akpınar'a bölük komutanının da Kepirhisar Köyünde olduğu söylendiğinde kaymakamın kendisinin mülki amir olarak gerekil önlemin alınmasını istemesi sonrasında Kepirhisar Köyünden Hilvan'a biri Toros, diğeri Tempra marka iki araçla Jandarma Bölük Komutanlığına gelindiği, Kaymakamlık ikametgâhına 50 m. mesafede olan bölükten çıkan Toros marka arabadan G-3 marka silah ile Kaymakamlık ikametgâhına (12) el ateş edildiği doğru mudur?

Cevap : Kepirhisar Köyü Hilvan İlçe Merkezine çok yakındır. Silah seslerinin duyulması ve İlçe kaymakamının silah atılmasını kesmeleri ile ilgili istemi ve İlçe Jandarma Komutanının silah atılmasını men etmesi aynı zaman dilimi içinde çok kısa bir sürede gerçekleşmiştir. İlçe Jandarma Komutanı 8.9.1996 gecesi Tempra marka otomobil ile sünnet düğününden dönüp, lojmanında istirahate çekilmiştir. Aynı gece saat 02:00 sıralarında kaymakamlık lojmanına bir kaç el uzun namlulu silah ile ateş edildiği haberinin alınması üzerine, İlçe Jandarma Komutanı ile birlikte Emniyet Amirliği olaya el koyarak suçluları Hilvan C. Başsavcılığına mevcutlu olarak teslim etmiştir.

4. Soru : “Daha sonra yapılan incelemede MKE yapımı G-3'e ait boş kovanların ve mermi çekirdeklerinin bulunduğu aynı şekilde doğru mudur?”

Cevap : Emniyet Amirliğince olay yerinde yapılan incelemede, olay yerinde G-3 Piyade Tüfeğine ait (9) adet boş kovan bulunup Hilvan C. Başsavcılığına teslim edilmiştir. Boş kovanların düğüne davet edilen koruculara ait G-3 tüfeklerinden olabileceği değerlendirilmektedir.

5. Soru : “Olaya karışanlardan Belediye Başkanının damadı olan Bilal Bayık, kendisine ait Tempra marka araçla Jandarma Komutanı Şadi Uçakcan'la beraber Şanlıurfa istikametine kaçarken polis tarafından yakalandığı, Bilal Bayık tutuklanırken Jandarma Komutanı Şadi Uçakcan hakkında herhangi bir işlem yapılmadığı doğru mudur?”

Cevap : Olaya karışanlardan Bilal Bayık olay gecesi yakalanarak C. Başsavcılığına sevk edilmiştir. Bilal Bayık'ın yanında İlçe Jandarma Komutanı J.Ütğm. Şadi Uçakcan'ın bulunduğu iddiası doğru değildir.

6. Soru : “Gıyabi tutuklu olarak aranmakta olan Mehmet Baysal adlı şahsın da Jandarma Komutanları ile beraber olduğu, silahı kullanan kişinin bu şahıs olduğu doğru mudur?”

Cevap : 1996 yılı genel atamalarında göreve başlayan İlçe Jandarma Komutanı Gıyabi Tutuklu olarak aranmakta olan Mehmet Baysal'ı tanımamaktadır. Anılan şahıs İlçe Jandarma Komutanının yanında herhangi bir silah kullanmamıştır. İddia edilen husus Hilvan C. Başsavcılığınca da soruşturulmaktadır.

7. Soru : “Olayın sanıklarından Belediye Başkanının damadı Bilal Bayık, Mustafa Mastar ve Necmi Bayık'ın tutuklanmış olup, Ağır Ceza'da yargılanmakta olmasına karşın olaya azmettirmede etkin olduğu söylenen Belediye Başkanı ve komutanlar hakkında herhangi bir işlem yapılmış mıdır?”

Cevap : Olayın sanıkları Bilal Bayık, Mustafa Mastar ve Necmi Bayık suçlu görülerek Hilvan Asliye Ceza Mahkemesince tutuklanmışlardır. Olaya azmettirmede etkin olduğu iddia edilen J.Ütğm. Şadi Uçakcan ile Askerlik Şube Başkanı Kd.Ütğm. Mehmet Çalışkan'ın ise Siverek Ağır Ceza Mahkemesinde yargı işlemleri devam etmektedir. Ayrıca Diyarbakır Valiliğinin talimatı ile J.Ütğm. Şadi Uçakcan hakkında İl Jandarma Komutanlığınca, Kd.Ütğm. Mehmet Çalışkan hakkında ise Diyarbakır Askerlik Daire Başkanlığınca, Mustafa Bayık hakkında ise Diyarbakır Valiliğinin talebi üzerine, İçişleri Bakanlığınca soruşturma başlatılmıştır.

8. Soru : “Hilvan Kazasında kaymakamının can güvenliğini sağlayamayan, kaymakamına yapılan saldırıyı gerçekleştiren kişi ve kişiler hakkında gerekli işlemi yapamayan güvenlik güçlerinin bölgede ve ilçede yaşayan insanların can güvenliğini sağlaması ve ilçe halkına güven vermesi mümkün müdür?”

Cevap : Olayla ilişkisi olan ve olduğu iddia edilen şahıslar ilgili güvenlik güçlerince yakalanmış ve yargı makamlarına teslim edilmiştir.

Güvenlik güçlerimiz daima halkımızın can ve mal güvenliği ile devletimizin otorite ve itibarını sağlamaktadır.

Bilgilerine arz ederim.

Meral Akşener

İçişleri Bakanı

13. - Afyon Milletvekili Osman Hazer'in, Afyon'a bağlı bazı ilçelerin meteoroloji hizmet binası ihtiyacına ilişkin sorusu ve Devlet Bakanı Ahmet Cemil Tunç'un yazılı cevabı (7/1789)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımı Devlet Bakanı Sayın A. Cemil Tunç tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına saygı ile arzederim.

12.12.1996

Osman Hazer

Afyon

1. Afyon merkez, Emirdağ, Bolvadin, Dinar ilçelerimizin Meteoroloji hizmet binaları mevcut olup diğer 14 ilçemizin hizmet binasının olmadığı görülmektedir. 1997 yılında bahsedilen 14 ilçede hizmet binalarının açılması konusunda çalışmalarınız var mı?

T.C.

Devlet Bakanlığı 9.1.1997

Sayı : B.02.0.012/04.01-030

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığının 26.12.1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-4794/12994 sayılı yazınız.

Bakanlığımıza ilgi yazıyla intikal ettirilen, Afyon Milletvekili Osman Hazer'in 7/1789-4693 sayılı yazılı soru önergesine verilen cevap ekte gönderilmiştir.

Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.

Ahmet Cemil Tunç

Devlet Bakanı

Afyon Milletvekili Sn. Osman Hazer'in 7/1790-4694 Sayılı Yazılı

Soru Önergesine Verilen Cevaptır

Soru 1. Afyon merkez, Emirdağ, Bolvadin, Dinar İlçelerimizin Meteoroloji hizmet binaları mevcut olup, diğer 14 ilçemizin hizmet binasının olmadığı görülmektedir. 1997 yılında bahsedilen 14 ilçede hizmet binalarının açılması konusunda çalışmalarınız var mı?

Cevap 1. Bakanlığım bağlı kuruluşu Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü'nce; Afyon İlinde, merkez dahil Bolvadin, Dinar ve Emirdağ ilçelerinde Meteoroloji İstasyon Müdürlüğü hizmet binası, lojmanı ve rasat parkı mevcut olup, halen Büyük Klima İstasyonu olarak görev yapmaktadır.

Genel Müdürlüğün planları dahilinde Sandıklı İlçesinde Büyük Klima Meteoroloji İstasyonu kurulması planlanmakta olup, meteorolojik şartlara haiz Maliye Hazinesine ait arsa bulunduğu takdirde yatırım programına teklif edilecektir.

14. - Afyon Milletvekili Osman Hazer'in, Akdeğirmen ve Yavaşlar Barajı projelerine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Recai Kutan'ın yazılı cevabı (7/1798)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımı Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın M. Recai Kutan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına delaletlerinizi saygı ile arz ederim.

16.12.1996

Osman Hazer

Afyon

Afyon İli için çok önemli olan Akdeğirmen ve Yavaşlar Barajı bugüne kadar ihalesi yapılıyor, ayrılan ödenek az olduğu için hiç firma ihaleye çıkmıyor, dolayısı ile barajların inşaatına başlanamıyordu. 1997 yılı içinde her iki barajın inşaatına başlanabimesi için yeterli ödenek ayrılacak mı?

T.C.

Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı

Araştırma, Planlama ve Koordinasyon

Kurulu Başkanlığı 10.1.1997

Sayı : B.15.0.APK.0.23-300-46

Konu : Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığı'nın 26.12.1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-4793/13037 sayılı yazısı.

Afyon Milletvekili Sayın Osman Hazer'in tarafıma tevcih ettiği ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğü'nün 99 uncu maddesi gereğince cevaplandırılması istenen 7/1798 esas no. lu yazılı soru önergesi ile ilgili bilgiler hazırlanarak ekte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

M. Recai Kutan

Enerji ve Tabiî Kaynaklar

Bakanı

Afyon Milletvekili Sayın Osman Hazer'in

Yazılı Soru Önergesi ve Cevabı

(7/1798-4702)

Soru : Afyon İli için çok önemli olan Akdeğirmen ve Yavaşlar Barajı bugüne kadar ihalesi yapılıyor, ayrılan ödenek az olduğu için hiç firma ihaleye çıkmıyor, dolayısı ile barajların inşaatına başlanamıyordu. 1997 yılı içinde her iki barajın inşaatına başlanabilmesi için yeterli ödenek ayrılacak mı?

Cevap : Afyon-Gecek Projesi kapsamında; Afyon İli Akdeğirmen Köyünün 1,5 km batısında Akarçay Çayı üzerinde inşa edilecek olan Akdeğirmen Barajında depolanacak 50 milyon m3 su ile Gecek Ovasında 6 676 hektar, Sincanlı Ovasında 1 876 hektar olmak üzere toplam 8 552 hektarlık alanını sulanması hedef alınmıştır. 1993 yılında ihale edilen Akdeğirmen Barajı işi 94/6019 Sayılı Kararname'nin (10-3) maddesinin (c) fıkrasına istinaden tasfiye edilmiştir.

1994 yılında TBMM Plan-Bütçe Komisyonunda verilen önerge ile DSİ Genel Müdürlüğü'nün yatırım programına alınan Sandıklı-Yavaşlar Projesi kapsamında; Sandıklı İlçesi Yavaşlar Kasabası Gümü Deresi üzerinde yapılacak olan Yavaşlar Barajında depolanacak 27, 22 milyon m3 su ile Yavaşlar Ovasında 1 263 hektarlık alanın sulanması gerçekleştirilecektir.

DSİ Genel Müdürlüğü'nün 1996 Yılı Yatırım Programında yeralan Afyon-Gecek ve Sandıklı-Yavaşlar Projeleri; Başbakanlığın 1996/27 Sayılı Tasarruf Tedbirleri Genelgesi uyarınca, Devlet Planlama Teşkilatınca belirlenen uygulanmasına devam edilecek projeler arasında yeralmaması nedeniyle, 1996 yılında ihale edilememiştir.

1997 yılında; Afyon-Gecek Projesi için 500 milyon TL, Sandıklı-Yavaşlar Projesi için 500 milyon TL ödenek tahsis edilmiş olup; önümüzdeki yıllarda bütçe imkânları çerçevesinde ihaleleri gerçekleştirilecektir.

15. - İzmir Milletvekili Veli Aksoy'un, Sayıştay personelinin yurtdışı gezilerine ilişkin sorusu ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kalemli'nin yazılı cevabı (7/1860)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki soru önergemin tarafınızdan yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.

Veli Aksoy

İzmir

Denetim yönünden TBMM bağlı olan Sayıştayın, denetçi ve yöneticilerinden bir çok kişinin 1996 yılı içerisinde amaçsız ve gereksiz yere yurtdışına gittikleri söylentisi yaygın haldedir.

1. 1996 yılı içerisinde Sayıştay bünyesinde görev yapan kamu görevlilerinden kimler; hangi amaç ve gerekçeyle hangi ülkelere gitmişlerdir?

2. Eğer yurtdışına gitmişler ise gezi giderleri şahısların kendisi tarafından mı yoksa devlet veya bağlı kurumlarının bütçelerinden mi karşılanmıştır?

3. Devlet veya bağlı kurumun bütçelerinden karşılanmış ise ödenen yolluk ve harcırah miktarı ne kadardır?

4. Bu gezilere onay veren Sayıştayı denetlemekle görevli Meclis Denetçisi Kırıkkale Milletvekili Sayın Hacı Filiz katılmış mıdır?

5. TBMM denetçisi Kırıkkale Milletvekili Sayın Hacı Filiz bu geziye katılmış ise bu katılım hangi ilişkiler sonucu oluşmuştur?

6. Kırıkkale Milletvekili Sayın Hacı Filiz'in gittiği ülkenin Sayıştayını veya Sayıştay yerine geçen kurumunu denetleme yetkisi var mıdır? Yoksa gezinin amaç ve gerekçesi nedir?

T.C.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı

Genel Sekreterliği

Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı 13.1.1997

Sayı : A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1860-4587/12690

Sayın Veli Aksoy

İzmir Milletvekili

İlgi : 11.12.1996 tarihli yazılı soru önergeniz.

Sayıştay personelinin yurtdışı gezilerine ilişkin ilgi önergenizde yer alan sorular aşağıda cevaplandırılmıştır.

Bilgilerinizi rica ederim.

Saygılarımla.

Mustafa Kalemli

Türkiye Büyük Millet Meclisi

Başkanı

Cevap 1, 2, 3. 3677 sayılı “21.2.1967 Tarih ve 832 Sayılı Sayıştay Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine ve Bu Kanuna Bir Ek Madde Eklenmesine Dair Kanun”un 5 inci maddesinde, aynen, “Sayıştay meslek mensuplarının bilgi ve görgülerini artırmak ve meslekleriyle ilgili araştırma yapmak veya kurs ve öğrenim görmek amacıyla yabancı ülkelere iki yılı aşmamak üzere Sayıştay Başkanlığınca gönderilebilirler.” denilmek suretiyle Sayıştay meslek mensuplarının yabancı ülkelere gönderilmelerine cevap verilmiştir. Bu madde uyarınca Sayıştay Genel Kurulunca çıkarılan “Sayıştay Meslek Mensuplarının Yabancı Ülkelere Gönderilme Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik” ile de bu konu ayrıntılarıyla düzenlenmiş bulunmaktadır.

Bu Yönetmeliğin tanımlara ilişkin 3 üncü maddesinde “Meslek Mensubu” meyanında daire başkanı ve üyeler de sayılmış; 4 üncü maddesinde I inci grup, bilgi ve görgülerini artırmak, yabancı ülkelerin mali sistemleri ile Sayıştayları hakkında bilgi edinmek ve kurs veya seminerlere katılmak; II nci grup olarak da öğrenim görmek ve mesleki konularda araştırma yapmak olmak üzere iki tür gönderilme şekli kabul edilmiş; gönderilme şartlarına ilişkin 5 inci maddesinde, yabancı ülkelere I inci grupta belirtilen nedenlerle gönderilecek daire başkanı ve üyeler içi özel bir şart öngörülmediği gibi herhangi bir yaş sınırlaması da getirilmemiş; 7 nci maddesinde de bu tür göndermelerde gönderilenlerin Başkanlıkça tespit edileceği belirtilmiştir.

26.6.1996 tarih ve 4149 sayılı “832 Sayılı Sayıştay Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine ve Bu Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesine Dair Kanun”la Sayıştay, denetimine tabi kurum ve kuruluşların kaynakları ne ölçüde verimli, etkin ve tutumlu kullandıklarını incelemeye yönelik olarak performans denetimiyle yetkili kılınmıştır. Performans denetimi, yıllardan beri tartışılan, gerek literatürde gerekse denetimle ilgili çevrelerde bir ihtiyaç olarak kabul edilen, geçmiş yasama dönemlerinde pekçok milletvekili tarafından da ısrarla vurgulanan ve diğer ülke sayıştaylarının çok büyük bir kısmında yıllardır uygulanmakta olan bir denetim türüdür. İşte bu yeni ve çağdaş denetim tekniklerinin yerinde görülüp öğrenilebilmesi ve dönüşte tatbiki bakımından Sayıştay mensuplarının yurtdışına gönderilmesi daha bir önem ve ivedilik kazanmıştır.

Sayıştay'ın müstakbel gelişmeleri nazara alınarak mezkur mevzuat esaslarına göre diğer yüksek mahkeme üyelerinin gönderilmesine benzer şekilde onsekiz Sayıştay daire başkanı ve üyesi, Amerika Birleşik Devletleri Sayıştay'ı ile yüksek denetim ve yargı konularında uzmanlığı olan diğer kurumların katkılarıyla oluşturulan bir eğitim, araştırma ve inceleme programına katılmak üzere ABD'ye gönderilmiştir.

10 Kasım-8 Aralık 1996 tarihleri arasında 29 gün süreyle ABD'deki eğitim programına katılan Sayıştay daire başkanları; İ. Hakkı Kaya, Oktay Gökdeniz, Selahattin Fettahlıoğlu, A. İlhan Oğuz, Sayıştay üyeleri; Sezai Ekinci, Ertan Dalgıç, Cavit Özkahraman, M. Eren Şenocak, Cengiz Alpay, Mehmet Sarıtaş, Ahmet Mescioğlu, Ş. Tamer Gözde, İ. Mesut Yükseltürk, Ö. Faruk Doğan, Mehmet Damar, M. Hikmet Büyükbozkırlı, Günaydın Ersoy ve E. Hadi Erdem için yurtdışı geçici görev yolluğu ve uçak bilet ücretlerine karşılık olmak üzere avans olarak 9 201 600 000 lira ödeme yapılmıştır.

Bakanlık mensupları, programları da kendileri tarafından yapılmak suretiyle bir yıl süreyle yabancı ülkelere gönderilmekte olup; yukarıda anılan mevzuata göre daha uzun süreli gönderilmeleri mümkün iken 29 gün gönderilen Sayıştay mensuplarına çok yoğun bir program uygulanmıştır. Amerika Birleşik Devletlerindeki eğitim programı ekte sunulmuştur.

Cevap 4, 5, 6. Sayıştay Üyelerinin ABD'de devam eden eğitimlerine katılmak, izlemek ve sözkonusu ülkedeki denetimle ilgili usul ve esasları yerinde görmek üzere; TBMM Hesaplarını İnceleme Komisyonu Denetçi Üyesi Kırıkkale Milletvekili Sayın Hacı Filiz Başkanlık Makamının 1.11.1996 gün ve 175 sayılı onayı ile 18-28 Kasım tarihlerinde ABD'de görevlendirilmiştir.

İlgili ayrıca, sözkonusu seyahat ve çalışmalarını içeren ayrıntılı bir raporu da Başkanlığımıza sunmuştur.

19 Kasım 1996 Salı

- Özel Savcılık Dairesi

- Liyakat sistemi Koruma Kurulu

- Öğle Yemeği

- Birlik ve Verimlilik ile ilgili Başkanlık Konseyi

20 Kasım 1996 Çarşamba

- ABD Sayıştay'ı (Genel Muhasebe Ofisi) yapısı ve işleyişi

- Öğle Yemeği

- ABD Sayıştay'ını ziyaret

21 Kasım 1996 Perşembe

- ABD Sayıştay'ı Program Değerlendirme ve Metodoloji Bölümü

- ABD Sayıştay'ı Politik tespit ofisi

- Enformasyon Yönetimi

- Teknoloji Bölümü

- Öğle Yemeği

- Yönetim ve Bütçe Ofisi

- Federal Mali Yönetim Ofisi

22 Kasım 1996 Cuma

- Kongre Komiteler Sisteminin incelenmesi

- Kongre Kütüphanesini ziyaret

- Öğle Yemeği

- Seneto Hükümet İşleri Komitesi

- Kapitol'ü Ziyaret

23 Kasım 1996 Cumartesi

- Serbest gün

24 Kasım 1996 Pazar

- Serbest gün

25 Kasım Pazartesi

- Meclis Hükümet İşleri Komitesi

- Gözetim ve Soruşturma Alt Komitesi

-  Öğle Yemeği

- Senato Enerji ve Ticaret Komitesi

- Meclis Adalet Komitesi

26 Kasım 1996 Salı

- ABD Sayıştayı Savunma Programı Örnek olay incelemesi

- Pentagon Program Görevlisini ziyaret

- Öğle Yemeği

- Pentagon Genel Müfettişini Ziyaret

27 Kasım 1996 Çarşamba

- ABD Sayıştay'ı İç Program Örnek Olay İncelemesi

- Kongre İlgili Komitesinin Endüstri Temsilcisi

- Öğle Yemeği

- İç Program Görevlisi veya Genel Müfettişi

28 Kasım 1996 Perşembe

- Şükran Günü-Serbest gün

29 Kasım 1996 Cuma

- Washington'dan ayrılış-Tuscan'a hareket

29 Kasım 1996 Cuma

- Tuscan'a hareket

30 Kasım 1996 Cumartesi

- Serbest gün

1 Aralık 1996 Pazar

- Serbest gün

2 Aralık 1996 Pazartesi

- Otobüsle Phoenix'e gidiş

- Öğle Yemeği

- Phoenix'de Bölgesel Sayıştay'ı Ziyaret

3 Aralık 1996 Salı

- Genel Denetçi

- Öğle Yemeği

- Devlet Mali Yönetimi Performans değerlendirilmesi, Denetim ve Soruşturma Fonksiyonlarının İncelenmesi

4 Aralık 1996 Çarşamba

- Şehir Turu (New York)

7 Aralık 1996 Perşembe

- Phoenix'den Ayrılış-New York'a hareket

- New York'a varış

6 Aralık 1996 Cuma

- Şehir Turu (New York)

7 Aralık 1996 Cumartesi

- Serbest Gün

8 Aralık 1996 Pazar

- Türkiye'ye Hareket

Malatya Milletvekili Ayhan Fırat ve 38 Arkadaşının SSK Sınavında Usulsüzlük ve İltimas Yapılmasını Önleyecek Tedbirler Almadığı İddiasıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı

Necati Çelik Hakkında Bir Gensoru açılmasına verilen oyların sonucu :

Reddedilmiştir.

Üye Sayısı : 549

Kullanılan Oy : 465

Kabul Edenler : 215

Reddedenler : 247

Çekimserler : -

Mükerrer Oylar : 3

Geçersiz Oylar : -

Oya Katılmayanlar : 87

Açık Üyelik : 1

(Kabul Edenler)

ADANA

Uğur Aksöz

İbrahim Yavuz Bildik

Mehmet Büyükyılmaz

Erol Çevikçe

Tuncay Karaytuğ

Mustafa Küpeli

Arif Sezer

ADIYAMAN

Mahmut Bozkurt

Celal Topkan

AFYON

H. İbrahim Özsoy

AĞRI

Yaşar Eryılmaz

AKSARAY

Sadi Somuncuoğlu

AMASYA

Aslan Ali Hatipoğlu

Haydar Oymak

ANKARA

Nejat Arseven

Yılmaz Ateş

Gökhan Çapoğlu

Ali Dinçer

Eşref Erdem

Halis Uluç Gürkan

İrfan Köksalan

M. Seyfi Oktay

Önder Sav

İlker Tuncay

Aydın Tümen

Hikmet Uluğbay

ANTALYA

Deniz Baykal

Emre Gönensay

İbrahim Gürdal

Bekir Kumbul

Sami Küçükbaşkan

Yusuf Öztop

Metin Şahin

ARDAHAN

İsmet Atalay

ARTVİN

Metin Arifağaoğlu

Süleyman Hatinoğlu

AYDIN

Cengiz Altınkaya

M. Fatih Atay

İsmet Sezgin

Yüksel Yalova

BALIKESİR

Safa Giray

Tamer Kamber

Mustafa Güven Karahan

İ. Önder Kırlı

Hüsnü Sıvalıoğlu

BARTIN

Zeki Çakan

Cafer Tufan Yazıcıoğlu

BATMAN

Ataullah Hamidi

BAYBURT

Ülkü Güney

BİTLİS

Edip Safder Gaydalı

BOLU

Avni Akyol

Abbas İnceayan

Mustafa Karslıoğlu

BURDUR

Yusuf Ekinci

Kazım Üstüner

BURSA

Yüksel Aksu

İlhan Kesici

Hayati Korkmaz

Feridun Pehlivan

Yahya Şimşek

ÇANAKKALE

Hikmet Aydın

Mustafa Cumhur Ersümer

Ahmet Küçük

ÇANKIRI

Mete Bülgün

ÇORUM

Ali Haydar Şahin

DENİZLİ

Hilmi Develi

Adnan Keskin

Hasan Korkmazcan

EDİRNE

Mustafa İlimen

ERZİNCAN

Mustafa Kul

Mustafa Yıldız

ESKİŞEHİR

Necati Albay

Mustafa Balcılar

İbrahim Yaşar Dedelek

Mahmut Erdir

GAZİANTEP

Hikmet Çetin

Ali Ilıksoy

Mustafa R. Taşar

Ünal Yaşar

Mustafa Yılmaz

GİRESUN

Burhan Kara

Rasim Zaimoğlu

GÜMÜŞHANE

Mahmut Oltan Sungurlu

HAKKÂRİ

Naim Geylani

HATAY

Fuat Çay

Ali Günay

Nihat Matkap

Levent Mıstıkoğlu

Atilla Sav

IĞDIR

Adil Aşırım

ISPARTA

Erkan Mumcu

İÇEL

Oya Araslı

Halil Cin

Ali Er

Abdülbaki Gökçel

D. Fikri Sağlar

Mustafa İstemihan Talay

Rüştü Kazım Yücelen

İSTANBUL

Bülent Akarcalı

Ziya Aktaş

Ahat Andican

Refik Aras

Nami Çağan

Halit Dumankaya

Bülent Ecevit

Algan Hacaloğlu

Ercan Karakaş

Yılmaz Karakoyunlu

M. Cavit Kavak

Ahmet Güryüz Ketenci

Osman Kılıç

Mehmet Tahir Köse

Emin Kul

Necdet Menzir

Mehmet Moğultay

Yusuf Namoğlu

Altan Öymen

H. Hüsamettin Özkan

Yusuf Pamuk

Mehmet Cevdet Selvi

Mehmet Sevigen

Ahmet Tan

Bülent Tanla

Zekeriya Temizel

Erdoğan Toprak

Ali Topuz

Şadan Tuzcu

İZMİR

Veli Aksoy

Ali Rıza Bodur

Işın Çelebi

İ. Kaya Erdem

Şükrü Sina Gürel

Aydın Güven Gürkan

Birgen Keleş

Atilla Mutman

Metin Öney

Ahmet Piriştina

Rüşdü Saraçoglu

Rıfat Serdaroğlu

Zerrin Yeniceli

KAHRAMANMARAŞ

Ali Doğan

Ali Şahin

KARABÜK

Erol Karan

KARAMAN

Fikret Ünlü

KARS

Y. Selahattin Beyribey

Çetin Bilgir

KASTAMONU

Murat Başesgioğlu

Hadi Dilekçi

KAYSERİ

İbrahim Yılmaz

KIRKLARELİ

İrfan Gürpınar

Cemal Özbilen

KOCAELİ

Bülent Atasayan

Halil Çalık

Onur Kumbaracıbaşı

Hayrettin Uzun

Bekir Yurdagül

KONYA

Ahmet Alkan

Abdullah Turan Bilge

Nezir Büyükcengiz

Mehmet Keçeciler

KÜTAHYA

Emin Karaa

MALATYA

Miraç Akdoğan

Ayhan Fırat

MANİSA

Abdullah Akarsu

Tevfik Diker

Hasan Gülay

Sümer Oral

Ekrem Pakdemirli

Cihan Yazar

Erdoğan Yetenç

MARDİN

Süleyman Çelebi

Ömer Ertaş

MUĞLA

Zeki Çakıroğlu

Fikret Uzunhasan

NEVŞEHİR

Abdülkadir Baş

NİĞDE

Akın Gönen

ORDU

İhsan Çabuk

Mustafa Bahri Kibar

Müjdat Koç

Nabi Poyraz

Refaiddin Şahin

Şükrü Yürür

RİZE

Avni Kabaoğlu

Ahmet Kabil

Ahmet Mesut Yılmaz

SAKARYA

Teoman Akgür

Ahmet Neidim

Ersin Taranoğlu

SAMSUN

Cemal Alişan

Ayhan Gürel

Yalçın Gürtan

Murat Karayalçın

Biltekin Özdemir

Adem Yıldız

SİİRT

Nizamettin Sevgili

SİNOP

Metin Bostancıoğlu

Yaşar Topçu

SIVAS

Mahmut Işık

ŞIRNAK

Mehmet Salih Yıldırım

TEKİRDAĞ

Fevzi Aytekin

Bayram Fırat Dayanıklı

Enis Sülün

TOKAT

Metin Gürdere

Şahin Ulusoy

TRABZON

Eyüp Aşık

Ali Kemal Başaran

İbrahim Çebi

Hikmet Sami Türk

TUNCELİ

Orhan Veli Yıldırım

UŞAK

Yıldırım Aktürk

Mehmet Yaşar Ünal

VAN

Şerif Bedirhanoğlu

YALOVA

Yaşar Okuyan

ZONGULDAK

Tahsin Boray Baycık

Hasan Gemici

(Reddedenler)

ADANA

Cevdet Akçalı

Yakup Budak

Sıtkı Cengil

İ. Cevher Cevheri

M. Halit Dağlı

Veli Andaç Durak

İbrahim Ertan Yülek

ADIYAMAN

Mahmut Nedim Bilgiç

Ahmet Çelik

Ahmet Doğan

AFYON

Sait Açba

İsmet Attila

Osman Hazer

Yaman Törüner

AĞRI

M. Sıddık Altay

Cemil Erhan

Celal Esin

M. Ziyattin Tokar

AKSARAY

Mehmet Altınsoy

Nevzat Köse

Murtaza Özkanlı

AMASYA

Ahmet İyimaya

Cemalettin Lafcı

ANKARA

İlhan Aküzüm

Saffet Arıkan Bedük

Ahmet Bilge

Hasan Hüseyin Ceylan

Ömer Ekinci

Mehmet Gölhan

Şaban Karataş

Ahmet Tekdal

Rıza Ulucak

Ersönmez Yarbay

ANTALYA

Osman Berberoğlu

Arif Ahmet Denizolgun

Hayri Doğan

ARDAHAN

Saffet Kaya

ARTVİN

Hasan Ekinci

AYDIN

Ali Rıza Gönül

Nahit Menteşe

Muhammet Polat

BALIKESİR

Abdülbaki Ataç

Ahmet Bilgiç

İsmail Özgün

İlyas Yılmazyıldız

BATMAN

Faris Özdemir

BAYBURT

Suat Pamukçu

BİLECİK

Bahattin Şeker

BİNGÖL

Kazım Ataoğlu

Hüsamettin Korkutata

Mahmut Sönmez

BİTLİS

Abdulhaluk Mutlu

BOLU

Feti Görür

Necmi Hoşver

Mustafa Yünlüoğlu

BURDUR

Mustafa Çiloğlu

BURSA

Abdülkadir Cenkçiler

Mehmet Altan Karapaşaoğlu

Cemal Külahlı

Ali Osman Sönmez

Turhan Tayan

Ertuğrul Yalçınbayır

ÇANAKKALE

Nevfel Şahin

ÇANKIRI

İsmail Coşar

ÇORUM

Bekir Aksoy

Mehmet Aykaç

Zülfikar Gazi

Yasin Hatiboğlu

DENİZLİ

M. Kemal Aykurt

Mehmet Gözlükaya

Ramazan Yenidede

DİYARBAKIR

Abdülkadir Aksu

Ferit Bora

M. Salim Ensarioğlu

Sacit Günbey

Seyyit Haşim Haşimi

Ömer Vehbi Hatipoğlu

Yakup Hatipoğlu

EDİRNE

Ümran Akkan

Evren Bulut

ELAZIĞ

Ömer Naimi Barım

Hasan Belhan

Ahmet Cemil Tunç

ERZİNCAN

Tevhit Karakaya

Naci Terzi

ERZURUM

Lütfü Esengün

Abdulilah Fırat

İsmail Köse

Ömer Özyılmaz

Aslan Polat

Şinasi Yavuz

ESKİŞEHİR

Demir Berberoğlu

Hanifi Demirkol

GAZİANTEP

Nurettin Aktaş

Kahraman Emmioğlu

Mehmet Bedri İncetahtacı

GİRESUN

Turhan Alçelik

GÜMÜŞHANE

Lütfi Doğan

HAKKÂRİ

Mustafa Zeydan

HATAY

Abdulkadir Akgöl

Süleyman Metin Kalkan

Mehmet Sılay

IĞDIR

Şamil Ayrım

ISPARTA

Ömer Bilgin

Mustafa Köylü

Halil Yıldız

İÇEL

Fevzi Arıcı

Mehmet Emin Aydınbaş

Saffet Benli

Turhan Güven

Ayfer Yılmaz

İSTANBUL

Meral Akşener

Yıldırım Aktuna

Tayyar Altıkulaç

Azmi Ateş

Mustafa Baş

Mukadder Başeğmez

Tansu Çiller

Gürcan Dağdaş

Süleyman Arif Emre

Ekrem Erdem

Mehmet Fuat Fırat

İsmail Kahraman

Hüseyin Kansu

Hayri Kozakçıoğlu

Göksal Küçükali

Ali Oğuz

Mehmet Ali Şahin

Osman Yumakoğulları

Bahattin Yücel

Bahri Zengin

Namık Kemal Zeybek

İZMİR

Hasan Denizkurdu

Işılay Saygın

Ufuk Söylemez

Sabri Tekir

İsmail Yılmaz

KAHRAMANMARAŞ

Hasan Dikici

Avni Doğan

Ahmet Dökülmez

Mustafa Kamalak

Mehmet Sağlam

KARABÜK

Hayrettin Dilekcan

KARAMAN

Abdullah Özbey

Zeki Ünal

KARS

Sabri Güner

Zeki Karabayır

KASTAMONU

Fethi Acar

Nurhan Tekinel

Haluk Yıldız

KAYSERİ

Memduh Büyükkılıç

Osman Çilsal

Abdullah Gül

Nurettin Kaldırımcı

Salih Kapusuz

KIRIKKALE

Kemal Albayrak

Hacı Filiz

Mikail Korkmaz

KIRKLARELİ

A. Sezal Özbek

KIRŞEHİR

Ömer Demir

Cafer Güneş

KİLİS

Mustafa Kemal Ateş

KOCAELİ

Necati Çelik

İsmail Kalkandelen

Şevket Kazan

Osman Pepe

KONYA

Hüseyin Arı

Veysel Candan

Remzi Çetin

Necmettin Erbakan

Abdullah Gencer

Ali Günaydın

Teoman Rıza Güneri

Hasan Hüseyin Öz

Mustafa Ünaldı

Lütfi Yalman

Mehmet Ali Yavuz

KÜTAHYA

Ahmet Derin

İsmail Karakuyu

Mehmet Korkmaz

Metin Perli

MALATYA

Oğuzhan Asiltürk

Yaşar Canbay

Fikret Karabekmez

M. Recai Kutan

MANİSA

Rıza Akçalı

Bülent Arınç

Yahya Uslu

MARDİN

Fehim Adak

Muzaffer Arıkan

Mahmut Duyan

Hüseyin Yıldız

MUĞLA

İrfettin Akar

Enis Yalım Erez

MUŞ

Necmettin Dede

Nedim İlci

Erkan Kemaloğlu

Sabahattin Yıldız

NEVŞEHİR

Mehmet Elkatmış

Esat Kıratlıoğlu

NİĞDE

Doğan Baran

Mehmet Salih Katırcıoğlu

Ergun Özkan

ORDU

Hüseyin Olgun Akın

Mustafa Hasan Öz

RİZE

Şevki Yılmaz

SAKARYA

Nezir Aydın

Cevat Ayhan

Nevzat Ercan

Ertuğrul Eryılmaz

SAMSUN

Ahmet Demircan

Latif Öztek

Musa Uzunkaya

SİİRT

Ahmet Nurettin Aydın

Mehmet Emin Aydın

SİNOP

Kadir Bozkurt

SIVAS

Musa Demirci

Tahsin Irmak

Temel Karamollaoğlu

Abdüllatif Şener

ŞANLIURFA

Necmettin Cevheri

Zülfükar İzol

Ahmet Karavar

Abdülkadir Öncel

M. Fevzi Şıhanlıoğlu

ŞIRNAK

Mehmet Tatar

TEKİRDAĞ

Nihan İlgün

TOKAT

Abdullah Arslan

Ali Şevki Erek

Ahmet Fevzi İnceöz

Bekir Sobacı

TRABZON

Yusuf Bahadır

Kemalettin Göktaş

Şeref Malkoç

İsmail İlhan Sungur

UŞAK

Hasan Karakaya

VAN

Maliki Ejder Arvas

Mustafa Bayram

Fethullah Erbaş

Şaban Şevli

Mahmut Yılbaş

YALOVA

Cevdet Aydın

YOZGAT

İlyas Arslan

Kazım Arslan

Abdullah Örnek

ZONGULDAK

Necmettin Aydın

Ömer Barutçu

(Mükerrer Oylar)

GİRESUN

Burhan Kara (Kabul)

KASTAMONU

Hadi Dilekçi (Kabul)

ORDU

Nabi Poyraz (Kabul)

(Oya Katılmayanlar)

ADANA

İmren Aykut

M. Ali Bilici

Orhan Kavuncu

AFYON

Kubilay Uygun

Nuri Yabuz

ANKARA

Cemil Çiçek

Mehmet Ekici

Ünal Erkan

Agah Oktay Güner

Mehmet Sağdıç

Yücel Seçkiner (İ.A.)

AYDIN

Sema Pişkinsüt

BARTIN

Köksal Toptan

BATMAN

Alaattin Sever Aydın

Musa Okçu

BİLECİK

Şerif Çim

BİTLİS

Zeki Ergezen (K. Üye)

Kâmran İnan

BURSA

Ali Rahmi Beyreli

Cavit Çağlar

İbrahim Yazıcı

ÇANAKKALE

A. Hamdi Üçpınarlar

ÇANKIRI

Ahmet Uyanık

ÇORUM

Hasan Çağlayan

DENİZLİ

Haluk Müftüler

DİYARBAKIR

Muzaffer Arslan

Sebgetullah Seydaoğlu

Salih Sümer

EDİRNE

Erdal Kesebir

ELAZIĞ

Mehmet Ağar

Cihan Paçacı

ERZURUM

Zeki Ertugay

Necati Güllülü

GAZİANTEP

Mehmet Batallı

GİRESUN

Yavuz Köymen

Ergun Özdemi

HATAY

Ali Uyar

Hüseyin Yayla

ISPARTA

A. Aykon Doğan

İSTANBUL

Sedat Aloğlu

Mehmet Aydın

Ali Coşkun

H. Hüsnü Doğan

Hasan Tekin Enerem

Metin Işık

Cefi Jozef Kamhi

Aydın Menderes

Korkut Özal

Ali Talip Özdemir

Güneş Taner

İZMİR

Turhan Arınç

Sabri Ergül

Gencay Gürün

Mehmet Köstepen

Süha Tanık

Hakan Tartan

KAHRAMANMARAŞ

Esat Bütün

KARABÜK

Şinasi Altıner

KAYSERi

İsmail Cem

Ayvaz Gökdemir

Recep Kırış

KIRIKKALE

Recep Mızrak

KIRKLARELİ

Necdet Tekin

KİLİS

Doğan Güreş

KONYA

Necati Çetinkaya

KÜTAHYA

Mustafa Kalemli (Bşk.)

MALATYA

Metin Emiroğlu

MANİSA

Ayseli Göksoy

MUĞLA

Lale Aytaman

Mustafa Dedeoğlu

SAMSUN

İrfan Demiralp

Nafiz Kurt (B.)

SIVAS

Nevzat Yanmaz

Muhsin Yazıcıoğlu

ŞANLIURFA

Sedat Edip Bucak

İbrahim Halil Çelik (İ. A.)

Seyit Eyyüpoğlu

Eyyüp Cenap Gülpınar

ŞIRNAK

Bayar Ökten

TEKİRDAĞ

Hasan Peker

TOKAT

Hanefi Çelik

TUNCELİ

Kamer Genç (Bşk. V.)

YOZGAT

Yusuf Bacanlı

Lütfullah Kayalar

İsmail Durak Ünlü

ZONGULDAK

Veysel Atasoy

Osman Mümtaz Soysal

(Açık Üyelik)

KIRŞEHİR : 1


TUTANAĞIN SONU

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.