Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

3. - Karayolları Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN - Karayolları Genel Müdürlüğü 1995 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamı okutuyorum :

Karayolları Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

A - CETVELİ

Akreditif, Taahhüt

Art. ve Dış Proje

Genel Ödenek Toplam İptal Edilen Ödenek Dışı Ertesi Yıla Kred. Saklı Tut.

Toplamı Harcama Ödenek Harcama Devreden Ödenek Ödenek

TOPLAM 40 125 105 165 000 37 630 899 492 000 2 155 743 541 000 6 231 570 000 344 693 702 000 8 170 278 000

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum :

B - CETVELİ

Tahmin Tahsilat

Lira Lira

TOPLAM 27 735 900 000 000 36 143 475 469 000

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Karayolları Genel Müdürlüğü 1995 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir.

Böylece, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ve Karayolları Genel Müdürlüğü 1997 malî yılı bütçeleri ile 1994 ve 1995 malî yılları kesinhesapları kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.

Programdaki bütçeleri görüşme için, 14 Aralık 1996 Cumartesi günü saat 10.00'da toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma saati: 22.32

Türkiye Büyük Millet Meclisi

GÜNDEMİ

32 NCİ BİRLEŞİM

13 . 12 . 1996 CUMA

Saat : 10.00

1

BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

2

ÖZEL GÜNDEMDE YER ALACAK İŞLER

X 1. - 1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/518) (S. Sayısı : 134) (Dağıtma tarihi : 6.12.1996)

X 2. - 1994 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1994 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/282, 3/414) (S. Sayısı : 103) (Dağıtma tarihi : 6.12.1996)

X 3. - 1995 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1995 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/492, 3/516) (S. Sayısı : 151) (Dağıtma tarihi : 6.12.1996)

X 4. - Katma Bütçeli İdareler 1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/519) (S. Sayısı : 135) (Dağıtma tarihi : 6.12.1996)

X 5. - 1994 Malî Yılı Katma Bütçeli İdarelerin Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1994 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/283, 3/415) (S. Sayısı : 102) (Dağıtma tarihi : 6.12.1996)

X 6. - 1995 Malî Yılı Katma Bütçeli İdarelerin Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1995 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/493, 3/517) (S. Sayısı : 150) (Dağıtma tarihi : 6.12.1996)

3

SEÇİM

4

OYLAMASI YAPILACAK İŞLER

5

MECLİS SORUŞTURMASI RAPORLARI

6

GENEL GÖRÜŞME VE MECLİS ARAŞTIRMASI

YAPILMASINA DAİR ÖNGÖRÜŞMELER

7

SÖZLÜ SORULAR

8

KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE

KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A)TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev'in davetlisi olarak Kazakistan'a gidecek olan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e, dönüşüne kadar, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kalemli'nin vekâlet edeceğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/607)

2. - Bartın Milletvekili Cafer Tufan Yazıcıoğlu'nun (6/358) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/116)

3. - Yozgat Milletvekili Kâzım Arslan'ın (6/366) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/117)

4. - Cenevre'de yapılan 83 üncü Uluslararası Çalışma Konferansında kabul edilen, Evde Çalışmaya İlişkin 177 sayılı Sözleşme ve 184 sayılı Tavsiye Kararıyla ilgili olarak, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından, bütçe müzakereleri sırasında, Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi sunulacağına ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/608)

B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1. - Bitlis Milletvekili Kâmranİnan ve 21 arkadaşının, yasama dokunulmazlığı konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/9)

IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. - 1997 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1994 ve 1995 Malî Yılları Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/518; 1/519; 1/282, 3/414; 1/283, 3/415; 1/492, 3/516; 1/493, 3/517) (S. Sayıları : 134, 135, 103, 102, 151, 150)

A) İÇİŞLERİ BAKANLIĞI

1. - İçişleri Bakanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - İçişleri Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - İçişleri Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

a) Emniyet Genel Müdürlüğü

1. - Emniyet Genel Müdürlüğü 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Emniyet Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Emniyet Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

b) Jandarma Genel Komutanlığı

1. - Jandarma Genel Komutanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Jandarma Genel Komutanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Jandarma Genel Komutanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

c) Sahil Güvenlik Komutanlığı

1. - Sahil Güvenlik Komutanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Sahil GüvenlikKomutanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Sahil GüvenlikKomutanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

B) ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANLIĞI

1. - Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

a) Petrol İşleri Genel Müdürlüğü

1. - Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

b) Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü

1. - Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Devlet Su İşleri GenelMüdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

C) TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI

1. - Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

a) Tarım Reformu Genel Müdürlüğü

1. - Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Tarım Reformu GenelMüdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Tarım Reformu GenelMüdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

D) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI

1. - Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Çalışma ve SosyalGüvenlik Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Çalışma ve SosyalGüvenlik Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

V. - SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. - Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül'ün, Manisa Milletvekili Abdullah Akarsu'nun, partisine sataşması nedeniyle konuşması

I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 10.00'da açılarak üç oturum yaptı.

Birinci ve İkinci Oturum

1997 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1994 ve 1995 Malî Yılları Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının (1/518; 1/519; 1/282, 3/414; 1/283, 3/415; 1/492, 3/516; 1/493, 3/517) (S. Sayıları : 134, 135, 103, 102, 151, 150) görüşmelerine devam olunarak;

Millî Savunma Bakanlığı,

Turizm Bakanlığı,

1997 malî yılı bütçeleri ile 1994 ve 1995 malî yılları kesinhesapları kabul edildi.

Dışişleri Bakanlığı,

Bayındırlık ve İskân Bakanlığı,

Karayolları Genel Müdürlüğü,

1997 Malî Yılı bütçeleri ile 1994 ve 1995 Malî yılları kesinhesapları bir süre görüşüldü.

CHP İçel Milletvekili Oya Araslı, Gaziantep Milletvekili Mehmet Bedri İncetahtacı'nın, konuşmasında, Grubuna sataşması nedeniyle bir konuşma yaptı.

RPKayseri Milletvekili Salih Kapusuz, İçel Milletvekili Oya Araslı'nın, konuşmasında, Grubuna sataşması nedeniyle bir konuşma yaptı.

AydınMilletvekili Cengiz Altınkaya, Ankara Milletvekili Eşref Erdem'in, konuşmasında kendisine sataşması nedeniyle bir konuşma yaptı.

Saat 19.30'da toplanmak üzere birleşime 19.13'de ara verildi.

Kamer Genç

Başkanvekili

Zeki Ergezen Kâzım Üstüner

Bitlis Burdur

Kâtip Üye Kâtip Üye

Üçüncü Oturum

1997 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1994 ve 1995 Malî Yılları Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarılarının (1/518; 1/519; 1/282, 3/414; 1/283, 3/415; 1/492, 3/516; 1/493, 3/517) (S. Sayıları : 134, 135, 103, 102, 151, 150) görüşmelerine devam olunarak;

Dışişleri Bakanlığı

Bayındırlık ve İskân Bakanlığı

Karayolları Genel Müdürlüğü,

1997 malî yılları bütçeleri ile 1994 ve 1995 yılları kesinhesapları kabul edildi.

Programda yer alan kuruluşların bütçe ve kesinhesaplarını görüşmek için, 14 Aralık 1996 Cumartesi günü saat 10.00'da toplanmak üzere, birleşime 22.32'de son verildi.

Hasan Korkmazcan

Başkanvekili

Ahmet Dökülmez Ali Günaydın

Kahramanmaraş Konya

Kâtip Üye Kâtip Üye

II. - GELEN KÂĞITLAR

14 . 12 . 1996 CUMARTESİ

Sözlü Soru Önergesi

1. - Malatya Milletvekili Ayhan Fırat'ın, günlük bir gazetede yer alan beyanına ilişkin Başbakandan sözlü soru önergesi (6/389) (Başkanlığa geliş tarihi : 5.12.1996)

Yazılı Soru Önergeleri

1. - Denizli Milletvekili Hilmi Develi'nin, İçişleri Bakanı Meral Akşener ve bir yakınına ilişkin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/1761) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.12.1996)

2. - Denizli Milletvekili Hilmi Develi'nin, İçişleri Bakanı Meral Akşener ve bir yakınına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1762) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.12.1996)

Genel Görüşme Önergesi

1. - Bitlis Milletvekili Kâmran İnan ve 21 arkadaşının, yasama dokunulmazlığı konusunda Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 102 ve 103 üncü maddeleri uyarınca bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/9) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.12.1996)

Meclis Araştırması Önergesi

1. - Aydın Milletvekili Cengiz Altınkaya ve 21 arkadaşının, kamuda çalışan mimar ve mühendislerin çalışma koşullarının araştırılarak özlük haklarının iyileştirilmesi için alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla, Anayasanın 98 inci İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca bir Meclis Araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/136) (Başkanlığa geliş tarihi : 9.12.1996)

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 10.05

Tarih : 14 Aralık 1996 Cumartesi

BAŞKAN : Başkanvekili Yasin HATİBOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Kâzım ÜSTÜNER (Burdur), Ünal YAŞAR(Gaziantep)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 33 üncü Birleşimini açıyorum.

Çalışmaların, hayırlara vesile olmasını Cenabı Allah'tan niyaz ediyorum.

Sayın milletvekilleri, 1997 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanun Tasarıları ile 1994 ve 1995 Malî Yılları Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz; ancak, görüşmelere başlamadan önce, Başkanlığın Genel Kurula sunuşları vardır.

Cumhurbaşkanlığının bir tezkeresi vardır; okutuyorum:

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev'in davetlisi olarak Kazakistan'a gidecek olan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e, dönüşüne kadar, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kalemli'nin vekâlet edeceğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/607)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev'in davetlisi olarak, 15-17 Aralık 1996 tarihlerinde Kazakistan Cumhuriyetine resmî ziyarette bulunacağımdan, dönüşüme kadar Cumhurbaşkanlığına, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 106 ncı maddesi uyarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Doç.Dr. Mustafa Kalemli vekâlet edecektir.

Bilgilerinize sunarım.

Süleyman Demirel

Cumhurbaşkanı

BAŞKAN - Bilgilerinize sunulmuştur.

Sözlü soru önergelerinin geri alınmasına dair tezkereler vardır; okutuyorum:

2. - BartınMilletvekili Cafer Tufan Yazıcıoğlu'nun (6/358) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/116)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin 190 ıncı sırasında yer alan 6/358 esas numaralı sözlü soru önergeme yazılı cevap gelmiştir. Yazılı cevabı kabul ediyorum ve önergemi geri alıyorum.

Bilgilerinize arz olunur.

Cafer Tufan Yazıcıoğlu

Bartın

BAŞKAN - Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.

Diğer tezkereyi okutuyorum:

3. - Yozgat Milletvekili Kâzım Arslan'ın (6/366) esas numaralı sözlü sorusunu geri aldığına ilişkin önergesi (4/117)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Gündemin 198 inci sırasında yer alan (6/366) esas numaralı sözlü soru önergeme yazılı cevap verildiğinden, sözlü soru önergemi geri alıyorum.

Gereğini arz ederim.

Kâzım Arslan

Yozgat

BAŞKAN - Sözlü soru önergesi geri verilmiştir.

Bir genel görüşme önergesi vardır; okutuyorum:

B) GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ

1. - Bitlis Milletvekili Kâmran İnan ve 21 arkadaşının, yasama dokunulmazlığı konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi (8/9)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Milletvekili dokunulmazlığının, günün şartlarına göre yeniden düzenlenmesi, gerek kamuoyumuzun, gerek kamuoyumuzun gerek Meclisimizin öncelikli konuları arasındadır.

Kamuoyundaki tartışmalarda bu konuda çeşitli öneriler dile getirilmektedir. Diğer taraftan, Meclis Başkanımızın girişimiyle, Mecliste grubu bulanan siyasî partilerin temsilcilerinin katıldığı bir komisyon, bu konuda yapılmış ve yapılacak önerileri görüşmeye başlamıştır.

Konu iki açıdan büyük önem taşımaktadır. Bir yandan milletvekillerinin haklarındaki iddiaların soruşturulmasının gecikmesi ve çoğu defa dönem sonuna kalması, gerek kamuoyu gerekse bizzat milletvekilleri için rahatsızlık nedeni olmakta, Parlamentonun saygınlığı açısından tartışmalara yol açmaktadır. Öte yandan, milletvekili dokunulmazlığının, esas itibariyle, milletvekillerinin tüm görevlerini her türlü baskıdan uzak olarak yürütmesinin şartı olduğu belirtilmektedir. Bu konuya, bu iki hususu bağdaştıracak bir çözüm yolu bulunması gerekli görülmektedir.

Meclisteki partilerarası komisyonun bu konudaki çalışmalarının sonucunu alabilmesi, bir anayasa değişikliği için gerekli oyun sağlanmasıyla mümkündür. Meclisimizde bu konuda önceden yapılacak bir tartışmanın, çeşitli görüşler ve öneriler arasında bir uzlaşma noktasına varılmasına yardımcı olacağını, dolayısıyla, komisyon çalışmalarının hızlanmasına ve sonuca bağlanmasına önemli bir katkı sağlayacağını düşünüyoruz.

Bu düşünceyle, Anayasanın 98 inci ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün 101,102 ve 103 üncü maddeleri gereğince bir genel görüşme açılmasını arz ve teklif ederiz.

Saygılarımızla.

Kâmran İnan (Bitlis)

İ.Kaya Erdem (İzmir)

Altan Öymen (İstanbul)

Fikret Ünlü (Karaman)

Hikmet Çetin (Gaziantep)

İbrahim Gürdal (Antalya)

Ahmet Neidim (Sakarya)

Cemal Özbilen (Kırklareli)

H.Avni Kabaoğlu (Rize)

Mahmut Bozkurt (Adıyaman)

Nihat Matkap (Hatay)

Mete Bülgün (Çankırı)

Murat Başesgioğlu (Kastamonu)

Refik Aras (İstanbul)

Ersin Taranoğlu (Sakarya)

Mehmet Sağdıç (Ankara)

Avni Akyol (Bolu)

Halit Dumankaya (İstanbul)

Seyit Eyyüpoğlu (Şanlıurfa)

Nizamettin Sevgili (Siirt)

İrfan Köksalan (Ankara)

Ali Coşkun (İstanbul)

BAŞKAN - Önerge gündemde yerini alacak, genel görüşme yapılıp yapılmaması konusundaki öngörüşme, sırasında yapılacaktır.

Sayın milletvekilleri, şimdi, bütçe görüşmelerine başlıyoruz.

IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. - 1997 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1994 ve 1995 Malî Yılları Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/518; 1/519; 1/282, 3/414; 1/283, 3/415; 1/492, 3/516; 1/493, 3/517) (S. Sayıları : 134, 135, 103, 102, 151, 150) (1)

A) İÇİŞLERİ BAKANLIĞI

1. - İçişleri Bakanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - İçişleri Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - İçişleri Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

a) Emniyet Genel Müdürlüğü

1. - Emniyet Genel Müdürlüğü 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Emniyet Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Emniyet Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

b) Jandarma Genel Komutanlığı

1. - Jandarma Genel Komutanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Jandarma Genel Komutanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Jandarma Genel Komutanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

c) Sahil Güvenlik Komutanlığı

1. - Sahil Güvenlik Komutanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Sahil GüvenlikKomutanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Sahil GüvenlikKomutanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

B) ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANLIĞI

1. - Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

a) Petrol İşleri Genel Müdürlüğü

1. - Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

b) Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü

1. - Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Devlet Su İşleri GenelMüdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN - Program uyarınca, bugün iki tur görüşme yapacağız.

Dokuzuncu tur görüşmelere başlıyoruz.

Sayın Komisyon hazır.

Sayın Hükümet hazır.

Dokuzuncu turda, İçişleri Bakanlığı ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı bütçeleri yer almaktadır.

Dukuzuncu turda, grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum:

Demokratik Sol Parti Grubu adına; Sayın Mehmet Aydın, Sayın Cihan Yazar, Sayın Hasan Gülay, Sayın Hikmet Aydın.

Refah Partisi Grubu adına; Sayın Mehmet Ali Şahin, Sayın Musa Okçu, Sayın Suat Pamukçu, Sayın Hasan Dikici.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına; Sayın Yahya Şimşek, Sayın Metin Arifağaoğlu.

Anavatan Partisi Grubu adına; Sayın Ülkü Güney, Sayın Yüksel Yalova, Sayın Hüsnü Doğan.

Doğru Yol Partisi Grubu adına; Sayın M. Kemal Aykurt, Sayın Halil Yıldız.

Şahısları adına, lehinde olmak üzere; Sayın Maliki Ejder Arvas, Sayın M. Sıddık Altay.

Aleyhinde olmak üzere; Sayın Ali Hatipoğlu, Sayın Aslan Polat.

Sayın milletvekilleri, bir iki ricam var: Bakanlık bütçelerini takip etmek ve sayın bakanları enforme etmek üzere, sayın bakanların görevlendirdikleri bürokratlarımız da bütçe görüşmelerine katılırlar. Kimi bürokratlarımız geçmiş dönemlerde de katıldığı için, katılımı, sorulduğu zaman suala cevap vermeyi, kimin sualine cevap vermesi lazım geldiğini bilirler, tecrübelerinden dolayı. Olabilir ki, ilk defa bugün bu müzakerelere katılan bürokratlarımız olabilir; bu bürokratlarımıza duyurmak için ifade ediyorum, bütçe görüşmelerine katılan hiçbir bürokrat, kendisini görevlendiren bakanının dışında hiçbir üyenin sorusuna cevap veremez. Oturma kalkma usullerini zaten bilirler kendileri, o konuda hiçbir şey söylüyor değilim; bu bir.

iki; grup görüşmeleri bitinceye kadar, bakanlık bütçeleriyle ilgili olarak yazılı sual alacak Başkanlığımız. Arzu eden milletvekillerimiz, grup görüşmeleri tamamlanıncaya kadar, ilgili bakana, müzakere edilen bütçesiyle ilgili olarak soru tevcih edebilir. Sorular, İçtüzüğümüzün 96 ncı maddesinde belirlenen çerçeve içerisinde olmalıdır. Bundan iki gün önce, 36 arkadaşımız soru tevcih ettiği halde, maalesef, yalnız 6 tanesini bakana tevcih edip cevap arama imkânımız olabildi, 33 arkadaşımıza sıra gelmedi. Neden? Çünkü, bazı arkadaşlarımız iki sayfa gerekçe koymuş. Ben öyle yorumladım ki, bugün kürsüye çıkmak istedi bazı arkadaşlarımız, fırsat da bulamadı, kürsüye çıkmış gibi burada konuşma irat ettiler, nutuk irat ettiler yazılı olarak. Bu doğru değildir. Niye doğru değildir? Çünkü, 33 arkadaşımızın soruları bakanlara tevcih edilemedi. Onun için, bir, tartışılan ve konuşulan bütçeyle ilgili olmadığı takdirde; iki, gerekçe şahsî görüş ilave edilerek bir konuşma metnine dönüştürülmüşse, sualleri işleme tabi tutmayacağım. Onun için, ben, peşinen rica ediyorum, kısa, net, sorunuzu tevcih ediniz.

Teşekkür ediyorum.

Şimdi, Demokratik Sol Parti Grubunun temsilcisi Sayın Mehmet Aydın'ı kürsüye davet ediyorum; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

İçişleri Bakanlığı ve Enerji Bakanlığı bütçelerini görüşüyoruz.

Sayın Aydın, 10 dakika mı efendim?

MEHMET AYDIN (İstanbul) - Evet efendim.

BAŞKAN - Peki.

Sayın Aydının süresini başlatmadan, bir de şu hususu rica edeyim arkadaşlarımızdan : Mesela; bazı gruplar, tabiî, kendi sözcüleri konuşunca süre ne kadar uzatılırsa memnun oluyor ve bir de alkışla bu memnuniyetini izhar buyuruyor; ama, öbür grup konuşurken 2 dakika geçince kıyamet kopuyor. Onun için, lütfen, bilesiniz ki, Başkanlık, herkese mümkün mertebe toleranslı davranıyor. Bu bir bütçe görüşmesidir; kimi arkadaşlarımız -elhamdülillâh sayımız çok maşallah, 550'yiz, şimdi, öyle oluyor ki, kürsüye çıkmayan arkadaşlarımız var, bütçe bir fırsattır- bütçe konusunda görüşlerini ifade edeceklerdir. Ben, mümkün mertebe toleranslı davranmaya gayret ediyorum, siz de lütfen Başkanlığa karşı toleranslı olunuz diye rica ediyorum. Diyelim ki, (A) grubu konuşurken iyi, (B) grubu karşı çıkıyor; (B) grubu konuşurken iyi, (A) grubu karşı çıkıyor; lütfen, şimdi birbirinizi denetleyin.

Teşekkür ediyorum.

Buyurun Sayın Aydın, sürenizi başlatıyorum

DSP GRUBU ADINA MEHMET AYDIN (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, ilgili bakanlıkların çok değerli bürokratları; 1997 malî yılı bütçesinde, İçişleri Bakanlığı bütçesine bağlı Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı bütçeleri üzerinde Demokratik Sol Parti Grubu adına görüşlerimi arz etmek üzere söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum

Kuruluşundan günümüze kadar 151 seneden beri kanunlarla kendisine verilen görevleri yapmakta olan Emniyet Teşkilatı, halen bu görevini, 167 553 personeliyle, ülkemizde yerleşik nüfusun yüzde 67'sine hizmet vererek yürütmektedir. 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet Kanununda belirtilen, devletin bekasını, ülkenin bütünlüğünü ve milletin birliğini sağlamak, kamu huzur ve esenliğini temin etmek, vatandaşın can, mal ve ırzını korumak gibi ulvî görevleri üstlenmiş bulunan Emniyet Teşkilatı, yasalarla kendisine tevdi edilmiş diğer görevleri de yerine getirmektedir.

Emniyet Genel Müdürlüğü, hizmetlerini aksatmadan yürütebilmek için, 1997 yılı bütçesi olarak 256 trilyon 841 milyar 584 milyon TL olarak teklif edilmiş; ancak, bu teklif, yüzde 34,4 eksiğiyle 168 trilyon 470 milyar 260 milyon TL olarak tasarı durumuna dönüştürülmüş olup, bu miktar, genel bütçenin yüzde 2,7 payına eşittir. Bu rakam, geçen yılki kurum bütçesine göre yüzde 123,3 artışı ifade etmekteyse de, artan personel giderleri nedeniyle ve gelişen ve genişleyen hizmetlerin hakkıyla yürütülebilmesi için, bu bütçe dahi yeterli değildir. Teklif edilen bütçeden yapılan kesintiler büyük sıkıntılara neden olmakta, ödenek yetmediği için, kişi ve kurumlara borç yapılmakta, personelin bazı alacakları ödenememektedir.

Emniyet Genel Müdürlüğü teşkilatı olarak, ödenek yetmezliğinden dolayı, geçen yıllar borçlarına, personel, kişi ve kurumlar alacakları olarak 1 trilyon 475 milyar TL borç intikal etmiş olup, 1997 yılı bütçesinin yetersizliği sebebiyle, bu borç ödenemeyeceği gibi, artarak gelecek yıllara intikal ettirilmek durumunda kalınacaktır. Bu borçların zamanında ödenmemesi ise, devletimizin otoritesini ve saygınlığını zedelemektedir.

Terör olaylarında büyük etkinliği olan akrep tipi zırhlı cip taşıtlarla, 1 adet uçak ve genel maksatlı 8 adet helikoptere ihtiyaç olduğu halde, bütçeye bu alımlar için yeteri kadar ödenek konulmamıştır.

Emniyet teşkilatında personelin özlük hakları, her ne kadar, 1993 yılında çıkarılan bir yasayla, fazla çalışma ücreti adı altında iyileştirilmek istenmişse de, bu yasayla ortaya çıkan ödeme tutarları 3 ve 4 milyon gibi komik, son derece yetersiz rakamlarla sınırlı kaldığından, personelin ayda en az 360 saatlik mesaisinin karşılığını teşkil etmekten çok uzak kaldığı ve konuya ilişkin hedefe ulaşılamadığı açıkça görülmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bunları size şunun için anlatıyorum; benzer konularda mevzuat değişikliği yapılırken, yeni yasalar çıkarılırken laf olsun diye yapılmamalı; aksine, kapsamına aldığı çalışanların hak ettiklerinin makul ve mantıklı ölçülerde verilmesi ve bu hususta devamlılık sağlanması ciddî esaslara bağlanmalıdır. Pek çok nedenlerle işleri güçleşen güvenlik görevlilerimizin eğitimi, ekonomik ve sosyal hakları, idarî sıkıntıları ve çalışma koşulları mutlaka düzeltilmeli, araç-gereç ihtiyaçları karşılanmalıdır; ancak, bütçede ayrılan payın yeterli olmadığı görülmektedir.

Ülkemizin iç ve ulusal güvenliğine ilişkin görevler, devletin kolluk güçlerinin temel görevidir. Bu görevin bir kısmının, devletin kolluk güçleri ve istihbarat örgütünün dışında kişi veya oluşumlara yaptırıldığının şüyuu vukuundan beterdir. Son haftalarda ortaya çıkan bilgiler, bu alanda, bağışlanamayacak, hiçbir şekilde hoşgörülemeyecek vahim hatalar işlendiğini göstermektedir. Bu hataları yapanlar ve yaptıranlar, demokratik rejime de gölge düşürmektedir.

Her teşkilatta ve her yerde, yasalara aykırı hareket eden kişiler çıkabilir. Tabiîdir ki, Emniyet teşkilatında çalışanlar da insandır; onların arasında da görevini ve yetkilerini kötüye ve kendi çıkarları doğrultusunda kullananlar olabilir. Nitekim, son aylarda meydana çıkan, polis, siyaset ve mafya ilişkileri hepimizi üzmektedir. Ancak, tüm Emniyet görevlilerini zan altında bırakmamak için, kirli ve karanlık ilişkileri olanları ayırmak gereklidir. Böyle münferit olayları, tüm Emniyet mensuplarını kapsayacak şekilde genelleştirip, polisimizin çalışma şevkini kırmaya kimsenin hakkı yoktur. Bunun için de, Emniyet teşkilatında kirli ve karanlık işlere bulaşmış olanların üzerine kararlılıkla gidilip, sonuçları kamuoyuna açıklanmalı ve ilgilileri de adalete teslim edilmelidir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şimdi, yine, 1997 yılı İçişleri Bakanlığı bütçesine bağlı Emniyet Genel Müdürlüğünden sonra, Jandarma Genel Komutanlığının 1997 yılı bütçesine kısaca değinmek istiyorum.

Jandarma Genel Komutanlığı, genel olarak, yurtiçinde kırsal ve polis teşkilatının olmadığı kentsel yörelerde, emniyet ve asayişi temin etmek; İran, Suriye kara sınırının bir bölümü ile Irak kara sınırının tamamının emniyetini sağlamak; kaçakçılığı men, takip ve tahkik etmek; gereğinde yurt savunmasında silahlı kuvvetler yanında yer almak gibi önemli görevleri üstlenmiş olan Jandarma teşkilatına, 1997 yılı ihtiyacı için belirlenen ve teklif edilen 190 trilyonluk bütçeye karşılık, teklifin, sadece yüzde 61,82'si olan 117,4 trilyon liralık bölümü tahsis edilmiştir ve bu rakam, 1996 bütçesine göre yüzde 91 oranında artmış olarak görülmekte ise de, 1997 yılı için hedeflenen yüzde 65 oranındaki enflasyon bu artıştan tenzil edildiğinde, reel artışın yüzde 91 değil, sadece yüzde 27 oranında olduğu görülmektedir. Ancak, bu artış, kadrodaki artış ve yeni birliklerin teşkili nedeniyle ortaya çıkan ihtiyaçları karşılamaktan uzaktır.

Jandarmamızın, modern çağın gerektirdiği üstün ateş gücü ve hareket kabiliyetine kavuşabilmesi için, gerekli olan yüksek teknoloji ürünü çeşitli araç, silah, mühimmat, termal kamera, gece görüş sistemleri ve balistik koruyucu yelek gibi önemli ana malzemelere ihtiyacı vardır. Bunların temini, imkânı yetersiz olan 1997 yılı bütçe rakamlarıyla sınırlı olup, başkaca yasal bir kaynağı da yoktur.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; son olarak İçişleri Bakanlığının 1997 yılı bütçesine bağlı Sahil Güvenlik Komutanlığı bütçesi üzerindeki görüşlerimizi arz etmek istiyorum.

Bilindiği üzere, Sahil Güvenlik Komutanlığı, 1982 yılında 2692 sayılı Yasayla kurulmuş olup, görevlerini 8 272 kilometrelik sahil şeridi, karasularımız, Marmara Denizi, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarımızı da kapsayan sorumluluk sahasında yapmakta olan oldukça yeni bir kuruluşumuzdur.

Bu görevlerini ekonomik ömürünü tamamlamış 54 adet bot ile motor güçleri tükenmek üzere olan ve Jandarma Genel Komutanlığı tarafından verilmiş 3 adet helikopterle yerine getirmeye çalışmaktadır.

Çok üzücüdür ki, üç tarafı denizlerle çevrili bulunan ülkemizin 8 272 kilometrelik sahil şeridinin güvenliğini sağlamakla kalmayıp, ayrıca, karasularımızın da, Marmara Denizimizin de, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarımızın da güvenlik sorumluluğunu üstlenmiş bulanan Sahil Güvenlik Komutanlığı emrinde, bir tane dahi deniz aracı yoktur. Deniz araçlarıyla donanma ihtiyacında olan Komutanlığımızın, bu ihtiyacı, 1997 yılı bütçesinde de, ne yazık ki, dikkate alınmamış ve giderilmesi için gerekli tahsisat ayrılmamıştır.

O halde, Sahil Güvenlik Komutanlığı, sahillerimizi, karasularımızı, Marmara Denizimizi ve boğazlarımızı, karadan korumak veya görevini yapamamak durumundadır. Sahil Güvenlik Komutanlığı, deniz araçlarının mevcut olmaması, hava vasıtalarının adeten ve nitelik bakımından yeterli olmaması nedeniyle, görev ve sorumluluk sahasındaki önemli görevlerini istenilen düzeyde ve zamanında yapamamaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sahil Güvenlik Komutanlığımız...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Aydın, 1 dakikada toparlar mısınız efendim; lütfen.

MEHMET AYDIN (Devamla) - Hayhay efendim.

Sahil Güvenlik Komutanlığımız, kuruluşundan bugüne kadar, ihtiyaçları çeşitli şekillerde ortaya konulmasına rağmen, genel bütçeden istenilen düzeyde tahsisat alamadığından önemli bir aşama sağlayamamıştır. 1997 yılı bütçesinde öngörülen artış, bir önceki yıla oranla yüzde 61'dir. Bu oran ise, 1997 yılı için hedeflenen yüzde 65 enflasyonun dahi 4 puan altındadır. Bu demektir ki, Sahil Güvenlik Komutanlığının parasal gücünde, 1996 yılına göre artış değil, 4 puanlık eksilme vardır. Son derece yetersiz olan bütçe imkânlarıyla, Sahil Güvenlik Komutanlığından beklenen ve yapılması istenilen görevlerin tam bir şekilde ve zamanında yerine getirilmesini beklemek abestir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Başbakanımız Sayın Erbakan'ın muhalefette bulunduğu dönemlerde, Kilis'in il yapıldığı...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET AYDIN (Devamla) - 1 dakika istirham ediyorum.

BAŞKAN - Efendim, Kilis, tabiî epeyce uzak olduğu için, oraya gidip dönünceye kadar, size süre vermek zorundayım.

Buyurun.

MEHMET AYDIN (Devamla) - Hemen gelirim efendim.

Sayın Başbakanımız, muhalefette bulunduğu dönemlerde, “Kilis'in il yapılması siyasî rüşvettir” diye bağırmış çağırmış ve bu hususu büyük itirazlarla kamuoyuna sunmuşlardı. Ancak, yine, kendilerinin muhalefette olmadığı, iktidarda bulundukları bir dönemde, yerel seçimlerin hemen arifesinde -bir iki gün evvel- yangından mal kaçırırcasına, Osmaniye'yi il yapmış olmalarına, acaba aynı dürüstlük ve samimîyetle, bu da bir siyasî rüşvettir diyebiliyorlar mı? Bunu diyebiliyorlarsa kendilerini tebrik edeceğim. (DSP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sizlere tafsilatıyla arz ve izah ettiğim veçhile, 1997 yılı bütçesi, gerek Emniyet Genel Müdürlüğünün gerekse Jandarma Genel Komutanlığının ve gerekse Sahil Güvenlik Komutanlığının ihtiyaçlarının karşılanması bakımından son derece yetersiz olmakla beraber, bu bütçenin, kuruluşlarımıza, milletimize, ülkemize hayırlı olmasını diliyorum. Bu vesileyle, Yüce Divan üyelerini ve sayın Meclisin üyelerini saygıyla selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Aydın, teşekkür ediyorum.

İkinci konuşmacıyı davet ediyorum; Sayın Cihan Yazar; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

10 dakika değil mi efendim?

M. CİHAN YAZAR (Manisa) - Evet Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Buyurun.

DSP GRUBU ADINA M. CİHAN YAZAR (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşmekte olduğumuz İçişleri Bakanlığının, mahallî idareler, uyuşturucu ve terörle ilgili konuları üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubunun görüş ve düşüncelerini ve alınması gerekli tedbirleri açıklamak üzere söz almış bulunmaktayım; bu vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Yerel hizmetlere etkinlik kazandırılması, güçlü, özerk, demokratik, katılımcı ve 2000'li yılların gereksinimine yanıt verecek bir mahallî idare reformunu 20 nci Dönem Meclisi kısa sürede tamamlayabilmelidir.

Hükümetin, yerel yönetimlere ilişkin bazı tasarıları Meclise sunmaya hazırlandığı bilinmektedir. Bunlar, sırasıyla 1580 sayılı Belediye Kanunu ve Mahallî İdarelerle İlgili Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı, 3030 Sayılı Büyükşehir Belediye Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı: 3360 Sayılı Özel İdare Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısıdır.

Bu konularla ilgili olarak İçişleri Bakanlığınca hazırlanmış olan mahallî idarelerle ilgili kanun tasarıları bulunduğu gibi, Türkiye Belediyeciler Derneği tarafından çalışmaları yürütülmekte olan, yine mahallî idarelerle ilgili kanun tasarıları mevcuttur.

Demokratik Sol Parti olarak bizim dileğimiz, taslak halindeki bu kanun tasarılarının bir an önce İçişleri Komisyonunda görüşmeye başlanılması ve bu tasarıların, Yüce Meclisimizdeki görüşmelerde, yukarıda belirttiğimiz 2000'li yılların da gereksinimine yanıt verecek bir reform kimliği kazanabilmesidir.

Demokratik Sol Parti tarafından 2972 sayılı Mahallî İdareler Aday Seçimlerinin Kaldırılmasıyla İlgili Yasa Teklifimizin, İçişleri Komisyonunda ele alınmasını ve mahallî idareler genel seçiminden iki yıl sonraki haziran ayının ilk haftasında yapılmasıyla ilgili görüş birliğini memnuniyet verici olarak görmekteyiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Demokratik Sol Partinin uyuşturucuyla ilgili görüşlerine gelince: “Madde bağımlılığı” terimi yerine çok defa yanlış olarak “uyuşturucu bağımlılığı” terimi kullanılmaktadır. Oysa, uyarıcı etkisi olan amfetaminler ve kokain gibi maddeler, uyuşturucu olmamalarına rağmen, güçlü bağımlılık yapma özelliğine sahiptirler.

Dünya Sağlık Örgütü, şu ana kadar bağımlılık yapma özelliğine sahip 10 çeşit madde tanımlamıştır. Bunlar, morfin, alkol, tütün, barbitürikler, anfetamin, kokain, esrar, khat,halusinojenler ve uçucu solventlerdir.

Türkiye'nin, Kuzey Batı Asya'lı uyuşturucu satıcıları ile Avrupalı tüketiciler arasında doğal bir köprü olması çok önemlidir. 11 milyondan fazla insanın yaşadığı İstanbul, uyuşturucunun hem işlenmesinde hem aktarılmasında önemli bir role sahip olduğu gibi, eroin ve haşhaşın Avrupa'ya ve Amerika'ya İstanbul üzerinden nakledildiği de ileri sürülmektedir. Emniyetin operasyonlarında ele geçen uyuşturucu boyutu da bunu doğrular niteliktedir.

Değerli milletvekilleri, benim, üzerinde itinayla durmak istediğim husus, gençliğimizin uyuşturucu bağımlılığıdır. Bugün, yüksekokul ve üniversite gençliğinin yüzde 4'ünün uyuşturucu kullandığı tahmin edilmektedir. Öğrenci olmayan gençlik arasındaysa, bu oran daha da yüksektir.

Burada dikkat edilecek husus, büyüyen işsizlik oranları ve üniversite kapılarının gençlere önemli ölçüde kapatılmış olmasının toplumsal hareketlerinin sonucudur. Dünya, bunu, social mobility olarak adlandırmaktadır.

Bu ve buna benzer nedenlerle, bugüne kadar, sağlık personeli, sağlıkla ilgili meslek örgütleri, üniversiteler, basın ve yayın kuruluşları, ilk, orta ve lise öğretmenleri, öğrenciler ve ana babalardan oluşan, madde bağımlılığıyla mücadele stratejisi henüz, ne yazık ki, belirlenememiştir.

Değerli milletvekilleri, Demokratik Sol Parti olarak, biz, İçişleri Bakanlığıyla, Sağlık Bakanlığının koordineli bir çalışma yapmasının gerekliliğine inanıyoruz; çünkü, dünyada, bilhassa Amerika'dan ve Almanya'dan ülkemize bavul ticaretiyle, uyuşturucu ve uyarıcı kapsüller ve tabletler gelmektedir.

Alım gücü fazla olan zengin aile çocuklarının, İstanbul, İzmir, Adana ve Ankara gibi büyük şehirlerde, Amerika'dan ve Almanya'dan gelen, ismi ecstasy olan, bavul ticaretiyle gelen uyuşturuculara, kapsüllere büyük rağbet ettikleri görülmektedir.

Bu arada, maddî durumu zayıf olan aile çocuklarının, bilhassa, 14,15,16 yaşlarındaki gençlerimizin de, Türkiye'de, akineton ve diazem gibi kapsülleri kullandıkları bilinmektedir.

Bu bakımdan, İçişleri Bakanlığıyla, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığının koordineli bir çalışma yapmasını istiyoruz. Türkiye'de, akineton ve diazem, son zamanlarda, yeşil reçete yerine, direkt kırmızı reçeteye tahvil edilmiştir; bunu memnuniyetle karşılıyoruz. Uyuşturucuyla en büyük mücadelenin eğitimle olacağına inanıyoruz; ama, Türkiye'de bu konuda, sadece bir tek sağlık kuruluşu vardır, bu da AMATEM'dir ve yetersiz kalmaktadır.

Değerli milletvekilleri, Türkiye, artık, karapara aklama ve bavul ticaretinin yaygın biçimde yapıldığı bir ülkedir.

Susurluk olayında ortaya çıkan polis şefi, siyasetçi ve mafya üçgeninin gerisinde neyin yattığının, en kısa sürede topluma açıklanması gerekmektedir.

Karanlık ilişkilerin, utanç verici, kaygı verici boyutlara eriştiği ülkemizde, tesadüfler gerçekleşmese, İSKİ olayları, Susurluk olayları su yüzüne çıkmayacaktı.

Silahlı çetelerle, ihale, kumar, eroin mafyalarının, bazı siyasal güçlerin, bazı güvenlik birimlerinin el ele vererek, yıllardır, devleti içeriden çürütmekte oldukları gözler önüne serilmektedir. Bu ilişkilerin üzerine cesaretle gitmek gereklidir. Bu cesareti ve güveni, öncelikle emniyet görevlilerine, savcılara, yargıçlara vermek gereklidir. Savcı-kolluk arasındaki iletişimsizliği gidermek için, adlî kolluğun savcılığa bağlanması ve olayın hukukî görüş açılarının değerlendirilmesi yönteminin savcıya bırakılmasını temin etmek gerekmektedir. Devlet, ancak bu şekilde temizlenir; faili meçhul cinayetler, tesadüflerle ortaya çıkan pislikler, ancak bu şekilde önlenebilir.

“Devlet için kurşun atan da kurşun yiyen de şereflidir” sözleri, siyasî cinayet işleyenleri, mafya canilerini, güvenlik güçleriyle aynı kefeye koymaktadır. Bu talihsiz sözlerden sonra, insan, acaba Türkiye'de, bazı makamlara da tesadüf eseri mi geliniyor demekten kendisini alamamaktadır. (DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; terör konusuna gelince. Devletimiz, tam onüç senedir bölücü nitelikli terör belasıyla uğraşmaktadır. Güvenlik güçlerimizin bu konuda taviz vermedikleri iki temel unsur vardır: Vatanın bölünmez bütünlüğü ve demokrasi.

Güvenlik güçlerimiz, yurdumuzda terörle mücadeleyi, büyük bir şuur ve kararlılık içerisinde sürdürmektedir. Bu uğurda şehit olan tüm Mehmetçiklerimizi ve güvenlik güçlerimizi rahmetle anıyorum.

Demokratik Sol Parti olarak üzerinde durmak istediğimiz diğer bir husus korucu sistemidir. Yörede yapmış olduğumuz yüz yüze görüşmeler sonucu, yöre halkının büyük bir çoğunluğu korucu sisteminden rahatsızdır. Biz de bu sorunun; yani, korucu sisteminin, zamanla tedricî olarak kaldırılması görüşündeyiz.

Değerli milletvekilleri, şimdi sizlere, rahmetle andığımız şehitlerimizin ve güvenlik güçlerimizin ailelerinin son isteklerini iletmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, acının, mutluluğu olur mu; evet olur. Şehit evladını, şehit eşini, şehit nişanlısını son görevine uğurlarken, tabutu üzerine örtülen şanlı Türk Bayrağına onurla, gururla sarılmak, acının son mutluluğudur.

Türkiye Cumhuriyetinin bölünmez bütünlüğünün simgesi olan şanlı Türk Bayrağının, artık, onun uğrunda canının seve seve veren şehitlerimizin ve ona layık olanlardan başkalarının tabutlarına sarılmaması ümidiyle Yüce Meclisi saygı ile selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Yazar, teşekkür ediyorum.

Demokratik Sol Parti Grubu adına, üçüncü sözcü Sayın Hasan Gülay; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA HASAN GÜLAY (Manisa) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; Demokratik Sol Parti Grubu ve şahsım adına hepinize saygılar sunuyorum. Bizleri televizyonları başında izleyen değerli vatandaşlarıma da saygılar sunuyorum.

Enerji Bakanlığı bütçesi üzerinde konuşmamı dört ana konu üzerinde topluyorum. Ülkemizde ve dışta, bilhassa Türk devletlerinde hampetrol arama politikası, ülke içi rafinaj politikası, boru hatları politikası, maden politikası.

1996 yılı itibariyle, ülkemizde 4'ü yerli, 20'si yabancı 24 petrol şirketi arama yapmaktadır. Bu şirketler bu yıl içerisinde 30 adet sondaj yapmışlar; ancak, 12'sinde hampetrol bulabilmişlerdir. Yine, bu yıl içinde, ülkemizin hampetrol üretimi -iç üretimi- 3 milyon ton, tüketimi de 21 milyon tondur; iç hampetrol üretiminin, yıllık tüketimi karşılama oranı da yüzde 11,2'dir.

Değerli milletvekilleri, son yıllarda, çok yoğun şekilde yurtdışı arama ve yatırım hareketlerine girişilmiştir; ancak, yurtiçi yatırım ve arama, o oranda ihmal edilmiş durumdadır; bu bir gerçek saptamadır. Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığının 1996 yılı işletme bütçesinde, yurtdışına ayrılan pay, yurtiçine ayrılana oranla 3 kat fazladır.

Yurtdışı arama ve üretim yatırımları, yurtiçi hampetrol arama yatırımlarının alternatifi değil, tamamlayıcısıdır; en azından, böyle olması şarttır. Ne var ki, bugün izlenen petrol politikası, yurtiçi yatırımları minimuma indiren, neredeyse durduran, yurtdışı yatırımları ise plansız bir şekilde temel alan bir politikadır. Böyle petrol politikası olmaz; böyle siyaset bile olmaz.

Değerli milletvekilleri dikkatinizi çekiyorum, halkıma da açıklıyorum; ülkemizde, petrol varlığının ispatlandığı Güneydoğu Anadolumuzda, üçte iki alanda, henüz hampetrol aranmamıştır. Deniz alanları için, durum, daha da olumsuzdur. Her şeyden önce, eksik olan, Türkiye'nin, ülkemizin petrol potansiyelinin ortaya konulması ve gelişen teknoloji paralelinde, bu potansiyelin sürekli güncelleştirilmesidir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'de, bugüne kadar açılan hampetrol kuyusu 2 727'dir. Bir yılda açılan hampetrol kuyusu, Amerika Birleşik Devletlerinde, 8 bin, Romanya'da 6 bin, İtalya ve Fransa'da 150, bizde ise sadece 25'tir.

Değerli milletvekilleri, ülkemize gelen dağıtım firmalarına getirilen hampetrol arama ve üretim zorunluluğunun kaldırılmasının hiçbir mantığı yoktur.

Ülkemizde uluslararası boyutta faaliyet gösteren yabancı petrol şirketlerinin tümü, hampetrol yatırımlarının sermayesini, kendisine sağlanan pazarlama ve dağıtım faaliyetlerinden gelen kârlarla oluşturmaktadırlar. En iyimser şartlarda hampetrol arama şansı yüzde 10 iken, bu dikey entegre yapı, yabancı petrol şirketlerinin yalnız kârlı pazarlama alanlarından elde ettiği kârı, arama yatırımlarında risk sermayesi oluşturmak için kullanması, olmazsa olmaz koşuldur.

Değerli milletvekilleri, bugün, ülkemizde petrol sektöründe faaliyet, tüm yerli petrol şirketleri açısından tam anlamıyla disentegrasyon oluşturmaktadır. Bir cümleyle ifade etmek gerekirse, ülkemizde ulusal petrol politikası yoktur. Bu politikasızlığa son verilerek, ulusal petrol politikası bir an önce saptanmalı, devamlılık sürekli olmalıdır.

Ülkemizde faaliyet gösteren yabancı petrol şirketleri, ruhsat aldıkları halde faaliyet göstermemektedirler. Dolayısıyla, bu ruhsatlı sahalarını hampetrol aramaya kapamış bulunmaktadırlar. Bu sebeple, Petrol Yasasında, yabancı petrol şirketlerine hampetrol arama izni verilirken, yeterliliklerinin temel alınması, talip oldukları ruhsat sahalarını ve yatırım programlarını belirleyecek maddelerin yasaya konulması şarttır. Petrol Yasası, ülke gerçekleri ve çıkarı doğrultusunda yeniden düzenlenmeli, Meclise getirilmeli, Yüce Meclisten de bir an önce çıkarılmalıdır.

Değerli milletvekilleri, yurtdışı yatırımlar, son derece yetersiz bütçe ve kadroyla yapılmaktadır. Ulusal kuruluşumuz Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı tam entegre olamadığı için, yurtdışı aramalarda yabancı petrol şirketleriyle yarışamamaktadır. Uluslararası yatırımlara, bugün olduğu gibi plansız, programsız devam edildiği müddetçe, ülkemizin çok şey kaybedeceği asla unutulmamalıdır.

54 üncü Cumhuriyet Hükümetini oluşturan siyasal partiler ve onların Sayın Genel Başkanları, iktidar olmadan önce, akaryakıt fiyatları konusunda, mangalda kül bırakmazlardı. Refahyol İktidarı süresince, dört ay içerisinde, akaryakıt ürünlerine tam yüzde 35 oranında, beş defa zam geldi; ama, onlar, bunu, diğer şeylerde olduğu gibi, hemen unuttu; ancak, Türk Halkı bunu unutmadı, unutmayacak da...

Değerli milletvekilleri, dikkatinizi çekiyorum; bugün için bir litre benzinin toplam maliyeti 20 bin, pompa satış fiyatı 70 bin, aradaki fark 50 bin; bir litre süper benzinin toplam maliyeti 21 bin, satış fiyatı 75 350, aradaki fark 55 bin; bir litre motorinin toplam maliyeti 14 bin, pompa satış fiyatı 54 bin, aradaki fark 40 bin lira. Yukarıdaki değerleri, halkımızın bilmesi için verdim, dört ayda akaryakıt fiyatlarını beş defa artıran Refahyol İktidarını iyi tanıması için verdim.

Bu değerleri, Refahyol İktidarının da halka söylemesi gerekirdi. Bu gerçekleri halkımıza niye söylemiyorsunuz? Vicdanı cüzdanla eşdeğer tutan siyasal iktidarlar bunu halka söyleyemezler. (DSP sıralarından alkışlar) Siyaset, siyasal partiler ile halk arasında, halk için yapılır ve halka her zaman doğruların söylenmesi gerekir.

ALİ OĞUZ (İstanbul) - Söylüyoruz... Söylüyoruz...

HASAN GÜLAY (Devamla) - Ama, doğruların söylenmesi için de, doğru iktidar olunması gerekir. Halka gerçekleri söylemeyen, söyleyemeyen iktidarlar halkın iktidarı olamazlar; gelirler ve geldikleri gibi de, yine halk tarafından götürülürler. (DSP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Bu, demokratik siyaset tarihinin de bir emridir.

Değerli milletvekilleri, bugün, ülkemizde, dört yerli rafinerinin üç tanesinin ürün hatları NATO hatlarıyla irtibatlıdır; ama, Kırıkkale rafinerisinin NATO hatlarıyla irtibatı yoktur. Bu sebeple ve öncelikle, Kırıkkale rafinerisinin NATO hatlarıyla irtibatlandırılması, Kırıkkale rafinerisinden Ankara, Samsun ve Eskişehir yönüne birer ürün dağıtım hattının yapılması, geciktirilmeden planlanmalıdır. Bu, herşeyden önce, İç Anadolu yollarındaki tanker trafiğini de çok rahatlatacaktır. Batman'dan Dörtyol'a bağlantılı yerli hampetrol boru hattının Yumurtalık hampetrol terminaline bağlanması gerekir. Bütün bunlar için ulusal petrol şirketimiz BOTAŞ, kadro ve bilgi yönünden oldukça da yeterlidir.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde, enerjide dışa bağımlılık giderek artmaktadır. 3123 sayılı Maden Kanunu, ülke içi enerji kaynaklarının aranmasında MTA Kurumuna çok büyük kısıtlamalar getirmiştir. Yerli enerji kaynaklarımız içinde taşkömürü havzasının yüksek maliyetli üretimi, bizi, diğer kömür kaynaklarına yönlendirmelidir. En uygun havzalar Elbistan ve Çan havzalarıdır. Bu havzalar, elektrik üretimi için geliştirilmelidir. Elbistan (A) tevsii, Elbistan (B) ve Çan termik santralları geciktirilmiş yatırımlardır.

Elektrik üretiminde mevcut kapasitelerin kullanılabilirliğinin artırılması gerekir. Özelleştirme çabaları sebebiyle, termik santrallarında ve kömür madenlerinde iyileştirme çalışmaları yapılmamıştır. Bu iyileştirmeler yapılırsa -ki, yapılmalıdır- 17 milyar kilovat fazla elektrik enerjisi elde edilecektir. Toplam gücü 2 500 megavat olan ve yıllık üretim kapasitesi 16,3 milyar kilovat olan termik santralların kurulması, ülkemizin elektrik enerjisi ihtiyacı için gereklidir. Kozlu'da kapatılan ocağın bir an önce açılıp servise verilmesi gerekir.

Sayın Bakanım, seçim bölgem Manisa'nın bazı yörelerinde yaz aylarında aşırı kuraklık vardır. Bu sebeple, yıllar önce planlanan; fakat, yeterli ödenek konulamayan Aksihar, Saruhanlı, Gölmarmara İlçelerinin tarım sulama ihtiyacını karşılayacak Gördes Barajı; Demirci ve Gördes İlçelerini rahatlacak İndere Barajı; Kırkağaç İlçesini rahatlatacak Karakurt Barajına acil olarak yeterli ödeneğin konulması şarttır. Tarım çiftçisi de bunu istemektedir. Bunu, Sayın Enerji Bakanından yöre tarım çiftçisi adına talep ediyorum; istiyorum. Yüce Mecilisin bu konuda yardımcı olacağını da ümit ediyorum. Demokratik Sol Parti Grubu olarak, bütçe görüşmelerinde, bu konularla ilgili üç adet de önerge vermiştik...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Gülay, 1 dakika yeter mi efendim?

HASAN GÜLAY (Devamla) - Sayın bonkör Başkanım işini bilir.

BAŞKAN - Evet... Buyurun efendim, buyurun...

HASAN GÜLAY (Devamla) - Değerli milletvekilleri, 21 inci Yüzyıl politikalarını Hazar ve Orta Asya petrolleri belirleyecek. Bunların bilincinde olan ülkeler, uzun vadeli politikalarını hayata geçirmek için çok ince pazarlıklar yapıyor, zorlu mücadeleler veriyor. Biz ise, kısır çekişmeler yüzünden ve küçük menfaatlar uğruna yetişmiş bürokratlarımızı harcıyor, kıskançlıklar ve aymazlıklar yüzünden fırsatları heba ediyoruz.

Değerli milletvekilleri; Demokratik Sol Parti Grubu olarak, yalnız halkımızın, ulusumuzun ve sanayicimizin çıkarı yönündeki bu önerilerimizi 54 üncü Cumhuriyet Hükümetinin bilgilerine sunuyoruz.

Sözlerime son verirken Enerji Bakanlığı bütçesinin ulusumuza, halkımıza, ülkemize, sanayimize ve sanayicimize hayırlı olması dileğiyle, Demokratik Sol Parti Grubu ve şahsım adına, Yüce Meclise saygılar, sevgiler sunarım. (DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Gülay, teşekkür ediyorum.

Sayın Aydın, dördüncü ve son konuşmacı olarak, buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA HİKMET AYDIN (Çanakkale) - Sayın Başkan, değerli üyeler, aziz Türk Milleti; sizleri, saygıyla, sevgiyle, Demokratik Sol Parti Grubu adına selamlıyorum. Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı bütçesi hakkında, Demokratik Sol Partinin eleştirilerini ve her zamanki gibi de önerilerini dile getireceğim.

Ülkemizin enerji yatırımlarında gelecek yıllar gereksiniminin gerisinde kaldığı ne kadar gerçek ise, öngörülebilir bir süreç içerisinde enerji açığıyla karşı karşıya kalınacağı da kaçınılmaz bir gerçek olarak önümüzdedir.

Bir diğer sorun da, enerji üretiminde doğal potansiyelin kullanım karşılığının veri olmamasıdır. Türkiye'de işletme maliyeti son derece ucuz olan güneş, rüzgâr, biyoenerji ve jeotermal enerjiden yayarlandığımız da pek söylenemez.

Her ne kadar, az önce saydığım seçenekler varken, aslında nükleer enerjinin bir önceliğinin olmaması gerekirdi. Bu noktada, nükleer enerjinin ülkemiz için taşıyacağı anlam, tabiî ki, çok geç kalınmış olmasına rağmen, şimdilik, teknolojik araştırmalar merkezli olabilir. Ancak, önemle vurgulamak gerekir ki, nükleer enerjinin güvenilirliği, uluslararası konferanslarda hâlâ tartışılmakta ve tartışma konusu yapılmaktadır. Bunu, bilgilerinize ve değerlendirmelerinize sunuyorum.

Ayrıca, ülkemiz, fay hattında yer alan coğrafyasıyla, zemin mekânı açısından nükleer santral inşası için pek uygun, pek sağlıklı görülmemektedir. Ayrıca, bu tür santralların ekonomik ömrü otuz otuzbeş yıl olmakla birlikte, terkleri esnasında doğacak masraf, yapan yabancılar tarafından, ta başlangıçta maliyete sirayet ettirilmektedir Bu teknolojiyi biz bulmadık...

Yararlanmadığımız rüzgâr, güneş ve yenilenebilir enerji kaynakları varken, güvenilirliği tartışılan nükleer enerjinin kullanımının öne alınması, birçok yönden uygun düşmemektedir. Kaldı ki, atom atıklarının depolanması sorunsalı, görece sanayileşmiş ülkelerde dahi, tartışılır ve onların baş derdi olma özelliğini halen sürdürmektedir.

Sayın Bakanın, Plan ve Bütçe Komisyonunda sunmuş olduğu gerek Yedinci Beş Yıllık Planın ve gerekse takip eden yıllara ait rakamlar da, maalesef, serbest yoruma açık niteliktedir. Şöyle ki: 1997, 2000, 2010 vesairelere girildiğinde enerji talebinin azalacağını öngören planın, birinci dereceden veri aldığı hesaplama ölçütü, sanıyorum, ülkemizin demografik özellikleri olsa gerek. Buradan başka bir anlam bulup çıkarmak zaten pek olası görünmüyor; çünkü, son üç yıl içinde elektrik tüketimi artışı yıllık ortalama yüzde 10.

Bu durumda, büyüme hızı ile kalkınma olgusu birbirine karıştırılıyor kaygısını taşıdığımızı ifade etmeliyim. Bu da, yeterince vahim bir olgudur. Hükümetin, ne kısa ne orta ne de uzun vade planları vardır; var ise de, tutarsız görünmektedir. Zira, burada, bilimsel anlamda, herhangi bir bütçenin, herhangi bir şekilde, hesaplama yöntemi üzerine konuşulduğunu şu ana kadar ben duymadım. Burası bilimden yoksun bir yer. (DSP sıralarından alkışlar)

Konunun yatırımlar hanesinde kaynak yetersizliğinden bahsedilir sürekli; oysa, kaynakların verimli kullanılıp kullanılmadığını araştıracak bir kurum dahi kurulmamıştır Türkiye'de. Örneğin, belli bir noktada siyasî yatırım olduğu besbelli olan gölet inşaatları olgusu... Bir göletin ömrü, yaklaşık otuz otuziki yıldır; ancak, inşaatı onbir ile onbeş yıl arasında sürmektedir efendim. Bu durumda, bir yörede inşaatı bitebilecek ilerlemiş göletlerin bazılarına yeterli ödenek ayrılarak, onların bitirilmesi gerekirken ekonomiye katkı sağlamak da tabiî ki, mümkün olacaktır. Aynı şeyler, tabiî ki, barajlar için de geçerli. Ne yapılıyor “oy ver, göletin bitsin” denilebilmektedir. Bu yüzden, seçmen şantaja maruz bırakılmakta, gönlünden geçen siyasî partiye, belki de, oyunu salt bu gayri ahlakî tutum yüzünden verememektedir.

Bir diğer nokta “28 milyon hektar tarım alanı var” deniliyor; ancak, sulanan bölüm 4 milyon hektar. Beyler, arkadaşlar, eğer bu gerçekse Türkiye tarım ülkesi dahi olamamış!.. (DSP sıralarından alkışlar) Yani, tarımsal potansiyelini kullanamamaktadır Türkiye. Kuru tarım eşittir, ürün artışını sağlayamama...

Ülkemizin su kaynaklarını enerji ve sulamaya kazandırmak konusunda öteden beri bir basiretsizlik içindeyiz. Hidrolik potansiyelimizin, şu an, yüzde 29'unu kullanabilmekteyiz. Bu olguya, enerji üretimindeki hidrolik-termik dengesi -son yirmi yılın yatırımlarına bakıldığında- termik lehine, ne yazık ki bozulmuştur ve bu arada, Gökova, Yatağan, Afşin-Elbistan örnekleri çevre sorunlarını da beraberinde getirmektedir.

Maden kaynakları üretimi yapılana değin doğal servettir ve üretildiği an katmadeğer yaratır; ancak, aynı olgu, kullanmadığımız su için geçerli olmamaktadır; çünkü, sularımız, hem denize akmaktadır hem de değerli, alüvyonlu toprakları da beraberinde taşımaktadır.

Büyük projeler, bu malî dermansızlık döneminde el yakmaktadırlar. Bu çerçevede, ihmal edilen bir nokta daha bulunmaktadır; küçük akarsular üzerinde, bulundukları coğrafyaya -birkaç köye veya birkaç kasabaya, küçük yerleşim birimlerine- elektrik temin edecek küçük enerji üretim üniteleri kurulabilir. Büyük yatırımı gerektirmeyen ve inşaatı, kullanımı özel sektör tarafından da ele alabilecek, bu, etkisi büyük olan küçük üretim merkezleri düşüncemize, vakit kaybetmeksizin, katılmanızı bekliyoruz. TEMSAN yıllar önce bu iş için kurulmuştu; bu türbin ve jenaratör üretmesi gereken tesisler, ne yazık ki atıl kapasite olarak durmaktadır.

Allah'ın bir başka lütfu bu aziz vatana, dünyada 2 bin metre rakımda yağış alan bir iki ülkeden biri Türkiye'dir. Yani, 2 bin metre yükseklikte akış yolu ve hızı olan su potansiyelimiz de vardır ve bu potansiyel, bize, yaklaşık 125 milyar kilovatsaat enerji verebilecek boyuttadır. Bunun yaklaşık yarısının halen kullanılmakta olduğunu varsayalım -diğer yarısı, diğer sular gibi akıp gidiyor- daha da önemlisi, biriktirildiğinde, çevre kirliliği şöyle dursun, aslında bizlere, etrafını cennete çevirebilecek kapasite sunmakta; fakat, farkında değiliz. Biz ise, nükleer enerji gibi -tarafımızdan tırnak içinde- bir bilinmeyenle meşgulüz.

Bir başka eleştiri noktasını enerji fiyatlarının dolara endekslenmesi oluşturmaktadır. Eğer bu doğruysa, şunu söylemek gerekir: Dolara endeksli ücret politikanız yok; fakat, dolara endeksli tahsilat yapma hakkını size halkımız vermediğine göre, kim verdi? (DSP sıralarından alkışlar)

Enflasyonun yüzde 100'ü aştığı bir dönemde, baraj vesaire yapımları çerçevesinde kamulaştırma bedellerine yüzde 30 gecikme faizi ödeyecek kadar duyarsız olabilenler, bu davranışı sergilerlerken nasıl oluyor da, elektrik fiyatlarını -eğer aldığımız haberler doğruysa- dolara endeksleyebiliyor? (DSP sıralarından alkışlar)

Bu durumda, yavaş yavaş, toplumun genel yaşam standardı, bireylerin yaşam standartlarının gerisine düşerken, Kenneth Galbraith'ın deyimiyle, bireysel refahla toplumsal sefalet iç içe yaşamaya başlıyor ya da bu iç içelik devam ediyor.

Demokratik Sol Parti, şimdiye kadar üstünde durulmamış kendi özkaynaklarımızın değerlendirilmesi konusunda bir araştırma yapmıştır. Onun, bazı noktalarını, lütfedip izin verirseniz, sizlere açıklamaya çalışacağım. Bunlardan ilki ve en önemlisi, Nemrut Dağındaki sonsuz sıcak gaz rezervidir. Bu rezervi, elektrik enerjisine dönüştürecek bir santral kurulması, aslında, gündemin ilk sırasında yer almalıdır.

Bugün, okyanuslarda yüzey ve derinlerdeki suyun sıcaklık farkı veya meddücezir dalga hareketlerinden elektrik üretilebilmektedir; onlar bu teknolojiyi yaptıkları, imal ettikleri için. Ülkemizde de, İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının dibinde mevcut olan ters akıntılardan, türbinler vasıtasıyla elektrik üretilebilir; bunu da takdirinize sunuyorum.

Dünyada, suyun hidroliziyle elde edilen hidrojenden enerji üretimi ve kullanımı da gelişmektedir. Bu ve buna benzer teknolojiler takip edilerek transferleri sağlanırsa, doğalgaz bağımlılığı da bir gün ortadan kalkabilir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Aydın...

HİKMET AYDIN (Devamla) - 1,5 dakika rica ediyorum.

BAŞKAN - 1,5 dakika?!.

MUSTAFA KARSLIOĞLU (Bolu) - Bu konuşmaya 5 dakika verilir...

BAŞKAN - Efendim, benimle yarışa giriyor; ben, 2 dakika verdim.

Buyurun Sayın Aydın; toparlayın lütfen. (DSP sıralarından alkışlar)

HİKMET AYDIN (Devamla) - Efendim, canı gönülden teşekkür ediyorum.

Sayın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanının müjdelediği gibi, karanlık günlere hazırlandığımız bu dönemde, enerji sektörüne yapılacak yatırımları özendirici teşvikler gündeme getirilmeli; Bakanlık da, günü kurtarmak yerine, ciddî bir enerji politikasını uygulamaya koymalıdır.

Dikkat ettiyseniz, ben, özelleştirme konusunda hiç konuşmadım. Sizler, eğer lütfedip izin verirseniz, konuşmam bittikten sonra, özel arşivimden çıkarıp çoğalttığım bir fotokopi sunacağım; onu, istirham ediyorum, okuyunuz efendim.

Manavgat suyu meselesine gelince : Özellikle Sayın Ertan Yülek'i -çok sevdiğim bir milletvekili ağabeyim- ben, geçen dönemde, Plan ve Bütçe Komisyonundaki konuşmalarında, Manavgat suyunun beynelmilelleştirilmesine karşı çıkışıyla tanıdım Yalnız, çok enteresandır; Refah Partisi Manavgat suyunu beynelmilelleştirirken; acaba, şu an -kendisi de, Plan ve Bütçe Komisyonunun Başkanı- ne düşünüyor?

Saygılarımı ve sevgilerimi sunuyorum; sağ olun, var olun; hayırlı günler diliyorum. (DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Aydın, teşekkür ediyorum.

Refah Partisi Grubu adına, ilk konuşmayı yapmak üzere, Sayın Mehmet Ali Şahin.

Buyurun Sayın Şahin. (RP sıralarından alkışlar)

Sayın Şahin, bu turda İçişleri Bakanlığı ve Enerji Bakanlığı bütçelerini müzakere ediyoruz.

Buyurun efendim.

RP GRUBU ADINA MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) - Sayın Başkan, Meclisimizin saygıdeğer üyeleri; hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. İçişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde, Refah Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurunuzdayım.

Değerli arkadaşlarım, İçişleri Bakanlığımız, ifa ettiği görevler bakımından, üstlendiği sorumluluklar bakımından, hiç şüphesiz, bakanlıklarımızın en başında geliyor. İçgüvenlik ve asayişten İçişleri Bakanlığımız sorumludur. Kamu düzeninin korunmasından İçişleri Bakanlığımız sorumludur. Genel yönetimden, bakanlık olarak birinci derecede sorumludur İçişleri Bakanlığımız. Ayrıca, iyi işleyen bir taşra teşkilatının tesisinden de İçişleri Bakanlığımız sorumludur. Mahallî yönetimlerimizin üzerinde İçişleri Bakanlığımızın vesayet yetkisi vardır ve üç önemli genel müdürlük; Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı da bu bakanlığımıza bağlıdır. İşte, böylesine önemli bir bakanlığın bütçesini görüşüyoruz bugün.

Değerli arkadaşlarım, her bütçe döneminde, bakanlık bütçeleri Meclisimiz Genel Kurulunda görüşülür; daha çok, birbirine benzer konuşmalar yapılır; bazen de, seyredenlerin “yasak savma kabilinden konuşmalar” diye nitelendirdiği çalışmalar yaparız. Hiç şüphesiz ki, bu konuşmalar çok önemlidir, bu çalışmalar önemlidir; ama, bundan önemlisi, bu bakanlık bütçeleri görüşülürken ortaya konulan hedeflerin, hedefine ne kadar ulaşıp ulaşmadığı keyfiyeti, bu konuşmalardan çok daha önemlidir.

Bu bakımdan, 1996 yılı İçişleri Bakanlığı bütçesi burada görüşülürken, İçişleri Bakanlığı tarafından, önümüzdeki yılla ilgili hangi hedeflerin ortaya konulmuş olduğunu tespit etmek ve bir yıl içerisinde bu hedeflere ne derece ulaşıldığını ortaya koymak, herhalde, bu konuşmaların en önemli noktasını teşkil eder diye düşünüyorum. Bu sebeple, 1996 yılı İçişleri Bakanlığı bütçesi görüşülürken yapılmış olan konuşmaları izledim. O zaman İçişleri Bakanlığı görevinde bulunan, şu anda da salonumuzda bulunan Ülkü Güney Beyefendinin -İçişleri eski Bakanımızın- konuşmasını şöyle bir gözden geçirdiğimde, İçişleri Bakanlığının önüne birtakım hedefler koyduğunu gördüm. Devlette süreklilik esastır; hükümetler gelir, gider. Bu hedefler ne derece amacına ulaşabilmiş; bunları tayin ve tespit etmek, zannediyorum şu görüşmelerin önemini bir kat daha artırır diye düşünüyorum.

1996 yılı bütçesi görüşülürken, Sayın Güney “bugün, ülkemizin en önemli beklentisi, mahallî idareler reformudur. Reformdan amaç; merkezî idarede toplanan görev ve yetkilerin, mahallî yönetimlere devridir” demiş, fevkalade de isabetli söylemiş. Tabiî, geçmişten beri, bu konuda hep konuşuluyor. Şimdi, memnuniyetle görüyorum ki, yeni Hükümetimiz de, İçişleri Bakanlığımız da, mahallî idareler reformu konusunda, artık, önümüze bir kanun tasarısını inşallah getirecekler; merkeziyetçilikten kurtarılarak, yetkilerin yerel yönetimlere devri anlamına gelen bu tasarıyı, inşallah, kısa sürede görüşecek ve kanunlaştıracağız.

İlgili bakan arkadaşımız, bir yıl önce, diğer bir sorun olarak “trafik sorunudur; her gün 25-26 vatandaşımız hayatını kaybediyor -hiç şüphesiz ki, doğrudur- bir hazırlık yapıyoruz, yoldadır” demiş ve gelmiş. Çok şükür, 54 üncü Cumhuriyet Hükümetimiz göreve geldikten hemen sonra, hazırlanmış olan trafik yasa tasarısı, tüm Parlamentonun, grubu bulunan tüm siyasî partilerin, temsil edilen partilerin de desteğiyle, eksiğine gediğine rağmen, Parlamentomuzdan çıkmıştır. Demek ki, bu hedefin, bir yıl içerisinde amacına ulaştığını görüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, ayrıca, geçtiğimiz bütçe döneminde, İçişleri Bakanlığı bütçesi görüşülürken “olağanüstü hali tedricen kaldıracağız” denilmiş. Şimdi, bunun da uygulamasının 54 üncü Cumhuriyet Hükümeti döneminde başlamış olduğunu görmekten büyük mutluluk duyuyoruz; çünkü, iş başında bulunan Hükümet, olağanüstü hali tedricen kaldırmaya başlamış; bilindiği gibi, ilk uygulamasını da, Mardin'de ortaya koymuş, Mardin'de ortaya koymuş ve Mardin'de olağanüstü hal kalkmış.

1997 yılı bütçesi burada görüşülürken -umut ediyorum ve temenni ediyorum ki- biz, İçişleri Bakanlığımıza, işbaşında bulunan mevcut Hükümete, tüm Türkiye'de sulh ve sükûnu sağlayarak, olağanüstü hali tüm Türkiye'den kaldırdıkları için teşekkür edelim, ülkemizi, inşallah böyle bir noktaya ulaştırsınlar.

Ayrıca, terörle mücadelede başarılı olmak ve bölücü terörle baş ederek ülkeyi bu sıkıntıdan kurtarmak da, bir yıl önce, yine temel hedef olarak ortaya konulmuş. Ben, bu konuya girmeyeceğim; çünkü, biraz sonra Refah Partisi Grubu adına konuşacak olan Batman Milletvekilimiz Musa Okçu Bey bu konuyu Genel Kurula arz edecekler.

Değerli arkadaşlarım “ ihtiyacımız nedeniyle daha önce alınmış, sayıları takriben 33 bine yaklaşan ve askerliğini yapmamış polislerimiz” var denilmiş. Evet, gerçekten böyle bir realite var; şu anda askerliğini yapmamış 33 bin kadar emniyet mensubumuz vardır. Bunlar, ihtiyaç sebebiyle -o andaki şartların gerektirdiği bir durum olacak- askerliğini yapmadan emniyet teşkilatına alınmışlar. Tabiî, şu anda, bunların askerlik sorunlarının çözümlenmesi gerekiyor. Geçtiğimiz bütçe görüşmelerinde, buna bir çözüm bulunması ihtiyacı ortaya konulmuş. Şimdi, yeni Bakanımızdan ve yeni Hükümetimizden, askerliğini yapmamış; ama, şu anda emniyet teşkilatı içerisinde görev yapan bu polis kardeşlerimizin askerlik sorununa bir çare bulmak da, mevcut Hükümetimizin ve İçişleri Bakanlığımızın önünde bir sorun olarak duruyor. İnşallah, bu konuya, İçişleri Bakanlığımız ve yeni Hükümetimiz bir çözüm getirecektir.

Çekiç Güç, bilindiği gibi, muayyen zamanlarda Parlamentomuzun önüne, hükümetin bir tezkeresiyle “uzatalım” diye getiriliyordu. Şimdi, memnuniyetle görüyoruz, Bakanlar Kurulunun dünkü toplantısından önce Sayın Başbakanımız açıklama yaptılar, 31 Aralık 1996 tarihi itibariyle, bu Hükümet, artık, Parlamentonun önüne “Çekiç Güç'ün görev süresini uzatalım” tezkeresiyle gelmeyecektir. 31 Aralık 1996 tarihi itibariyle, Çekiç Güç, artık yolcudur. Hükümetimizi, bu şahsiyetli dışpolitika tavrı sebebiyle tebrik ediyorum, kutluyorum. (RP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bunlara ilaveten, bugün İçişleri Bakanlığımızın önündeki en önemli sorunu veya sorunları nedir diye bir soru sorduğumuzda, şöyle bir değerlendirme yapmamız gerekir:

Değerli arkadaşlarım, bir ülkede huzur ve sükûnun, iç barışın, kanun hakimiyetinin sağlanmasından sorumlu olan bakanlığın veya kuruluşların, bu görevlerinde tam bir başarı sağlayabilmeleri için, önce kendi içlerinde kanun hakimiyetini ve barışı sağlamaları gerekir.Kanunsuzlukla mücadele edenlerin üzerinde kanunsuzluk gölgesi asla bulunmamalıdır.

İçişleri Bakanlığımızın ve mevcut Hükümetin, özellikle; 1,5 ay önce Susurluk'ta meydana gelen bir trafik kazasıyla ortaya çıkan birtakım ilişkileri aydınlatarak, kamuoyunu tatmin noktasında atmış olduğu adımları takdirle ve tebrikle karşılıyorum. İçişleri Bakanlığımızın dün açıklamış olduğu bir bilgi, zannediyorum bu konunun da artık yavaş yavaş çözülmekte olduğunu ortaya koyuyor. Topal cinayetinin tetikçisi olarak, Abdullah Çatlı'nın parmak izine rastlandığını İçişleri Bakanlığımızın açıklamış olması -eğer basının bugün yazdığı doğruysa- bu konunun üzerine Hükümetin ne denli ciddiyetle gittiğini gösteriyor. İnanıyorum ki, çok kısa bir sürede, yasadışı olduğu iddia edilen bu ilişkilerle ilgili önemli açıklamalar getirilecek ve kamuoyunun kafasındaki soru işaretlerini inşallah izale edeceklerdir.

Değerli arkadaşlarım, terörle mücadele, kanunsuzlukla mücadele, hiç şüphesiz, sadece devletin meşru güçleriyle yapılmalıdır; hukuk devleti olmanın gereği de budur; bunun aksi tutum ve davranışları, hukuk devletiyle bağdaştırmak asla mümkün değildir.

Değerli arkadaşlarım, güvenlik güçlerimizin, emniyet mensuplarımızın çok güç şartlar altında hizmet verdiğini biliyoruz. Meclisimizden, Bakanlar Kurulu bir yetki aldı. Bu yetkiye göre, bazı kamu görevlilerinin ekonomik durumlarını iyileştirmek için, biran önce bu yetkiye dayanarak, kararnameler çıkarılıp, emniyet mensuplarımızın sosyal haklarının iyileştirilmesini de Hükümetimizden bekliyoruz.Bu yetkiyi aldılar, kısa sürede de bu konuda adımlar atacaklarına inanıyorum.

Değerli arkadaşlarım, terörle mücadelede çok şehit verdik, askerlerimiz şehit oldu, polislerimiz şehit oldu. Bu şehitlerimizin yakınlarıyla da, devlet olarak çok ciddî bir şekilde ilgilenmek durumundayız...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Sayın Başkan, 2 dakika daha istirham edebilir miyim.

BAŞKAN - Peki, buyurun.

MEHMET ALİ ŞAHİN (Devamla) - Çok teşekkür ederim.

Sayın Bakanımız tarafından bir konuda -biraz sonra, inanıyorum, buraya gelecekler, olumlu ve olumsuz eleştirileri cevaplandıracaklar- aydınlanmak istiyorum. Susurluk yakınlarında meydana gelen trafik kazasında hayatını kaybeden İstanbul eski Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ'ın, şehit kabul edilerek, yakınlarına şehit aylığı bağlanmasıyla ilgili bir haber okudum; doğru mu değil mi bilemiyorum. Sayın Bakan “hayır, yanlıştır” diyor. Bunu şunun için söylüyorum: Bakınız, geçen akşam bir özel televizyon kanalında yayınlanan bir programda, beni fevkalade üzen bir haberi izledim. Efendim, bundan bir süre önce -birkaç yıl önce- Mardin-Silopi arasında operasyona giden güvenlik güçlerimiz bir trafik kazası geçiriyor, beş güvenlik mensubu hayatını kaybediyor ve bunlardan dördüne şehit aylığı bağlanıyor; ama, birisine bağlanmıyor -ki, o da arabayı kullanandır; ismi Kenan Canbaz- bu görevlimiz şehit sayılmadığı gibi, ailesine de şehit aylığı bağlanmıyor ve üstelik, bu aileden, İçişleri Bakanlığı 2 milyar liraya yakın tazminat istiyor.

Demin söylediğimle bağlantı kurmak istiyorum. Eğer, nereden gelip nereye gittiği belli olmayan bir araç içerisinde hayatını kaybeden bir polis memuru, bir emniyet mensubu şehit sayılacaksa; operasyona giden, terörle mücadeleye giderken şehit olan, hayatını kaybeden bir polis memurunun da bin defa daha şehit sayılması lazım!.. (RP sıralarından alkışlar) Bunu ifade etmek için söylüyorum. Sayın İçişleri Bakanımızın, tabiî, bu konuyla ilgilenmesini istirham ediyorum, kendisinin haberi de olmayabilir... Bundan bir süre önce -tarihini de verebilirim, şu an yanımda değil- Mardin-Silopi arasında operasyona giderken hayatını kaybeden Kenan Canbaz'dan bahsediyorum...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Değerli arkadaşlarım, hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Şahin.

Sayın Musa Okçu, Refah Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere; buyurun. (RP sıralarından alkışlar)

RP GRUBU ADINA MUSA OKÇU (Batman) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1997 malî yılı İçişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde Refah Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere huzurunuza çıkmış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyor ve bizleri şu anda televizyon ekranlarından takip eden ve etmeyen tüm vatandaşlarıma hürmetlerimi arz ediyorum.

İçişleri Bakanlığının devlet sistemi içerisindeki değer ve önemi ile taşra yönetimindeki ağırlıklı yeri hakkında, benden önce Grubumuz adına konuşan Sayın Mehmet Ali Şahin gerekli açıklamaları yaptılar. Ben, bu konuda başka bir şey söylemeyeceğim.

Ancak, 1970'li yıllardan beri Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgemizde yaşanan ve 1980'li yılların sonunda daha da ağırlaşan terör olayları, İçişleri Bakanlığının görevini daha da ağırlaştırarak, önemini artırmıştır.

Bugün gelinen noktada, Doğu ve özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bazı köyler boşaltılmış, kimi köyler yakılmış; bölge halkı göçe zorlanarak, evsiz barksız bırakılmıştır; bölgede hayvancılık bitmiş ve bölge ekonomisi fiilen felç olmuştur.

Bana ayrılan 10 dakikalık sürede, bölgede yaşanan ve hepimizi yürekten yaralayan olayların sebep ve sonuçlarını ifade etmem, maalesef mümkün değildir.

Muhalefet sözcüleri, hiçte hakları olmadığı halde, Hükümetimizi bu konuda ağır bir şekilde eleştiriyorlar ve eleştireceklerdir. Halbuki, önce, bir durum tespiti yapmamız lazım. Yirmi yıldır süren bu olaylardan dolayı hiç tenkit edilemeyecek bir parti varsa, o da Refah Partisidir.

Refah Partisi, olayların başında da yoktur, ortasında da yoktur; ancak, beş ay önce kurduğumuz Koalisyon Hükümetiyle, Refah Partisi, sorunları kendi omuzlarında bulmuştur. Soruna sebep olanların, olayları yıllardır örtbas etmeye çalışanların, bölge halkının duygu, düşünce ve isteklerine sırt çevirenlerin, bugün, başkalarını tenkit gücü bulmaları şayanı hayrettir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hiç şüpheniz olmasın ki, ülkenin her sorununda olduğu gibi, tüm vatandaşlarımızın ve özellikle Güneydoğu Bölge halkının, sorunlarının çözümünde de tek umudu Refah Partisidir; çünkü, Refah Partisi Türkiye'nin bütünüdür, Türkiye'nin kendisidir; ancak, üzülerek ifade edelim ki, beş aylık Koalisyon Hükümeti döneminde de bölge halkını rahatlatacak gerekli ve köklü tedbirler, maalesef, henüz alınamamıştır.

Sayın Başbakan ve Hükümet, Koalisyon Hükümetinin ilk günlerinde, bölge halkının beklentileri doğrultusunda, köylerini terk etmek zorunda kalan vatandaşlarımıza köylerine dönüş müjdesini verdi. Bu müjde, bölge milletvekilleri ve bölge halkınca şükran ve hayranlıkla karşılandı. Bölgedeki otorite boşluğundan dolayı ve bölgedeki görevlilerin halka güvensizliğinden dolayı, halkın, köylerine dönüşü henüz gerçekleşmiş değildir.

Bölgede, yıllardır olağanüstü hal rejimi uygulanmaktadır. Olağanüstü Hal Kanuna göre, bölgedeki asayişten Olağanüstü Hal Valisi ve yetki devrettiği valiler sorumludur; ama, uygulamada, yıllardır, yetkiler, asker, özel harekât timleri ve polis tarafından kullanılmaktadır. Hatta, asayişin yanında, halkın ekonomik ve kültürel sorunlarının da çözümü asker ve polise havale edilmiştir. Sayın Başbakanın köye dönüş emri de, bölgede bulunan bu yetki karmaşasından dolayı engellenmektedir. Hükümetimizin, bu engelleri, önümüzdeki en kısa zaman içerisinde aşacağı umudunu taşıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bölgede, yıllardır, tam anlamıyla bir hukuksuzluk yaşanmaktadır. Bölgedeki terörü önlemek amacıyla oluşturulan resmî ve gayri resmî istihbarat örgütlerinin çalışmaları hukukî çerçeveye çekilmelidir. Halkı rahatsız eden insan hakları ihlallerine artık son verilmelidir. Bölgede, yıllardır faili meçhul hadiseler olagelmiştir. Bölgedeki halk, bu çarpık uygulamalardan dolayı, âdeta birbirine düşman cepheler haline getirilmektedir; halk, bunu “Kürt'ü Kürt'e kırdırma” olarak yorumluyor. Halkı kazanmanın, teröre dur demenin yolu; halkını potansiyel suçlu olarak görmeyip, halka inanarak, sözünü ettiğimiz hukuk dışı çarpık uygulamalardan vazgeçmektir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; vaktimin darlığı nedeniyle konunun ayrıntılarına girme imkânımız maalesef, yoktur; kısaca ve özet olarak, çözüm ne olabilir: Zaman zaman “etrafımız ateş çemberiyle çevrilidir” diyoruz. Halbuki, komşularımızla yüzyıllar öncesine dayanan ortak değerlerimiz, tarih birliğimiz vardır. Sevinçte, tasada müşterek duygularımız vardır. Dost ve düşmanlarımız aynıdır. Bugün de, jeopolitik açıdan, yeraltı ve yerüstü kaynakları açısından, karşılıklı menfaatlarımız vardır. Megali ideanın, arz-ı mevudun ve Büyük Ermenistan hayallerinin ortak hedefleri komşularımızla birlikte bölge ülkeleridir...

Komşularımızla bunca ortak yönlerimiz varken, bölgedeki dışpolitikamıza Batı ülkelerinin yön vermelerine seyirci kalmamalıyız. Komşularımızla karşılıklı güven esaslarına dayalı politikalar üretmeliyiz. Bölgede terör başta olmak üzere, kendi meselelerimizi, başkasının müdahalesine izin vermeden kendimiz çözmeliyiz.

Refah Partisi Grubunun bu Hükümetten çözüm önerileri olarak beklentilerini kısaca şöyle ifade etmek istiyoum: Acil Destek Fonu ve diğer fonlardan bölgeye sağlanan kaynakların artırılarak, israf edilmeden, maksada uygun olarak harcanması sağlanmalıdır.

1996 yılında, köylerine dönüş yapacak vatandaşlarımız için il valilikleri emrine gönderilen 50 milyar liranın artırılarak devamını beklemekteyiz.

Zarar gören köy ve bölgelerin Afet Kanunu kapsamına alınması sağlanmalıdır. Bölgeye ataması yapılacak görevlilerin, bölgenin örf, âdet ve sosyal anlayışına adapte olacak bir özel eğitimden geçirilmiş olması; Kuzey Irak'taki otorite boşluğunun giderilmesi; orada yaşayan halkın güvenliğinin garantiye alınmak şartıyla, komşu ülkelerle birlikte çareler üretilmesi; bölgedeki olağanüstü hal uygulamasının kaldırılması; Çekiç Güç'ün kaldırılması; ekonomik katkı sağlaması sebebiyle Irak'a uygulanan ekonomik ambargonun yürürlükten kaldırılması; Güneydoğu Anadolu'nun, Özelleştirme Kanunu kapsamı dışında tutulması ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinin, diğer bölgelerle ekonomik ve sosyal yönden aynı seviyeye getirilmesi için projeler üretilmesi; bölgelerarasındaki ekonomik farkın ortadan kaldırılması sağlanmalıdır.

Bu ayın 16'sında Irak petrol boru hattının açılacak olması ve Çekiç Güç'ün süresinin, 31 Aralık itibariyle uzatılmayacak olması memnuniyet vericidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSA OKÇU (Devamla) - Bağlıyorum.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

MUSA OKÇU (Devamla) - Bu itibarla, Hükümetimizi, huzurunuzda, bu yönüyle tebrik ediyor, sizleri saygıyla selamlıyor, hayırlı günler diliyorum. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Okçu, teşekkür ediyorum.

Refah Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere, Sayın Suat Pamukçu; buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)

RP GRUBU ADINA SUAT PAMUKÇU (Bayburt) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığımızın 1997 yılı bütçesi üzerinde, Grubumuz adına görüşlerimi belirtmeden önce, sizleri saygıyla selamlıyorum. Görüşmekte olduğumuz bütçemizin, aziz milletimizin hayırlı hizmetlerine vesile olmasını Cenabı Hak'tan niyaz ediyorum.

Enerji Bakanlığımız gibi çok önemli ve büyük oranda yatırım yapan bir kuruluşumuzun bütçesi üzerinde, bu kısacık süre içerisinde konuşmamızı nasıl yapacağımızı düşünüyorum.

Ülkemizde, kişi başına düşen elektrik enerjisi tüketimi 1 500 kilovat civarındadır. Aynı tüketim, OECD ülkelerinde 8 700 kilovat, Avrupa ortalaması 5 650 kilovat, dünya ortalaması ise, 2 250 kilovattır. Bu rakamlar, bize, Türkiye'nin elektrik enerjisi tüketiminde ne kadar geride olduğunu göstermektedir.

Toplam enerji açısından Türkiyemizin durumuna baktığımızda, 1996 yılı için üretimimiz 28 milyon ton eşdeğer petrol, tüketimimiz ise 68 milyon ton eşdeğer petroldür; yani, bu yıl enerji açığımız 40 milyon ton eşdeğer petrol civarındadır. Önümüzdeki yıllara baktığımızda da; 2000 yılında üretimimiz, 40 milyon ton, açığımız 50 milyon ton eşdeğer petrol, 2010 yılında ise, üretimimiz 60 milyon ton, tüketimimiz 94 milyon ton eşdeğer petrol olacaktır.

Elektrik enerjisi açısından ülkemizin durumuna baktığımız zaman, 1996 yılı kapasitemiz yaklaşık 21 bin megavat civarında olup, enerji üretim kapasitemiz 108 milyar kilovat/saattir.

Enerjiye olan talep, 2000 yılında 135 milyar kilovata, 2010 yılında 290 milyar kilovata, 2020 yılında ise, yaklaşık 550 milyar kilovata çıkacaktır. Bir başka ifadeyle, elektrik enerjisine olan talep, yılda ortalama yüzde 8 ilâ 10 artış göstermektedir. Bu talebi nasıl karşılayacağız...

Yatırımlarımıza bir bakalım. Biraz önce belirttiğim rakamlardan anlaşıldığı gibi, Türkiye'nin, 2010 yılına kadar enerji sistemine en az 40 bin megavat gücünde yeni bir kapasiteyi ilave etmesi lazım. Bunun manası, her yıl, yaklaşık 4 milyar dolarlık bir yatırım demektir. Halbuki, son on yıl içerisinde yapılan yatırım tutarı yaklaşık 20 milyar dolar civarındadır; yani, yılda ortalama 2 milyar dolar. Demek ki, kamu harcamalarıyla enerji açığımızın kapatılması mümkün görülmemekte. O halde, enerji sektöründe mutlaka özel sektör yatırımlarına önem vermek zorundayız.

Özel sektör yatırımları deyince; yap-işlet-devret modeliyle üretilmekte olan veya önümüzdeki 2010 yılına kadar üretilecek olan enerjinin veya yatırımların güç olarak tutarı yaklaşık 9 bin megavattır. Yap-işlet modeliyle, 10 milyar dolar tutarında bir yatırımla 10 700 megavatlık bir proje ihale aşamasındadır.

TEAŞ'ın devam eden veya programlanan yatırımları 6 bin megavatlık bir projeden oluşmaktadır. Devlet Su İşlerinin, devam etmekte olan ve yakında yap-işlet-devret modeline dönüştürülecek olan yatırımları da, yaklaşık 1 500 megavatlık hidroelektrik santrallarından oluşmakta olup, ilave otoprodüktör yatırımları olarak da 1 700 megavatlık bir yatırım planlanmıştır.

Bunları alt alta topladığımız zaman, 2010 yılına kadar yapılacak olan yatırımlarla 30 bin megavatlık bir ilave enerjinin sistemimize ilave edileceği görülmektedir.

Biraz önce belirttiğim gibi, yaklaşık 40 bin megavatlık bir enerji ihtiyacımız var. Demek ki, daha 10 bin megavatlık bir enerji yatırımı gerçekleştirmek zorundayız.

Ülkemizde hidrolik santrallara dayalı enerji üretimi kapasitesi toplam 430 milyar kilovattır; ancak, bunun kullanılabilir veya rantabl olanı, ekonomik olanı 125 milyar kilovattır. Halbuki, 2010 yılında enerji talebi 290 milyar kilovat olacaktır. 2020 yılında ise, 550 milyar kilovata çıkacaktır.

Demek ki, açığımızı süratle kapatabilmemiz için, yeni enerji kaynaklarına yönelmek zorundayız ve özellikle de, nükleer enerji konusunda gerekli adımları atmak zorundayız. Bugün, dünyada -1994 yılı sonu rakamlarına göre söylüyorum- nükleer santralların kurulu gücü, yaklaşık 344 bin megavattır; Türkiye'nin şu andaki kurulu gücünün 16 katı kadardır.

1994 yılı sonu itibariyle, basınçlı su reaktörü olarak 198 adet, kaynar su reaktörü olarak 87 adet, gaz soğutmalı reaktör olarak 35 adet, canada deuterium-uranyum modeli reaktörü olarak 22 adet olmak üzere, toplam 342 adet reaktör faaliyetlerine devam etmektedir.

Bu kadar güzel örnek varken, sadece Çernobil kötü örneğine bakarak nükleer santrallar aleyhinde yaygara koparılması ne derece doğrudur...

Kaldı ki, Uluslarası Enerji Ajansı Radyoaktif Artık Yönetimi, riskleri minimize etmek üzere şu temel esasları getirmiştir :

1. İnsan sağlığının ve çevrenin kabul edilebilir seviyede korunması,

2. Sınır ötesi insan ve çevrenin korunması,

3. Gelecek nesillerin korunması,

4. Radoyaktif jenerasyonun kontrol altında tutulması,

5. İşletme güvenliğinin temin edilmesi,

6. Millî hukuk çerçevesinde sorumlulukları belirlenmiş bir radyoaktif artık yönetiminin oluşturulması.

Bugünlerde ihale aşamasına geldiğini sevinçle öğrendiğimiz ilk nükleer santralımızın kurulması sırasında yukarıda arz ettiğim önlemlerin uygulanabilmesi için, Atom Enerjisi Kurumumuzun yeniden yapılandırılmasını, Hükümetimizin takdirlerine sunuyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; TEAŞ'ın devam eden yatırımlarına baktığımız zaman, 79 adet 2 500 kilometrelik 380 ve 154 kilovoltluk enerji hatları ile 90 adet 80 bin MVA'lık trafo merkezlerinin bir an önce bitirilmesini hepimiz arzu etmekteyiz.

İran'la yapılan yeni bir anlaşmayla, 20 megavat güç üzerinden ayda 12 milyon kilovat/saatlik bir enerjinin enterkonnekte sistemimize transfer edilmesini sevinçle karşıladık. Yine, uzun yıllardır imzalanamayan, Türkiye, Ürdün, Irak, Mısır ve Suriye'nin elektrik sistemlerinin enterkonneksiyonuna ilişkin anlaşmanın geçtiğimiz ay imzalanmış olmasını da sevinçle karşılıyoruz.

Sayın milletvekilleri, enerji dağıtımını üstlenen kuruluşumuz TEDAŞ'la ilgili bazı temennilerimi Sayın Bakanımızın takdirlerine arz etmek istiyorum.

1. TEDAŞ'ın tahsilatının hızlandırılması için on-line sistemine geçilmesi ve ödeme noktalarının çoğaltılması; ayrıca, kartlı sayaç sisteminin yaygınlaştırılması,

2. Köylerde giderek artan talebi karşılamak üzere, enerji nakil hatlarının yenilenmesi ve trafo güçlerinin büyütülmesi,

3. Şehir şebekelerinin süratle yenilenmesi ve yüzde 17'lere varan enerji kaybının asgariye indirilmesi,

4. Büyük şehirlerde göçle oluşan yeni yerleşim yerlerine, süratle, güvenli elektrik enerjisinin sağlanması.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizde sulanabilir toplam tarım alanı yaklaşık 10 milyon hektar olup, 1996 yılı sonu itibariyle, bunun, ancak yarısı sulanabilmektedir. Devlet Su İşleri, önümüzdeki yıl, 80 bin hektar alanı sulamaya açacaktır. Umuyorum ki, önümüzdeki haziran ayında açılması planlanan Bayburt Masat Sulaması Projesinin açılışında, Sayın Bakanımızı aramızda görmek mümkün olur; bu arada, Laleli Barajımızın temel atma töreni de gerçekleşmiş olur.

Söz Devlet Su İşlerine gelmişken, çok önemli gördüğüm bir konuyu belirtmek istiyorum. Bu kuruluşumuz, bugüne kadar çok büyük projeleri gerçekleştirmiştir. Ancak, Bayburt gibi dağlık bölgelerde, tarıma elverişli çok küçük araziler var; bunları sulanabilir hale getirmek için, Devlet Su İşlerimiz, bundan sonra, bu küçük gölet yatırımlarına özelikle ağırlık vermelidir. Hatta, küçük su projelerine ayrılan yatırım çok azdır. Umuyorum ki, Hükümetimiz, yeni kaynaklar temin ederek, küçük su projelerine, en az 5 trilyon daha ilave edecektir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Bakanlığımıza bağlı en önemli faaliyetlerden birisi de madenciliktir. Bugün, madenlerimiz...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Bugün muhtaç olduğumuz süre...

SUAT PAMUKÇU (Devamla) - Sayın Başkan, deve büyük delik küçük. Siz deliği büyütüyorsunuz biz deveyi küçültüyoruz; geçireceğiz delikten.

BAŞKAN -Yani, süre değil yamalık mı istiyorsunuz...

Buyurun.

SUAT PAMUKÇU (Devamla) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; madencilikte, bugün, Türkiye'de, gayri safî millî hâsılanın ancak yüzde 1,3'ü kadar gelir temin edilmektedir. Bu gelirin, mutlaka, yüzde 10'lar seviyesine çıkarılması gerekir. Bu maksatla hazırlanmış olan yeni maden kanunu tasarısının ve maden bakanlığının kurulmasına ilişkin kanun tasarısının, Meclisimiz tarafından bir an önce çıkarılmasını arzu etmekteyiz. Ayrıca, Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğünün, son teknolojik cihazlarla teçhiz edilmesini, Sayın Bakanlığımızın takdirlerine sunuyorum.

Bu arada, Bayburt Kop Dağı krom madenin kaliteli çelik üretimiyle ilgili atılan adımlara paralel olarak, katmadeğeri yüksek ürün haline getirilmesi için yeni tesisler kurulacağına ilişkin Etibank yetkililerinden aldığımız bilgi, bizi ve Bayburtlu hemşerilerimizi ayrıca memnun etmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükümetimizin, çok önemli bulduğumuz diğer adımı da, İran ile yapılan doğalgaz anlaşmasıdır. İran doğalgazını Ankara'ya kadar taşıyacak olan hat, Bayburtumuza 30-40 kilometre mesafeden geçmektedir. Hem çok pahalı yakıttan yakınan hemşerilerimizin hem de hava kirliliğinden bunalan hemşerilerimizin, bu hattan bir branşmanla doğalgaza kavuşturulmasını Sayın Bakanımızın takdirlerine arz ediyorum.

Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (RP ve DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Pamukçu, teşekkür ediyorum.

Refah Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere, Sayın Hasan Dikici, buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)

RP GRUBU ADINA HASAN DİKİCİ (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Grubum ve şahsım adına Yüce Meclise saygılarımı sunuyorum.

Ülkelerin endüstriyel, sosyal ve ekonomik gelişmelerinde önemli yeri olan doğal kaynaklar ve enerji, tarih boyunca güncelliğini ve önceliğini hiç kaybetmeden, insanlığın sürekli uğraşısı olmuştur. Doğal kaynakları ileri seviyede değerlendirebilen, enerji ihtiyaçlarını yeterince karşılayabilen ülkeler, gelişmiş, ileri ülkeler seviyesine ulaşmışlardır.

Ülke kalkınması, hızlı nüfus artışı, sanayileşme ve sosyal gelişmenin doğal sonucu olarak, enerji ve tabiî kaynaklara olan talebimiz hızla artmaktadır. Bu talebi karşılamada ana hedef ise, enerji ve tabiî kaynak ihtiyacımızın, zamanında, yeterli, güvenilir ve çevrenin korunmasına da gereken önem verilerek ekonomik olarak sağlanılmasıdır. Bu hedef çerçevesinde; ülke talebinin mümkün olduğu ölçüde yerli kaynaklarla karşılanması için, bilinen kaynakların kamu ve özel sektörce en ekonomik ve maksimum faydayı sağlayacak şekilde değerlendirilmesi, yeni kaynakların geliştirilerek bir an önce üretime geçirilmesi, arz güvenliğini teminen dışarıdan getirmek zorunda kaldığımız enerjide kaynak ve ülke çeşitlendirilmesinin sağlanması, özel kesiminin ve yabancı sermayenin sektörde beklenen yerini alabilmesi için gerekli altyapı ve yasal düzenlemelerin süratle gerçekleştirilmesi gereklidir.

1996 yılında birincil enerji talebimiz 67,6 milyon ton eşdeğer petrol, üretimimiz ise 27,5 milyon TEP seviyesinde olmuştur. Diğer bir deyişle, 1996 yılında toplam birincil enerji arzımızın yarısından fazlası ithal yoluyla karşılanmıştır. Ülke birincil enerji talebinin, 2000 yılında 90 milyon TEP'e, 2010 yılında ise 156 milyon TEP'e ulaşması beklenmektedir. Buna karşılık, bugün için bilinen ülke kaynaklarına göre, birincil enerji üretimimizin 2000 yılında 40 milyon TEP, 2010 yılında ise 60 milyon TEP olacağı tahmin edilmektedir. Yapılan planlamaya göre, 2010 yılı sonuna kadar, yaklaşık 40 bin megavatlık kapasitenin sisteme ilave edilmesi ihtiyacı vardır. Bu da, mevcut sisteme, yılda ortalama 2 500-3 000 megavat kurulu güç ilavesi, başka bir ifadeyle, her yıl ortalama 3 milyar dolarlık bir yatırım ihtiyacını zorunlu kılmaktadır. İletim ve dağıtım sistemlerinin yatırımları da göz önüne alındığında, bu miktar, yılda 4 milyar dolara çıkmaktadır.

Bu amaçla, TEAŞ tarafından sürdürülen 1 400 megavatlık Bursa doğalgaz, 150 megavatlık Kangal 3, 320 megavatlık Çayırhan 3-4 termik santrallarına ilave olarak, 1996 yılı programına, toplam 2 510 megavat kurulu gücünde 4 yeni termik santral projesi, 2002 yılında devreye girecek şekilde dahil edilmiştir. TEAŞ yatırım programında yer alan bu projelerden 1 360 megavatlık Afşin-Elbistan B, 300 megavatlık Çan, 700 megavatlık Aliağa -fuel-oil- termik santralları ile Akkuyu Nükleer Santralı ihale aşamasına getirilmiştir.

1997 yılı programına da, toplam 1 650 megavatlık yeni tesisin teklifi yapılmıştır.

Bugün, dünyada, toplam kurulu gücü 344 bin megavat olan 437 adet nükleer santral faaliyet halindedir. Bu miktar, Türkiye'deki kurulu gücün yaklaşık 16 katıdır. Halen, toplam 32 600 megavatlık reaktörün yapımı da sürmektedir.

Köy ve şehir şebekeleri yenilenememiştir, kapasite yetersizdir, dağıtım kayıpları yüzde 17'ler seviyesine yükselmiştir. Dağıtım sisteminin yenilenmesi, yönetilmesi, yönlendirilmesi ve arızaların daha kısa sürede giderilerek, kayıpların, mutlaka minimize edilmesi lazımdır.

Ülkemiz, 26 adet akarsu havzasına ayrılmıştır. Tarım arazisi, 28 milyon hektar olarak tespit edilmiştir; sulanabilir kısmı 8,5 milyon hektardır. Halen, 1996 yılı başı itibariyle, 4,5 milyar hektar alan sulamaya açılmış olup, bunun, 2 milyon hektarı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünce gerçekleştirilmiştir. 1997 yılı sonunda ise, 80 bin hektar alan sulamaya açılacaktır.

Küçük su işleri projeleri kapsamında yürütülen 134 adet gölet inşaatından 5 adedi 1996 yılında bitirilmiştir, 129 adedinin inşaatına 1997 yılında devam edilecektir. İnşaatı süren 32 adet gölet sulamasından 16 tanesi ise, 1997 yılı içerisinde tamamlanacaktır.

Yerüstü suyu sulamalarında ise; 5 bin hektar alana sulama hizmeti götürecek 8 adet yerüstü sulaması bu yıl içinde tamamlanacaktır.

Devlet Su İşleri tarafından, 1996 yılında, 12 480 hektar alanda yeraltı sulaması yapılmıştır; 1997 yılında ise, 15 bin hektar alanın işletmeye açılması planlanmıştır.

Aşağı Fırat Birinci Merhale Projesiyle toplam 167 bin hektarlık alan sulanacaktır. İnşaatlar, 8 ayrı ünite halinde devam etmektedir. Şanlıurfa ve Harran Ovalarında, 1996 yılında, fiilen 45 bin hektar alanda sulama yapılmıştır. Söz konusu projeyle, 2000 yılı sulama mevsiminde, 150 bin hektarlık Şanlıurfa-Harran ovalarında tamamen sulama yapılabilecektir.

Bu cümleden olarak; 1992 yılında inşaatı başlayan sulama, içme suyu ve taşkın koruma amaçlı Ayvalı Barajı ile 1994 yılında başlanılan, 44 bin hektar araziyi sulayacak Adatepe Barajı inşaatının hızlandırılarak, bir an önce bitirilmesi şarttır.

Gelişmiş ve sanayileşmiş ülkeler, hammadde ve maden kaynaklarını en üst düzeyde değerlendirebilen ülkelerdir. Bu ülkelerin gayri safî millî hâsılası içinde madenciliğin payına bakıldığında, Amerika Birleşik Devletlerinde yüzde 4,2; Almanya'da yüzde 4; Kanada'da yüzde 7,5; Avustralya'da yüzde 8,7 olduğunu görmekteyiz. Ülkemizde ise, bu oran, sadece, yüzde 2,3 dolayında kalmıştır. Günümüz ve geleceğin madencilik faaliyetlerinin daha verimli olabilmesi için;

1. Maden işleri genel müdürlüğü teşkilatı ve görevleri hakkında kanun tasarısının,

2. Farklı kanunları bir kanunda toplayacak maden kanunu tasarısının,

3. Maden bakanlığı kurulması hakkında kanun tasarısının bir an önce çıkarılması şarttır.

Ruhsatlı olup, kanunî vecibelerini yerine getirmediği için düşen 7 799 saha ile faaliyette bulunmayan, iptal edilecek 7 000 saha olmak üzere, toplam 14 799 saha, yıl sonuna kadar ihale edilecektir. Bu ihalenin sonunda 1,5 trilyon gelir sağlanacak ve 50 bin kişiye iş bulunacaktır.

Madenlerimizin aranması için, 1997 yılı içinde, 160 bin metre sondaj yapılacaktır.

1996 yılı sonunda, çelik üretimi 12,9 milyon ton olmuştur. Bu üretimle, dünyada 15 inci sıradayız. 2000'li yıllarda 17 milyon ton olan hedefi, mutlaka geçmeliyiz.

Taşkömürü ihtiyacımızda, dışa bağımlılığımız mutlaka kaldırılmalıdır.

Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı, Kazakistan ve Azerbaycan'da, 11'i petrol, 3'ü gaz olmak üzere, deneme üretimine başlamıştır. 2000'li yıllarda, 3 milyon ton/yıl üretim yapacaktır.

Türkiye, İran'dan, yirmiüç yıl süreyle doğalgaz alacaktır. Bu anlaşmaya göre, 2005 yılında, doğalgaz alımı 10 milyar metreküp/yıla ulaşacaktır. Ülkemizin gaz arzı açığının karşılanması için, İran-Türkiye-Avrupa doğalgaz boru hattının, Rusya Federasyonu-Türkiye-İsrail doğalgaz boru hattının, Türkmenistan-Türkiye-Avrupa doğalgaz boru hattının ve Hazar-Akdeniz hampetrol boru hattının projelerine hız verilmelidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HASAN DİKİCİ (Devamla) - 1 dakikada bitireceğim Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Buyurun.

HASAN DİKİCİ (Devamla) - Teşekkür ederim Başkanım.

Altı yıl aradan sonra, Kerkük-Yumurtalık boru hattı 16 Aralıkta yeniden açılıyor; Hükümetimize takdir ve teşekkürlerimi sunuyorum.

1 360 megavatlık Afşin-Elbistan B Projesi : Santralın yeri tespit edilmiştir, fizibilite raporu ve etüdü tamamdır, şartname hazırlanmıştır; en kısa zamanda ihalesinin yapılması ve inşaatının bir an önce bitirilmesi, bölge halkımıza büyük bir sevinç getirecektir.

Bakanlığımız bütçesinin milletimize ve Bakanlık mensuplarımıza hayırlı olmasını Cenabı Hak'tan niyaz eder; Yüce Meclise ve aziz milletimize saygılarımı sunarım. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Dikici, teşekkür ediyorum.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına görüşlerini ifade etmek üzere, Sayın Yahya Şimşek; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika.

CHP GRUBU ADINA YAHYA ŞİMŞEK (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İçişleri Bakanlığının 1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısıyla ilgili, Cumhuriyet Halk Partisinin görüş ve düşüncelerini aktarmak için söz almış bulunuyorum; sizleri, şahsım ve Grubum adına, en içten sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçe görüşmelerinde, genelde, bu bütçeyle ilgili rakamlar üzerinde konuşulup, tartışılması gerekir; benden önceki arkadaşlarım da bu çerçeve içerisinde görüşlerini belirttiler. Bütçenin tümünün görüşülmesi sırasında bu kürsüde söz alan değerli arkadaşlarım da, bu konuyla ilgili görüşlerini açıkça dile getirdiler.

İktidar partileri bütçeyi sunarken, denk bütçe olduğunu söylediler; ama, buna karşın, söz alan diğer konuşmacı arkadaşlarım, bu bütçenin denk bütçe olamayacağını, kanıtlarıyla anlatmaya çalıştılar.

Denk bütçe denince akla gelen, geliri gideri eşit olan bütçedir. Bugüne kadar, böylesine bir bütçe, daha yaşama geçirilmemiş; ama, siyasî iktidar, bu dönem yaşama geçirileceğini iddia ediyor. Umarız öyle olsun; ama, ilk aşamada görebildiğim kadarıyla, denk bütçe, bana göre, sanki, denk edilmiş, paketlenmiş, hazırlanmış, halkın sırtına yüklenmek için hazırda duran bir bütçe gibi geliyor. O nedenle, bu konuda, bütçeyle ilgili görüşlerimi rakamsal olarak burada kesiyorum.

İçişleri Bakanlığı bütçesiyle ilgili görüşmelere geldiğimde de, öncelikle, İçişleri Bakanlığının görevlerinin yasadaki tanımlamasına kısaca göz atmak istiyorum.

Burada, yasa, İçişleri Bakanlığının görevlerini “suç işlenmesini engellemek, kamu düzenini sağlamak, Anayasada yer alan hak ve özgürlüklerin korunması ve de kullandırılmasını sağlamak” diye tanımlamış. Bu çerçeve içinde bakıldığı zaman, İçişleri Bakanlığının görevi, demokrasiyi korumak, kollamak; diğer taraftan da iç barışı koruyup kollamak olarak tanımlanabilir.

Bu çerçeve içinde İçişleri Bakanlığının görevleri değerlendirildiğinde, gerçekten, burada tartışılması gereken sorun, demokrasinin sorunları ve de iç barışı engelleyen sorunlar olmalıdır diye düşünüyorum.

Tabiî, bu açıdan olaya baktığımız zaman, son günlerde meydana gelen olayları gözardı edebilmenin de olanağını göremiyorum. Çok söylendi, çok konuşuldu; ama, bu bütçe nedeniyle, bir kez daha ve altı çizilerek üzerinde durulması gerekiyor Susurluk kazasının.

Susurluk kazası, mitolojideki Pandora'nın kutusu gibi. Biliyorsunuz, o kutu açıldığı zaman nasıl ki bütün kötülükler dünyaya yayılmışsa, işte, Susurluk'taki trafik kazası da, yıllardır bu ülkedeki şaibeli ilişkilerin hangi boyutta olduğunu bir anda toplum önüne saçıverdi. (CHP sıralarından alkışlar)

Her gün yeni yeni olaylar gelişiyor; skandal olan ve halkı da şok edici olaylar... Dün de bir açıklama; Topal cinayetinde kullanılan silahın üzerindeki iz Abdullah Çatlı'nın parmak iziymiş. İnşallah öyledir; ama, gelişen olayların örtbas edilmesi gayreti toplumu öylesine güvensizliğe itmiştir ki, bu konuya dahi toplum kuşkuyla bakar olmuş.

Bir süre önce Abdullah Çatlı'yı vatansever ilan etmiştiniz hani; şimdi, bu tespitlerle, vatanseverliğini geri mi aldınız?

ERCAN KARAKAŞ (İstanbul) - Yaptığı son vatan görevi bu muymuş?!

YAHYA ŞİMŞEK (Devamla) - Yoksa, Abdullah Çatlı, o kazaya uğramadan önce son vatanseverlik görevini mi yapmış oldu? Bunun açıklığa kavuşması gerekir. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bu Susurluk cinayeti, gerçekten çok şeyleri ortaya koydu.

Türkiye, Ulusal Kurtuluş Savaşını, çetelerden, düzenli orduya geçerek kazandı; feodaliteden ulus devlete geçerek de siyasal kimlik edindi. Şimdi tekrar çetelere doğru çözülerek, aşiretlere parçalanarak mı 2000'li yıllara yürüyeceğiz hep birlikte? Bölücülükle mücadele ederken, devletin güvenlik hizmetini, çetelere, aşiretlere bölerek, paylaştırarak, aşiretleri, çeteleri, güvenlik taşeronu olarak kullanarak mı başarı sağlayacağız?!

Atanmışların korunma zırhı olarak Memurin Muhakematı Hakkında Kanunu Muvakkat, yani, memurların yargılanmasıyla ilgili yasa varken, seçilmişlerde de milletvekilliği dokunulmazlığına sığınılmışken, kim, neyi, ne kadar soruşturabilir?! Memurin Muhakematı Hakkında Kanunu Muvakkat, yani, muvakkat eki konarak geçici olarak hazırlanmış; ama, yasayı yapanlar tarihe karışmış, yasa seksenüç yıldır, Osmanlıdan cumhuriyete devrolunarak kalmış.

Yargı bağımsızlığı sağlanmadan, milletvekili dokunulmazlığını sınırlamadan, memurları, koruma zırhı dışına çıkarmadan, temiz topluma gidişin hukukunu oluşturamayız.

Susurluk'ta olay oluyor; Başbakanın tepkisi “fasa, fiso”, Adalet Bakanı ise, “şerle değil, hayırla uğraşın” havasında Türkiye'de, herkes, uzun uzun konuşuyor bu konuyla ilgili; ama, Sayın Başbakan derin bir sessizlik içerisinde; tıpkı, Kaddafi'nin çadırındaki gibi sessizlik içerisinde. (CHP sıralarından alkışlar, RP sıralarından “ne alakası var” sesleri) Dönemin İçişleri Bakanı Sayın Mehmet Ağar ise “Çatlı'yı polise götürüyorlardı” gibi trajikomik açıklamalar yapıyor. Yeni İçişleri Bakanımız Sayın Akşener, bu konuda, İstanbul Emniyet Müdürünü görevden alırken, yaptığı açıklamada -açıklamasını metinden okuyor; ama, bir konuyu metne bakmadan açıklıyor- “Sayın Başbakan Yardımcımız, Genel Başkanımız, Dışişleri Bakanımız Prof. Dr. Tansu Çiller, bu Bakanlığa atanırken bana dedi ki :Bu konunun üzerindeki tüm şaibeleri kaldır” diyor.

Sayın Bakan, Sayın Başbakan Yardımcısı böyle bir talimat vermiş olmasaydı; acaba, bu iş şaibeli mi yürüyecekti; sizin en doğal göreviniz değil miydi zaten bunun üzerine gidebilmek?!

İSMAİL KARAKUYU (Kütahya) - Olayı saptırma!..

YAHYA ŞİMŞEK (Devamla) - Bravo! Bu kadar kişinin arasında, çok zeki olduğun için hemen yakalayıverdin; seni kutluyorum!..

İSMAİL KARAKUYU (Kütahya) - Anlamamışsın ki!..

İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) - Dinle bakalım!

YAHYA ŞİMŞEK (Devamla) - Anlamamışsam, Sayın Bakan, biraz sonraki konuşmada burada anlatır. Siz. Sayın Bakanın avukatı değilsiniz!.. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Şimşek, efendim, siz, görüşlerinizi ifade eder misiniz.

VELİ ANDAÇ DURAK (Adana) - Sayın Başkan, sataşma var.

BAŞKAN - Lütfen... Lütfen efendim...

VELİ ANDAÇ DURAK (Adana) - Sayın Başkan, böyle konuşma olur mu?!

YAHYA ŞİMŞEK (Devamla) - Canım, bildiğin laf varsa, sen de söylersin; oturduğun yerden konuşma!

BAŞKAN - Sayın Şimşek, siz buyurun efendim.

YAHYA ŞİMŞEK (Devamla) - Efendim, o zaman, sükûneti sağlayın lütfen Sayın Başkan.

BAŞKAN - Efendim, buyurun.

YAHYA ŞİMŞEK (Devamla) - Yani, onlara müdahale etmek durumunda bırakmayın beni de.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

YAHYA ŞİMŞEK (Devamla) - Kimileri de, açıklama yapılırsa, işte, bu devlet sırrıdır, yanlış olur gibi bir anlayış içerisinde. Kimse, devlet sırrı zırhının arkasına saklanmasın. Devletin, suikast yapma sırrı olmaz, devletin, eroin kaçakçılığı sırrı olmaz, devletin, kumarhane paylaşımı sırrı olmaz, devletin, adam kaçırıp fidye isteme sırrı hiç olmaz. (CHP sıralarından alkışlar) Eğer, devlet, insan haklarına dayalı hukuk kimliğini kaybederse -ki içinde yaşadığımız durum da budur- o zaman, ortalıkta uyuşturucu kaçakçıları yurtsever kimliğiyle dolaşmaya başlarlar, çeteler devlet güvenlik kurumu kimliği edinir, şerefli kaçakçılar şerefli cinayetlerini kutsal suçlar olarak devlete onaylatma olanağı bulurlar.

Türkiye'de, faili meçhul cinayet sayısı 3 bine ulaşmış. Türkiye'de, güvenlik güçlerinin yakalayamayacağı ustalıkta planlı cinayet işleyebilecek 3 bin üstün zekalı katil mi dolaşmaktadır; yoksa, bu cinayetler, görevi cinayetleri çözmek olanlara mı işletilmektedir?! (CHP sıralarından alkışlar) 3 bini aşkın faili meçhul cinayetin ateşi yakar bir ülkeyi; bu kadar cinayetin üstüne demokratik hukuk devletini oturtamazsınız. Onbir aydır gazeteci Metin Göktepe'nin katil zanlısı polisleri yargıç karşısına çıkaramayan; ama, ülkenin yüz akı aydınlarına mahkeme koridoru arşınlatmayı devlet görevi bilen bir anlayıştır; devleti asıl küçülten de işte bu anlayıştır. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hukuk, gün olur herkese lazım olur; hukuku çiğneyerek devleti yönetebileceklerini, hukuku bir ayak bağı olarak görüp terörü önleyebileceklerini sananlara da gün olur hukuk lazım olur.

Türkiye ekonomisi, eroin bağımlısı haline mi getirilmeye çalışılıyor? Türkiye'yi, karapara aklama cenneti yapanların hain tuzaklarını mutlaka; ama, mutlaka bozmalıyız. 1995'te, kaynağı belirsiz para miktarı 3,2 milyar dolar, ihracat 5,6 milyar dolar; ihracatın yarısından fazla bir rakam bu. 1996'da ise, kaynağı belirsiz para 9,7 milyar dolar, ihracat ise 22 milyar dolar.

Bu eroinin zehrini, demokrasinin, hukuk devletinin damarlarına şırınga edenler kim? Karaparayı kimler, nerelerden kazanıyor; kimler Türkiye'yi karapara aklama cenneti yaptı?..Bu soruları sormadan temiz toplumu da, Susurluk'u da, çeteyi de sorgulayamayız.

Anlaşılıyor ki, yakın tarihimizin kimi dönemlerinde, yasaların ve hukukun suç saydığı eylemler devlet eliyle gerçekleştirilmiş, devlet, kendi yurttaşlarına karşı suç işlemiştir; cinayet suçu, pusu kurma suçu, işkence suçu, kaçırma suçu, öldürme suçu...Ne adına; devlet adına. Devlet, kendi yurttaşlarını yasadışı yollarla devlet adına öldürme yetkisini kendisinde görmeye başlayınca, teröristle devlet görevlisi arasındaki sınır da silinip gitmiştir; tıpkı, düzenle anarşi arasındaki, hukukla vahşet arasındaki sınırın silinip gitmesi gibi (CHP sıralarından alkışlar)

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Kars) - Biraz daha anlaşılır...

YAHYA ŞİMŞEK (Devamla) - Herhalde anlamıyorsunuz, tekrar mı anlatmam gerekiyor?

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Kars) - Anlıyoruz...Anlıyoruz... Sen işine bak.

YAHYA ŞİMŞEK (Devamla) - Çok zeki olduğunuzu zannediyorum!

MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) -Genelleme yapmadan konuşun.

YAHYA ŞİMŞEK (Devamla) - Tabiî, ben de onu istiyorum zaten.

MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) - Kavramları birbirinden ayıralım.

YAHYA ŞİMŞEK (Devamla) - Ona gayret göstermeye çalışıyorum.

BAŞKAN - Sayın Şimşek, lütfen efendim.

YAHYA ŞİMŞEK (Devamla) - Devletin kimi görevlileri, kendilerini devlet yerine koyup, keyfî tehdit değerlendirmeleri yaparak, kendi yurttaşlarına karşı operasyon yapabilir mi, bunu soruyorum; yapamaz. Yapamaz diyorsanız, Ağar'ın “artık kimse risk almaz, binin üzerinde operasyon yaptık “ sözünün anlamı nedir? Neyin riskidir bu? Kim bu yetkiyi vermiştir? Kimlere karşı kimler kullanılarak hangi operasyonlar yapılmıştır? Kimlerin emriyle, hangi kurumların desteğiyle? Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, bu riskli operasyonlar sonucu, devletin yüce menfaatlarına kurban mı edilmiştir yoksa?

İtiraz etmemiz gereken, devletin yasadışı yollara sapıp cinayet işlemesi, bu yönde gizli örgütlenmeler oluşturmasıdır. Yoksa, bunu onaylayıp “iyi de, niye bu örgütlenme içerisindeki insanlar kişisel çıkar sağlamaya yönelip uyuşturcu kaçırıyor, kumara bulaşıyor, siyasî nüfuz elde etmeye yöneliyor” diye, işin özündeki hukuka sığmazlığı, demokratik devletle bağdaşmazlığı kabullenmek, ikiyüzlülüktür ya da “canım, bu işler yapılmalıydı; ama, sivillerle değil, devletin resmî görevlilerince yapılmalıydı” deyip, resmî çeteleşme, resmî cinayet, resmî yasadışılık oluşturmaya yeşil ışık mı yakılmalıdır? Hangi amaçla olursa olsun, suç örgütü kuran, işleten, koruyan ya da kollayan bir devletin hukukîliği, demokratikliği, meşruiyeti kalır mı; bu yolla, toplumsal barış ve huzur sağlanabilir mi? Toplumun bir kesimini, bir ideolojiyi, suçun ötesinde düşman görüp, diğer bir ideoloji yanlılarını sivil güvenlik gücü, ihtiyat kuvveti gibi değerlendirip, iti ite kırdırma politikasıyla teröre itip, katliamlar, cinayetler düzenlemek, düzenletmek, devleti çürütüp, içi boş bir kavrama dönüştürmez mi?

Bu ülkenin gençlerine, yurtseverlik modeli olarak, uyuşturucu kaçakçısı suikastçıları, katliam zanlılarını mı örnek olarak göstereceğiz?! Gençlerimizi, susturucu takılmış suikast silahlarının tetikleri halinde, haince kurulmuş tuzaklara sinsice düşürerek, soğukkanlı katiller olup şeref edinmeye; bunu, devlet görevi, kutsal suç saymaya mı yönlendireceğiz?! Vatan hizmetini suikast tetikçiliğine indirgediniz mi, orada, devlet bitmiş, toplum bitmiş, ulus olma bilinci bitmiş demektir. Terörle mücadelenin tek yolunun, terör, devlet terörü üretmek olduğunu sanacak kadar çapsız, ufuksuz yöneticilerin varlığı ve onların, kendilerinde devleti kurtarma vehmine kapılıp, yasaları birer engel gibi görme anlayışıdır devlet için asıl tehlike olan. Devletin içinde, çekirdek devlet, gizli devlet, derin devlet oluşturmaya giden yolda, bu uğursuz anlayışın, devleti sahiplenme anlayışının sonucudur.

Polisin, toplumsal olaylardaki, yanlılığının ötesinde, hasmane tutumu ortadadır. Bu görüntüsüyle polis, hukuk devletinin değil, bir ideolojinin yandaşı gibi, kendi yurttaşını düşman gören bir yaklaşımla, kendine özgü bir tarifle devlet görevi yaptığını sanmakta, kendini devletin sahibi gördüğünden de, bu uğurda, karşısındakini düşman sanmaya şartlanmaktadır. Oysa, onların içinde, hem de büyük çoğunluğu, çok iyi niyetle, çok vefakâr, çok cesurane bir şekilde bu görevi yerine getirmenin gayreti içindedirler; ama, ne yazık ki, onları yönlendirmeye çalışan bu zihniyet, onları da kamuoyunun gözünde gölgelemektedir. İşte, bize düşen görev, gerçekten bu görevini layıkıyla yapan güvenlik güçlerimizi de bu gölgelenmekten kurtarmaktır. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'nin geleceğini, hukuk devletinin geleceğini kurtarmak istiyorsak, önce, geçmişi bir aydınlatmalıyız. Bu lanet örtüsünü çetenin üstünden çekip almalı, devlet içinde yuvalanan bu çeteyi gün ışığında boğmalıyız. Lockheed skandalını örttük, İpekçi cinayetini örttük, Ağca'nın askerî hapishaneden kaçışını örttük, Horzum olayını örttük, öğrenci olaylarının başladığı ilk yıllardaki 30 faili meçhul cinayeti örttük...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Şimşek, 1 dakika eksüre veriyorum; toparlar mısınız.

YAHYA ŞİMŞEK (Devamla) - ...Bahçelievler katliamını örttük, Özal suikastını da, Ecevit'e Çiğli'de düzenlenen suikastı da, Mumcu cinayetini de, hep örttük, örttük... Bu kadar örtünün altında hukuk devleti ve demokrasi nefes alamaz, boğulur. Bizi kimse affetmeyecektir. Eğer, devleti bu uğursuzlar çetesine bırakırsak, bunun üzerine yürüyemezsek, bizi çocuklarımız; yani Türkiye'nin geleceği yargılayacaktır. Bu utanç hepimizi boğar.

Değerli arkadaşlarım, şimdi bu kadar açıklamalardan sonra “geçmişte ayda mıydınız, fezada mıydınız” demeyi bırakın. 20 inci Dönem olarak, geçmişteki hatalarla, geçmişteki eksikliklerle buradayız; şimdi sıra bizde, evet bizde, bizi buraya bunun için yolladılar. (CHP ve DSP sıralarından alkışlar)

Biz başarabiriliz, biz, temiz bir toplumu başarabiliriz, temiz siyaseti başarabiliriz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

YAHYA ŞİMŞEK (Devamla) - Sayın Başkan, 1 dakika daha ilave ederseniz, bitiriyorum.

BAŞKAN - İnşallah, bu sürede de bitirmeyi başarırsanız memnun oluruz.

YAHYA ŞİMŞEK (Devamla) - İnşallah, sizin de katkınızla.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

YAHYA ŞİMŞEK (Devamla) - Rahmetli İnönü “bu ülkede namuslu insanlar da, namussuzlar kadar cesur olmalıdır” demişti. Hadi arkadaşlar! Başarabiliriz, biraz cesaret, biraz kararlılıkla yürüyelim üzerlerine, devleti çetelere, mafyalara teslim etmeyelim.

Saygılar sunuyorum. (CHP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Şimşek, teşekkür ediyorum.

CHP Grubu adına ikinci konuşmacı, Metin Arifağaoğlu.

Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA METİN ARİFAĞAOĞLU (Artvin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının 1997 yılı bütçesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini belirtmek üzere söz almış bulunuyorum. Şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Yüce Meclisi ve televizyonları başında bulunan değerli vatandaşlarımı sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, günümüz dünyasında, enerji politikaları, çevre bilinciyle birlikte dikkate alınmakta ve ulusal çıkarlar göz önüne alınarak belirlenmektedir. Bu bağlamda, siyasî tercihlerle ani kararlar vererek, günlük ve değişken politikalar üretmek yerine, mevcut kaynaklarımızı ve tüketim taleplerimizi çok iyi tespit edip, bunları daha gerçekçi değerlendirmek suretiyle, ulusal enerji politikasını oluşturmak gerekmektedir.

Ulusal enerji politikası oluşturmada, enerji kaynağının ekonomik olarak işletilmesi yanında güvenilir olması da çok önemlidir. Güvenilir enerji demek, öncelikle, yerli enerji kaynakları demektir. Bu kaynaklar işletilmediği müddetçe, güvenilir enerjiden bahsetmek mümkün değildir.

Türkiye, güvenilir olan yerli kaynaklara yönelmekle, sadece döviz kaybını önlemeyecek, aksine, yeni istihdam olanakları ortaya çıkacak ve ekonominin temel kurallarından çoğaltan etki yoluyla, yan sanayiler vasıtasıyla, çok önemli ekonomik katkılar ortaya çıkacaktır.

Elektrik enerjisi üretimine uygun düşük kalorili kömür havzaları bulunan yörelerimiz mevcuttur. Bu havzalardan biri olan Afşin-Elbistan yöresindeki santralın birim işletme maliyeti Hamitabat ve Ambarlı doğalgaz santrallarına göre, takriben yüzde 30 daha ucuzdur.

Bir başka örnek, Zonguldak Taşkömürü Havzasıdır. Türkiye Taşkömürü Kurumu için, Meclis araştırması komisyonu çalışmalarını tamamlamış ve raporunu Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunmuştur. Bu raporda, Türkiye Taşkörümü Kurumunun yeni bir yapılanmaya gitmesinin gerekli olduğu, önemle vurgulanmıştır. Türkiye Taşkömürü Kurumunda özelleştirilecek birimler vardır; ancak, esas üzerinde durulması gereken konu, Türkiye Taşkömürü Kurumunun özerkleştirilmesidir. Hükümetin, Meclis Araştırma Komisyonu raporunu dikkate alması durumunda, yılda, 400-450 milyon dolarlık zarardan kurtulunmuş olunacak ve Zonguldak üzerinde bulunan kara bulutlar dağılacak, Zonguldak halkı “geleceğim ne olacak” tereddütlerini kafasından atacaktır. Türkiye Taşkömürü Kurumu, üretimini artırarak yaşamalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, yeni bir kaynak bulunmadığı sürece, dünyada bulunan doğal kaynak rezervlerinin ömürlerine bakacak olursak; taşkömürünün 170 yıl, linyitin 400 yıl, ham petrolün 45 yıl ve doğalgazın 60 yıllık ömrü kaldığı söylenebilir. Enerji üretim santrallarımızı, bu tabloya bakarak seçmenin daha gerçekçi olacağı aşikârdır. Bugüne kadar uygulanan politikalarla, ithal kaynaklı santrallara öncelik verilmektedir. Bu durumu doğru bulmadığımızı, açık bir dille belirtmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; enerji üreten santralları, kuruluş maliyetleri yönüyle incelersek, hidrolik santrallara göre, doğalgaz santrallarının yüzde 50 mertebesinde ucuz olduğu görülür; ancak, doğalgaz santrallarında 5 kilovat elektrik için, takriben 1 metreküp doğalgaz tüketilmektedir. Kullanılan doğalgaz ithal olduğuna göre, yatırım maliyeti ucuz görülse de, işletme maliyetleri, kömürle çalışan termik santrallara göre çok pahalı, su santrallarına göre kat be kat pahalıdır.

Bir örnek vermek gerekirse, 1 kilovat elektriğin, ağustos ayı ortalama maliyetleri, kömür santrallarında 2 918 lira, hidroelektrik santrallarda 1 300 liradır. Yalnız, burada, şunu belirtmek istiyorum : Bu, 1 300 liranın da 1 200 lirası fondur.

Bakınız, eylül ayında, Keban Barajında 1 kilovat elektriğin üretim bedeli, üretim maliyeti 58 lira 23 kuruş, Aslantaş Barajında 117 lira 94 kuruştur. Buradan görüleceği gibi, hidroelektrik santrallarındaki üretim maliyetleri oldukça düşüktür.

Değerli milletvekilleri, ülkemiz, hidrolik enerji açısından zengin ülkeler arasında sayılabilir. Özellikle Doğu Karadeniz Bölgesi, hidrolik enerji yönünden zengin yörelerimiz arasındadır. Ülkemizin hidroelektrik potansiyeli 433 milyar kilovat/yıldır; ancak, ekonomik ve teknik değerlendirilebilir hidroelektrik potansiyel, yılda 125 milyar kilovat olarak hesaplanmaktadır. Bu potansiyelin yüzde 29'u; yani, 36 milyar kilovat/yılı kullanılmaktadır. İnşaat halindeki barajların bitimiyle, beş yıl sonra, yüzde 8'lik bir ilave olacak ve 2002 yılında hidroelektrik potansiyelin yüzde 37'sinden istifade etmiş olacağız; yüzde 63'lük potansiyele sahip akarsularımız, yine boşuna akacaktır.

Enerji politikalarını siyaset üstü görmediğimiz sürece kalkınamayız, ülkemizi de aydınlığa kavuşturamayız.

Sonuç olarak, tükenmeyen enerji, yani, su santrallarına birinci derecede; tükenen enerji, yani, linyit santrallarına da ikinci derecede öncelik verilmelidir.

Değerli milletvekilleri, enerji üreten santrallardan, kaynak tüketmeyen ve çevreyi kirletmeyen sadece hidroelektrik santrallarıdır. Barajlar, sunî göller oluşturduğu için, buharlaşma olmakta, buna paralel olarak yağışlar çoğalmaktadır; bu nedenle, kaynak tüketen değil, kaynak artıran özelliğe sahiptir. Santrallarımızı, ekonomik ömürleri yönüyle incelersek, kömür yakıtlı santrallar ile kombine çevrimli gaz santrallarının ömürleri yirmibeş yıl iken, baraj ve hidroelektrik santrallarının ekonomik hizmet süreleri kırkbeş elli yıldır. Bu değerler, fizibilite raporlarındaki esas değerlerdir; ancak, bazı rehabilitasyon çalışmalarıyla, su santrallarının ömürleri yüz yıla kadar çıkarılabilmektedir.

Diğer bütün enerjilerin üretim maliyetleriyle karşılaştırıldığında, hidrolik enerjinin maliyeti, diğer enerjilerin maliyetlerinden yüzde 50 daha ucuzdur. Her ne koşulda olursa olsun, temiz enerji olması nedeniyle, öncelikli olarak, hidrolik enerjiden maksimum şekilde yararlanmanın yolları aranmalıdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizde, enerji üretim alanları, 26 havzaya ayrılmıştır. Bu havzalardan biri de, Çoruh Nehri Havzasıdır. Bu Havza, diğer havzalar içinde var olan brüt enerji potansiyeline oranla, ekonomik olarak kullanılabilir enerji potansiyeli en yüksek olan havza durumundadır. Fırat ve Kızılırmak Havzaları bile, Çoruh Nehri Havzasından sonra gelmektedir. Çoruh Nehrindeki bu büyük enerji potansiyeli, yıllardır kullanılmadan kaybolmuş gitmiştir. Çoruh Nehri master planı hazırlanmıştır. Yılda, 9 milyar kilovat enerji üretimi sağlayacak olan ana kol üzerinde bulunan 11 adet barajdan, Artvin Deriner, Borçka ve Muratlı Barajlarının kesin projeleri tamamlanmıştır. Dış kredi yöntemiyle yapılacak olan Artvin Deriner Barajına bu yılda başlanması beklenmekteydi; ancak, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Recai Kutan imzasını taşıyan ve tarafıma yazılan 30 Eylül 1996 tarih ve 1310 sayılı yazıyla, Artvin Deriner Barajına 1997 yılı başlarında başlanabileceği belirtilmektedir. Bu baraj sadece enerji üretimiyle kalmayacak, ekonomik, sosyal ve kültürel yönleriyle büyük bir bölgesel kalkınma projesini oluşturacak ve Artvin'i göç verir bir il olmaktan kurtaracaktır. Bu projeye emeği geçenlere ve Sayın Bakana, bölge milletvekili olarak şükranlarımı sunuyorum.

Değerli milletvekilleri, fert başına düşen elektrik tüketimi, ülkelerin gelişmişlik düzeyinin bir göstergesi olmuştur. Bu nedenle, enerji tüketimi oranları uygar dünya düzeyine çıkmadığı sürece, gelişmekten söz etmek olanaksızdır. Yunanistan'da, bize göre, 3, Almanya'da 5, Kanada'da 15 kat daha fazla elektrik tüketilmektedir. Enerji kısıtlamalarıyla karşılaşmamak için, yılda 2 500-3 000 megavat kurulu güç ilavesine ihtiyaç vardır. Parasal olarak 3 milyar dolar, iletim ve donatım sistemleriyle 4 milyar dolar yatırıma gereksinme olacaktır. Bu enerji politikalarıyla bu taleplere cevap vereceğinize inanmak oldukça zordur.

Değerli milletvekilleri, enerjide, ekonomide, temel tercihlerde, akılcı yeni düzenlemeler yapılmadığı sürece, sorunları aşmamız mümkün değildir.

Değerli arkadaşlar, enerji tasarrufu kavramı konusunda, bu Hükümet Programında ciddî bir yaklaşım görmemekteyiz. Sayın Bakan, enerji nakil hatların ve dağıtım şebekelerindeki enerji kaybının yüzde 17 olduğunu belirtirken, acı bir gerçeği de belirtmiş oluyor. Doğuda, köylerimiz, kışın, çoğu zaman karanlıktadır; oluşan arızalara, bakım ekipleri, günlerce ulaşamamaktadır. Enerji nakil hatları iyileştirilerek hem enerjiden tasarruf sağlanacak hem de kentlimiz ve köylümüz enerji kesilmeleriyle bu denli karşılaşmayacaktır. İşte, enerjide tasarruf, Hükümete kaynak yaratacak en önemli faktörlerden biridir. Hükümetin, derhal, iletim ve dağıtım şebekelerinde gerekli çalışmaları yapması lazımdır.

Üretimden tüketime enerji kayıpları, kalkınmış ülkelerde yüzde 5; oysa, bizde yüzde 17'dir. 1997 yılı başlarında, ülkemizin kurulu gücü, 21 336 megavat olacaktır. Bu değeri 21 bin megavat, santralların yıllık çalışmalarını da 6 bin saat olarak kabul edersek, üretilen enerji miktarı 126 milyar kilovat olmaktadır. Üretimden tüketime enerji kayıplarından yüzde 10 tasarruf sağlanması durumunda, bu miktar, 12,6 milyar kilovat oluyor; parasal olarak, 1 milyar dolar ilave kaynak sağlanmaktadır. Bu nedenle, bu kaynağın -diğer bir deyişle, enerji tasarrufunun- üzerinde hassasiyetle durulmalıdır.

Değerli milletvekilleri, biraz olsun, santralların işletme hakkının kiraya verilme konusuna değinmek istiyorum. 16 Kasım 1996 tarih ve 22 819 sayılı Resmî Gazetede, 9 adedi linyite dayalı, 1'i taşkömürü ve 2'si doğalgazla çalışan 12 termik santralın yirmi yıl süreyle işletme hakkının devrine yönelik ilanla, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığınca, toplam 1,66 milyar dolar bedelle ihale olacağını biliyoruz. Toplam 6 723 megavat kurulu kapasiteye sahip bu santralların 1,66 milyar dolar bedelle işletme hakkının devrinden bahsetmek, Hükümetin aradığı kaynakları ne pahasına olursa olsun bulması için göstereceği çabanın bir sonucudur.

Tekelleşmeyi engelleyen yasaların çıkmadığı dikkate alınırsa, burada tekelleşmeyi nasıl önleyeceksiniz? Bu konuda büyük tereddütlerim vardır. Kiraya verme yönteminden sonra, elektrik fiyatlarının enflasyonun çok üzerinde artmayacağını nasıl garanti edeceksiniz? Her ay akaryakıta zam yapan bir Hükümetin santrallarını kiralayan firmaların 20 günde bir zam yapmayacağını kim güvence altına alacaktır? Santrallarda ve kömür sahalarında çalışanların hakları nasıl korunacaktır? Santral ve maden yatırımları için temin edilmiş olan dış kredilerin anapara ve faizlerinin kalan ödemelerini firmalar mı, yoksa Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi mi ödemeye devam edecektir?

Diğer taraftan, doğuyu göç verir durumdan kurtarmak, sanayileşmeyi bu tarafa yöneltmek ve özel sektörün kalkınmada öncelikli yörelere yatırımını teşvik için bölgelerarası kalkınmışlık farkını asgariye indirmek amacıyla, doğuda yaşayan halkımıza elektriğin yüzde 50 ucuz verilmesinin doğru olacağına inanıyorum.

Değerli milletvekilleri, Refah Partisi olarak, muhalefetteyken, Telekom ve Erdemir gibi tesislerin satılamayacağını söylüyor ve “altın yumurtlayan tesisler satılır mı” diyordunuz. “Enflasyonun düşmanı faizdir; adil düzende faiz sistemi kalkacak” vaatlerinde bulundunuz; iktidar olunca hepsini unuttunuz, hatta, ortağınızla birlikte, enflasyonu artıran ve körükleyen faiz sistemlerini uygulamaya koydunuz. (CHP sıralarından alkışlar) 1997 bütçesinde enflasyonun düşürüleceğine dair bir çalışma ya da kararlılık göremiyoruz. Bu enflasyonu durdurmak Hükümetin işi değil midir? Enflasyon canavarından bu millet nasıl kurtulacaktır? Enflasyon, daima köylüyü, müstahsili, işçiyi, memuru, dargelirliyi perişan etmekte, çok küçük bir azınlığı da mutlu etmektedir. Adil düzen Hükümeti, ne yazık ki, bir avuç mutlu azınlığın bekçisi konumundadır. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; muhalefet, İktidarı yıpratalım anlayışıyla, gerçekle alakası olmayan olayların üzerine gitmemelidir; İktidar ise, muhalefet, bizi yıpratmak için asılsız iddialar ortaya atıyor düşüncesinden kurtulmalıdır. Doğru, bir tanedir. İktidarıyla, muhalefetiyle daima doğrunun yanında olalım; yolsuzluk varsa, bunları ayıklayalım. Kişi ve grupların yolsuz ve kanun dışı uygulamaları ile her türlü suiistimal, kirli ve karanlık ilişkilerle ilgili ortaya atılan iddialar bir an önce aydınlatılmalıdır. Suçlu, devletin vatandaşı veya memuru da olsa, aranılan ve haklarında gıyabî tutuklama kararı verilen şahısları televizyonlardan seyretmek durumunda kalmayalım. Hükümet, hükümetliğini göstersin. Kockoca Türkiye Cumhuriyeti Devletini, korku ve çıkar uğruna küçük düşürmeye hiçbirimizin hakkı yoktur. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

1997 bütçesinin vatanımıza ve milletimize hayırlı uğurlu olmasını diliyor, Yüce Meclise ve izleyenlere saygılar, sevgiler sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Arifağaoğlu, teşekkür ediyorum.

Anavatan Partisi Grubu adına ilk konuşmayı yapmak üzere, Sayın Ülkü Güney. (ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın Güney, buyurun.

Sayın Güney, süreyle ilgili başka bir taksim şekli var mı?

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) - 10 dakika, 10 dakika ve artı sizin...

BAŞKAN - Hayır, üç arkadaşımız, 13'er dakika, 13'er dakika...

Buyurun.

ANAP GRUBU ADINA ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) - Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; İçişleri Bakanlığı 1997 malî yılı bütçesi üzerinde Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, Yüce Meclisin saygıdeğer üyelerini ve bizi televizyondan izleyen sevgili, sayın vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.

Muhterem arkadaşlarım, İçişleri Bakanlığı, görevleri itibariyle son derece önemli bir bakanlıktır. Bakanlığın yurdun içgüvenliğini, asayişi, kamu düzenini, genel ahlakı korumak, içgüvenlik kuruluşlarını yönetmek, Anayasada belirtilen hak ve hürriyetleri korumak, kara ve deniz sınırlarımızın muhafaza ve emniyetini sağlamak ve suçluları aramak, bulmak, suç işlenmesini önlemek, suçluları takip etmek, her türlü kaçakçılığı men ve takip etmek, karayollarında trafik düzenini sağlamak ve denetlemek, mahallî idarelere ve bunların merkezî idareyle olan alaka ve münasabetlerini düzenlemek, yurt sathında sivil savunma hizmetlerini düzenlemek, nüfus ve vatandaşlık hizmetlerini yürütmek gibi önemli görevleri vardır. Bu görevler daha da genişletilebilir. Ben, zamanımın çok kısa olması nedeniyle, satırlarıyla, bu bütçeyle ilgili, bu önemli görevleri yürüten Bakanlığımızla ilgili bazı konulara değinmek istiyorum.

Muhterem milletvekilleri, İçişleri Bakanlığı, yıllardan beri, çok eski mevzuat ve kanunlarla yönetilmektedir. Her zaman ağzımızda olan bir söz vardır; mahallî idarelerin yeniden bir reform kanunuyla düzenlenmesi, mahallî idarelerdeki yetkilerin, sorumluluğun artırılması gibi.

Şunu memnuniyetle ifade etmek istiyorum ki, İçişleri Bakanlığı, gerek muhtevası bakımından gerek cumhuriyetin ilk döneminden bugüne kadar çalışmaları bakımından son derece etkin bir bakanlık ve bugüne kadar bütün prensiplerini koruyabilmiş bir bakanlıktır; ayrıca, insan gücü açısından da, çok değerli bürokratlara sahiptir. İşte, böyle bir bakanlığın, bugün, hâlâ 1920'li yılların, 1930'lu yılların kanunlarıyla idare edilmesi bir tezattır.

Biz, 53 üncü Hükümet olarak bu konunun üzerine gittik ve mahallî idareler reformunu hazırladık, mahallî idareler reform paketi hazırladık ve bunu, Bakanlar Kuruluna tevdi ettik. Bu mahallî idareler reform paketi, yedi kanundan ibarettir ve özellikle, mahallî idarelerin işlerliğini artıran, güçlendirilmesini ve tamamen merkezde toplanan yetkilerin mahallî idarelere devrini öngören bir pakettir. Hepinizin bildiği gibi, bugün, merkezde toplanan yetkilerle İçişleri Bakanlığı boğulmuş bir haldedir. Bütün belediye başkanları, köy muhtarları, valiler, işlerini devamlı merkezden takip etmeye çalışırlar ve bir türlü bu işler yürümez. Sebep de, mahallî idarelerin etkilerinin, yetkilerinin sınırlı oluşudur. Bu nedenle, biz, ilk iş olarak, mahallî idareler reform paketini hazırladık. Bu pakette asıl amaç, merkezî idarenin yetkilerinin büyük bir kısmını mahallî idarelere devretmek, onların işlerliğini artırmaktır.

İkincisi, İl Özel İdaresi Kanununu değiştirerek, özellikle sağlık, millî eğitim ve köy hizmetleri, çevre ve sair bütün işleri özel idarelere bıraktık. Bu, çok önemli bir reformdur. Bu kanunu da biz hazırladık.

Bakınız, bu reform paketiyle ilgili başka neler getirdik:

İl Özel İdaresi Kanununun yeniden düzenlenmesini getirdik. Bundan bahsettim.

2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanununun değiştirilmesiyle ilgili kanun teklifi, yine, bizim Hükümetimiz zamanında getirildi. Burada, belediyelerin gelirlerinin önemli ölçüde artırılması hedef tutuluyor.

2380 sayılı Belediyelere ve İl Özel İdarelerine Genel Bütçe Vergi Gelirlerinden Pay Verilmesi Hakkında Kanunla ilgili değişiklik, yine bu paketin içerisindedir.

Ayrıca, Köy Kanununda yapılan değişiklikler ve köye hizmet götürmesi amaçlanan yeni hükümler de, bu paketin içerisindedir.

Benden önce konuşan Refah Partili milletvekili arkadaşım, devlette devamlılık olduğunu ifade ettiler. Doğrudur tabiî, devlette devamlılık vardır; hükümetler birbirlerinin yaptıklarını devam ettireceklerdir.

Biz, bu paketi hazırladık, bu paketi İçişleri Bakanlığının üst düzey bürokratlarıyla geceli gündüzlü çalışarak hazırladık ve o gün, Bakanlar Kuruluna bunu tevdi ettik. Bu paket, Sayın Erbakan'ın son aylardaki -bize göre- hayalî paketleri gibi değil veyahut da Sayın Çiller'in, daha önceden Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki bir türlü realize edemediği paketlerden değil. Biz, bunu hazırladık, yazdık, bıraktık; ama, ne yazık ki, bugüne kadar, dört ayı geçen bir süre içerisinde, bu kanunlar, Yüce Meclise getirilmedi. Bunu anlamak mümkün değil.

Zamanım çok kısa; bu bakımdan, diğer bir konuya geçmek istiyorum. Şu anda, emniyet teşkilatında, 32 binin üzerinde emniyet mensubumuz vardır; bunların 3 bini amir, 30 bini memurdur. Bunlar, 1991 yılına kadar, hizmetin gereği nedeniyle, askerliklerini yapmadan, polis okullarına ve akademilerine alınmışlardır. Bu insanlarımız, 1991 yılından beri, kendileri için çıkacak özel bir kanunu beklemektedirler. Burada amaç, zaten bugün ülkemizin durumu nedeniyle son derece kritik görev yapan bu insanların, dört aylık bir temel eğitimi müteakip, geri kalan hizmetlerini, bulundukları birimde geçirmeleridir. Hizmetin gereği düşünüldüğü zaman, bunun mutlaka yapılması lazım. Biz, bu kanunu da hazırladık ve bu kanun, bugüne kadar, maalesef, Genel Kurula gelmedi ve biz bunu bekliyoruz. Bunun buraya gelmesi lazım, burada konuşulması ve mutlaka geçirilmesi lazım; çünkü, bu 33 bin memur veya amir, bunu beklemektedir.

Bir başka husus, 1991 yılından itibaren, zaten, artık, askerliğini yapmamış lise mezunları, akademilere veya polis okullarına alınmıyor; yönetmelik değişti. Bu, bir defaya mahsus çıkacak. Bunun, başka örnekleri de var. Biliyorsunuz, 1960'lı, 1970'li yıllarda, öğretmenler için de yapılmıştı. Bunu mutlaka yapmamız lazım. Bu insanlarımıza şevk vermek için, bu umutsuzluktan kurtarmak için, bu kanunu buradan birlikte geçirmemiz lazım geliyor.

Muhterem milletvekilleri, diğer bir husus -özellikle yeni İçişleri Bakanı arkadaşımdan rica ediyorum- bugün, İçişleri Bakanlığının en önemli projesi olan (MERNİS) Merkezî Nüfus İdaresi Sistemi Projesidir. Bu proje, 1986 yılından beri süregelmektedir; aynı zamanda, Avrupa Fonundan desteklenmektedir. Biz, mümkün olduğu kadar bunu hızlandırmaya çalıştık; artık son aşamasına gelinmiştir. Bu konuda büyük özveriyle çalışılması ve bunun süratle realize edilmesi gerekmektedir. Gerçekleşmek üzere olan bu projeyle, artık, Türkiye'nin nüfusu, Türkiye'de insanların kalitesi, kantitesi ortaya çıkacak, bilgisayara verilecek, bütün periferdeki -yani diğer illerdeki- nüfus idareleri de merkeze bağlanacaktır. Artık, Türkiye'de, insanları eve kapatarak nüfus sayımı yapılmayacak, medenî ülkelerde olduğu gibi, her zaman, her an, ülke nüfusunun ne olduğu ancak bununla bilinecektir; bununla, insanlarımızın her türlü -vergiden tutun diğer hususlara kadar- dokümantasyonu yapılabilecektir. Bunun süratle yapılması gerekmektedir; medenî olmanın, çağdaş olmanın gereği budur; bunu yapmalıyız.

Muhterem milletvekilleri, bu kanunları çıkarmalıyız, bu projeyi mutlaka bitirmeliyiz; ama, bu arada, üzülerek bir şeyi ifade etmek istiyorum ve bu kelimeyi kullanırken de üzülüyorum: Son zamanlarda, son yıllarda, bir il yapma, yeniden il yapma rezaleti diye bir kavram ortaya çıktı. Şimdi, dikkat edin, ben de yeni il olan bir yörenin, Bayburt'un milletvekiliyim. Biz, 1989'da il olduk. Biz, 1989'da il olduğumuz zaman seçime üç yıl vardı; ama, örnek vermek istemiyorum, işte, Yalovasıydı, Kilisiydi vesarie saymak istemiyorum. Bunların hepsi layık, biz bunları il yapıyoruz; ama, bunları, bir hafta önceden, yerel seçimlerde oy alma kaygısıyla il yapmıyoruz, yapmadık zamanında. Bu kötü alışkanlıktan, bu Meclisin, bu Hükümetin mutlaka vazgeçmesi lazımdır. İnsanlarımıza kötü örnek oluyoruz, çocuklarımıza kötü örnek oluyoruz; bunu, mutlaka yapmamamız lazımdır. Bunun için gerekli kriterleri getirelim. Türkiye'de, Osmaniye gibi, il olmayı bekleyen çok ilçe var; hepsi de layık; ama, bunun ölçüsünü getirelim. Bunu, bir seçim rüşveti olarak değil, hakları olduğu için, zamanı geldiği için, ülkemizin gereği olduğu için yapalım diyorum. İçişleri Bakanlığının, bu konuya, mutlaka dikkat etmesi gerektiğine inanmaktayım.

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) - Gereği yapılacaktır...

ÜLKÜ GÜNEY (Devamla) - Muhterem milletvekilleri, son olarak, yine bir üzüntümü ifade etmek istiyorum. Yakından tanıdığımız Türk polisi, son derce çalışkan, memleketine bağlı ve bu ülkenin asayişini, her türlü sorumluluğu üzerinde taşıyan insanlarımızdan kuruludur; içlerinde, yanlış yapanlar -her şeyde olduğu gibi- olabilir, vardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Güney...

ÜLKÜ GÜNEY (Devamla) - 2 dakika rica edeceğim Sayın Başkan.

İstanbul Emniyet Müdürü Sayın Yazıcıoğlu'nun görevden alınışıyla ilgili olarak, size bir bilgi vermek istiyorum. Sayın Yazıcıoğlu, görevinden alınmıştır. Bununla ilgili, yazılı basında, devamlı olarak, bilen bilenmeyen insanlar konuşuyor, spekülasyon yapıyor, yorum yapıyor. İşin esası şudur: Bu görevden alınma yanlıştır, hukuk dışıdır. Eğer, Sayın Bakan -ki, kendisini asla rencide etmeyi düşünmüyorum- değerli bürokratlarından bilgi alabilseydi, bu yanlışlığı yapmazdı; çünkü, Memurin Muhakemat Kanununun 12 nci maddesi “hakkında soruşturma açılan herhangi bir amir -memur ne ise- tahkikatın selameti bakımından görevden alınabilir” diyor. Sayın Yazıcıoğlu hakkında herhangi bir şekilde tahkikat açılmamış.Siz, hakkında tahkikat açılmayan bir memuru görevden alamazsınız, bu hukuk dışıdır; bu bir.

İki: 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 139 uncu maddesi hükmü açık; diyor ki: Orada oturmasında bir mazarrat varsa... Halbuki bu Meclis, bu milletvekilleri, bütün kamuoyu, DYP'nin en üst yöneticileri dahi, Sayın Yazıcıoğlu'nun son derece değerli, bilgili, memleketini seven bir yönetici olduğunu biliyorlar ve ifade ediyorlar. Nasıl oluyor da, bu insan, hukuk dışı bir yöntemle görevden uzaklaştırılıyor?! Yine üzülerek söylüyorum; bir basın toplantısı düzenleniyor, bu basın toplantısında da “uzaklaştırdık, aldık” şeklinde pek şık olmayan ifadeler kullanılıyor. Bunlar yanlış şeylerdir arkadaşlar. Bu hassas birime ve burada büyük hizmet vermiş olan bu insanlara karşı bunu reva görmemiz, kanaatimce yanlıştır.

(Mikrofon otamatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÜLKÜ GÜNEY (Devamla) -Tabiî, anladım, sürem bitti. Daha çok söyleyeceklerim vardı...

BAŞKAN - Efendim, Genel Kurula saygı sunar mısınız...

ÜLKÜ GÜNEY ( Devamla) - Yüce Meclise saygılarımı sunarken, İçişleri Bakanlığı bütçemizin ülkemize ve Bakanlık mensuplarımıza hayırlı, uğurlu olmasını diliyor, saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Güney, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, süremiz dolmak üzere. Konuşmakta olan grubun sözcülerini bölmeyelim, devam mı edelim, yoksa öğleden sonra mı devam edelim? Grupların görüşünü alacağım... (“Sayın Başkan, devam edelim” sesleri)

MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) - Sayın Başkan, eğer müsaade ederseniz Sayın Yalova şimdi konuşsun.

BAŞKAN - Sayın Yalova, buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, süresinin bitimine kısa bir zaman var. Sayın Yalova'nın konuşmasının sonuna kadar süre uzatımını oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın Yalova, buyurun.

ANAP GRUBU ADINA YÜKSEL YALOVA (Aydın) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İçişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde, Anavatan Partisinin görüşlerini sunmak üzere -Sayın Güney'den kalan sürede- yüksek huzurlarınıza gelmiş bulunuyorum; şahsım ve Partim adına hepinizi en üstün saygılarımla selamlıyorum.

İzin verirseniz, önce, Sayın İçişleri Bakanıma bir teşekkürümü sunmak istiyorum. Parlamentoya saygının gereği olarak, bu bütçe görüşmelerinde burada bulundukları için, kendilerini kutluyorum. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, bugün değişik partilerin sözcülerini dinlerken, bir anlamda da bir istatistik yapmaya çalıştım. Kullanılan kelime sayısı itibariyle baktığımız vakit, dönüp dolaşıp hep “devlet” kavramı etrafında, devlet-birey ilişkileri etrafında kaldığımızı görüyorum. Son beş yılın bütçe görüşmelerinin tutanaklarına baktım, iktidar ve muhalefet konumuna göre siyasî partilerin aldıkları tavırları burada eleştirmeye gerek olmadığını düşündüm; çünkü, vatandaşımız da biliyor ki, o konuma göre, maalesef, değişik bir üslup sergilenmekte.

Konu devlet ve vatandaş ilişkisi ise, sanıyorum bir teorik çerçeve kaçınılmaz. Ne yazık ki, hep, devlet vatandaşlık ilişkileri dediğimiz vakit, Jean Jacques Rousseau'nun “Toplumsal Mukavelesi” anılagelmiş. “Ne yazık ki” tabirini bilerek kullandım sayın milletvekilleri; çünkü, devlete ilişkin referans vermek gerekirse, sanıyorum, bizim kendi tarihimiz bu konuda hem daha bir önceliğe hem de daha bir zenginliğe sahip. 1069 tarihli Kutadgu Bilige -biz Türklere ilişkin eski kaynağa- bakarsak, ortada yine bir sözleşme olduğunu, bu sözleşmenin iki tarafı olduğunu görürüz. Bu sözleşmenin bir tarafı, devlet adına hakandır; bu sözleşmenin öteki tarafı da, vatandaştır, yurttaştır. İşte, bu hakan ile yurttaş arasındaki toplumsal sözleşmeye baktığımız vakit, hakanın yurttaşından üç talepte bulunduğunu görüyoruz; üç talep var: Birincisi, yasalarıma uy; ikincisi, vergini öde; üçüncüsü, dostumu dost, düşmanımı düşman bil. Buna mukabil, yurttaşın talebi var hakandan, devletinden: Yasalarına uyarım, ama, adil olsun; vergimi öderim, ama, gümüşün ayarını bozma; dostunu dost, düşmanını düşman bilirim, ama, can ve mal güvenliğimi sağla.

Devlet kavramına ilişkin hiçbir mukayeseli kamu hukuku kitabında, hiçbir mukayeseli devlet sosyolojisinde bundan daha derin anlama sahip bir toplumsal sözleşme olduğunu düşünemiyorum. Eğer, böyle söylersem de, kimse bunu ırkçılık gibi ya da kendi ülkesini kayırmacılık gibi anlamamalıdır diyorum.

İkinci bir kaynağımız var. “Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” deyince tabiî ki, Kanunî Sultan Süleyman, işte, devletin fonksiyonu, devletin bu ülke toprakları içerisindeki insanlar için taşıdığı anlamı ifade etmek üzere...

Sayın milletvekilleri, İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanuna bakarsak birinci cümlesi “Bu Kanunun amacı, yurdun içgüvenliğinin ve asayişinin sağlanması, kamu düzeninin ve genel ahlakın korunması” ifadesiyle başlar.

Şimdi, İçişleri Bakanlığı eşittir devlet dersek, devlet adına en fazla -belki- kamu gücünü kullanma yetkisine sahip bir kurum olduğunu düşünürsek, o zaman, İçişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde, Bakanlığın düzenlenmesine ilişkin, Bakanlığın yasal fonksiyonlarına ilişkin ve olması gerekene ilişkin ne söz söylersek, o, bir anlamda devlete ilişkin görüşlerimizi ifade edecektir. Devlete ilişkin görüşler dediğimiz zaman, tabiî ki birinci belge, ulusal belge, Anayasamız olacak, tabiî ki ikinci belge, İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun olacak; ama, uluslararası belgeler dediğimiz vakit, karşımıza, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinden tutunuz da Helsinki Nihaî Senedine kadar, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Toplantısına, Paris Konferansına kadar bir sürü, artık, günümüz dünyasında devletin egemenlik hakkının bir anlamda kısıtlanması gücünü gösteren uluslararası hukuk kuralları... Bunların hepsinde Türkiye taraf olmuş ve bakıyoruz “devlet-birey ilişkisinde nasıl bir devlet” sorusunun cevabı, bugün, istesek de istemesek de, siyasal iktidarların işine gelse de gelmese de, hukuk devleti olarak karşımıza çıkmakta. Bir başka deyişle, bu ülkeyi kim yönetecek dediğimiz zaman; yasalar mı, yoksa o yasaların üzerinde kendilerine irade hakkı tanıyan -üç beş- yarasalar mı?!. Türkiye'de günümüz içerisindeki sorunumuz bu.

Bakınız, Refah Partisi sözcüsü arkadaşım yürekten katıldığım bir değerlendirmede bulundu “bütçe konuşmalarında, bütçe hedeflerinin uygunluğunun denetimi yapılmalı, tartışılmalı” dedi.

Cumhuriyet Halk Partisi sözcüsü arkadaşım da, âdeta, bundan önceki dört yıl iktidar sorumluluğunu paylaşmış Cumhuriyet Halk Partisini suçlarcasına, devlete ilişkin “devlet yakın zamanda suç işletmiştir” e yakın sözcükler kullandı. Uğur Mumcu dediler... Şimdi, alışılan üslupla değerlendirirsem, faili meçhul siyasal cinayetleri araştırma konusunda ilk önergeyi ben imzaladım -Grup Başkanvekilimiz Sayın Mustafa Kalemli idi- ve arkasından bütün partiler verdi hatırlarsınız, Yüce Meclis, 19 uncu Dönemde o an grubu bulunan tüm partilerin grup başkanvekillerinin imzasıyla bu konuyu getirdi. Cumhuriyet Halk Partili sözcü arkadaşımın hoşgörüsüne sığınarak bir hatırlatmada bulunmak isterim; o zaman “Uğur Mumcu'nun katillerini bulmak bizim onurumuzdur” diyen, o dönemin SHP'sinin Genel Başkanıydı. “Devlet kuşatma altındadır” gerekçesi, DYP-CHP Koalisyonunun bozulma sebebi olarak gösterilmişti dönemin Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı tarafından; ama, kısa bir süre sonra DYP-CHP Koalisyonu yeniden kuruldu.

O adaletsiz seçim sistemiyle, bugün yüzde 30 küsur oranda bir seçmen kitlesini -ilk kez oy kullanacaklardan tutunuz yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza kadar, Milliyetçi Hareket Partisinden tutunuz HADEP'ine kadar yüzde 33'ünü- siyasal katılma dışı bırakan, temsil edilemez konumda bırakan bir Parlamento var şimdi. Yani, geçen döneme oranla, bu dönemin siyasal iktidarları, yasama organları, daha bir toplumsal uzlaşma arayışı, gayreti içerisinde olmak mecburiyetinde. Belki de, cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar, günümüz Parlamentosu, ayrı bir sorumluluk üstlenmekte, belki cumhuriyet tarihde hiç olmadığı kadar... Neden; çünkü, devlet kavramının hiç bu kadar tahkir edilmek istendiği, hiç bu kadar tezyif edilmek istendiği, hiç bu kadar saldırıya uğratılmak istendiği bir döneme Türkiye Cumhuriyeti tarihi tanık olmadı sayın milletvekilleri. (DYP sıralarından alkışlar)

İşte, bu dönemde, devlet dediğiniz zaman, hemen bir siyasal ideoloji akla gelir olmuş. Devlet şöyle olmalıdır eleştirisi geldiği zaman da, ne yazık ki, devlet düşmanlığı gibi bir sığ düşünceyle, devlet adına hareket eden insanların hukuka tabi olmaktan çıkarılması gibi bir başka sığlık bunun arkasından gelmiş. Oysa, yapılması gereken ne? Yapılması gereken çok açık sayın milletvekilleri: Her kim devlet adına görev yapıyorsa -ki, bunun sosyolojideki anlamı, Genelkurmay Başkanından askerine kadar, Cumhurbaşkanından ücra bir köy bekçisine kadar devlet memurluğudur, arada sosyolojik olarak hiçbir fark yoktur idarî birtakım farkların dışında- devlet adına her kim yetki kullanıyorsa, siyasal iktidardaki konumu ne olursa olsun, o kişinin, bu Yüce Parlamentonun yaptığı yasalara, yapacağı yasalara kayıtsız şartsız boyun eğdirilmesidir; yoksa, şu duvarda yazan “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” sözü... Eğer, bu Parlamentonun iradesi üzerinde başka iradeler bulunursa, çıkarsa, o zaman açıkça söyleyeyim, biz de, Parlamento olarak görevimizi yerine getirdiğimizi söyleyemeyiz. Haydi, biz, kendimize karşı görevimizi yerine getirdiğimizi söyleyememekle, diyelim kendimizi affettirecek, kendimizi haklı çıkaracak bir iki bahane bulabiliriz; ama, tarihe karşı, Türkiye Cumhuriyeti tarihine karşı sorumluluğumuzu yerine getirmiş olmayız.

Değerli milletvekilleri, bakın, doğuda ve güneydoğuda binlerce okul kapalı -o dönem, bu dönem demiyorum ama- önümüzde duran bugünün realitesi bu; siyasal iktidar kim olursa olsun, önümüzde duran bir realite; binlerce okul kapalı, binlerce köy boşaltıldı; o nedenle bu nedenle boşaltıldı, “geri dönsünler” denildi, binlercesi orada...

Geçen dönem, o Faili Meçhul Siyasal Cinayetleri Araştırma Komisyonunun Başkanvekili idim. Raporumuz Türkiye Büyük Millet Meclisine sunuldu, bütün kamuoyu, o raporda belirtilen kişilerle ilgili açıklama bekliyor; ama, ortada yok... Eğer, bu devletin yeniden yapılanması sözü, yeniden yapılanmasına ilişkin verilen sözlerin bütün siyasî partiler tarafından paylaşıldığı doğruysa, o zaman oturup, teknik devlete, hukuk devletinin en ayrılmaz parçası olan teknik devlet kavramına bir an önce gelmemiz lazım.

Bakın, bir Sayın Demirel'in bir Sayın Ecevit'e, bir rahmetli İnönü'nün bir rahmetli Menderes'e, bir Büyük Atatürk'ün hem de Venizelos'a nasıl davrandığı, Türk tarihinin devlet anlayışının en onurlu simgeleridir; ama, bakın, Anamuhalefet Partisi Başkanı Budapeşte'de o iğrenç saldırıya uğradı; onları buradan kınıyorum; ama, daha önemlisi, böylesi bir alçakça saldırı sonrasında, demokrasi terbiyesinden zerre kadar nasibini almamış birtakım siyasîlerin takınmış oldukları tutum oldu. Bunu, sadece bir kınama vesilesi sayıp geçebiliriz, o partinin mensubu olarak belki kendimizi rahatlatabiliriz; ama, daha bir geriye bakarak, daha bir bir adım ötesine bakarak, bugün sıfatları gereği bu ülke yönetiminin nasıl bir ipotek altında olabileceğine ilişkin soru işaretlerini sormamız lazım.

Ben, buradan, Sayın Bakanıma bir şey soracağım. Bugün gazeteler yazdı, dün yazdı, meşhur Çatlı olayı, Susurluk olayı... O silahta Çatlı'nın parmak izleri olduğu doğruysa, Sayın Bakan, Çatlı'nın parmak izi olduğu ne zaman tespit edildi? Niçin dün açıklandı? Kaç gündür konuşuluyor, Emniyet Genel Müdürünün haberinin olmadığını kendisinin de itiraf ettiği o üç -katil zanlısı olarak sunulan- kişinin Ankara'ya getirilmesi meselesi. Acaba, hepsi üç kişi miydi? Acaba, başka kişi var mıydı? Var idiyse, acaba yurt içinde mi? Acaba yurt dışına mı çıktı? Çıktıktan sonra, acaba geldi mi? Ne oldu?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

YÜKSEL YALOVA (Devamla) - Bitiriyorum efendim.

BAŞKAN - Evet Sayın Yalova. Tabiî, bitirin de, ne kadar sürede; 2 dakika yeter mi efendim?

YÜKSEL YALOVA (Devamla) - Yeter efendim.

BAŞKAN - Buyurun.

YÜKSEL YALOVA (Devamla) - Bakınız, bundan önceki İçişleri Bakanı -kim olursa olsun, hangi partiden olursa olsun, sonuçta bu devlette İçişleri Bakanı sıfatını taşımış bir kişidir- dünkü gazetede “Ağar'dan rest: 'Hainlerin kim olduğunu biliyoruz, diyor.” Kimse, açıklamak zorunda; ama, son günlerde esas tehlikeli bulduğum bir hususu dikkatlerinize sunayım: Sanki, Doğru Yol Partisi milletvekili Sayın Bucak ile İçişleri eski Bakanı Sayın Ağar üzerinde üstü örtülü bir tehdit havası ortada cari gibi gözüküyor. Eğer, o insanlara karşı farklı bir muamele, farklı bir hesaplaşma amacı, hesabı varsa, o zaman, bunun, Parlamento tarafından dile getirilmesi lazım.

Sayın milletvekilleri, ne olursa olsun, siyasal iktidarlar ne yaparsa yapsınlar hükümetlerde, sonuçta dönüp dolaşıp bu Yüce Parlamentoya fatura ediliyor. O zaman, biz, bunu, sıradan bir olay gibi görmeyelim.

Sayın Ağar “hesaplaşalım” diyor, katılıyorum. Başkaları da öyle söylecekler, katılıyorum. Hukuka, namuslu hâkim ve savcılara, adaletimize havale edilmiş bir hususta burada fazla konuşmak tabiî ki doğru olmaz; ama, Parlamento, bu hesaplaşmayı mutlaka yapmalıdır. Siyasî partilerarası bu hesaplaşma, bu dünyada bu halkın divanında, öteki dünyada Hakkın divanında mutlaka yapılmaladır ve Türkiye Cumhuriyeti, eğer uluslararası arenada başı dik olarak yaşayabilecekse -hükümetinin adı ne olursa olsun- hükümet adına hareket eden her kişi başta olmak üzere, devlet adına kim, ne zaman, ne görev yapmışsa, onu, hukukun karşısına çıkarabilmelidir dileğimi sunuyorum.

Yeni bütçenin, Bakanlığımıza ve Bakanlık mensuplarımıza hayırlı olmasını diliyor, hepinizi partim adına en üstün saygılarımla selamlıyorum. (ANAP, DYP ve DSP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, hoşgörünüze teşekkür ederim; sağ olun.

BAŞKAN - Sayın Yalova, teşekkür ediyorum.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bedük.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkan, biraz evvel, ANAP Sözcüsü Sayın Ülkü Güney, Kemal Yazıcıoğlu'yla ilgili Doğru Yol Partisi yöneticilerinin yapmış oldukları değerlendirmeye atıf yaparak bir tenkitte bulundu. Ben, Grup yönetiminde görev almış bir kişi olarak ve yine, ayrıca, bu konuda beyanat vermiş bir kişi olarak söylüyorum: Kemal Yazıcıoğlu'nun geçmişle ilgili yapmış olduğu hizmetleri ben değerlendirdim ve doğrudur; ancak, Susurluk olayı ve öncesi Topal olayıyla ilgili olarak bir değerlendirme yapmadım. Yine, Sayın Yazıcıoğlu'nun gerek Susurluk olayı ve gerekse öncesi Topal olayıyla ilgili tutumunun sonucu olarak da İçişleri Bakanının yapmış olduğu tasarrufla ilgili olarak, takdir hakkını kullandığını ve ayrıca, tahkikatın selameti açısından alınması gerektiğini ve bu bakımdan isabet kaydettiğini ifade ettim.

Bunu açıklığa kavuşturmak istedim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun Sayın Güney.

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) - Ben “o ifadeyi, sadece Sayın Bedük söyledi” şeklinde burada söylemedim; genel anlamda söyledim. Sayın Bedük kendi üzerine almış; bir açıklama yapmaya çalıştı. Aslında, bu sualin cevabını Sayın Bakanın vermesi lazım....

BAŞKAN - Sayın Güney, bu işi usuletle ve sühuletle kapatalım diye gayret ediyorum.

Sayın milletvekilleri, bütçe üzerindeki görüşmeleri sürdürmek için, bugün saat 14.15'te toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati: 13.12


İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati : 14.20

BAŞKAN : Başkanvekili Yasin HATİBOĞLU

KÂTİP ÜYELER : Ünal YAŞAR (Gaziantep), Kâzım ÜSTÜNER (Burdur)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 33 üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

 IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. - 1997 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1994 ve 1995 Malî Yılları Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/518; 1/519; 1/282, 3/414; 1/283, 3/415; 1/492, 3/516; 1/493, 3/517) (S. Sayıları : 134, 135, 103, 102, 151, 150) (Devam)

A) İÇİŞLERİ BAKANLIĞI (Devam)

1. - İçişleri Bakanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - İçişleri Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - İçişleri Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

a) Emniyet Genel Müdürlüğü (Devam)

1. - Emniyet Genel Müdürlüğü 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Emniyet Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Emniyet Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

b) Jandarma Genel Komutanlığı (Devam)

1. - Jandarma Genel Komutanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Jandarma Genel Komutanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Jandarma Genel Komutanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

c) Sahil Güvenlik Komutanlığı (Devam)

1. - Sahil Güvenlik Komutanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Sahil Güvenlik Komutanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Sahil Güvenlik Komutanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

B) ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANLIĞI (Devam)

1. - Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

a) Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (Devam)

1. - Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

b) Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (Devam)

1. - Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN - Bütçe müzakerelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyon ve Hükümet yerlerine aldılar.

Anavatan Partisi Grubu adına, üçüncü sözcü olarak, Sayın Hüsnü Doğan'a söz vereceğim.

Sayın Doğan'dan sonra, son bir grup daha var. Divan, o grubun konuşmasının bitimine kadar soruları alacak; ondan sonra, soru almayacak.

Sayın Doğan, buyurun efendim. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA HÜSNÜ DOĞAN (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, Yüce Meclisin saygıdeğer üyeleri; Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının bütçesi üzerinde Anavatan Partisinin görüşlerini ifade etmek üzere huzurlarınızdayım; bu vesileyle, Sayın Başkanı ve Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı, bugünkü sorumlulukları itibariyle, Türkiye'nin bütün sektörlerini ve aşağı yukarı herkesi, her gün ilgilendiren birtakım meselelerle yetkili ve sorumludur. Bunları, elektrik sorunu, petrol, doğalgaz, su ve madenler diye aşağı yukarı beş başlık altında toplayabilirim.

Önce, çok kısa bir mukayese yapmaya imkân vermesi bakımından, dünyadaki bazı değerleri özet olarak geçeceğim; ondan sonra da, ülkemizle ilgili sıkıntılara değinmek istiyorum.

Bugün, dünyada, yılda aşağı yukarı 8 milyar ton eşdeğer petrolün üzerinde enerji tüketilmektedir. Bu, 1994'te 7,9 oldu; geçen sene de 8 milyar 136 milyon ton petrol eşdeğeri bir tüketimdir. Bu dünya toplam tüketiminin yüzde 55'ini OECD ülkeleri harcarlar; yani, dünya nüfusunun sadece yüzde 15'ine sahip olan OECD ülkeleri, dünyada yılda kullanılan enerjinin yüzde 55'ini kullanırlar. Diğer taraftan, bugünkü dünyanın kullandığı enerji çeşitleri itibariyle, dünyada kullanılan enerjinin yüzde 40'ını petrol, yüzde 27'sini kömür, yüzde 23'ünü doğalgaz ve geri kalan yüzde 10'unu da nükleer enerji ve hidroelektrik enerji meydana getirirler. Burada, dünyanın gündemindeki en önemli sorun, kaynaklar sorunudur. Çünkü, bugünkü verilere göre -en son verilere göre ifade edersem- dünyadaki petrol, bugünkü nüfusun artmadığı varsayımına ve bugünkü tüketim trendine göre -yani, zenginler zengin fakirler fakir kaldığı hesabına göre- giderseniz, petrolün, dünyaya, ancak 43 sene yeteceği, doğalgazın 65 sene yeteceği, buna mukabil, kömürün de 230 yıllık bir rezervi olduğu görülmektedir. Bunların paçalını aldığınızda, dünyadaki bugünkü kaynaklar -nüfus artmadığı ve herkesin yerinde saydığı varsayımına göre- beşeriyete, ancak 94 sene yetebiliyor. Tabiî, nüfusun artışını ve bunun ötesinde, gelişmemiş ülkelerin de daha süratli bir gelişme trendini dikkate alırsanız, o zaman, dünyadaki bu kaynaklar, öyle görülüyor ki, 30 ilâ 40 sene arasında kâfidir. Yani, bırakınız yeni enerji kaynaklarını, yepyeni teknolojiler bulunmadığı takdirde, buralarda çok büyük atılımlar yapılmadığı takdirde, sadece Türkiye açısından değil, dünya bakımından, önümüzde çok önemli sorunlar bulunmaktadır.

Yüce Heyetinize, bir de şu mukayeseyi yapmakta yarar görüyorum: Tüketim bakımından, toplam enerjide dünya ortalaması, kişi başına 1,5 ton petrol eşdeğeridir. Bu rakam, Amerika'da 6 tondur, Avrupa'da 3 ton civarındadır, bizde ise aşağı yukarı 1 ton kadardır; bu da bulunduğumuz seviye bakımından önemli bir rakam. Bu mukayeseyi elektrik enerjisi açısından yaparsanız, orada şöyle rakamlar verebilirim: Biz, bugün, hâlâ, kişi başına 1 500 kilovat saat enerji tüketimi seviyesindeyiz. Bu rakam, Amerika Birleşik Devletlerinde aşağı yukarı 16 bin kilovattır, OECD ülkelerinde 8 500-9 000 kilovat arasındadır. Yani, hâlâ, bizim, bu konularda alacağımız, yürüyeceğimiz çok önemli mesafeler vardır.

Şimdi, müsaade ederseniz, bu ana başlıklardaki sorunlarımız hakkında düşüncelerimi ifade etmek istiyorum: Bunlardan bir tanesi, elektrik enerjisi konusu. Elektrik enerjisinde, bu yıl, aşağı yukarı 96-97 milyar kilovatlık tüketim yapacağız. Bu seneki rakamla, bir nevi, tesislerimizi zorlayarak üretim yapmaya çalışıyoruz şu anda. Bu seneki bir şansımız da, iyi bir su yılı olduğu için, karşılaşacağımız sıkıntılar belki biraz gecikmiş oldu; ama, öyle görülüyor ki, şu an, fiilen elektrik sıkıntıları vardır -bu sadece şebeke meselesi değildir- yalnız, bunlar, henüz programlı hale gelmemiştir; ama, öyle görülüyor ki, bu tempoda gittiğimiz sürece, yakın bir gelecekte, bu programlı olmayan kesintilerin, programlı kesintiler haline gelmesi de kaçınılmaz olacaktır. Onun için, bu konuda, çok süratli hareket etmek, çok önemli yatırımlar yapmak gerekmektedir.

Burada bir iki endişem vardır, onları ifade etmek istiyorum. Tabiatıyla, eskiden, sadece devlet sektörünün yaptığı enerji yatırımları, bilhassa elektrik enerjisi yatırımları vardı; bugün çok çeşitli metotlar getirilmiştir. Bunların içerisinde, devletin doğrudan kendi yatırımları var, yap-işlet-devret formülü var; bizim getirdiğimiz, bizim zamanımızda getirilen yap-işlet formülü var. Şimdi, iki yeni metot daha getirilmeye çalışılıyor. Bunlardan bir tanesi, mevcut santralların kiralanması; diğeri de, inşaatı devam eden yatırımların, yap-işlet-devret modeline veya kiralama sistemine geçirilmesidir.

Burada bilhassa üzerinde durmak istediğim, vurgulamak istediğim husus, metotların çok olması iyidir de, bu metotları çok açık, sarih hale getirip, metotların sayısını belki biraz azaltmak gerekecektir; bunların her biri de tam, doğru dürüst çalışmayacaktır. Bilhassa, son getirilen bu kiralama modelinin ne kadar başarılı bir şekilde çalışacağını göreceğiz(!) Aslında, bu kiralama modeli, bir nevi, vaktiyle, bizim, köprü konusunda yaptığımız uygulamaya benzemektedir; ama, mesele farklıdır, meseleye yaklaşım da farklıdır. Dikkat ederseniz, orada, tahvil, bono, köprü senedi çıkarılmıştır; burada ise metot farklıdır. Bu bakımdan, bu kiralama metodunun iyi bir netice vereceği konusunda endişem var.

İkinci olarak da, inşaatı devam eden yatırımların, yeniden başka şahıslara, başka şirketlere verilmesinin, hukukî bakımdan büyük sıkıntılar çıkaracağını; bunun, fiilen mümkün olmasının da zor olduğunu, burada ifade ediyorum.

Enerji ihtiyacımız yılda yaklaşık yüzde 10-11 civarında artıyor. işte, bu yılki, 1996-1997 derseniz, seneye bu, bundan bir 10 milyar kilovat daha fazla olacak; 10 veya 11 milyar kilovat daha fazla olacak; çünkü, genel bir tespit var ki, o da, elektrik enerjisi ihtiyacının kalkınma hızının 2 veya 2,5 katı şeklinde arttığıdır.

Bu bakımdan, eğer, biz, bu hızla yürüyen dünyada, hızla ilerleyen dünyada bir yerimizin olmasını istiyorsak, varlığımızı göstermek istiyorsak, enerji konusunda yatırımların çok hızlı götürülmesi lazım; fakat, mesele, henüz rayına oturmuş görünmüyor. Bu bakımdan, önümüzde yapılacak çok işlerimiz vardır.

Petrol konusunda kısaca şunları ifade etmek istiyorum. Tabiî, ihtiyacımızın çok önemli bir kısmını ithal ediyoruz ve edeceğiz. Aramalar belli bir tempoda gidiyor, daha da artırılması lazım. Yalnız, Türkiye'nin enerji potansiyeli, kaynaklarımız bakımından bir değerlendirme yaptığımda, ister kabul edelim ister etmeyelim, yerli imkânlara ne kadar fazla yüklenirsek yüklenelim, Türkiye'nin, ileriki yıllarda giderek daha fazla dışa bağımlı hale gelmesi maalesef mecburiyettendir. Yani, üzerinde çok fazla durduğumuz hidrolik kaynakların dahi -ki, onbeş yirmi yıl sonra tükettiğimizi, hepsini yaptığımızı farz etsek dahi- o zamanki ihtiyacımız açısından baktığımızda, ithal kısmının daha fazla olduğunu göreceğiz. Bu, bir mecburiyetten; çünkü, Türkiye, enerji kaynaklarına, özellikle petrol ve doğalgaz bakımından, kömür bakımından iyi kaynaklara sahip olan bir ülke değil. Dolayısıyla, burada global düşünmeye ve tedbirleri de ona göre almaya mecburuz.

Şimdi, özellikle bu petrol konusunda diyeceğim husus şudur: Türkiye, artık, belli bir noktaya gelmiştir. Akaryakıt fiyatlarının, artık, hükümetlerin iki dudağı arasında değil, dünyada olduğu gibi serbest hale getirilmesi lazımdır; çünkü, değerli arkadaşlar, biraz evvel, sabahleyin de konuşuldu; işte, maliyeti şu, şuna satılıyor diye... Hepimiz biliyoruz ki, bu maliyetler içerisinde, akaryakıt maliyetleri içerisindeki önemli kısım vergidir. Sizin, verginizi azaltma şansınız var mı, o gücünüz var mı?.. O zaman, petrol fiyatında, özellikle akaryakıt fiyatında iki önemli unsur vardır: Bir, varil fiyatı vardır -bu dünya fiyatıdır, orada sizin hiçbir gücünüz yoktur, dünya fiyatlarına göre teşekkül eder- diğeri de, sizin vergilerinizdir. Bunun üzerine, biraz, dağıtım maliyetleri ve rafineri maliyetleri girer. Bunlar da, akaryakıtın toplam fiyatı içerisinde, öyle, önemli bir yer işgal etmezler. Bu bakımdan, akaryakıt fiyatlarının serbest bırakılması meselesinin gündeme gelmesi lazım; çünkü, hem siyasetçiler olarak hem de hükümetler olarak bu meseleden kurtulmuş olursunuz, memlekete bir iyilik yapmış olursunuz.

Bir de, daha önemlisini söyleyeyim; bugünkü akaryakıt fiyat politikasıyla...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Doğan...

HÜSNÜ DOĞAN (Devamla) - Efendim, 20 dakikamız yok muydu...

BAŞKAN - Neden 20 dakika efendim?..

HÜSNÜ DOĞAN (Devamla) - Efendim, 10-10 kullanıldı daha evvel...

MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) - Sayın Başkan, Sayın Doğan, 20 dakikanın tamamını kullanacak.

BAŞKAN - Olur mu efendim?!. Ben arz edeyim, ben size süre vereyim; o ayrı da...

HÜSNÜ DOĞAN (Devamla) - Hayır efendim...

MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) - Enerji Bakanlığında tek konuşmacı Sayın Başkan...

BAŞKAN - Aman efendim, yapmayın...

13 artı 2 artı 1 Sayın Güney'e; 13 artı 2 artı 1 Sayın Yalova'ya; ben, şimdi zatı âlinize 13 dakika ayırdım; ama, 2 dakika daha size vereceğim, konuşmanızı toparlayasınız diye.

HÜSNÜ DOĞAN (Devamla) - Sayın Başkan, olur mu böyle şey!.. Rica ederim...

MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun efendim.

MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) - Sayın Başkan, 40'ı üçe böleceksiniz...

BAŞKAN - Efendim, 40'ı üçe nasıl bölüyorsunuz, bilmiyorum... Ben, 40 bölü 3 diye bölüyorum; o da 13 çıkıyor ve ben, zaten, iki sayın üyeye, 2 artı 1 daha, 2 artı 1 daha eksüre verdim.

HÜSNÜ DOĞAN (Devamla) - Sizin takdirinize bağlı süre.

BAŞKAN - Estağfurullah... Efendim, ben, 2 dakika siliyorum. Sayın Doğan'a zamandan zararı olmasın diye, bir daha, 2 dakika eksüre veriyorum.

Buyurun Sayın Doğan.

HÜSNÜ DOĞAN (Devamla) - Sayın Başkan, bana “20 dakikanız var” diye söylüyorlar. Ben de konuşmamın dengesini ona göre kuruyorum, ona göre yapıyorum.

BAŞKAN - Sayın ...

HÜSNÜ DOĞAN (Devamla) - Hayır efendim...

BAŞKAN - Evet... Ne buyuruyorsunuz efendim?..

HÜSNÜ DOĞAN (Devamla) - Efendim, o zaman arkadaşlarla aranızda bir yanlışlık var.

BAŞKAN - Kiminle efendim?!.

HÜSNÜ DOĞAN (Devamla) - Gruptaki arkadaşlarla...

BAŞKAN - Efendim, sizin kendi aranızdaki yanlışlığı Başkanlığa yüklerseniz, çekeyim bu garip omuzlarımla, ne yapayım! (Gülüşmeler) Efendim, siz, şu 2 dakikayı hayırlısıyla bir kullanın.

HÜSNÜ DOĞAN (Devamla) - Efendim, o zaman şunu söyleyeyim.

BAŞKAN - Buyurun...

HÜSNÜ DOĞAN (Devamla) - Siz, arkadaşlarımıza ilave müddet verirken, gruba mı danıştınız verdiniz efendim o zaman.

BAŞKAN - Efendim, Sayın Doğan vermeyeyim mi, ne buyuruyorsunuz?

Efendim, üçe böldüm Sayın Doğan, anlayasınız diye arz ediyorum. Ben üçe böldüm, üç sayın sözcünüz var, iki değil.

HÜSNÜ DOĞAN (Devamla) - Efendim, bu bölmeyi siz mi yapıyorsunuz, gruplar mı yapıyor efendim. O yetki sizin yetkinizde değil ki efendim. Müsaade edin, onu gruplar bölsün, biz bölelim.

BAŞKAN - Efendim, ben Sayın Güney'e kaça bölüyorsunuz, üçe mi bölüyorsunuz diye sordum “evet” dedi.

HÜSNÜ DOĞAN (Devamla) - Efendim, Sayın Güney Grup Başkanvekilimiz değil efendim.

BAŞKAN - Sayın Doğan, yani, ben, mümkün mertebe toleranslı götürüyorum. Bakın, size vereceğim en uygun, en güzel cevap şudur: 13 dakika süreniz vardır, süreniz de dolmuştur, buyurun demem lazım; ama, ben size 2 dakika eksüre veriyorum, buyurun kullanın, sonra Allah kerimdir, bir başlayın efendim. (Gülüşmeler)

HÜSNÜ DOĞAN (Devamla) - Peki, teşekkür ederim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Hey Kadir-ü Kayyum olan Ulu Allah. (Alkışlar)

Buyurun efendim.

HÜSNÜ DOĞAN (Devamla) - Efendim, sözlerimi, müsaade ederseniz, şu ifadelerle devam ettirmek istiyorum: Bu, petrol konusunda, bu fiyat konusunun, çok önemli olduğunu bir daha tebarüz ettirmek istiyorum; çünkü, bugünkü fiyat politikasıyla, siz, ne TÜPRAŞ'ı özelleştirebilirsiniz, ne de TÜPRAŞ'a doğru dürüst fiyat bulabilirsiniz. Bu, özellikle ilerideki politikalarımız bakımından, Türkiye bakımından önemli olduğu için bunu ifade ediyorum.

Tabiî, Türkiye'nin, ne yapıp yapıp nükleer santralı kurması lazım, nükleer santrala geçmesi lazım, bunun da ölçeğini, asgarî olarak, 2 çarpı 1 000 kilovat olarak gördüğümü ifade ediyorum. Bu konuda, herhalde, çalışmalar belli bir yere gelecek, onların yapılması lazım.

Bir madencilik bakanlığı meselesi ortalıkta dolaşıyor; Etibank da bir devlet bakanı arkadaşımıza bağlandı; fakat, Türkiye, meselelerin bakanlıklar kurularak çözülmediğini geçmişteki tatbikatlarda gördü. Eğer, o baskılar devam etseydi, bugün, Türkiye'de bir hayvancılık bakanlığı da kurulmuş olacaktı ki, Türkiye'nin gündemine çok geldi, gitti. Bunun bir çözüm olmadığını, madencilikte özelleştirmeye büyük önem verilmesi gerektiğini ve kaynaklarımızın o konuda yeterli olmadığını ifade ediyorum. Ayrıca, madencilik bakanlığı kurulmasının, Türkiye'ye pek faydalı olacağı kanaatinde olmadığımı söylüyorum.

Sayın Başkan, son olarak, bir iki konuya daha değineceğim ve sözlerimi bağlayacağım. Ben...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HÜSNÜ DOĞAN (Devamla) - Bağlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Size 2 dakika daha veriyorum.

Buyurun.

HÜSNÜ DOĞAN (Devamla) - Çok teşekkür ederim. Sağ olun.

Son olarak şunu ifade etmek istiyorum: Geçen dönemde, 53 üncü Hükümette, Manavgat Çayı üzerine bazı çalışmalar yaptık; fakat, nedense, o zaman muhalefette bulunan arkadaşlarımız, Manavgat Çayı üzerine çok değişik şeyler söylediler; fakat, bugün görüyorum ki, bu kaynak paketinin içinde yer alıyor! Nereden nereye geldik; bunu da burada ifade etmek istiyorum. Herhalde, meseleye, yanlış doğru olduğuna göre değil de, bulundukları yere göre bakıyorlar.

ERSİN TARANOĞLU (Sakarya) - Takdiri ilahi...

AYHAN FIRAT (Malatya) - Kimler efendim, kimler...

HÜSNÜ DOĞAN (Devamla) - Diğer taraftan, bir husus daha var; Ankara'da, hava kirliliği, tekrar, çok hızlı bir şekilde artmaya başladı. Anavatan iktidarlarının burada çok büyük emeği vardır; oturulamayan bir şehirden, bu güzel şehre gelmiştik; ama, üzülerek görüyorum ki, tekrar oraya gidiyoruz. Burada da, herhalde, bir şeyler yapılması lazım.

Son olarak diyeceğim şey şudur: Enerji meselesi çok önemlidir. Enerji meselelerini ve enerji kaynaklarını, son olarak ortaya atılan bazı tabirlerin içerisinde kaybederseniz, bu meselede sıkıntıya gireriz; yok denk bütçeydi, yok havuzdu, yok kaynak paketleriydi derseniz, sıkıntıya gireriz. Enerjide epey kaynak vardır; ama, siz, Türkiye'nin, bütününü kaynakmış gibi gösterirseniz, sıkıntıya girersiniz; çünkü, enerjinin ilave kaynağa ihtiyacı vardır; enerjide çok büyük sıkıntı vardır; bu husus bilhassa önemlidir.

Özellikle TÜPRAŞ gibi TEAŞ çok büyük kuruluşların paralarını ve günlük ihtiyaç olan paraları siz bir nevi kaynak paketi içinde mütalaa ederseniz, bu müesseseleri -zaten sıkıntıda- çok daha fazla sıkıntılara götürürsünüz.

Ben sözlerimi burada bağlıyorum ve Bakanlık bütçesinin ülkemize ve Bakanlığımıza hayırlı olmasını temenni ediyorum, hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Doğan teşekkür ediyorum efendim.

MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun.

MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) - Belki bundan sonraki konuşmalarda önümüze gelecek bu konu; biz, Grup olarak, Yüksek Başkanlığa da verdiğimiz listede, İçişleri bütçesini 20 dakika, Enerji Bakanlığı bütçesini 24 dakika olarak planladık. Bundan önceki turda, İçişleri Bakanlığı hakkındaki 2 konuşmacı zannedersem 13 dakika süreyle konuştular; ama, bizim planlamamız 10 dakika, zatı âlinizin takdir buyurduğu 3'er dakikalık tolerans süresinin, bizim Grup süresinden düşüldüğünü anlıyoruz. Bundan sonraki bütçe görüşmelerinde, lütfen, bizim bu planlamamızda gösterilen süreler geçerli olsun. Zatı âlinizin takdir edeceği süre ayrı bir konu Sayın Başkan.

BAŞKAN - Tabiî.

Değerli arkadaşım, bakınız, bana gelen listede, Anavatan Partisi Grubu 3 sayın üyeyi sözcü olarak göstermiş, karşılarına süreler koymamış...

MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) - Daha önce bildirildi süreler.

BAŞKAN - Efendim, sizin elinizdekini bilemem; bendeki liste bu!..

Anavatan Partisi Grubu; Sayın Ülkü Güney, karşısı boş; Sayın Yüksel Yalova, boş; Sayın Hüsnü Doğan, boş. Bendeniz, Sayın Güney'e sordum “üçe mi bölüyorsunuz?” dedim, “evet” dediler. Ben kendisine 13 dakika süre verdim, yetmedi; buraya yazıyorum hep bunları, kime ne kadar süre vermişim. Artı, 2 dakikalık bir süre daha verdim, yetmedi, 1 dakikalık eksüre daha verdim; böylece, Sayın Güney 16 dakika kullandı. Sayın Yalova'ya -çok akıcı, lirik de bir konuşması var, zannediyorum, onun için uzun konuştuğunu fark edemediniz- 13 dakika süre verdim, artı 2 dakika eksüre verdim, artı 1 dakika daha eksüre verdim, Sayın Yalova da toplam 15 dakika konuştu. Sayın Doğan'a 13 dakika süre verdim, artı 2 dakika eksüre verdim, artı 2 dakika daha eksüre verdim, o da toplam 17 dakika konuştu ve Grubunuz böylece 48 dakika konuşma yaptı.

MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) - Sayın Başkanım, bu eksürelere çok teşekkür ediyoruz Grup olarak; ama, biz, Sayın Doğan'a dedik ki, “sizin konuşma süreniz 20 dakikadır” Sayın Doğan da, 20 dakikalık süreye göre hazırlandı; maalesef, Genel Kurulda...

BAŞKAN - Ah, değerli dostum, ah, keşke bir kerametim olsaydı, ah...

MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) - Bu süreleri de Sayın Başkanlığa bildirdik. Neyse, bu bütçe geçti, bundan sonraki bütçelerde...

BAŞKAN - Efendim, 48 dakika ve sizden fazla konuşan grup da olmadı bu bütçede; onu söylüyorum. Ben, gayet toleranslı ve adaletle götürdüğümü söylüyorum ki, rahat edesiniz diye.

Bakınız, DSP Grubu 44 dakika...(CHP sıralarından gülüşmeler, DSP sıralarından alkışlar)

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Sağ ol Sayın Başkan.

BAŞKAN - Efendim, farkı yok, sosyaldemokrat... Ne olur yani!.. Sol gözüm oraya bakarken, sağ gözüm de size bakıyor.(Gülüşmeler)

AYHAN FIRAT (Malatya) - Biz de kabul ettik.

BAŞKAN - Biliyorsunuz Sayın Ecevit'in beyanını.

ALİ ILIKSOY (Gaziantep) - Sağa da bakar, sola da bakar...

BAŞKAN - Efendim, Refah Partisi Grubu 46 dakika; CHP Grubu 43 dakika, -ben kesmedim, kendileri bitirip indiler- Anavatan Partisi Grubu 48 dakika.

Şimdi, sıra Doğru Yol Partisi Grubunda.

Sayın Aykurt, buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

Sayın Aykurt, sürenizi zatıâlinizden mi sorayım, Grup Başkanvekilinizden mi sorayım?

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Denizli) - Grup Başkanvekilimizden sorun efendim.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan, 20 dakika.

BAŞKAN - 20 dakika, kullanacaksınız.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Evet efendim.

BAŞKAN - Peki.

Sayın Aykurt, süreniz 20 dakika, buyurun efendim.

DYP GRUBU ADINA MUSTAFA KEMAL AYKURT (Denizli) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; İçişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde Grubumuzun görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınıza geldim; bu vesileyle, Sayın Başkanlık Divanını ve Yüce Meclisin değerli üyelerini saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan evvel, bir üzüntümü, bir teessürümü ifade etmek istiyorum. Kendilerini, Atatürk'ün kurduğu devletin partisi sayan ve parti amblemlerinde devletçilik okunu taşıyan bir siyasî partimizin değerli sözcüsü, biraz evvel, bu kürsüde, sanıyorum, hepinizin iştirak etmeyeceği, hatta, Cumhuriyet Halk Partisinin değerli milletvekillerinin de iştirak etmeyeceği talihsiz bir beyanda bulunmuştur. Devleti, iti, ite boğduran bir kurum olarak tavsif etmiştir.

NİHAT MATKAP (Hatay) - Hayır, hayır, öyle bir şey yok; iti, ite kırdırma politikası...

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - Devleti, birtakım çeteleri himaye eden, çetelerle ortak çalışan bir kurum olarak tavsif etmiştir. Bu beyanı, Doğru Yol Partisi Grubu, şiddet ve nefretle reddeder ve Muhterem Meclis Başkanımızın, kastı aşan, devleti itham eden...

NİHAT MATKAP (Hatay) - “Devlet” demedi Sayın Aykurt “birileri” dedi.

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - ... bühtan altında bırakan bu beyanın zabıtlardan çıkarılması için gerekeni yapmasını arz ve teklif ediyorum.

NİHAT MATKAP (Hatay) - Sayın Başkan, zabıtları getirelim lütfen..

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - Değerli milletvekilleri, tabiî ki, her bakanlık, her bakanlığın bütçesi önemlidir; ama, İçişleri Bakanlığının görev kapsamı, görev hacmi düşünüldüğü takdirde ve üstelik, ülkemizde içgüvenlik sorunlarının bulunduğu da nazara alındığı takdirde, İçişleri Bakanlığının ve bütçesinin çok daha büyük önem arz ettiği görülür. Bilindiği gibi, İçişleri Bakanlığı, Bakanlığa bağlı içgüvenlik kuruluşlarını idare etmek suretiyle, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü, yurdun içgüvenliği ve asayişini, kamu düzeni ve genel ahlakı korumak, sınır, kıyı ve karasularımızın muhafaza ve emniyetini sağlamak, karayollarında trafik düzenini sağlamak ve denetlemek, suç işlenmesini önlemek, suçluları takip etmek ve yakalamak, her türlü kaçakçılığı men ve takip etmek, yurdun içpolitikasıyla ilgili olarak il ve ilçelerin özel durumları için değerlendirmeler yapmak ve kanunlarla kendisine verilen sair işleri ifa etmek.

Değerli arkadaşlarım, alınan bütün tedbirlere, gösterilen bütün gayretlere rağmen, üzülerek ifade ediyoruz ki, bugün ülke gündemini işgal eden bir numaralı sorun, Güneydoğu'daki terör olaylarıdır. Her türlü şartlara, alınan kararlara rağmen, ülke gündeminin birinci sırasını işgal eden sorun, Türkiye'nin içgüvenlik sorunudur, Güneydoğu'da devam eden yangındır.

Dünyaya baktığımız zaman, dünyanın birçok ülkelerinde -ilerlemiş ülkelerden geri kalmış ülkelere kadar- yer yer bu tür olayların varlığını görmekteyiz, yaşamaktayız. İspanya'da, İtalya'da, Almanya'da, İrlanda'da ve başka ülkelerdeki terör örgütlerinin varlığını görmekteyiz; ama, Türkiye'ye dönüp baktığımız zaman, Türkiye'deki bu örgütün amacının, hedefinin ve arkasındaki dış desteğinin farklı boyutlarda olduğunu görüyoruz. Bugün, kesinlikle kanıtlanmıştır ki, Türkiye'de bölücü terörün tek hedefi, bin yıldan beri üzerinde birlikte yaşadığımız, birlikte güldüğümüz ve birlikte ağladığımız bu aziz vatanımızın üzerinde, başka toprak, başka bayrak arayışıdır. Başka bir ifadeyle; ülkeyi bölmek ve parçalamaktır.

Değerli arkadaşlarım, terörün tesirsiz hale gelmesi uğrunda çaba gösteren bütün hükümetlere, cumhuriyet hükümetlerinin tümüne teşekkür etmeyi bir vazife sayıyorum; ama, Türkiye'de meydana gelen olaylar ve onun arkasındaki desteklere baktığımız zaman, üzülerek ifade ediyorum ki -PKK terörünün arkasında- müttefiklerimiz bile var, NATO içerisinde beraber çalıştığımız devletler bile var. Bu devletler, düne kadar, PKK örgütünün, terör örgütü olduğunu telaffuzdan uzak kaldılar, telaffuz edemediler. Hatta o kadar ki, bu eşkıyanın faaliyetlerini kendi ülkelerinde serbest bıraktılar.

Arkasında, böylesine lojistik destek olan, finansal destek sağlayan, siyasî destek sağlayan ülkelerin bulunduğu bu şer odaklarını takdir edersiniz ki, yok etmenin zorluğu meydandadır.

Sayın milletvekilleri, bu eşkıya, hedefine ulaşmak için iki strateji seçmiş bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, o bölgelerde eğitim ve öğretimi engellemektir; çünkü, cehalet karanlığında yaşayan insanlarımızın ve gençlerimizin bu sapık fikirlere alet edilmesi kolaydır. Onun içindir ki, irfan ordumuzun şerefli temsilcileri öğretmenlerimizi hunharca katlettiler; onun içindir ki, eğitim yuvalarımızı, okullarımızı acımasızca yakıp, yıktılar.

İkincisi, o bölgede ekonomik kalkınmayı önlemek, halkın refah seviyesinin yükselmesini önlemek. Onun içindir ki, devletimizin o bölgeye sevk ettiği hizmet araçlarını yakıp yıktılar; onun içindir ki, o bölgede hizmet etmeyi kendilerine şiar edinmiş görevlileri acımasızca katlettiler.

Sayın milletvekilleri, değerli arkadaşlarım; her şeye rağmen, memnuniyetle ifade etmeliyiz ki, bugün, alınan ciddî tedbirlerle, terör, Türkiye'de tesirsiz hale getirilebilmiştir. Bugün, artık, Türkiyemizde, geceleri sokağa çıkılamayan bölge kalmamıştır. Allah'a şükürler olsun ki, bugün, Doğuda ve Güneydoğu Anadolu'da, birçok yerlerde, eğitim ve öğretim hizmetleri kesintisiz sürdürülebilir hale gelmiştir.

YALÇIN GÜRTAN (Samsun) - Her gün ölenler rol mü yapıyor?!

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, biraz evvel yukarıda bahsettiğim dış desteğin kesilmesi kolay olmadı. Ben, huzurlarınızda, Başbakanlığı sırasında, terörün dış desteğini kesmek uğruna uluslararası koridorlarda ve platformlarda üstün gayret göstermiş, terörün dış desteğini kesmiş ve ülkeyi, bugünkü huzur ve güven ortamına taşımış eski Başbakanımız ve bugünkü Başbakan Yardımcımız ve Dışişleri Bakanımız Prof. Dr. Sayın Tansu Çiller'e teşekkürlerimi ve şükranlarımı arz etmek istiyorum. (DYP sıralarından alkışlar; ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar[!] ve gülüşmeler)

Niye komik mi ?!. (CHP sıralarından “Çok, çok...” sesleri)

Sayın Çiller'den evvel, bu ülkede yaşayan birtakım kafalar, “çekin çizgiyi, verin burayı” diyenler vardı; bunları unuttunuz mu?! Tabiî, böyle kafalar vardı, böyle kalemler vardı. (DSP ve CHP sıralarından gürültüler) İşte, alınan bu tedbirlerledir ki, ülke, bugünkü huzur ve güven ortamına kavuşmuştur. Bundan, herkesin memnun olması lazım.

AHMET KABİL (Rize) - Teşekkür eden çıkmadı bu Mecliste.

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, tabiî ki, bu huzur ve güven ortamının buraya gelmesinde emeği geçen, gece gündüz demeden, mesai saati düşünmeden serhat boylarında, vatanın her karış toprağında mücadele veren, üstün yetenekli, inançla, imanla, azimle mücadele veren kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerimize, Jandarma teşkilatlarımıza, polislerimize, onların değerli komutan ve değerli amirlerine minnetlerimizi ve şükranlarımızı sunuyoruz. (DYP sıralarından alkışlar)

YALÇIN GÜRTAN (Samsun) - İşte kahraman bunlar, ötekiler kahraman değil.

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - Değerli milletvekilleri, değerli arkadaşlarım; 1997 yılı İçişleri Bakanlığı bütçesine baktığımız zaman, memnuniyetle görüyoruz ki, huzurunuza getirilen İçişleri Bakanlığı bütçesi, 1996 bütçesine oranla yüzde 123 bir artış kaydetmektedir; bunu, memnuniyetle karşılıyoruz. 1996 bütçesi, 93 trilyon 8 milyar 260 milyon lira iken, huzurunuza getirilen bugünkü bütçe, 168 trilyon 470 milyar 260 milyon liradır. Tabiî ki, ülkemizin kaynakları muvacehesinde bu kadar yapılabilmiştir. Gönlümüz isterdi ki, biraz evvel anlatmaya çalıştığımız bu ciddî olaylar sebebiyle, bu bütçe çok daha yükseklerde olsun; ama, kaynaklarımız bu kadarmış. Yalnız, biz, şunu temenni ediyoruz ve diliyoruz ki, yıl içerisinde eködeneklerle bu bütçe takviye edilmelidir ve yine temenni ediyoruz ki, temin edilen eködeneklerin, Maliye Bakanlığınca, tümünün serbest bırakılmasını diliyoruz ve temenni ediyoruz.

1997 bütçe tasarısında 1996 bütçesine göre cari harcamalarda yüzde 121 artışla 16 trilyon 180 milyar 260 milyon liraya yükselmiş, yatırım harcamalarında bu oran, yüzde 180'lik artışla 16 trilyon 180 milyar 260 milyon liraya yükseltilmiş; transfer harcamalarında ise yüzde 14 oranında artış kaydedilerek 1 trilyon 501 milyar liraya yükseltilmiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, bütün bu tedbirlere, alınan kararlara rağmen, tabiî ki, Türkiye'yi rahatsız eden, ülkemizi rahatsız eden, devletimizi rahatsız eden terör, kökünden kazınabilmiş değildir. Bu mücadelede başarılı olabilmemiz için; yani terörü tümüyle tesirsiz hale getirebilmemiz için, millî bir politika oluşturmamız gerekiyor.

Bizim karşımıza kim, hangi devlet çıkarsa çıksın, kimin karşısına çıkarsa çıksın, hangi partinin karşısına çıkarsa çıksın, biz, dostumuza da, düşmanımıza da aynı şeyleri, aynı ağızdan söyleyebilmeliyiz. Ülke bütünlüğü ve güvenliğinde politik mülahazaları bir tarafa atarak, politik çıkarlar için, hangi şartlar altında çalıştıklarını bildiğimiz tüm güvenlik güçlerimizin arkasında ve yanında olmalıyız. Dünyanın her tarafında olduğu gibi, ülkemizde de meydana gelen birtakım münferit olayları bahane ederek, Silahlı Kuvvetlerimizi, jandarmamızı, polislerimizi töhmet altına sokarak, onların güvenini sarsmaya, yıpratmaya çalışmamalıyız. Böyle bir gayretin hiç kimseye de fayda getirmeyeceğini bilmeliyiz.

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Kim ne diyor ki?!.

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - Eden var, biraz sonra geleceğim vakit bulursam.

Aksi halde, bu durum, hem güvenlik güçlerinin azmine, gayretine ve moraline olumsuz tesir eder, daha da kötüsü, bu durum, düşmanlarımızın işini kolaylaştırır.

Üzülerek görüyoruz ve yaşıyoruz ki, hemen her gün, her yerde, “ülke battı, batacak” seslerini duyuyoruz; yani, Türkiye'de yaşamayan, Türkiye'yi görmeyen bir insan buraya gelse, akşam haberleri dinlese, sabahleyin gazeteleri okusa, Türkiye yarın batacak zannedecek. Böyle bir kampanya var.

HASAN GÜLAY (Manisa) - Sansür koyun o zaman!..

İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) - O, hayatından memnun!..

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - Hayır efendim... Dinleyin lütfen...

Televizyonu açıyorsunuz, barut, kan, gözyaşı, silah, soygun, trafik kazası...

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Ekmek kuyruğu...

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - ...O bunu çaldı, o bu kadar aldı, bu kadar yedi ve hava raporu; sonu bu.

ERDOĞAN TOPRAK (İstanbul) - Yalan mı söylüyorlar?!.

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - Efendim, müsaade buyurunuz.

Gazeteleri açıyorsunuz, aynı haber, aynı yazı.

Tabiî, tekelci basının dışındakileri tenzih ediyorum, onu da ifade edeyim.

CELAL TOPKAN (Adıyaman) - Hiç sokağa inmiyor musunuz?!.

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - Bir trafik kazasından sonra birileri ortaya çıkıp “Türkiye Cumhuriyeti Devleti meşru olmayan güçleri kullanıyor” diyebiliyor...

YÜCEL SEÇKİNER (Ankara) - Halen trafik kazası diyor!..

CELAL TOPKAN (Adıyaman) - Biraz sokağa inip vatandaşların arasına girseniz, gerçekten böyle konuşmazsınız!..

BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, rica ediyorum... Kişisel söz alır, gereğini söylersiniz. Rica ediyorum...

YÜCEL SEÇKİNER (Ankara) - Bak hâlâ trafik kazası diyor!..

BAŞKAN - Sayın Seçkiner, İdare Amirimiz, rica ediyorum...

YÜCEL SEÇKİNER (Ankara) - İnsaf yani!..

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - Değerli milletvekilleri, değerli arkadaşlarım; geliniz, ülkemizdeki eksileri, artılarıyla beraber tartışalım, konuşalım; eksileri vardır.

Bu haksız, mesnetsiz, asılsız yarış, toplumsal barışı bozduğu gibi, halk ile devletin arasını açmaktadır.

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Hükümetin... Devletin değil...

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - Bunun altını çiziyorum. Halk ile devletin arasını açmaktadır. Devletiyle kavga eden halk olur mu veya halkıyla kavga eden devlet olur mu?!. Türkiye... Böyle bir çatışmaya götürülüyor. Yani, kimsenin kimseye itimadı olmayan, herkesin hırsız olduğu, bütün seçilmişlerin hırsız ilan edildiği bir Türkiye... Böyle toplum olur mu?!. (DYP sıralarından alkışlar, ANAP ve DSP sıralarından “bazıları, hepsi değil” sesleri)

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Tabiri yanlış kullanıyorsunuz. Devlet değil Hükümet.

AHMET KABİL (Rize) - Bütün milletvekilleri değil...

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bu kürsüde, birçok konuşmacı -hangi siyasî partiye mensup olursa olsun- Kızılay'da rahat yürüyemediğini söyleyerek şikâyet ettiler.

ERDOĞAN TOPRAK (İstanbul) - Doğru söylüyorsun...

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - Yani, milletvekili olmanın kendilerine bir onur değil, kendilerine bir...

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Sizin yüzünüzden!..

REFİK ARAS (İstanbul) - Sizin yüzünüzden.

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - Efendim, burada konuşuldu bunlar...

AHMET KABİL (Rize) - Sayenizde...

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - İştirak edersiniz, etmezsiniz. Bunları söylüyorum. (DSP sıralarından “Katılıyoruz” sesleri)

ABDULLAH AKARSU (Manisa) - Beş senedir İktidardasınız... Sayenizde...

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - Bazı arkadaşlarımızın, bakkal dükkânında, markette, bilmem nerede alış veriş yaparken sıfatını gizlediğini söylediklerini ben duyuyorum. (ANAP sıralarından “Sayenizde” sesleri)

ERDOĞAN TOPRAK (İstanbul) - Doğru söylüyorlar.

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Doğru söylemişler.

AHMET KABİL (Rize) - Niçin?!.

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - Efendim, neden bu?

ABDULLAH AKARSU (Manisa) - Sayenizde efendim.

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - Her gün, her zaman, her yerde, seçilmiş insanları hırsız ilan ederseniz, devletin yüksek bürokratlarını hırsız sayarsanız...

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Yapmasaydınız...

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) -... o, imza atamaz hale gelir, siz de sokağa çıkamaz hale gelirsiniz... Olay budur.

ALİ OĞUZ (İstanbul) - “Yapmasaydınız” diyor, versene şunun cevabını!..

AHMET KABİL (Rize) - Komisyonlarda düzeltiyorsunuz... Komisyonlarda iş tamam.

ABDULLAH AKARSU (Manisa ) - Yapanları ne yapacaksınız?..

AHMET KABİL (Rize) - Neyse... Komisyonlarda düzeltiyorsunuz işi...

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, siyasette, pozitif siyasette, biz bir ilke koyduk ortaya.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Bitti... Şükürler olsun.

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - Siyasette tutarlılık esastır.

ZEKİ ÇAKIROĞLU (Muğla) - Yolsuzluğu yapan yapacak, görmeyeceğiz; öyle mi?!.

BAŞKAN - Sayın Aykurt, 2 dakika süre verdim, lütfen, toparlayın efendim.

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - Peki efendim.

Kendinizi tanımlarken tutarlı olacaksınız. Bir gün, örtülü ödenekte belge var, belge yok...

AHMET KABİL (Rize) - Var, var, o da var.

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - ... öbür gün Susurluk'ta belge var, belge yok; başka bir gün, evim dinleniyor, belgem var, belge yok; Topal cinayeti, belgem var, belge yok...

ABDULLAH AKARSU (Manisa) - Susurluk'un kendisi belge kendisi!..

AHMET KABİL (Rize) - Amerika'ya giden paranın da belgesi var, ormanların yağmalanmasının da belgesi var...

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - Budapeşte'de müessif bir olay vukua gelmiş -tabiî ki, kınıyoruz- “belgem var, ispatlayacağım, belge yok” diye diye buraya getirdiniz Türkiye'yi... (DYP sıralarından alkışlar, ANAP sıralarından gürültüler)

YUSUF EKİNCİ (Burdur) - Daha ne olacak?!.

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - Her zaman söylüyoruz; belge varsa açıklayın, belge varsa ilgili mercilere verin. Saydığınız bu olaylar için her zaman şunu söylüyorsunuz “devlet tedbir almadı, devlet tedbir almadı.” Türkiye'de iki tane devlet mi var; bir tek devlet var.

Cumhuriyet savcısı olaya el koymuş, bağımsız yargı olaya el koymuş, Millî İstihbarat Teşkilatı olaya el koymuş, devletin müfettişleri olaya el koymuş, sizin seçtiğiniz araştırma komisyonları olaya el koymuş.

AHMET KABİL (Rize) - Oraya gidip, Refah ve Doğru Yol Partisinden parmak kalkıyor...

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - Siz, kendi seçtiğiniz soruşturma komisyonlarına inanmıyorsanız, cumhuriyet savcısına inanmıyorsanız, bağımsız yargıya inanmıyorsanız, devletin güçlerine, devletin müfettişlerine inanmıyorsanız...

AHMET KABİL (Rize) - Başbakan Yardımcısı inanıyor(!)

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - ...o zaman buraya gelin söyleyin; hangi tedbir alınmalı da bu yapılmalıdır, bunu söyleyin. Bunu söyleyen var mı; yok. Ee, devlet bunları yapmış. Devlet tekse, başka devlet yoksa... Siz devlete inanmıyor musunuz?!. Böyle şey olur mu?!. Bu tenakuzu zor izah edersiniz.

HASAN GÜLAY (Manisa) - Sayın Aykurt, siz bu dediklerinize inanıyor musunuz?

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, şunu iyi bilmemiz lazım; halkımız artık kavga istemiyor, çatışma istemiyor; halkımız alternatif öneriler istiyor...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - Sayın Başkanım, 1 dakika daha lütfeder misiniz?

BAŞKAN - Efendim, vereyim de adını ne koyacağız?

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - Deminki addan.

BAŞKAN - Peki, deminki addan.

Buyurun.

Lütfen, saygı sunup inin.

HASAN GÜLAY (Manisa) - Ver ver, iyi oluyor.

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - Peki, efendim.

...toplumsal barış içerisinde eğer bir sorun varsa, onu çözmemizi istiyor. Ülkemiz, bu anlayış ile hareket eden muhalefet arıyor. Bu anlayışta, elbette basınımızın eleştirilerine ihtiyacımız var; ama, bunu, nefret üzerinde, kin ve husumet üzerinde, nefret doktrini üzerinde değil, toplumsal ihtiyaca cevap verecek çözüm üzerinde yoğunlaştırmayı istiyor.

Değerli arkadaşlarım, deniyor ki “temiz toplum, temiz toplum...” Toplum kirli mi?... (CHP sıralarından “kirletildi” sesleri) Toplum, kirli falan değil; kirli olan siyaset, siyasette var kirlilik. Temiz toplum, sokaklardan Meclise torba taşıyarak olmaz...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Efendim, Genel Kurulu selamlar mısınız lütfen.

MUSTAFA KEMAL AYKURT (Devamla) - Maalesef, önemli gördüğüm ve sizleri ilgilendiren bazı şeyleri söylemek imkânından mahrum kaldım.

Konuşmamı tamamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, İçişleri Bakanlığı bütçemizin, memleketimize, devletimize, Bakanlığımıza ve tüm güvenlik güçlerimize hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Aykurt, teşekkür ediyorum.

ÖNDER SAV (Ankara) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun efendim.

ÖNDER SAV (Ankara) - Sayın Başkan, Doğru Yol Partisi Grubu adına konuşan sayın sözcü, Cumhuriyet Halk Partisinin adını da anarak, Cumhuriyet Halk Partisinin ilkelerinden birini hem yanlış yorumlamış hem de Cumhuriyet Halk Partisinin hükmî kişiliğine sataşmıştır.

Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına bir açıklamada bulunmak istiyorum.

BAŞKAN - Efendim, zabıtları getirteyim; hangi sözlerle sataştığını veya sataşma olup olmadını inceleyeyim.

ÖNDER SAV (Ankara) - Bu oturum içerisinde olmasını istiyorum efendim.

BAŞKAN - Tabiî, aynı oturum içerisinde...

NİHAT MATKAP (Hatay) - Sayın Başkan, çok açık sataştı; siz onu algıladınız; çok açık ithamda bulundu.

AYHAN FIRAT (Malatya) - Konuşmasının hemen başında...

BAŞKAN - Efendim...

NİHAT MATKAP (Hatay) - Bence, zabıtları incelemenize gerek yok...

BAŞKAN - Nasıl gerek yok efendim?..

NİHAT MATKAP (Hatay) - Şu an, sıcağı sıcağına arkadaşımız açıklama yapsın, bu olayı bitirelim.

BAŞKAN - Efendim, bulunduğunuz yerden kısa bir açıklama yapmak isterseniz, hemen...

ÖNDER SAV (Ankara) - Kürsüden açıklama yapmak istiyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Peki, zabıtları inceleyeyim; sataşmanın varlığını kabul edersem, size söz veririm.

ÖNDER SAV (Ankara) - Efendim, yerimden açıklama yapmakla, kürsüden açıklama yapmak arasında ne fark var?

BAŞKAN - Var efendim... Kısa bir hususu belirtirsiniz...

Efendim, 60 ıncı maddede, “bir sayın milletvekili yerinden bir hususu açıklamak isterse, çok kısa olmak üzere Başkan kendisine söz verir” deniliyor; ben, bunu kullanarak size söz vereceğim. Yok “sataşma var” diyorsanız, belgeleri getirtip inceleyeceğim; aradaki fark bu.

ÖNDER SAV (Ankara) - Buyurun efendim o zaman...

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun efendim.

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Sayın Başkan, sayın konuşmacı, konuşması sırasında komisyonlardan bahsedip “belge var mı” dedi “yok, yok, yok...” diye devam etti; zabıtlara bakabilirsiniz.

Ben Komisyon üyesiyim; verdiğimiz sonuçta belgelere dayanarak, karar verdik ve de kararımızda, ister muhalif olsun ister lehte olsun, biz, doğru karar verdik. Lütfen, tavzih edilsin.

BAŞKAN - Efendim “belge yok” dedi konuşmacı, siz de “var” diyorsunuz; öyle mi? Zabıtlara geçti efendim.

AHMET KABİL (Rize) - Belge işe yaramıyor ki, parmak çoğunluğu var...

MAHMUT ERDİR (Eskişehir) - Beni bu Meclisin ortasında idam etseler yine muhalifim. Doğru karar verdik o Komisyonda; belgeye istinaden.

BAŞKAN - Doğru Yol Partisinin ikinci sözcüsü, Sayın Halil Yıldız; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakika. Lütfen, süreyi aşmayalım efendim.

DYP GRUBU ADINA HALİL YILDIZ (Isparta) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1997 yılı Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı bütçesi üzerine, Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Özellikle son birkaç yıldır hızla artan enerji ve doğal kaynak talebinin, zamanında, yeterli, güvenilir ve sürekli şartları dikkate alınarak karşılanması oldukça önem arz etmektedir. Bu çerçevede, ülkemizdeki kaynakların harekete geçirilmesinde ve yeni projelerin gerçekleşmesinde, kamu ve özel sektör ile yabancı sermaye katılımının artırılması gerekmektedir.

Ülkemiz, tükettiği enerjinin yarıdan fazlasını ithal etmektedir. Türkiye'de, her yıl ortalama yüzde 10 oranında bir elektrik enerjisi talep artışı olmaktadır. Şu anda, yaklaşık 21 500 megavat kurulu elektrik enerjisi gücü mevcuttur. Bu güce, her yıl ortalama 2 bin megavat kapasitede yeni üretim tesisleri ilave etmek gerekmektedir; ancak, elektrik enerjisi üretiminde 1997 yılında 6,5 milyar kilovat, 1998'de ise 12 milyar kilovat gibi büyük rakamlara ulaşan açık meydana gelecektir.

Yeni yatırımların yanı sıra, mevcut tesislerin günün ihtiyaçlarını karşılar seviyeye getirilmesi çalışmalarının, sınırlı olan kamu finansal kaynaklarını zorlaması üzerine, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de özel sektörün enerji sektörüne girmesi gündeme gelmiştir. 1984 yılında, yap-işlet-devret modeli diye tanımlanan 3096 sayılı Kanun çıkarılmıştır. 1984'ten 1996 yılına kadar geçen sürede, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığına, santral kurmak için müracaat eden firmaların teklif ettikleri toplam kapasite 20 bin megavat civarında olmuştur; ancak, buna karşın, 34 megavat toplam gücünde 3 adet hidroelektrik santral işletmeye açılabilmiştir.

Sanayi tesislerinin ihtiyaç duyduğu enerjinin yokluğunun ekonomide yaratacağı tahribatı rakamlarla ifade etmek gerekirse, 1 kilovat/saat üretilemeyen elektrik enerjisi veya talep edildiği halde karşılanmayan beher kilovat/saat elektrik enerjisi, ülkemiz ekonomisine 1 dolarlık zarar vermektedir; yani, 6,5 milyar kilovatlık üretilemeyen elektriğin ekonomiye vereceği zarar, 1997 yılında 6,5 milyar dolar, 1998'de ise 12 milyar dolar olacaktır. Özellikle, kısa sürede işletmeye alınabilecek elektrik üretim tesislerinin devreye sokulması gerekmektedir. Projeleri oluşmuş, Bakanlığa müracaatları yapılmış, Bakanlık tarafından incelenmekte olan özel sektörün enerji projelerinin süratle yapılıp, işletmeye açılmasıyla, yaklaşık 1 200 megavat civarında bir elektrik üretim kapasitesinin kazanılacağına inanıyorum.

Değerli milletvekilleri, gelişmiş ülkelerde yaygın olarak sanayi sektöründe ve toplu konut alanlarında uygulanmakta olan birleşik ısı güç üretim sistemleri elektrik enerjisi üretim uygulamalarına dahil edilerek, teşvik kapsamına mutlaka alınmalıdır.

Birleşik ısı güç üretim sistemi nedir; bu sistem, enerji tasarrufunu esas alan bir elektrik enerjisi üretim yöntemidir. Milletlerarası literatürde “kojenerasyon” olarak tanımlanan bu sistemde elektrik enerjisi, üretim sürecinde açığa çıkan atık ısı enerjisi sanayi sektöründe üretim sürecinde, toplu konut alanlarında ise konutların ısıtılmasında ve ihtiyaç duyulan sıcak suyun temininde kullanılarak, birim enerji maliyetleri büyük oranda düşürülmektedir. Özellikle, elektrik ve ısı enerjisini birlikte kullanan kâğıt, tekstil, seramik ve gıda sanayilerinde, birleşik ısı güç üretim sistemi uygulaması halinde, üretilen ürünlerin maliyetlerinde yüzde 15'e kadar tasarruf sağlamak mümkün olacaktır.

Anadolumuzun sanayileşme hamlesi içinde olan Kahramanmaraş, Gaziantep, Konya, Çorum, Denizli, Afyon gibi İllerinin bulunduğu bölgelerde, birleşik ısı güç yatırımlarının teşvik edilmesi, gerek enerji gerekse ihracat politikalarımız bakımından stratejik bir karar olacaktır.

Yukarıda belirtilen bölgelerde doğalgaz boru şebekesinin bulunmamasından ötürü, alternatif yakıt imkânlarını dünya fiyatlarıyla yatırımcı kuruluşlara sağlamak devletimizin görevi olmalıdır. Birleşik ısı güç üretim sistemi yatırımlarının devlet tarafından teşvikinin en pratik yöntemi, 6 numaralı fuel-oili TÜPRAŞ'ın ihraç fiyatı üzerinden bu yatırımı yaparak kendi elektriğini üreten firmalara tahsisi olacaktır. Bugün, TÜPRAŞ, 6 No'lu fuel-oilin tonunu 86 dolara ihraç etmektedir. Oysa, elektrik enerjisini birleşik ısı güç üretim sistemiyle üretecek firmalara 6 No'lu fuel-oili bu fiyata tahsis etmesi halinde, TEDAŞ'ın 6-6,5 sente sattığı elektrik enerjisi maliyeti 2 sente kadar düşebilecektir. Bu durumda, sanayicilerimiz, hem güvenilir hem de ucuz bir elektrik enerjisi kaynağına sahip olarak, dünya piyasalarındaki rekabet şanslarını artırarak ülkemize döviz kazandıracaklardır.

Yukarıda belirttğim teşvik kararlarının, ülkemiz enerji ve ihracat politikaları açısından bir an önce uygulamaya konulmasını, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanımızdan ve Hazine Müsteşarlığı Teşvik Uygulama Genel Müdürlüğünden talep ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1970'li yıllarda Boğaz Köprüsüne, “buradan burjuva çocuklarının arabası geçecek” diye karşı çıkan “bu kadar barajı ne yapacaksınız, elektriği toprağa mı vereceksiniz” diye barajların inşaına karşı çıkan zihniyet, ayrıca ülkemizin hızlı bir şekilde gelişmesi için önerilen ve yapılan birçok uygulamaya karşı çıkan zihniyet nükleer enerji santrallarına da karşı çıkmaktadır. Halbuki, yakın iki komşumuz olan Bulgaristan ve Ermenistan'da oldukça geri teknolojiyle çalışan nükleer santralların yarattığı tehdidin binde birini bile yaratmayacak, yüksek teknolojiye sahip nükleer enerji santrallarının gelişmiş Batı teknolojisiyle kurulmasıyla, Türkiye, nükleer enerji teknolojisine sahip sınırlı sayıda ülkeler arasına girecek ve bölgesel güç olma konumuna ulaşacaktır. Bu konuda, Bakanlığın ihale aşamasına gelmesi oldukça memnuniyet verici bir gelişmedir.

Sayın milletvekilleri, kısa bir süre içerisinde değerlendirebileceğimiz ve yenilenebilir niteliği nedeniyle büyük bir avantaj ve ülkemiz için de çok önemli bir potansiyel olan jeotermal enerji kaynaklarına yeteri kadar önem verildiğini söylemek mümkün değildir. Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Kutan, Bakanlığın 1997 yılı bütçesi üzerine Plan ve Bütçe Komisyonunda yapmış olduğu konuşmasında, jeotermal kaynakların, yeni düzenlemeler yapılması planlanan Maden Kanunu çerçevesinde değerlendirileceğini belirtmişlerdir; ancak, jeotermal enerji kaynağı, ülkemizdeki Maden, Petrol ve Yeraltı Suları Kanunlarından hiçbirine uymayan özellikler göstermektedir. Kanunlarından hiçbirine uymayan özellikleri olan bu kaynak, yenilenebilir olması nedeniyle, maden ve petrol, enerji içermesi ve yeraltı sularına göre daha derinden gelmesi ve diğer birçok sebepten dolayı yeraltı suları kapsamına girmemektedir. Bu nedenle, hazırlamış olduğum jeotermal kanun teklifini, 84 arkadaşımla birlikte, 7 Ağustos 1996 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına vermiş bulunmaktayız. Bu kanun teklifinin, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığınca da benimseneceğini ümit ediyor ve en kısa zamanda Yüce Meclisimizin gündemine getirilmesini talep ediyoruz. Söz konusu kanun teklifimizin Yüce Meclisimizin değerli katkı ve tasvipleriyle kanunlaşması halinde, ülkemizin jeotermal kaynaklarının sanayide, tarımda, sağlık turizminde ve toplu şehir ısıtmasında hızla değerlendirilerek ülkemiz ekonomisine büyük katkıda bulunacağına inanıyoruz. Aynı zamanda, çevre dostu olan jeotermal enerjinin, seracılıkta kullanılması, Afyon, Kütahya, Denizli gibi illerimizde seracılığın gelişmesine sebep olarak yöre halkının gelir düzeyinin yükselmesine vesile olacaktır. Ayrıca, jeotermal enerjinin sağlık turizminde değerlendirilerek, ülkemiz ekonomisine döviz girdisi sağlanabileceği gibi, şehir ısıtmalarında kullanılarak, hem şehirlerimizdeki hava kirliliğinin önlenmesi hem de halkımızın ucuz bir şekilde ısıtılması sağlanabilecektir.

Yukarıda belirttiğim kanun teklifinin bir an önce Meclisimizin gündemine getirilmesi için, Sayın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanımızın gerekli gayreti göstererek, ülkemizin bu önemli kaynağının milletimizin hizmetine girmesine vesile olacaklarına inanıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1994 yılı sonu itibariyle toplam ekonomik hidrolik potansiyelimizin ancak yüzde 29,5'i değerlendirilmiş durumdadır. İnşa halindeki tüm hidroelektrik santralların devreye girmesiyle, potansiyelin yaklaşık yüzde 34'ü değerlendirilmiş olacaktır. Bu potansiyel dışında, 0 ilâ 10 megavat arasındaki küçük HES'lere ait 796,5 megavat kurulu güç enerji potansiyeli mevcuttur. Yapımları tamamlanma aşamasına gelen ve şu anda atıl durumda bulanan küçük HES'lerin işletme haklarının özel sektöre devri yoluyla üretken hale getirilebilmesi sağlanmalı, kapasite ve üretimi artırıcı çalışmalar yapılmalıdır. Küçük HES'lerin, 3096 sayılı Kanun kapsamında, üretim şirketlerine yaptırılması teşvik edilmelidir. Bunun için, uzun süre alan detaylı sözleşmeler yerine, sadece elektrik enerjisi alış fiyatı belirlenmek suretiyle, şirketlerle uzun dönemli yetki belgesi imzalanması uygun olacaktır. Isparta'nın Sütçüler İlçesinde 750 hemşerimiz küçük birikimleriyle tesis etmekte oldukları 2,2 megavat gücündeki Sütçüler Hidroelektrik santralının, atıl potansiyeli değerlendirmek suretiyle bölgeye getirdiği ekonomik haraketlilik, küçük su kaynaklarının kırsal kalkınma açısından ne kadar önem taşıdığına olan inancımı pekiştirmiştir.

Elektrik enerjisi ithalini önlemek için, Gökova, Orhaneli, Yeniköy, Yatağan ve Kemerköy termik santrallarının desülfürizasyonları tamamlanmalı, atıl durumda bulunan ve millî servetler harcanarak yapılan bu santrallar, devreye sokulmalıdır. Ayrıca, özel kesimin enerji sektörüne katkısını kolaylaştırmak maksadıyla oluşturulan Elektrik Enerjisi Fonunun daha iyi işlemesi, mutlaka sağlanmalıdır. Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü yatırım programında yer alan ve inşaatları devam eden hidroelektrik santral projelerinin, yap-işlet-devret modeliyle daha kısa süre içerisinde tamlanması ve hizmete girmesi, yeni hidroelektrik santral projelerinin de bu çerçevede değerlendirilmesi gerekmektedir. Ayrıca, yap-işlet modeli çerçevesinde termik santral projelerinin de, özel sektör tarafından, en kısa sürede gerçekleştirilmesine gayret gösterilmelidir. Elektrik şebekelerindeki kayıpları asgariye indirmek ve elektrik dağıtım hizmetlerinde etkinliği sağlamak maksadıyla, dağıtım tesislerinin bir an önce özelleştirilmesi sağlanmalıdır. Ancak, bu özelleştirme yapılırken, mevcut dağıtım şirketlerinden kaynaklanan sorunları önleyecek idarî ve hukukî tedbirlerin de alınması ihmal edilmemelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin elindeki en önemli kaynaklardan olan sınır aşan sular kapsamındaki Fırat ve Dicle Nehirleri konusunda bir hidrostrateji oluşturulmalı ve uzun dönemde tavizsiz bir şekilde uygulanabilecek hidropolitikaya dönüştürülmelidir. Ortadoğu'daki suyla birlikte petrol dahil bütün kaynakların ortak kullanımını sağlayacak politikalar oluşturulmalı, barış suyu projesi gibi bölge ülkelerini karşılıklı olarak birbirine bağlayacak, barış ve istikrarın teminatı olacak, Rusya-Türkiye-İsrail doğalgaz boru hattı, Bakü-Ceyhan petrol boru hattı, Gürcistan-Türkiye doğalgaz boru hattı, Türkmenistan-İran-Türkiye-Avrupa doğalgaz boru hattı gibi stratejik projeler kesinlikle gerçekleştirilmelidir. Şayet, üzerinde titizlikle çalışılırsa bu projelerin gerçekleştirileceğine olan kanaatimiz, 21 Ekim 1996 tarihinde, Taşkent'te yapılan Türkçe Konuşan Devlet Başkanları Dördüncü Zirve Toplantısı Deklarasyonunda yer alan bir ifadeyle daha da pekişmiş durumdadır. Bakanlık ve Hükümetimizin yerine getirilmesinde azamî gayretleri olacağına inandığımız deklarasyonda, bu konuda, şunlar söylenmektedir: “Başta doğalgaz, petrol ve hidroelektrik olmak üzere, kendi ülkelerindeki zengin doğal kaynakların işletilmesi ve çıkarılmasına özel bir önem atfettiklerini yeniden belirten devlet başkanları, boru hatları ve elektrik nakil hatları ortak projelerinin, ilgi duyan devlet, uluslararası malî kuruluşlar, özel ve devlet kurumlarının da katılımlarıyla süratle gerçekleştirilmesi için gerekli önlemleri almayı kararlaştırmışlardır. Devlet başkanları, ilgili devlet ve uluslararası kuruluşların, Türkiye üzerinden, Akdeniz kıyıları ve Avrupa'ya ulaşacak petrol ve doğalgaz boru hatlarının döşenmesine ilişkin çalışmalarının sürdürülmekte olduğunu, memnuniyetle kaydetmişlerdir.”

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin kalkınmasında önemli hizmetleri olan Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğünün faaliyetleri mutlaka etkinleştirilmelidir. Ancak, burada, üzülerek belirtmek zorundayım: Yatırımlarda öncelik kavramı düşünülmeden, yeterli kaynak tahsisi yapılmadan, sadece siyasî mülahazalarla atılmış birçok baraj temeli bulunmaktadır. Atılan temel sayısı fazla olduğundan, her yıl, bunlardan birçoğuna oldukça yetersiz kaynak ayrılmaktadır. Halbuki, eldeki kaynakların bir yıl içerisinde bitirilmesi mümkün olan barajlara aktarılması ve bu şekilde bunların ekonomiye katma değer sağlayacak tarzda faaliyete geçirilmesi daha önemlidir.

Sayın milelletvekilleri, MTA Genel Müdürlüğü, 1995 yılında, metalik madenler, endüstriyel hammaddeler ve enerji hammadeleri üzerinde yapmış olduğu bir fizibilitede, ülkemiz maden rezervlerinin satış hâsılatı bazındaki değerini 2 trilyon 933 milyar dolar olarak hesaplamıştır. Bu kadar yüksek değerdeki atıl bir kaynağın ekonomiye kazandırılması için, madencilik sektörünün önündeki her türlü engeller kaldırılmalı, maden ve içmesuyu kaynaklarının işletme hakkı hemen özel sektöre devredilmeli, küçük ölçekli maden işletmeleri teşvik edilmeli ve ihracatını kolaylaştırmak için kesinlikle bir maden borsası oluşturulmaldır. Büyük ölçüde sermaye gerektiren ve riski yüksek uluslararası hareketlere duyarlı madencilik sektörünün, madencilik fonu aracılığıyla desteklenmesi sağlanmalıdır.

Birçok maden sahasının, verilen arama izinlerinin süresi nedeniyle atıl kalmasını önlemek maksadıyla, arama ruhsat sürelerinin muhakkak kısaltılması gerekmektedir. Birkaç yıl Türkiye Demir ve Çelik İşletmelerinde yönetim kurulu üyesi olarak görev yaptığım için, demir çelik sektörünün sıkıntılarını yakından bilmekteyim. Kardemir örneğinde olduğu gibi, mevcut demir çelik tesislerinin teknolojilerinin yenilenmesi, kalite ve verimliliğin artması için, özelleştirme, kaçınılmaz bir çözüm olarak ortaya çıkmaktadır.

Modernizasyon yatırımları büyük ölçüde tamamlanan Erdemir'in, ülkemizde yassı mamul üreten en önemli tesis olması göz önünde bulundurularak, gerçekçi rakamlarla özelleştirilmesi sağlanmalıdır. İthalat kaleminde önemli yer tutan yassı mamuller, vasıflı çelikler ve paslanmaz mamullerin yurtiçinde üretilmesi için, özel sektöre gerekli teşvikler verilmelidir.

Değerli milletvekilleri, en önemli yeraltı zenginliklerimizden olan taşkömürü ve linyit üretimi, uygulanan yanlış politikalar neticesinde, artan talebe cevap vermekten uzak bir konuma gelmiştir. Hiçbir plan ve program düşünülmeksizin, sadece siyasî mülahazalarla Türkiye Taşkömürü İşletmelerine alınan işçiler, ne üretimi artırabilmişler ne de Hükümetler bunları tatmin edebilecek ücret verebilmişlerdir. Ayrıca, kömür ocaklarında kullanılan metotların eskiliği hem verimliliği düşürmekte hem de buralarda çalışanların can güvenliğini tehlikeye sokmaktadır. Bu sebeple, işçiliğin asgarîye indirilmesi ve maliyetlerin düşürülmesi, bu ocakların ekonomiye yük değil katkı sağlamasının temini için, yeni metotların yanı sıra ocakların özel sektöre devri sağlanmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığının, Hazar Bölgesi, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, Irak, Cezayir, Tunus, Hindistan, Libya, Pakistan'daki petrol arama girişimleri ve bu maksatla oluşturulan çeşitli konsorsiyumlar ve projeler içerisinde başarılı bir şekilde yer alması, oldukça memnuniyet verici gelişmelerdir. Yüklendiği önemli misyon sebebiyle, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığının, yurtiçi arama ve üretim faaliyetlerinin yanı sıra, yurtdışı arama faaliyetlerini de artan bir tempoda sürdürmesine her türlü destek sağlanmaya devam edilmelidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz sanayi tesisleri ve konutlarında tüketimi hızla artan doğalgazın temini ve dağıtımıyla ilgili çalışmalarını sürdüren BOTAŞ'ın faaliyetleri daha da etkinleştirilmelidir. Yerli üretim imkânı yetersiz olan doğalgazın ithalatında, gerek ülke çeşitlendirilmesi gerekse artan talebin karşılanması amacıyla, Rusya Federasyonu ve Cezayir'in yanı sıra, Türkmenistan, İran, Mısır, Katar'la yapılan görüşmelerin sonuçlandırılması önem arz etmektedir.

Doğalgazın, yurdun her tarafına dağıtımına imkân verecek iletim ve dağıtım şebekelerinin projelendirilmesine hız verilmeli, iletim hatlarının bulunduğu Ankara, İstanbul, Bursa ve Eskişehir'in haricinde, büyük bir sanayi atılımı yapmakta olan İçbatı Anadolu'ya, doğalgaz, en kısa zamanda getirilmelidir.

Isparta, Burdur, Denizli, Afyon, Kütahya ve Uşak İllerini kapsayan ve Yüce Meclis Başkanlığına, 105 milletvekili arkadaşımızın imzasıyla vermiş olduğumuz İçbatı Anadolu Projesi Kanun Teklifi çerçevesinde, bu bölgeye getirilecek doğalgaz, tabiri caizse, bir sanayi patlaması meydana getirecek, İstanbul ve Marmara Bölgesine sıkışıp kalmış sanayi tesislerini ve istihdamı, bu bölgeye vakumize edecektir.

Ülkemizin enerji ihtiyacının karşılanmasında ve tabiî kaynaklarımızın değerlendirilmesinde çok önemli hizmetler yürüten Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının, gelecek yıllarda, daha yeterli bir bütçe imkânıyla hizmet etmesini diliyorum.

1997 yılı bütçesinin, vatanımıza ve milletimize hayırlı olmasını temenni ediyor; Yüce Heyetinizi, Doğru Yol Partisi Grubu adına ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Yıldız, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, dokuzuncu turda, gruplar adına temsilciler, sözlerini tamamlamışlardır; şimdi, şahıslar adına talepte bulunan arkadaşlarımı davet ediyorum.

Bütçenin lehinde olmak üzere, Maliki Ejder Arvas; buyurun. (RP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır Sayın Arvas.

RP GRUBU ADINA MALİKİ EJDER ARVAS (Van) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri, radyo ve televizyonları başında bizi izleyen çok değerli izleyicilerim; bugün, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1997 yılı bütçesi üzerinde, şahsım adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi, selamların en güzeli olan Allah'ın selamıyla selamlıyorum. (RP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Doğu Anadolu Bölgemizin sorunlarının çözümüne yönelik konular üzerinde, bugüne kadarki hükümetler tarafından çeşitli çalışmalar yapılmıştır; ancak, bu çalışmalardan verimli ve sağlıklı sonuçlar elde edildiği pek söylenemez. Bu çalışmalarda, Doğu Anadolu insanının ekonomik kalkınması, genelde, ikinci planda tutulmuştur; doğu ile batı arasındaki ekonomik kalkınmışlık farkı azalma eğilimi göstermek yerine giderek artmıştır; bizim Hükümetimiz döneminde, inşallah, bu farklılık, kapanma eğilimine doğru gidecektir.

Günümüze değin izlenen politikalar, Doğu Anadolu insanı için büyük önem arz eden ve temel geçim kaynağı olan tarım ve hayvancılık sektöründe ciddî problemler yaşanmasına sebep olmuştur. Bugün, artık, bu sektör, kâr getiren bir ticaret olmaktan çıkmıştır; bu sektörden kaçış başlamıştır.

Yıllardan beri Doğu Anadolu Bölgesine tahsis edilen kaynaklar, planlı ve entegre bir kalkınma modeli fiilen uygulamaya konulmadığından ve farklı yaklaşımlar sergileyen günlük politikalar sonucu boşa gitmiştir. Dolayısıyla, ekonomik kalkınmaya yönelik gibi gözüken bu çalışmalar, anlamlı bir kalkınma hamlesi meydana getirmemiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Devlet İstatistik Enstitüsünün 1993 yılı itibariyle verdiği istatistikî veriye göre, Doğu Anadolu Bölgesinde tarımda kullanılan toplam arazi büyüklüğü 23,5 milyon hektar civarındadır; bu arazilerin, ancak yüzde 20'si sulanan arazidir. Bu bilgiler doğrultusunda, konuyu incelediğimizde, bu bölgemizin, sulama açısından, barajlara ne kadar gereksinimi olduğu anlaşılacaktır.

Doğu Anadolu insanı için tarımın ne derece önemli olduğu herkesçe bilinmektedir. Tarımsal üretimde büyük önem taşıyan sulama konusunda, bugüne kadarki hükümetler tarafından ciddî bir girişim olmamıştır. Bazı baraj projeleri ya askıya alınmış ya da yavaşlatılmıştır. İnşallah, Doğu Anadolu'da, bitirilmemiş projelerin tamamlanması, bizim Hükümetimiz döneminde olacaktır.

Geçmiş dönemlerdeki hükümetlerin, doğu halkının tarımsal üretimini artıracak barajlara, ne derecede önem verdiğini bir örnekle açıklamak istiyorum. Bu da, Vanımızın Erciş İlçesidir. Bugünkü Sayın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanımın, 1967 yılında, Diyarbakır Bölge Müdürüyken, Vanımızın birçok barajlarında emeği geçmiş, etüt ve projelerini kendi eliyle yapmıştır. Bakınız, Doğu Anadolu Bölgesinde çok ehemmiyet verdiğimiz Erciş Morgedik Barajı, 17 500 hektar -yani 175 bin dönüm arazi- araziye hitap etmektedir; bugün, doğunun en önemli arazilerinden birisidir. 27 yıl önce, sayaç memuru alınmış, bu sayaç memuru emekli olmuş; ama, halen, bugüne kadar, bu önemli tesisi kimse ele almamıştır. Hâlâ anlam veremiyorum; acaba, bu, neden ele alınmamıştır?

Sayın Bakanımız, ben, milletvekili olup, buraya ilk geldiğimde, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü Plan ve Proje Daire Başkanlığından bu dokümanları aldım; acaba, bu kadar önemli bir baraj, neden bugüne kadar ele alınmadı diye inceledim. Netice itibariyle, 1 milyon ödenek bırakmışlar. Bu örneklerin bir suretini Sayın Bakanımıza verdim ve zatı âlilerine “elinizle yapmış olduğunuz bir etüt proje, inşallah, bunun temelini atmak yine size nasip olacaktır” dedim ve sözünü de verdiler. (RP sıralarından alkışlar)

Buradan, yöre halkı adına, Devlet Su İşleri Genel Müdürü Doğan Altınbilek Beyefendiye de candan teşekkürlerimi arz ediyorum. Bana “30 milyar ödenek ayrıldı” diye bir talimatta bulunmuşlar, yazı göndermişler. Yöre halkı adına ve şahsım adına, kendisine şükranlarımı sunuyorum.

Diğer taraftan, enerji sorunu da had safhadadır. TEDAŞ Genel Müdürümüz Sayın Mustafa Beyden de bazı bilgiler aldık. TEDAŞ'ın yüksekgerilimle ilgili bazı çalışmaları olmuş; sağ olsunlar, 1997 programına alınmış, buradan ona da teşekkür ediyorum.

Doğu Anadolu kentlerinin büyük bir bölümünde enerji nakil hatlarında gerilim düşmesi mevcuttur. Tesis çalışmaları devam eden enerji nakil hatlarının inşasının hızlandırılması ve yeni projelerin hazırlanması sağlanarak çözüme kavuşturulması sağlanacaktır. Ayrıca, barajlar tamamlandıktan sonra ek bir enerji üretimine geçilmiş olacaktır.

Göç alan kentlerimizde, göçler sebebiyle artan nüfus yoğunluğu karşısında şehir şebekeleri de yetersiz kalmaktadır. Şehir ve köy şebekelerinin geliştirilmesi ve yenilenmesi konusunda da çalışmalarımız vardır. Bu sıkıntıların tamamı Hükümetimiz tarafından giderilecektir, bundan da şüphemiz yoktur.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Doğu Anadolu insanının diğer bir önemli geçim kaynağı olan hayvancılığa da değinmeden geçemeyeceğim. Bu bölgemizde mera besiciliğinin terörden ne şekilde etkilendiği hususunda ciddi çözümler üretilmemiştir. Mera besiciliğinin yapılmaması, hayvancılık sektörünü kârlı ve verimli olmaktan çıkarmıştır. Van Et Kombinasından aldığım bilgiye göre, Van ilinde 1985 yılında 2,5 milyon canlı büyükbaş hayvan mevcut iken, 10 Aralalık 1996 itibariyle, bu rakam 153 binlere gerilemiştir; bu da gösteriyor ki, hayvancılık doğuda bitmiştir, yani yüzde 7'lere düşmüştür.

BEKİR YURDAGÜL (Kocaeli) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Efendim anlayamıyorum ne buyuruyorsunuz?..

Sayın Arvas, siz bitirin; sayın üye bir şey söylüyor ama alamıyorum.

MALİKİ EJDER ARVAS (Devamla) - Tarımsal üretimde hayvancılık sektöründen istediğini bulamayan yöre halkımız, başka arayışlara yönelmiştir. Bu arayışların en başında göç olgusu gelmektedir. Göç olgusu, beraberinde, birikmiş sosyoekonomik problemleri getirmiştir. Göç alan kentlerde sınırlı olarak verilen hizmetler daha bir çıkmaza girmektedir. Ekonomik olarak kırsal kesimlerden veya yakın çevresinden göç alan kentlerde, geçim kaynakları tarımsal üretim ve hayvancılık olduğundan, işsiz kitleler meydana gelmekte, nüfus yoğunluğu da, beraberinde enerji sorununu getirmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Arvas, efendim, 1 dakika yeter mi?

MALİKİ EJDER ARVAS (Devamla) - 3 dakika alır Sayın Başkan.

BAŞKAN - Efendim, biraz süratli okursanız, lütfen. O sayfaları hemen toparlayın.

BEKİR YURDAGÜL (Kocaeli) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Arvas, sürenizi durdurdum, bir dakikanızı rica ediyorum.

Buyurun efendim?..

BEKİR YURDAGÜL (Kocaeli) - Sayın Başkan, Enerji Bakanlığı bütçesini mi konuşuyoruz, yoksa hayvancılığı mı tartışıyoruz burada?

BAŞKAN - Efendim, sayın üye, Enerji Bakanlığıyla bu söylediği sözler arasında bir illiyet rabıtası kurmuş olmalı; onu değerlendirmek size düşmez.

Buyurun efendim.

MALİKİ EJDER ARVAS (Devamla) - Göçlerden dolayı şehir şebekeleri de yetersiz kalıyor.

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin 1995 yılında yaptırdığı bir araştırmada, göç edenlerin yüzde 49'unun işsizlikten ve fakirlikten dolayı göç ettiği anlaşılmaktadır. Eğer, bugüne kadar izlenen politikalarda, tarım ve hayvancılığın geliştirilmesi konusunda olumlu adımlar atılmış olsaydı, Doğu Anadolu insanı, kırsal kesimde işsizlik ve fakirlik olgusuna maruz kalmayacaktı. Yine, aynı araştırmaya göre, göç edenlerin yüzde 77'si, göç etmekten memnun olmadıklarını ortaya koymaktadır.

1990 nüfus sayımında Van İlinin 153 bin olan nüfusu, bugün, 500 bin sınırını zorlamaktadır. Bu da, yukarıda saydığım sorunları beraberinde getirmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; özetleyecek olursak, Doğu Anadolu Bölgesinde göçü durdurmak için, terörizmle mücadelenin yanı sıra, bu bölgemizin ekonomik kalkınmasını sağlayacak yatırımları yapıp, onları ikinci sınıf insan muamelesinden kurtaracağız. Günümüze kadar izlenen yanlış politikalar sonucu gerileyen tarım ve hayvancılık sektöründe verimliliği artırmak gerekiyor. Bunun için de, yarım kalmış veya askıya alınmış barajların inşasına hız kazandırmak gerekmektedir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MALİKİ EJDER ARVAS (Devamla) - Sayın Başkanım, toparlıyorum.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

MALİKİ EJDER ARVAS (Devamla) - İnşallah, Allah'ın izniyle, Hükümetimiz, doğu insanına yarınları güvenle verecektir.

Bu vesileyle, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı bütçesinin 1997 yılında hayırlara vesile getirmesini niyaz eder, Yüce Meclisi ve televizyonları başında bizi izleyen vatandaşlarımızı saygıyla ve hürmetle selamlarım. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Arvas, teşekkür ediyorum.

ZEKİ ÇAKIROĞLU (Muğla) - Sayın Başkan, bir konunun zabıtlarda düzeltilmesini istiyorum.

BAŞKAN - Buyurun efendim, neyi düzelteceksiniz?

ZEKİ ÇAKIROĞLU (Muğla) - Sayın Hatip “Devlet Su İşleri Genel Müdüründen 30 milyar liralık bir bilgi talimatı aldım” diye bir beyanda bulundular.

BAŞKAN - Efendim, malumattır o...

ZEKİ ÇAKIROĞLU (Muğla) - Bir saniye izin verir misiniz...

Talimat diye geçti, o konuyu düzeltmek istiyorum; bir milletvekili bir genel müdürden bilgi alır.

BAŞKAN - Efendim, ben onu ifade ettim. Bakınız, talimatla, malumat aynı mastardan türer. Yani, kaynağı, kökeni aynıdır, onu demek istiyorum.

Sayın milletvekilleri, bütçenin aleyhinde olmak üzere Sayın Ali Hatipoğlu konuşacaklar.

Efendim, bütçenin aleyhindeki konuşmayı da dinledikten sonra Sayın Hükümet cevap versin diye böyle takdir ettim.

Buyurun Sayın Hatipoğlu. (ANAP sıralarından alkışlar)

ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Amasya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı ile İçişleri Bakanlığı bütçeleri hakkındaki şahsî görüşlerimi arz etmek üzere huzurlarınızdayım; bu vesileyle, Yüce Heyetinizi ve televizyonları başında bizleri izleyen yüce halkımızı saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, siyasal bağımsızlığın yegâne şartı, ekonomik bağımsızlıktır. Enerji, ekonomik ve sosyal kalkınmanın temeli, sanayinin belkemiği, kullanılması zorunlu, alternatifi olmayan girdisidir; toplumsal refahın yükseltilmesinin bir aracıdır.

1983-1991 yılları arasında alınan ve izlenen doğru enerji politikası sayesinde, 23 milyar kilovat/saat olan üretimi, 85 milyar kilovat/saate çıkarılarak, Türkiye, 1985 yılından sonra elektrik enerjisi ithalinden ve kesintisinden kurtarılmıştır. Türkiye'nin bütün köyleri elektriğe kavuşturulmuş, nüfusun yüzde 99'9'u elektrikten yararlanır duruma getirilmiştir.

1991 yılından sonra kurulan hükümetler, bugün de olduğu gibi, yalnızca günü kurtarma politikaları ve kendi geleceklerini düşünmeleri nedeniyle, ülke ekonomisini darboğaza soktukları gibi, enerji sektörünü de krize sürüklemişlerdir.

Türkiye, enerji kaynakları bakımından zengin ülkeler arasında değildir. En önemli kaynaklarımız, komşularımızın da iştahını kabartan akarsularımızdır. Bu bilinçle hareket eden 53 üncü Hükümet, beş yıl boyunca yapılmayanı başarmış, üç ay gibi kısa bir zamanda, 4 yeni baraj temeli atma şerefine ulaşmıştır.

Sayın milletvekilleri, bu vesileyle seçim bölgem olan Amasya ile ilgili bir konuyu da dile getirmeden geçemeyeceğim. 1991 yılı programına alınan; ancak, bir türlü ihalesi yapılmayan Yeşilırmak havzasında, Amasya, Tokat, Çorum ve Yozgat İlleri sınırları içerisinde geniş bir alanı kapsayan Aşağı Çekerek ve buna bağlı Süreyya Bey barajlarının tamamlanmasıyla, sanayileşme sürecinde olan yöremize ve çevre illere elektrik enerjisi sağlanacağı gibi, Anadolu'nun GAP'ı olacak ve toplam 70 bin hektar kırsal alan da sulanacaktır. Bu projenin, yap-işlet-devret modeliyle yapılmasının sağlanması zaruridir. Ayrıca, Aydınca Barajı, Merzifon Salhan Projesi ve Değirmendere Göletinin bir an evvel programa alınıp yapılması, bölgemizin en önemli isteğidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hükümetin birinci kaynak paketiyle, kamu mallarının satışından elde etmeyi düşündüğü 300 trilyon liralık gelir kaynağının, Anayasa Mahkemesinin iptali üzerine, yatırımları olumsuz yönde etkileyeceği açıktır. Umarız, bu, zaten kriz içerisinde olan enerji sektörümüzde yapılması gereken yatırımları etkilemez; denk olmayan bütçede de, daha büyük delikler açmaz.

Üçüncü kaynak paketinde, enerji santralları ve şebekelerinin kiraya verilmesi suretiyle 6 milyar 875 milyon dolarlık gelir beklentisi söz konusudur.

Hükümetin sayın ortaklarına sesleniyorum: Aziz milletimizi, artık, sukutu hayale uğratmayı bırakın da, Türkiye şartlarında politika icra edin. Zira, vatandaşlarımız da, artık, biliyorlar ki, hazırladığınız her kaynak paketinin ardından bir zam paketi gelmektedir.

İçişleri Bakanlığı bütçesine geçmeden evvel, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı bütçesinin devlete hayırlı olmasını diliyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İçişleri Bakanlığı, kapsam ve görevleri itibariyle, en önemli bakanlıklarımızdan birisidir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, sosyal hukuk devleti anlayışına, temel insan hak ve hürriyetlerine saygılı ve her türlü işlemleri hukuk kuralları içerisinde yerine getirmeye özen gösteren bir anlayışın, güvenlik kuvvetlerimizin her kademesinde sürdürülmesi, bütün milletimizin, İçişleri Bakanlığından beklediği hususlardır.

Son yıllardaki gelişmelerden dolayı, ülkenin bölünmez bütünlüğünün temini için, İçişleri Bakanlığının en önemli görevi terörle mücadele olmuştur, hâlâ da gündemin birinci sırasındadır. Terör “ya bitecek ya bitecek” demekle bitmez. Kararlı, sözünde duran, güven veren politikalar izlemeden terör bitmez. Her seçim öncesi açılan, sonra da bir türlü yerine getirilemeyen trilyonluk paketlerle terör önlenmez. Terörle mücadelede, siyasîlerimiz, bürokratlarımız, güvenlik güçlerimiz, kamu mensuplarımız ve bütün sivil toplum örgütlerimiz tek vücut olmalıdırlar.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 2000'li yıllara geldiğimiz şu günlerde, siyasetçilerimiz, artık, daha tutarlı, biraz daha ciddî olmalıdırlar; sadece oy kaygısıyla vatandaşlarımızın güvenini sarsacak, onların ümitlerini tüketecek davranışlardan kaçınmalıdırlar. Daha dün muhalefetteyken İsrail'le yapılan görüşmeleri kınayanlar, bugün, en gizli anlaşmaları imzalıyorlar; Çekiç Güç'ü eleştirenler, bugün destekçisi oluyorlar. Dün, Avrupa Birliği ve gümrük birliğine girmenin ihanet olacağını savunanlar, bugün, Dünya Bankası veya IMF'nin kapısını aralayabilmek için her türlü yola başvuruyorlar. “Ezan, Kur'an, bayrak” sloganlarını ağızlarından düşürmeyenlerin, bayrağımıza yapılan saygısızlığa kayıtsız kalanların, üç beş kuruş alabilmek için bir bedevi şaşkınının hakaretine ses çıkarmayanların idare etmeye çalıştığı ülkemizde çok garip şeyler oluyor.

Değerli milletvekilleri, son zamanlarda sıkça ifade edilen siyasetçi-mafya-devlet ilişkisi, bir trafik kazasıyla akıl almaz boyutlar kazanıyor. Nasıl ve hangi temellerin üzerinde kurulduğunu çok iyi bildiğimiz bu örtülü Mercümek Hükümeti, bu olaydan, İçişleri Bakanı Sayın Ağar'ı istifa ettirmekle kurtulacağını umarken çırpındıkça batıyor.

Kamuoyunu günlerce ayağa kaldıran bu karanlık ilişkiyle ilgili iddialar karşısında sessiz kalınması ve olayların üzerine giden Genel Başkanımız Sayın Yılmaz'a yapılan saldırıya, Hükümet kanadının, ahlaka sığmayan ve âdeta saldırganın yanında yer alan davranışları, kamuoyunu infiale sevk etmiştir. Saldırı, yalnızca Yılmaz'a değil, onun şahsında Türk demokrasisine, bütün Anavatan camiasına ve yüce milletimizin vazgeçemeyeceği değerlerden birisi olan dürüstlüğe karşı yapılmış hain bir tecavüzdür.

Bu olayı, ilahi takdirin bir tecellisi olarak değerlendirip, masumane olmayan, Türk terbiyesine ve Türk ahlakına sığmayan bu ifade, siyasete hâkim olan kinlerin, nefretlerin anlatımındaki talihsizlikten çok daha vahim bir gerçeği ortaya koymuştur. Bu gerçek, siyaset uğruna, çıkar uğruna ne hale düştüklerini ve telaşla hangi seviyeye indiklerinin belgesidir. Takdiri ilahiye sığınmak, Allah'ın adaletine sığınmak, ahlak ister, fazilet ister, masumiyet ister, hidayet ister. (ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, vatanımızın her köşesinde, gece gündüz demeden, yaz kış demeden büyük bir fedakârlıkla çalışan 170 bin civarında kahraman vatan evladımızı canı yürekten destekliyor, bunun bir görev olduğu inancını taşıyorum. Bu vesileyle, aziz vatan uğruna şehit düşen güvenlik güçlerimizin mümtaz görevlilerine ve vatandaşlarına Cenabı Hak'tan rahmet, şerefli ailelerine başsağlığı ve sabır, gazilerimize de acil şifalar diliyorum.

Sayılarının 120 civarında olduğu sanılan, devleti şahsî işlerinde kullanan bu kendini bilmez katillerin koskoca bir camiayı zan altında bırakmaya hakları yoktur. Ucu nereye ve kimlere kadar gidiyorsa bu pisliğin temizlenmesini isteyen vatandaşlarımızın sesini dile getiriyorum. Bu devlete hizmet eden, başarısını kanıtlamış İstanbul Emniyet Müdürü Sayın Kemal Yazıcıoğlu'nu, soruşturmanın selameti safsatasıyla görevden alan ve ayrılma talimatını verenler “bir daha o göreve dönemez” beyanında bulunurlarsa, devlete hizmet eden ve edecek insanların gururuyla oynarsınız ve çok şerefli bakan koltuğuna çamur damlatırsınız.

Tüm olup bitenlerin üzerine gerçek bir devlet adamlığı ciddiyetiyle gitmesi gerekirken, sadece, o koltukta biraz daha fazla oturabilmek için “fasa fiso” diye geçiştiren komutanın, Sayın Cumhurbaşkanımızın mektubundan sonra Yüce Milletimizden özür dilemesi ve istifa etmesi gerekirdi. (RP sıralarından “Yok yahu!.. Hemen!..” sesleri, gürültüler)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, rica ediyorum...

Efendim, siz, lütfen, toparlayın; son cümlenizi ifade buyurun.

ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Devamla) - 7 milyonu aşkın imza bir şey ifade etmiyor mu?!. Siz, istediğiniz kadar yatırım yapın, istediğiniz kadar denk bütçe yapın, vatandaşın size bakış açısını değiştiremezsiniz. Türkiye'nin bugün en önemli meselesi, temiz topluma temiz siyasettir. Bu mücadele, siyasetçiye ve emniyete güvenin arayışıdır. Bu mücadele, Türk Mllletini ve Türk siyasetini haramdan, yalandan ve mafyadan temizlemenin mücadelesidir. Bu mücadeleye halkımızla birlikte yılmadan devam edeceğiz. Türk Milleti ve Türk demokrasisi bu mücadeleyi kazanacaktır ve kazanmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İçişleri Bakanlığına ait önerilerimi de kısaca arz etmek istiyorum. Daha sağlıklı hizmet verebilmeleri için, Emniyet teşkilatımıza, Jandarma teşkilatımıza ve Sahil Güvenlik Komutanlığı kuvvetlerimize, araç, gereç ve teçhizat sağlanmalıdır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Devamla) - Sayın Başkan, 1 dakika rica edebilir miyim?

BAŞKAN - Sayın Hatipoğlu... Lütfen...

ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

İnsan haklarını ihlal edici davranışlara izin verilmemeli, karakollar şeffaf olmalı ve kötü muamele yapılmamalıdır.

Can ve mal güvenliğimiz için fedakârca hizmet eden tüm güvenlik güçlerimizin ekonomik ve sosyal problemleri çözülmeli, eğitim düzeyinin yükseltilmesi için gerekli tedbirler alınmalıdır.

Çıkarılan yeni Trafik Yasasının adil ve kesin bir biçimde uygulanması sağlanmalıdır.

1997 yılında illerde kurulan İl İdare Kurulu ve Mahallî İdareler Müdürlüğü, İl Müdürlüğü unvanını almasına rağmen, Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü bu unvanı alamamıştır. Bu arkadaşlarımıza da bu unvan verilerek, maddî ve manevî mağduriyetlerinin giderilmesi gerekmektedir.

Merkezî ve mahallî idareler arasındaki ilişkiler tekrar düzenlenerek, mahallî idarelerin görev ve yetkileri genişletilmeli, 442 sayılı Kanunda değişiklik öngören kanun tasarısı bir an evvel kanunlaşmalıdır.

Bu vesileyle, Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyor, İçişleri Bakanlığı bütçesinin hayırlı olmasını diliyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Hatipoğlu teşekkür ediyorum.

Kişisel görüşmeler de tamamlanmıştır; Hükümete söz vereceğim; yalnız, bir dakikanızı rica edeyim.

Sayın Matkap, talebinizde buyuruyorsunuz ki “DYP Grubu Sözcüsü Sayın Kemal Aykurt 'CHP Sözcüsü, devleti -affedersiniz ben yazdığınız için tekrar ediyorum- iti ite boğduran bir kurum olarak tavsif etmiştir. Devleti, birtakım çeteleri himaye eden, çetelerle ortak çalışan bir kurum olarak tavsif etmiştir' sözleri ile ve de bu sözlerden önce 'CHP, ambleminde devletçilik okunu taşıyan bir partidir' diyerek, Partimizin adını anarak, hem Parti Grubumuza sataşmış ve hem de ileri sürülen görüşten farklı bir görüş atfetmiştir. İçtüğüzün 69 maddesi...” buyuruyorsunuz. (DYP sıralarından “Doğru” sesleri)

Efendim, müsaade buyurun... Doğru veya yanlış... Beraber bakıyoruz.

VELİ ANDAÇ DURAK (Adana) - Doğru, bizim de dikkatimizi çekti Sayın Başkan.

BAŞKAN - Doğruysa doğru, yanlışsa yanlış değerli kardeşim... Müsaade buyurun...

Şimdi, sayın DYP sözcüsünün sözlerini alıyorum; diyor ki: “Sözlerime başlamadan evvel, bir üzüntümü, bir teessürümü ifade etmek istiyorum. Kendilerini, Atatürk'ün kurduğu devletin partisi sayan ve parti amblemlerinde devletçilik okunu taşıyan bir siyasî partimizin değerli sözcüsü, biraz evvel, bu kürsüde, sanıyorum, hepinizin iştirak etmeyeceği, hatta, Cumhuriyet Halk Partisinin değerli milletvekillerinin de iştirak etmeyeceği, talihsiz bir beyanda bulunmuştur. Devleti, iti ite boğduran bir kurum olarak tavsif etmiştir.”

Sayın Matkap müdahale ediyor “hayır, hayır; öyle bir şey yok” buyuruyorlar.

Sonra, Sayın Aykurt devam ediyor ve “devleti, birtakım çeteleri himaye eden, çetelerle ortak çalışan bir kurum olarak tavsif etmiştir. Bu beyanı, Doğru Yol Partisi Grubu, şiddet ve nefretle reddeder ve muhterem Meclis Başkanımızdan, kastı aşan bu “devleti itham” sözünün zabıtlardan çıkarılmasını talep ederim” diyorlar.

Peki, Sayın Aykurt, bu sözü niye söylüyor? Bu sözü, sayın sözcünüzün şu beyanlarını tespit etme sadedinde ve rahatsızlık duyduğunu, Grubunuzun da bundan rahatsızlık duymuş olabileceğini ifade ederek söylüyor. Diyor ki sizin grubunuzun sözcüsü “hangi amaçla olursa olsun, suç örgütü kuran, işleten, koruyan ya da kollayan bir devletin hukukîliği, demokratlığı, meşruiyyeti kalır mı? Bu yolla, toplumsal barış ve huzur sağlanabilir mi? Toplumun bir kesimini, bir ideolojiyi, suçun ötesinde, düşman görüp; diğer bir ideoloji yanlılarını, sivil güvenlik gücü, ihtiyat kuvveti gibi değerlendirip -affedersiniz- iti ite kırdırma politikasıyla teröre itip, katliamlar, cinayetler düzenlemek, düzenletmek, devleti çürütüp, içi boş bir kavrama dönüştürmez mi?” diyor. Sayın DYP Grup sözcüsü de “bu doğru değildir; buna, hiçbirinizin katılacağını sanmıyorum” diyerek bir tespit yapıyor. Burada, Grubunuzu hedef alan bir sataşma görmedim.

Sayın Hükümet, buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar; CHP sıralarından gürültüler, sıra kapaklarına vurmalar)

SABRİ ERGÜL (İzmir) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Ergül, zatı âlinizin sıfatı ne?!.. (CHP sıralarından gürültüler)

ÖNDER SAV (Ankara) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Sav, buyurun.

ÖNDER SAV (Ankara) - Sayın Başkan “sataşma var” diyoruz.

BAŞKAN - Sayın Sav, müsaade buyurun... Sayın Ergül oradan kalkıyor; sıfatını soruyorum. Sayın Ergül Grup Başkanvekili değil.

ÖNDER SAV (Ankara) - Sayın Başkan, ben Grup Başkanvekiliyim, söz sahibi olarak “sataşma vardır” diyorum. Sataşma var mı yok mu, Yüce Meclis karar versin.

BAŞKAN - Efendim, yok... (CHP sıralarından “var, var” sesleri)

OYA ARASLI (İçel) - Sayın Başkan, İçtüzüğe göre, oya başvurmanız lazım.

ŞÜKRÜ YÜRÜR (Ordu) - Bir daha okuyun Sayın Başkan.

BAŞKAN - Efendim okudum.

ÖNDER SAV (Ankara) - Sataşma olduğunda direniyoruz; zabıtlara geçsin.

BAŞKAN - Efendim, peki direniyorsanız...

ÖNDER SAV (Ankara) - Direniyoruz efendim, direniyoruz...

ATİLÂ SAV (Hatay) - Sayın Başkan, nefretle kınamak sataşma değil midir?!..

BAŞKAN - Müsaade buyurun efendim, müsaade buyurun...

Sayın milletvekilleri, her iki hatibin konuşmalarını okudum. Burada, bana göre, Başkanlığa göre, sataşma yoktur, bir tespit vardır; ama, arkadaşımız direniyor. İçtüzüğün 69 uncu maddesi gayet açık...

Sataşma olup olmadığını hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Sataşma kabul edilmemiştir. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

Sayın Bakan, süreleri aranızda konuştunuz mu efendim; Hükümetin 40 dakikalık süresi var, zatı âliniz kaç dakika konuşacaksınız?

MERAL AKŞENER (İstanbul) - 20 dakika konuşacağım.

BAŞKAN - Buyurun efendim.

İÇİŞLERİ BAKANI MERAL AKŞENER (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Bakanlığımızın ve bağlı kuruluşlarının 1997 yılı bütçe teklifleri üzerindeki görüşlerimizi belirtmek; bu vesileyle, Bakanlığımızın faaliyetleri hakkında Yüce Meclisimizin değerli üyelerini aydınlatmak amacıyla huzurlarınızda bulunmaktayım. Öncelikle, sizleri saygıyla selamlıyorum. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

Ayrıca, Bakanlığımız ve bağlı kuruluşlarının bütçelerinin görüşülmesi sırasında çalışmalarımıza ışık tutacak ve katkıda bulunacak mahiyette, görüş, tenkit ve önerilerde bulunan değerli milletvekili arkadaşlarıma içtenlikle teşekkürü bir boç bilirim.

Demokratik kurallar içerisinde, her nevi tenkit ve öneriye açığız ve çalışmalarımızda da bunları dikkate alacağımızdan kimsenin en küçük bir şüphesi dahi olmamalıdır.

Bilindiği gibi, İçişleri Bakanlığı, yurdumuzun içgüvenliğinin ve asayişinin sağlanması, kamu düzeninin korunması, genel yönetimle ilgili olarak verimli çalışan bir taşra yönetim mekanizmasının tesisi, mahallî idarelerimiz açısından yön verici düzenlemelerin yapılması, kaçakçılığın men ve takibi, yurt sathında sivil savunma, nüfus ve vatandaşlık hizmetlerinin yerine getirilmesi gibi, devlet ve toplum hayatımız bakımından hayatî önem arz eden görevleri yerine getirmekle mükellef bir bakanlıktır.

Özellikle bu görevler arasında yer alan içgüvenlik ve asayişin sağlanmasını, huzur ve güven ortamının tesisi ve sürdürülmesini; hem sağlıklı bir yönetim sisteminin muhafazası hem de ekonomik kalkınma gayretlerimizin başarıya ulaştırılabilmesi bakımından temel şart olarak görmekteyiz.

Bakanlığımın, belirtilen bu çerçeve içinde, görevlerini, iki ana grupta toplamam mümkündür; bunlardan birinci grupta, içgüvenliğe ilişkin olanlar, ikinci grupta ise ülkemizin idarî yapısına ve işleyişine, bazı temel kamu hizmetlerine ilişkin olanlar yer almaktadır.

Burada, yeri gelmişken, teşkilat olarak üzerinde önemle durduğumuz bazı ana ilkelere kısaca değinmeyi yararlı mütalaa etmekteyim.

Bakanlık olarak yürüttüğümüz çalışmalardaki ana ilkemiz, ülkemizde huzur ve güven ortamının arzulanan düzeyde gerçekleştirilmesinin yanında, kanun hâkimiyetinin sağlanması, temel hak ve özgürlüklere saygılı halkımızın sorunlarına hızla çözüm getirebilen, tarafsız ve dinamik bir idarenin kök salmasıdır.

Günün değişen şartlarına, toplumun beklentilerine ve yeni önerilere açık dinamik yöneticileri yetiştirerek ülke sathına yaymak ve ülkemiz insanlarına çağdaş bir anlayışla hizmet vermelerini sağlamak esas uğraşımızdır.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti anlayışına, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı, temel insan hak ve özgürlüklerine saygılı, her türlü eylem ve işlemleri hukuk kuralları içerisinde yerine getirmeye özen gösteren bir anlayışın, idaremizin ve güvenlik kuvvetlerimizin her kademesinde hâkim kılınması, sürdürülmesi ve giderek daha da pekiştirilmesi, hizmet anlayışımızın esasını teşkil etmektedir.

Ayrıca, taşra yönetiminde vatandaş-idare arasındaki ilişkilerde karşılıklı güvenin tesisi, her türlü yolsuzluklarla amansızca mücadele, halkın, güven duyguları içinde hakkını arayabildiği bir ortamın yaratılması da, Bakanlığımın, yakından izlemekle yükümlü olduğu ve önem verdiği görevler arasında bulunmaktadır.

Değerli milletvekilleri, konuşmamın bu bölümünde, ülkemiz gündeminde yer almaya devam eden bölücü nitelikli terör eylemleriyle ilgili görüş ve değerlendirmelerimi ana hatlarıyla belirtmek istiyorum.

Terör örgütü PKK, Türkiye Cumhuriyetini bölmek, demokrasimizi ortadan kaldırmak ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizi kapsayacak şekilde Marksist, Leninist görüşleri istikametinde bağımsız bir devlet kurmayı amaçlamaktadır. Bunlar, topraklarımıza, ülkemizin ve ulusumuzun gelecek güzel günlerine, devletimizin sosyal ve demokratik yapısına ve düzenine, düzelme eğilimindeki ekonomimize, vatandaşlarımızın günlük yaşam biçimine egemen olan demokratik rejimimize göz dikmişlerdir. Bu sorunun büyümesinde ve 12 yılı aşkın bir zaman sürecine yayılmasında, bölgenin doğal ve ekonomik koşullarının yanı sıra, Türkiye'nin çevresinde hâkim olan istikrarsızlık ve belirsizlik ortamının da önemli bir rolü olmuştur; ama, bütün bu olumsuzluklara rağmen, Türkiye, bölgesinde barış, demokrasi, huzur, güven ve refah yolunda başarılı bir şekilde ilerlemeye devam eden ve gelişen bir ülkedir. Bu gelişme, her yönüyle de sürecektir, bunu önlemeye kimsenin gücü yetmeyecektir. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

Şunu herkes bilsin ki, devletin resmî dili, bayrağı, simgeleri, sınırları ve Türkiye Cumhuriyetinin hükümranlık hakları, her türlü tartışmanın dışındadır. Türkiye, devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür

SABRİ ERGÜL (İzmir) - Vakayi hayriyeye gel!.. Susurluk'a gel!..

İÇİŞLERİ BAKANI MERAL EKŞENER (Devamla) - Türkiye'nin üniter devlet niteliği, toplumsal yapımızdan kaynaklanan..

SABRİ ERGÜL (İzmir) - Vakayi yayriyeye gel!.. Susurluk'a gel!..

İÇİŞLERİ BAKANI MERAL AKŞENER (Devamla) - Oraya da geleceğiz, sabırlı olun.

Toplumsal yapımızdan kaynaklanan tarihsel ve geleneksel birlik ve beraberlik fikrini yansıtmaktadır. Bu birlik ve beraberlik, ortak bir siyasî kültürün sonucudur; zedelenmesinin, kesinlikle, kimseye herhangi bir yararı yoktur. Terör örgütleri, cinayet işleyerek bir yere varamayacaklarını iyi bilmelidirler. Demokrasiyi kendisine bayrak yapanlara saldırmakla, bu güzel ülkeyi ve demokrasiyi yok etmek mümkün değildir.

Laik cumhuriyetimizi bölüp, parçalamak ya da çağdışı ideolojilere bağlamak isteyen güçler, hiçbir zaman hedeflerine ulaşamayacaklardır. Türkiye'nin, devlet olarak, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü, her koşulda, sonuna kadar savunmaya ve kesinlikle korumaya kararlıyız. (DYP sıralarından alkışlar)

Bilindiği üzere, 54 üncü Cumhuriyet Hükümeti olarak, iktidara geldiğimiz ilk günden itibaren, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde, oniki yılı aşkın bir süredir yaşanan ayrılıkçı mahiyetteki şiddet ve terör olaylarını, öncelikle ele alınması gereken çok önemli bir sorun olarak değerlendirdik ve çözümünün de, ancak, demokratik bir hukuk devleti içinde mümkün olacağına inanarak, gerekli tedbirlerimizi aldık ve büyük bir kararlılıkla, mücadelemizi başlattık.

Yurt düzeyinde, demokrasi ve insanlık düşmanı teröristlere karşı üstün bir moral ve yurtseverlik bilinci içinde mücadeleye sokulan güvenlik güçlerimizin üstün gayretleri ve özverili çalışmaları sonunda, önemli bir düzeyde başarı sağlanmıştır. Kamuoyu tarafından da yakinen izlendiği gibi, çocuk, genç, yaşlı, kadın ve erkek ayırımı yapmaksızın, herkese şuursuzca saldıran ve acımasızca masum vatandaşlarımızı katleden bölücü terör örgütü PKK'ya mensup teröristler, kahraman ve vatansever güvenlik kuvvetlerimizin karşısında tutunamamanın ve büyük çapta kayıplar vermenin yaratmış olduğu moral çöküntüsünün bir sonucu olarak, tam anlamıyla paniklemiş durumdadırlar. Güvenlik kuvvetlerimizin aralıksız bir şekilde sürdürdüğü, başarılı operasyonlar sonucunda, bölücü terör örgütü PKK çok sayıda militanını kaybetmiş, lojistik destek sağlama imkânlarını bir daha telafi edilemeyecek düzeyde yitirmiştir.

Ayrıca, zaman içerisinde, örgütün gerçek yüzünün daha iyi anlaşılmış olması nedeniyle de, geçtiğimiz yıllarda, varlığı önemli boyutlara ulaşan sempatizanlarının çok büyük bir bölümünün desteğinden de mahrum kalmıştır.

Bölücü terör örgütünün yemiş olduğu bu ağır darbeler ve uğradığı ağır kayıplar karşısında,kendini tekrar toparlayabilmesi mümkün değildir. Örgüt, sonunu getirecek olan büyük bir çöküş ve dağınıklık içerisine girmiş bulunmaktadır.

Değerli milletvekilleri, devletin, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizi ihmal ettiği yolundaki iddialar doğru değildir. Devlet, her zaman, yörenin kalkınmasına ve yöre halkının refah düzeyinin yükseltilmesine büyük bir önem ve öncelik vermiş, ülkenin diğer bölgelerine göre, bu yöreye, bütçe imkânlarını da zorlayarak, daha fazla pay ayırmıştır ve bundan böyle de ayırmaya devam edecektir.

Hükümetimiz, özellikle doğa ve coğrafî koşullardan, özelliklerden kaynaklanan gelişmişlik farklarını ortadan kaldırmayı, sosyal devlet anlayışının bir gereği olarak saymaktadır. Bu anlayış içinde, bölgedeki ekonomik ve sosyal altyapı eksikliklerine önem vermekte ve bu konudaki meselelere hassasiyetle eğilmektedir.

Biz, bu ülkede yaşayan herkesin, tüm vatandaşlarımızın, çağdaş yaşamın asgarî şartlarına sahip bulunmalarını zorunlu görmekteyiz. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde, devlet, öncü bir rol oynamaya devam edecek, sanayi, belirli bir düzeye gelinceye kadar da sosyal fayda önplanda tutulacaktır.

ÇETİN BİLGİR (Kars) - Hepsini sattınız, doğuda bir şey kalmadı!

İÇİŞLERİ BAKANI MERAL AKŞENER (Devamla) - Zira, teröre yoğun biçimde hedef olan yörede, devlete olan güvenin daha da artmasının ve vatandaşlarımızın daha iyi yarınlara olan inancının pekişmesinin, terör nedeniyle aksayan hizmetlerin vatandaşlarımıza ulaştırılmaya başlanmasıyla doğrudan ilişkili olduğu inancını taşımaktayız. Bu açıdan, GAP, Türkiye'nin en büyük entegre bölgesel kalkınma projesi olarak, sürükleyici ve yol gösterici bir rol oynayacaktır.

Tüm bunlara paralel olarak, Hükümetimiz, zaman kaybetmeksizin, yörenin kalkınması, işsizliğin asgarî düzeye indirilmesi ve yöre halkının refah düzeyinin yükseltilmesine yönelik yatırımların gerçekleştirilmesi için gerekli olan tüm imkânlarını seferber etmiştir.

Muhtelif vesilelerle değindiğim gibi, Hükümet Programımızda, olağanüstü hal uygulamasının gerekli tedbirlerin alınmasını takiben kaldırılacağı açıklıkla belirtilmiştir. Nitekim, İl İdaresi Kanunu ile Terörle Mücadele Kanunundaki değişiklikleri de kapsayan 4178 sayılı Kanunun Türkiye Büyük Millet Meclisinde 29 Ağustos 1996 tarihinde kabul edilmiş olmasının sağladığı yasal imkânların da göz önünde bulundurulmasıyla, Mardin İlimiz olağanüstü hal kapsamından, Elazığ İlimiz de mücavir iller kapsamından çıkarılmıştır. Bu konuda, yasal, idarî, ekonomik ve sosyal tedbirleri içeren çalışmalarımız hassasiyetle sürdürülmektedir.

ALİ RAHMİ BEYRELİ (Bursa) - Susurluk'a gel artık, Susurluk'a...

İÇİŞLERİ BAKANI MERAL AKŞENER (Devamla) - Zaman içerisinde diğer illerimizde de normal yönetim tarzına dönülmesi sağlanacaktır.

Ayrıca, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimizde, güvenlik nedeniyle köylerini terk etmiş olan vatandaşlarımızın güvenliklerinin tam anlamıyla sağlanması, bunlardan, isteyenlerin köylerine tekrar geri dönüşlerinin temini ve mağduriyetlerinin giderilmesi; dönmek istemeyenlere de, bulundukları yerleşim birimlerinde ihtiyaç duydukları yardımların kendilerine ulaştırılması için, devlet, tüm imkânlarını kullanmaktadır, kullanmaya da devam edecektir.

Hükümetimiz, terör sorununun, demokrasinin kurum ve kurallarıyla, insan haklarına ve hukuka bağlı kalınarak çözüme kavuşturulması yolundaki politikasını titizlikle devam ettirecektir.

Siyasî iradenin kararlılığı ve halkımızın engin sağduyusu ve desteği sayesinde, ülkemiz üzerinde oynanan tüm oyunlar kısa süre içerisinde mutlaka bozulacak, ülkemiz, dünyamızın bu stratejik bölgesinde önder ülke rolünü üstlenmeye devam edecektir.

Büyük Atatürk'ün bize gösterdiği yolda ilerleyerek, demokrasi ve hukuk kuralları içerisinde kalarak, laik cumhuriyetimizi ebediyete kadar yaşatmak başta gelen görevimiz ve aslî sorumluluğumuz olmaktadır.

Terörü, halkımızın güven ve desteğiyle ve güvenlik güçlerimizin olağanüstü gayreti ve özverili çabaları sayesinde tamamen kontrol altına alacak ve ülkemizi 2000'li yıllara daha güçlü ve daha huzurlu olarak ulaştıracağız.

Değerli milletvekilleri, son günlerde ülkemiz gündemini işgal eden, üniformalı çete olarak isimlendirilen yasadışı bazı suç gruplarıyla, Susurluk olayı ve Ömer Lütfü Topal'ın öldürülmesinin ardından ortaya atılan iddialara yönelik olarak, Bakanlığımızca yapılan çalışmaları ana hatlarıyla sizlere aktarmak istiyorum.

Susurluk'taki trafik kazasının hemen sonrasında, bazı çevrelerce “devlet-siyasetçi-mafya” veya “polis-siyasetçi-mafya” gibi üçgenler kurularak bu kavramların, halkımızın bilinçaltına yerleştirilmek istenmesinin ülkemiz için ne kadar zararlı sonuçlar verebileceğine dikkatlerinizi çekmek isterim. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

Devletimizi, polisimizi ve siyasetçimizi mafyayla işbirliği içinde gösterme çabaları, emniyet teşkilatımızı ve biz siyasetçileri derinden yaralamıştır.

ALİ KEMAL BAŞARAN (Trabzon) - Yaralananlar belli Sayın Bakan!

İÇİŞLERİ BAKANI MERAL AKŞENER (Devamla) - Halkımızın zihninde de bazı şüpheler yaratmıştır. Bireysel olayların henüz soruşturma safhasındayken, yargı organları dışındaki kişi ve kuruluşlarca yargılanmalarının yapılıp infaz edilmesi ve bu olayların, devletin varlığının temel unsurları olan kurum ve kuruluşlarla ilişkilendirilerek, halkımızın güvensizlik ortamına itilmesinin, demokrasimiz açısından ne denli yararlı olabileceğini takdirlerinize arz ediyorum.

Belirtmek istediğim bir diğer husus da; siyasal partilerin bu tip bireysel olaylardan bir rant elde etmeye çalışmalarının veya diğer bir siyasal parti liderini veya mensuplarını zor durumlara sokmak için kullanmalarının doğru olmadığıdır. (ANAP sıralarından gürültüler, DYP sıralarından alkışlar)

Şunu özellikle belirteyim ki; bu olayların aydınlatılması, gerçeklerin ortaya çıkarılması için gerekli özeni göstermekte ve çalışmaları hassasiyetle takip etmekteyiz. Bu tür oluşumların içerisinde birkaç güvenlik mensubunun da yer alması, bu olayların genelleştirilmesine ve güvenlik kuvvetlerimizin tümüne isnat ettirilmesine asla dayanak teşkil etmemelidir.(ANAP sıralarından gürültüler)

SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Artvin) - Öyle bir yorum yok zaten.

İÇİŞLERİ BAKANI MERAL AKŞENER (Devamla) - Böyle bir durum, canları pahasına görev yapan güvenlik güçlerimizin şevk ve heyecanını kırar, ülkemize ve milletimize herhangi bir yarar sağlamaz. Her ülkede zaman zaman olduğu gibi, bizim ülkemizde de hata yapan, suça karışan, cüzî sayıda güvenlik görevlisi olabilir; ancak, bunu yapan cezasını çeker, hiçbir olay -faili kim olursa olsun- takipsiz kalmaz, gereği yapılır ve adlî mercilere intikal ettirilir. (DYP sıralarından alkışlar, ANAP ve DSP sıralarından gürültüler)

MUSTAFA YILMAZ (Gaziantep) - Buna inanalım mı?!..

ALİ KEMAL BAŞARAN (Trabzon) - Hepimiz onu istiyoruz zaten; başka bir şey istemiyoruz Sayın Bakan.

İÇİŞLERİ BAKANI MERAL AKŞENER (Devamla) - Aynı fikirdeyiz demek ki!..

İRFAN KÖKSALAN (Ankara) - Nereye kadar giderse, ama!..

İÇİŞLERİ BAKANI MERAL AKŞENER (Devamla) - Ayrıca, çete türü oluşumların yine devlet tarafından, devletin güvenlik güçleri tarafından ortaya çıkarıldığı, sorumlulularının da belirlenerek adlî yargıya intikal ettirildiği asla unutulmamalıdır.

Diğer yandan, gerek Susurluk kazası gerekse Ömer Lütfü Topal cinayeti ile ilgili olarak ileri sürülen iddiaların üzerinde de hassasiyetle durulmaktadır.

Söz konusu olaylar, tarafımdan görevlendirilen...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bakan, 2 dakika eksüre yeter mi?

İÇİŞLERİ BAKANI MERAL AKŞENER (Devamla) - 3 dakika olabilir mi?

BAŞKAN - Peki; 3 dakika...

SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Artvin) - Sayın Başkan, daha yeni başladı!..

BAŞKAN - Buyurun Sayın Hatinoğlu, bir şey mi var efendim; bir talep mi var?

SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Artvin) - Gayet güzel okuyordu Sayın Bakan!..

BAŞKAN - Sayın Bakan, buyurun efendim.

İÇİŞLERİ BAKANI MERAL AKŞENER (Devamla) - Diğer yandan, gerek Susurluk kazası gerekse Ömer Lütfü Topal cinayetiyle ilgili olarak ileri sürülen iddiaların üzerinde de hassasiyetle durulmaktadır. Söz konusu olaylar, tarafımdan görevlendirilen mülkiye müfettişleri ve polis müfettişleri tarafından soruşturulmaktadır. Bakanlık ve Hükümet olarak bu olayların üzerine kararlılıkla gitmekteyiz. Esasen, bir hukuk devletinde bu tür olayların üzerine gidilmeyeceği düşüncesine kapılmak son derece yanlıştır. Olayla ilgili olarak yürütülen tahkikatın sonucu beklenmelidir. Soruşturma tamamlandığında, kamuoyuna gerekli bilgiler verilecek, herkesin bu konularda aydınlatılması sağlanacaktır; bizim yönetim anlayışımızda açıklık esastır.

Bu arada, bizim en büyük arzumuz, soruşturma konusu yapılan bu olaylarla ilgili olarak; elinde herhangi bir belge ve bilgisi olanların, bunları kendilerine saklamayıp, yetkili makamlara süratle intikal ettirmeleri ve bu olayların aydınlatılmasına katkıda bulunmalarıdır. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

Yeri gelmişken şu hususu da belirtmek istiyorum: İstanbul Emniyet Müdürü Kemal Yazıcıoğlu ve beraberinde beş emniyet personelinin görevlerinden uzaklaştırılmasının altında herhangi bir kasıt aramak son derece yanlıştır.

İRFAN GÜRPINAR (Kırklareli)- Hadi canım sen de!..

İÇİŞLERİ BAKANI MERAL AKŞENİR (Devamla) - 4 Aralık 1996 günü, polis müfettişlerince, Kemal Yazıcıoğlu ve Bilgi Ünal'ın da soruşturma kapsamına alınması talep edilmiş ve soruşturma kapsamına alınmıştır. Ayrıca, görevden uzaklaştırma işlemi, tarafımdan, 657 sayılı Yasanın 137 ve 138 inci maddelerine göre yapılmıştır; buna göre, görevden uzaklaştırma işlemi yapıldıktan sonra, 10 gün içinde soruşturma açma zorunluluğu vardır ve tarafımdan, adı geçenler hakkında hemen yeni bir soruşturma başlatılmıştır.

SABRİ ERGÜL (İzmir) - Türkiye'nin kaç ili var? (CHP, DSP ve ANAP sıralarından gürültüler)

İÇİŞLERİ BAKANI MERAL AKŞENER (Devamla) - Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir; her şey kurallarıyla, hukuk düzeni içinde işlemektedir.

SABRİ ERGÜL (İzmir) - 1 kilo demir mi ağır 1 kilo pamuk mu?

İÇİŞLERİ BAKANI MERAL AKŞENER (Devamla) - Gerçeklerle bağdaşmayan iddialarla vatandaşımız ve devlet arasında güven bunalımı yaratmaya gayret gösterenlerin çabaları sonuç vermeyecektir. Birlik ve bütünlüğe ihtiyacımız olduğu şu dönemlerde, devleti ve onun güvenlik kuvvetlerini yıpratarak, kötü emellerine ulaşmak isteyenlerin bu beklentileri boşa çıkacaktır.

Bu arada, temiz toplum için yaratılmak istenen kampanyalara da dikkat çekmek istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bakan, toparlar mısınız efendim...

Size 2 dakika daha eksüre veriyorum; lütfen toparlayın. Lütfen... Bu defa toparlayın efendim.

İÇİŞLERİ BAKANI MERAL AKŞENER (Devamla) - Peki efendim.

Bakanlığımızda, bu yıl içerisinde -sayın sözcülerin de değerlendirdiği gibi- MERNİS Projesi ve “mahallî idareler reformu” dediğimiz iki proje üzerinde dikkatle çalışılmaktadır. MERNİS Projesinin hayata geçirilmesi konusunda özel gayret sarf edeceğimi buradan arz etmek istiyorum. Aynı zamanda “mahallî idareler reformu” dediğimiz mahallî idareler kanununun, bütün kurumların, kuruluşların, belediye başkanlarının görüşleri alınarak hazırlandığını ve kısa bir süre içerisinde Meclisimize indirileceğini buradan Yüce Heyetinize arz etmek istiyorum.

METİN BOSTANCIOĞLU (Sinop) - Ve... Ve...

BAŞKAN - Sayın Bakan; lütfen... Sözünüzü tamamlayın.

İÇİŞLERİ BAKANI MERAL AKŞENER (Devamla) - Sizleri bakanlığım mensupları, şahsım ve Hükümetimiz adına saygıyla selamlıyorum. (DYP ve RP sıralarından alkışlar; ANAP, DSP, ve CHP sıralarından alkışlar [!]

BAŞKAN - Sayın Bakan, teşekkür ediyorum.

Hükümete ayrılan sürenin bakiye kısmını kullanmak üzere, Sayın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanımızı kürsüye davet ediyorum; buyurun. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI M.RECAİ KUTAN (Malatya) - Muhterem Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; hepinizi hürmetle selamlıyorum.

Sabahtan beri cereyan eden toplantımız esnasında, arkadaşlarımız, Bakanlığım hakkındaki çok değerli görüşlerini gündeme getirdiler. Konuşan bütün milletvekili arkadaşlarıma, bu görüşlerinden dolayı, teşekkürlerimi arz ediyorum. Gerek tenkit gerek temenni olarak ifade edilen, ortaya konulan bütün hususlar, elbette, bu önümüzdeki dönemde, göz önünde tutulacak, bunlardan istifade edilecektir.

Bir arkadaşımızın da ifade ettiği gibi, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı, hakikaten, ülke kalkınmasında çok önemli sorumluluklar yüklenmiş olan bir bakanlıktır. Tabiri caizse, Bakanlığımız bünyesindeki çeşitli kuruluşlar, neredeyse, ülke fertlerinin tamamına hitap eden çeşitli faaliyetlerde bulunmaktadır.

Arkadaşlarımız tarafından gündeme getirilen en önemli konu, Türkiye'nin enerji problemidir. Üzülerek ifade etmek durumundayım ki, Türkiye, enerji kaynakları bakımından zengin bir ülke değil. Dolayısıyla, neredeyse, enerji ihtiyacımızın yarısına tekabül eden miktarını, biz, yurtdışından ithal etmek mecburiyetindeyiz. Türkiye, şu anda, yılda, yaklaşık olarak 27 milyon ton civarında hampetrol kullanmaktadır. Bunun, ancak 3 milyon tonu Türkiye'den, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı veya Türkiye'de çalışmakta olan yabancı petrol şirketleri tarafından üretilmektedir; yani, neredeyse ihtiyacımızın yüzde 10'u yerli kaynaklardan, yüzde 90'ı ise dışarıdan ithal edilmektedir.

Petrol ithal ettiğimiz ülkeler, en başta Suudi Arabistan olmak üzere, İran, Libya, Kuveyt...

Birkaç günden beri memnuniyetle müşahede ediyoruz ki, altı yıldan beri işletilmeyen Irak-Türkiye boru hattı vasıtasıyla, inşallah, yarından itibaren, bu hampetrol boru hattı tam olarak işletmeye açılacak, hampetrol gemilere yüklenecek ve ilk yükleme de bizim TÜPRAŞ rafinerimize olacaktır.

Türkiye'nin dışarıdan ithal ettiği en önemli yakıtlarımızdan bir tanesi doğalgaz. Şu anda, Türkiye, yılda yaklaşık 8 milyar metreküp civarında doğalgaz kullanmaktadır. Bunun yaklaşık 6 milyar metreküpü Rusya'dan, 2 milyar metreküpü ise Cezayir'den, sıvılaştırılmış doğalgaz olarak, ithal edilmektedir. Ancak, yaptığımız enerji çalışmalarına göre, ifade edeyim ki, 2000 yılında Türkiye'nin doğalgaz ihtiyacı, 27 milyar metreküp civarında olacaktır ve bir yıl sonra, yani 2001 yılında, doğalgaz ihtiyacımız 34 milyar metreküp olacaktır. Dolayısıyla, Bakanlığım, bir süreden beri, dünyanın neresinde imkân bulunursa oradan doğalgaz temin etmek ve bu konuda anlaşmalar yapmak üzere yoğun bir çalışma gayreti içerisindedir.

Halen, Rusya'dan, batı hudutlarımızdan, 6 milyar metreküp doğalgaz getiriyoruz. Rusya ile vaki olan görüşmelerimiz neticesinde, bu 6 milyar metreküpe ilaveten, yine batı hudutlarımızdan, 2000 yılı civarında 8 milyar metreküp daha getirilmiş olacaktır. Rusya'dan, doğu hudutlarımızdan, Gürcistan üzerinden, yine bir doğalgaz temin imkânı mevcuttur. Bu müzakereler nihaî noktaya gelmiştir. Nihaî olarak karar verdiğimiz takdirde, Rusya'dan -doğu hudutlarımızdan da- yılda 8 milyar metreküp doğalgaz gelmesi söz konusudur.

Cezayir'den, halen, 2 milyar metreküp sıvılaştırılmış doğalgaz getiriyoruz. Yine, anlaşma gereğince 2000 yılında, Cezayir'den, ilaveten 2 milyar metreküp daha sıvılaştırılmış doğalgaz getirilecektir.

Biliyorsunuz bir süre evvel, dünyada da oldukça dikkati çeken bir anlaşma İran'la aktedildi. İran ile Türkiye arasında, Tebriz'den başlayacak bir doğalgaz boru hattının inşası için karar alındı. 1998 yılı civarında, İran'dan, yılda 3 milyar metreküp doğalgaz getirilecek; ancak, 2005 yılında, bu, 10 milyar metreküpe çıkarılacaktır.

Bundan birkaç hafta evvel, Mısır'da, Mısır'la bir doğalgaz anlaşması yaptık. Mısır'dan, yine 2000 yılı civarında, sıvılaştırılmış doğalgaz olarak 4 milyar metreküp doğalgaz Türkiye'ye ithal edilecektir.

Bundan iki gün evvel, Yemen'de, Yemen petrol şirketi yetkilileriyle ve bir Fransız petrol şirketiyle beraber aktettiğimiz bir anlaşma gereğince, yine 2000 yılından itibaren, bu sefer Yemen'den 4 milyar metreküp sıvılaştırılmış doğalgaz getirilecektir ve böylece 2001 yılında ihtiyacımız olan 34 milyar metreküp doğalgaz, inşallah, emniyetli bir şekilde temin edilmiş olacaktır. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

Görüşmeler sırasında, arkadaşlarımızın şöyle bir temennisi oldu: “Bu kaynaklar, mutlaka çeşitlendirilmelidir. Tek bir kaynağa bağımlı olunmaması uygundur” diyorlardı. Biraz evvel arz ettiğim kaynaklardan da anlaşılacağı üzere, hakikaten, kaynaklar çeşitlendirilmiştir. Herhangi bir ülkenin, Türkiye üzerinde, doğalgaz ikmali bakımından baskı yapması söz konusu değildir.

Türkiye'nin diğer bir önemli enerji kaynağı, malum, kömürdür. Şu anda linyit yataklarımızın en iyi şekilde işletilebilmesi için ve bu arada da, Zonguldak ve civarındaki taşkömürünün en iyi şekilde işletilmesi ve halen neredeyse 30 trilyonlara varan zararından kurtarılması için, Bakanlığım ciddî bir çalışmanın içerisine girmiş durumdadır.

Bunun yanı sıra, Türkiye'de doğalgaz temini bakımından -yine, biraz sonra arz edeceğim başka bir projeye de yardımcı olsun diye- halen bir çalışma yapılmaktadır. Yaptığımız bu çalışmalar neticesinde, 185 milyon metreküp olan yerli doğalgaz üretimimiz, 1997 yılında 600 milyon metreküpe, 1997 sonunda da 1 milyar metreküpe çıkacak. Bu işletme Kuzey Marmara Bölgesinde yapılacak. Bu gazlar alındıktan sonra, bu bölge, ilerisi için yeraltı doğalgaz deposu olarak kullanılacak. Malum, yaz aylarında doğalgaz talebi az. Bu durumda, doğalgaz, bu yeraltı deposuna enjekte edilecek, kışın ihtiyaç fazla olduğu zaman, buradan kullanılacaktır.

Yine, önemli problemlerimizden bir tanesi elektriktir. Elbette, yerli üretimi artırmak için elden gelen bütün gayretler gösteriliyor. Elektrik konusunda fazla detaya girecek değilim; memnuniyetle gördüm ki, gruplarımız adına konuşan çok değerli milletvekilleri, elektrik üretimi ve gelecekteki elektrik ihtiyacı hakkında çok detaylı bilgiler lütfettiler. Dolayısıyla, bunların tekrarında fayda yok.

Şu anda, TEAŞ kuruluşumuz, malum, bir yandan mevcut santralları işletirken, bir yandan da millî imkânlarımızla yeni termik santrallar inşa etmektedir ve yine memnuniyetle ifade edeyim, bu önümüzdeki günler içerisinde, inşallah, nükleer santralın ihalesi yapılacaktır. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

Biraz evvel, değerli bir arkadaşımız, 2 x 1 000 megavat gücünde nükleer santral ihtiyacının karşılanmasının lüzumuna işaret ettiler. Bununla ilgili olarak bütün şartnameler hazırlanmış durumdadır. Önümüzdeki birkaç gün içerisinde, inşallah, ilana çıkarılacak ve Türkiye'ye, böylece, nükleer teknoloji ve nükleer santral da girmiş olacaktır.

Bunun yanı sıra, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğümüz, hidroelektrik enerji üretimi bakımından elinden gelen bütün gayreti göstermektedir. 1997 yılından itibaren, hidroelektrik enerji üretimine ayrıca bir önem verilecek, üzerinde çok titizlikle durulacaktır.

Çeşitli vesilelerle -gerek Parlamentoda gerek dışarıda- konuşma yapan değerli arkadaşlarımız, şöyle bir iddiada bulunuyorlar; diyorlar ki: “Efendim, bizim bu kadar millî kaynağımız var. En ucuz, en güvenilir, çevre bakımından en avantajlı olan hidroelektrik enerji üretimi yerine, niye gidip de dışarıdan doğalgaz alıyorsunuz bir sürü para ödeyerek ve niye üzerinde bir sürü tartışmalar olan nükleer santral yapımına gidiyorsunuz?”

Muhterem arkadaşlarım, şu durumu iyice tespit etmemizde zaruret var: Türkiye'de mevcut olan linyit kaynaklarımızın tamamını kullansanız bile -ki, bunu yakın bir gelecekte bütünüyle kullanma imkânı yok- bir yılda üretebileceğiniz elektrik enerjisi 110 milyar kilovattır.

İrili ufaklı, hatta, bunların içerisinde 3-5 megavat kurulu gücünde olan hidroelektrik santralların tamamını yapsanız, bunların üretiminden elde edeceğiniz elektrik enerjisi sadece 125 milyar kilovattır; yani, ikisini üst üste koysanız, linyit ve hidroelektrik imkânımız toplam 235 milyar kilovat ediyor. Halbuki, 2010 yılına geldiğimizde, bu, artık, yetmemeye başlayacak. Nitekim, -arkadaşlarımız da ifade ettiler- biz, eğer, Türkiye karanlıkta kalmasın istiyorsak, elektrik üretimine, her yıl 3 milyar dolar civarında yatırım yapmak mecburiyetindeyiz. Enerji nakil hatlarına ve dağıtım sistemlerine de 1 milyar dolar harcadığımız takdirde, yılda 4 milyar dolar yatırım yapma mecburiyetimiz var; ancak, bu, maalesef, millî imkânlarımızla mümkün değil. Şu anda, yap-işlet-devret metoduyla veya yap-işlet metoduyla veya sanayicilerimizin ve özel sektörün kendi tesisleri için ihtiyaç duyulan elektrik enerjisini kendilerinin üretmelerine imkân tanınması sebebiyle, inşallah, çok süratli bir şekilde ihtiyaçlar karşılanacak. Ancak, biraz evvel verdiğim rakamlardan da anlaşılacağı üzere, bizim millî kaynaklarımızla ihtiyacımızın temin edilmesi mümkün değil; dışarıdan, mutlaka, enerji ithal edeceğiz, bunu kullanarak elektrik üreteceğiz ve bu arada da, önümüzdeki bu kısa geçiş dönemi için, gerekirse dışarıdan elektrik enerjisi ithal edeceğiz.

Yine, bir süre evvel -belki, basından takip ettiniz- Şam'da Mısır, Ürdün, Suriye, Irak ve Türkiye arasında mevcut olan elektrik sistemlerinin enterkonneksiyonunu, bir arada çalışmasını temin etmek üzere bir çalışma anlaşması yapıldı. Bu, geçtiğimiz yıllarda başlatılan bir proje; fakat, şimdi, daha dikkatli bir şekilde ele alınıyor. Bu ahvalde, Türkiye, özellikle akşam saatlerinde, bu ülkelerden, ihtiyaç duyduğu elektrik enerjisini ithal edebilir. Buna ilaveten, şu anda, İran'la yapmış olduğumuz bir anlaşma gereğince, doğu hudutlarımızdan İran'dan elektrik enerjisi satın alıyoruz.

Aşağı yukarı üç beş gün evvel, Bulgaristan'la yaptığımız bir anlaşma gereğince, ihtiyaç halinde, Bulgaristan'dan da, kısa bir süre için, belki iki yıl için elektrik enerjisi alınacaktır.

Yine, en önemli kaynaklarımızdan biri su kaynakları. Bu, su kaynakları, elbette, çeşitli maksatlarla kullanılıyor; önce, içme, kullanma ve sanayiin ihtiyacı için; onun ardından, sulama ve onun yanısıra da hidroelektrik enerji üretimi için.

Şimdi, çok kimse iddia ediyor ki, Türkiye, su bakımından zengin olan bir ülke. Özellikle, güneydeki komşularımız bu iddiada bulunuyorlar; ancak, milletlerarası standartlara göre baktığınız zaman, Türkiye, su bakımından zengin bir ülke değil. Dolayısıyla, su kaynaklarına sıkı sıkıya sarılmak mecburiyetindedir ve en akılcı bir şekilde bu su kaynaklarını kullanmak mecburiyetindedir.

Bir süreden beri, bizim su kaynaklarımız, milletlerarası toplantılarda gündeme getirilmek istenmektedir. Açık olarak ifade ediyorum; bu, fevkalade yanlış bir tutumdur. Türkiye'nin suları -eğer sınır aşan sularımız söz konusuysa- ancak, ilgili devletlerle, ilgili ülkelerle müzakere edilir. Mesela, bir Amerika'nın, bir Almanya'nın, hatta bir Çin'in, Türkiye'nin su kaynakları ve komşularıyla -onların iddia ettiği anlamda- su ihtilafları için, meseleyi milletlerarası platforma getirmelerine, Türkiye, kesin olarak müsaade etmemelidir. (RP, DYP ve DSP sıralarından alkışlar)

Biraz evvel, bir değerli milletvekilimiz, Manavgat suyuyla ilgili olarak bir beyanda bulundular. Dediler ki: “Refah Partililer muhalefetteyken bir iddiada bulundular; şimdi, maşallah, Manavgat suyunu pazarlamak için ellerinden gelen gayreti gösteriyorlar.”

HİKMET AYDIN (Çanakkale) - Ben, maşallah demedim efendim.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET RECAİ KUTAN (Devamla) - Peki, ben dedim...

BAŞKAN - Sayın Bakan, siz devam edin efendim.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET RECAİ KUTAN (Devamla) - Muhterem arkadaşlarım, sıfırdan başlayacak durumda olsak, bendeniz, Manavgat suyunun, bu manada bir projesinin tatbik edilmesine katiyen izin vermezdim; ancak, önümde, yaklaşık 150 milyon dolar harcandıktan sonra meydana getirilmiş bir proje var. Değerli arkadaşlarım “sen, 150 milyon doları boşver; bunun, dışarıya satışını yapma” diyorlarsa, bunu, ekonomik bakımdan savunmak mümkün değil. Elbette, biz bu projeye sahip çıkıyoruz; çünkü, yapılmış ve yaklaşık 150 milyon dolar harcanmış bir projedir bu. Bu projeyi değerlendirmek, elbette ki aklın gereğidir.

Su kaynaklarımızı, elbette, önce, Türkiye'nin ihtiyacı olan içme ve kullanma suyu olarak ve sanayi tesisleri için kullanacağız. Devlet Su işleri Genel Müdürlüğümüz, nüfusu fazla olan illerimizin, bu manada, içme, kullanma ve sanayi suyu ihtiyacının temini için elinden gelen gayreti gösteriyor ve projeleri geliştiriyor. Bundan, yaklaşık dört beş gün evvel, İstanbul'un, 2020 yılına kadar, hatta 2040 yılına kadar olan su ihtiyacının nasıl temin edileceği hususu, Devlet Su işleri Genel Müdürlüğümüz ile İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü arasında beraberce görüşüldü ve hangi projeler ele alınacak, hangileri süratle ikmal edilecek; bunlar, bir neticeye bağlandı.

Elbette, sulama da fevkalade önemli; çünkü, Türkiye'de, şu anda, hâkim olan tarım şekli, kuru tarım şeklidir. Bir arkadaşımızın, zannediyorum yanlış olarak değerlendirdiği bir rakamı ifade edeyim; Türkiye'nin tarım yapılabilir toprak potansiyeli 28 milyon hektardır; ancak, bunun, teknik ve ekonomik bakımdan sulanabilir miktarı, sadece 8,5 milyon hektardır ve Türkiye, şimdiye kadar, bunun 4,5 milyon hektarını sulamıştır; bunun, aşağı yukarı 2 küsur milyon hektarının sulama tesisleri de, Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğümüz eliyle yapılmıştır. Dolayısıyla, bu önümüzdeki dönemde, sulama projelerinin süratle netice vermesi için elden gelen gayret gösterilecek; tabiî, bu arada da, Güneydoğu Anadolu Projesinin, GAP ismiyle meşhur olan projemizin sulama projelerine de, yine, büyük ağırlıkla devam edilecektir. Tabiî, bu sene, 1996'da, aşağı yukarı 60 bin hektar arazi sulamaya açıldı; 1997 yılında, inşallah, 80 bin hektar araziyi sulamaya açacağız.

Bu senenin bütçesi tetkik edildiğinde, bir değerli arkadaşımızın da ifade ettiği gibi...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bakan, 2 dakikada toparlar mısınız lütfen efendim. Yeter mi 2 dakika efendim?

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET RECAİ KUTAN (Devamla) - Eğer lütfeder, 5 dakika verirseniz, tamamlarım efendim.

BAŞKAN - Efendim, Koçhisar Barajı hakkında bir beyanınız olmadı; nasıl vereyim bu 5 dakikayı ben.

OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) - Sanki canından bir şey bağışlıyormuş gibi...

BAŞKAN - Tabiî, bir şey bağışlıyorum efendim... Bir şey bağışlıyorum...

OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) - Bırak da konuşsun...

BAŞKAN - Buyurun efendim.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET RECAİ KUTAN (Devamla) - Bir değerli arkadaşımızın da konuşmasında ifade ettiği gibi, 1997 bütçemiz içerisinde, maalesef, küçük su işlerine ayrılan miktar tatminkâr seviyede değildir. Kaldı ki, küçük su işleri bünyesinde yapılacak olan -özellikle- göletler, hemen ertesi yıl netice veren ve yüzde 100 kullanma imkânı sağlayan, çok ekonomik ve sosyal bakımdan da büyük değer taşıyan projelerdir. Ümit ediyorum ki, inşallah, bu, küçük su işlerine, o arkadaşımızın da temenni ettiği gibi, ilaveten 5 trilyon lira eklenecektir.

Maden, bizim, tabiî kaynaklarımızdan en önemli olanıdır. Hepimizin takdir edeceği gibi, Enerji Bakanlığı bünyesinde, bir yandan, tam, böyle, büyük, toplumu baskı altında tutan enerji meselesi, elektrik meselesi vesaire varken, maden konusu yeterli ağırlıkla ele alınabilmiş değildir.

Yine, bir değerli arkadaşımız ifade etti; aşağı yukarı -bizim büyük imkânlarımızdan birisi- trilyonlarca dolar değerinde maden kaynaklarımız var. O nedenle, Hükümetimiz, maden konusunun, Enerji Bakanlığı bünyesinde değil, müstakilen bir maden bakanlığı bünyesinde ele alınması kararını vermiştir. Bu itibarla, Enerji Bakanlığımız tarafından üç kanun tasarısı hazırlandı. Bunlardan bir tanesi, mevcut maden çalışmalarını ıslah etmek üzere maden işleri genel müdürlüğü kanun tasarısı, ardından maden kanunu tasarısı ve onun ardından da maden bakanlığı kanun tasarısı. Bunların hazırlığı nihaî noktaya gelmiştir; çeşitli kuruluşların görüşleri alındıktan sonra Bakanlar Kuruluna sevk edilecektir.

Bakanlığımın önemli faaliyetlerinden bir tanesi de demir ve çelik konusunda. Elbette ki, sanayileşmemizin ve gelişmemizin en önemli unsurlarından birisi demir ve çelik. 2000 yılında 17 milyon ton demir ve çeliğe ihtiyacımız olduğu ifade edilmektedir; ancak, şu anda, demir ve çelik sektörümüz çok büyük bir problemle karşı karşıyadır. Mevcut olan entegre üç demir ve çelik tesisimize, yani, Ereğli Demir ve Çelik, Kardemir ve İsdemir'e ilaveten, pek çok sayıda ark ocakları vasıtasıyla demir ve çelik üretimi yapılmaktadır. Özellikle bu ark ocakları vasıtasıyla üretim uzun mamuller şeklinde olmakta ve dolayısıyla, Türkiye genel üretiminin yüzde 80'i uzun mamul, yüzde 20'si, hatta daha azı yassı mamul (saç) olmakta. Halbuki, dünyada bunun müdafaa edilen yüzdesi, neredeyse, yarısı yassı mamul, yarısı uzun mamul. Bu itibarla, bu 17 milyon tona -2000 yılında- çıkacağımız ahvalde, daha çok yassı mamule ağırlık verilecektir. Özellikle İsdemir'de (İskenderun Demir ve Çelik'te) kapasite artırıldığında tamamen yassı mamul üretimine ağırlık verilecektir.

Yine, bir değerli arkadaşımız, 1980 öncesinde Millî Selamet Partisinin de içinde bulunduğu Koalisyon Hükümeti döneminde kurulmuş olan Diyarbakır'daki TEMSAN'dan (Türkiye Elektromekanik Sanayii) yeteri kadar istifade edilmediğini ifade ettiler. TEMSAN, Bakanlığın bünyesindeki bir genel müdürlüktür. Özellikle, türbin imalatında ihtisası olan bir kuruluştur. Dolayısıyla, 1997'den itibaren, özellikle, türbin parçaları ve komple türbin imalı hususunda TEMSAN'a da yeni bir hamle, inşallah, başlattırılacaktır.

Sayın Başkanın müsamahasıyla sözlerimi ikmal etmiş bulunuyorum; ancak, yine, konuşmamın sonunda, çok değerli fikirlerini ifade eden arkadaşlarıma hassaten teşekkür ediyorum; bu görüşlerden istifade edeceğiz; ancak, son olarak bir hususu arz etmek istiyorum.

Bir arkadaşımız, konuşması sırasında, Muhterem Başbakanımızın bir sözünü gündeme getirdi, “fasa fiso” sözü. Bunun ne maksatla söylenildiğini eminim ki, bunu ifade eden arkadaşımız da gayet yakından bilmektedir. Orada söylenilen söz, Susurluk olayının bir fasa fiso oluşu değildir. Basının “siz, bu Susurluk olayının üzerine yeteri ağırlıkta gitmiyorsunuz, örtüyorsunuz” şeklinde bir beyanı olunca, bu beyana; yani, bunun üstünü örtüyorsunuz sözüne “fasa fiso” olarak cevap vermiştir. Bunu da bu vesileyle açıklamakta zaruret görüyorum ve Muhterem Heyetinizi hürmetle selamlıyorum. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bakan, teşekkür ediyorum.

Madde 61, son söz milletvekilinindir...

Sayın Sıddık Altay?.. Yok.

Sayın Aslan Polat; buyurun.

ZEKİ ÇAKIROĞLU (Manisa) - Kimler söz istedi Sayın Başkan, açıklar mısınız...

BAŞKAN - Arz edeyim efendim.

Sırasıyla, Sayın Maliki Ejder Arvas, Sayın Mehmet Sıddık Altay, Sayın Aslan Ali Hatipoğlu, Sayın Aslan Polat, Sayın Zeki Çakıroğlu, Sayın Sabri Ergül söz talebinde bulunmuşlar. Bu sıraya göre, Sayın Sıddık Altay bulunmadığı için, ondan sonra sıra alan Sayın Aslan Polat'a söz veriyorum.

ZEKİ ÇAKIROĞLU (Muğla) - Zabıtlara geçtiği için teşekkür ediyorum efendim.

BAŞKAN - Ben teşekkür ediyorum.

Sayın Polat, buyurun.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlarım.

Enerji Bakanlığının 1997 yılı bütçesine baktığımızda, ilk dikkatimizi çeken, 1997 yılı bütçemizin 1996 yılı bütçesine göre yüzde 78,2 oranında artmasına karşın, Enerji Bakanlığı bütçesinin artış oranı yüzde 163, Devlet Su İşleri bütçesinin artış oranı yüzde 104, Petrol İşleri Genel Müdürlüğü bütçesinin artış oranı ise yüzde 136'dır. Dolayısıyla, bu, Hükümetimizin enerji sektörüne gösterdiği ehemmiyetin bir ölçüsüdür. Zaten mevcut göstergeler, enerji sektörüne ne kadar önem verilmesi gerektiğini açık bir şekilde göstermektedir.

1996 yılında, birincil enerji talebimiz 67,6 milyon ton eşdeğer petrol, üretimimiz ise 27,5 milyon ton eşdeğer petrol seviyesinde olmuştur.

1996 yılında, toplam birincil enerji talebinin yüzde 41'i yerli üretimle karşılanmış, yüzde 59'u ithal yoluyla karşılanmıştır. Ülke birincil enerji talebinin 2000 yılında 90 milyon ton eşdeğer petrole, 2010 yılında ise 156 milyon ton eşdeğer petrole ulaşması beklenmektedir. Buna karşılık, birincil enerji üretimimizin, 2000 yılında 40 milyon ton eşdeğer petrol, 2010 yılında 60 milyon ton eşdeğer petrol olabileceği tahmin edilmektedir.

Bu rakamların analizinden şu neticeyi çıkarabiliriz. Ondört yıl sonra, 88,4 milyon ton eşdeğer petrole daha ihtiyacımız olacaktır. Bir başka ifadeyle, bugünkü toplam enerji talebimizin 1,31 katı kadar daha fazla enerji talebimiz olacağı gibi, enerji talebimiz ile üretimimiz arasındaki fark 96 milyon ton eşdeğer petrol olacaktır ve başkaca bir tedbir alınmazsa, bu fark ithal yoluyla karşılanacaktır; ki, bugünkü ithalatımızın 40,1 milyon ton eşdeğer petrol olduğu düşünülürse, bu miktarın 2,31 katı kadar fazla miktarda enerji ithalimizin olacağı aşikârdır.

1993 yılı rakamlarına göre dünya birincil enerji tüketimi 1 396 kilogram/kişi iken, bu rakam, Amerika Birleşik Devletlerinde 7 570 kilogram/kişi, Yunanistan'da 2 588 kilogram/kişi, Türkiye'de ise, 1 013 kilogram/kişidir; dünya ortalamasının altındaki Yunanistan'ın dahi 2,55'te 1'i kadardır.

Yine, sanayide kullanılan elektrik fiyatları dolar/kilovatsaat olarak, 1993 yılında ülkemizde 0,095 dolar/kilovatsaat iken, Yunanistan'da 0,059 dolar/kilovatsaat, Amerika Birleşik Devletlerinde 0,049 dolar/kilovatsaattir. Dolayısıyla, Yunanistan'dan 1,61 kat, Amerika Birleşik Devletlerinden 1,94 kat pahalıdır.

Bir başka incelemede, 16 OECD ülkesi içinde Türkiye'nin 0,077 dolar/kilovatsaat ile sanayide elektriği en pahalı kullandıran 6 ncı ülke olduğu ve elektriğe OECD Avrupa ortalamasının üzerinde fiyat ödediği görülmektedir. Uluslararası ekonomik göstergelerin karşılaştırmalarında kullanılan satın alma gücü paritesi esasına göre ise, 16 OECD ülkesi içinde elektriği en pahalı kullanan ülke Türkiye'dir, (0,18 dolar/kilovatsaat).

Bir başka incelemede ise, elektrik enerjisi tüketiminin, konutlarda, 1990 yılında yüzde 19,6 iken, 1995 yılında yüzde 22,8 olduğu; sanayide ise, 1990 yılında yüzde 62,4 iken, 1995 yılında yüzde 55,4 olduğu görülür. Buradan, konutlarda kullanılan enerjinin toplam tüketim içindeki payının arttığı, sanayide kullanılan enerjinin ise, toplam tüketim içindeki payının gittikçe azaldığı görülmektedir. Bir başka ifadeyle, elektrikli ev aletlerinin kırsal kesimde ve şehirlerin varoşlarında kullanıma girdiği, sanayide kullanılan elektrik enerjisi oranının azalması ise, her ne kadar ihracatta sanayi mamulllerinin payı artsa dahi, bunun, genellikle ithal ikamesine dayandığı, gerçek sanayi üretiminin azaldığı ve paranın sanayie değil, rant ekonomisine gittiğinin enerji bazında göstergesidir.

Bu rakamların toplu değerlendirmesinden, ülkemizde enerji üretiminin dünya ortalamasının altında, pahalı ve sanayiden ziyade tüketimde artış hızının fazla olduğu ve enerji tüketimimizin yüzde 59'unun ithal yoluyla karşılandığı anlaşılır. Ayrıca, bugün için bilinen yerli üretim imkânlarımızın, uzun vadede elektrik talebimizi karşılamada yetersiz kaldığını göstermektedir. Şöyle ki, elektrik enerjisi üretimine elverişli 105 milyar kilovat linyit, 16 milyar kilovat taşkömürü ve 125 milyar kilovat hidrolik olmak üzere, toplam yerli kaynak potansiyelimiz 246 milyar kilovattır. Bu potansiyelimiz, 290 milyar kilovata ulaşması beklenen 2010 yılındaki talebimizin dahi 44 milyar kilovat altındadır.

Buradan şu netice çıkmaktadır:

1. Ülkemizde yıllık -ortalama- yüzde 10 civarında enerji artışı olmaktadır, bu rakam 1996 yılında yüzde 11,5 olmuştur. Her kalkınmakta olan ülke gibi, ülkemizde de büyük bir enerji talebi vardır ve ülkemizin kullanılabilir linyit, taşkömürü ve hidrolik kaynakları bu ihtiyacı karşılamaktan uzaktır.

2. Yatırımlara ayırdığımız pay çok azdır. Enerji yatırımlarına ayrılan paralarla bu yatırımları yapmak mümkün değildir. O halde, ülkemiz, yenilenebilir enerji kaynakları, rüzgâr ve güneş enerjisi ve nükleer santrallara mutlaka başlamalı; yap-işlet metodunu mutlaka devreye sokmalıdır.

Yenilenebilir enerji kaynakları ve enerji meteorolojisi, geleceğin en önemli enerji kaynakları olacaktır. Güneş ve rüzgâr enerjilerinden istifade için çalışmalara mutlaka başlanmalıdır. Güneş muazzam bir füzyon reaktörü olarak saniyede 4 milyon ton helyumu hidrojen gazına dönüştürür. Yaklaşık olarak 6 bin kalori olan sıcaklığı dolayısıyla güneş, her yönde ısınma enerjisi gönderir. Dünyamız Güneşten aldığı kadar enerjiyi uzaya geri yansıtır. Her yıl 700 X 1012 megavat güneş ısınımı dünya atmosferine girer. Bu, günümüzdeki dünyada kullanılan tüm enerjinin 30 bin katına eşittir. Bu enerjiden bizler yeterince yararlanamasak bile, önümüzdeki yüzyılda, kesinlikle, öncelikli olarak kullanılacaktır. Daha şimdiden, Amerika Birleşik Devletlerinde güneş enerjisiyle ısıtma sistemi kuranlara devlet fatura üzerinden yüzde 40 uzun vadeli kredi vermekte ve 21 inci Yüzyılın enerji dalına şimdiden ağırlı olarak girmektedir.

Nükleer enerji dalında ise, 600 ilâ 1 400 megavat arasında ünite gücü olan Akkuyu Nükleer Santralları ihalesi acilen yapılmalıdır. Bugün, dünyada kurulu gücü 344 bin megavat olan 437 adet nükleer santral varken ve 32 600 megavatlık 39 reaktörün yapımı sürerken bu geleceğin teknoloji ağırlıklı dalından uzak durmak mümkün değildir.

Bu arada, Çernobil kazasının emsal gösterilmesi de, kanımızca, iki yönden yanlıştır: Birincisi, Çernobil Reaktörü, bugün bizim bile kurmayı düşündüğümüz gelişmiş ülkelerdeki reaktöre göre çok iptidaidir.

İkinci olarak; Çernobil kazasında en çok etkilenen ülke olan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinde, Çernobil'e bağlı olarak 237 -akut- radyasyon hastalığı meydana gelmiş ve bunlardan yalnız 31'i vefat etmiştir. Yine, Çernobil'in 30 kilometre yakınında yaşayanlar hariç, bireylerin Çernobil kazası nedeniyle aldığı radyasyon, tehlike sınırlarının çok altındadır ve Çernobil kazası nedeniyle, bir insanın gelecek elli yıl boyuncu kanser olması olasılığı son derece küçüktür. Burada şuna işaret etmek isteriz: Her insan hayatı önemlidir; fakat, bugün, bir otobüs kazasında dahi yirmi otuz kişinin hayatını kaybetme olasılığı olduğu ve enerjinin günümüzde “olmazsa olmaz” kabilinden ihtiyaç olduğu düşünülür ise, risk faktörünün ihmal edilecek boyutta olduğu hemen görülür.

Ayrıca her enerji kaynağı kullanımında az veya çok;

1. Hava kirliliği,

2. Gürültü kirliliği,

3. Enerji maaliyetinin yüksekliği karşımıza çıkmaktadır.

Ülkemiz gibi, daha şimdiden kullandığı enerjinin yüzde 59'unu ithal yoluyla karşılayan ve enerji açığı tehlikesi olan ülkelerde, mutlaka enerji tasarrufuna gidilmeli ve binalarda yalıtıma başlanmalıdır. Bir misal vermek gerekirse; nüfus ve hava sıcaklığı ülkemize yakın olan Fransa'da, bizden 15 kat fazla ısı yalıtım malzemesi kullanılmaktadır. Bu sayede, Fransa, petrol tüketimini, enerji krizinden bu yana, yüzde 40'a yakın indirebilmiştir. Bunun için, ülkemizde, binaların çatı, duvar, döşeme, kapı, pencere gibi elemanlarında ısı yalıtım uygulamaları, ısıtma sisteminde otomatik kontrol uygulamaları gibi ucuz ve basit önlemlerle, ilk yıllarda, yüzde 25'e yakın enerji, yani, yakıt tasarrufu sağlanabileceği hesaplanmaktadır; bunun, bir başka şekilde, enerji üretiminde aynı miktar bir artış sağlanmış gibi olacağı ve ayrıca, ülkemizdeki hava ve gürültü kirliliğini azaltacağı için, önemi hemen anlaşılır.

Konuşmamın bu bölümünde, 24 Eylül, 11 Ekim ve 23 Kasım 1996 tarihli Resmî Gazetelerde yayımlanan ilanlar ile toplam 56 hidroelektrik santralı projesi için teklif istenmesinden bahsetmek isterim. Her ne kadar yap-işlet-devret modeliyle gerçekleştirilecek projelerde, enerji alımı ve fiyat garantisi verilmesi uygulaması çerçevesinde, sözleşmenin yüksek alım fiyatlarıyla bağlanması nedeniyle sektörde uzun vadede pahalı bir enerji sistemine dönüşme izlenimi verse dahi, en pahalı enerji, olmayan enerji olduğu gerçeğinden hareketle bu metodun çok faydalı olacağı yine de aşikârdır. Bu, 56 hidroelektrik santralının kurulu gücü 7 138 megavat, ortalama yıllık üretimi 23 milyar 959 milyon kilovattır. Bir başka ifadeyle, ülkemizdeki mevcut hidroelektrik santralların yüzde 57 kapasitesine eşittir.

Ayrıca, bu hidroelektrik santrallarının 5'inin Erzurum İlimizin İspir İlçesi hudutlarında olması, ilimiz için ayrı bir sevinç kaynağıdır. Bu 5 santralın kurulu gücü, toplam 579 megavat, ortalama yıllık enerji üretimi 1 989 kilovat ve hidroelektrik santralların projelerinin kurulu güç maliyeti -800 ilâ 1 500 dolar olduğu dikkate alınarak- ortalama 1 000 dolar/kilovat üzerinden 579 milyon dolardır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Polat, toparlayın efendim. Süre verdim.

ASLAN POLAT (Devamla) - Toparlıyorum Başkanım.

Ortalama olarak, doları 100 bin liradan kabul edersek, 60 trilyon tutarında bir yatırımla, 1997 yılı için Devlet Su İşleri 8 inci Bölge Müdürlüğünün, Erzurum, Erzincan, Ağrı illerindeki toplam yatırım ödeneğinin 2 trilyon 951 milyar olduğu ve sırf İspir İlçesinde yapılacak yap-işlet metodu yatırımın, Devlet Su İşlerinin 3 ilde yapacağı toplam yatırımın 20 katı olduğu düşünülürse, işin boyutları anlaşılır.

Ayrıca, ilimizdeki büyük bir heyecan da İran doğalgazıdır. Doğubeyazıt'tan Erzurum'a kadar olan kısmı 300 kilometre olan ve 13-25 Aralık 1996 tarihleri arasında BOTAŞ Genel Müdürlüğüne başvurarak, 28 Şubat 1997 tarihine kadar teklif verecek firmalar vasıtasıyla, 1999 yılından itibaren, İran'dan, yaklaşık olarak, yılda 3 milyar metreküple başlayacak olan gaz alımı, 2005 yılında 10 milyar metreküp düzeyine ulaşacak_

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ASLAN POLAT (Devamla) - _ve toplam 20 milyar dolar tutarındaki gaz alımının, 10 milyar dolarının mal ihracıyla karşılanacak olması, doğu illerimizde ticareti artıracak; ayrıca, ucuz ve temiz enerji kaynağıyla, şehrimizde artan hava kirliliğine bir çözüm olacak ve sanayinin patlamasına vesile olacaktır. Ana hat ve kollarıyla, 2 000 kilometre civarındaki boru hattı inşası, takriben 800 milyon dolar yatırımla gerçekleşecektir. Ayrıca, İran doğalgazının ülkemize gelmesiyle, Van veya Erzurum'da, doğalgaza dayalı 500 megavat civarında bir santral kurulması da düşünülmektedir.

Çoruh üzerindeki hidroelektrik santralları, doğalgaz ve doğalgaz çevrim santralı, ülkemizin ve şehrimizin ekonomik yapısını değiştirecek büyük yatırımlara sebep olacak ve inşallah, doğunun makûs talihini değiştirecektir.

Bu duygu ve düşüncelerle, 1997 yılı Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı bütçemizin ülkemize hayırlı olmasını diler, hepinize saygılar sunarım. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Polat, teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, dokuzuncu tur görüşmelerdeki, gruplar adına ve kişisel konuşmalar tamamlanmıştır.

Şimdi, sorulara geçeceğiz; ancak, sorulara geçmeden önce, saat 17.20'de toplanmak üzere, birleşime 10 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati : 17.10

ÜÇÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati: 17.23

BAŞKAN : Başkanvekili Yasin HATİBOĞLU

KÂTİP ÜYELER: Ünal YAŞAR (Gaziantep), Ali GÜNAYDIN (Konya)


BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 33 üncü Birleşiminin Üçüncü oturumunu açıyorum.

IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. - 1997 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1994 ve 1995 Malî Yılları Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/518; 1/519; 1/282, 3/414; 1/283, 3/415; 1/492, 3/516; 1/493, 3/517) (S. Sayıları : 134, 135, 103, 102, 151, 150) (Devam)

A) İÇİŞLERİ BAKANLIĞI (Devam)

1. - İçişleri Bakanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - İçişleri Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - İçişleri Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

a) Emniyet Genel Müdürlüğü (Devam)

1. - Emniyet Genel Müdürlüğü 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Emniyet Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Emniyet Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

b) Jandarma Genel Komutanlığı (Devam)

1. - Jandarma Genel Komutanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Jandarma Genel Komutanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Jandarma Genel Komutanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

c) Sahil Güvenlik Komutanlığı (Devam)

1. - Sahil Güvenlik Komutanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Sahil Güvenlik Komutanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Sahil Güvenlik Komutanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

B) ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANLIĞI (Devam)

1. - Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

a) Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (Devam)

1. - Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

b) Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü (Devam)

1. - Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN - Bütçe görüşmelerine kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Komisyonun hazır olduğunu görüyorum.

Hükümet?..

AYHAN FIRAT (Malatya) - Hükümet yok efendim. (DYP sıralarından “Buralarda” sesleri)

BAŞKAN - Buralarda olması yetmez; orada olması lazım.

YALÇIN GÜRTAN (Samsun) - Çay içiyor Hükümet.

BAŞKAN - Efendim, bir sayın bakan olur; burada önemli olan hükümetin temsil edilmesidir.

Evet, Hükümetin hazır olduğunu, Komisyonla birlikte, mahsus yerlerini aldıklarını tespit ettim.

Şimdi, efendim, Sayın İçişleri Bakanımızı bir haberdar eder misiniz; onunla ilgili sorular olabilir; ağırlığı da o elimizdeki soruların; ama, ben, soru sahibi değerli milletvekillerinin isimlerini okuyayım zabıtlara geçmesi açısından.

Efendim, ben, sual tevcih eden sayın üyerin isimlerini okuyacağım; ancak, tüm uyarılara rağmen, yine de 48 sayın üye talepte bulunmuş, her biri de uzun uzun sorular; kaç tanesine süremiz kâfi geliyorsa, o kadar soruyu Sayın Bakanlara tevcih edeceğim.

Sayın Yalçın Gürtan, Sayın İlhan Sungur, Sayın Cafer Tufan Yazıcıoğlu, Sayın Cafer Tufan Yazıcıoğlu, Sayın İbrahim Çebi, Sayın Esat Bütün, Sayın Tahsin Boray Baycık, Sayın Ayhan Gürel, Sayın Müjdat Koç, Sayın Müjdat Koç, Sayın Mustafa Güven Karahan, Sayın Fikret Uzunhasan, Sayın Tahsin Boray Baycık, Sayın Suat Pamukçu, Sayın Mehmet Büyükyılmaz, Sayın Cihan Yazar, Sayın Çetin Bilgir, Sayın Celal Topkan, Sayın Celal Topkan, Sayın Kâzım Arslan, Sayın Abdulbaki Gökçel, Sayın Nezir Büyükcengiz, Sayın Çetin Bilgir, Sayın Tevhit Karakaya, Sayın Celal Topkan, Sayın Bekir Kumbul, Sayın Erdoğan Toprak, Sayın Musa Uzunkaya, Sayın Musa Uzunkaya, Sayın İbrahim Özsoy, Sayın Avni Kabaoğlu, Sayın Hüseyin Arı, Sayın Turan Bilge, Sayın Esat Bütün, Sayın Selahattin Beyribey, Sayın Abdulbaki Gökçel, Sayın Abdullah Arslan, Sayın İbrahim Yılmaz, Sayın Doğan Baran, Sayın Ayhan Fırat, Sayın Ahmet Karavar, Sayın Ahmet Karavar, Sayın Fevzi Arıcı, Sayın Mustafa İlimen, Sayın Tahir Köse, Sayın Abdulkadir Öncel, Sayın Yakup Hatipoğlu, Sayın Mahmut Nedim Bilgiç.

Sayın milletvekilleri, Sayın Divan Üyesinin soruları oturduğu yerde okuması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Şimdi, 20 dakikalık süreyi başlatıyorum.

Sayın üyelerin, hazır olup olmadıklarını arayacağım.

Sayın Yalçın Gürtan?.. Burada.

Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun, İçişleri Bakanı Sayın Meral Akşener tarafından sözlü olarak cevaplandırılmasını arz ederim. 13.12.1996

Yalçın Gürtan

Samsun

İçişleri Komisyonu Üyesi

Dün, bütün medyada ve bugün de gazetelerde “Topal cinayetinde kullanılan silah üzerinde, Susurluk'ta ölen Abdullah Çatlı'nın parmak izleri bulunmuştur” şeklinde haberler yayınlanmıştır. Ölü bir kişi için takibat yapılamayacağına göre, Topal cinayetinin dosyasını kapatacak mısınız? Yoksa nereye kadar gitmesi gerekiyorsa gideceğiz düşüncesi içinde misiniz?

Sendikal ve özlük hakları konusunda gösteri ve yürüyüş yapan işçi ve memurlarımıza köpek saldırtan, saçından başından sürükleyen, kaçan öğrencilere tekme, tokat kıyasıya sert davranan polisimiz, acaba cumhuriyet rejimimizi hedef alan Aczmendilerin Ankara'daki gösterilerinde niçin pasif kalmıştır? Bu, çifte standart mıdır?

HAYRİ DOĞAN (Antalya) - Mektup mu yazmış?

Y. FEVZİ ARICI (İçel) - Böyle soru olmaz, istismar ediyor Sayın Başkan.

BAŞKAN - Efendim, müsaade buyurun...

Sayın Hükümet, iki sayın bakana da ifade ediyorum, bu soruları sözlü cevaplandırma mecburiyetiniz yoktur, arzu buyurursanız yazılı cevap verme imkânınız da vardır.

Buyurun Sayın Bakan.

İÇİŞLERİ BAKANI MERAL AKŞENER (İstanbul) - Soru soran arkadaşa teşekkür ediyorum.

Çatlı ile ilgili olarak parmak izi, balistik muayene sonucunda, cinayetin işlenmesinden beş buçuk ay sonra ortaya çıkmıştır. Bunun elbetteki kapatılması söz konusu değildir. Devletimizin tüm kurum ve kuruluşları, üzerlerine düşen görevi yapmaktadırlar. Bakanlığım da, bu konunun üzerine titizlikle ve ciddiyetle gitmektedir.

Yalnız, bu beş buçuk ay evvel işlenen cinayetin dün ortaya çıkmasıyla ilgili konuda, o dönemde görevli olan arkadaşlarımızın ihmali olup olmadığı konusunda da ayrıca bir soruşturma açtırdığımı ifade etmek isterim; ciddiyetle üzerinde durulmaktadır. (DYP sıralarından alkışlar)

Güvenlik güçlerimiz devletimizin kurumlarından, temsilcilerindendir; çok fedakârane ve özveri içerisinde görev yapmaktadırlar, 48 saat uykusuz kalarak görev yapmaktadırlar. Zaman zaman içlerinden yanlış davrananlar olmuştur, bundan sonra da belki olacaktır; olmaması için gereken önlemleri alıyoruz, yanlış davranan arkadaşlarımıza da hukuk kuralları çerçevesinde gerekli şekilde davranılıyor. Bunun dışında polis, devletimizin polisi, herkese eşit mesafededir. Onun için, sadece bir gruba kötü bir başka gruba iyi davranılmıştır gibi bir mülahazayı doğru kabul etmek mümkün değildir; ama, münferit hadiselerin üzerine de gidilmektedir.

Teşekkür ederim. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Bakan, teşekkür ediyorum.

Soru cevaplandırılmıştır.

İkinci soru Sayın İlhan Sungur'un.

Sayın Sungur?.. Burada.

Soruyu okur musunuz:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun, aracılığınızla, Sayın Enerji Bakanı tarafından cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.

Prof. Dr. İlhan Sungur

Trabzon

Soru: Doğu Karadeniz Bölgesinde ve bilhassa Trabzon'da, sık vuku bulan sel felaketlerinden sonra, dere kenarlarında büyük tahribat meydana gelmektedir. Bunları önlemek için, bu yıl, bütün Türkiye genelinde ayrılan 12 trilyon lira yetersiz kalacaktır. Taşkınları önlemek için DSİ küçük su işlerine en azından 5 trilyon daha eködenek ayırmayı düşünüyor musunuz?

BAŞKAN - Sayın Bakan, yazılı cevap imkânınız var?

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET RECAİ KUTAN (Malatya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; değerli arkadaşımızın bahsettiği husus isabetlidir; ancak, bunu temin edebilmek için bir ekbütçe talebimiz var; bu talebimiz karşılandığı takdirde, bunu temin edeceğiz. Soruyu böyle cevaplandırabiliyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Ben teşekkür ediyorum. Soru cevaplandırılmıştır.

Üçüncü sırada, Sayın Cefer Tufan Yazıcıoğlu?.. Burada.

Soruyu okuyalım:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı bütçesiyle ilgili sorularım, gereği için bilgilerinize arz olunur.

Saygılarımla.

Cafer Tufan Yazıcıoğlu

Bartın

1. Bartın İine DSİ şube müdürlüğü veya başmühendisliği kurulacak mıdır?

2. Bartın İli Amasra İlçesindeki şiferton ile Kurucaşile İlçesindeki dolomit madenlerinin işletilmesi düşünülüyor mu?

3. Bartın İli Amasra İlçesine termik santral yapımı planlanıyor mu?

4. Bartın İli Kirazlıköprü Barajının elektrik üretim amaçlı planlamasının ve ihalesinin yapılması mümkün müdür?

BAŞKAN - Sayın Yazıcıoğlu'nun bir sorusu daha var; onu da okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İçişleri Bakanlığı bütçesiyle ilgili sorularım, gereği için bilgilerinize arz olunur.

Saygılarımla.

Soru:

1. On aydır valisiz Bartın'a vali atanması ne zaman yapılacak?

2. Bartın İli Kozcağız ve Arıt Bucakları ilçe yapılacak mıdır?

3. Bartın İli Hasankadı belediyesinin kurulma işlemi tamamlandı mı?

BAŞKAN - Sayın Bakan?..

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET RECAİ KUTAN (Malatya) - Yazılı olarak cevaplandıracağız.

İÇİŞLERİ BAKANI MERAL AKŞENER (İstanbul) - Yazılı cevap vermeyi istiyoruz efendim.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Sorular yazılı cevaplandırılacaktır.

Beşinci sırada, Sayın İbrahim Çebi?.. Burada.

Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun aracılığınızla İçişleri Bakanı Sayın Meral Akşener tarafından cevaplandırılmasını arz ederim.

İbrahim Çebi

Trabzon

Soru:

Trabzon İli Şalpazarı İlçesinde mülkiyeti hazır bulunan 2 432 metrekare arsanız üzerine 1997 yılında emniyet binasının yapımına başlayacak mısınız?

BAŞKAN - Sayın Çebi'nin bir sorusu daha var; onu da okutuyorum:

Soru:

Trabzon İli Şalpazarı İlçesinin Karakısrak, Alaca ve Düzgöllü yörelerine elektrik dağıtımı yaparak, burada yaşayan vatandaşların mağduriyetini giderecek misiniz?

BAŞKAN - Sayın Bakan?..

İÇİŞLERİ BAKANI MERAL AKŞENER (İstanbul) - Bütçede ödenek olmadığı için başlayamıyoruz.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET RECAİ KUTAN (Malatya) - Yazılı olarak cevaplandıracağız.

BAŞKAN - Sayın İçişleri Bakanı sözlü cevaplandırdı, Sayın Enerji Bakanı yazılı cevap verecek.

İBRAHİM ÇEBİ (Trabzon) - Sayın Başkan, Sayın Enerji Bakanı soruma cevap vermedi.

BAŞKAN - Efendim, Sayın Bakan “yazılı cevap vereceğim” dedi.

Sayın Esat Bütün?.. Burada.

Sorusunu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın aracılığınızla cevaplandırılmasını arz ederim.

Esat Bütün

Kahramanmaraş

1. Yıllardır programda bekleyen Karakuz Barajının ihalesini yapmayı düşünüyor musunuz?

2. Afşin-Elbistan Termik Santralında radyasyon ölçümü yapılması için tedbir almayı düşünüyor musunuz?

3. Afşin-Elbistan Termik Santralı, Kemerköy, Yatağan, Gökova'dan 4 kat büyük olduğu halde neden öncelikle Afşin - Elbistan Termik Santralının baca gazlarını temizleme için tedbir almıyorsunuz?

4. Neden Adatepe ve Ayvalı Barajlarının ödeneklerini yüzde 15 artırdınız? Yüzde 90'lar civarındaki enflasyon karşısında bu artışı adil buluyor musunuz?

BAŞKAN - Sayın Bakan?..

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET RECAİ KUTAN (Malatya) - Yazılı olarak cevaplandıracağız.

BAŞKAN - Çok teşekkür ediyorum.

Soru yazılı cevaplandırılacak.

Sayın Tahsin Boray Baycık?.. Burada.

Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı bütçesiyle ilgili sorularımın Sayın Bakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına aracılığınızı saygılarımla arz ederim. 14.12.1996

Tahsin Boray Baycık

Zonguldak

Soru 1- Son on yılda, TTK'da yeraltında kömür rezervi hazırlığına yatarım yapılmamıştır; döneminizde kömür rezervi hazırlığına yönelik yatırım yapılacak mıdır?

Soru 2- Türkiye'nin, yılda, asgarî 10 milyon ton taşkömürüne ihtiyacı varken, Türkiye Taşkömürü, son on yılda, üretimini, 6 milyon tondan 2,5 milyon tona indirmiştir; geriye kalan 7,5 milyon ton taşkömürünü dışarıya döviz ödeyerek ithal etmekteyiz. Türkiye döviz sıkıntısı içerisindeyken ve elimizde 1 milyon tona yakın taşkömürü rezervi varken ve işsizlik bu denli yükselmişken, TTK'nın üretime ve hazırlığa yönelik projelerine, Hükümet, teşvik ve finansman ayırarak, TTK'nın idamesi sağlanacak mıdır?

Soru 3- TTK Armutçuk İşletmesinde üretilen 0,10 milimetre kömürler için, Amasra'da yapılacak olan briketleme tesisi düşünülüyor mu?

BAŞKAN - Sayın Bakan?..

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET RECAİ KUTAN (Malatya) - Efendim, sayın milletvekili cevabın yazılı olarak bildirilmesini ifade ettiler; yazılı olarak cevaplandıracağız.

BAŞKAN - Soru yazılı olarak cevaplandırılacak.

Sayın Ayhan Gürel?.. Burada.

Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Sayın Başkan, sorularımın, aracılığınızla, Sayın İçişleri Bakanımız tarafından cevaplandırılmasını arz ederim.

Ayhan Gürel

Samsun

1. Üniversitelerimizde üzücü öğrenci olaylarının başlatılması isteniyor. Bu olayların yaygınlaşmasını önlemek için ne gibi tedbirler aldınız?

2. Üniversite içerisindeki öğrencilere üniversite dışarısından girerek satır, bıçak ve sopalarla saldırıda bulunanlar kimlerdir? Kolluk kuvvetleri bu kişileri neden yakalamamaktadırlar?

3. Bakanlığınıza bağlı kolluk güçleri, öğrenci gösteri yürüyüşlerini, toplantılarını dağıtırken, hiç hoş olmayan şekilde öğrencilere karşı şiddet kullanmakta, acımasızca saldırmaktadırlar.

Kolluk güçlerinin hukuk kurallarına aykırı görev yapmalarını önleyecek misiniz? Ne gibi tedbirler aldınız?

Teşekkür eder, saygılar sunarım.

BAŞKAN - Sayın Bakan?..

İÇİŞLERİ BAKANI MERAL AKŞENER (İstanbul) - Sayın Başkan, yazılı cevap vereceğiz.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Sorular yazılı cevaplandırılacaktır.

Sayın Müjdat Koç?.. Burada.

Sayın Koç'un sorularını okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı Sayın Meral Akşener tarafından yanıtlanması için gereğini saygılarımla arz ederim.

Müjdat Koç

Ordu

Soru 1- Ordu İli İkizce, Çaybaşı, Gürgentepe İlçelerinde güvenlik hizmetleri jandarma tarafından yürütülmektedir. Bu ilçelere emniyet teşkilatının kurulması düşünülmekte midir?

Soru 2- Ordu İli Kumru İlçesinin ilçe derecesini, komşusu Korgan İlçesinde olduğu gibi, 5'ten 4 üncü dereceye yükseltmeyi düşünüyor musunuz?

Soru 3- Fatsa İlçesi Emniyet Müdürlüğü ve Bölge Trafik İstasyonunda bulunan eksik sayıdaki ve oldukça eski araç sayısını yenileriyle takviye etmeyi düşünüyor musunuz?

BAŞKAN - Sayın Bakan?..

İÇİŞLERİ BAKANI MERAL AKŞENER (İstanbul) - Sayın Başkan, yazılı cevap vereceğiz.

BAŞKAN - Sayın Koç'un, ayrıca Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanından da sorusu var, okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Recai Kutan tarafıntan yanıtlanması için gereğini saygılarımla arz ederim.

Müjdat Koç

Ordu

Soru 1- Ordu-Topçam Barajı ve Hidroelektrik Santralı 1997 yılı programına alınmış mıdır? Ayrılan ödenek, bitmesi için yeterli midir?

Soru 2- Ordu İli ve ilçelerinin dağıtım hattı, şehir şebekesi ve köy şebekesi eksikleri vardır; bunlardan hangi ilçe ve köyler çalışma programına alınmıştır?

BAŞKAN - Sayın Enerji Bakanımız?..

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET RECAİ KUTAN (Malatya) -  Yazılı olarak cevaplandıracağız Sayın Başkan.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Sorular, her iki bakan tarafından yazılı cevaplandırılacaktır.

11 inci sırada Sayın Mustafa Güven Karahan'ın soruları vardır.

Sayın Mustafa Karahan?.. Burada.

Soruları okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İçişleri Bakanlığı ile ilgili sorumun, aracılığınızla, İçişleri Bakanı Sayın Meral Akşener tarafından yanıtlanmasını saygılarımla arz ederim.

Dr. Mustafa Güven Karahan

Balıkesir

Soru: Popülizmin esiri olan politikacıların, her gittikleri yerde olur olmaz vaatlerde bulundukları ülkemizin gerçeklerindendir.

Kırk yıldan fazla bir zamandır il olmayı düşleyen Bandırma'nın ve gerçekten il olmayı hak eden diğer ilçelerin il olması konusunda ne düşünüyorsunuz?

BAŞKAN - Sayın Bakan?..

İÇİŞLERİ BAKANI MERAL AKŞENER (İstanbul) - Sayın Başkan, yazılı cevap vereceğiz.

BAŞKAN - Bu soruyu da popülist buldunuz galiba.

Bu soru yazılı cevaplandırılacaktır.

Sayın Tahsin Boray Baycık?.. Burada.

Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İçişleri Bakanlığının bütçesiyle ilgili sorumun Sayın Bakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına yardımlarınızı saygılarımla arz ederim. 14.12.1996

Boray Baycık

Zonguldak

30-35 bin civarında olan ve halen askerliklerini yapmamış olan emniyet mensuplarımızın, dört aylık kısa dönem askerlik yapabilmeleri hususunda, Bakanlığınızca bir çalışma var mıdır?

BAŞKAN - Sayın Bakan?..

İÇİŞLERİ BAKANI MERAL AKŞENER (İstanbul) - Bu konuda bir çalışma vardır; çözme yönünde büyük gayret sarf ediyoruz.

BAŞKAN - Soru cevaplandırılmıştır.

14 üncü sırada, Sayın Suat Pamukçu?.. Sayın Pamukçu hazır.

Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun, delaletinizle, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanımız tarafından cevaplandırılması hususunu arz ederim.

Suat Pamukçu

Bayburt

Çoruh Nehri üzerinde inşa edilecek Laleli barajına ne zaman başlanacaktır; ilgili firma seçilmiş midir?

BAŞKAN - Sayın Bakan?..

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET RECAİ KUTAN (Malatya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir vesileyle, konuşmalar sırasında, Artvin milletvekili bir arkadaşımızın belirttiği gibi, Çoruh Nehri, hidroelektrik enerji bakımından çok büyük imkâna sahip bir nehrimiz. Bu nehir üzerindeki 5 adet ilk kademenin yap-işlet-devret modeliyle ele alınması için, bahsi geçen baraj ve hidroelektrik santralı, yap-işlet-devret modeliyle ilana çıkmış durumdadır. Yakın bir zamanda neticeye bağlanacağını ümit ediyorum.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Sual cevaplandırılmıştır; teşekkür ediyorum.

15 inci sırada, Sayın Mehmet Büyükyılmaz?.. Burada.

Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun Sayın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı tarafından cevaplandırılmasını arz ederim.

Mehmet Büyükyılmaz

Adana

Soru: Dışarıdan enerji alımıyla ilgili ihaleyi Refah Partisi Ankara İl Başkanı ve sizin yakın akrabalarınızın aldığı doğru mudur?

BAŞKAN - Sayın Bakan?..

ENERJİ VE TABİî KAYNAKLAR BAKANI MEHMET RECAİ KUTAN (Malatya) - Sayın Başkan, bu dışarıdan ithal edilen enerjiden ne kastedildiğini doğrusu anlayamadım. Eğer, burada kastedilen doğalgazsa, doğalgaz, doğrudan doğruya BOTAŞ Genel Müdürlüğümüz tarafından alınmaktadır; eğer, enerjiden kasıt petrolse, petrol, doğrudan doğruya TÜPRAŞ Genel Müdürlüğümüz tarafından alınıyor. Onun dışında, kömürle ilgiliyse, bu, büyük ölçüde...

MEHMET BÜYÜKYILMAZ (Adana) - TEAŞ efendim...

BAŞKAN - Biz soruyu okuduk Sayın Bakan; siz, o soruyu bildiğiniz şekilde cevaplayın lütfen.

ENERJİ VE TABİî KAYNAKLAR BAKANI MEHMET RECAİ KUTAN (Malatya) - Şimdi, biraz evvel sesli olarak geldi; Bulgaristan'dan satın alınan elektrik enerjisi bahse konu. Bu, serbest rekabet şartları içerisinde ihaleye çıktı ve bunun neticesinde bir firma kazandı; ancak, hangi firmanın kazandığını, doğrusu, bilemiyorum. Yalnız, ihale esaslarına göre, bir firma kazanmış durumdadır.

MEHMET BÜYÜKYILMAZ (Adana) - Çözümünüz ne Sayın Bakan; onu soruyorum...

BAŞKAN - Peki, teşekkür ediyorum.

Soru cevaplandırılmıştır.

Sayın Fikret Uzunhasan burada mı efendim? Burada.

Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki soruların bakanlık bütçesinin görüşülmesi sırasında Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanınca yanıtlanması için gereğini saygılarımla arz ederim. 14.12.1996

Fikret Uzunhasan

Muğla

1. Bilindiği gibi, Yatağan-Yeniköy ve Kemerköy santralları Aydın Bölge İdare Mahkemesi kararınca kapatılmış; ancak, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı tarafından bu mahkeme kararını kaldıran bir Bakanlar Kurulu kararı alındığı belirtilerek santrallar açılmıştır; ancak, ortada yayımlanmış bir Bakanlar Kurulu kararı yoktur.

a) Bu konuda gerçekten bir Bakanlar Kurulu kararı alınmış mıdır? Yoksa, sadece alındığı mı söylenmiştir?

b) Söz konusu karar niçin Resmî Gazete'de yayımlanmamıştır? Yayımlanması düşünülmekte midir?

c) Anayasamızdaki “güçler ayrımı” ilkesi çerçevesinde yürütme erkini oluşturan Bakanlar Kurulu, nasıl olup da bir yargı kararını ortadan kaldırabilmektedir? Bunun anayasal dayanağı var mıdır?

2. 12 santral ile tüm dağıtım şirketlerinin işletme hakkının devri için ihale açılmıştır.

a) Bu konuda bir Bakanlar Kurulu kararı olmadan, Bakanlık nasıl tek başına böyle bir ihale açabilmektedir?

b) 3291 sayılı Yasa varken, niçin, ihaleler, 3096 sayılı Yasaya dayanılarak açılmıştır? Bunun amacı, bir kamu hizmeti olan elektriğin işletme hakkını, imtiyaz sözleşmesi düzenlemeden ve Danıştay denetiminden kaçırarak mı devretmektir? Bunun, Anayasaya ve Anayasa Mahkemesi kararlarına aykırı olduğu bilinmekte midir?

BAŞKAN - Sayın Bakan, buyurun.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET RECAİ KUTAN (Malatya) - Sayın Başkan, birinci soru, Batı Anadolu'nun elektrik enerjisini temin eden santrallarla ilgili. Buradaki Yatağan, Yeniköy, Kemerköy termik santralları için, bir süre evvel, hakikaten, Aydın Bölge İdare Mahkemesi tarafından, vakî olan bir müracaat üzerine, çevreyi kirlettiği gerekçesiyle kapatılma kararı verildi. Bu kapatılma kararının ne anlama geldiğini, biz, tabiî, etüt ettik. Anlamı şu: Bunlar, İzmir, Manisa, Aydın, Muğla ve Denizli illerimizin, buradaki sanayinin ve gene şehir kullanımının bütün ihtiyacını karşılayan santrallarımız. Bunlar kapatıldığı takdirde, biz, ancak, bu bölgenin, Ege Bölgesinin dışındaki santrallardan buraya elektrik enerjisi nakletme durumundaydık. Ancak, mevcut olan enerji nakil hatlarımız bu bölge elektrik ihtiyacının ancak yüzde 25'ini nakledecek kapasitedeydi. Yani, dolayısıyla, eğer bu tatbikat gerçekleşseydi, İzmir'de, Manisa'da, Aydın'da, Muğla'da ve Denizli'de her gün 10 saat elektrik kesintisi olacaktı. Tam turizm mevsiminin en yoğun olduğu dönemde, sanayinin en canlı olduğu dönemde, her gün 10 saat elektrik kesintisinin ne anlama geldiğini, herhalde, Yüce Meclis iyi takdir eder. Onun için, bu mesele, Bakanlar Kurulumuza götürüldü, müzakere edildi ve Bakanlar Kurulundan -bundan evvelki bir tatbikat da emsal olarak göz önünde tutularak- bir Bakanlar Kurulu kararı çıkarıldı. Bu Bakanlar Kurulu kararının Resmî Gazetede ilan edilip edilmediğini, doğrusu, takip etmedim; ancak, bu Bakanlar Kururu kararı çıkmıştır, kesindir. Dolayısıyla, tatbikat, bu merkezdedir. Bu hususa ekleyebileceğim başka bir görüşüm yok.

İkincisi...

AYDIN GÜVEN GÜRKAN (İzmir) - Böyle bir şeye yetkiniz var mı Sayın Bakan?

BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayalım efendim.

Sayın Bakan, siz, suali cevaplandırın.

ENERJİ VE TABİÎ KAYNAKLAR BAKANI MEHMET RECAİ KUTAN (Malatya) - Şimdi, mevcut olan elektrik dağıtım sistemlerimizin ihalesi konusunda, bir Bakanlar Kurulu kararına ihtiyaç yok. Bu, tamamen, Bakanlığımın yetkisi dahilindedir. Dolayısıyla, bu yetki kullanılarak ve Hükümetimizin de genel politikasına uygun olduğu için böyle bir ihaleye gidilmiştir.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, sual cevaplandırılmış ve süre tamamlanmıştır.

AYHAN FIRAT (Malatya) - Sayın Başkan, öncelik arz eden bir sorumuz vardı.

BAŞKAN - Şimdi, sırasıyla, dokuzuncu turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı ayrı okutup, oylarınıza sunacağım.

İçişleri Bakanlığı 1997 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

A ) İÇİŞLERİ BAKANLIĞI

1. - İçişleri Bakanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 27 640 365 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

111 Mahallî İdareler Hizmetleri 4 914 075 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

112 Nüfus ve Vatandaşlık Hizmetleri 4 571 300 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

113 Sivil Savunma ve Seferberlik Hizmetleri 701 400 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 4 284 600 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

999 Dış Proje Kredileri 203 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

T O P L A M 42 314 740 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

İçişleri Bakanlığı 1997 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2.- İçişleri Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- İçişleri Bakanlığı 1994 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Genel toplamı okutuyorum:

İçişleri Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

A - C E T V E L İ

1050 S.K. 83.

Madde Gereğince

Genel Ödenek Toplam İptal Edilen Ödenek Dışı Saklı Tutulan

Toplamı Harcama Ödenek Harcama Ödenek

TOPLAM : 8 432 383 252 000 8 123 289 090 000 709 222 836 000 400 128 674 000 11 310 126 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

İçişleri Bakanlığı 1994 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

3.- İçişleri Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- İçişleri Bakanlığı 1995 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Genel toplamı okutuyorum:

İçişleri Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

A - C E T V E L İ

Akreditif,

Taahhüt Art. ve

Genel Ödenek Toplam İptal Edilen Ödenek Dışı Dış Proje Kred.

Toplamı Harcama Ödenek Harcama Saklı Tut. Öd.

TOPLAM : 15 500 778 302 000 14 660 781 217 000 872 588 513 000 32 591 428 000 18 131 755 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

İçişleri Bakanlığı 1995 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

İçişleri Bakanlığı 1997 malî yılı bütçesi ile 1994 ve 1995 malî yılları kesinhesaplarının bölümleri kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.

Emniyet Genel Müdürlüğü 1997 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

1.- Emniyet Genel Müdürlüğü 1997 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 49 311 125 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

111 Güvenliği Sağlama ve Düzenleme Hizmetleri 117 418 235 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 1 400 900 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

999 Dış Proje Kredileri 340 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

T O P L A M 168 470 260 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Emniyet Genel Müdürlüğü 1997 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2.- Emniyet Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- Emniyet Genel Müdürlüğü 1994 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Genel toplamı okutuyorum:

Emniyet Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

A - C E T V E L İ

1050 S.K. 83. Madde

Genel Ödenek Toplam İptal Edilen Ödenek Dışı Ertesi Yılı Gereğince Saklı

Toplamı Harcama Ödenek Harcama Devreden Ödenek Tutulan Ödenek

TOPLAM: 27 460 075 209 000 26 869 927 231 000 867 881 051 000 366 683 959 000 88 905 886 000 521 420 565 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Emniyet Genel Müdürlüğü 1994 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

3.- Emniyet Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- Emniyet Genel Müdürlüğü 1995 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Genel toplamı okutuyorum:

Emniyet Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

A - C E T V E L İ

Akreditif, Taah. Art.

Genel Ödenek Toplam İptal Edilen Ödenek Dışı Ertesi Yılı ve Dış Proje Kred.

Toplamı Harcama Ödenek Harcama Devreden Ödenek Saklı. Tut. Ödenek

TOPLAM: 50 889 229 266 000 49 776 550 018 000 1 929 562 730 000 985 649 275 000 168 765 793 000 1 347 188 654 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Emniyet Genel Müdürlüğü 1995 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Emniyet Genel Müdürlüğü 1997 malî yılı bütçesi ile 1994 ve 1995 malî yılları kesinhesaplarının bölümleri kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.

Jandarma Genel Komutanlığı 1997 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

1.- Jandarma Genel Komutanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 19 217 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

111 Güvenlik Hizmetleri 98 257 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

T O P L A M 117 474 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Jandarma Genel Komutanlığı 1997 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2.- Jandarma Genel Komutanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- Jandarma Genel Komutanlığı 1994 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Genel toplamı okutuyorum:

Jandarma Genel Komutanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

A - C E T V E L İ

1050 S.K. 83. Madde

Genel Ödenek Toplam İptal Edilen Ödenek Dışı Ertesi Yılı Gereğince Saklı

Toplamı Harcama Ödenek Harcama Devreden Ödenek Tutulan Ödenek

TOPLAM: 23 097 183 485 000 22 021 367 288 000 1 311 574 148 000 238 650 182 000 2 892 231 000 1 233 486 095 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Jandarma Genel Komutanlığı 1994 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

3.- Jandarma Genel Komutanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- Jandarma Genel Komutanlığı 1995 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Genel toplamı okutuyorum:

Jandarma Genel Komutanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

A - C E T V E L İ

Akreditif, Taah. Art.

Genel Ödenek Toplam İptal Edilen Ödenek Dışı Ertesi Yılı ve Dış Proje Kred.

Toplamı Harcama Ödenek Harcama Devreden Ödenek Saklı. Tut. Ödenek

TOPLAM: 38 053 408 510 000 36 675 098 822 000 2 138 327 075 000 769 927 438 000 9 910 051 000 1 779 596 217 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Jandarma Genel Komutanlığı 1995 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Jandarma Genel Komutanlığı 1997 malî yılı bütçesi ile 1994 ve 1995 malî yılları kesinhesaplarının bölümleri kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.

Sahil Güvenlik Komutanlığı 1997 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

1.- Sahil Güvenlik Komutanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 293 150 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

111 Sahil Güvenlik Hizmetleri 4 667 550 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

T O P L A M 4 960 700 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sahil Güvenlik Komutanlığı 1997 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2. - Sahil Güvenlik Komutanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

Sahil Güvenlik Komutanlığı 1994 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Genel toplamı okutuyorum:

Sahil Güvenlik Komutanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

A - C E T V E L İ

1050 S.K. 83.

Madde Gereğince

Genel Ödenek Toplam İptal Edilen Ödenek Dışı Saklı Tutulan

Toplamı Harcama Ödenek Harcama Ödenek

TOPLAM : 350 183 313 000 326 945 090 000 23 870 418 000 632 195 000 19 977 929 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sahil Güvenlik Komutanlığı 1994 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.

3.- Sahil Güvenlik Komutanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- Sahil Güvenlik Komutanlığı 1995 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Genel toplamı okutuyorum:

Sahil Güvenlik Komutanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

A - C E T V E L İ

Akreditif,

Taahhüt Art. ve

Genel Ödenek Toplam İptal Edilen Dış Proje Kred.

Toplamı Harcama Ödenek Saklı Tut. Öd.

TOPLAM : 867 547 680 000 660 427 304 000 207 120 376 000 43 665 110 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sahil Güvenlik Komutanlığı 1995 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Sahil Güvenlik Komutanlığı 1997 malî yılı bütçesi ile 1994 ve 1995 malî yılları kesinhesaplarının bölümleri kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.

Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1997 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

B ) ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANLIĞI

1.- Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 290 425 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

111 Maden ve Enerji Kaynaklarının İşletilmesi 10 392 025 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 8 439 380 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

999 Dış Proje Kredileri 83 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

T O P L A M 19 204 830 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1997 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2.- Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1994 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Genel toplamı okutuyorum:

Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

A - C E T V E L İ

1050 S.K. 83.

Madde

Genel Ödenek Toplam İptal Edilen Gereğince Saklı

Toplamı Harcama Ödenek Tutulan Ödenek

TOPLAM : 2 670 640 942 000 2 516 940 345 000 153 700 597 000 3 453 686 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1995 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

3.- Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1995 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Genel toplamı okutuyorum:

Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

A - C E T V E L İ

Genel Ödenek Toplam İptal Edilen

Toplamı Harcama Ödenek

TOPLAM : 3 282 308 911 000 3 059 522 604 000 222 786 307 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Enerji ve Tabiîl Kaynaklar Bakanlığı 1995 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı 1997 malî yılı bütçesi ile 1994 ve 1995 malî yılları kesinhesaplarının bölümleri kabuledilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.

Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1997 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

1.- Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1997 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 79 040 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

111 Petrol Faaliyetleri ve Akaryakıt Politikası 123 960 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 1 105 055 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

T O P L A M 1 308 055 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(B) cetvelini okutuyorum:

B - C E T V E L İ

Gelir

Türü A ç ı k l a m a L i r a

2 Vergi Dışı Normal Gelirler 1 060 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 Özel Gelirler, Hazine Yardımı ve Devlet Katkısı 1 306 995 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

T O P L A M 1 308 055 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1997 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2.-Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN-Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1994 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

A - C E T V E L İ

Genel Ödenek Toplam İptal Edilen

Toplamı Harcama Ödenek

TOPLAM : 239 142 800 000 151 500 989 000 87 641 911 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum: B - C E T V E L İ

Tahmin Tahsilat

Lira Lira

TOPLAM : 289 700 000 000 155 227 279 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1994 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

3.-Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN-Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1995 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

A - C E T V E L İ

Genel Ödenek Toplam İptal Edilen

Toplamı Harcama Ödenek

TOPLAM : 237 596 275 000 236 047 795 000 1 548 480 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

B - C E T V E L İ

Tahmin Tahsilat

Lira Lira

TOPLAM : 228 130 000 000 127 778 881 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Petrol İşleri Genel Müdürlüğü 1995 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1997 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum:

1.- Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1997 Malî Yılı Bütçesi

A - C E T V E L İ

Program

Kodu A ç ı k l a m a L i r a

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 37 727 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

103 Makine İkmal Hizmetleri 7 132 700 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

111 İşletme ve Onarım Hizmetleri 1 361 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

112 Büyük Su İşleri 100 646 130 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

113 Küçük Su işleri 12 613 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

114 Yardımcı Tesis Yapımı Hizmetleri 626 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 1 797 960 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

999 Dış Proje Kredileri 14 847 500 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

T O P L A M 176 751 290 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(B) cetvelini okutuyorum:

B - C E T V E L İ

Gelir

Türü A ç ı k l a m a L i r a

2 Vergi Dışı Normal Gelirler 2 576 000 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 Özel Gelirler, Hazine Yardımı ve Devlet Katkısı 174 175 290 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

T O P L A M 176 751 290 000 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1997 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2.- Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN- Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1994 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

A - C E T V E L İ

1050 S.K. 83.

Ertesi Yıla Madde Gereğince

Genel Ödenek Toplam İptal Edilen Devreden Saklı Tutulan

Toplamı Harcama Ödenek Ödenek Ödenek

TOPLAM : 27 401 203 838 000 25 337 101 147 000 2 003 669 932 000 60 432 759 000 168 594 904 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

B - C E T V E L İ

Tahmin Tahsilat

Lira Lira

TOPLAM : 28 386 920 000 000 22 352 168 306 000

BAŞKAN: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1994 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir.

3.- Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN-Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1995 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

A - C E T V E L İ

Akreditif,

Ertesi Yıla Taahhüt Art. ve

Genel Ödenek Toplam İptal Edilen Devreden Dış Proje Kred.

Toplamı Harcama Ödenek Ödenek Saklı Tut. Öd.

TOPLAM : 57 241 271 686 000 53 914 093 115 000 3 238 769 923 000 88 408 648 000 973 800 994 000

BAŞKAN- Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum:

B - C E T V E L İ

Tahmin Tahsilat

Lira Lira

TOPLAM : 40 035 815 000 000 50 014 251 274 000

BAŞKAN: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü 1995 malî yılı kesinhesabı kabul edilmiştir.

Böylece, Bayındırlık ve İskân Bakanlığı ve Devlet Su işleri Genel Müdürlüğü 1997 malî yılı bütçeleri ile 1994 ve 1995 malî yılları kesinhesapları kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.

Sayın milletvekilleri, böylece, İçişleri Bakanlığı ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı ile bu bakanlıklara bağlı kuruluşların 1997 malî yılı bütçeleri ile 1994 ve 1995 malî yılları kesinhesapları kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu hizmetlere vesile olmasını niyaz ediyorum.

Sayın milletvekilleri, bu suretle 9 uncu tur görüşmeler tamamlanmıştır.

C) TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI

1. - Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

a) Tarım Reformu Genel Müdürlüğü

1. - Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

D) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI

1. - Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 10 uncu tur görüşmelere başlıyoruz.

Grupları ve şahısları adına söz talebinde bulunan sayın milletvekillerinin isimlerini okuyorum:

Refah Partisi Grubu adına Sayın Latif Öztek, Sayın Hüseyin Yıldız, Sayın Sıtkı Cengil, Sayın Ersönmez Yarbay; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Nezir Büyükcengiz, Sayın Aydın Güven Gürkan; Anavatan Partisi Grubu adına, Sayın Abdullah Akarsu, Sayın Metin Emiroğlu; Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Zeki Ertugay, Sayın Doğan Baran; Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın Necati Albay, Sayın Kâzım Üstüner, Sayın Bekir Yurdagül, Sayın Şerif Çim; şahısları adına, lehinde, Sayın Hanefi Çelik, Sayın Evren Bulut; aleyhinde, Sayın Ali Kemal Başaran, Sayın Kâzım Üstüner.

Sayın Kapusuz, söz alanlar listesinde, daha önce Grubunuza başka bir isim varken, değiştirilmiş; bu konu bilginiz tahtında mı?

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Evet Sayın Başkan.

BAŞKAN - Peki efendim.

Sayın milletvekilleri, Divanımız, grup görüşmeleri tamamlanıncaya kadar soru önergelerini alacak, ondan sonra almayacaktır.

Şimdi, Refah Partisi Grubu adına Sayın Latif Öztek'e söz veriyorum.

Buyurun efendim.(RP sıralarından alkışlar)

Sayın Öztek, konuşma süreniz 10 dakika efendim.

RP GRUBU ADINA LATİF ÖZTEK (Samsun) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Bakanlığımızın kıymetli temsilcileri; Tarım ve Köyişleri Bakanlığının 1997 malî yılı bütçesi üzerinde Refah Partisi Grubu adına görüşlerimizi arz etmek üzere huzurlarınızda bulunuyorum. Grubum adına, Yüce Heyetinizi ve televizyonları başında bizleri izlemekte olan aziz milletimizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, insan faaliyetlerinin asıl amacı, insanların daha mutlu ve daha müreffeh bir ortamda yaşamalarını sağlamaktır. Hepimizin de hemfikir olacağı üzere, insanoğlunun bütün hayatı boyunca ihtiyaç duyduğu, olmazsa olmaz diyebileceği üç temel ihtiyacı vardır. Bunlar: Yiyecek, giyecek ve barınma ihtiyaçlarıdır. Gıdayı önce söylüyorum; çünkü, öncelikli olan bir ihtiyaç maddesidir. Bu ihtiyaç maddelerinden gıdanın tamamının, giyeceğin de bir miktarının tarım sektörünce karşılanması, onun önemini ve evrenselliğini ortaya koymaktadır. Bu yüzden tarım, sadece kırsal kesimde yaşayan ve tarımla uğraşan nüfusumuzun yüzde 41'ini, yani 25 milyonunu değil, 65 milyonun tamamını ilgilendirmektedir.

Türkiye'de, kırsal alanda yaşayan nüfus, zaman içerisinde oransal olarak azalmıştır. Örneğin, 1970 yılında, ülke nüfusunun yüzde 61,5'i kırsal alanda yaşarken, bu oran 1990 yılında yüzde 41'e gerilemiş, Devlet İstatistik Enstitüsünün tahminlerine göre de, 1996 yılında yüzde 35'e düşmüştür. Ancak, bu oran, gelişmiş ülkelere göre, hâlâ çok yüksektir.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığının 1997 yılı bütçesi, 43 trilyon 245 milyar 902 milyon Türk Lirası olarak belirlenmiştir. Tarım ve Köyişleri Bakanlığının 1996 yılı bütçesi ise, 22 trilyon 615 milyar 277 milyon Türk Lirası olarak kabul edilmişti. Bu değerlere göre, 1996 yılı ile kıyaslandığında, 1997 yılı bütçesindeki artış oranı, yüzde 91,2'dir. Bu oran, beklenen enflasyon oranının üzerindedir; ancak, köylerimiz dahil tüm Türkiye'ye hizmet götüren bir kuruluş olan Bakanlığın daha iyi hizmet götürebilmesi için, gönlümüz, bütçesinin daha fazla olmasını arzu ederdi.

Değerli milletvekilleri, hep söylenir; Türkiye, bir tarım ülkesidir. Evet, biraz önce verdiğimiz rakamlardan, ülkemizde tarımla uğraşanların çok olduğu anlaşılmaktadır. Türkiye'de tarımla uğraşanların fazla olmasına rağmen, üretim, özlenen düzeyde değildir. Türkiye, 8-10 yıl öncesine kadar gıda üretimi bakımından dünyanın kendine yeten 7-8 ülkesinden birisiydi. Bunu övünerek söylüyorduk; ama, şimdi bunu söyleyemiyoruz. Evet, 8-10 yıl öncesine kadar et, canlı hayvan, peynir, buğday, şeker ihraç eden Türkiye gibi tarım ve hayvancılığa müsait bir ülke, bugün, sayılan malları ithal ediyorsa, bunun sebebini aramak ve çözümünü bulmak gerekir. Bunun sebebi, bize göre, o dönemdeki yöneticilerdir; yoksa, Türkiye'nin kaynakları kaybolmamıştır, yerindedir. Yöneticilerin konuyu bilmemesi veya yetersiz olmaları, bu durumu ortaya çıkarmıştır. Anavatan Partisinin 1985-1986 yıllarından itibaren başlattığı ve daha sonra DYP-SHP, bilahara da DYP-CHP koalisyon hükümetlerinin devam ettirdiği yanlış politikalardan dolayı, Türk tarımı bu duruma düşmüştür. O yıllarda, Türkiye'nin sanayi ürünleri ihracatı artmaya başlayınca, tarım ihmal edilmeye başlanmış, taban fiyatlar düşük tutulmuş ve sübvansiyonlar kaldırılmıştı. 1990'lı yıllarda hata anlaşıldı; ama, hayvancılıkta bu hatanın telafisi, kısa sürede ve kolaylıkla mümkün olamaz. Tarla bitkileri yetiştiriciliğinde üretim bir iki yılda artırılabilir. Türkiye, 1991 yılında bu durumu yaşamıştır. 1991 yılı hepinizin bildiği gibi seçim yılıydı, tütüne yüksek taban fiyat verildi. 1991'de 240 881 ton olan tütün üretimi, bir sonraki yılda 334 276 tona yükseldi. Diğer tarla ürünleri için de aynı durum söz konusudur; ama, hayvancılıkta, üretim bir iki yılda artırılamaz. Bugün uygulanmaya başlanan bir iyileştirme tedbirinin sonucu, en erken beş ya da altı yılda alınabilir. Yanlış uygulamaların olumsuz etkisi ise çok daha kısa zamanda görünür.

1980'li yıllardan sonra uygulanan politikaların yanlışlığı, hayvancılığı da, bitkisel ürün yetiştiriciliğini de kârlı olmaktan çıkarmıştır. Hayvancılığın gerilemesinde, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde son yıllarda artan terör olayları da etkili olmuştur. Bütün bunların sonucu olarak Türkiye'nin hayvan varlığı azalmış ve sonuçta dışarıdan canlı hayvan ve et ithal etme mecburiyeti hâsıl olmuştur. Bakınız, 1982'de 83 milyon olan koyun, keçi, inek, ve manda gibi etinden istifade ettiğimiz hayvanların toplam sayısı, 1994'te 57 milyona düşmüştür. Hükümetimizin, bu konuda daha etkin önlemler alarak terör olaylarını tamamen önleyeceğine ve bölgede hayvancılığı geliştireceğine inanıyoruz.

Değerli milletvekilleri, şunu unutmamamız gerekir: Ekonomik faaliyetlerin amacı, verilen emeğe karşılık en yüksek kârı sağlamaktır. Tarımda bunun temini için iki yol vardır: Birincisi, üretime iştirak eden girdi fiyatlarını düşük tutmak; ikincisi, üretilen ürünlere yüksek taban fiyat uygulamak. Her iki husus da köylünün kontrolü dışında gerçekleşmektedir. Bunları, devletler, millî politikaları gereği kontrol ederler. Amerika Birleşik Devletleri de, Avrupa Topluluğu ülkeleri de üreticilerini, yani, tarım sektörünü sübvanse etmektedirler; bu yüzden üretimlerinde kararlılık vardır. Bizim ülkemizde ise 10 - 15 yıldan beri hükümetler, maalesef, belli bir politika izlemediklerinden, üretimimizde bir kararlılık bulunmamaktadır. Ama, şimdi, Hükümetimiz ve onun Tarım Bakanı konuya gereken hassasiyeti göstermektedir. Ben eminim ki, Sayın Bakanımızın bilinçli ve gayretli çalışmaları kısa zamanda meyvelerini verecek ve Türk tarımı özlenen düzeye yükselecektir.

Değerli milletvekilleri, vaktimiz çok sınırlı olduğu için, konunun daha fazla detayına girme imkânım bulunmamaktadır. Bu yüzden, Türk tarımının geliştirilmesi için alınması gerekli önlemleri üst başlıklar halinde sıralamak ve Bakanlığın beş aylık çalışmalarını kısaca değerlendirmek istiyorum.

Birinci husus, bitkisel ve hayvansal ürünlerin üretim, değerlendirme ve pazarlanması, entegre bir proje kapsamında ele alınmalıdır. Sadece üretelim, değerlendirmeyelim ya da elde edilen ürünlerin pazarlanmasına karışmayalım şeklindeki bir değerlendirme, bugüne kadar uygulanan yanlış politikaların devamı olur, Türk köylüsünü ve çiftçisini mağdur eder. Bakanlığımız, bu konuya gereken önemi vermekte ve özel sektöre ait sanayi kuruluşlarıyla organize bir çalışma yürütme gayreti içerisindedir.

İkinci husus, çiftçinin ve yetiştiricinin emeğinin karşılığı tam ve geciktirilmeden, zamanında verilmelidir. Bunun için, taban fiyatı ve teşvik primi gibi uygulamalar etkin bir biçimde sürdürülmelidir. Özellikle toplumumuzun çok fazla ihtiyaç duyduğu et, süt gibi hayvansal ürünlerle buğday, pirinç, şekerpancarı, çeşitli yağlı tohumlar, baklagiller gibi bitkisel ürünlerin taban fiyatları yüksek tutulmalıdır. Aksi halde, düşük taban fiyatı, köylüyü, çiftçiyi, yetiştiriciyi zarara sokar; zarar eden üretici de bugüne kadar olduğu gibi, bu işi yapmaktan vazgeçer. Sonuçta, Türkiye kendisini besleyemez hale gelir ve buğday, şeker, peynir, tereyağı gibi temel gıda maddelerini diğer ülkelerden satın almak mecburiyetinde kalır. Kısaca, Türk köylüsüne vermediğimiz parayı, döviz olarak yabancı ülkelerin çiftçisine, yetiştiricisine vermiş oluruz.

Hükümetimizin bu konudaki çalışmaları takdire şayandır. 1996 yılında durum buğday fiyatları bir önceki yıla göre yüzde 125, ekmeklik Anadolu kırmızı buğday fiyatları yüzde 157, arpa, çavdar ve yulaf fiyatları yüzde 175, mısır fiyatları yüzde 171 oranında artırılmıştır.

Fındık, çeltik, ayçiçeği gibi ürünlerdeki artışlar çiftçiyi memnun etmiştir.

Ancak, burada, bir hususu belirtmek istiyorum. Ürün fiyatları, ekim mevsimi başında açıklanmalıdır. Bu durum, çiftçinin önünü görmesine ve daha kolay karar vermesine sebep olacaktır.

Süt ve et fiyatları da bu dönemde yükseltilerek hayvan yetiştiriciliği kârlı hale getirilmiş ve üreticiler korunmuştur.

Üçüncü husus, bitkisel ve hayvansal ürünlerin işlenerek değerlendirildiği işletmelerin özel sektör tarafından kurulması teşvik edilmelidir. Özel sektör tesislerinin bulunmadığı yörelerimizde, devletin elinde bulunan tesisler verimli bir şekilde çalıştırılmalıdır.

Bu konuda, özellikle, süt ve et işletmelerini vurgulamak istiyorum. Bu tesisler kurulmadan süt hayvancılığını geliştirmek mümkün olmayacağı gibi, et üretimimizi de özlenen düzeye yükseltmek mümkün değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Öztek, efendim...

LATİF ÖZTEK (Devamla) - Diğer arkadaşlara verdiğiniz gibi, 2 dakika daha vermeniz yeterli Sayın Başkan.

BAŞKAN - 10 dakikanın yetmediği yerde 2 dakika nasıl yetecek merak ediyorum.

Buyurun.

LATİF ÖZTEK (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Ona göre ayarlarım kendimi.

Dördüncü husus, ihracata yönelik üretim yapan büyük kapasiteli modern işletmeler desteklenmelidir; çünkü, ülkemizde var olan bu kaynağı harekete geçirmekle birçok ülke -örneğin Hollanda- gibi, milyarlarca dolar döviz kazanabiliriz. Küçük kapasiteli ilkel işletmelerde, dış pazarların istediği üstün kalitede ve standart özellikte ürün işlenemez.

Beşinci husus, modern teknolojiyi uygulayarak üretimlerini artırabilmeleri için büyük kapasiteli hayvancılık işletmelerinin kurulması teşvik edilmelidir.

Halen, Ziraat Bankası aracılığıyla, bu hizmet, düşük faizli kredi uygulaması şeklinde sürdürülmektedir.

Teşvik kapsamın da, hayvancılık işletmesi kuracaklara faizsiz, kontrollü kredilerin verilmesi uygulaması yaygınlaştırılarak sürdürülmelidir.

GAP kısmen devreye girmiş, yakın bir gelecekte de tamamen devreye girecektir. Sulu tarımın başlaması, bölgede tarla ziraatinin gelişmesini teşvik ettiği gibi, hayvancılığın gelişmesine de yardımcı olacaktır. Bu durum, diğer bölgelerimizdeki ürün çeşitlerini de etkileyecektir. Bu husus dikkate alınarak, ülke genelinde, bölgeler ve hatta iller bazında alternatif ürünlerin yetiştirilmesi çalışmaları başlatılmalı ve bir an önce uygulamaya konulmalıdır. Ayrıca, iklim özellikleri uygun olan yörelerimizde başlatılan ikinci ürün yetiştiriciliğini teşvik projesi, yaygınlaştırılarak sürdürülmelidir; çünkü, ancak böylece, ülkemizin toprak, su ve güneş zenginliğinden gereği gibi yararlanmış oluruz.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, yedi sekiz yıldan beri ziraat mühendisi, veteriner hekim, gıda mühendisi ve su ürünleri mühendisi gibi teknik eleman almamaktadır. Teşkilattaki elemanlar emekliye ayrıldıkça boşalan kadrolara yenilerinin alınması, hem Bakanlığın dinamizmini artıracak hem de sayıları 20-25 binin üzerinde olan işsiz ziraat mühendislerine, veteriner hekimlere, gıda mühendislerine ve su ürünleri mühendislerine istihdam imkânı sağlayacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Saygı sunar mısınız...

LATİF ÖZTEK (Devamla) - Bitiriyorum efendim.

BAŞKAN - Lütfen...

LATİF ÖZTEK (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Aynı hususu 53 üncü Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin 1996 yılı bütçesi üzerinde yaptığım konuşmada dile getirmiştim. İnşallah, 1997 yılı içerisinde 500-600 kişilik bir teknik eleman kadrosunun, Bakanlık bünyesinde istihdamı gerçekleşir.

Sözlerimi burada tamamlıyor, 1997 yılı bütçesinin tüm milletimize, özellikle, köylümüze, çiftçimize, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı çalışanlarına hayırlı olmasını Yüce Allah'tan diliyor, hepinize en derin saygılarımı sunuyorum. (RP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Öztek, teşekkür ediyorum.

Refah Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere Sayın Hüseyin Yıldız; buyurun. (RP sıralarından alkışlar)

Efendim, konuşmanız kitabî mi, irticalî mi?..

HÜSEYİN YILDIZ ( Mardin) - Hem kitabî hem de irticalî...

BAŞKAN - Eyvah!.. İrticalî olsa hemen kesiyorsunuz, kitabî olunca bitirmek zorunda kalıyorsunuz; olan bize oluyor.

Buyurun efendim.

RP GRUBU ADINA HÜSEYİN YILDIZ (Mardin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tarım ve Köyişleri Bakanlığımızın bütçesi üzerinde, Refah Partimizin görüşlerini arz etmek üzere söz almış bulunuyorum. Yüce Heyetinizi ve televizyonları başında bizi izlemekte olan aziz halkımızı saygıyla selamlıyorum. (RP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz, bir boyutuyla da bir tarım ülkesidir. Ülkemizde tarımsal üretim yapılabilecek arazi varlığı, yaklaşık 27 milyon hektar civarındadır. Bu alanın, yaklaşık 3,5 milyon hektarını sebze, meyve bağ ve bahçe alanları oluşturmaktadır. Ülkemizin özellikle İç Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde, mevsimlerin kurak geçmesi, yağışın az olması nedeniyle, toprağın belli bir bölümü nadasa ayrılmaktadır. Diğer bir ifadeyle, iki yılda bir ürün alınabilmektedir ve 1970 yılında nadasa ayrılan ülkemiz toprağının yaklaşık 9 milyon hektarı, yapılan çalışmalar, alınan önlemler; örneğin, çiftçimizin, kendi imkânlarıyla yeraltı sularından faydalanmak suretiyle sulamaya geçmesi neticesinde, bu miktar 5 milyon hektara inmiş durumdadır.

İşlenen toplam tarla alanımız 18,5 milyon hektar olup; ekimde, üretimde ilk sırayı buğday almaktadır. Bugünkü istatistiklere göre, 9,5 milyon hektar alanda, buğday üretimi yapılabilmektedir.

İklim koşullarının iyi gitmesi neticesinde, yani, teknolojik imkânların dışında, sadece, Allah'ın rahmetini bol bol göndermesi neticesinde -ki, kul, bütün maddî imkânlarını seferber ettikten sonra, bütün benliğiyle Allah'a yönelirse, Allah'tan talep ederse, Allah'ın rahmeti, cevabı da, kulun bu talebinin yanında olacaktır- yıllık buğday üretimimiz, 20 milyon ton civarında olmaktadır. 1996 yılı buğday üretimimiz, 18,5 milyon ton olarak gerçekleşmiştir. Aynı yıl, arpa üretimimiz 8 milyon tona yükselmiş olup, iç talebimizi karşılamaya yeterlidir.

Her yıl, belli miktarlarda arpa ihracatı yapılmaktadır. 1995 yılında, yaklaşık 700 bin ton arpa ihraç edilmiştir. Aynı şekilde, buğday konusunda da, yine, net bir şekilde, ihracatçı bir ülke sınıfında sayılabiliriz. Örneğin, 1995 yılında, 1 milyon 250 bin tonluk buğday ithalatına karşılık; 1 milyon 500 bin tonluk -buğday eşdeğerinde- ürün ihracatımız olmuştur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz, dünyanın en önemli bakliyat üreten ve ihraç eden ülkeleri arasındadır. Nohut üretimimiz 700 bin tonun üzerinde, mercimek üretimimiz 650 bin tonun üzerinde, fasulye üretimimiz ise 200 bin tonun üzerindedir.

Bakliyat, destekleme alım kapsamından çıkarılmasına rağmen, üreticinin üretime devam etmesini sağlamak ve emeğinin karşılığını vermek için, Hükümetimiz, kırmızı mercimek alımlarında kullanılmak üzere, Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonundan 570 milyar Türk Lirasını kaynak olarak aktarmıştır. Bu kaynağın, özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesinde, mercimek üretimine tekrar bir canlanma getireceği beklenmektedir; fakat, asıl canlanmanın beklenebilmesi için, güneydoğuda üretilen kırmızı mercimeğin ve nohutun mutlak surette, Ofis tarafından alınması gerekir. Geçmiş yıllarda, kırmızı mercimek, Ofis tarafından alınıyordu; fakat, sonraları bu alım durduruldu. Güneydoğu halkının Hükümetimizden beklentisi, talebi, mercimeğin ve nohutun, tekrar Toprak Mahsulleri Ofisi tarafından alınmasıdır.

Değerli milletvekilleri, bir taraftan, insan ve hayvan beslenmesi için üretim yapılır, üretimi artırıcı tedbirler uygulamaya konurken, diğer taraftan da, konunun çevre boyutu önem kazanmaya başlamıştır. Tarımsal faaliyetlerin çevre üzerine olumsuz etkilerinin azaltılması, tüketicilerin daha sağlıklı gıdalarla beslenmesinin sağlanması için, ekolojik tarım, gelişmiş ülkelerde, özellikle Avrupa Birliği ülkelerinde uzun yıllardan beri uygulanmaktadır.

Dünyadaki bu gelişmelere paralel olarak, ülkemizdeki ekolojik tarım faaliyetleri de 1986 yılında başlamıştır. Bu esaslar çerçevesinde, 1995 yılı verilerine göre, 3 282 çiftçi ailesi tarafından, 7 bin hektar alanda -başta kuruüzüm, incir, kayısı, pamuk ve fındık olmak üzere 26 çeşit- toplam 11 500 ton ekolojik tarım ürünü üretilerek ihraç edilmiştir. Ekolojik tarımın yaygınlaştırılması ve etkin bir kontrol sisteminin sağlanması için gerekli olan ilave tedbirlerin bir an önce yürürlüğe konarak ülkemiz için yüksek bir ihracat potansiyeline sahip olduğuna inandığımız bu konuya Hükümetimizin ağırlık vermesi gerekir.

Değerli milletvekilleri, bölgem olması hasebiyle, güneydoğu çifçisinin sorunlarıyla ilgili olarak da birkaç söz söylemek istiyorum. Bütün bakanlarımız, bilim adamları, siyaset bilimcileri, herkes, Güneydoğu Anadolu Bölgesinin sorunlarına eğilmenin her açıdan, sosyal, ekonomik ve siyasî açıdan zarurî olduğu görüşünü ortaya koyuyorlar ve bunun için, topyekûn bir seferberliğin yapılması gereği üzerinde duruluyor ve çok yakında, Hükümetin, devletin şefkat eliyle güneydoğu sorunları üzerinde durulması sözleri dolaşıyor. Güneydoğu sadece şefkat eline muhtaç değil; Cenabı Hakkın doğal olarak kendisine verdiği, kendisini ve toprağını yaratırken yaratılışta kendisine bahşettiği hakların verilmesi, tabiî bir hakkıdır; bu, bir lütuf değildir; bunun için, şefkatle yaklaşma ifadelerini şahsen gereksiz görüyorum, lüzumsuz görüyorum.

Daha önce yatırım programında olan Mazıdağı Gübre Fabrikasının mutlak surette tekrar programa alınması...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - 1 dakika yeter mi efendim?

HÜSEYİN YILDIZ (Devamla) - Hayır... Lütfederseniz 3 dakika...

BAŞKAN - 2 dakikada bitirin, bütün arkadaşlara 2 dakika verdim.

HÜSEYİN YILDIZ (Devamla) - Nusaybin Şeker Fabrikası, daha önce programda vardı, yapılan tetkikler sonunda, güneydoğu topraklarının şekerpancarına elverişli olduğu tespit edildi, bunun için, Nusaybin'de bir şeker fabrikasının kurulması programa alındı; fakat, sonradan çıkarıldı, tekrar bu şeker fabrikasının, mutlak surette programa alınması güneydoğu insanının bir talebidir.

Önemli bir husus da, Suriye sınırı boyunca çok geniş bir alanı ihata eden, kuşatan mayın tarlaları vardır. Mayın tarlaları, sadece mayın şeridinin bulunduğu, mayının döşeli olduğu alan 3 veya 5 metre enindedir; ama, gerisinde 200, yer yer 300, 500 metreyi bulan bir güvenlik şeridi ona paralel olarak uzanmaktadır. Bu da, bir hayli toprağı işgal etmektedir ve bu alan, hem kamuflaj açısından hem zaman zaman çıkan yangınlar açısından zararları, güvenlik açısından da çok çok büyüktür. Bunun için, mayın tarlaları ve sadece 5 metrelik bir güvenlik şeridi bırakıldıktan sonra geri kalan kısmın yörenin topraksız olan çiftçilerine dağıtılmasında fayda görüyoruz. Sınır, daha teknolojik, daha modern elektronik cihazlarla kontrol altına, güven altına alınabilir.

GAP'ın yakın bir zamanda bölgede devreye girmesini biz imkânsız olarak görüyoruz. Bunun için şu anda bölge insanı kendi imkânlarıyla yeraltı sularından faydalanarak sulamaya geçmiş durumda. Biz, şu anda onlara yardımcı olursak...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı.)

BAŞKAN - Efendim, sizin şu anda süreniz bitti; yani...

HÜSEYİN YILDIZ (Devamla) - 1 dakika daha verin Sayın Başkan.

BAŞKAN - 1 dakika daha, öyle mi... Peki.

HÜSEYİN YILDIZ (Devamla) - Sulama konusunda kendi imkânlarıyla, kuyu, artezyen açmak suretiyle ki, her bir artezyen 2 milyar liraya mal olmaktadır; küçük çiftçilerimize kredi vermek suretiyle bu imkânı sağlarsak, GAP gelmeden önce, kendi imkânlarıyla sulamaya geçebilirler.

Bir de yaylalarımız konusu var; şu anda, insanlarımız, yaylalarına gidememekte, otlaklardan faydalanamamakta, bahçelerine gidememekte, bağlarını budayamamaktadırlar. Ürün zamanı ise; eskiden başkaları kullanırken bugün ürün zamanı korucuların insafına terk edilmektedir; yaylalar, bağlar ve bahçeler onların insafına terk edilmektedir. Bunun için bir çözüm olarak da korucuların, bir problem haline, bir çıban haline gelmiş korucuların bölgede tarım alanında değerlendirilmesi...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HÜSEYİN YILDIZ (Devamla) - ... tarım muhafaza memurları şeklinde değerlendirilmesinde fayda görüyorum.

Yüce Heyetinizi, Grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum. (RP sıralarından alkışlar)

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Sayın Yıldız, teşekkür ediyorum.

Sayın Cengil, üçüncü konuşmacı olarak, buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)

RP GRUBU ADINA SITKI CENGİL (Adana) - Muhterem Başkan, sayın milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesi üzerinde, Grubum adına, söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken sizleri, ilgili bakanlıkların bürokratlarını ve ayrıca televizyonları başında bizleri izleyen aziz milletimi hürmetle selamlıyorum.

Şüphesiz ki, ülkemizin en büyük problemi işsizlik problemidir. Gerek artan hızlı nüfus gerekse kırdan kente göç gerekse sanayi ve hizmet sektörünün tam anlamıyla gelişmemiş olması ve ayrıca senelerden beri ülkemizin başına bela olan terör dolayısıyla ülkemizde büyük bir işsizlik problemi vardır. Sosyal barışı temin için çalışma barışı şarttır. Çalışma hakkı, yaşama hakkının devamı niteliğindedir. İş bulamadığı için kendisinden ekmek bekleyen aile fertlerinin karşısına akşam mahcubiyet içerisinde dönen milyonlarca insanın var olduğu bir ülkede, sosyal ahenkten, sosyal huzurdan, zannediyorum, bahsetmek mümkün değildir.

Ben, bunları söylerken, Hükümetin devraldığı yükün ne kadar büyük olduğunu, Sayın Bakanımızın işinin ne kadar zor olduğunu veyahut da daha önceki dönemleri eleştirmek için söylemiyorum. Bu, bilinen bir gerçektir. Bunu söylemek malumu ilandan öteye geçmez.

Ben, bunu söylerken, daha önce işbaşında bulunmuş, ülkemize hizmet etmiş hükümetleri, siyasî kadroları kötülemek için de söylemiyorum. Bunlarla kaybedecek vaktimiz, bunlarla harcayacak zamanımız yoktur. Ben, bunu söylerken, bir tespiti yapmak için söylüyorum; o da şudur: Bugün, Hükümetin ve Sayın Bakanlığın en büyük problemlerinden ve önem vermesi gerektiği en önemli meselelerden bir tanesi işsizlik meselesidir. Hal böyle olunca, bu konuda çok ciddî önlemler, çok ciddî çalışmalar yapmamız gerekiyor. İstihdama yönelik yatırımlara öncelik verilmeli, istihdam ağırlıklı özel kesim yatırımlarının önü açılmalı, mutlaka ve mutlaka desteklenmelidir. “Devlet kapısı iş kapısı” anlayışından artık vazgeçmemiz gerekir. Kişinin beceri ve kabiliyetlerini önplana çıkaracak stratejiler belirlenmeli, insanımıza teşebbüsçü ruh mutlaka kazandırılmalıdır. Çalışma hayatı üzerindeki ağır malî yükler, mutlaka ama mutlaka kaldırılmalıdır. Bugün, çeşitli müteşebbisler istihdama yönelik yatırımlardan çekinmektedirler. Bunun sebebi de, şüphesiz ki, çalışma hayatı üzerindeki yüklerin ağır olmasıdır. İşçi sağlığı ve iş güvenliğine mutlaka önem verilmeli, iş kazaları ve meslek hastalıklarını önlemeye matuf çalışmalar yapılmalıdır. Biliyoruz ki, senede bine yakın insanımız canını kaybetmekte, üç dört bin civarında insanımız sakat kalmaktadır. Yurtdışındaki işçilerimize sahip çıkılmalı, mutlaka, tasarruflarını Türkiye'de değerlendirecek önlemler alınmalıdır ve hatta ve hatta, öyle politikalar takip edilmelidir ki, bu tasarruflar yurtiçinde değerlendirilirken, bu tasarrufların istihdama yönelik yatırımlara akmasının önü açılmalı, teşvik edilmelidir. Bu konuda Hükümetimizin büyük bir çaba içerisinde, Bakanlığımızın büyük bir uğraş içerisinde olduğunu biliyoruz; burada, peşinen, huzurlarınızda takdirlerimi arz etmek istiyorum; fakat, tabiî ki, bunlar zaman alan işler. Zamana ihtiyaç var; ama, mutlaka bunlar yapılmalı.

İstihdam sağlamada, şüphesiz ki, İş ve İşçi Bulma Kurumunun rolü büyüktür; fakat, bugüne kadar Kurumun bu rolünü tam manasıyla oynadığı söylenemez. Bu kuruluş fonksiyonlarını mutlaka yerine getirmeli; bu cümleden olmak üzere, işgücü piyasasını geliştirmeli, vasıfsız işçiler için meslekî eğitim kursları açmalı ve mutlaka vasıf kazandırmalı, herhangi bir mesleği olmayan sakat ve eski hükümlülere mutlaka bir meslek kazandırmalı.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; işsizlik, şüphesiz ki, sosyal güvenlik sistemimizdeki dengeleri de bozmaktadır. Prim ödeyenler oran olarak devamlı azalmakta, emekli olanlar oran olarak artmaktadır. Dolayısıyla, sosyal güvenlik sistemimizde dengeler bozulmuş, prim ödeyen 1,87 kişiye karşılık 1 emekli düşmektedir. Halbuki, bu oran 4'e 1 olması gerekir. OECD ülkelerinde bu oran 6'ya 1'dir. 1980-94 döneminde aktif sigortalı oranındaki artış yüzde 90,6 iken, pasif sigortalı oranının artışı yüzde 242'dir.

Vaktim çok kısa olduğu için Bağ-Kur'a da kısaca değinmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, maalesef, bugün, Bağ-Kur da, bir sosyal kurumumuz olarak, büyük sıkıntılar içerisindedir. Şüphesiz ki, bunun en önemli sebebi; bugüne kadar takip edilmiş olan politikalar sebebiyle, esnafımızın Bağ-Kur'u ciddî bir sosyal kurum olarak kabul etmemiş olmasıdır. Ben, bu işin içerisinden gelen bir arkadaşınızım. Esnafı zorladığınız halde pirimini ödemiyordu. Niye ödemiyordu veya ödeyemiyordu; sebebi şu: Kurumu, ciddî bir sosyal güvenlik kurumu olarak kabul etmiyor. Niye; işte, emekli aylığı alan Bağ-Kurlunun durumu belliydi. Sağlık sigortasından istifade edemiyordu. Hükümetin yapmış olduğu son zamlarla, almış olduğu birtakım kararlarla Bağ-Kur kurumu da ciddî bir kurum haline gelmiş ve ciddî bir kurum olarak kabul görmeye başlamıştır; bundan dolayı, Sayın Bakanımızı da, Sayın Hükümeti de huzurlarınızda tebrik etmek istiyorum. (RP sıralarından alkışlar)

Bakınız, basamak yükseltme hakkı getirildi. Çiftçinin sağlık sigortasından faydalanması için çalışmalar yapılıyor. Üst basamaktan emekli olma hakkı getirildi. Dolayısıyla, vatandaşımız da bunun karşısında...

Ayrıca tabiî, hemen memnuniyetle ifade etmek istiyorum: Emeklilerimiz, Bağ-Kur'dan maaş alan insanımız adına da Hükümete teşekkürlerimi yeri gelmişken arz etmek istiyorum. Bağ-Kur maaşları büyük bir oranda artırılarak, artık, Bağ-Kur'a, bir sosyal güvenlik müessesesi olarak, emeklimizin bakması sağlanmıştır. İnşallah, bu tedbirler böyle devam ettiği müddetçe, Bağ-Kur -tabiî, başka önlemler de alınması gerekir- bu sıkıntıdan kurtulacaktır.

Değerli arkadaşlar, bir hususun altını daha çizmek istiyorum; bilmiyorum katılır mısınız, katılmaz mısınız; ama, çizmekte zaruret görüyorum: Sosyal yapıdaki değişmeler, inanç, örf ve ananelerimizden ayrılmamız, sosyal güvenlik sistemlerimizi olumsuz yönde etkilemektedir. Örnek mi istersiniz; işte, toplum olarak, tek ebeveynli aileler haline geldik. İşte, toplumdaki boşanmalar, işte, toplumdaki muhtaç insanlarına, aile bireylerine yardım etmeyi göze alamayacak duruma gelmiş olan insanlar, toplum. Bunu, şunun için söylüyorum -bir suçlama için söylemiyorum- tedbirleri alırken, inanç, örf ve ananelerimizi de göz önünde bulundurmamız lazım. Topyekûn olarak bu tedbirlerin olumlu netice vermesini sağlamak için, bunların şart olduğunu vurgulamak istiyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; süremin sonuna yaklaşmışken, bir tespitimi de, burada, huzurlarınızda arz etmek istiyorum. Gerek sosyal güvenlik kurumlarımızın maddî durumlarını düzeltmek gerekse bu kurumlardan aylık ve sağlık hizmetleri alanların durumlarını düzeltmek için, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımız tarafından bir dizi çalışmalar yapılmaktadır. Ben, Bakanımızı tebrik ediyorum.

Tabiî, huzurlarınızda, bunların, tamamına değinme imkânım ve fırsatım yok; ama, bir kaç tanesini de vurgulamak istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SITKI CENGİL (Devamla) - Sayın Başkanım, 2 dakika daha verirseniz bitireceğim.

AYHAN GÜREL (Samsun) - Bırakın konuşsun Sayın Başkan(!)

A.TURAN BİLGE (Konya) - 5 dakika verin Sayın Başkanım(!)

BAŞKAN - Buyurun.

SITKI CENGİL (Devamla) - 5 dakika, hakkınıza tecavüz etmek olur; onu yapmak istemiyorum.

Emeklilere, yurtdışında tedavi olma imkânının verilmesi; protez araç ve gereç yardımının yapılması; analık sigortası hakkının tanınması; yaşlılık ve ölüm aylıklarında, aylık bağlanma oranının yüzde 85'ten yüzde 100'e çıkarılması; 1982 öncesi emekliler ile üst gösterge tablosundan aylık alanların aylık bağlanma oranlarındaki adaletsizliğin giderilmesi; emeklilerden, muayene ücretinin alınma uygulamasına son verilmesi; çiftçilerin, sağlık sigortasından faydalanmaları; Bağ-Kur Yönetim Kuruluna, çiftçi sigortalılarının da alınması; çiftçilere aylık bağlanma üst sınırının yüzde 90'dan yüzde 100'lere çıkarılması.

Tabiî, alınması gereken başka tedbirler de var; Sayın Bakanlığımızın başka çalışmaları da var. Ben, vaktim nispetinde, ancak bunları sayabildim. Bu çalışmaların tamamı, halkımızın, insamızın beklediği çalışmalardır. Öyle ümit ediyorum, öyle diliyorum ki, bu çalışmalar, komisyonlardan bir an önce geçsin ve sizin, Yüce Parlamentonun da tasviplerine mazhar olsun. İnşallah, faydalı bir iş yapmış oluruz; memleketimizin, milletimizin hayrına bir iş yapmış oluruz.

Bu temennilerle, Bakanlık bütçemizin, Bakanlığımıza, Türkiyemize hayırlı olmasını, Cenabı Allah'tan niyaz ediyorum; hepinizi hürmetle selamlıyorum. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Cengil, teşekkür ediyorum.

Refah Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere, Sayın Ersönmez Yarbay; buyurun. (RP sıralarından alkışlar)

RP GRUBU ADINA ERSÖNMEZ YARBAY (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı hakkında, Grubumuzun görüşlerini açıklamak üzere, huzurlarınızda bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, ben, burada, daha çok, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının, sosyal güvenlik kuruluşları ve hizmetleri üzerinde durmak istiyorum. Sözlerime başlarken, 54 üncü Hükümetin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının, bir işçi lideri olmasının ve çalışanların sorunlarını, sosyal güvenlik kurumlarının sorunlarını çok yakından bilmesinin, çalışma hayatıyla ilgili, sosyal güvenlik kurumlarıyla ilgili problemlerin çözümünde önemli rol oynayacağına işaret etmek istiyorum.

Anayasamızın 2 nci maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti, sosyal bir hukuk devletidir. Yine, Anayasamızın 60 ıncı maddesine göre “Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir.

Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar.”

Acı bir gerçektir; ama, Anayasamızın bu emredici hükmüne rağmen, vatandaşlarımızın yüzde 25'i hâlâ bir sosyal güvenlik kuruluşuna bağlı değildir.

54 üncü Hükümet Programında, köylü, işçi, memur, esnaf, tüccar, sanayici, ihracatçı, velhâsıl bütün üreticilerimize, işsiz, emekli ve yoksullarımıza sahip çıkmak ana hedef olarak belirlenmiştir.

Yine, bu Programda, tüm nüfusun sosyal güvenliğe kavuşturulması, sigortalı olmayı ve sigortalı çalışmayı yaygınlaştırmak için ücretliler üzerindeki yüklerin azaltılması ve bu konudaki denetimlerin etkinliğinin artırılması, sosyal güvenlik kurumlarının içinde bulunduğu finansman sorunlarına çözüm bulunması, fonların etkin bir şekilde işletilmesi, Emekli Sandığı, Sosyal Sigortalar Kurumu ve Bağ-Kur sosyal güvenlik kuruluşlarının zaman içerisinde bir çatı altında toplanması, çalışanların gelirden adil pay almaları, iş kazalarının önlenmesi, iş güvenliğinin sağlanması, toplupazarlık düzeninin sağlıklı yürütülmesi öngörülmüştür.

54 üncü Hükümetin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının işbaşında bulunduğu altı aylık dönemde, büyük boyutlara ulaşmış bulunan sosyal güvenlik sorunlarının çözümlenmesi ve sosyal güvenlik kuruluşlarının içinde bulundukları darboğazdan kurtarılması için gerekli çalışmaları kapsamlı ve süratli bir şekilde başlatmış bulunmasından dolayı büyük memnuniyet duyuyoruz.

Bakanlık çalışmalarında, sosyal taraflarla diyalog ve işbirliğinin en geniş biçimde gerçekleştirilmesi, yasal ve yönetsel düzenlemelerin uzlaşma yoluyla hazırlanması prensibi, çalışma barışını olumlu yönde etkileyecektir.

Çalışan Çocuklar Projesinin uygulama süresi 31 Aralık 2001 tarihine kadar uzatılmıştır. Gerçekten, Türkiye'de, çalışan çocuklar, çok önemli bir problem olarak karşımızda durmaktadır. O sebeple, Bakanlığımızın, çalışan çocuklar konusunda gereken tedbirleri alacağını ve bu çocukların, özellikle eğitimlerinin aksamaması için, düzenlenmeleri yapacağına inanıyoruz.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, yasal düzenlemelerle ilgili birçok çalışma başlatmış ve bu çalışmaların bir kısmını tamamlayarak, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunmuştur. Yapılan bütün çalışmalar için, teşekkürlerimizi sunarken, yapılması gereken bazı konulara da temas etmek istiyorum.

Sosyal Sigortalar Kurumu ve Bağ-Kur, bugün, 35 milyon vatandaşımıza, sağlık ve sosyal sigorta hizmeti veren iki büyük sosyal güvenlik kuruluşumuzdur. Sosyal Sigortalar Kurumu, sağlık hizmetlerini, daha çok, kendi hastane, dispanser ve sağlık istasyonlarında verirken, Bağ-Kur, sözleşmeli sağlık kuruluşlarıyla çalışmakta, üyeleri için, sağlık hizmetlerini satın almaktadır. Bağ-Kur da, bir an önce, gerekli yerlerde, kendi sağlık kuruluşlarını kurmalı; Bağ-Kur ve SSK, anlaşmalı olarak, birbirlerinden, sağlık kuruluşu hizmetlerinden yararlanmalıdırlar. Sosyal Sigortalar Kurumu sağlık kuruluşlarında, bugün, 10 bine yakın personel açığı vardır. Personel açığı sebebiyle, hizmetler aksamaktadır. Bu personel açığı, bir an önce tamamlanmalıdır.

Hükümet Programında öngörüldüğü gibi, Emekli Sandığı, Sosyal Sigortalar Kurumu ve Bağ-Kur, bir an önce, tek çatı altında toplanmalıdır. Her üç sosyal güvenlik kuruluşu arasında, kaynakların etkin kullanımı için iyi bir koordinasyon gerçekleştirilmelidir.

Sosyal Sigortalar Kurumu ve Bağ-Kur sosyal güvenlik kuruluşlarının malî yapılarının düzeltilmesi için, gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

Sosyal güvenlik kuruluşları ya ilaç fabrikaları kurmalı veya mevcut ilaç fabrikalarına ortak olarak, ilaç fiyatlarında söz sahibi olmalı, milyonlarca sigortalı, ilaç sömürüsünün kurbanı olmamalıdır.

Sigortasız işçi çalıştırılmasının önlenilmesi şarttır. Kurumlar, sağlam malî gelirlere kavuşturulmalı, Sosyal Sigortalar Kurumu ve Bağ-Kur yönetimlerinin özerkleştirilmesi üzerinde ciddiyetle durulmalıdır.

Bağ-Kur Yönetim Kuruluna bir sigortalı çiftçi üyenin alınması konusundaki çalışma olumlu olmakla beraber, yeterli değildir. Her iki sosyal güvenlik kuruluşunda, tarafların katılımı daha yüksek düzeyde gerçekleştirilmelidir.

10 milyondan fazla çiftçinin bir an önce sağlık sigortasına kavuşturulması gerekmektedir. Çiftçilerin sosyal güvenlik haklarının işçiler düzeyine yükseltilmesi gerçekleştirilmelidir.

Kamu Çalışanları Sendikasıyla ilgili kanun tasarısı hazırlanmalı ve Meclise sunulmalıdır.

Kaçakların önlenmesi ve prim tahsillerinin hızlandırılması konusunda otokontrol sistemleri geliştirilmelidir.

Çiftçilerimizin sağlık sigortası kapsamına alınmasıyla birlikte, nüfusun yüzde 90'ı sosyal güvenlik kuruluşlarına bağlı hale gelecektir. Anayasamızın amacı, tüm nüfusumuzun sosyal güvenliğe kavuşturulmasıdır. Bu sebeple, işsizlik sigortası devreye sokulmalı, işsizlik sigortası dahil, hiçbir sosyal güvenlik kuruluşuna dahil olmayan vatandaşlarımız, Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonuna bağlanarak, onlar da bir desteğe kavuşturulmalıdır.

Ayrıca, sendikalar konusunda da gerekli yasal düzenlemeler bir an önce yapılmalı ve sendikalarımızın daha demokratik bir yapıya kavuşturulması için çalışılmalıdır.

Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesinin hayırlı olmasını Cenabı Hak'tan niyaz ediyor, hepinize saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum, sağ olun. (Alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Yarbay, teşekkür ediyorum.

Refah Partisinin Grubunun sözcüleri görüşlerini ifade ettiler.

Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu görüşlerini ifade edecek. Yalnız, değerli arkadaşlarım, takdir buyurursunuz, sabah saat 10.00, şimdi saat 19.10; yani, takriben dokuz saattir buradayız. Ben, izninizle 10 dakika ara vereceğim, benden sonraki arkadaşımız çalışmaları götürecek.

Gruplarımızın da mutabakatıyla, saat 19.20'de toplanmak üzere, birleşime 10 dakika ara veriyorum.

Kapanma Saati : 19.11

DÖRDÜNCÜ OTURUM

Açılma Saati : 19.20

BAŞKAN : Başkanvekili Uluç GÜRKAN

KÂTİP ÜYELER : Mustafa BAŞ (İstanbul), Ali GÜNAYDIN (Konya)


BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 33 üncü Birleşiminin Dördüncü Oturumunu açıyorum.

IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. - 1997 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1994 ve 1995 Malî Yılları Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/518; 1/519; 1/282, 3/414; 1/283, 3/415; 1/492, 3/516; 1/493, 3/517) (S. Sayıları : 134, 135, 103, 102, 151, 150) (Devam)

C) TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI (Devam)

1. - Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

a) Tarım Reformu Genel Müdürlüğü (Devam)

1. - Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

D) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI (Devam)

1. - Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN - Çalışmalarımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Komisyon ve Hükümet yerlerinde.

Refah Partisi Grubu onuncu turda konuşmalarını tamamlamıştı.

Şimdi, kürsü Cumhuriyet Halk Partisinin.

Cumhuriyet Halk Partisinin ilk sözcüsü Sayın Nezir Büyükcengiz; buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakikadır.

CHP GRUBU ADINA NEZİR BÜYÜKCENGİZ (Konya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1997 malî yılı Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun görüş ve düşüncelerini dile getirmek için huzurlarınızdayım; bu vesileyle, Sayın Başkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin sayın üyeleri ile onların şahsında bütün milletimizi şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, ülkemizin en önemli, en çok yaygın hizmet alanı bulunan birkaç bakanlığından birisidir. Önemi, her nedense, yıllardır gözardı edilen bu Bakanlığımızın -bütçe ödeneklerinin katrilyonlarla telaffuz edildiği günümüzde- payına 43 trilyon lira düşmesi, geçtiğimiz yıllara göre fazla bir değişiklik olmadığını ifade eder ki, bu da, Türk çiftçisinin, Türk köylüsünün yine gözardı edildiğini gösteren düşündürücü bir olgudur. Üzülerek söylüyorum ki, Tarım ve Köyişleri Bakanlığına ayrılan bu ödenekle, Bakanlık, ne kendisinden beklenen hizmetleri gerçekleştirebilecek ne de Türk çiftçisinin, Türk köylüsünün beklentilerini karşılayabilecektir. 1997 malî yılı Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bütçesi bu haliyle, Türk tarımına, Türk çiftçisine yeni bir çözüm perspektifi getiremeyecektir. 43 trilyon liralık bu bütçe, geçen yıla göre yüzde 80'ler düzeyinde bir artış göstermektedir ki, bu da, yüzde 89 olan yıllık enflasyonu karşılamaya zor yetecektir; yani, geçen yıla göre eklenen hiçbir şey yok.

Sayın milletvekilleri, bugün, sahip olduğumuz tüm zenginliklerin temel kaynağında tarım ve hayvancılık vardır. Bugünkü zenginliklerin tarım ve hayvancılığa kesinlikle borcu vardır. Bu borç, hiç mi hiç bitmeyecektir; çünkü, insanoğlunun beslenme sorunu hiç bitmeyecektir.

Ülkemiz, 78 milyon hektar toprak ve çok az ülkeye nasip olan coğrafya ve iklim yapısıyla önemli bir tarım potansiyeline sahiptir; ama, ne hazindir ki, plansızlık, iç siyasî karmaşa ve maalesef, partizan tercihler yüzünden yapılan yanlışlıklar dolayısıyla, toplumumuz, kendi tarım ürünleriyle, kendi ihtiyaçlarını karşılayamaz duruma düşmüştür. Yıllardır övündüğümüz “Türkiye buğday satan ülke oldu” sloganımız, tarihsel bir masal haline dönüşmüş, Türkiye, buğday satın alan ülke durumuna düşmüştür.

1960'lı yıllarda tarım kesiminin millî gelirden aldığı pay yüzde 40 düzeyindeyken, bugün, yüzde 10'lar düzeyine inmiştir. Tarımsal altyapı büyük eksikliklerle dolu bir biçimde karışıklık manzarası oluştururken, tarımsal üstyapı tam bir kargaşa haline dönüşmüştür. Tarımla ilgili sayısı ellinin üzerinde bulunan kurum ve kuruluş, altı ayrı bakanlığa bağlı olarak, çalışmalarını tam bir karmaşa içerisinde yürütmeye çalışmaktadır. Planlamadan vazgeçilmiştir; bu nedenle, çiftçimiz, ne ekeceğini bilememekte, istikrarlı bir büyümeyi de, maalesef yakalayamamaktadır. Tarım Bakanlığı, âdeta, içi boşaltılmış, iş göremez durumuna düşürülmüştür. Sayın Bakan, her ne kadar meslekten gelme, bürokraside başarılı sınavlar vermiş, deneyimli bir tarım uzmanı olsa da, bu yapılanma içerisinde yapacağı çok fazla bir şey yoktur.

Tarım Bakanlığının etkin hizmet verebilmesi için, tarımla ilgili tüm kurumları bünyesinde toplayacak çağdaş bir yapıya hemen kavuşturulması gerekir. O nedenle, Tarım Bakanlığıyla ilgili görüş, eleştiri, düşünce ve önerilerimizi sunarken, zaman zaman Tarım Bakanlığının konuları dışına çıkmak zorunda kalacağım; bağışlamanızı dilerim.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye, güç koşullarda, tarımı derli toplu hale getirmek için, geçmiş dönemlerde, büyük gayretler gösterdi. Bu gayretlerin kurumsal şekillenmesini hepimiz biliyoruz. Toprak Mahsulleri Ofisi, Türkiye Ziraî Donatım Kurumu, Et Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu, Yem Sanayii, Türkiye Gübre Sanayii, Şeker Şirketi, birlikler, kooperatifler gibi birtakım kuruluşlar yaratıldı.

Şimdi, Hükümetin küçük ortağı Doğru Yol Partisinin bu kurumlara bakış açısını, Doğru Yol Partisine egemen olan anlayışı üç aşağı beş yukarı biliyoruz. “Biz, pazar ekonomisi mantığıyla olaya bakıyoruz; bunlar, serbest piyasa ekonomisinin önündeki engeller, bunları tasfiye edelim, özelleştirelim” derler; bu bir anlayıştır.

Peki, Refah Partisinin olaya bakışı nedir; aynı bakışta mıdır, yoksa bu kurumların korunmasından, devamından yana mıdır? Aynı bakışta ise, Sayın Erbakan'ın, emirle, ekmeği ucuzlatma girişimi “tüm kombinalar açılacaktır” gibi vaatleri ne demektir? Değilse, bu kurumların rantabl çalışmalarını sağlayacak, demokratik bir yapıya kavuşturacak düzenlemeleri yapmak için neyi beklemektedirler?

Sayın milletvekilleri, bugün, çiftçilerimizin haklarını arayıp, koruyacak etkin bir meslek örgütleri yoktur. Bu boşluğu doldurmak için, Ziraat Odalarını demokratik bir yönetim yapısına kavuşturacak ve etkinliğini artıracak Ziraat Odaları Yasasıyla ilgili değişikliğin, zaman yitirilmeksizin, Meclisimizden çıkarılması zorunludur.

Türkiye, sanayi, turizm ve diğer hizmetleriyle yapabileceği ihracatın ve turizm gelirinin dönüm noktasına gelmiştir. Bundan sonra, bu alanlarda daha fazlasını yapabilmesi için çok büyük yatırımlara ihtiyaç vardır; ama, tarım gelirlerinin artırılması, çok büyük yatırımlara gerek kalmadan, bilgi ve tekniğin yerinde kullanılmasıyla, kısa sürede gerçekleştirilebilir.

Türkiye'nin buğday rekoltesi, iklim koşullarına göre 16 ilâ 18 milyon ton arasında bir değişiklik göstermektedir. Elde edilen bu ürünün de büyük bir bölümü, haşere ve bitkisel hastalıklarla yeterli mücadele yapılamaması nedeniyle kalitesizdir. Halbukî, bu rekolteyi çok daha yüksek düzeylere taşımak zor bir iş değildir.

Değerli arkadaşlarım, her üretimde kullanılan madde, hammadde olarak nitelenir; hammadde olmadan üretimden söz etmek mümkün değildir.

Tarım üretiminde kullanılan girdilerin de her biri, ayrı ayrı birer hammaddedir; tohum, gübre, su, hatta akaryakıt gibi. Tohumlarımız eskimiştir. En az 1'e 15 verim elde etmemiz gerekirken, mevcut tohumların en iyileri ancak 1'e 10 vermektedir. Süratle anaç tohumu çoğaltıp hububat üreticisinin hizmetine sunmalıyız. Anadolu çiftçisinin işi, doğayla didişmektir; ekim ayında tohumu eker, temmuza kadar yağdır Mevlam yağmur diye Allah'a dua eder; yeterli yağış olmazsa hali perişandır. O nedenle, GAP'ta olduğu gibi, tüm sulama projelerinin hayata geçirilmesinin zamanı geldi, geçiyor. Ayrıca, yeraltı suyuyla sulama yapan çiftçilerimize uygulanan enerji ücretleri çok yüksektir. Sulamada kullanılan elektrik fiyatlarına gerekli destekleme yapılarak, üreticilerimize ucuz enerji sağlanmalıdır.

Değerli arkadaşlarım, tarım üretiminde diğer bir önemli hammadde olan gübre, son yıllarda fiyatların anormal yükselmesi nedeniyle, kullanım kaybına uğramış ve üretimi büyük ölçüde olumsuz yönde etkilemiştir. Geçen yıl uygulamaya konulan gübrede yüzde 50 sübvansiyon, çiftçilerimizce memnunlukla karşılanmıştır; ancak, son sekiz aydır, diğer tarım ve hayvancılık desteklemeleri gibi gübre desteklemeleri de, dört-beş aylık çok uzun gecikmelerle ödenmektedir. Bu uygulama, çiftçilerimizin alım gücünü etkilemekte; dolayısıyla, gübre tüketimi azalmakta ve büyük oranda üretim kayıplarına neden olmaktadır. Bugün, her yerde, tarımsal destekleme bedellerinin ve devletçe satın alınan ürün bedellerinin gecikmeli olarak ödendiği, yaşadığımız bir gerçektir. Çiftçilerimizin, gübre, süt, damızlık ithalindeki desteklemeler ve pancar, pamuk, fındık, ayçiçeği, zeytin ve zeytinyağı bedelleri olarak, devletten, 70 trilyon liranın üzerinde alacakları vardır. Hükümetin kaynak sıkıntısı olabilir. Çiftçinin alacağını gecikmeyle ödeyecekseniz, bunu, çıkar, adam gibi söylersiniz ve gecikmenin bedelini halka ödetmezsiniz. Nasıl ki, devlete, vergi, elektrik, telefon ve benzeri hizmetlerden borcu olan ve geç ödeyen vatandaşlardan faiz alıyorsunuz, siz de, geç ödemenin karşılığını vatandaşlara verirsiniz. (CHP sıralarından alkışlar) Devletin kılıcının tek taraflı kesmesi düşünülemez, düşünülmemelidir.

“Hububata, çeltiğe, tütüne, çaya, ayçiçeğine, pancara yüksek taban fiyat veriyoruz, gübre ve diğer tarımsal girdilere yüksek oranda destekleme yapıyoruz” diye böbürleniyorsunuz; ama, ortada verilen para yok. Acaba, burada uygulamaya çalıştığınız strateji şu mudur: “Nasıl olsa bu ödemeleri dört beş ay geciktiririz; açıkladığımız bu rakamları reel olarak yüzde 60'ıyla kapatırız.” Eğer, böyle düşünüyorsanız, milyonlarca köylümüze, çiftçimize karşı yaptığınız ayıptır, yazıktır, günahtır... Bunu, böyle yapmayınız; dürüstlükle, çıkıp “kardeşim, biz, bu işin altından kalkamıyoruz; kalkacağımız miktar şu kadardır; açıkladığımız gün, ödemelerinizi hemen yapacağız” deyip ödersiniz, olur, biter. Cefakâr Türk çiftçisini enflasyona örselettirmeyiniz.

Son günlerde, çeltik üreticisini, önce güldürdünüz, şimdi de ağlatıyorsunuz. Çeltiğe yüksek fiyat verip, sonra da pişman olarak, barem uygulaması gibi uydurma yöntemlerle çeltik üreticisine kaşıkla aş verip, sapıyla gözünü çıkarıyorsunuz.

Sayın milletvekilleri, buğday üretiminde uzun yıllardır içimizi karartan bir sorunu da bilgilerinize arz etmek istiyorum: Yaklaşık on yıldır, buğday üretimimizin yarısını gerçekleştiren Konya, Karaman, Aksaray, Niğde, Nevşehir, Kırşehir, Yozgat, Kayseri, Sıvas ve Ankara İllerimizdeki hububat üreticilerimiz, süne ve kımıldan sürekli darbe yemektedir. Bu nasıl Bakanlıktır ki, on yıldır bir böceğin hakkından gelemesin!.. Bunda kasıt vardır, bunda ihmal vardır, suiistimal vardır -beni bağışlayınız- çiftçiye ve ülkeye ihanet vardır. Çok önemsemediğiniz bu böcek, sadece Konya İlimizde, yılda 12 trilyon lira millî gelir kaybına neden olmaktadır; Türkiye genelini hesapladığımızda, ortaya akıl almaz rakamlar çıkmaktadır. Buğdayın verimini artırmadan, kaliteli buğday üretiminin yolunu açmadan, emirle ekmek fiyatını ucuzlattıramazsınız. Refah Partisi, siyasete dini sokmuştu, şimdi de ekmeğe siyaseti soktu; fakir fukaranın bir ekmeği kalmıştı, onunla da oynamaya başladınız. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, emirle, ekmek fiyatı komünist ülkelerde düşer. Eğer komünist ekonomiye geçmek gibi bir düşünceniz varsa, ekmeği ucuzlatmadan önce, Sayın Erbakan'ın teneke teneke altınlarına el koymanız, sonra da, Sayın Çiller'in birinden inip birine bindiği yatlarını halka açıp, Kadıköy-Beşiktaş arasında dolmuş vapuru yapmanız gerekir. Ondan sonra da, emirle ekmeği ucuzlatırsınız. (CHP sıralarından alkışlar)

MEHMET AYKAÇ (Çorum) - Ne alakası var!

NEZİR BÜYÜKCENGİZ (Devamla) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Anayol Hükümeti, şekerpancarına yedi ay önce 2 400 lira fiyat verdi. Pancar söküldü, teslim edildi; bedeli, belki şubat, belki de nisanda ödenecek; yani, fiyat açıklandıktan 10 ay sonra. Pancar üreticisi, ürününün bedelini alamadan enflasyon yarısını götürdü; ondan vazgeçtik, söküm avansını daha hâlâ alamadı; pancarı ektiğine pişman oldu. Hükümet, acilen bir düzenleme yaparak, şekerpancarına ek bir fiyat uygulamasına gitmelidir; aksi halde, önümüzdeki yıl pancar ekecek çiftçi bulamazsınız, ülkeyi şekersiz bırakırsınız.

Sayın milletvekilleri, bugün, ülkemizde, toplam tarımsal üretimdeki bitkisel üretimin payı yüzde 67'dir; hayvansal üretimin payı ise sadece yüzde 25'tir. Gelişmiş ülkelerde bu oran tam tersidir. Ülkemiz bu dengeyi hızla tersine çevirmelidir. Hayvancılığımızın hızla gerilemesinin ana nedeni olan hayvan ve hayvansal ürün ithalinden kesinlikle vazgeçilmelidir. Damızlıkları kendimiz üretip, hayvancılara düşük faizli ödeme koşullarıyla satmalıyız.

Değerli arkadaşlarım, geçmişte en önemli sektörlerimizden biri olan hayvancılık, son yıllarda, maalesef kan ağlıyor; kârlı bir uğraş olmaktan çıktı; kârlı bir uğraş haline getirmenin temel standartlarını acilen yerine getirmek gerekiyor. Bugün, gelişmiş ülkeler, hayvancılığa yüzde 100'lere varan destekleme yapmaktadırlar. Eğer gerekli önlemler alınmazsa, ülkemiz hayvancılığı bugünleri de aratır hale gelecektir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; çiftçi bankası diye nitelendirilen Ziraat Bankası, yıllardır, tarımın ve çiftçilerimizin hizmetinden çıkmıştır. Krediler, tarımsal üretimi artıracak, hayvancılığı geliştirecek biçimde verilmesi gerekirken, maalesef, iktidar partisi yöneticilerinin referanslarıyla, ehil olmayan, ihtiyacı olmayan kişilere verilmekte, yerinde kullanılmadığı için de, yarar yerine zarar getirmektedir. Bugün “hayvancılık kredisi” adı altında verilen paralar, bazı kişilerce, hiç ilgisi olmayan alanlarda kullanılmakta, gerçek ihtiyaç sahipleri ise “finansman yok”, “yeterli teminatın yok” gibi sudan bahanelerle mağdur edilmektedirler. Siyasîler, Ziraat Bankasından elini çekmeli ve bu Banka, siyasî yandaşlık tercihleriyle kredi veren bir kuruluş olmaktan hızla çıkarılmalıdır.

Değerli arkadaşlarım, kısıtlı zaman sürecinde sizlere arz etmeye çalıştığım Türk tarımının ağır sorunlarını çözmek, ancak, ciddî, yetenekli idarecilerle mümkündür. Ne var ki, Sayın Başbakan, bütçenin tümü üzerinde yapılan görüşmelerde yaptığı konuşmada, hiç de öyle bir tutum sergilemedi. Ne Yüce Meclisin ne de Yüce Meclisin asıl sahibi olan milletimizin alışık olmadığı bir biçimde, sanki, Karagöz oynatır gibi, parmaklarını sağa sola döndürerek, Yüce Meclisin saygın üyelerini, temiz ve saf din duygularını sömürerek oylarını aldığı yandaşları sanıp, bir saati aşkın bir süreyle uyutmaya, oyalamaya çalıştı.

Türk köylüsünün, Türk çiftçisinin ve tüm halkımızın Sayın Başbakandan beklediği, perdede Hacivat-Karagöz oynatırcasına slayt gösterilerini kumanda etmesi değil, Hükümeti kumanda etmesidir; (CHP sıralarından alkışlar) Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı olma ciddiyetiyle, ülkemizin ve ülkemizde yaşayan insanlarımızın sorunlarına çözüm bulmasıdır; enflasyonu yok edip, yolsuzluklara, pisliklere, hırsızlıklara, kirliliklere son vermesidir; hastane kapılarında bekleyen yurttaşlarımızın derdine derman bulmasıdır; üniversite kapılarında bekleyen yüzbinlerce gencimize eğitim imkânı verebilmesidir; 2 500 kişinin işe alınacağı yere, 90 bin kişinin başvurduğu işsizlerimize istihdam olanağı yaratmasıdır; kaynak yaratacağız diye eski defterleri karıştırıp, sosyal yardım zamlarından dolayı Sosyal Sigortalar Kurumuna olan borçlarının üzerine, bankerlere taş çıkartırcasına faizler ekleyerek, icra yoluyla hisselerine el konup, kaynakları kurutulan binlerce belediyeye yapılan haksız uygulamaya son vermesidir; yıllardır kanayan yaramız olan teröre, doğu ve güneydoğu sorununa çözüm getirmesidir; uzun süredir siyasî malzeme yaptığı rantiyecilerin damarlarını kesip, kurutmasıdır; Susurluk kazasıyla gün ışığına çıkan devletin kuşatılmışlığına son verebilmesidir; o, koyacak yer bulamadığı paraları, zaman yitirmeden, Türk köylüsünün, emeğiyle geçimini sağlamaya çalışan işçilerimizin, memurlarımızın, esnaf ve sanatkârlarımızın, dürüst tüccar, işadamı ve sanayicilerimizin emrine sunabilmesidir. Eğer, bunları yapamayacaksanız, bu millet, böyle filmleri çok seyretti; Sayın Erbakan'ın filmlerini de seyreder, güler geçer.

BAŞKAN - Sayın Büyükcengiz, son 3 dakikanız...

NEZİR BÜYÜKCENGİZ (Devamla) - Sayın Başbakan, yine bu konuşmalarında, hepimizi ve bütün milletimizi üzen ve düşündüren bir beyanda daha bulundu: “Efendim, biz, tek başına iktidar değiliz; o nedenle, yapmak istediklerimizin birçoğunu yapamıyoruz.”

Değerli arkadaşlarım, bu ne biçim anlayıştır! Koalisyon Protokolü, Allah tarafından gönderilmiş, değiştirilemez bir ayet midir ki, sizin bu kadar elinizi kolunuzu bağlıyor?!. Ortaklar olarak, oturursunuz, ülkemiz ve halkımız için yapılacak yararlı hizmetlere engel olan yanlarını gözden geçirerek yeniden düzenlersiniz. Bu sözler, devlet yönetiminde bilgisizliğin, deneyimsizliğin, yeteneksizliğin, aczin ifadesidir; hükümet kurup iktidar olamamanın, iktidar olup muktedir olamamanın tezahürüdür.

Siz, Hükümetin büyük ortağı olarak, Türk çiftçisinin durumunu iyileştirmek için gübreyi ve mazotu ucuzlatmak istediniz de ortağınız mı engel oldu? Siz, tarım ürünlerine yüksek fiyatlar verip, peşin ödemeler yapmak istediniz de ortağınız mı engel oldu? Siz, ülkemizdeki sulama projelerini hemen hayata geçirmek istediniz de ortağınız mı size engel oldu? Siz “çiftçilerin borçlarını affedelim” dediniz de ortağınız mı engel oldu? Siz, “hayvancılığa yapılan desteklemeleri artıralım” dediniz de, ortağınız mı engel oldu? Bunları, çıkıp, açıkça söyleyiniz, bilelim. Ülkemizin ve halkımızın yararına olduğuna inandığımız icraatlarınıza, eğer, ortağınız engel oluyorsa, size, o konularda, biz destek olalım. Lütfen, bu bahaneyi, bir daha dile getirmeyin. Dağarcığınızda bir şeyler varsa, zamanı boşa harcamadan, ülkemizin ve halkımızın hizmetine sunun.

Aynı şeyler Doğru Yol Partisi için de geçerlidir. Hükümetin diğer ortağı Doğru Yol Partililer de, aynı düşünceyle, yapamadıkları hizmetleri kamufle etmeye kalkışırlarsa, ona da karşı çıkarız.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; devletimizin ve cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk'ün “milletin efendisidir” diye tanımladığı köylümüz, çiftçimiz, hak ettiği yerde değildir; ilgiye ihtiyacı vardır, yardıma ihtiyacı vardır, hizmete ihtiyacı vardır. 25 milyon insanın feryadı kulaklarımızı çınlatıyor; bu çığlığa kulak verelim. Bu insanlarımızı, layık oldukları yere hep birlikte taşıyalım. İnsanı ve emeği en yüce değer sayan Cumhuriyet Halk Partisi olarak, tarım ve hayvancılığa özel önem vermek suretiyle, Türk çiftçisini, hızlı kalkınma ve büyümenin öncüsü yapmayı, ulusal amaçlarımızdan biri olarak ele almaktayız.

Dileğimiz, tarım ve hayvancılığımızın, bir an önce, gelişmiş ülkeler düzeyine ulaşmasıdır. O günlerin umut ve özlemiyle, tümü olduğu gibi bu bölümü de hayalci olan Tarım Bakanlığı bütçesinin, ülkemize, ulusumuza, Türk çiftçisine, Bakanlık personeline hayırlı olmasını diliyor, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Yüce Meclisin siz değerli üyelerine ve tüm yuttaşlarımıza saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Büyükcengiz, saniyesi saniyesine 20 dakikalık bir süre kullanımı yaptınız.

Sayın Aydın Güven Gürkan, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

CHP GRUBU ADINA AYDIN GÜVEN GÜRKAN (İzmir) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesi üzerinde konuşacağım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Önce, beni çok etkileyen bir konu üzerinde duygularımı ve düşüncelerimi açıklamak istiyorum. Biliyorsunuz, Bakanlık, bundan çok kısa bir süre önce, 2 500 personel almak için bir sınav açtı. Yine, hepiniz biliyorsunuz, bu sınava 90 bin kişi başvurdu. Tabiî, şimdi söyleyeceklerimin dışında, bu bile, başlıbaşına, aslında, biz yönetenlerin -çünkü, ülkemiz insanları, bizi, yönetenler olarak görüyorlar; doğrudur- ülke sorunlarını ne ölçüde ciddîye almamız gerektiği konusunda, çok unutulmaz bir uyarı sayılmalıdır. Tabiî bu sorunun derinliği, boyutu, ürküntü vericiliği beni çok etkiledi; ama, ondan daha çok etkileyeni, bizim, yönetenler olarak, yurttaşlarımıza yaptığımız muamele olmuştur. Bu, çok hüzün verici -bütün içtenliğimle söylüyorum- yönetenler arasında bulunmaktan ötürü çok hicap duyduğum, çok utanç duyduğum bir olaydır. Elbette, 90 bin insanı sınava çekmek kolay bir şey değildir, bunu anlıyorum; ama, böyle bir muameleyi anlamakta bir yurttaş olarak, bir politikacı olarak, doğrusu, çok zorluk çekiyorum.

Günlerce, başvuru formu verebilmek için sıralarda beklediler; günlerce, sınava girebilmek için sıralarda beklediler.

ERCAN KARAKAŞ (İstanbul) - Dövüldüler!..

AYDIN GÜVEN GÜRKAN (Devamla) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sınav da neyi ölçmeye yönelik bir sınav?!. Yani, sınav dediğiniz şey, değerli arkadaşlarım, bir kişinin o işe ehil olup olmadığını, yetkin olup olmadığını ölçmeye yarayan bir araçtır. Sınav yapılmak için sınav yapılmaz. İnsanlarımızın eziyet çekerek başvuru yaptığı sınav da sınav değildir.

Sınav da bir başka rezalet...

MEHMET AYKAÇ (Çorum) - Sizin gibi sınavsız mı alsaydık?!.

BAŞKAN - Sayın milletvekili...

AYDIN GÜVEN GÜRKAN (Devamla) - Onları ayrı konuşuruz.

Bakın, çok değerli arkadaşlarım...

BAŞKAN - Sayın milletvekili, lütfen, karşılıklı konuşmaya meydan vermeyelim.

SITKI CENGİL (Adana) - Çukobirlik'i batırdınız.

BAŞKAN - Sayın milletvekili, beni müdahale etmek zorunda bırakmayın, lütfen yerinize oturun ve sükûnetle dinleyin.

AYDIN GÜVEN GÜRKAN (Devamla) - Bakın, çok değerli arkadaşım, biz hükümetken...

BAŞKAN - Lütfen... Sükûnetle...

Sayın Gürkan, lütfen Genel Kurula hitap edin.

AYDIN GÜVEN GÜRKAN (Devamla) - Biz hükümetken, Hükümet ortağıyken, eleştirmek çok doğal hakkınızdı, yaptınız, bundan böyle de yapmaya devam edersiniz, buna da bir itirazım yok; ama, ben, size, ciddî bir sorun söylüyorsam ve eğer, siz, bu yurttaşın oylarıyla buraya gelmişseniz ve eğer, kul hakkından bahsediyorsanız, insana sevgiden ve saygıdan bahsediyorsanız, bu sorunu ciddiye almanız lazım.

Ülkemizde, insanlar yurttaş olmak istiyorlar. Bitmedi... Sınavın girişi sırasında, hepiniz gördünüz, yaşadınız; o insanlar coplandı; coplandılar, gördüm... O coplanan insanlar içerisinde, bulduğu, kimsenin görmediği, 100 milyonlarca lirayı götürüp karakola teslim eden aziz yurttaşlarım vardı, aziz sade insanlarım vardı ve o insanlar orada coplandı.

MEHMET AYKAÇ (Çorum) - Anlayamadım.

AYDIN GÜVEN GÜRKAN (Devamla) - Düzene sokuyorlar hep; -sözümona düzene sokuyorlar...

Sonra, mülakat yapılacak. Değerli arkadaşlarım, hiç değilse, bu mülakatta, gerçekten, o insanların, o 90 bin kişinin, içlerine sindirebilecekleri bir ölçütü kullanmak zorundayız; ama, bu mümkün değil. Biliyorum, hepimiz biliyoruz, ne yazık ki, geçmişte de yapıldı, bundan sonra da yapılırsa çok yazık olacak. Mülakat nedir, neyi ölçeceksiniz? Mülakat, sadece, torpile hazırlanan bir kılıftır. Bu yapıldı... Bunu sadece siz yapıyorsunuz, yapacaksınız demiyorum.

Değerli arkadaşlarım, bütün bu sınav nedeniyle yaşadıklarımız, biz politikacılara, biz yönetenlere, gerçekten, insanlarımızı, ülkemizi, bakanlık gücümüzü, devlet gücümüzü çok daha ciddîye almamız gerektiğini hatırlatmalıdır. Size bütün içtenliğimle söylüyorum, böyle bir sınavı yapmış bir Bakanlığa kimse güven duymaz; kimse, hiçbir şeyi çözeceğine inanmaz ve kimse, o Bakanın görevde kalmasına göz yummaz. Bir sınavı insanca koşullarda yapamıyorsak, bir sınavın organizasyonunu beceremiyorsak, onu kat kat aşan ağır sorunları çözmeyi nasıl becereceğiz!

Devletle toplum arasındaki yabancılaşmadan çok şikâyet ediliyor; ama, bütün bunlar, devletle toplum arasındaki yabancılaşmaya kaynaklık ediyor.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Bakan, sendikacı olarak kendisiyle de güven ve karşılıklı saygı içinde kısa süre birlikte çalışığım bir arkadaşımızdı; kendisini yetkin bir sendikacı olarak tanıdım ve daima kendisiyle işbirliği yapmaktan -kendisi de bilir- zevk duydum; ama, politikacı olarak Sayın Bakanı tanıyamaz hale geldim.

MEHMET AYKAÇ (Çorum) - Refahlı olduğu için...

AYDIN GÜVEN GÜRKAN (Devamla) - Hayır, değil.

Bakınız; şimdi, milletimizi rencide etmeyeceğini düşünsem, sayın bakanın, Kilis kongresinde söylediklerini kelime kelime buradan okurum; ama, ne sizi rencide etmek istiyorum ne milletimizi rencide etmek istiyorum ne de mesleğimiz politikacılığı rencide etmek istiyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

MEHMET AYKAÇ (Çorum) - Oradakiler rencide oldu mu?

BAŞKAN - Sayın Aykaç, lütfen..

AYDIN GÜVEN GÜRKAN (Devamla) - Hakikaten, okursam... Gerçekten okumak istemiyorum...( CHP sıralarından “oku” sesleri)

MUSTAFA YILDIZ (Erzincan) -Sayın Bakana verin, kendisi okusun.

A.TURAN BİLGE (Konya) - Oku, istiyor çünkü; oku...

AYDIN GÜVEN GÜRKAN (Devamla) - Arkadaşımız diyor ki, “Sistemin ipleri (P...)'ların elindedir.” Biz, çok şükür, (P...)'lar demiyoruz;. sistem eleştirilir değerli arkadaşım.

“(P...)'ların elindedir. Halk anlasın diye bunu söylüyorum” diyor. Halk, bundan anlar, anlaşılan; öyle zannediyor!.. Bu da ilginç bir saptama ve diyor ki, “Şimdi, millet iktidar oldu çok şükür; bunları, (P...)'ları bulacağız, temizleyeceğiz...” Sistem eleştirisi... İçeriği, sözde, sistem eleştirisi...

Tabiî, sistem eleştirisi yapılmalıdır; ama, arkadaşımız bakan artık ve sendikacı olarak hiçbir zaman böyle bir üslubu benimsememişti; şimdi böylesini benimsiyor. Arkadaşımız, işte “sahte Atatürkçüler çıktı, sahte cumhuriyetçiler çıktı” ya da, “Atatürk'ü, cumhuriyeti yanlış anlatanlar, yanlış anlayanlar çıktı” diyor. Kendi düzeltmesinden okuyorum; yani, basının yazdığı gibi de değil, tam kendi dediğini söylüyorum; “Şimdi, Atatürk, bu cumhuriyeti kuranlar kalksa, bunların yüzüne tükürür” diyor. Niye bunları söylüyorlar, ne gerek var?!. Yani, “Atatürk'ü yanlış yorumlayanlar var, cumhuriyeti yanlış yorumlayanlar var; böyle olmamalıdır” demek varken, (P...)'lar, yüzüne tükürürümler... Peki, bu millet, çok derin sorunlar içinde; çözülmesi çok zor sorunların altından kalkmaya çalışıyor, birliğini, bütünlüğünü korumaya çalışıyor, direncini korumaya çalışıyor, içbarışını korumaya çalışıyor, yaşamı döndürmeye çalışıyor ve bütün bunlardan çıkabilmek için, Meclise, Hükümete göz dikmiş, bakıyor. Bunlara güven vermek yerine, üç kuruşluk alkış için, kutuplaşmalar, rencide olmalar, öfkeler yaratacak bir üslubun kime ne yararı var...

Değerli arkadaşlarım, atamalar konusunda da birkaç şey söylemek istiyorum: Her bakanın doğal hakkıdır; bir bakan, hele bir zihniyet değişikliği iddiasıyla gelmiş bir partinin bakanıysa, elbette, yakın çalışma arkadaşlarını seçme hakkına sahiptir, bunu saygıyla karşılıyoruz; ama, bu, bence, orada kalmalıdır. Yani, personel değişiklikleri yapılırken “ha, bir başkası geldi, şimdi seni cezalandırıyorum” zihniyetiyle, insanlar bir yerden bir yere alınmamalıdır. Alınmalıdır, benim hiç itirazım yok; Sayın Bakanın, müsteşarla, genel müdürle çalışmamak istemesi kadar doğal bir şey görmüyorum, doğal görüyorum bunu; ama “vay, sen, geçmiş dönemin müsteşarıydın, sen geçmiş dönemin genel müdürüydün” yaklaşımıyla, cezalandırıcı bir biçimde olmamalıdır; az sayıda olmalıdır.

Hastane müdürleri, hastane baştabipleri, teknik adamlardır; iyiyse devam ederler, kötüyse giderler. Bunun, hastane müdürünün, Refah Partilisi, sosyal demokratı, ANAP'lısı, DYP'lisi olmaması gerekir arkadaşlarım; bakılır, iyi hizmet veriliyorsa devam ettirilir, verilmiyorsa -görevden- başka bir yere verilir. Bölge idare mahkemesi kararları tatbik edilir, uygulanır; yetkinlik aranır. Benim açımdan, her bakan istediği kişiyle çalışmakta özgürdür; eğer, bir yasal imkân tanımak istiyorsa, bir eksiklik varsa, onu da sağlamaya hazırız; ama, bir koşulu var; ehliyetli insanları bulacak, yetkin insanları bulacak; ama, şimdi, Bakanlıkta, bunların yapıldığını söyleyebilmek son derece güçtür.

Değerli arkadaşlarım, çalışma yaşamımız ve sosyal güvenlik sistemimiz çok büyük sorunlar içindedir. Açıkça bir şeyi söyleyeyim; çalışma yaşamı ve sosyal güvenlik sistemimizin, bölük pörçük, parçasal, yüzeysel, birkaç maddelik yasalarla -böyle yaklaşılarak- çözülmesi mümkün değildir. Bugüne kadar gelen her bir bakan, sistemimizin, köklü, kapsamlı bir çalışmaya izin vermiyor olmasından, yani -Bakanlar Kurulu sistemimizden, Meclis sistemimize kadar- köklü bir çalışmaya, bütünlüğü olan, bütüncül bir çalışmaya imkân vermiyor olmasından ötürü, bölük pörçük, uyduruk, ancak günü kurtardığını zanneden düzenlemeler yapmışlardır ve hiçbir sorun çözülmemiştir; aksine, her bir sorun, çözülmesi geciktiği için daha da ağırlaşmıştır. Şimdi, bir kere şunu bilmek lazım; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, bugünkü yetkileriyle, bugünkü yetki karmaşasıyla, asla, çalışma yaşamının ve sosyal güvenlik sisteminin sorunlarını çözemez.

Değerli arkadaşlarım, bir sosyal güvenlik sistemi nedir, lütfen düşünün; -bütün dünyada bu böyledir- yani, akılcı bir sisteme -hangi partiden olursak olalım- kuralları olan bir sisteme mutlaka yönelmek zorundayız; aksi takdirde, yazık oluyor bu ülkeye, kaynaklarına yazık oluyor, insanlarına yazık oluyor, umutlarına yazık oluyor. Yazık oluyor... Bir akılcılık, Aranan şey akılcılık; ister Refahlı, ister DYP'li, ister ANAP'lı, her biri, kendi düşünce dünyası içinde akılcı olmak zorundadır. Şimdi, sosyal güvenlik sistemi, Sayın Bakan bir hazırlık yapıyor, sosyal güvenlik sisteminin dev sorunlarını, üç beş maddelik bir yasayla çözmek mecburiyetinde hissediyor kendisini; işte, 50-55 yaş sınırını getirecek, bazı ufak tefek düzenlemeler yapacak; ama, sistem, dev gibi, bütün boyutlarıyla, bütün noksanlıklarıyla varlığını sürdürecek.

Sosyal güvenlik sistemi nedir; gayet basit -değerli arkadaşlarım çok iyi bilirler- insanlar prim verecekler, o prim alınırken risk hesaplanacak, o risk doğduğunda ödenecek ve bu sosyalse, devlet, belirgin; yani, sistemin aktuarya hesaplarını yapabileceği bir katkı sağlayacak ve bu sistem herkesi kapsayacak ve herkesi eşit kapsayacak. Yani, dünyanın her yerinde sosyal güvenlik sistemi budur; bir risk vardır -onlar bellidir- o risk için bir prim yatırırsınız, o primin karşılığında alacağınızı bilirsiniz; devletin de mutlaka bir katkısı vardır, herkes bundan eşit ölçüde yararlanır; yani, külfeti kadar yararlanır ve bu, herkesi kapsar; budur...

Şimdi, bizim sistemimizin bununla ne alakası vardır; Emekli Sandığı bir tarafta, ne aldığı ne verdiği belli değil; Bağ-Kur bir tarafta, ne aldığı ne verdiği belli değil; Sosyal Sigortalar bir tarafta, ne aldığı ne verdiği belli değil; çeşitli fonlar, çeşitli sandıklar bir tarafta, ne aldığı ne verdiği belli değil... Ne bir hesap, ne bir kitap, ne sigortalı olmanın güvencesi, ne de sigortayı yönetmenin gerektirdiği sorumluluk duygusu; bir keşmekeş... Aynı sigorta içinde birbirinden farklı on tane sigortalılık statüsü görürsünüz; Emekli Sandığına sigortalı olanın, Bağ-Kur'a sigortalı olanın, SSK'ya sigortalı olanın ödedikleri, katlandıkları külfetle aldıkları nimet arasında hiçbir ilişki yoktur, hepsi birbirinden farklıdır.

On yıllardır yazılıyor, sosyal güvenlik sistemi bir bütündür deniliyor; en son, Meclis Araştırma Komisyonu kurmuşuz, bir rapor hazırlamış... Değerli arkadaşlarım, şunu da söyleyeyim; Meclis için, bazen çok o kötü şeyler söyleniyor; ama, o kötü şeyleri söyleyenler, lütfen, Meclisin, istediği zaman, ne kadar, sorumluluklarının bilincinde çalıştığını, o raporu okuyarak görsünler.

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) - Sayın Bakanım, dört yıl siz yönettiniz burayı!..

AYDIN GÜVEN GÜRKAN (Devamla) - Üstadım, onu anlatacağım, doğru; bir şey demiyorum...

Ben diyorum ki, şimdi, nasıl reforme edeceksiniz? Emekli Sandığı bir başkasına bağlı, bir sosyal bütçesi yok; yani, ne gelecek, ne gidecek bilmiyorsunuz.

Sağlık hizmetlerini ayırmanız lazım sigortadan; biliniyor. Sağlık Bakanlığının bir hazırlığı yok sağlık reformu konusunda; hastaneler üstünüzde kaldığı sürece bir şey yapmanız, sisteme bir şey yapmanız mümkün olmuyor. Herkesin haklarını eşitlemeniz lazım; bu, bir kaynak gerektiriyor, bu kaynağı sağlayacak bir Hükümet iradesi gerekiyor.

Benim derdim, o, bu meselesi değil; benim derdim, Türkiye sorunlarını, artık, çözüyormuş gibi gözükmek yerine, gerçekten, iki ay sonra, üç ay sonra, dört ay sonra; ama, gerçekten çözmek için el atmak.

BAŞKAN - Sayın Gürkan, son 3 dakikanız...

AYDIN GÜVEN GÜRKAN (Devamla) - Evet efendim.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, bir rapor hazırlanmış, bu rapora bütün partiler imza atmış “evet, sosyal güvenlik sistemi böyle reforme edilmelidir” deniliyor. Şimdi yapın beyler... Yapalım beyler... Yapalım... Bütün partilerin imzası var; çareler belli, çözümler belli, yollar belli, hatta finansman ihtiyacı dahi belli; ama, yapalım lütfen. Yani, Sosyal Sigortalar Kurumunun, emeklilik yaşını 50'ye, 55'e çıkarmak ve ufak tefek prim düzeltmeleri yapmakla hiçbir sorununu çözemeyiz.

Çalışma yaşamı için de aynı şeyleri ifade etmek istiyorum. İmtihanlar, büyük işsizlik tehlikesinin sinyallerini, alarmlarını bize gösteriyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının kuruluş yasasını okuyorsunuz, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, tam istihdamla ilgili tedbirleri almakla görevli; ama, bakıyorsunuz ki, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının tam istihdamla ilgili hiçbir yetkisi yok ve sorun sahipsiz. Sorun sahipsiz; ama, değerli arkadaşlarım -Meclis konuşmasında da söyledim- ben diyorum ki, dünyanın birçok yerinde eğitim bakanlığıyla istihdam bakanlıklarını birleştiriyorlar. Niye; bu dünyada ayakta kalabilmek için çok akılcı olmak, her kuruşumuzu en iyi şekilde kullanmak zorundayız da onun için. Eğitimden alacak istihdama aktaracak... Yıllarca bir insangücü planlaması, bir eğitim planlaması yapılması gerekliydi.

BAŞKAN - Sayın Gürkan, son dakikanız...

AYDIN GÜVEN GÜRKAN (Devamla) - Hiç değilse, basit bir koordinasyon kurulunun olması gerekli. Yetkiler toplansa, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının istihdam geliştirici pek çok imkânı vardır. Bunların en basitlerinden biri, bizim sevk ettiğimiz İŞKUR Yasasıdır. Onunla da bitmez, başka pek çok alanda da yetki gerekli.

Şunları söyleyerek sözümü bitiriyorum: Sayın Bakanın işgüvencesinden, işgüvencesi yasasından, işsizlik sigortasından tek kelimeyle bahsetmemiş olmasını, bizim topluca sevk ettiğimiz, Sosyal Sigortalar Yasası, işgüvencesi yasası, işsizlik sigortası gibi tasarıların üstünde hiç durmaması çok yazık.

Nema konusunda da büyük bir fırsat var; o paralar ödenmelidir; ama, bu, belki çok sağlam bir işsizlik sigortasına da temel yapılabilir.

Sayın Bakanın, Komisyonda yaptığı konuşmayı, ne yazık ki, çok ufuksuz, meselenin bütünlüğünü kapsamaktan çok uzak, âdeta, klasik nutuklarınızdan biri gibi gördüm; artık, Türkiye'yi, klasik, alışılmış, baştan savıcı yöntemlerle -adı ne olursa olsun, kim olursa olsun- yönetebilme şansı yoktur.

Bu şansı, Bakanlığımızın iyi kullanmasını diliyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Gürkan.

Şimdi, söz sırası, Anavatan Partisi Grubunun birinci sözcüsü Sayın Abdullah Akarsu'da.

Sayın Akarsu, süreyi eşit mi paylaşıyorsunuz?

ABDULLAH AKARSU (Manisa) - 20'şer dakika efendim.

BAŞKAN - Peki, buyurun.

ANAP GRUBU ADINA ABDULLAH AKARSU (Manisa) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Tarım ve Köyişleri Bakanlığının 1997 malî yılı bütçesi nedeniyle, Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına, Yüce Meclisimizin değerli üyelerini saygılarımla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde konuşurken, Sayın Erbakan'ın hayali denk bütçesi gibi, yarısı hayali bir bakanlık bütçesi üzerinde konuşmuş olmaktan üzülüyoruz.

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) - Niçin?..

ABDULLAH AKARSU (Devamla) - Niçinini söyleyeceğim efendim.

Zira, Bakanlık, son yıllarda, değil çiftçiye, kendi adına bile sahip çıkamamış; kendi gitti adı kaldı yadigâr hesabı, Köyişleri gitmiş, yarısı yok bir bakanlık haline gelmiştir. Tabiî, biliyorsunuz ki, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü bir Devlet Bakanı tarafından deruhte edilmektedir de onun için.

Üzerinde tartıştığımız bütçe, ülkemiz nüfusunun yüzde 45'ini ilgilendiren Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bütçesidir. Bundan sonraki satırlarımda, Köyişlerini söylemeyeceğim; çünkü, Hükümetimizin değerli üyeleri, bu köyişleri lafzını ya buradan kaldırırlar veyahut da getirirler Köyişlerini, Tarım Bakanlığına bağlarlar.

Ne üzücüdür ki, çiftçimizin ürünü para etmiyor, emeğinin karşılığını alamıyor, mahsulünü devlete satmış olsa bile parasını alamıyor; dolayısıyla, borcunu da ödeyemiyor. Üstüne üstlük, mazot, gübre, ilaç gibi temel girdilere gelen zamlar çiftçimizi daha da perişan ediyor. Kısa vadeli, politik amaçlarla yürürlüğe konulmuş, arızî ve samimiyetten uzak politikalar da, çiftçiyi küstürmekten, kızdırmaktan başka hiçbir işe yaramıyor.

1990'lı yıllarda verilen düşük taban fiyatlarının ve uygulanan samimiyetsiz politikaların yol açtığı fakirleşmenin ulaştığı düzeyi sergilemek için, Yüce Meclise birkaç çarpıcı rakam sunmak istiyorum: 1991 yılında 1 traktör alabilmek için 70 ton buğday satan üretici, bugün, aynı traktörü satın alabilmek için 112 ton buğday satmak zorundadır.

1991'de 14 ton pamuğa 1 traktör alınırken, şimdi, 34 ton pamuğa 1 traktör; 13 ton kuru üzüme 1 traktör alınırken, şimdi de 25 ton kuru üzüme 1 traktör alınabilmektedir.

1991 yılında 2 320 lira olan mazot, bugün 54 590 Türk Lirası olmuştur. Beşbuçuk ay önce, biz Hükümeti devrettiğimizde 32 bin lira olan mazot, bu kadar kısa bir sürede 55 bin Türk Lirasına ulaştırılmıştır. Yani, bu başarıyı, Refahyol Hükümetinin en büyük başarısı olarak görüyorum!..

1991 yılında 1 ton tütün veren çiftçi 15,5 ton mazot alabilmekteydi, şimdi 1 ton tütün veren çiftçi 4,5 ton mazot almaktadır.

1991 yılında, fındık üreticisi 1 kilogram fındık verince sofrasına 2 kilogram zeytin koyabilmekteydi; bugün, 1 kilogram fındık veren üretici, sofrasına 250 gram zeytin koyabilmektedir ve fındık üreticisi eylül ayından beri ödenmeyen paraların sıkıntısını çekmektedir.

Bu örnekler çoğaltılabilir. Genel bir değerlendirmeyle, 1991 ve 1996 yılları arasında, ürün fiyatlarındaki artışla , temel girdi fiyatlarındaki artış arasındaki farklar, dönemin bakanlarının, çiftçimizin karşısında yüzünü kızartacak kadar ciddîdir.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Başbakan Sayın Erbakan'a, zannediyorum, pazar ekonomisini bir kere daha iyi anlatmak gerekmektedir. Hâlâ “buğday fiyatlarını düşürdüm” demekte, “ekmek her yerde, şu gün şu fiyata satılacak” demekte, “Un fiyatlarını böyle yapasınız, bilesüz” gibi laflarla, buğdayın, unun ve ekmeğin fiyatının düşmediği apaçık ortada.

Biraz evvel, bir arkadaşım da ifade etti; burası komünist ve sosyalist bir ülke değil. Serbest pazar ekonomisine inanılan ülkelerde, fiyatları, siz değil, piyasa şartları belirler. Tüccara, fırıncıya fiyatı zorla kabul ettiremezsiniz; bunun şartları vardır, o şartları, o gereği yerine getirirseniz, ancak o fiyatları tutabilirsiniz.

Buğdaydaki rezalet, tahmin ediyorum, Refah Partili arkadaşlarımıza ve Doğru Yol Partililere bir nişan olmuştur, kulaklarına bir küpe olmuştur. Çünkü, ekmek işi, yürekler acısı bir iştir.

Bakınız, iyi bir fiyat açıklandı -biraz evvel, Refah Partili arkadaşım da bu kürsüden ifade etti- buğdaya, yüzde 157'lik, reelde yüzde 62'lik bir zam verildi; ama, Toprak Mahsulleri Ofisi denilen kuruluş, Tarım Bakanlığına bağlı kuruluş, hem likit akışını sağlamadı hem buğdayı satın almadı hem de o buğdayın, belli grupların eline ucuz olarak geçmesini sağladı. dört ay sonra Hükümet ayıldı, dört ay sonra müdahale ettiniz; ama, buğdayın fiyatı 28 bin liraya yükselmişti. Çiftçinin elinden 15 bin liraya çıkan buğdayı, aradaki üç beş kuruluş, belli finansör çevrelerin desteklediği kuruluş o kaymağı yedi; siz, dört ay sonra uyanabildiniz.

Bakın, bir şey söyleyeyim: Eğer, Anayol Hükümeti zamanında açıklanmış fiyatı, o günkü şartlarda, Toprak Mahsulleri Ofisi layıkı veçhile yerine getirebilseydi, buğdayda ve ekmekte bu sıkıntı olmayacaktı; bunu kabul etmek zorundasınız.

Bunun yolu çok basit. Toprak Mahsulleri Ofisi denilen kuruluşun elinde 2-2,5 milyon ton stok bulundurursunuz; onu, piyasayı revize etmek için kullanırsınız ve bu insanların, bu toplumun başına hiç böyle belâlar gelmez.

Ancak, şunu bilmekte bir fayda var; sizin, siyasî müflis ortağınız, geçen yıl, emniyet stoklarını bile sattığı için onu, gözardı ettiniz ve maalesef, çiftçiden buğdayı alamadınız, gerektiği şekilde ithalat da yapamadınız; ondan sonra durum bu noktaya geldi.

Refah Partisinin muhalefet dönemindeki anlatımlarını, söylemlerini çok iyi hatırlıyorum; o şematik gösterileri, meydan mitinglerinde ve kahvehane toplantılarında da yapıyorlardı, broşürlerde de çok iyi anlatıyorlardı. Bu ekmeğin fiyatının üçte birlik kısmının faizcilerin; yani, sizin ifadenizle rantiyecilerin olduğunu; üçte birinin vergilerden müteşekkil olduğunu ve üçte birinin de gerçek ekmek fiyatı olduğunu söylüyor idiniz...Şimdi, ben size diyorum ki, ekmeği lütfen 5 bin liraya indiriniz; çünkü, o üçte ikilik kısmını atarsanız, ekmeğin gerçek fiyatının 15 bin liradan 5 bin liraya düşmesi lazım. Refah Partili arkadaşlarım, eğer bunu yapamıyorsanız, üzülerek söylüyorum, yüzde 66'lık bir yanlış ifadede bulunuyorsunuz...

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) - Zamanı gelecek...

ABDULLAH AKARSU (Devamla) - Hükümetsiniz efendim, Hükümetsiniz!.. Beşbuçuk ay da çok kısa bir süre değil; artı, buğday olayını organize etmek, öyle çok uzun zaman alacak bir iş değil.

Bakın, bir şey söyleyeyim: Bütün bunlar olurken, Sayın Başbakanımız, yaz aylarında, çiftçinin mahsulünü sattığı aylarda, şürekâsını toplayıp, Ata uçağıyla, Balıkesir'e yazlığa gidip geliyor. Şunu söylüyorum; Hazreti Ömer'in adaletini ve devlet malını kullanmadaki hassasiyetini gözünüzün önüne getirmek istiyorum. Kendi özel işi varken, devletin mumunu söndürüp, kendi parasıyla aldığı mumu yakan Hazreti Ömer, bugün yaşasaydı, acaba, Ata uçağıyla, şürekâsıyla beraber Balıkesir'e gezmeye mi giderdi; yoksa, buğday fiyatlarıyla mı ilgilenirdi?!.

MUSTAFA YÜNLÜOĞLU (Bolu) - ANAP'lı mı söylüyor bunu?!.

ABDULLAH AKARSU (Devamla) - Efendim, ANAP'lı söylüyor ve ANAP'lı, bunu, iftiharla söylüyor...

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) - Sekiz yılda neler yaptınız?!..

ABDULLAH AKARSU (Devamla) - Efendim, iftiharla söylüyorum, iftiharla söylüyorum...

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen müdahale etmeyin.

ABDULLAH AKARSU (Devamla) - Hükümet, maalesef, çiftçiyi aldatmaktadır; açıkladığınız alım fiyatları da gerçekçi değildir. Yıllık enflasyonun yüzde 100'lere yaklaştığı bir ortamda, temel girdi fiyatlarına, çiftçinin altından kalkamayacağı boyutlarda zam yapılırken, üretim fiyatları hâlâ yerinde saymaktadır.

Pamukta prim sistemini, bu kürsüden, son dört beş ay içerisinde, defeatle dile getirdik; pamukçuya prim verin dedik. Bakın, Adana pamuğu 40-45 bin liradan gidiyor, Ege pamuğu 50-55 bin liradan gidiyor. Hiç olmazsa, prim sistemini geri getirin dedik; hiçbir şey yapmadınız. Çiftçi, 1991 senesinde 1 kilo pamuk veriyordu, 3 litre mazot alıyordu; 1996 senesinde 1 kilo pamuk veriyor, 1 litre mazot alıyor; alamıyor bile, 4 500 lirasını da cebinden koyuyor. Hükümet, çiftçinin meselelerine karşı o kadar ilgisiz ki, zeytinyağı fiyatı, hâlâ açıklanmış değil; zeytinyağı fiyatı belli değil, serbest piyasada kendisi oluşuyor; ama, şunu unutmayınız, bu ülkede, Tariş gibi, Fiskobirlik vesaire gibi bir sürü kuruluş var. O kuruluşlar, bu fiyatları organize edebilmek için kurulmuştur; ancak, Hükümetimizin yetkilileri, o kuruluşları siyasî arpalık olarak gördüklerinden, Tariş de gerekli fonksiyonunu icra edememektedir. Fiyatlar yok ortada. Bir şey söylüyorum: Fiyatlar yarın bir gün çıkacak; belli kişiler stoklarını bir yapsın, ondan sonra çıkacak...

Bir şeyin özellikle altını çizmek istiyorum: Ülkede, Tariş ve Tarım Satış Kooperatifleri kurulmuş, çok güzel kuruluşlar; ancak, Hükümetin acilen yapması gereken bir şey var: Buralardan siyaset elini çekmeli ve buralar, bu kooperatifler üreticiye devredilmeli, siyasîlerle ilişkisi kesilmelidir.

Üzülerek ifade etmek istiyorum ki, kimyevî gübre tüketimi çok azaldı. İlaç ve gübre alamayan çiftçi, mahsulünü Allah'a emanet ediyor. Tarlasını sulayamayan çiftçi yağmur duasına çıkıyor. Olabilir, ama, işbilir hükümetlerimizin çiftçimize layık gördüğü sonuç bu olmamalıdır.

1989 yılında -biraz önce, kurak bir ülkeden bahsedildi- kurak bir ülkede üretimin nasıl yüzde 11 artırıldığını bir örnekle ifade etmek istiyorum. 1989 yılında, son 52 yılın en kurak dönemi yaşandı bu ülkede. Anavatan İktidarının aldığı tedbirlerle, çiftçiye 500 bin ton yerli ve ithal tohumluk dağıtılmış, ekilmemiş bir karış tarla bırakılmamış ve 1990 yılında tarımsal büyüme yüzde 11'le rekor seviyeye ulaşmıştır; işte, işbilen iktidarların yapacağı budur.

CAFER GÜNEŞ (Kırşehir) - Millet kıymetinizi bilememiş; millete söyleyin bunu.

ABDULLAH AKARSU (Devamla) - Sadece, işi Allah'a havale etmekle olmaz. Elbette Allah'a havale edeceksiniz, Allah'a havale ediyoruz; ama, tarlayı tohumsuz, insanları ekmeksiz bırakmayınız.

Sayın milletvekilleri, Sayın Başkanım; çiftçimizin, tabiî ki, kilo kilo altınları filan yok; milyonlarca markı yok, doları yok; yurtdışında hanı yok, hamamı yok; kaçıp gidecek bir başka Türkiye'si de yok!.. Onun için, sabırla, iyi günlerin geleceğini bekliyor ve Allah'a dua ediyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özellikle 1983 ile 1991 yılları arasındaki üretim artışı, sonraki dönemlerde sürdürülememiş, tarım sektörü yok sayılmıştır. Uyduruk koalisyon hükümetlerinin verdikleri sözler, miting meydanlarında, arşivlerin tozlu sayfalarında kalmış, hiçbir zaman yerine getirilmemiştir.

Sayın Başbakan hatırlayacaklardır, Malazgirt'te bir konuşma yapmışlardı; çiftçinin borçlarını affedeceğini Malazgirt Meydanında söylemişlerdi. O borçların affedileceğini duyan çiftçi borcunu ödemedi. Ziraat Bankasının hesaplarını açınız, bakınız, bu, hem çiftçiye hem Ziraat Bankasına zarar verdi. Sonuçta ne oldu; “politikayı böyle yaparlar” anlayışı hâkim oldu; onu getirdiniz, yeni bir söylem koydunuz. Sayenizde, çiftçi desteklenmek yerine kösteklenmiş oldu. Umudu, hep başka bahara kaldı.

Verdiği sözü tutan, şu güne kadar, sadece Anavatan Partisi olmuştur. (RP sıralarından alkışlar [!]) Fiyat gecikti mi onun primini verirdi, hakkını verirdi ve çiftçinin hakkını vermek için elinden geleni yapardı. Bakınız, 1989 yılında bu ülkenin en kurak olduğu yılda ulaştığı başarı, bu ülkenin rekorudur, onu gözardı etmeyiniz.

CAFER GÜNEŞ (Kırşehir) - Millet sizi biliyor!..

ABDULLAH AKARSU (Devamla) - Millet bizi biliyor; iyi icraatımızı da biliyor. Sizin şu kötü icraatınızla, sizleri de tanımış oldu efendim. Teşekkür ediyoruz Doğru Yol Partililere, bu fırsatı size verdi, bize de, sizleri tanıma fırsatı verdiler.

ABDULLAH ÖRNEK (Yozgat) - 3 Kasımda gördünüz!..

ABDULLAH AKARSU (Devamla) - Neler yapılmalıdır : Doğal şartlara bağlı kuraklık, don, dolu ve hastalıklar gibi doğal afetlerden zarar gören çiftçinin mağduriyeti giderilmeli, genel tarım sigortası uygulamaları yaygınlaştırılmalıdır. Sadece borçları ertelemek yetmez, zararı tazmin etmek gerekir. Aynı zamanda, hepimizin bildiği gibi, çitfçilerimizin, ülkemizde sosyal güvenceden mahrum bir sosyal kesim olduğunu gözardı etmemeliyiz.

Türk çiftçisini güvenceye kavuşturacak yeni yasal düzenlemelere gitmeliyiz. Taban fiyatları, mutlaka ekim yapılmadan önce açıklanmalı, hem çiftçi bazında hem ülke bazında üretim planlaması yapılmalıdır. Destekleme kapsamına alınacak ürünlerin planlaması, yıllara göre, stratejik ve ülke ekonomisi için önemi baz alınarak yapılmalıdır. Ürün bedelleri peşin ödenmeli, krediler düşük faizli ve hasat sonrası ödenecek şekilde yüksek miktarlarda verilmelidir. Tarımsal üretimin girdisi olan tohumluk başta olmak üzere, kimyasal gübre, hayvan yemi ve motorine, çiftçi bazında yüksek miktarda sübvansiyon yapılmalıdır.

Ortak Pazarın 23 milyon çiftçisine uygulanan sübvansiyon miktarı akıllara durgunluk verecek seviyededir. 1995 yılında 23 milyon çiftçisine, Ortak Pazar ülkeleri, 36,3 milyar ECU'lük garanti için; 3,9 milyar ECU'lük de yönlendirme amacıyla kredi vermişlerdir. Bunun dolar olarak değeri 48,248 milyardır.

Bir de 30 milyon Türk çiftçisine verilen sübvansiyonlara bakınız!.. Biz de hayret ediyoruz bu çiftçi nasıl ayakta kalıyor diye...

Sayın milletvekili arkadaşlarım, Saygıdeğer Başkan; tarım sektöründe sabit sermaye yatırımı 1991 yılında yüzde 7,5 idi. 1994'te yüzde 4,8; 1995'te 5,3; 1996'da 5,6; 1997 yılında da 5,9. Yani, siz de farkettiniz, son 5 yılda bile 1991 rakamına ulaşamıyorsunuz.

Diğer arkadaşlarım bütçe hakkındaki görüşlerini, rakamları söylediler. Bütçe 43,2 trilyon. Bunun 33,3 trilyonu cari harcamalara, 7,9 trilyonu yatırım harcamalarına, 1,8 trilyonu transfer harcamalarına ayrılmış. Yani, Sayın Bakan için, Sayın Bakanın şahsında tarımcılara ve çiftçilere üzülüyorum; 7,9 trilyon ile ne yapılabilir diye hayretler içerisinde bu bütçeyi seyrediyorum.

Tarım sektöründeki sorunların bu bütçeyle çözümlenmesi hayaldir. Denk bütçeleriniz gibi hayaldir. Bu bütçede tarım sektörüne ayrılan payla, Başbakanın adil düzeninin ne kadar kof bir söylem olduğu meydana çıkmıştır. Çiftçiden daha fazla fedakârlık beklemeyiniz.

1990 yılında Tarım Bakanlığı bütçesi 843 milyar 363 milyon liraymış...

BAŞKAN - Sayın Akarsu, son 3 dakikanız.

ABDULLAH AKARSU (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.

1991 yılında yüzde 151 artış sağlanmış, 2 trilyon 106 milyar olmuş. Ne yazık ki, ondan sonraki yıllarda, bu seviye hiç tutturulamamış, hep yüzde 50'lik, 55'lik seviyelerde kalmış. Hatta, enflasyonun yüzde 150 olduğu dönemde, 1994 yılında, tarım bütçesi yüzde 81 artmış. Bu, reel olarak, eksi yüzde 70 küçülme demektir.

Şunu gözardı etmemek gerekir. Tabiî, ekonomi profesörümüz, daha çok kendi hesaplarıyla uğraşırken, Türk çiftçisini unuttu; biraz da devletle ve milletin işleriyle ilgilenseydi, bu durum, böyle olmazdı.

Ülke hayvancılığı can çekişmektedir. Hayvan üreticisi perişan olmuştur, hacizlerle karşı karşıyadır; bu konuda, Hükümetçe atılmış somut bir adım da maalesef, yoktur. Bakanlık, bu konuda çözüm üretebilmekten uzaktır. Popülist politikalar dışında, radikal hiçbir tedbir alınmamıştır. Üretici korumasızdır. Gelişmiş ülkelerin, üreticilere, yetiştiricilere devletten, büyük destekler verdiği bir ortamda, üretimicimizin bu noktada kalması mutlaktır.

Hayvanlarını satmak için çırpınıyor insanlar. Manisa'nın pazarında, bundan bir hafta önce, bir vatandaşımız aynen şöyle ifade ediyor: “Hayvanımı da satamıyorum.” 1 700- 2 000 marka aldığı hayvanı; piyasada 40-50 milyon lira... Devlet olarak, söz vermişsiniz, yüzde 25 teşvikini ödememişsiniz. İnsanlar hayvanlarını götürüp satamıyorlar; çünkü, dışarıdan ithal edilen inekler satılamaz diye yeni bir karar var. Fakat, adama basmış, borcunu ödeyemiyor. Satacak; satmak için dahi fırsat yok...

Bakın, bir şeyi, özellikle, vurgulamak istiyorum: Gece 24.00-01.00 nöbetine yazacak asker bulamayan Hollanda, hayvancılıktan, yıllık 30 milyar dolar gelir elde etmektedir.

A. TURAN BİLGE (Konya) - 32 milyar dolar...

ABDULLAH AKARSU (Devamla) - 32 milyar dolar.. Teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Sayın Akarsu, son dakikanız...

ABDULLAH AKARSU (Devamla) - Müsaade ederseniz, toparlamaya çalışacağım.

ÖMER EKİNCİ (Ankara) - O hale siz getirdiniz.

ABDULLAH AKARSU (Devamla) - Efendim, o, sizin marifetiniz. Sizin, o, çok özel ortağınızın marifetleri onlar, bizim değil beyefendi. O tarihleri iyi öğrenin...

Bugün, hâlâ, 20 ilde sığır vebası ve şap hastalığından dolayı, kontrollü geçiş yapılmaktadır. Böyle bir ortamda hayvancılığın gelişmesi söz konusu değildir.

Bakın, söyleyecek çok söz var da Sayın Başkan ikaz ediyor; herhalde, eksüre de vermeyecek. Bundan önce, Sayın Hatiboğlu eksüreler veriyordu. Sayın Başkanım, 1-2 dakika verseniz çok iyi olur; çünkü, daha evvel konuşan İktidar kanadı mensubu arkadaşlarım, hep 2'şer dakika eksüre kullandılar. Lütfederseniz, memnun olacağım.

BAŞKAN - O zaman, arkadaşınızın süresini kısıtlayacağız.

ABDULLAH AKARSU (Devamla) - Peki... Ben, arkadaşımın süresine tecavüz etmemek için toparlamaya çalışacağım.

Ortada yağ var, un var, şeker var; ama, helva yapacak hükümet yok, maalesef. Helva yapacak biziz inşallah, biz!..

MUHAMMET POLAT (Aydın) - Var... Var... O da var...

ABDULLAH AKARSU (Devamla) - Bütün bu veriler gösteriyor... Altı aylık çabanız da gösteriyor... Batırdınız işi!.. (RP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen, müdahale etmeyin.

ABDULLAH AKARSU (Devamla) - Yapılacak çok iş var.

Sayın Başbakan, tarım sektörüyle ilgili uyduruk bir hayali gelir paketi daha açmadan, acilen tedbir almak lazım. Çiftçinin ve köylünün kalkındırılmasının, bu Hükümetin uygulamalarıyla gerçekleşmeyeceği apaçık, aşikâr ortada; ama, toparlamak açısından bir şeyi söylüyorum; çiftçinin, hayvancının, tarım kesiminde uğraşanların başına gelen bu beş yıllık kazanın ortaya çıkması için, yeni bir Susurluk kazası mı bekliyorsunuz?

İSMAİL YILMAZ (İzmir) - Ne alakası var!..

ABDULLAH AKARSU (Devamla) - Evet, efendim; yeni bir Susurluk Kazası bekliyorsunuz; çünkü, bir şeyler olacak, ondan sonra farkına varacaksınız.

ABDULLAH ÖRNEK (Yozgat) - Boş laf bunlar!...

ABDULLAH AKARSU (Devamla) - Boş laf değil; doğru laf. Doğru söze ne hacet, bak, işte konuşuyorum.

Bakınız, konuşmamı bir şairin sözleriyle bitiriyorum; onu çok seviyorum: “Bir külah kapmaksa, bunca hırsın gayesi; kendi namusun olur er geç onun sermayesi.”

Anavatan Partisi olarak, bu bütçeye ret oyu vereceğimizi söylüyor; saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Akarsu.

Sayın Metin Emiroğlu, buyurun efendim.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan, konuşmacı, biraz evvel, Refah Partililere hitaben “müflis siyasî ortağınız” demek suretiyle, Partime sataşmıştır. Açıklamada bulunmak istiyorum.

BAŞKAN - Yerinizden lütfen...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Yerimizden olmaz. Bize, siyasî müflis bir parti diyecek, bu kürsüden, yaralayıcı, aşağılayıcı ve her tarafıyla sataşma kokan bir cümle sarf edecek... Ben, bunu yerimden değil, kürsüden arz etmek isterim.

BAŞKAN - Sayın Gönül, o sözcük benim de hafızamda. Şimdi, Sayın Emiroğlu'nu kürsüden indirmeyelim; o konuşmasını tamamladıktan sonra size söz vereyim.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Peki efendim.

ABDULLAH ÖRNEK (Yozgat) - Son sözünü kendisine iade ediyoruz Sayın Başkan.

BAŞKAN - Lütfen, oturduğunuz yerden siz de yeni bir sataşma yaratmayın...

CAFER GÜNEŞ (Kırşehir) - İade ediyoruz; sataşma değil...

BAŞKAN - Lütfen...

Buyurun Sayın Emiroğlu.

ANAP GRUBU ADINA METİN EMİROĞLU (Malatya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının, 1997 yılı bütçesi üzerindeki görüşlerimizi açıklamak üzere, Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım; konuşmama başlamadan önce, Yüce Heyetinizi saygılarla selamlıyorum.

Bilindiği gibi, Çalışma Bakanlığı, 1946 yılında 4841 sayılı Kanunla, kurulmuş ve daha sonra çıkarılan 3146 sayılı Kanunla, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı haline dönüştürülmüştür.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının temel görevi, çalışma hayatımızı ilgilendiren sosyal politika tedbirlerini almak, uygulamak ve denetlemektir.

2000'li yıllarda, gelişmiş ülkeler arasındaki onurlu yerini almaya aday olan Türkiye'nin, bir taraftan, sanayi, hizmetler ve tarım sektörlerinde dış rekabete açık bir yapıyı oluşturmaya çalışırken, diğer yandan, sosyal politikalarını, çağdaş ilkeler ve mekanizmalarla yenilemesi ve toplumda sosyal adalete dayanan, ILO normlarının gözetildiği bir yapıyı kurması, ana hedefleri arasında bulunmalıdır. Bu hedeflere ulaşılabilmesinde, ekonomik ve sosyal kalkınmanın dengeli bir şekilde yürütülebilmesi, büyük önem taşımaktadır. Şüphesiz, istikrarlı bir ekonomik kalkınma ve büyümeyle desteklenmeyen sosyal politikaların başarılı olması da beklenemez.

Şu an için, ülkemizin en önemli problemi, birçok arkadaşımın değindiği gibi, hayat pahalılığı, işsizlik ve gelir dağılımının bozulması olarak belirmektedir.

Son yıllarda, yatırım hacmindeki azalmalar ve köy nüfusunun şehirlere transferi, tarım kesimindeki gizli işsizliği, şehirlerde açık işsizliğe dönüştürmekte ve sanayi ve hizmetler kesimini zorlamaktadır. Gerçek sanayileşme ve altyapıya dayanmayan demografik şehirleşme olgusu, birçok ekonomik ve sosyal problemlerin de kaynağını oluşturmaktadır.

Nüfusumuzun -yıllık yüzde 1,7 artış hızıyla- 1996 yılı itibariyle 62,7 milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir. Nüfus artış hızındaki azalma, ülkemizde sosyal, ekonomik ve kültürel alanlardaki değişimin bir sonucu olarak tezahür etmektedir.

Ülkemizde, şu anda, 0-14 yaş grubu, toplam nüfusun yüzde 31'ini; 15-64 yaş grubu, toplam nüfusun yüzde 63'ünü; 65 ve yukarı yaş grubu ise, toplam nüfusun yüzde 4,8'ini teşkil etmektedir.

Bir ülkenin en önemli kalkınma aracı, şüphesiz, insandır. Doğal kaynaklardan, sermaye birikiminden ve teknolojik düzenden daha önemli olan insangücü kaynağı, kalkınmanın ve gelişmenin en büyük gücüdür. Bu gücün ülke kalkınmasında etkili bir şekilde kullanılabilmesi, bu kaynağın, ülke ihtiyaçlarına göre eğitilmesi ve yetiştirilmesiyle mümkün olacaktır.

Ülkemizde, işsizlerin tahsil durumuna bakıldığında; ilkokul mezunu olanların yüzde 51 oranında, orta ve lise dengi okullardan mezun olanların ise yüzde 31,3 dolayında olduğunu görmekteyiz.

İstihdam edilenlerin sektörlere göre dağılımına bakıldığında ise; yüzde 47,8'i tarım, yüzde 15,3'ü sanayi ve yüzde 37'sinin ise hizmetler sektöründe çalıştıkları anlaşılmaktadır. Ortak Pazar ülkelerinden Almanya'da bu oranlar, sadece yüzde 3,4'ü tarım, yüzde 39,7'si sanayi ve yüzde 56,9'u da hizmetler sektörü şeklinde olmaktadır.

Buradan da anlaşılacağı gibi, istihdamdaki ağırlık, gelişmiş ülkelerde, tarımdan, sanayi ve hizmetler sektörüne doğru kaymaktadır. Ülkemizde de, pek yakın bir gelecekte, istihdamdaki ağırlık, tarımdan, sanayi ve hizmetler sektörüne doğru kayacaktır.

Şu anda, ülkemizde -1996 itibariyle- kentsel işsizlik oranı yüzde 12,1'i bulmakta ve yüzde 8,9 olan eksik istihdam oranıyla birlikte, oldukça yüksek bir rakam olan yüzde 21'e ulaşmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, ülkemizin en önemli sorunu işsizliktir, oranı yüzde 21'dir ve işte, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızın 2 500 kişi için açtığı bir sınava 70 bin kişi müracaat etmektedir. İşte, bugün, Türkiye'nin gerçeği budur. Türkiye, ekonomik ve sosyal politikalarındaki dengelerin bozulması sonucu, büyük bir işsizlik girdabına sürüklenmiş bulunmaktadır.

Bu girdaptan nasıl çıkacağız?.. Bunun için, ülkemiz, muhtelif mekanizmaları harekete geçirmek mecburiyetinde bulunmaktadır; bunların en başında eğitim gelmektedir; Sayın Güven Gürkan da buna değindiler. İşsizliğin bu derece artmasında, toplumdaki sosyal hareketlilik, göç olayları vesaire yanında, eğitim sistemimizdeki yanlışlıkların da büyük tesiri olmaktadır.

Ülkemizde, bir tarafta, iş arayan geniş kitleler bulunurken, diğer taraftan, eğitilmiş insangücüne ihtiyaç bulunmaktadır. Gazetelerde, eğitilmiş eleman arayan ilanlara sıkça rastlanmaktadır. Şurası bilinmelidir ki, günümüzde, eğitimle ilişkilendirilmemiş bir istihdam motifi yoktur. Eğer, istihdam edilmek istiyorsanız, mutlaka, bir elemanı eğitmek zorundasınız. Bütün gelişmiş ülkelerde, toplumun ihtiyaçlarına göre insangücü eğitimi yapılmakta ve bu eğitim içerisinde meslekî ve teknik eğitimin önemli bir yeri bulunmaktadır.

Şu andaki eğitim sistemimiz, üzülerek söylemek gerekirse, eğitilmiş işsizler üretmekte ve ülkenin kıt kaynakları israf edilmektedir. Liseyi bitiren gençlerin, açıköğretimle birlikte, ancak yüzde 22'si üniversiteye gidebilmekte, geride kalanların meslekî bilgi ve beceriden yoksun olması, istihdamlarını zorlaştırmaktadır. Ortaöğretimin yapısı, yüzde 65'i meslekî ve teknik eğitim, yüzde 35'i genel eğitim olarak değişmedikçe bu sorunu çözmek mümkün olamayacaktır.

Anavatan İktidarı döneminde çıkarılmış bulunan 3308 sayılı Çıraklık ve Meslekî Eğitim Kanunu, ülkenin -özel sektör veya kamu sektörü olsun- bütün kaynaklarını ve altyapısını eğitimin emrine veren, reform mahiyetinde çağdaş hükümler taşımaktadır. Bu kanunla, elliden fazla işçi çalıştıran müesseselere yüzde 5 ilâ 10 arasında öğrenci ve çırak öğrenci istihdamı mecburiyeti getirilmiş ve böylece, her işletme bir okul olarak mütalaa edilmiştir. Böylece, eğitimin etkili bir şekilde yaygınlaştırılması temin edilmiş ve ilave kaynağa ihtiyaç duyulmadan, bütün yurt sathında, ister özel sektör olsun ister kamu sektörü olsun, meslekî ve teknik eğitimin yolu açılmış olmaktadır.

Bu eğitim sisteminde, örgün meslekî ve teknik okulda okuyanlar, haftada iki gün okulda, üç gün işletmelerde işbaşı eğitimine tabi olmaktadırlar. Örgün eğitim kurumlarında okuma imkânı bulamayan çırak öğrenciler ise küçük esnaf ve sanatkârlar yanında çalışırken, haftada bir gün, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı çıraklık eğitim merkezlerinde eğitime tabi tutulmaktadırlar. Bunlar, asgarî ücretin yüzde 30'u oranında ücret almakta, hastalık ve iş kazası gibi kısa vadeli risklere karşı sigorta primleri devletçe karşılanmaktadır. Toplumda en fazla himayeye muhtaç olan çıraklar, üç yıllık çıraklık eğitiminden sonra üç yıllık kalfalık eğitimi görmekte ve sonunda ustalık sınavını kazanarak ustalık belgesi almaktadırlar.

Örgün eğitim kurumlarına; yani, meslekî ve teknik okullara giden öğrenciler ise, okulu bitirdikten sonra, bir yıl süreyle herhangi bir işletmede çalışmakta ve sonunda, yine, aynı mahiyetteki ustalık sınavına girerek ustalık belgesi almaktadırlar. Yine, kanunun getirdiği yükümlere göre ustalık belgesi almadan işyeri açmak mümkün değildir. Böylece, meslekî ve teknik eğitim gören bu gençlere istihdamın yolu açılmış olmaktadır.

Liseyi bitirmiş ve hiçbir meslekî bilgi ve beceriye sahip olamayan yüzde 40 gibi büyük bir kitle, bugün, işsizliğin en büyük kaynağını oluşturmaktadır.

Bilindiği gibi, Batı ülkelerinde, sekiz on yıllık temel eğitimden sonra, gençler, büyük ölçüde meslek eğitimine yöneltilmekte ve üniversitelerin önündeki yığılmanın önüne bu şekilde geçilmiş olmaktadır. Eğer, bizim memleketimizde de, gençlerin yüzde 65'i meslekî ve teknik eğitime yönlendirilecek olsa, bunların içerisinde geride kalan yüzde 35'lik kitleden yüzde 25'i üniversiteye gider ve yüzde 10'u ancak boşta kalır. Bugün ise, yüzde 40'ı boşta kalmaktadır. Hiçbir bilgi ve becerisi olmayan liseyi bitirmiş genel eğitime tabi bu gençler, işsizliğin en büyük kaynağını oluşturmaktadırlar.

Bu gençlerimiz, bu şekilde, ülkesine ve milletine faydalı olabilme imkânına kısa süre içerisinde kavuşacaklardır. Ne yazık ki, geçen yıllarda bu sistemi geliştirmek yerine, tamamen bozucu mahiyette kararlar alındığını görmenin üzüntüsünü yaşamaktayız.

Meslekî ve Teknik Eğitim Araştırma ve Geliştirme Merkezinin tüzüğü bir türlü çıkarılamamış, Gelir ve Kurumlar Vergisinden alınan yüzde 1'lerle kurulan Çıraklık Eğitim Geliştirme ve Araştırma Fonu kaldırılmış, çırak öğrenci istihdam eden müesseselere yapılması gereken fon iadesi yapılmamış ve çırak öğrencilerin ücretleri, bütçedeki ödenek yokluğu bahane edilerek ödenmemiştir. Öyle inanıyorum ki, bu bütçeden sonra, çırakların ücretleri ödenmeye devam olunacaktır. Bütçe yokluğunun yükünü çırakların ücretlerine yüklemek en büyük sosyal adaletsizliktir.

Değerli milletvekilleri, istihdamın artırılmasında en önemli etkenlerden bir tanesi de verimliliktir. İşletmelerin, dünya piyasalarında rekabet gücünü koruyabilecek tarzda, verimlilik ve prodüktivite kavramlarına uyum sağlayabilmesi fevkalade önemlidir. Özellikle gümrük birliğine giren ülkemiz açısından, bu önem gittikçe artmaktadır.

İmalat sanayii açısından bakıldığında; Avrupa Birliğine üye ülkelere göre ülkemizde emeğin verimliliği 1/4 oranındadır; yani, emek, Avrupa'da, Türkiye'den 4 misli daha fazla üretmektedir.

İşletmelerde verimliliğe ve üretime bağlı olmayan seyyanen ücret zamları tatbikatı, verimliliği önleyen önemli etkenlerden birisi durumundadır.

Eskiyen teknoloji ve eksik eğitim düzeyi, verimliliği menfi yönden etkilemektedir.

İstihdamın artırılabilmesindeki diğer önemli faktörlere bakıldığında; işletmelerde işgücü maliyetinin düşük tutulması, çalışma mevzuatına esneklik kazandırılması suretiyle, sadece istihdam edilenlerin değil, istihdam edilemeyenlerin hak ve hukukunun korunarak, işsizlerin de istihdamına imkân sağlanmalıdır. Part-time çalışma, belirli süreli sözleşmelerle çalışma gibi standart dışı uygulamalara imkân verilerek istihdam genişletilmelidir.

Girişimcilik teşvik edilmelidir; küçük ve orta ölçekli işletmelerin teşviki ve desteklenmesi cihetine gidilmelidir. Girişimcilere eğitim ve danışmanlık hizmetleri sunularak malî destek sağlanmalı ve gereksiz bürokratik engeller kaldırılmalıdır.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, aynı zamanda, bir istihdam bakanlığı hüviyetine kavuşturulmalıdır. Sadece çalışanların çalışma hayatına ilişkin sorunlarında değil, çalışma imkânı bulamayan geniş kitlelerin istihdamına imkân verecek sosyal politikaları düzenlemede etkili bir yapıya kavuşturulmalıdır. Bu yapıda, İş ve İşçi Bulma Kurumu yeniden organize edilmeli ve yönetiminde işçi ve işveren kuruluşlarıyla çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarının söz sahibi olmaları sağlanmalıdır. Kurumun etkin bir istihdam kurumu olabilmesi için iş yaratma, işyerinde eğitim, iş kurmaya yardım programları gibi alanlarda aktif olması gerekmektedir. Kurumun atıl görüntüden kurtularak, Batı'daki çağdaş örnekleri düzeyine ulaşması için, iş ve işçi bulma, iş ve meslek danışmanlığı, meslekî eğitim ve işsizlik sigortası gibi hizmetleri yurt düzeyinde yaygın ve etkin olarak uygulayacak yeni bir hukukî, idarî ve malî yapıya kavuşturulması gerekmektedir. Bu açıdan, 19 uncu Dönemde Yüce Meclise sunulmuş bulunan kanun tasarısının bir an önce yasalaştırılmasını temenni ediyoruz; muhalefet olarak gerekli desteği vereceğimizi de belirtmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, istihdam imkânlarının artırılması, şüphesiz, gelir dağılımda son yıllarda meydana gelen bozulmayı önleyici bir rol oynayacaktır. 1991 yılından itibaren iç ve dışborçlamanın büyük ölçüde artması, faiz ve anapara ödemelerinin bütçe açıklarını artırması, yatırım imkânlarını yüzde 7'ye kadar indirmiş, işsizlik ve hayat pahalılığındaki artışlar, ülkemizin gelir dağılımında bozulmaya yol açmıştır.

Türkiye'de gelir dağılımı konusunda 1973 yılında bir gelir dağılımı araştırması yapılmış ve daha sonraki yıllarda da, Devlet İstatistik Enstitüsünce, 1987 ve 1994'te hane halkı gelir ve tüketim harcamaları anketi yapılmıştır. Bu anketlerin sonuçlarına göre; kişisel gelir dağılımında 1987'de nispî bir iyileşme olduğu halde, 1994'te gelir dağılımı tekrar bozulma eğilimine girmiştir. Ortadireğin gayri safî millî hâsıladan aldığı pay yüzde 14'tür. Bu pay, tekrar, yüzde 12,6'ya inmiştir. 1994 yılında 1987'ye göre gayri safî millî hâsıla, hem cari hem de sabit fiyatlar cinsinden dolar bazında arttığı halde, refah dağılımında bir bozulmanın meydana geldiği anlaşılmaktadır. 1994 yılı itibariyle, en fakir gelir grubunda bulunan yüzde 20'lik kısım, gayri safî millî hasılanın yüzde 4,9'unu almakta; ortadirek olarak mütalaa edilen yüzde 20'lik kısım yüzde 12,6'sını almakta ve en zengin grupta bulunan yüzde 20'lik kısım ise, gayri safî millî hâsılanın yüzde 54,9'unu almaktadır. Görüldüğü gibi, düşük grupla en yüksek gelir grubunda bulunanlar arasında oldukça büyük bir uçurum meydana gelmiş bulunmaktadır.

Fonksiyonel gelir dağılımına bakıldığında, 1991 yılında ücret ve maaşların millî gelir içindeki payı yüzde 35 iken, bu oran 1995'te yüzde 23'e kadar düşmüş bulunmaktadır. 1994 yılından yaşanan yüzde 127 oranındaki enflasyon ve eksi 6 oranındaki negatif büyüme hızı, bu sonucu hazırlayan başlıca etken olmuştur.

Ülkemizde uzun yıllardır yüksek seyreden; ancak, son dört yılda daha da artarak devam eden enflasyon, yatırımların azalması, toplumda üretimin rant ekonomisine kayması işsizliği artırmış, gelir dağılımını bozmuş ve kamu maliyesini zaafa uğratmıştır.

Çalışma hayatımızda kayıtdışı sektör oluşmuştur. Bu, çalışma hayatımızı bünyesel olarak bozan bir olgudur. Bir tarafta, sosyal güvenliği bulunmayan ve çalışma koşulları her türlü denetimden uzak bir çalışanlar kitlesi ve diğer tarafta, hiçbir sosyal yükümlülük altına girmeyen, vergi vermeyen, sigorta ödemeyen, toplu iş sözleşmesine muhatap olmayan bir işveren grubunun varlığı, sosyal politika uygulamalarını zorlamakta ve sosyal politikanın gereklerine uyanların aleyhine gelişen bir rekabet ortamı oluşturmaktadır.

BAŞKAN - Sayın Emiroğlu, 3 dakikanız var.

METİN EMİROĞLU (Devamla) - Bu haksız rekabetin serbest rekabeti zorladığı ve sosyal politikalara dayalı demokratik mekanizmaları tehdit ettiği gözden uzak tutulmamalıdır.

Kayıtdışı ekonomi, devletin uğradığı gelir kaybı nedeniyle kamu açıklarının artmasına ve enflasyonun hızlanmasına sebep olmakta, kaybedilen prim gelirleri nedeniyle de sosyal güvenlik sistemini zaafa uğratmaktadır. Bu kayıtdışı sektörde olan istihdamın 2,5 ilâ 4 milyon olduğu ve toplu iş sözleşmelerine tabi kesimden daha fazla bir kapsam ifade ettiği bilinmektedir. Yapılan araştırmalara göre, sendikalı işçi sayısında bir azalma meydana gelmiştir. 1988 yılında yüzde 76,6 olan sendikalaşma oranı, 1995 yılı sonu itibariyle yüzde 67,8'e düşmüş bulunmaktadır. Bu menfi gelişmeyi önleyebilmek için, vergi oranlarının azaltılarak vergi tabanının genişletilmesi, işverenin sosyal edimlerinin azaltılması ve etkili bir denetim mekanizmasının yürürlüğe konulması zarurî bulunmaktadır.

Bugün için, toplu iş sözleşmesi tatbikatımız açısından beliren problemleri şu şekilde sıralayabiliriz: Toplu iş sözleşmesi ve sendikalaşma sistemimizin toplumumuzun sosyal ve ekonomik bünyesine ve gelişmesine uygun olup olmadığı, toplusözleşme müzakerelerinde barışçı çözüm yollarının etkili olup olmadığı, kıdem tazminatı müessesinin işletmelere gelecekte tediyesi mümkün olamayacak ağırlıkta yükler tahmil ettiği ve işçiler açısından kıdem tazminatı güvencesinin olmadığı, yetkili sendikanın tespitine imkân veren uygun bir metodun bulunamadığı dile getirilebilir ve nihayet; işçi, işveren ve devlet üçlüsünün gittikçe büyüyen ve kronikleşen işsizler ordusu ve hayat pahalılığı gerçeği karşısında, ülke ve toplum yararına millî seviyede müşterek bir ücret-fiyat politikası takibine muvaffak olamadıkları gibi konular dile getirilebilir.

Sosyal güvenliğe gelince; ülkemizde bozulan ekonomik ve sosyal dengeler, 1992 yılına kadar kendi imkânlarıyla ayakta duran sosyal güvenlik kurumlarımızı da etkilemiş ve bu kurumlara yapılan devlet katkısı, bütçenin en büyük açık kalemini bugün için oluşturmaktadır.

Sayın Bakanın, Plan ve Bütçe Komisyonundaki açıklamalarına göre, SSK'nın bu yılki açığı 163 trilyon lira, Bağ-Kur'un ise 69,5 trilyon lira olacağı hesaplanmaktadır. Bu yıl 233 trilyon liraya çıkan bu açık, faizleriyle birlikte katlanarak büyümekte ve toplam 600 trilyon liralık bir riski ifade etmektedir. Neden böyle olmuştur; 1985 yılında, Anavatan iktidarı döneminde, SSK'da hassaslaşan aktuaryel dengeleri koruyabilmek ve sistemi kendi ayakları üzerinde tutabilmek için çıkarılmış bulunan 3246 sayılı Kanun, daha sonra gelen iktidar tarafından, bilindiği gibi, erken emeklilik ve prim affı gibi müesseselerle, zaafa uğratılmış ve bunun neticesinde aktüer dengeler bozularak, bugünkü 600 trilyon liralık açık meydana gelmiştir. Bu açığın kapatılabilmesi için, sosyal güvenlik sistemimizin baştan aşağıya yenilenmesi ve bu konuda çok aktif ve radikal tedbirler alınması gerekmektedir. Bunun için, sosyal güvenlik kurumlarında standart ve norm birliği sağlanması, aktif-pasif sigortalı dengesini bozan etkenlerin ortadan kaldırılması ve aktif sigortalı sayısını artırıcı tedbirlere başvurulması, kayıtdışı ekonominin önlenmesi, sosyal güvenliğin yaygınlaştırılması gibi radikal tedbirlere ihtiyaç bulunmaktadır.

Hükümetçe hazırlanmış bulunan tasarının, bu radikal tedbirlerle birlikte yasalaşmak üzere, bir an önce, Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmesini arzu etmekteyiz.

İşçi emeklisinin, memurun ve Bağ-Kur'luları ilgilendiren...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Emiroğlu, eksüreniz 1 dakikadır; buyurun.

METİN EMİROĞLU (Devamla) - Bağ-Kur'luların sosyal güvenlik haklarının tanzimi de, aciliyet ifade etmektedir.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, toplumumuzu ve çalışma hayatımızı yakından ilgilendiren sorunlarla iştigal etmektedir; ancak, bütçe imkânları bu öneme göre tanzim edilmemiş bir hüviyettedir. Mütevazı bütçesi ve teşkilatıyla görev yaparken, çalışanların iş şartları, istihdamları, sosyal güvenlikleri, yurtdışı hizmetleri gibi önemli sorumlulukları olan bir bakanlığımızdır.

Sadece yüzde 1,2'lik bir bütçe oranıyla, böylesine önemli bir görevi sürdürmenin güçlüğü ortadadır; ancak, bakanlık bünyesinde ve faaliyet alanlarında yapacağı yeni düzenlemelerle, gelecekte, bütçemizde önemli bir yere sahip olacağına inanmaktayım.

Çalışmalarında başarılar diliyor; Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Emiroğlu.

V. - SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. - Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül'ün, Manisa Milletvekili Abdullah Akarsu'nun, partisine sataşması nedeniyle konuşması

BAŞKAN - Sayın Ali Rıza Gönül; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar)

Sayın Gönül, ANAP sözcüsü Sayın Akarsu “müflis siyasî ortağınız” tanımlamasını 3; bilemediniz 5 saniye içerisinde yaptı. Size, partinize yönelik bu sözü yanıtlamanız için 3 dakika süre veriyorum ve öncelikle belirtmek istiyorum ki, söz hakkınız yalnızca bu konuyla ilgilidir; yanı sıra, yeni bir sataşmaya meydan vermemek koşuluyladır. Beni, bir Sayın Grubumuzun, bir Sayın Grup Başkanvekilinin sözünü kesmek durumunda bırakmayacağınıza inanıyorum.

Buyurun efendim.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkanım, önce size, bu güzel açıklamalarınızdan dolayı, teşekkür ediyorum.

Tabiî ki, bizim, hiç kimseyi incitmek, hiçbir arkadaşımızı üzmek gibi bir niyetimiz olamaz. Üslup, çok önemlidir. Genç arkadaşımız Sayın Akarsu, buradan, Grubu adına konuşurken; ben, sarf ettiği sözlerin, Grubunu bağlayıcı nitelikte olmadığına, kişisel görüşleri olduğuna ve hatta, heyecanlı konuşması arasında, bunların, ağzından, istemeyerek çıktığına inanıyorum. Onun için, ne bir yeni sataşmaya mahal veririm ne de bu sözlerin sahibi olan Sayın Akarsu gibi değerli bir arkadaşımızı üzmek isterim.

Tabiî ki, üslup farkımız ortaya çıkacak; ben, daha değişik cümlelerle, bize yüklenen, bize uygun görülen o sıfatın, bize ait olmaması gerektiğini vurgulamak isterim.

Çiftçimizin haklarını savunmak, üreticinin haklarını savunmak, onun daha iyi hayat şartlarına sahip olmasını istemek; şüphesiz, sadece Sayın Akarsu'nun tekelinde değildir; bir üretici çocuğu olarak, bizim de görevimizdir; temsilî görevimiz sırasında da buna azamî özeni göstermeye gayret ettik.

BAŞKAN - Sayın Gönül, son dakikanız...

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - Sayın Akarsu, yalnız, şunu biliniz ki, helvayı yapmak önemli değildir; eğer, helvayı adil dağıtabiliyorsanız, eşit dağıtabiliyorsanız ve o dağıtım esnasında, iş bitirici, köşe dönücüleri yaratmıyorsanız, o zaman, görevinizi layıkıyla yapmış olursunuz. Bu millet, çok şeyi biliyor; bu sözlerin, kimin bu millete hediyesi olduğunu çok iyi biliyor ve bu millet, o kadar iyi biliyor ki, 3 Kasım 1996 tarihinde, bir partiyi -temsil ettiğiniz partiyi- yüzde 18'den, yüzde 8,5'e indirmesini; ama “müflis” diye nitelediğiniz Doğru Yol Partisine, 7 belediye başkanlığıyla yüzde 28 oy vermeyi de biliyor. (DYP sıralarından alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Gönül.

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - Onun için, ben, bunu, sizin heyecanınıza verdim; hele, bu saatten sonra, sizi de hiç kırmak ve üzmek istemem.

Teşekkür ederim. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Gönül, teşekkür ediyorum.

IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. - 1997 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1994 ve 1995 Malî Yılları Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/518; 1/519; 1/282, 3/414; 1/283, 3/415; 1/492, 3/516; 1/493, 3/517) (S. Sayıları : 134, 135, 103, 102, 151, 150) (Devam)

C) TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI (Devam)

1. - Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

a) Tarım Reformu Genel Müdürlüğü (Devam)

1. - Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

D) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI (Devam)

1. - Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

Şimdi, kürsü, Doğru Yol Partisinin; ilk sözcü Sayın Zeki Ertugay.

Buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

DYP GRUBU ADINA ZEKİ ERTUGAY (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Tarım ve Köyişleri Bakanlığının 1997 bütçesi üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubu adına görüşlerimi arz etmek üzere huzurlarınızdayım. Sözlerime başlamadan önce, şahsım ve Grubum adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Genel Kurulumuza sunulmuş bulunan 1997 yılı Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bütçesi de, bütçenin öngördüğü çalışmalar da, hiç şüphesiz ki, ülkemizin, toplumumuzun ve tarımımızın yararına olan amaçları kapsamaktadır.

Bütçeye baktığımızda, yaklaşık olarak 33,4 trilyonu cari, 7,9 trilyonu yatırım; 1,9 trilyonu transfer harcamalarına olmak üzere toplam 43,2 trilyonluk bir bütçe öngörülmektedir. 1996 yılı bütçesiyle mukayese edildiği zaman, toplam bütçe rakamında yüzde 89'luk, yatırım bütçesinde yüzde 72'lik, cari bütçede ise yüzde 92'lik bir artışın olduğu gözlenmektedir.

BAŞKAN - Sayın Ertugay, bir saniyenizi rica edeyim.

Özellikle İktidar gruplarından büyük bir uğultu geliyor; sizin sözcünüz... Lütfen... Birlikte dinleyelim.

Buyurun efendim.

ZEKİ ERTUGAY (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

İnanıyorum ki, iyi niyetle ve azamî kaynak ayrılması düşüncesiyle hazırlanmış bir bütçedir; ancak, çok gerçekçi bir yaklaşımla konuyu ele aldığımızda, bu bütçe, biraz sonra sorunlarını sıralayacağımız Türk tarımının, hele hele nüfusun yüzde 41'nin, iktisaden faal nüfusun yüzde 50'sinin istihdam edildiği bir sektörün problemlerini çözmekten uzaktır.

1980 sonrasında yaşanan ve bütün dengeleri ortadan kaldıran, sektörün üretim dinamiğini körleten; yatırımı, üretimi, fizikî büyümeyi dışlayıp, her şeyi ticaret sayan politikaların tarıma getirdiği bugünkü nokta, üzülerek belirtmek gerekir ki, son derece ağırdır, hatta vahimdir. Hatta, bugün, Türk tarımının karşılaştığı sorunların temelinde, 1980'li yıllarda uygulanan sorumsuz politikalar yatmaktadır. Bütün bu zorluklara rağmen, Hükümetimizin, sektör olarak, tarıma bütünüyle sahip çıkma sorumluluğunun, çözüm için çok önemli bir nokta olduğunu, burada ifade etmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önce, çok sık yapılan bir yanlışı düzeltmek istiyorum. Günümüzdeki Türk tarımının, çağdaş gelişmişlik düzeyine erişemediği, çözüm bekleyen sayısız problemlerinin olduğu ve toplumumuzda başka olumsuzluklara da bir ölçüde kaynaklık ettiği doğrudur. Bunlara bakılarak, tarımımız hiç gelişmemiştir, Türk tarımı, ülke kalkınmasına engeldir, ayak bağıdır gibi değerlendirmeler yapmak, son derece yanlıştır. Ayrıca, ülkede, ilgili ilgisiz, bilgili bilgisiz, herkesin, üzerinde ahkâm kestiği konuların başında, maalesef, tarım gelmektedir.

Türk tarımının yaşamakta olduğu pek çok probleme rağmen, tarımımız, Cumhuriyetin ilanından günümüze kadar, gerek kalite gerekse sayısal bakımdan da çok önemli gelişmeler göstermiştir. Şüphesiz ki, bu politikalarda, bu uygulamalarda, her zaman, köylünün, çiftçinin, üreticinin yanında olmuş Doğru Yol Partisinin uygulamalarının çok büyük rolü vardır.

Burada, yeri gelmişken, bir örnek vermek istiyorum: Kasım 1991'de, Doğru Yol Partisi İktidara geldiği zaman ilk yaptığı uygulamalardan biri, daha önce, Anavatan Partisi İktidarları döneminde çıkarılan bir kararnameyle, hububat konusunda çiftçiye vaat edilen eködemenin, geciken ödemesini yapmak olmuştur. O konuda, o günün fiyatlarıyla ödenen para miktarı 1,2 trilyon civarındadır.

Bir mukayese olması bakımından, bazı rakamları vermek istiyorum: 1960'larda 100 bin ton civarında olan gübre tüketimimiz, bugün 9 milyon tona; 1950'li yıllarda 70-80 bin hektar olan sulama alanı -GAP hariç- 4 milyon hektara çıkmıştır. 1950'de, 1 000 hektara 1 olan traktör sayısı, bugün 35'ler civarındadır. Aynı şekilde, hem birim alandan hem de toplam üretimden elde edilen ürün miktarında çok önemli gelişmeler gözlenmiştir ve sağlanmıştır.

1925'lerde, buğdayda dekara verim 35 kilogram, üretim 1 milyon ton iken, bugün, verim 220 kilograma, üretim ise 18-20 milyon tonlara ulaşmıştır. Bir başka deyişle, bir zamanlar 10 milyon nüfusu besleyemeyen, beslemek için yeteri kadar üretemeyen Türkiye, bugün, 65 milyonu rahatlıkla besleyebilmektedir ve hatta özellikle hububatta ciddî bir ihracat potansiyeli de mevcuttur. Son elli yılda, buğday üretimimiz 5 kat, patates ve şekerpancarı üretimimiz 16 kat, elma üretimimiz 15 kat, şeftali üretimimiz 40 kat artmıştır. Bu örnekleri çok daha çoğaltmak mümkündür.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bazı örneklerle aktarmaya çalıştığım bu gelişme sürecinin yaşanmış olması, Türkiye tarımının yeterli gelişmişlik düzeyini yakaladığı ve meselelerini çözdüğü anlamına asla gelmemelidir. Kritik ve riskli bir jeopolitik yapıya sahip olan; ancak, aynı zamanda da, sahip olduğu yeraltı ve yerüstü zenginlikleriyle, genç beşerî potansiyeliyle ülkemiz, gelişen, büyüyen ve bulunduğu bölgede barışın, istikrarın teminatı olan bir ülkedir. Birçok alanda önemli hamleler yapmış, ekonomisini Avrupa ile yarışabilir hale getirmiş, bunun için de Avrupa ile ekonomik entegrasyon yolunda gerekli adımları cesaretle atmış bir Türkiye vardır. Bütün bu olumlu gelişmelerin yanında, şüphesiz ki, ülkemizin çok önemli sorunları da bulunmaktadır. İşte, tarım kesiminin sorunları, sosyal ve ekonomik olarak köy ve köylü sorunları bunlar içerisinde başta gelmektedir.

Beslenme, barınma, giyinme gibi en temel ihtiyaçların karşılandığı ve içinde yaşadığımız bilgi çağında en stratejik sektör olarak adlandırılan tarım sektörünün durumu, sahip olduğu bütün potansiyele rağmen, bugünkü halinde, bugünkü durumunda elbetteki olmamalıdır, mevcut durumla da yetinmemiz mümkün değildir.

Gelişmiş ve gelişmekte olan bütün dünya ülkeleri, tarımlarını koruyup kollarken, 1980 sonrasının Türkiyesinde tarım, maalesef büyük ölçüde serbest piyasanın haksız rekabetine ve acımasız çarklarına terk edilmiştir. Sektörün nüfus yoğunluğu devam ederken ve Türk Toplumunun yarısına yakını halen bu sektörde çalışırken, maalesef, sektörün millî gelirden aldığı pay yüzde 30'lardan yüzde 12'lere düşmüştür. Sizleri veri ve rakamlarla fazla meşgul etmek istemiyorum; ancak, göstergeler, tarımdaki girdi fiyatlarının, devamlı olarak ürün fiyatlarının üzerinde seyrettiğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle, içticaret hadleri devamlı olarak tarımın aleyhine çalışmış, yani, sektör, sürekli kan kaybetmiştir.

Türkiye'de tarım konusunun ve içinde bulunduğu çetin şartların, tedbirler alınmazsa, gittikçe sanılandan da ağırlaşacağını, zannediyorum ifade etmek zorunluluğu var.

Tarımdaki problemler, üretim ve gelişmedeki yetersizlikle sınırlı kalmamış, tüketiciyi koruma ve piyasa düzenlemesi bahanesiyle gerçekleştirilen ithalatlarla, daha da ağırlaşmıştır. Çeşitli nedenlerle, peynirden süttozuna, kemiksiz etten tavuk etine kadar, birçok üründe gerçekleştirilen ithalat yüzünden, maalesef, hayvancılığımız darboğaza sürüklenmiştir.

Tarım, karşı karşıya kaldığı bütün bu sıkıntılara ve ihmallere rağmen, bugün de Türk ekonomisinin temel dinamiklerinden birisidir ve gelecekte de öyle olacağı muhakkaktır. Şöyle ki: Halen Türk Toplumunun yarısına yakını tarımda istihdam edilmektedir. Hammadde ve işlenmiş tarım ürünleriyle birlikte, ihracatın 1/4'ünü, bugün de tarım oluşturmaktadır. Dünya ve bölge şartlarına bakıldığı zaman, bu nispetin gelecekte de azalmayacağı, hatta, tersine, artacağı görülmektedir.

Bazı göstergelerine kısaca temas ettiğimiz ve iç şartlar açısından temel ve stratejik sektör olarak tanımlayabileceğimiz tarım, ülke dışında gelişmekte olan şartlar açısından da, hayatî önem kazanmaktadır. Öyle ki, tabiî üretim kaynaklarının bozulduğu ve kaynakların azalıp daraldığı dünyamızda, Türkiye gibi, tarımsal üretim imkânlarının fazla ve pazar şanslarının yüksek olduğu ülkelerin ticarî potansiyellerinin önemi, ileride daha da iyi anlaşılacaktır.

Uluslararası ticaretin serbestleştirildiği küreselleşme sürecinde Türkiye, GATT anlaşmaları ve Avrupa Birliğinin ülkemize uyguladığı şartlar karşısında, ihtiyaçlarını kendi bünyesinden karşılamak ve gelişmiş ülkelerle rekabete girmek zorunluluğuyla karşılaşacaktır. Bu açıdan da, Türk tarımı, her zamankinden daha güçlü olmak zorundadır.

Bu kısa tespitlerden sonra, tarımımızın temel sorunları, öncelikleri ve çözümleri konusunda bir iki noktaya temas etmek istiyorum.

1991 sayımına göre, ülkemizde 4 milyon 76 bin tarım işletmesi vardır. Bugünlerde, bu, 3,5 milyon civarındadır. Ortalama işletme genişliğinin 51 dekar ve bu işletmelerin üçte ikisinin de bu rakamın altında olduğu Türkiye'de, beş altı parçalı işletmelerden ibaret olan bu yapıda, maalesef, Türk tarımını ileriye götürmek çok zor olacaktır.

Bu dağılmış araziler ve cüce işletmelerde faaliyet gösteren 4 milyondan fazla çiftçi ailesi ve burada bulanan 25 milyondan fazla insan, tarımımızın fizikî yapısı bakımından en büyük problemidir.

Mevcut işletme yapısıyla, girdi, teknoloji ve sermaye kullanımımız fevkalade zordur. Hele hele, gümrük birliğine katılmış ve Avrupa Birliğine hazırlanan Türkiye'de, bu durumu tekrar dikkatlerinize arz etmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tarım, bütün dünya ülkelerinde olduğu gibi, değişik şekillerde desteklenmesi gereken, ciddî desteklerle takviye edilmesi gereken bir sektördür. Bunun altını özellikle çiziyorum; çünkü, bugün, liberal ekonominin en ciddî, en acımasız uygulandığı ülkelerde dahi -Amerika Birleşik Devletlerinde, Avrupa Topluluğu ülkelerinde dahi- çiftçi ailesi başına, çiftçilikle uğraşan insanlar başına 4 500-6 000 dolar civarında desteklemeler yapılmaktadır.

Bu nedenle, tarım desteklemeleri için tarım destekleme fonunun kurulması, tarımla ilgili bütün desteklerin bu fondan yapılması ve bununla ilgili olarak, Tarım ve Köyişleri Bakanlığınca hazırlanmakta olan tarımsal garanti ve yön verme kanunu tasarısının bir an önce hayata geçirilmesi önem arz etmektedir.

Değerli milletvekilleri, ülkemiz son onbeş yıldır çok büyük bir iç göç olgusuyla karşı karşıyadır. Şu anda, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerimiz başta olmak üzere, birçok yöremizde, işletmelerin varlığı, büyüklüğü, hatta faaliyette olup olmadıkları bile belli değildir. Kısaca, Türkiye, elindeki işletmelerin gerçek niteliklerini bilmekten mahrumdur. İşte, yukarıda bir nebze bahsettiğim desteklemelere esas teşkil etmek üzere, ülke çapında ve mutlaka işletme bazında bir tarım sayımı yapılmalı; artık, bundan sonra yapılacak desteklemelerde, yapılacak bu sayım esas alınarak, doğrudan işletmelerin kendisine ve faaliyetlerine göre verilmelidir.

Bir diğer önemli problemimiz de, tarım arazilerinin amaç dışı kullanımı ve yağmalanmasıdır. Bugün, bu, maalesef devam etmektedir. 1 milimetre kalınlığındaki tarım toprağının oluşması için yüz sene gibi bir zamanın geçmesi gerektiği ve her yıl, erozyonla, Kıbrıs Adası büyüklüğünde verimli tarım toprağı kaybettiğimiz düşünülürse, toprak varlığımızın kıymeti daha iyi anlaşılacaktır. Bu bakımdan, erozyonla mücadeleye çok daha fazla önem verilmelidir ve özellikle, amaç dışı kullanım konusunda, devletimizin bütün kademelerinde, gerekli hassasiyetin gösterilmesi çok önemlidir. Bu konu, zira, devletimizin varlığıyla ilgilidir ve kaybedilen, vatan topraklarıdır.

Müsaadenizle, bir hususa daha dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Tarım Bakanlığının son yıllardaki uygulamasıyla, hiçbir teknik eleman istihdamına imkân verilmemiştir. Bu durum, Bakanlıktaki çalışma heyecanını bitirmekte ve usta-çırak ilişkisindeki verimliliğin kaybolmasına yol açmaktadır. Devletin bu konudaki istihdam politikasına saygı duyuyorum; ancak, hiç olmazsa, her yıl, 300-500 ziraat mühendisi ve veteriner alınarak, kilit ve araştırıcı personel takviyesi yapılmalı ve özellikle, doğu ve güneydoğu illeri, kaliteli personel yönünden takviye edilmelidir.

Bir diğer husus, işsiz ziraat mühendislerine düşük faizli, uzun vadeli, proje teminatlı meslek kredisinin verilmesi hususudur. Hepinizin dikkatlerine sunuyorum, birçoğunuzca malumdur, bugün, işsizlik üzerine oda kurmuş, dernek kurmuş tek meslek grubu, ziraat mühendisliği mesleğidir ve 30 bin ziraat mühendisi işsizdir.

Burada, Tarım Bakanlığımızın bünyesindeki yanlış bir uygulamadan da müsaadenizle bahsetmek istiyorum. Bugün, ülkemizde, ziraat mühendisi ve veteriner gibi tarımcılarımızın doğudan batıya nakledilmeleri -özellikle son yıllarda- çok büyük bir talihsizlik olmuştur. Son onbeş yıldan beri yapılan bu nakillerle, Doğu ve Güneydoğu Anadolu âdeta boşaltılmıştır. Buna karşılık, halen Ankara'da 160, Antalya'da 90, Aydın'da 90, İstanbul'da 110, İzmir'de 220 olmak üzere, batıda toplam 1 450 ziraat mühendisi ve veteriner fazlası bulunmaktadır. Eğer, tarımdan verimli bir sonuç alınmak isteniyorsa, tarımcı personel istihdamı, dengeli ve adaletli bir esasa bağlanmalıdır. Özellikle Doğu Anadolu Bölgesinde görülen birtakım hayvan hastalıkları konusundaki mücadelede en yetersiz kaldığımız konu -dikkatlerinize sunuyorum- teknik eleman ve veteriner noksanlığıdır.

Değerli milletvekilleri, sizlere bir nebze de, tarımın ayrılmaz bir parçası olan ülke hayvancılığından bahsetmek istiyorum. Bilindiği gibi, tarım, bitkisel ve hayvansal üretim olarak, birbirini tamamlayan iki ana unsurdan ibarettir. Gelişmiş ülkelerde hayvancılığın tarım içerisindeki payı yüzde 70, bitkisel üretimin payı ise yüzde 30'lardadır. Bu oran, maalesef, ülkemizde tamamen tersidir. Bu tersliğin muhakkak suretle düzeltilmesi gereklidir.

Bir diğer önemli problemimiz, ülkemizdeki hayvan sayısının yetersizliği ve hayvanlarımızdan alınan verimliliğin düşüklüğüdür. Yine, buna bağlı olarak, hayvan materyalimizin, hayvan varlığımızın ıslah edilmesi ve vakit geçirilmeden, bu konuda damızlık üretme merkezlerinin kurulması çok önemlidir. Bunların detayını geçiyorum.

Bir diğer konu da, hayvan ıslahının çok önemli bir parçası olan sunî tohumlamaya gereken ağırlığın verilmesidir. Maalesef, bugün, ülkemizdeki sığır varlığımızın yüzde 70'i, koyun varlığımızın yüzde 95'i yerli ırklardan müteşekkildir ve bunların ıslah edilmesinde en önemli yollardan birisi, başarıyla uygulanabilecek bir sunî tohumlamadır. Bu noktada, sunî tohumlama konusunda da, ülkemiz genelinde gerekli teknik elemanın temin edilmesi ve yasası çıkarılmış olan bu uygulamanın devam etmesi çok önemlidir.

1991 sonrası kurulan DYP hükümetleri zamanında, Türk tarımının kalkınması için çıkarılmış bulunan Sığır Yetiştirici Birlikleri Yasası, Hayvan Islahı ve Sunî Tohumlama Yasası, ürün borsası çalışmaları gibi başarılı adımları burada belirtmekte yarar görüyorum. Bu başarılı çalışmaların devam etmesi ve uygulamaya daha sağlıklı bir şekilde geçirilmesi çok önemlidir.

BAŞKAN - Sayın Ertugay, son 3 dakikanız.

ZEKİ ERTUGAY (Devamla) - Toparlıyorum; teşekkür ederim.

Ülkemizin, hayvancılıkla ilgili bir diğer önemli problemi, kaba yem açığımızın mevcut bulunmasıdır. Bu noktada, 49 milyon ton civarında ihtiyacımız olan kaba yemin ancak 19 milyon tonu karşılanabilcek durumdadır ve sadece 1 milyon hektarlık bir arazide yem bitkileri üretimi yapılmaktadır. Halbuki, bu oran, bizde yüzde 5 iken, gelişmiş ülkelerde yüzde 25'ler civarındadır.

Bir diğer konu, çayır mera alanlarının kontrol edilmesi ve ıslahıyla ilgili gerekli çalışmaların yapılmasıdır. Bugün, ülkemizde, 21,8 milyon hektar gibi görülen çayır mera varlığımızın çok büyük bir kısmı, yüzde 49'u düşük, yüzde 39'u orta, sadece yüzde 12'si iyi kalitededir. Bu bakımdan, bu konuda da, kaba yem konusunda da ciddî problemlerin ortadan kaldırılması için, halen komisyonumuzda görüşmeleri sürdürülen çayır mera yasa tasarısının süratle çıkarılması ve bu çok değerli varlığımızın kontrol altına alınması, oldukça önemlidir. Eğer bu Meclis bu yasayı çıkarmakta gecikirse, şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da, her yıl, 500 bin hektar civarında çayır mera arazisi tarla arazisi olarak sürülecek ve kaybolmaya devam edecektir.

Bugün, ülkemizde, hayvancılığın en temel sorunlarından biri, fiyat ve pazar konusudur. Bu konuda, 1,5 milyon ton civarında olan et talebimizin yaklaşık 1 milyon tonu kırmızı, 500 bin tonu beyaz et olarak karşılanmasında çok fazla bir problem görülmemektedir. Görülen problem, fiyat ve pazar konusundadır. Bugün, bu ciddî problemin çözümünde atılacak en önemli adımlardan biri, yetiştirici birliklerinin ülke sathına yayılması ve üreticinin, üretimden mamul madde olarak pazarlanmasına kadar, kendi kararını bizzat kendisinin vermesidir. Ancak, bu birliklerin kuruluş ve faaliyetleri için gerekli olan finansman ve kredi ihtiyaçları, tarımsal kredi olarak ilgili bankalarca düşük faizle karşılanmalıdır.

Burada bir hususa daha dikkatlerinizi çekmek istiyorum. Bu birlikler kurulup ülke genelinde aktif olana kadar, hayvan üreticisinin fiyat ve pazarlama konusundaki mağduriyetini önlemek üzere bir kuruluşa ihtiyaç vardır ve şu anda, bu fonksiyonu, Et ve Balık Kurumu üstlenmektedir.

Bu bakımdan, Et ve Balık Kurumunun, ülkedeki pazar payının yüzde 5 olmasına karşılık, fiyat tanzim etmedeki payının yüzde 95'ler düzeyinde olduğu düşünülürse, üreticimizin ihtiyacı olduğu...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Ertugay, süreniz tamamlandı.

ZEKİ ERTUGAY (Devamla) - Efendim, 2 dakika daha rica ediyorum.

BAŞKAN - Grup sürenizi kullanıyorsunuz; onu belirteyim.

ZEKİ ERTUGAY (Devamla) - Sayın Başkanım, 2 dakika içerisinde toparlamaya çalışacağım; teşekkür ederim.

Bu konuda, Et ve Balık Kurumunun, üreticinin mağdur edilmemesi ve fiyatın sağlıklı ve gerçekçi bir şekilde oluşturulması açısından mutlak manada devreye sokulması önemlidir. Geçtiğimiz Hükümetimiz döneminde; yani, 53 üncü Hükümet döneminde bu konuda bir mesafe alamamış olmamıza rağmen, bu Hükümetimiz döneminde Millî Savunma Bakanlığının, birinci altı aylık dönemde 13 bin tonluk et ihtiyacının çok büyük bir kısmının -aşağı yukarı 11 bin tonluk kısmının- Et ve Balık Kurumundan karşılanmasında büyük bir başarı elde edilmiştir. Bu konuda, ilgili bakanlarımıza, Tarım Bakanımıza, Millî Savunma Bakanımıza ve Maliye Bakanımıza teşekkür ediyorum.

Değerli milletvekilleri, tarımla ilgili alınacak bütün bu tedbirlerin ve yaratılacak bütün senaryoların tek başına bir anlamı olmayacaktır; zira, tarımımızın meselelerini, ülke ekonomisi ve toplumumuzun sorunlarından ayrı ve bağımsız düşünmek mümkün değildir. Bir başka ifadeyle, tarımımızın sorunlarının olduğu doğrudur; ancak, bu sorunların tamamı kendisinden kaynaklanmamaktadır. O halde, tarımımızın sorunları, sadece tarım politikalarıyla çözülemez ve aşılamaz. Zaten, nüfusumuzun yüzde 40'ının meselelerinin tek bir politikayla çözüleceğini söylemek de yanlış olurdu.

Ülkelerin büyük problemleri vardır; ancak, çözülemeyecek problemleri yoktur; tarım ve hayvancılık konusu da bunlardan birisidir. Dünyada pek çok ülkenin, tamamen olmasa da, kısmen hallettiği tarım meselesi, Türkiye gibi, her konuda olduğu kadar tarımda da iddialı olması gereken büyük bir devletin altından kolayca kalkabileceği bir husustur.

Bu duygu ve düşüncelerle, 1997 bütçesinin, ülkemize, Tarım Bakanlığımıza, Yüce Meclisimize hayırlı olmasını temenni ediyor; hepinizi tekrar saygılarımla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ertugay.

Sayın Doğan Baran; buyurun efendim.

Sayın Baran, Grubunuza ait kalan süre 18 dakikadır.

DYP GRUBU ADINA DOĞAN BARAN (Niğde) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 1997 malî yılı bütçesi üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere bulunduğum huzurunuzda, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, bağlı olduğu kuruluşlarla birlikte, çalışma hayatını düzenlemek, çalışma barışını sağlamak, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek; işçilerin meslekî eğitimini, işçi sağlığı ve iş güvenliğini sağlamak; ekonomik ve sosyal risklere karşı sosyal güvenlik sistemini yaygınlaştırmak, geliştirmek ve yurtdışında çalışan işçilerimizin hak ve menfaatlarını korumak ve izlemek amacıyla teşkilatlanmış bir bakanlıktır.

Bakanlık, bir taraftan, hizmetlerin, etkili, verimli ve vatandaşlarımızın kolayca ulaşabileceği bir düzeye gelmesi için çalışırken, diğer taraftan da, çalışma hayatımızı düzenleyen kanunlarımızda, günümüzün gelişen ve değişen şartlarına uygun düzenlemelerin, sosyal tarafların da katılımıyla yapılması ve çalışma hayatının demokratik bir yapı ve işleyişe kavuşturulması amacıyla bir dizi çalışmalar başlatmıştır. Bu çalışmaların temel ilkesi, hoşgörü, uzlaşma, işbirliği ve dayanışma içerisinde sorunlara çözüm getirmektir.

Bu kapsamda, uluslararası taahhütlerimizi yerine getirebilmek için, 2821 sayılı Sendikalar Kanunu; sosyal ve ekonomik yaşamın vazgeçilmez unsuru olan, çalışma koşullarının, devlet müdahelesi olmaksızın, sosyal taraflarca, toplupazarlık yoluyla sağlanmasını öngören 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanunu; çalışanların, bedensel ve ruhsal yeteneklerine uygun işlerde istihdamı ve işyerlerinde sağlığa zararlı olan etkenlerin etkisizleştirilmesine yönelik koruma önlemlerinin alınmasını amaçlayan Meslekî Sağlık ve Güvenlik Yasası ile yurtdışında çalışan vatandaşlarımızın yabancı ülkelerde geçen sürelerinin değerlendirilmesiyle ilgili 3201 sayılı Yasada yapılacak düzenlemeler, Bakanlıkça, son aşamaya getirilmiştir.

Deniz İş Kanununu değiştiren yasa tasarısı, bakanlıkların görüşüne; cebrî veya mecburî çalıştırmaya ilişkin 29 sayılı ILO Sözleşmesi ile istihdama kabulde asgarî yaşa ilişkin 138 sayılı ILO Sözleşmesi ise, Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmuştur.

Sakat ve eski hükümlü vatandaşlarımızın istihdamının kolaylaştırılması amacıyla hazırlanan ve Danıştayın incelemesinden geçen tüzük de, bugünlerde yürürlüğe konulacaktır.

Bildiğiniz gibi, Özürlüler İdaresi Başkanlığının kurulması ve özürlülerin durumuyla ilgili çeşitli kanun ve kanun hükmünde kararnamelerde değişiklik yapılmasını öngören Yetki Yasası da çıkarılmıştır.

Kamu çalışanları sendikası yasa tasarısı ile çalışırken iradesi dışındaki nedenlerle işsiz kalan kişilere belirli bir süre gelir sağlayacak olan işsizlik sigortası yasa tasarısı ve haklı bir nedene dayanmayan işten çıkarmaların engellenmesi açısından büyük önem taşıyan iş güvencesi yasa tasarıları, sosyal tarafların da katılımıyla ele alınarak, sonuçlandırılmalıdır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; gümrük birliğine girmiş, Avrupa Birliğine tam üye olmayı hedeflemiş Türkiye, dünya pazarlarıyla rekabet etmek durumundadır. Bu bakımdan, ülkemizin en önemli sorunlarından birisi de, nitelikli insangücüdür. Tek istihdam kurumu olan İş ve İşçi Bulma Kurumunu, yalnız işsize iş, işverene işçi bulan bir kuruluş olma durumundan çıkarmak zorundayız. Kurum, işgücü piyasasını yönlendiren, işsizlikle mücadele eden, istihdamın geliştirilmesi için politikalar üreten, ürettiğini hayata geçiren ve işgücüne nitelik kazandırabilmek için yoğun faaliyet gösteren bir kuruluş haline getirilmeli, yeniden yapılandırılmalıdır.

Çalışan kesimin en önemli sorunlarından birisi de asgarî ücrettir. 1 Ağustos 1996'dan geçerli olmak üzere, brüt asgarî ücret, bir öncekine oranla -ortalama- 16 yaşından büyüklerde yüzde 103, 16 yaşından küçüklerde yüzde 100 artırılmak kaydıyla, 16 yaşından küçükler için 14 milyon 400 bine, 16 yaşından büyükler için de 17 milyon 100 bine çıkarılmıştır.

Ayrıca, 1996 yılının birinci altı ayı için, 506 sayılı Yasa kapsamındaki Sosyal Sigortalar Kurumu emeklilerinin maaşında yüzde 73'lük, 1479 sayılı Yasa kapsamındaki Bağ-Kur emeklilerinin maaşında ortalama yüzde 83'lük, 2926 sayılı Yasa kapsamındaki tarımda kendi nam ve hesabına çalışanların emekli maaşlarında da yüzde 53'lük bir artış; 1996 yılının ikinci yarısında ise, 1 Temmuz 1996 tarihinden geçerli olmak üzere, işçi emeklilerine ortalama yüzde 50, Bağ-Kur emeklilerine ortalama yüzde 100, Bağ-Kur'un tarım sigortası emekli maaşlarına ise yüzde 111 oranında artış sağlanmıştır.

Çalışma yaşamında ve toplumsal barış ile uzlaşmanın temininde karşılaşılan sorunlara değindikten sonra, nüfusumuzun büyük bir kısmını ilgilendiren sosyal güvenlik kuruluşlarından bahsetmek istiyorum.

Sosyal güvenlik, sosyal sigorta, sosyal yardım ve sosyal hizmetlerin birbirini optimum düzeyde tamamladığı bir sistemdir; demokratik devletin ve toplumsal yaşamın vazgeçilmez bir unsurudur; bir ülkede yaşayan insanların bugününün ve yarınının, sosyal ve ekonomik gereksinimlerini karşılayacak şekilde güvence altına alınmasıdır. Anayasamızda da, Türkiye Cumhuriyetinin sosyal bir devlet olduğu, herkesin sosyal güvenlik hakkına sahip olduğu, sosyal güvenliğin, kişi için hak, devlet için görev olduğu hükme bağlanmıştır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; son yıllarda, birçok gelişmiş ülkede ekonomik alanda ortaya çıkan ciddî durgunluk, hatta gerileme nedeniyle işsizlik artmış, üretim azalmış ve parasal politikalarda belirsizlikler ortaya çıkmıştır. Gelişmekte olan ülkelerde ise, ekonomideki gerileme daha ciddî boyutlara ulaşmıştır. Bu durum, iki alternatifi gündeme getirmiştir: Birinci alternatif, sosyal güvenlik yardımlarını aşamalı olarak tasfiye edip sorumluluğun özel sektöre aktarılması; yani, özelleştirilmesidir. İkinci alternatif ise, sosyal güvenlik kuruluşlarınca asgarî düzeyde sosyal güvence sağlanmalı, daha fazla güvence isteyen, özel sigorta şirketlerinden yararlanmalıdır.

Bize gelince: Türkiye, Avrupa Sosyal Şartına ve Avrupa Sosyal Güvenlik Sözleşmesine imza atmış bir ülkedir. Bilindiği gibi, nüfusumuzun 25 milyonunun sigorta hizmetleri, devlet bütçesinden sonra en büyük bütçeye sahip olan elli yıllık Sosyal Sigortalar Kurumunca, 13 milyonunun sigorta hizmetleri de yirmibeş yıllık Bağ-Kur'ca yürütülmektedir. Toplam nüfusun yüzde 24'ünün ise sosyal güvencesi yoktur.

Son yıllarda, gerek Sosyal Sigortalar Kurumu ve gerekse Bağ-Kur'un gelirleri, giderlerini karşılayamaz hale gelmiş ve ödemeler dengesi 1991 yılından sonra sürekli olarak açık vermiştir. Bu bağlamda, devletin, Sosyal Sigortalar Kurumu ve Bağ-Kur'a katkısı 1992'de 4,8 trilyon, 1993'te 13,5 trilyon, 1994'te 38,7 trilyon, 1995'te 88 trilyon, 1996 yılının ilk 11 ayında ise 191 trilyon olmuştur.

Sosyal Sigortalar Kurumunun 1997 yılı bütçe açığı 351 trilyon, devlet katkısı ise 280 trilyon; Bağ-Kur'un 1997 ylı bütçe açığı 141 trilyon, devlet katkısı ise 117 trilyon olacaktır.

Görüldüğü gibi, her iki sosyal güvenlik kuruluşu, özellikle Sosyal Sigortalar Kurumu, işçi-işveren sorunu olmaktan çıkarak, Türkiye'nin meselesi haline gelmiştir. Yapılacak şey, ne özelleştirelim -yani, satalım, kurtulalımdır- ne de sınırsız devlet desteğidir. Bu hızlı çöküşe neden olan finansman darboğazını aşmak ve akan kanı kısa vadede durdurmak için, Bakanlık, işçi, işveren ve emekli temsilcileri ile tüm kamu kurum ve kuruluşlarının görüş, katkı ve desteğini de alarak 506, 4792, 1479 ve 2926 sayılı Yasalarda değişiklik yapan kanun tasarısı taslakları hazırlayarak bakanlıkların görüşüne sunmuştur.

506 ve 4792 sayılı Yasalarda yapılacak olan değişikliklerle, emeklilik yaş sınırı getirilerek, bundan böyle, süper emeklilik, erken emeklilik, geriye dönük borçlanma gibi aktif-pasif dengesini bozan yapay uygulamalara son verilecektir.

Aktif sigortalı sayısını artırmak amacıyla, sigortalı olanlara, sağlık hizmetlerinden yararlanabilmesi için 60 gün sağlık primi ödeme zorunluluğu getirilecektir.

Prime esas olan kazancın üst sınırı, brüt asgarî ücretin iki katına çıkarılacak; kaçak işçi çalıştırılmasına karşı, sigorta müfettişleri yanında, sigorta müdürlerine kontrol ve denetleme yetkisi verilecek; ayrıca, işçilere de, 30 gün içinde işe başladıklarını kuruma bildirme mecburiyeti getirilecektir.

Sosyal yardım zammı Hazinece karşılanacak, bundan sonra prim karşılığı olmayan riskler sisteme yükletilmeyecektir. Yaşlılık ve ölüm aylıklarında, aylık bağlama oranı üst sınırı yüzde 85'ten yüzde 100'e çıkarılacak, isteğe bağlı sigortalılar ile topluluk sigortasına tabi olanlardan yüzde 20 oranında alınan prim, yüzde 25'e; Sosyal Sigortalar Kurumundan emekli olup da sigortalı bir işte çalışanların ödedikleri yüzde 24 oranındaki sosyal güvenlik destek primi de, yüzde 30'a yükseltilecektir.

BAŞKAN - Sayın Baran, son 3 dakikanız.

DOĞAN BARAN (Devamla) - Kayıtdışı istihdamın önlenmesi, prim tahsilatının artırılması için etkin tedbirler alınacaktır. İdarî ve malî özerkliğin gerçek anlamda sağlanması için yönetim kurulunda sigortalılar söz sahibi olacak, yönetim kuruluna da, yapısal ve malî konularda politika üretebilme yetkisi verilecektir. Sosyal güvenlik uygulamaları, her türlü siyasî mülahazaların üstünde, bir devlet politikası olacak ve devletin, üçüncü taraf olarak kuruma katkıda bulunması ve sadece denetim görevini üstlenmesi sağlanacaktır.

Kurum, aslî görevi olan sigortacılık hizmetleriyle uğraşacak ve Sosyal Sigortalar Kurumunun hastaneleri, özerkleştirilerek, etkinlik ve verimlilik esasına göre yönetilen, kendi bütçesini kendi yapan, kendi yağında kavrulan, kendi istediği personeli sözleşmeli olarak çalıştıran, rekabete açık, idarî ve malî açıdan özerk birer kuruluş haline getirilecektir.

1479 ve 2926 sayılı Yasalarda yapılacak olan değişikliklerle de, sayıları on bini aşan çiftçi vatandaşlarımızla, bunların aile fertleri sağlık sigortası kapsamına alınacak; kurumca, çiftçi sigortalılar için ilk beş basamakta, basamak yükseltilmesi uygulaması getirilecek, aylık bağlama üst sınırı yüzde 90'dan yüzde 100'e, çiftçi sigorta primi oranı da yüzde 15'ten yüzde 20'ye çıkarılacaktır.

BAŞKAN- Sayın Baran, son dakikanız.

DOĞAN BARAN (Devamla) - Toparlıyorum efendim.

Bağ-Kur sigortalılarının 6 ncı basamakta yığılmalarını önlemek amacıyla da, basamak sınırı 13'e çıkarılacaktır. Bilindiği gibi, 30 Ağustos 1996 tarih ve 4181 sayılı Yasayla da, Bağ-Kur sigortalılarına 12 nci basamağa kadar yükselme hakkı verilmişti. 506 sayılı Yasayla ilgili değişiklik tasarısının kanunlaşması halinde, kurumun birinci yılı için net getirisi 129,5 trilyon, 1479 ve 2926 sayılı Yasalarda yapılacak değişikliklerle de, kurumun birinci yıl net getirisi 36,8 trilyon olacak ve Sosyal Sigortalar Kurumunun gayrimenkullerinin satışıyla da, yaklaşık 50 trilyonluk bir kaynak sağlanacaktır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Baran, eksüreniz 1 dakikadır.

DOĞAN BARAN (Devamla) - Hemen bağlıyorum.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sosyal Sigortalar Kurumu ve Bağ-Kur'u çıkmaza sokan uygulamalara son verecek yasal düzenlemeler yapıldıktan sonra, Bakanlığın orta vadedeki hedefi, bu sosyal güvenlik kuruluşlarının kendi aralarındaki farklı uygulamalara son vererek, norm ve standart birliğini sağlamak için sosyal güvenlik temel yasasını çıkarmaktır. Ancak o zaman, herkes, sosyal güvenlik hizmetlerinden eşit, etkili ve sürekli bir şekilde yararlanmış olur. Amaç, sadece finansman açığına çare bulmak değil, sosyal güvenlik hizmetlerini, emeklilik sigortasıyla, hastalık sigortasıyla, iş kazası ve meslek hastalıkları sigortasıyla, işsizlik ve aile yardımı sigortasıyla, ileri ülkeler düzeyine çıkarmaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının, 1997 yılı bütçesinin, gerek Bakanlığa gerekse ülkemize hayırlı olmasını diliyor; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Baran.

Sayın milletvekilleri, görüşmekte olduğumuz bütçelerle ilgili soruların verilme işlemi, grup konuşmaları tamamlandıktan sonra bitecektir. Grup konuşmaları tamamlandıktan sonra, soru kabulü Başkanlıkça yapılmayacaktır. Tekrar hatırlatıyorum.

Şimdi, kürsü, Demokratik Sol Partinin.

Demokratik Sol Parti Grubu adına ilk konuşmacı Sayın Necati Albay.

Sayın Albay, süreniz 10 dakika.

Buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

DSP GRUBU ADINA NECATİ ALBAY (Eskişehir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bütçe görüşmelerinde, Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum; Yüce Heyetinizi, televizyonları başında bizleri izleyen yurttaşlarımızı, bakanlıkların değerli bürokratlarını, şahsım ve Demokratik Sol Parti adına saygıyla selamlıyorum.

Gelişmekte olan ülkeler, tarım ağırlıklı toplumdan sanayi toplumuna geçişte bazı arayışlar içindedirler. Ne var ki, sanayileşmenin altyapısı da tarım sektörüne dayanmaktadır. Sanayinin büyük kesiminin hammaddesini tarım sektörü sağlamaktadır. Ekonomik gelişme, tarım sektörünün gelişmesine bağlıdır.

Tarımsal kalkınmayı kolaylaştırmak, her şeyden önce, yeterli bir altyapı ile iyi bir fiyat politikası, üreticilere sağlanacak olan birtakım kolaylıklar ve örgütlenmelerle olacaktır. Bunu sağlamış olan Batı'nın sanayileşmiş ülkeleri, tarım sektörüne yatırdıkları değerlerin karşılığını kat kat alarak sanayi toplumlarına dönüşmüşlerdir. Diğer bir deyişle, ekonomi tarihi şunu kanıtlamıştır ki, ancak tarımsal gelişmeyi sanayileşmeyle el ele götürebilen ülkeler sanayi toplumu haline gelebilmişlerdir.

Nüfusumuz, her yıl yüzde 2 oranında artmaktadır. Yaşayan ve artan nüfusun beslenmesi, unutmayalım ki, tarım sektöründen karşılanmaktadır. Bütün bunları düşündüğümüz zaman, tarım sektörünün önemi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Tüm dünya ülkeleri, kendi tarım sektörlerini koruyup kollarlarken, her türlü desteklemeyi yaparlarken, Türkiye'yi yönetenler, tarımı, vahşi kapitalizmin acımasız kollarına teslim etmişlerdir.

Sektöre yönelik sabit sermaye yatırımları hiç gelişmemiş, aksine küçülmüştür; gerek kamu gerekse özel sabit sermaye yatırımları toplamı 1981'lerde yüzde 11,5 iken, 1995'lerde bu oran yüzde 5,4'e düşmüştür. Nüfusun yarısı bu sektörde çalışırken, sektörün ulusal gelirden aldığı pay, yüzde 40'lardan yüzde 12'lere düşmüş, üreticiler, son on yılda yüzde 100 oranında gelir yitirmiş, o oranda da fakirleşmişlerdir. Tarım ürünü ihraç eden ülke gitmiş, yerine, dışarıdan gıda ithal eden ülke gelmiştir. Bu fakirleşme oranında doğal olarak işsizlik çığ gibi büyümüş, şehirlere akın eden işsizler nedeniyle köylerde genç nüfus kalmamış, şehirlerimizdeki işsizler nedeniyle şehir nüfusları yarı yarıya büyümüştür.

Demokratik Sol Parti programındaki köy-kent projelerimizle kalkınma köyden başlatılarak, kırsal alanda üretim olanakları sağlanarak, tarımsal üretim ve tarımsal sanayii kırsal alanda geliştirilerek, insanlarımızın kendi doğduğu topraklarda daha çok üreterek, daha çok kazanarak ülke ekonomisine katkıları sağlanacak, işsizlik de böylece önlenmiş olacaktır.

Son yıllarda, girdi ve teknoloji kullanımı gerilemiş, buna bağlı olarak, üretim de gelişmemiş, hatta, gerilemiştir. 1995 ve 1996 yıllarında, şeker, buğday, et, Türk Halkına yetecek miktarda üretilmediğinden, bu ürünler yurtdışından satın alınarak ülke gereksinimi karşılanmış, kendi çiftçimizden esirgenen destekleme, dolayısıyla, Avrupa'nın çiftçilerine hükümetlerimiz eliyle verilmiştir.

Gübre kullanımı birçok alanda yetersizdir; buna rağmen, son yıllarda gübre tüketimi azalmaktadır. 11 milyon ton olan yıllık gübre tüketimimiz, 1996 yılında 4,5 milyon tonlara düşmüştür. Çiftçi, toprağına gübre atamamaktadır; çünkü, fiyatı pahalıdır ve gübreyi alacak kredi bulamamaktadır. Kullanmak istese dahi, zamanında gübre alamamakta; ayrıca, binbir zorlukla gübre temin etmiş olsa dahi, hem ürün parası hem de gübre sübvansiyonunu hükümetler aylarca gecikmeyle kendisine ödemektedirler. Çiftçi, çiftçi olduğuna pişman edilmektedir. Çiftçimiz, köylümüz, tarlasına, âdeta küskün hale getirilmiştir.(DSP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, kımıl ve süne birçok yörede iki yıldır hububat üreticisinin kanını emmektedir. İki yıldır çiftçiyi bu zarardan koruyamamak bir aczin ifadesidir. Üçüncü yılda da kımıl ve süne zararı görülmemesi için, Bakanlık, ne gibi önlemler almaktadır? Merakla bekliyoruz efendim.

Tarım sektöründe gerekli olan altyapı yatırımları, sulama, toprak muhafaza, tesviye, tarım alanlarının developman çalışmaları, son on onbeş yıl içinde tamamen ihmal edilmiş, bunlar için kaynak ayrılmamış veya ayrılan kaynaklar yetersiz kalmıştır. Sonuçta, tarım üretiminde gerilemelere neden olmuştur.

Burada kendimize çok samimî olarak şu soruyu sormamız gerekecek: Biz gerçekten tarım sektöründen bir şeyler bekliyor muyuz, beklemiyor muyuz? Şayet, cevabımız evet ise, tarım sektörü için gerekli olan altyapı yatırımlarına bir an önce, etkili bir şekilde, başlamak zorundayız.

Bu sektörde çalışan, nerede ise nüfusumuzun yarısını teşkil eden kırsal alandakilerin, insanca yaşanabilir koşullara kavuşturulabilmesi ve daha çok üretir hale getirilmesiyle, ülke ekonomisine daha çok katkı sağlanması temin edilmiş olacaktır.

Bitki ekolojisi ve iklimsel özelliklerin çeşitliliği nedeniyle yurdumuzda büyük bir tarımsal üretim potansiyeli mevcuttur; yeter ki, tarıma yön verelim, üretilen ürünlerin değerlendirilmesinde üreticiye yol gösterici ve teşvik edici olalım.

Tarım Bakanlığımızın içi boşaltılmış, tarımı yönlendiren pek çok birimi ilgisiz olduğu başka bakanlıkların bünyesine alınmıştır. Tarımsal üretimden sorumlu olan Tarım Bakanlığı, çiftçi ve birliklerin desteklenmesinde devre dışı kalmış, bu yetki başka bakanlıkların bünyesine verilmiştir. Bakanlık organizasyon şeması adı altında yapılan değişiklikler Bakanlığa zarar vermiştir, fonksiyonları kaybolmuştur. Bir başka olumsuzluk da, Bakanlık üst yapısı meslekî ve teknik birikimlerden uzak kişilerden oluşmuştur.

Bakanlığımızı çok iyi tanıyan Sayın Bakanımızın bunları dikkate alacağını umuyorum.

BAŞKAN - Sayın Albay, son 2 dakikanız.

NECATİ ALBAY (Devamla) - Elbette, böyle bir yapılanmayla hiçbir yere varılamayacaktır, Türk tarımına yön verilemeyecektir. Hükümetlerin yanlış politikaları sonucu, tarıma büyük destek veren kuruluşlar işlevsiz hale getirilmiş, Türkiye Zirai Donatım Kurumu gibi kuruluşlar devre dışı bırakılmıştır.

Tarımda altyapıyı, kurulduğu yıllardan itibaren başarılı bir şekilde yürüten, toprak ve su kaynaklarımızı geliştiren Toprak-Su Teşkilatı, Köy Hizmetlerine dönüştürülerek, Başbakanlığa bağlı bir Devlet Bakanlığı uhdesinde, siyasîlerin cirit attığı, fonksiyonlarını yerine getiremez bir kamu personeli istihdamı kuruluşuna dönüştürülmüştür. Geçmişte, ülke yararına pek çok iyi hizmetler yapmış olan -içinden geldiğim- bu kurumun, Tarım Bakanlığı bünyesine tekrar aktarılarak, yeniden, toprak ve su kaynaklarının geliştirilmesine, kuruluştaki eski fonksiyonel haline dönüştürülmesine, mutlaka, çok acilen ihtiyaç vardır.

Et ve Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu, Türkiye Zirai Donatım Kurumu gibi kuruluşların yönetimleri özerkleştirilerek, ülke üreticilerine olan desteklerini sürdürmeleri sağlanmalıdır. Kooperatif ve birliklere ödenekler zamanında aktarılarak, hasat zamanı, üreticilerin, alınteri karşılığını almaları sağlanmalı; böylece, üreticilerin daha çok üretmeleri teşvik edilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, çiftçi ve kooperatifler bankası olarak, mutlak surette değiştirilmelidir. Ülkemizde, mutlak surette, ürün planlaması yapılmalıdır. Toprak Mahsulleri Ofisi, hasat zamanı yeterli ödeneklerle desteklenmeli, üretici, serbest piyasa koşullarına terk edilmemeli; aksi halde, şimdi olduğu gibi -halkımızın tek gıdası olan- ekmek fiyatları, ülkede kargaşa yaratmaya devam edecektir.

1995 yılında Toprak Mahsulleri Ofisi, kasasında trilyonlarca lira parası varken, destekleme kararnamesi 31 Aralık'ta ilan edilerek geç çıkarıldığı için, hemen hemen hiç ürün alamamış, paralarını, bankada, repolarda değerlendirmiştir.

BAŞKAN - Sayın Albay, son dakikanız.

NECATİ ALBAY (Devamla) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Toprak Mahsulleri Ofisinin işi, bankalarda repo yaparak para kazanmak değil, ülke üreticilerinin ürettikleri ürünlerin parasını ödemektir. (DSP sıralarından alkışlar)

Ülkemizde bir zamanlar uygulanmış olduğu halde, sonradan kaldırılan, tarımsal sulamada yüzde 50 daha ucuz elektrik enerjisi verilmesine yeniden dönülerek, üreticilerin daha çok ürün yetiştirmeleri teşvik edilmelidir.

Tarımın problemleriyle uğraşan Bakanlığımız, yıllardan beri, ziraat mühendisleri, ziraat teknisyenleri, veteriner hekim ve teknisyenlerin istihdamını yapmamıştır. Ülke tarımına yön verecek bu elemanların Bakanlık bünyesinde işe başlatılmalarının, başarılı tarım politikalarının uygulanmasında büyük katkılarının olacağına inanıyorum.

Ülkemizin tarım üretiminde, bugün bile kendine yeterliliğini sürdürmesinde katkısı olan tüm Türk üreticilerini, Türk meslektaşlarımı saygıyla anıyorum. Araştırma ve ıslah çalışmalarıyla yeni çeşitler geliştiren, çağdaş teknikleri geçerli kılarak uygulamaya koyan, 10 milyonluk bir Türkiye'ye yetmezken, 65 milyona pek çok ürün açısından yetebilen, sanayie kaynak aktarabilen, ihracatımızın bugün bile omurgasını oluşturan bu sektöre çabalarıyla damga vuran ziraat mühendislerine, veteriner hekimlerimize, tarım teknisyenlerine, cefakâr ve vefakâr Türk üreticilerimize şükranlarımızı sunuyor, bütçemizin halkımıza hayırlı olması dileğiyle, Sayın Bakana ve Bakanlık mensuplarına başarılar diliyorum.

BAŞKAN - Sayın Albay, lütfen toparlayalım; süremiz doldu.

NECATİ ALBAY (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.

Demokratik Sol Parti olarak, kalkınmanın köylüden başlayacağına inanıyoruz. Bu inancımızı, çiftçimizin bugünkü durumu bir kez daha perçinlemektedir.

Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (DSP ve RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Albay.

Demokratik Sol Parti Grubunun ikinci sözcüsü Sayın Kâzım Üstüner; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

Sayın Üstüner, süreniz 10 dakidadır.

DSP GRUBU ADINA KÂZIM ÜSTÜNER (Burdur) - Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bütçesi hakkında, Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunmaktayım; görüşlerimizi arz etmeden önce, Grubum ve şahsım adına Yüce Meclisimizi ve televizyonları başında bütçe görüşmelerini izleyen halkımızı saygıyla selamlıyorum.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığına bağlı kuruluşlarda bugüne kadar emeği geçen herkese, hizmetlerinden dolayı şükranlarımızı sunuyor, ölenleri de rahmetle anarak sözlerime başlıyorum.

Bugün, ülke nüfusumuzun yaklaşık yarısının geçimini, tamamının ise beslenmesini direkt ilgilendiren büyük bir Bakanlığın, ne yazık ki, küçük olan bütçesini görüşüyoruz. “Küçük” diyorum; çünkü 6,2 katrilyonluk genel bütçeden Tarım ve Köyişleri Bakanlığına ayrılan 43,2 trilyondur. Bu da, bütçenin yüzde 1'i bile değildir.

Bakanlık bütçesinin yüzde 84'ü personel, transfer ve dış proje giderlerine ayrılırken, sadece yüzde 16'lık bölümü Bakanlığın ana hizmetleri olan yatırım hizmetlerine ayrılmıştır. Bu oran, son yılların en düşük oranıdır. Bu yüzden diyorum ki, bu bütçe yetersizdir.

Tarım ve hayvancılık sektörünün biriken sorunlarını çözmek bir yana, yenileri eklenecektir. Hükümetlerin, Tarım ve Köyişleri Bakanlığına verdikleri önem, ayırdıkları bütçeden anlaşılır. Refahyol İktidarının da köylümüze, insanımıza verdiği önem, ayırdığı bütçeden anlaşılmaktadır.

Tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye'de de, tarımsal ekonomik kalkınmanın lokomotifi, hayvancılık sektörüdür; çünkü, dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde hayvancılık geliştirilmeden, köylünün ekonomik kalkınmasını başarmak mümkün değildir. Hayvancılık, Türkiye'nin hem ulusal beslenme hem de ulusal kalkınması, dışsatımın artırılması, sanayie hammadde sağlanması, kırsal alanda gizli işsizliğin önlenmesi ve kalkınma finansmanının özkaynaklara dayandırılması bakımından çok önemli bir sektördür.

Bu kadar önemli olan hayvancılığımızın, ülke yönetiminde, zaman zaman olduğu gibi, ne yazık ki 12 Eylülvari darbeleri iki üç yılda bir yaşayarak zarar görmesi kader olmuştur. Hemen ifade edeyim ki, ülkemiz tarım ve hayvancılık sektörünün bu kötü kaderini, ancak, Demokratik Sol Parti İktidarı değiştirecektir. (DSP sıralarından alkışlar) Çünkü, Demokratik Sol Parti, köylümüzün ve ülkemizin sorunlarına çözüm üreten tek partidir. Genel Başkanımız Sayın Ecevit'in de yıllardan beri söylediği gibi, kalkınma köylüden başlayacaktır. Köylümüz kalkınmadan, Türkiye'nin kalkınması mümkün değildir.

Değerli arkadaşlar, köylünün kalkınmasını savunmak lafla olmaz, icraatla olur. Biz, bu icraatı 1974 yılında afyon ekiminin serbest bırakılmasında gösterdik ve her zaman da göstermeye hazırız. (DSP sıralarından alkışlar) Üreticimize zararlı dayatmalara da, her zaman karşı çıkacağız.

Özellikle, 1980 sonrası iktidarları, hayvancılığa büyük önem verdiklerini ifade etmelerine rağmen, uygulamalarında tam tersini yapmışlardır. Kendi üreticimiz ve ürünlerimiz unutulmuş, Avrupa'nın üretim fazlası et, peynir ve süttozu dağları, Türk köylüsünün üzerine yürütülmüştür. Köylümüz Hasan'a vermediğimiz parayı, döviz olarak, Avrupa'nın Hans'ına vermeye kimsenin hakkı yoktur. Gelişmiş ülkeler, hayvancılığını koruyup yüzde 100'lere varan teşviklerle kollarken; Türkiye'yi yönetenler, köylüyü, serbest piyasanın haksız rekabetiyle karşı karşıya bırakmışlardır.

1980 yılında, hayvansal üretiminin yüzde 15'ini dışarıya satabilen Türkiye, bugün, yüzde 3'ünü ithal eder hale gelmiştir. Türkiye, 1995 yılında, 466 bin baş hayvan ithal etmiştir; yine, 1995 yılında, 42 bin ton et, 6 250 ton süttozu ithalatı yapmıştır. Çikita muzu ile başlayan ithalat, peynir, süttozu, et ve daha sayılabilecek pek çok tarımsal ürünle devam etmiştir. Şimdi, bakıyorum da, sanki bunları yapan kendileri değilmiş gibi, sayın sözcüler, konuşmalarında, âşıkların ince atışması gibi, kimin daha çok zarar verdiğini tartışıyorlar. (DSP sıralarından alkışlar) Üreticimiz, kimin ne yaptığını çok iyi biliyor.

Sayın milletvekilleri, hayvancılıkta gelinen nokta, tek kelimeyle vahimdir; bütünüyle çöküş ve iflasın eşiğindedir. Hayvancılıkta uygulanması gereken politikalar, tutarlı ve uzun vadeli olmak zorundadır. Üretimi teşvik edip, mevcut yüksek üretim potansiyelimizi geliştireceğimiz yerde, olmazsa ithal ederiz mantığı, ülkemize ağır faturalara neden olmuştur. Hayvancılıkta, seçim rüşveti sayılabilecek, samimî olmayan yaklaşımlarla bir yere varmamız mümkün değildir. 1984 yılında, Pankobirlik'in bir toplantısında, dönemin sayın Ticaret Bakanı “bizim ürettiğimiz etlerin protein değeri düşüktür, bizim ürettiğimiz etlerde toksin vardır; Alman eti, besin değeri yönünden daha zengindir, daha besleyicidir” diyebilme cehaletini göstermiştir. Bu anlayış, Türk köylüsü ve çiftçisinin alınterini kötüleyip de, Almanya'nın bozuk, kokmuş etinin propagandasını yapan bir zihniyettir. Aynı zihniyet, Doğru Yol Partisi ve sosyal demokrat ortağı döneminde de devam etmiştir. Birkaç ithalatçı firmayı daha zengin etmek uğruna köylümüzün, yoksulluğa, sefalete itilmesinde, acaba kimlerin payı vardır? SEK ile Et ve Balık Kurumu gibi hayvancılığın kalbi sayılabilecek kamu iktisadî teşebbüslerinin özelleştirilmesinde, Doğru Yol Partisinin sosyal demokrat ortağının “onaylarız; ama, falan devlet bankasını bizim yetkimize verirseniz” diye pazarlık yapması nasıl izah edilebilir?!

Sayın milletvekilleri, gelişmiş ülkelerin hiçbirinde, hayvancılığa dayalı sanayi işletmeleri, ekonomik kararlar gerekçe gösterilerek, talan edilmemiştir. Ülkemizdeki SEK ile Et ve Balık Kurumu gibi hayvancılığa dayalı KİT'ler zarar etmemiş, ettirilmiştir. Örneğin, 1985 yılında ithal edilen binlerce ton peynir ve süttozu nedeniyle, süt üretimi ve kooperatifleşmesiyle ünlü Burdur İlinde, Süt Endüstrisi Kurumu, üreticiden aldığı sütün parasının yerine satamadığı peyniri vermiştir. Daha geçen yıl, Silahlı Kuvvetlerimize, ithal edilen etlerin yedirilmesi üzerine Et ve Balık Kurumu, üreticimizin besi hayvanlarını iki üç ay sonraya sıra vererek kesmiştir. Hayvan sayısı bakımından Avrupa'da birinci, dünyada yedinci olan ülkemizin 1980 yılı küçük ve büyükbaş toplam hayvan varlığı 87 milyon baş iken, bugün, 54 milyon civarına gerilemiştir. Oysa, gümrük birliğine girdiğimiz Avrupa ülkelerinde bu oran yüzde 60 ilâ yüzde 80 arasında değişmektedir.

Sayın milletvekilleri, hayvancılık, bütün olumsuzluklara rağmen, Türkiye için hâlâ bir şanstır. Güney ve Doğu Anadolu Bölgelerimizi kalkındırmak için, yapılacak işlerin başında hayvancılık gelmelidir; çünkü, bu yöreler, ekolojik yapısı itibariyle hayvancılığa uygun olup, yöre halkı da bu konuya aşinadır.

BAŞKAN - Sayın Üstüner, son 3 dakikanız.

KÂZIM ÜSTÜNER (Devamla) - ... Halen, büyük çoğunluğu hayvancılıkla iştigal etmektedir diyemiyorum; çünkü “çakıl taşı vermeyiz” edebiyatı karın doyurmamıştır. Güney ve Doğu Anadolu yaylaları, hayvancılığın değil, eşkıyanın mekânı olmuştur. Bölge halkımız, işsizliğe, göçe ve sefalete terk edilirken, en iyi işkolu koruculuk olmuştur. Demokratik Sol Parti “kalkınma köylüden başlamalıdır” derken, sadece, köylümüzün ekonomik kalkınmasını değil, ortaçağın karanlığı olan feodalizmin de yıkılmasını amaçlamaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İtalya ve Rusya'dan sonra dünyada sunî tohumlamayı ilk uygulayan ülkelerden birisi olan Türkiye, ne yazık ki, hayvan ırklarımızın ıslahı konusunda yeterli seviyede değildir.

Damızlık ithalatı yöntemi, en pahalı yöntem olup, taşıma suyla değirmen döndürme mantığıdır ki, ülkemiz için akılcı bir yol değildir. Sunî tohumlama çalışmalarına önem vermek gerekir. Hiçbir ülke gerçeği ve bilimsel veriye dayanmaksızın, 1984 yılında çıkarılan bir kanun hükmünde kararnameyle yapılan Tarım Bakanlığı reorganizasyonunu büyük bir talihsizlik olarak değerlendiriyoruz. Sayın Bakanın, 1994 malî yılı bütçe görüşmelerinde yaptığı konuşmasında dile getirdiği bu yanlışın giderilmesinde, Grup olarak, gerekli katkıyı yapacağımızı ifade ediyorum. (DSP ve RP sıralarından alkışlar)

Hayvancılık sektörünün ağırlaşan sorunlarının çözümü için, hayvancılığın önemine uygun bir şekilde, Bakanlık yeni bir organizasyona kavuşturulmalıdır. Üst düzey görevlendirmelerinde liyakat ve kariyere önem verilmelidir. Kendinden önceki yanlış uygulamaların ağır faturasını Sayın Bakana çıkarma haksızlığını yapmaya gönlüm elvermiyor. (DSP ve RP sıralarından alkışlar) Ancak, Refahyol İktidarının Hükümet Programında, uygulamalarında önceki hükümetleri aratmadığını da belirtmek zorundayım. (DSP sıralarından alkışlar)

Sayın Erbakan, rengârenk tablolarla halkımızın gözünü boyayacağını sanıyorsa, yanılıyor. Gerçekler ortadadır. Süt üreticimiz mayıs ayından bu tarafa ödenmeyen 1,7 trilyonu aşan alacağını soruyor; ne zaman ödeyeceksiniz? 1,6 trilyonu bulan damızlık hayvan teşvikleri iki yılı aşkın bir süredir ödenmiyor. Köylümüzün borcuna faiz işletilip, ertesi gün haciz getirilirken, alacağı ise duymazlıktan geliniyor. Bu mu tarıma, hayvancılığa verdiğiniz önem?! Hani çiftçi borçlarını silecektiniz?! Gübre ve mazot zammını köylümüze müjde olarak sunuyorsunuz. ANAP ve Doğru Yol Partisi, hatta CHP'nin, uygulamalarında, birbirinden farkı olmadığını, hepsinin de Osmanlı Bankası olduğunu görmüştük!.. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Üstüner, son 1 dakikanız. Lütfen...

KÂZIM ÜSTÜNER (Devamla) - Özü ile sözü bir olmayan Refah Partisinin de Osmanlı Bankasının başka bir şubesi olduğu kısa zamanda görülmüştür. (DSP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Hayvancılığın sorunlarını 10 dakika içerisinde anlatmak mümkün değildir. Tarafımdan hazırlanıp, Grubumuzca, Meclisimize verilen araştırma önergemizde daha detaylı tartışmanın uygun olacağı düşüncesindeyim.

Sayın Başkanım, sayın milletvekilleri; bütün olumsuzluklara rağmen, köylümüz hâlâ bir şeyler üretiyorsa, bilin ki, bu, ülke sevgisindendir; bilin ki efendiliğindendir. Ancak, sabrı da sonsuz değildir. Türk köylüsü...

BAŞKAN - Sayın Üstüner süreniz doldu, lütfen...

KÂZIM ÜSTÜNER (Devamla) - ...efendiliği bildiği kadar, Kemal Atatürk'ün önderliğindeki Kurtuluş Savaşında olduğu gibi, efeliğin de âlâsını bilir.

Bu duygularla sözlerime son verirken, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı bütçesinin Bakanlık çalışanlarına, ülkemize ve ulusumuza hayırlı olmasını diler, hepinize saygılarımı sunarım. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Üstüner.

Demokratik Sol Parti Grubunun üçüncü sözcüsü Sayın Bekir Yurdagül; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

Sayın Yurdagül, süreniz 10 dakikadır.

DSP GRUBU ADINA BEKİR YURDAGÜL (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çalışma Bakanlığı bütçesiyle ilgili olarak, Demokratik Sol Parti adına söz almış bulunuyorum. Grubum ve şahsım adına sizleri ve bu tatil akşamı televizyonları başında bizleri izleyebilen yurttaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, ekonomik bunalımın olumsuz etkilerine açık bir alan olan çalışma yaşamının sorunlarını belirlemek ve buna ilişkin çözüm stratejileri oluşturmak ve bu çözüm politikalarına toplumsal kesimlerin katılımını sağlamak, demokrasinin genel bir ilkesidir.

Ne yazık ki, Türkiye, en temel sorunlarından biri olan çalışma yaşamının sorunlarını çözümlemiş değildir. Çalışma yaşamını düzenleyen yasalar, uluslararası standartlara yükseltilerek geliştirilmemiş, sürekli engellenmiştir. Türkiye, istihdam sorunlarını çözümleyemeyen, buna karşılık makro düzeyde istihdam politikası olmayan bir ülke görünümündedir.

Ekonomik büyümenin, istihdam yaratan bir büyüme özelliği göstermemesi, sosyal devlet anlayışının terk edilerek, kamu kurum ve kuruluşlarıyla hizmetlerinin parçalanarak özelleştirilmesi ve böylece kamu sektörünün daraltılması politikalarının uygulanması, bu politikaların da bir kaynak üretme politikası olarak görülmesi sonucu, kırda ve kentte geniş bir işsiz kitlesinin oluşmasına neden olunmuştur. ILO'ya göre, ülkemizdeki işsizlik oranı yüzde 26,6'dır.

İşsizliğin artmasına, bireysel ve toplu işten çıkarmalara karşın işsizlik sigortasının kurulması için çabalar yoğunlaştırılmıyor. Oysa, OECD ülkeleri arasında işsizlik sigortası olmayan tek ülke, Türkiye'dir. Tüm bunların yanında, hizmet ilişkisine işveren tarafından son verilmesine ilişkin 158 sayılı ILO sözleşmesini kabul eden Türkiye, iç güvencesi yasa tasarısını Türkiye Büyük Millet Meclisinden henüz geçirememiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; temel insan haklarından biri olan çalışma hakkını tamamlayan bir hak da, örgütlenme hakkıdır. Örgütlenme hakkı olmadan demokrasiden, demokratikleşmeden söz etmek olanaksızdır. Örgütlenme hakkı, demokrasinin özünü, niteliğini yansıtır. Örgütlenme hakkının en önemli yanını ise, sendikalaşma, grevli toplusözleşme hakkı oluşturur. Çalışanlar, sendikalaşma, toplusözleşme ve grev hakkını kullanabildiği ölçüde sosyal dengeler sağlanabilir, çıkarlar korunabilir, geliştirilebilir. Bugün, ülkemizde, sendikalaşma oranları hızla düşerken, sendikasızlaştırma çabaları yoğunluk kazanmaktadır. Çağdaş ülkeler düzeyinde grev hakkının tanınmadığı Türkiye'de, birçok işkolu ve işletme, grev yasakları kapsamındadır.

Sayın milletvekilleri, burada, yeri gelmişken, yedi aydır devam eden bir grevden bahsetmek istiyorum. Türkiye'nin başkenti Ankara'nın şehirlerarası terminalinde, AŞTİ'de, 294 işçi, 31 Mayıs 1996 tarihinden bu yana, grevde, onur mücadelesi veriyor, ekmek mücadelesi veriyor. İşçilerin grev öncesi çıplak ücretleri 7,5 ilâ 10 milyon lira arası; şimdiki asgari ücretin bile altında. AŞTİ'de, grev nedeniyle, günlük zarar 1 milyar 625 milyon Türk Lirasıdır, aylık zarar 50 milyar Türk Lirasıdır; işçilerin isteği ise, aylık, sadece 12 milyar Türk Lirasıdır; yani, zararın dörtte biri oranında. Buradan da anlaşılacağı üzere, grev, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek'in kaprisi nedeniyle bitirilemiyor. Gökçek, aklı sıra, işçileri ve ailelerini açlıkla terbiye edeceğini, dize getireceğini umuyor. Bu, ayıptır, günahtır. Sizin çok kullandığınız deyimle, bunun adı, zulümdür. Melih Gökçek, AŞTİ'deki işçilere zulmediyor.

Sayın Bakan, lütfen, işçinin işçiye kırdırılmasına seyirci kalmayınız. Yedi aydır devam eden bu grevi bitirerek, partinizi de bu ayıptan bir an önce kurtarınız. (DSP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, yıllardır sendikalaşması engellenen kamu emekçileri, sendikalarını oluşturmalarına karşın, toplusözleşme yapma olanağından yoksundur. Kontrollü sendika yaratma çabasından vazgeçilerek, kamu çalışanlarına, uluslararası standartlarla belirlenmiş bağımsız sendikal örgütlenme hakkının tanındığı bir yasal çerçeve, zaman geçirilmeksizin oluşturulmalıdır.

Bugün, Kızılay'da, yüz bine yakın kamu çalışanı, sendikal taleplerini haykırmıştır; temiz siyaset, temiz toplum istemini dile getirmiştir. Aynı istem, 22 Aralık'ta, Kocaeli'de, DİSK tarafından, 5 Ocak'ta, Ankara'da, Türk-İş tarafından kitlesel olarak seslendirilecektir. Ülkeyi yönetenlerin, bu tür demokratik tepkilerden korkmaması gerekir. Ülke sorunlarıyla ilgilenmek, sendikaların aslî görevlerindendir.

1997 yılı, her tek rakamlı yılda olduğu gibi, kamu kesimi toplusözleşmelerinin bağıtlanma yılıdır. Kamuda örgütlü sendikalar, yılbaşında, yaklaşık 600 bin işçi adına toplusözleşme görüşmelerine başlayacaklardır.

Sözleşmeler, bütçenin öngördüğü hedeflere bakılırsa, daha önceki toplusözleşme dönemlerinde olduğu gibi zorlu geçecektir; çünkü, IMF ve Dünya Bankasının dayatmasıyla, ücretlerin, gerçekleşen enflasyona değil; özellikle düşük tutulan enflasyon hedefine göre artırılması öngörülmektedir.

Değerli milletvekilleri, Sayın Cumhurbaşkanının, geri ödeme süresinin belirlenmemesi ve devlet veya işverenden kesilen yüzde 3 oranındaki katkı payının çalışanların ücretine yansıtılmaması gerekçeleriyle veto ettiği; ancak, Hükümet tarafından, tekrar Türkiye Büyük Millet Meclisine getirileceği belirtilen zorunlu tasarrufların ne olacağı, bugün belirsizliğini korumaktadır.

Her ne kadar, Sayın Başbakan, hem 25 Kasım 1996 tarihinde üçüncü kaynak paketini açıklarken hem de Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda 9 Aralık'ta bütçe görüşmeleri nedeniyle yaptığı konuşmada, konuyla ilgili olarak “zorunlu tasarrufun kaldırılması için gerekli kanun, ikinci defa Meclistedir” dediyse de, şu ana kadar, Hükümet tarafından Meclise getirilen bir şey yoktur. Sayın Bakan bu konuda açıklama yaparsa, hak sahipleriyle beraber biz de bilgilenmiş oluruz. Acaba, Zorunlu Tasarruf Fonunda biriken anapara ve nema, ne şekilde geri ödenecektir?

Sayın Çalışma Bakanı, Refah Partisi grup başkanvekili olduğu dönemde, bir grup arkadaşıyla birlikte, 6 Şubat 1996 tarihinde verdiği bir araştırma önergesinde, çalışanlar adına biriken malî kaynak ile nemasının hangi alanlarda değerlendirildiği ve bu kaynakların piyasa şartlarında nemalandırılıp nemalandırılmadığı hususlarındaki yasal uygunlukların araştırılması amacıyla bir Meclis araştırması önergesi verdiklerini söylemişti. Bu amaçla bir komisyon kuruldu. Araştırma yapıp yapmayacağını bilemiyoruz; ama, Türk - İş'in bu konuda bir araştırması var. Bu araştırmaya göre, 475 trilyon liranın yüzde 30'luk bölümü piyasa faiz hadlerinden, geri kalan yüzde 70'lik bölümü ise yüzde 30 - yüzde 50 nemayla değerlendirilmiş.

28 Ağustos 1996 tarihinde, bu yasa Mecliste görüşülürken aynen şöyle demiştim: Bundan sonraki gelişmeleri hep beraber izleyeceğiz Sayın Çalışma Bakanım. Acaba, sizin döneminizde, bu nemalar, reel faizin ne kadar altında değerlendirilecek?

BAŞKAN - Sayın Yurdagül, son 3 dakikanız.

BEKİR YURDAGÜL (Devamla) - Şimdi, bunun nasıl değerlendirildiğine, Ziraat Bankasının 12 Aralık 1996 tarihinde yayımlanan tablosundan bakıyoruz: Aralık 1995'te nema oranı yüzde 222,29; Ekim 1996'daki nema oranı ise yüzde 223,69. Yani, rantiyeye, yıllık yüzde 120 faiz verildiği bir dönemde, çalışanların, işçinin, memurun fonu, yüzde sıfırla, yüzde 1'le değerlendirilmiş. Bu da, ne yazık ki, adil düzencilerin en büyük rantiyeci olduğunu gösteriyor.

Özellikle millî savunma işkolundan bir örnek vermek istiyorum. 1996 Şubatında 20 milyon 805 bin lira nema alan bir işçi, bununla, 333 dolar alıyordu; 1997 Şubatında 21 milyon 581 bin lira alacak, bunun karşılığında ise, sadece 188 dolar alabilecek.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yine, Sayın Başbakanın 9 Aralıkta yapılan bütçe görüşmelerindeki bazı ifadelerini, tutanaklardan aynen okumak istiyorum: “Hükümetimiz, memura, işçiye, emekliye ne yaptı: Katsayıları yüzde 50 artırdık, 30 bin memur ailesini sevindirdik -burada, hangi 30 bin memur ailesini kastettiğini bilemiyorum- işçi emeklilerinin maaşını yüzde 100, Bağ-Kur emeklilerininkini ise yüzde 300 artırdık.”

Bakıyoruz, acaba öyle mi. Az önce DYP sözcüsü Sayın Baran da belirttiler. İşçi emeklisinin ortalama maaşı, 1996 Haziran ayında 11 486 272 liraydı, 1996 Temmuz ayında 17 281 390 lira oldu. Ortalama artış, yüzde 50,05; Sayın Başbakanın dediği gibi yüzde 100 değil.

Yine, Bağ-Kur'lu, haziranda 5 022 235 lira alıyordu, 10 551 150 liraya çıktı. Ortalama artış yüzde 110; Sayın Başbakanın söylediği gibi yüzde 300 değil.

Yine, Sayın Başbakan “asgari ücret yüzde 100 artırılmıştır ve asgari ücret 214 dolara çıkarılmıştır” diyor. Gerçekten, bakıyoruz, Sayın Başbakanın konuşmayı yaptığı zaman, asgari ücret, brüt 158 dolar; neti ise, sadece 100 dolar. Bugünkü tarihle asgarî ücretin kaç dolara düştüğünü ben bilemiyorum, belki siz biliyorsunuz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; işçi emeklilerinin esas sorunu, tek gösterge tespit tablosuna geçmeleri; gösterge tespit tablosunun teke indirilerek, tüm emeklilerin de bu tabloya intibak ettirilerek adaletsizliğe son verilmesidir.

BAŞKAN - Sayın Yurdagül, son dakikanız...

BEKİR YURDAGÜL (Devamla) - İki emekli derneğinin anlaşmazlığı, hiçbir zaman mazeret olarak öne sürülmemelidir.

Yine, Sayın Başbakan 9 Aralıkta yaptığı konuşmada “1997 yılı bütçesinde, bütün memur, işçi, emekli ve asgarî ücretlilere enflasyon üzerinde reel artış sağlanacak, iyileştirmelere devam edilecektir” diyor; ama, Sayın Başbakanın bu söylediğini, 1997 bütçesi yalanlıyor. 1997 bütçesinde enflasyon hedefi yüzde 65, personel ödenek artışı yüzde 52,8. Enflasyon hedefinin özellikle düşük tutulduğunu ve gerçekleşme imkânının da olmadığını düşündüğümüzde, 1997 yılında işçi ve memur daha da fakirleştirilecektir bu bütçeyle, Refahyol Hükümetinin icraatlarıyla.

BAŞKAN - Sayın Yurdagül, süreniz doldu; lütfen toparlayın.

BEKİR YURDAGÜL (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tüm olumsuzluklara karşın, 1997 yılının, kamu çalışanlarının grevli, toplu iş sözleşmeli sendikal örgütlenme hakkına kavuştuğu; Bağ-Kur ile işçi emeklilerimizin insanca yaşayabilmeleri için gerekli düzenlemelerin yapıldığı; 1997 kamu sözleşmelerinin, geçmiş kayıpları telafi edici bir biçimde, işçilerin ve onların örgütleri sendikaların istemi doğrultusunda sonuçlandığı; uyum yasalarının çıkarıldığı; örgütlenmenin önündeki engellerin kaldırıldığı ve SSK'nın, gerçek sahipleri tarafından yönetildiği bir yıl olmasını umut ediyorum, bekliyorum.

Bu konuda, Parlamentomuzun, üzerine düşeni yerine getireceği inancıyla, Çalışma Bakanlığı bütçesinin hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Yurdagül.

Demokratik Sol Partinin son konuşmacısı, Sayın Şerif Çim; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

DSP GRUBU ADINA ŞERİF ÇİM (Bilecik) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Parti adına konuşmak üzere huzurlarınıza çıkmış bulunuyorum. Şahsım ve Partim adına, hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, adından da anlaşılacağı üzere, çalışma hayatının sosyal devlet ilkesine uygun bir şekilde düzenlenmesi, çalışanlarımızın yaşamları süresince sosyal güvenceye sahip kılınması sorunlarıyla ilgilidir; fakat, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı da, bütün bürokratik sistemin ve yürütmenin içinde barındırdığı örtüşme etkilerinin ölçüsüz paylaşımı sebebiyle, yetki karmaşasıyla iç içedir. Bu da, etkili, yaptırım gücü olan, çözüm üreten bir bakanlık olmaktan uzak bir görüntü vermesine neden olmaktadır.

Sosyal güvenlik sistemimiz, içler acısı bir haldedir. Batı ülkeleriyle karşılaştırdığmızda, millî gelirimizden sosyal güvenliğimize ayırdığımız pay, ümitsizlik verecek düzeylerde kalmaktadır. Ülkemizde, halen, sosyal güvenlik kuruluşlarıyla ilgili pozitif düzenlemeler yapılmamıştır. Sosyal hukuk devletinin gereği, tüm çalışanlarına asgari bir sosyal güvence sağlamaktır. Ülkemizdeki sosyal güvenlik kuruluşları, içine itildikleri şartlar nedeniyle gerekli verimliliği gösterememektedirler. Bunu bahane ederek, devletin, sosyal güvenlik alanından elini çekmeyi düşünmemesi gerekir. Böyle bir düşünce, düşünce aşamasında kalsa dahi, devletin sosyal devlet olma niteliğinin kavranmadığını ortaya çıkarır. Bunun yerine, bu kurumları, aynı çatı altında özerk bir kuruluş haline dönüştürmek gerektiğine inanmaktayız. Aynı zamanda, bu özerk kurumlara siyaset sokmamaya, dengeleri yıpratacak ucuz kararlar almamaya özen göstermek gerekir.

Sayın milletvekilleri, sosyal güvenlik şemsiyemiz, Sosyal Sigortalar Kurumu, Emekli Sandığı ve Bağ-Kur olmak üzere üç sosyal güvenlik kurumundan meydana gelmiştir. Bu güvenlik kurumlarında 9 milyonu aşkın aktif, 4 milyonu geçen pasif olmak üzere toplamda 13 milyonu aşan bir sigortalı kitlesi vardır. Bu sigortalılar, sigortalılıktan faydalanan yakınlarıyla birlikte, nüfusumuzun oldukça büyük bir kesimini kapsamaktadır; fakat, sosyal güvenlik sistemimizin içinde bulunduğu engeller nedeniyle, sigortalılıktan doğan haklardan yeterince faydalanamamaktadırlar.

Sosyal Sigortalar Kurumu, aynı zamanda sağlık hizmeti de veren büyük bir sosyal güvenlik kurumudur. SSK hastaneleri, sağlık personeli, donanım, bina gibi hizmet ihtiyaçları açısından son derece yetersizdir. Bu yüzdendir ki, SSK hastaneleri, çağdaş sağlık hizmetleri vermekten çok uzaktır. Bu sağlık kurumlarının vermeye çalıştığı hizmet, bu yetersizlikler nedeniyle çoğu kez eziyete dönüşmektedir.

SSK, bir süredir zarar etmekte, istenileni verememektedir. Prim borçlarının düzenli toplanamaması, prim ceza afları, kaçak işçi çalıştırılması, işyerlerine yapılan denetim noksanlığı, kurum gelirlerinin düşük getirili alanlarda değerlendirilmesi gibi nedenlerle, SSK, işlevini yerine getiremez hale sokulmuştur.

Meclisin değerli üyeleri, ülkemizin şu anda karşı karşıya bulunduğu en önemli sorunlardan birisi de işsizliktir. Ülkemiz istatistiklerinde, açık işsiz ve eksik istihdam şeklinde toplam işsizlik, yüzde 14 ilâ 16 arasında hesaplanagelmiştir; ancak, tüm ilgililer de bu rakamların gerçekleri yansıtmadığını ve gerçeğin daha üst düzeyde olduğunu kabul eder. Gerçeği tam yansıtacak çalışmalardan uzak durduğu, gerçek, ILO'nun yaptığı bir çalışmayla ortaya çıkmıştır. Buna göre, ülkemizdeki işsizlik yüzde 26,6 oranındadır. Bu, politika üretenlerin üzerinde hassasiyetle durması gereken bir husustur. Ülkemizde, toplumsal sorunların temelinde, bu yoğun işsizlik yatmaktadır. Bir ülke düşünün ki, kentsel işsizlerin yüzde 30 - 35'i lise ve üzeri eğitimli gençlerden oluşsun ve buna tepki olmasın. Hükümetin üzerine ısrarla gitmesi gereken konu, Türkiyenin yeniden yatırım yapılan; dolayısıyla, iş olanağı yaratan bir ülke konumuna gelmesidir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının bünyesinde yer alan, işveren kesiminin ihtiyacına göre işçi, işçinin vasıflarına göre iş bulmak amacıyla kurulan İş ve İşçi Bulma Kurumu, Bakanlık bütçesinden yüzde 50 gibi -yaklaşık 4,2 trilyonluk- bir pay almasına rağmen, sadece 180 bin ilâ 200 bin kişiye iş bulduğu ifade edilmektedir. Bu da açıkça göstermektedir ki, İş ve İşçi Bulma Kurumu da, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının diğer bağlı kuruluşları gibi işlevlerini yerine getiremez ve yeni düzenlemeler gerektiren bir konumdadır.

Öte yandan, devlet ve özel sektörde çalışan yaklaşık 6 milyon işçi ve memurun zorunlu tasarruf kesintileri, nemalarıyla birlikte 500 trilyonu aşmıştır. Çalışan kesimin enflasyon altında ezildiği bir dönemde emeklerin ürünü olan bu zorunlu kesintilerin âdeta zorla tutulması, sosyal bir ayıptır. Bu yaranın, kısa dönemde, bir ödeme takvimiyle sarılması, Hükümet için kaçınılmaz bir görevdir. (DSP sıralarından alkışlar) Hükümet, çalışanların emekliliklerinin güvencesi olarak yıllardır biriken fonlarla satın alınmış gayrimenkulleri, yerine hiçbir şey koymadan, haraç mezat satmaktadır. Bu açıkların çığ gibi büyümesini engelleyecek politikaları üretip uygulamaya koymadan bu malların satışı, benden sonra tufan anlayışının sergilenmesidir. Hükümeti, sosyal güvenlik kuruluşlarının malî bünyelerini sağlıklı bir yapıya kavuşturacak doğru önlemleri almaya davet ediyoruz.

Sayın milletvekilleri, ülkemizde çalışan işçilerin azımsanmayacak bir bölümü, çocuk işçi dediğimiz 12-16 yaş arası işçilerdir. Örneğin, öğrenim kurumlarında, bilgi ve beceri sağlamak üzere, eğitim vereceğimiz çocuklara hem eğitim vermemek hem de çocukluklarını yaşamadan ağır tezgâhların arkasına koymak, gözlerimizi yumup vicdanlarımıza izah edebileceğimiz bir durum değildir. (DSP sıralarından alkışlar) Bu çocuklarımızın çalıştırıldıkları koşullar da yürekler acısıdır. Bu çocuklardan bir kısmı, düşüncesizce, kimyevî maddelerin yoğun kullanıldığı iş alanlarında çalıştırılmaktadır. Bu çocuklardan bir kısmı, kullandıkları kimyevî maddelerin -tiner gibi- bağımlısı haline de gelmektedir. Bunlar, zaman zaman gazete sayfalarına da yansımaktadır.

Ülkemizin bazı yörelerinde, çocukların işgücünün satılması için, âdeta köle pazarları kurulmaktadır. Hepimizin çocukları gibi, sevgiye, ilgiye ve eğitime ihtiyacı olan bu çocukların, kurbanlık koyun gibi, yapılan bir pazarlıkla satılması, 2000'li yıllara yaklaşırken, hepimiz için bir insanlık ayıbıdır. (DSP sıralarından alkışlar)

Çalışma Bakanlığı bünyesinde çalışma müfettişleri bulunmaktadır. Bunlar gerekli yetkileri de haizdirler. Ancak, herkesin gözleri önünde bu sorunlar devam etmektedir. Bu çalışma müfettişlerinin denetimleri, birçok işyerinde kaçak ve sigortasız işçi çalıştırma sorunlarına da bir disiplin getirip, yasaların uygulanmasının güvence altına alınmasına yetmemektedir. Yasalarımız, işyerlerinde yüzde 2 oranında özürlü çalıştırılmasını amirdir. Bu oran, yetersiz bir düzeydir. Bir yandan, bu oranı daha yeterli bir düzeye çıkaracak, diğer taraftan da, uygulanmasını sağlayacak etkinlikte yaptırımlar getirilmelidir.

Diğer taraftan, yurtdışında çalışan işçilerimizin sayıları, şu anda, 1 milyon 300 binin üzerindedir. Bu işçilerimizin en büyük sorunu, yaşamakta oldukları ülkenin hukuk sistemine uyum sağlayamamalarıdır. Mevcut hukuk sistemini bilmemeleri ve hukuk hizmetlerinin bu ülkelerde çok pahalı olması, yurtdışındaki işçilerimizi mağdur durumda bırakmıştır.

BAŞKAN - Sayın Çim, son 2 dakikanız.

ŞERİF ÇİM (Devamla) - Sağ olun Başkanım.

Yirmibeş yılı aşkın süredir işçilerimiz bu sorunlarla karşı karşıya bırakılmış. Oysa ki, hukuk büroları açılarak, bu kardeşlerimize yardımcı olunabilirdi. Öte yandan, Hükümet kaynak telaşı içerisinde, aynı işçilere -yurtdışındaki işçiler için- emeklilik uygulaması getirmeyi düşünmektedir. Bunun için, yurtdışında çalışanlardan 12 500 dolar ödeme talep edecektir. Meri mevzuata göre, bu işçilerimiz, günde 1 dolar ödemek suretiyle, 5 bin gün için 5 bin dolar ödeyerek emekli olma hakkına sahiptirler. Hükümet, kanunun bu hükmünü yürürlükten kaldırmayı mı düşünmektedir? Böylece, kaşıkla verdiğini kepçeyle geri alma yoluna mı gidecektir?

Değerli milletvekilleri, her yılki bütçe görüşmelerimizde gündeme getirilen; fakat, her nedense, bir çözüm üretilemeyen, çözüme kavuşturulamayan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına bağlı kurum ve kuruluşların sorunlarına 1997 yılında köklü ve kalıcı çözümlerin getirilmesini temenni eder; bütçenin, ülkemiz açısından hayırlı ve uğurlu olmasını dilerim.

Hepinize en derin saygılarımı sunuyorum. (DSP, DYP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Çim.

Değerli milletvekilleri, gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır; dolayısıyla, soru sorma işlemi de kapanmıştır.

Şimdi, şahsı adına, bütçenin aleyhinde, Sayın Ali Kemal Başaran.

Buyurun Sayın Başaran. (ANAP sıralarından alkışlar)

Süreniz 10 dakikadır.

ALİ KEMAL BAŞARAN (Trabzon) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum; bizleri televizyonları başında izleyen değerli vatandaşlarıma da, içten saygılar sunuyorum.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, bütçesi bakımından pek büyük olmayan, ama yaptığı işler bakımından çok önemli görevleri olan; işçi-işveren arasındaki münasebetler, çalışma hayatı, sosyal güvenlik bakımından, yurtdışında çalışan işçilerimizin sorunları bakımından, gerçekten, çok ağır görevleri olan -Sayın Bakanımızın da Plan ve Bütçe Komisyonu konuşmasında izah ettiği gibi- gerçekten, çok büyük problemleri olan bir bakanlığımızdır.

Değerli milletvekilleri, Sayın Bakanımız, daha önce bir sendikacıydı, sendika genel başkanlığından buralara geldi. O zamanlar, asgarî ücretin vergidışı bırakılması yolunda çok ciddî çalışmaları vardı; ama, zannediyorum ki, bakan olduktan sonra, Sayın Bakanımız, bunu unuttu. Yine, Sayın Bakanımız, SSK'nın mallarının satışına hep karşı çıkıyordu; ama bakan olduktan sonra, görüyoruz ki, SSK'nın ve Bağ-Kur'un mallarının satılmasını isteyen bir bakan oldu. Yine, Sayın Bakanımızın, geçmişte, çalışanların tasarrufu teşvik primleri ve nemalarının ödenmesi konusunda da aşırı derecede çalışmaları vardı; ama, bakan olduğu zaman bunları da unuttu.

Şimdi, Türkiye'de, bir şeyi hep beraber görüyoruz; ben, bunu, beş yıldır da bu Mecliste görüyorum. Hep, muhalefette başka iktidarda başka konuşuyoruz. Bu, zaman içinde değişiyor. Muhalefet milletvekiliyken ve sendika başkanıyken konuşma başka, kırımızı plakalı arabaya bindiğiniz zaman konuşma başka oluyor; ama, bir şey daha görüyoruz, şu üçdört yıldır bir şey daha müşahede ediyoruz bu Mecliste. O gördüğümüz şey de; Hükümetin başında bulunan Başbakanımız ve Başbakan Yardımcımız, dün başka bugün başka, sabah başka öğleden sonra başka konuşan oluyorlar.

Değerli milletvekilleri, siyasetçi, konuştuğuyla yaptığı birbirini tutan insan olmalıdır. Hele hele başbakan, başbakan yardımcısı olunca, konuştuğuyla yaptığı birbirini tutan olmuyorsa, maalesef, vatandaş üzerinde de iyi intibamız olmuyor, vatandaş bize güven duymuyor, Meclisin itibarı düşüyor. Vatandaşın bize güven duyması gerekiyor. Onun için, evvela Hükümet üyelerinin, evvela Başbakanımızın, Başbakan Yardımcımızın, konuştuğuyla yaptığı birbirini tutan insan olmaları gerekir.

Adil düzeni savunup da, adil olmayan hareketleri gördüğümüz zaman, çok kötü oluyor, çirkin oluyor. Adil düzeni, haktan yana düzeni savunanlar, öyle haktan yana olacaklar, adil olacaklar; öyle konuş da böyle yap olmayacak (ANAP sıralarından alkışlar.)

Değerli milletvekilleri, Sayın Bakan bir şeyi güzel yapıyor; Bakanlığında çok iyi teşkilatlanıyor. Zaten, bütçesindeki konuşmasında da bunu ifade ettiler; “siyasî amaçla kadrolaşıyoruz” dediler. Bu, çok kötü bir hareket.

ABDULKADİR ÖNCEL (Şanlıurfa) - İftira etme, öyle bir şey yok.

ALİ KEMAL BAŞARAN (Devamla) - Sayın Bakan bilmeli ki, atamalar, Personel Kanununa dayanılarak yapılır, iktidar kanununa dayanılarak yapılmaz.

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) - Bunun dışında bir şey mi yaptık Sayın Başaran.

ALİ KEMAL BAŞARAN (Devamla) - Lütfen dinler misiniz. Grup Başkanvekilisiniz üstelik, lütfen dinler misiniz. Zaman zaman böyle sataşıyorsunuz. Lütfen dinleyin.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen... Sayın hatibe müdahale etmeyelim ve sessizce dinleyelim.

ALİ KEMAL BAŞARAN (Devamla) - Sayın Bakan, samimi bir şekilde itiraf ediyor “siyasî amaçla kadrolaşıyoruz” diyor; kutlamak gerekir, bu güzel bir itiraftır. Bakanlığında, üst kademelere, kendi partisinden milletvekili adayı olan insanları getiriyor. Bu, adil düzen anlayışıdır. (RP sıralarından “sizden öğrendik” sesleri) Biz kötü yaptık, siz güzel yapın, biz sizleri takdir edelim; ama, odacılara kadar inen bazı tasarruflarda da bulunuluyor.

Bu kadrolaşmanın çok kötü bir örneği de, şu kısa dönem içinde yaşadığımız -biraz evvel konuşmacı arkadaşlar da ifade ettiler- 90 bin kişiyi Ankara'ya yığmaktır; 2 500 kişi alınacak diye, beş on gün o insanlara, o garip insanlara burada eziyet çektirmektir. Buna hiçbirimizin hakkı yoktur. O insanlar, buralara, ceplerine o paraları zor sokup, belki de borç alıp geldiler_

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Yine gelecekler.

ALİ KEMAL BAŞARAN (Devamla) - _ve inanıyorum ki, o insanların 87 500 kişisi, adil düzenin ne olduğunu çok kolay anladılar.

YALÇIN GÜRTAN (Samsun) - Hesap soracaklar ama.

ALİ KEMAL BAŞARAN (Devamla) - O 87 500 kişi, zamanı geldiğinde -öyle inanıyorum ki- sizlere gerekli dersi de vereceklerdir.

TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) - O, sizlerin günahı.

ABDULLAH ÖZBEY (Karaman) - İstediğiniz o değil mi?..

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Sayın Bakanınızın biraz sonra cevap veremeyeceği kanısında mısınız? Niçin müdahale ediyorsunuz? Sessizce dinleyi. Bakanınız konuşacak.

ALİ KEMAL BAŞARAN (Devamla) - Bir gazeteci “Çalışma Bakanlığı, Çatışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı haline dönüştü” diye yazıyor. İnşallah böyle değildir; bu gazetecinin bu tespiti doğru değildir; ama, bu bakanlık, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığıdır, çalışma hayatında, huzuru sağlayacak bir bakanlıktır. Bizim, Bakanımızdan beklediğimiz de budur.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; adil düzene dokunduğumuz zaman, arkadaşlar gülüyorlar; ama_

TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) - Siz, adil düzeni anlayamamışsınız.

ALİ KEMAL BAŞARAN (Devamla) - Anlıyoruz, görüyoruz.

MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) - Bizim hakça düzeni almışlar, adil düzen yapmışlar.

MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) - Siz öyle sanın...

ALİ KEMAL BAŞARAN (Devamla) - İş ve İşçi Bulma Kurumu, ne zaman sağlıklı bir yapıya kavuşacak diye merak ediyoruz. Sayın Bakana, işsizlik sigortasının, ne zaman getirileceği konusunu sormak istiyorum. Türkiye'de kaçak işçiler var. Bu kaçak işçiler, ne zaman normal çalışan işçiler haline getirilecektir? Sayın Bakanın, SSK'nın Kızılcahamam'daki bir otelini ihalesiz kiraladığı tarzında duyumlar alıyoruz. Bu doğru mudur? Sayın Bakanın, bu konuyla ilgili sorulan sorulardan da kaçtığını müşahade ediyoruz.

BAŞKAN - Sayın Başaran, son 2 dakikanız...

ALİ KEMAL BAŞARAN (Devamla) - SSK'nın, gerçek manada özerkliğini sağlayacak yasal düzenlemeler ne zaman yapılacaktır?

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri -ben dokturum- Ankara'da, şurada, bir SSK eğitim hastanesi var. Her milletvekili arkadaşımın, gidip orayı görmesini isterim; yalnız, başhekimliğe gidip de orada iş gördürmek şeklinde değil, her milletvekili arkadaşımın, taşradan oraya gelen insanların çektiği eziyetleri, gidip onlarla yaşamasını isterim.

MUHAMMET POLAT (Aydın) - Kimden kaldı bu miras?!.

MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) - Üç sene oldu; hâlâ, mirastan bahsediyorsunuz...

ALİ KEMAL BAŞARAN (Devamla) - Biz yaptık, siz düzeltin; takdir edelim.

TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) - Düzelteceğiz... Düzelteceğiz...

ALİ KEMAL BAŞARAN (Devamla) - Daha düzelmedi, altı aya yakın zamandır düzelmedi; yapın, takdir edelim.

MUHAMMET POLAT (Aydın) - Sabredin...

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen, yerimizden karşılıklı konuşmayalım.

SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Artvin) - Onlar işi bilmez!..

ALİ KEMAL BAŞARAN (Devamla) - O hastanede, insanlar perişanlık içerisindedir. Biz, özel hastanelerde, dilediğimiz gibi tedavi hizmetini görüyoruz, istediğimiz hastaneye -Bayındıra, lüks hastanelere- gidip tedavi oluyoruz; ama, o insanların orada çektiği eziyetleri hiç bilmiyoruz. Sayın Bakandan, burada rica ediyorum; lütfen, oraya giden insanlara, hekim ve hastane seçme yolunda katkıda bulunsunlar. O insanlar, hekim ve hastane seçme yolunda, ceplerinden belirli miktarda para ödemeye de hazırdırlar; ama, görüyoruz ki, o hastaneye giden insanların...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Başaran, eksüreniz 1 dakikadır; buyurun.

ALİ KEMAL BAŞARAN (Devamla) - ... o hastanede çektiği eziyetleri anlamak istemezsek, adil düzenden de bahsetmeye hakkımız olmaz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Başaran.

Sayın Hükümet; Sayın Musa Demirci, takip ettiğimiz sıraya göre ilk önce sizi davet edebilir miyim kürsüye; buyurun. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

Sayın Bakan, süreniz 20 dakika; sanıyorum eşit paylaşıyorsunuz.

Buyurun.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSA DEMİRCİ (Sıvas) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Türk tarımının problemlerini dile getiren grup sözcülerine teşekkür ediyorum. Bazı sözcülere cevap arz etmeden önce, ülkemizin tarımı hakkında kısaca bilgi vermek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, ülkemiz, tarım ülkesi olma özelliğini hâlâ korumaktadır. 65 milyon nüfusumuzun 23 milyonu hâlâ kırsal kesimde yaşamaktadır. Sektörler itibariyle, aktif nüfusumuzun yüzde 43'ü tarımda, nüfusumuzun yüzde 17'si sanayide ve hizmetlerde de nüfusumuzun yüzde 40'ı istihdam edilmektedir; bu da gösteriyor ki, tarım, gerçekten, bugün, yüzde 43'le yine önemini korumaktadır.

Değerli milletvekileri; size, yine, kısaca, bazı bitkisel ürünler hakkında bilgi takdim etmek istiyorum.

Buğday üretimimiz, 1996 yılında -rekolte olarak- 18,5 milyon tondur, pamuk üretimimiz 785 bin ton; ancak, bu arada, belki, 1996 yılında, pamukta 150 veya 200 bin ton açık olabilir.

BAŞKAN - Sayın Bakan, bir saniye...

Sayın milletvekilleri, lütfen... Sohbet edecek arkadaşlar, kulisi teşrif buyursunlar; Sayın Bakanı dinlemek isteyenlere mani olmayalım. Lütfen...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSA DEMİRCİ (Devamla) - Ayçiçeği üretimi, 1996 yılı rekoltesi olarak 800 bin ton ve yine, 1995 yılında, 780 bin ton ham yağ ithal edilmiştir; ancak, ayçiçeği yağı olarak da, 330 bin ton ayçiçeği yağı ithal edilmiştir. İthal edilen yağlardan, 216 bin ton da ihraç edilmiştir. Yine, bu bitkide de, Türkiye'nin açığı vardır.

Üretim açığı olan diğer bir bitkimiz de, pirinçtir. Bunun üretimi, 1995 yılı rakamlarına göre 174 bin ton; ancak, Türkiye'nin ihtiyacı 372 bin tondur. Burada da, yine, 200 bin tonluk bir açık olduğu görülmektedir.

Bunu, şunun için arz ediyorum: 1997 yılında, inşallah, bazı bitkisel üretim projelerini geliştirmek suretiyle, üretim açığı olan ürünlerimizdeki bu açığı nasıl kapatırız; buna ait projelerimiz hazır ve 1997 yılının ilkbaharında bu projeleri uygulamaya koyacağız.

Hayvancılığımızın durumu şudur: Hayvancılığımız, yıllar itibariyle, büyükbaşta belki bir düşme göstermiştir. Şu anda, büyükbaştaki durumumuz, 11,7 milyon adet, küçükbaşta 42 milyon adettir; bir azalma söz konusudur; ancak, buna rağmen, ırktaki ıslahtan dolayı -yani, kültür ırkından dolayı- hayvansal verimde bir artış meydana gelmiştir.

Arkadaşlarımızın dikkatini özellikle şuna çekmek istiyorum: Türkiye'de üretilen kırmızı et miktarı 943 bin tondur; Türkiye'deki yıllık tüketim 1 milyon ton; ancak, bizim günlük tüketimimiz 2 743 tondur. Türkiye'nin mevcut besi kapasitesi 2,5 milyon adet; beside mevcut hayvanımız, bugünkü tarih itibariyle 1 milyon 300 bin adet, ancak, boş olan ahırlarımızın kapasitesi de 1,5 milyon adettir; yani, şu anda 1,5 milyon adetlik boş kapasite mevcuttur.

Önemli olarak şunu açıklamak istiyorum: Yıllar itibariyle -bilhassa son beş yılın ortalamasını arz ediyorum- Türkiye'ye yılda 58 bin ton et ithal edilmiştir. Bu et şunun karşılığıdır: Türkiye, bu beş yıl zarfında dışarıdan yılda 300 bin baş hayvan, kasaplık hayvan getirmiş, bunun parasal değeri de 20 trilyon Türk Lirasıdır.

Bu problemleri arz ettim. Bu problemlerin üstesinden gelmek için proje hazırlıklarımız var. Bakanlık olarak, sözleşmeli üretim ve pazarlama modelini esas almak suretiyle, beş sene müdettle yetiştiriciliği ve yıllık olarak da besiciliği esas almak suretiyle bu işin üstesinden gelmeyi planlıyoruz. Bunun için de, bugüne kadar fonksiyonunu yerine getiremeyen tarımsal işletmelere, yani kısa adıyla TİGEM'lere, tarım kredi kooperatiflerine, Pankobirlik'e -biliyorsunuz, Pankobirlikler- bidayetinde, Türk tarımına, hayvancılığına fevkalade hizmet etmiş birliklerdi; ancak, bunlar bir süre sonra, yani son yıllarda bilhassa bu fonksiyonundan geri alınmışlardır- tarımsal amaçlı kooperatiflere, özel kombinalara ve damızlıkçı yetiştiricili birliklere bu projenin uygulanmasında görev verilecek ve bu gruplara, Türkiye'nin bilhassa damızlıkçı işletmelerini kurdurmak, besiciliğini kurdurmak ve takip etmek suretiyle, bu projelerin gerçekleşmesini, inşallah sağlayacağız.

Tabiî, Türkiye'de önemli gen kaynakları var. Bu gen kaynakları, yıllar itibariyle kaybolmak üzeredir. Bunlardan bir tanesi mandacılığımız, bir tanesi de tiftik keçiciliğidir; bunlar bugün kaybolmak üzeredir. Biz Hükümet olarak, 1997'de, geliştirdiğimiz projelerle, bu gen kaynaklarını koruyacağız, sunî tohumlamaya gereken önemi vereceğiz ve özel sektörü de sunî tohumlamanın içerisine alacağız; ancak, bunları yapmak önemli değil, bunların dışında mutlaka yem bitkileri projesini geliştirmek mecburiyetindeyiz. Yem bitkileri projesi geliştirilmeden, Türkiye'nin hayvancılığının geliştirilmesi mümkün değil; bu bakımdan yem bitkileri projesine de çok özel bir önem vereceğiz.

Bu projelerin beş yıllık tutarı 181 trilyon, bunun yıllık harcanacak miktarı ise 38 trilyondur. Eğer biz, Zıraat Bankasının kaynaklarını kullanmak suretiyle bu projeyi gerçekleştireceksek, bunun için yılda 12 veya 13 trilyonluk kaynağa ihtiyacımız var, aksi takdirde, yılda 38 trilyon yatırım yapmak mecburiyetindeyiz. Bunu yapmadığımız takdirde -biraz önce açıkladığım gibi- yılda 58-60 bin ton et ithal etmek suretiyle, bazı arkadaşlarımızın ifade ettikleri gibi, bunun yarısını dış ülkelerin çiftçilerine yartırım yapabiliriz. Bu konu Bakanlar kurulunda görüşülmüştür, ekonomik kurulda görüşülmüştür ve dolayısıyla çok yakın bir zamanda bu proje bütün milletimize açıklanacaktır.

Değerli milletvekilleri, soru yönelten bazı arkadaşlarımıza cevap arz etmek istiyorum.

CHP Milletvekili Sayın Nezir Büyükcengiz'e bilhassa şunu hatırlatmak istiyorum: Tarımla ilgili konuşmalarını gerçekten çok ciddî olarak takip ediyordum; ancak, bazı benzetmelerle, kendi konuşmalarını kendileri sulandırdılar. Sayın konuşmacıya bilhassa şunu hatırlatmak istiyorum ki, Başbakanımız Sayın Necmettin Erbakan, ciddî, planlı ve çalışkan bir devlet adamıdır; bu bakımdan burada bütçeyi grafiklerle, tablolarla sunmuştur; ama görüyorum ki, ne grafiklerden ne tablolardan kendileri bir şey anlayamamışlardır; ancak, bizim buna söyleyecek hiçbir sözümüz yoktur. (RP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, yine, sayın arkadaşımız, burada “Ziraat Odaları Yasası ne zaman düzeltilecek” dediler. Elbette, Ziraat Odaları Yasa Tasarısı geçen yasama döneminde de komisyonumuzda ele alınmıştı. Ziraat odaları kanunu taslağı Başbakanlığa şu anda sunulmuştur ve yakın bir zamanda komisyonlarda görüşüleceğini umuyorum.

Yine, aynı konuşmacı “hayvan ithalatı ne zaman durdurulacaktır” diye bir soru yönelttiler. Tabiî, Türkiye'de, hayvan ithalatı on yıldan beri devam etmektedir; ancak, biz, iktidara gelir gelmez, hemen ertesi gün, hayvan ithalatını durdurduk, hayvan hareketlerini kontrol altına aldık.

Yine, kendi sorularına cevap olarak arz ediyorum ki, süt fiyatlarını da, gerek üreticileri gerekse süt işleyici kurumları bir araya getirmek suretiyle, bunları da düzenli bir hale getirdik.

Yine, sayın konuşmacı, süne ve kımıl mücadelesiyle alakalı, konuşmalarının bir yerinde -süneyi, böceği ifade etmek suretiyle- işte bir böceğin üstesinden gelemediniz gibi, gelinemedi gibi sözler sarf etmişlerdir. Süne mücadelesinde, 1996 yılında 1,2 trilyon lira harcama yapılmak suretiyle, 1 150 teknik eleman kullanılmış, 335 ekip oluşturulmuş ve 80 uçakla mücadele yapılmıştır. Yine, kımılda da o şekilde bir ekip kurulmuş ve 1 milyon 200 bin dekarda mücadelesi yapılmıştır. 1996 yılındaki hububatın gerçekten kaliteli olması, işte bu mücadele sayesindedir.

Tarım sektörünün millî gelirden aldığı pay gerçekten yüzde 10'lara düşmüştür, doğrudur; ancak, bugün, istatistikler, işlenmiş tarım ürünlerini sanayi ürünü olarak kabul ettiği için, tarım sektörünün millî gelirden aldığı pay, bu şekilde, yüzde 10, yüzde 10,7 olarak görülmektedir; oysa ki, salça, tekstil ve buna benzer tarıma dayalı ürünler, eğer, tarım sektörü içerisinde mütalaa edilirse, bu takdirde, tarım sektörünün millî gelirden aldığı payın daha fazla olduğu açığa çıkar.

Çiftçi borçları, bilhassa, hasar gören, tabiî afetlerden dolayı zarar gören çiftçilerimizin borçları, faizsiz olarak bir yıl ertelenmiştir. Yine, bu çiftçilerimize 100 bin ton tohum hazırlanmış, bunun 50 bin tonu isteyen çiftçilerimize tohumluk olarak verilmiştir. Yine, cumhuriyet tarihinde ilk defa 2090 sayılı Kanun çalıştırılmak suretiyle, tabiî afetlerden zarar gören çiftçilerimizin canlı hayvanlarının yüzde 75'i de bu kanunla karşılanmıştır.

Yine, ANAP Milletvekili Abdullah Akarsu Bey “gübre tüketiminin son yıllarda azaldığını” söylediler. Gübre tüketimimiz, 1982 yılından başlamak suretiyle, 1996 yılına kadar yalnızca 1992'de 9 bin ton ve 1993 yılında 11 bin ton olmuş, onun dışında, 1982-1985 ve 1990 yıllarında 7 milyon ilâ 9 milyon ton olmuş ve 1995 yılında yine 8 milyon ton olmuştur; 1996 yılında yine 8-8,5 milyon ton olacağı tahmin edilmektedir. Bu duruma göre, gübre tüketiminde fazla bir oynamanın olmadığı, yalnızca 1993 yılında bir artışın olduğu gözlenmektedir.

Yine, aynı konuşmacı “hayvancılıkta tedbir alınmamıştır” diye söylediler. Biraz önce açıkladığım gibi, bizim geldiğimiz gün, hayvan ithalatı durdurulmuştur; süt ve diğer konularda biraz önce söylediğim tedbirler alınmıştır.

Bu politika, ithalat politikası, son on yılın hükümetlerinin uyguladığı bir politikadır. Bu politika doğrudur veya yanlıştır demiyorum; ancak, hayvan ıslahının yapılabilmesi için ithalat da bir politikadır; ancak, damızlık hayvan ithalatının da bir yerde durdurulması gerekir. O bakımdan, biz bu konuyu biraz daha disipline etmek için, şu anda hayvan ithalatını durdurmuş durumdayız.

Sayın Akarsu, 20 ilde hayvan geçişinin yasak olduğunu ve şap ve vebadan dolayı da hayvanların telef olduğunu burada gündeme getirdiler. Ben, kendilerine şunu söylüyorum: Hafızai beşer, nisyan ile maluldur. Arkadaşımız biraz hafızasını yoklarsa, Türkiye'de veba hastalığının çıkışı ANAP zamanındadır ve dolayısıyla geçtiğimiz dönemde bu konuyla ilgili Meclis araştırması açılmış ve ilgililer hakkında da tahkikat yapılmıştır. Ha, şu gün itibariyle söylüyorum ki, Türkiye'de veba hastalığı yoktur ve sönmüştür. Şap hastalığı da, 329 mihraktan yalnızca 20'sinde vardır; onun dışında Türkiye'de şap hastalığı yoktur.

Özellikle Sayın Akarsu yine “ekmek fiyatlarıyla oynuyorsunuz ve ekmek fiyatlarını bugün istikrara kavuşturamadınız” gibi sözler sarf ettiler. Ben kendilerine şunu söylüyorum: Biz, Anayol Hükümeti olarak, fakir fukaranın ekmeğiyle oynanmasından yana değiliz ve kimseyi de fakir fukaranın ekmeğiyle oynatmayız. (CHP sıralarından “Refahyol Hükümeti” sesleri)

Bakınız, 5 Aralık itibariyle, Türkiye'de bütün illerden aldığım liste, -isteyen arkadaşlarıma takdim ediyorum- 6 vilayet hariç, bütün Türkiye'de ekmek fiyatları 15 bin lira; onun da altında 14 bin lira, 13 bin lira ve 12 bin lira, hatta ve hatta 10 bin liradır; ancak, 5 Aralıkta... Bakın, şunu da özellikle arz etmek istiyorum: Gerek 5 Aralıkta gerekse bugün itibariyle, dünyadaki buğday fiyatları 19 ilâ 20 bin lira arasındadır ve şu anda 14 bin liraya Arjantin buğdayı vardır, Fransız buğdayı vardır. O gün için de Türkiye'de fiyatlar aşağı yukarı aynıydı; ancak, Türkiye'de taban fiyatları 17 200 lira olarak açıklandığı için, Toprak Mahsulleri olarak biz ve piyasada tüccar -en son- 21 700 Türk Lirasına buğday aldık ve buna kâr koymak suretiyle 25-26 bin liraya satıyorduk. Tüccarın ithal ettiği buğdayda bütün fiyatlar, ortalama olarak 15 veya 16 bin lira idi, bugün de öyle; ancak, o gün, ne sebeptendir bilinmez, 5 Aralıkta birdenbire, 8 vilayetimizde ekmek fiyatları 18 bin liraya çıktı. Onunla da kalmadı, bazı açıklamalarda “biz ekmek fiyatlarını daha da yukarı çekeceğiz” gibi beyanatlarda bulunuldu. İşte, bundan sonra, Hükümet, elbette müdahale etmek durumunda kaldı; yoksa, durup dururken, kendi şartlarında yürüyen bir mekanizmaya hiçbir zaman müdahale edilmemiştir. Bu bakımdan, arkadaşlarımızın buradaki bilgileri, tahmin ediyorum, incelenmeden sunulan bilgilerdir.

BAŞKAN - Sayın Bakan, son 3 dakikanız.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSA DEMİRCİ (Devamla) - Peki efendim.

Değerli arkadaşlar, Toprak Mahsulleri Ofisinin, şu anda, çiftçilere hiçbir borcu yoktur ve Toprak Mahsulleri Ofisimizin alımları eski fiyatından devam etmektedir; yani, son fiyatı 21 bin 700 liradır; o fiyattan çiftçilerimizden alımlar devam etmektedir. Mısır alımlarımız devam ediyor, çeltik alımlarımız devam ediyor. Çeltik alımlarına bir hafta gecikmeli ve mısır alımlarına da onbeş gün gecikmeli olarak, biz, ödemelerimizi yapıyoruz.

Sayın Ertugay'a teşekkür ediyorum; gerçekten, tafsilatlı olarak, Türk tarımı hakkında aydınlatıcı bilgi verdiler ve kendileri komisyon başkanı olarak konunun zaten üzerindeler. O bakımdan, kendilerine teşekkür ediyorum.

İşsiz veteriner hekimlerin ve ziraat mühendislerinin sayısı fazladır. Ancak, belki, Maliye Bakanlığından -teşebbüsümüz var- alacağımız kadrolarla, 1 000 veya 2 000 ziraat mühendisini, veterineri istihdam edeceğiz. Onun dışında, Devlet Bakanı Sayın Sacit Günbey ile beraber başlattığımız bir proje çalışmamız var. Buradan da, 1 000 veya 1 200 işsiz ziraat mühendisine veya veterinere bir proje geliştiriyoruz; o konuda da çalışmalarımız bittiğinde, inşallah, milletimize bunu açıklayacağız.

Ürün borsaları konusunda çalışmalarımız, şu anda, Polatlı'da ve Konya'da fevkalade başarılı olarak devam etmektedir. Bunların sayısını artıracağız.

BAŞKAN - Sayın Bakan, son dakika efendim.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSA DEMİRCİ (Devamla) - Peki efendim.

Çiftçi birlikleri 34 ilde kuruldu. Kanun tasarısı Başbakanlığı sevk edildi. Mera kanunu tasarımız -biraz önce Sayın Ertugay'ın söyledikleri gibi- komisyonda görüşülmektedir.

Sayın Necati Albay'a, katkılarından dolayı teşekkür ediyorum. Ancak, Toprak Mahsulleri Ofisi, 1995 yılında, belki enflasyondan etkilenmemek için repo yapmıştır; ama, 1996 yılında böyle bir repo söz konusu değildir. Bunu, bilhassa açıklamak istiyorum.

DSP Milletvekili Sayın Kâzım Üstüner, Doğu ve Güneydoğu Anadolu yaylaları... Doğrudur; terörden dolayı büyük zarar görmüştür; ancak, 1996 yılında, Türkiye'de, terör yönünden büyük bir rahatlık söz konusudur ve dolayısıyla, hayvancılığımızın geliştirilmesi bakımından bu yaylalar, tekrar Türk Milletinin istifadesine sunulacaktır.

BAŞKAN - Sayın Bakan, süreniz doldu; toparlarsanız...

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSA DEMİRCİ (Devamla) - Peki efendim.

Süt teşvik primi olarak, ocak 1996'dan ekim 1996'ya kadar ödenen tutar 1,7 trilyon liradır; ancak, çiftçilerimize 1,7 trilyon lira daha borcumuz var; gübre ödemelerinde borcumuz var; ama, bunları mutlaka ödeyeceğiz.

Ben, bütçemize gösterdiğiniz bu duyarlılıktan dolayı Heyetinize teşekkür ediyor ve hepinizi saygıyla selamlıyorum; sağolun. (RP, DYP ve ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Sayın milletvekilleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Necati Çelik'e söz vermeden önce, kısa adı ILO olan Uluslararası Çalışma Teşkilatı Anayasası gereğince, Başbakanlık tezkeresi bilgiye sunulacaktır; okutuyorum:

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

A) TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam)

4. - Cenevre'de yapılan 83 üncü Uluslararası Çalışma Konferansında kabul edilen, Evde Çalışmaya İlişkin 177 sayılı Sözleşme ve 184 sayılı Tavsiye Kararıyla ilgili olarak, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından, bütçe müzakereleri sırasında, Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi sunulacağına ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/608)

25.10.1996

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi: Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 16/10/1996 tarihli ve B.13.0.APK.0.12.00.00/

4010-2876-26568 sayılı yazısı.

3-20 Haziran 1996 tarihlerinde Cenevre'de yapılan 83 üncü Uluslararası Çalışma Konferansında kabul edilen “Evde Çalışmaya İlişkin 177 sayılı Sözleşme” ve “184 sayılı Tavsiye Kararı”yla ilgili olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından bütçe müzakereleri sırasında Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi sunulması hakkındaki ilgi yazı ile ekinin suretleri ilişikte gönderilmiştir.

Gereğini arz ederim.

Prof. Dr. Necmettin Erbakan

Başbakan

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, bu tezkere, ülkemizin de üyesi bulunduğu ILO Anayasasının 19 uncu maddesinin 5/b ve 6/b bentleri gereğince, hükümetlerin, uluslararası çalışma konferanslarında kabul edilen sözleşme ve tavsiye kararları hakkında, yasama organına bilgi sunmasına dairdir.

Bilgilerinize sunulmuştur.

IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. - 1997 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1994 ve 1995 Malî Yılları Genel ve Katma Bütçeli İdareler ve Kuruluşlar Kesinhesap Kanunu Tasarıları (1/518; 1/519; 1/282, 3/414; 1/283, 3/415; 1/492, 3/516; 1/493, 3/517) (S. Sayıları : 134, 135, 103, 102, 151, 150) (Devam)

C) TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI (Devam)

1. - Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

a) Tarım Reformu Genel Müdürlüğü (Devam)

1. - Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

D) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI (Devam)

1. - Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi

2. - Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

3. - Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN - Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Necati Çelik; buyurun. (RP sıralarından alkışlar)

Süreniz 20 dakikadır.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Sakarya) - Bu metni okuma, bu süreye dahil midir?

BAŞKAN - Hayır; sizin süreniz yeni başladı.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Sakarya) - Hayır; ayrıca bir metin takdim edilecek dediniz.

BAŞKAN - Onun süresi ayrı.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Sakarya) - Sayın Başkan, izin verirseniz, metni, konuşmamın sonrasında sunmak istiyorum.

BAŞKAN - Tabiî... Yani, sonunda olacağı için sürenizi başlattım.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Sakarya) - Peki, çok teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; sözlerime başlarken, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Bildiğiniz gibi, 54 üncü Cumhuriyet Hükümeti, 28 Haziran 1996 tarihinde kurulmuş ve 8 Temmuz 1996 tarihinde Yüce Meclisten güvenoyu almıştır. Yaklaşık beş aydır Bakan olarak bulunmaktayım. Müsaade ederseniz, bu beş aylık süredeki faaliyetlerimle, çalışmalarımla ilgili olarak, Muhterem Meclise, Muhterem Heyete bilgi takdim etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, bildiğiniz gibi, henüz Bakan olmuşken, asgarî ücretin tespiti gerekiyordu. Memnuniyetle ifade etmek istiyorum ki, asgarî ücretle çalışan yaklaşık 1 milyon aile memnun edilecek bir biçimde asgarî ücret yürürlüğe konulmuştur; yüzde 100'ün üzerinde bir artışla yürürlüğe konulmuştur. Dahası, son iki yılda, çok haksız olarak, teamüllere aykırı olarak, 1 Ağustosta yürürlüğe girmesi gereken asgarî ücret, 1 Eylülde yürürlüğe konulmuş; bu yanlış da düzeltilerek, yeniden, teamüllere uygun olarak, asgarî ücretin yürürlük tarihi 1 Ağustosa çekilmiştir.

Bu dönemde, bildiğiniz gibi, emekli aylıkları, yine, emeklilerimizin yüzünü güldürecek bir biçimde artırılarak yürürlüğe konulmuştur. SSK emeklileri için yüzde 50, Bağ-Kur emeklileri için ortalama yüzde 65 ile yüzde 136 arasında değişen bir artış ve Bağ-Kur tarım sigortasında da ortalama yüzde 111 oranında bir artış sağlanmıştır.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, iki ILO sözleşmesi, bu dönemde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulmuştur. Biri, cebrî veya mecburî çalışmaya ilişkin 29 sayılı Sözleşmedir; diğeri de, istihdama kabulde asgarî yaşa ilişkin 138 sayılı Sözleşmedir.

Beş aylık Bakanlığım döneminde, grizulu ve yangına elverişli ocaklarda alınması gerekli tedbirler hakkında yönetmelik çıkarılmıştır.

Asgarî ücret yönetmeliğine ilişkin değişiklik çalışması tamamlanmış ve bakanlıkların görüşüne sunulmuştur.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; bu dönemde, Bağ-Kur sigortalılarına, 12 basamağa kadar basamak yükseltme hakkı verilmiştir.

SSK taşınmazlarının değerlendirilmesine ilişkin hazırladığımız kanun tasarısı, Meclisimiz Genel Kurul gündemindedir.

Yine, çok önemli bir tasarı, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunuyla ilgilidir. Önemi, işçi, işveren ve emekli kuruluşlarıyla uzlaşılarak hazırlanmış olmasıdır ve çalışmaları tamamlanmış olup, tasarı, Başbakanlığa sunulmuştur. Vaktin darlığı nedeniyle, bu tasarının detayı hakkında Meclise bilgi veremiyorum, daha önce de verdiğimi dikkate alarak.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, yine, 4792 sayılı SSK kuruluş kanununda, reform niteliğinde, kurumun tam özerkliğe kavuşturulması istikametinde çalışmalar sürdürülmektedir.

Yine, 1479 sayılı Bağ-Kur Kanunu ile 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar -çiftçilere ilişkin- Sosyal Sigortalar Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı da bakanlıkların görüşüne sunulmuştur.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; yine, 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ve 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu ile ilgili çalışmalar son aşamaya gelmiş bulunmaktadır. Kamu çalışanları sendikalarıyla ilgili kanun taslağının hazırlanması çalışmaları sürdürülmektedir; bunun da son aşamaya geldiğini, memnuniyetle ifade etmek istiyorum.

854 sayılı Deniz İş Kanunu ile ilgili çalışmamız sonuçlandırılmıştır; bakanlıkların görüşüne sunulmuştur.

Değerli milletvekilleri, bir başka önemli çalışma; yurt dışında bulunan Türk vatandaşlarının yurt dışında geçen sürelerinin sosyal güvenlikleri bakımından değerlendirilmesiyle ilgili çalışmamız da son aşamaya gelmiş bulunmaktadır; tasarı, bugünlerde Başbakanlığa sunulacaktır.

Değerli milletvekilleri, gördüğünüz gibi, dolu dolu bir beş ay. Şimdi, değerli parti sözcüleri, geldiler, burada konuştular; huzurlarınızda hepsine teşekkür ediyorum. Gerçekten, çalışmalarımıza ışık tutucu, yol gösterici, düzeyli konuşmalar yapıldı. Bütün parti sözcülerine, huzurlarınızda teşekkürlerimi sunuyorum ve bu, ışık tutucu, yol gösterici uyarılarından, önerilerinden yararlanacağımı ifade etmek istiyorum.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı denildiği zaman, burada da, ağırlıklı olarak, SSK üzerinde duruldu; Bakanlık denildiği zaman, çok haklı olarak, SSK akla geliyor. Bildiğiniz gibi, Sosyal Sigortalar Kurumu, sosyal güvenlik kuruluşları arasında dev bir kuruluş; 1997 yılı bütçesi, 1 katrilyonun üzerinde olacak. Yaklaşık, 60 bin kadrosu, 43 bin çalışanı bulunmaktadır ve ne yazık ki, bu kurum, nüfusun yüzde 43'üne hizmet sunduğu halde, çok uzun yıllar ihmal edilmiş, yüzüstü bırakılmıştır ve bugün, 25 milyon insan -sigortalı, eş ve çocuğu; emekli, eş ve çocuğu- bu kuruma gönül huzuruyla, ama sağlık hizmeti alabilmek için, ama emekli maaşını bağlatabilmek için, ama maaşını alabilmek için, gidememektedir. Dolayısıyla, bu kurumun, gerçekten, baştan sona yeniden tanziminde, mutlak fayda vardır.

Değerli milletvekili arkadaşlarım -geldiğim günden bugüne, kim ne derse desin- Necati Çelik, 15 yıl aralıksız bir konfederasyonu yönetti; orada neyse, inanınız ki, burada da odur; Necati Çelik değişmemiştir ve değişmeyecektir. (RP ve DYP sıralarından alkışlar) Doğrular tektir. Doğru neyse, doğrunun peşinde koştum; hayatım bununla geçti; Bakanlıkta da doğru bildiğim yolda yürümeye devam edeceğim; canım pahasına devam edeceğim. Değerli arkadaşlarım, bilesiniz ki, bana dönük eleştirel konuşmalar da, beni, hizmette kamçılamaktadır ve göreceksiniz, inşallah, bu benim Bakanlığım döneminde, 25 milyon -SSK için söylüyorum- sigortalı için SSK hastaneleri çile kapısı olmaktan çıkacaktır. (RP ve DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Şimdi, burada, çok değerli dostum Aydın Güven Gürkan bir konuşma yaptılar, kendilerine teşekkür ediyorum; ama, bir miktar haksızlık yaptılar. Çünkü, Sayın Aydın Güven Gürkan, bir tasarı hazırladı 506 sayılı SSK Kanunuyla ilgili; biz, soluğu sokakta aldık. Zira -üzülerek ifade ediyorum, kendisiyle büyük muhabbetim var- beklemediğim bir tarzda bize bir tasarı dayattı; bu tasarıyı hazırlarken bize sormadı, işverene de sormadı, işçiye de sormadı ve hem Türk-İş hem Hak-İş, o günlerde sokağa indi “mezarda emekliliğe hayır” mitingleri yaptı.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, takdirlerinize sunuyorum; ben de bir tasarı hazırladım ve Başbakanlığa sundum, yakında Meclise gelecek, hiçbir kuruluş sokağa indi mi? Neden; huzurlarınızda bir taahhüt olarak ifade ediyorum -bu, benim eğitimim, kültürüm ve yetişme tarzımdır- Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, benim dönemimde, işçi-işveren kuruluşlarıyla programlanacaktır ve imkân ölçüsünde de birlikte yönetilecektir; bundan herkes emin olsun. (RP ve DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Ama, hiçbir zaman, işçi-işveren kuruluşları emrivakilerle karşı karşıya bırakılmayacaktır.

Şimdi, yine, değerli hocam, bana “yaptığınız çalışmalar sonuç vermez, amaca hizmet etmez; çünkü, sisteme dönük bir şey yapmıyorsunuz” dediler. Halbuki, ben, sisteme dönük bir kısım çalışmaları da yürütüyorum. Onu, Yüce Meclisin bilgilerine sunarken, yine, bizi sükutu hayale uğratan değerli hocamın çalışmasına bir miktar atıf yapmak istiyorum. Değerli hocam, siz, bizimle “sisteme ilişkin düşüncelerim şudur, şunu yapmak istiyorum” diye hiçbir görüşme içerisinde olmadınız. Ne yaptınız; emeklilik yaşını 65'e çıkarıyorsunuz. Prim-gün sayısını 9 bine ve 7 200'e çıkarıyordunuz. Sizin yaptığınız, sisteme dönük değil, tamamen, işçi ve işveren kuruluşlarını sokağa iten bir çalışmaydı. Dolayısıyla, biz, bunları yapmıyoruz; hiç kimseyi rahatsız etmeden, onlarla uzlaşarak, 506 sayılı Yasada değişikliğe giderken, Bakanlığıma bağlı olan SSK ve Bağ-Kur'da norm ve standart birliği sağlamak için her türlü adım atılmaktadır.

Ekonomik Kurulda da ifade ettim, imkânı varsa, Emekli Sandığının da bu Bakalığına bağlanmasında fayda var. Sosyal güvenlik kuruluşlarının, zaman içerisinde tek çatı altında birleştirilmesi hedef olduğuna göre, bu kuruluşlar bir bakanlık çatısı altında olursa, sistemde bir bütünlüğü sağlamak daha kolay olur. Bu mülahazayla ya hepsini Maliye Bakanlığına ki, bu, mümkün değil; mümkün olanı, 3 sosyal güvenlik kuruluşunun da Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına bağlı olmasıdır. O istikamette de, kanaatim odur ki, önümüzdeki günlerde gereken adımlar atılacaktır.

Değerli Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Sosyal Sigortalar Kurumunda ve bakanlıkta ideolojik kadrolaşma içerisinde olduğum ifade ediliyor ve Plan ve Bütçe Komisyonunda yaptığım konuşma da referans gösteriliyor. Aydın Güven Gürkan Hocama, huzurlarınızda teşekkür ediyorum; bunu anlayışla karşıladıklarını da ifade ettiler.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, ben gayet açık bir insanım. Doğrudur; ben, yüksek bürokratlarda değişikliğe gittim, buna mecburdum. Neden; çünkü, ben, bu bakanlıkta başarılı olmaya mecburum; Necati Çelik ve Partim adına başarılı olmaya mecburum, geldiğim kitle adına başarılı olmaya mecburum.(RP sıralarından alkışlar) Dolayısıyla, beni sabote eden kadrolarla çalışamazdım; gayet açık söylüyorum. Siyasî iradeyle gelenlerin siyasî iradeyle gitmeleri de gayet doğaldır.

Bakın, ben, size huzurlarınızda söylüyorum; benim arkadaşlarım, benimle gelmişlerdir, iktidar değişikliğinde, gelen iktidara, şimdiki bürokratlar gibi zorluk da çıkarmayacaklardır. (RP sıralarından alkışlar)

Şimdi gayet iddialı bir şey daha söylüyorum; ben, kendi kadromla çalışmak istiyorum dedikten sonra, direnen kadrolarla da kavgaya varım; hiç kimseden çekinecek bir şeyim yok. Zannedilmesin ki, gideriz, bir karar alır döneriz; hayır. Niye; bakınız, Aydın Güven Gürkan Hoca, burada 90 bin kişiye yapılan muameleden yakındılar.

Değerli Hocam, 25 milyon insan her gün SSK hastanelerinde kuyruklarda çile çekiyor, bunu niye görmüyorsunuz? (RP sıralarından alkışlar) Her gün, 365 gün çile çekerken siz neredeydiniz? Dört yıl bu bakanlığı siz yönettiniz, neredeydiniz ?

Netice itibariyle, 90 bin insanın müracaatından, o insanların kuyrukta beklemesinden, sabahlamasından, gecelemesinden dolayı hepinizden fazla ben üzüntü duydum. Neden; ben, damdan düşeni, onları ben temsil ediyorum, ben!.. Dolayısıyla, onları en iyi ben anlarım. (RP sıralarından alkışlar) İşsizliğin ne olduğunu ben biliyorum; dolayısıyla, geçim darlığının ne olduğunu ben biliyorum. Bu bakımdan, gelip, burada popülizm yapmayın. Ben, size söylüyorum; insanları da tahrik etmeyin.

25 milyon insan, her gün, SSK hastanelerinin önünde çile çekiyor. Bunları düzeltmeye mecburum; artı, bir yıl ötesine, altı ay ötesine, ameliyat olacak hastaya gün veriliyor; buna mı devam edelim, buna mı seyirci kalalım; artı, emeklilerin maaş kuyruklarında çilelerine mi göz yumalım veya altı ay emekliğe maaş bağlayamıyor bu kurum, buna mı seyirci kalalım; hayır, hiçbirine seyirci kalamayız. Dolayısıyla, gayet açık söylüyorum...

BAŞKAN - Sayın Çelik, 3 dakikanız kaldı.

ÇALIŞMA ve SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Burada, ANAP sözcüsü bir arkadaşım, çok haksız bir eleştiride bulundu. Ben, yüksek bürokratlarda, üst düzeyde bürokratlarda değişikliğe gittim; ama, odacılara inmedim, bunu da doğru bulmuyorum, memurlarla uğraşmam ve bürokratları değiştirirken de hiç kimseyi mağdur etmedim. İki genel müdürü, kendi rızalarına dayalı olarak yurtdışına gönderdim. SSK Genel Müdürünü de, terfian, müşteşar muavini yaptım, daha ne yapsaydım... Sizin bakanlarınız gibi, müsteşarları, genel müdürleri güneydoğuya sürmedim, bu kadar da, insalcıl davrandım.(RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bakınız, size bir miktar teknik bilgi veriyorum: Niçin SSK'ya kadro almaya... 2 500, 3 500 değil, 10 bin küsur açığı var bu kurumun; bu açığı tamamlamaya mecburum. İşte, şu nedenlerle mecburum: Değerli başkan, değerli milletvekilleri; bakınız, son on-onbeş yılda, sigorta hizmetleri, yüzde 210 artmış; sigorta tesislerinde çalışanlar yüzde 22 azalmış. Sigorta hizmetleri yüzde 210 artıyor, tesislerdeki çalışan sayısı yüzde 22 azalıyor. Sağlık hizmetlerinde, poliklinik sayısında yüzde 130 artış var, yatak sayısında yüzde 44 artış var; yatan hasta sayısında yüzde 113 artış var; buna mukabil, bu 15 yılda, sağlık tesislerinde çalışanların sayısı sadece yüzde 37 artmış.

Sağlık Bakanlığıyla ve üniversitelerle bir mukayese yaparsanız: SSK'da bir uzman hekim başına düşen yatak sayısı 6,7; bu, Sağlık Bakanlığında 6,4, üniversitelerde 3,8'dir.

BAŞKAN - Sayın Bakan, son dakikanız, lütfen toparlayın.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Değerli milletvekilleri, pratisyen hekim başına düşen yatak sayısı SSK'da 9,5, Sağlık Bakanlığında 2,5, üniversitede 3,3'tür.

Sağlık memuru başına düşen yatak sayısı SSK'da 23,6, Sağlık Bakanlığında 2,8, üniversitede 8,6'dır.

Hemşire başına düşen yatak sayısı SSK'da 4, Sağlık Bakanlığında 1,8, üniversitede 2,4'tür; dolayısıyla, hizmetin verimliliği, hizmetin sürati ve hizmetin kalitesi bakımından, bu kadroları almaya ve kullanmaya mecburuz. Bu suçsa, bu suçu da şerefle taşımaya varım.

BEKİR YURDAGÜL (Kocaeli) - Sınavları ÖSYM ile birlikte yapsaydınız...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Değerli milletvekili arkadaşlarım...

BAŞKAN - Sayın Bakan, saati açıyorum; yalnız, bu açma bir belge için. Lütfen, buna riayet edelim.

Buyurun.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Efendim...

BAŞKAN - Bu belgenin okunması için...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Milletvekillerine verdiğiniz eksüreyi, izin verin de, ben de kullanayım Sayın Başkan.

BAŞKAN - Süreyi açıyorum diyorum; ama, bu süre, belge için. Biliyorsunuz, eksüreler 1 dakika. 1 dakikasını kullanın; ama, 1 dakikadan sonra, lütfen, belgeyi...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; birkısım arkadaşlarımız iş güvencesi, işsizlik sigortası üzerinde de durdular. Bu konuda, değerli konuşmacılar da takdir ederler ki, işçi-işveren kuruluşları arasında bir mutabakat bugüne kadar sağlanamamıştır. İşgüvencesi yasa tasarısı hazırlanmış, sevk edilmiş, kadük olmuştur, hiçbir işe yaramamıştır, zararı da çalışanlara dokunmuştur; çok yoğun olarak -konuşmacılar hatırlarlar- işçi kıyımı yaşanmıştır.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, dolayısıyla, Bakanlığım, işsizlik sigortası, iş güvencesi, çalışma hayatının bütünüyle yeniden tanzimi konusunda her türlü gayreti göstermektedir ve size inşallah bir yıl sonra, ömrüm vefa ederse, buraya geldiğimde, bu taahhütlerimin birçoğunun ve özellikle SSK hastanelerinin ihyası, ıslahı noktasındaki taahhütlerimin birçoğunun gerçekleşmiş olacağına siz de şahit olacaksınız. (RP sıralarından alkışlar)

Beni şahsı adına konuşan bir arkadaşım gerçekten üzdü.

BAŞKAN - Sayın Bakan, lütfen belgeye geçin.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Sayın Başkan, ona bir cümleyle değinerek bu metne geçmek istiyorum.

Değerli arkadaşım şunu bilsin ki, ben, kırmızı koltuk adına taviz vermem, kırmızı koltuk adına, dün söylediklerimle bugünkü söylediklerim arasında çelişkiye düşmem.

ALİ KEMAL BAŞARAN (Trabzon) - Kırmızı plaka...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Kırmızı plaka.

Bakınız, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın bir sözüyle bunu aydınlığa kavuşturayım. İstanbul'a uçuyoruz, milletvekiliyim; Sayın Baykal “eski görevle bugünkü görev arasında ne gibi bir fark görüyorsunuz” diye sordular; ben de keşke imkân olsa köyüme geri dönmek istiyorum dedim. Sayın Baykal “insaf et!.. Orası köy değil; metropol, metropol” dedi. Dolayısıyla, kırmızı plakanın bana vereceği hiçbir şey yoktur; ama, iddialı olarak söylüyorum ki, benim bu Bakanlığa verecek çok şeyim vardır. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; izninizle, bu belgeyi muhterem heyetinize takdim etmek istiyorum.

BEKİR YURDAGÜL (Kocaeli) - Zorunlu tasarruftan bahsetmediniz Sayın Bakan.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Vaktim yetmedi... Vaktim yetmedi...

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakan, lütfen...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Ama, müsterih olun, Hükümetimiz, köylünün, işçinin, emeklinin, işsizin, 65 milyonun Hükümetidir.

BAŞKAN - Sayın Bakan, lütfen...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Zorunlu tasarrufla ilgili olarak da Hükümetimiz çalışanları memnun edecek bir çözümü, inşallah ortaya koyacaktır; bundan da müsterih olun.

BEKİR YURDAGÜL (Kocaeli) - Bekliyoruz.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Devamla) - Değerli milletvekilleri, ülkemizin de üyesi bulunduğu Uluslararası Çalışma Teşkilatı Anayasasının 19 uncu maddesinin beş (b) ve altı (b) bentleri gereğince, Uluslararası Çalışma Konferanslarında kabul edilen sözleşme ve tavsiye kararları hakkında, Bakanlığımın, Yasama Organına bilgi sunması ve bu hususun tutanaklara geçirilmesi gerekmektedir.

Uluslararası Çalışma Teşkilatının 3-20 Haziran 1996 tarihleri arasında Cenevre'de yapılan 83 üncü Konferansında kabul edilen Evde Çalışmaya İlişkin 177 sayılı Sözleşme ile aynı konudaki 184 sayılı Tavsiye Kararı hakkında, yetkili makam olan Yüce Meclise, aşağıdaki bilgileri sunmak istiyorum:

Değerli arkadaşlarım, sözünü ettiğim bu sözleşme ve tavsiye kararında yer alan hususlar aşağıda açıklanmış olup, sözleşmenin ülkemiz tarafından onaylanabilirliği hakkındaki görüşümüz, bu konuda başlatılacak çalışmalar tamamlandıktan sonra, ayrıca, Muhterem Heyetinizin bilgilerine sunulacaktır.

Evde Çalışmaya İlişkin 177 sayılı Sözleşme:

Değerli arkadaşlarım, 177 sayılı Uluslararası Çalışma Sözleşmesi, esas itibariyle, 18 maddeden oluşmaktadır. Sözleşmenin 1 inci maddesinde, bu sözleşmenin amaçları bakımından, evde çalışmanın tanımı yapılmaktadır. Buna göre, bir kişinin kendi evinde veya işverene ait işyeri dışında kendi seçtiği bir başka yerde ücret karşılığında kullanılan ekipman, malzeme veya diğer girdilerin kimin tarafından sağlandığına bakılmaksızın, işveren tarafından tarif edilen bir hizmet veya ürünle sonuçlanan bir işin yürütülmesi; işveren tanımında da, doğrudan veya aracının millî mevzuatta yer alıp almadığına bakılmaksızın, bir aracı vasıtasıyla, kendine ait işin yürütülmesi amacıyla, eve iş veren gerçek veya tüzelkişi ifade edilmektedir.

Sözleşmenin 1 inci maddesinde ayrıca, millî mevzuat veya yargı kararıyla yeterli özerklik ve ekonomik bağımsızlık düzeyine sahip olmaları nedeniyle, bağımsız çalışan olarak kabul edilenlerin, yukarıdaki tanım kapsamında yer alamayacakları belirtilmektedir.

Sözleşmenin 2 nci maddesinde; bu sözleşmenin 1 inci maddesi kapsamında evde çalışanların durumlarının iyileştirilmesini hedefleyen bir millî politikanın yürürlüğü konulması ve bunun periyodik olarak denetlenmesi, diğer ücretlilerle evde çalışanlar arasında, evde çalışanların kendi teşekküllerini kurmaları ve bunlara üye olmalarıyla, bu tür teşekküllerin faaliyetlerine katılmaları, iş ve meslekte ayrımcılığa karşı koruma, işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında koruma, ücret, sosyal güvenlik, eğitim fırsatı, iş veya mesleğe alınmada asgarî yaş, analık halinde korunma hususlarında eşitliğin sağlanması öngörülmektedir.

Ayrıca, evde çalışmayla ilgili millî politikanın, kanunlar ve tüzükler, toplusözleşmeler, hakem kararları veya diğer millî uygalamalarla yürürlüğe konulması hükme bağlanmıştır.

Sözleşmenin üçünçü bölümünü oluşturan 6, 7, 8, 9 ve 10 uncu maddelerinde, evde çalışmayla ilgili istatistiklerin tutulmasını, işçi sağlığı ve iş güvenliğiyle ilgili mevzuatın, evde çalışmanın özel şartları dikkate alınarak, sağlık ve güvenlik nedenleriyle birkısım işlerin evde yapılmasını ve birkısım yasaklayabilecek düzenlemelerin yapılmasını, evde çalışmayla ilgili kanun ve tüzüklerin uygulanmasını sağlamak üzere, millî kanun ve uygulamalara uygun bir denetim sisteminin kurulması; ihlali halinde, yeterli cezai müeyyideler konulması ve etkin şekilde uygulanması öngörülmektedir.

Sözleşme metninin geri kalan maddelerinde, her sözleşmede bulunan ve onaylamayla ilgili hususları içeren standart son hükümler yer almaktadır.

Evde Çalışmaya İlişkin 184 Sayılı Tavsiye Kararı:

184 sayılı Tavsiye Kararı, yukarıda ana ilkeleri özetlenen 177 sayılı Sözleşmeyi tamamlamakta, evde çalışma konusunda daha ayrıntılı hükümler içermekte ve ana gayesi, sözleşmenin uygulamaya konulmasında yol göstermek olduğundan, anılan sözleşmede yer alan hususları daha geniş bir şekilde ihtiva etmektedir. Ancak, tavsiye kararlarının onaylanması söz konusu olmadığından, onaylamaya ilişkin standart hükümleri içeren son hükümler tavsiye kararında yer almamıştır.

Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; bu metni bilgilerinize sunuyorum. Muhterem Heyetinizi yeniden saygıyla selamlıyor, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçemizin çalışanlarımıza ve ülkemize hayırlı olmasını diliyorum. Sağ olun. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

Sayın Aydın Güven Gürkan, Sayın Bakanın, isminizi zikrederek, değişik anlattığını söylüyorsunuz. Hangi gerçeği nasıl anlattı efendim?

AYDIN GÜVEN GÜRKAN (İzmir) - İşçilerin bana karşı sokağa döküldüklerini söyledi. Aslında, işçilerimiz sokağa döküldüler; ancak, bana karşı değil, beni desteklemek için döküldüler. Çünkü, o dönemin Sayın Başbakanıyla, emeklilik koşulları konusunda aramızda ciddî bir görüş ayrılığı çıkmıştı. Ben, Sayın Başbakanın istediği emeklilik koşullarının gerçekleştirilmesi mümkün olmayan koşullar olduğunu önere sürerek, yumuşatılması için mücadele ettim ve o mücadele içerisinde işçilerimiz gerçekten sokağa döküldüler ve bana destek verdiler. Bana karşı, hiçbir işçi sokağa dökülmedi.

Şunu da eklemek istiyorum; orada, ayrıca, ben, sendikalarımızla çok yakın bir işbirliği içerisinde oldum. Sayın Çelik'le bazen günde birkaç kez telefonla görüştüğümü hatırlıyorum. Ben onlara dedim ki “bu yasa, bu biçimiyle geçmeyecek, çok yumuşatılacak...” onu yaptım “ayrıca, yanında mutlaka işgüvencesi olacak...” onu yaptım “mutlaka çıkacaksa, işsizlik sigortası çıkacak...” onu yaptım “çıkacaksa, mutlaka İş-Kur Yasası, İş ve İşçi Bulma Kurumunu yeniden düzenleyen yasa çıkacak; çıkacaksa, mutlaka Hazine yardımı çıkacak ve komisyonda, emeklilik koşulları, sendikaların istediği, üstünde uzlaşabileceğimiz bir noktaya çekilebilecektir “ dedim; mutabık da kaldık ve öyle oldu. Zaten, sonra da istifa ettim, hepsi 2,5 ay sürdü. Bu 2,5 ay içerisinde de işbirliği içinde çalıştık...

ÖMER EKİNCİ( Ankara) - Saygılı konuştu...

FİKRET KARABEKMEZ (Malatya) - Bu kadar da olur mu?..

AYDIN GÜVEN GÜRKAN (İzmir) - Ayrıca, geniş ve çok kapsamlı bir değişiklik için çalışma meclisini toplantıya çağırdık. Sayın Bakanın kendileri de çok iyi biliyorlar.

Teşekkür ederim sayın Başkan.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Kocaeli) - Sayın Başkan, izin verir misiniz efendim?

BAŞKAN - Sayın milletvekili, önce şunu söyleyeyim: Biliyorsunuz, sataşma nedeniyle, 3 saniyeye 3 dakika süre verdik. Bir eski Sayın Bakan, bir düzeltme ihtiyacı içerisinde. Yorulmuş olabiliriz; ama, birbirimize tahammüllü, hoşgörülü ve saygılı olalım. Sayın Aydın Güven Gürkan, daha konuşmaya başlar başlamaz “saygılı konuş” dediniz. Şu konuşmada -bütün Genel Kurulun takdirine sunuyorum- saygısız herhangi bir ifade yok. Tahammülü lütfen öğrenelim...

ÖMER EKİNCİ (Ankara) - Sayın Başkan “saygılı konuş” denilmedi “bakan, saygılı konuştu” denildi.

BAŞKAN - Neyse, ben o zaman yanlış anladım; ama, birbirimize tahammüllü olalım.

Buyurun Sayın Bakan.

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Kocaeli) - Sayın Aydın Güven Gürkan'a cevap olmamak üzere, kayda geçmesi bakımından ve düzeltme anlamında bir hususa işaret etmek istiyorum.

Tabiî, Sayın Aydın Güven Gürkan'ın, Başbakanlığa sunduğu tasarıyı içine sindirememiş olmasını saygıyla karşılarım. Ne var ki, tasarı, Başbakanlığa sunulmuştur ve bu tasarıda prim gün sayıları 7 200 ve 9 000 olarak öngörülmüştür. Emeklilik yaş hadlerinde de kadın ise 55 yaşını, erkek ise 60 yaşını doldurmuş olması öngörülmüştür ve bu tasarı, Başbakanlığa sevk edilirken, işçi-işveren kuruluşlarının mutabakatı da sağlanmamıştır.

Bilgilerinize arz ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.

Herkes, kendisini tutanaklarda net bir biçimde anlatmış bulundu.

Şimdi, şahısları adına son konuşma, bütçenin lehinde olmak üzere, Sayın Hanefi Çelik'in.

Buyurun Sayın Çelik.

Süreniz 10 dakikadır.

HANEFİ ÇELİK (Tokat) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; konuşmama başlamadan önce, hepinizi, şahsım ve Büyük Birlik Partisi adına saygıyla selamlıyorum.

Ülkemiz insanlarının pek çok problemleri ve sıkıntıları vardır. Bugün, ülkemizde, yatırım ve üretim tamamıyla durmuş, parayla para kazanma sektörü palazlanmıştır. Bunun için, kişiler risk almaktan kaçınmışlar; bu durum da, ekonomide belli bir durgunluğa, yatırımların da tamamen durmasına sebep olmuştur.

Bunun tabiî sonucu olarak, ülkede çığ gibi büyüyen bir işsizler ordusu meydana gelmiş ve maalesef, bugün, ülkemizde, işsizlik oranı yüzde 25'lere varmıştır; değişik bir tabirle, ülkede yaşayan her 4 kişiden 1'i işsizdir. SSK sınavında yaşanan yüz kızartıcı olaylar, Türkiye'de işsizlik probleminin ne hale geldiğinin açık delili olarak görünmektedir.

Gelir dağılımındaki adaletsizlik de, istismar malzemesi olarak ortaya çıkmakta, gayri safî millî hâsıladan alınan payda, çalışan kesim ile çifçi kesimin payı gittikçe düşmektedir. Dargelirli insanların etrafındaki çember gittikçe daralmakta; ekonomik buhranlar, sosyal ve ahlakî buhranlara zemin hazırlamaktadır.

Değerli milletvekilleri, ülkemizde dört mevsim birden yaşanmaktadır. Çok verimli arazilere sahibiz. Tabiat şartları, özellikle, çiftçilerin lehinedir. Ülkemiz, söz konusu bu özellikleri itibariyle, bugünkünden çok daha büyük bir nüfusu besleyebilecek bir durumdayken, uygulanan yanlış tarım politikalarının sonucu olarak, dışarıdan buğday, şeker ve et ithal eden bir ülke durumuna gelmişiz. Kırsal kesimin yoğun bir şekilde hissettiği yoksulluk, eğitim ve sağlık hizmetlerindeki bozukluklar, insanlarımızı çaresizliğe itmiş, bu kesim, doğduğu, büyüdüğü toprakları terk eder duruma gelmiş, köyler boşaltılmış, büyükşehirlere göç hızlanmıştır. Bunun neticesi olarak ortaya çıkan çarpık şehirleşme, çevre kirliliği, toplumsal huzursuzluk gibi birçok olaylar, yanlış tarım politikasının acı sonuçlarıdır.

Değerli milletvekilleri, bugüne kadar yapılan uygulamalarda, tarım sektörüne yapılan desteklemeler yetersiz olduğu gibi, direkt üretici değil de, tarıma dayalı ve onunla ilgili sanayiciler göz önünde bulundurulmuş, yapılan desteklemelerde verilen ucuz krediler, et fabrikalarına, süt fabrikalarına gitmiştir. Burada, esas alınması gereken direkt olarak çiftçi ve üretici olmalıyken, bu krediler, daha fazla, tarıma dayalı sanayie kaymıştır. Tarımdan sağlanan toplam gayri safî hâsılanın yüzde 30'unu hayvancılık sektörü teşkil ederken, yatırımın, ancak yüzde 5'i hayvancılığa ayrılmıştır. Gelişmiş ülkelerde hayvancılığın payı, tarım sektörünün yüzde 60'ları seviyesindedir. Maalesef, Türkiye'de bu oran yüzde 30 seviyelerindedir. Tarıma, hayvancılığa ayrılan yatırım payı ise yüzde 5'lerde kalmıştır.

Üreticiden 20-25 bin liradan alınan süt, marketlerde 80-90 bin liraya satılmaktadır. Değişik bir tabirle, üretici 25-30 lira sütten para kazanırken, fabrikatör, sanayici ve pazarlamacı 60-65 bin lira kazanmaktadır. Sütü üreten insan mı daha fazla emek sarf ediyor, yoksa, bunu işleyip, mamul hale getirip de pazara süren fabrikatör mü daha fazla emek sarf ediyor; bunu, takdirlerinize sunuyorum. Köylünün 20-25 bin liradan satmış olduğu sütün karşılığı, herhalde, hayvanının besi parası bile değildir. Tabiî, bunun sonucu olarak, giderek ülkemizde hayvancılık azalmış ve üretim düşmüştür. Sayın Bakanımız da, bunu, zaten itiraf etmiş oldu. Aynı şekilde, tarımın diğer kesimlerinde de -buğday da, pancarda da- durum bundan farklı değildir.

Değerli milletvekilleri, pancar taban fiyatının bir yıl önce belirlenmesi, ilk bakışta uygun bir adım olarak görüldü; fakat, bu pancar fiyatları belirlenirken, hükümetler, hedeflemiş oldukları enflasyon oranına göre pancara fiyat verdiler; ama, gerçek enflasyon, her zaman, bunların hedeflemiş olduğu enflasyonun çok çok üzerinde gerçekleşti. Onun için, bu iki enflasyon rakamı arasındaki fark da, köylünün cebinden çıkan bir zarar hanesi olarak görüldü.

Geçen yıl pancara yüzde 55 gibi bir fiyat artışı verildi; fakat bu fiyat artışı verilirken de, enflasyonun yüzde 60'larda kalacağını iddia ettiler; ama enflasyon yüzde 100'leri buldu, özellikle çiftçinin girdisi sayılan petrole gelen zamlar, gübreye gelen zamanlar, ilaca gelen zamlar ise, yüzde 150'lerde seyretti. Bu şartlar altında, tabiî ki, yine çiftçi yoksullaştı, çiftçi fakirleşti.

Bizim, hükümetlerden talebimiz şudur. Ya hükümetler belirlemiş oldukları, hedefledikleri enflasyon rakamını tuttursunlar; yoksa, yıl içerisinde çiftçinin girdisine, petrolüne, gübresine, ilacına ne kadar zam yaptılarsa, çitfçinin ürününe de, pancarına da, buğdayına da o oranda zam yapmalarını istiyoruz.

Son zamanlarda gündeme gelen ucuz ekmek tartışması da, netice olarak, 210 gram ekmeğin 15 bin liradan satılmasıyla noktalanmıştır. Tabiî ki, burada ekmeğin ucuzladığını iddia etmek de mümkün değildir, burada ekmeğin gramajı azalmıştır. Tabiî, biz, kesinlikle ekmeğin pahalı satılmasına taraftar değiliz; çünkü, halihazırda, dargelirli büyük bir kesim, ekmekten başka bir şey yiyemiyor bu hükümetlerin uygulamaları sayesinde, bir de ekmeğe zam yapıp da, ellerinden bu ekmeği almaya kimsenin hakkı yoktur diye düşünüyoruz; ama ortada bir gerçek var ki, 15 bin liradan satılan ekmeğin içerisinde buğdayın girdisi ancak 5 bin lira civarındadır, geri kalan 10 bin liralık rakam ya pazarlamacı ya da fırıncıların cebine gitmektedir. Şimdi, onun için ekmeğin fiyatını düşürmenin tek yolu, sadece buğdayın fiyatını düşürmek değildir. Eğer ucuz ekmek satılacaksa, diğer yönlerde de hükümetlerin tedbir alması gerekir diye düşünüyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, özellikle bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Ülkemizde, serbest piyasa ekonomisi uygulanmaktadır. Ancak, bu ekonominin uygulanmadığı tek kesim vardır ki, o da tarımla uğraşan çiftçi kesimidir. Köylü ilaç alırken, gübre alırken, petrol alırken kesinlikle fiyatı belirleyen devlettir.

Yine, köylü, ürününü satarken fiyatını belirleyici devlettir; buğdayının, pancarının, tütününün, fındığının fiyatını belirlemekte kesinlikle bir pazarlık yapma şansına sahip değildir. Şimdi, dünyanın hangi bölgesinde uygulanan ekonomik sisteme bakarsanız bakın, böyle bir mantık, böyle bir yanlış uygulama kesinlikle yoktur. Hiç kimsenin, ürettiği malın fiyatının belirlenmesi noktasında pazarlık gücünün elinden alındığı bir ekonomik anlayışın içerisinde varlığını sürdürmesi mümkün değildir. Bunun çözümü olarak da, biz, diyoruz ki, çiftçinin gerek girdilerinde, gübre fiyatında, petrol fiyatında, ilaç fiyatında, tohumluk fiyatında, kullandığı suyun fiyatının belirlenmesinde gerekse ürettiği malın, buğdayının, pancarının, fındığının satımında en az devlet kadar söz sahibi olması gerekir. Aksi takdirde, çiftçinin gittikçe yoksullaşmasının, fakirleşmesinin önüne geçmek mümkün olmayacaktır.

BAŞKAN - Sayın Çelik son 2 dakikanız.

HANEFİ ÇELİK (Devamla) - Bunun da tek yolu, çiftçilerin kooperatif ve çiftçi birlikleri şeklinde örgütlenmesidir.

Değerli arkadaşlarım, her sistemin hedefi insan olduğuna göre, Türkiye'deki tarım sektöründe, dünya verimlilik ortalamasının altında bir gerçekleşme mevcut olduğu halde, Türkiye'de 25 binin üzerinde ziraat mühendisi ve veteriner boşta gezmektedir; bunu da anlamak mümkün değildir.

Yine, köylüye ucuz kredi veren Ziraat Bankasının, köylünün tek umudu olan Ziraat Bankasının, vermiş olduğu çiftçi kredilerinden dolayı uğramış olduğu zarar da Hazine tarafından karşılanmamaktadır; bunun bir an önce karşılanması gerekiyor.

Değerli arkadaşlarım, ülkemizde, yaşamak için mucize yaratan ikinci kesim de, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bünyesinde bulunan Bağ-Kur emeklileri ve işçi emeklileridir. Özellikle, Bağ-Kur emeklilerinin durumu içler acısıdır.

Anayasada “sosyal hukuk devleti” ibaresiyle ifadesini bulan bu devletin insanlarının farklı kategorilere ayrılarak âdeta, sınıflandırılması, en azından bir hukuk ayıbı olarak görülmektedir. Bugün, Bağ-Kur emeklisinin, SSK ve Emekli Sandığı emeklisinin yarısı kadar maaş alması, hiçbir şeyle ifade edilemez. En kısa zamanda, sosyal güvenlik kuruluşları ya birleştirilmeli veya aynı kriterler getirilerek aradaki fark giderilmelidir. Türkiye Cumhuriyeti Devletini, bu ayıpla yaşatmaya kimsenin hakkı yoktur.

Rahatsızlık durumunda olan bir kesim de müfettişlerdir. Bildiğiniz gibi, denetim hizmetleri kamu çıkarları yönünden devletin asıl fonksiyonları olup, bu fonksiyonlar,...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Çelik, eksüreniz 1 dakikadır. Lütfen, toparlayın.

HANEFİ ÇELİK (Devamla) - ...özel olarak alınıp yetiştirilen müfettişlerle yürütülmektedir. Mevcut personel rejiminde, müfettişler, denetim sınıfı olarak organize edilmeyerek, genel idarî hizmetler sınıfına alınmışlardır. Müfettişlerin denetim sınıfı elemanı durumuna getirilmesi ve tazminat verilmesi gerekir diye düşünüyoruz.

Değerli milletvekilleri, sosyal güvenlik kuruluşlarının içerisinde bulunduğu durum herkesçe malumdur. Bunun giderilmesi noktasında, Büyük Birlik Partisi olarak “Sosyal Sigortalar Kurumu Raporu ve Çözüm Önerileri” başlıklı çalışmamızı, gerek basına gerekse Sayın Bakanımıza iletmiş bulunmaktayız; gerektiğinde, bu çalışmaların geliştirilmesi ve ülke insanı için en iyisini yapmak için, her zaman, herkesle birlikte çalışmaya hazırız.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçelerinin memleketimize hayırlı olmasını diler, Yüce Meclise saygılarımı sunarım. (BBP ve RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Çelik.

Sayın milletvekilleri, onuncu turdaki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, soruların sorulması işlemini yapacağız.

20 dakika süreyle ayakta kalmaması için, Sayın Divan Üyesi arkadaşımızın soruları oturarak okumasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Şimdi, soru sahibi arkadaşlarımızı okuyorum: Doğan Baran, Kâzım Üstüner, Hüsnü Sıvalıoğlu, Selahattin Beyribey, Aslan Ali Hatipoğlu (2 soru), Turan Bilge, Bekir Kumbul, İhsan Çabuk, Turan Bilge (4 soru), Abdulbaki Gökçel, Yalçın Gürtan, Celal Topkan, Mustafa Güven Karahan, Müjdat Koç (2 soru), Mustafa Karslıoğlu, Yusuf Öztop, Tahsin Boray Baycık, Cafer Tufan Yazıcıoğlu, Ayhan Gürel (2 soru), Hasan Gülay, Suat Pamukçu, Nezir Büyükcengiz, Atilâ Sav, Birgen Keleş, Zeki Çakıroğlu, Avni Kabaoğlu, Sabahattin Yıldız, Yusuf Ekinci, Metin Arifağaoğlu, Ayhan Gürel, Mehmet Büyükyılmaz, Yılmaz Ateş, Feti Görür (2 soru), Yusuf Ekinci, Feti Görür.

Sayın Doğan Baran?.. Burada.

Sorusunu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorumun, aracılığınız ile Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Musa Demirci'den sorulmasını saygılarımla arz ederim.

Dr. Doğan Baran

Niğde

Soru: Türkiye'de üretilen patatesin yüzde 30'unu yetiştiren Niğde'de, ürünün kalite ve verimini artırmak amacıyla, bir yıl önce faaliyete geçen Patates Araştırma Enstitüsü bilgisayar donanımı, özel idarece yapılmıştır; ancak, enstitünün kendinden beklenen hizmeti verebilmesi için, gerekli personelin atanması yanında, özellikle doku kültürü ve hastalık test laboratuvarlarının 1997 yılında kurulup kurulmayacağı.

BAŞKAN - Sayın Demirci, buyurun efendim.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSA DEMİRCİ (Sıvas) - Sayın Başkan, Niğde'de kurulan laboratuvar ve araştırma enstitüsünün, 1997 yılında, bilhassa eleman ihtiyacı karşılanmaya çalışılacaktır. Bunun yanında, diğer laboratuvarın malzemeleri belki karşılanmayabilir; ancak eleman ihtiyacını karşılayacağız.

Arz ediyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın Kâzım Üstüner?.. Burada.

Sorusunu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın, Tarım ve Köyişleri Bakanı Sayın Musa Demirci tarafından cevaplandırılmasını arz ederim.

Kâzım Üstüner

Burdur

1- a) Sütte uygulanan teşvik primi, Mayıs 1996'dan bu yana, halen ödenmemiştir. Süt üreticimizin prim alacağı olan 1,7 trilyon Türk Lirası, üreticimize ne zaman dağıtılacaktır?

b) Damızlık düve ithalatında uygulanan ve iki yılı aşkın bir süredir de ödenmeyen 1.6 trilyon Türk Lirası üretici alacağı, geçmiş zamanlarda olduğu gibi, seçim zamanında ödenmek üzere mi bekletilmektedir?

2. Özellikle Süt Endüstrisi Kurumunun özelleştirilmesinden sonra, süt üreticimizin, tamamen özel sektörün insafına bırakıldığı düşünülürse, Avrupa'da olduğu gibi, 1 litre süt fiyatını 2,5 kilogram sanayi yemi alabilecek seviyeye getirebilmek için süte uygulanan teşvik primini artırmayı düşünüyor musunuz?

3. Bakanlığınız, 1997 malî yılı kitapçığında, 2000'li yıllarda muhtemel kırmızı et açığından bahsedilmektedir. Acaba, ülkemizin kırmızı et açığı yok mudur; yoksa, binlerce ton et ve kasaplık hayvan ithalatı, birkaç ithalatçı firmayı daha zengin etmek uğruna mı yapılmıştır? Bu durum, üreticimiz, köylümüz için büyük haksızlık değil midir?

4. İthal edilen etlerin yeterli hormonal ve kimyasal muayeneler yapılmadan piyasaya sunulması, halkımızın beslenmesine ve sağlığına vurulan bir darbe değil midir?

5. Ülkemiz tarım ve hayvancılık sektörüne en büyük destek, tarım ve hayvansal ürün dışalımının durdurulmasıdır görüşüne katılıyor musunuz? Katılıyorsanız, uygulamaya geçebilecek önlemleri almayı düşünüyor musunuz?

BAŞKAN - Buyurun Sayın Demirci.

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSA DEMİRCİ (Sıvas) - Sayın Başkan, cevapları arz ediyorum:

Sütte teşvik uygulaması devam edecektir 1997 yılında. Uygulanan fiyat, kilogramda, şimdilik 3 bin Türk lirasıdır; ancak, teşvikten dolayı, çiftçilerimizin bizden alacakları -sayın soru sahibinin de arz ettikleri gibi- 1,7 trilyon liradır; 1997 yılında, çiftçilerimizin bu alacağı ödenecektir.

Damızlık nüve işletmelerinin, çiftçilerimizin, yine bizden alacağı 1,6 trilyon Türk Lirasıdır ve bu paranın, bilhassa önceki yıllarda teşvik olarak kendilerine verilmesi gerekiyordu. Çiftçilerimizin bu alacağı, yine, 1997 yılında ödenecektir.

Soru sahibinin üçüncü sorusu... Bütün dünyada, 2 kilogram süt 1 kilogram yem alacak şekilde ayarlanmıştır. Tabiî, süt fabrikaları -kendilerinin de buyurdukları gibi- özelleştirilmiştir; ancak, biz, özel süt kurumlarını ve üreticileri biraraya getirmek suretiyle, çiftçilerimizle yaptığımız anlaşma neticesinde, bilhassa süt fiyatlarını, 1 kilogram süt 2 kilogram yem alacak şekilde ayarladık. Dolayısıyla, bugün, Türkiye'de süt fiyatları gerçekten arzu edilir seviyededir; arz etmek istiyorum.

Ayrıca, soru sahibi, 2000'li yıllarda kırmızı et açığının olacağını söylüyorlar. Evet; Türkiye'de bugün kırmızı et açığımız vardır. Ancak, yapacağımız projelerle -biraz önce Genel Kurula arz ettiğim gibi, Türkiye'nin yıllık kırmızı et ithalatı 58 bin ton- yapacağımız besilerle, mesela, bu yıl yapacağımız 300 bin başlık besiyle et açığımızı kapatacağımız gibi, 42 bin ton da et fazlamız olabilecektir.

Türkiye'ye giren ithal etlerin, arzu edildiği takdirde laboratuvarlarda tahlilleri yapılmaktadır; ancak, bugüne kadar yapılan tahlillerde hormonlu etlere rastlanmamıştır; bunu bilhassa arz etmek istiyorum.

Dış alımlarımız her mahsulde devam edebilir; yani, serbest ekonomi şartları altında her ürünü satabiliriz de, alabiliriz de... Bu bakımdan, bu uygulama, bu şekliyle, serbest ekonomi kuralları içerisinde devam edecektir.

Arz ederim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

Sayın Hüsnü Sıvalıoğlu?.. Burada.

Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki soruların, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Necati Çelik tarafından cevaplandırılmasını, aracılığınızla arz ederim.

Saygılarımla.

Dr. Hüsnü Sıvalıoğlu

Balıkesir

1- SSK bünyesinde, sağlık hizmetleri, Sağlık Daire Başkanlığı ile yürütülmemektedir. Bu bölümü bir genel müdürlük sağlık işleri haline dönüştürmeyi düşünüyor musunuz?

2- Yıllardır SSK'da çalışan bir doktor olarak, mevcut hastanelerin, bugünkü merkezden yönetim zihniyetiyle yeterli sağlık hizmeti veremediğine, veremeyeceğine inanıyorum. Hastanelerimizin bir sağlık işletmesine dönüştürülmesinin çok verimli olacağı kanaatindeyim. Bu konuda neler düşünüyorsunuz?

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Kocaeli) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın Sıvalıoğlu'na çok teşekkür ediyorum.

Bizim de düşüncemiz, Sağlık Daire Başkanlığını daha etkin, daha verimli çalışır hale getirmektir. Ne var ki, biz, şayet imkânımız olursa, genel müdürlük şeklinde değil de, Kurumu, başkanlık sistemi olarak yeniden tanzim etmek istiyoruz. Dolayısıyla, sağlık işleri daire başkanlığı ve sigorta işleri daire başkanlığı şeklinde, ancak, genel müdürlük kadar etkili iki ayrı daire başkanlığı halinde düşünüyoruz. 4792 sayılı Yasada yapacağımız değişiklikte, umarım, bu düşüncelerimiz yer alacaktır.

Hastaneler, gerçekten, merkezden yönetilemeyecek kadar ağır şartlardadır. SSK fevkalade dev bir kuruluştur; artık, merkezden yönetilememektedir. Bütün hastaneler olmasa bile, bölge hastanelerini, İzmir, İstanbul, Ankara gibi emek-yoğun illerdeki hastaneleri yerinden yönetime kavuşturma istikametinde de düşüncelerimiz, çalışmalarımız var. Birer döner sermayeli işletme haline dönüştürebilir miyiz; bu konuda Kurumda ve Bakanlığımızda çalışmalar devam etmektedir.

Açıklama fırsatı verdikleri için kendilerine teşekkür ediyorum.

BAŞKAN - Sayın Selahattin Beyribey?.. Buradalar.

Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Sayın Başkanım, delaletinizle aşağıdaki sorularımın Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından cevaplandırılmasını arz ederim.

Saygılarımla.

Yusuf Selahattin Beyribey

Kars

1- 1996-1997 programında tamamlanmak üzere, Kars'ta 62 süt sığırcılığı kooperatifinin şu ana kadar 20'sine sığırları verilmiştir. Geri kalan 42 kooperatife, bu yıl ihale edilip inekleri teslim edilecek mi?

2- Bilgilerinizin dahilinde olduğu gibi sunî tohumlamayla ilgili bir tane ekip vardır. Sayısını kaça çıkarmayı düşünüyorsunuz? Ve Kars'ta sunî tohumlamayla ilgili kaç ekip kurmak istiyorsunuz?

3- Kafkas Üniversitesi Veteriner Fakültesiyle protokol imzalayarak, hayvan hastalıkları ve ıslah ve üretimle ilgili ortak girişimler düşünüyor musunuz?

4- Tarım ili olan Kars'a yem bitki tohumları ve yem bitki ekimini teşvik edici neler düşünüyorsunuz?

5- SSK Kars Hastanesinin yalnızca adı mevcuttur. SSK Kars Hastanesi, hastane olarak faaliyete geçecek midir?

BAŞKAN - Sayın Bakan?..

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSA DEMİRCİ (Sıvas) - Sayın Başkan, cevapları arz ediyorum:

1996-1997 yıllarında 62 süt sığırcılığı kooperatifinin -Sayın Beyribey'in de açıkladığı gibi- 20'sine hayvanları verilmiştir; ancak, geri kalanının tamamına, bu 1997 yılında, takdir edersiniz ki, verilmesi mümkün değil; çünkü, Türkiye genelinde sayıları 1 500, 2 000'in üzerinde olan kalkınma kooperatifi vardır. O bakımdan, bir nispet dahilinde diğer geri kalan kooperatiflerin bir kısmına hayvan verilmeye çalışılacaktır.

Sunî tohumlama her ilde devam ediyor. Sayın Beyribey'in açıkladıkları gibi, belki Kars'ta yeteri kadar ekip yoktur; ancak, hayvancılığımızın ıslahı için orada yeteri kadar ekip oluşturulacak ve dolayısıyla sunî tohumlama hizmetlerimiz devam edecektir. Veteriner Fakültesiyle şu anda herhangi bir çalışma programımız yoktur; ancak, 1997 yılı içerisinde, gerek Veteriner Fakültesiyle gerekse diğer kurumlarla bir çalışma başlatacağız. Yem bitkileri ekimi konusunda, bilhassa Kars'ta hayvancılığımızın, süt sığırcılığımızın gelişmesi bakımından silaj yapımına önem verilmektedir ve Kars'ta bugün iftiharla tespit ediyoruz ki, silaj ekimi başlamıştır. 1995 yılında, yonca ve korunga -biraz önce Genel Kurulun bilgisine sunduğumuz gibi- yem bitkileri ekimine bütün Türkiye genelinde olduğu gibi, Kars'ta da önem vereceğiz.

Arz ederim.

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Kars) - Bir sorumuz daha var.

BAŞKAN - Evet, Sayın Bakan?..

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Kocaeli) - Efendim, Kars Hastanemizin de diğer hastaneler gibi hekim, sağlık personeli ve eleman ihtiyacı var. Bu sınavda kazanacak olanlardan bir bölümünü Kars Hastanemize tayin edeceğiz. Ayrıca, sağlık personeliyle ve tahmin ediyorum, 1997 Ocak, Şubat aylarında hekim takviyesiyle, Kars Hastanemiz, sigortalılara daha da verimli hizmet sunacak hale getirilecektir.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Sayın Aslan Ali Hatipoğlu?.. Burada.

2 sorusunu da okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Sayın Başkanım, delaletlerinizle, aşağıdaki sorularımı Tarım Bakanının cevaplandırmasını müsaadelerinize arz ederim.

Aslan Ali Hatipoğlu

Amasya

1. Sayın Başbakanın çiftçiye verdiği sözü yerine getirmediği malumunuzdur. Çitftçiyi bu mağdur durumdan nasıl kurtarmayı düşünüyorsunuz?

2. Besicilerimizi ne gibi önlemlerle destekleyeceksiniz?

TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANI MUSA DEMİRCİ (Sıvas) - Sayın Başkan, Sayın Hatipoğlu'nun sorularına cevap arz ediyorum:

Çiftçilerimizin, bilhassa tabiî afetlerden zarar gören çiftçilerimizin borçları affedilecektir ve “faizsiz olarak borçları bir yıl ertelenecektir” sözü verilmiştir. Dolayısıyla, ihtiyaçları olan tohumluk da, kendilerine verilecektir. Başbakanımızın verdiği söz budur ve dolayısıyla, bu söz de yerine getirilmiş; çiftçilerimize 100 bin ton tohum hazırlanmış, bunun 60 bin tonu çiftçilerimize intikal ettirilmiştir.

Genel Kurula biraz önce arz ettiğim gibi, Türkiye'deki besicilerimizin, yine, 1997 yılında, 1 milyon 300 bin boş kapasitesi vardır; hem onlar hem de diğer besi yapan çiftçilerimiz Ziraat Bankası ucuz kredileriyle desteklenecektir.

Arz ederim.

BAŞKAN - Sayın Hatipoğlu'nun ikinci sorusunu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Sayın Başkanım, delaletlerinizle aşağıdaki sorularımın, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Sayın Bakanı tarafından cevaplandırılmasını arz ederim.

1.- Malî kriz içinde olan Bağ-Kur'a kısa vadede gelir sağlamak amacıyla yapmış olduğunuz basamak yükseltmek için kaç vatandaşımız başvurmuştur; beklentiniz gerçekleş midir?

2.- Amasya Bağ-Kur İl Müdürlüğü şehrin en güzel yerinde bomboş duran arsasına rağmen, yıllardır kiralık bir binada hizmetini sürdürmektedir. İl müdürlük binamız 1997 yılı içinde yapılacak mıdır?

3.- İlçemiz Suluova'da inşa edilen 80 yataklı SSK hastanesi ile Amasya SSK hastanesi uzman doktor ve yardımcı personel olmadığı için gerekli sağlık hizmetlerini verememektedir. 1997 yılı başında hastanemizin gerekli personel ihtiyacını sağlayacak mısınız?

4.- Prim borçlarını doğrudan bankaya yatırdıkları halde, süresinde bildirge vermemekten dolayı cezaya uğratılan iş ve işverenlerimize yapılan bu haksızlığı giderecek bir yasal düzenleme çalışmanız var mıdır?

BAŞKAN - Sayın Bakan...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Kocaeli) - Sayın Başkan, soruların yoğunluğu nedeniyle, izin verirseniz, değerli arkadaşımıza yazılı cevap vermek istiyorum.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın Turan Bilge?.. Burada.

Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Sayın Bakanına sorulmak üzere delaletinizi saygılarımla arz ederim.

A.Turan Bilge

Konya

Memurlara grevli toplusözleşmeli sendikal hakların geciktirilmeden verilmesi için Bakanlığınız ve Hükümetinizce yapılan veya yapılması planlanan çalışmalarınız var mıdır? Varsa, ne zaman sonuçlanacaktır ve memurlarımızın kaybolan maddî hakları yanında, zedelenen onurları ve siyasî iktidarın insaf ölçülerine terk edilen uygulamalar ne zaman son bulacaktır?

BAŞKAN - Sayın Bakan...

ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI NECATİ ÇELİK (Kocaeli) - Sayın Başkan, kamu çalışanlarının sendikalaşmalarına ilişkin yasal çalışmalarımız son aşamaya gelmiş bulunmaktadır. Grevli toplusözleşmeli olup olmaması hususu üniversitelerimiz tarafından farklı değerlendirilmektedir. Bugünkü 82 Anayasasının böyle bir sendikalaşmaya; yani, grevli toplusözleşmeli kamu çalışanlarının sendikalaşmasına imkân vermediği düşüncesi, ağırlık kazanmaktadır. Dolayısıyla, bu husus, netleşmediği için, bugüne kadar bu tasarıyı Yüce Meclise sunamamış bulunmaktayız. Ne var ki, işin sonuna gelinmiştir. Kanaatim odur ki, çok kısa bir zaman içerisinde, netleşen bu düşünceler dikkate alınarak kamu çalışanlarının örgütlendiği -konfederasyonlarla da olabildiğince uzlaşarak- tasarı, Başbakanlığa ve Yüce Meclise sevk edilecektir.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, soru işlemi tamamlanmıştır.

BEKİR KUMBUL (Antalya) - Sayın Başkan, kaçta kaldınız?

BAŞKAN - Maalesef tam size gelmişti sıra.

BEKİR KUMBUL (Antalya) - Onu da alıverelim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Süre bitti.

Sayın milletvekilleri, sırası gelmeyerek, burada okumadığımız sorularla ilgili olarak Başkanlığımız, herhangi bir işlem yapmamaktadır. Sayın Bakanlardan yazılı ya da sözlü cevap isteyen sayın milletvekillerinin soruları geri alarak, yeniden normal İçtüzüğümüzün 96 ncı maddesindeki soru formuna çevirerek, Başkanlığa sunmaları gerekmektedir.

ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Amasy) - Sayın Başkan!..

BAŞKAN - Buyurun.

ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Amasya) - Daha önceki oturumlarda, sayın başkanlar, cevap verilmeyen soruları gerekli Bakanlıklara tevcih edeceklerini, soruların cevaplandırılacağını söylemişlerdi.

BAŞKAN - Bakanlıkların istemesi halinde yapıyoruz o işlemi. Bakanlıkların istemesi veya istememesi konusunda size Başkanlığımızın verebileceği bir güvence yok.

ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Amasya) - Peki o zaman sorularımızı geri alalım.

YUSUF ÖZTOP (Antalya) - Bakanlarımıza soralım efendim.

BAŞKAN - Bunu uzatmaya gerek yok, sorularınızı geri alıp bir soru formuna çevireceksiniz.

YUSUF ÖZTOP (Antalya) - İstiyorlarsa, soruları elden verelim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, şimdi sırasıyla 10 uncu turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümleri ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım:

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1997 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum.

C) TARIM VE KÖYİŞLERİ BAKANLIĞI

1. - Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi

A - CETVELİ

Program

Kodu Açıklama Lira

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 34 334 899 000 000

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

111 Tarımın Geliştirilmesi, Korunması, Araştırılması, Desteklen-

mesi ve Koordinasyonu Hizmetleri 6 514 590 000 000

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 1 303 102 000 000

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

999 Dış Proje Kredileri 1 093 311 000 000

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

TOPLAM 43 245 902 000 000

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1997 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2. - Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN - Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1994 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Genel toplamı okutuyorum :

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

A - CETVELİ

1050 S.K. 83. Madde

Genel Ödenek Toplam İptal Edilen Ödenek Dışı Ertesi Yıla Gereğince Saklı

Toplamı Harcama Ödenek Harcama Devreden Ödenek Tutulan Ödenek

TOPLAM: 9 242 604 183 000 8 288 163 538 000 973 275 380 000 22 989 777 000 4 155 042 000 14 797 775 000

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1994 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.

3. - Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN - Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1995 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Genel toplamı okutuyorum :

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

A - CETVELİ

Akreditif, Taahhüt

Art. ve Dış Proje

Genel Ödenek Toplam İptal Edilen Ödenek Dışı Ertesi Yıla Kred. Saklı Tut.

Toplamı Harcama Ödenek Harcama Devreden Ödenek Ödenek

TOPLAM: 15 556 795 075 000 14 311 695 831 000 1 513 534 796 000 274 818 974 000 6 383 422 000 9 774 211 000

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1995 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Tarım ve Köyişleri Bakanlığı 1997 malî yılı bütçesi ile 1994 ve 1995 malî yılı kesinhesaplarının bölümleri kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.

Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1997 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum.

1. - Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1997 Malî Yılı Bütçesi

A - CETVELİ

Program

Kodu Açıklama Lira

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 155 700 000 000

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

111 Tarım Reformu Uygulamaları 708 450 000 000

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 114 850 000 000

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

TOPLAM 979 000 000 000

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(B) cetvelini okutuyorum :

B - CETVELİ

Gelir

Türü Açıklama Lira

2 Vergi Dışı Normal Gelirler 9 500 000 000

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

3 Özel Gelirler ve Hazine Yardımı 969 500 000 000

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir

TOPLAM 979 000 000 000

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1997 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2. - Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN - Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1994 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamı okutuyorum :

Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

A - CETVELİ

Genel Ödenek Toplam İptal Edilen

Toplamı Harcama Ödenek

TOPLAM: 210 416 016 000 154 562 155 000 55 853 861 000

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum :

B - CETVELİ

Tahmin Tahsilat

Lira Lira

TOPLAM : 255 825 000 000 138 627 193 000

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1994 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

3. - Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN - Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1995 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(A) cetvelinin genel toplamını okutuyorum :

Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

A - CETVELİ

Genel Ödenek Toplam İptal Edilen

Toplamı Harcama Ödenek

TOPLAM: 335 069 050 000 230 923 458 000 104 145 592 000

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

(B) cetvelinin genel toplamını okutuyorum :

B - CETVELİ

Tahmin Tahsilat

Lira Lira

TOPLAM : 318 310 000 000 228 479 800 000

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Tarım Reformu Genel Müdürlüğü 1995 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Böylece, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ve Tarım Reformu Genel Müdürlüğünün 1997 malî yılı bütçeleri ile 1994 ve 1995 malî yılları kesinhesapları kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1997 malî yılı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Bölümleri okutuyorum.

D) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI

1. - Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1997 Malî Yılı Bütçesi

A - CETVELİ

Program

Kodu Açıklama Lira

101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 650 547 000 000

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

111 Çalışma ve Sosyal Güvenlik Hizmetleri 2 525 958 000 000

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

112 Yakın ve Orta Doğu Çalışma Eğitim Merkezi Müdürlüğü

Hizmetleri 80 945 000 000

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

113 İstihdam Hizmetleri 2 258 000 000 000

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 168 000 000 000

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

999 Dış Proje Kredileri 2 109 450 000 000

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

TOPLAM 7 792 900 000 000

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1995 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.

2. - Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN - Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1994 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Genel toplamı okutuyorum :

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1994 Malî Yılı Kesinhesabı

A - CETVELİ

Genel Ödenek Toplam İptal Edilen Ödenek Dışı

Toplamı Harcama Ödenek Harcama

TOPLAM: 988 343 785 000 800 984 539 000 187 379 736 000 20 490 000

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1994 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.

3. - Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

BAŞKAN - Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1995 malî yılı kesinhesabının bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum : Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Genel toplamı okutuyorum :

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1995 Malî Yılı Kesinhesabı

A - CETVELİ

Genel Ödenek Toplam İptal Edilen Ödenek Dışı

Toplamı Harcama Ödenek Harcama

TOPLAM: 1 967 694 450 000 1 176 022 851 000 791 834 178 000 162 579 000

BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1995 malî yılı kesinhesabının bölümleri kabul edilmiştir.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1997 malî yılı bütçeleri ile 1994 ve 1995 malî yılları kesinhesaplarının bölümleri kabul edilmiştir; hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim.

Sayın milletvekilleri, 10 uncu tur görüşmeleri ve bugünkü program tamamlanmıştır.

Programda yer alan kuruluşların bütçe ve kesinhesaplarını görüşmek için, 15 Aralık 1996 Pazar günü, saat 10.00'da toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 00.16


Türkiye Büyük Millet Meclisi

GÜNDEMİ

33 ÜNCÜ BİRLEŞİM

14 . 12 . 1996 CUMARTESİ

Saat : 10.00

1

BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

2

ÖZEL GÜNDEMDE YER ALACAK İŞLER

x 1. - 1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/518) (S. Sayısı : 134) (Dağıtma tarihi 6.12.1996)

x 2. - 1994 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1994 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/282, 3/414) (S. Sayısı : 103) (Dağıtma tarihi : 6.12.1996)

x 3. - 1995 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1995 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/492, 3/516) (S. Sayısı : 151) (Dağıtma tarihi : 6.12.1996)

x 4. - Katma Bütçeli İdareler 1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/519) (S. Sayısı : 135) (Dağıtma tarihi : 6.12.1996)

x 5. - 1994 Malî Yılı Katma Bütçeli İdarelerin Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1994 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/283, 3/415) (S. Sayısı : 102) (Dağıtma tarihi : 6.12.1996)

x 6. - 1995 Malî Yılı Katma Bütçeli İdarelerin Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1995 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/493, 3/517) (S. Sayısı : 150) (Dağıtma tarihi : 6.12.1996)

3

SEÇİM

4

OYLAMASI YAPILACAK İŞLER

5

MECLİS SORUŞTURMASI RAPORLARI

6

GENEL GÖRÜŞME VE MECLİS ARAŞTIRMASI

YAPILMASINA DAİR ÖNGÖRÜŞMELER

7

SÖZLÜ SORULAR

8

KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE

KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

TUTANAĞIN SONU

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.