Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

T.B.M.M.

TUTANAK DERGİSİ

CİLT : 15

28 inci Birleşim

9 . 12 . 1996 Pazartesi


İÇİNDEKİLER

  I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - Kırşehir Milletvekili Mehmet Ali Altın'ın vefatına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/559)

B) ÇEŞİTLİ İŞLER

1. -1997 malî yılı bütçe kanunu tasarılarının TBMM Genel Kurulunda yapılan görüşmelerinde Başbakan Necmettin Erbakan'ın slayt göstermek suretiyle istifade ettiği 36 sayfalık doküman

IV. -KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

1. -1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/518) (S. Sayısı :134)

2. -1994 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1994 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/282, 3/414) (S. Sayısı :103)

3.-1995 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1995 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/492, 3/516) (S. Sayısı :151)

4. -Katma Bütçeli İdareler 1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/519) (S. Sayısı :135)

5. -1994 Malî Yılı Katma Bütçeli İdarelerin Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1994 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/283, 3/415) (S. Sayısı :102)

6. -1995 Malî Yılı Katma Bütçeli İdarelerin Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1995 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/493, 3/517) (S. Sayısı :150)

V. -SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. -Ankara Milletvekili Mehmet Gölhan'ın, İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit'in, basında çıkan sözlerini yanlış aksettirmesi nedeniyle konuşması

VI. -SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI

1. -Manisa Milletvekili Hasan Gülay'ın, 1996 yılı Ege kuru üzüm taban fiyatına ve TARİŞ ve Tekel'in kuru üzüm alımına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Lütfü Esengün'ün yazılı cevabı (7/1359)

2.-Yozgat Milletvekili Kâzım Arslan'ın, Yozgat-Şefaatli Karayolunun durumuna ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Cevat Ayhan'ın yazılı cevabı (7/1620)

3. -Konya Milletvekili Nezir Büyükcengiz'in, Susurluk'ta meydana gelen bir trafik kazasında ölen bir şahsın suçlu olarak aranmakta olup olmadığına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Meral Akşener'in yazılı cevabı (7/1626)

4. -Ordu Milletvekili Müjdat Koç'un, Gençlik ve Spor'dan sorumlu Devlet Bakanının bedelli askerlik uygulamasından gerçeğe aykırı belgelerle faydalandığı iddiasına ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı Turhan Tayan'ın yazılı cevabı (7/1638)

I.-GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 14.00'te açılarak iki oturum yaptı.

Tokat Milletvekili Bekir Sobacı, toplum-devlet ilişkilerine,

İzmir Milletvekili İ. Kaya Erdem de, Türkiye Büyük Millet Meclisinin kamu oyundaki itibar ve saygınlığına,

İlişkin Gündemdışı birer konuşma yaptılar.

İzmir Milletvekili Birgen Keleş'in, 5 Aralık kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilişinin yıldönümüne ve kadın haklarına ilişkin gündemdışı konuşmasına, Devlet Bakanı Işılay Saygın cevap verdi.

Birleşik Arap Emirliklerine gidecek olan Devlet Bakanı Lütfü Esengün'e, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Abdullah Gül'ün vekillik etmesinin uygun görülmüş olduğuna ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Adalet Komisyonu Başkanlığının, (1/465) esas numaralı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanuna Bir Ek Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarısının (S. Sayısı :41) bir kez daha incelenmek üzere Komisyona geri verilmesine ilişkin tezkeresi okundu; gündemin 15 inci sırasında bulunan tasarının komisyona geri verildiği bildirildi.

İzmir Milletvekili Atilla Mutman ve 21 arakadaşının, Ege kıyılarında kurulan balık çiftliklerinin ülke turizmini tehdit ettiği iddialarının,

İstanbul Milletvekili Zekeriya Temizel ve 21 arkadaşının, izlenmeye alınan ve faaliyetine son verilen bankaların kanuna aykırı işlemlerinin,

Araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri (10/134), (10/135) okundu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve öngörüşmelerinin, sırasında yapılacağı açıklandı.

Gündemin “Kanun Tasarısı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler” kısmının :

1 inci sırasında bulunan 23,

2 nci sırasında bulunan 132,

Sıra sayılı kanun tasarılarının görüşmeleri, komisyon yetkilileri Genel Kurulda hazır bulunmadıklarından, ertelendi;

3 üncü sırasında bulunan, 4139 sayılı 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu ile Bağlı (A) İşaretli Cetvelde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/540) (S. Sayısı :152) görüşmelerden sonra yapılan açık oylama sonucunda kabul edildiği ve kanunlaştığı açıklandı.

Alınan karar gereğince, 1997 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1994 ve 1995 Yılları Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarını görüşmek için, 9 Aralık 1996 Pazartesi günü saat 10.00'da toplanmak üzere, grupların mutabakatıyla, 18.55'te birleşime son verildi.

Hasan Korkmazcan

Başkanvekili

Ahmet Dökülmez Fatih Atay

Kahramanmaraş Aydın

Kâtip Üye Kâtip Üye

II. -GELEN KÂĞITLAR

6.12.1996 CUMA

Raporlar

1.-1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/518) (S. Sayısı :134) (Dağıtma tarihi :6.12.1996) (GÜNDEME)

2. -1994 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1994 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/282, 3/414) (S. Sayısı :103) (Dağıtma tarihi :6.12.1996) (GÜNDEME)

3.-1995 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1995 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/492, 3/516) (S. Sayısı :151) (Dağıtma tarihi :6.12.1996) (GÜNDEME)

4. -Katma Bütçeli İdareler 1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/519) (S. Sayısı :135) (Dağıtma tarihi :6.12.1996) (GÜNDEME)

5. -1994 Malî Yılı Katma Bütçeli İdarelerin Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1994 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/283, 3/415) (S. Sayısı :102) (Dağıtma tarihi :6.12.1996) (GÜNDEME)

6. -1995 Malî Yılı Katma Bütçeli İdarelerin Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1995 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/493, 3/517) (S. Sayısı :150) (Dağıtma tarihi :6.12.1996) (GÜNDEME)

Yazılı Soru Önergeleri

1.-İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş'ın, İstanbul -Güngören İlçesinin bazı sorunlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1718) (Başkanlığa geliş tarihi :4.12.1996)

2.- İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş'ın, 1978 yılında İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesinde meydana gelen bombalama olayının faillerine ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1719) (Başkanlığa geliş tarihi :4.12.1996)

3. -İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, pratisyen ve uzman doktorların iller itibariyle dağılımına ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru önergesi (7/1720) (Başkanlığa geliş tarihi :4.12.1996)

4. -İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, OHAL Bölgesi ve mücavir illerde güvenlik nedeniyle öğretim yapılmayan okullara ilişkin Millî Eğitim Bakanından yazılı soru önergesi (7/1721) (Başkanlığa geliş tarihi :4.12.1996)

5.-İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, Ankara DGM'nin verdiği kararlar doğrultusunda bazı telefonların dinlendiği iddiasına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/1722) (Başkanlığa geliş tarihi :4.12.1996)

6.-İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, Diyarbakır Etipi Cezaevinde meydana gelen ve bazı tutukluların ölümüyle sonuçlanan olaya ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1723) (Başkanlığa geliş tarihi :4.12.1996)

7.-İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, Manisa İl Emniyet Müdürlüğünde bazı gençlerin maruz kaldığı işkence olayına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1724) (Başkanlığa geliş tarihi :4.12.1996)

8.-İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, OHALBölgesi ve mücavir illerde güvenlik ve terör nedeniyle boşalan yerleşim birimlerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1725) (Başkanlığa geliş tarihi :4.12.1996)

9.-İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, faili meçhul cinayetlere ve OHAL Bölgesindeki terör olaylarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1726) (Başkanlığa geliş tarihi :4.12.1996)

10. -İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, öğrenci yurtlarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1727) (Başkanlığa geliş tarihi :4.12.1996)

11. -İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, Kur'an kursları ve ibadet yerleri ile din görevlilerine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1728) (Başkanlığa geliş tarihi :4.12.1996)

12. -İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, eski Başbakanlardan Mesut Yılmaz, Tansu Çiller ve Başbakan Necmettin Erbakan'ın hediye ettiği silahlara ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1729) (Başkanlığa geliş tarihi :4.12.1996)

9.12.1996 PAZARTESİ

Teklifler

1. -Erzurum Milletvekili İsmail Köse'nin; Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/587) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)

2. -Erzurum Milletvekili İsmail Köse'nin; 1076 sayılı Yedek Subaylar ve Yedek Askerî Memurları Kanunu ile 1111 Sayılı Askerlik Kanunlarına 1 Ek ve 2 Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/588) (İçişleri ve Millî Savunma komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)

3. -Erzurum Milletvekili İsmail Köse'nin; Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/589) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)

4. -Erzurum Milletvekili İsmail Köse'nin; 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/590) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)

5. -Erzurum Milletvekili İsmail Köse'nin; 3201 Sayılı Emniyet Teşkilatı Kanununa Bir Ek Madde İlave Edilmesine Dair Kanun Teklifi (2/591) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)

6. -Erzurum Milletvekili İsmail Köse'nin; Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/592) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)

7. -Erzurum Milletvekili İsmail Köse'nin; Güvenlik Şeref Madalyası ve Güvenlik Üstün Hizmet Madalyası Kanunu Teklifi (2/593) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)

8. -Erzurum Milletvekili İsmail Köse'nin; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanunun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına ve Aynı Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesine İlişkin Kanun Teklifi (2/594) (Millî Eğitim, Kültür,Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)

9. -Erzurum Milletvekili İsmail Köse'nin; Talih Oyunları Kanun Teklifi (2/595) (Adalet ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)

10. -Erzurum Milletvekili İsmail Köse'nin; 3.4.1930 Tarih ve 1580 Sayılı Belediye Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/596) (İçişleri Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)

11. -Erzurum Milletvekili İsmail Köse'nin; Bir İlçe Kurulmasına Dair Kanun Teklifi (2/597) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)

12. -Erzurum Milletvekili İsmail Köse'nin; Kamu Alımlarının Ekonomik Etkilerinin İyileştirilmesi Kanun Teklifi (2/598) (Adalet ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi:5.12.1996)

13. -Erzurum Milletvekili İsmail Köse'nin; Bir İlçe Kurulmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/599) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)

14. -Erzurum Milletvekili İsmail Köse'nin; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanunun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/600) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)

15. -Erzurum Milletvekili İsmail Köse'nin; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Kabulüne Dair 2809 Sayılı Kanuna Bir MaddeEklenmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/601) (Millî Eğitim, Kültür,Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)

16. -Erzurum Milletvekili İsmail Köse'nin; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair 2809 Sayılı Kanun ile 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/602) (Millî Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)

17. -Erzurum Milletvekili İsmail Köse'nin; Esenyurt Adında Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/603) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)

18. -Erzurum Milletvekili İsmail Köse'nin; Sızar Adıyla Bir İlçe Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/604) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)

Sözlü Soru Önergesi

1.-Yozgat Milletvekili Kâzıma Arslan'ın, Sultanbeyli İlçesinde bazı cadde isimlerinin değiştirildiği iddialarına ilişkin Millî Savunma Bakanından sözlü soru önergesi (6/383) (Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)

Yazılı Soru Önergeleri

1.-İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, ceza ve tutukevlerine ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/1730) (Başkanlığa geliş tarihi :4.12.1996)

2.-İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, iç ve dış borca ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1731) (Başkanlığa geliş tarihi :4.12.1996)

3.-İzmir Milletvekili Sabri Ergün'ün, yabancı uyruklu mültecilere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1732) (Başkanlığa geliş tarihi :4.12.1996)

4.-İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, silah taşıma ve bulundurma ruhsatlarına ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1733) (Başkanlığa geliş tarihi :4.12.1996)

5.-İzmir Milletvekili Sabri Ergül'ün, polisle girdiği bir çatışma sonucunda hayatını kaybeden bir şahsa ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1734) (Başkanlığa geliş tarihi :4.12.1996)

6.-Ordu Milletvekili Müjdat Koç'un, FİSKOBİRLİKtarafından yapılan fındık küspesi ihalesine ilişkin Sanayi ve Ticaret Bakanından yazılı soru önergesi (7/1735) (Başkanlığa geliş tarihi :4.12.1996)

7. -Yozgat Milletvekili Kâzım Arslan'ın, bazı kurumların yeni lojman aldıkları iddiasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1736) (Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)

8.-Aydın Milletvekili Yüksek Yalova'nın, maç yayınlarında uygulanan havuz sistemine ilişkin Devlet Bakanından yazılı soru önergesi (7/1737) (Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)

9.-Aydın Milletvekili Yüksek Yalova'nın, Yıldız Sarayı dış karakol binasına Kültür Bakanlığı tarafından mahkeme kararına rağmen el konulduğu iddialarına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1738) (Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)

10.-İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı'nın, Artvin Trafik Denetleme Müdürlüğünde görevli bir şahsa ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1739) (Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)

11. -Konya Milletvekili Nezir Büyükcengiz'in, belediyelere yapılan yardım mikatarına ilişkin Maliye Bakanınadan yazılı soru önergesi (7/1740) (Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)

12. -Konya Milletvekili Nezir Büyükcengiz'in, belediyelere yapılan yardım miktarına ilişkin Çevre Bakanınadan yazılı soru önergesi (7/1741) (Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)

13. -Manisa Milletvekili Tevfik Diker'in, telefonların dinlenip dinlenmediğine ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1742) (Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)

14. -Adana Milletvekili Orhan Kavuncu'nun, İstanbul -Eminönü İsa Yusuf Alptekin Parkıyla ilgili gönderdiği bir yazıya ilişkin Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısından yazılı soru önergesi (7/1743) (Başkanlığa geliş tarihi :5.12.1996)

15.-Aydın Milletvekili Yüksek Yalova'nın, Kültür Bakanlığı yetkililerince İstanbul 3 üncü İdare Mahkemesince verilen yürütmeyi durdurma kararına uyulmadığı iddiasına ilişkin Adalet Bakanından yazılı soru önergesi (7/1744) (Başkanlığa geliş tarihi :6.12.1996)

16.-Kocaeli Milletvekili Bekir Yurdagül'ün, Interpol tarafınadan aranan bir şahsa ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/1745) (Başkanlığa geliş tarihi :6.12.1996)

17. -Kırıkkale Millevtekili Kemal Albayrak'ın, kamu kurum ve kuruluşlarında kullanılan araç sayısına ilişkin Maliye Bakanından yazılı soru önergesi (7/1746) (Başkanlığa geliş tarihi :6.12.1996)

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 10.00

9 Aralık 1996 Pazartesi

BAŞKAN: Başkanvekili Hasan KORKMAZCAN

KÂTİP ÜYELER:Kâzım ÜSTÜNER (Burdur), Zeki ERGEZEN (Bitlis)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28 inci Birleşimini açıyorum.

Görüşmelere başlıyoruz.

Kırşehir Milletvekili Mehmet Ali Altın'ın vefatına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutuyorum:

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - Kırşehir Milletvekili Mehmet Ali Altın'ın vefatına ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/559

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna

Kırşehir Milletvekili Mehmet Ali Altın, 6 Aralık 1996 günü vefat etmiştir. Merhuma Tanrı'dan rahmet, yakınlarına başsağlığı dilerim.

Aziz arkadaşımızın yüce hatıraları önünde Genel Kurulu 1 dakikalık saygı duruşuna davet ediyorum.

Mustafa Kalemli

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı

(Saygı duruşu yapıldı)

BAŞKAN - Allah rahmet eylesin, ruhu şad olsun.

Sayın milletvekilleri, gündeme geçiyoruz.

IV. -KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER

1. -1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/518) (S. Sayısı :134) (x)

2. -1994 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1994 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/282, 3/414) (S. Sayısı :103) (x)

3.-1995 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1995 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/492, 3/516) (S. Sayısı :151) (x)

4. -Katma Bütçeli İdareler 1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/519) (S. Sayısı :135) (x)

5. -1994 Malî Yılı Katma Bütçeli İdarelerin Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1994 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/283, 3/415) (S. Sayısı :102) (x)

6. -1995 Malî Yılı Katma Bütçeli İdarelerin Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1995 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/493, 3/517) (S. Sayısı :150) (x)

BAŞKAN - Gündemimize göre, 1997 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1994 ve 1995 Malî Yılları Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının görüşmelerine başlıyoruz.

Komisyon ve Hükümet yerlerini aldılar.

Sayın milletvekilleri, kanun tasarıları ve komisyon raporları bastırılıp dağıtılmıştır.

Şimdi, komisyon raporlarının okunup okunmaması hususunu oylarınıza sunacağım: Raporların okunmasını kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir.

Şimdi, bütçe kanunu tasarılarının sunuş konuşmasını yapmak üzere, Hükümete söz vereceğim.

Maliye Bakanı Sayın Abdüllatif Şener; buyurun efendim. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 54 üncü Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin ilk bütçesi olan 1997 konsolide bütçesi, Anayasamızda öngörülen sürede Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edilmiştir.

Plan ve Bütçe Komisyonunda bir aya yaklaşan süreyle incelenmiş olan bütçe, bugünden itibaren Yüce Meclisin takdirlerine sunulmaktadır. Plan ve Bütçe Komisyonunun Değerli Başkan ve üyelerine, görüşlerini belirten diğer milletvekillerimize, katkıları için, huzurlarınızda, şahsım ve Hükümetim adına teşekkür ediyorum.

Bütçelerle, millî gelirin yaklaşık dörtte biri vergi veya diğer vasıtalarla ekonomiden kamuya çekilmekte ve harcamalar yoluyla da, tekrar ekonomiye geri dönmektedir. Bu büyüklükteki bir hareketin genel ekonomik dengeleri etkileyeceği açıktır. Bu itibarla, bütçeler, maliye politikasının en önemli araçlarından biridir. Bu yönüyle bütçeler, hükümetlerin icra programı niteliğini taşıdıkları için, Mecliste görüşülmeleri sırasında, sadece bütçe değil, ülkenin tüm ekonomik ve siyasî durumu da değerlendirilmektedir.

Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi olarak, Hükümeti kurup göreve başladığımızda, ülkemizin içerisinde bulunduğu temel sorunları biliyorduk. Bu nedenle, bütün hazırlıklarımızı, bu sorunları çözmeye yönelik olarak yaptık. Sonuçta, ülkemizin bugünü ve geleceğini ipotek altına almış olan borç-faiz kısır döngüsünü kıracak, gelir dağılımındaki bozuklukları giderecek, fiyat istikrarıyla birlikte yatırım, istihdam, üretim ve ihracat artışı sağlayarak insanlarımızın refah seviyesini yükseltecek olan bir bütçe hazırlanıp Yüce Meclise takdim edilmiştir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu bütçenin daha sağlıklı değerlendirilebilmesi bakımından, önce dünyadaki ve ülkemizdeki genel ekonomik durumdan bahsetmek istiyorum.

Günümüz üretim teknolojisinin geldiği noktada, dar olan ülke pazarlarına hitap eden küçük boyutlu sanayileşme politikalarının geçerliliği kalmamıştır. Bir sanayiin kurulabilmesi ve dış pazarlarda rekabet edebilir hale ulaşabilmesi için, her şeyden önce büyük çaplı bir iç pazara ihtiyaç olduğu, artık, herkes tarafından kabul edilmektedir.

Bu anlayış, ülkeleri ekonomik -bölgesel- entegrasyonlara yöneltmiştir.

Küreselleşme ve bölgesel entegrasyonlar, dünya ekonomisinin gündeminde, bugün, önemli bir yer işgal etmektedir.

Avrupa Birliği (AB), Kuzey Amerika Serbest Ticaret Alanı (NAFTA), Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği (APEC) bölgesel entegrasyonların en büyükleri ve dünya ticaretinde en çok söz sahibi olanlarıdır.

Her üç blok da bir taraftan genişleme diğer taraftan da kendi aralarındaki ilişkileri geliştirme gayreti içerisindedirler.

Küreselleşme ve bölgesel entegrasyonların hazırladığı uygun ortam sebebiyle, dünya ekonomisinde ticaret hacminin büyüme hızı, üretim büyümesinin üzerinde seyretmektedir.

“Uruguay Round” olarak bilinen çok taraflı ticaret görüşmelerinin sonuçlanarak, Gümrükler ve Ticaret Genel Anlaşmasının (GATT) yerine Dünya Ticaret Örgütünün kurulması da, dünya ticaretinde yeni bir dönem başlatmıştır.

En son verilere göre, dünya ekonomisinin, 1995 yılında yüzde 3,5 olan ortalama büyüme hızının, 1996 yılında yüzde 3,8 olarak gerçekleşeceği ve 1997 yılında da yüzde 4,1 olacağı tahmin edilmektedir.

Diğer taraftan, 1995 yılında 8,9 artış göstermiş olan dünya ticaret hacminin, 1996 yılında yüzde 6,7 ve 1997 yılında da yüzde 7,2 oranında artması beklenmektedir.

Dünya ekonomisindeki büyüme ve ticaret hacmi artışları, daha çok gelişmekte olan ülkelerin, özellikle de Asya Pasifik bölgesindeki ülkelerin ulaştıkları büyüme ve ticaret hacmi hızlarından kaynaklanmaktadır.

Sanayileşmiş ülkelerde büyüme 1995 yılında yüzde 2,1 olmuştur. Bu ülkelerde, 1996 yılında yüzde 2,3, 1997 yılında da yüzde 2,5 civarında bir büyüme olacağı tahmin edilmektedir.

Gelişmekte olan ülkelerin 1995 yılı büyüme hızı ise yüzde 5,9'dur. Bu ülkelerin, 1996 ve 1997 yıllarında yüzde 6 civarında büyüme göstermeleri beklenmektedir.

Geçiş sürecindeki ülkelerde ise üretim azalışları durmuş, hatta bazılarında artış başlamıştır.

Ticaret hacmindeki büyüme açısından da, sanayileşmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkelerin gerisinde kalmaktadırlar.

1995 yılı itibariyle sanayileşmiş ülkelerin ihracat hacimleri yüzde 7,3 artarken, gelişmekte olan ülkelerin ihracat hacmi yüzde 11,5 artmıştır.

1996 yılında ise ihracat hacmindeki artışın, sanayileşmiş ülkelerde yüzde 4,3'e gerilemesi, gelişmekte olan ülkelerde ise 10,3 olması beklenmektedir.

Sanayileşmiş ülkelerin 1995 yılında yüzde 7,8 olan ithalat hacmindeki artış, 1996 yılında yüzde 5,3'e düşecektir. Buna karşılık, gelişmekte olan ülkelerin ithalat artış hızı 1995 yılında yüzde 11,6 olup, 1996 yılında da yüzde 11,3 olacağı tahmin edilmektedir.

Ancak, gelişmekte olan ülkeler, sanayileşmiş ülkelerin enflasyonu kontrol altına almadaki başarısını gösteremedikleri gibi, bütçe dengelerini sağlama konusunda da bir hayli zorlanmaktadırlar.

Bununla birlikte, hem sanayileşmiş ülkelerin hem de gelişmekte olan ülkelerin önemli ve ortak sorunlarından biri kamu borçlarının millî gelirlerine oranının yüksek oluşudur.

Ülkelerin gündemini işgal eden bir başka ortak sorun da işsizliktir. Sanayileşmiş ülkelerde ortalama işsizlik yüzde 7,7 civarındadır; Avrupa Birliği ülkelerinde ise ortalama yüzde 11'in üzerinde seyretmektedir. Bütün ülkeler işsizliği önlemek için yeni istihdam alanları yaratmaya çalışmaktadırlar.

Günün teknolojisini yakalamış, dünyayla rekabet edebilen bir sanayi kurabilmenin, geniş bir içpazara sahip olmaktan geçtiğinin bilincinde olan Hükümetimiz, bölgesel ve tarihî bağlarla yakın irtibat içinde olduğumuz komşularımızla iktisadî ve siyasî işbirliği faaliyetlerine büyük önem vermektedir. Bu bağlamda, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimiz önemle ele alınmış, bunun sonucu olarak ciddî gelişmeler elde edilmiştir.

Ülkemiz, aynı zamanda, çoğu Karadeniz'e kıyısı olan ülkelerin oluşturduğu Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütünün de kurucu üyesidir.

Türkiye, İran ve Pakistan tarafından kurulmuş olan Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı ise, Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin de katılımıyla, üye sayısını 10'a yükseltmiştir.

Türkiye, 50'nin üzerinde üyesi bulunan İslam Kalkınma Teşkilatının da üyesidir. Kasım ayında İstanbul'da yapılan toplantıda İslam ülkeleri arasında işbirliğinin güçlendirilmesi ve ticaretin artırılması amacıyla çok önemli kararlar alınmıştır.

Ülkemiz tarihî geçmişi içinde hep önemli bir ülke olmuş, soğuk savaşın bitmesi ülkemizin önemini bir kat daha artırmıştır. Balkan ülkeleri, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve Ortadoğu Ülkeleri ile mevcut olan tarihî ve manevî bağlarımız önümüze büyük fırsatlar çıkarmıştır. Bu fırsatlardan daha iyi yararlanabilmek için, başta yakın komşularımız olmak üzere İslâm Ülkeleri, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve Balkan Ülkeleri ile mevcut işbirliği ve ticaret imkânlarını daha da artırmak gayreti içerisindeyiz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde kamu açıkları ile kronikleşen yüksek enflasyon, yatırım eksikliği, bölgelerarası kalkınmışlık farkları, gelir dağılımındaki bozukluk ve işsizlik gibi sorunlar önemini korumaktadır.

Ülkeler ve insanların zenginlik ve refah düzeylerinin belirlenmesinde kullanılan göstergelerin en başında, millî gelirin büyüklüğü ile millî gelirde meydana gelen artışlar gelmektedir.

Ekonomi büyüdükçe toplumun genel refah seviyesi yükselmektedir. Ancak, millî gelirin istikrarlı bir şekilde büyütülmesi yanında, insanlarımızın bu refah artışından hak ettikleri payı alabilmeleri bakımından, gelir dağılımının da adil olması gerekmektedir.

Ülkemizde millî gelirdeki büyüme, istikrarsız ve dalgalı bir yapıda seyretmektedir. 1990 yılında yüzde 9.4 olan büyüme hızı, 1991 yılında binde 3'e düşmüş; 1992 ve 1993 yıllarında yüzde 6.4 ve 8.1 oranlarında artış göstermiş, 1994 yılında ise yüzde 6.1 oranında gerilemiştir.

1995 yılında iç talepteki genişlemeye bağlı olarak ekonomik faaliyetlerde canlanma olmuş ve gayri safi millî hasıla sabit fiyatlarla yüzde 8 oranında büyümüştür.

1996 yılının ilk üç aylık döneminde yüzde 9.6, ikinci üç aylık döneminde de yüzde 8.9 oranında artış gösteren gayri safi millî hasıla, yılın üçüncü çeyreğinde de yüzde 5.4 oranında artmıştır. Böylece, dokuz aylık dönemdeki büyüme yüzde 7.5 olmuştur.

Bu büyüme, sanayi, ticaret ve ulaştırma sektörlerindeki üretim artışlarından kaynaklanmaktadır.

1996 yılında, tarımda yüzde 2,8, sanayide yüzde 6,9 ve hizmetlerde yüzde 8,8 olmak üzere, yüzde 7,5 oranında bir büyüme beklenmektedir.

Yayımlanan son istatistikler, millî gelirin, bölgeler, üretim faktörleri ve fertler arasında dağılımında dengesizlikler olduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim, Marmara Bölgesi, yurtiçi hâsılanın yüzde 36,8'ini alırken, Doğu Anadolu Bölgesi yüzde 4'ünü almaktadır.

Aynı şekilde, nüfusun en zengin yüzde 20'lik bölümü, millî gelirin yüzde 54,9'unu alırken, diğer yüzde 80'lik bölümü ise, yüzde 45,1'ini alabilmektedir.

Büyümenin istikrarlı, paylaşımın daha adil olduğu durumlarda, sosyal sorunlar azalmakta, bu da, gelişme için daha uygun bir ortam hazırlamaktadır.

Millî gelirin dağılımındaki dengesizlikler ile büyümedeki iniş ve çıkışların mevcudiyeti, ekonomimizin istikrarlı ve sürdürülebilir bir büyüme için, bazı potansiyel yapısal reformlara ihtiyacı olduğunu göstermektedir.

Sürdürülebilir hızlı bir büyümenin sağlanması, toplumun refah seviyesinin yükseltilmesi, gelir dağılımının iyileştirilmesi ve istihdamın artırılması, ekonomideki kaynakların etkin bir şekilde kullanılmasıyla mümkündür.

Bu çerçevede, bir taraftan enflasyonla ciddî bir mücadele yapılırken, diğer taraftan da, rant ekonomisinden üretim ekonomisine geçişi sağlayacak politikalara öncelik verilecektir.

Üretim ve istihdamın artırılması, ihracatın canlandırılması, bölgelerarası kalkınmışlık farkları ile gelir dağılımındaki bozulmanın düzeltilerek, toplumun genel refah seviyesinin yükseltilmesi ve hedeflenen büyümenin sağlanabilmesinde, yatırımların özel bir yeri bulunmaktadır.

Toplam sabit sermaye yatırımlarının gayri safî millî hâsıla içindeki payı 1990-1995 döneminde yüzde 23 ilâ 25 arasında değişmektedir. Son yıllarda, özellikle faiz ödemeleri, KİT'ler ve sosyal güvenlik kuruluşlarına ayrılan kaynaklar sebebiyle kamu yatırımlarına yeterince kaynak tahsis edilememesi sonucunda kamu yatırımlarının gayri safî millî hâsıla içindeki payı giderek azalan bir seyir göstermiştir. Nitekim, kamu sabit sermaye yatırımlarının gayri safî millî hâsıladaki payı 1991 yılında yüzde 7,5 iken, 1993 yılında yüzde 7,2'ye, 1994 yılında yüzde 4,9'a ve 1995 yılında da yüzde 4,2'ye düşmüştür. 1996 yılında ise bu payın yüzde 4,6 olması beklenmektedir.

Alt sektörler itibariyle incelendiğinde ise, enerji sektörü yatırımlarının 1990-1994 döneminde reel olarak sürekli ve önemli oranda gerilediği görülmektedir. Öte yandan, toplam sabit sermaye yatırımları içerisinde kamunun payı, 1985 yılındaki yüzde 45,5 seviyesinden, sürekli azalarak 1995 yılında yüzde 17,8'e gerilemiştir. 1996 yılında ise, bu oranın yüzde 19,1 olması beklenmektedir.

Yatırımların arzu edilen düzeylere çıkarılması, her şeyden önce, kaynak meselesinin çözülmesine bağlıdır. Bugüne kadar yapmış olduğumuz çalışmalardan da anlaşılacağı üzere, ülke kaynaklarının ekonomiye kazandırılması Hükümetimizin en önemli ve öncelikli hedefidir. Kaynakların geliştirilmesi ve üretim seferberliğinin yaratacağı gelir artışları yanında, kamu maliyesinde israfın önlenmesi, malî disiplinin sağlanması yoluyla yaratılacak ilave kaynaklarla kamu yatırımlarını arzulanan düzeye çıkarmayı hedefliyoruz.

Yatırımlar için gerekli kaynakların ayrılması kadar önemli olan bir diğer husus da, bu kaynakların etkin ve verimli şekilde kullanılmasıdır.

Bunu dikkate alan Hükümetimiz, 80 ilimiz ve ilçelerindeki bütün kamu ve özel sektör yatırımlarını tek tek izlemeye almıştır.

Bu uygulama ile, verimliliği en yüksek ve tamamlanmaya en yakın yatırımlar belirlenecek, bir an önce ekonomiye kazandırılmaları sağlanacaktır.

Böylece, işsizliğin azaltılarak göçün önlenmesi, ülke refahının artırılması, üretim ve ihracat artışı sağlanması yönünde önemli bir adım atılmış olmaktadır.

Hükümetimiz, yatırım hamlesinin gerçekleşmesinde özel teşebbüsümüze de önem vermektedir.

Bu çerçevede, üretim ve istihdam açısından büyük bir potansiyele sahip olan KOBİ'leri, ekonomideki ağırlıkları ile orantılı olarak vergi ve kredi yoluyla teşvik etmek üzere, özel bir yardım kararını yürürlüğe koymuş bulunuyoruz.

Diğer yandan, özel kesimin eğitim ve sağlık sektörlerindeki yatırımları özendirilirken, enerji, ulaştırma ve haberleşme gibi büyük altyapı projelerinin gerçekleştirilmesinde yap-işlet-devret ve benzeri modeller çerçevesinde özel kesimin ve yabancı sermayenin katılımını hedeflemekteyiz.

Türkiye'de, bugün, uzunca bir süreden beri devam eden ve yüksek düzeyde kronikleşmiş olan ciddî bir enflasyon sorunu vardır.

Toptan eşya fiyatları, 1995 yılında, yıllık olarak yüzde 65,6 artış göstermiştir; tüketici fiyatlarındaki artış ise yüzde 76 olmuştur.

Bu yılın Ocak-Kasım döneminde toptan eşya fiyatlarındaki kümülatif artış yüzde 77,9'a, tüketici fiyatlarındaki artış ise yüzde 73,8'e ulaşmıştır.

Kasım ayı itibariyle, geçen yılın Kasım ayına göre yıllık artış ise, toptan eşya fiyatlarında yüzde 74,4, tüketici fiyatlarında da yüzde 80'1'dir.

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) - Sayın Bakan, yüzde 84,4.

MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) - Enflasyonun normal sayılacak tek haneli rakamlara düşürülememesinin en önemli sebebini, sürekli büyüyen kamu kesimi açıkları ile bu açıkların finansman yöntemi oluşturmaktadır.

Kamu açıklarının borçlanma ile finansmanı, bir taraftan faiz ve kurlar üzerinde yükseltici yönde baskı yaratırken, diğer taraftan da enflasyonu düşürme gayretlerini engellemektedir.

Enflasyon, dar ve sabit gelirlilerden alınan ilave ve adaletsiz bir vergi niteliğindedir. Aynı zamanda kısa vadeli spekülatif yatırımları hızlandırırken uzun vadeli üretken yatırımları önler, tüketim harcamalarını artırır ve gelir dağılımını bozar.

Bu nedenle, ekonomik ve sosyal yönden sayısız olumsuzlukların kaynağı olan enflasyonla mücadele, ekonomik programımızın öncelikleri arasında yer almaktadır.

Bütçe ve kamu açıklarının azaltılmasına ve kaynak ve üretim seferberliğinin gerçekleştirilmesine yönelik makroekonomik politikaların uygulanmasıyla, hem istikrarlı bir büyüme sağlanacak hem de enflasyonla ciddî bir şekilde mücadele edilecektir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; zaman zaman gelişmemizin önünde önemli bir engel oluşturan dış ödeme güçlüklerinin ekonomimizi etkilememesi için, ödemeler dengesinin sağlıklı bir yapıya kavuşturulması gerekmektedir.

Bunun için de, istikrarlı bir döviz girdisinin sağlanması büyük önem taşımaktadır.

Döviz girişinin en sağlıklı kaynağı ise, ihracattır.

İhracat artışının süreklilik kazanabilmesi ve beklenen hamlenin gerçekleşmesi açısından; dış rekabet gücünün verimlilik artışı sağlanarak yükseltilmesi, ürün çeşitliliğinin artırılması ve gerçekçi bir döviz kuru politikası uygulanması yanında, finansman için kredi ve garanti programlarına yeterli kaynak ayrılması gerekmektedir.

Bunlarla beraber diğer önemli bir husus da yeni ihracat pazarlarına girilmesidir.

Bu çerçevede, Hükümetimiz, her türlü imkân kullanılarak ihracatın artırılması için azami çabayı göstermektedir.

1995 yılında, ihracatımız yüzde 19,5 oranında artarak 21,6 milyar dolara yükselmiştir. Toplam ihracat içerisinde sanayi malları ihracatının payı yüzde 87,4; tarım ürünlerinin payı yüzde 10,7 ve madenciliğin payı da yüzde 1,9 olmuştur. 1996 yılında ihracatımızın, yüzde 13,2 artışla, 24,5 milyar dolar olması beklenmektedir.

İthalatımız ise, 1995 yılında yüzde 53,5 artış göstererek 35,7 milyar dolara yükselmiştir. 1996 yılı sonunda, ithalatın yüzde 26 artışla, 45 milyar dolar olacağı tahmin edilmektedir.

1994 yılında yüzde 77,8 olan ihracatın ithalatı karşılama oranı, ithalatın ihracattan daha hızlı artmasına paralel olarak, 1995 yılında yüzde 60,6'ya düşmüştür; 1996 yılında ise yüzde 54,4 olacaktır.

İthalatta ve ihracattaki gelişmeler sonucunda, 1994 yılında 5,2 milyar dolara gerileyen dışticaret açığımız, 1995 yılında 14,1 milyar dolara ulaşmıştır; 1996 yılında da 20,5 milyar dolar olacağı tahmin edilmektedir.

Öte yandan, 1995 yılında 2,3 milyar dolar açık veren cari işlemler dengesinin, 1996 yılında 6,9 milyar dolar açık vermesi beklenmektedir.

Diğer taraftan, uluslararası rezervlerde 1994 yılının Haziran ayında başlayan artış, 1995 yılında da devam etmiş ve aralık sonu itibariyle 23,9 milyar dolara, Merkez Bankası döviz rezervleri de 12,4 milyar dolara ulaşmıştır. 15 Kasım 1996 tarihi itibariyle ise, uluslararası rezervler 27,7 milyar dolara, Merkez Bankası döviz rezervleri de 17,2 milyar dolara yükselmiştir.

Devletin üstlenmiş olduğu görevleri yerine getirmesinde, gelirlerin giderleri karşılamaya yetmemesi sebebiyle, son yıllarda özellikle, borçlanma vazgeçilmez bir kaynak haline gelmiştir.

KİT'ler, sosyal güvenlik kuruluşları ve mahallî idarelerle, fonlardan kaynaklanan finansman açıkları da eklendiğinde, içborçlanma ihtiyacı daha da artmış ve buna bağlı olarak toplam borç stoku hızla yükselmiştir.

1991 yılında 97,6 trilyon lira olan içborç stoku, 1993 yılında 357,3 trilyon liraya, 1995 yılında yaklaşık 1,4 katrilyon liraya ve Ekim 1996 sonu itibariyle de 2,9 katrilyon liraya yükselmiştir.

İçborç stokunun gayri safî millî hâsılaya oranı ise, 1991 yılında yüzde 15,4 iken, 1994 yılında yüzde 20,6, 1995 yılında ise yüzde 17,3 civarında gerçekleşmiştir.

İçborç stokunda gözlenen bu yükselmede, konsolide bütçe açıkları yanında, bütçe dışı bazı harcamaların özel amaçlı tahvil ve bono yoluyla finansmanı da etkili olmuştur.

KİT'lere görev zararı olarak verilen kâğıtlarla, Hazine garantili borçlanmalarda, yükümlülüğün ilgili kamu kuruluşu tarafından yerine getirilememesi dolayısıyla, borcun Hazinece üstlenilerek karşılığında tahvil ve bono verilmesi bu niteliktedir.

1995 yılında, özel amaçlı tahvil ve bonolordan oluşan nakit dışı borç stoku, yüzde 93,4 oranında artarak 410 trilyon liraya, 1996 yılının Ekim ayı itibariyle ise, yüzde 84,8 oranında artışla 758 trilyon liraya yükselmiştir.

Başka bir anlatımla, nakit dışı borç stoku, toplam borç stokunun 1995 yılında yüzde 30,1'ine, 1996 Ekim ayı itibariyle yüzde 26,2'sine ulaşmıştır.

1990 yılında toplam içborç stokunun yüzde 9,6'sını bono stoku oluştururken, bu oran, 1994 yılında yüzde 38,1'e, 1995 yılında yüzde 46,4'e ve 1996 yılı Ekim sonu itibariyle de yüzde 64,9'a yükselmiştir.

Görüleceği üzere, içborçlanma yapısındaki en önemli gelişme, borçlanma vade yapısının kısa vadeli borçlanma yönünde değişmesidir. Bu durum ise, hem borçlanma imkânını zorlamakta hem de faizlerin aşağıya çekilmesi çabalarını engellemektedir.

Türkiye'nin dış borç stoku, 1995 yılı sonu itibariyle 73,3 milyar dolar iken, 1996 yılının Haziran ayı sonunda 75,8 milyar dolar olmuştur.

Dışborcun yüzde 75,6'sı orta ve uzun vadeli, yüzde 24,4'ü de kısa vadeli borçlardan oluşmaktadır.

Dışborçların gayri safi millî hasılaya oranı ise 1992 yılında yüzde 35,2, 1993 yılında yüzde 37,7, 1994 yılında yüzde 49,6 ve 1995 yılında da yüzde 43,1 olmuştur.

Diğer taraftan, son altı yılın dışborç servisi incelendiğinde, 1993 yılı hariç, Türkiye'nin net dışborç ödeyicisi durumunda olduğu görülmektedir. Özellikle, 1994 ve 1995 yıllarında, Türkiye her yıl dışarıya yaklaşık 5 milyar dolar net transfer yapmıştır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1997 yılı konsolide bütçesiyle birlikte görüşülecek olan 1994 ve 1995 Yılları Kesinhesap Kanun Tasarıları hakkında kısaca bilgi sunmak istiyorum.

1994 yılında konsolide bütçe giderleri 902 trilyon 454 milyar lira olmuştur. Bu tutarın 273 trilyon lirası personel giderleri, 74 trilyon lirası diğer cari giderler, 77 trilyon lirası yatırım, 478 trilyon lirası transfer giderleridir. Transfer giderlerinin 298 trilyon lirası faiz giderleridir.

Konsolide bütçe gelirleri ise 752 trilyon lira olarak gerçekleşmiştir. Bu tutarın 588 trilyon lirası vergi gelirleridir.

1994 yılı konsolide bütçe açığı, 151 trilyon liradır.

1994 yılı konsolide bütçe giderlerinin gayri safî millî hâsılaya oranı, yüzde 23,2'dir. Bütçe giderlerinin yüzde 33,1'ini faiz, yüzde 30,3'ünü personel giderleri oluşturmaktadır.

Konsolide bütçe gelirlerinin gayri safî millî hâsılaya oranı, yüzde 19,3'tür. Vergi gelirlerinin gayri safî millî hâsılaya oranı ise, yüzde 15,1 olmuştur.

Bütçe gelirlerinin bütçe giderlerini karşılama oranı, yüzde 83,3; vergi gelirlerinin bütçe giderlerini karşılama oranı ise, yüzde 65,1 olmuştur.

1995 yılında ise konsolide bütçe giderleri, 1 katrilyon 724 trilyon lira olmuştur. Bu tutarın; 503 trilyon lirası personel giderleri, 143 trilyon lirası diğer carî giderler, 103 trilyon lirası yatırım, 975 trilyon lirası transfer giderleridir.

Transfer giderlerinin 576 trilyon lirası, faiz giderleridir.

1995 yılı konsolide bütçe gelirleri ise, 1 katrilyon 409 trilyon lira olarak gerçekleşmiştir. Bu tutarın, 1 katrilyon 84 trilyon lirası vergi gelirleridir.

1995 yılı konsolide bütçe açığı, 315 trilyon liradır.

1995 yılı konsolide bütçe giderlerinin gayri safî millî hâsılaya oranı, yüzde 22'dir. Bütçe giderlerinin yüzde 33,4'ünü faiz, yüzde 29,1'ini personel giderleri oluşturmaktadır.

Konsolide bütçe gelirlerinin gayri safî millî hâsılaya oranı, yüzde 17,9'dur. Vergi gelirlerinin gayri safî millî hâsılaya oranı ise, yüzde 13,8 olmuştur.

Bütçe gelirlerinin bütçe giderlerini karşılama oranı, yüzde 81,7; vergi gelirlerinin bütçe giderlerini karşılama oranı ise, yüzde 62,9'dur.

1994 ve 1995 yılları kesin hesabı hakkındaki bu bilgilerden sonra, 1996 yılı bütçe uygulamasına geçiyorum.

1996 konsolide bütçesinin ekim ayı sonuçları alınmıştır. Konsolide bütçe giderleri, ekim ayı sonu itibariyle, 2 katrilyon 975 trilyon liradır. Bunun; 782 trilyon lirası personel, 170 trilyon lirası diğer carî, 147 trilyon lirası yatırım, 1 katrilyon 875 trilyon lirası transfer harcamalarıdır.

Transfer harcamalarının 1 katrilyon 203 trilyon lirası iç ve dışborç faiz ödemelerine, 276 trilyon lirası da sosyal güvenlik kuruluşlarına yapılan ödemelere aittir.

Bütçe giderlerinin yüzde 26,3'ünü personel giderleri, yüzde 40,4'ünü de iç ve dışborç faiz giderleri oluşturmaktadır.

Aynı dönemde bütçe gelirlerimiz yüzde 90 artarak 2 katrilyon 105 trilyon lira olmuştur. Bu gelirlerin, 1 katrilyon 751 trilyon lirasını vergi gelirleri, 124 trilyon lirasını vergidışı normal gelirler, 198 trilyon lirasını özel gelirler ve fonlar, 33 trilyon lirasını da katma bütçe gelirleri oluşturmaktadır.

Vergi gelirlerindeki artış yüzde 103,7 olup, 1996 yılı bütçe hedefinin 12,5 puan üzerindedir.

Konsolide bütçe gelir ve giderlerindeki bu gelişmeler sonucunda, ekim ayı itibariyle bütçe 870 trilyon lira açık vermiştir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1997 yılı bütçesinin hazırlanmasına esas oluşturan makroekonomik hedeflerden bazıları şöyledir: 1997 yılı programında yüzde 4 oranında bir büyüme öngörülmüştür. Bu büyümenin, tarım sektöründe yüzde 3, sanayi sektöründe yüzde 4,5, hizmetler sektöründe yüzde 4 olarak gerçekleşmesi hedeflenmiştir. Buna göre gayri safî millî hâsıla 1997 yılında 25 katrilyon 360 trilyon lira olacaktır. Gayri safî millî hâsıla deflatörü yüzde 65, yıl sonu TEFE artışı ise yüzde 57,7'dir.

1997 yılında ithalat yüzde 11,1'lik bir artışla 50 milyar dolar, ihracat yüzde 20,4'lük bir artışla 29,5 milyar dolar ve buna göre dışticaret açığı da 20,5 milyar dolardır.

1996 yılı için 81 250 lira olarak tahmin edilen ortalama dolar kurunun 1997 yılında 135 bin lira olması beklenmektedir.

1997 yılında toplam 6.3 katrilyon lira yatırım büyüklüğü hedeflenmiştir. Bu yatırımın, 1.3 katrilyon liralık kısmı kamu yatırımlarıdır, özel sektör yatırımlarının ise 5 katrilyon liraya ulaşması beklenmektedir.

Bu hedefler çerçevesinde 1997 yılı konsolide bütçesi 6 katrilyon 255 trilyon liralık ödenek teklifi ve aynı miktarda gelir tahminiyle denk bir bütçe olarak Yüce Meclisimize sevk edilmişti.

Plan ve Bütçe Komisyonunda bütçeye 55 trilyon lirası Yetki Kanunu çerçevesinde kamu personeli aylıklarında yapılacak ilave iyileştirmeleri karşılamak üzere, toplam 106 trilyon 685 milyar lira ödenek eklenmiştir.

Bütçe dengelerinin bozulmaması için, bu ilave ödenek, yine bütçe içinden bazı istisnalar hariç olmak üzere, yüzde 5 oranında, 106 trilyon 765 milyar lira kesinti yapılmak suretiyle karşılanmıştır.

Sonuçta, bütçe ödenekleri ile gelir tahmini 79 milyar liralık bir azalışla 6 katrilyon 254 trilyon 921 milyar lira olarak Genel Kurulun onayına sunulmuştur.

Buna göre, 1997 yılı için, personel giderlerine 1 katrilyon 729 trilyon lira, diğer cari hizmetlere 636 trilyon lira, yatırım harcamalarına 495 trilyon lira, transfer giderlerine 3 katrilyon 395 trilyon lira tutarında ödenek ayrılmış bulunmaktadır.

Bütçe büyüklüğü içinde, personel ödenekleri yüzde 27.6, diğer cari ödenekler yüzde 10.2, yatırım ödenekleri yüzde 7.9, transfer ödenekleri yüzde 54.3 paya sahiptir.

Transfer giderleri içinde 1 katrilyon 864 trilyon lira olan iç ve dış borç faiz ödemelerinin toplam ödenekler içindeki payı ise yüzde 29.8'dir. Diğer taraftan, transfer ödeneklerinde, kamu iktisadi teşebbüsleri için 86 trilyon lira, sosyal güvenlik kuruluşları için 530 trilyon lira, tarımsal destekleme için 95 trilyon lira, kredi ve yurtlar için 23 trilyon lira tutarında ödenek ayrılmıştır.

1997 yılı için tahmin edilen bütçe gelirlerinin, türler itibariyle dağılımıysa şöyledir: Vergi gelirleri 4 katrilyon 368 trilyon lira, vergidışı normal gelirler 1 katrilyon 445 trilyon lira, özel gelirler ve fonlar 425 trilyon lira, katma bütçe gelirleri 17 trilyon liradır. Konsolide bütçe gelir ve giderlerinin gayri safi millî hâsılaya oranı da yüzde 24,7'dir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye'de, son yıllarda hazırlanan bütçelerin en belirgin özelliği, hepinizin bildiği gibi, açık bütçe olmalarıdır.

Harcamalarla kaynaklar arasında sağlıklı bir denge kurulamaması sonucu oluşan açık bütçeler, malî dengelerin bozulmasına sebep olmuştur.

Bütçe açıklarının giderek büyümesi ve bu açıkların borçlanma ile finansmanı, hem içborç stokunu artırmış, hem de bütçe giderleri içerisinde, faiz ödemelerinin payını yükseltmiştir.

Bütçe ödeneklerinin her yıl daha da artan bölümünün, faiz ödemeleri için ayrılması sebebiyle, bütçeler, etkin bir maliye politikası aracı olma vasfını kaybetmiştir.

Bunun sonucunda da, devletin memuruna, işçisine ve emeklisine verdiği maaş ve ücretler hızla, reel anlamda, gerilemeye başlamış, eğitim, sağlık, savunma ve adalet gibi devletin aslî hizmetlerine ayrılan kaynaklar azalmış, yatırımların payı hızla düşmüş, bütçe açıkları büyümüştür.

Bu gidişat karşısında Hükümetimiz, bozulan malî dengelerin yeniden kurulmasını temel mesele olarak ele almış, ilk günden itibaren ülke kaynaklarını harekete geçirmek için çalışmalar başlatmıştır. Bütün bakanlıklar seferber edilmiş, bilim adamlarının düşünceleri alınmış, değişik kuruluşların görüşleri değerlendirilmiştir.

Ayrıca, İktidarı ve muhalefetiyle, tüm siyasî partilerimizin görüş ve düşüncelerine açık olduğumuzu belirterek, bir genel görüşmeyle Genel Kurulumuzda konunun tartışılması sağlanmıştır.

İlk günden itibaren başlattığımız bu çalışmalar neticesinde, 1997 bütçesi denk bir bütçe olarak sunulmuş ve Genel Kurula da denk olarak getirilmiştir.

Böylece, uzunca bir süreden beri ilk kez, malî dengelerin yeniden kurulması ve ekonomik istikrarın sağlanması yönünde ciddî bir adım atılmış bulunmaktadır.

Amacımız, bozulan dengeleri yeniden kurmaktır.

Bu denk bütçeyle, bir taraftan, ülkemizin kaynakları harekete geçirilerek kamunun borçlanma ihtiyacı azaltılacak ve buna bağlı olarak faizin yükü hafifletilecek, diğer yandan, ortaya çıkarılacak ek kaynaklarla, çalışan ve üreten kesimlere daha fazla imkân sağlanacaktır.

Malî dengelerin bozulmasında etkili olan faiz ödemelerinin bütçe içerisindeki payı, 1985 yılında yüzde 10,4 iken; 1990 yılında yüzde 20,4'e; 1995 yılında da yüzde 33,4'e yükselmiştir.

1985 yılında vergi gelirlerinin yüzde 17,6'sı faiz ödemelerine giderken, bu oran, 1990 yılında yüzde 30,8'e; 1995 yılında ise yüzde 53,1'e çıkmıştır.

1996 yılında ise, faiz ödemelerinin 1,5 katrilyon lira olarak gerçekleşeceği; bütçe içerisindeki payının yüzde 38,2; vergi gelirlerine oranının da yüzde 68,5 olacağı tahmin edilmektedir.

Görüldüğü gibi, 1980'li yıllardan itibaren, faiz ödemelerinin bütçe içerisindeki payı artmış, buna bağlı olarak yıldan yıla vergi gelirlerinin daha büyük dilimi borçlama maliyetlerine ayrılır hale gelmiştir.

Ayrıca, kamu finansmanında görülen kısa vadeye sıkışma ve yüksek faizle borçlanma olgusu, para ve sermaye piyasalarında kamunun hakimiyetine yol açarak, özel kesimin borçlanmasını hemen hemen imkânsız hale getirmiştir.

Böylece, kamu kesimi borç-faiz döngüsüne girerken, özel kesim de yatırım ve işletme sermayesini kullanabileceği fonlardan mahrum kalmıştır.

Öte yandan, faiz-kur makasının yurtiçi faiz lehine çok açık olması, dolar bazında yüzde 30'lara varan seviyelerde reel faizlerin ödenmesine yol açmaktadır.

Bu kadar yüksek maliyetli borçlanmaya, dünyanın hiçbir ülkesinin uzun süre dayanabilmesi mümkün değildir.

Bu noktada, en kısa zamanda tedbir alınması gerektiği açıktır ve toplumun her kesiminde de bu konuda fikir birliği mevcuttur.

İşte 1997 Bütçesi, bu olumsuz gidişi değiştirmek kararlılığı içerisinde hazırlanmış ve faizlerin toplam bütçe ödenekleri içerisindeki payının yüzde 38.2'den yüzde 29.8'e düşürülmesi hedeflenmiştir.

Bu bütçe ile 1997 yılı için kamu personeli ve emeklilerin aylıklarında reel artışlar sağlanmıştır.

Biraz sonra ayrıntılarıyla açıklayacağım üzere, önceki yıllarda reel kayıplara uğrayan kamu personelimizin aylıklarındaki bu kayıpları telafi etmek üzere, Hükümetimiz, işbaşına gelmesinin hemen ertesinde maaşlarda yüzde 50 oranında artış yapmıştır.

1997 yılının Ocak ayından geçerli olmak üzere de, kamu personeli aylıklarında enflasyon kadar artışa ilave olarak, refah payını da eklemek suretiyle, yüzde 30'luk bir artış yapılması kararlaştırılmıştır.

Ayrıca Yetki Kanunu ile yapılacak ilave artışın ödeneği de bütçeye konulmuştur.

Ülkemizde üretimin ve ihracatın artırılabilmesi, işsizliğin azaltılabilmesi ve enflasyonun düşürülebilmesi için, yatırım yapılması ve buna ayrılan kaynakların da verimli bir şekilde kullanılması gerekmektedir.

Bu hususlar dikkate alınarak, 1996 yılına göre yüzde 118.7 oranında artışla 1997 yılı bütçesine 495 trilyon lira tutarında yatırım ödeneği konulmuştur.

1997 yılı bütçesinde en yüksek artış yatırımlarda yapılmıştır.

Yatırımlarda selektif bir uygulama başlatılarak, 1997 yılında bitirilecek yatırımlar ile özel önemi bulunan ve ekonomiye büyük katkısı olacak projelere öncelik verilmiştir.

Diğer taraftan, ödenek yetersizliği sebebiyle hizmet yapamaz hale gelen yatırımcı kuruluşların, halkımıza daha fazla hizmet götürebilmesi hedeflenmiştir.

Bu çerçevede; Karayolları, Devlet Su İşleri ve Köy Hizmetleri Genel Müdürlüklerinin yatırım ödenekleri, önemli oranlarda artırılmıştır.

Ayrıca, kamu sabit sermaye yatırımları içerisinde, enerjinin payı, yüzde 12,3'ten 16,3'e; eğitimin payı, yüzde 10,7'den yüzde 12,1'e ve sağlığın payı da, yüzde 4,6'dan yüzde 5'e yükseltilmiştir. Böylece, yatırımlar yeniden canlandırılmakta ve ülkemizde yeni bir yatırım hamlesi başlatılmaktadır.

Diğer taraftan, araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin desteklenmesi, yerli savunma sanayiinin teşviki için de gerekli tedbirler alınmıştır.

1997 yılı bütçesinde, harcamaların yüzde 78,2 oranında artırılması öngörülürken, devletin aslî görevlerinden olan adalet, eğitim, sağlık ile savunma ve güvenlik hizmetlerindeki artış, bu oranın çok üzerinde tutulmuştur. Bu çerçevede, adalet hizmetlerine ayrılan ödenekler, yüzde 103,3; eğitim hizmetlerine ayrılan ödenekler, yüzde 101,9; sağlık hizmetlerine ayrılan ödenekler, yüzde 108,3; savunma ve güvenlik hizmetlerine ayrılan ödenekler, yüzde 102,4 oranında artırılmıştır.

Diğer taraftan, son yıllarda, üniversite sayısındaki artışa rağmen, yükseköğrenime yeterli kaynak ayrılmaması sebebiyle, eğitim kalitesinin giderek gerilediği görülmektedir. Yükseköğrenime özel bir önem veren Hükümetimiz, gençlerimize daha iyi eğitim imkânı sağlamak amacıyla, üniversitelere ayrılan ödenekleri yüzde 113,2 oranında artırmıştır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1997 yılı için, 6 katrilyon 255 trilyon lira tutarında gelir hedeflenmiştir. Bu tutar, 1996 gerçekleşme tahminine göre, yüzde 136'lık bir artışı ifade etmektedir. Bütçe gelirlerinin gayri safi millî hasılaya oranı da, yüzde 17,9'dan, yüzde 24,7'ye yükselmektedir.

Kamu harcamalarının finansmanında kullanılan aslî gelir kaynağı, vergilerdir. Bu nedenle, bütçe gelirleri içerisinde en büyük pay, ülkelere ve konjonktüre göre değişmekle birlikte, vergi gelirlerine aittir.

Vergiler aynı zamanda, gelir dağılımının düzeltilmesi, yatırım, üretim ve istihdamın artırılması, işsizliğin önlenmesi, fiyat istikrarının sağlanması gibi başlıca ekonomik ve sosyal hedeflere ulaşılmasında kullanılan temel iktisat politikası aracıdır.

1997 yılı bütçemizde vergi gelirleri hedefimiz, 1996 gerçekleşme tahminlerine göre yüzde 98,5 artışla 4 katrilyon 368 trilyon lira olarak belirlenmiştir.

Bu miktar, bütçe gelirlerinin yüzde 69,8'ini oluşturmaktadır ve vergi gelirlerinin bütçe giderlerini karşılama oranı da yüzde 55,7'den, 1997 yılında yüzde 69,8'e yükseltilmektedir.

Üzerinde durmak istediğim bir husus da, ülkemizde dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içerisindeki payının sürekli olarak artmasıdır.

Gelir dağılımını olumsuz etkileyen dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içerisindeki payı, son on yılda yüzde 60'lara kadar yükselmiştir.

Biz, 1997 yılında bu eğilimi tersine çevirerek, dolaylı vergilerin payını yüzde 58,5 seviyesine indirmeyi hedeflemiş bulunuyoruz

1997 yılı vergi gelirleri tahminlerimizi, geçmiş yıllar ile bu yılın ilk dokuz aylık dönemi sonuçları, yıl sonu gerçekleşme tahminlerimiz ve 1997 yılı makroekonomik hedefleriyle her bir vergi için mevzuatın öngördüğü hususları dikkate alarak yapmış bulunuyoruz.

Bu çerçevede nihaî tahminlere ulaşırken; vergi kanunlarındaki maktu had ve tutarların her yıl yeniden değerleme oranında artırılmasının etkisi, işletmelerin 1996 yılı cirolarında meydana gelen artışların gelir etkisi, vergilerin yıllık uygulama sonuçlarının gösterdiği trendler, dışticaret hacminde meydana gelecek artışlar, idarî ve yasal tedbirlerin meydana getireceği etkiler özellikle dikkate alınmıştır.

Ayrıca, kaynak paketlerinde açıklandığı üzere, kamu kâğıtları faizlerine uygulanacak vergi tevkifatı, altın ve kıymetli madenler için stok bildirimi, bedelsiz ithalat, sigara ve alkollü içkiler üzerinden alınan ek vergide bandrol, maden ruhsat harçları, vergi denetimlerinin yaygınlaştırılması ve etkinleştirilmesi gibi, yürürlüğe girmiş ve girecek olan uygulamaların vergi gelirlerine yapacağı katkılar da dikkate alınmıştır.

Hükümetimiz, vergilere, bir yandan, temel finansman kaynağı olarak önem verirken, öte yandan, bir iktisat politikası aracı olarak da etkili bir şekilde kullanmayı hedeflemektedir.

Vergilerin en az maliyetle toplanması, adaletli dağılımı, piyasa mekanizmasının işleyişini bozmaması, basit, anlaşılır ve kolay uygulanabilir olması temel kuraldır. Bu çerçevede gerekli çalışmalar başlatılmıştır.

Kamu kâğıtlarından elde edilen faiz gelirlerine yüzde 10 tevkifat koymak suretiyle, rant gelirleri üzerine önemli br vergi yükü getirilmiştir. Bu düzenleme, vergi adaletinin sağlanması yönünde son zamanlarda atılan en önemli adımlardan birisidir.

Bir diğer kanunla da, kuyumculuk ve sarraflık faaliyetlerinde bulunan mükelleflere, bir defaya mahsus olmak üzere, kayıtdışı stoklarını beyan etme imkânı sağlanmıştır.

Böylece, hem kayıtdışı olan bu stokların sistem içerisine girmesi sağlanmakta hem de Hazineye ilave bir gelir temin edilmektedir.

Diğer taraftan, gerekli kanunî düzenlemeyi yaparak, vergiler ile diğer amme alacaklarının, süresinden önce ödenmesini teşvik etmek amacıyla, erken ödemede indirim uygulamasını başlatmış bulunuyoruz.

Ayrıca, muhtasar beyannameler ile katmadeğer vergisi beyanname verme sürelerini öne alarak, vergi tahsilatının bir an önce Hazineye intikalini sağlayacak tasarı da Yüce Meclisin gündeminde bulunmaktadır.

Gelişmiş vergi sistemlerinin en belirgin özelliği, basit ve kolay anlaşılabilir olmasıdır. Bu çerçevede, tüketim vergileri sistemimizin basitleştirilmesi için özel tüketim vergisi kanun tasarısı hazırlanarak Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmuş bulunmaktadır.

Yapılacak düzenlemeyle bu vergi kapsamına giren mallar üzerindeki vergi yükünde önemli bir değişiklik yapılmayacak, dolayısıyla, bu verginin yatırım ve üretime olumsuz bir yansıması olmayacaktır. Sadece, değişik adlarla tahsil edilen on dolayındaki vergi, fon ve paylar tek bir vergi altında birleştirilmek suretiyle uygulama ve kontrol kolaylığı sağlanacaktır.

Benzer şekilde, Katma Değer Vergisi uygulamasının basitleştirilmesi ve vergi kaçırma eğiliminin azaltılması amacıyla da oran sayısı azaltılacaktır.

Üzerinde önemle durduğumuz diğer bir konu da, ekonomik faaliyetlerin tümüyle kavranarak, kayıtdışı ekonominin vergilendirilmesidir.

Bu amaçla, 1997 yılında ekonomik faaliyetlerin tamamıyla belge düzeni içinde kayda alınması ve vergilendirilmesinin sağlanması için bazı yasal ve idarî düzenlemelere gidilecektir.

Bu kapsamda, bono, poliçe, çek gibi ödeme araçlarının sıkı bir şekilde izlenerek, kayıtdışı ekonomik faaliyetlerin kavranması amacıyla, Türk Ticaret Kanunu, Bankalar Kanunu ve diğer ilgili kanunlarda bazı değişiklikler yapılacaktır.

Vergi tabanını genişletmeye yönelik olarak alacağımız diğer bir tedbir de kentsel rantların vergilendirilmesidir.

Kentleşmenin sonucu ortaya çıkan konut ve işyeri ihtiyacı nedeniyle büyük değerlere ulaşan arsa ve arazilerin el değiştirmesi sırasında oluşan bu rantlar vergilendirilmek suretiyle, sermayenin yatırım ve üretime yönelmesi özendirilecektir.

Bu çerçevede, giderek önemini ve verimliliğini yitirme trendine giren Emlak Vergisinde, bir yandan gayrimenkullerin gerçek değerini kavrayacak şekilde rayiç bedel esası getirilirken, bir yandan da bu bedelin her yıl enflasyon oranına göre endekslenmesi sağlanacaktır.

Emlak Vergisi oranlarıyla birlikte, gayrimenkullerin alım-satımından alınan yüzde 9,6 oranındaki tapu harçlarında da indirime gidilecektir.

Böylece, mahallî idarelere sürekli ve verimli bir gelir kaynağı sağlanarak bütçe üzerindeki yükleri hafifletilecektir.

Emlak Vergisi matrahını artıran, vergi oranını azaltan bu düzenlemeler sonucunda inşaat sektöründe de belge düzeni yerleşecek ve buna bağlı olarak Katma Değer, Gelir ve Kurumlar Vergilerinde artışlar meydana gelecektir.

Keza, yine, Hükümetimiz döneminde, 4208 sayılı Karaparanın Aklanmasının Önlenmesine Dair Kanun çıkarılmıştır.

Böylece, suç sayılan fiillerden sağlanan paranın meşrulaştırılarak malî sisteme sokulmasını önleme yönünde çok önemli bir adım atılmıştır.

Buna ilave olarak, kayıtdışı ekonominin daraltılması amacıyla Bakanlığımızca bir dizi idarî düzenlemeye de gidilmektedir.

Bunlardan bazıları şöyledir: Bugüne kadar 5 617 374 kişiye verilen tek vergi numarası uygulamasının kapsamının genişletilmesi ve yaygınlaştırılması, vergi idaresinde otomasyon uygulamasının il ve ilçeler itibariyle yaygınlaştırılması; ayrıntılı mükellef bilgilerini içeren istihbarî bilgilerin, kurulan iletişim ağı ile 1997 yılı başından itibaren vergi inceleme elamanlarının sürekli kullanımına sunulması; yakında göreve başlayacak olan vergi istihbarat uzmanları vasıtasıyla da vergi incelemeleri için gerekli istihbarî bilgilerin sağlanarak, mevcut kapasitenin artırılması.

Bu uygulamaların aşama aşama devreye girmesiyle vergi denetiminin bilgisayar destekli olarak daha geniş mükellef kitlelerini kavraması.

Mükelleflerin vergiye tabi işlemlerinin tespiti amacıyla, nakit hareketlerinin yakından izlenebilmesi için, 1997 yılında banka hesaplarının ancak vergi hesap numarası kaydedilmek koşuluyla açılması ve belli meblağın üzerindeki nakit hareketlerinin banka sisteminden geçirilmesi zorunluluğunun getirilmesi.

Bu suretle, bir yandan vergi gelirlerinde önemli artışlar ortaya çıkacak; bir yandan, vergisini gerçeğe uygun bir şekilde ödeyen mükellefler aleyhine ortaya çıkan rekabet eşitsizliği giderilecek; diğer yandan da, vergi tabanı genişletilerek, vergi yükünün mükellefler arasında daha adil bir şekilde dağılımı sağlanacaktır.

Ayrıca, vergi tahsilatında bankalardan yararlanma uygulamasına, kapsamı genişletilerek kararlılıkla devam edilecektir. Hedefimiz, yakın bir gelecekte vergi tahsilatının büyük ölçüde bankalara kaydırılması, vergi dairelerimizin ise, temel vergicilik hizmetlerinde daha etkin hale getirilmesidir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; vergilere ilişkin hedeflerin gerçekleştirilebilmesi, yeterli bir yasal çerçeve yanında, aynı zamanda, iyi bir vergi idaresini gerektirmektedir.

Bu bakımdan, gelir idaresini daha etkin bir hale getirmek için başlatılan yeniden yapılandırma çalışmalarını sürdüreceğiz.

Bu çerçevede amacımız, Bakanlığımız bünyesindeki nitelikli personel sayısının artırılmasıdır. Bir yandan mevcut personelimiz sürekli eğitime tabi tutulurken, diğer yandan da uzman personel ve denetim elemanı açığımız yeni alacağımız elemanlarla kapatılmaktadır. Bu kapsamda, vergi idaremizde yeni işe başlattığımız 250 civarındaki denetmen ve uzmanın eğitimine de özel bir önem vermekteyiz. Nitelikli eleman tedariki çalışmalarımız devam edecektir.

Diğer taraftan, ilk defa maliye teşkilatı taşra toplantılarını başlatmış bulunuyoruz. 1997 yılında da bu toplantılara tüm ülkeyi kapsayacak şekilde devam edeceğiz. 1997 yılı için ortaya koyduğumuz ciddî ve kararlı politika ve hedeflerin uygulayıcısı taşra teşkilatımızdır. Personelimizin yüzde 90'ından fazlası taşradadır ve mükelleflerle karşı karşıya gelen onlardır. Bu toplantılarla kendilerine temel hedeflerimiz verilmekte, motivasyonların sağlanmakta, sorunlar mahallinde tespit edilerek çözümlenmektedir.

1997 yılı bütçesinde yer alan ikinci önemli gelir kaynağı, vergidışı normal gelirlere ait bulunmaktadır. Vergidışı normal gelirler 1 katrilyon 445 trilyon lira olarak belirlenmiştir. Vergidışı normal gelirlerin önemli büyük kalemlerini, özelleştirme gelirleri ile kamu gayrimenkullerinin satışından elde edilecek gelirler oluşturmaktadır.

1997 yılı için hedeflenen konsolide bütçe gelirlerine ulaşabilmek için atıl vaziyette bulunan kamu taşınmazlarının satışı ve planlanan özelleştirme hamlesi büyük bir kararlılıkla yürütülecektir. Kamu taşınmazlarının hızla satılabilmesi için yasal düzenleme yapılmış, esas ve usullere ilişkin Bakanlar Kurulu kararı da yayımlanmış bulunmaktadır.

Özelleştirmek kapsamındaki Telekomun hisse ve lisans satışı, kamu kuruluşlarına ait arsa, arazi, sosyal tesis ve lojmanlar ile yarım kalmış elektrik santrallarının satışı gibi kaynaklardan elde edilecek gelirlerle vergidışı normal gelirlerde 1997 yılında çok önemli ek artışlar sağlanacaktır.

Özelleştirme gelirleri arasında yer alan GSM lisans satışından beklenen 135 trilyon liranın 1997 yılının ilk yarısında tahsili beklenmektedir. Diğer özelleştirme gelirleri ise, Özelleştirme İdaresince yapılan program çerçevesinde ilk dokuz aylık dönemde gerçekleşecektir. Bu gelirlerin büyük bölümü, esas itibariyle, ülkemizin borç-faiz ipoteğinden mutlaka kurtarılması yönünde 54 üncü Hükümetin ortaya koyduğu kararlılığın ve politikaların bir sonucudur.

Bütçelerin her geçen gün daha fazla faiz ödeme aracına dönüştüğü bir ortamda, kamu kesimi borçlanma gereğinin asgariye indirilmesi kararlılığı içerisinde bulunan Hükümetimiz, hedeflenen bu gelirlere ulaşacaktır.

Konuşmamın bu bölümünde de kamu personelinin maaşlarında 1997 yılında yapılacak artışlarla ilgili açıklamalara geçmek istiyorum: Hepinizin malumu olduğu üzere, Hükümetimiz 28 Haziran günü kurulmuş ve ilk icraatı olarak yaklaşık 7,5 milyon kamu çalışanı ve emeklilerinin maaşlarında yüzde 50 oranında artış gerçekleştirerek aileleriyle birlikte yaklaşık 30 milyon civarındaki vatandaşımızı memnun etmiştir.

1996 yılının Temmuz-Aralık dönemi için ilan edilen yüzde 50 oranındaki maaş artışı, aynı dönem içinde yüzde 30 civarında gerçekleşeceği tahmin edilen enflasyonun üzerindedir. Hükümetimiz, Temmuz-Aralık 1996 döneminde enflasyonun üzerinde bir maaş artışı sağlayarak, kamu personeli ve emeklilerin refah düzeyini artırma kararlılığında olduğunu göstermiştir. 1997 yılı ücret politikamız aynı çizgide devam edecektir; dolayısıyla, önümüzdeki yıl için, enflasyonun üzerinde, millî gelir artışı kadar da ayrıca reel iyileştirme yapılacaktır. Bunun dışında, bütçe faiz yükünden kurtarıldıkça ve ilave imkânlar temin edildikçe enflasyon artı millî gelir artışına dayalı bu asgarî iyileştirme oranı daha da yukarılara çekilecektir.

1997 yılının ilk altı ayındaki enflasyon, yüzde 26 civarında tahmin edilmektedir.

Bu ilkeler çerçevesinde, Hükümetimizce, 1997 yılının ilk altı aylık dönemi için memur ve emeklilerimizin maaşlarında yüzde 30 artış yapılmasına karar verilmiştir. Artışlar, katsayıların artırılması suretiyle gerçekleştirilecektir.

Buna göre, aylık katsayı 2 550'den 3 315'e, taban aylık katsayısı 15 700'den 20 450'ye, yanödeme katsayısı da 850'den 1 100'e çıkarılmıştır.

Katsayı artışlarıyla, memur emeklilerimizin maaşları da memurlarımıza paralel bir şekilde artırılmaktadır.

İşçi emeklileri ve Bağ-Kur emeklilerinin maaşlarındaki artış oranları, biraz önce açıkladığım katsayılar dikkate alınarak, memur maaşlarındaki artış oranında yeniden düzenlenecektir.

Sözleşmeli personelin sözleşme ücreti tavanlarının da yüzde 30 artırılmasına karar verilmiştir.

Yapılan bu düzenlemeler göre, en düşük dereceden maaş alan bir memurun maaşı 18 milyon 375 bin liradan 24 milyon 74 bin liraya; 1 inci derecenin 4 üncü kademesinden maaş alan bir genel müdürün maaşı da 65 milyon 44 bin liradan 84 milyon 739 bin liraya; 36 yıl hizmet ettikten sonra 3 üncü derecenin 8 inci kademesinden emekli olan ünvansız bir memurun emekli maaşı 24 milyon 796 bin liradan 32 milyon 269 bin liraya; genel müdürün emekli maaşıysa 58 milyon liradan 75 milyon 432 bin liraya yükseltilmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bildiğiniz gibi Hükümetimiz, Yüce Meclisten, memur maaşlarında iyileştirme yapmak amacıyla, kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi almış ve bunun için de gerekli ödeneği, Plan ve Bütçe Komisyonunda 1997 yılı bütçesine ilave etmiştir. Bu konudaki çalışmalarımız sonuçlanmak üzeredir.

Bu bütçeyi önceki bütçelerden ayıran diğer önemli bir özellik de, gelir dağılımının düzeltilmesine yönelik tedbirlere sahip olmasıdır.

Konuşmanın önceki bölümlerinde de belirttiğim üzere, yayımlanan son rakamlar, gelir dağılımında bozulmalar olduğunu göstermektedir.

Bu gerçeği dikkate alan Hükümetimiz, bütçede, gelir dağılımını düzeltici tedbirlere yer vermiştir.

Bu tedbirlerden bazıları şunlardır:

1. Rant geliri sayılan faizin bütçe içerisindeki payı yaklaşık 10 puan aşağıya çekilmektedir.

2. Dolaylı vergilerin payı yüzde 60,1'den yüzde 58,5'e düşürülmektedir.

3. Daha önce vergidışı bırakılan devlet tahvili ve Hazine bonosu faizlerine yüzde 10 stopaj getirilmiştir.

4. Vergidışı kalan kesimlerin kayıt altına alınarak vergilendirilmesine yönelik uygulamalar başlatılmıştır.

5. Gayrimenkul rantları vergilendirilecektir.

6. Kamu personeli ve emeklilerin aylıkları, enflasyon oranına ilave olarak refah artışı da eklenmek suretiyle iyileştirilmiştir.

7. Eğitim, sağlık ve altyapı hizmetlerine ayrılan ödenekler artırılmıştır.

8. Tarımsal desteklemeye daha çok kaynak ayrılmaktadır.

Bu tedbirlerin, gelir dağılımındaki dengesizlikleri giderici yönde olumlu etkileri olacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Hükümetimizin ana gayesi, halkımızın ve ülkemizin önündeki meseleleri çözmektir. Hükümeti oluşturan Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi, canla başla ve uyum içerisinde bu amacı gerçekleştirmek için çalışmaktadır.

54 üncü Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini kurarken, ilk tercihimiz, ülke sorunlarını, ancak uzun vadeli bir hükümetin cesaretle göğüsleyebileceği gerçeğinden hareketle, siyasî istikrarın sağlanması olmuştur.

Diğer bir tercihimiz de, sorunlar aşılırken, zaten sıkıntıda olan halkımızdan biraz daha fedakârlık isteyen acı reçeteler uygulamamaktır.

Bu anlayışla, Hükümetimiz, bugüne kadar, halkımızın büyük çoğunluğunu oluşturan dar ve sabir gelirli memur, işçi, emekli, Bağ-Kur emeklisi ve asgarî ücretliler ile küçük esnaf ve çiftçimizin refah seviyesini iyileştirici yönde icraatlar yapmıştır.

Hükümetimiz, bütçe gelirlerinin ülkemize yeterli hizmet yapacak düzeyde olmadığını, bu gelirlerin giderek artan kısmının faiz ödemelerine gittiğini, bunun neticesinde de devlet hizmetlerinde aksamalar olduğunu tespit etmiştir. Bu olumsuz tabloyu tersine çevirmek için de, öncelikle, mevcut ekonomik kaynakların harekete geçirilerek ülkemizin borç ve faiz batağından kurtarılması gereğinden hareketle, kaynak paketleri kapsamında bir dizi yeni düzenlemeyi uygulamaya koymuştur.

Bu düzenlemelerin odak noktasını oluşturan kamu açıkları, özelleştirmenin hızlandırılması, ihtiyaç dışı kamu taşınmazlarının satışı, sosyal güvenlik kurumlarının malî yapılarının iyileştirilmesi, kamu nakit yönetiminin etkin hale getirilmesi ve vergilendirmede etkinliğin artırılması gibi tedbirlerin de desteğiyle ortadan kaldırılacaktır.

Hedefimiz, devlet bütçesini halka daha fazla hizmet yapabilecek bir yapıya kavuşturmaktır. Bu çerçevede, yoğun çalışmaların ürünü olan ilk bütçemizi denk bütçe olarak huzurlarınıza getirdik.

Denk bütçe demek, gelirler kadar harcama yapılacak demektir; biz de, uygulamayı buna göre yönlendireceğiz.

Bu bütçe, ekonomik potansiyeli hareket geçiren, dengeleri kuran, borç-faiz sarmalını kıran, israfı ve enflasyonu önleyen, dargelirlileri gözeten, daha çok hizmet daha çok yatırım öngören, ülkemiz insanının refah seviyesinin yükseltilmesini hedefleyen, bir değişim, bir istikrar bütçesidir.

Siyasî istikrarı sağladık; şimdi, ekonomik istikrarı sağlayacağız.

Bütçemizin, ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olmasını temenni ediyor; hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Hükümet adına, 1997 yılı bütçe sunuş konuşmasını yapan Maliye Bakanı Sayın Abdüllatif Şener'e teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekileri, bütçe görüşmeleri, 26.11.1996 tarihli 22 nci Birleşimde alınan karara uygun olarak, bastırılıp dağıtılan programa göre yapılacaktır.

Bu aşamada, görüşme programında yapılmış olan bir değişikliği bilgilerinize sunmak istiyorum. Bu değişiklik, her ne kadar daha önce siyasî parti gruplarına ve ilgili bakanlıklara yazılı olarak bildirilmiş ise de, bir kere daha hatırlatmakta yarar görüyorum.

Bastırılıp dağıtılan programda 7 nci turda yer alan Orman Bakanlığı bütçesiyle, 12 nci turda yer alan Turizm Bakanlığı bütçesi yer değiştirmiştir. Buna göre, Turizm Bakanlığı bütçesi 13.12.1996 Cuma günü yapılacak 7 nci turda, Orman Bakanlığı bütçesi ise 15.12.1996 Pazar günü yapılacak 12 nci turda görüşülecektir.

Başlangıçta, bütçenin tümü üzerindeki görüşmelerde, siyasî parti grupları ve Hükümet adına yapılacak konuşmalar 1'er saat -bu süre, iki konuşmacı tarafından kullanılabilir- kişisel konuşmalar 15'er dakikadır.

Şimdi, bütçenin tümü üzerinde gruplar ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin adlarını sırasıyla okuyorum:

Refah Partisi Grubu adına, Manisa Milletvekili Bülent Arınç, Bitlis Milletvekili Zeki Ergezen; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Antalya Milletvekili Deniz Baykal; Anavatan Partisi Grubu adına, Ankara Milletvekili Agâh Oktay Güner, İstanbul Milletvekili Güneş Taner; Doğru Yol Partisi Grubu adına, Şanlıurfa Milletvekili Necmettin Cevheri; Demokratik Sol Parti Grubu adına, İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit.

Kişisel söz alanlar; lehinde, Adana Milletvekili Uğur Aksöz, Rize Milletvekili Ahmet Kabil; aleyhinde, İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya.

Sayın milletvekilleri, 1997 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1994 ve 1995 Malî Yılları Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanun Tasarılarının tümü üzerindeki görüşmelere devam ediyoruz.

Şimdi, sırasıyla gruplara söz vereceğim.

Sayın Bülent Arınç, Manisa Milletvekili. (RP sıralarından alkışlar)

Sayın Arınç, grubun konuşma süresini bütün olarak ayarlıyorum...

BÜLENT ARINÇ (Manisa) - Eşit olarak kullanacağız...

BAŞKAN - Buyurun, konuşma süreniz 30 dakikadır.

RP GRUBU ADINA BÜLENT ARINÇ (Manisa) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Refah Partisi Grubu adına hepinizi hürmetle selamlıyorum.

Bugün, bütçe tasarısı üzerinde ilk görüşmeleri yapıyoruz. Refah Partisi Grubu adına, ilk konuşan bendenizim; bu sebeple, bütçemizin, milletimize, memleketimize, hayırlı olmasını Cenabı Hak'tan diliyorum.

Bütçeler, hükümetlerin ekonomik ve siyasî tercihlerini gösteren önemli belgeler ve metinlerdir. Bütçeler, hükümetlerin en önemli referanslarıdır. 54 üncü Cumhuriyet Hükümetimizin Yüce Meclise getirdiği bu denk bütçe, büyük bir çalışmanın, büyük bir iddianın neticesidir. Bu kıymetli belge sebebiyle, bütçeyi hedefine ulaştırma konusunda, memleketimize, halkımıza yararlı hizmetler yapabilme konusunda Hükümetimize, Sayın Başbakanımıza, Sayın Başbakan Yardımcımıza ve onun değerli bakanlarına yürekten başarılar diliyorum.

Sayın milletvekilleri, Parlamentomuzda, her siyasî partiye mensup çok değerli teknisyenler; maliye, ekonomi ve bütçe uzmanları var; bütçe üzerinde onlar da konuşacaklar, kıymetli fikirlerini hep birlikte dinleyeceğiz. Refah Partisi Grubu adına süremi, bütçenin sosyal yönü üzerinde konuşmak üzere harcayacağım; bu sebeple önemli bir tespiti yapmaya kendimi mecbur sayıyorum; çok da gerilere gitmeden, bulunduğumuz noktayı tespit edebilme konusunda, 1980 sonrasından başlayacağım.

Bildiğiniz gibi, 1980 sonrası parlamenter sistem, 1983 seçimleriyle başladı; bu seçimlerden ve bu hükümetlerin kurulmasından bu yana tam 13 yıl geçti; 13 yıllık bu periyot içerisinde bütçemizin, ekonomimizin, sosyal hayatımızın hangi noktada olduğunu müsaadenizle tespit etmek istiyorum.

Hatırlayacağınız gibi 24 Ocak 1980 kararları ve sonrasında, uluslararası finans kuruluşlarının da etkisiyle, gelen yönetimlerin hemen hepsi, faizlerin serbest bırakılması, yatırımların durdurulması, işçi ve memur ücretlerinin yükseltilmemesi, taban fiyatların sabit tutulması ve devalüasyonların yapılabilmesi konusunda hemen hemen müştereken hareket ettiler. Maalesef faizler serbest bırakıldı, tafecilik hortladı, yatırımlar durduruldu; maalesef işsizlik büyüdü, işçi ve memur ücretleri, taban fiyatlar, üreticileri ve çalışanları daima borçlu hale getirdi. Bunların sonucu olarak da -kısa kısa ifade ediyorum- 1983'lerde 17 milyar dolar seviyesinde olan dışborcumuz, her yıl da ödenmesine rağmen, ödenip eksileceği yerde, şimdilerde 80 milyar dolarlar civarına yaklaştı. Zamlar geldi, vergiler geldi, mal ve hizmetler sürekli zam gördü, içborçlanma katrilyonlara yükseldi, döviz çılgın bir tarmanış içerisine girdi; 1983'lerde 200 lira civarında olan doların, bugünlerde 100 binlere gelmesi, fevkalade önemli bir olaydır.

Para değerimiz düştü, satınalma gücü azaldı. 1981'lerde ilk defa 5 binlikler banknot halinde basılınca, sıfırları bol rakamlar görülmeye başlayınca, saçımızı başımızı yolmaya başlamıştık, ama şimdi milyonluk banknotlar piyasada dolaşıyor. Yatırımların durması ve işsizliğin artmasıyla -yüksek faizler sebebiyle- çalışabilir nüfusumuzun hemen yüzde 20'si bu işsizlikten nasibini aldı; enflasyon üç rakamlı hale geldi, tarım ve hayvancılık ülkede çok önemli bir sektörken, büyük bir krizin içerisine, maalesef, ölme noktasına geldi. Başka da bir çare bulunamayınca, susamış bir insanın tuzlu su içmesi gibi, devlet, bütçedeki açığı kapatmak ve borç taksitlerini ödeyebilmek için sürekli yüksek faizle borç aldı, karşılıksız para bastı; bütün bunların yükü orta ve dargelirlilerin üstüne geldi, fakir daha fakir, zengin daha zengin oldu.

Maalesef, her yıl bütçeler açık verince, aynı fasit daireyi, aynı kısır döngüyü tekrar yaşadık, yeniden darphane çalıştırıldı, karşılıksız para basıldı, yine işsizler ordusu büyüdü, faiz ve enflasyon arttı, fakir fukaradan alınan vergiler daha da çoğaldı, zamlar daha da artarak şiddetle devam etti; maalesef, gelir dağılımındaki adaletsizlikler daha da büyüdü. Bu adaletsizlik ve dengesizlikler sosyal patlamalara yol açabilecek seviyeye ulaştı; evine sadece ekmek götürebilen yüzbinlerce aile mevcutken, maalesef banka patronları, sadece bir ressamın tablosuna milyarlar ödeyerek satınaldı ve Boğaz kenarında beşinci yalısının duvarlarına astı; 7,5 metre uzunluğundaki limuzinlerin milyarlık fiyatları, maalesef, Türkiye'de çok müşteri bulabildi.

Bir yanda, televizyon ve basına yansıyan lüks ve sefahat dolu yaşam sahneleri, bir yanda, çöplükte yiyecek toplayan, maalesef, emekli devlet memuru fotoğrafları, bir yandan, çocuğuna milyonlarca liralık oyuncak otomobil alabilenler, bir yanda, taksi şoförlüğü, işportacılık yapan emekli öğretmenler, bir yanda, düğünlerde havaya savrulan paralar, bir yanda, ailesini geçindirmeye gücü yetmediği için canına kıyan genç kızlar, bir yanda acı tablolar, bir yanda rakamlar... İstatistiklere göre, Türkiye'de işçi ailelerinin üçtebiri, geçim sıkıntısı yüzünden çocuklarını okutamıyor, her 3 aileden biri, geçinebilmek için eşyalarını satıyor, ailelerin yüzde 62'si, ancak borçla ayakta durabiliyor, her 100 aileden 34'ü boğazından, 44'ü giyiminden kuşamından kesiyor, toplumun en fakir yüzde 20'si millî gelirin yüzde 4'ünü alırken, en zengin yüzde 20'si millî gelirin yüzde 55'ine sahip çıkıyor ve Türkiye'de, televizyon reklamlarında, kilosu birkaç yüzbin lirayı bulan sucuğu, ağzı sulanarak seyreden çocukların haline bakıp, gözleri yaşaran babaların sayısı çoğalıyor.

Bir ülkede, eğer, 10 yaşındaki çocuk, sabahın dondurucu soğuğunda, evdeki hasta annesine, yatalak babasına bakabilmek için, simit satmak zorunda kalıyorsa, eğer, her köşe başında, çocuğuna süt bulabilmek için, namusunu tezgâha koymuş gencecik kadınlara rastlanabiliyorsa, eğer, birkaç yıldızlı otellerin bir gecelik ücretleri, milyonlarca, yüzlerce aç ve ilaçsız insanın, aylık kazancını kat kat aşabiliyorsa, ehlinamusun, başını, ellerinin arasına alıp, bir daha düşünmesi gerekiyordu.

Başbakanlar itiraf ediyorlardı “sizden aldığımız vergilerimiz borca ve faize gidiyor” ve bütün bu tablo karşısında, Türkiye'de, bir sıkıntı giderek artıyor, kat kat yükseliyordu.

Elbette bu saydıklarımın dışında, bu 13 yıllık periyot içerisinde, ekonomide olumlu gelişmeler de vardır. Bunlardan, ihracatımız artmıştır diyebiliriz. Turizm gelirlerimizde patlama olmuştur diyebiliriz. Büyüme hızında gelişmeler olmuştur diyebiliriz; ama, 65 milyon insanın, hemen her kesimini ilgilendiren bu acı ve üzüntü veren tabloların hepimizi ilgilendirdiğini düşünüyorum ve sadece ekonomideki bu çöküntü, ekonomiyle sınırlı da kalmadı. Toplumun bütün kesimlerini etkilediği gibi, aile yapısını da etkiledi. İşsizlik ve parasızlık geçimsizliklere, boşanmalara, cinayetlere, intiharlara yol açtı. Ahlakî tahribat giderek büyüdü, haksız ve alın tersiz kazanç, âdeta, savunulur hale geldi, cazip hale geldi. Ahlakî telakkiler giderek yoklaştı, namuslu ve ahlaklı olmak, çağdışı olmakla, enayi olmakla, âdeta, eşdeğerde görüldü.

Rüşvet, yolsuzluk, suiistimal arttı. Mafyalar, çeteleşmeler başladı. Adaletin durduğu yerde, mafya ve çetelerin adalet dağıtır hale geldiğini acıyla, üzüntüyle gördük. Uyuşturucu, maalesef arttı, İçki tüketim arttı, kumar, sektör haline geldi, sadece millî piyangoyla sınırlı kalmadı, çok masum olarak, her çeşidi, her gün, maalesef, artar hale geldi. Hayalî ihracatlar bundan sonra görünmeye başlandı. Haksız vergi iadeleri, Susurluklar, belki, bunların neticesinde karşımıza geldi.

Ekonomik çöküntü, ülkemizin bağımsızlığını, dışpolitikasını da engelledi. Dördüncü Murat'ın ne güzel bir sözü var: “Borç alan, buyruk alır.” Ne kadar büyük bir gerçek ki, borç aldığımız için, borçlu ve suçlu bir ülke haline geldik ve maalesef, bunun utancını zaman zaman yaşadık. Maalesef, Türkiye'nin ekonomideki bu zayıflığı karşısında, ikinci Sevr'i hortlatmak isteyenler bile cesaret buldu. Bu yüzden, Çekiç Güç'ü buyur ettik de gönderemedik. Bunun için, milyarlarca dolarlık zararımıza rağmen, ambargolara en önde katıldık, dışpolitikada atak ve cesur kararlar alamadık.

Ekonomik çöküntü, maalesef, ülkeyi sadece bunlarla da sınırlandırmadı; terör ve anarşi de arttı. On yıldır, ülkemizin bir büyük kısmında acı ve ıstırap var. Sadece o bölgeyle de sınırlı değil, Türkiyemizin her karış toprağında bu terör ve anarşinin, bu gözyaşı ve ıstırabın sıkıntısını hep beraber yaşıyoruz. Ekonomik geri kalmışlık, büyük bir bölgemizin halkını, açlık, işsizlik ve göçe mecbur bıraktı. Trilyonluk harcamalara rağmen, hâlâ terörü önleyemiyorsak, bunun altında, ekonomik çöküntünün de olduğunu unutmamamız gerekir.

Değerli arkadaşlarım, bütün bu sıkıntıları uzatmak mümkün; ama, sonuç ortada... İşte, en son 1996 bütçesi... 1 Mayıs 1996'da yürürlüğe girmesine rağmen -şu kadar aylık bir bütçe- daha gelirken, 800 küsur trilyon açıkla gelmişti; giderken, 1,4 katrilyon açıkla gidiyor. Demek ki, borç-faiz sarmalı devam ediyor. Devlet, büyük faizlerle borç almaya mecbur tutuluyor; yüzde 120-130'luk yıllık faizle, devletin bütün kasası sömürülüyor; olan da, köylüye, işçiye, memura, esnafa oluyor.

Değerli milletvekilleri, biraz evvel, Sayın Maliye Bakanımızın, bütçenin bütün özelliklerini bir bir ortaya koyan konuşmasını dinledik. Burada, artış ne kadardır, hangi sahalara daha büyük pay ayrılmıştır, geçtiğimiz yıllardaki trend nedir; bunları, hep beraber dinledik ve istifade ettik. Ben, bunun biraz ötesinde meseleye bakıyorum.

Şimdi, anlattığım bütün bu tablodan sonra şunu söylemem gerekir: 1980'den sonra ülkeyi yönetenlerin, o partiler içerisinde bulunan yöneticilerin, onlara destek olan muhalefet partilerinin bu tabloda payı olduğunu söylebilirim; ama, bunu yapmayacağım, hakkım olduğu halde de yapmayacağım; çünkü, hiçbirimiz masum değiliz. Zaman, bu gerçekleri görerek çözüm bulma zamanıdır; şikâyet ve suçlamayla vakit geçirme yerine, ilimle, akılla, ülke yararına çözüm üretmenin zamanıdır; Refah Partili ve Doğru Yol Partili Hükümet, işte bunu yapacaktır. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, inanıyorum ki, ülkeyi ve ekonomiyi düze çıkarmak, sadece monetarist bir politikayla da mümkün değil. Yani, parayı oradan alıp buraya koymakla, enflasyonu belki geçici bir süre önleyebilirsiniz; ama, toplumun bütün kesimlerini ilgilendiren bu büyük, bu global düşünce karşısında başka desteklere de ihtiyacımız var.

Yıllardan beri mücadelesini ve tartışmasını yaptığımız için, yıllardan beri ülke gerçeklerini bu noktadan incelediğimiz için, naçizane fikirlerimi ortaya koymak istiyorum.

Yani, salt para politikalarıyla ülkenin ekonomisini düze çıkarmanın ve böylece bir nefes almanın da mümkün olamayacağını söylemek istiyorum. Bize göre, tüm kalkınma hareketlerinin temelinde, ilim, siyaset, ahlak ve ekonomi, elbette, birbiriyle ilgili, birbirini tamamlayan önemli bir yapıda olmalıdır; biri diğerinden farklı, biri diğeriyle kavga eder tarzda değil, birbiriyle iç içe geçmiş, yardımcı olan ve gerçekten, ilimsiz bir ahlakı, siyasetsiz bir ekonomiyi, ahlaksız bir siyaseti birbirinden ayırmadan, önemli bir bütünleşmeyle ülke sorunlarına çare bulabileceğimizi düşünüyorum.

Mesela, enflasyonun önlenmesi de böyledir. Enflasyonun önlenmesi için faizleri yükseltmenin, dövizi geriye çekmenin, şöyle veya böyle yapmanın yararlı olmadığı geçmişimizde görüldü. İşin ahlak boyutunu da ele almalıyız. Enflasyonu, ekonomistler başka türlü tarif edebilir; ama, ahlakî tarifi içerisinde, bir insanın meşru kazancından çok daha fazlasını tüketmek, bir enflasyon sebebi olarak görülmelidir veya en basit tarifiyle, üretmeden tüketebilmek, bir enflasyon sebebi olarak görülmelidir. Tasarrufa riayet etmenin, israfı önlemenin, elbette enflasyonu önlemekle eşanlamlı olduğunu söylemek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, işte, bütün bunların ışığında Hükümetimizin ne yaptığına bir bakmak gerekiyor. Biraz evvel sözlerimin başında da ifade etmiştim, bütçe, hükümetlerin ekonomik ve siyasî tercihlerini gösteren çok önemli bir belgedir. Bu belgeyi, 1997 bütçesi olarak, Hükümetimiz denk bütçe şeklinde getirmiştir. Bu bir iddiadır, alkışlanması gereken bir çalışmadır; çünkü, özellikle son yıllarda, hiçbir zaman, denk bütçe çalışması yapılmamış, bütçeler daima açıkla gelmiştir. Elbette, bu iddianın gerçekleşmesi, 1997 yılı içerisinde hedeflerine varabilmesi, söylenenlerin yapılabilmesi, Hükümetin bu konuyu sıkı tutmasına, samimi olmasına ve gayretli çalışmasına bağlıdır. Biz, bu gayreti ve samimiyeti bu Hükümette görüyor, o bakımdan onları takdir ve teşvik ediyoruz. (RP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, işte, bu denk bütçe, en basit tarifiyle, kamu giderlerinin normal kamu gelirleriyle karşılanabildiği bütçe demektir. Yani, bir başka tarifle de, ürettiğimiz kadar tüketmek veya en az ihtiyacımız kadarını üretebilmektir. Hükümet, bu konuda fevkalade bir cesur karar almıştır. Önümüze gelen bütçenin rakamları 6 katrilyon 255 trilyon lira olarak bağlanmıştır.

Esasen, Sayın Başbakanın, Hükümet Programı üzerinde 6 Temmuz tarihli konuşmasında, bu bütçenin önümüze geleceği belli idi. Hükümet Programını açıp okuduğumuz zaman, pek çok yapılacak işler sıralanmış; altına da “denk bütçe hazırlanacak” denilmişti. Koalisyon Hükümeti, bu konuyu, uzun çalışmalardan sonra, önümüze getirmek durumundadır.

Şimdi, Hükümet, bu programda, özetle iki ana gaye için kurulmuş; birisi, halka hizmet, ikincisi de ülkemizin meselelerini çözmek, bu konuda samimî gayret sarf etmek.

Bakınız, bu Hükümet Programı üzerinde, Sayın Başbakanın taahhütleri ve vaatleri nelerdir... Şöyle diyor Sayın Başbakan:

1. “Biz, bir üretim hükümetiyiz.” Biz, üretimi artıracağız ve en büyük hizmeti, ağırlığı kaynak teminine vereceğiz. Allah'ın verdiği bu nimetleri servete dönüştürmek için, bu güzel ülkede bir üretim seferberliği başlatacağız; çünkü, üretimin artırılması, enflasyonun önlenmesi için de çok önemli, çok gerekli bir çalışmadır.

2. “Her türlü gelişmenin önündeki engelleri kaldıracağız.” Teferruatına girmiyorum.

3. “İsrafı önleyeceğiz.” Çünkü, ülkemizde sayısız israf var ve bu israflar devam ettiği müddetçe de, üzerine ne koyarsanız koyunuz, ne kadar çok vergi alırsanız alınız, maalesef, iki yakamız bir araya gelmemektedir.

Tabirimi mazur görünüz, dibi delik bir kovaya yukarıdaki musluktan ne kadar su akıtırsanız akıtın, aşağıdan giden su nedeniyle kova dolmayacaktır; dolayısıyla, kamudaki israfın, hatta, özel hayatımızdaki israfın, Meclisteki israfın her kademede önlenebilmesi; bunun için, aile terbiyesi, okul terbiyesi, ülkeyi yönetenlerin dirayeti, ciddiyeti ve samimiyeti çok önemlidir. Yapılabilecek işlerin belki de en önemlilerinden birisidir.

4. “Kaynakları geliştireceğiz, verimini artıracağız.” Bunu derken, bugüne kadar atıl vaziyette kalmış, tamamlanmamış, hizmete açılmamış pek çok büyük tesisin maden sahalarının varlığını söylüyor.

5. “Devlet yeniden yapılandırılacaktır.” Bu, çok önemli bir taahhüttür.

6. “Yerel yönetimler güçlendirilecektir.” Bu, çok önemli bir taahhüttür.

7. “Şahsiyetli dış politika izleyeceğiz, takip edeceğiz.” Bu, çok önemli bir taahhüttür.

Sayın Hükümet, temmuz ayından bu yana, geçtiğimiz günler içerisinde, bu taahhütlerine uygun çalışmalar yapmıştır. İşte “Kardeş ve Müslüman Türk Cumhuriyetleriyle ticarî münasebetlerimizi, sosyal, tarihî, manevî ilişkilerimizi geliştireceğiz ve böylece, ticaret hacmimizi artıracağız” derken, yapılan seyahatlerde ve seyahatler sonrası o ülkelerle yapılan çalışmalarda çok önemli adımlar atılmıştır.

Yine, Hükümetin önemli bir vaadinde “köylü, işçi, memur, işsiz, esnaf, sanayici, ihracatçılarımız bütün üreticilerimize, işsiz ve emeklilere sahip çıkacağız; yoksulların, kimsesizlerin kimsesi olacağız” denilmiştir.

Değerli arkadaşlarım, bu sözlerin söylenmesi çok güzel; yapılması ondan daha güzeldir; ama, bu samimî gayretlerin, temmuz ayından başlayarak bugüne kadar, ne büyük bir özenle yerine getirildiğini de görmezlikten gelemeyiz. Bakınız, bu programa göre, temmuz ayından bu yana, toplumun her kesimini yakından ilgilendiren ekonomik kararlar alınmıştır. Mesela, temmuz ayında, memur, işçi ve emekliler sevindirilmiştir. Yapılan yüzde 50 zam, Bağ-Kur emeklileri için yüzde 300'den fazla, işçi emeklileri için yüzde 100'den fazla olmuştur. Senenin ikinci yarısı için verilen bu yüzde 50 zammın, elbette memurlarda ve diğer kesimlerde büyük bir sevinç yarattığını görmekteyiz.

Ağustos ayından itibaren asgarî ücret yüzde 100'den fazla artırılmıştır; zorunlu tasarrufa son verilmiştir; veto sebebiyle, belki tekrar yeni bir şekil verilecektir; ama, yapılan bu çalışmalar, Hükümet Programındaki vaatlerin ve taahhütlerin yerine getirilmesidir.

Üreticilerimiz sevindirilmiştir; fındıktan başlayarak, ziraatla uğraşan bütün kesimlerimiz, üzümünde, buğdayında, ayçiçeğinde ve diğer ürünlerinde, enflasyonun üzerinde bir imkâna kavuşmuşlar; kendilerine, elbette hak ettikleri paralar, peşine yakın, hatta peşin diyebileceğimiz ödemelerle gerçekleştirilmiştir.

Ülkemizin kaynakları harekete geçirilmiştir; fakir fukaraya yardım dağıtılmış, envanter yapılmıştır; esnafa yeni kredi imkânları ve kolaylıklar temin edilmesi için önemli adımlar atılmıştır.

Değerli arkadaşlarım, bütün bunları süratli bir şekilde sayarken, benden sonra bütçenin belki tekniği üzerinde konuşacak çok değerli arkadaşıma bir imkân vermek istiyorum. Sayın Başbakanımızın ve Hükümetimizin göreve başladığı andan itibaren, kaynak paketleri diye halkımıza sunduğu yeni, önemli çalışmalar vardır. Bunlardan birisi, 31 Temmuz 1996'da birinci kaynak paketi olarak açıklanmıştır, 10 zenginlik potansiyeli ortaya konulmuştur. Daha sonra 19 Eylül 1996'da ikinci kaynak paketi açıklanmış ve burada yeni potansiyeller ortaya konulmuştur. Nihayet, geçtiğimiz günlerde de üçüncü kaynak paketi açıklanmıştır.

Yeni vergileri ve Hükümetin bizzat kendi kararlarıyla yapacağı zamları içerisine almayan ve sadece üretmeyi amaçlayan bu kaynak paketlerinin ülkemizde bir önemli çalışma ürünü olarak ortaya konulması, uygulanabilir hale gelmesi, hedeflenen 10 milyar dolarlık bütün gayretlerin, katkıların büyük bir ölçüde devlet kasasına girmeye başlaması elbette hepimizi sevindirmektedir.

Hükümet Programında madde madde sayılan bu konulardan ve atılan adımlardan sonra, bugünkü bütçenin hedeflerine aynı ölçüde paralellik arz eden bir şekilde bakmamız gerekiyor; vaatler, atılan adımlar, yapılan çalışmalar ve nihayet önümüze getirilen 1997 malî yılı bütçesi... Bu bütçenin temel hedefleri nedir; denk olmasıdır. Yani, ekonomide dengelerin sağlanması, kamu açıklarının süratle aşağıya çekilmesi hedeflenmektedir. Bu, bir onüç yıllık, onaltı yıllık periyot içerisinde, ülkemizin karşı karşıya bıraktırıldığı bu ekonomik ve ahlakî çöküntünün önlenebilmesi ve temelde yatan hastalıkların teşhis edilebilmesi açısından çok önemli bir çalışmadır. Dengeleri kurmamız ve kamu açıklarını süratle aşağıya çekmemiz, faiz ödemelerinden kurtulmamız ve bunları ekonomiye kazandırarak, yeni yatırımlar, yeni iş sahaları açabilecek hale gelmemiz gerekmektedir.

Yine, bu bütçenin hedefleri içerisinde, faiz harcamalarının azaltılması, bir önce söylediğimle paraleldir ve buradan yapılacak tasarruflar devletin diğer hizmetlerine daha fazla kaynak olarak aktarılacaktır. Bildiğiniz gibi, Devlet Su İşleri gibi, Karayolları gibi, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü gibi kuruluşların ödenekleri artırılmıştır. Ayrıca, enerjinin payı artırılmıştır, eğitimin payı artırılmıştır, sağlığın payı artırılmıştır, üniversitelerin payı artırılmıştır ve böylece, ülkemizde temel altyapıyı teşkil eden bu konular, Hükümetimiz tarafından bütçede gerekli öneme kavuşturulmuştur.

Yine, bu bütçenin hedefleri içerisinde, personel maaşlarının reel artışlarla karşılanması, araştırma geliştirme faaliyetlerine önem verilmesi, yerli savunma sanayiinin teşviki ve yükseköğretime destek verilmesi hususu vardır.

Dördüncü önemli temel hedef de, kaynakların harekete geçirilerek, vergi gelirleri ile vergidışı gelirlerin artırılması ve toplam bütçe gelirlerinin gayri safî millî hâsıla içerisindeki payının yükseltilmesidir.

Değerli arkadaşlarım, bütçe giderleri 6 katrilyon 255 trilyon liradır ve gelirler de buna denk olarak bağlanmıştır. Bu konsolide bütçe ödeneklerinin şu kadarı -rakam vermiyorum- personel harcamalarına, şu kadarı yatırım harcamalarına ve şu kadarı transfer harcamalarına ayrılmıştır. Bu transfer harcamaları içerisinde 1 katrilyon 864 trilyon lira borç faizlerine gidiyor ve bütçe büyüklüğü içerisinde de bunların nispetlerini notlarıma almışım.

Bu teknik konuları sahiplerine bırakarak huzurlarınızdan ayrılacağım; ancak, sözlerimin sonunda, özetle şunları tekrarlamak istiyorum: Gerçekten, bu Hükümetimiz, Parlamento içerisinden çıkmış, çoğunluğa dayalı bir Hükümettir. İki partinin müşterek çalışmalarıyla ve müşterek kararlarıyla yürümektedir. Bu Hükümetin başarılı olması, ülkemizin yararınadır. Bu başarıya bütün Parlamentonun katkıda bulunmasını, elbette, arzu ediyor ve temenni ediyoruz. İktidarda olmak, ne kadar büyük bir sorumluluğu içerisinde taşıyor ve ne kadar büyük bir gayreti gerektiriyorsa, muhalefet olmak da, o kadar şerefli, o kadar önemli bir iş yapmak demektir.

Bu yüzden, bu bütçenin hedeflerine varabilmesi için, bu Hükümete yardımcı olabilmek, ikazda bulunmak, destekte bulunmak, önünü açmak ve yapılamayacak, yapılması mümkün olmayan işler varsa, bu konularda, Hükümeti, en yakın şekilde etkileme yolunu seçmek mecburiyetindeyiz. Yoksa, bu bütçeye -başta da söylendiği gibi- “'hayalîdir, rüyadır, safsatadır” diyerek yaklaşmanın, ülkenin meselelerine çok uzak kalmak olduğunu düşünüyorum.

Şimdi, bir muhalefet anlayışı, eğer, karşımıza gelir de “bu, rüyadır, bu, hayaldir, bununla bir iş olmaz” derse ve bunun çaresi olarak da “bu Hükümet hemen gitmelidir” diye konuşursa, hemen şunu ilave etmemiz lazım: Bu işsizlik nasıl çözülecek, bu enflasyonla nasıl mücadele edilecek, bu enflasyonla nasıl mücadele edilecek; bir SSK sınavında 90 bin kişinin Ankara'ya gelmesi karşısında duyduğumuz üzüntüyü ve utancı, acaba, Hükümetin istifasıyla nasıl sağlayacağız ve Türkiye'nin meselelerine, bu Hükümet olmazsa, bir başka hükümet sahip çıkacağına göre, bu işlerin Hükümetsiz mi düzeleceğini ümit ediyoruz?

Elbette, biz, Parlamentomuzda, bundan önce olduğu gibi, bundan sonra da, büyük bir gayret içerisinde, ülke meselelerine sahip çıkılmasını düşünüyor, ümit ediyor ve bekliyoruz. Böyle olduğu takdirde, ülkede yasadışı kaynaklar önlenebilir; ülkede yasadışı çalışmalar bizi artık üzüntüden kurtarabilir; hayalî ihracatlarla başlayan ve daha kötüleriyle devam eden bir ekonomik tablodan kurtulabiliriz; bir aysberg gibi suyun yüzüne ancak küçük bir kısmı çıkmış olan bir olay karşısında duyduğumuz infiali, başka olaylar karşısında da duymaya devam ederiz.

Yıllardan beri ihmal edildiği için bugün hepimizi sıkıntıya sokan bu tablolar karşısında, ekonomideki hedefleri nasıl gerçekleştirmeye çalışıyorsak, sosyal hedefleri de aynı özenle yürütmeye mecburuz; ahlakî hayatımızı yeniden restore etmeye mecburuz. Ülkede bir yılda açılan boşanma davası milyonun üzerine çıkmışsa, kadın, erkek ve çocuk olarak toplumun nüvesini temsil eden bu önemli yapı büyük darbeler almışsa, aileyi ayağa kaldırmak, ahlak ve maneviyata önem vermek, eğitim seferberliğini başlatmak, devletle milleti kaynaştırmak ve kucaklaştırmak da, o kadar önemlidir. Yoksa, münferit hadiselere bakmak, sağlıksız bir vücutta, her gün, cerahat dolu yaraların ve çıbanların ortaya çıkmasını seyretmekten başka bir iş yapmayız. Bu yüzden, münferit olaylarla günlerimizi geçireceğimize, asıl hedeflerimizi, asıl ilaçlarımızı, çarelerimizi ortaya koymamız gerektiğine inanıyorum; 65 milyon insan, bizden bunu bekliyor ve bunu beklemekte de haklı. Parlamentomuzun, milletimizin meselelerine sahip çıkacağı ümidini her zaman taşıdık, bundan sonra da taşıyacağız.

Değerli arkadaşlarım, sözlerimin sonunda, ülkemizin bugüne kadar çektiği sıkıntılardan bir an önce kurtulabilmesi için, elbirliğiyle yapacağımız çalışmalarda, Cenab-ı Hak'tan yardım diliyoruz ve bir kardeşlik içerisinde, bir sevgi, merhamet, aşk içerisinde, 65 milyon insanın, yeniden, layık olduğu büyük Türkiye'de yaşaması, yeniden, güçlü hale gelmesi için, bir büyük ümit içerisinde olduğunu, bu ümidinde, onu, sukutu hayale uğratmamak gerektiğini düşünüyorum.

Sayın Hükümetimize, tekrar başarılar diliyor, Sayın Başkanımıza ve Parlamentomuzun değerli milletvekillerine saygılar sunuyorum. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Refah Partisi Grubu adına konuşan Manisa Milletvekili Sayın Bülent Arınç'a teşekkür ediyorum.

Refah Partisi Grubu adına ikinci sözcü, Bitlis Milletvekili Sayın Zeki Ergezen.

Buyurun Sayın Ergezen. (RP sıralarından alkışlar)

Süreniz 30 dakikadır.

RP GRUBU ADINA ZEKİ ERGEZEN (Bitlis) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime başlarken, Grubum adına hepinizi saygıyla selamlar, 1997 bütçesinin milletimize, Hükümetimize hayırlı olmasını diler, milletimizin ve sizin geçmiş Miraç Kandilini tebrik eder, iki gün önce vefat eden Anavatan Partisi Milletvekilimize Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı dilerim. (RP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 24 Aralık seçimlerinden sonra olup bitenleri bir hatırlamaya çalışalım. Gazeteler başlık atmış, vefasız Hükümet; herkes başbakan olur; ama, Erbakan olamaz... Millî irade unutulmuş, halkın sesine kulaklar tıkanmış, meşru düzen bir kenara itilmiş; sadece, rantiyecilerin sesine kulak verilmiş. Yedi aylık zaman, sırf Refah Partisi iktidar olmasın diye boşa geçirilmiş. Çocuklarımız, dernekler, halk, bir anda Anıtkabir'e koşuvermiş; çelenkler konulmuş; Atatürk hatırlanılmış. Ordu, bu işe alet edilmiş; millî iradeye saygısızlar hem orduyu hem Atatürk'ü hem milletimizi bu saygısızlıklarına alet etmişler. Temenni ediyoruz, bundan sonra bunlar devam etmesin.

Bazen insanın hatırına geliyor; acaba Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, demokrasi, mutlu azınlığın mutluluğu için mi kuruldu? Acaba Çanakkale şehitleri, İstiklal Savaşının şehitleri, mutlu azınlığın mutluluğu için mi savaştılar? Bütün bunları düşündüğümüz zaman, bir hazımsızlığın olduğunu, Refahın iktidarını hazmedemediklerini görüyoruz.

İnsan düşünüyor; acaba laik eğitim “Ortadoğu'yu, Afrika'yı, Asya'yı efendiler sömürsün, onlar alsın, onlar satsın, onlar bize emrettiği kadar gidelim, emretmedikleri oranda da gitmeyelim” demeyi mi öğretti bize? Hayır, böyle öğretmediyse, acaba Ortadoğu'ya, Afrika'ya yapılan seyahatlere karşı çıkmanın anlamı neydi?

Bütün bunlar olup biterken, binbir zahmetle, meşakkatle bu Hükümet kurulurken, birkaç gündür, ANAP'ın Sayın Lideri, Refah Partisiyle hükümet kuracağını söylüyor. ANAP'ın Sayın Liderine sormazlar mı, altın tepsinin içinde hükümet size takdim edildiği zaman aklınız neredeydi? (RP ve DYP sıralarından alkışlar) Yine size sormazlar mı, siz Sayın Ecevit'e danıştınız da mı böyle bir beyanatta bulundunuz. Bunu size sormazlar mı. (RP ve DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Ben, şuradan ANAP'a sesleniyorum; siz ne hükümette başarılı olabildiniz ne muhalefette başarılı olabildiniz. Hiç kimseye verilmeyen bir nimet, bir hükümet, size, altın tepsinin içinde takdim edildi; ama, kimin tesiriyle bilinmiyor, bir anda terkedip gittiniz.

Bakınız, 280 kişiyle iktidarı bıraktınız gittiniz, 114 kişiyle geldiniz; milletvekili sayısı 550'ye çıktı, sayınız yine değişmedi. Muhalefet de yapamadınız; ama, muhalefet Refah gibi yapılır; 38 milletvekiliyle geldi, 158 milletvekiliyle Hükümet oldu.

MEHMET SALİH YILDIRIM (Şırnak) - TEDAŞ gibi, TOFAŞ gibi.

ZEKİ ERGEZEN (Devamla) - Tabiî, bunların hepsi sizin ayıplarınız, bu düzenin ayıpları, bu sistemin ayıpları, o rantiyecilerin ayıpları, bizim ayıplarımız değil; biz, bunları önlemek için, bunlar yapılmasın diye Hükümet olduk.

MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) - Bütçeyle ilgili konuş.

ZEKİ ERGEZEN (Devamla) - Ben, şunu da ifade etmek istiyorum: Bütçenin dışında da olsa, acaba, 24 Aralıktan sonra feryat edenler, millî harp sanayiinin dışa bağımlılığı gündeme geldiğinde; vurgun, soygun, talan gündeme geldiğinde, millî hâsılanın kişi başına düşüşündeki uçurum oranındaki farklılıklar gündeme geldiğinde niye o feryatları göstermiyorlar da, bu milletin çocuklarının iradesiyle işbaşına gelmiş olan Hükümet söz konusu olunca feryadı figan ediyorlar.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Erbakan Başbakan olamazmış! İşte oldu Erbakan Başbakan; oldu da ne oldu; yıllardır hiç kimsenin yapamadığı denk bütçeyi ortağıyla beraber gerçekleştirmiş oldu. Denk bütçe, aslında bir devrimdir. Denk bütçe, aslında, elini taşın altına koymak demektir. Denk bütçe, yıllardan beri iktidarıyla muhalefetiyle tartışılan ve devamlı gündemde olan bir meseleydi. Nihayet, Allah, bu Hükümete denk bütçeyi nasip etti. 6,2 olan bütçemizi nasıl denkleştirdiler... Belki, bu denklik konusunda muhalefetin endişesi olabilir. Bakınız, Hükümet kurulur kurulmaz ilk işi ne oldu; yıllardan beri gündemde olan bütçe açığını nasıl kapatırım diye ekonomik kurulunu topladı, Başbakan Yardımcısıyla bakanlarını topladı, bürokratları topladı, üniversitedeki ilim adamlarını topladı; alternatif görüşler ortaya sürüldü; bununla da yetinilmedi, Meclisin gündemine getirildi ve fikirlerinden istifade edilmek istendi.

Neticede, denk bütçe için birinci kaynak paket, ikinci kaynak paket ve üçüncü kaynak paket devreye sokuldu. Birinci kaynak pakette 10 milyar dolarlık yapılan tespit nihayet hedefine ulaşmış oldu. Bir taraftan imkânlar kullanılırken, diğer taraftan da gelir temin edilmeye başlandı.

Bakınız, şimdiye kadar, özellikle 1980'den günümüze kadar bütçenin açığı büyüyerek gelmiş; nihayet, 1996 yılında gayri safî millî hâsılanın yüzde 8,8'ine varan bir bütçe açığı. Bütçede yer alan faizlerin oranı 1996 yılı bütçesinde yüzde 38,2. Eğer, bu Hükümet tedbirleri almamış olsaydı, 1997 yılı bütçesinde faizlere ödenen miktar 26 milyar dolar olacaktı. Yani, nüfusun yüzde 50'sine rant, yüzde 50'sine de... Bütçenin yüzde 50'si de nüfusun 65'ine hizmet edecekti...

AYHAN FIRAT (Malatya) - Karıştırdın...

ZEKİ ERGEZEN (Devamla) - Bu Hükümet denk bütçeyi kurabilmek için önce yüzde 38,2 olan faizleri, 10 puan aşağı çekerek, yüzde 28'e, yani, 13 milyar dolara indirmiştir. Eğer, müdahale edilmemiş olsaydı, belki de bir zafiyet doğacaktı; bunun altında millet olarak da ezilecektik.

Devletin gelirleriyle hizmet yapılamaz hale gelinmişti; faizlere giden paralardan dolayı, rantiyecilere giden paralardan dolayı, Karayolları iş yapamaz hale gelmiş, Devlet Su İşleri iş yapamaz hale gelmiş, Köy Hizmetleri iş yapamaz hale gelmiş, yatırımlar durma noktasına gelmişti. Memura yüzde 30'dan fazla zam veremeyecek duruma gelmiştiniz; ama, bu Hükümet İşbaşına gelir gelmez ne oldu; memura enflasyonun üzerinde, yüzde 50 zam verdi; Bağ-Kur'luya yüzde 300 zam verdi; asgarî ücretliye yüzde 100 zam yaptı. Hiçbir Hükümete nasip olmayan bu bahtiyarlık Refahyol Hükümetine nasip olmuş, memurumuzu, emeklimizi enflasyona ezdirmemiştir.

BEKİR YURDAGÜL (Kocaeli) - Geri aldınız... Geri...

A. TURAN BİLGE (Konya) - 3 ay içinde geri aldınız!..

ZEKİ ERGEZEN (Devamla) - Geri almayacak; 1997 bütçesiyle daha da iyileştirecek. Çünkü, 1997 yılı bütçesinde kamu personeli için ayrılan miktar yüzde 72 oranındadır, yani, 1,6 katrilyondur. Halbuki, 1996 yılı bütçesinde, verilen yüzde 50 zamla birlikte, 996 trilyon vardı; bu yıl için bütçede 1,6 katrilyon ödenek ayrılmıştır; hem enflasyonun üzerinde hem büyüme oranının üzerinde, artı, bir de Refah payını ilave ederek, memurun, emeklinin, Bağ-Kur'lunun durumunu iyileştireceklerdir. İyileştireceklerine de inanıyoruz; çünkü, ilk icraatları, enflasyon karşısında ezilen sokaklara dökülen 65 milyona hizmet eden, 1,5 milyon memurumuzun ıstırabını dindirmiştir; memurumuza, halkımıza, Bağ-Kur'luya ümit gelmiştir, yüzleri gülmüştür; Anadolu'yu gezdiğimizde bunları görüyoruz.

Evet, akaryakıta gelen zamlardan dolayı şikâyetçi olabilirsiniz; bizler de şikâyetçiyiz, bunu bakanlarımıza soruyoruz; ama, bu, elde olmayan bir sebepten kaynaklanıyor. Yurtdışındaki petrolün fiyatının dolar üzerinden artmasına hiçbir şekilde müdahale edemezsiniz; ama, biz inanıyoruz ki, Hükümetimiz ileride bu kaynak paketlerinden elde edeceği gelirlerle bunu sübvanse edecektir, dolayısıyla, bunu halka yansıtmayacaktır. Daha dört aylık bir hükümetken, Bağ-Kur emeklisine yüzde 300 zam veren, asgari ücretliye yüzde 100 zam veren, memura yüzde 50 zam veren ; daha dört aylık bir hükümet iken Mısır'da doğal gaz anlaşmasını yapan, İran'la doğal gaz anlaşmasını yapan, Türkmenistan'ın doğal gazını Türkiye'ye getirmeyi planlayan, Rusya'daki doğal gaz oranını yüzde 100 artırmayı hedefleyen bu Hükümetin, dört yıl sonra neler yapacağını sizler de çok iyi tahmin ediyorsunuz. Aslında, telaşınız da, sıkıntınız da bundandır. (RP sıralarından alkışlar)

Bakınız, bu Hükümet denk bütçeyi yaparken kaynak paketlerini hazırlamış; özelleştirmeyi sizin yaptığınız gibi değil, - bu hükümetler 10 yılda özelleştirmeden 3,8 veya 4 milyar dolar elde ettiler, bu 4 milyar doları da masraf ettiler- akılcı politikalarla özelleştirmenin önündeki engelleri kaldırarak, gerekli düzenlemeleri yaparak bütçenin denkliğinde kullanılması gereken miktarların planlarını yapmış, gerekli düzenlemeyi yapmıştır.

Lojman satışları, arsa satışları, sosyal tesislerin satışları Hükümetin gündemindedir.

AHMET ALKAN (Konya) - Ne zaman?

ZEKİ ERGEZEN (Devamla) - Bunların takvimleri yapılmıştır, bunların takribi değerleri tespit edilmiştir, hazırlıkları yapılmıştır. Telekom'dan dolayı 450 trilyon elde edilecektir. Ayrıca, Turkcell'in 500 milyon dolarlık kâr paylaşımı ilgili bakanlık tarafından halledilmiş, 135 trilyon da ayrıca ilave olarak getirilmiştir.

Şimdi, tabiî, bu Hükümet, sadece özelleştirmeden elde edecekleriyle kalmamış, bu Hükümet, sadece kaynak paketleriyle bunları temin etmekle kalmamış, rantiyecinin cebine giden 18,2 milyar dolarlık faizleri, bütçede 13 milyar dolara indirmek suretiyle, hem yatırımlara pay ayırmış hem rantiyecinin rantiyesinin önüne geçmiş hem de kişi başına millî gelir dağılımındaki dengesizliği önlemek için de ilk adımını atmıştır.

SÜLEYMAN HATİNOĞLU (ARTVİN) - Faizler ne kadar yükseldi bugünlerde... Rantiyecilere ortak oldunuz neredeyse.

ZEKİ ERGEZEN (Devamla) - Şimdi, arkadaşlarımız diyebilirler ki: Denk bütçede, acaba vergi dışı gelirler nasıl sağlanacaktır? Vergi dışı gelirleri temin etmek mümkün müdür? Elbette ki mümkündür; biraz önce de izah ettik.

Bakınız, sadece bunlarla kalınmamış, ayrıca birtakım gelirler temin eden hazırlıklar yapılmıştır.

Ben, önce, bütçenin gelirler bölümüne değinmek istiyorum. Bütçede, yüzde 70'e varan gelir vergisinden elde edilen miktar 4,368 katrilyondur. Diyeceksiniz ki, bunu toplamak mümkün mü: Bakınız, dört aylık bu Hükümet döneminde, gelir vergileri yüzde 103 gerçekleşmiştir. Yüzde 103 gerçekleşmesi, bu gelirlerin tamamının toplanabileceğinin en iyi işaretidir ve ifadesidir. Birçok gelir kalemleri vardır; bunların ayrı ayrı formülleri vardır. Bu formüller ilgili genel müdürlük tarafından tespit edilmiştir; alt birimlerce çalışılmış, bu vergilerin yüzde 98, yüzde 100 toplanacağına dair ilgili genel müdür ve genel müdürlüğün alt birimlerince teyit edilmiştir, garanti verilmiştir.

Bununla da kalınmamış, altın ve kıymetli madenler stokundan elde edilecek bir gelir bütçeye dahil edilecektir.

Tekel ürünlerine bandrol uygulamasından dolayı bir gelir, bütçeye dahil edilecektir.

Bunun dışında, inşaat sektöründeki belge düzenine bağlı gelirler, kurumlar, artı, KDV artışlarıyla ilgili gelirler sağlanacaktır. Bütün bunları düşündüğümüz zaman, ilave ettiğimiz zaman Gelir Vergisinin tamamının toplanacağını, bütçenin hedefine ulaşacağını tahmin ediyoruz ve ümit ediyoruz.

Vergi dışı gelirler... Vergi dışı gelirlerin yüzde 400 artırılması en çok dikkati çeken husus olabilir. Vergi dışı gelirlerin yüzde 400 artırılmasını en çok muhalefet eleştiriyor “denk bütçeyi yapamazsınız” diyorlar “bundan dolayı denk bütçe akamete uğrar” diyorlar. Belki geçmişteki tereddütlerden dolayı haklı olabilirler; çünkü, geçmişte, özelleştirmeden arzu edilen miktarlar elde edilememiştir; ama, bu Hükümet özelleştirmeden arzu edilenleri elde edeceğinin hazırlıklarını, planlarını yapmış, tamamlamış ve bu kalemin bütün ödeneklerini bir bir temin edip, bütçeye aktaracaktır.

Muhterem arkadaşlar, bu Hükümet sadece denk bütçe yapmakla kalmamış, yatırımlara büyük önem vermiştir. Bütçede yatırımlar için ayrılan pay yüzde 131 olarak, reel olarak da yüzde 39'luk bir iyileştirme vardır. Bütçenin daha fazla artan bir bölümünün yıllar yılı faizlere gitmesi sebebiyle, bütçe içerisinde yatırım harcamalarının payı sürekli düşmüş ve bu zamana kadar da artmıştır. 1977'de bütçede ayrılan miktar yüzde 22 iken, 1996'ya geldiğimizde yatırımlara ayrılan payın yüzde 5,7 olduğunu görüyoruz; ama, bugün tam tersine dönmüş, bütçede yatırımlara ayrılan pay reel olarak yüzde 39'a çıkmıştır.

Şimdi, bu Hükümetin yatırımlara ne kadar önem verdiğini ifade etmek bakımından birkaç örnek vermek istiyorum: Bakınız, Afşin-Elbistan'ın 1 400 megavat 9 milyar kilovatsaatlık elektrik santralını ihale etmek üzere hazırlıkları tamamlanmış, yıllardan beri sürüncemede kalan Mersin-Akkuyu'daki nükleer santralın yapımına başlanmış, bu iki santralda çalışacak toplam insan sayısı 3 500'dür.

Bursa'da, 10 milyar kilovatsaat enerji üretecek doğalgaz çevrim santralının temelini atmış; burada çalışacak insan sayısı 350 ilâ 400'dür.

Güneydoğu, Doğu ve Orta Anadolu'daki sulama yoğun bölgelerde, iletim sistemlerinde maydana gelen hatalardan dolayı yıllardır enerji sıkıntısı çekilmekte, sulama yapılamamakta, sanayi tesislerimiz atıl kalmakta; bunlarla ilgili bütün hazırlıklar yapılmış, ihaleler yapılmış; dolayısıyla, sanayici ve sulamayı harekete geçirecek bir adım atılmıştır.

Sadece bununla da kalmamış, yıllardır bir türlü düşünülüp yapılamayan, cesaret edilemeyen, Beypazarı'ndaki tabiî soda trona tesislerinin temelini atmış; burada çalışacak insan sayısıysa 400 ilâ 500 civarındadır.

Bununla da kalınmamış, 12 tane termik santral kiraya verilerek, hem kaynak temin etmiş, hem de burada insanların çalışmasına imkân sağlamış; ayrıca, 19 tane hidrolik santral yapımı için gerekli hazırlıkları tamamlamış; burada çalışacak insan sayısı da 2 000 civarındadır.

Bu dört aylık zaman içerisinde, temelini attığı veya ihale etmek üzere olduğu tesisler bittiği zaman, 6 000 insanımıza iş bulunmuş olacaktır.

İşte icraat hükümeti, işte verdiği sözlerin üzerinde duran hükümet, işte işsize iş bulmak için yatırım seferberliğini başlatan hükümet. (RP sıralarından alkışlar)

Siz neden bunları yapamıyordunuz?! Beypazarı'ndaki tronayı göremiyor muydunuz, Mersin'deki santralı göremiyor muydunuz?! Niçin bunlara el atmıyordunuz, niçin memura yüzde 50 vermiyordunuz?! Cebimizden mi veriyorduk; hayır, cebimizden değil, milletin parası milletten esirgeniyordu, milletin parası milletten saklanıyordu; çünkü, vurguncuya, soyguncuya, rantiyeciye ayrılan paydan milletin çocuklarına kalmıyordu; tabiî, dolayısıyla, bu Hükümet, bu çalışmalarıyla bu milletin yüzünü güldürecektir.

Bu Hükümet, sadece bununla kalmamış, bakınız, doğu ve güneydoğuda köylere dönüşü başlatmıştır; çok hızlı yürümese bile, kısmen, köyler dönmeye başlamış, terör azalmaya başlamış; Mardin İli olağanüstü hal listesinden çıkarılmakla halkımıza müjde verilmiştir; yani, en kısa zamanda, geriye kalan illerdenden de olağanüstü halin kaldırılacağının işareti ve ifadesidir. Ve temenni ediyoruz, arzu ediyoruz, bakanlarımızla görüştüğümüzde, özellikle doğu ve güneydoğuda hayvancılığın canlanması için gerekli hazırlıkların yapıldığını çok düşük bir faiz oranıyla kredinin verileceğini görüyoruz.

ADNAN KESKİN (Denizli) - Halka düşmez o!..

ZEKİ ERGEZEN (Devamla) - Bakınız, bu Hükümet ne yaptı? Yıllardır, bu milletin çocuklarının görmediği, yıllardır bu kürsülerden anlattığımız halde bir türlü inandıramadığımız Amerika'nın ajanlarını Kuzey Irak'ta ortaya çıkardı. Ferasetiyle, tedbiriyle, akıllı uygulamalarıyla, âdeta, Amerika, orada 4 500 kişilik bir ordu oluşturmuştu, Çekiç Güç'te ona hizmet ediyordu, onları silahlandırıyordu, eğitiyordu, hem Kuzey Irak'ı hem de ülkemizin doğusunu ve güneydoğusunu karıştırıyordu.

Hatırlarsanız, Hayri Kozakçıoğlu Olağanüstü Hal Bölge Valiliğinden ayrıldığı zaman “bölgede, terörden daha fazla ajanlar cirit atıyor” demişti. İşte, onun için, o olayların ortaya çıkması ve o ajanların oradan uzaklaştırılmasıyla Çekiç Güç'ün de görevinin sona erdiğine inanıyoruz. Yani, en azından Çekiç Güç'ün taşı yerinden oynatılmıştır, Çekiç Güç'ün gideceğine dair bir işarettir, ifadedir ve herkes de bu konuda ittifak etmeye başlamıştır.

Biz yıllar önce “orada hadiseler var, olaylar var; Çekiç Güç'ün helikopterleri, askerleri, başka maksat için oraya gidiyor, orayı karıştıranlar var” dediğimiz zaman, sizleri inandırmak mümkün değildi; ama, Allah'a şükürler olsun, hamdolsun, bugün, bunlar ortaya çıkmıştır.

Bakınız, bu Hükümet sadece bununla da kalmamış, dışpolitikada onurlu adımlar atmıştır. Doğru Yol Partisinin milletvekilleriyle beraber Ürdün'e gittiğimizde, Ürdün milletvekillerinin bir sözünü unutmak hiç mümkün değil “Sayın Erbakan'ın Amerika'yı dinlemeyerek Asya seyahatini gerçekleştirmesi, Sultan Abdulhamit'ten sonra ilk defa sahibimizin olduğunun ifadesidir ve işaretidir” demişlerdir. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

BÜLENT AKARCALI (Devamla) - Mustafa Kemal başlatmıştı onu.

ZEKİ ERGEZEN (Devamla) - Ve yine, şunu ilave ederek, “bu hareket, bize doping olmuştur; bu hareket, tekrar, İslam aleminin liderliğini yapacak bir Türkiye'nin işaretidir; başsız olmadığımızın, sahipsiz olmadığımızın bir işaretidir ve onore olduk” demişler; Hükümeti ve Başbakan Yardımcısını tebrik etmişlerdir.

Bu dışpolitikayla neler gerçekleşti bir görelim: Sizlerin, yıllardır yanlış politikalarınız sonucu, Kıbrıs Harekâtı gerçekleştiği zaman sırtında mermi taşıyan, Avrupa'ya giden petrol tankerini Türkiye'ye boşaltmak için talimat veren; ama, Amerika onun yuvasını bombaladığı zaman onu sahipsiz bırakan, terk eden, ambargoyu koyduğu zaman Batılılarla beraber işbirliği yapan hükümetlerimiz sayesinde kendini yalnız hisseden Kaddafi, Türkiye'nin aleyhine konuşmaya başlamış; ama, onurlu bir Hükümet, onurlu davranışıyla kısa bir müddet sizin aleyhinizde olan bir devletin liderini sizin lehinize çevirebilmenin onurlu adımlarını atmış ve başarı sağlamıştır. (RP sıralarından alkışlar, ANAP, DSP ve CHP sıralarından gürültüler)

Bununla da kalmamış, 17'lere karşı 18'ler oluşturulmuş. Bununla da kalınmamış, ihracatımız yüzde 100 artırılmış.

ZEKİ ERGEZEN (Devamla)-Yani, beyler, efendiler diye laflar söylüyoruz... Yani, bu ülkelere gitmek, bu ülkelerle alışveriş yapmak, ihracatımızı artırmak, işbirliği yapmak ille de efendilerimizin müsaadesine mi bağlıdır; ille efendilerimiz müsaade edecek de ondan sonra mı gideceğiz?! (RP sıralarından alkışlar)

Kıbrıs Savaşında Batı, sizi yalnız bırakırken, Kıbrıs Savaşında Amerika, sizi yalnız bırakırken, o ülkeler bütün güçleriyle sizin yanınızda yer almışlardı, destek vermişlerdi, imkânlarını bizler için seferber etmişlerdi. Elbette ki, bunlardan beklenen zaten o olmalıydı; çünkü, kardeşlerimizdir, çünkü, tarih birliğimiz var, fikir birliğimiz var, tabiî ki, ekonomik birliğimiz de olacak, tabiî ki, sanayide, savunmada birliğimiz olacak; müşterek projeler üreteceğiz, müşterek projeler geliştireceğiz.

Biz, ne zamana kadar Amerika'nın müsaadesini bekleyip de, ondan sonra İran'ın doğalgazını alacağız? Yani, ille de, onlardan mı müsaade çıkması lazımdır, ille, onlardan mı talimat gelmesi lazımdır? Onlar devletse, biz de devletiz. Onlar süpergüçse, biz de süpergüç olmalıyız. Onların onuru kadar bizim de onurumuzun söz konusu olduğunu bütün dünya bilsin, bütün insanlık bilsin, bütün menfi güçler bilsin ki, yeryüzünde süperdevlet olmanın adımları atılmış, çalışmaları başlatılmıştır.

LEVENT MISTIKOĞLU (Hatay) - Kaddafi'ye söyle!..

ALGAN HACALOĞLU (İstanbul) - Kaddafi'ye git!..

ZEKİ ERGEZEN (Devamla) - Bakınız, bu Hükümet, sadece bunlarla kalmamış. Bu Hükümet, yıllardır süren kişi başına millî gelir dağılımındaki uçurumları düzeltmek için bütçede ilk adımları atmış. Ne yapmış?..

İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) - Faizi yükseltmiş!..

ZEKİ ERGEZEN (Devamla) - Faiz... Değerli kâğıtlardan yüzde 10 vergi almak suretiyle, kıymetli kâğıtlardan vergi almak suretiyle, rantiyecilerin cebine giden miktarı başka tarafa kaydırmış; bununla da kalmamış, bu Hükümet, faiz oranını yüzde 38'den yüzde 28'e indirmek suretiyle (CHP- DSP sıralarından “Oo” sesleri, alkışlar [!]) rantiyecilerin musluğunu kesmiştir. Bu Hükümet bununla da kalmamış, bütçede tarımı desteklemek için, geçmişte 38 trilyon lira verilirken 100 trilyonu öngörmüş ve bu Hükümet bununla da kalmamış, memurun durumunu iyileştirecek önemli adımlar atmış ve yine bu Hükümet, millî gelir dağılımındaki dengesizliği düzeltmek için, sağlığa, eğitime gerekli payları ayırmış, gerekli ödenekleri ayırmıştır. Hedefleri budur; kısacası bu Hükümet, millî gelir dağılımındaki dengesizliği düzeltmenin adımını atmış, işsizliği önlemek için yatırımların adımını atmış, denk bütçeyi sağlamış, dışarıdan borç almanın, içeriden borç almanın yolunu kesmenin tedbirlerini almış, bizim diğer devletler düzeyinde kalkınabilmemizin, millî savunma sanayii bakımından dışa bağımlılıktan kurtulabilmemizin, kendimize gelebilmemizin adımlarını atmış, Güneydoğu'da olup bitenlerin önüne geçebilmenin adımlarını atmıştır. Bu Hükümet başarılı olacaktır, bu Hükümeti tebrik ediyoruz, takdir ediyoruz.

Siz dediniz ki “Erbakan Başbakan olmasın, Erbakan iktidara gelmesin” Peki, neydi endişeniz; tabiî ki denk bütçenin olmasını arzu etmeyenler vardı, Asya ülkelerine gidilmesini arzu etmeyenler vardı.

YUSUF SELAHATTİN BEYRİBEY (Kars) - Asya ülkelerine kaç defa gittin?

ZEKİ ERGEZEN (Devamla) - Erbakan gelecekti de hanımlarınıza çarşaf giydireceğini mi zannediyordunuz? Hanımlarınızın başını zorla örteceğini mi zannediyordunuz? Biz, kimseye zorla ibadet yaptırmayız; ama, bazılarının fikirdaşları, bizim kızlarımızın başını zorla açmaya halen devam ediyorlar, halen başörtüsü zulmü devam ediyor. Temenni ediyoruz, bu Hükümet bu eksikliği de giderir.

Elbette ki Refah Partisi kendi programının tamamını uygulama şansına sahip değildir, bir koalisyon vardır. Bu koalisyon kurulurken herkes kendi programını bir tarafa bırakmış, ülkenin menfaatleri doğrultusunda yeni bir program hazırlanmış ve Koalisyon Hükümeti o program çerçevesinde yoluna devam etmektedir. İnşallah, biz tek başımıza iktidara geldiğimiz zaman, elbette ki kendi programımızı uygulayacağız. Bugüne kadar savunduklarımızın, konuştuklarımızın takipçisiyiz, sahibiyiz, bunlara bir bir inanıyoruz ve bunların da gerçekleşeceğine inanıyoruz.

Bu cümlelerle, tekrar, bütçemizin hayırlı olmasını diler, hepinize saygılar sunarım. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Refah Partisi Grubu adına ikinci konuşmayı yapan Bitlis Milletvekili Sayın Zeki Ergezen'e teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, yeni sözcüyü kürsüye davet etmeden önce, bir açıklama yapma ihtiyacı duyuyorum: Sayın Ergezen'in sesi yüksek olduğu için mahzuru pek görülmedi; ama, salondaki konuşmalar, buraya uğultu olarak intikal ediyor. Bundan sonra ki hatiplerin konuşmalarında duyma zorluğu çekebilirsiniz; o bakımdan, kendi aralarında konuşacak arkadaşlarımızın, lütfen, bu işi, Genel Kurul salonu dışında yapmalarını rica ediyorum.

Şimdi, söz sırası, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı ve Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal'ın.

Buyurun Sayın Baykal. (CHP sıralarından alkışlar)

Konuşma süreniz 1 saattir Sayın Baykal.

CHP GRUBU ADINA DENİZ BAYKAL (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun düşüncelerini ifade etmek üzere huzurunuzdayım; bu vesileyle, kendi adıma, Cumhuriyet Halk Partisi adına, hepinizi içten sevgilerle, saygılarla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bütçe görüşmeleri, ülkelerin içerisinde bulunduğu ekonomik durumların değerlendirilmesi için önemli bir fırsattır. Özellikle, ekonomik ve sosyal durumun ciddî bir değerlendirmeyi kaçınılmaz kıldığı ortamlarda, bütçe görüşmelerinin, bu açıdan, bir fırsat olarak değerlendirilmesi gerekir. Türkiye'nin de, uzun bir süreden beri süregelen ve giderek biriken, yoğunlaşan ekonomik sorunlar karşısında, bu bütçe görüşmesini, bir anlamlı tartışma olarak değerlendirmesinin çok yararlı olacağına inanıyorum ve bu anlayışla, ben de, bu konuşma fırsatını değerlendirmeye çalışacağım.

Bir bütçe uygulamasının sonuna geldik, yeni bir bütçe hazırlığını sonuçlandırmak üzereyiz. Herhalde, yapmamız gereken ilk iş, 1996 bütçe uygulamalarını, bu uygulamalardan çıkan sonuçları ve ortaya çıkan dersleri değerlendirmek, bu değerlendirmenin ışığında, 1997 yılı bütçesiyle ilgili görüşlerimizi geliştirmektir. Yapılması gereken, sanıyorum budur.

Öncelikle, 1996 bütçe uygulamasının ortaya koyduğu sonucu doğru görmemiz, fotoğrafı açık bir biçimde çekebilmemiz lazımdır. 1996 yılı bütçesi, üç siyasal partinin katkısıyla oluşmuştur. Önce, Anavatan Partisi-Doğru Yol Partisi Azınlık Hükümeti bu bütçeyi tasarlamış, oluşturmuş ve Meclise sunmuştur. Daha sonra bu bütçeyi, Refah Partisi-Doğru Yol Partisi İktidarı ikinci yılda uygulamıştır. Bu bütçenin hazırlanması ve uygulanması, Anavatan Partisi, Refah Partisi ve Doğru Yol Partisinin bir anlamda ortak sorumluluğu içerisinde gerçekleşmiştir. Bu bütçe döneminde iki başbakan ortaya çıkmıştır, üç siyasal parti sorumluluk üstlenmiştir. Bu siyasal Partilerden Refah Partisi, uzun bir muhalefet döneminin sonucunda, Türkiye'nin ekonomik sorunlarıyla ilgili olarak, kendine özgü tespitlerini, teşhislerini ortaya koymuş, çözüm önerilerini, iddialarını sergilemiş ve içinde bulunduğumuz yılın son yarısında bu zihniyetini, bu politikalarını, bu anlayışını uygulama fırsatını elde etmiştir. Yani, demek oluyor ki, Refah Partisinin de Türkiye sorunlarına dönük anlayışının son altı ayda uygulandığına tanık oluyoruz, 1996 bütçe performansını değerlendirirken, bir anlamda, her üç siyasal partimizin de anlayışını görmüş olacağız.

Nedir 1996 bütçesinin sonuna geldiğimiz şu sırada ortaya çıkan? 1996 yılıyla ilgili ekonomik gerçekler nelerdir, hangi gerçekler ortaya çıkmıştır?

Değerli arkadaşlarım, ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz. Uygulama ortada, sonuç ortada; bu sonuçları esas alarak değerlendirme yapmak zorundayız.

Bir ekonomik uygulamayı değerlendirirken, bakılacak çok kriter belki akla gelebilir; ama, bir tanesi vardır ki, bu hepsinin üzerindedir, o da enflasyon oranıdır. Türkiye gibi, uzun süreden beri kronik bir enflasyonun içinden geçmekte olan bir ülkede, eğer bir yıl o dönemde ekonomi politikasının sorumluluğunu üstlenmiş olanlar, uygulama sonucunda enflasyonu indirmeyi değil, artırmayı gerçekleştirmişlerse bunun başarılı bir uygulama olduğundan söz etmek kesinlikle mümkün değildir. Hele bunun mazur görülecek, haklı ülke dışı nedenleri, dayanakları yoksa, bir olağanüstü durumdan kaynaklanan zorunlulukla bu artış gerçekleşmemişse bu enflasyon artışını mazur görmek kesinlikle mümkün değildir.

1996 yılının temel gerçeği şudur: Enflasyon, bir önceki yılda yüzde 64.9 iken, bu yıl yüzde 88.5 düzeyine çıkmak üzeredir. Yüzde 85'i kasım sonu itibariyle gerçekleşmiştir, trend ve veriler, yıl sonu itibariyle enflasyonun yüzde 88.5 olacağını bize göstermektedir. Ne olmuştur, lafı bırakınız, gerçek ortada, yüzde 69'luk bir enflasyon devralınmıştır, yüzde 88.5'luk bir enflasyon çıkarılmıştır. Bu rakamın karşısında hiçbir cambazlığın sonuç vermesi mümkün değildir. (CHP sıralarından alkışlar) Enflasyon artmıştır, bu artışın hiçbir haklı gerekçesi yoktur, mazur görülebilecek hiçbir nedeni yoktur, Türkiye'de enflasyon birdenbire hızlandırılmıştır.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye, 20 yıldan beri, yüzde 60'ın üzerinde bir enflasyonun altında yaşıyor. Dünyada 186 tane ülke var; bu ülkelerden hiçbirisi, bu yıl, Türkiye'nin olduğu gibi, arkasında 20 yıllık, yüzde 60 üzeri bir enflasyon bandında yaşayıp, yüzde 90 civarında bir enflasyon gerçeğinin içerisinde değildir. 186 ülkenin içerisinde, yeni kurulmuş ülkeler var, Doğu Avrupa ülkeleri var rejimini değiştirmiş olan, Latin Amerika ülkeleri var, Ortadoğu ülkeleri var, hiçbir ülkede, yeryüzünde hiçbir ülkede, 20 yıldan beri, bu düzeyde bir enflasyon ve şimdi de, yüzde 90'a çıkmış bir enflasyon gerçeği yoktur.

Enflasyon, bilmeliyiz ki, aslında, ekonomik bir hastalık değildir, siyasal bir hastalıktır; ekonomik hastalık olmaktan çok, siyasal bir zafiyeti yansıtır. Enflasyonun temelinde de, siyasî kadroların başarısızlığı ve beceriksizliği yatar; hiçbir mazereti olmayan bir açık gerçektir.

Dünyada, Türkiye, tek başına, yüzde 90 düzeyinde bir enflasyona çıktı bu yıl, yüzde 65'lerden çıktı. Bu yıl, enflasyonu, yüzde 65'ten yüzde 90'a çıkarmanın haklı ve mazur gösterilir bir tarafı var mı; işin temeli budur.

Bu yılın fotoğrafına baktığımızda, bu ana fotoğrafın yanı sıra, başka bazı tespitler de yapıyoruz bununla bağlantılı olarak; bunun hem nedeni olan hem de sonucu olan diğer görüntüleri de tespit ediyoruz. Nedir; bu yıl, Türkiye, bir rekor içborç içerisine girmiştir; Türkiye'nin, bu yıl, içborç düzeyi 4 katrilyona yakındır. 1996 yılının sonunda, Türkiye'nin ortaya koyacağı içborç stoku 4 katrilyona yakın olacaktır, 4 katrilyon civarındadır.

Değerli arkadaşlarım, bu içborcun, Refahyol Hükümeti tarafından son altı ayda yapılan kısmı, 1995 yılında geçmiş dönemlerden oluşup gelmiş, toplam dışborç stokundan fazladır. Yani, 1996 yılının ikinci yarısında, Sayın Erbakan'ın Başbakan olduğu dönemde, Türkiye, 1995 sonuna kadar oluşmuş tüm içborçlardan daha fazla borç yapmıştır. Yani, bu Hükümet, Sayın Erbakan'ın Hükümeti, aşağı yukarı her gün, yaklaşık olarak 10 trilyon borç almıştır. Bu, bir rekordur, bundan önceki hükümetlerin aldığı borçların tümünden daha fazladır. 1995 stokundan daha fazla borç, 1996'nın ikinci yarısında, altı ay içerisinde yapılmıştır. Borç konusunda şikâyet ederek iktidara gelip, borç hızını artırma konusunda rekor kıran Sayın Erbakan'ın, öyle sanıyorum ki, frene basacağım diye gaza basması gibi bir yanlışlık söz konusudur. (CHP sıralarından alkışlar)

Bu yıl, 1996 yılında, Türkiye, bir rekor bütçe açığıyla karşı karşıya kalacaktır. Bütçe açığı, 1,4 katrilyon civarında, kensini gösterecektir. Bir önceki yıl, 315 trilyonluk bir açık vardı.

Bu yılın fotoğrafındaki olumsuzluklar, sadece, enflasyonun hızlanması, içborcun artması, bütçe açığının artmasından ibaret değildir. Bu yıl, cari açık da çok kaygı verici bir tırmanış göstermiştir. Cari açık, dış ödemeler dengesinin bütün girişlerinin sonucunda ortaya çıkan tablo, geçen yıl 2,4 milyar dolar açık verirken, bu yıl, 6,9 milyar dolarlık bir açık vermiştir.

Değerli arkadaşlarım, bu yıl, yine, dışticaret açısından bir büyük alarm ortaya çıkmıştır. Önemli olan bunlardır. Niyetimiz budur, amacımız budur, buna çalışıyoruz; bunların hepsi boş sözdür. Uyguladığınız politikanın ortaya koyduğu somut sonuç var, yaşanan gerçek var. Rakamlar yalan söylemez. Siyasî değerlendirmelerle gerçeğin saptanması, gözden kaçırılması mümkün değildir.

Acı gerçek, Türkiye, ekonomik bakımdan 1996 yılında kötü yönetilmiştir, dengeleri bozulmuştur, çarpıtılmıştır ve tehlikeli bir biçimde, Türkiye, bir hiper enflasyon noktasına doğru sürüklenip gelmiştir. 1996 yılının ekonomi ve maliye yönetimi, buna, doğrudan ve çok önemli bir katkı yapmıştır.

Değerli arkadaşlarım, 1996 yılında dışticaretimiz alarm çalmıştır. Bu yıl dışticaret açığının 20,5 milyar dolar olacağı ifade edilmektedir. İfade edilmektedir diyorum; çünkü, ortada daha resmî rakam yoktur. Türkiye, ancak ilk üç ayın rakamını bilir haldedir.

Düşünebiliyor musunuz, Türkiye, çok önemli bir dünyaya açılma deneyimi geçiriyor, ekonomisi büyük bir bunalımın içerisinden geçiyor ve Türkiye, nisan ayının, mayıs ayının, ihracat rakamını bilmiyor, nisan ayının ithalat rakamını bilmiyor ve değerlendirme yapıyor. İlk kez böyle bir tablo oluyor. Bundan önceki yılların hiçbirinde bu manzara yoktu. Ne yazık ki sistem değişikliği gerekçesiyle, bugün dışticaret gelişmelerini güvenilir biçimde izleyemez hale geldik; ama, kabaca rakamlar ortada. Türkiye, 20 milyar doların üzerinde -20-21 milyar dolarlık- bir dışticaret açığı veriyor. Gözüken nedir; gözüken, Türkiye'nin ihracatı duraklamıştır, ithalatı patlamıştır, dışticaret açığı da tehlikeli bir düzeyde ortaya çıkmıştır.

Değerli arkadaşlarım, bu tablodan alınması gereken çok ders var. Türkiye ihracatı duraklamış bir noktada. Ne zaman; Sayın Erbakan'ın gösterişli dış gezilerle ihracatı artırma iddiasını takip ettiği dönemde. Malezya'ya gidip ihracatımızı artıracaktık, Mısır'a gidip ihracatımızı artıracaktık, İran'a gidip ihracatımızı artıracaktık. Bunun yaşandığı dönemde, Türkiye, bir önceki yıl ihracatını dahi yapamaz hale gelmiştir.

Değerli arkadaşlarım, bunda şaşılacak bir şey de yoktur; çünkü, bir ülkenin ihracatı, Başbakan gezileriyle artmaz; bir ülkenin ihracatı, ekonomisinin rekabet gücünün yükselip yükselmemesiyle ilgili olarak artar ya da azalır, kur politikasıyla ilgili olarak artar ya da azalır. (CHP sıralarından alkışlar) Yanlış kur politikası izleyeceksiniz, sıcakpara girişini teşvik edeceğim diye kuru bastıracaksınız, ekonominin rekabet gücünü artıracak yatırımları, teknoloji transferlerini yapmayacaksınız, gösterişli yurtdışı gezilerle, dostluk, kardeşlik, İslam dayanışması diyerek ihracatınızı artıracağınızı zannedersiniz!.. İşte, Halep oradaysa arşın burada; o geziler oradaysa, dışticaret rakamları da burada. Kıpırdamamıştır...1996'daki bile, bir önceki yıldaki bile gerçekleşmemiştir. (CHP sıralarından alkışlar)

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) - Dört yıllık dönemi unutma!..

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bunlar, hepimizin değerlendirmesi gereken temel noktalar. Böyle, yanlış umutlarla olmayacak işlere bel bağlayarak, ekonomik sorunları çözmenin mümkün olmadığını görmeliyiz. Artık, öğrenme süreci, acemilik dönemi bitmelidir. Refah Partisi, iktidara alışacağım diye, bir o kapıyı, bir bu kapıyı çalarak Türkiye'ye daha fazla zaman kaybettirimemelidir; yapılması gereken işler ortada, bir an önce onlara yönelmelidir.

Değerli arkadaşlarım, kamu kesimi borçlanma gereği, tehlikeli biçimde artmıştır. Türkiye'de, yüzde 11 civarında, kamu kesiminin borçlanma gereği ortaya çıkmıştır; yüzde 6,5 idi, yüzde 11'e doğru fırlamıştır. Bunların hepsi alarmdır görmesini bilenler için. Boş laflarla, ucuz demagojilerle bunlar değiştirilmez. Dünya buna bakar, bankalar buna bakar, uluslararası kuruluşlar buna bakar, vatandaşın yaşamına da bu yansır; senin buradaki lafların değil. Acı gerçek, ekonominin, maliyenin gerçeği rakamı, yaşamın bir gerçeği olarak da önümüze çıkar.

Dışborçlar da, haziran başı itibariyle, 75 milyar 757 milyon dolara ulaşmıştır; en son rakamın ne olduğunu da tam bilemiyoruz.

Kalkınma hızı da düşmeye başlamıştır. Kalkınma hızı, yüzde 8,1'den yüzde 7,5'a doğru inmiştir.

Kalkınma hızı inmiş, enflasyon hızlanmış, içborç artmış, bütçe borcu artmış, carî açık artmış, ödemeler dengesi açığı artmış, bunun sorumluları ortada; ne konuşuyorsunuz? Buradan alınması gereken ders var; niye bu böyle oluyor?.. “Canım, bu böyle olacak; gelecek yıl da bu doğrultuda biraz daha gidecek. Biz günümüzü geçirelim, vaktimizi oyalayalım, kafamızdaki hesapları takip edelim, yeter...” Böyle bir şey olur mu? Bu politikanın sorumlusu kimdir; hangi politikalarla bunun değiştirileceğine kim inanıyor; çıksın, bir söylesin, bir anlayalım.

Bugüne kadar izlenilen politikalar ortada, Türkiye'nin geldiği nokta ortada. Refah Partisi İktidarı da bu politikalara hiçbir ciddî katkı yapmamıştır, birazdan konuşacağız o katkı arayışlarını; hiçbir ciddî katkı yapmamıştır. Bu koroya o da katılmıştır, o şarkıyı şimdi Refah Partisi de söylemeye başlamıştır; ANAP'ın, DYP'nin izlediği politikaların bir parçası haline, hiçbir sıkıntı çekmeden gelmiştir ve o politikanın da uygulayıcısı olarak, bugün önümüzde bulunuyor.

Değerli arkadaşlarım, bu tablonun yol açtığı sonuçlar nelerdir; Türkiye'de gelir dağılımı çok tehlikeli biçimde çarpılmaya başlamıştır. Elimizdeki rakamlar -unutmayalım- 1994 rakamlarıdır. 1996'da durumun, o rakamların gösterdiğinden daha da kaygı verici olduğunu düşünüyorum. Yani, millî gelirin yüzde 54'ünü, yüzde 55'ini beşte birin aldığına ilişkin rakam 1994'ün rakamıdır; bugün, çok daha vahim bir manzaraya geldiğimiz kanısındayım.

1987'den 1994'e, çok tehlikeli bir bozulmanın işaretleri çıkmıştır. Türkiye'de, sadece en çok kazanan beşte birin millî gelir içindeki payı artmıştır; onun altındaki dört kesimin -diğer, beşte birliği oluşturan dört kesimin- dördünün de zaten düşük olan payları, 1987-1994 döneminde azalmıştır ve bu, 1994'ten sonra da hızlanarak devam etmektedir.

Değerli arkadaşlarım, millî gelir dağılımı çarpıklaşmıştır. Türkiye'de var olan millî gelir farklılıkları, ülkeler arasında görülmesi mutat olan farklılıklardan daha fazladır. Bugün, Doğu Avrupa ile Batı Avrupa arasındaki iki ülkede kendisini gösterecek ayrımdan daha büyük bir ayrımın Türkiye'nin ulusal sınırları içinde var olduğunu görüyoruz. Bulgaristan ile İsviçre arasındaki gelir uçurumundan daha büyük uçurum, Türkiye'de yaşayan vatandaşlarımız, toplumsal kesimlerimiz arasında var. Türkiye'nin Ağrısıyla İstanbulu arasındaki gelir farkı, Bulgaristan ile İsviçre arasındaki, İsveç arasındaki gelir farkından daha fazladır. (CHP sıralarından “Doğru” sesleri, alkışlar)

Dünya, demirperdeyi kaldırıyor; biz, kendi ülkemize, görünmeyen bir demirperdeyi indiriyoruz; bir ekonomik ve sosyal ayrıcalık perdesini, bir büyük uçurumu, kendi toplumumuzda, kendi ülkemizde kendi ellerimizle yerleştiriyoruz. Gelir dağılımının giderek tehlikeli biçimde çarpıklaşması, bu politikaların sonucu olarak ortaya çıkıyor. Gelir dağılımı çarpıklaşmıştır, sosyal devlet çözülmeye başlamıştır, eğitim paralı hale gelmeye başlamıştır, ancak hayırsever zenginlerin gönüllü katkılarıyla okul açılabilir hale gelmiştir. Yıllarca eğitim mücadelesi verildikten sonra bugün geldiğimiz noktada, artık, okullaşmama oranından söz etmek zorunda kalıyoruz; yani, okullaşma oranının, artık, bir anlamda, geriye gittiğinden, sadece Doğu Anadolu'da, Güneydoğu Anadolu'da terör nedeniyle değil, İstanbul'da, İstanbul'un göbeğinde, merkezinde, varoşlarında ekonomik nedenlerle çocuklarımızın okula gidemez hale geldiğine tanık oluyoruz. Okullar yetersiz, öğretmenler yetersiz, yurttaşlarımızın koşulları yetersiz ve Türkiye, eğitim yapamaz bir noktaya geliyor; sağlık aynı şekilde, sosyal güvenlik aynı şekilde ve Türkiye'de sosyal devlet hızla çözülüyor.

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) - Doğru söylüyorsun; ama, beş ay daha dolmadı.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Evet, doğrudur; onu konuşmak istiyorum.

Bu Meclisin yapması gereken de odur. Elbette beş ayda olmadı; yalnız, beş ayda, bundan önce bu noktaya getirilen politikalara ayak uyduruldu; onu söylüyorum. O politikayla bütünleşildi; o politika aynen devam ettiriliyor; tespitim budur ve bundan farklılığa ihtiyaç vardır. Bu, çok temel bir noktadır. Eğer, şunu söylüyorsanız “biz, o politikaları uygularız; ama, biz uyguladığımız için farklı bir sonuç alırız” alamazsınız; yanlıştır. Alınmadığı ortaya çıkmaya başlamıştır.

Değerli arkadaşlarım, bakın neden buraya geldik; önce onun tespitini birlikte yapalım. Bunun temelinde, 1980'li yıllarda, dünyada esen rüzgârlardan da etkilenerek, Türkiye'de, yeni bir ekonomi politikasına canhıraş bir şekilde sarılınması yatar. Bu yeni ekonomi politikasının temelinde, vergi alma borç al anlayışı vardır. Bu anlayış iddia eder ki; bir insan kazandığı parayı devletten daha iyi harcar. Bir insanın parasını nasıl harcayacağını devlete sormak yanlıştır. O nedenle, bırakınız almayınız ve 1983'ten itibaren, Türkiye'nin vergi mevzuatında vergi gelirini azaltmayı öngören düzenlemeler yapılmıştır; yani, muafiyetler getirilmiştir; istisnalar getirilmiştir ve verginin artması değil azalması doğru olur zannedilerek, o politika doğrultusunda yürünmüştür. Bu politikanın doğal sonucu, Türkiye'nin kamu kesiminin finansman ihtiyacı içine sürüklenmesi olmuştur. Bu ihtiyacı karşılamanın yolu olarak da borçlanma kendisini dikte etmiştir. Önce, düşük faizlerle borçlanma bugünkü noktaya kadar bizi getirmiştir.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu, bilinen, dünyada da denenmiş bir sağ politikadır. Bu finansman politikası Türkiye'yi bu çıkmaza getirmiştir. Türkiye, vergi almanın modasının geçtiğini; vergi almanın artık anlamsız ve yanlış olduğunu; piyasa koşulları içinde devletin de bir şirket gibi borç alarak, faizini ödeyerek etkin ve verimli çalışabileceğini düşünen anlayışın, zihniyetin bizi getirdiği nokta işte budur. Şimdi, bunu şunun için söylüyorum, Refah Partisi çare diye geliyor, Refah Partisinin ilk kararı “vergi almayacağım” oluyor. Refah Partisi diyor ki “vergi almayacağım.” Eğer, vergi almayacaksan, sen, borç almaktan nasıl kurtulacaksın; borç almak mecburiyetinden nasıl çıkacaksın? Vergi almayacağım demek, bugünkü vergi düzenini haklı buluyorum demektir. Vergi almayacağım demek, bugünkü vergi uygulamasını benimsiyorum demektir. Vergi almayacaksan, kaldır bugünkü vergileri de göreyim. Hayır; onları kaldırmam, bu vergileri alacağım... Ee, peki, bu vergileri alacaksın da sonra “niye vergi almıyorum” diyorsun. Bugünkü çarpık bir vergi düzeni, adaletsiz bir vergi düzeni. Bu vergi düzenini değiştirmek lazım. Bugünkü vergi düzeni, işçiye, memura yüklenen bir vergi düzeni. (RP sıralarından “doğru söylüyorsun” sesleri)

Ee “vergi almayacağım” demek, bunun doğru olmadığını iddia etmek demektir. Şimdi, Refah Partisinin açmazı budur. Refah Partisi diyor ki “ben vergi almayacağım. Ne yapacağım; kaynak paketi çıkaracağım.”

Değerli arkadaşlarım, kaynak paketi çıktı, üç tane kaynak paketi çıktı; her birisi 10 milyar dolarlık. (RP sıralarından “doğrudur” sesleri)

A. TURAN BİLGE (Konya) - Havuz doldu!.. Havuz doldu parayla!..

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Geçen sene -hatırlayınız- Sayın Erbakan bütçe konuşması yaparken “bu bütçe -1996 bütçesi- bir defa küçük bir bütçedir; 46 milyar dolarlık bir bütçedir -daha sonra ek bütçeyle 48'e çıktı- 46 milyar dolarlık bir bütçeye Türkiye'nin sığmasını istiyorsunuz. Türkiye buna sığamaz. Üstelik, bu bütçe, bizim içinde bulunduğumuz malî ilişkilerin sadece dörte birini oluşturuyor, dörtte üçü de aysberk gibi suyun altında” demişti ve “o nedenle, bir daha önümüze böyle yanlış bütçelerle gelmeyin, 46 milyar dolarlık bütçeyle gelmeyin; bütün borçları; içborçları, dışborçları, hepsini içine alan bir bütçeyle gelin” demişti. Bu sene Sayın Erbakan geldi; geçen sene 46 milyar dolarlık bütçeye küçük demişti, bu sene huzurumuza getirdiği bütçe 41 milyar 282 milyon dolarlıktır. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Erbakan 41 milyar dolarlık bir bütçeye sığdı. Geçen sene Türkiye'nin 46 milyar dolarlık bir bütçeye sığamayacağını söylüyordu; bu sene 41 milyar dolarlık bir bütçenin içine girdi. Türkiye büyüdü, nüfus arttı, Türkiye'nin sorunları arttı, millî gelir arttı; ama, bütçe küçüldü. Ee, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu...

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) - Tahribatın tamiratıdır bu.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, 30 milyar dolarlık kaynak ilan edildi, 30 milyar dolarlık kaynak. Şimdi, huzurunuza gelen bu bütçe 41 milyar dolarlık -geçen sene 46 yapılmış- 30 milyar dolarlık da kaynak paketi var. Şimdi, eğer, bu önümüze gelen bütçe, bütçe ise, 30 milyar dolarlık kaynak paketi nerede; çünkü, bu 41 milyar dolar?.. Geçen sene Türkiye 46 milyar dolar koymuş ortaya. Bu 41 milyar dolar Sayın Özal. O 30 milyar dolarlık kaynak paketi nerede? Eğer, bu, kaynak paketinde oluşuyorsa geçen senenin 46 milyar dolarlık bütçesi nerede? (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Bu bütçe midir kaynak paketi midir? Bu ciğer midir kedi midir? Eğer, bu kedi ise ciğer nerede; ciğeri ne yaptınız hesabını verin; eğer bu ciğerse, kedi nerede?

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) - - Ekranda, ekranda... Biraz sonra görürsünüz.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Hiç tartışmıyorum o kaynak paketi gerçekçidir değildir, toplanır toplanmaz, uygulanır uygulanmaz; teknik bakımdan kaynak paketi içinde yer alanlar borçlanma mıdır, gizli borçlanma mıdır, gizli vergi midir, gelir olarak kabul edilip bütçe içinde yer alır mı almaz mı, o tartışmaların hiçbirisine girmiyorum; ne söylüyorsanız doğru kabul ediyorum. 30 milyar dolarlık ek kaynak paketi koyduğunuzu varsayıyorum. Ne güzel, kutluyorum. Ne kadar mutlu, 30 milyar dolarlık bir ek kaynak yaratmışsınız. Peki, o, bütçenin içinde niye gözükmüyor? Bu bütçe 41 milyar dolarlık bütçe... Geçen sene 46'sını yaptık, “küçük” dediniz; “bu sene artıracağız” dediniz. 30 milyar dolar kaynak paketinden bahsediyorsunuz, bütçede yok.

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) - Bu soruları sormak iyi; çünkü, cevaplarını alınca daha rahat anlaşılır; faydası var.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, vergi almayacağım diyen hükümet, bu politikanın dışına çıkma imkânına sahip değildir. Vergi almayacağım diyorsunuz, büyük hata yapıyorsunuz. Türkiye'nin içine sürüklendiği bu borç batağından çıkmasının temel koşulu vergi almaktır. Vergi vermeyenden vergi almaktır. Türkiye'de adaletsiz bir vergi düzeni var. Türkiye'de vergiyi, işçi ve memur ödüyor, esnaf ödüyor. İşçinin, memurun esnafın sırtından bu vergi yükünü almak zorundayız.

Bakınız, geçen yıl, 1,6 katrilyon faiz ödendi; 1,6 katrilyon faiz. Türkiye'de toplam Kurumlar Vergisi geliri geçen yıl ne kadar biliyor musunuz; 190 trilyon Türk Lirası. 1,6 katrilyon faiz verdiniz. Onlardan değil, pek çok namuslu, dürüst şirket sahibinden, kazancının karşılığı olarak aldığınız toplam vergi geliri 190 trilyon lira. Türkiye'de Gelir Vergisinin toplam miktarı 1996 yılında 670 trilyon lira. 670 trilyon lira gelir vergisi alacağız memurdan, işçiden.

Değerli arkadaşlarım, bu, Türkiye'de vergi konusuna girecek cesareti göstermeden bu sorunun altından kalkmamızın mümkün olmadığını bize gösteren bir tablodur. Vergi almayacağım demek, bugünkü çarpık vergi düzenini sürdürmeye devam edeceğim demektir; yani, 17 milyon 10 bin lira alan bir asgarî ücretliden, 3 207 050 lira vergi almaya devam edeceğim demektir. Yine, vergi almayacağım demek, Türkiye'de bir avukat kazansa da kazanmasa da bu yıl 225 milyon 544 bin lira vergi ödeyecek demektir. Yine, bu yıl bir esnaf kazansada kazanmasada 135 milyon 036 bin lira vergi ödeyecek demektir. Vergi almayacağım diyerek, siz, bunların üzerine yatıyorsunuz; bunu sahipleniyorusuz; bunu haklı buluyorsunuz; bunu idame ettirmeyi tercih ettiğinizi ortaya koyuyorsunuz. Yüzde 23'lere kadar alınan ve çok haksız, adaletsiz olduğu açıkça görülen Katma Değer Vergisine yüklenmeye devam edeceğim demektir. Bunlar, Türkiye'de vergi politikasının, Refah Partisi tarafından çok yanlış bir şekilde ele alındığının örnekleridir. Geldiniz “vergi almayacağım” diyorsunuz. Türkiye'de, vergi ödemesi gerekenlerden vergi almıyorsunuz; ama, vergi yüzsüzünün, vergi kaçakçısının borcunu affediyorsunuz. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bu politikayla, işte, bunun altından kalkılamaz. Böyle, kaynak paketleri gibi fiktif, ekonomik ve malî anlamı olmayan, politik pazarlamaya dönük, iç tüketime dönük açılımlarla, Türkiye'nin ciddî enflasyon sorununun çözülmesi kesinlikle mümkün değildir.

Yapılması gereken iş çok açıktır, Türkiye'nin, derhal ciddî bir vergi reformu yapması lazımdır. Eğer, burada Refah Partisinin sözcüsünün de bahsettiği olumsuzluklardan kurtulmayı istiyorsak, yapmamız gereken ilk iş, adilane, hakkı esas alan, gücü olandan gücü kadar vergi almayı öngören bir reformu getirip, uygulamaktır; ilk yapılması gereken iş budur. (CHP sıralarından alkışlar)

Bunun yanı sıra, Türkiye'nin, böyle günübirlik, uydurma paketlerle, kaynak paketleriyle değil, derli toplu, ciddî, orta vadeli bir istikrar programıyla önünü görmeye çalışması lazımdır. Türkiye'nin, ciddî bir istikrar programına ihtiyacı vardır; orta vadeli, bir yılı aşan bir süreyi -üç yıllık bir dönemi- öngören bir programa ihtiyaç vardır.

Seçim yapıldı, yeni bir Parlamento var. Bu Parlamentonun ilk yılını, demin anlattığımız şekilde harcadık, günah değil midir?! İlk yılını harcamış Parlamento, 1997'yi de kullanamadığı takdirde, seçim arayışı içine girmiş bir siyasî heyetin, ciddî bir vergi reformunu yapması, orta vadeli bir istikrar programını uygulaması mümkün müdür? Merkez Bankasını güvenilir, saygın bir para programını, cesaretle uygular hale derhal getirmek lazımdır.

Bunların gereği, bir an önce yerine getirilmelidir, çıkış yolu budur ve Türkiye, derhal reformlar yapmaya başlamalıdır. Bir an önce reformları uygulamak durumuna Türkiye gelmelidir; yoksa, bu sorunların altından kalkmak, kesinlikle mümkün olmaz.

Yapılması gereken reformlar da çok açıktır: Yönetimi, artık, aşırı merkeziyetçi bir yapıdan çıkarmak lazımdır; daha demokratik, daha ademi merkeziyetçi, desantralize, katılıma olanak veren ve israfı önleyen, yerinden denetimi mümkün kılan bir anlayışla şekillendirmek lazımdır.

Tarımın, mutlaka yeniden yapılandırılması lazımdır. Tarım, kendi haline bırakılmıştır; ucuz, demagojik vaatlerle tarımı toparlamak mümkün değildir. Tarımın, örgütlenmeye, çağdaş anlayışa dayalı örgütlenmeye ihtiyacı vardır. Tarımı, bir işletme olarak, ihracat potansiyeli taşıyan bir işletme olarak tasavvur edip ciddiyetle ele almak lazımdır. Bu çerçevede, tarım kredi birliklerinin, tarım satış birliklerinin demokratikleştirilmesi doğrultusundaki projeyi de ciddîye almak lazımdır.

Türkiye, ancak bunları ele alabilir; esaslı bir eğitim reformunu gerçekleştirebilirse, enflasyonu indirecek ciddî bir politikanın içerisine girmiş olur; bunun işaretlerini göremedim; günübirlik, alışılmış, sıradan, demagojik yaklaşımlar...

Bu Hükümetin, bu son Hükümetin getirdiği iki katkı var: Deniliyor ki: “Kaynak paketleriyle biz kaynak buluruz.” Bulunmaz, böyle bir şey olmaz; kaynak diye ayrı bir olay yoktur; ekonominin içerisinde her birisi kayıtlıdır. Yani, Manavgat suyundan 120 trilyon... Manavgat suyu, on yıldır Türkiye'nin projesi; daha birkaç yılı gerektiren bir tablo; hızlandırabilirsen, hızlandır; büyük bir hizmet yapmış olursun. Kaynak paketi diye bunu ilan edip...

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) - Kaynak değil efendim...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - ...olmadık işleri, böyle, sanki varmış gibi göstererek bir yere varmak mümkün mü; ciddî olmak lazım.

Değerli arkadaşlarım, önemli saydığım bir nokta da şu: 1997 yılı bütçesi, hiç kuşku yok, arkadaşlarımızın siyasî heveslerini yansıtıyor; bu siyasî heveslere değer veriyorum, saygı gösteriyorum; ama, bütçenin bir siyasî heves belgesi olarak anlaşılması kadar bir ülkeye zarar verebilecek bir şey olamaz. Üniversitede, maliye derslerinde, bütçe okutulurken, çocuklara ilk öğretilen şey şudur: Bütçe samimî olmalıdır. Bütçenin samimî olmasını söyleyenler; yani, ahlaklı olun, dürüst olun anlamında bunu söylemiyorlar, bir teknik mecburiyetten dolayı bunu söylüyorlar. Bütçenin samimî olması senin yararınadır; eğer, samimî bir bütçe yapmazsan kendini aldatırsın, hesabını kitabını bilemezsin, adımını attığın yeri bilemezsin; İlk yapacağın şey, acı dahi olsa, olumsuz dahi olsa gerçeği görmektir. Kerrat cetveliyle kavga edilir mi, iki kere iki dört ederle kavga edilir mi... Onu değiştirmeye kaltığın zaman kendini yanıltırsın.

Bütçe bir temenni belgesi değildir. Sayın Erbakan'ın, siyasette temennileri esas alan bir anlayışın içine zaman zaman girdiğini biliyorum. O meşhur olayda da, hatırlarsınız; hani, 100 bin tank 100 bin uçak konuşulduğunda, efendim, ben, bunu yapacağız diye değil, temenni sadedinde söyledim demişlerdi. Şimdi, öyle anlaşılıyor ki, bu bütçeyi de temenni sadedinde söylüyorlar. (CHP sıralarından alkışlar) Temenni iyi de, yeri burası değil; burası bütçe; burası teknik bir belge; hesabın kitabın tutması lazım, neyin ne olduğunun belli olması lazım... Kendi kendimizi aldatıyoruz.

Efendim “denk bütçe yaptık..” Bakıyorum, buna en çok destek vermek isteyenler bile, denk bütçenin olmayacağını biliyorlar da “canım, denk'e doğru bir katkı getirir hiç olmazsa, yararlı olmaz mı” diyorlar. Katkıya saygı duyuyoruz; denk'e doğru yürüyelim de, hesabı doğru görelim. Böyle bütçe olur mu? Denk bütçe deyince, işin özünde çok ciddî yanlışlıklar çıkıyor, teknik zafiyetler var.

Değerli arkadaşlarım, bunları, bir yana bırakarak -bu bütçenin konuşmamız gereken çok yönü var- bu Hükümetin kuruluşundan bu yana, bir ciddî hükümet sorumluluğu içinde söylenmemesi gerektiği halde söyleyip de gerçekleştiremediği bazı noktalara dikkatinizi çekmek istiyorum. Yani, hükümet etmek ciddî bir iştir, sorumluluk gerektiren bir iştir; çünkü, yöneticilerimiz sadece kendilerini değil bizleri de temsil ediyorlar, bütün ülkeyi temsil ediyorlar. Hükümette bulunan insanların da gerçekdışı konuşmaya hakları yoktur; gerçekdışı konuşmayı doğal karşılamaya da bizim hakkımız yoktur. O nedenle, ben, bu Hükümetin işbaşına geldikten sonra -daha önceki muhalefet dönemini bıraktım- ortaya attığı ciddî bazı iddiaları irdeledim; gördüm ki, bu Hükümetin kırkbir tane balonu var; rengârenk balonlar... Bu balonlarla, bu Hükümet ve bu bütçe önümüze gelmiş durumda.

Şimdi, bu balonları bilginize ve dikkatinize sunmak istiyorum:

Birinci balon: “Memurlara eşel-mobil uygulayacağız.” Denildi mi denilmedi mi; denildi ve uygulanmadı. (CHP sıralarından “Patladı” sesleri) Birinci balon bu.

İkinci balon: “Dolarla ödeyeceğiz.” (CHP sıralarından “O da patladı” sesleri) Dolarla ödendi mi; o da patladı.

Üçüncü balon: “Enflasyona memuru ezdirmeyeceğiz.” Üçüncü balon bu.

Değerli arkadaşlarım, demin, burada, Sayın Bakan da bilgi verdi; diyor ki “1996 yılının ikinci altı ayı için, biz, yüzde 50 artış getirdik...” Ee, birinci altı ay için artış var mıydı? Siz, altı aydan sorumlu hükümet misiniz? Siz, 1996 yılı için uygulamayı yapacaksınız. 1996 yılında, memurlara, sadece yüzde 50 zam verilmiştir; enflasyon yüzde 68 olmuştur; yüzde 18 ezdirilmiştir. Şimdi, önümüzdeki dönem için de yüzde 30 vereceğiz diyorsunuz. Neye bağlı olarak bu böyle ezdirilmeyecek; enflasyon altı ayda yüzde 26 olursa... Altı ayda yüzde 26 nasıl olacak bu enflasyon? Yüzde 88,5'tayız, yüzde 88,5'tan yüzde 26'ya ikinci altı ayda, indireceğinizi, nasıl ciddiyetle kabul edip, bize söylersiniz... Üçüncü balon “enflasyona ezdirmeyeceğiz.”

MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) - Seçim meydanlarında niye konuşmadınız...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Söylendi, seçime geldikten sonra söylendi.

Dördüncü Refah balonu: “Asgarî ücretten vergi almayacağız.”

Beşinci balon: “Hayat standartını kaldıracağız.” Kalkmadı...

Altıncı balon: “Malezya'ya 500 bin işçi göndereceğiz.” (CHP sıralarından gülüşmeler)

Yedinci balon: “Paraları koyacak yer bulamıyoruz.” (CHP sıralarından gülüşmeler)

M. ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) - Sizi gidi münafıklar...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakan, paraları koyacak yer bulamıyorsanız, fındık üreticisi 10 trilyonunu alamadı aylardır. Hâlâ ayçiçeği parasını alamamış olanlar var. Hâlâ Hatay'daki pamuk üreticisi parasını alamadı. Onlara himmet edin de, o koyacak yer bulamadığınız paraları önce onlara bir gönderiverin. (CHP sıralarından alkışlar)

ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) - İnsaf Sayın Baykal...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Türkiye'de, daha 15 yıldan beri, malı kamulaştırıldığı için, istimlak edildiği için parasını alamamış, malının istimlak parasını alamamış, kuyrukta bekleyen insanlar var. Bayındırlık ve İskân Bakanınıza bir sorunuz; onun bu paraya ihtiyacını hiçolmazsa görünüz de, o koyacak yer bulamadığınız paraları onlara veriniz. (RP sıralarından gürültüler)

ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) - İnsaf Sayın Baykal, sizin zamanınızda fındık 45 bin liraydı, şimdi...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Sekizinci balon: “Göç edenler köylerine dönüyorlar...” Değerli arkadaşlarım, ne dönüş var, ne bir şey var; milletvekili arkadaşlarım buradalar, kimi aldatıyorsunuz, onbinlerce insan perişan halde, sahipsiz, dökülmüş kalmış; bir hükümet çıkıyor “dönüyorlar, talimatı şimdi verdim, hemen kumanda ettim” diyor; ne dönen var, ne dönecek olan var.

SEBGETULLAH SEYDAOĞLU (Diyarbakır) - Ahrette dönecekler... Ahrette...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Dokuzuncu balon: “Gecekondulara af çıkacak...”

Onuncu balon: “Nemalar ödenecek...” Nemalar ödendi, ödenecek... (CHP sıralarından “ahrette” sesleri.

ALİ RIZA BODUR (İzmir) - Balık kavağa çıkınca...

BAŞKAN - Sayın Baykal, bir saniyenizi rica edeceğim.

Sayın milletvekilleri, programımıza göre öğleden evvelki çalışma süremiz tamamlandı.

Sayın Baykal konuşmasını tamamlayıncaya kadar çalışma süresinin uzatılması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın Baykal, buyurun efendim; 20 dakika daha süreniz var.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Teşekkür ederim.

Onbirinci balon: “Türkiye'nin her yerinde ekmek 15 bine satılacak...”

İSMET ATALAY (Ardahan) - Ekmeğin gramajını düşürdüler.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Evet... Evet... Yani, İstanbul'da ekmek 18 bine satılıyor; ama, ekmeğin gramajı 220 grama indirilerek satılıyor.

ALİ DİNÇER (Ankara) - Ekmek, bir lokmaya indi, 15 bin liraya satılıyor.

M. ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) - Seni gidi münafık seni!..

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Onikinci balon: “Fındık paraları peşin ödenecek...”

Onüçüncü balon: “Zam yapmayacağız...” Zam yapılmadı mı?!. “Zam yapmayacağız...” (CHP sıralarından “Ohoo” sesleri, alkışlar!)

Ondördüncü balon: “Bütçe denktir...”

Onbeşinci balon: “Olağanüstü hali kaldıracağız..”

Onaltıncı balon: “İsrail'le anlaşmayı yırtacağız...” (CHP sıralarından “Yırttı, yırttı” sesleri)

Onyedinci balon: “İsrail'le yeni bir anlaşma yapmayacağız...” Yenisini de yaptılar.

Onsekizinci balon: “Belediyelere destek artacak...” Tam tersine belediyelere destek daha da azalmıştır, yüzde 5,5'a inmiştir, Anayasaya aykırı olarak bütçeye de hüküm koyarak bu yapılmıştır; hukuku da yoktur, adaletsizdir, haksızdır ama, yapılmıştır.

ALİ DİNÇER (Ankara) - Refahlı belediyeler hariç!..

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Evet; bu da 18 inci balon.

Ondokuzuncu balon: “İşsizlik sigortası çıkarılacak.”

Yirminci balon: “Çiftçi borçlarını affedeceğiz.”

Yirmibirinci balon: “Aç ve açıkta kimse kalmayacak, faks numaralarını ilan edeceğiz ve ihtiyacı olan herkes aşevlerinde kartla yiyecek ve giyinecek.”

ŞERİF BEDİRHANOĞLU (Van) - Yalan!..

MURZATA ÖZKANLI (Aksaray) - Gazete kupürlerini mi okuyorsun?

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Hayır, bu, Başbakanın açıklamalarından.

Yirmiikinci balon: “Besicinin elindeki hayvanların tümünü satın alacağız.” Başbakan söyledi. 150 bin mal alacağız, kilosunu 330 bin liradan alacağız denildi, hiçbiri alınmadı; Doğu ve Güneydoğu Anadoluda hayvan üreticisi perişan; onun canlı şahidi olarak önümüzde duruyor.

Yirmiüçüncü balon: “Kapalı kombinalar açılacaktır.” denildi; kombinalar açılmadı, kapalı olmaya devam ediyor.

Yirmidördüncü balon: “Tütün kotasız alınacak” denildi; tütün kotalı alınıyor.

Yirmibeşinci balon: “Doğuya yatırım yapana bedava arsa vereceğiz, vergi almayacağız ve yüzde 20 faizle kredi vereceğiz.” denildi; bu da tamamen bir balon olarak durdu.

Yirmialtıncı balon: “IMF de kim oluyor” denildi.

Yirmiyedinci balon: “Çekiç Güç kalkacak denildi” uzatıldı.

Yirmisekizinci balon: “İran teröre destek vermeyecek” denildi; bu ziyaretin ve açıklamanın arkasından, 20 askerimiz PKK saldırısıyla şehit oldu.

ALİ DİNÇER (Ankara) - Palavracılığı İran'dan öğreniyorlar.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Yirmidokuzuncu balon: “Kuzey Irak'ta güvenlik kuşağı oluşturacağız” denildi; güvenlik kuşağı, Türkiye'nin güvenilirliği, ciddiyeti ve inanılırlığı açısından çok büyük bir zafiyet olarak ortalıkta durdu, kaldı.

Otuzuncu balon: “Malezya ile ticaret hacmimiz 100 milyon dolardı, 1,5 milyara çıkacak” denildi.

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) - Otomatikman mı çıkacak!..

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Otuzbirinci balon: “Malezya bizden F-16 alacak” denildi.

Otuzikinci balon: “Malezya bizden 700 zırhlı araç ve 2 denizaltı alacak” denildi.

Otuzüçüncü balon: “İslam ortak pazarı kuracağız” denildi.

Otuzdördüncü balon: “Uzakdoğu gezisi, ödemeler dengesi bakımından atılmış büyük bir adımdır”, “ticaret hacmi 9 milyar dolara çıkacak” denildi.

Otuzbeşinci balon: “İran ile ticaret hacmi 2,5 milyar dolara çıkacak” denildi.

Otuzaltıncı balon: “Malezya ile ticaret hacmi 1,5 milyara; Endonezya ile 2 milyar dolara çıkacak” denildi.

Otuzyedinci balon: “Mısır ile ticaret hacmimiz 2 milyar dolara çıkacak” denildi.

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) - Beklerseniz görürsünüz...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Otuzsekizinci balon: “Sudan ile dış ticaret hacmimiz 1 milyar dolara çıkacak” denildi.

Otuzdokuzuncu balon: “Susurluk olayı fasafisodur” denildi, sonra “ben öyle bir şey söylemedim” denildi. (CHP sıralarından alkışlar)

Kırkıncı balon: “Göçe zorlananlara tazminat vereceğiz” denildi.

Kırkbirinci balon da: “Ayçiçeğine fon koyacağız” denildi; ama, fon koyma kararnamesi imzalanıncaya kadar, imza birtürlü atılamadığı için, Türkiye ayçiçeği tüccarları bol ithalat yaptılar ve yük, Yağlı Tohumların sırtına yıkıldı, büyük bir sıkıntının doğmasına neden olundu.

Bu 41 tane balon, kırkbir kere maşallah, hayırlı olsun. Bu, Refahın balonları, bu balonlar...

ADNAN KESKİN (Denizli) - Daha çok var... 42 nci balon var...

EYÜP AŞIK (Trabzon) - Daha var...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Daha var da, ben küçüklerini söyledim. Asıl önemli olduğunu düşündüğüm 41 tane balon var.

Şimdi, bu balonların temelinde yatan da, tabiî, adil düzenin kendisinin bir balon olduğudur. (CHP sıralarından alkışlar) Açıkça ortaya çıkmıştır ki, adil düzenin bizzat kendisi bir balondur, bir boş laftır, geçersiz bir iddiadır. Zaten, dünyanın 186 ülkesinden bir tanesi bile adil düzenle yönetilmiyor. (RP sıralarından “Doğru” sesleri gürültüler)

Evet... Evet... Evet... Hiçbir yerde yoktur.

Türkiye'de de adil düzen getireceğiz diyenlerin, adil düzenle hiçbir ilgisinin olmadığı görülmüştür.

Değerli arkadaşlarım, tabiî, insanın aklına...

MURTAZA ÖZKANLI (Aksaray) - Adil düzeni sen anlayamazsın.

DENİZ BAYKAL (Devamla) ...İnsanın aklına Ziya Paşa'nın şu sözü geliyor, diyor ki “Çok hacıların çıktı haçı zır-i bagalde” yani “koltuğunun altında çok hacıların haç çıktı, biz biliriz” diyor Ziya Paşa. (CHP sıralarından alkışlar) Adil düzenin de koltuğunun altındaki haç, bu balonlarla ortaya çıkmıştır. Altı aylık iktidar bunu açıkça ortaya koymuştur. (RP sıralarından gürültüler)

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU - Ama, bu, bir Genel Başkana yakışmıyor.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Sayın Başkan... Sayın Başkan... Yakışmıyor...

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri... Sayın milletvekilleri... Yerinizden müdahalede bulunmayın; hatibin konuşmasında cevaplanması gereken bir husus varsa, programın sonunda Hükümetin 1 saatlik cevap süresi var efendim. Lütfen sabırlı olun.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Bu sataşma...

BAŞKAN - Sayın Baykal...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Yani, adil düzen deyerek, oyları alırken mesele yok. Adil düzen diyerek vatandaşı inandırırken mesele yok, ondan sonra, onun gereğini yapmaktan kaçınınca, bunun da faturası önünüze çıkarılınca niye şikâyet ediyorsunuz? (CHP sıralarından alkışlar)

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) - Sizi, biz...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Adil düzen diyeceksiniz, oy alacaksınız; adil düzenin geçerli olmadığını da söylemek bizim hakkımız, onu da söylüyoruz. Adil düzen dediniz, adaletsiz bir düzen getirdiniz.

SALİH KAPASUZ (Kayseri) - Sayın Başkan...

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) -  Sayın Başkan, elbette, her türlü tenkidi yapma hakkına sahiptir...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Getirdiğiniz düzenin adil düzenle ilgisinin olmadığı açık, bunu da söylemek benim görevim, o görevi de yerine getiriyorum.

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) - Düzeltmenin kürsüde yapılması gerekir.

BAŞKAN - Sayın Karamollaoğlu, böyle bir usul yok efendim. Böyle bir usul yok, yerinize oturun lütfen..

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Bir partinin genel başkanına bu tür sözler yakışmıyor...

BAŞKAN - Efendim, kürsüde hatip konuşurken, ayrıca, yerinden de bir arkadaşımızın konuşması usulü yok... Cevaplandırmayı sonra yaparsınız efendim... Yerinize oturun lütfen... (RP sıralarından gürültüler)

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Efendim, böyle bir görüşme usulü yok Sayın Karamollaoğlu... Lütfen yerinize oturun...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Sayın Başkan, arkadaşlarımın...

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) - Sayın Başkan...

ADNAN KESKİN (Denizli) - Burası Sıvas Belediyesi değil, Türkiye Büyük Millet Meclisi; sen, git, Sıvas Belediyesinde konuş!

BAŞKAN - Sataşmadan dolayı söz istiyorsanız, cevap verecekseniz, biraz sonra söylersiniz söyleyeceğinizi... Kürsüdeki hatibin sözünü kesip yerinden konuşmak diye bir usulümüz yok.

Devam edin efendim.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Bir dakika... Sayın Karamollaoğlu, yardımcı olacağım.

Değerli arkadaşlarım, öyle anlaşılıyor ki...

BAŞKAN - Sayın Baykal, karşılıklı konuşmadan efendim...

13 dakika konuşma süreniz var.

Buyurun efendim.

ALİ OĞUZ (İstanbul) - Sayın Başkan, sözünü geri alsın...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Evet, evet... Bu “hac” ve “haç” sözleri arkadaşlarımı rencide ettiyse, özür diliyorum.

MEHMET BEDRİ İNCETAHTACI (Gaziantep) - Bütün Müslümanlardan...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Evet... Bunu bilmenizi isterim... Böyle, hacla, haçla bir ilgisi yok. O, Ziya Paşanın -teşbihte hata olmaz- bu tip hayal kırıklığı yaratan, vaadini gerçekleştiremeyen durumlara yönelik olarak bir değerlendirmesi. O değerlendirmesini bu çerçeve içinde dile getirdim. İsterseniz, adil düzen ve bu kırkbir balonla ilgili tespitlerimi başka bir fırkayla noktalayayım, bunu bırakalım.

KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) - Teşbihte hata yapmayın...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Anladım, anladım... Başka bir fıkrayla tamamlayayım.

M. ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) - Zekâ özürlüler...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Biliyorsunuz, zamanın birinde bir sahte peygamber çıkmış, vatandaşlara peygamberlik iddiasını kabul ettirmeye çalışıyor.

KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) - Zekâ özürlü diyen kim, ayağa kalksın!.. Ayağa kalksın...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Tabiî, kimse ciddiye almayınca, birisi kalkmış demiş ki “bir mucize göster de, peygamber olduğunu anlayalım.” Sahte peygamber de, durmuş, demiş ki “şu duvarı konuşturursam, peygamber olduğuma inanır mısınız?” “Elhak, inanırız” demişler. “Konuş duvar” demiş; duvar da dile gelmiş “sen bir sahte peygambersin” demiş. (Gülüşmeler, alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, olayı böyle kabul ediniz. Siyasette, ortaya atılan iddiaların ve verilen sözlerin, sizi takip edeceğinden hiç kuşku duymayınız. Ortaya atılan iddiaların mutlaka bir yerde hesabı sorulur; o hesap, Mecliste de sorulur, ahrette de sorulur; Mecliste sormak bizim işimiz, ahrette sormak da Allah'ın işi.

Değerli arkadaşlarım, içinde bulunduğumuz durumun ele alınması gereken bir başka yönü daha var. Siyasal sorunlara da birkaç cümleyle değinmek istiyorum.

Bir büyük krizden geçtiğimiz anlaşılıyor, aslında, bu krizde şaşılacak bir şey de yok. Yani, bu ekonomik kriz bu düzeyde yaşanınca, Türkiye'nin, aslında, gösterdiği istikrara şaşmak lazımdır; Türkiye'nin, sabrına, sağduyusuna ve anlayışına şaşmak lazımdır. 20 yıldan beri yüzde 60'ın üzerinde sürekli bir enflasyon ve Türkiye'de, yine, namuslu, dürüst bir toplum var olmaya devam ediyor. Rüşvet var, yolsuzluk var, mafya var, çete var; ama, toplumun tabanı, hâlâ sağlıklı olmaya devam ediyor; bu, hepimizin iftihar edeceği çok büyük bir millî hasletimizdir; gerçekten, yurttaşlarımızla, toplumumuzla, vatandaşlarımızla ne kadar iftihar etsek hakkımızdır; ama, onlara da layık olmayı bilmek lazımdır. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, son zamanlarda Susurluk'ta ortaya çıkan olay, siyasetimizi çok sarstı. Bugün, geldiğimiz noktada, üzerinde durulması ve sorulması gereken bazı yeni sorular var. Şimdi, önce şunu bir defa tespit etmek istiyorum: Bu tartışmanın üstünde durmak, çete tartışmasını konuşmak, mafya gerçeğine dikkati çekmek, acaba, devlete zarar vermek anlamına mı geliyor? Bu konuyu tartışmak isteyenlerin önüne böyle bir baraj çekilmek istendiğini görüyorum; yani, sanki, bu olaydan şikâyet edersek, devlete karşı bir saygısızlık yapmış, devlete karşı haksızlık yapmış duruma düşecekmişiz gibi bir kamuoyu anlayışı önümüze getirilmek isteniyor. Böyle bir şey olabilir mi? Yani, mafyadan şikâyetçi olmak, Susurluk'ta ortaya çıkan ipin ucunu çekmek, orada kendisini gösteren olumsuzluğun üzerine yürümek devlete karşı bir saygısızlık olarak kesinlikle alınamaz ve alınmamalıdır. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, şimdi, o olayla ilgili birtakım tartışmalar yaşandı, onların da hesabına girmek istemiyorum. Başta, böyle bir olayın olmadığı söylendi. Bunun üzerine yürüyenler, Refah Partili Bakan tarafından devlet düşmanlığıyla suçlandı “devleti nasıl suçlarsınız, ne hakla suçlarsınız” diye kıyamet koparıldı; ama, sonunda -çok haklı bir noktadır, üzerinde durulması lazımdır- bu gerçek de ortaya çıktı. Bu gerçek soruşturuluyor, soruşturulmuyor; soruşturma mekanizması yeterlidir, değildir; bunların hepsini yaşayacağız ve göreceğiz; ama, şimdi yeni bir noktaya geldik. İstanbul'da, birkaç gün önce, kadar emniyet müdürü olarak görev yapan ve bu olayla ilgili önemli bir dosyayı soruşturmakta olan bir emniyet müdürü görevden uzaklaştırıldı. Hukukî tabiri de tam bulamıyorum, işten mi uzaklaştırıldı, görevden mi uzaklaştırıldı, alındı mı, hukukî gereği yapılarak mı alındı!.. Tamamen tabiî bir perişanlık, oraya girmek istemiyorum; ama, şu anda İstanbul Emniyet Müdürlüğü koltuğunda oturmasına, İçişleri Bakanının, Başbakan Yardımcısından aldığı talimatla son verildi. Sayın Başbakanın da, bu tabloyu onaylamak durumunda kaldığı, bundan çok mutlu olmasa da, bunu koalisyon hatırına hazmettiği kamuoyu tarafından tespit edildi.

ALİ DİNÇER (Ankara) - Afiyet olsun.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, şimdi ben şunu anlamak istiyorum: Bu Emniyet Müdürü niçin görevden alınmıştır; yani, hangi yetkiyle alınmıştır, nasıl alınmıştır, Hükümetin ortak sorumluluğu içindeki durumu nedir, onlara girmiyorum da, niçin görevden alınmıştır? İstanbul Emniyet Müdürü, Cumhurbaşkanına ve Başbakana söylediklerini, İçişleri Bakanına söylemediği için mi görevden alınmıştır? Ya da, Cumhurbaşkanına ve Başbakana söylediklerini, yazılı olarak, resmî cevapta ifade etmediği için mi görevden alınmıştır? Cumhurbaşkanıyla konuşmuştur, Başbakanla konuşmuştur, her iki zat da, bu konuşmadan memnun olduklarını, göreve devam etmesini beklediklerini ifade etmişlerdir ve görevden alınmıştır. Alınma gerekçesi de, M uhalefet Liderinin iddialarının gösterdiği adres İstanbul Emniyetidir “İstanbul Emniyetinde Topal cinayetiyle ilgili bir tespit ve bir çalışma yoktur” diye cevap vermiştir. Biz sormuşuzdur: “Doğru mu söylüyor Anamuhaletef Partisi Genel Başkanı?” Bize, o konuda bir bilgisi olmadığını söylemiştir; ama, Başbakana ve Cumhurbaşkanına bu konuda bilgi vermiştir, bize ise bilgi vermemiştir. Bu mudur gerçeği? En azından bunu bir anlamak istiyoruz; yani, acaba İstanbul Emniyet Müdürü, Cumhurbaşkanından ve Başbakanından saklamadığı bazı tespitleri İçişleri Bakanından saklamakta mıdır? Eğer saklıyorsa niçin saklamaktadır? Bunun, mutlaka aydınlığa kavuşturulması lazımdır. İstanbul Emniyet Müdürünün bildiklerini Cumhurbaşkanı biliyor, Başbakan biliyor, İçişleri Bakanı bilmiyor -öyle anlaşılıyor- Başbakan Yardımcısı bilmiyor -öyle anlaşılıyor- Türkiye Büyük Millet Meclisi bilmiyor... İstanbul Emniyet Müdürünün bildiklerini Türkiye Büyük Millet Meclisi bilmiyor... Türkiye Büyük Millet Meclisi, bilmediği bu bilgilerin ne olduğuna bağlı olarak karar almak durumunda, tercih yapmak durumunda bulunuyor. İstanbul Emniyet Müdürünün uygun gördüğü zevat bu bilgileri paylaşıyor. Bu bilgiler nedir, gereği yapılacak mı, yapılmayacak mı, bunu tespit etmek olanağından yoksun bulunuyoruz.

Değerli arkadaşlarım, bu konuda, kim ne biliyorsa, Cumhurbaşkanı da, Başbakan da, Anamuhalefet Partisi Genel Başkanı da, İstanbul Emniyet Müdürü de, artık kendisine saklama hakkını kullanamazlar. Bu hakkın süresi dolmuştur. Bu konuda, rejimi bu kadar doğrudan ve yakından ilgilendirdiği iddia edilen bilgilerin, belgelerin tüm ilgili, yetkili merciler tarafından paylaşılmasına ihtiyaç vardır. Kimse, bunu, kamuoyunun bilgisine sunmaktan kaçınamaz. “Efendim söylersek devlet zarar görür” demek, devletin daha büyük bir zarara uğramasına rıza göstermek demektir. (CHP sıralarından alkışlar) Çünkü, bu belgeler yayımlanırsa, bu belgeler açıklanırsa, birileri zarar görür de, zarar görenin devlet olmadığı ortaya çıkar; zarar görenin devlet olmadığının ortaya çıkması için, sorumluların şahıs olarak kimler olduğunun çıkması lazım. Eğer, Türkiye, Anamuhalefet Partisi lideriyle, Cumhurbaşkanıyla, Başbakanıyla sahip olduğu bilgilerin gereğini yerine getiremezse, getirmesi için aleniyet sağlanamazsa, işte, asıl o zaman devlet bu yükün altında kalır ve devleti böyle bir yükün altında bırakmaya kimsenin hakkı yoktur. Ya gereğini yapınız, yaptırınız ya da bunu açıkça ilan ediniz. Bütün Türkiye'nin bunun sorumlularının kimler olduğunu görmesine fırsat veriniz. Devleti aklayınız. Devletin hükmî şahsiyet olarak bu işin içinde olmadığını görmemiz için, bu işin içinde kimlerin olduğunun ortaya çıkmasını sağlamak zorundayız; iddia olarak, mahkeme kararı olarak. Önce iddiayı bir görelim, sonra da mahkeme kararını bekleriz, durumu görürüz; ama, daha iddiayı görmüyoruz. Sanki, devlet de o iddianın muhatabı gibi bir görüntü yaratılıyor. O nedenle, bunu saklamanın hiçbir haklı, kabul edilebilir gerekçesi kalmamıştır.

İstanbul Emniyet Müdürü, gerçekleri İçişleri Bakanına söylemediği için görevden alınıyor; ama, İstanbul Emniyet Müdürünün gerçekleri söylemeyi uygun görmediği bir insan Hükümette görev yapmaya devam ediyor. (CHP sıralarından alkışlar) Şimdi, bu çelişkiyi “efendim, biz, onu tam uzaklaştırmadık; kendisi de zaten çok değerli bir zattır; kendisinden de çok memnunuz; merak etmeyin, yakında geliyor” diyerek örtbas etmek mümkün değildir. Tekrar gelir mi, gelmez mi bilmiyorum; ama, Emniyet Müdürü oraya gelirse, İçişleri Bakanına ve o Bakana talimat veren Başbakan Yardımcısına da herhalde yapması gereken bir siyasî görev düşer. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bugüne kadar dünyada siyaset teorisi, dürüst yöneticiler tarafından idare edilmek ihtiyacını ortadan kaldıran bir rejim bulmayı başaramamıştır. Hiçbir rejim yoktur ki, dürüst ve namuslu yöneticiler tarafından işletilmesi zorunluluğu olmasın. Siyaset adamının dürüstlük açısından zafiyetine karşı, şerbetli bir rejim yoktur. O nedenle, siyaset adamlarının dürüstlüğü konusunu en temel nokta olarak gözetmek zorundayız.

Değerli arkadaşlarım, artık, elinde belge olup açıklamayan herkes sorumludur. (CHP sıralarından alkışlar) Hele, bu belgelerin açıklanmadığı bir ortamda, efendim, işte, bu belgeler açıklanırsa ya da bu konularda işin gereği yapılırsa Hükümet boşluğu ortaya çıkar. Bu Hükümet boşluğunu kapatmak için biz üzerimize düşeni yaparız demek, olayın, ciddî bir devlet sorunu durumundan çıkıp, bir siyasî iktidar kavgasının malzemesi haline dönüşmesine katkı yapmak demektir. Yanlış olmuştur... Bu belgelerin, kapalı kapılar arkasında bir...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Baykal, konuşmanızı tamamlayın efendim.

SEBGETULLAH SEYDAOĞLU (Diyarbakır) - Biliyorsanız, siz açıklayın.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Bizim o çevrelerle hiçbir ilgimiz yok; o nedenle, açıklayacak belgemiz de yok, hiçbir şeyimiz de yok bizim.

Değerli arkadaşlarım, bu konunun aydınlatılması, Sayın Erbakan'ın ortak değiştirmeye ikna edilmesine bağlı olamaz, olmamalıdır. (CHP sıralarından alkışlar) Bu konunun aydınlatılmasının, Sayın Erbakan'ın ortak değiştirmeye ikna edilmesine bağlı olduğunu kabul etmek, Sayın Erbakan'a haksızlık yapmak olur diye düşünürüm. Kabul edelim ki, eğer, bu konunun özünde, içeriğinde gerçekten yanlışlık varsa, bunu gören Sayın Başbakanın, “acaba, benim, Hükümetteki konumum ne olur” kaygısına düşmeden, bunun gereğini yapmasını beklemek, hepimizin hakkıdır.

TAHSİN IRMAK (Sıvas) - Dürüst politikanın gereğidir.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, Sayın Cumhurbaşkanı “vahim, olaydır; nereye kadar giderse, kovalayın” diyor. Sayın Başbakan, önce “fasa fiso” diyor, ondan sonra, “üç koldan araştırıyoruz” diyor. Sayın Başbakan Yardımcısı, Susurluk kazasında ortaya çıkan bir sanıkla ilgili olarak “şereflidir” diyor “devlet için kurşun atan da, kurşun yiyen de bizim gözümüzde şereflidir” diyor. Sayın Cumhurbaşkanı da aynı kişi için “cinayetlere adı karışmış birisidir” diyor.

Şimdi, Sayın Cumhurbaşkanı “cinayetlere karışmış birisidir” diyor. Sayın Başbakan Yardımcısı “şerefli bir insandır” diyor. Sayın Başbakan Yardımcısı, o kişiye “şereflidir” derken, acaba, o kişiyi mi savunuyor, kendisini mi savunuyor?!. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Başbakan Yardımcısının ona “şereflidir” derken, onu mu kendisini mi savunduğunu bilmiyorum; ama, hiç kuşku duymuyorum ki, o insanla ilişki kurup, onu kullanan bazılarının, şimdi, onu suçluyor olmasından daha tutarlı bir davranış sergiliyor. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Türkiye, bu olayların altından çıkmalıdır, çıkabileceğimize inanıyorum; çıkmak zorunda olduğumuzu düşünüyorum. Türkiye'nin bir yeni ve taze, ciddî atılıma ve bir başlangıca ihtiyacı var; anlayışı, zihniyeti değiştirmeye ihtiyacı var; bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra devam ederek varacağımız yerin, bugün geldiğimizden daha kötü olduğunu görmemize ihtiyaç var.

Türkiye'yi yönetecek olan da, bu Meclistir. Daha seçimden yeni çıktık. Sorumluluk duygularımızı yerine getirerek, kişiliklerimizi aşarak, ülkenin içinde bulunduğu durumu görerek, tutarlı ve cesaretli bir atılımı gerçekleştirmek zorunda olduğumuza inanıyorum. Bu Meclisi, bu anlayışla göreve çağırmak istiyorum ve bu bütçenin, bu bütçenin altında yatan ekonomi politikası anlayışının, siyaset anlayışının, devlet anlayışının, umutlarımızı ayakta tutma özelliğinde bulunmadığını da ifade etmeyi görev sayıyorum.

Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN - Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan Genel Başkan Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal'a teşekkür ediyorum.

Sayın milletvekilleri, bütçe görüşmelerine devam etmek üzere, birleşime 1 saat ara veriyorum.

Birleşimin İkinci Oturumu, saat 14.30'da başlayacaktır.

Kapanma Saati : 13.30

İKİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 14.30

BAŞKAN: Mustafa KALEMLİ

KÂTİP ÜYELER: Kâzım ÜSTÜNER (Burdur), Zeki ERGEZEN (Bitlis)

BAŞKAN - Türkiye Büyük Millet Meclisinin 28 inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

IV. -KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN

GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. -1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/518) (S. Sayısı :134) (Devam)

2. -1994 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1994 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/282, 3/414) (S. Sayısı :103) (Devam)

3.-1995 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1995 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/492, 3/516) (S. Sayısı :151) (Devam)

4. -Katma Bütçeli İdareler 1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/519) (S. Sayısı :135) (Devam)

5. -1994 Malî Yılı Katma Bütçeli İdarelerin Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1994 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/283, 3/415) (S. Sayısı :102) (Devam)

6. -1995 Malî Yılı Katma Bütçeli İdarelerin Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1995 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/493, 3/517) (S. Sayısı :150) (Devam)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, 1997 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1994 ve 1995 Malî Yılları Genel ve Katma Bütçe Kesinhesap Kanunu Tasarılarının tümü üzerindeki görüşmelere kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Komisyon ve Hükümet yerlerini aldılar.

Birinci oturumda Refah Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi grupları adına konuşmalar tamamlanmıştı.

Şimdi, Anavatan Partisi Grubu adına ilk konuşmacı olarak Sayın Agâh Oktay Güner'i kürsüye davet ediyorum; buyurun Sayın Güner. (ANAP sıralarından alkışlar)

ANAP GRUBU ADINA AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin sayın üyeleri; Anavatan Partisi Grubu ve şahsım adına, Muhterem Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, takdir buyurulacağı gibi, hukuka saygı, hükümet olmanın temel şartıdır. Hukuka saygı, siyaset üslubu, muhalefetle diyalog kurmak, iktidarların temel görevlerindendir. Bugün burada konuşulan bu bütçe, hukuka saygısı fevkalade münakaşalı Hükümetin, hüzün veren, elem veren, ülkedeki karanlığa atılan bir belgesi niteliğindedir.

Değerli arkadaşlarım, bugün, Türkiye'de devletin en büyük bankası olan Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, hukukun dışında bir yönetimin elindedir. Ziraat Bankasının kuruluş kanununa göre, yönetim kurulu üyesi olmayan bir kimsenin banka genel müdürlüğüne vekâlet etmesi, genel müdür olması mümkün değilken, ne yazık ki, bu Hükümet elinde bu bankanın birkısım tasarrufları, bu genel müdürvekilinin birkısım tasarrufları idarî yargı tarafından iptal edilmiştir.

Bir diğer acı örnek, TRT'nin başsızlığıdır. İktidar, hâlâ, TRT'ye bir genel müdür tayin edememiştir.

Susurluk olayı hakkında, başlangıçta, çok hafif bir üslup sergileyen Sayın Başbakanın, olayın cereyanından üç hafta sonra kendisini ziyaret ettiğimiz zaman, bize söylemiş oldukları, anlatmış oldukları tavırlarından olaya verdikleri önemi bir parça olsun öğrenmiş bulunduk.

Başbakan Yardımcısı ise, bu olayda, tamamen garip bir polemik ve savunma psikolojisine girmiştir. Böyle bir olayda, Hükümete yakışan, asla çok sessizliğe girmeden, hukukun bütün imkânlarını kullanarak hakikatin kamuoyuna aksettirilmesine yardımcı olmaktır.

Değerli arkadaşlarım, bugün, bu kürsüden, bazı sayın milletvekilleri, Anavatan Partisi Genel Başkanının tavrıyla ilgili düşünce ve kanaatlerini ifade ettiler. Bu olayla ilgili bütün bilgi ve belgeler, Sayın Yılmaz tarafından Cumhurbaşkanına eksiksiz anlatılmış, Cumhurbaşkanı bu bilgileri Başbakana intikal ettirmiştir. Sayın Başbakan ve Sayın Cumhurbaşkanı bu olayla ilgili her türlü bilgiye ve belgeye sahiptirler.

Sayın Yılmaz'ın bu konuyu bir basın toplantısıyla, kamuoyuna neden açıklamadığı sorusuna verilecek cevap ise, olayın aslına, olayın köküne, olayın bütününe ulaşabilmek için eldeki belgelerin heder edilmesini önlemektir. Sayın Yılmaz bu konuda devlet güvenlik mahkemesi savcısına gerekli açıklamaları da yapacak ve gerektiği zaman, hiç şüphesiz, bu kürsüye de çıkarak bildiği doğruları ifade edecektir. Bizim bu noktadaki endişemiz ve hesabımız, sadece ve sadece bu ülkenin bir hukuk devleti olmasının şartına ve şuuruna erdirilmesidir. Bunun dışında bizim asla ve kat'a bu meseleyi kullanarak hükümet olma gibi bir hesabımız yoktur. Defalarca Sayın Başbakan Yardımcısının hurda bir Mercedesten hükümet çıkarma iddialarına vereceğimiz cevap şudur: Hurda olmuş Hükümeti, biz kendi kaderine terk etmiş bulunuyoruz. (ANAP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bu ülkede hukuk devletini kuramadığımız için, bu ülkede sağlıklı bir siyaset üslubunu gerçekleştiremediğimiz için, ne yazık ki, çok büyük acılar yaşanıyor. Dünyanın herhangi bir yerinde, ülkenin herhangi bir köşesinde bir vatandaşımıza, bir insana yapılan haksızlığı, kendimize yapılmış hissetmezsek, o haksızlık, bir gün bizi bulur, o felâket bize de uğrar; bizim buradaki ölçümüz budur.

Hükümet kurulduğundan bu yana aşağı yukarı altı ay geçiyor; bu altı ay içerisinde, Sayın Başbakan, zannediyorum, Meclisi altı kere teşrif buyurdular. En önemli dışpolitika görüşmelerinde Sayın Dışişleri Bakanının yerinde bulunmadığını üzülerek gördük.

Değerli arkadaşlarım, demokrasilerin sağlıklı bir biçimde işleyebilmesi, ancak, sıhhatli bir diyalogla mümkündür. Bu diyaloğa önem verilmediği için, muhalefet ve iktidar arasında sağlıklı bir diyalog zemini kurulamadığı için, bu memlekette demokrasi 1960 darbesine maruz kalmıştır; 1971 Muhtırasının temelinde de ne yazık ki, siyasî partiler arasındaki diyalog eksikliği vardır; 1980 askerî müdahalesinin temeli de, âdeta demir duvarlar arasında kendini hisseden liderlerin tavrıdır.

Bu Meclisin verimli bir biçimde çalışmasını istiyorsak, diyaloğa büyük önem vereceğiz ve diyalog teklifi, hiç şüphesiz ki, İktidardan gelecek. Memleketin yaşamış olduğu en ciddî olaylarda, en ciddî dışpolitika gelişmelerinde bütün ısrar ve temennilerimize rağmen Sayın Başbakan muhalefetle diyalog kurma ihtiyacını duymamıştır.

Değerli arkadaşlarım, siyaset hayatımız ahlak, siyaset hayatımız dürüstlük, fazilet, karakter, söz üstünlüğü değil, bilgi üstünlüğü beklemektedir. Bugün, Türkiye'nin gelmiş olduğu gelişme çizgisi, Türkiye'nin hâlâ tezekten yüzde 8 civarında enerji sağlaması ve Türkiye'de 1 milyon okuma yaşındaki çocuğun, maddî imkânsızlıklar sebebiyle eğitim imkânından mahrum kalması ve Türkiye'nin, Anavatan Partisinin 85 milyar kilovatsaat elektrik üretimine çıkararak teslim ettiği enerji tablosuna bir tek enerji santralı ekleyemeden, yeniden enerji sıkıntılarına girmesi, herhalde hepinizin yüreğini derinden yakmaktadır. Bunun yolu ve çaresi nedir; bunun yolu ve çaresi, hakikati görmek, hakikati konuşmak ve hakikatten korkmamaktır.

Ne yazık ki, bugün, bu ülkede, bütün mukaddes değerler siyaset meydanına taşınmıştır. Bayrak, siyaset meydanındadır; ezan, siyaset meydanındadır; Kur'an, siyaset meydanındadır; başörtüsü, siyaset meydanındadır. Mukaddes bütün kavramlar politik başarı uğruna alabildiğince sömürülmektedir. Bunların hepsi, bizim ortak kültürümüzün değerleridir. Bunlardan bahsedenler, bunların şuuruyla konuşmalı ve hele iktidarda ise, bu şuura gölge düşürecek tavır ve davranışlardan şiddetle uzak durmalıdırlar. Eğer, Kur'anı öpüp başına koyan siyaset adamları veya siyaset hanımefendileri, yalan söyler, hırsızları aklar, soygunları komisyonlarda affederlerse, onların Kur'ana saygısı, sadece ve sadece yalan olmaktan öte bir mana ifade etmez. (ANAP sıralarından alkışlar)

KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) - Kur'anı istismar etmeyin... (ANAP sıralarından gürültüler)

Meydanda Kur'an öpmeyle ne ilgisi var?..

BAŞKAN - Devam edin Sayın Güner.

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bu Hükümet kurulmadan önce, bu Hükümeti kuranların birbirleri hakkında söyledikleri sözleri, huzurunuzda tekrar etmeye, siyasî terbiyem ve siyasî nezaketim müsaade etmiyor. Ancak, üzülerek şunu söyleyeyim; dünya rekorlar kitabına girecek bir hükümettir; çünkü, bu Hükümetin Başbakanı, bu Hükümetin Başbakan Yardımcısı hakkında bir tazminat davası açmış ve 4 milyar kazanmıştır. Şimdi, bilemiyoruz, belki, bu paranın değerlendirilmesini Sayın Mercümek yapacaktır; ama, kim yaparsa yapsın, bu Hükümet çok sağlıksız şartlarda kurulmuştur.

Değerli arkadaşlarım, bütçenin bütün dünyada kabul edilmiş kuralları vardır. Benden sonra konuşacak arkadaşım malî konularda rakamları dile getireceği için, ben, sadece, Sayın Başbakanın akıl almaz bir biçimde denk dediği bu bütçenin, en az 2,5 katrilyon açıkla kapanacağını, huzurunuzda ifade edeceğim. Eğer, bu bütçenin açığı 2,5 katrilyondan aşağı olursa, bu kürsüye çıkıp, Sayın Erbakan'dan özür dilemeyi görev bileceğim. Acaba, Sayın Erbakan “ben, siyasette, çok rahat, hakikatin dışında söz ederim; bütçenin denk olduğu yolundaki beyanımı da böyle değerlendirin” diyecek midir?

Aziz kardeşlerim, bu bütçede, 100 liranın 54 lirası faiz ve KİT açıklarına, 27 lirası maaş ve ücretlere, 11 lirası cari masraflara, 8 lirası da icraata, yatırıma gidecek. Yani, 100 lirada 8 lira yatırım yapabilen bir bütçeyi, büyük yatırım bütçesi diye takdim etmek, bu bütçeyi denk diye ifade etmek mümkün değildir.

Şimdi, bırakın, sloganların beyninize vurduğu kilitleri çözerek, hakikati görmeye çalışın; çok daha isabetli bir yol tercih etmiş olursunuz.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakan, bu Hükümeti kurarken, Parlamentoyla çok sıkı bir işbirliği içersinde olacağını söyledi, Parlamentoya bilgi vereceğini söyledi. Biraz önce, kendilerini burada gördüğüm zaman, doğrusu memnun olmuştum; ama, üzülerek görüyorum ki, Meclisteki en önemli oturumlara Başbakan katılmıyor, Başbakan Yardımcısı katılmıyor ve gördüğünüz gibi, Bakanlar Kurulu sıraları bomboş!

MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) - Maliye Bakanı burada.

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) - Belki, vicdanlarında kabul ettikleri hakikatin, bu kürsüde bizler tarafından sözlü hale getirilmesinden hicap duydukları için gelmiyorlar; onları anlayışla karşılıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Kuzey Irak'ta çok önemli olaylar cereyan etti. Bu olaylar sırasında, Hükümetten ısrarla bilgi talep ettik, Anamuhalefet Partisi Genel Başkanvekili sıfatıyla Başbakandan yaptığım müracaatların hiçbirisine cevap alamadım; Sayın Cumhurbaşkanı bizi bilgilendirdiler.

Üzülerek huzurunuzda ifade ediyorum, bu Hükümetin bütün dışpolitikası bir tezatlar yumağıdır. Şahsiyetli dışpolitika, adil düzenin dışpolitika anlayışı vesaire, açıkça görülmüştür ki, hazırlıksız, tutarsız, Dışişleri Bakanlığının bütün birikimini devredışı yaparak birtakım maceralarla hükümet etme sanatıdır (!)

Değerli kardeşlerim, biz Anavatan Partisi olarak ve insan olarak kendim, ömrümüzün her döneminde şahsiyetli dışpolitikayı savunduk. Şahsiyetli dışpolitika demek, ülkeyi maceraya sokmak demek değildir.

Sovyetler Birliği İmparatorluğunun yıkılış olayına, ne yazık ki, Türkiye çok hazırlıksız yakalanmıştır.

Kırkbeş sene NATO'nun yükünü taşıyan Türkiye, Avrupa Birliğine alınmamıştır.

Türkiye, hiç şüphesiz ki, Avrupa Birliği karşısında haklarını korumalıdır; ama, ne hazin tecelli ki, Sayın Çiller'in Başbakanlığı döneminde, gümrük birliği uğruna, bizim Anamuhalefet Partisi olarak o yıllarda da yaptığımız bütün ikazlara rağmen, Türkiye, gözü kapalı atlamış ve hele hele Kuzey Kıbrıs'ın Avrupa Birliğine üyeliğine, Londra ve Zürih Anlaşmalarının bize verdiği hakka rağmen, muhalefet etmemiştir.

Sayın Demirel'in ve Sayın Denktaş'ın, Türk Milletinin hislerine tercüman olarak, hiçbir suret ve şekilde, Türkiye'nin ortak olmadığı, olamayacağı bir kuruluşa, Kıbrıs'ın giremeyeceği yolundaki beyanlarının, hepimizin ortak sesi halinde, bütün grupların ortak sesi halinde, önümüzdeki günlerde, Türk ve dünya kamuoyuna, Parlamento kararı halinde ifade edilmesinde sayısız faydalar görüyorum.

Değerli arkadaşlarım, NATO'nun sadık üyesi olmak, Avrupa Birliğine müracaat etmek, Türkiye'nin, Batı karşısında, teslimiyetçi bir politika takip ettiği manasına gelmez. Türkiye, hem komşularıyla hem milletlerarası kuruluşlarla, bütün münasebetlerini şahsiyetli bir çizgiye çekebilir; bu güçtedir, bu dirayettedir; yeter ki, Türkiye'yi yönetenler bu şuurda olsunlar.

Sayın Erbakan'ın Uzakdoğu seyahati, Afrika seyahati gibi unsurlar, önşartları hazırlanmadan, altyapısı düşünülmeden yapılmış seyahatlerdir. Bu seyahatlerin sonunda Sayın Erbakan bir basın toplantısı yaptı ve bizlere de bir kitapçık gönderdi. O kitapçıkta, bu ülkelerle yapılan anlaşmalar yok, somut ulaşılan neticeler yok. Ya ne var? Bu ülkelerin coğrafyasıyla ilgili çok güzel bilgiler ve bu ülkelere uçakla kaç saatte gidilip dönülebileceği yolunda malumat var. Sayın Millî Eğitim Bakanımızın, Sayın Erbakan'ın bu seyahat kitabını, ortaokullara yardımcı doküman olarak tavsiye etmesinde sayısız fayda görüyorum (!) (ANAP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, şahsiyetli dışpolitikayı dilinden bırakmayan Sayın Erbakan, Başbakan olarak “Kuzey Irak'ta bir güvenlik şeridi oluşturacağız” demiştir. Bu şerit, Erbakan'ın dilinde kalmış, Hükümetin elinde kalmış, Kuzey Irak, ne yazık ki, bugün, Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhindeki güçlerin kontrolüne terk edilmiştir. Bütün bunlar neyi gösteriyor; bütün bunlar, Türkiye'de devlet olmanın ciddî bir iş olduğunu gösteriyor.

Sayın Erbakan, her vesileyle, yaptığı işlerin kendisinden önce asla ele alınmadığı havasını veriyor. Anavatan Partisi İktidarından, önceki -1983'ten önceki- hükümetler, İslam ülkeleriyle münasebetleri geliştirmeye büyük önem vermişlerdir. İslam Konferansının ilk toplantısını yapan insanlardan birisi benim; bakan sıfatıyla bulundum, daha önce müsteşar sıfatıyla sekreteryasını hazırladım.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bütün buralarla çok ciddî münasebetlere girmiştir. Sayın Erbakan'ın görmediği ve görmek istediği acı gerçek şudur: Bugün dünya üzerinde 52 İslam devleti var; bunlardan ne yazık ki, 45'i sanayileşmiş ülkelerin menfaatları uğruna kendi halklarını ezen, kendi halklarının menfaatlarını gözetmeyen yönetimlerin elindedir.

Şimdi, Sayın Erbakan'a tavsiyem; dünyadaki tekelci,- monopolist- kapitalist sermayenin dünya düzenindeki gücünü tahlil ve tetkik buyurmasıdır. Kendisinin Gümüş Motoru yaparken sarf ettiği zamanın, yeterli bir biçimde ekonomi tetkiklerine zaman ayırmasına fırsat vermediğini çok iyi biliyorum; eğer, o zaman içerisinde ciddî bir ekonomik tedbir dizisine ulaşabilmiş olsalardı, “Adil Düzen” adını taşıyan bu belgeler, sadece laf kalabalığından ibaret olmaz, çok ciddî araştırmaların ürünleri halinde kamuoyuna takdim edilebilirdi.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Erbakan şu gerçeği görmelidir; sermayenin din ve imanı, menfaatından ibarettir. Kapitalist, monopolist sermayeyle birleşmiş olan bu Müslüman kardeşimiz memleketler, Bosna-Hersek'te 200 bin insan katledilirken, petrol vanalarını 48 saat kapatabilselerdi, Bosna'da o insanlar katledilmezdi. Ayrıca, bu Müslüman memleketler arasında ne yazık ki, bir ittifak da yoktur. Güney Kıbrıs'ı ihya eden bunlardır; Yunanistan ile bu 47 memleketin veya 52 memleketin ticaret ve iş hacmi Türkiye'nin 10 katından fazladır.

Şimdi soruyorum: Neden, bir tek Müslüman memleket Kuzey Kıbrıs Türk Devletini tanımamıştır? O zaman bizim, çok ciddî bir biçimde düşünmemiz lazım. Cumhuriyeti kuranlar, Osmanlının aydınlarıydı, Cumhuriyetin paşalarını, Osmanlı devleti yetiştirmişti. Onlar, acaba, Cumhuriyetin ilk döneminde, neden komşumuz Müslüman memleketlerle soğuk bir çizgiyi takip ettiler? Bu konunun meraklılarına 1914 yılları civarındaki tarihî belgeleri okumalarını ve Lawrence'ın altınlarıyla Anadolu evlatlarının karnına bıçak sokup, altın arayanların ihanetini incelemelerini tavsiye ediyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bu Müslüman kardeşlerimizden birisi de güneyimizdedir. Yunanistan ile anlaşma yapmış, Ermenistan ile anlaşma imzalamış ve Türkiye'yi çembere alan bir askerî anlaşmalar dizisini Ermenistan, Yunanistan ve diğer müttefiklerine de yayma gayreti içerisine girmiştir. Bugün, Türkiye'deki terörün arkasında da, adı Müslüman olan bu memleketin gizli hedefleri yatmaktadır ve Türkiye, âdeta, teröristler eliyle devamlı bir biçimde kan kaybına mahkûm edilmiştir. Hiç şüphesiz ki, Türkiye bunu aşacaktır, Türkiye bunu aşmalıdır; Türkiye'nin bunu aşacak gücü ve Türkiye'ye bu zaferi sağlayacak sivil ve asker kadroları hamd olsun hayattadır ve hayatta olmaya devam edecektir. (ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın Başbakanım, teşrifiniz beni ziyadesiyle memnun etti. Getirmiş olduğunuz bütçenin ekonomik raporu burada. Zatı âlinizin imzasıyla Bakanlar Kurulu olarak Meclise sevk edilen bu bütçeyle ilgili Resmî Gazetenin 9 Kasım 1996 tarihli 22812 sayılı nüshasında yer alan program da burada. Üzülerek huzurunuzda ifade ediyorum: Bu programı, Refah Partili milletvekili arkadaşlarımın ciddiyetle okumasını kendilerinden istirham ediyorum. Bu program, bu bütçeyi delik deşik ediyor ve siz bu programla -otuz yıldır içerinizde davanıza hizmet eden arkadaşlarınız var- başta Sayın Erbakan, bitişinizi ilan ediyorsunuz. 30 yıl boyunca, Sayın Erbakan değil miydi “Avrupa Birliğine girersek, Avrupa Topluluğuna girersek Bayrağımızın üstüne haç konacak” diyen; evet, Sayın Erbakan'dı. Sayın Erbakan, programın 56 ncı sayfasında, büyük dönüşünü yapıyor ve Avrupa Birliğini çok güzel bir biçimde savunuyor.

Değerli arkadaşlarım, daha ilerisi var; Refah Partisinin bugünkü Maliye Bakanı, bizim Hükümetin bütçesini tenkit ederken “bunlar, özelleştirme yoluyla milletin bütün birikimini satacaklar ve ne yazık ki memleket, faizci politikaları ancak bu birikimi satarak kapatacak” diyor. Aziz arkadaşlarım, bu programın her sayfasında bu satıştan bahis var.

Refah Partisi, ömür boyu, doğum kontrolüne karşı oldu ve bunu gelişmiş, kapitalist ülkelerin, Siyonizmin, Türk Milletini bitirmesi planı olarak ilan etti. Aziz arkadaşlarım, bu programın 25 inci, 28 inci ve 29 uncu sayfalarında “ulusal bir plan halinde, kısırlaştırmanın Türkiye'de uygulanacağı” yazılı. Şimdi, ya siz söylediklerinizi unuttunuz, ya birtakım dokümanları okumadan imzalıyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, denk bütçenin olmadığını, bu bütçenin 2,5 katrilyon açık vereceğini program söylüyor. Kaynak paketlerinden gelenlerin ne olduğu, programın 164 üncü sayfasında yazılı.

Değerli arkadaşlar, denk bütçe, geliri ve gideri birbirine denk olan, eşit olan bütçeye denir. Bunu istememek mümkün mü; bunu hepimiz istiyoruz; ama, aramızdaki fark şu: Biz, bütçeyi Yüce Meclisin huzuruna getirdiğimiz zaman, biz de PTT'nin, Telekom'un satışını düşünüyorduk, Hükümet Programımızda da vardı; ama, bundan bahsetmedik. Bir 5 milyar dolar gelir sağlayacağımızdan, asla bütçemizde bahsetmedik. Niye bahsetmedik; çünkü, iki yıldan önce bu gelirin gelmesi mümkün değildir. Şimdi, sayın Hükümet, Telekom'un satış kanunu tasarısını getirecek, Telekom'un satış tasarısını Meclisten geçirip, milletlerarası bir banker şirketi bulacaklar, o banker şirketi Telekom'u inceleyecek, Telekom'un hisselerini milletlerarası borsada kote edecek, Telekom satılacak. En erken, Telekom gelirinin -bu 5 milyar doların- Türkiye bütçesine girmesi 1998 yılıdır.

Şimdi siz, 1997'de, sanki bütçe uygulamaya girdiği gün bu para elinizdeymiş gibi bundan bahsediyorsunuz. Bu, hayalciliktir; bu, kendinizi ömür boyu aldattığınız hayallerinize bir yenisini eklemenizdir; ama, ne olur, milletin size olan, bize olan, Meclise olan, Devlete olan güven duygusunu daha fazla yıkmayın ve yaralamayın. Çünkü, bu bütçenin, sizin adil düzen dokümanlarınızla, ömür boyu verdiğiniz mücadeleyle çatışan yeri, sadece nüfus ve aile planlaması değil, sadece Avrupa Birliği ile ilişkiler değil, sadece gümrük birliğiyle ilgili her türlü işin yapılacağı yolundaki beyanlar değil, aynı zamanda ve daha acı bir biçimde özelleştirmenin avukatlığını yüklenmiş olmanız. Dün, muhalefette iken, bunu, millî birikimin satılması olarak değerlendiren sizler, ne yazık ki, Hükümet olduktan sonra, bu iddianızdan dönüyor, olan olmayan her şeyi satacağınızı beyan ediyorsunuz.

Aziz arkadaşlarım, program, tamamı tamamına dikkatle incelendiğinde, bu konuda, çok acı bir tabloyla karşılaşıyorsunuz. Bütçenin bir prensibi var; her bütçe kendi çıktığı zamanki kanunlarla, kendi çıktığı zamanki mevzuatla gelir sağlar. Eğer bir bütçe, muhtemel kanunları ve o muhtemel kanunların sağlayacağı geliri hedef alıyorsa ve bunu da programda açıkça ifade ediyorsa, buna, denk bütçe denmez, buna, denk olduğu iddia edilen bir yalan bütçe denir.

Değerli arkadaşlarım, bu kaynak paketleri çok konuşuldu ve çok ifade edildi. Ben, sadece bir noktaya temas edeceğim: İkinci kaynak paketinde yer alan, Bağ-Kur sigortalılarına, bulundukları basamakları 12 basamağa kadar artırabilme imkânı veren düzenlemeden, Hazineye, 40 trilyon lira gelir bekliyorsunuz; 1997 Programı, sayfa 177.

Şimdi, Sayın Erbakan, Sayın Başbakan, Sayın bakanlar, sayın İktidar milletvekilleri, Bağ-Kur esnafının 12 basamak yükseltebilmek için, fert başına, 750 milyon lirayı, siftah etmedikleri bu ticarî şartlarda nereden bulacağını bekliyorlar.

Değerli arkadaşlarım, bütün bunlar hazırlıksız Hükümet olmanın acı sonuçlarıdır. Türkiye nüfusunun yüzde 50'si tarımda, gayri safî millî hâsıladan yüzde 15 pay alıyor; sanayide nüfusumuzun yüzde 16'sı var, gayri safî millî hâsıladan yüzde 35 pay alıyor; hizmet sektöründe yüzde 34 nüfusumuz var, gayri safî millî hâsıladan yüzde 50 pay alıyor.

Ve ne acı, dün, Sayın Başbakan Yardımcısını televizyonda izliyorum; kendileri, taşıdıkları ağır sorumluluğa rağmen, biraz zaman ayırıp Türkçe öğrenme ihtiyacını duymadıkları için, çay üreten çiftçiden “çaycı” diye bahis buyuruyorlar, pancar üreten çiftçiden “pancarcı”, buğday üreten çiftçiden “buğdaycı” diye bahis buyuruyorlar. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından gülüşmeler) Şimdi, aziz arkadaşlarım, yani bu milletin kaderine bakın; bir yanda hayallere dayanan bir Başbakan, bir yanda Türkçeyi bilmeyen bir Başbakan Yardımcısı; Allah, bize acısın!... (ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Erbakan, doğuya gidiyor... Doğu Anadolu'ya, muhalefet yıllarında neler vaat etti, neler vaat etti, neler vaat etti... Güvenoylamasından önce diyor ki: “Artık, köylerinize geri döneceksiniz; 17 trilyonluk bir fonu, hemen devreye sokuyorum.” Değerli milletvekillerim, şimdi, gelin durumu birlikte değerlendirelim: Güvenlik sorununda azalma olmamış, hatta yer yer artmıştır; Olağanüstü Hal Bölgesine, 17 trilyon lira yerine 200 milyar lira para gönderilmiştir; istisnalar bir kenara bırakılınca, geriye dönüş, fiyaskoyla sonuçlanmıştır. Şimdi, buna, ciddîyet denilebilir mi; buna, devlet adamlığı sorumluluğu denilebilir mi?! Hele, Sayın Çiller'in, bir noel annesi gibi, torbasında hiç bitmeyen ümitlerle doğuya, güneydoğuya gidip, halı tezgâhları, hayvancılık kredileri, yarım kalmış projelerin tamamlanması yolunda yaptığı vaatlerin hiçbirisi bulunamamıştır.

Tabiî, bu konuda temel hedef, öncelikle, bu ülkede, insan hak ve özgürlüklerinin teminat altına alınmasıdır, Türkiye'de hukuk devletinin kurulmasıdır. Eğer, Türkiye'de hukuk devletini kurabilmiş olsaydık, Türkiye, bugün şikâyetçi olduğu pek çok konuyu yaşamayacaktı.

Sayın Erbakan, bizim bütçeyi tenkit buyuruyor ve bakın neler diyor: “Bir defa, köylü borçlarını silmemiz lazım.” Güneydoğu Anadolu'ya ilk seyahatlerinde lütfettiler “köylü borçlarını sileceğiz” dediler, Ziraat Bankası iflas etti. “Faizi sileceğiz” dediler, hiçkimse para yatırmıyor. Ee, şimdi, arkadaşlarım, köylü borçlarını silme imkânı elinize geçti, neredesiniz Sayın Erbakan?! Köylülere sübvansiyon yapmamız lazım; kilosuna 26 bin lira verdiğimiz buğdayı satın almak üzere Ofise para vermeyip, köylünün, buğdayını 15-16 bin liradan satması mecburiyetini doğuran siz değil misiniz?! Orta Anadolu pancar çiftçisi -teslim ettiği pancarın parasını almaktan geçtim- daha pancarın söküm avansını alamadı.

Sonra, siz, “asgarî ücretten vergi almamamız lazım” diyorsunuz; niye alıyorsunuz, elinizi kolunuzu bağlayan mı var?! Zamanı gelecek almayacaksınız!.. Ee, bize gelince, bu zaman hemen geliyor; size gelince, zaman hiç gelmiyor.

Değerli arkadaşlarım “memurun, zorunlu tasarruf ve konut edindirme fonunda toplanmış paralarını da, taahhüt edilen şekilde ödememiz lazım” diyor Sayın Erbakan, muhalefet lideri olarak. Ee, şimdi Başbakansınız, memurun zorunlu tasarrufu gitti!.. Hani, çocukken okuduğumuz bir tekerleme vardı “su nerede; inek içti. İnek nerede; dağa gitti. Dağ nerede; yandı, bitti, kül oldu.” Memurun zorunlu tasarrufu da yandı, bitti, kül oldu.

Sonra, siz “peşin verginin kaldırılması lazım” diyorsunuz, 17 Nisan 1996 günü Millet Meclisi kürsüsünde yaptığınız konuşmada. İşsizlik sigortasının getirilmesi lazım. Hayat standardının kaldırılması lazım. Peşin vergi, bugün, avukatları, esnafı, tüccarı, herkesi perişan ediyor; ama, hiç, bu konularda ciddî ve tutarlı bir neticeye gidemiyoruz. Hele hele “siyaset ahlaktır, siyasette ahlakîlik şarttır” dediniz. TEDAŞ ve TOFAŞ kayalarına ahlak anlayışınız çarptı ve döküldünüz, perişan oldunuz. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar) Sayın Çiller'in, devlete...

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Şinasi beye de söylüyorsunuz değil mi? Size hatırlatıyorum...

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) - Kulağı ve vicdanı açık herkese söylüyorum beyefendi. Kulağı ve vicdanı açık herkese....

Değerli arkadaşlarım, TEDAŞ dosyasını, TOFAŞ'ı, Refah Partili milletvekilleri -o, bugün, Adalet Bakanı olan Sayın Şevket Kazan, 71 arkadaşıyla- getiriyor. Sayın Şevket Kazan'ın satırlarından kan damlıyor. Şimdi, Sayın Şevket Kazan, bakınız ne diyor Sayın Çiller için:

MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) - Dedikodu yapma Hocam.

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) - Diyor ki “Londra borsasında aynı hisseler 72 bin liradan satışa sunulmak suretiyle 1 trilyon 115 milyar liradan daha fazla Hazine zararına sebebiyet verilmiştir ve ayrıca 575 bin 500 dolar devlet zarara sokulmuştur.” Şimdi benim hakkım değil midir buradan (ANAP sıralarından “kim diyor, kim?” sesleri) Sayın Şevket Kazan'a dönüp sormak: Sayın Kazan, siz, bu delilleri yazılı hale getirip Sayın Çiller'i komisyona sevk ettikten sonra hangi deliliniz boş çıktı da 8'e 7 oyla aklayabildiniz? Acaba Adalet Bakanı olmanın bedeli bu paralarla mı ölçülüyor, bunları affetmekle mi ölçülüyor? (ANAP, DSP ve CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Adalet Bakanının, dün, hakikat olarak kamuoyuna açıkladığı, bir insanın şeref ve haysiyetine vurulabilecek en ağır darbe olan “evinde ihale zarflarını açmıştır ve devleti şu kadar zarara uğratmıştır” iddiasından dönüp, çark etmesi, Sayın Erbakan'ın, ne olursa olsun Başbakan olmasının şartı mıdır?

HALİL ÇALIK (Kocaeli) - Müslümanlığa sığar mı?

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bir mahkeme değildir bu; bu, bir komisyondur; ama şunu iyi bilmekte fayda var. Bir mahkeme huzurunda beraat eden bir suçlu ile kendi kalbinde ve diğerlerinin nazarında beraat eden bir suçlu arasında çok büyük farklılık vardır. (ANAP sıralarından alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Devam edecek misiniz Sayın Güner?

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) - 5 dakika efendim.

BAŞKAN - Buyurun, devam edin efendim.

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, şurada da 1997 programıyla ilgili bütçe hedeflerine varabilmek için, çıkarılması gereken 230 kadar hukukî ve kurumsal düzenleme var programda. Bu düzenlemelerin 100'e yakını yeni kanun ve kanun değişikliği. Şimdi anlıyor musunuz denk bütçeyi?

Aziz arkadaşlarım, merkez hücumun Sayın Erbakan'a, yan kanadın Sayın Çiller'e ait olduğunu zannetmeyin. Sayın Çiller'le ilgili söyleyeceğimiz çok meseleler var; ama bu 5 dakikayı çok iyi kullanmak zorundayım.

Şimdi, Sayın Erbakan, siz, “Mücahit Erbakan” olarak otuz yıl mücadele verdiniz, “Avrupa Birliğine hayır” dediniz, “Gümrük Birliğine hayır” dediniz, “Avrupa Birliğine girmek, al bayrağın üzerine haç koymaktır” dediniz, karşı olduğunuz faizi yüzde 140'a çıkardınız; “bizim 65 milyon Müslüman kardeşimize saygımız sonsuz” dediniz, SSK imtihanıyla Hindistan'da paryalara reva görülmeyen muameleyi, bu 100 bin işsiz insana siz yaptınız. (ANAP ve DSP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Dövdünüz, copladınız, hor gördünüz, hakir gördünüz. Bu insanları, kendi memleketlerinde, kendi illerinde imtihana sokabilirdiniz...

NURETTİN AKTAŞ (Gaziantep) - O bize geçmişteki iktidarlardan kaldı!

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) - Hayır, oraya yaptığınız imtihanı ÖSYM'ye yaptırabilirdiniz; ama, o zaman, Refah Partili kadroları yerleştirmek mümkün olmayacaktı. Bu işin kılıfı, bu insanlara yaptığınız hakaret olmuştur. O sebeple...

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Sayın Güner, bu millete hiçbir zaman hakaret etmedik, etmeyiz de...

CEMALETTİN LAFÇI (Amasya) - Biz de, sizi bir şey biliyor sanırdık; ama, yanılmışız.

BAŞKAN - Devam edin Sayın Güner.

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, altı ay içerisinde, adil düzen adına, Sayın Erbakan'ın 30 yıldır iddia ettiği, mücahit Erbakan'ın elinde bayrak olan bütün bu fikirler ve düşünceler, Başbakan Erbakan tarafından toprağa gömülmüştür. (RP sıralarından gürültüler) Adil düzen, artık, mücahit Erbakan'ın mezar kitabesinden ibarettir. (ANAP ve DSP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Şimdi, beni, iyi dinleyin; bu tahammülsüz... (RP sıralarından gürültüler)

Sakin olun, sakin olun, daha neler duyacaksınız. Siz değil miydiniz “mahalle mahalle rey almaya değil, Müslüman saymaya geldik” diyen...

CEMALETTİN LAFÇI (Amasya) - Hiçbir zaman böyle söylemedik.

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) - Müslümanlık bu mu?.. (RP sıralarından gürültüler, ANAP ve DSP sıralarından alkışlar) Hırsızlıkları aklamak mı Müslümanlık, hırsızları adliyeye teslim etmemek mi Müslümanlık. (RP sıralarından gürültüler)

Değerli arkadaşlarım, bu İktidarın diyaloğa şiddetle ihtiyacı var. Bu diyaloğu eğer kurmazsanız, hakikatin önünde diz çöküp, vicdan muhasebesi yapıp “Affet Allah, bizi affet” demezseniz, bu işin sonu hüsrandır. (RP sıralarından gürültüler, ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

Meclis araştırma komisyonlarının görevi, Demokrat Parti dönemine olan reaksiyonla fevkalade sınırlandırılmıştır. Bizim teklifimiz, tutuklamanın dışında, sorgu hâkimlerinin sahip olduğu bütün yetkilerin, bu komisyonlara tanınmasıdır.

Meclise verdiğimiz üç kanun teklifinin kabulünde bize yardımcı olunuz. Yolsuzluklardaki müruruzaman süresini beş yıldan on yıla çıkaran teklifimizi, iktidar oylarıyla reddederken, yolsuzlukları teşvik ettiğiniz gibi bir kanaatin, bazı çevrelerde doğmasını önleyemezsiniz.

Değerli arkadaşlarım, bugün, acı bir gerçekle karşı karşıyayız: 1980'den sonra, devlete 800 binin üzerinde memur alınmıştır; bunu taşıyamıyoruz; Amerikan ekonomisi de taşıyamıyor. Gelin, bu memleketi sağlıklı bir biçimde donatacak bir idarî düzenlemeyi, taşraya yetkiyi vermeyi, ademi merkeziyete geçmeyi, muhalefetle el ele vererek yapın. İdare ve personel roformunu yapmadan, bu devleti döndürmeniz mümkün değildir.

Ekonomik ve Sosyal Konsey, çağdaş toplumların en önde gelen, en verimli kurumudur; bunu, biz de yapamadık; ama, siz yapın; İtalyan, Alman, Fransız Anayasalarında, bu var.

DYP-SHP Hükümeti döneminde, 1992'de sosyal devlet baba anlayışıyla, genç emekliliğe, erken emekliliğe kapı açtınız. Bu yıl, bütçede 574 trilyon lira sosyal güvenlik kurumlarının açığını kapamaya gidiyor. Bu yolun önüne durmanın çaresi de çalışma yaşını, muhalefetle el ele vererek, makul bir seviyede yükseltmektir.

İnsan hakları ve demokratikleşme konusunda çok zaman kaybediyoruz. Tekliflerinizi getirin, düşüncelerimizi söyleyelim ve Türkiye'yi, milletlerarası forumlarda haksız yere taşlanan, hor görülen, hakaret gören bir ülke olmaktan çıkaralım.

Biz, Anavatan Partisi olarak, ömür boyu itiraz ettiğiniz, namaz arkadaşı ilan edip, fikir arkadaşı olduğunu söyleyemediğiniz, kendinize rehber seçtiğinizi ve onun çok kötü talebesi olduğunuzu bir türlü kabul etmediğiniz, merhum Özal'ın ekonomik düşüncelerini kabul etmenizden ve onun çok kötü bir uygulayıcısı olmanızdan elem ve üzüntü duyuyoruz.

ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) - Sayın Yılmaz'a söyle...

CEMALETTİN LAFÇI (Amasya) - Kendinize söyleyin, kendinize...

AGÂH OKTAY GÜNER (Devamla) - Ama, size şunu söyleyeyim: Tenkite tahammül ettiğiniz ölçüde hakikate ulaşacaksınız.

Allah'a şükür, benim sesim gür, savunduğum fikirler de sizi temelden sarsacak kadar güçlü. (RP sıralarından “Vay..Vay...” sesleri, alkışlar [!] )

Allah, bu vatanı açlıktan, yalandan ve düşmandan kurtarsın diyorum, korusun diyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (ANAP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Güner.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Bir dakika Sayın Güner.

Sayın Taner, bir dakikanızı rica edeceğim.

Buyurun Sayın Kapusuz.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Sayın konuşmacı, ifadesinin bir yerinde “Şevket Kazan'ın yazısından ve ifadesinden kan damlıyor” dedi. Böyle bir ifadenin zabıtlardan çıkarılmasını ve konuşmacının bu sözü geri almasını istiyorum, bu bir. (ANAP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Bir dakika dinleyelim efendim.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - İkinci olarak, çok iyi biliyorlar ki, koalisyon hükümetleri program ve protokollerle yönetilir. Bir siyasî partinin programı müstakilen iktidarın .... (ANAP sıralarından “böyle bir usul var mı” sesleri)

BAŞKAN - Bir dakika efendim... Olmasa söz vermem.

SALİH KAPUSUZ (Kayseri) - Dolayısıyla, biz, geçmişimize sahibiz. Hiçbir zaman geçmişimizin aleyhinde bulunmadık, programımıza da sahibiz, bu Hükümetin Protokolüne de sahibiz. Geçmişine sahip olmayanları bu millet çok iyi biliyor efendim. (ANAP sıralarından gürültüler)

Arz eder, teşekkür ederim. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

Sayın Güner, arkadaşımızın ifade ettiği zabıtlardan çıkarılma diye bir usul, Meclis çalışmalarımız içerisinde mevcut değildir; bunu, bu vesileyle bir kere daha hatırlatıyorum.

Sanıyorum, siz, o ifadeyi, edebiyatta kullanılan bir mecazî ifade olarak kullandınız, öyle değil mi efendim?

AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) - Evet efendim.

BAŞKAN - Teşekkür ederim, buyurun efendim.

İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, Sayın Güner burada kürsüden fikirlerini kustu, ben de edebî ifadeyle söyleyeyim.

BAŞKAN - Anlayamadım efendim.

İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) - Sayın Güner de biraz önce âlim olan fikirlerini kürsüden kustu diyeyim, edebî olarak.

BAŞKAN - Lütfen Sayın İbrahim Halil Çelik... Hem siz, bugün, asayişi teminle görevli idare âmirisiniz. Bütün bu hususu unutup, yerinizden de müzakerelere katılırsanız, bu müzakereleri yürütmemiz hakikaten güç olur. Onun için, sizi itidale davet ediyorum.

İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) - Edebî olarak söyledim Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Lütfen efendim... İstirham ediyorum...

Sayın Güner, tekrar teşekkür ederim efendim.

Anavatan Partisi Grubu adına, kalan süreyi kullanmak üzere, İstanbul Milletvekili Sayın Güneş Taner; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) - No, no!..

BAŞKAN - Anlayamadım efendim... Anlayamadım, bir sayın milletvekili bir ifadede bulundu ama... (ANAP sıralarından “demek ki sayın değil” sesleri)

MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) - “No, no dedim.”

BAŞKAN - Efendim?..

MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) - “No” dedim.

BAŞKAN - Ne dediniz?..

MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) - “No...”

BAŞKAN - Anlayamıyorum efendim...

MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) - Sayın Başkanım “no” dedim.

BAŞKAN - Ne demek o?

MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) - “No” kelimesini, İngilizce bilenler bilir.

BAŞKAN - Oturun; oturun lütfen yerinize. Burası İngiliz Parlamentosu değil, Türk Parlamentosu; onu öğrenmediniz mi hâlâ?!. (ANAP sıralarından alkışlar, RP sıralarından gürültüler) Biraz ciddiyet lütfen!..

Devam edin Sayın Taner.

ANAP GRUBU ADINA GÜNEŞ TANER (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri...

MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) - Eğer bir ülkede... (ANAP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Sayın milletvekili, tutumunuzda ısrar ederseniz, size disiplin hükümlerini uygularım. (ANAP sıralarından alkışlar)

Efendim, lütfen siz de sabırlı olun.

Devam edin Sayın Taner.

GÜNEŞ TANER (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri...

MUHAMMET POLAT (Aydın) - Sayın Başkanım, bakın, bir parlamenter arkadaşımız...

BAŞKAN - Söz vermedim size, lütfen oturun.

Sayın Taner, devam edin.

GÜNEŞ TANER (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bizleri, bugün, televizyondan izleyen değerli vatandaşlarım; hepinizin, birbirinize ve yakalayabildiğiniz, sizi temsil eden milletvekillerine, her gün sorduğunuz bir suali, ben de, buradan, Yüce Meclise soruyorum: Ne olacak bu memleketin hali?.. Şu hale bakın!.. (DYP sıralarından “sen kendi haline bak” sesleri) Ne olacak bu memleketin hali?!. (RP ve DYP sıralarından gürültüler)

Ne var halinde değil mi, ne var memleketin halinde?.. İşte, siz, çıkın, bunu, sayın vatandaşlara sorun. Onlar soruyorlar bize; biz de, onların temsilcisi olarak, Anayasanın, demokrasinin bizlere vermiş olduğu bu güzel ortamda konuşup, tartışıp, hep beraber iyiyi, doğruyu ve güzeli bulmaya çalışıyoruz. Çalışıyoruz diyorum; ama, maalesef, kusura bakmayın, sizler beş aydır iktidardasınız, ama, daha iktidar olmayı öğrenememişsiniz. İktidar, icraattan sorumludur. Oturduğu yerden, daha hatip konuşmaya başlamadan laf atmak, hatibin ne dediğini dinlemeden karışmak... Bunlar, her şeyden evvel ayıptır.

Onun için, ben, heyecanlanmadan, sinirlenmeden konuşmama rahat bir şekilde başlamak istiyordum. Ben, demek istiyordum ki, Sayın Başbakana teşekkür ederim... (ANAP sıralarından “Çıkıyor, gidiyor” sesleri, gürültüler)

BAŞKAN - Efendim, lütfen... Lütfen...

GÜNEŞ TANER (Devamla) - Sabahleyin olan Askerî Şûra toplantısını bir kenara bırakarak Yüce Meclisi şereflendiren Sayın Başbakana tam teşekkür ederken, Sayın Başbakan kalktı ve gitti. (ANAP ve DSP sıralarından gülüşmeler) Şimdi, yani, ben teşekkürümü geri mi alacağım... (ANAP ve DSP sıralarından “Al...” sesleri) Hayır... Hayır efendim... Ben teşekkürümü geri almayacağım; ben ona yine de teşekkür ederim. (RP sıralarından “Sağ ol” sesleri) Çünkü, biraz sonra, ben size Başbakan ve Başbakanlık hakkında düşüncelerimi anlatacağım; bunun ne olduğunu izah edeceğim.

Efendim, biraz evvelki konuşmalarda aklıma güzel bir hikâye geldi. Malumu âliniz, karınca hazırlanmış, bir yolculuğa çıkmak üzereymiş. Sormuşlar “hayrola, ne yapıyorsun?” Demiş ki “niyet ettim, hacca gideceğim.” “Yahu, sen garip bir karıncasın, sen nasıl gidersin hacca” demişler; “olsun” demiş “niyet ettim ya...”

ÖMER EKİNCİ (Ankara) - Sen ne zaman gidiyorsun?..

GÜNEŞ TANER (Devamla) - Şimdi, efendim, hacca gitmeye niyet etmekle, Sayın Hükümetin bu bütçeyi hazırlama niyeti arasında büyük fark vardır; o manevî bir görevdir, bu hukukî bir görevdir. Siz, 65 milyon vatandaşın bugününü, yarınını “ne olacak bu memleketin hali” dedirtmeyecek şekilde düzenlemekle görevlisiniz. Hükümet ağlama yeri değildir; hükümet, çözüm yeridir.

ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) - Siz ağlıyorsunuz!..

GÜNEŞ TANER (Devamla) - Eğer bunu bilmiyorsanız, eğer bunu anlamıyorsanız, eğer bunu yapacak ehliyete sahip değilseniz -ki, Kur'an-ı Kerim söylemiştir “işi, ehil olanlara verin” diye- o zaman bırakın, buraya ehil olanlar gelsin. (ANAP sıralarından alkışlar, RP sıralarından gürültüler)

RAMAZAN YENİDEDE (Denizli) - Yanlış söylüyorsun; Kur'an'da öyle bir şey yok; hadis o... Evvela, hadisi, ayeti öğren de konuş.

GÜNEŞ TANER (Devamla) - Şimdi, gelelim, ne olacak memleketin bu hali...

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz evvel, konuşmaları sırasında Sayın Deniz Baykal'ı dikkatle izliyordum; çok güzel tespitlerde bulundu. Birinci tespiti, Sayın Erbakan'ın 41 tane balonunu, burada, hepinizin huzurunda anlattı. Yalnız, tabiî, ben düşündüm -yani, kusura bakmasın ama- Sayın Erbakan'ın ilk defa mı böyle balonları var; Sayın Erbakan'ın bütün geçmiş hayatı balonlarla dolu. Dolayısıyla, kendisini burada mazur görmek lazımdı. Balonlarla, siz, çocukları kandırırsınız; oysa, Sayın Erbakan, kalkıp, bu memleketi kandırmaya çalışıyor. Kusura bakmasınlar; onun için, onu öyle bir geçmek istiyorum.

İkinci konu; yine, Sayın Baykal, bütçeyi incelemiş, diyor ki “Sayın Erbakan 'vergiler artmayacak' diyor.” Efendim, Sayın Erbakan bunu laf ola beri gele söylüyor. Bütçeyi inceler, 166 ncı sayfaya bakarsanız, 1997 senesi içerisinde vergileri bal gibi artıracağı yazılı, bal gibi!.. Bu memlekette ezilmiş olan bu vatandaşı daha fazla ezmenin yolunu, lafla değil, fiiliyatla bu bütçede yapacaktır. Onun için, bu bütçe rakamları, bu devletin kitapları yalan söylemez. Siyasetçiler işlerine göre kıvırırlar; ama, devletin rakamları, maalesef ve maalesef, doğruyu söyler; bugün söylediği gibi.

Son olarak şunu hatırlatmak istiyorum: Sayın Baykal, 1996 bütçesini çok güzel rakamlandırarak 1997 bütçesiyle bir kıyaslama yaptı. Yalnız, tabiî, şunu unutmasınlar: 1996 bütçesinin yarı ortağı da kendileridir. Sayın Tansu Çiller ile beraber o bütçeyi hazırlamadılar mı! Onların hazırladığı bütçeyi biz getirdik. O getirilen bütçe, zaten, ilk dört ay içinde 400 trilyon lira borç verdi. Onun için, bakın, böyle, gerilere fazla gidip, hesapları kurcalamayalım. Eğer, hesapları kurcalamaya başlarsak, o taşların altından neler çıkar neler! Bakın neler çıkar: Şimdi, bugün hükümet eden iki partinin iki değerli ortağının geçmişine bir bakalım; yani, birdenbire, dört ay evvel seçimler yapıldı da, bu iki ortak birdenbire çıktılar da ilk defa mı Türkiye'de hükümet ediyorlar?.. Daha evvel siyasî hayatları belli, icraatları belli...

Sayın Tansu Çiller, muhterem Bacınız, üç sene bu memlekette Başbakanlık yaptı, bir senedir Bakanlık yapıyor. Kendisi Başbakanlık yaparken, o günkü, o muhteşem icraatları içerisinde önce SHP, sonra da CHP vardı; beraberce, bu memleketi gayet güzel yönettiler. O kadar güzel yönettiler ki, ekonomi, patlaya patlaya, dikiş tutturamaya tutturamaya bugünlere kadar geldi. Hangi günlere geldi; önce şu ekonomiye bir bakalım; ne var yani bu ekonomide; millete, ne olacak bu memleketin hali dedirtecek mesele nedir. Dışborç 76 milyar dolara çıkmış.

FİKRET KARABEKMEZ (Malatya) - Sayenizde.

GÜNEŞ TANER (Devamla) - Sayemizde değil mi; bak, ben sana söyleyeyim sevgili arkadaşım. Anavatan Partisi bıraktığı zaman 51 milyar dolar, şimdi 76 milyar dolar; söyle bakayım aradaki farkı kim getirmiş. (“Söyle, söyle” sesleri.) Peki, içborcun 90 trilyonunu Anavatan Partisi bırakmış, 3 katrilyona getirmişsiniz. Kim getirmiş...

KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) - Siz başlattınız.

GÜNEŞ TANER (Devamla) - Efendim, “siz, biz” demeyin, anlatıyorum ben size. Siz, on senedir bu lafları söylüyorsunuz. Hani bu kürsülere çıkıp da “sizi gidi Batı taklitçileri sizi” dediğiniz günleri unuttunuz mu; unutmadınız... O zaman ben anlatayım size. Şimdi “sizi gidi Batı taklitçileri” dediğiniz günlerde, bu dışborçlar çıktığı zaman, içborçlar çıktığı zaman, hayat pahalılığı, enflasyon çıktığı zaman, Sayın Erbakan çıkıp bu kürsülerden “bu işleri yapan, madalya alan şampiyonlar mareşali Sayın Tansu Çiller” demedi mi; dedi. Ee, şimdi, Sayın Tansu Çiller ile bir araya gelmişler; Bacı ile Hoca güzel bir Hükümet kurmuşlar, ne güzel yuvarlanıp gidiyoruz. Ah şu muhalefet olmasaydı; değil mi; ah şu muhalefet bu lafları söylemeseydi...

KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) - Hayır, hayır...

GÜNEŞ TANER (Devamla) - Siz bu lafları söylerken, yarın bir gün, bu lafların size döneceğini ve sorulacağını hiç ümit etmediniz mi? Yani, siz çıkacaksınız, burada on sene “bu memleket faiz altında inliyor faiz haramdır” diyeceksiniz. Sonra, yaptığınız ilk bütçede faizleri katmerli katmerli çıkaracaksınız; yüzde 100'den yüzde 110'a, yüzde 120'ye, yüzde 140'a çıkacaksınız. Ha, milleti kandırmak için, faizin adını kaynak gösterip, yurtdışında oturanlara “ilave para getirin, ben size, yüzde 5 olan mark faizine yüzde 10 vereyim; yüzde 6 olan, yüzde 5,5 olan dolar faizine yüzde 10 vereyim” derken, bu faizin, faiz olduğunu bilmiyor musunuz siz; bal gibi biliyorsunuz; ama, bakın, Batı taklitçileri, sizi gidi Batı taklitçileri sizi (ANAP sıralarından alkışlar) Hükümet olunca Versage kravat, Cartier gözlük takmakla bu memlekette böyle hükümet idare edilmez. Siz, inandığınız, bildiğiniz, iddia ettiklerinizi yıkmakla değil, yapmakla yükümlüsünüz...

ÖMER EKİNCİ (Ankara) - Yapacağız.

GÜNEŞ TANER (Devamla) - Kalkıp kötüyü taklit ederek, yanlışın daha da fazlasını yaparak, bu memleketi ve bu memleketin insanlarını ezmeye kalkarsanız, altında kalırsınız, altında!.. (RP sıralarından gürültüler)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şimdi, bakın, onlar oradan konuşuyorlar. Ben size arz edeyim. Hayat pahalılığı, enflasyonu, dört ay evvel 76'da bırakmışız; dört ay geçmiş 86 olmuş. Ee, peki, bunun sahibi kim? “Bunun sahibi bu eski hükümetler” diyeceksiniz. Yahu, peki, sizin Genel Başkanınız Sayın Erbakan'ın bakın burada ne güzel lafları var. 1994 senesinde Meclis konuşmaları sırasında ortağı Sayın Tansu Çiller'e diyor ki “bütün bunları yaptıktan sonra üç sene geçecek, hâlâ yılların birikimi diyeceksiniz; bunu söyleyemezsiniz; bu mümkün değil.” Hangisi doğru, o gün söylediği mi, bugün söylediği mi doğru? Bakın, beyler, Hükümet ağlama yeri değildir. Dün yapılanlar eğer eksikse, siz eksiği tamamlayacaksınız ve eğer, dün yapılanlar yetmiyorsa, siz yetirmeye çalışacaksınız; eğer, vatandaşın iki yakası bir araya gelmiyorsa, onu bir araya getireceksiniz.

AHMET DERİN (Kütahya) - Doğru, tabiî ki öyle.

GÜNEŞ TANER (Devamla) - Doğru. Nasıl getireceksiniz; bu bütçeden memura verdiğiniz yeni zamlarla getireceksiniz.

KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) - Ee, dört ay...

GÜNEŞ TANER (Devamla) - Hayır dört ayı geçtim; hadi bıraktım dört ayı; şimdi, geldim 1997 senesine...

KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) - Tamam. Bir sene sonra görüşürüz; doğru da olabilir, yanlış da.

GÜNEŞ TANER (Devamla) - Bakın, ben size bir şey anlatayım. Sayın milletvekilleri, 1991 senesinde Anavatan Partisi İktidardayken devlette 1 milyon 270 bin civarında memur vardı. Biz, bu memura, o günkü dolar kurundan yaklaşık 13 milyar dolar maaş veriyorduk; yani -şurada rakamlarıma bakayım, yanlış söylememeyim size- o günkü rakamlarla memurun eline ayda yaklaşık 850 dolar civarında para geçiyordu, sene 1991. Şimdi geliyoruz sene 1996'ya; memur sayısı 1 milyon 900 bine çıkmış; yüzde 50 artmış; daha fazla memur almışlar. Peki, bütçe içerisinde memura ödenen para ne 96'da: Dolar bazında 11,9 milyar dolar; yani, daha aşağı düşmüş; memur sayısı yüzde 50 artmış; ama, memura ödenen para düşmüş. Peki, memurun eline ne geçiyor; memurun eline 521 dolar geçiyor. Peki, sizi gidi Batı taklitçileri sizi; siz bundan aşağı mı kalacaksınız, yıllar yılı düşürülen, sizin ortağınızın düşürdüğü, memuru perişan ettiği ortamın, siz, üstüne mi çıkaracaksınız; hayır. Batı taklitçiliği nasıl olur. Onun yaptığından daha kötüsünü yaparak.

İşte, bu bütçe içerisinde sizin getirdiğiniz rakamlara bakalım -Sayın Maliye Bakanı burada; düzeltsin- 11,17 milyar dolar verecekler memura. Eğer, bu 1 milyon 900 bin memur, yani, 1 tane yeni memur almazsanız -ki, tahmin ediyorum, geçen kanunla, siz, 200 bin civarında yeni memur alacaksınız- bile, o günkü kurla memurun maaşı 508 dolara düşüyor 521 dolardan; ya 200 bin memur alırsanız, memurun eline 423 dolar maaş geçecek. Memuru ezdirmenin bundan daha iyi Batı taklitçiliği olur mu?

Peki, burada, oturdum, ben bir hesap yaptım, bu memur nasıl geçiniyor diye. Şimdi, 25 milyon lira alan bir memuru alalım; isterseniz 30 milyon lira alan bir memuru alalım; bir polisi alalım: 3 tane ekmek alır mı eve günde; almaya çalışır... Kaç paradan alır ekmeği; bulabilirse, sizin iddianız olan 15 bin liradan alır; 15 bin liradan eder ayda 1 milyon 350 bin lira ekmek için. Bir gazete 60 bin lira. Bir gazete alsa -memurunuz gazete okumayacak mı? Ama, siz, tabiî, basına karşı olduğunuz için, basına sansür uyguladığınız için, keşke bunlar gazete de okumasın dersiniz; ama, okuyacak vatandaş- 1 milyon 800 bin lira da bu tutar.

KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) - Ne ayıp... Ne ayıp...

GÜNEŞ TANER (Devamla) - Şimdi, 1 tane tüpgaz almayacak mı ayda, 590 bin lira; 2 kilogram sıvıyağ almayacak mı, 300 bin lira; peki, bir ay boyunca 2 kilo beyazpeynir yemeyecek mi, 700 bin lira; 2 kilo şeker 140 bin lira, 2 kilo un 100 bin lira, 2 kilogram et 1 milyon lira -ha, dersiniz ki, et fazla; et yemesin; ona bir şey demem- 2 kilogram pirinç alsın 200 bin lira, 4 paket margarin alsın 160 bin lira, 10 tane de yumurta alsın 80 bin lira. Ee, işine gidecek, otobüs bileti alacak...

YAŞAR OKUYAN (Yalova) - Yayan gitsin.

GÜNEŞ TANER (Devamla) - Şimdi, ısınacak, kömürünü alacak; kömür masrafı da ayda 6 milyon 800 bin lira tutuyor. Topluyorsunuz, alt alta koyuyorsunuz, memur aldığı paranın 15 milyon lirasını böyle harcadı. Şimdi, bakın bu memura: Nerede oturuyor; kirada oturuyor. 10 milyon lirasını kiraya verir mi bu adamcağız; verecek. Ee, parası bitti. Şimdi, bu zavallı memur -emekliye daha gelmedim- meyve, sebze yemedi, elektrik, su parasını da vermedi, süt, yoğurt yok... (DSP sıralarından “Telefon yok” sesleri) Telefon yok. Telefon nerede memura. Adam bunların altında ezilir gider. Hani, şöyle dost akrabaya gitmek için de, seyahat için de, otobüse binmek için de para yok; çocuğuna defter yok, kalem yok... İşte, sizin, memura reva gördüğünüz, hak gördüğünüz adil düzenin hediyesi bu. Şimdi, geldiniz, hükümet oldunuz. Değiştirin bunu!

ÖMER EKİNCİ (Ankara) - Değiştirdik.

GÜNEŞ TANER (Devamla) - Nasıl değiştirdiniz? Size gösterdim; 97 bütçesine koyduğunuz parayı gösterdim. 97 bütçesinden memurun alacağı para, bugünkü parayla, bundan da aşağı.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şimdi, bu şartlarla biraz da bütçeyi konuşalım, şu bütçenin ne durumda olduğuna bakalım; nasıl dengelenmiş, nasıl denk bütçe olmuş. Şimdi, ne demiştik size? Bu ortaklardan bir tanesini gayet iyi tanıyorsunuz. Hani, iki anahtarla başlamıştı işe; arkasından, UDİDEM demişti, hani cekler, caklar... Bir beyaz sayfa açmıştı, kararmıştı; arkasından, her bahar PKK'nın belini kırmıştı. Sonra, bunlarla da bitmedi, seçimler sırasında çıktı “Ey Türkiye! Sizi büyük bir tehlike bekliyor, Refah tehlikesi. O Refahı ben durdurum. Haydi Türkiyem İleri” dedi. Refahı durdurdu Allah için... Refahla beraber hükümet sıralarına geldi, Refahla beraber hükümet etmeye çalışıyor. Üç yılın Başbakanı, kimseleri layık görmeyen, kimseleri kendisine muhatap almayan Sayın Başbakan, Başbakan Yardımcılığı konumunda, bir destek olarak, bir koltuk değneği olarak Refah Partisini iktidara getirdi.

Şimdi, iktidar, koltuk hırsı, Türkiye'yi bir yerden bir yere götürdü. Bundan dörtbeş sene evvel Türkiye konuşulurdu bütün dünyada. Adriyatik'ten Çin Seddine emsal verilirdi Türkiye. Hiç konuşuluyor mu; yok; hiç kimse bahsetmiyor. Ortadoğu'nun ağabeyi olarak görülürdü Türkiye; Avrupa olsun, Amerika olsun Türkiye'ye danışırdı. Şimdi bırakın onu, Amerika'nın, Avrupa'nın üvey evladı oldu Türkiye. Kimse telefonu açıp hal hatır bile sormuyor.

Dış itibarımız sıfırlandı, dış ekonomik itibarımız bitti. Avrupa piyasaları, Amerikan finans piyasaları, Japon finans piyasaları Türkiye'ye kapandı, kilitlendi. İtibarımız o kadar kötü ki, Dublin'de yapılacak olan, Türkiye'yi çağırdıkları Avrupa Birliğinin yemeğine Sayın Başbakan icabet etmiyor diye, Sayın Tansu Çiller'le yememek için, Kohl ve Chirac katılma lütfunda bulunmuyor. Bu, Sayın Tansu Çiller'e değil, Türkiye'ye yapılan bir hakarettir. Bu, Türkiye'nin nereye geldiğini gösteren bir şeydir.

Şimdi, Sayın Hocayı unuttuysanız hatırlatayım size; yani, zaman değişiyor; ama, insanlar fazla değişmiyor. Hani, kadayıfın üzerini kızartıp altının kızarmasını bekleyen Hocamız var ya... Hani, 100 bin tank, 100 bin uçak yapan Hocamız var ya... Hani, otomobil yapıp da Türk otomobilini yürütemeyen Hocamız var ya... Hani, şu vita tenekelerine temeller atıp da o temelleri Türkiye'nin her tarafında dolaştırıp, trilyonluk yatırımlar yapan Hocamız var ya... İşte, Sayın Hocamız, Bacımızla bir araya geldiler, şimdi, bu Hükümeti kendilerince yönetmek istiyorlar.

Şimdi, iktidar olmayı bazı arkadaşlar anlamamışlar. Bugün, Sayın Ergezen, konuşması sırasında dedi ki: “Sayın Erbakan Başbakan olamaz deniyordu, işte oldu.” Hatırlayacaksınız, ben, defalarca televizyonlara çıktım, Sayın Erbakan Başbakan olamaz dedim; doğru, bunu söyledim. Ben, hiçbir zaman “Sayın Erbakan, başbakan koltuğuna oturamaz” demedim; başbakan olmakla, başbakan koltuğuna oturmak çok farklı şeylerdir sayın milletvekilleri.(ANAP sıralarından alkışlar) Başbakan, devlet gemisinin kaptanıdır; görevi, milletin menfaatı uğruna, gemiyi batırmadan, kayalara çaptırmadan, bir limandan bir limana götürmektir.

ABDULLAH ÖRNEK (Yozgat) - Siz batırmışsınız; biz kurtaracağız.

GÜNEŞ TANER (Devamla) - Oysa, bu kaptan, geminin dümenini bilmediği için, ehil olmadığı için, doğru kayalıklara çevirmiş, Türkiye'yi götürüyor.

ABDULKADİR ÖNCEL (Şanlıurfa) - Millet takdir ediyor.

GÜNEŞ TANER (Devamla) - Millet takdir ediyor; bak, nasıl takdir ediyor göreceksin.

Şimdi, insanları kandırmanın yolu vardır. İnsanları her zaman kandıramazsınız, bazı insanları kandırırsınız; ama, her insanı, her zaman kandıramazsınız...

Şimdi, denk bütçe adı altında, geliyorsunuz, burada bir rakamlar manzumesi sunuyorsunuz. Deniz Bey söyledi: “İşte, dolar bazında bütçe, Türkiye'nin içine sığmayacağı bir bütçe.” Biz, oturduk, bu bütçeyi bir inceledik, bakalım nasıl bu bütçe denk olmuş?

Şimdi, ne yapıyorsunuz; bir kere, personele geçen seneden daha az maaş veriyorsunuz, oradan bir tasarrufunuz var. Yatırımlar?.. Yatırımları da yapmıyorsunuz, yüzde 8 yatırımı yapsan ne olur yapmasan ne olur. Ha, geriye ne kaldı; vergi. Vergileri alalım; nasıl alalım? Şimdi, bütçenin gelirler kısmı basittir “vergiler” vardır, artı “diğerler” vardır. Özelleştirme çıkıp da moda olunca, diğerlerin adı özelleştirme oldu.

Şimdi, Sayın Hükümet, bu “diğerler” kalemine rakam koymuş, nasıl koymuş bu rakamı? Önce, devletin giderlerini almış, sonra devletin gelirlerini almış, ikisini çıkardığı zaman -normalde bu borçlanmadır- bu borçlanma kısmını denk yapacağım diye, gitmiş, bu miktarı vergilerle özelleştirme arasında yedirmiş; özelleştirme gelirini çıkarmış, biraz da vergileri artırmış; dolayısıyla olmuş size bir denk bütçe... Aman ne kadar güzel(!)

Peki, bu denk bütçe içinde hâlâ dışborç yok mu? Bu denk bütçe içinde hâlâ bugün 3 katrilyon, seneye 7 katrilyon olacak borç yok mu? Var. (RP sıralarından “olacak o kadar” sesleri)

Olacak o kadar; tabiî_

Şimdi, bakın ne var; bir de, bunun içinde varsayımlar var. Şimdi, sizin bu varsayımlarınızla doları hesaplamışsınız, bir rakam; daha şimdiden o rakama yaklaşıyor; faizleri hesaplamışsınız, bir rakam; o faizler de artacak. Sadece dolardaki fark 20 puan olsa, 40 puan da faizlerden fark gelse, 1,5 katrilyonluk açık verirsiniz, bütün özelleştirmeyi yaptığınızı kabul etsek bile, bütün vergileri topladığınızı kabul etsek bile.

Şimdi, demek ki, bunlarla olmayacak. Ne lazım buraya; bize, bir kaynak paketi lazım; birtakım hayalî şeyler lazım. Onun üzerine, bütçeden evvel, Sayın Başbakan bir basın toplantısı yaptı; çıktı, vatandaşa ikibuçuk saat anlattı; yanında da Başbakan Yardımcısı hiç gık demeden dinleyerek. Şimdi, ben dinliyorum; 10 milyar dolar kaynak, o oldu 20 milyar dolar, tutamadı 30 milyar dolar, tutamadı 50 milyar dolar; Allah'tan, 70 milyar dolarda kaynak paketi durdu.

Şimdi, oturdum, 70 milyar dolara şöyle bir baktım; ne var bu 70 milyar doların içerisinde: Birincisi, Türkiye'nin görüp görebileceği en büyük hayalî kaçakçılık yatıyor. Anlamadınız değil mi; izah edeyim, arz edeyim: Yıllardır, Türkiye, hayalî kaçakçılıkla uğraştı durdu; birileri parayı götürdü; az götürdü, çok götürdü, şöyle götürdü... Şimdi, siz, kalkıyorsunuz, diyorsunuz ki, Laleli'de bizim çok büyük ticaret yapan, ihracat yapan esnafımız var; biz, bu esnafı, ülkelerin daha evvel yaptığı şekilde değil, başka bir şekilde değerlendirelim; getirsin, döviz büfelerinden...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Devam edecek misiniz efendim?

GÜNEŞ TANER (Devamla) - Edeceğim efendim; müsaade ederseniz, sataşmalara ayrılan zamanı da verirseniz...

BAŞKAN - Sizden önceki gruplara tanınan zaman nispetinde, size de aynı zamanı tanıyoruz efendim; buyurun.

GÜNEŞ TANER (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Döviz büfelerinden, bankalardan aldığınız dövizleri, getireceksiniz, bozduracaksınız; bununla gideceksiniz, KDV'yi mahsup edeceksiniz; o KDV kadar kısmını, size kâr getirdiği için içpiyasada satacaksınız. Ondan sonra, Türkiye, bir taraftan ihracat yaptım diye, ihracat patlaması oldu diye kendi kendine rakamlarını bozacak, diğer taraftan buradan ufak ufak başlayarak millet havuduyla malı götürecek. Yapmayın, yazıktır... Bu işi yapmak istiyorsanız, bu esnafı teşvik etmek istiyorsanız, bunun yolu bu değildir. İşte, taklit ettiğiniz Avrupa'da var bu, Fransa'da var, İngiltere'de var.

RAMAZAN YENİDEDE (Denizli) - Kendi yaptıklarınızı anlatıyorsun.

GÜNEŞ TANER (Devamla) - Evet... Evet... Sizin yaptıklarınızı anlatıyorum; biz bunları yapmadık; biz bunları yapabilirdik... Siz, buradan, böyle elinizi kadırmayın; bunlar olduğu zaman, yarın, bunun hesabını ben sizden sorarım burada; kimler, hangi yandaşlarınız, paraları nasıl götürdü diye... Mercümek hesabına benzemez bu...

Bundan başka ne var; altın affı diye bir şey var. Duydunuz mu, bu altın affı nasıl bir şey? Bizim vatandaşımızın hali belli; eti belli butu belli, aldığı altın belli, sünnette, düğünde takılan takıları belli, üç beş kuruş parası kalırsa onunla aldığı bileziği, cumhuriyet altını, ata altını belli. Bundan başka hangi altını var bu adamın? Böyle, kilo kilo, kaçak altın benim vatandaşımın neresinde var? Ama, başkalarında var bu; bu kaçak altınlar var. Şimdi, bu kaçak altınları, eğer, siz getirip yüzde 6'yla affa koyarsanız, yarın öbür gün birileri, kalkıp, size, servet beyanına baktığı zaman “ benim 150 kilo altınım vardı; bak, işte, beyan da etmişim, ben şimdi trilyoner oldum” der.

Sayın milletvekilleri, bu vatandaşa bunun hesabını veremezsiniz. Yapmayın!.. Bu, kaynak değildir; bu, milleti, vatandaşı aldatmak değildir; bu, sisteme ihanettir. Yapmayın!..

Başka ne var; bedelsiz araba gelsin... Ne kadar kolay değil mi; hemen, 50 bin mark yatırın; iç piyasalardaki, bankalardaki paranızı çekin, götürün Ziraat Bankasına yatırın, ondan sonra... Aman, kaçacak, acele edin, 25 bin araba getirin. Peki, niye, bugüne kadar sadece 3 binde kaldı; çünkü, millet, bunun hesap kitap olmayacağını biliyor.

AHMET DERİN (Kütahya) - 7 bini geçti.

GÜNEŞ TANER (Devamla) - Bu, bazılarına, yine, üç beş tane pahalı araba getirerek köşe dönmek için açılan yollardan bir tanesi. Buradan da para gelmez.

Şimdi, gelelim en korkunç numaraya. Kaynak paketi diye bir havuz yaptınız, bütün paraları bu havuza koyuyorsunuz; bu da yetmedi; diyorsunuz ki bankalara, yurtdışında tuttuğunuz mevduatı siz de buraya getirin... Getirsinler... O zaman ne olacak; sizin serbest rezerv diye gösterdiğiniz, bankaların elindeki rezervler de buraya gelince, sizin rezervlerinizde bir azalma olacak. Ne kadar olacak; bunlar, buraya ne kadar para getirirlerse. Şimdi, ben bunu şey yapmak istemiyorum; yani,ne kadar gelir veya gelmez; ama, şunu arz etmek istiyorum: Bakın, Türkiye bir bıçak sırtında yürümektedir; ödemeler dengesi, cari işlem dengesi iki senedir arka arkaya, 5-6 milyar dolar açık vermektedir; sizin hesaplarınıza göre seneye de 5,5 milyar dolar açık verecektir.

Rezervleriniz şu anda 27 milyar dolar, yurtdışında yaşayan vatandaşların bankalara yatırdıkları para 24 milyar dolar; dışarıdan Dresdner Bankası kanalıyla Türkiye'ye getirilen mevduat yaklaşık 12 milyar dolar. Siz, bunun altından rezervleri çıkarırsanız, demek ki, Türkiye'nin şu andaki rezervleri -Merkez Bankası ve bankalardaki rezervleri- kendi vatandaşlarının yatırdığı döviz mevduatını karşılayamayacak seviyede.Peki, 1997'de 11 milyar dolar dışborç ödeyeceksiniz...

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1997 senesinde, Türkiye'yi bir döviz tehlikesi bekliyor. Bu bekleyen döviz tehlikesi içerisinde, vatandaş korkup da, ver benim paramı dediği zaman panik başlarsa, siz müdahale edebilir misiniz? Edemezsiniz. O zaman ne olur; döviz fırlar çıkar. Döviz fırlayınca, arkasından faiz fırlar çıkar. Bu ikisini tutmak için, aynen 1994'te olduğu gibi, yine, vatandaşın, getirir beline vurursunuz, bugünkü parayla 330 trilyon lirayı bu sefer vatandaştan 1 katrilyon lira olarak almaya kalkarsınız. Yazıktır, günahtır, etmeyin eylemeyin!..

Bakın, biz, bu memleketi sekiz sene idare ettik, alnımızın teriyle çıktık, burada hesabımızı verdik. Bu memlekete yaptıklarımızdan hep beraber faydalanıyoruz; yollardan geçiyoruz, telefonları kullanıyoruz, televizyonları seyrediyoruz, bir yerden bir yere geldik. Siz, bugün iktidardasınız, bir koltukta iki kişi oturmaz. Gönül ister ki, siz bunun iyisini yapın, bizim bıraktığımızdan daha iyisini yapın; ama, siz, yaptığınız bu icraatla, yapacaklarınızla, Türkiye'yi daha kötüye götüreceksiniz -ki, rakamlar bunu gösteriyor- ve bunun altına girebilecek kabadayı çıkamaz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; vergi affı diye bir şey çıkarıyorsunuz. Bakın, Türkiye'deki esnaf, bu faizlerden korktuğu için vergisini gününde ödüyor; onun hiç kaçağı maçağı yok. Peki, bu vergi affı nereden çıkıyor?.. Kodamanların parası, kodamanlar vermiyor bu parayı. Siz, şimdi bunlara vergi affı çıkarırsanız, adam borcunun yarısını verecekse, bunu gören, 1997 senesinde size vergisini yatırır mı; bekler 1998 senesini, bir vergi affı daha çıksın diye. Siz, verginin toplanmaması için bir başka yol daha koyuyorsunuz.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sonunda şuna getiriyorum bana kalan vakti bitirmeden evvel. Şimdi, bütün bunları, Hoca, gayet iyi biliyor, bu hesapları gayet iyi yaptı; peki, yaptı da, neden böyle bir bütçe getirdi, onu açıklayayım. Bu rakamlar içerisinde, Türkiye'nin, ağustos ayından sonra çıkamayacağını, ekonomik olarak, biliyor. Dolayısıyla, Erbakan Hoca, 1997'nin haziran ayında bir erken seçime hazırlanıyor. Bütün ümidi, o zaman içerisinde, memura para verelim, çiftçiye para verelim...

Ha, bu arada çiftçi deyince aklıma geldi; biliyor musunuz, dün akşam Mesut Beyle konuşuyorduk, o sırada televizyona Sayın Başbakan Yardımcısı çıktı. Kendisine, işte bu Susurluk musurluk hikâyelerini soruyorlar; “aman bana onları sormayın, bana pamuğu sorun” dedi, ben de sordum pamuğu, pancarı; inanılır gibi değil, bu insanların 25 trilyonluk alacakları para var. Peki, siz, bu borcu ödemeden hâlâ borç alıyorsunuz da, pamuk üreticisine 11 trilyon, fındık üreticisine 11 trilyon, ayçiçeği üreticisine 2,5 trilyon takıp, bu bütçeyi burada Meclisin önüne nasıl getiriyorsunuz?!. Elinsaf denir...

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Hocanın hesabı, bu işte, takke düştü, kel göründü olmadan seçime gidip, oylarını iki üç puan daha artırıp...

MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Kayseri) - Yenilen pehlivan güreşe doymazmış.

GÜNEŞ TANER (Devamla) -...Doğru Yol Partisinin oylarının da 10 civarında kalacağını hesaplayarak, onun da eli mahkûm, benimle bundan sonra ortaklık kurar, sene sonunda ona başbakanlığı devretmem diye bir hesaptır. Benden size söylemesi, siz hesabınızı buna göre görün.

Bu bütçe hayalî bütçedir. Bu bütçenin arkasında, Türkiye'yi 1997 senesinde alelacele seçimlere götürüp, bu işin foyası çıkmadan, bu işten kaçmanın yolunu aramak vardır.

Eee, Başbakan olmak kolay değil; ama, inanın Başbakanlık koltuğuna oturmak çok kolay; kırmızı plakalı arabaya binersiniz, uçaklarla Edremit'e, Antalya'ya gidersiniz “beş boynuzlu” dediğiniz beş yıldızlı otellerde zevkü sefayı sürersiniz, yurtdışı gezilerinden aldığınız hazlardan doymadan birini bırakıp öbürüne gidersiniz, ondan sonra vatandaşı da burada bırakırsınız... Kendisi burada...

MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) - Ayıp oluyor...

İRFETTİN AKAR (Muğla) - Geçmişte yaptıklarını söylüyorsun galiba burada...

GÜNEŞ TANER (Devamla) - Ben ne yapmışım geçmişte?!.. (DYP sıralarından gürültüler)

Bak şimdi, böyle yuvarlak laflar söyleme. Güneş Taner bir şey yaptıysa, çık şunu yaptı de...

BAŞKAN - Karşılıklı konuşmayın efendim, lütfen...

GÜNEŞ TANER (Devamla) - Unutmayın...

Sayın Başkan...(RP sıralarından gürültüler)

Yahu, ne olur...

BAŞKAN - Sayın Taner, bir dakika.

KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gazianteep) - Sayın Başkan; 5 dakika mı 10 dakika mı ilave ettiniz?

BAŞKAN - Müsaade eder misiniz, Başkanlık takdir etsin efendim.

KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gazianteep) - Elbette siz takdir edeceksiniz, ama...(RP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - İdarenin şeklini Başkanlığa bırakır mısınız lütfen...Sayın Taner'in süresini uzatırken, sizden önce gruplara tanınan fazla süre kadar süre tanıyorum diye ilave etmiştim; o sırada siz laf atmakla meşguldünüz de onun için duyamadınız.

Devam edin Sayın Taner. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar[!])

KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) - İlave süre 5 dakikayı geçti.

GÜNEŞ TANER (Devamla) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yeni gelen arkadaşlarımız biraz sabırsız,

BAŞKAN - Sayın Taner lütfen, siz de şahsiyata dökmeyin, Genel Kurula hitap edin.. İstirham ediyorum.

GÜNEŞ TANER (Devamla)- Haklısınız; benim öyle bir huyum yok Sayın Başkanım.

Şunu arz etmek istiyorum: Basını sansür etmeye çalışabilirsiniz, bu, Hükümetin elindeki yetkilerini kötüye kullanmaktır, bunun hesabı sorulur; ama, ne zaman kalkar, muhalefetin sesini kısmak için bizim buradaki konuşmalarımıza müdahale edersiniz, bakın o zaman kayaya çarparsınız o zaman kayaya çarparsınız... Bu o kadar kolay değil...

Kardeşim, biz burada milleti temsil ediyoruz, milletin sesini getiriyoruz, aç kalan insanların, cop yiyen gençlerin sesini buraya getiriyoruz.. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar[!])

MEMDUH BÜYÜKKILIÇ (Kayseri) - Kaç aydır Meclise gelmiyorsun?..

GÜNEŞ TANER (Devamla) -Sokaklarda yürüyen memurun sesini getiriyoruz. Siz bunlara “Bravo” deyip alkışlayacağınıza, bunları çözeceksiniz. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar[!]) Çözmesini bilmezseniz, bu alkışlarınızın hesabını yakında size sorarlar.

Sayın Başkan, bu hayalî bütçenin, bu hayali bütçeyi bile yönetemeyecek olanların, bu Hükümetin, bu Hükümeti meydana getiren kanatların, maalesef Türkiye'yi ne şekilde ne kadar kötü yönettikleri ortadadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Bir dakika efendim...

Evet, son cümlenizi söyleyin ve kapatıyorum.

GÜNEŞ TANER (Devamla) - Bizim buna söyleyecek lafımız şudur: Geçmiş zamanlarda bütçe sonunda, her şeye rağmen, bütçenin memleketimize, milletimize hayırlı olmasını temenni etmek âdet idi, ama görüyorum ki benden evvelki konuşmacılar da bu lafı söyleyemediler; gönüllerinden geçmediğinden değil, mantıklarından geçmediği için. Böyle bir bütçeyle bu memleket, bu millet ancak daha kötü olur; ama, hiç merak etmeyiniz, (RP sıralarından “ANAP var” sesleri) bunlardan büyük Yüce Allah vardır, Allah , Allah gerekeni bilir, -bu memleketin acısını, yarasını- bu memleketin imdadına yetişecektir.

Yüce Meclise sevgiler, saygılar sunarken, sevgili vatandaşlarıma diyorum ki, korkmayın, ne olacak bu memleketin hali diye üzülmeyin, bir gün bu düzen gidecek, bu çıkar yolu için bu Hükümeti kuranlar, dün birbirlerini suçlayanlar, bugün o Hükümette beraber oturanlar gidecek, yerine bu memleketin hak ettiği insanlar gelecek.

Hepinize sevgiler, saygılar sunarım. (ANAP sıralarından alkışlar, RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar[!])

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Taner.

Anavatan Partisi Grubu adına yapılan konuşmalar tamamlanmıştır.

Şimdi, söz sırası Doğru Yol Partisi Grubunda.

Doğru Yol Partisi Grubu adına, Şanlıurfa Milletvekili Sayın Necmettin Cevheri; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

Süreniz 1 saat efendim.

DYP GRUBU ADINA NECMETTİN CEVHERİ (Şanlıurfa) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin saygıdeğer üyeleri, değerli arkadaşlarım; 1997 malî yılı bütçesi üzerinde Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınıza çıktım; Yüce Meclisinizi ve Sayın Başkanlığı, şahsım ve Grubum adına, saygıyla selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum.

Sözlerimin hemen başlangıcında, yine şahsım ve Grubum adına, geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Kırşehir Milletvekili merhum Mehmet Ali Altın arkadaşımın hem ailesine hem de muhterem Grubuna başsağlığı dileklerimi sunuyorum.

Değerli Başkanım, değerli arkadaşlarım; demokrasimizin çok partili hayata geçişinden bu yana -ondan önce de var mıydı pek iyi hatırlayamıyorum- yerleşmiş ve doğru olan bir geleneği icabı, bütçe müzakereleri, daima, birtakım malî görüşmelerin sınırları içerisinde kalmayıp, haklı ve yerinde olarak, ülkenin bütün meselelerinin, Parlamentonun ve Parlamentoyla birlikte, milletin önüne serildiği ve görüşüldüğü ve tartışıldığı ve çözümlerin arandığı, çoğu zaman, çözümlerin aranması gerektiği düşüncesine vardığımız, çok faydalı bir müzakere tarzı olmuştur.

“Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” sözünün, 1924 Anayasasında çok güzel bir ifadesi vardır “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. Türkiye Büyük Millet Meclisinde tecelli ve temerküz eder.” Yani, o hâkimiyet dediğimiz şey, burada oluşur, burada oluşmakla kalmaz, yalnız burada toplanır. Onun için, hâkimiyeti milliyenin, yani, millî egemenliğin oluştuğu ve toplandığı bu Mecliste zaman zaman, her ne kadar, olmaması gereken; yani, sen şunu dedin, ben bunu dedimin ötesine aşabilip, yay gibi gergin ortamlardan kendimizi kurtararak, bu Mecliste ben, arkadaşlarımın görüşlerini saygısızlık gibi ifade etmek düşüncesi içerisinde hiçbir zaman olmadım, gene de olmam; hatta, cevaplanması gereken ve hatta şart olan birtakım görüşleri bile, gene bir ölçü içerisinde, bir düzeyin altına indirmeden cevaplamaya çalışırım.

Değerli arkadaşlarım, şunu söyleyeyim ki, biz, yani, Doğru Yol Partisi, hepiniz gibi, bütün partilerimiz gibi, bu Meclisi teşkil eden bütün değerli üyelerimiz gibi, bu genel görüşmenin yanında, sadece bununla da yetinmeyip, çağın demokrasisinin artık, çoğulcu demokrasi olma evresini, aşamasını geride bırakmış, katılımcı demokrasiyi yaşayan toplumların dünyası olmuştur. Yani, baktığınız zaman, çoğulcu demokrasi, bir yerde, bir statik yapıyı, bir durgun, bir dingin yapıyı anlatır, masif bir kitleyi, bir hareketi gösterir. Oysa, katılımcı demokraside bir aktivite vardır, bir dinamizm vardır; yani, toplumu hep beraber yönetmek. Toplumun demokratik güçleriyle, hatta, tek tek fertleriyle, devletini ve toplumunu, âdeta, her gün, her dakika soluyarak yaşadığı bir sistem, bir rejim olarak demokrasiyi kabul etmek lazımdır.

Değerli arkadaşlarım, ben, demokrasiyi, bir yönetim yöntemi olmaktan öte, bir yaşam biçimi olarak -hepiniz gibi- kabul ederim; yani, demokrasiyi, bu anlamı içerisinde, bu değeri içerisinde, eğer kendimiz yaşamaz ve yaşatmazsak, öyle sanıyorum ki, işte, katılımcı demokrasinin çağımıza getirdiği zorunluluklar icabı, bugünkü çağın, artık, koşarak değil, uçarak giden dünyasını yakalamanın imkânı yoktur. Bu bakımdan, katılımcı demokrasi dediğimiz bu büyük olayı, her gün, her aşamada, her yerde, her zeminde kendi içimizde yaşamak mecburiyetindeyiz.

Parlamento, rejimin kalbidir; milletin, temsilî demokrasi esasına göre -demin arz etmeye gayret ettiğim gibi- iradesinin oluştuğu ve toplandığı yerdir. Binaenaleyh, çağın, katılımcı demokrasinin gereği olarak, herkese açılması gereken oluşumunu, biz, burada, bu Parlamentoda, bu çatının altında da en mükemmel şekilde ve yüce milletimizin beklentilerine uygun olarak ve o düzey içerisinde de yaşatmak mecburiyetindeyiz.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; demokrasi, muhakkak ki, asırlar boyu, bin yıllar boyu, insanlığın mücadele ettiği, uğruna eziyetler çektiği, sıkıntılara düştüğü -zaman zaman, hep birlikte düştüğümüz sıkıntılarda olduğu gibi- bir rejim olmaya değer büyük bir hizmetler, büyük bir sistem manzumesi; yani, şunu söylemek istiyorum: Eğer, demokrasi dışında insanların kalkınması mümkün olmuş olsaydı; insanlığın onuru olarak tavsif edilen, anlatılan, tarif edilen bu sistem, yalnız insanlığın onuru olmakla kalmayıp, toplumların, devletlerin yücelmesinin, kalkınmasının, refahının ve mutluluğunun da en büyük etkeni olmamış olsaydı; o zaman, insanlığın, asırlar boyu bunu gerçekleştirmek ve yaşamak için yaptığı mücadele içerisinde, boşuna bir uğraşta sayılması gerekirdi; oysa, öyle değil.

Bunun, toplumumuza, toplumlara, bütün toplumlara, onu yaşama mutluluğuna sahip olmuş toplumlara getirdiği en büyük şey, insan kaynağını değerlendirmesidir. İşte, burada, onu söylemek istiyorum; yani, sen-ben kavgalarının, sen-ben gerginliklerinin içerisinde kaybolmaması gereken en büyük değerin insan olduğunu ve bu insanın en büyük yaratıcı gücünün topluma ve devlete kazandırılması demek olan demokratik sistemi, bu anlamı içerisinde yaşayabilmemiz, her şeyden önce, işte, dediğim gibi, bu insan varlığını öne çıkarmaya bağlıdır.

İnsan, toplumsal bir yaratık olarak, devletini meydana getiren toplumun bir ferdi, bir parçası olarak, her şeyiyle, bütün haklarıyla ve inançlarıyla bu toplumun içerisinde demokrasiyi yaşattığı zaman, görüyoruz ki, meselelerini çok daha kolay hallediyor.

Zaman zaman, burada dinlediğimiz -katılsak da katılmasak da, katıldığımız veyahut katılmadığımız- bütün görüşlerin, saygıyla dinlediğimiz bütün görüşlerin içerisinden, eğer, devletimize ve toplumumuza bir yarar çıkarabiliyorsak, ondan, toplumumuza bir hizmet üretebiliyorsak, bir varlık, bir değer meydana getirebiliyorsak, işte, o zaman, demokrasinin erdemini kabul etmiş değil, yaşamış oluruz. Ben, böyle düşünüyorum, hepimiz böyle düşünüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, insan, en büyük kaynak. Zaman zaman, liberal demokrasiden veyahut ekonomideki liberalizmden bahsedildiği gibi, devletteki birtakım otarşik heveslerden de bahsedilir; yani, ekonomide liberal olacaksınız; fakat, şu veya bu sebepten dolayı, hiçbir mazeret milletin yerine başka bir gücün veyahut başka bir kuvvetin, bir haminin konulmasını haklı gösteremez. Zaman zaman olmuştur, işte şöyle otoriter bir idare gelir, bu işi bilen birtakım adamlar getirir, ondan sonra bir liberalizm uygularsınız. Yani, bir insanın cebindeki paraya, cüzdanındaki servetine veyahut ekonomik varlığına tanıdığınız serbestliği, yaratılmış en büyük değer olan insanın beynine tanımadığınız zaman; yani, demokrasiyi yaşamadığınız zaman, kendinizi -bırakın diğer kaynakları- en büyük kaynaktan mahrum etmiş olursunuz. Bunu, zaman zaman geçmişte tartışmaları yapıldığı için söylemek ihtiyacını duydum.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; ben, yine -kısaca üzerinde duracağım- pozitif bir politika arayışı içerisinde olmalıyız diyorum. Yani, bugün ülkemizde baktığımız zaman, kimin, neyi, nasıl daha doğru yapacağını; kimin, neyi, nasıl yaptığıyla bu ülkeye bir şeyler kazandıracağını değil, maalesef, bakıyoruz ki, acaba bu memlekette kim daha kirli, kimin daha çok kusuru var, onu araştırıyoruz. Hiç kimsenin, bizi, benim Grubumu, kusurların, hataların üzerlerinin örtülmesini istiyor şeklinde anlamaya hakkı yoktur, buna da geleceğim; ama, bir şey var ki, pozitif politika dediğimiz, ülkemize bir yarar çıkarmayı hedeflediğimiz ve o amaç istikametinde olmasını kabul etmek zorunda olduğumuz politikada, negatiflerin değil, pozitiflerin yarışmasıyla ancak ülkeler yararlanır.

Bir arkadaşımızın, benim herhangi bir arkadaşımın -kendi arkadaşlarımı göstereyim- Sayın Mehmet Gözlükaya'nın kusuru nasıl ki bana bir meziyet olmazsa, kimsenin eksileri de politikada başkalarına artı olmaz. (DYP sıralarından alkışlar) Eğer politika yapılacaksa, pozitif politika yapılacaksa, pozitif politika, müspet politika, olumlu politika dediğimiz bu şeyle eğer bu ülkeye hizmet edilmek isteniyorsa, herkes artılarını ortaya koymalıdır. Ülkeyi, eksilerin değil artıların yarıştığı bir hale veyahut bir siyaset platformu haline getirdiğimiz zaman ancak bu memlekete hizmet edebileceğimize inanıyorum. Cebirdedir o, bir tarafta eksi olan, eşitin diğer tarafına geçtiği zaman artı olur. Siyasette bu böyle değildir. Hiçkimsenin eksisi, hiçkimseye artı olmaz. Herkes kendi artılarıyla, kendi kabiliyetleriyle, kendi fikrî birikimleriyle, kendi değerleriyle ve ülkenin önüne koyacağı kendi programlarıyla ancak ülkeye ve politikaya hizmet etme imkânına sahiptir.

Bunu da, bu şekilde söylemek mecburiyetinde kaldığım için, değerli arkadaşlarımdan, Parlamentomuzun değerli üyelerinden özür diliyorum; çünkü, hep beraber görüyoruz ki, ülkeyi, âdeta sadece yanlışları arayan, âdeta sadece kusurları arayan, yayın organlarının programlarında veyahut başlıklarında bile alarm verici işaretleri veyahut ifadeleri taşımayan haberlerin âdeta rağbet bulmadığı, alıcı bulmadığı, okunmadığı bir toplum haline getirmişsek, bu yere, yanlışların yarışıyla, sadece kendimize artı sağlayabileceğimizi zannettiğimiz yine kendi yanlış politikalarımızla getirdik.

Ülke, bir isteri nöbeti haline sokulmuştur. Kimde acaba ne var?.. Kimde ne varsa araştırılacaktır - değerli arkadaşlarımın söylediği gibi, onların hepsini de söyleyeceğim- kimde ne varsa meydana çıkarılacaktır; ama, gelin, bu ülkenin varlarını araştıralım. İşte, ben, onun için, sözlerime... Ben inanıyorum ki, ülkenin en büyük varlığı insan kaynağıdır, ülkemizin en büyük varlığı demokrasisidir. Hiçbir şeyi onun yerine koyamayız. Zaman zaman koymaya teşebbüs ettiğimiz gibi, zaman zaman koymayı mazur gösterdiğimiz gibi -maalesef, mazur gösterdiğimiz gibi- hiçbir şeyi, insanımızın, insanımızın yaratıcı zekasının ve onun hür düşüncesinden oluşan demokrasimizin önüne veyahut yerine koymaya hakkımız yoktur. Onu koyduğumuz zaman hep kaybetmişizdir.

Bakınız, demokrasimizin üç defa kesintiye uğradığı dönemleri hep birlikte hatırlamaya çalışalım. Değerli arkadaşlarım, aslında, benim yine katılmadığım, arz ettiğim zaman paylaşacağınıza inandığım bir başka düşüncem var; bizim, yanlış bir deyimimiz, demokrasimize ve siyaset hayatımıza yerleşmiştir : Demokrasiye geçiş, demokrasiden çıkış... Demokrasiye geçişi ve çıkışı; yani, demokrasiyi, bir tiyatro perdesi gibi, istenildiği zaman açılan, istenildiği zaman kapatılan bir olay olarak kabul etmek, sanmak, onun öyle olacağına inanmak, bana göre demokrasiyi hiç bilmemek; insanın, onu, ne ruhunda ne gönlünde ne de kafasında hiç yaşatamamış olması demektir; çünkü, zaman zaman bunu gördük.

Biz, Doğru Yol Partisi olarak, yerine gelmekten gurur duyduğumuz Adalet Partisi olarak ve yine, o partide de görev yapmış olmayı kendime hayatımın gururu saydığım Demokrat Parti olarak, hep bunun mücadelesini yaptık. Demokrasimiz, zaman zaman kesintilere uğradığında, hep onun mağduru olduk. Burada, 12 Eylülün koğuşlarında birlikte olduğumuz arkadaşlarımız var. Zaman zaman, bakıyorsunuz ki, onu bile çare olarak düşünen birtakım fikirlerin ifade edilmesini dahi, ben, bu milletin insanına, bu Parlamentoya ve kendimize bir bühtan sayıyorum.

Değerli arkadaşlarım, bunları hepiniz benden daha iyi bilirsiniz. Ben, size bunları anlatmak ihtiyacında olduğunuzu sanmıyorum. Bu Meclisten önünü iliklemeden geçmemiş bir arkadaşınız olarak, hepinize duyduğum saygının gereği ve onun hudutları içerisinde birtakım şeyleri size anlatmaya çalışıyorsam, sizlerin bunu bilmediğinize inandığım veyahut öyle kabul ettiğim için değil; hep beraber, hep birlikte, demokrasi dediğimiz, en büyük varlığımız olduğuna, en büyük kaynağımız olduğuna inandığımız bu olayı, kendi istikametinde, kendi yönünde; doğrulukları, güzellikleri, iyilikleri arayarak, programlar, projeler üreterek; artık, bugün, programların ve projelerin değil, maalesef, kozların havada uçuştuğu bir siyasî oyunlar arenasına döndürülmüş olan bu Hükümetin, bu devletin, bu toplumun, siyasî platformundan, ülkemize, eğer bir şeyler çıkarmak istiyorsak, hep bu müspet düşünce içerisinde ve hep bu müspet istikamette olmamız gerektiğini anlatmaya çalışıyorum. Yoksa, haddim değildir benim size bunları anlatmak.

Değerli arkadaşlarım, bunları niçin söylüyorum. Bir yere geleceğim. Geçtiğimiz günler içerisinde, bu günlerde biraz rahatlamış olan bir tartışma konusu var ki, basın hürriyeti, oraya geleceğim. Yani, ben, hepiniz gibi, ülkenin -deminden beri tekraren arz etmeye çalıştığım gibi- sadece, demokrasiyle kalkınacağına, sadece, hür düşünen, hür ifade eden, hür söyleyen, hür hareket eden insanlarının bu hareketinden doğan değerlerle ülkenin kalkınabileceğine inanan bir kimse olarak, basın hürriyeti veyahut basın kanunu üzerinde yapılan tartışmalara da değinmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, Atatürk'ün Onuncu Yıl Nutkunda bir sözü vardır. Bu, İstanbul Gazeteciler Cemiyetinin giriş holündeki Atatürk büstünün altındaki mermer kaidede yazılıdır. Bunu, ben, basın mensubu değerli arkadaşlarımıza da, zaman zaman ve özellikle bu son günlerde Basın Kanunu vesilesiyle görüştüğümüz değerli basın mensuplarına da hep söylemişimdir. Onuncu Yıl Nutkunda, Büyük Nutukta, o günün lisanıyla, yani, 1933'ün lisanıyla diyor ki: “Matbuat hürriyetinden doğan mahzurların yegâne izale yolu yine bizzat matbuat hürriyetidir.” Yani, biz, buna daima böyle inanmışızdır. Ben şahsen bunu daha da genelleştirerek, her zaman içimde yaşattığım bir inanç olarak daima ifade etmişimdir ki, demokrasinin de, eğer varsa, uygulanışından, her rejimde olduğu gibi... Anayasa Hocamız merhum Nihat Erim -nur içerisinde yatsın- derdi ki “Demokrasi, insanoğlunun bulabildiği en uygun rejimdir.” İnsanoğlunun bulabildiği en uygun rejim dediğine göre, yani, en uygun olmanın içerisinde birtakım mahzurları da taşıyabileceğini ifade eden bu tanımlamadan sonra, şuna inanmak mecburiyetindeyiz ki, demokrasinin de, eğer varsa, mahzurlarının giderilmesinin yegâne yolu da yine bizzat demokrasidir. Eğer, buna böyle inanmazsak, o zaman, milletin üzerine hami kabul etmek, yani, demokrasinin, kendi kendini düzeltemeyeceğini, varsa kendi hatalarını tashih edemeyeceğini kabul ettiğimiz zaman, onu düzeltecek birisini kabul ettiğimiz ve ona davetiye çıkardığımız anlamına gelir ki, bu, her şeyden önce, millî hâkimiyet kavramına aykırı düşer ve şu yazıyı buradan silmeyi gerektirir.

Değerli arkadaşlarım, o bakımdandır ki, basından sorumlu Sayın Devlet Bakanı arkadaşımız, o kadar dikkatli ifade kullanmaktadır ki “taslak taslağı” diyor. Yani, ortada henüz bir şey yokken, daha ortaya konmuş, tartışılmış bir yasa tasarısı, taslağı dahi yokken, arkadaşımızın “taslak taslağı” demesinin mecburiyeti budur.

Değerli arkadaşlarım, taslak taslağı denilen bir çalışma, gruplarımıza verildi, bu Meclise gelecektir; hep beraber çalışırız. 1993 senesinin sonunda, o günkü Hükümette bulunmam hasebiyle bana, yine, bu Basın Yasası, İhale Yasası, Mal Varlığı Yasası ve Siyasî Partiler Yasasını -4 yasa verilmişti- düzeltmek için, daha doğrusu, bunlara yapılması gereken ilaveleri, eklemeleri veya düzenlemeleri yapmak için görev verilmişti. Yaptığımız çalışmada, Basın Konseyimizin Başkanı eski parlamenterimiz Sayın Oktay Ekşi'yi davet etmiş, o günkü çalışmanın her maddesini, kendisiyle tek tek görüşerek düzenlemiştik. Ben diyorum ki, burada zaman zaman rastladığımız gibi “sen dedin, ben dedim” sözlerini bırakalım değerli arkadaşlar. Bir taslak var ortada, burada duruyor. Koyarız ortaya çalışmalarımızı hep beraber; basın mensuplarını da çağırırız -arkadaşımızın, Hükümetimizin düşüncesi de o- neyin neresi, nasıl yapılması gerekiyorsa, onu, hep beraber düzenleriz.

Değerli arkadaşlarım, basın, muhakkak ki, artık, bugün, çağımızda, hatta, klasik kuvvetler ayırımı -yasama, yürütme ve yargı diye üçe ayrılan klasik kuvvetler ayırımı- düşüncesini geride bırakıp, üniversiteyle birlikte, bilimle birlikte, dördüncü güç olarak devlet hayatı içerisinde yerini almıştır. Biz, buna, yürekten inanan insanlarız.

Şimdi, şunu demek lazım: 17 nci Asrın sonunda ortaya atılan ve bugünkü çağdaş hukukun, çağdaş demokrasinin temeli sayılan klasik kuvvetler ayırımının yanına bir dördüncü kuvvet olarak konmaya veya getirilmeye aday olan basını, niçin ayrıcalıkla donatmışız; halkın aydınlatılması için. Demokrasinin işleyebilmesi, halkın kendi adına karar verebilmesi, temsilcilerini seçebilmesi, kendisinin huzurunda kendi adına yapılan şeylerin değerlendirmesini yapabilmesi -aynen, bugün, şu canlı televizyon yayınında bizleri izledikleri gibi- doğru haber almaya bağlıdır.

Hür insan, hürriyetini, düşüncesini hür olarak ifade edebilmek için, haberleri doğru almak mecburiyetindedir. Binaenaleyh, basına tanınan ayrıcalığın kökeninde yatan gerekçe, sebep, halkı doğru haberle aydınlatmasıdır. Bizim aradığımız da, tek budur değerli arkadaşlarım; halkın değerlerine riayetkâr olmaktır. “Yanlış haber”, “yalan haber” kelimelerini dahi kullanmak istemiyorum “doğru olmayan haber” diyelim. Doğru olmayan haberle, halkı aydınlatma görevinin, halkı yanıltma şeklinde kullanılmasına, demokrasi içerisinde, demokrasi adına razı olmanın mümkün olmadığını söylemek istiyorum.

Her gün, sabahtan akşama kadar düzeltmeler... Günde, asgarî iki tane düzeltme gönderiyoruz. Buraya gelirken, huzurunuza çıkarken, birtakım olumlu şeyleri, bu ülkenin birtakım güzelliklerini ve doğrularını anlatmak için, yine, iki tane düzeltme göndermek mecburiyetinde kaldım. Bu, olmamalı... Diyoruz ki: Haber güzel bir şey; haber, insanı aydınlatmanın ve insanın demokratik hayatın içerisinde, görevini gerçek anlamda yapabilmesinin en kuvvetli aracı, vasıtası; ama, doğruyu bilmesi lazım. Aydınlatma hakkınızı, daha doğrusu, aydınlatma mecburiyetinizi, aydınlatma görevinizi, yanıltma hakkı olarak kullanmanız doğru değildir.

Değerli arkadaşlarım, diyoruz k, bu olsun; düzeltme hakkı işler olsun. Düzeltmeyi gönderirsiniz, kullanılmaz. Yazı işleri müdürünü ararsınız, eşinizi dostunuzu ararsınız “kardeşim, yapın şunu kullanın” dersiniz. Bu, vatandaşlık hakkıdır. Demokraside bir vatandaş olarak, demokrasinin parçası olan bir vatandaş olarak, demokratik haklarınızı kullanmak için, haberleri doğru almak hakkına sahipsiniz. Binaenaleyh, bu düzeltme hakkınız da, artık, hiç kimsenin, hatırana, gönlüne, ricasına ve minnetine bağlı kalmamalıdır diyoruz, düzeltme hakkı işlemelidir diyoruz.

Değerli arkadaşlarım, kişilik haklarına riayet edilmelidir, saygı gösterilmelidir diyoruz. Olur olmaz şeylerle, küçültücü, hatta, Türk ve İslam ahlakına sığmayan birtakım şeyler içerisinde, tanımlamalar içerisinde, insanları küçültmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Hukukun içerisinde kalmak mecburiyetindeyiz. Mesela, bir bankanın, diyelim ki, yönetim kurulunda olmayan bir kimsenin, o bankanın genel müdürlüğüne vekalet etmesini, kendi hukukî anlayışımıza sığdırmadığımız zaman, burada, hüküm tesis etme, bizim adımıza görev yapan bir komisyonun üzerinde, temyizen, kendimize karar ve hüküm hakkı tanıyarak karar verme hakkına da sahip olmamız lazım ve hem de değerli bir arkadaşımızın, burada, kendi aramızda, kendi sıralarında oturduğunu unutarak. Hukuk anlayışı bu... (DYP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, kişilik hakkı, bir insanlık hakkı olduğuna göre, genel ahlaka riayetkâr olunsun diyoruz. Genel ahlaka uymayan birtakım hareketlerle, demokrasiye hizmet etmiş olunduğunu ve o hizmet etmiş olmaktan kaynaklanan birtakım ayrıcılığa sahip bulunulduğunu ifade etmeye imkân var mıdır? Zaman zaman, burada, tekrarlamaya dilimizin varmadığı, nefret ile istikrah ile seyredilen programları hepimiz biliyoruz. Ne hakkı var?!.. Bu mudur basın hürriyeti, yanlış olan bu mudur diyoruz.

Bunları da, hep beraber oturup konuşalım. Yani, Türk ahlakına, İslam ahlakına sığmayan şeyleri, her gün sabahtan akşama kadar seyretmek mecburiyetini, basın hürriyeti adına kabul etmenin acaba gereği var mıdır, acaba böyle bir mecburiyet var mıdır diye, yine kendileriyle birlikte, yine hep beraber oturup düşünelim diyoruz; ülkede millet birbirine riayet etsin diyoruz; devletin yüceliğine, devletin sarsılmazlığına dikkat edilsin diyoruz.

Değerli arkadaşlarım, burada bir şeyi söylemek istiyorum, değerli genel başkanlarımızdan birisinin konuşmasında “Devletin arkasına sığınıp bir şeyleri örtmeyelim” gibi, belki o anlama gelen, belki birtakım ifadeler kullanıldı.

Değerli arkadaşlarım, ben, hepiniz gibi, akşamları, çoğu zaman, o üçgenin bir köşesinde devleti görmekten, devletin oraya yazılmış olmasından ıstırap duyduğumu söylemek istiyorum. Devletin içerisine birtakım yanlışlar ve yanlışlıklar sızabilir, birtakım yanlış insanlar sızabilir; ama, topyekûn devletimizi, getirip, böyle birtakım çirkin benzetişlerin içerisine koymak, devleti yıpratmak doğru değildir, ona hakkımız yoktur diyorum. Çünkü, değerli arkadaşlarım, devlet, her şeyden önce, bizim, burada, bir vatandaş olarak bulunmamızı sağlayan bir yüce varlıktır. Eğer devlet olmazsa... Devlet, başımızın üzerindeki bu çatıdır, üstümüzde yanan bu ışıktır; devlet, bana göre, nefes aldığımız şeydir, soluğumuzdur; rasgele, şu olayda, bu olayda siyasî bir malzeme olarak kullanmak için devleti ortaya koymayalım. Ecdadımız “Devlet, ebet müddettir” diyor, devlet sonsuza kadar yaşayacak diyor.

Geçenlerde “Gönüllü Kuruluşlar” ismindeki bir kuruluşumuzun konferansına davet etmişlerdi. Sayın Başbakan da oradaydı. Konuşturdular, bize de, lütfettiler, zaman verdiler. Orada, aklıma gelen, yıllar önce okuduğum bir şeyi ifade ettim; bunu, eğer, tekraren dinlemiş olanlar varsa onlardan özür dileyerek huzurunuzda ifade etmeye değer bulurum. Yıllar önce okuduğum yazı -nereden okuduğumu da hatırlamıyorum; aynen şöyleydi:”Bir kıta, hali ihtiramdayken -yani, bir askerî birlik, esas duruştayken- eğer, bir akrep, bir neferin ayağını sokar da, o neferin yüzü buruşursa, mehabeti devlet bundan zarar görür.” Osmanlı Devletinin anlayışı bu. İşte, ecdadımızın “devleti ebet müddet” dediği, yani sonsuza kadar yaşayacak olduğu şeklinde tarif ettiği, böylesine kutsal bir inanç içerisinde anladığı ve anlattığı devleti, biz, her gün, onun içerisine sızmış veya sızabilmiş birtakım insanlar dolayısıyla -var mıdır yok mudur, hepsi çıkacaktır meydana- varsa, devletimizi küçültmeye, devletimizi tereddütlü bir kavram gibi göstermeye kalktığımız zaman, her şeyden önce, başımızın üzerindeki bu çatıyı zedelediğimizi bilmemiz gerekir düşüncesindeyim, bunu ifade etmek istiyorum. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, diyoruz ki, inanç hakkımıza tasallut edilmesin. İnanç hakkı, bir sosyal devletin, vatandaşlarının bütün hakları gibi, korumak mecburiyetinde olduğu bir haktır. Günümüzün yapılan tartışmalarının içerisine fazla girmek istemiyorum.

Sosyal devlet, ... Laiklik üzerine yapılan tartışmalar... Vatandaşlarımızın mülkiyet hakkını, ondan önce hayat hakkını, can hakkını koruduğunuz gibi, siyasî haklarını koruduğunuz gibi, inanıyorsa, o inancı ve o inancın gereğini de korumak mecburiyetindesiniz. Sosyal devletin gereği budur.

Haklar... Mademki, devlet, vatandaşlarının haklarını korumak için vardır; eğer, bir insanın inanmak hakkı varsa, inanç hakkı varsa, o inanç hakkına, o inanç hürriyetine, onun gereklerine riayetkâr olmak değil sadece, onun gereklerini yerine getirmek de devletin görevidir. Bu konuya fazla girmek istemiyorum; çünkü, daha başka anlatmak istediğim şeyler var. Zamanımızın aşağı yukarı yarısını kullandım. Hatta, ben, benden önce konuşan değerli arkadaşlarımın aşmış olduğu süreyi de kullanmak istemiyorum.

Devlet yıpratılmasın diyorsak, öyle sanıyorum ki, yanlış bir şey yapıyor değiliz değerli arkadaşlarım.

Basın Yasası üzerinde, onun, demokrasinin ayrılmaz bir parçası, ancak, demokrasinin kendi anlamı ve hedefleri içerisinde gerçekleştiricisi olduğuna olan inancımıza işaret ettikten sonra, kısaca, bir zamanlar, değerli arkadaşımızla birlikte de görev yaptığım ve onu da kendim için bir onur saydığım adalet camiasıyla ilgili bazı düşüncelerimi çok kısa ve özet olarak arz etmek istiyorum.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Türkiye'de bir adalet reformuna, bir yargı refomuna, daha doğrusu, bir hukuk reformuna ihtiyaç olduğuna yirmi yıldır daima inanmışımdır. Bunu, değerli arkadaşımızla beraber görev yaptığımız o hükümet içerisinde de ifade ettiğimi hatırlıyorum. Yasalarımız eskimiştir; Medenî Kanun üzerindeki çalışmalar hızlandırılmalı ve çabucak nihayete erdirilmelidir. Ceza yasalarımız gözden geçirilmelidir; çünkü, değerli arkadaşlarım, dünyanın, artık, millî hudutları kaldırmaya hazırlandığı 21 inci Asırda, bir ölçüde de, hatta, globalleşen dünya içerisinde yer yer kaldırıldığı bugünkü dünyada, çağdaş hukukla, dünyanın hukukuyla, ancak kendi değerlerimizi içinde taşıyan çağdaş hukukla geleceğin dünyasında yaşayabiliriz.

Yani, şöyle ifade etmek istiyorum: Birtakım birliklere, Avrupa Birliğine girmeye hazırlanıyoruz. Girdiğimiz gümrük birliği nedir; birtakım ölçülerinizi şu mala ne kadar vergi vereceğinizi müşterek hale getirirken, bir olayda hangi hukukî hükmü tesis edeceğinizi de, ister istemez, 21 inci Asrın dünyası kendi gündemine getirecektir; yani, o ondan çok daha önemlidir. Bir olayda aynı ölçüyü kullanmak, bir olaya, başka bir mala hangi nispette gümrük tarifesi veyahut vergi tayin etmekten çok daha önemlidir. Zaten, insanlık bunu yapmak mecburiyetindedir ki, insanlık bunu yaptığı zaman ancak bir aile olmaya gider, o zaman insanlık mutluluğa kavuşur. Hep beraber düşünmek lazım.Değişik mallara, aynı tarifeyi uyguladığımız gibi, insanlık, değişik olaylara, değişik oluşumlara aynı ölçüleri uygulayabildiği zaman, işte bugün yaşadığı sıkıntıların, ıstırapların, savaşların birçoğunu da geride bırakmış olur.

Değerli arkadaşlarım, bununla ilgili son söylemek istediğin husus şudur: Muhakkak ki, seçim sistemi, rejimin kalbidir. Seçim sistemlerimizi gözden geçirmeliyiz. Seçimlere yaklaşıldığı zaman seçim sistemlerine el atılması pek mümkün olmamaktadır. Onun için, zaman varken, seçim sistemlerinin ve seçilen insanların, yani, bizlerin, daha ziyade, bizi seçenlerle bağlayıcı birtakım oluşumların geliştirilmesi lazımdır. Bu, demokrasinin yaşaması için gereklidir. Yıllar boyu, bu Parlamentoda hasbelkader bulunmuş, bu seçim sistemleri üzerinde yurtdışında da inceleme yapmak mecburiyetinde veya görevinde bulunmuş bir arkadaşınız olarak şunu ifade edeyim ki, seçen ile seçileni ne ölçüde birbirine yaklaştırabilirsek, demokrasimizi de, ancak o ölçüde sağlıklı işler vaziyette tutabiliriz. Bunun teferruatları var, çalışmalarımız var; ama, ben, kendi çalışmalarımı mesele olarak oluşum halinde ortada bulunan ve özellikle Grubuma arz etmek imkânını henüz bulamadığım birtakım şeyleri burada huzurunuza getirmek istemiyorum.

Yalnız bunu düşünmemiz lazım. Ben, bunu, demokrasimizin bir gereği sayıyorum. Çünkü, her üç müdahalede bazı şeyler işittik; yalnız bırakıldığımız zaman dediler ki “zaten o, bu milletin Meclisi değildi; kendilerini seçen, delege dediğiniz birtakım insanların meclisi idi. Bu, o müdahaleler karşısında yalnız bırakıldığımız zaman önümüze konulan sebeplerden veyahut bahanelerden birisi idi; ama, sadece bir bahane olmadığını ve bir ölçüde de haklılık taşıdığını kabul etmemiz lazım; seçenle seçilene yön veriyorsunuz. Parlamento üyesi, kendi geleceğini, kendi seçilme imkânını ve şansını, burada değil, millette arayacak. Burada kimsenin gözüne bakmayacak, millete gidecek, milletin gözüne bakacak. Bana göre, benim inanışıma göre, işte o zaman demokrasimiz sağlıklı bir hal alır.

Değerli arkadaşlarım, ben, aslında, konuşmamın bu kısmını fazla uzatmak istemiyordum; ama, öyle sanıyorum, öyle görüyorum ki, zamanımın yarısından fazlasını buna kullanmışım. Benim, asıl anlatmak istediğim daha başka konular da var. Burada, sadece “sen şu tarihte şunu demiştin, ben bu tarihte bunu demiştim” sözleriyle zaman kaybetmeye ve bu ülkenin Meclisini, şu hâkimiyeti milliyenin, 24 Anayasasının çok güzel tarifiyle, tecelli ve temerküz ettiği bu kutsal çatıyı, daha fazla, bu gibi şeylerle işgal etmeye hakkımız olmadığını düşünüyorum. Memleketin varlarını konuşalım.

Değerli arkadaşlarım, günün meşhur olayına, sözlerimin sonunda değineceğim tabiî.

Şunu da düşünüyorum: Türkiye, her şeyiyle, bir ucundan bir ucuna baktığınız zaman pekçok varları olan, pek çok güzellikleri olan bir ülke. Dediğim gibi, her şeyden önce, en güzel şeyi demokrasisi. Uzlaşı içerisinde olmamız lazım değerli arkadaşlarım.

Bunu da tamamladıktan sonra, bütçenin birtakım teknik veya fizikî olayları üzerinde; yine, şahsımın ve Grubumun görüşlerimi ifade etmek istiyorum.

Uzlaşıyı unuttuk, sevgiyi ise terk ettik değerli arkadaşlarım; ben, en büyük noksanımızın bu olduğu kanaatindeyim.

Koalisyon hükümetleri kurulur. Daha önce, 1991'den beri... Her şeyi bizden farklı, sosyal yaşayışlarından tutun, felsefelerine kadar, programlarına kadar bizden farklı olan bu değerli partimizle, onlarla birlikte ülkeye hizmet etmiş olmaktan dolayı, kendilerine, burada, şükranlarımızı, minnetlerimizi ifade etmeye değer buluyorum.

Ayrı düşüncelerin insanlarıydık; ama, bir şeyi, 1991'den 1995'e kadar, anlattık ki, ayrı düşüncelere, ayrı felsefelere, ayrı siyasî ve ekonomik inanışlara sahip olmanın, birlikte görev yapmaya, birlikte mesuliyet, sorumluluk taşımaya engel olmadığını -tam aksine- olmaması gerektiğini ispat ettik ki, geçirdiğimiz beş yıl içerisinde, beraberliğimizi burada minnetle tekrarladığım arkadaşlarımızla birlikte bunu iktidar yaptık; hiçbir şey yapmadıysak uzlaşıyı iktidar yaptık. Hiçbir şey yapmadıysak -ki, çok şey yaptık- insanların bir araya gelip, bu ülkeye hizmet etmek mecburiyetinde olduklarını gösterdik. (DYP ve RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

49 uncu Hükümetin birinci yılında, bugün, Cumhurbaşkanımız olan Sayın Demirel bir değerlendirme yapılmasını istemişti o günkü Bakanlar Kurulunda ben de arkadaşlarım adına, naçizane, söz alarak bu size anlattıklarımı ifade etmiştim. Şunu yaptık, bunu yaptık, az yaptık, çok yaptık; ama, koalisyonlarla -bir de politizasyon dönemi yaşamış olan, maalesef, bu ülkede, hep, o, öcü olarak gösterildi- bir araya gelinebileceğini gösterdik; bu büyük bir başarıydı ve bugün de aynı şey caridir.

Değerli arkadaşlarım, farklı düşünebiliriz, farklı düşünmemiş olsak, zaten, farklı partiler olmazdık; ama, farklı düşünmenin, hep farklı kalmaya, hep ayrı kalmaya eğer -biraz önce burada ifade edildiği gibi- şunun hakkında şunu demiştiniz, bunun hakkında bunu demiştiniz çerçevesinin içerisinde meseleleri alırsak, o zaman bu partilerin, şurada -5 partimiz, bir de grubu olmayan bir partimiz daha var, 6 partimiz- hiçbir zaman bir araya gelmemesi lazım. Oysa, geçen dönem -Sayın Soysal burada değiller galiba- (DSP sıralarından “Burada” sesleri) Anayasanın temsilde adalet, yönetimde istikrar hükmünü beraber yazdık. Yani, bu Parlamento, sadece, temsilde adaleti değil, aynı zamanda yönetimde istikrarı da sağlamak mecburiyetinde. Bizim parlamenter sistemimizde, bizim Anayasamızda, icra, bu Meclisten çıkıyor. O zaman, farklı insanlar eğer yan yana gelemezlerse, hiçbir zaman bu Meclisten icra çıkmayacak demektir; böyle bir şey olamaz, bunun için burada değiliz; icrayı çıkarmak, hükümet çıkarmak göreviyle karşı karşıyayız.

Biraz önce burada bir ifadede bulunuldu; efendim, filan müdürün, güvenmediği insanın durması, bakan olarak... Ben, çok değerli o liderimizden özür dileyerek söylüyorum -yani, cevap için falan değil, benim kendi görüşüm- burada Hükümet sizin güveninizle ayakta durur. Bir hükümet üyesinin burada durup durmaması; görevi, mevkii, haklılığı, haksızlığı ne olursa olsun, bir devlet memurunun değil ancak Yüce Heyetinizin görevine bağlıdır. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bunu, kesinlikle, herhangi bir cevap olarak arz etmiyorum, benim bir düşüncemdir, öyle inanıyorum; hükümetler ve onların üyeleri, şu “hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” sözünün ruh ve manasının gereği olarak, sadece sizin güveninizle ve sizin güveniniz sürdükçe ayakta durur; sadece bunu ifade etmek istedim.

Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; bütçenin birtakım rakamları üzerinde kısaca durmak istiyorum. Aslında, yarından itibaren başlayacağımız, her bakanlığın bütçesi üzerinde ayrı ayrı görüşlerimizi söyleme imkânına sahibiz; ancak, ben, burada, Hükümetimizin, toplumumuzun önünde durduğuna inandığım birtakım temel meseleleri anlatmak istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, 524 trilyon liralık yatırım öngörmüşüz. Bunun reel fiyatlarla -yani, 1994 fiyatlarına da vurduğunuz zaman- yüzde 17 ilâ 18'lik bir artışı içerdiğini görüyoruz ki, bunu da, bu Hükümetin burada bahsedilen sıkıntılarına rağmen, burada bahsedilen açıkla kapanacağı iddialarına rağmen getirmiş olmasını da, yine, olumlu bir olay olarak değerlendiriyorum.

Bütçe içerisindeki yatırımlar, bütçe dışı yatırımlarla birlikte yani KİT'lerin, belediyelerin, birliklerin ve sair kamu kuruluşlarının ilave edilen yatırımlarıyla, bunun, 1 katrilyon 306 trilyon liraya varmış olmasını da, yine, olumlu bir hareket olarak, Hükümetimizin desteklenmesine esas olması icap eden bir icraat saydığımı, burada, huzurunuzda ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, başka anlatacak şeyler var; ama, benim üzerinde durmak istediğim birtakım temel meseleler var. Birçok meselemiz var. Burada, 30'u aşkın bakanlığımızın her birinin iştigal konusu, uğraştığı konular, muhakkak ki, son derece önemli konulardır; ama, baktığım zaman, ben, kendime, birtakım önemli konuları, ülkenin gelecek projeksiyonları içerisinde seçmek mecburiyetinde olduğumu düşünüp ayırdığım zaman, bunların en başına enerji meselelerini alma ihtiyacını duydum.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye, bugün, 86 milyar kilovat elektriğe sahip. 60 milyar kilovatta devraldık 86 milyar kilovata çıkardık. Ancak, orada bir şey var ki, 2000 yılında 134 milyar kilovat, olması lâzım 2010 yılında 290 milyar kilovat, 2020 yılında ise 546 milyar kilovat elektrik üretmemiz lazım.

Bunu, şunun için söylemek istiyorum; yani, yüksek huzurunuzda arz edilmeye değer bulduğum tarafı şudur: Türkiye'nin, taşkömüründen ve linyitten kaynaklanan termik elektrik üretim potansiyeli 120 milyar kilovat; hidrolik kaynaklarımızdan çıkaracağımız elektrik ise 125 milyar kilovat; bunların ikisini birbirine eklediğimiz zaman dahi, görüyoruz ki, 2020 yılında, özellikle, girdiğimiz Avrupa piyasasında, Avrupa Birliği içerisinde, onlarla rekabet edebilmek için, sanayimizi ayakta tutabilmek için, üretmek mecburiyetinde olduğumuz elektriğin -bugünkü potansiyelimizin de o da tamamını kullanmak şartıyla; yani, kömür kaynaklarımızın ve su kaynaklarımızın tamamını elektriğe dönüştürdüğümüz zaman- ancak yarısına ulaşabiliyoruz.

Değerli arkadaşlarım, buradan çıkarmak istediğimiz netice, mutlaka, diğer enerji kaynaklarını -başta nükleer enerji olmak üzere- aramak mecburiyetindeyiz. Bugün, artık,dünyanın her yerinde, -çevre meseleleriyle birlikte de olsa- nükleer enerji konusu halledilmek yolundadır; çünkü, dünya, bunun mecburiyetini anlamıştır.

Buradan varacağımız ikinci bir nokta da; Orta Asya, özellikle Türkmenistan doğalgazının Türkiye'ye geçişi dolayısıyla... Yani, bu mevcudumuzla, 2020'de, ancak ihtiyacımızın yarısına ulaşabileceğimiz o ortamda, mutlaka, birtakım alternatif enerji kaynakları bulmak mecburiyetindeyiz. Doğalgaz, diğer akaryakıt gazları ve nükleer santrallardan enerjimizi tamamlayıp bu rakamları bulmak mecburiyetindeyiz. Bulmadığımız takdirde “vallahi, o tarihte biz şununla uğraşıyorduk, bununla uğraşıyorduk” meseleyi anlatamayız. Onun için, diyorum ki, her şeyimizi konuşalım... Tamam, her şeyimizi konuşalım; ülkenin gündemindeki -biraz sonra onu da anlatacağım tabiatıyla- her şeyi konuşalım. 2020 yılında, hayatta olmasak, da bunun hesabını vermek mecburiyetinde olduğumuzu da unutmayalım diyorum.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye, dünyanın en hassas bölgesinde yaşıyor. Etrafımıza baktığımız zaman, bir tarafımızda Orta Asya petrolleri, Rusya, güneyimizde Körfez ve biz bunun ortasındayız. Petrol bakımından, maalesef, bir şanssızlık içerisindeyiz. Zaten, birtakım iddialar var, demin bazı arkadaşlarımız da ona değindiler ve “Türkiye ile Irak'ın hududunu İngiliz jeologları çizmiştir” dediler. Yani “petrolün bittiği yerde Türkiye başlar” denilir. Bunun, inandırıcı olan tarafları da birtakım bulgularıyla var; ama, bunu bilmek mecburiyetindeyiz ki...

Değerli arkadaşlarım, bu konuda bir şey daha söylemek istiyorum: Orta Asya'daki gerek doğalgaz gerek akaryakıt ve sıvı yakıt hatlarının Karadeniz'in güneyinden geçmesi ile kuzeyinden geçmesi arasında, sadece ekonomik bir olay olarak değil, dünya siyasetini etkileyecek çok önemli yönleri olduğunu da hep bilmek mecburiyetindeyiz. Bunu, Batılı ülkelerin yöneticilerine zaman zaman hep anlattık. Bağımsızlığını kazanan, bugün bayraklarını zevkle ve gururla seyrettiğimiz kardeş cumhuriyetlerin birtakım ekonomik varlıkları, eğer, Karadenizin kuzeyinden Batı'ya akmak mecburiyetinde bırakılırsa; bu, geçmişte bir imparatorluğu yeniden ihya etmekten hem de -ekonomik bağlarla- daha güçlü olarak ihya etmekten başka bir sonuç vermez.

Değerli arkadaşlarım, bundan fazlasını söylemek, belki, bu kürsüde taşımak zorunda olduğumuz sorumluluk gereği icap etmeyebilir. Yani, bundan daha fazlasını söylediğimiz zaman, komşularımızla olan birtakım siyasî değerlendirmelere, belki, şu anda girmemiş veyahut da o istikamette, o manada girmemiş olmak gerekir; yani, buna çok dikkat etmeliyiz. O hatların Anadolu'dan geçmesi; yani, Supsa hattı ve İran üzerinden gelecek olan Türkmenistan hattının Anadolu'dan geçmesi, bizim için, sadece, ekonomik varlık doğurucu bir olay değil, aynı zamanda, dediğim gibi, dünyadaki birtakım dengeleri yeniden değiştirecek önemli bir olaydır.

Değerli arkadaşlarım, bu enerji açığımızı, Türkiye'nin her hükümeti, her gün, her dakika, mutlaka, gözlerinin önünde tutmak mecburiyetindedir. Nitekim, bunun neticesi olarak, bizden önceki hükümetlerin de yapmış olduklarını burada teşekkürle karşılarız.

Bir Birecik Barajını, yap-işlet-devret modeliyle ihaleye çıkardık; 2 milyar 300 milyon DM değerinde...

Değerli arkadaşlarım, ben, bununla şunu söylemek istiyorum: Karkamış başladı, iki tane Marmara Doğalgaz; çevrim santralı her birisi 670 megavat... Bursa Doğalgaz Çevrim Santralının geçen gün temeli atıldı; bu Marmara Doğalgaz Çevrim Santrallarının birinin temelini Sayın Yılmaz, diğerinin temelini de Sayın Çiller Başbakan olarak attılar. Rize'de, Dilek-Güroluk diye bir santralımız var. Bunun da sözleşmesi yap-işlet-devret modeliyle yapıldı, kredisi araştırılıyor. Aynı şekilde, Trabzon-Of Sulaklı'da var, Yamula var, Bayramhacılı var. Afşin- Elbistan Projesi önemli bir projedir ve Danıştayda inceleme halindedir.

Değerli arkadaşlarım, önümüzdeki günlerde açılacak olan Kerkük-Yumurtalık Petrol Boru Hattının açılışını, çok önemli bir olay olarak, şu devrin ve bu devrin anlayışları içerisinde değerlendirmeden, hepimizin, memnuniyetle ve sevinçle karşılaması gerektiğine inanıyorum. Olay, sadece, Türkiye'nin buradan alacağı yıllık 40 milyon dolarlık gelir değildir; olayın içerisinde, bir komşumuzla, 1990'da bozulmuş olan dengelerimizin ve düzenimizin tekrar kurulmasına yardımcı olunması bahse konudur. O bakımdan da önemlidir; kaldı ki, petrol yönünden de son derece önemlidir. Güneydoğudaki birçok vilayetimizin -Gaziantep gibi sanayileşmiş, Anadolu kaplanları arasında haklı yerini almış bir vilayetimiz dahi- bu petrol boru hattının ve Irak ile olan münasebetlerimizin işleyemeyişinden -işte Sayın Kavak'ın da, benim de memleketlerimizde olduğu gibi- bu yönden ne kadar sıkıntı çektiğini hep birlikte biliyoruz. Yani, petrol boru hattının açılışı veyahut işleyişiyle, o düzen tekrar kurulduğu zaman, orada, bugün, yol üzerindeki boynu bükük yüzlerce tesis, en azından canlılığa ve hayatiyete kavuşacaktır.

Değerli arkadaşlarım, çok süratli olarak söyleyip geçmek istediğim bir diğer konu da yap-işlet-devret modelidir. Demin arz ettiğim, Birecik modelini onun için söyledim. Geçenlerde bir tören düzenlendi, değerli arkadaşlarımız -geçmişte beraber görev yaptığımız arkadaşlarımıza- bize birer plaket verdiler. 50'nin üzerinde toplantı yapmışlar. Ben, yap-işlet-devret modelini, sadece bir finansman modeli, bir finansman kaynağı olarak düşünmediğimi söylemek istiyorum. Bizim, bugün özelleştirmeye çalıştığımız, süt yapan, yoğurt yapan, kasaplık yapan, bez dokuyan devletin birçok müesseselerinin artık dünyada kalmamış olduğunu anlamakta bir hayli gecikmiş olmamıza rağmen; dönüp tarihimize baktığımız zaman, 700-800 yıllık medreseler görüyoruz. Onların hiçbirisini devlet yapmamış. Kayseri Darüşşifahanesi, Sıvas Medresesi; bunların hepsi vakıf eseri, hiçbirisini devlet yapmamış. Ecdadımız, bugün bizim devlet eliyle yaptığımız sağlık hizmetlerini, eğitim hizmetlerini, vakıflar yoluyla -devletten ayırarak- yapmış. İşte, bugün, bizim özelleştirmeye çalıştığımız şeyleri, yüzlerce yıl önce Selçuklular, Osmanlılar yapmış. Bir dönüp onlara baksak, sadece onlara bakmakla yetinsek, meselenin birçoğunu aşmış olacağız diyorum.

Ben, burada, yap-işlet-devret modelinin sadece bir finansman modeli, bir finansman kaynağı olarak düşünülmemesi gerektiğini söylemek istiyorum. Elektrik üretimi : Birisi üretiyorsa, bunu da vatandaşa ulaştırıyorsa, devletin, bunun arasına girmeye ne mecburiyeti var? Ötekisi daha iyi yapıyorsa bırakalım yapsın; bizim insanımız yapacak veyahut birisi gelip yapacak, bizim insanımız kullanacak.

Değerli arkadaşlarım, özelleştirmede zaman zaman yapılmış bir tartışma vardı: “ efendim, stratejik mal ve hizmetleri özel sektöre, özel şahıslara veremeyiz, devlet bir gün sıkıntıya girer” diye. Hayır, böyle olmadığı görülmüştür. Bunun en yakın örneği, Çukurova Elektriktir. ÇEAŞ'ı işleten bir yönetim var; biliyorsunuz, devletle, daha doğrusu benim de içinde bulunduğum hükümetlerle -Sayın Şinasi Altıner burada mı bilmiyorum- hep ihtilaf halinde oldu Mahkemelere gidildi, tazminatlar, şunlar bunlar oldu; yönetim kurullarına el konuldu, el çektirildi, başlattırıldı; ama, bir şey var ki, elektrik üretimi aksamadı. Demek ki, stratejik hizmetler bahanesiyle vatandaşımızın birtakım hizmetleri ve malları üretemeyeceğinin düşünülmemesi; artık bunun, bir dünya gerçeği haline geldiğinin kabul edilmesi lazım, yani o tür bahanelerin olmaması lazım.

Değerli arkadaşlarım, Bilecik Barajı dolayısıyla bir duygumu, bir hissiyatımı paylaşacağınıza inanarak bir konuyu ifade etmek istiyorum : Onlarla ortak olan Türk firmaya 1 milyar 850 milyon DM kredi sağlandı. Projenin toplam tutarı 2 milyar 300 milyon DM Bunun için bir sözleşme yapıldı. Zannediyorum, yap-işlet-devret süresi 20 seneydi. 1 milyar 850 milyon DM'yi yani yaklaşık 1,5 milyar doları veren insanlar, yabancılar 20 sene bu tesisi işleteceğine, 20 sene sonra parasını alıp gideceğine ve kâr edeceğine inanıyor. Bir yabancının, 20 sene sonrasına inandığı Türkiye'nin, eğer biz, bugün, 20 gün sonrasına inanmıyorsak, inanamıyorsak, öylesine bir güvensizlik içerisindeysek, her şeyden önce, kendimize yazık ederiz diye düşünüyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

Sayın Ayfer Yılmaz o zaman Hazine Müsteşarıydı, birkaç defa kendisini yurtdışına gönderdik; İngiltere'den ve Amerika'dan parça parça birtakım krediler buldular ve bu konsorsiyumu meydana getirdiler. O adamlar, Türkiye'nin 20 senelik geleceğine ve 20 sene sonra parasını kazancıyla birlikte alıp gideceğine inanıyor da, biz, kendi kendimize inanmıyorsak yazık ediyoruz diye düşünüyorum değerli arkadaşlarım.

Yap-işlet-devlet modeli sadece bir finansman modeli değil, bir üretim modeli.

Hastanecilik : Baktığınız zaman; devletin, hastanelerine sarf ettiğinin çok daha fazlasını, herhangi bir hastane de, kendi bakmak mecburiyetinde olduğu insanlarına -eğer sigortalıysa- ondan çok daha rahat hareket ederek harcıyor.

Değerli arkadaşlarım, biraz da özelleştirmeye değinmek istiyorum; Sayın Recep Mızrak arkadaşımızı da burada görünce... Bir Et-Balık Kurumu vardı; özelleştirmek istedik. Bir arkadaşımız orada, bir arkadaşımız orada, bir tanesi de burada... Düşündüğümüz şuydu: 6 bin tane çalışan insanla...

Sayın Başkanım, acaba, bana da birkaç dakika süre lütfetme imkânınız olacak mı?

BAŞKAN - Gayet tabiî efendim, devam edin; gayet tabiî...

NECMETTİN CEVHERİ (Devamla) - Çünkü, notlarımı ona göre düzenledim. Yoksa, ben de, Susurluk'a girip, meseleyi bağlayıp...

BAŞKAN - Devam edin efendim; süre verilecek.

MAHMUT IŞIK (Sıvas) - Biraz da Susurluk'tan bahset Necmettin Ağabey...

NECMETTİN CEVHERİ (Devamla) - Evet, özelleştirme...

Arkadaşlarım, demin söylediğim gibi -Recep Mızrak arkadaşımla hep düşündük- dünyada kasaplık yapan devlet kalmamış; gelin, bunu, çalışan insanlarına verelim. Bildiğiniz gibi, birtakım şeyler oldu. Demokratik bir olaydı... Biz de, ona saygılı olarak, belki de yanlış veya doğru hareket ederek durdurduk. Eğer, arkadaşlarımızla beraber -birisi orada, birisi burada- düşündüğümüz o özelleştirme yürütülmüş olsaydı, bugün, ben inanıyorum ki, hayvancılığımız çok daha iyi bir durumda olurdu.

Değerli arkadaşlarım, kıyametler koparıldı... Bize şunlar söylendi: “Efendim, sendika, işletmecilik nasıl yapar?” Peki, sendika işletmecilik nasıl yapar?! Aynı sendika, bugün, Demir-Çeliği işletiyor. Kasaplığı yapamayacağı iddia edilen sendikamız, işçimiz, bugün, dünyanın en ileri teknolojisini gerektiren ağır sanayilerinden biri olan Demir-Çeliği işletiyor. Bildiğiniz gibi, birçok insan çıktı ve bunu kürsülerde tartıştı. Onun arkasında; basının arkasındaki olayları ise, burada ifade etmeyi, kendi kendimi hep yapıcı ve olumlu şeyler söyleme mecburiyetinde tutma ilkeme aykırı buluyorum onun için, söylemiyorum. Bunu da, böylece, çok kısa olarak...

Değerli arkadaşlarım, Türkiye, mutlaka, bu özelleştirmeyi yapmalıdır. 49 uncu Hükümetin başında -belki, birkaç ay geçmiş veyahut geçmemişti- o günün Başbakanı Sayın Demirel'e, o günün ekonomik işlerden sorumlu Devlet Bakanı Sayın Çiller'in de bulunduğu bir yerde -projeksiyonlar yapmıştık, şu iş yüz günde, şu iş beşyüz günde, şu iş şu kadar zamanda diye. Şunu arz etmiştim ve demiştim ki, “efendim, biz, beş on senedir veyahut sekiz on senedir bir mahzene tıkılmıştık, yasaklanmıştık...” Yani, o yasaklarımıza falan da değinmek mümkündür; ama, onları da geçelim, geçsin diyoruz. Şimdi, bu Mecliste hep beraber bulunduğumuz zaman, birbirimizin düşünecelerini, duygularını tamamlamamızla, kendimize de, ülkemize de bir zarar vermememize rağmen, Anayasanın 4 üncü maddesinin devam etmesi için; yani, siyaset içerisinde yaşayıp, siyaseti birtakım insanlara yasaklayan olayı da geride bırakalım. Bu, şuradan aklıma geldi; yedi sekiz sene bir mahzende oturduk da onun için. Sayın Demirel'e dedim ki, “biz, o mahzende, devletin bazı şeylerini takip etme imkânını bulamamışız...”

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Bir dakika... Bir dakika efendim...Sürenizi uzatıyorum.

Buyurun efendim.

NECMETTİN CEVHERİ (Devamla) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; o zamanın Başbakanı Sayın Demirel'e demiştim ki, eğer, Türkiye, bu kamu iktisadî teşebbüslerinin ekonomik faaliyetlerini -çok gerekli olanlar olabilir, tedricen olabilir- devletin bünyesinden ayırmadığı sürece, bu rakamlarınızı, bu projeksiyonlarınızı 2 ile çarpmanız lazımdır. Sayın Cumhurbaşkanımızın bana verdiği cevap aynen kulaklarımdadır “hayır, 2 ile değil, 4 ile çarpmamız lazım; tutamazsınız bunu” dedi. Artık, bunun üzerinde, bu koskoca Rusya'yı çökertmiş sistemin arkasında, dünyada sayısı azalmış veyahut çok düşük sayıya inmiş sosyalist ülkelerinin veyahut o anlayışların içerisinde bulunamayız.

Değerli arkadaşlarım, geçen asırda dünyanın buğday ambarı olan Rusya, bugün, tarihî ve geleneksel rakibi Amerika'ya avuç açmak mecburiyetindedir. Her yıl 13 milyon ton ila 30 milyon ton arasında buğdayı Amerika'dan almazsa aç kalır. Çünkü, o modelinin hantallığı altında kendi ekonomisi çökmüştür. COMECON” dediğimiz birlik, artık, dünyanın ekonomik sistemleri arasından veda etmiştir.

Değerli arkadaşlarım, buraya da kısaca değinmek istiyorum : Dünya globalleşiyor, globalleşen, küreselleşen dünya aynı zamanda gruplaşıyor. Bu grupların dışında yaşamayı düşünmemeliyiz.

İslam birliği için Hükümetimizin yürüttüğü faaliyetleri memnuniyetle karşılıyor ve bu küreselleşen dünyada, kendimiz için bir güç olarak kullanma imkânına ve şansına sahip olduğumuz şeklinde anlıyorum. Değerlerimizle çağdaş dünyanın içerisinde olmalıyız.

Değerli arkadaşlarım, 160 yıl önce tanzimatı yapanlar da, inanmalıyız ve kabul etmeliyiz ki, bizimle aynı inançları paylaşıyorlardı. Onlara birtakım lakaplar da takıldı; ama Türkiye'yi bir hukuk devleti yapanlar, Türkiye'yi, Batı toplumunun içerisinde yer aldırmak için çırpınan insanlar da bizimle aynı duyguları, aynı inançları paylaşan değerli insanlardı.

O hareketi hazırlayanlardan Sultan Mahmut; Kur'an yazarı, Osmanlının en büyük hattatlarından birisiydi. Biz de, Doğru Yol Partisi olarak diyoruz ki, kendi değerlerimizle, millî ve manevî değerlerimizle, hazinemiz olan, servetimiz olan, tarihimiz olan, varlığımız olan, her şeyimiz olan inançlarımızla birlikte Batı dünyasının içerisinde yer alabiliriz.

Kaptan-ı Derya Halil Paşa isminde bir zatın 1833 yılında Rusya'ya yaptığı bir seyahatten sonra söylediği bir söz var “eğer çağdaşlaşan uygar dünyanın birtakım kurumlarını alıp kendimize uygulamazsak, o kanaate vardım ki, topyekûn, hepimizin Asya'ya geri dönmesi lazım.”

Değerli arkadaşlarım, işte, biraz önce de dediğim gibi, globalleşen dünya içerisinde COMECON çöktü. Taşımaya çalıştığı ve taşıyamadığı bir modelin hantallığı altında ezildi, gitti; ama, bir bakıyorsunuz ki, yani, Kuzey Amerika Birliği NAFTA north'u atıyor ve AFTA yapıyor, böylece Güney Amerika'yı da içine alıyor. Hangi Güney Amerika'yı; o, rejimine karşı olduğu, dünyanın başka bir yerinde olsa, yaşama hakkı bile tanımayacağı birtakım devletleri... Eğer “AFTA” diye Amerikan Birliğinin içerisine, Pan Amerikan Birliğinin içerisine alıyorsa, demek ki, bu birliklerin içerisine girmekte hayatî bir zorunluluk var.

Bugün, dünyanın sanayileşmiş 7 devinden biri olan İngiltere; Avrupa Birliğinin, Gümrük Birliğinin kapısında, -özelliklede o dönemde karşı çıkan De Gaulle'ün gayretleriyle- yıllarca bekletildi; yani, bunları, kendimiz için, kendi değerlerimizi dünyanın ve tarihin gerçekleriyle birlikte değerlendirmek mecburiyetindeyiz.

Değerli arkadaşlarım, hiç ihtiyacınız olmadığı kanaatini her zaman muhafaza etmeme rağmen -yalnız yaşayamayız bu dünyada- çok yakın bir tarihten bir küçük örnek vermek istiyorum : 1853-1856 Kırım Harbi, -Batı sistemi içerisinde, oradaki münasebetlerimizi isabetli kullanmışız, doğru kullanmışız- biz, Sivastopol'un önündeyiz, hâlâ şarkıları söylenir “Sivastopol önünde yatan gemiler” diye. Çok değil, 20 sene sonra, 1876'da, Sivastopol gelmiş Ayastafanos'a; yani, Yeşilköy'e!.. Niye; çünkü, yalnızlamışız, yanlış şeyler gütmüşüz.

Dünyanın en hassas yerinde yaşıyoruz. Bir gün, bunu, Grubumda, değerli arkadaşlarıma anlatmaya çalışmıştım. Türkiye, doğu ile batı, kuzey ile güney eksenlerinin kesiştiği dünyanın en hassas noktasındadır.

Bir gün, Amerikan Dışişleri eski Bakanlarından birisine Türkiye, aynen, dürbünlü tüfeğin içerisindeki o çapraza benzer; öyle bir noktadadır” demiştim. Tarih, Anadolu'nun üzerinden bir doğuya, bir batıya akmıştır. Kuzey-güney ekseniyse; kuzeyde, dünyanın en büyük güçlerinden birisi, güneyde de dünyanın en büyük cazibe merkezlerinden birisi var. İşte, bu eksenin ortasında olan Anadolu'da, bin yıl, bizden başka yaşayan yok. Tarihi uzun boylu incelediğimiz zaman; bugün, bizim yaşadığımız toprakların tamamında, bin yıl, bizden başka, yaşayan yok. Yine, bir Amerikan Dışişleri eski Bakanı “neye borçlusunuz” diye sorduğu zaman, “Türklüğün büyük devlet kurma sanatına ve mensup olduğumuz dinin de büyük hosgörüsüne...” dedim. (DYP ve RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, sözlerimi toparlamak istiyorum; çünkü, gözlerimin içine bakıyor arkadaşlar.

Yine, demin arz ettiğim konferansta, o Amerikalı Dışişleri Bakanına şunu demiştim: “Bakın, Bosna'yla bütün dünya başa çıkamıyorsunuz; oysa beşyüz yıl çıt çıkarmadan idare ettiğimiz toprakların içerisinde, Bosna, bir noktadan ibaretti. Bugün, Osmanlı topraklarında 35 bağımsız devletin başkenti var, 35 bağımsız devletin bayrağı dalgalanıyor. 40'ın üzerinde ırkın yaşadığı, 40'ın üzerinde dilin konuşulduğu, o milyonlarca kilometrekare araziyi, toprağı -araziyi değil- kıtaları- biz, işte, bu hoşgörümüzle, bu devlet anlayışımızla idare ettik.” O konferansta söylediğim şeyi, burada, huzurunuzda tekrarlamaya değer buluyorum. Amerikalı “nasıl” diye sordu; ona söylediğim şey, şuydu: “Senin dinin sana, benim dinim bana diyerek...”Değerli arkadaşlarım, dünyayı beşyüz yıl idare ettikten sonra, eğer, bugün, senin düşüncen sana, benim düşüncem bana diyemiyorsak, kendimize yazık etmiş oluruz, memleketimize yazık etmiş oluruz diyorum. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, şimdi, her toplantının final paragrafı olan, günün belli olayı Susurluk'a gelmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, cumhuriyet, kavramlar, kurumlar ve kurallar rejimidir. Kimse, kimsenin yerine görev yapamaz; herkes, kendi görevini bilmelidir.

Bir olay cereyan etmiştir. Olayın içerisine girmek değil... Meclis ne yapabilir; Meclis, araştırma komisyonunu kurmuştur ve kurduğumuz komisyonlardan da -değerli arkadaşlarımın müsamahasına sığınarak söylemek isterim ki- tereddüt duyduğumuz, kuşku duyduğumuz anda, bu kuşkunun, bu tereddütün kendimize raci olacağını da bilmemiz lazım. Bir komisyon seçmişiz. Burada -bilemiyorum Sayın Elkatmış burada mı- her partiden arkadaşımız var, bunlar neyin üstünü örtecekler?

MAHMUT IŞIK (Sıvas) - O zaman niye görevden alındı emniyet müdürü?

NECMETTİN CEVHERİ (Devamla) - Bakanlıklar, bunu Teftiş Kuruluna, polise ve müfettişlerine, İçişleri Bakanlığı müfettişlerine vermiş. Zannediyorum, Başbakanlıkda Teftiş Kuruluna vermiş. Savcılar el koymuş. Bu ülkenin savcılarına mı güvenemiyoruz?

Bu grubun mensubu olan bir sayın milletvekili arkadaşımız “dokunulmazlık da mevzubahis değil, hastalığım da mevzubahis değil; savcıları bekliyorum, gelsinler ifademi alsınlar” demiş. Bir savcı gitmiş ifadesini almış. Hazırlık tahkikatı yasalarımız gereği gizlidir, yalnız o savcı bilir. Önüne çıkacak hâkim de bilmez bunu. Kural bu; kuralları altüst edemeyiz.

Değerli arkadaşlarım, netice itibariyle şunu söylemek istiyorum : Türkiye'de hâkimler var.

Bir Alman köylüsünün, hepinizin çok iyi bildiğiniz bir cümlesini, o zaman değerli adliyeci arkadaşlarımıza hep söylerdim. Burada oturduğum günden kalktığım güne kadar, size, şu hâkim şurada görev yapacak, bu savcı şunu yapsın demeyeceğim. Bir tek şey isteyeceğim -ki, siz de onu istiyorsunuz- Türkiye'de hâkimler var diyeceğiz.

Değerli arkadaşlarım, Alman İmparatorlarından birisi -çok iyi bilirsiniz- bir av dönüşü, zannediyorum bir köylünün tarlasına veyahut bahçesine zarar vermiş...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Cevheri, sürenizi uzatıyorum.

NECMETTİN CEVHERİ (Devamla) - Sayın Başkanım, sadece yarım dakika istirham istiyorum... Tamamlıyorum.

BAŞKAN - Buyurun efendim, devam edin.

NECMETTİN CEVHERİ (Devamla) - Köylünün kendisine itirazı karşısında “ben imparatorum” dediği zaman, köylünün verdiği cevap şu olmuştu : “Sen imparatorsun; ama, Berlin'de hâkimler var”.

Arkadaşlar, yalnız Berlin'de hâkimler yok, Türkiye'de de hâkimler var. O hâkime teslim ederiz. (DYP sıralarından alkışlar) Gider... Nereye kadar giderse oraya kadar gider. Benim hâkimim, onu, nereye kadar giderse, kime kadar giderse oraya kadar götürür.

O inanç içerisinde olmaktan başka yapacağımız herhangi bir şey olmadığı düşüncesiyle, Yüce Heyetinize saygılarımı arz ediyor, bu bütçemizin de, yine, büyük milletimize ve aziz vatanımıza hayırlı olmasını diliyor, tekrar tekrar saygılarımı sunuyorum ve müsamahaları için de Sayın Başkana teşekkürlerimi arz ediyorum. (DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Cevheri.

Şimdi sıra, Demokratik Sol Parti Grubu adına, Genel Başkan Sayın Bülent Ecevit'in.

Buyurun efendim. (DSP sıralarından ayakta alkışlar)

DSP GRUBU ADINA BÜLENT ECEVİT (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, bizi televizyonlarından izleyen değerli yurttaşlarım; sözlerime başlarken, sizleri, kendi adıma ve Demokratik Sol Parti Grubu adına içten saygılarla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, 1997 bütçesi, Sayın Erbakan'ın endazesiz hayalciliğinin çarpıcı bir örneğidir. Şöyle ki : Cumhuriyet tarihimizin en büyük açığını vereceği kesin olan bu bütçe, Sayın Erbakan'a göre, cumhuriyet tarihimizin hiç açık vermeyen ilk denk bütçesi olacakmış!

Aslında, kamu gelirleri ile giderleri kâğıt üzerinde eşleştirilerek, her bütçe denkmiş gibi gösterilebilir; ama, gerçek anlamda denk bütçe, kamu giderlerinin, normal kamu gelirleriyle karşılandığı bütçedir. Normal kamu gelirleri ise, vergi gelirleri ile harçlardan ve bazı vergidışı gelirlerden oluşur. Oysa, 1997 bütçesinin açığı, normal kamu gelirleriyle karşılanacak değildir; bütçenin olağanüstü büyüklükteki açığı, borç vadeleri uzatılarak karşılanacaktır, yeni borçlanmalarla karşılanacaktır, Türk Lirası borçların döviz cinsinden borçlanmaya dönüştürülmesiyle karşılanacaktır, KİT'lerin ve sosyal amaçlı kamu mallarının haraç mezat satışıyla karşılanacaktır, fiyatlara sürekli zamlarla karşılanacaktır. Bunlar da yetmeyince, bütçe açığı, Hükümetin son günlerde ortaya çıkan bir niyetinden anlaşıldığı gibi, karşılıksız para basmayla, yani enflasyon körüklenerek karşılanacaktır. Açığı bu yollardan karşılanan bütçe ise, denk bütçe değil, hem açık hem enflasyonist hem rantiyeci hem de adaletsiz bütçedir. (DSP sıralarından alkışlar)

Hükümetin ilk haftalarında, Başbakan Sayın Erbakan, Partisini hâlâ muhalefette sanarak, öteden beri verdiği bazı sözleri sürdürüyordu. Örneğin “artık, borçlanma yok” diyordu, “zam yok” diyordu, “faiz kalkacak” diyordu, “rantiyeliğe son” diyordu; fakat, bütün bu sözlerin, Erbakan deyimiyle “fasa fiso” olduğu kısa sürede ortaya çıktı. (DSP sıralarından alkışlar)

Borçlanma konusunda, bu bütçeyle ilginç bir gözbağcılığı da yapıldı. Önce “bütçe denktir, açık vermeyecektir; onun için, borçlanmaya gerek kalmayacaktır” savıyla, Hükümet, bütçe yasa tasarısının 3 üncü maddesinde borçlanma yetkisini kaldırdı; fakat, aynı yasa tasarısının 30 uncu maddesiyle, bu yetkiyi yine kendine tanıdı. Böylece, bütçenin denk olmadığı itiraf edilmiş oldu.

Şimdi, borçlanma, hem doğrudan hem dolaylı yollardan; yani, vade uzatılarak veya Türk Lirası borçlar döviz cinsinden borçlanmaya dönüştürülerek sürdürülmüş oluyor; bir yandan da, yüksek faizle rantiyeliği beslemeye devam ediliyor. Üstelik, Sayın Erbakan, yerli yabancı, olası alıcılara “bu toprakları, arsaları elden kaçırmayın; bunlar, size kısa sürede büyük kârlar getirecektir” diyerek, kamu mallarını, usta bir tellal ağzıyla pazarlamaya uğraşıyor. (DSP sıralarından alkışlar) Böylelikle, rantiyeliği büsbütün özendiriyor. Rantiyeliği böylesine açıktan destekleyip özendiren bir Başbakan, sözde rantiyeci düşmanı Sayın Erbakan'dır.

Zamların ise ardı arkası gelmiyor. Refah Partisi-Doğru Yol Partisi Hükümetinin ilk beş ayında, zam furyasından kendini kurtarabilmiş hiçbir mal, girdi veya hizmet kalmamıştır. Özellikle, fiyatları zincirleme etkileyici zamlarla, enflasyon, şimdiden yüzde 90'lara tırmanıyor. Beş ayda sadece akaryakıta beş kez zam geldi. Özellikle çiftçinin, kamyoncunun kullandığı akaryakıtın fiyatı beş ayda yüzde 35,5 oranında zam gördü.

Bütçe açığını kapatmanın en sağlıklı yolu, verimli ve adaletli bir vergi reformudur; fakat, bu Hükümet, vergi reformuna açıktan karşı çıkıyor; vergi reformu yerine, günü kurtarmak için, dengesiz ve adaletsiz aflarla vergi kaçakçılığını özendiriyor.

Ekonominin müzmin hastalığı haline gelen ve rantiyeliğin başlıca kaynaklarından biri olan enflasyonun hızını kesmek için de Hükümetin hiçbir girişimi yok. Tam tersine, adil düzenci Refah Partisinin başında bulunduğu Hükümet, ekonomiyi, enflasyon lobisine, dolayısıyla, rantiyeliğe teslim etmiş durumdadır. Zaten, artık, dikkat ederseniz, adil düzenin sözü bile edilmiyor; zaman zaman, sadece muhalefet partileri bunu hatırlatıyorlar. Adil düzenin de bir hayal ürünü, fasa fiso olduğu, artık, ortaya çıkmıştır.

Bu arada, şu tehlikeyi de vurgulamakta yarar vardır: Birkısım içborçların döviz cinsi borca dönüştürülmesi, bu yüksek enflasyon ve sürekli devalüasyon ortamında, devleti -Allah esirgesin- dövizzede durumuna düşürebilir.

Aslında, ilke olarak, borçlanmaya karşı çıkılamaz; yeter ki, borç, devletin ödeme gücünü artıracak, kaynak yaratacak, yatırımları hızlandıracak ve ekonomiyi düzlüğe çıkaracak yönde kullanılsın. Oysa, Refah Partisi-Doğru Yol Partisi Hükümeti, yeni borçları da, vadesi uzatılan veya dövize dönüştürülen borçları da, KİT'lerin ve kamu mallarının satışından ve fiyat zamlarından elde edilecek gelirleri de, yatırım ve kalkınma için değil, borç faizlerini ve cari masrafları karşılamak için kullanmak eğilimindedir.

Bu Hükümet, kaynak yaratan değil, kaynak kurutan bir hükümettir; günü kurtarmak uğruna ekonominin yakın geleceğini karartan hükümettir. Nitekim, bedelsiz araba dışalımını özendirerek Hükümet, otomotiv sanayimizi baltalamaktadır ve yüzbinlerce işçiyi işsizlik tehlikesiyle, binlerce küçük ve orta sanayi kuruluşunu da kapanma tehlikesiyle karşı karşıya bırakmaktadır. Bedelsiz dışalım, yalnız taşıt araçları konusunda değil, başka iş araçları konusunda da özendiriliyor. Bugün, Ankara'nın sokaklarında bunun reklamları yapılıyor. Birçok küçük ve orta sanayi kuruluşu o yüzden de kapanma tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. Böylece, yabancı sanayicilere kaynak yaratılırken, kendi millî sanayimizin kaynağı büyük ölçüde kurutulmuş olacaktır. Bu da, Refah Partisinin millî görüşünün iktidarda ne denli gayri millî bir görüşe dönüştüğünün ilginç bir göstergesidir. (DSP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Tükiye, ciddî bir enerji darboğazı tehlikesiyle karşı karşıya. Bunun başlıca sorumlusu da, dört yıllık hükümet döneminde enerji santralı yatırımlarından gereken kaynağı esirgemiş olan Doğru Yol Partisi ve onun sosyal demokrat ortağıdır. Şimdi, Refah Partisi-Doğru Yol Partisi Hükümeti, bunları bir an önce tamamlayıp devreye sokmak yerine, kiralayarak veya satarak elden çıkarmak istiyor. Bu hidrolik enerji santrallarından birçoğunun yapımı yüzde 70-80 oranlarında tamamlanmış durumda. Hele bunlardan 6'sı yüzde 90'ın üzerinde tamamlanmış durumda. O arada, Dicle Barajı yüzde 98 oranında tamamlanmıştır. Beyköy, Seyhan-Çatalan, Kralkızı Barajları yüzde 97 oranında tamamlanmıştır. Yenice ve Kelkit-Karataş Barajları yüzde 90 oranında tamamlanmış durumdadır. Devlet, sadece 28 trilyonluk kaynak ayırsa, bu 6 barajın enerji santralları süratle devreye girebilir ve böylece hem enerji krizi bir ölçüde ertelenmiş hem de ekonomiye -yılda- azımsanamayacak düzeyde gelir sağlanmış olur. Oysa, Hükümet, bunları bir an önce devreye sokmak yerine özelleştirip elden çıkarmak istiyor. Biz, ilke olarak özelleştirmeye karşı değiliz; fakat, bu durumda özelleştirme adayı KİT'lerden birçoğunun başına gelen, bu enerji santrallarının da başına gelecektir; yatırımları tümden duracaktır; özelleştirme işlemleri de gecikeceği için devreye girmeleri büsbütün ertelenecektir. Üstelik, tamamlanmadan pazarlandıkları için piyasa değerleri de çok düşük düzeyde kalacaktır. Oysa, bunlar, küçük bir devlet katkısıyla tamamlansa, pazarlanmaları durumunda, özelleştirilmeleri durumunda çok daha büyük kazançlar, kaynaklar, devlet tarafından elde edilmiş olacaktır. Kısacası, Hükümet, bütçeye bir defalık yama vurabilmek uğruna, kamunun elinde ne varsa satıp savma kararındadır; kaynak yaratmak yerine kaynak kurutma yolundadır. Oysa, Sayın Erbakan'ın dilinden “kaynak” sözü düşmüyor. Herhalde, birazdan, arkada görülen bu ekrandan da Sayın Erbakan'ın kaynaklarla ilgili açıklamalarını ve temennilerini dinleyeceğiz.

Beş ayda üç kaynak paketi açıklandı. Bu paketlerden 30 milyar dolarlık kaynak bekleniyor. Hatta, Sayın Erbakan, bundan sonraki paketlerle kaynak beklentisinin 50 milyar doları aşacağını söyledi. Bunu müjdelerken yanında oturan Başbakan Yardımcısı Sayın Çiller bile kendisini gülmekten alıkoyamadı. Bütçe açığı büyük ölçüde bu kaynaklarla sağlanacakmış! Oysa, bunların ancak küçük bir bölümünden gelir bekelenebileceğini, geri kalanın ise ancak imkân niteliğinde olduğunu Sayın Başbakan da itiraf ediyor. İmkân denilen kaynaklardan birçoğu ise borçlanmadan ibarettir. Kısacası, bu kaynaklar, büyük ölçüde Sayın Erbakan'ın meşhur temennileridir; yani, pek ciddiye alınacak yanları yoktur. Olacak şey değil ama, diyelim ki, bu kaynaklarla veya temennilerle, bu satıp savmalarla 1997 bütçesinin en az 3 katrilyonu bulması beklenen açığı kapatıldı. Peki, kaynaklarımız büyük ölçüde kurutulmuş olarak girilecek 1998 yılında halimiz ne olacak?! 1998'de bütçe açığının, 1997 açığını en az ikiye katlayacağında pek çok iktisatçımız ve o arada Uluslararası Para Fonu birleşmektedir. Eğer, şimdiden, bir defalık değil de, sürekli gelir sağlayacak kaynaklar ve önlemler devreye sokulmazsa, 1998 bütçe açığı nasıl kapatılacak..? Hele bugünü kurtaralım, ondan sonrası için Allah kerim zihniyetiyle Türkiye'nin geleceğini karartmaya hiçbir hükümetin hakkı olamaz. (DSP sıralarından alkışlar)

1997 bütçesi hem hayalî hem de hileli bir bütçedir. Hayalî olduğuna somut bir kanıt, özelleştirmeden beklenen gelirdir. Son üç yılda özelleştirme hedeflerinin ancak yüzde 10'una ulaşılabilmiştir. 1985 ilâ 1996 arası onbir yılda ise, özelleştirmeden, toplam, ancak 3 milyar 100 milyon dolar gelir sağlanabilmiştir.

Bu gerçeklere karşın, şimdi, Refah Partisi-Doğru Yol Partisi Hükümeti, özelleştirmeden, önümüzdeki yılda, yani tek bir yılda, son onbir yıldakinin yaklaşık iki katı, 5 milyar 900 milyon dolar gelir bekliyor. Böyle bir beklentinin de ciddiye alınabilmesi olanaksızdır.

Bu sözlerimden, bizim, Demokratik Sol Parti olarak, özelleştirmeye, ilke olarak karşı çıktığımız sonucuna varılmamalıdır. Bildiğim kadar, partiler arasında, özelleştirmeye, seçim bildirgelerinde en ayrıntılı yer veren parti Demokratik Sol Partidir. (DSP sıralarından alkışlar) Fakat, bundan önceki hükümetler -inşallah, bu Hükümet yinelemez aynı hatayı- özelleştirmeyi kamuya çirkin göstermek için, ülkeye zararlı göstermek için her şeyi yapmışlardır. Öncelikle, hisseleri, payları çalışanlara, yöre halkına sunacak yerde -bir tek Karabük istisnasıyla- blok satışlar yoluna gitmişlerdir. Bazı devlet kuruluşlarını, bazı KİT'leri, arazi fiyatlarını bile karşılayamayacak kadar düşük fiyatlarla pazarlamışlardır ve halkımızın büyük çoğunluğunun gözünde özelleştirme, işsizleştirmeyle eşanlamlı hale gelmiştir. Eğer, bu hatalar tekrarlanmazsa, elbette, özelleştirmeden, kamuoyu da tatmin edilerek, şimdiye kadar elde edilen gelirlerin çok üstünde gelir sağlanabilir; ama, yine de, Hükümetin hedeflediği rakam bir hayli hayalidir.

Bütçenin hileli yönüne bir örnek ise, enflasyona karşı hiçbir önlem alınmadığı halde, tam tersine, izlenen bütün politikalar, enflasyonu azaltıcı değil, büsbütün azdırıcı nitelikte olduğu halde, Hükümet, şimdiden yüzde 90'lara dayanan enflasyonun, önümüzdeki yıl yüzde 65 düzeyine ineceğini varsayıyor. Bu hayalî varsayıma dayanarak da, kamu görevlilerine yılın ilk yarısında sadece yüzde 30 zam öngörüyor; yani, bir varsayım hilesiyle kamu görevlilerini avutabileceğini sanıyor.

Peki, partisi muhalefetteyken Sayın Erbakan ne demişti; “sırf memura, işçiye az zam vermek için enflasyon düşük gösteriliyor” demişti. Şimdi, aynı hileyi kendi başında bulunduğu Hükümet uygulamaya kalkışıyor. “Enflasyon doğru tahmin edilmediği için bütçe rakamlarının da hiçbir anlamı yoktur” diyordu Sayın Erbakan, muhalefetteyken. Şimdi, kendi Hükümeti, Meclisin önüne, eski bütçelerin hepsinden daha hayalî; yani, çok daha anlamsız rakamlarla dolu bir bütçe getirmiştir.

Refah Partisi muhalefetteyken, Sayın Erbakan, kamu görevlileri için eşelmobil sözünü veriyordu; yani, kamu görevlilerine, memurlara, enflasyon oranında sürekli zam vaat ediyordu. Sayın Erbakan hükümete geldikten sonra bununla da yetinmedi; eşelmobil sözüne, bir de, kamu görevlisi aylıklarını dolara endeksleme vaadini ekledi. O kadarla da kalmadı, bunlara, Refah Partisinin gönlünden bir de “refah payı” vaadini kattı.

Peki, ne oldu, Sayın Erbakan'ın hem muhalefette hem de iktidarda kamu görevlisine verdiği sözler?.. Eşelmobil, sürekli düşen mobil oldu; dolara endeksli maaş hayali, geçen hafta 100 bin lirayı aşan dolar karşısında tuş oldu; refah payının yerine ise, kamu görevlilerini ve halkın büyük çoğunluğunu büsbütün ezen fiyat zamları geldi. Kamu görevlisi aylıklarını dolara endekslemekten vazgeçildi; ama, bu kez de, telefon konuşmalarının dolara endekslenmesi gündeme geldi. Böylece, millî görüşçü Refah Partisi sayesinde, konuşurken bile, telefonda nefes alırken bile dolara bağımlı olacağız. Nerede kaldı millî görüş; nerede kaldı İslam dinarı?! (DSP sıralarından alkışlar)

Yine, muhalefetteyken Sayın Erbakan ne diyordu; “benim köylüm diyerek ne yaptınız; tüpgaz, gübre, mazot, şeker, kömür, elektrik, benzin gibi mal ve malzemelere zam yaptınız” diyordu; “Refah Partisi iktidara gelince zam olmayacak” diyordu. Üstelik, hükümete geldikten aylar sonra bile, Sayın Erbakan, hâlâ, ikide bir “zam yok, zam yok” diyor; ama, muhalefetteyken eleştirdiği tüm zamları katlayarak sürdürüyor. Demek ki, Sayın Erbakan'ın, yalnız muhalefetteyken değil, iktidara geldikten sonra verdiği sözler de fasa fiso.

Muhalefetteyken, Sayın Erbakan, KİT'ler konusunda bakın ne diyordu: “Devlet mallarının satışıyla bekledikleri gelir -yani, o zamanki hükümetin beklediği gelir- 3 milyar dolar. Bunları satıp ne yapacaklar; dışborç faizlerine yatıracaklar. KİT'leri sattınız; bu ne demek; dışarıdan borç almayıp, kendi evladınızı yiyorsunuz.” Böyle diyordu Sayın Erbakan. Oysa, şimdi, Sayın Erbakan'ın başında bulunduğu Hükümet, özelleştirmeden, 3 milyar dolar yerine, onun 2 katını hedef alıyor, yaklaşık 6 milyar dolar bekliyor. Yani, şimdiki Hükümet, öncekilerden daha büyük bir iştahla kendi evladını yemeye hazırlanıyor, Sayın Erbakan'ın muhalefetteki mantığına göre. (DSP sıralarından alkışlar)

Hele, KİT'ler dışındaki kamu malları için, Sayın Erbakan, muhalefetteyken daha da ağır sözler söylüyor, “SSK'nın mal varlıkları dahil, kamu mallarının satışıyla açık kapatılmaya uğraşılmaktadır; yani, sizler, kendi evladınızı yemeden önce kanını emiyorsunuz” diyordu. Peki, şimdi, Hükümete geldikten sonra ne yapıyor Sayın Erbakan; SSK mallarını, kamu topraklarını, öğretmen ve kamu görevlisi konutlarını haraç mezat satarak, kamunun kanını, kendi tabiriyle, emmeye hazırlanıyor.

Ya köylüler, çiftçiler için muhalefetteyken neler söylüyordu Sayın Erbakan; 30 milyon köylümüzün borçlarının ve faizlerinin silineceğini, köylüye en az 2 milyar dolarlık sübvansiyon verileceğini; ayrıca, hayvancılık için de 2 milyar dolar ayırmak gerektiğini söylüyordu. Oysa, bu sözlerin hiçbiri tutulmadı.

Köylüler, çiftçiler, son yılların en çok ezilen toplum kesimidir. Nüfusumuzun en az yüzde 40'ını oluşturan bu kesim, 1960'larda ulusal gelirden yüzde 40 pay alırken, şimdi bu pay yüzde 10 dolaylarına düşmüştür; yani, kırsal alanda âdeta bir sömürge ekonomisi uygulanmaktadır ve köylü, tarlasına küser duruma gelmiştir.

Köylü, çiftçi bu ölçüde yoksullaşırken, tarım ve hayvan ürünleri üretimimiz de büyük ölçüde gerilemektedir. Yani, yakın geçmişe kadar, kendi ürünleriyle kendi halkını besleyebilen, üstüne de bunların dışsatımıyla döviz kazanabilen Türkiye, şimdi, bu bakımdan gitgide dışa bağımlı duruma gelmektedir. Kendi köylümüzden, çiftçimizden esirgenen devlet desteğiyle, yabancı çiftçilerin gelirleri artırılmaktadır.

Güya, serbest pazar ekonomisinde, çiftçi desteklenmezmiş! Oysa, çiftçilere en yüksek desteği sağlayan ülkelerin başında, serbest pazar ekonomisinin de öncülüğünü yapan Amerika Birleşik Devletleri gelmektedir, tüm Avrupa Birliği üyesi ülkeler gelmektedir ve Avrupa Birliği ülkelerini yalnız kendi devletleri değil, Avrupa Birliğinin ortak fonları da cömertçe desteklemektedir.

Köylü, çiftçi Türkiye'de bu ölçüde yoksullaşırken, tarım ve hayvan ürünleri üretimimiz de büyük ölçüde gerilemektedir. Yakın zamana kadar, kendi ürünleriyle kendi halkını besleyebilen Türkiye'nin şimdi bu duruma düşmüş olması, son derece acıdır.

Refah Partisi-Doğru Yol Partisi Hükümeti döneminde, köylümüzün yoksullaşması yine hızla sürmektedir. Bir yandan, başta mazot olmak üzere, tüm girdi fiyatları büyük ölçüde artırılırken, bir yandan da ödemeler aylarca geciktirilerek, köylümüz ezilmektedir.

Rakamlarda eğer bu sabaha kadar önemli bir değişiklik olmadıysa, köylümüzün, çiftçimizin, bugün gübre priminden 14,5 trilyon alacağı vardır, süt priminden 1,8 trilyon alacağı vardır, şekerpancarından 36 trilyon alacağı vardır, fındıktan 8,5 trilyon alacağı vardır, pamuktan 10 trilyon alacağı vardır, ayçiçeğinden 2 trilyon alacağı vardır, zeytinden, zeytinyağından ve başka ürünlerden 5 trilyon alacağı vardır; yani, toplam olarak, yaklaşık 77 trilyon alacağı, aylardır köylümüze, çiftçimize ödenmemiştir.

Toprak Mahsulleri Ofisine çok sınırlı alım yaptırıldığı için, tüccar, buğdayı ucuza kapatabilmiştir. Ardından, buğday dışalımına yüzde 15 vergi konularak, tüccarın elindeki buğdayın fiyatı büyük ölçüde yükseltilmiştir. Bunun sonucu olarak da, ekmek fiyatları, 8 bin liradan 15 bin liraya, yer yer de 18 bin liraya yükselmiştir. Böylece, köylü büsbütün yoksullaşırken, kentlerdeki dargelirli yurttaşlarımız da, başlıca tüketim maddeleri olan, başlıca besin kaynakları olan ekmek tüketimlerini kısmak zorunda bırakılmışlardır. Buna karşılık, iktidar partilerinin yandaşı aracılara, halk sırtından büyük kârlar sağlanmaktadır. Köylünün yoksullaşması yüzünden, tarımda girdi kullanımı da hızla gerilemektedir. Örneğin, son bir yılda, gübre kullanımı, neredeyse yarı yarıya azalmıştır; bu da, üretimin büsbütün düşmesi demektir.

Değerli milletvekilleri, biraz önce belirttiğim gibi, Türkiye'de, nüfusun en az yüzde 40'ı köylüdür; yani, yarıya yakını köylüdür. Nüfusunun yarıya yakını köylü olan bir ülkede, köylü yoksullaştırılarak hakça ve dengeli bir kalkınma sağlanamaz. Böyle bir ülkede, nüfusunun yarıya yakını hızla yoksullaştırılan ve yatırım gücünden yoksun hale getirilen bir ülkede ne tarım kalkınabilir ne de sınaileşme atılımları yapılabilir. (DSP sıralarından alkışlar)

Daha, Demokratik Sol Parti kurulmadan önce, 1960'lı yıllarda, demokratik sol hareket başladığında, biz, temel ilkelerden biri olarak şunu ortaya koymuştuk: “Kalkınma köylüden başlayacak” demiştik. (DSP sıralarından alkışlar) Bugün de, Demokratik Sol Partinin programında, bu ilke, vurgulanarak yer alıyor. Bizim, bundan amacımız, köylüyü köylü bırakarak kalkındırmak değil; bizim amacımız, kentliliğin tüm nimetlerinden, göçe zorlanmaksızın onu yararlandırmaktır. Bu amaçla, çok dağınık bir yerleşim düzeni içerisinde bulunan köylerin aralarında işbirliği kurmalarını -köylerin birleştirilmesi değil- köylülerin gücünün birleştirilmesini öngörerek, bir köy-kent projesi oluşturduk. Köy-kentler yoluyla, köylüleri, tarım alanında olsun tarım sanayileri alanında olsun, ortak yatırımlara özendirici bir proje hazırladık. Buna, uzun yıllardır, çok yakın zamana kadar, bazı masa başı entelektüelleri alaycı bir gözle baktılar; bunu, bir köylü romantizmiymiş gibi gösterdiler. Oysa, şimdi, bunların yıllardır ihmal edilmiş olmasının doğurduğu acı sonuçları bütün Türkiye görüyor, entelektüeller de görüyor, uzmanlar da görüyor. (DSP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bunu görebilmek için, tarımın iyice yoksullaşması, o yoksullaşma yüzünden kentlere göçün iyice hızlanması gerekmiştir ve böylelikle, kentlerde sosyal sorunlar patlama noktasına varmıştır, özellikle büyük kentlerde; ancak, onun üzerine, bizim yıllardır vurguladığımız bir gerçek Türkiye'nin gündemine gelmiştir. Yani, büyük kentlerin gitgide ağırlaşan, patlama noktasına varan sorunları büyük kentlerde çözülemez; ancak köyde çözülür, kırsal alanda çözülür. (DSP sıralarından alkışlar) Eğer, köylü, yerinden yurdundan olmaksızın, kendi isteği, iradesi dışında göçe zorlanmaksızın kendi yöresinde kalkınabilirse, refaha kavuşabilirse, uygarlığın bütün nimetlerine kavuşabilirse, çocuğunu çağdaş eğitim ve iletişim teknolojisinin olanaklarından da geliştirilecek açıköğretimin olanaklarından da yararlandırarak yetiştirebilecekse, neden kentlere göç akını devam etsin?.. Fakat, bu akının sona erdirilebilmesi, bazı kimselerin ileri sürdüğü gibi, İstanbul'a girişi vizeye bağlamakla değil; ancak köylüyü kalkındırmakla olabilir (DSP sıralarından alkışlar) ve bu şekilde, insanlar arasında olduğu kadar, bölgeler arasında da adalet ve denge sağlanır; üstelik, ulusal birliğimiz ve ülke bütünlüğümüz de büsbütün sağlam temellere kavuşmuş olur.

Demokratik Sol Parti, bu, köy-kent ve köylülerin ortak yatırıma yöneltilmesi projeleri dışında, ayrıca, güçlü ve gerçek anlamda demokratik kooperatiflere kavuşmasını savunmaktadır; üretim planlamasını zorunlu görmektedir. Böyle bir planlama, bizim yıllardır yaptığımız uyarılara karşın gerçekleştirilmediği için ne oluyor; bir yıl domates, soğan veya patates çok para getirdiğinde, ertesi yıl, birçok köylü, birçok çiftçi aynı ürünleri yetiştirmeye yöneliyor; o zaman hepsi birden perişan oluyor. Oysa, devlet, bu konuda, zorlayıcı değil, aydınlatıcı bilgilerle, özendirici biçimde bir üretim planlaması yapsa, bu gibi sorunlarla da karşılaşılmaz.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de bazı uzmanlar, bazı politikacılar, bazı entelektüeller, Türkiye'nin sınaileşme ile tarımda gelişme arasında bir seçme yapması gerektiğine inanırlar. Bu, son derece yersiz bir görüştür. Bunun ne kadar yersiz bir görüş olduğunu gösteren kanıtların başında şunlar gelir: Amerika Birleşik Devletleri gibi, Hollanda gibi, Benelüx ülkeleri gibi, Almanya gibi, Japonya gibi, Fransa gibi tarımda en ileri ülkeler, aynı zamanda sanayide en ileri ülkelerdir. Yani, sanayide gelişme ile tarımda gelişme ancak birlikte yürüyebilir; fakat, Türkiye'de, maalesef, tarım, yıllardan beri bağışlanmaz bir biçimde ihmal edilmiştir ve bu ihmalcilik, bugünkü Hükümet döneminde de, maalesef devam etmektedir.

Bu Hükümetin bir tarım politikası olmadığı gibi, görebildiğimiz kadar, bir sanayi politikası da yoktur; oysa, Türkiye için, artık, bir ciddî sanayi politikasının gündeme gelmesi zorunludur; çünkü, kıvançla görüyoruz ki, Türkiye'de, dünyaya nasıl açılacağını bilen, gelişmiş ülkelerle nasıl rekabet edilebileceğini bilen, cesur, yürekli bir girişimciler kuşağı yetişmiştir. Bunlar, devletin de önünde gitmektedirler. Devletten hemen hiçbir destek almadıkları halde, özellikle küçük ve orta ölçekli sanayiler, devletten hiçbir destek almadıkları veya çok yetersiz destek aldıkları halde, kendi başlarına, Anadolunun en umulmadık yerlerinde, mucize gibi sanayi merkezleri yaratabilmektedirler. Yeni bağımsızlıklarına, özgürlüklerine kavuşan Orta Asya ülkelerine, Kafkasya ülkelerine, Doğu Avrupa ülkelerine, hatta Rusya'ya, devletten önce, büyük sermayeden önce, bu küçük ve orta ölçekli işletmelerin girişimcileri yönelmektedir; ama, devlet, bu cesur, yürekli girişimcilere verdiği sözü hâlâ tutmamıştır. Şimdi “KOBİ'lere ayrılan parayı, desteği şu kadar artırdık” deniliyor. Oran olarak ne artırdınız, önemli olan o. KOBİ'lere sağlanan destek, oran olarak dün neydiyse bugün de odur; dün yüzde 4 idi, bugün de yüzde 4, bilemediniz yüzde 5'ten ibarettir; onu da, bürokratik işlemler dolayısıyla alabilmek son derecede zordur. Bu Hükümet, bir yandan “KOBİ'lere büyük önem veriyoruz” diyor, bir yandan da, bildiğim kadarıyla, bir yıldır hâlâ KOSGEB'e bir başkan atanmamıştır.

Hükümet, sözde, rantiyeliğe karşıdır; ama, rantiyelik en çok bu Hükümet döneminde -biraz önce verdiğim örneklerden de görülebileceği gibi- özendirilmektedir, kayıtdışı ekonomi genişlemeye devam etmektedir.

Büyük sanayi kuruluşlarının kazancının büyük bir bölümü de, sanayi üretiminden değil, sanayi dışı alanlardan sağlanmaktadır.

KOBİ'ler, gereğince desteklenmediği gibi, Hükümetin her iki kanadı, büyük sermaye kuruluşlarıyla da kavgalıdırlar. Oysa, sadece küçük ve orta işletmecilikle sanayi ülkesi olunamaz; tam tersine, küçüklerin ve ortaların da büyümesini kolaylaştırmak gerekir. Önemli olan, büyük sanayi kuruluşlarını önlemek değildir; önemli olan tekelleşmeyi ve kartelleşmeyi önlemektir. Bunu sağlamanın en önemli araçlarından biri de Rekabet Kuruludur; ama, Rekabet Kurulu Yasası çıktığı zamandan beri iki yıl geçtiği halde, ne bundan önceki hükümetler, ne de beş ayı aşkın bir süredir işbaşında bulunan bugünkü Hükümet, hâlâ Rekabet Kurulunu oluşturmamıştır.

Tekelleşmeyi ve kartelleşmeyi önleyebilmenin, aynı zamanda da tarımı ve köylüyü kalkındırabilmenin başlıca koşullarından bir başkası da, gerçek kooperatifçiliği, demokratik kooperatifçiliği geliştirmektir. Oysa, Türkiye'de kooperatif birlikleri devlet sultası altındadır, iktidara bağımlıdır; birçok komünist ülkede bile bu derece, bizdeki kadar, iktidara bağımlı kooperatif birlikleri yoktu; komünizmin revaçta olduğu bir dönemde bile, birçoğunda, kooperatiflerin üzerinde bu ölçüde devlet sultası yoktu.

Bundan önceki Meclis döneminde, Doğru Yol Partili değerli bir milletvekili arkadaşımız, kooperatif birliklerinin iktidar sultasından kurtulup, gerçek anlamda kooperatifçiliğe dönüşmesi için bir yasa önerisi hazırladı; fakat kendi partisi o yasa önerisini kadük olmaya mahkûm etti ve bu dönemde de -aynı milletvekili yine Mecliste olduğu halde- yeniletmedi; fakat bizim arkadaşlarımız, Demokratik Sol Parti Grubu, bu konuda yeni bir teklif hazırladı ve bu, mayıs ayından beri görüşülmeyi bekliyor.

Değerli arkadaşlarım, gerek sanayimiz gerek tarımımız önündeki en büyük tehlikelerden biri, gümrük birliğinin son aşamasına hazırlıksız olarak ve pazarlık gücümüz değerlendirilmeden, kullanılmadan geçilmiş olmasıdır; bundan da hem Doğru Yol partisi hem de onun iktidar ortaklığını yapmış olan, yeni Cumhuriyet Halk Partisi sorumludur. Her iki partinin Genel Başkanları, hükümette bulundukları sırada, geçen son genel seçim kampanyasını -düşünün- Türkiye'den çok Batı Avrupa'da geçirmişlerdir; Madrid'de, Bonn'da, Roma'da, Paris'te, Londra'da geçirmişlerdir; o şekilde seçim kazanabileceklerini zannetmişlerdir. Onları böyle bir gayret içinde, gümrük birliğini kendi ülkelerinin içpolitikasına alet etme gayreti içinde gören Avrupa Birliği ülkesi politikacıları, hükümetleri de, Türkiye'ye en olumsuz koşulları dayatmışlardır. Gümrük birliğinin son aşamasında Türkiye'ye, beş yıl için, ancak 3 milyar dolarlık, sözde, destek vaadi verilmiştir. Bunun da sadece 450 milyonu hibe olacaktır; fakat, bunlar da, artık, hasıraltı edilmiştir şu veya bu bahaneyle, birtakım siyasal gerekçelerle, bu sadaka kabilinden destekler bile Türkiye'den esirgenmektedir.

Türkiye, Avrupa Birliği'yle gümrük birliğine girişinin son aşamasında, sadece otomotiv sektörü için bir ölçüde avantaj sağlayabilmişti; fakat, onu da bugünkü Hükümet, şimdi, kendi eliyle yabancılara geri veriyor. Bu arada, Avrupa Birliğinden dışalımımız, ithalatımız, hızla artarken, dışsatımımız aynı ölçüde artmıyor ve bu nedenle, Türkiye'nin dışsatım geliriyle dışalım geliri arasındaki fark, kendi aleyhimize, dışsatım aleyhine hızla büyüyor, bir uçuruma dönüşüyor.

Sayın Merkez Bankası Başkanı, geçen gün verdiği bir demeçte “ödemeler dengesinin 20 milyar dolar, dışticaret dengesinin de 6 milyar dolar açık vermesine karşın, döviz rezervinin yüksek kalabilmesini Laleli'ye borçluyuz” diyordu. Yani, ancak Laleli'deki kayıtdışı dışsatımlar sayesinde, Türkiye, yüksek sayılabilecek bir döviz rezervini koruyabiliyor; fakat, bu, güvenilmez bir kaynaktır. Bildiğiniz gibi, Rusya'daki son seçimlerden önce, az daha bu olanak elimizden gidiyordu. Türkiye dışsatımda, ihracatta, bir büyük atılımı süratle yapmak zorundadır; fakat, bu Hükümet bu atılımı yapabilecek gibi görünmemektedir, aksine, ithalatı, dışalımı özendirmektedir.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de yalnız köylü yoksullaşmıyor, aynı zamanda, kâğıt üzerinde oldukça geniş haklara -toplupazarlık, toplusözleşme, grev haklarına- kavuşmuş olmasına rağmen, işçi kesimi de, hızlı bir yoksullaşma içerisindedir. Evet, birkısım sendikalı işçilerimiz, toplusözleşme hakkını kullanarak, enflasyonla bir ölçüde olsun mücadele edebiliyorlar; enflasyona karşı geçim düzeyini, yeterince değilse de, bir ölçüde koruyabiliyorlar; fakat, bugün, Türkiye'de, en az kayıtlı işçi kadar, kayıtdışı işçi de vardır; bu, Sosyal Sigortalar Kurumunun açıkladığı rakamlardan, bilgilerden bellidir. Yani, işçilerin yarısı toplusözleşme ve grev hakkından da, sosyal güvenlikten de yoksun durumdadır. Bu durumda, artık, Türkiye'de, işçiler açısından bile, sosyal adaletten söz etmek kolay değildir. Bu durum, sözleşme yapabilen işçilerin de pazarlık gücünü kısmaktadır.

Öte yandan, Türkiye'de, işçi kesiminin yaşadığı bir büyük dram, geçici işçilerle ilgilidir. Türkiye'de, yüzbinlerce geçici işçi veya mevsimlik işçi, yılın ancak üç dört ayında çalışıp ücret alabilmekte, ondan sonra geçimini nasıl sağlayacağı düşünülmemektedir. Bu yüzden, geçici işçilerin birçoğu, sosyal güvenlik haklarından bile yararlanamamaktadır.

Kamu görevlilerinin, Anayasa değişikliğiyle sağlanan, sendika ve toplusözleşme hakları ise, son derecede yetersizdir; kamu görevlilerine, âdeta, alay edermiş gibi verilmiş bir sözde haktır. Ona rağmen, o hak bile, hâlâ, kanunlaşabilmiş, uygulama alanına geçebilmiş değildir. Demokratik Sol Parti, iktidara geldiğinde, Anayasadaki sınırlamalara karşın, kamu görevlilerinin kendi geçim düzeylerini yükseltebilmelerini sağlamak için, gerekli bütün önlemleri alacaktır. (DSP sıralarından alkışlar)

Bu arada bir büyük haksızlık da, değişik tarihlerde emekli olmuş işçilerin emekli aylıkları arasındaki büyük farklılıklardır. Bu farklılıkları gidermek için gerekli girişimi de, Demokratik Sol Parti Grubu, daha bugünden yapmış durumdadır.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de, işsizlik sorununun ne ölçüye vardığı, son Sosyal Sigortalar Kurumu sınavı olayında görüldü. Bu sınavdaki usulsüzlükler, densizlikler üzerinde duracak değilim; bunu, benden önce konuşan hatipler, haklı olarak yerine getirdiler; fakat, 2 500 kadro için, 90 bin yurttaşımızın başvurmuş olması, bunların, çok zayıf bir umutla da olsa, kış ortasında, en uzak illerden, köylerden, kasabalardan Ankara'ya akın etmek zorunda kalmaları ve Ankara'da, günlerce, açıkta, soğukta, kuyruklarda beklemeleri, Türkiye'de işsizliğin ne kadar ciddî bir sorun haline geldiğini göstermektedir.

İşsizliği giderebilmek için üretken yatırımlara ağırlık vermek gerekir. Oysa, bugünkü bütçe, bir yatırım bütçesi değildir; bir faiz ödeme bütçesidir, borç ödeme bütçesidir, cari masrafları zoraki karşılamaya çalışma bütçesidir. Oysa, Türkiye, her yıl, kırsal alan nüfusuna 500 bin iş olanağı yaratmak zorundadır; kent nüfusuna ise, yılda 700 bin iş alanı sağlamak zorundadır. Kentlerde yeni iş sahaları, istihdam olanakları, sağlamanın maliyeti, kırsal alanda bunu sağlamanın maliyetinden çok daha yüksektir; bu bakımdan da, kalkınmayı kırsal alandan başlatmakta büyük yarar vardır.

Değerli arkadaşlarım, insanlık açısından en yaşamsal önem taşıyan iki alan, sağlık ve eğitimdir; fakat, Türkiye'de, son yıllarda, özellikle Doğru Yol Partisi-SHP/CHP hükümeti döneminde birtakım sağlık reformu tasarıları hazırlandığı halde ve bunlar, yetersiz ölçüde de olsa, gereksinmeyi karşılayabilecek nitelikte olduğu halde, bu reform tasarılarını yaşama aktarmak için hiçbir çaba gösterilmemiştir, kaynak ayrılmamıştır ve vatandaşlarımız ağır bir hayal kırıklığına sürüklenmiştir. Şimdi, bugünkü Hükümet döneminde de, bütçenin yapısına baktığımız vakit, görüyoruz ki -bütün o temennilere rağmen- öyle bir sağlık reformunun yapılabilmesi son derecede zor bir olanaktır.

Eğitimde de hemen hiçbir atılım yoktur. Binlerce okul, yalnız doğuda, Güneydoğu Anadolu'da değil, bazı büyük kentlerde bile öğretmensiz durumdadır.

Bu arada, açık yükseköğretim 1974 yılında, benim Başbakanlığım sırasında başlatılmıştır; benim çok umut verdiğim bir projeydi, çok güvendiğim bir projeydi, hâlâ güveniyorum ve umutla bağlıyım bu projeye; fakat, açıköğretimi, biz, çağın ileri iletişim teknolojisiyle ve örgün yükseköğrenimle birleştirerek, en yüksek düzeyde, en doyurucu düzeyde eğitim verebilecek hale getirmeye kararlıydık. Başta Eskişehir'deki Anadolu Üniversitesi olmak üzere, bunu yapabilecek kuruluşlarımız var; fakat, şimdiye kadar, son yıllarda gelip geçen hükümetler, maalesef, bu açık yükseköğretime de gereken önemi vermemişlerdir, bugünkü Hükümetin de buna önem vereceğini gösteren hiçbir gösterge, hiçbir gelişme yoktur.

Bu arada, eğitim sorununa son vermeden önce, bir güncel soruna kısaca değinmek isterim; o da, temel ilköğretimin 8 yıla çıkarılması. Fakat, aynı zamanda, bu 8 yılın ikiye bölünmesi projesi, önerisi de ısrarla gündeme getirilmek isteniyor bazı çevreler tarafından; o zaman, bu 8 yıllık temel öğretimin anlamı ne? Eski düzen sürecek demektir; 5 yıllık ilkokul, 3 yıllık ortaokul sürecek demektir. Bunu izah etmek mümkün değildir. Bazı çevreler, çocukların daha ortaokul yaşındayken imam-hatip okullarına geçişinin önlenmesi için buna karşı çıkıldığını düşünüyorlar. Öyle düşünenler, o nedenle karşı çıkanlar olabilir; fakat, bizim buna karşı çıkarken asıl hareket noktamız şudur: Henüz 11-12 yaşında olan bir çocuk, kendi geleceğini kendi özgür iradesiyle saptayabilecek durumda değildir; kendi yeteneklerini, kendi eğilimlerini tam olarak ortaya koyabilecek durumda değildir. Onun için, bu 8 yıllık temel ilköğretim projesini ikiye bölmek, çocuklara büyük haksızlık olur, Demokratik Sol Parti, öncelikle, bu nedenle bu projeye karşıdır. (DSP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Sayın Cevheri, zevkle dinlediğim konuşmasında inanç hakkına ve özgürlüğüne değindi; o konudaki görüşlerine tamamen katılıyoruz. Türk toplumu, gerçekten, İslama, zaten onun özünde var olan toleransı, hoşgörüyü büsbütün kazandırmıştır ve öncelikle de kendi içinde bu hoşgörüyü ve inanç bakımından özgürlüğü, eşitliği uygulamak durumundadır. Fakat, Türkiye'de, devlet, nüfusumuzun çoğunluğunu oluşturan Sünnî kesimin ibadet ihtiyaçlarını, sosyal, kültürel ihtiyaçlarını karşılamaya gayret ettiği, buna oldukça geniş kaynak ayrıldığı halde, yine nüfusumuzun çok önemli bir kesimini oluşturan Alevî yurttaşlarımız bu olanaktan yoksun bırakılmaktadırlar. Bu yoksunluğun giderilebilmesi için, Sayın Çiller, bundan önceki hükümetler döneminde, birkaç trilyon liralık bir ödenek ayrılacağı sözünü vermişti. Bu ödenekle, Alevî yurttaşlarımızın ibadet gereksinmelerinin, sosyal ve kültürel gereksinmelerinin karşılanmasına katkıda bulunulacaktı; fakat, başka birçok vaatler, sözler gibi, bu söz de unutulmuştur. Son Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmeler sırasında, Demokratik Sol Partili arkadaşlarım, Alevî kesime, bu amaçla; yani, inançlarına, sosyal ve kültürel ihtiyaçlarına katkıda bulunmak amacıyla, 10 trilyon liralık bir ödenek ayrılması önerisini vermişlerdir; fakat, maalesef, bu Hükümet, bu öneriyi de reddetmiştir.

Değerli arkadaşlarım, ekonominin sürüklendiği bunalımda, toplumu tiksindirecek ölçülere varan yoksulluklarda ve kirlenmelerde, bankaların da payı gözardı edilemez. Türkiye'de bankalar gereği gibi denetlenemiyor. O yüzden, bazı kamu bankalarının veya özel bankaların karıştığı yolsuzluk, rüşvet ve kayırma olayları, ya hiç ortaya çıkamıyor ya da ancak cinayet gibi tesadüfler sonucunda veya basının gayretiyle ortaya çıkıyor. Sorumlular da, hiç caydırıcı olmayan cezalarla, hatta bazen hiç ceza görmeden kurtulabiliyorlar. Kimi de, kendine verilen küçük cezaları bile çekmeden, kolayca yurtdışına çıkıp ortadan kaybolabiliyor. Tabiî, bunda adaletteki, emniyetteki ve devletin denetim kurumlarındaki tıkanıklıkların da etkisi var. O arada, bazı bankalar batıyor, daha doğrusu bile bile batırılıyor; ama, batıranların yaptıkları yanlarına kâr kalıyor. Batık bankalara tasarruflarını yatırmış yurttaşlarımızın ise yaşamları sönüyor. Bankazedeler ve dövizzedeler arasında, ruhsal bunalıma sürüklenenler, hatta intihar edenler az değildir.

Kârlı çalışan bankalar da, genellikle kârlarının büyük bölümünü, gerçek bankacılık işlevlerinden değil, yüksek faizli devlet kâğıtlarından sağlıyorlar. Böylece, üretimden çok, rant ekonomisine, enflasyondaki tırmanışa ve devletin borç gereksinmesinin karşılanmasına katkıda bulunuyorlar.

Refah Partisi-Doğru Yol Partisi Hükümeti de, bankalar sistemindeki yozlaşmanın ve sakatlıklarının üzerine yürüyebilecek durumda değildir; çünkü, bankacılık sistemindeki yozlaşmada ve kirlenmede, her iki Hükümet ortağı partinin de parmağı vardır. (DSP sıralarından alkışlar) Fakat, her konuda olduğu gibi, bu konuda da, Demokratik Sol Partinin alnı açıktır, eli temizdir. (DSP sıralarından alkışlar) Onun için biz, bankalar sistemindeki sorunların da üstüne kararlı biçimde yürümek yolundayız. Bu amaçla hazırladığımız bir araştırma önergesini de, Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunmuş bulunuyoruz.

Sayın Başkan, ne kadar vaktim kaldı; lütfeder misiniz?

BAŞKAN - Efendim, 13 dakikanız var. (DSP sıralarından “Müsamaha var mı?” sesleri)

Gayet tabiî... Arzu ederlerse, süreyi uzatacağım efendim.

BÜLENT ECEVİT (Devamla) - Çok teşekkür ederim efendim.

Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; Türkiye'nin en kaygı verici, en üzücü olaylarının başında, hâlâ, yıllardır süren, Güneydoğu Anadolu'nun sorunları geliyor. Biz, bu sorunların üzerine koyduğumuz teşhisleri, kamuoyunun bazı etkili kesimlerine anlatabilmekte yıllarca büyük güçlük çektik. Özellikle Körfez Savaşı ardından, Türkiye'nin, Kuzey Irak'ta düşürüldüğü tuzak nedeniyle, terörün tırmanışa geçeceğini, devletin, hem büyük can hem de büyük malî kayıplara uğrayacağını, yıllarca anlatmaya çalıştık; fakat, bu anlattıklarımızın doğruluğu, ancak son zamanlarda kabul edilmeye, algılanmaya başlandı.

O arada, sorunun sadece bir güvenlik sorunu olmadığını, hele hele bir etnik sorun olmadığını; temelde, o bölgenin çağdışı feodal yapısından kaynaklandığını; o bölgenin sınaileşmesini önleyen, ekonomik, kültürel anlamda başka bölgelerle bütünleşmesini önleyen feodal yapıdan kaynaklandığını; işsizlikten, yoksulluktan kaynaklandığını anlatmaya çalışıyorduk. Bunlar giderilmezse, bunların tedbiri alınmazsa, güvenlik önlemlerinde ne kadar başarılı sonuçlar elde edilirse edilsin, bölücü akımın kaynağının kurutulamayacağını yıllarca anlatmaya çalıştık. Bu anlattığımız gerçekler, ancak şimdi anlaşılmaya başladı, son zamanlarda anlaşılmaya başladı, son bir iki yılda anlaşılmaya başladı; ama, hâlâ gereken önlemler alınmıyor.

Düşünün, güvenlik gereksinmesiyle, en az 2 bin köy ve mezra boşalmış veya boşaltılmış durumda. Bir köylü ailesi köyünde yaşarken, hiçbir geliri olmasa bile, çoluk çocuğunun ihtiyaçlarını karşılayabilir; altında barınacağı bir damı vardır; ısınması için en azından tezeği vardır; kendi yiyecek ihtiyacını karşılayabilmesi için küçük bir bahçesi, koyunları, tavukları, biraz sebzesi, meyvesi vardır; ama, o köylü ailesini kapısının dışına, köyünün dışına bıraktığınız andan itibaren, o, çaresiz durumdadır. İşte, o anda devletin ona çareyi getirmesi gerekirdi; bu, ordunun vazifesi değildi; bu, polisin vazifesi, jandarmanın, özel timin vazifesi değildi; bu, hükümetlerin vazifesiydi. (DSP sıralarından alkışlar) Fakat, bundan önceki hükümetler gibi, bugünkü Hükümet de bunu gözardı ediyor ve hâlâ bu önlemleri almaya yanaşmıyor.

Terör yüzünden yarım kalmış yatırımların tamamlanması ve köye dönüşün kolaylaştırılması için devletin ayırdığı kaynak ne? Sayın Çiller'in bir süre önce açıkladığına göre, 4,5 trilyon lira... Onun da ne kadarı gitti belli değil; ama, son ara yerel yönetim seçimlerinde bir beldeye giderken Sayın Çiller “size, elimde 5 trilyonluk yardım paketiyle geliyorum” demişti. Yani, bir beldeye vaat edilenden daha düşük bir miktarla bütün Güneydoğu Anadolu'nun ivedi ihtiyaçlarının karşılanabileceği sanılıyor.

Sayın Erbakan -bilinen hayalciliğiyle ve kuşkusuz iyi niyetiyle- Başbakan olur olmaz, Sayın Genelkurmay Başkanının yaptığı ziyaretin hemen ardından, Genelkurmay Başkanını da çok güç durumda bırakacak bir açıklamada bulundu “sizlere müjdeler olsun; artık, bütün köylere, mezralara dönülebilir” dedi. O zamandan beri beş ay geçti, boşalan köylerin, mezraların daha onda birine bile dönülebilmiş değil. Dönülen köylerde de, köylü, nerede, nasıl barınacağını, yaşamını, geçimini nasıl sağlayacağını bilemez durumda.

Değerli arkadaşlarım, yıllardan beri bu bölgede, devletin resmî rakamlarına göre, 3 bin okul kapalı; açık okullarda da, 2 binin üstünde öğretmen açığı var.

BAŞKAN - Sayın Ecevit, bir dakika efendim.

Değerli milletvekilleri, acaba biraz daha sükûneti temin edebilir miyiz; hatibi izlemekte zorlanıyoruz.

Buyurun efendim.

BÜLENT ECEVİT (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bu yüzden, o bölgede yetişen çocuklarımızın yüzbinlercesinin geleceği kararmaktadır, hiçbiri geleceğe hazırlanamamaktadır; çoğu erkek çocuklar bile Türkçe öğrenememektedirler. Bu durumda, siz, istediğiniz kadar, güvenlik durumunu etkili duruma getirin, bölücü akımın kaynağı kolay kolay kurutulamaz. Geçen gün gittiğim Diyarbakır'da öğrendiğime göre, Diyarbakır gibi önemli bir kültür merkezinde bile 30 bin çocuk okula gidemez durumdadır.

Bu arada, kısaca, köy koruculuğu sorununa da değinmek istiyorum. Bu konuda da başından itibaren hükümetleri uyardık. 1985'ten itibaren, Anavatan Partisi Hükümetini, Doğru Yol Partisi-CHP/SHP hükümetlerini uyardık ve bugünkü Hükümeti de uyarmaya devam ediyoruz. Bölgenin geri kalmışlığının ve bölücü akımlara elverişli ortamının başta gelen nedeninin feodal yapı olduğunu, köy koruculuğu sisteminin, kendi haline bırakılsa kendiliğinden çözülme sürecine girebilecek feodal yapıyı büsbütün kökleştirdiğini anlatmaya çalıştık; fakat, anlatamadık. Halkın da uyarılarına kulak verilmedi. Ben, 1989 sonbaharında, yarı politikacı yarı gazeteci olarak güneydoğuya yaptığım bir gezide köylü vatandaşlara, köy koruculuğu konusunda ne düşündüklerini sormuştum. Bakın, o köylülerin teypten çıkardığım sözleri neler? Köylülerden biri “ağaların, aşiret reislerinin, zaten kendi aralarında kan davası var. Eğer koruculuk yerleşirse, kendi meselelerini bu ortamda giderirler. Bu önlemler uygun değildir; devlet devletliğini bilmelidir” diyordu daha o tarihte. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Bir başka köylü şunu ekliyordu: “Bu ağalık, aşiretlik, çıktıysa, demek ki, devlet, devletliğini reddetmiş.”

Daha 1989'da, bir başka köylü “bu aşiret reisleri, bu ağalar, kimleri silahlandırıp, dağa çıkarıyor? Yine, benim gibi fakir fukaraları. Ölürsem yine ben öleceğim; ağa ölmez” diyordu. Tabiî, bu “ağa ölmez”in anlamı “buradaki bozuk düzen değişmez”idi. Oysa, kendi haline bırakılsa, devlet engellemese, bozuk düzen kendiliğinden çözülmeye başlayacaktı.

Değerli arkadaşlarım, düşünün, devletin askeri, polisi, jandarması, partilere üye olamazken, siyaset yapamazken, onlarla aynı görevleri paylaşan köy korucuları ve onların başındakiler, partilere üye de olabiliyorlar, siyasete de karışabiliyorlar. Tabiî, bu kadar zaman geçtikten sonra, köy korucuları kapının dışına çaresiz durumda bırakılamaz. Onlardan bir kısmını devletin gerçek güvenlik güçleri içerisine almak, bir kısmına da yeni iş olanakları sağlamak gerekir.

Değerli arkadaşlarım, 1997 bütçesinde geçici köy korucularına ayrılan ödenek, 14 trilyon 300 milyon liradır. Enflasyon farkı hesaba katılırsa, demek ki, son on yılda bugünkü para değeriyle yaklaşık 150 trilyon ödenmiş köy korucularına. Bu 150 trilyonla Güneydoğu Anadolu'da üretken yatırımlar yapılsaydı, hem Güneydoğu Anadolu kurtulurdu hem bölücü terör sona ererdi hem de köy korucuları, ağalarına muhtaç olarak değil, kendi başlarına iş yapma ve hayatlarını kazanma olanağını bulurlardı. (DSP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, vaktim çok az olduğu için ve sonunda, elbette, ben de, bir ölçüde Susurluk olayına değineceğim için, çok önem verdiğim bir alan olan dışpolitika alanı üzerinde, vakit darlığı nedeniyle çok kısa durabileceğim.

Sayın Erbakan'ın, o iyi niyetli hayalcilikleri, çelişkileri, temennileri, dışpolitikada da sürüyor. İçpolitikada, o yüzden başımıza gelebilecek sorunları, kendi içimizde çözeriz; ama, uluslararasında, Sayın Erbakan'ın...

Sayın Erbakan'ın dinleyebilme özgürlüğüne kavuşmasını bekliyorum; çünkü, kendisiyle ilgili. (DSP sıralarından alkışlar)

Bir hükümetin, Türkiye içinde yapacağı hatalar zamanla tamir edilebilir; ama, uluslararası ilişkiler alanında yapacağı hatalar kolay kolay tamir edilemeyebilir.

Şimdi, bu konu üzerinde, Hükümetin çelişkileri, Hükümetin densizlikleri, özellikle Sayın Erbakan'ın tutumu üzerinde çok duruldu; ben, bu ayrıntılara tekrar girerek vaktinizi alacak değilim; yalnız, Sayın Erbakan'ın, o hayalciliğinin, temenniciliğinin yeni bir örneğindeki garabet üzerinde kısaca durmak istiyorum.

Bildiğiniz gibi, dünyada, G-7'ler diye bilinen bir grup vardır. Bu grubun içinde, dünyanın en güçlü, dev ekonomilerine sahip olan ülkeler yer alıyor; Amerika Birleşik Devletleri, Japonya, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Kanada yer alıyor.

Şimdi, Sayın Erbakan “bu, haksızlık anlamına gelir” diyor; doğru... Bunun karşısına, bir karşı güç çıkarmak istiyor; o da bu amaçla, M-8'leri -Türkiye, İran, Pakistan, Mısır, Bangladeş, Endonezya, Malezya, Nijerya- kuracak.

Bu devletler, bir araya gelecekler!.. Amerika'nın her türlü diyaloğu reddettiği İran; dünyanın dışladığı Nijerya; dünyanın en yoksul ülkelerinden biri olan Bangladeş; ekonomisi, ancak, cömertçe Amerikan yardımlarıyla ayakta durabilen Mısır... Bunlar bir araya gelecekler ve o büyükler kulübünün karşısına fakirler kulübü olarak çıkıp, dünya âleme nizam verecekler!.. (DSP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Sayın Erbakan'ın 7 Aralık günü Millî Gazetede çıkan uzun bir söyleşisinden öğrendiğimize göre, bu girişimi ve gelişmeyi “Cenabı Hak tanzim ediyor”muş!.. Sayın Erbakan, öyle diyor.

Lütfen, Sayın Erbakan, olmayacak duaya “amin” deyip de, bunun günahını, sonradan, Cenabı Hakkın üstüne yıkmaya kalkışmayın. (DSP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Sayın Erbakan'ın dış ilişkilerdeki tutumunda gözden kaçan bir özelliği de dikkatlerinize sunmak isterim: Sayın Erbakan, İslam âlemini birleştirmek istiyor -güzel, inşallah gerçekleşir- ve gezilerine de İslam ülkelerinden başladı; Güneydoğu Asya'da, Güney Asya'da, Afrika'da İslam ülkelerine gitti. Peki, Orta Asya'daki yeni Türk cumhuriyetlerine niçin gitmedi? (RP sıralarından “oraya da gidecek” sesleri) Efendim, niçin öncelik vermedi? Ben söyleyeyim nedenini : Çünkü, onların gözünde Türkiye, laikliğin önderidir, örneğidir. (DSP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Onlar, Türkiye'nin, Atatürk'ün açtığı yolda, laik demokrasiyle kendilerine örnek olmasını beklemektedirler. (DSP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Onun için, elbette, önünde sonunda gidecek, gitmezse çok ayıp olur; ama, bunu geciktirmesinin de nedenleri arasında, benim bu ileri sürdüğüm nedenin payı, herhalde küçük değildir.

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) - Nihayet, Amerika'yı siz de müdafaa ettiniz yani...

BÜLENT ECEVİT (Devamla) -Değerli arkadaşlarım, şimdi, yine, bu konuyu bitirmeden önce, bir tehlikeye dikkati çekmek isterim...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Bir dakikanızı rica ediyorum efendim; sürenizi uzatacağım.

Buyurun efendim.

BÜLENT ECEVİT (Devamla) - Çok teşekkür ederim efendim. Hoşgörünüzü suiistimal etmemeye çalışacağım.

Belli ki, Amerika, Irak politikasının iflas ettiğinin bilinci içerisindedir ve Irak'tan elini eteğini büyük ölçüde çekme eğilimindedir. Bu, bizim de temennimizdir; ama, bunun yerine nasıl bir düzenleme geleceğini Türkiye belirlemelidir. Benim bildiğim, Türkiye'de, devletin, böyle bir projesi yoktur; ama, Demokratik Sol Partinin böyle bir projesi vardır ve 15 Nisanda bütün dünyaya açıklanmıştır. (DSP sıralarından alkışlar) İster benimsensin ister ayrı, gerçekçi bir proje hazırlansın; ama, süratle, bu konuda gereken adımları atmak, Türkiye'nin görevidir. Aksi halde -Batı basınında da sözü edilmeye başlayan bir olasılığı dikkatlerinize sunmak isterim- bazı Avrupa ülkelerinin demokrasilerinden, hoşgörülerinden yararlanarak veya onu suiistimal ederek, Batı'da kurulan sözde kürdistan parlamentosunu, şimdi, Kuzey Irak'a taşıma eğilimleri olduğu anlaşılıyor. Bu bakımdan da Hükümeti uyarıyorum.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Başkanın müsamahasıyla, sözlerimi bitirmeden önce, Susurluk'ta patlak veren olaya da kısaca değinmek isterim.

Devleti yıllardır sarıp sarmalayan karanlık ilişkilerin ne denli utanç ve kaygı verici bir düzeye eriştiği, Susurluk'taki araba kazasıyla, bir ucundan gözler önüne serilmiştir. Silahlı eylemcilerle ve çetelerle, ihale, kumar, eroin mafyalarının, feodal güçlerin, bazı siyasal güçlerin ve bazı güvenlik birimlerinin, el ele, devleti yıllardır içinden çürütmekte oldukları artık bellidir. Devleti bu ilişkiler ağından kurtarabilmek için, Susurluk olayıyla ortaya çıkan gerçeklerin altı kazınmalıdır. Buna yürek gerekir; ama, yürek de yetmez; yürekli emniyet görevlilerine, denetim elemanlarına, savcılara, yargıçlara her güvenceyi vermek gerekir. Karanlık ilişkiler ağının üstüne yürürken, onları, iktidarın keyfî uygulama ve atamalarıyla engellenmekten esirgemek gerekir. Devlet ancak öyle temizlenir, failî meçhul cinayetler ancak öyle önlenir, demokratik hukuk devleti de ancak öyle işlerlik kazanır. Bunun yolunu yordamını da Demokratik Sol Parti göstermiştir; Susurluk olayından önce değil, ondan çok daha önce göstermiştir.

Yüksek Denetleme Kurulunun Başbakanlıktan ayrılarak, tamamen özerk ve bağımsız bir kuruluş haline gelebilmesi ve bu gibi olayların hiç değilse parasal yönünün üzerine rahatlıkla eğilebilmesi için, bir yasa önerisini, birbuçuk yılı aşkın bir süre önce Meclise sunduk; fakat, hâlâ, komisyonlarda gündeme alınabilmesini bile sağlayamadık.

Öte yandan, 12 Eylül döneminden sonra bir hayli kısılmış olan yargı bağımsızlığının yeniden tatmin edici bir düzeye çıkarılabilmesi için, bir Anayasa değişikliği önergesini, bundan aylar önce, Meclisteki değerli partilerin imzalarına açtık; ama, bugüne kadar, Demokratik Sol Partili milletvekilleri dışında hiçbir partinin milletvekilinden tek bir imza gelmedi arkadaşlarım. (DSP sıralarından alkışlar)

Toplumdan yükselen tepkiler çok yerindedir; fakat, Mecliste temsil edilen partiler tepki göstermekle yetinemezler. Temiz toplum için, Meclis dışında imza toplamak da yetmez. Mecliste temsil edilen partilerin, bir yandan tepki gösterirken bir yandan da çözüm göstermeleri gerekir. Çözüm gösteren tek parti ise, Demokratik Sol Partidir. (DSP sıralarından alkışlar) Çünkü, Demokratik Sol Partinin alnı açıktır, eli temizdir, hiçbir yasadışı güce veya akıma diyet borcu da yoktur. Meclis dışından gelen tepkileri, Meclis dışında toplanan ve toplumun duyarlığını gösteren imzaları etkili kılabilmenin başta gelen bir yolu, bir koşulu, bizim çözüm önerilerimize Meclis dışından destek, Meclis içinden de imza ve oy vermektir. Bu katkıyı esirgeyenler, o karanlık ilişkiler ağının üstüne yürümekteki içtenliklerine bizi inandıramazlar.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Çiller, mafya bağlantılı cinayet şebekelerini, yakın geçmişte bizzat kendisinin de kullandığını ve kullananları onayladığını geçen gün açığa vurmuştur. Onları, devlete hizmet eden vatansever kahramanlar gibi göstermiştir. “Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir” derken, siyasal cinayet işleyenleri, yargısız infazcıları, mafya hesaplaşması canilerini, Sayın Çiller, devletin yasal güvenlik güçleriyle bir kefeye koymuştur.

Genel Başkan Sayın Çiller'in ardından bir yardımcısı, Sayın Mehmet Gölhan da, yasadışı eylemlerde sıkılan kurşunlar için “o kurşunlar olmasa biz burada oturamazdık” demiştir.

Demin, Sayın Cevheri “devlet olmasa biz burada oturamazdık” diyor; yine aynı görevde bulunan, Doğru Yol Partisinin Genel Başkan Yardımcılığında bulunan Sayın Gölhan “o güçler olmasa, o kurşunlar atılmasa biz burada oturamazdık” diyor. Böylelikle, can güvenliklerini devlete değil, Millet Meclisindeki ve Hükümetteki yerlerini de millete değil, cinayet şebekelerine borçluymuş gibi konuşmuşlardır Sayın Çiller ve Sayın Gölhan.

Yıllardır içeride ve dışarıda aranan bir suçlu için, Çatlı için,Sayın Gölhan -benim çok değer verdiğim bir devlet adamı -Sayın Gölhan- “o, benim gözümde büyüdü” diyebilmiştir.

Çiller'in ve Yardımcısının bu sözleri ardından ne olmuştur? Kendilerini ülkücü, yani idealist olarak adlandıran bir militan gençler grubu, 12 Eylül öncesinin kanlı eylemlerinin bir benzerini tezgâhlamaya kalkışmışlardır. Bu gençler, kendilerini, Başbakan Yardımcısı Sayın Çiller'in “devlet için kurşun atan kahramanlar” tanımı içinde görerek, İstanbul Üniversitesinde, öğrencilerin üstüne satırlarla, tabancalarla yürümüşlerdir. (DSP ve CHP sıralarından alkışlar) 7 Aralık günü Bursa'da yaptığı bir konuşmada Sayın Çiller “kimse devleti yıpratmasın, evvel Allah, onu hallederiz” demiştir. Oysa, devleti en başta kendisi yıpratmaktadır. Sayın Çiller'in övüp kışkırttığı eylemcilerin, kimleri, nasıl hallettikleri de, artık, çok iyi bilinmektedir.

Sayın Çiller, densizliği daha da ileri götürerek, övdüğü cinayet şebekelerini eleştirenleri, ASALA ve PKK destekçileri gibi göstermeye kalkışmıştır. Öylece, Ermeni terör örgütü ASALA'yı sindirenlerin de, PKK eylemlerini frenleyenlerin de, o cinayet şebekeleri olduğunu ima etmiştir. Oysa, ASALA, Paris'teki bir kanlı eyleminin Batı ülkelerinde uyandırdığı tepki üzerine, kendiliğinden eylemlerini sona erdirmek zorunda kalmıştır. PKK ile dağlarda, kentlerde vuruşanlar da, o cinayet şebekeleri değil, devletin şerefli güvenlik güçleridir. (DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

Hukuk devleti kurallarının doğru dürüst işlediği bir ülkede, mafya bağlantılı siyasal cinayet şebekelerine Sayın Çiller gibi sahip çıkan bir liderin veya bakanın siyasal yaşamı bir günde sona ererdi. Şimdi, ben şunları merak ediyorum değerli arkadaşlarım:

1. Kendi partisi, Sayın Çiller'in ağır sorumluluğunu paylaşmaya devam edecek midir; yoksa, temel devlet sorunları konusunda, kendini, Sayın Çiller'in sorumsuzca tutumuna tutsaklıktan kurtarabilecek midir?

HASAN EKİNCİ (Artvin) - Sana ne!

BÜLENT ECEVİT (Devamla) - Bana ne değil; bu, bütün milleti ilgilendiriyor.

2. Refah Partisi, Doğru Yol Partisiyle iktidar ortaklığının ağır bir suç ortaklığına dönüşmesini içine sindirecek midir; yoksa, yasadışı eylemlerin üstüne etkin biçimde yürünebilmesi için, yargı erkine ve devlet denetimine tam bağımsızlık sağlamayı kabul edecek midir?

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) - Kabul edecektir, devam da edecektir...

HALİL ÇALIK (Kocaeli) - Başka yolu yok!..

BÜLENT ECEVİT (Devamla) - Eğer bu partiler, devletteki kirlenmenin üstüne etkin biçimde yürüyebilmenin gereklerini Çiller engelini aşamadıkları için yerine getiremezlerse, hele bir de basın özgürlüğünü kısarak, yolsuzlukların ve siyasal cinayetlerin açığa çıkmasını zorlaştırırlarsa, ne ülkeye ne de kendilerine hayırları dokunur. (DSP sıralarından alkışlar)

Herhalde, şimdiki haliyle bu Hükümeti, devlet ve millet, uzun süre sırtında taşıyamaz. Taşıyamaz da ne olur? Artık, sabrı taşan ve kabından taşan millet, Hükümet sorununun çözümünü, değişecek yeni koşullar içinde bulur. Biz de, Demokratik Sol Parti olarak, buna, elimizden gelen katkıyı yaparız. Mecliste temsil edilen partiler arasında, 1980'lerin, 1990'ların sorumluluğuna ve kirliliğine bulaşmamış tek parti olarak da, ilk seçimlerde iktidara adaylığımızı koyar ve milletten yetki isteriz. (DSP sıralarında “Bravo” sesleri, alkışlar)

Sayın Başkana müsamahası için şükranlarımı ve siz değerli milletvekillerine ve aziz vatandaşlarımıza saygılarımı sunarım. (DSP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Ecevit.

V. - SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. - Ankara Milletvekili Mehmet Gölhan'ın, İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit'in, basında çıkan sözlerini yanlış aksettirmesi nedeniyle konuşması

MEHMET GÖLHAN (Ankara) - Sayın Başkan?..

BAŞKAN- Buyurun Sayın Gölhan.

MEHMET GÖLHAN (Ankara) - Sayın Başkan, Sayın DSP Genel Başkanı, ismimden bahsederek, basında çıkan bazı hususları yanlış ifade etti.Müsaade eder misiniz, bir açıklama yapayım.(Gürültüler)

BAŞKAN - Sayın Gölhan, şunu mu söylemek istiyorsunuz : Sayın Ecevit, sizin basında yayımlanan sözlerinizi tekrar ederek bazı ifadelerde bulundu. Siz de, yerinizden “hayır, böyle değildir” demediniz, “yanlış anlamışsınız” dediniz. Bunu mu düzeltmek istiyorsunuz?

MEHMET GÖLHAN (Ankara) - Evet.

BAŞKAN - Buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar; DSP sıralarından “televizyondan dinledik” sesleri)

Sayın milletvekilleri, müsaade buyurun; herkes, burada her şeyi söyler; müsaade buyurun...

MEHMET GÖLHAN (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sayın DSP Genel Başkanı benim ismimi zikrederek, burada, hakikaten, basında çıkan konuları biraz yanlış aksettirdi. Ben şunu söylüyorum; tekrar ediyorum: Evet, devlet için kurşun sıkan da, kurşun atan da şereflidir, haysiyetlidir, kahramandır. Bunun, şu veya bu mafyayla veya Çatlı ile alakası yok. (DSP sıralarından “televizyondan dinledik” sesleri, gürültüler)

YUSUF ÖZTOP (Antalya) - Sen onları kastetmiyorsun; sen, Çatlı'yı kastediyorsun.

METİN ŞAHİN (Antalya) - Televizyondan dinledik, gazeteden okumadık.

BAŞKAN - Bir dakika efendim... Bir dakika...

MEHMET GÖLHAN (Devamla) - Ülkenin bölünmez bütünlüğü için güneydoğuda teröre karşı mücadele eden 5 bin şehit verdik, 5 bin tane! 5 bin tane de vatandaş şehit verdik; 10 bin kişi şehit oldu orada. Onları kastederek söylenmiş olan bir sözü, gelip de buraya... Ne olduğu belirsiz, kendisini hiç tanımadığım, bilmediğim, bir Abdullah Çatlı ile ilgili sözler değil bunlar. (DSP sıralarından gürültüler) Tekrar söylüyorum Sayın Genel Başkanım: Alakası yok bunun.

BAŞKAN - Anlaşıldı Sayın Gölhan.

Teşekkür ederim efendim.

MEHMET GÖLHAN (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım. (DSP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, efendim, bakınız, problem yok.

Bir hatip, burada sözünü söylüyor -itiraz olursa, o da çıkar- İçtüzük hükümleri içerisinde itirazını yapıyor, demokratik kurallar içinde tartışıyoruz. Yeter ki, iktidar tarafı hoşgörü içerisinde, muhalefet tarafı da itidal içerisinde olmayı becerebilsin. Bütün mesele budur. Bunu yapabildiğimiz ölçüde, bu Genel Kurulda, bütün müzakereleri sağlıklı yürütürüz.

ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Amasya) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Bir dakika efendim; söz vermedim size.

IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. - 1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/518) (S. Sayısı : 134) (Devam)

2. - 1994 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1994 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/282, 3/414) (S. Sayısı : 103) (Devam)

3. - 1995 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1995 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/492, 3/516) (S. Sayısı : 151) (Devam)

4. - Katma Bütçeli İdareler 1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/519) (S. Sayısı : 135) (Devam)

5. - 1994 Malî Yılı Katma Bütçeli İdarelerin Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1994 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/283, 3/415) (S. Sayısı : 102) (Devam)

6. - 1995 Malî Yılı Katma Bütçeli İdarelerin Kesinhesaplarına Ait GenelUygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1995 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/493, 3/517) (S.Sayısı: 15) (Devam)

BAŞKAN - Değerli milletvekilleri, bütçenin tümü üzerinde gruplar adına konuşmalar tamamlanmıştır.

Şimdi, şahıslar adına görüşmelere geçeceğim.

Bütçenin tümü üzerinde, aleyhinde Sayın Halit Dumankaya; buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)

Süreniz 15 dakikadır.

HALİT DUMANKAYA (İstanbul) - Sayın Başkan, muhterem milletvekileri; bizleri televizyonları başında izleyen dargelirlilerimiz, memurlarımız, işadamlarımız, işçilerimiz, esnafımız, köylülerimiz, çiftçilerimiz, özürlülerimiz, terörden evlatlarını kaybeden analarımız, bacılarımız; hulasa, dertli insanlarımız, dürüst insanlarımız; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

Geçen gün kaybettiğimiz, Grubumuzun üyesi Sayın Mehmet Ali Altın'a Allah'tan rahmet diliyorum; ailesine, Kırşehir halkına, Anavatan Partisi Grubuna ve tüm Meclise sabır temenni ediyorum.

Değerli arkadaşlarım, ben şu panoyu gördüğüm için konuşmama tersten başlayacağım. Sayın Erbakan Hoca grafiklerle konuşmayı sever, ben de belgeyle konuşmayı severim. Şimdi, Sayın Hocamın 1991 yılındaki “Teşhis” adlı bu kitabında -eğer, o slayt makinesinden ben de yararlansaydım- söylediklerini, yazdıklarını ben de burada halka göstermek isterdim; yani, kendilerinin reklamını yapmak isterdim.

BAŞKAN - Sayın Dumankaya, bir dakika efendim...

Biraz sonra, Sayın Başbakan söz almadan önce, o makinenin ne sebeple, nasıl bir müracaatla oraya kurulduğu hakkında Genel Kurula bilgi vereceğim; ama, mademki konuya girdiniz, hemen açıklama yapayım...

HALİT DUMANKAYA (Devamla)- O zaman, benim...

BAŞKAN - Sizden de bir arzu gelseydi, siz de tedbirinizi önceden Başkanlığa bildirseydiniz, size de aynı imkânı tanırdım efendim. (RP sıralarından alkışlar)

HALİT DUMANKAYA (Devamla)- Sayın Başkan, saat çalışıyor... İki dakika...

BAŞKAN - Ben o süreyi size vereceğim.

Buyurun.

HALİT DUMANKAYA (Devamla)- Şimdi, bakınız, burada bir grafik var. Ekmeğin üçte biri İsrail'e gidiyor, üçte biri vergilere gidiyor ve üçte biri de halkın cebinden alınıyor; yani, halkın cebindeki paranın üçte ikisi İsrail'e gidiyor...

ÖMER EKİNCİ (Ankara) - Anlamamışsın; dikkatli oku...

BAŞKAN - Sayın Ekinci, biraz sabırlı olur musunuz... Lütfen...

HALİT DUMANKAYA (Devamla)- İkinci grafiğe bakıyoruz. Yine, bakınız, kredi, kambiyo, darphane, vergi, faiz vatandaşın sırtına binmiş. Halbuki, faizlerin en çok arttığı dönem bu dönemdir; kambiyonun, darphanenin çalıştığı dönem bu dönemdir.

Yine üçüncü grafiğe .bakıyoruz. İşte, altınlar, İsrail'e gidiyor.

Yine dördüncü grafiğe bakıyoruz. Batık krediler, altınlar İsrail'e gidiyor, siyonizme gidiyor.

Grafikler böyle devam ediyor; zamanım kısa olduğu için, hepsini anlatamıyorum. Yani, düzeni, İsrail üzerine, siyonizm üzerine kurulmuştur; ama, tarihe bakın ki, ilk defa, İsrail ile dört anlaşma yapılmış ve bunlardan iki tanesi, şu beş ayda, Refah Partisi döneminde yapılmış. Demek ki, kurulan düzen bu şekilde işliyor ve Refah Partisi, İsrail ile anlaşmaları imza ediyor.

Yine, bakınız, bu, Refah Partisinin slogan kitabıdır; 6 ncı sayfasının 7 nci sütünunda deniliyor ki: “Hava, su, siyaset temizlenecektir.” Çok güzel bir slogandır.

Şimdi, bu sloganlardan işe başlıyorum: “Hava, su, siyaset, temizlenecektir.” Genel Başkanımız Sayın Mesut Yılmaz dedi ki: “Siyasetten, yalanı ve haramı temizleyeceğiz.” Bu sloganlar, birbirine çok yakındır.

Biz, iktidara ortak olunca -yani, seçim yapılınca- yolsuzlukları, 14 dosya olarak -ama araştırma olarak- Meclis gündemine getirdik. Refah Partisi de “varan bir, TEDAŞ; varan iki, TOFAŞ; varan üç, mal varlığı” dedi ve dokuz tane daha “varan” sırada bekliyordu.

KADİR BOZKURT (Sinop) - İstanbul'da kaç dairen var?..

HALİT DUMANKAYA (Devamla) - Biz, 53 üncü Hükümet Programı hazırlanırken, yolsuzlukların üzerine gidileceğini açık ve net bir şekilde oraya koyduk; ama, 54 üncü Hükümetin Programına bakıyorsun, sanki “bu yolsuzlukların üzeri örtülecektir” kelimeleri vardır.

Şimdi, bakınız değerli milletvekilleri, biz, Hükümeti kurup, TURBAN, Sait Halim Paşa Yalısı, Petrol Ofisi, Toprak Mahsulleri Ofisi, özelleştirme gibi konuların üzerine gittiğimiz zaman, ortağımız bize dedi ki “bize çamur atıyorlar, böyle bir şey yoktu.” Ben, bu kürsüden, tüm kamuoyuna ilan ettim, dedim ki: Bizim verdiğimiz önergelerde, eğer yolsuzluk yoksa, eğer devletin namuslu bir genel müdürüne, eğer devletin namuslu bir başbakanına iftira ediyorsak, bunun bir bedeli olması lazım; Anayasada yok, İçtüzükte yok; ama, ben, milletvekilliğinden istifa edeceğim. Bugün, TOFAŞ bitmiştir, Toprak Mahsulleri Ofisi bitmiştir, Petrol Ofisi bitmiştir ve yolsuzluğun boyutu ne biliyor musunuz değerli arkadaşlarım; 5 trilyonu geçmiştir.

İşte bu nedenle bizim ortaklık bozuldu. Benim Genel Başkanım dedi ki: “ben kirli dosyaların üzerine oturmam.” İşte bu kirli dosyaların üzerine bu yeni Hükümet kuruldu. Nasıl kuruldu?..

NECMİ HOŞVER (Bolu) - Yolsuzlukları araştıracak bakanı transfer ettiniz.

HALİT DUMANKAYA (Devamla) - Oradan laf atacağına beni iyi dinle!..

NECMİ HOŞVER (Bolu) - Ceremesini ben çektim. Transfer ettin...

HALİT DUMANKAYA (Devamla) - Şimdi, burada şu oldu : TOFAŞ'la ilgili...

BAŞKAN - Bir dakika Sayın Hatip.

Sayın Hoşver, lütfen...

Devam edin Sayın Dumankaya.

HALİT DUMANKAYA (Devamla) - TEDAŞ'la ilgili komisyon kuruldu. DYP hemen Mercümek'le ilgili bir önerge verdi, onunla ilgili komisyon da kuruldu; TOFAŞ'la ilgili komisyon kuruldu, mal varlığıyla ilgili komisyon kuruldu. Bunlar, araştırma önergeleri değil değerli arkadaşlarım, ondan daha ileri, soruşturma önergeleridir. Eğer çoğunluk parmağıyla bu önergeleri yok sayarsanız, üzerlerini kapatırsanız, bunun vebali vardır; hem Allah yönünden vebali vardır hem seçmeniniz yönünden vebali vardır.

Diyelim ki bu önergeleri kapattınız... Şimdi, bunların evraklarını kasalara kilitleyebilirsiniz, cebinize koyabilirisiniz. Bunların evrakları gizlenir; ama, değerli arkadaşlarım, şu mal varlığının evrakını gizleyemezsiniz : Amerika'daki işyerleri, oteller, Türkiye'deki köşkler, yalılar...

İRFETTİN AKAR (Muğla) - Parasını sen mi verdin?

HALİT DUMANKAYA (Devamla) - ...Kuşadası'ndaki çiftlik...

İRFETTİN AKAR (Muğla) - Senin paranla mı alıyor?..

HALİT DUMANKAYA (Devamla) - ... yalıda bekleyen iki tane yat, uzun direkli o yatlar... Bunları saklayamazsınız değerli arkadaşlarım.

İRFETTİN AKAR (Muğla) - Senden mi aldı paraları?... Geç bu işleri, geç...

HALİT DUMANKAYA (Devamla) - Benden değil, TURBAN'dan aldı paralarını.

İRFETTİN AKAR (Muğla) - Babandan aldı, babandan...

HALİT DUMANKAYA (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bunları belirttikten sonra esas konuma geçiyorum.

Ülkemizde beş altı senedir yaşanan kara tablo, her gün, günlük basının ekonomik sütunlarına yansımaktadır. Her geçen gün ülke daha kötüye gitmekte, kamunun finansman açığı artmakta, bütçenin gelirleri, giderlerini karşılayamamaktadır. Halkı ezen enflasyon canavarı, bu Hükümet döneminde daha da azgınlaşmakta, daha da canavarlaşmaktadır. Beş aylık kısa dönemde, fakirin fukaranın mutfaklarında kullandığı tüpgaza yüzde 100 zam yapılmıştır.

Değerli arkadaşlarım, halkımız geçim sıkıntısından bunalmış, pazar artıklarından, çöp bidonlarından yiyecek toplayan insanlarımızın sayısı yüzbinleri bulmuştur. (RP sıralarından “sayenizde” sesleri)

Değerli arkadaşlarım, bakın, emekli bir vatandaşın, Seyit Yılmaz'ın yazdığı mektuptan sizlere birkaç satır okumak istiyorum: “Bizlerin hali malum. 15 milyon alıyoruz, 10 milyonu kira; 5 milyonla nasıl geçinilir? Onu, size yazmaya buradan elim varmıyor. Takdiri büyük merhametinize bırakıyorum. Akrabalarımıza gidemiyoruz, birbirimizi ziyaret edemiyoruz.Akmayan sulara para ödüyoruz, yakmadığımız elektriğin parasını ödüyoruz, konuşmadığımız telefonlara para veriyoruz. Bu durumda bizim nasıl yaşadığımızı sizin vicdanınıza bırakıyorum. Milyonlara varan insanlar, akşam namazından sonra pazara çıkıyor veya sabah çıkıyor. O pazar yerine gitsinler, oradaki kadınları görsünler -sizlere “bu çöplerden ne arıyorsunuz diye sorun” diyor- yine de utanmazlar... “

Değerli arkadaşlarım, işte, bu, emekli bir insanın yazdığı mektup.

Sayın DYP sözcüsü ağabeyimiz, Sayın Bakan burada konuştu; ılımlı bir konuşma yaptı. Ben isterdim ki, bu konuşmayı, önce, kendi Genel Başkanına yapsa... Bakınız değerli arkadaşlarım, dört sene, beş sene bu konuşmayı yapsa...

Şimdi, değerli arkadaşlarım, bakınız, Dışişleri Bakanlığının bütçesi görüşülüyor ve Sayın Dışişleri Bakanı oraya, Komisyona gelmiyor; saygısızlık ediyor Komisyona.

YILDIRIM AKTÜRK (Uşak) - Buraya da gelmiyor.

HALİT DUMANKAYA (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bugün, burada, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin bütçesi konuşuluyor. Ne yapıyor sizin Genel Başkanınız; Genel İdare Kurulunu topluyor ve buraya gelmiyor değerli arkadaşlarım; bu Meclise saygısızlık yapıyor. Bunu, lütfen, ona söyleyin; ortağına saygısızlık yapıyor. Şimdi, ben, bunu eleştirirsem, yanlış mı yapmış olurum?

İRFETTİN AKAR (Muğla) - O senin sorunun değil...

HALİT DUMANKAYA (Devamla) - Ben bunu eleştirirsem değerli milletvekili, ölen babamı mı buraya getireceksin? (ANAP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bakın, bugünkü toplantısında diyor ki: “Anavatan Partisi, Refah Partisi için şunları söyledi: İşte, ülkeyi karanlığa götürür, büyük tehlikedir.” Şimdi, bunu biz mi dedik, o mu dedi?..

Hasan Cemal'in yazısından birkaç satır okuyacağım değerli arkadaşlarım, bakınız: “Seçimden evvel de, seçimden sonra da, Anavatan Partisi, onun Genel Başkanı 'Refah Partisi ile görüşürüm; 6 milyon oy aldı. Anlaşırsak koalisyon kurarım, anlaşamazsak kuramayız dedi.”

Biz görüştük; ama, siz, diğer partilerin hepsi, görüşmeyi bile reddettiniz. Biz görüştük, anlaşamadık, vazgeçtik; ama, Sayın Tansu Çiller seçimden önce “Refah ile koalisyon yapmak Türkiye'ye ihanettir” demedi mi? “Ey Mesut Yılmaz, Erbakan ile koalisyon yapma, koltuk uğruna ülkeyi karanlığa gömme, Refah'a teslim olma” demedi mi? Sayın Erbakan Hocamız da, Sayın Çiller'e “eteğiyle başını örten gavur gelini” demedi mi? Daha birçok şey dedi, dört tane kaseti var bende. Şimdi, bunları diyor da... “Mücahit Çiller” olmadı; ama, ona, şimdi, bugün “mücahit Çiller” diyorsunuz. (RP sıralarından “Olacak, olacak” sesleri)

Değerli arkadaşlarım, şunu belirtmek istiyorum: Anavatan Partisi, her türlü yolsuzluğun üzerine gitmeye kararlıdır. Üzülerek ifade etmek istiyorum. Saygı duyduğum Sayın Ecevit burada dedi ki :”Temiz toplum için sadece DSP imza verdi.” Anavatan Partisi, seçimden hemen bir hafta sonra -o zaman 125 milletvekilimiz vardı, hepimiz imzaladık- temiz toplum davasını başlattı.

Değerli arkadaşlarım, nedir bu? Dedik ki; Milletvekili dokunulmazlığı sadece bu kürsüde olmalıdır. Eğer, ticarî hayatında, bürokrasi hayatında devleti...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Bir dakika, Sayın Dumankaya...

Sürenizi 3 dakika uzattım; buyurun.

HALİT DUMANKAYA (Devamla) - Şunu söyledik; Bürokraside, ticarette devleti soyanlar, cezaevi yerine bu çatı altına gelemeyecektir, milletvekilinin dokunulmazlığı kalkacaktır. İmzalarımız hazırdır, Meclis Başkanlığındadır.

Daha dün, burada, “yolsuzluklarda, yüz kızartıcı suçlarda zamanaşımını 10 seneye çıkaralım” dedik, iktidar partilerinin oylarıyla burada reddedildi. Başka yapacağımız ne vardır; “Anayasa'nın 159 uncu maddesini değiştirelim” dedik ve bununla ilgili olarak hem içeride hem de dışarıda binlerce imza topladık.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, devletin dışta ve içte itibarı çok kötü durumdadır. Nasıl kötüdür; Avrupa'nın en saygın kuruluşu, bir araştırma yapıyor; araştırmada, yolsuzluk yapan devlet adamları sıralamasında Sayın Çiller'i 7 nci sıraya koyması bizi sevindirmiyor, üzülüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, yine, Avrupa Parlamentosunda konuşan her kişi, Sayın Çiller'in duyarsız olduğundan...

MAHMUT YILBAŞ (Van) - Sayın Başkan, üzerinde mi konuşuyor, yoksa sataşmada mı bulunuyor?

BAŞKAN - Sayın Yılbaş, Grup Başkanvekili mi oldunuz?! Hiç duymadım, bilmiyorum!.. Olduysanız, Grubunuz yazısıyla bana bildirsin!..

HALİT DUMANKAYA (Devamla) - ...sözlerine güvenilmediğinden bahsediyor; bu, bizi üzüyor.

Değerli arkadaşlarım, yine Almanya'da yayımlanan...

NECMİ HOŞVER (Bolu) - Sayın Başkan, tarafsız olmaya dikkat et; herşeye sen cevap verme!

HALİT DUMANKAYA (Devamla) - ...bir büyük dergi de “Allah'tan -haşa- şeytandan korkmaz insan” diye bahsediyor. Biz, bunlara sevinmiyoruz, bunlara üzülüyoruz.

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de, daima, zengin daha zengin, fakir daha fakir olmuştur; bunları, sadece biz demiyoruz. Türkiye'yi çeteler sarmıştır. Biz, dört senedir yalı çetesinden bahsediyoruz; ama, siz, hiçbir zaman duyarlılık göstermediniz. Dedik ki “ bu yalı çetesi, Türkiye'nin başına belâ olacaktır” Bunu, sadece biz demedik, o zamanki İstanbul İl Başkanınız Sayın Keçeli de söylemiştir; ama, o zaman duyarlılık göstermediniz; bugün, o çeteden, çeteler türemiştir. Eğer biz, o yalı çetesini temizleyemezsek; eğer biz, devlet ihalelerinden yüzde 10 alarak devleti soyanları temizleyemezsek, size şunu söylemek istiyorum ki, Susurluk çetesini temizlesek, Ankara çetesini temizlesek, diğer çeteleri temizlesek bile yine bir yere varamayacağız...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Evet, bitti efendim.

HALİT DUMANKAYA (Devamla) - 2 dakika yeter Sayın Başkanım.

BAŞKAN - Yok efendim, verdim süreyi; lütfen.

HALİT DUMANKAYA (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, tabiî, 15 dakikalık bir zamana her şeyi sığdırmak mümkün değildir.

BAŞKAN - Sayın Dumankaya, mikrofon çalışmıyor efendim.

HALİT DUMANKAYA (Devamla) - Tabiî, şimdi, ben... (Gürültüler)

BAŞKAN - Sayın Dumankaya, mikrofon çalışmıyor.

HALİT DUMANKAYA (Devamla) - Peki, teşekkürümü edeyim Sayın Başkan.

BAŞKAN - Buyurun, edin efendim; mani bir hal yok.

HALİT DUMANKAYA (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bu bütçe, ekonomik potansiyeli harekete geçiremeyen, dengeleri kuramayan, borç-faiz sarmalını kıramayan... (Gürültüler)

BAŞKAN - Sayın Dumankaya...

HALİT DUMANKAYA (Devamla) - ...israfı ve enflasyonu önleyemeyen, dargelirliyi...

BAŞKAN - Sayın Dumankaya... Sayın Dumankaya... İstirham ediyorum efendim...

HALİT DUMANKAYA (Devamla) - ...ezen bir bütçedir. Bu bütçe, denk bütçe değildir.

Yüce Heyetinize saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim, buyurun efendim.

HALİT DUMANKAYA (Devamla) - 15 dakikaya neyi sığdıralım!..

BAŞKAN - Buyurun Sayın Dumankaya... Ben, size, yeterince süre verdim; merak buyurmayın.

MEHMET AYKAÇ (Çorum) - Zamanı bile denkleştiremedin!

BAŞKAN - Denkleştirdi efendim, denkleştirdi; merak buyurmayın.

Değerli milletvekilleri, bütçenin tümü üzerinde, Sayın Başbakan söz istemişlerdir.

Sayın Başbakana söz vermeden önce, Yüce Heyetinize bir hususta bilgi sunmak istiyorum: Görüldüğü gibi, Başkanlık kürsüsünün yan tarafına, Sayın Başbakanın konuşmaları sırasında yararlanacağı bir tepegöz multivizyon cihazı ile bir perde konulmuştur. Bu cihazı kullanmak üzere, dışarıdan bir görevli de hazır bulunacaktır. Önce, görevliyi çağıralım; gelsin yerine otursun.

Buyurun oturun efendim. Siz, orada oturacaksınız, cihazın çalışmasından mesulsünüz; başka hiçbir hareketiniz olmayacak.

Değerli milletvekilleri, bu usulümüz yeni değil; daha önce, Türkiye Büyük Millet Meclisinin toplantılarında da, Hükümetin müracaatı üzerine, bu tür bir imkân sağlanmıştı; ama, bu Meclis, her türlü imkânı, bütün gruplara sağlamaya hazırdır. Bundan sonraki müzakerelerimiz esnasında, diğer sayın gruplar da böyle bir istekte bulunurlarsa, Başkanlık, aynı imkânı kendilerine sağlamaya hazırdır efendim.

MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun efendim.

MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) - Sayın Başbakan, muhalefet döneminde, bütçe görüşmeleri sırasında, kürsüde, bu tip araçlardan yararlandı; ama, bugün yapılan şu: Muhalefet partileri, burada, bütçeyi tenkit ettiler. Sayın Başbakanın, bu kürsüden, bu tenkitlere cevap vermesi gerekir; ama, anlaşılan odur ki, Sayın Başbakan, bu tenkitleri, muhalefetin tüm ikazlarını hiç kale almadan, kendi hazırladığı... (RP sıralarından “hayal kurma” sesleri) Burada, teknik cihazlarla, kendi kafasındakileri burada tekrarlayacak. Bu, Meclise olan bir saygısızlıktır.

BAŞKAN - Sözleriniz zabıtlara geçti efendim.

Sayın Başbakanın ne şekilde konuşacağının takdiri bize ait değil. Tabiî, o, konuşmacının kendi inhisarı içerisindedir. (RP sıralarından alkışlar)

Sayın Bedük, bir müracaatınız mı var? (Gürültüler)

Bir dakika efendim... Bir Sayın Grup Başkanvekili ayakta ve kendisini dinleyeceğim.

Buyurun efendim.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Sayın Başkanım, biraz evvel, Sayın Halit Dumankaya, soruşturma konusu olan olaylarla ilgili olarak bir açıklamada bulundu. 3628 sayılı Kanunun 18 inci maddesi ve İçtüzüğümüzün 110 uncu maddesi gereğince, soruşturma konusu yapılan konunun, gizlilik derecesi sebebiyle, burada açıklanmaması veya konuşulmaması gerektiğini, acaba Sayın Başkanlığımız değerlendirecekler mi?

Takdirlerinize sunuyorum.

BAŞKAN - Efendim, değerlendiriyoruz.

Bu Meclis kürsüsünde her şey konuşulur. Kaldı ki... (DYP ve RP sıralarından gürültüler) Bir dakika efendim... Bir dakika... Müsaade buyurun... Bir dinleyin önce... Müsaade buyurun, bir dinleyin.

Kaldı ki, araştırma komisyonlarımız ve soruşturma komisyonlarımız, sayın üyeleri vasıtasıyla, bugüne kadar yaptıkları bütün soruşturma ve araştırmaların en ince detaylarını dahi basına vermektedirler. Gizli bir şeyimiz kalmadı; ama, ben, sayın milletvekillerinden şunu rica edeyim: Yapabiliyorsak, araştırma ve soruşturmanın yeni kaidelerini koyalım İçtüzük değişikliğiyle. Artı, ayrıca, bu konuda Grubunuza sataşma olduğu iddiasıyla söz talebiniz varsa, onu da değerlendiririm.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Soruşturma konusunun konuşulmaması gerekir, gizlilik derecelidir ...

BAŞKAN - Cevabını verdim Sayın Bedük.

SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) - Ben kanunu getirdim size, değerlendirmenize arz ettim.

BAŞKAN - Efendim, cevabını verdim ve değerlendirdim.

Teşekkür ederim, buyurun.

Sayın Başbakan, buyurun efendim. (RP sıralarından ayakta alkışlar, DYP sıralarından alkışlar)

Sayın Başbakan, süreniz 1 saat; eksüreye ihtiyacınız olursa, vereceğim efendim.

BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Konya) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin muhterem üyeleri ve televizyonları başında, Meclisimizden yapılmakta olan bu yayını takip eden aziz vatandaşlarım; hepinizi sevgiyle saygıyla selamlıyorum ve muhabbetle kucaklıyorum.

Bugün, 9 Aralık 1996; Türkiye Büyük Millet Meclisinde 1997 yılı bütçesini konuşuyoruz. Bütçeler, Meclis çalışmalarının en önemli konuları olduğu gibi, ülke meselelerinin de en önemli bir konusudur ve bütçeyi konuşmak demek, aslında, Türkiye'yi konuşmak demektir. Dolayısıyla; Yüce Mecliste Türkiyemizi konuşma fırsatını bulduğumuz için büyük bir bahtiyarlık içindeyiz, Türkiyemizi bütünüyle konuşmak fırsatını bulduğumuz için, y-oksa her gün Türkiyemizi konuşuyoruz- meselelerimize bütünüyle bakmak imkânını bulduğumuz için büyük bir bahtiyarlık içindeyiz ve sabahtan beri, Sayın Maliye Bakanımız bütçeyi takdim ederken, Türkiyemizin bütününü konuştu, kıymetli parti temsilcisi arkadaşlarımız da grupları adına ve şahısları adına konuşmalarını yaparken konu hakkında görüşlerini ortaya koydular. Dolayısıyla, yedi saatten beri, Türkiyemizin bütününü konuşmak üzere çok hayırlı, çok faydalı bir çalışma yapıyoruz.

Her şeyden evvel, burada kıymetli fikirlerini serdetmiş olan bütün parti konuşmacılarına ve şahsı adına konuşan arkadaşımıza güzel fikirlerinden dolayı teşekkürlerimi sunmayı bir vazife sayıyorum ve bu teşekkürü, Refah Partisi ile Doğru Yol Partisinin bir araya gelerek kurdukları 54 üncü Cumhuriyet Hükümetinin bütün üyeleri adına yapıyorum.

Hemen belirteyim ki, biraz evvel Sayın Başbakan Yardımcımızın burada bulunmadığı konusu görüşülmüştür, kendileri, Brüksel'de çok önemli bir NATO toplantısına gitmek üzere yola çıkmışlardır. Elbette, böyle önemli bir memleket meselesi münasebetiyle ayrılmaları çok faydalı bir hizmettir. Dolayısıyla, arkadaşlarımın bilgilerine sunuyorum. İnşallah, dönüşlerinde, Meclis çalışmalarını izleyecekler ve bilhassa, bu görüşmelerimizin sonuncu günü, Hükümetimiz adına görüşlerini Yüce Meclise sunacaklardır.

Muhterem arkadaşlarım, önce, gruplar adına ve şahsı adına konuşan arkadaşlarımızın temas ettikleri konulara çok genel manada işaret etmek istiyorum; çünkü, bunların bir bir içerisine girecek olursak, benim de, yedi saat, sadece o konuda konuşmam gerekecek. Bu mümkün olmayacağına, olmasının da bir faydası olmadığına göre, genel manada şunu ifade ediyorum: Temenni ederdik ki, arkadaşlarımızın konuşmaları, bu kadar önemli bir memleket meselesinde, hakikaten, bu Meclisin mehabetine uygun, samimî bir üslup içerisinde olsun, birtakım gerginlikler, sinirlilikler bu konuşmalar esnasında olmasın; çünkü, bunlara lüzum yok. Türkiye hepimizin, bütçe yapıyoruz, daha güzelini, daha iyisini ortaya koymak için, fikirlerimizi, huzurla, sükûnetle, samimiyetle konuşmamız, inanıyorum ki, çok daha güzel olur. Ancak, buna itina eden arkadaşlarımız oldu, onlara, hassaten, ayrıca teşekkürlerimi sunuyorum; bir.

İkincisi : Genel olarak, arkadaşlarımız bu üslup konusunun dışında, muhtevaya baktığım zaman görüyorum ki, kendi kabullerini tenkit ediyorlar (RP sıralarından alkışlar) Yani, asıl gerçekler bir yanda kalmış, kendi kendilerine bazı şeyler kabul edip, o kendi kabullerini tenkit ediyorlar. Teferruatına girmeyeceğim, bugün, burada dinlediğimiz konuşmalarda, bunun pek çok misaline rastladık.

Üçüncü tespit ettiğim özellik de şudur: Biz, temenni ederdik ki, bu önemli ülke meselelerinde, hangi meselenin çözümü için, hangi alternatif teklif geliyor; dikkatle dinledik, burada, ben -dışarıya çıktığım zaman odamda da takip ettim- görüyorum ki, arkadaşlarımızın bir kısmı tenkite önem verdiler; ama, asıl yapıcı teklif, bunlar arasında, maalesef, kolay kolay bulunamıyor.

NİHAT MATKAP (Hatay) - Hayır... Çok yapıldı Sayın Başbakan.

BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) - Halbuki, faydalı olmak için, temenni ederdik ki, alternatif teklifler, burada sunulsun.

NİHAT MATKAP (Hatay) - Çözümler sunuldu.

BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) - Bir diğer, üzerinde duracağım nokta da şudur: Muhterem hatipler, bizim daha önce söylediğimiz haklı, doğru sözleri burada tekrar ettiler, hatırlattılar; kendilerine teşekkür ediyorum. Bu sözler doğrudur, haklıdır. Bunların pek çoğunu biz şimdi zaten uyguluyoruz. Doğru Yol Partisi de aynı idealleri paylaşmaktadır. Ancak, hemen şunu belirteyim ki, biz bir Koalisyon Hükümetiyiz ve bizim sorumluluğumuz, müştereken tespit etmiş olduğumuz Hükümet Programıdır. Ondan dolayı, hiçbir parti olarak, kendi partimizin programını uygulama hakkına sahip değiliz bu şartlar altında. O itibarla “partinizin programında şu var, niçin yapmıyorsunuz” sualini burada konuşmamız, isabetli bir davranış değildir. Ancak, ben de arkadaşlarıma şimdi hatırlatmak istiyorum. Evet, sözümün başında bir kere daha tekrar ediyorum ki, sizlerin de işaret ettiğiniz gibi, bendeniz, daha bu senenin başında, yapılmış olan bütçeyi tenkit ederken, yapıcı bir şekilde tenkit etmek için “bu bütçenin böyle değil, şöyle olması daha uygun olur” üslubu altında buraya geldim ve dedim ki “Türkiye, bu ölçülerin içine sığmaz; Türkiye'nin meselelerini çözmek için bu rakamlar yetmez.” Mesela, bir terör için... Şu tabloyu hatırlayacaksınız; bu tabloyu, o vakit, renkli ve daha büyük bir tablo olarak, size gösterdim. Çeşitli Türkiye meselelerine, daha, bütçeye ilaveten ne kadar para ayırmak lazım gelir, bunu ifade ettim; teröre, daha 3,5 milyar koymak lazım; işsizliği önlemek için en aşağı 2,4 milyar kullanmak lazım, köylüye, memura, esnafa, işçiye, emekliye şunları vermek lazım dedim ve bütün bunların, en aşağı 32 milyar dolar olması icap ettiğini, bir tablo halinde sundum.

O konuşmamda, bu 32 milyar doların nereden alınmasının uygun olacağını da söyledim ve dedim ki “bakınız, Türkiye'de bir rant ekonomisi var, rantiyeciler var. Bu rantiyecilerin haksız kazançlarından bunun büyük kısmının telafi edilmesi uygun olur.”

Size o zaman bir şey daha göstermiştim, tekrar hatırlatıyorum: Demiştim ki “burada, bu ekonomi vasıtasıyla, köylüden, işçiden, memurdan, devletten alınıyor, bir pompa gibi rantiyecilere basılıyor.” Ayrıca bir şey daha söylemiştim: “Biz, işbaşına geldiğimiz zaman bu pompanın şeklini değiştireceğiz; ülkenin imkânları ve nimetlerinden alacağız, bütün halkımıza, işçiye, köylüye, memura basacağız. Aramızdaki fark bu olacak” demiştim. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından gülüşmeler)

Şimdi, siz de aynı şeyleri hatırlattığınız için teşekkürlerimi sunuyorum; ancak, bir kere daha, gördüğünüz gibi, ben de söylediklerimi hatırlatıyorum ki, şimdi sizlere yapacak olduğum takdimi, acaba bu söylediklerimizi yapıyor muyuz yapmıyor muyuz gözüyle takip buyurmanızda yarar vardır. Onun için, sözüme girerken bunu ifade ediyorum.

Şimdi, muhterem arkadaşlarım, bu bütçe nedir; bunu apaçık bir şekilde orta yere koyabilmek için, bu bütçe hangi noktada yapılmıştır, o noktaya nasıl gelinmiştir, genel gidişat nedir; onunla birlikte mütalaa edilmesinde yarar vardır ki, bu bütçenin ne olduğu tam manasıyla anlaşılmış olsun.

Onun için, size, kısaca buraya nasıl gelinmiştir -Türkiye, 1996 yılına nasıl gelmiştir- bunu takdim etmek istiyorum. Bunun için Türkiye'nin ne olması lazım, geçtiğimiz kırk yıl nasıl geçti, yirmi yıl nasıl geçti, on yıl nasıl geçti ve buraya nasıl geldik, sadece birkaç cümleyle özetlemek istiyorum.

Lütfen, şu tabloları birlikte takip edelim. (DSP sıralarından “ışıkları söndürelim” sesleri)

BAŞKAN - Öyle bir usulümüz yok efendim. Siz müdahale etmeyin.

Buyurun Sayın Başbakan.

BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) - Muhterem arkadaşlarım, bakınız, buradaki tabloda, bütün dünya ülkelerinin yüzölçümleri bir sıra halinde gösterilmiş. Ne görüyoruz; Türkiye, dünyada mevcut ülkelerin içerisinde 36 ncı sıradadır, takriben, 780 bin kilometrekarelik toprak büyüklüğü itibariyle. Diğer yandan, Türkiyemizin nüfusu, 1995 rakamlarına göre -yurtdışındaki 3 milyon işçimizi de dikate alarak- 65 milyon küsurdur. Burada da, bütün dünya ülkeleri içerisinde 16 ncı sıradayız.

Şimdi, bu ülkenin her evladının, her vatandaşın, bu ülkenin yönetiminden, hükümetten “mademki nüfus itibariyle 16 ncı sıradayız -geliri, ekonomiyi, vesaireyi insanlar meydana getirmektedir; ülkemizin de hiçbir eksikliği yok -şu halde, bütün dünya ülkeleri arasında, millî hâsıla itibariyle 16 ncı sırada olmalıyız” diye istemek hakkıdır. Aynı şekilde “fert başına millî gelir itibariyle de, en aşağı 16 ncı sırada olmalıyız” isteği, çok doğal bir istektir.

Halbuki, millî gelir açısından baktığımız zaman, sıramızın, maalesef, 23'e düştüğünü görüyoruz. Öbür taraftan, fert başına millî gelir açısından baktığımız zaman da, sıramızın, ta 57'ye düştüğünü görüyoruz.

O halde, önümüzde bir mesele var; neden, Türkiye, layık olduğu noktaya ulaşmış değildir? Hemen belirteyim ki, bu konuşmadan maksadım, asla, ne geçtiğimiz kırk yıldaki hükümetleri ne yirmi yıl ne on yıldaki hükümetleri, ülkeye hizmet eden insanları tenkit değildir; bu konuşmadan maksadım, gerçekleri görmemizdir. Bugüne kadar bu ülkenin her türlü hizmetinde bulunan bundan önceki arkadaşlarımızın hepsine teşekkürlerimizi sunarız. (RP sıralarından alkışlar) Fakat, ortada bir gerçek vardır ki, bugün, Türkiye, olması icap eden noktada değildir.

Bakınız, bundan kırk yıl önce, Avrupa'daki ülkeler -Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, İspanya- harpten sonra yıkılmışlardı; ama, kırk yıl önceki rakamları ile 1995'teki rakamları mukayese ettiğimiz zaman, bir İspanya'nın 29 milyon olan nüfusunun 39 milyona çıktığını; ancak, 11 milyar dolarlık millî gelirinin 611 milyar dolara çıktığını görüyoruz. Bizim millî gelirimiz ise -orada gördüğümüz gibi- kırk yıl önce 6,84 milyar dolar iken, 171 milyar dolara çıkabilmişiz. Yani, aşağı yukarı birbirimize yakınmışız; o, bu kırk yılda, arayı çok büyük mikyasta açmış.

Bir İtalya ile kendimizi mukayese edecek olursak, İtalya'nın, arayı çok daha fazla açtığını görürüz. Kırk yıl esnasında, şu gerçek var ki, bu ülkeler, bize nazaran çok daha büyük bir hızla kalkındılar. Denildi ki “Efendim, o ülkeler eskiden de gelişmiş ülkeydi, kalkınma için uzmanları vardı. Dolayısıyla, evet, harpte yıkıldılar; ama, asıl, insan, tecrübe önemlidir, kendilerini böylece kalkındırdılar.” Bu iddia, haklı bir iddia değildir. Evet; eskiden gelişmiş olmanın bir önemi vardır; ama, buyurun, işte Uzakdoğu ülkeleri... Güney Kore'nin, Vietnam'ın, bilmem Malezya'nın, Endonezya'nın eskiden hiçbir kalkınmışlığı yoktu. Bırakın kırk seneyi, onlar, yirmi senede çok büyük bir kalkınma hızını başardılar.

İşte, aşağıdaki tablodan görüyoruz: Bir Güney Kore'nin, görüldüğü gibi, bundan yirmi yıl önce 35 milyon olan nüfusu 44 milyon oldu; 21 milyar dolarlık millî hâsılası 452 milyar dolar oldu. Türkiye'ye gelince, yirmi yıl önce 48 milyar dolar olan millî hâsılası, sadece 171 milyar dolar olmuştur. Biz 171, onlar 452; biz 65 milyonuz, onlar 44 milyon. Bu tabloların teferruatına girmeye lüzum yok. Bir gerçek odur ki, geçtiğimiz kırk yıl ve yirmi yılda, Türkiye, bütün imkânlarına layık bir gelişmeyi gösterememiştir; önce, bu gerçeği kabul edelim.

Son on yıllık gelişmemize baktığımız zaman, bu on yıllık gelişmede de, yine, mukayese edilebileceğimiz ülkelere -İtalya, İspanya, Güney Kore- nazaran, on yılda, adım adım çok geri kalmışızdır. Bakınız, gayri safî millî hâsılamız 76'dan 171'e çıkmış, İtalya 603'ten 1 trilyon 200 milyara çıkmış, İspanya 230'dan 559'a, Güney Kore 108'den 455'e çıkmış; kat kat... Ticaret hacimleri bizden çok fazla, fert başına millî gelirleri bizden fazla, ithalatları, ihracatları fazla. Son on yıllık dönemde onlar bizden çok daha büyük atılım yapmışlardır. Bizim on yıllık gelişmemize baktığımız zaman, görüyoruz ki, on yıl içerisindeki gelişmemiz yavaş olmuştur; ithalatımız, ihracatımız ve asıl önemlisi -sadece millî gelir mühim değil- ekonomimizin önemli faktörleri gittikçe bozulmuştur.

Bakınız, borçlar... On yıl içerisinde içborcumuz süratle artmış; dışborcumuz, toplam borcumuz süratle artmış; borçların gayri safî millî hâsılaya oranları, içborçlar artmış; dışborçlar, bütçenin açığı artmış, faizler artmış, yatırımlar da küçülmüş. 1996 yılının üzerine yıldız koyduk. Eğer, bugünkü Hükümet kurulup da politikaları değiştirmemiş olsaydı, bu takdirde, bu sene sonuna geldiğimiz zaman, borçlarımızın gayri safî millî hâsılaya oranı yüzde 61 olacaktı, açığın bütçeye oranı yüzde 50 olacaktı, faiz yüzde 38 olacaktı, yatırımlar da sadece bütçenin yüzde 5'i kadar olacaktı. Bu on yıllık trendin tabiî devamı budur. Halbuki, bu on yıl esnasında, öbür ülkelerle mukayese ettiğimiz zaman, bunun çok daha yüz güldürücü şekilde devam etmesi gerekirdi.

Şimdi, sadece bu ana rakamlar değil, bunların yıldan yıla gidişatında da, maalesef, on yılda, yüz güldürücü bir gelişim kullanabilmiş değiliz. Evet, bu on yıl esnasında, Türkiye'nin durumu işte budur.

Tam böyle bir noktadayken 1996 yılına gelinmiştir. Başkaları hızla ilerlerken biz ilerleyememişiz; bütçelerimizin açıkları artıyor, faizler artıyor, yatırımlar küçülüyor. Bu şekilde 1996 yılına gelinmiştir.

1996 yılında şöyle bir bütçe yapılmıştır; daha önce hazırlanmış olan 17.10.1995 tarihli bütçe kadük olmuştur, Nisan 1996'da Meclisimizde tasvip olunan bütçe şu 2 nci sütunda gösterilmiştir. Bu bütçeden sonra, yıl sonunda, sağ tarafta gösterilmiş olan rakamlarla bu yıl kapanmaktadır. Eğer, bu 54 üncü Hükümet işe başlamamış olup da, 1 Temmuzda teslim almış olduğumuz yapı içerisinde sene sonuna kadar devam edilseydi; bakınız, baş tarafta, bütçe, Türk Lirası ve dolar olarak gösterilmiş, 1 Temmuzda yıl sonu gerçekleşme tahmini gösterilmiş; aynı gidişle -biz işbaşına geldiğimiz zaman bu tahmin söz konusuydu- yıl sonunda ne olacaktık; yıl sonunda ne olacağımızı şu 3 üncü sütundan görüyoruz. Faizler 20 milyar dolar olacaktı bu yıl, 20 milyar dolar faiz ödeyecektik; bütçenin açığı 19 milyar 632 milyon dolar olacaktı ve yatırım olarak da bütçede 2,9 milyar dolarlık bir yatırım yapılabilecekti. Görüldüğü gibi, daha önceki trende göre yürüseydi yıl sonunda bu hale gelinecekti. Halbuki, şimdi, 54 üncü Hükümet geldiği zaman, faiz ödemeleri 20 milyar dolardan 18,5 milyar dolara inmiştir, bütçenin açığı 19,6 milyar dolardan, 16 milyar dolara inmiştir; çünkü, devletin gelirleri 30,990 milyar dolardan 32,5 milyar dolara çıkmıştır. Şuna işaret etmek istiyorum: Görüldüğü gibi, faizler indirilmiş, devletin gelirleri artırılmış ve bütçe açığı 20 milyar dolardan 16 milyar dolara indirilmiştir. İşte, bu büyük bir olaydır; çünkü, size, daha önce -sabahleyin bir arkadaşımız bizim meşhur aysbergden bahsettiler; şimdi, kendilerinin dikkatlerini rica ediyorum- ben bu aysberkten bahsettim, evet; bakın, gene bahsediyorum.

Bakınız, işte, 1 Ocak 1995'te, suyun altında, kırmızı içborç, pembe dışborçtur; bütçe üstte gözüküyor; ama, sarı da bütçenin açığını gösteriyor. Bu şekiller mikyaslı çizilmiştir. 1 Ocak 1996'ya geldiğimiz zaman, her ne kadar bütçe büyümüş gözüküyorsa da, açık da büyümüş, borçlar da büyümüş suyun altında. 1 Temmuz 1996'ya geldiğimiz zaman, bütçe yine büyümüş; ama, açıklar da büyümüş, çok büyümüş; içborç da fazla büyümüş. Aynı düşünceyle -eğer 54 üncü Hükümet gelmeseydi- 31 Aralık 1996'da dördüncü şekle gelecektik; 31 Aralık 1997'de de aynı politikalarla beşinci şekildeki bir Türkiye'ye ulaşacaktık. Dikkat buyurduysanız, hesaplar yapıldığı zaman, 1997 sonuna kadar bütçe açığı 30 milyar dolara çıkıyor, içborç 58 milyar dolara çıkıyor. İşte bu Hükümet ne yapmıştır; bunun gerçeğini görmek istiyorsak, bu netice yerine bugün hangi netice hâsıl olmaktadır; buna bakmamız lazım. (ANAP sıralarından alkışlar[!])

Bakınız, 1 Temmuz 1996'da, önce, bir defa, artık aysberk yok. (ANAP ve DSP sıralarından gülüşmeler, alkışlar [!]) Gördüğünüz gibi, apaçık, dipdiri bir bütçe var. 31 Aralık 1997'de geldiğimiz zaman, içborç 22 milyar dolardır, dışborç 75 milyar dolardır. Bak, yoksa, demin söylediğim gibi, içborç 30 milyar dolar olacak idi.

31 Aralık 1997'ye geldiğimiz zaman, gördüğünüz gibi, artık bütçede açık yok, onun yerine, içborç azalmış, dışborç, takriben, halini muhafaza ediyor; her şeyiyle apaçık, dipdiri bir hale gelmiş bulunuyoruz. (RP ve DYP sıralarından alkışlar) Bu sebepten dolayı, bu bütçenin ne mana taşıdığını görmek istiyorsak, 31 Aralık 1997'de ne olacakken, ne oluyor buna bakmamız lazım.

Şimdi, bakınız -deminki o beşli şekli, lütfen, tekrar koyarsanız...

SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Artvin) - Değiştir Hocam...

BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) - Şimdi, Sayın Baykal arkadaşımıza sesleniyorum; sabahleyin bir sürü balonlardan bahsettiniz. Şimdi, bakınız, dikkatinizi rica ediyorum, asıl bu Hükümet ne yapıyor; bu Hükümetin yaptığı iş -şu beşli şekli koyar mısınız lütfen; beşli şekli dedim- (ANAP sıralarından “değiştir” sesleri) içborç kırmızı balonunu söndürüyor, bütçe açığı sarı balonları söndürüyor. (RP ve DYP sıralarından alkışlar) Biz, balon üflemiyoruz, sizin üflediğiniz balonları söndürüyoruz. (RP ve DYP sıralarından alkışlar; DSP sıralarından alkışlar[!]) İşte, bu Hükümetin yaptığı iş bu ve size bunu rakamlarla gösteriyoruz, mikyaslı şekillerle gösteriyoruz; yapılmış olan iş budur.

Bu iş nasıl yapılmıştır; 1996 yılında, önümüze, kıymetli bürokrat arkadaşlarımız daha önceki alışkanlığa uygun olarak -biz çalışmalarımıza başlarken, getirdiler, eski alışkanlıkla rakamlar koydular. Biz, yeni politikalarla bunları değiştirdik. Neden; eski politikalarla devam edemezdik; çünkü, bakınız, on yıldan beri bütçenin açığı nasıl yükseliyor. Biz, ne yapmışız; bunu aşağı indirmişiz. İşte, buna değişim derler. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Sabahleyin Sayın Baykal “rakamlar yanılmaz” buyurdular. Evet, rakamlar yanılmaz. Bak, rakamlar konuşuyor ki, bu Hükümet, değişim hükümeti. (RP sıralarından alkışlar) Nitekim, bütçe açığının bütçeye oranı -görüyorsunuz- değişmiş, bütçe açığının gayri safî millî hâsılaya oranı değişmiş -Sedat Bey, biraz daha süratli yapın, lütfen- aynı şekilde, faizler... Bakınız, hızı kırılmış. Neden faizler birdenbire durmuyor; çünkü, devlette süreklilik var, bizden önce yapılmış olan taahhütler var. Borç alınmış, şu kadar faiz ödeyeceğiz denmiş.

AHMET TAN (İstanbul) - Ortağınızın mirası.

BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) - Biz, devlet ciddiyetinden dolayı bunları ödemek mecburiyetinde kaldığımız için, eskiden aldığımız mirası, sizin mirasınızı ödüyoruz; ama, hızını da kesiyoruz.

SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Artvin) - Ortakların orada.

BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) - Bakınız, faizleri görüyorsunuz, değişimi görüyorsunuz; on yıl nerede, 1996'daki kırılma nerede?.. Bak, bu grafikler bu Hükümetin ne olduğunu gösteriyor. Faizin bütçeye oranı, gayri safî millî hâsılaya oranı, hep 1996'nın nasıl bir değişim yılı olduğunu gösteriyor.

Bakınız, yatırımlara gelelim. Yatırımlar, Türk Lirası olarak ve dolar olarak hızlanıyor...

ALİ ŞAHİN (Kahramanmaraş) - Millete yutturamazsınız.

BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) - ...ve aynı şekilde, yatırımların bütçeye -oranları, gördüğünüz gibi- artık, yukarıya doğru yükselme safhasına geçiyor. Böylece, değişimleri, bütçenin değişimlerini açık bir şekilde görmekteyiz.

Bakınız, sadece bütçe konusu değil, hepinizin bildiği gibi, on yıldan beri gelişat, kara delikleri de gittikçe büyütüyor. Sadece bütçe açığı değildir kara delik, sosyal güvenlik kuruluşları, KİT'ler, belediyeler, birlikler... Bunların hepsinin açığı seneden seneye değişmekteydi. Bakınız, Bağ-Kur ve SSK'nın yıldan yıla nasıl bir finansman ihtiyacı olmuştur görüyorsunuz; ama, 1996'da, şimdi, onların da finansman ihtiyacının beli kırılmıştır; gördüğünüz gibi, 1997'de finansman ihtiyaçları artık dolar bazında fevkalade büyük nispette azaltılmıştır.

Aşağıdaki tabloda, eğer, 54 üncü Hükümet gelmeseydi ve gereken tedbirleri almasaydı bunların finansman açığı ne olacaktı; alınan tedbirlerle, ne olduğu rakamlarla gösterilmiştir. Ne yaptık da bunları sağladık; sırası geldiği anda kısaca onu da arz edeceğim.

Diğer bir önemli konu da KİT'lerdir. Görüldüğü gibi, KİT'ler artık zarar eden müessese olmaktan çıkmaktadır. Böylece belediyeler, gayretli çalışmalarıyla eski borç batağından kendi gayretleriyle kurtulmaktadırlar ve devlet, içerisine düştüğü durumdan adım adım kurtulmaktadır. Aynı şekilde, aldığımız tedbirlerle de birliklerin, artık, böyle, aldığı bütün parayı yiyip bitiren kuruluş olmasından çıkmasını sağlıyoruz; çünkü, aldığımız tedbirlerle birliklere, aldığın malı rehin tutacaksın, bu malı satacaksın, aynı parayla gelecek sene yeniden malını alacaksın; yoksa, sana, pamuk için verdiğimiz parayı götürüp fabrikaya koyduğun fazla, lüzümsuz işçiye veya başka bir israfına harcayarak heba etmeyeceksin. Tedbirlerini aldığımız içindir ki, birlikler de şimdi aynı şekilde bir kara delik olmaktan çıkmaktadır. İşte, Türkiye'nin böyle bir operasyona şiddetle ihtiyacı vardı. Biz, her zaman ne dedik, bizim hükümete gelmemiz, itfaiyenin yangına yetişmesidir.

YALÇIN GÜRTAN (Samsun) - İtfaiye geç kaldı, geç!..

SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Artvin) - İtfaiyenin suyu yok!..

BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) - Bizim hükümete gelmemiz, cankurtaran arabasının hastaya yetişmesidir. (RP sıralarından alkışlar) Bu grafikler, bu gerçekleri göstermektedir. Tam vaktinde 54 üncü Hükümet kurulmuştur ve tam vaktinde ülke, kendisini kurtarıyor ve rakamlar konuşuyor.

Şimdi, bakınız, 1997 yılının ilk bütçe teklifi, bürokrasinin kıymetli elemanları tarafından böyle getirilmişti: Ne diyor; 22,5 milyar dolar 1997'de faiz ödenmesi lazım. Bütçenin açığının 18 milyar 382 milyon dolar olması lazım ve yatırımların da bütçede 3,3 milyar dolar olması lazım.

Bakınız, düşük bir yatırıma mukabil büyük faiz, 22,5 milyar dolar 1997 yılı için ve bütçe dengesi olarak da 18,3 milyar dolarlık açık, gelecek sene olmalıdır diyor idi. Biz ne yaptık; şimdi, bu teklifin yerine, görüldüğü gibi -bakınız, 24.9'da bürokratların getirdiği tekliftir; 17.10, 54 üncü Hükümetin kabul ettiği bütçedir- faiz, 22,5 milyar dolardan, 13,8 milyara indirilmiştir.

Yatırımlar -gördüğünüz gibi- 3,3 milyardan 3,882 milyara çıkarılmıştır; bütçenin açığı 18 milyar dolardan sıfıra indirilmiştir ve işte, 50 yıldan beri ilk defa denk bütçe kurulmuştur. (RP ve DYP sıralarından alkışlar; ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar [!]) Bu Hükümetin ne yaptığının manası, bu tablodan açık bir şekilde görülmektedir.

Huzurlarınız da, Bütçe Komisyonuna teşekkür ediyorum; çünkü, bütçenin denkliğini muhafazada büyük bir itina göstermişlerdir; ufak değişikliklerle, bütçe, Komisyondan da aynen geçmiştir. Bundan dolayı, huzurlarınızda Bütçe Komisyonuna teşekkürlerimizi sunuyorum.

MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) - Fasa fiso bu bütçe

BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) - Şimdi, işte bu şekilde, bu zihniyetle, Türkiye'nin değişimi ve onarımı için hazırlanmış olan bu bütçenin 15 tane özelliği var.

Bu özellikleri görüyorsunuz; bu bütçe bir değişim bütçesidir, rakamlarla gösterdik. Bu bütçe denk bir bütçedir, bu bütçenin denkliğini, Maliye Bakanımız, Bütçe Komisyonunda kuruşu kuruşuna kaç defa ispat etti. Komisyonun ilk başlangıcında hep bütçenin denkliği konuşuluyordu; ama, müzakerelerin sonunda kimse, bütçenin denkliğine itiraz edemez hale geldi.

HİKMET ULUĞBAY (Ankara) - Muhalefet şerhimize koyduk.

BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) - Bundan dolayıdır ki, şimdi, huzurlarınızda bir kere daha bütçenin denkliğine işaret etmek istiyorum ve yine, Sayın Baykal Beyefendiye -”paketler nerede” diye sordu- şimdi, parmağımla, paketlerin nerede olduğunu göstermek istiyorum, kedi nerede, ciğer nerede, onu da göstermek istiyorum; buyurun bakalım. (RP sıralarından alkışlar)

Bakınız, bütçede, diğer kalemleri konuşmaya lüzum yok; çünkü, bütçenin gelirleri -normal gelirler- bu sene, zaten yüzde 103 artmıştır; biz, burada, yüzde 98 kabul ettik; yani, 1996 yılındaki gelirlerin seyrine baktığımız zaman, bu yıl, bütçe gelirleri yüzde 103 artmıştır; biz, yüzde 98 kabul ettik...

MUSTAFA BALCILAR (Eskişehir) - Dolar bazında mı?..

BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) - Tabiî, tabiî; mutlak bazda elbet; yoksa, hiçbir şey ifade etmez...

AHMET TAN (İstanbul) - İslam dinarı bazında değil(!)..

BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) - Yani, dolar bazında artıyor, onu söylüyorum; bütçede, gelirler, yüzde 103 oranında yükselmiştir.

MUSTAFA BALCILAR (Eskişehir) - Yani, iki misliye yükselmiş...

BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) - Şimdi, bakınız, bu bütçenin denkliği hususunda, denk mi değil mi, bunu kontrol etmek isteyen insan, vergidışı gelirler, nasıl oluyor da başka yıllara nazaran önemli oranda artıyor, buraya dikkat etmek ihtiyacındadır. Buraya baktığımız zaman ne görüyoruz: Biz, özelleştirmeye 4,7 milyar dolar koymuşuz; nereden alacağız bunu; Yüce Meclis bunun kanununu çıkardı; Telekom lisansından 1 milyar dolar alacağız; Telekom hisse satışından 3,3 milyar dolar alınacak.

AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) - Ne zaman?..

BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) - Bu mart ayına kadar alınacak.

Özelleştirme kapsamındaki KİT arsa satışından, sadece 0,37 milyar dolar konulmuş -yani, 370 milyon dolar konulmuş özelleştirme kapsamındaki KİT ars asatışından- sosyal tesis, arsa, arazi ve lojman satışından 1,40 milyar dolar konulmuş; yarım kalmış elektrik santralları satışından 1,48 milyar dolar konulmuş; yurtdışı emeklilikten 1 milyar dolar konulmuş ve toplam olarak 8,5 milyar dolar konulmuş; her yıl tahsil edilen vergidışı normal gelir olarak da 2,10 -her yıl bu kadardı; bu yıl da aynen- konulmuş.

Şimdi, konulan nedir; 8,5 milyar dolardır; nereden geliyor bu; işte, bizim kaynak paketlerimiz... Birinci kaynak paketimizde, devlete, 10 milyar dolarlık bir imkân temini vardır; bunun hepsi gelir değildir, imkândır; devlet bu parayı kullanabilecek; içerisinde gelir olan kısım, 1,867 milyar dolardır, ikinci paketin gelir kısmı 7,5 milyardır, üçüncü paket 10 milyardır; henüz ilan etmediğimiz, ama, asıl, devlet arsalarının süratle satışını öngören -2 milyar dolarlık, 5 milyar ve 3 milyar dolarlık- Türkiye'deki bütün önemli arsaların süratle satışıyla ayrıca 10 milyar dolar gelir elde edilecek; böylece, sadece, şu anda hazırlıkları yapılmış olan dört tane paketle 29,367 milyar dolar gelir elde edilecektir. Bu 29 milyar gelire mukabil, bütçenin içerisine sadece 8,5 milyar dolar konulmuştur.

HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) - Şu paket, oldu olacak, 100 milyar olsun(!)..

BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) - Bu Hükümetin, 20,5 milyar dolar daha elinde rezervi vardır. (RP sıralarından alkışlar)

CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) - Vay be!..

BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) - Nasıl birinci pakette, şu anda, 10.5 milyar dolar fiilen tahsil edildiyse, ikinci ve üçüncü paket de tahsil edilecektir; ancak, bizim Hükümetimiz, sağlamcı bir hükümettir. Dolayısıyla, biz, bunları, bütçenin içerisine kanunların öngördüklerini koyduk; kanunların dışında, Hükümet olarak bizim yapacağımız aksiyonları ise, geldikçe, personele verilen parayı artırmak, yatırımları artırmak, kalkınma hızını artırmak suretiyle, ayrıca bütçeye ilave edeceğiz.

İşte, böylece, görüldüğü gibi...

MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) - Hocam, birileri sizi işletmiş!..

BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) - Tabiî, ben, sizin, bunları dinlerken yüzünüze bakıyorum, hiç şaşırmıyorum; niçin.

CENGİZ ALTINKAYA (Aydın) - Ciddiye almıyoruz ki...

BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) - ...çünkü, bunlar sizin hayalinizin bile yetişmeyeceği şeylerdir de onun için. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Siz farkında değilsiniz, bu memlekette Sultan Fatih'in torunları var, Sultan Fatih ne diyor: “Bizim yaptığımız işlere, sizin hayalleriniz bile yetişemez.” (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Onun için, burada şaşılacak hiçbir şey yoktur.

AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) - Sultan Fatih bizim, hepimizin; sadece sizin değil...

BAŞKAN - Sayın Güner, lütfen...

BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) - Dolayısıyla, nasıl olsa bunlar yapılacak diye bazı arkadaşlarımızın şaşırmasına ben hiç şaşırmıyorum.

AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) - Şu hakaret hepimize yapılmıştır...

BAŞKAN - Sayın Güner, lütfen...

BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) - Her şey, önce inanışla başlar; sonra, takip ve azimle gerçekleşir.

MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) - Hocam, sizi işletmişler...

BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) - Çok aziz ve muhterem milletvekilleri, bu bütçenin diğer özelliklerinin ayrıca teferruatına girecek değilim; bu paketleri geçelim, bunları arkadaşlarımız biliyorlar.

Bütçenin özellikleri:

Bu bütçe, bir değişim bütçesidir, denk bir bütçedir, kamu personeli maaşlarında reel artışı hedefleyen bir bütçedir, yatırımlarda 36 yılın en büyük reel artışı verilmiştir -bütçedeki dolar olarak yatırımlara ayrılan paranın artışı yüzde 40'tır- borç-faiz sarmalını kıran bir bütçedir, devletin temel hizmetleri olan eğitim, sağlık, adalet, savunma ve güvenlik hizmetlerine ayrılan kaynaklar, bu bütçede özel olarak artırılmıştır. Şöyle ki, bugüne kadarki trendlere bakılacak olursa, devletin bu trendleri içerisinde, bu yıl, eğitim hizmetlerine yüzde 104 artış verilmiştir -enflasyonun kat kat üzerindedir- sağlık hizmetlerine yüzde 111, adalet hizmetlerine yüzde 106, savunma ve güvenlik hizmetlerine yüzde 108 artış verilmiştir.

Bu bütçe, ülkemiz insanının refah seviyesinin yükseltilmesine matuf bir bütçedir. Bu bütçede, araştırma ve geliştirme faaliyetlerini desteklemek için, gayri safî millî hâsılanın binde 1'ine yakın ilave konulmuştur. Bugüne kadar, Batı ülkelerinde yüzde 3 olan araştırma ödenekleri, bizde, şimdi, ilk defa binde 4'ten yüzde 1'e çıkmıştır. Bu bütçe, yerli savunma sanayiine çok büyük önem atfeden bir bütçedir; araştırma-geliştirmenin önemli bir kısmı da, savunma ihtiyaçlarımızın yerli kaynaklardan hazırlanmasına ayrılacaktır.

Yükseköğrenime ayırdığımız para yüzde 118 artırılmıştır. Bu, yükseköğrenime verdiğimiz önemi göstermektedir. Bu bütçe, aynı zamanda, özellik arz eden kamu personeline ilave ödemeleri ihtiva etmektedir. Bu, bir enflasyonla mücadele bütçesidir; çünkü, faizleri kaldırmıştır, yatırımları artırmıştır ve halktan alınan parayı, ülkenin kalkınmasına sevk etmektedir.

Bu bütçe, bir istikrar bütçesidir; çünkü, denk bütçedir, aynı zamanda ödemeler dengesindeki iyileşmeyle birlikte yürümektedir, ülkenin döviz rezervleri ve malî imkânları artmaktadır ve bütçe, bunları artıracak olan bir bütçedir. Dolayısıyla, ülke istikrara kavuşmaktadır. Bu bütçe, bütün bu özellikleriyle bir değişim ve onarım bütçesidir.

Bütçenin bu özelliklerine ilaveten ayrıca çok önemli manaları vardır. Bu bütçe, halkımıza hizmet eden bir zihniyetin bütçesidir. Biraz sonra açıklayacağım, atılan adımlarla rant ekonomisinden reel ekonomiye nasıl geçiliyor ve rantiyecilere giden para nasıl şimdi halkın kendisine sevk ediliyor, bütçede neler var, bunları biraz sonra kısaca söyleyeceğim; ancak, şimdi şunu belirtiyorum ki, bakınız, bu kısa zamanda Hükümetimiz, memura, işçiye, emekliye ne yaptı; katsayıları yüzde 50 artırdık, 30 bin memur ailesini sevindirdik, işçi emeklilerinin artışını yüzde 100, Bağ-Kurlularınkini yüzde 300 artırdık, asgarî ücret yüzde 100 artırılmıştır ve asgarî ücret 214 dolara çıkarılmıştır.

Güvenlik kuvvetlerimize, özellik arz eden kamu personeline ilave refah getirecek mevzuatlar getirilmiştir ve bütçeye buna göre para konulmuştur.

Zorunlu tasarrufun kaldırılması için gerekli kanun tasarısı ikinci defa Meclistedir.

1997 yılı bütçesinde, bütün memur, işçi, emekli ve asgarî ücretlilere enflasyon üzerinde reel artış sağlanacak ve iyileştirmelere devam edilecektir.

Hükümetimiz yurtdışında çalışan işçilerimize sahip olan bir hükümettir. Zira, yurtdışındaki işçilerimizin kesin dönüş şartı aranmaksızın makine ve otomobil getirmelerine imkân tanınmıştır, oy kullanmaları için ciddî adımlar atılmıştır, Avrupa'da ailelerinden koparılan çocuklarla yakinen ilgilenilmiştir. Düşününüz; aileden çocuğu alıyorlar, nereye gittiğini annesi babası bilemiyor. İlk defa bu Hükümet, Alman makamlarıyla bütün bu konuları masanın üzerine yatırdı, ailelerine bilgi verme mecburiyeti getirdi. Eğer o çocukları bir Türk ailesi almak istiyorsa, onların tercih edilmesi, bu çocukların yaz aylarında Türkiye'ye gelmesi vesaire gibi önemli adımlar bu Hükümet tarafından atılmıştır. Yurtdışındaki işçilerimize, Türkiye'ye mecburi dönme ortaya konmaksızın, emekli olma hakkını bu Hükümet tanımıştır.

Bu hükümetin en mühim özelliklerinden birisi, kimsesizlere ve yoksullara verdiği büyük önemdir. Sosyal Yardımlaşma Fonu yeniden asıl maksadı için kullanılmaktadır ve 800 bin fakir bilgisayara geçirilmiştir; bunların hepsinin giyecek, yiyecek ve yakacak ihtiyaçları karşılanmaktadır. Bunlara ilave olarak, Kredi ve Yurtlar Kurumundan burs alan 200 bin üniversite öğrencisine ilaveten, 200 bin üniversite öğrencisine daha ayrıca burs verilmiştir.

Biz işe başladığımızda, ilk olarak köylümüze fındık tabanfiyatını verdik; köylümüzden fındık geçen sene 40-50 bin liraya alınmıştı, sabahleyin arkadaşlarımız da söylediler, şimdi 180-200 bin liraya alınıyor ve dünyada fındık fiyatı 200 dolardan 400 dolara çıkmıştır. Böylece bu Hükümet, fındığımızın değeri pahasına satılmasını, başka ülkelerdeki komisyoncuların elde ettikleri paraların şimdi Türkiye'ye gelmesini sağlamıştır ve fındık, ayçiçeği, mercümek, buğday, çay, üzüm, pirinç, pamuk ve tütün ödemeleri muntazaman yapılmıştır.

Güneydoğu illerimizde köye dönüş teşvik edilmiştir, pek çok aile köyüne dönmüştür, köylerinde tamiratlar yapılmıştır ve şimdi de büyük bir hayvancılık projesi tatbikata konulmaktadır; böylece Güneydoğu Anadolumuz ve köylümüz için çok büyük adımlar atılmaktadır.

Esnafımıza gelince: Bağ-Kur emeklilerine kademe atlama imkânı verildi, kredilerde büyük artmalar yapıldı; KOBİ'lere büyük kolaylıklar sağlandı ve stok afları getirildi. Sınır kapıları, sınır ticareti büyük bir hızla geliştiriliyor. Bilhassa, sanayi tesisleri ve KOBİ'ler için kalifiye eleman yetiştirme kurslarına büyük bir önem atfedilmektedir. Bunların yanında, Hükümetimiz, Yüce Meclise teşekkürünü arz ediyor 3 Aralık günü çıkarılmış olan Özürlüler Kanunundan dolayı; bu verilmiş olan yetkiyi süratle kullanmak üzere kollarını sıvamıştır.

Bu bütçe, bölgesel dengesizlikleri gideren bir bütçedir; çünkü, yatırımlar artırılmıştır. Yatırımlarda, selektif bir şekilde çalışılarak, bilhassa güneydoğu gözetilecektir. 80 ilin özel sektör ve devlet yatırımları, her ay muntazam bir şekilde takip edilmektedir. Üretim, istihdam ve ihracat seferberliği bütün yurt sathında, sektörler bazında, takip edilmektedir. Bundan başka, şimdi, Hükümetimiz, önümüzdeki yıl güneydoğuda bir tek okulsuz köy ve öğretmensiz okul bırakmamak üzere, gereken hazırlıklarını yapmış bulunmaktadır.

İlave gelirlerin kullanılmasında dengesizliğin giderilmesi gözetilecektir. Devlet İstatistik Enstitüsünde yapmakta olduğumuz bir değişiklikle, artık, Türkiye'nin istatistikleri belde bazında takip edilecektir. Şu anda, o ilçenin geliri nedir, gideri nedir, üretim nedir, fert başına o ilçenin geliri nedir ve ithalatı nedir, ihracatı nedir, işsizliği ne kadar; bunlar, ilçe bazında takip edilmektedir.

Doğuya doğalgaz getirilmektedir; bir yıl sonra, Van'da, Ağrı'da doğalgaza kavuşulacaktır ve buralara santrallar kurulacaktır.

Hudut ticareti teşvik edilmektedir.

Bugün Butros Gali, petrol boru hattının açılması için, son imzasını atmıştır; biraz önce kriptoyla haber verildi. (RP sıralarından alkışlar) Binaenaleyh, hiçbir mani kalmamıştır, onun için ayın 10'unda, yarın petrol boru hattından petrol akıtılmaya başlanacaktır ve inşallah 16'sında da, Hükümetimizin mensupları, Yumurtalık'ta, boru hattından, ilk petrolün gemiye yüklenmesini kutlayacaktır. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

Böylece, Güneydoğu Anadolumuz için, biraz evvel Sayın Necmettin Cevheri Beyin işaret ettikleri, hayırlı adım fiilen gerçekleşmektedir. Bunun ekonomik manasının yanında, asıl, bölgesel ve siyasî manası, psikolojik manası çok büyüktür.

Bundan başka, bölgedeki et kombinaları yeniden üretime geçirilecektir. Her bir ile 50 milyar lira olmak üzere, köye dönüş ödenekleri gönderilmiştir ve 50 nci madde fiilen çalıştırılacaktır. Bunun için hudutlardaki arabalarımızın tankerleri büyütülmüştür. Bölgede düşük kapasiteyle çalışan tesislerin tam kapasiteye çıkmaları ve bölge için şu anda tasavvurun üzerinde çok köklü bir şekilde vergi ve enerji teşviki hazırlıklarımız sürmektedir. Bunun için, hatta batıdaki insanlar, bu büyük avantajlardan dolayı üretimlerini doğuda ve güneydoğuda yapmak için o bölgeyi tercih edeceklerdir.

Bu bütçe, Türkiye'nin meselelerini çözen bir bütçedir. Teröre son verilmesi için çok yönlü mücadele yapılmaktadır. İşsizliğin önlenmesi için, yatırımların artırılması, denk bütçe vasıtasıyla faizlerin düşürülmesi, enflasyonun düşürülmesi, istihdam projeleri, yap-işlet-devret, yap-işlet teşviki, Devlet İstatistik Enstitüsü ile işsizliklerin takibi ve bütün projelerin selektif olarak takibiyle, işsizliğin süratle düşürülmesi için büyük adımlar atılıyor.

Bu bütçe ve bu Hükümet, refah seviyesinin yükseltilmesi için büyük adımlar atıyor, dışticaret dengesinin, ödemeler dengesinin kurulması için, bilhassa ihracatın teşvikinde AR-GE için büyük adımlar atılıyor. Turizmde yeni atılımlar yapılmaktadır. Dost ve kardeş ülkelere siteler, kamu kuruluşlarına ait turistik tesislerin özelleştirilmesi, turizm projelerinin teşviki, Türkiye'nin diğer önemli meselesi olan kamu borçlanma gereğinin azaltılması, faizlerin ve enflasyonun düşürülmesi, reel ekonomiye geçilerek zümresel dengesizliğin giderilmesi, bölgesel denge getirilmesi ve yeniden yapılanma, mahallî idarelerin yetkilerinin artırılması ve bugüne kadar bir kara delik olan bilhassa güvenlik kuruluşlarının yapısal değişiklikleri...

Bakınız, şu ana kadar, Hükümetimizin, güvenlik kuruluşların yapısal değişiklikleri için attığı adımları size kısaca bir tablo halinde göstermek istiyorum.

Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu yeniden hazırlanmıştır: Hastalık sigortasında 60 gün staj süresi getiriliyor, sosyal güvenlik destek primi yüzde 24'ten yüzde 30'a çıkarılıyor; bunlar, sendikalarla mutabakat halinde hazırlanmış maddelerdir. Bu tasarıda prime esas kazanç üst sınırı, asgarî ücretin iki katına çıkarılmıştır, Bakanlar Kurulu üç katına çıkarmaya yetkili kılınmıştır; isteğe bağlı sigortacılık primi yüzde 20'den yüzde 25'e çıkarılmıştır, hizmet birleştirilmesi uygulaması yeniden düzenlenmiştir. Emeklilikte müktesep haklar korunarak yaş haddi getirilmiştir; kadınlarda ve erkeklerde 55. Kaçak işçi çalıştırılmasına karşı tedbirler alınmıştır. Sosyal Sigortalar Kurumunun gayrimenkullerinin satılabilmesi konusunda yönetim kuruluna yetki verilmesiyle ilgili kanun tasarısı Meclistedir. SSK prim ve gecikme zamları tahsilatının hızlandırılmasıyla ilgili kanun tasarısı da bu da Meclistedir.

Diğer yandan, Bağ-Kur'un sağlıklı bir yapıya kavuşması için, 10 milyon çiftçiye sağlık sigortası imkânı getirilmektedir. Yeni Bağ-Kur ve Bağ-Kur tarım sigortası kanunu tasarısı ile Bağ-Kur prim ve gecikme zamları tahsilatının hızlandırılmasıyla ilgili kanun tasarısı vasıtasıyla ve bunların ellerindeki gayrimenkullerin satılması suretiyle demin size göstermiş olduğum grafikteki değişimler temin edilecektir.

Aynı zamanda, Türkiye'nin dışpolitikayla ilgili meselelerinde de büyük adımlar atılmaktadır. Türkiye'de, kardeş Türk Cumhuriyetlerinden 10 bin genç okutuyoruz, bu ülkelere milyar doların üzerinde kredi veriyoruz, yatırımlar yapıyoruz, bu ülkelerde üç tane üniversitemiz var.

Bütün dünyayla ilişkilerimizi geliştiyoruz, yeni pazarlar meydana getiriyoruz ve içerisinde bulunduğumuz ekonomik işbirliği teşkilatlarının aktivitelerini artırıyoruz.

Bu arada, Kuzey Kıbrıs'ı da kalkındıracağız. İnşallah, bu bütçe görüşmelerimizin arkasından Kuzey Kıbrıslı yetkililer Türkiye'ye gelecekler ve önümüzdeki yıl fert başına millî gelir 3 bin dolardan 4 bin dolara çıkarılacaktır Kuzey Kıbrıs'ta. Bunun için, 180 bin nüfuslu Kıbrıs'ın, 580 milyon dolarlık millî gelirinin -180 milyon dolar ilave olarak- artırılması gerekmektedir. Kıbrıs'ı büyük bir üniversite adası yapacağız ve buradan 50 milyon dolar ilave gelir elde edilecek; sulama projelerini gerçekleştireceğiz, 50 milyon dolar da buradan; turizmini gerçekleştireceğiz, takriben, bir 50 milyon dolar da buradan gelecek. Kıbrıs, buralardan gelir temin etmek suretiyle, ilk defa, sağlıklı bir yapıya kavuşacaktır.

Bu bütçenin diğer bir manası da şudur: Reel ekonomiye geçiş bütçesidir bu. Bu, bilindiği gibi Hükümet Programımıza sarih bir hüküm olarak konulmuştur. Denk bütçeyle, devletin yüksek faizle borçlanmasına son vermeye çalışıyoruz. Hazine senetlerine yüzde 10 stopaj koyduk. Yüksek faizli borçların azaltılması, kaynak paketleri vasıtası sayesinde sağlanıyor. Yabancı tahvillerde vergi adaletini tesis ettik; bugüne kadar başka ülkenin tahvilini alırsanız, bu tahvilin ne asıl parasından ne de bunun faizinden vergi ödenmiyordu; halbuki, yerli senet -Hazine senedi- alan bunu ödüyor; bunun adaletini tesis ettik.

Üretim, istihdam, ihracat seferberliği reel ekonomiye geçmek demektir. Kredilerin ve imkânların üretime tevcihi; KİT'lerin yüksek faizle borç almalarının önlenmesi; kamu alacaklarının ödenmesi için borçlu kamu kuruluşlarının yüksek faizle borçlanmasının önlenmesi; pompaların yavaşlatılması; repolar, bono ve tahvillerin bundan sonra reel ekonomiye dönük hale getirilmesi, millî imkânların yabancı ekonomileri desteklemeleri yerine, bizim ekonomimizi desteklemeye yönlendirilmesi. Düşününüz, bu Hükümetten önce, dış ülkeler bizi zengin görsünler, onun için bankalarımızın dövizlerinin büyük kısmı dış bankalarda tutulsun diye, tebliğler neşredilmişti. Bizim bankalarımızın dövizleri başka ülkelerin ekonomisine hizmet ediyordu; bütün bunlar değiştirilmiştir. İşte, görüldüğü gibi, adım adım reel ekonomiye geçilmektedir.

Bu bütçenin bir diğer özelliği de, hakikaten, Türkiye'nin büyük bir atılım yapmasına fırsat hazırlamasıdır. Bütçenin dışında, ayrıca, yap-işlet ve yap-işlet-devret metoduyla büyük atılımlar yapılacaktır.

Şimdi, Türkiye hangi noktadadır; size “Flaş Yatırımlar” adı altında bir tablo sunuyorum: Bakınız, şu anda doğalgaz projesi olarak: İran Doğalgaz Boru Hattı, 1 milyar 100 milyon dolarlık bir projedir. Rusya Doğu Hattı Doğalgazı, Aliağa LPG Terminali, İskenderun LPG Terminali, İskenderun-Ankara Boru Hattı. Ulaşım projeleri; Otoyollar, bölünmüş yollar, İstanbul Boğazı Tüp Geçidi ve Metrosu, havalimanları, demiryolu projeleri. Serbest bölgeler: İskenderun, Trabzon ve Kuzey Kıbrıs. Kompleksler: İstanbul-Pendik-Kurtköy Kompleksi. Hidroelektrik ve termal santrallar -yeni yapılacaklar, kiraya verilenler ayrı- nükleer santrallar.

Özelleştirme; bakınız, yukarıda saydığım büyük projeler 57 milyar dolarlık bir yatırımdır; özelleştirmede de 25 milyar dolarlık imkân vardır. Dolayısıyla Türkiye bütün dünya finans kurumları için en cazip bir hedeftir; çünkü, Türkiye'de 82 milyar dolarlık kârlı iş vardır.

İşte, bütün bunlar, bugün Türkiye'nin nereye yürüdüğünü açıkça göstermektedir.

Bakınız, otoyolların detayları, bölünmüş yolların detayları, İstanbul tüp geçidinin ve havalimanlarının detayları ayrıca bu tabloda takdim edilmiş bulunmaktadır, teferruatına girmiyorum.

Devletin elindeki enerji santralları da bir bir burada gösterilmiştir. Türkiye, bugün için, 80 milyar dolarlık bir finans hedefidir. Bundan dolayıdır ki, bütün dünya, Türkiye'deki bu büyük finans imkânından pay almaya çalışmaktadır.

Diğer yandan, bu bütçeyi uygulayacak olan hükümetin özellikleri de büyük bir mana taşımaktadır. Görüldüğü gibi, Refah Partisi-Doğru Yol Partisinin kurmuş olduğu 54 üncü Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, örnek bir uyum içerisinde çalışmaktadır ve ülkemizde istikrarı sağlamıştır. Bu Hükümet bir hizmet hükümetidir, tahakküm hükümeti değildir. Bu Hükümet, ibadet aşkıyla halka hizmet ediyor.

Bakınız, insan hakları hususunda attığımız ve atmakta olduğumuz adımları da, size, kısaca arz ediyorum:

Cezaevlerindeki huzursuzluklar ortadan kaldırılmıştır.

DGM davalarının hızlandırılması için yerler yeniden düzenlenmiştir. DGM'lerin görev alanına giren suçlarda 30 gün olan gözaltı süresi 7, artı -gerektiği halde, hâkim kararıyla- 3 gün daha uzatılabilecektir. Diğer mahkemelerde 4 ilâ 3 güne indiren tasarı komisyondan geçmiştir.

Düşünce suçları başta olmak üzere, devlet aleyhine olmayan bazı suçların, DGM'nin görev alanı dışına çıkarılmasına dair kanun tasarısı komisyondan geçmiştir.

Din görevlilerinin Memurin Muhakematı Hakkında Kanun kapsamına alınmasına dair tasarı Genel Kurulun gündemindedir.

Yurtdışındaki vatandaşlarımızın, çalıştıkları ülkelerde oy kullanmalarının temini için prensip mutabakatı sağlanmıştır.

Almanya'daki bazı işçilerimizin velayet haklarının kaldırılması, ellerinden alınan çocukların kendilerine iadesi hususunda çalışmalar başlatılmıştır.

Adalet Bakanlığında, gerek Adlî Müzaheret Anlaşmasından doğan hakların gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesindeki davaların takibi için Dışilişkiler Genel Müdürlüğü kurulmuştur.

Adlî zabıta kurulması hakkında kanun taslağı hazırlanmaktadır.

İnsan hakları müsteşarlığı teşkilatının kurulması hakkında kanun taslağı Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edilmek üzere imzadadır.

Bu Hükümet, demin de söylediğim gibi, sağlamcı bir hükümettir; yani, bütçeyi, elindeki imkânlara göre hazırlamıştır. Gerek kamu çalışanlarına gerekse yatırımlara, yeni gelirler elde ettikçe -bu gelirler Hazineye girdikten sonra- ilave artışlar verilecektir.

Bu Hükümet, Türkiye'nin bütün meselelerine sahiptir; üretim, istihdam ve ihracat seberberliğini başlatmıştır. Bakınız, buna bir misal olmak üzere, dışticaretimiz programlanmıştır; denizcilik, madencilik, sanayi, tarım, hayvancılık programlanmıştır. Size, sadece bir misal olmak üzere, madencilikte nasıl bir programımız var onu izah edeyim: Görüldüğü gibi, 1996'da, üretim 3 milyar dolardır; ama, ihracatımız 1 milyar dolardır; 1997'de, 1998'de, 1999'da ve 2000 yılında hızla artacak ve Türkiye'nin üretimi 10 milyar dolara ulaşacaktır; bu bir.

Şimdi, ikinci tabloda gördüğümüz gibi, 21 çeşit maden de hangi projeler vasıtasıyla gerçekleştirilecektir; bütün bunların hepsi programlanmıştır. Hükümetimiz, serbest piyasa ekonomisini esas almıştır; ancak, ülkenin nereye varacağını da, mutlaka teşviklerle, takiple, programa bağlı olarak gerçekleştirmek üzere çalışmaktadır.

Yine, Hükümetimizin bir diğer özelliği, özel sektör ve gönüllü kuruluşlarla sürekli yapılan toplantılarla, birlikte ve beraberce çalışılmaktadır.

Bütün bunlardan sonra, sözlerimi şu şekilde bağlıyorum: Görüldüğü gibi, Türkiye, büyük bir değişimin içerisindedir. Esasen, Türkiyemiz, dünyanın merkezindedir. Türkiye, büyük bir devlettir; çok önemli bir ülkedir; imkânları ve zenginlikleri büyük bir ülkedir.

Bakınız, 1996'da, biz, işe başlarken, 48 milyar dolarlık bütçenin 16 milyar doları açık ve 18,5 milyar doları faize ödeniyordu; ne kalıyor hizmet için; 13,5 milyar dolar. Halbuki, bu çalışmalarla, bu 13,5 milyar dolarlık reel imkâna ilaveten -demin de gösterdiğim gibi- 29,5 milyar dolarlık yeni bir ilave, bunun üzerine konulmuştur. Dolayısıyla, Türkiye, imkânları geniş olan bir ülkedir.

Şimdi, bütün Asya'ya hitap eden bir İskenderun serbest bölgesi ve liman tesisi özel teşebbüs olarak kurulacaktır. Yine, Asya ve Türk cumhuriyetlerine hitap eden bir Trabzon serbest bölgesi ve liman... Bu serbest bölgeler içerisinde, aynı zamanda, tıpkı Singapur'da, Malezya'da olduğu gibi malî finans merkezleri de kurulacaktır. Böylece, Türkiye, Asya'nın kapısı olacaktır.

Diğer yandan, Türkiye, bir yandan, Avrupa Birliğiyle gümrük birliği içerisindedir, Karadeniz İşbirliği Teşkilatıyla eski Sovyetler'le işbirliği içerisindedir, 53 Müslüman ülkeyle işbirliği içerisindedir, ECO, 10 Türk cumhuriyeti ve Müslüman ülkelerle işbirliği içerisindedir. Bütün bu grupların içerisinde işbirlikleri artmaktadır.

D-8 Projesi, çok önemli bir projedir. Bunu, bugün, bütün bu 8 ülkenin devlet başkanları büyük bir ilgiyle bekledikleri gibi, bu projeyi, şimdi, Amerika da, Fransa da, İngiltere de, Almanya da bekliyor.

AHMET TAN (İstanbul) - Almayalım onları!

BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) - Bakınız, önemli olan şudur: Efendim, bu gelişmiş ülkelerin karşısına kiminle çıkacaksınız; Bangladeş'le mi, Mısırla mı... 800 milyon insanla çıkıyoruz. (RP sıralarından alkışlar) 800 milyon insan... Bunların karşısına biz hakla çıkıyoruz. Hak... Hak... (RP sıralarından alkışlar) Çünkü, bugün dünyada hakikaten büyük haksızlıklar var. En büyük güç, haklı olmaktır. Bugün, şu Birleşmiş Milletler Teşkilatında 5 ülkenin veto hakkı var; bu bir çelişki değil mi... Bu bir çelişki değil mi... Bu, elli sene öncenin dünyası; bu dünya böyle yürümez (RP sıralarından alkışlar) Şimdi, bütün dünyanın hepsi haklı bir dünya istiyor; herkes elli yıl sonra dünyayı yeniden kurmak istiyor. Bu, herkesin temennisidir. Bakın, bu D-8'ler hareketinin 6 ana umdesi var:

Yeryüzünde savaş değil, barış. Kim istiyorsa, bu masanın etrafında oturacak.

Gerginlik değil, diyalog.

Sömürü değil, işbirliği.

Çifte standart değil, adalet.

Kibir, tekebbür değil, eşitlik.

Bir arada, hakka riayet ederek yaşamak.

Yeni dünyanın prensipleri bunlar olacak. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Ondan dolayıdır ki, o sizin çok küçük gördüğünüz, o 800 milyon insan, evet, hakkı üstün tuttuğu için, bütün insanlığa en büyük hayırlı adımı atacaktır.

İşte, şartlar öyle gelişmiştir ki, Batı ülkeleri de, bu gerginlikten, bu sunî mücadeleden bir sonuç çıkmayacağını idrak edecek noktaya gelmişlerdir; adım adım yeni bir dünya kuruluyor ve bu yeni dünyada da, elbette, en önemli noktada Türkiye bulunuyor; çünkü, Türkiye, dünyanın merkezindedir. Türkiye, bu başlattığımız ekonomik kalkınmasını yaptığı zaman, herkesin saygınlıkla bakacağı bir ülke noktasına geliyor. Tek kelimeyle, yeniden büyük Türkiye kurulmaktadır.

Görüldüğü gibi, artık, Batılı ülkeler bize geldikleri zaman, eski kırık plağı çalamıyorlar, onları, daha baştan susturuyoruz; geldiklerinde alışmışlar yıllardan beri “efendim, sizde insan hakları, sizde bilmem Kürt meselesi...” Biz de Kürt meselesi filan yok. Bir terör var, onu da siz kışkırtıyorsunuz. Hadise budur. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Bu plakları kaldırmalarını kendilerine söyledik. Sayın Cumhurbaşkanımız son yaptığı Almanya seyahatinden “bu sefer bambaşka bir ilgi gördüm” diyerek döndüler Türkiye'ye. Neden; evet, tabiî, çünkü, Türkiye, bu yeni dünyada yavaş yavaş yerini almaktadır ve zaten, bunun da, hem ekonomide hem her sahada emareleri gözükmektedir.

Dolayısıyla, bu bütçeden sonra ve bu anlattıklarımdan sonra, şu soruyu sorup cevabını vererek sözümü tamamlıyorum: Türkiye nereye gidiyor; Türkiye, meselelerini çözüyor, dengelerini kuruyor; Türkiye, iyiye gidiyor; Türkiye, öncü devlet oluyor. Bunu, Refah Partisi, Doğru Yol Partisi yapıyor; bunu, 20 nci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi yapıyor; bunu, milletimiz yapıyor...

Hepinizi ve televizyonları başında bizi seyreden aziz vatandaşlarımızı muhabbetle kucaklıyorum.

İyiye gidiyoruz, yeniden büyük Türkiye'ye gidiyoruz.

Bütçemiz milletimize hayırlı olsun.

Hepinizi Allah'a emanet ediyorum. (RP sıralarından ayakta alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Başbakan.

MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) - Grafikler girecek mi zapta?

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu Başkanvekili Sayın Önder Sav'ın bir tezkeresi vardır; aynen okuyorum:

“Türkiye Büyük Millet Meclisi Sayın Başkanlığına

Sayın Başbakan, Hükümet adına konuşurken, teknik olanaklardan yararlanarak, grafiklerle bilgiler vermektedir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi tutanaklarına sadece sözler geçirilmekte, grafiklerdeki bilgiler yansıtılmamaktadır.

Türkiye Büyük Millet Meclisine mal edilen bu bilgilerin, görüntülü olmaktan yararlanarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi tutanaklarına yansıtılması nasıl sağlanacaktır? Cumhuriyet Halk Partisi Grubu olarak, aydınlanmak istiyoruz.

Gereğini takdirlerinize sunarım.” (RP sıralarından gürültüler)

Siz mi cevap vereceksiniz; ben, cevap vereceğim... Bir dakika müsaade buyurun.

Sayın Sav, Türkiye Büyük Millet Meclisinin çalışma usullerinde, bilindiği gibi, esas olan, bu kürsüden söylenendir ve tutanaklara geçen de, esas olan, bu kürsüden söylenendir. Şimdiye kadar böyle davranıldı, bundan böyle de böyle davranılacaktır. Hatta, zaman zaman, sayın başbakanlar, hükümet programlarını okurken veya sayın bakanlar -mesela, bugün, Maliye Bakanının yaptığı gibi- çeşitli mülahazalarla, kendi takdirleri içerisinde, o yazılı metindeki bazı sözleri okumazlar ve daha konuşmanın başında veya sonunda veya ortasında bir yerde “esas olan, benim söylediklerimdir” ifadesini de derc ederler. O nedenle, bugün, Sayın Başbakanın yaptığı bu konuşmada, tutanaklara geçen esas metin, Sayın Başbakanın mikrofondan ifade ettikleridir; fakat, bugün, slaytlarla Yüce Meclise sunulan bilgileri de tutanaklara ek bilgi olarak yansıtmak için, sayın konuşmacıdan ve değerli arkadaşlarımdan biraz önce talep ettim; onları bize verdiklerinde, tutanaklara ek bilgi olarak yansıtacağım. (1)

Teşekkür ederim.

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) ÇEŞİTLİ İŞLER

1. - 1997 malî yılı bütçe kanunu tasarılarının TBMM Genel Kurulunda yapılan görüşmelerinde Başbakan Necmettin Erbakan'ın slayt göstermek suretiyle istifade ettiği 36 sayfalık doküman

MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) - Dokümanı şimdi alalım...

SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Artvin) - Şimdi versinler; sonra değişebilir rakamlar...

BAŞKAN - Verirler efendim, merak buyurmayın. Değişirse, tutanaklarımız var; esas olan tutanaklardır.

MUSTAFA TAŞAR (Gaziantep) - Sayın Başkan, Sayın Başbakan konuşmasında “buradaki tablo” diyor...

BAŞKAN - Sayın Sav, anlaşıldı değil mi efendim.

ÖNDER SAV (Ankara) - Sayın Başkan, hatta, Sayın Başbakan, eğer, bunu, fotokopi biçiminde daha önceden yansıtmış olsaydı, daha yararlı olacaktı.

BAŞKAN - Peki efendim, teşekkür ederim.

Sayın Başbakan, grupların bir arzusu var: Bundan sonraki bu tür konuşmalarınız, metin halinde gruplara dağıtılsın veyahut da önceden, sayın gruplara haber verilsin istiyorlar; aktarıyorum.

MAHMUT IŞIK (Sıvas) - Sayın Başkan, bir önerimiz var...

BAŞKAN - Efendim, bir dakika öneri sırası değil.

MAHMUT IŞIK (Sıvas) - Sayın Başkan, tadilatı süren Genel Kurul Salonuna da böyle bir sistemi koyalım da...

BAŞKAN - Efendim, o tadilatı süren Genel Kurul Salonuna, onlar konuldu zaten; otomatikman, o emirler baştan verildi, merak buyurmayın, her türlü tedbirimiz alındı orada. Çok memnun kalacaksınız Mahmut Bey; hiç merak buyurmayın.

Sayın Işın Çelebi'nin bir mürcaatı var: “Sayın Başkan, İçtüzüğün 63 üncü maddesine göre usul hakkında söz istiyorum” diyor.

Nedir efendim 63 üncü maddeye göre usul hakkında itirazınız?

IŞIN ÇELEBİ (İzmir) - Şudur: Sayın Önder Sav'ında belirttiği gibi, Sayın Başbakan, konuşmasında, grafiklere dayanarak, rakamlara dayanarak “şu tabloda, şu rakama dayanarak” diye ifade etmiştir; ama, tutanaklara geçmemişti. Rakamlar önemliyse...

BAŞKAN - İfade ettiği her şey geçti efendim.

IŞIN ÇELEBİ (İzmir) -Hayır... Tabloda “şu rakam” demiştir, rakam söylememiştir. Rakamlarda hatalar vardır. O yüzden, tutanaklardan, Sayın Önder'in de isteği üzerine, bu rakamlardaki yanlışlıkları bakanlık bütçelerinde tartışılmak üzere, ek olarak, ilave edilmesini rica edeceğim. Sayın Önder Sav da rica ettiler, bu yanlışlıkları, bakanlıklar bütçesinde konuşma ve tartışma imkânı olacak.

Teşekkür ederim.

BAŞKAN - Sayın Çelebi, müracaatınız, benim usulüm hakkındaydı; bir usulsüzlüğüm yoktur, bir.

İkincisi, Sayın Sav'a verdiğim izahata katıldığınıza göre, mesele sizin açınızdan halledilmiştir. Eğer, bu yanlışlıklar varsa, bakanlıkların bütçelerinin görüşülmesi sırasında, tutanaklardan da alınarak, bizzat tarafınızdan veya arkadaşlarınızca bu kürsüden ifade edilecektir. (RP sıralarından alkışlar)

IŞIN ÇELEBİ (İzmir) - Sayın Başkan, bir şey belirtebilir miyim? Sizin şahsınızla ilgili değil, Başkanlık Divanını ilgilendiriyor. Burada, bu İçtüzük, sadece sese göre düzenlenmiş. Şimdi, gözle, televizyonla bütün Türkiye'ye hitap ediliyor ve o tablolarda yanlış birtakım rakamlar, yanlış mesajlar geliyor.

MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) - Tablolar faso fiso.

IŞIN ÇELEBİ (İzmir) - Bu yüzden, usule göre, bu uygulamada bir hata ve boşluk var, hata demeyeyim de ciddî bir boşluk var. Bunun, bu Mecliste, bütçe görüşmeleri sırasında ciddî biçimde tartışılması gereği var; çünkü, benim elimde, içborçlara ilişkin rakamlarla, verilen rakamlarda ciddî tutarsızlıklar var. Kaynak paketlerinden elde edilen gelirlerin bütçe dengelerinde...

BAŞKAN - Sayın Çelebi, bir dakika efendim... Anlaşıldı efendim.

IŞIN ÇELEBİ (İzmir) - ...bize gösterilmemek şeklinde ciddî tutarsızlıklar...

BAŞKAN - Konumuz o değil efendim, anlaşıldı.

Sayın Çelebi, bakınız, bu usul, bu Mecliste daha önce yapıldı efendim; görüntülü olarak izahat verildi. Ben, Sayın Başbakanın konuşmasından önce de, bunu, Yüce Meclisin bilgisine sundum. Onun için Başkanlık olarak bir usulsüzlüğümüz yok.

IŞIN ÇELEBİ (İzmir) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Efendim, müsaade buyurun. Ben, sizi dinledim; ama, sizin haklı olarak işaret ettiğiniz husus zabıtlara geçti; bütçe müzakereleri sırasında da cevabını bulacak; bu kadar efendim.

Teşekkür ederim.

ALİ DİNÇER (Ankara) - Sayın Başkan, izin verir misiniz? (Gürültüler)

BAŞKAN - Bir dakika efendim... Duyamıyorum...

ALİ DİNÇER (Ankara) - Sayın Başkan, burada, usulden doğan boşluktan dolayı...

BAŞKAN - Efendim, anlaştık, izah ettik karşılıklı.

ALİ DİNÇER (Ankara) - Bir ilave yapacağım.

BAŞKAN - Evet, buyurun.

ALİ DİNÇER (Ankara) - Çok ciddi boşluklar doğdu. Eğer, izin verirseniz o boşlukları göstermek üzere kürsüden söz alıp bunları anlatayım.

BAŞKAN - O mümkün değil efendim, 63'e göre.

MUSTAFA KAMALAK (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Sayın Kamalak, bir arzunuz mu var?

MUSTAFA KAMALAK (Kahramanmaraş) - Sayın Başkan, usulle ilgili tartışma, konunun görüşmelerine başlamadan yapılır.

BAŞKAN - Usulle ilgili tartışma açmadım ki efendim; açsaydım müdahaleniz yerinde olurdu; açmadığıma göre müdahaleniz yerinde değil.

IV. - KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. - 1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/518) (S. Sayısı : 134) (Devam)

2. - 1994 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1994 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/282, 3/414) (S. Sayısı : 103) (Devam)

3. - 1995 Malî Yılı Genel Bütçeye Dahil Kuruluşların Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1995 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/492, 3/516) (S. Sayısı : 151) (Devam)

4. - Katma Bütçeli İdareler 1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/519) (S. Sayısı : 135) (Devam)

5. - 1994 Malî Yılı Katma Bütçeli İdarelerin Kesinhesaplarına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1994 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/283, 3/415) (S. Sayısı : 102) (Devam)

6. - 1995 Malî Yılı Katma Bütçeli İdarelerin Kesinhesaplarına Ait GenelUygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi ile 1995 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/493, 3/517) (S.Sayısı: 150) (Devam)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, şahısları adına konuşmalara devam ediyoruz.

Son konuşma, lehinde, Sayın Uğur Aksöz; buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın Aksöz, bir dakika.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, bir sayın üye daha görüşlerini belirtecek; daha sonra da oylama var, oy vereceksiniz. Lütfen oturur musunuz. Lütfen oturun efnedim.

Sayın Aksöz, bir dakika, konuşmanıza başlamayın efendim; önce bir sükûnet avdet etsin, ondan sonra efendim.

Sayın Aksöz, süreniz 15 dakika; ek zamana ihtiyacınız olursa vereceğim.

Buyurun efendim.

UĞUR AKSÖZ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçe üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Önce, Refah Partisini tebrik ediyorum. (RP sıralarından “Bravo” sesleri!) Çünkü, bana, ilkokul günlerimi hatırlattı. Şu levhayı görünce, ilkokulda okuduğumuz alfabede “Koş, Kaya koş; at, topu at” vardı, ben onu hatırladım. Çocukluğumu hatırlattığım için teşekkür ediyorum; bir. (RP sıralarından gürültüler)

HASAN DİKİCİ (Kahramanmaraş) - Seviyen o, seviyen...

UĞUR AKSÖZ (Devamla) - İkincisi, ekranları başında, uykusuzluk çeken çocuklar ve yaşlılar bir saat mışıl mışıl uyuduğu için; Sayın Erbakan, o insanları uyuttuğu için tebrik ve teşekkür ediyorum. (RP sıralarından gürültüler)

Üçüncüsü, şimdi bana bazı notlar geldi “Efendim, birliklerin 31 trilyon lira alacağı var; antepfıstığı üreticisinin alacağı var, kırmızıbiber üreticisinin alacağı var, pamuk üreticisinin alacağı var; Erbakan bunları niye ödemedi” diyor.

Bakın, niye öyle bekliyorsunuz, niye para istiyorsunuz!.. Refah Partisi harika bir buluş yaptı; pancarcıya şeker verdi, fıstıkçıya domates, pamukçuya da yarın kumaş verir borçlarını öder! O bakımdan, birliklerdekiler biraz daha beklesinler; Refah Partisinin adil düzeni sonucunda onlar da paralarını alırlar!

Şimdi, ben, Sayın Erbakan'ı dinleyince o kadar beğendim ve hayran oldum ki, bir saatin Sayın Başbakana yetmediği kanaatindeyim; ben, bu 15 dakikamı da onu veriyorum. Ne yapacağım; bakın, burada Meclisin tutanakları var, son beş yıldır tutulan tutanaklar... Hani, böyle Susurluk lafı gelince “belge... belge...” diyorsunuz ya, işte belge. Ben, size şimdi buradan okuyacağım, kendim tek bir kelime söylemeyeceğim; Sayın Erbakan'ın tutanaktaki konuşmalarını okuyacağım, takdiri başta Sayın Erbakan olmak üzere, tüm Meclis ve yüce halkımız yapacak. Hemen geçiyorum; tarih 28.11.1991, kürsüde Sayın Erbakan, o günkü Erbakan, bugünkü Erbakan'a soruyor; Erbakan, Erbakan'ı sorguluyor da diyebilirsiniz. Bir kelime katmadan okuyorum: “Anarşi ve kan ortalığı kaplamıştır, nerede bu meçhul cinayetlerin failleri? Cinayetleri önleyin, terörü durdurun, failleri bulun, bir cinayetin failinin bir haftada bulunması lazım, kaldı ki, siz, sadece, şimdi işlenenleri değil, o tenkit ettiğiniz, bütün eski işlenenlerin de failini bulmalısınız, hepsini istiyoruz; kaç tane fail buldunuz?”diyor, şimdiki Erbakan'a soruyor. (RP sıralarından “Doğru söylüyor” sesleri)

Evet, ikinci tutanak, tarih 3.7.1993, açıyoruz, kürsüde yine Sayın Erbakan, şimdiki Erbakan'a soruyor “Şu bizim halimize bakın, ekonomiyi iki yılda bu hale getiren başmimara -yani, sayın Çiller'e- şimdi 'al bunları daha rahat, daha geniş bir şekilde yap' demişiz. Adalet mekanizmamız asla gerekli adaleti tevzi edemiyor; birçok yerde rüşvet, iltimas, vurgun, soygun yürüyor...”

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) - Doğrudur...

UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Şimdi, dikkat edin, bir cümle geliyor: “Milletimiz, temiz bir topluma hasret kalmış durumdadır.” (RP sıralarından “Doğrudur” sesleri) “Muhterem arkadaşlarım, şimdi biz ne yapıyoruz; hal ve gerçek böyleyken biz, iki yıldan beri bütün bu durumları da daha da ağırlaştıran bir yönetime ve bunların mimarlarından birine 'buyurun gelin, tahribatı daha çok yapın' diyoruz” diyor Sayın Erbakan, ben demiyorum. Devam ediyoruz “Sayın Çiller, 7 Haziranda medyaya 500 milyar lira teşvik veriyor; ertesi gün, medya, kendisini methediyor. 7 Haziranda parayı veriyor, 8 Haziranda ayrılıyor, 10 Haziranda da Genel Başkan seçiliyor; şu ortak yaşama bakın, şu ortak yaşama bakın, şu karşılıklı destekleşmeye bakın, şu Türkiye'de oynanan oyuna bakın! Her şey önümüzde.”

Şimdi, Erbakan soruyor, bakın: “Meclis nerede? Millet nerede? Partisi nerede?” Sonra kendi kendine soruyor; “Peki, ortağı nerede?” Ortağı sizsiniz. (ANAP sıralarından alkışlar)

Evet, devam ediyoruz; “Sayın Çiller, 23.7.1973'te Amerikan vatandaşı olmak için müracaat etmiş. Vatandaşlığa kabul tarihi -yapılan iddiayı söylüyorum- 1.7.1979. Şimdi buna karşı ne buyuruluyor; 'ben, müracaat etmedim, onlar teklif etti' diyor. Hayda!.. Amerika, kime vatandaşlık teklif eder Allah aşkına!.. Yani, bu vatandaşlık işleri dış ülkelerde nasıl cereyan ediyor, bilmiyor muyuz?!.” diyor Sayın Erbakan ve devam ediyor; “Amerikan vatandaşı olmak için mutlaka Amerika'da yemin etmek lazım gelir. Amerikan vatandaşı olmak için yapılmış olan yeminde ise, Amerika'ya bağlılık şartı vardır. Böyle, Amerika'ya bağlılık üzerine yemin eden bir insan, nasıl Türkiye'nin Başbakanı olur?” diyor. Türkiye'nin Başbakanı olmaz; ama, Sayın Erbakan'ın yardımcısı olur. (ANAP sıralarından alkışlar)

Evet, devam ediyoruz; tarih 13 Ekim 1995; bu defa kürsüde Refah Partisi Grubu adına Sayın Abdüllatif Şener var. Bakın, ben hep Refahlıları konuşturuyorum; çünkü, lehte konuşuyorum ya, onlar konuşsunlar.

Bakın, Sayın Abdüllatif Şener ne diyor; “Bu Hükümetin hiçbir şeyi çözmeye niyeti yok, heyecanı yok, kendi varlığından bile umudu yok. Tabiî, kimseye bir faydası olmayacak diye ifade etmiyorum, elbette birileri güç kazanacak; ama, öyle olsa bile bu güç kazanacakların -şimdi dikkat edin- Özer sektör gücü olacağı da herkes tarafından takdir edilen bir gerçektir. Özer'in sonunda “r” var burada, “l” değil; “Özer sektör gücü”diyor.

Kim diyor; Sayın Maliye Bakanım diyor ve devam ediyor;” Sırf koltukta kalma süresini uzatabilmek için Anayasa ihlali yaparak ara seçimlere gitmeyen de Sayın Çiller'dir. Bu anayasal zorunluluğu koltukta biraz daha kalabilme uğruna Sayın Çiller ihlal etmiştir; ancak, hesabın döneceği günler olacaktır ve günün birinde bu Anayasa ihlalinden dolayı Sayın Çiller Yüce Divan'da hesap vermek zorunda kalacaktır”diyor Sayın Şener ve devam ediyor; “Sayın Çiller, koltukta kalabilme uğruna heba etmiştir ülkenin aylarını...

Şimdi, bir hükümet bunalımı çıkmasın deniliyor; ancak, hükümet bunalımının sorumlusu da Sayın Çiller'dir; bu ülkede yaşayan 65 milyon insanın içinde bulunduğu bunalımın sorumlusu da Sayın Çiller'dir. Türkiye'deki vatandaşın içine düştüğü bunalımın sorumlusu Çiller olduğu halde, bir hükümet bunalımı çıkmasın diye -bakın şimdi, Refah'ı tarif ediyor herhalde- milletin âli menfaatları için güvenoyu vermek gerektiğine inananlar varsa, şunu bilsinler ki, milletin âli menfaatları, bu Hükümete ret oyu vermekten geçer. Bu hükümetin devamıyla Sayın Çiller'in âli menfaatlarının korunmuş olmasından öte hiçbir sonuç ortaya çıkmaz... Dört yılın yanlışları, dört yıldır Çiller'i destekleyenlerindir ve bundan sonra da ortaya çıkan yanlışlardan, bu ülkenin ezilmesinden, perişan hale düşmesinden dolayı, bu hükümete güvenoyu verme düşüncesinde olanlar, her zaman sorumlu olacaklardır” diyor.

Devam ediyor: “Açıkça ifade ettik; hiçbir Çiller Hükümetine destek olmayız.” Abdüllatif Şener, Sayın Bakanım burada, o söylüyor; tutanak da burada; belge bu. “Devlet Bakanı olarak, daha sonra Başbakan olarak bu ülkeyi tahrip etmiş bir insan var karşımızda. Buna destek olmak, bunun iktidarının devamına zemin hazırlamak bir vebaldir, -Sayın Şener söylüyor, devam ediyor- bir sorumluluktur, bir yanlışlıktır. Bu bir uzlaşma değildir; Çiller'de uzlaşma bir uzlaşma değildir; çünkü, yanlışta uzlaşma olmaz, tahribatta uzlaşma olmaz, felakette uzlaşma olmaz” diyor Sayın Şener. Bakınız, belki de, aynada bir hesaplaşmanızdır, Refahlılar, birbirinizle. Ben okuyayım, devam edeyim: “Kimse, kendi âli menfaatlarını, milletin âli menfaatları diye takdime kalkmasın. Bu milletin âli menfaatları, uzlaşma, hakta uzlaşmadır, bu milletin menfaatlarında uzlaşmadır, bu milletin içine düştüğü bunalımdan bu milleti kurtarmada uzlaşmadır. Bunun da tek yolu dikkat edin, tek yolu Çiller'in gitmesidir” diyor Sayın Şener ve şimdi ortaklar... Hani arabaların arkasında bir yazı var dır, taksilerin arkasında bir yazı vardır, ben görüyorum “o şimdi asker” diye; görmüşsünüzdür. Ben de şimdi bunu okuyunca diyorum ki, onlar şimdi ortak...

ÖMER VEHBİ HATİPOĞLU (Diyarbakır) - Sen askersin, sen!

UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Evet, devam ediyoruz...

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) - Başka kimi konuşturacaksın?!

UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Ben bir kelime söylemiyorum, sizin konuşmanızı... (RP sıralarından gürültüler)

Efendim tarih 3.11.1995, bakın, kürsüde Refah Partisi adına... (RP sıralarından gürültüler)

Yine Refahlıları konuşturuyorum yahu, daha ne istiyorsunuz. Mukadder Başeğmez konuşuyor, bakın ne diyor: “Bugüne kadar bu Koalisyon Hükümetinin nasıl kurulduğuna, hangi pazarlıklar sonucu bugüne gelindiğine bakacak olursak, işte size Tansu Hanımın demokrasi tarifi: Demokrasi; tek bir fikir etrafında birleşme değil; ama -iyi dinleyin burayı- bir menfaat etrafında birleşmedir ve buna da karşılıklı bölüşme sanatıdır diyebilirsiniz.” Şimdi soruyor Mukadder Başeğmez, kendi Başbakanına soruyor herhalde, bilmiyorum; soruyor, bakın ne diyor: “Peki, şimdi hangi ilkeler ön plana çıktı da, hangi ilkelerinizi koruyabildiniz de, yeniden hükümet kurdunuz? Başbakanın yaptığı bir ilkesizlik ve değer ölçüleri taşımama mazeretinin ta kendisidir” diyor ve sonra dönüyor “Doğru Yol Partisi tarihini kaybetti, misyonunu kaybetti, ben o Doğru Yolu arıyorum” diyor Mukadder Başeğmez; Grubu adına konuşuyor. “Hürriyet mücadelesi veren, sivil demokrasi mücadelesi veren Doğru Yolu arıyorum; ama, siz ne yapıyorsunuz; apoletli, postallı, palaskalı, kasaturalı insanlarla çıkıyorsunuz halkın huzuruna. Millete milletin vekilini mi seçiyorsunuz, milletin sesini devlete taşıyacak milletvekili mi seçiyorsunuz yoksa devletin sesini millete ulaştıracak polis megafonu mu seçiyorsunuz? Siz, arkasında 20 bin ölü olan güvenlik görevlisi sorumlularını niçin Parlamentoya taşıyorsunuz, niçin taşıyorsunuz, niçin taşıyorsunuz?” diye üç kere sormuş. Ben demiyorum, Başeğmez diyor.

ASLAN POLAT (Erzurum) - Senin fikrin yok mu?

UĞUR AKSÖZ (Devamla) -Devam ediyoruz. Tarih 10 Mart 1996, bakın, 10 Mart 1996...

Şimdi ben bunu niye okuyorum, sonunda söyleyeceğim. (RP sıralarından gürültüler)

ASLAN POLAT (Erzurum) - Hiçbir şey bilmiyor musun?

UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Bakın, 10 Mart 1996'da Sayın Aydın Menderes -acil şifalar diliyorum kendisine- ne diyor: “Bu Hükümet, bir zoraki nikâh hükümetidir ve aynı zamanda, bu Hükümet, Sayın Çiller'i koruma hükümetidir. 'Hayır' mı diyorsunuz, Halep oradaysa arşın burada. Gelecek dosyalar -Menderes söylüyor, ben demiyorum- gelecek Meclis soruşturmaları, o zaman anlarsınız bu Hükümetin niçin kurulduğunu.” Menderes diyor... (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

Devam ediyor... Sanki, bütün Refahlılar kâhin; o günden, hep, bugünü görmüşler, çok ilginç! Devam ediyor : “Bu Hükümet, bir yoklar hükümetidir, güvencesi yok bu Hükümetin, prestiji yok, umut yok, heyecan yok, her şeyden önce, halkın güveni yok bu Hükümete. Yarın, bir Meclis soruşturması verildiği vakit ne olacağı belli değil” diyor Sayın Menderes.

Ben de, belli diyorum, verilen soruşturmalar belli oldu; o zaman belli değildi, şimdi soruşturmaların sonucu belli. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)

Ve bakın ne diyor “Bugünden tezi yok, gelin, bu yağma, talan ekonomisini sürdürmemek için, yol kısayken dönelim.” Size diyor...

Arkasından, yine, Sayın Abdüllatif Şener çıkıyor, diyor ki “Dostane bir tavsiyede bulunmak istiyorum; yol yakınken geri dönün Sayın Başbakanım.” Sanki, bugünü söylüyor!

Geliyoruz, tekrar, 6 Temmuz 1996 tarihli Meclis birleşimine. Bu defa kürsüde Sayın Necmettin Erbakan, Başbakanımız ve bakın neler söylüyor. (RP sıralarından alkışlar) Hemen alkışlamayın, biraz sonra kızacaksınız. Bakın ne diyor: “Denetleme, bu Meclisin bir görevidir. İlkönce bu denetleme dosyalarını biz getiriyoruz, biz. Bunlar, böyle kalmamalı; bunlar, hakikaten gerçek neyse aydınlığa kavuşmalı. Getirdiğimizi sonuna kadar takip edeceğiz.” (RP sıralarından “doğru” sesleri) Gördünüz TOFAŞ'ı, TEDAŞ'ı değil mi; sonuna kadar takip ediyorlar!

Ve devam ediyor... Bakın, şimdi, Sayın Başbakanımız, tekrar bir şey söylüyor : “Şimdi, sizin, bunu, bizden istemek hakkınızdır. Bizim getirdiklerimizi takip edin, bizden isteyin, yakamıza yapışın” diyor. Yapışalım mı? Peki; yapışalım. Ve devam ediyor, son sözü de şu: “Bu Hükümet rasgele bir hükümet değildir. Bu Hükümet iyilerin iyisidir ve halkımız, sokakta bayram etmektedir.”

Bunlar, hep Refahlıların beyanları. Bunu alın, bugün, varsayın ki ben söylüyorum, varsayın ki bir başka parti söylüyor, varsayın ki halk söylüyor; hepsi aynıyla vakidir... Refahlılar o zamandan bugünü görmüşler.

Şimdi, ben, Sayın Başbakanıma bir şey söylemek istiyorum, “halk bayram ediyor” diyor. Hayır Sayın Başbakanım; o gördüğünüz halk, o işçiler, o memurlar, o ayaktaki basın bayram etmiyor; o kalabalık, bayram değil, o kalabalık, demokrasinin cenaze törenidir. Yapmayın Sayın Başbakanım!.. Bunu bayram olarak göremezsiniz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Aksöz, devam edecek misiniz?

UĞUR AKSÖZ (Devamla) - İki cümle efendim.

BAŞKAN - Son cümlenizi alayım efendim.

UĞUR AKSÖZ (Devamla) - Bakın arkadaşlar, ben, size bir şey söylüyorum; Sayın Mukadder Başeğmez “bu Hükümet pazarlıklarla kurulmuştur” dedi. O zaman, ben sizinle bir pazarlık ediyorum; gizli kapaklı, kapalı kapılar arkasında değil, 60 milyonun önünde bir pazarlık : Bu bütçe, bu bütçedeki paralar, altınlar, makamlar hepsi sizin olsun, bana temiz Türkiyemi verin.

Saygılar sunuyorum. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun Sayın Gönül.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan, Sayın Aksöz, tutanaktan bazı konuşmaları ifade etmiş, okumuş ve sonunda da “varsayın ki bu sözleri ben söyledim” demek suretiyle Doğru Yol Partisini ve Grubunu hedef alan sözleri tekrar ettiğini beyan etmiştir. Cevap hakkımız doğmuştur; kürsüden bunu cevaplamak istiyorum.

BAŞKAN - Sayın Gönül, çok genel bir ifade kullandı; çok dikkatli dinledim; “varsayın ki ben, varsayın ki siz, varsayın ki hükümet, varsayın ki vatandaş söylüyor” şeklinde bir genel ifade kullandı; Grubunuzu hedef almadı.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Ama, kendisi de söylediğini ifade etti; kendisi de bu sözleri söylediğini kabul etmiş oldu.

BAŞKAN - Söylediğini kabul etmedi; sizin varsaymanızı kabul etti; ikisi çok farklı şey.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Hayır efendim.

BAŞKAN - Buyurun efendim... Buyurun...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - “Varsayın ki, ben bunları söylüyorum” dedi.

BAŞKAN - Efendim buyurun... Lütfen...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Lütfen buyurun efendim.

Bu Mecliste bugüne kadar, zabıtlardan sataşma olduğu iddiasıyla söz verildiği hiç olmadı. Buyurun.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Ben, burada, tutanakları okumasından dolayı söz hakkımın doğduğunu ifade etmiyorum...

BAŞKAN - Sayın Gönül, cevabını verdim. Buyurun efendim.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Efendim, ifade edeyim, oturacağım.

BAŞKAN - Buyurun...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Ama, bu sözleri “varsayın ki ben söyledim” demek suretiyle, tekrar ettiğini ifade etmiştir.

BAŞKAN - Hayır, öyle ifade etmedi efendim.

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sataşma vardır.

BAŞKAN - Hayır efendim, öyle ifade etmedi. Buyurun...

ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Taraflı davranıyorsunuz.

BAŞKAN - Buyurun...

Değerli milletvekilleri, bütçenin tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Sayın milletvekilleri, 1997 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1994 ve 1995 Malî Yılları Genel ve Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarılarının tümü üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.

Şimdi, 1997 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1994 ve 1995 Malî Yılları Genel ve Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarılarının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunacağım:

1 - 1997 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...

KÂTİP ÜYE ZEKİ ERGEZEN (Bitlis) - Saymaya gerek yok Sayın Başkan.

BAŞKAN - Sayın efendim, sayın...

MUSTAFA TAŞAR (Ankara) - Sayın Başkan, Bakanlar iki el kaldırıyor.

BAŞKAN - Bakan arkadaşların iki el kaldırmalarına lüzüm yok, Bakanlar Kurulunu tam sayıyoruz zaten.

Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir efendim. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

2 - 1994 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler...

CEMAL KÜLAHLI (Bursa) - Sizin bütçeniz...

BAŞKAN- Efendim, ben idare ediyorum, siz değil. Siz, buraya çıkarsınız, siz idare edersiniz sonra. Ne kadar çok heveslisi varmış...

Kabul edilmiştir.

3 - 1995 Malî Yılı Kesinhesap Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

4 - 1997 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

5 - 1994 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

6 - 1995 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarısının maddelerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Değerli milletvekilleri, böylece, 1997 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları ile 1994 ve 1995 Malî Yılları Genel ve Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanunu Tasarılarının maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.

Şimdi, sırasıyla her 6 tasarının da 1 inci maddesini okutuyorum:

1997 MALÎ YILI BÜTÇE KANUN TASARISI

BİRİNCİ KISIM

Genel Hükümler

BİRİNCİ BÖLÜM

Gider ve Gelir

Gider Bütçesi

MADDE 1. - Genel bütçeye giren dairelerin harcamaları için bağlı(A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere (6 344 685 500 000 000) Liralık ödenek verilmiştir.

Bütçe Kanunlarına bağlı (A) işaretli cetvellerdeki ödeneklerin (1), (2) ve (37) ödenek türü altında yer alan personel giderleri ödenekleri; Maliye Bakanlığı bütçesinin 930.08.3.351.900 tertibinde yer alan personel giderleri ödeneği, Yükseköğretim Kredi Yurtlar Kurumu Ödeneği, Mahallî İdarelerine yapılacak yardım ve ödemeler, 2983 Sayılı Kanun gereğince yapılacak ödemeler, İhbar ve Kıdem Tazminatlarını Karşılama Ödeneği, Siyasî Partilere Devlet Yardımı Ödeneği, İlama bağlı borçlar, Emekli Sandığına yapılacak ödemeler, Hazine Müsteşarlığı Bütçesinde yer alan Sosyal Sigortalar Kurumu ve Bağ-Kur'a yardım amaçlı ödenekler, Konsolide iç borçlar faizi ve genel giderleri, konsolide dış borçlar faizi ve genel giderleri, faiz, acyo ve kur farkları, Hazine Bonoları Genel Giderleri ile Hazine Yardımı almayan Katma Bütçeli İdarelerin Ödenekleri hariç olmak üzere Genel ve Katma Bütçe Daire ve İdarelerin ödeneklerinin % 5'i karşılığı olan 106 764 574 000 000 lira ödenek iptal edilmiştir.

Bu iptal ile ilgili bütçe işlemlerini gerçekleştirmeye ve bu işlemler sonucu doğacak Hazine yardımı fazlalarını iptal etmeye Maliye Bakanı yetkilidir.

1994 Malî Yılı Kesinhesap Kanun Tasarısı

Gider Bütçesi

MADDE 1. - Genel bütçeli idarelerin 1994 malî yılı giderleri, bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere, (890 425 204 016 000) lira olarak gerçekleşmiştir.

1995 Malî Yılı Kesinhesap Kanun Tasarısı

Gider Bütçesi

MADDE 1. - Genel bütçeli idarelerin 1995 malî yılı giderleri, bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere, (1 704 845 121 341 000) lira olarak gerçekleşmiştir.

KATMA BÜTÇELİ İDARELER

1997 YILI BÜTÇE KANUNU TASARISI

BİRİNCİ KISIM

Genel Hükümler

Ödenekler, Öz Gelirler Hazine Yardımı

MADDE 1. - a) Katma bütçeli idarelerin 1997 yılında yapacakları hizmetler için (632 327 361 000 000) lira ödenek verilmiştir.

b) Katma bütçeli idarelerin 1997 yılı gelirleri (17 000 000 000 000) lirası öz gelir, (482 759 261 000 000) lirası Hazine yardımı,

(132 568 100 000 000) lirası yükseköğretim kurumlarının cari hizmet giderlerine yapılacak Devlet katkısı olmak üzere toplam (632 327 361 000 000) lira olarak tahmin edilmiştir.

1994 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanun Tasarısı

Gider Bütçesi

MADDE 1. - Katma bütçeli idarelerin 1994 malî yılı giderleri, bağlı (A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere, (106 746 433 886 000) lira olarak gerçekleşmiştir.

1995 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Kesinhesap Kanun Tasarısı

Gider Bütçesi

MADDE 1. - Katma bütçeli idarelerin 1995 malî yılı giderleri, bağlı(A) işaretli cetvelde gösterildiği üzere, (199 074 199 280 000) lira olarak gerçekleşmiştir.

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Anayasanın 164 üncü maddesi uyarınca, bütçe kanunu tasarıları ile kesinhesap kanunu tasarılarının görüşmeleri birlikte yapılacağından, okunmuş bulunan 1 inci maddeler kapsamına giren kuruluşların 1997 malî yılı bütçeleriyle, 1994 ve 1995 malî yılları kesinhesaplarının görüşmelerine yarınki birleşimde başlanılacaktır.

Programa göre, kuruluşların bütçe ve kesinhesaplarını görüşmek için, 10 Aralık 1996 Salı günü saat 10.00'da toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Bütçenin, hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ederim. (Alkışlar)

Teşekkür ederim.

Kapanma Saati: 20.23

VI. - SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR CEVAPLARI

1. - Manisa Milletvekili Hasan Gülay'ın, 1996 yılı Ege kuru üzüm taban fiyatına ve Tariş ve Tekel'in kuru üzüm alımına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Lütfü Esengün'ün yazılı cevabı (7/1359) (*)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Sayın Başbakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Saygılarımla.

Hasan Gülay

Manisa

1996 yılı Ege kuru üzümlerinin yüzde 80.1, üzümler sergide iken yağan aşırı yağışlar dolayısıyla ıslanmış bulunmaktadır. Yağışlar devam ettiği için kuru üzümler çürümeye de başlamıştır.

Sorular :

Soru 1. 1996 yılı Ege kuru üzüm taban fiyatını artırmayı düşünüyor musunuz?

Soru 2. Tariş ve Tekel'in 1996 yılı kuru üzüm alımları ne kadar olacaktır.

Soru 3. Tariş ve Tekel'e bu alımlar için ne kadar kaynak aktarılmıştır?

Soru 4. Tariş ve Tekel, bu alımlar karşılığı üreticiye ödemeyi en geç ne zaman yapacaktır?

Soru 5. Üreticinin 1996 yılı bankalara olan kredi borçlarını ve faizlerini ertelemeyi düşünüyor musunuz?

T.C.

Devlet Bakanlığı

Sayı : B.02.0.0010/01129 22.11.1996

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : a) TBMM Başkanlığının 10.10.1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1395-3539/10019 sayılı yazısı.

b) Başbakanlık Kan. ve Kar. Gen. Müd.'nün 15.10.1996 tarih ve B.02.0.KKG/106-381-16/4166 sayılı yazısı.

Manisa Milletvekili SayınHasan Gülay'ın; Sayın Başbakanımıza tevcih ettiği ve Sayın Başbakanımızın da kendileri adına Bakanlığım koordinatörlüğünde cevaplandırılması istenilen ilgi (b) yazı ekindeki yazılı soru önergesi cevabı ekte sunulmuştur.

Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.

Lütfü Esengün

Devlet Bakanı

T.C.

Sanayi ve Ticaret Bakanlığı

Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği

Sayı : B.140.BHİ.01-306 14.11.1996

Konu : Yazılı soru önergesi

Sayın Lütfü Esengün

Devlet Bakanı

İlgi : 21.10.1996 tarih ve 802 sayılı yazınız.

Manisa Milletvekili Hasan Gülay'ın, Başbakana tevcih ettiği ancak Bakanlığınız koordinatörlüğünde cevaplandırılması istenilen (7/1395) esas nolu yazılı soru önergesiyle ilgili cevabımız ekte takdim edilmiştir.

Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.

Yalım Erez

Sanayi ve Ticaret Bakanı

Manisa Milletvekili Hasan Gülay'ın Yazılı Sorularına Cevaplarımız

Cevap 1. Tariş tarafından 82 500 TL. olarak açıklanan 1996 yılı Ege kuru üzüm taban fiyatı üreticilerimiz tarafından son derece olumlu karşılanmıştır.

Cevap 2. Tariş'in 1996 yılı kuru üzümü için hedeflediği alım miktarı 50 000 ton olup, hali hazırda alınan ürün miktarı 44 126 ton'dur.

Cevap 3. Tariş'e kuru üzüm alımı için % 50 faizli DFİF kaynaklı 525 milyar TL. kredi kullandırılmıştır.

Cevap 4. Tariş, üreticiye yapacağı ödemeyi alım kampanyası sonuna kadar bitirmeyi hedeflemektedir.

Cevap 5. Ortak üreticilerin Tariş'e olan 1996 kredi borçlarının vadeleri 30 Eylül 1996 tarihinden 25 Ekim 1996 tarihine ertelenmiş olup, ortak üreticilerin Tariş'e cûzi miktarda kredi borcu kalmış bulunmaktadır.

Üreticilerin bankalara olan borçları konusu ise Bakanlığımızın yetki ve sorumluluk alanı dışında bulunmaktadır.

2. - Yozgat Milletvekili Kâzım Arslan'ın, Yozgat-Şefaatli Karayolunun durumuna ilişkin sorusu ve Bayındırlık ve İskânBakanı Cevat Ayhan'ın yazılı cevabı (7/1620)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın Bayındırlık ve İskân Bakanı Sayın Cevat Ayhan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını talep etmekteyim.

Gereğini saygılarımla arz ederim.

7.11.1996

Dr. Kâzım Arslan

Yozgat

1. Şefaatli-Yozgat Karayolu son durumu nedir?

2. Ne zaman genişletilip, standarta uygun bir hale getirilecektir?

3. 1997 yılında bu konuda bir çalışma yapılacak mıdır?

T.C.

Bayındırlık ve İskân Bakanlığı

Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği

Sayı : B.09.9.BHİ.0.00.00.25/2-A/7968 9.12.1996

Konu : Yozgat Milletvekili Kazım Arslan'ın

Yazılı Soru Önergesi

Türkiye BüyükMillet Meclisi Başkanlığına

İlgi : T.B.M.M.'nin 14.11.1996 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/1620-4128/11360 sayılı yazısı.

İlgi yazı ekinde alınan, Yozgat Milletvekili Kâzım Arslan'ın Bakanlığımıza yönelttiği yazılı soru önergesi incelenmiştir.

Soru : - Şefaatli-Yozgat Karayolu son durumu nedir?

- Ne zaman genişletilip, standarta uygun bir hale getirilecektir?

- 1997 yılında bu konuda bir çalışma yapılacak mıdır?

Cevap : (Yerköy - Yozgat) Ayr. - Şefaatli İl yolu 30 Km. uzunluğundadır.

Ağır tonajlı araçların çalıştığı bu yolda, trafik hizmetlerinin devam için normal bakım ve onarım çalışmaları yapılmakta ise de yolun geometrik ve fizikî standartlarının düşük olması nedeniyle yapılan çalışmalar yeterli olmamaktadır.

Söz konusu yolda proje çalışmaları devam etmekte olup, 1997 yılında bitirilmesi planlanmıştır. Proje bitimini müteakip, yolun projeli olarak yeniden yapımı ileriki yıllarda kaynaklar ölçüsünde değerlendirilecektir.

Bilgilerinize arz ederim.

Cevat Ayhan

Bayındırlık ve İskân Bakanı

3. - Konya Milletvekili Nezir Büyükcengiz'in, Susurluk'ta meydana gelen bir trafik kazasında ölen bir şahsın suçlu olarak aranmakta olup olmadığına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Meral Akşener'in yazılı cevabı (7/1626)

Türkiye BüyükMilletMeclisi Başkanlığına

Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına aracılığınızı saygılarımla arz ederim.

7.11.1996

Nezir Büyükcengiz

Konya

7 Kasım 1996 Çarşamba günü bir TV kanalının haber bülteninde kamu oyunda Drej Ali diye bilinen Ali Yasak adlı kişi geçtiğimiz günlerde Susurluk'ta meydana gelen kazada ölen Abdullah Çatlı'ya suç isnat edenleri şerefsizlikle itham etmiştir.

Sorular :

1. Susurluk kazasında ölen Abdullah Çatlı Bakanlığınıza bağlı birimlerdeki kayıtlara göre geçmişte suç veya suçlar işleyen bir şahıs mıdır?

2. Güvenlik güçlerimizce Adalete teslim edilmek üzere aranmakta mıydı?

3. İşlediği suçlardan dolayı aranmakta ise işlediği suçları dile getiren basın mensupları, politikacılar ve yurttaşlarımızı şerefsizlikle itham edip hakaretlerde bulunan Ali Yasak hakkında herhangi bir işlem yapmayı düşünüyor musunuz?

T.C.

İçişleri Bakanlığı

Emniyet GenelMüdürlüğü

Sayı : B.05.1.EGM.0.12.01.01-271334 9.12.1996

Konu : Yazılı soru önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Başkanlığının 20.11.1996 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-4272/11489-7/1626-4145/11422 sayılı yazısı.

Konya Milletvekili Nezir Büyükcengiz tarafından TBMM Başkanlığına sunulan ve tarafımdan yazılı olarak cevaplandırılması istenilen soru önergesinin cevabı aşağıya çıkarılmıştır.

1. Önergede adı geçen AbdullahÇatlı; 27.2.1977 tarihinde Ankara Emniyet Müdürlüğünce 6136 Sayılı Kanuna muhalefet, polise ateş etmek ve suç aleti tabancayı saklamak suçundan hakkında işlem yapıldığı,

11.7.1978 tarihinde Ankara İli Gaziosmanpaşa semtinde Hacettepe Üniversitesi Öğretim üyelerinden Doç. Dr. Bedrettin Cömert'in öldürülmesi olayının faili olarak Ankara 5 inci Sulh Ceza Mahkemesince hakkında gıyabi tevkif kararı verildiği,

22.2.1982 tarihinde sahte pasaport taşımak suçundan İsviçre'nin Zürih kentinde yakalandığı, ancak bu ülkeden yurda iadesi talebimizin suçun siyasi nitelikli adledilmesi sebebiyle kabul edilmediği,

26.2.1992 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğünce Şahin Ekli kimliği ile sahte pasaport kullanarak yurtdışına çıkmaya teşebbüs suçundan hakkında işlem yapıldığı,

3.8.1994 tarihinde Mehmet Özbay adına düzenlenmiş sahte kimliği ile Maliye Bakanlığına bağlı 1 inci kadro derecede görevli Maliye Müfettişi olduğundan bahisle Bakanlığımızdan Hususi damgalı pasaport (Yeşil Pasaport) talebinde bulunduğu ve adına TR-A 245202 seri numaralı pasaport tanzim edildiği, konunun müfettişlerce incelendiği,

31.8.1996 tarihinde Balıkesir Emniyet Müdürlüğünce Mehmet Özbay sahte kimliği ile ruhsatlı tabancayla meskun mahalde ateş etmek suçundan hakkında işlem yapıldığı araştırmalar neticesinde anlaşılmıştır.

2-9.10.1978 tarihinde suç ortakları ile birlikte Ankara'da 7 kişiyi öldürmek, yasadışı örgüt kurmak, patlayıcı madde atmak ve 6136 sayılı kanuna muhalefet suçlarından Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı 1 Nolu Askerî Mahkemesinin 4.3.1982 gün ve 1982/172-124 sayılı gıyabi tevkif müzekkeresine istinaden arandığı ve anılan suçtan uluslararası seviyede aranmasını teminen 8.7.1982 tarihinde adına Kırmızı Bülten çıkartıldığı,

1980 Ekim ayı içerisinde Mehmet Ali Ağca'ya ve Hasan Dağaslan adıyla kendisine sahte pasaport düzenlemekten Konya İkinci Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı Askerî Savcılığınca arandığı,

24.10.1984 tarihinde uyuşturucu madde kaçakçılığı suçundan Fransa/Paris'te 1.1.1954 Reyhanlı doğumlu Hasan Kurtoğlu sahte kimliği altında 455 gr. eroin maddesi, iki adet sahte pasaport ve Stuttgart Başkonsolosluğumuza ait sahte mühür ile yakalandığı, 7 yıl hapis cezasına mahkum edilerek 27.10.1984 tarihinde Sante Cezaevine konulduğu, ancak Fransa'dan iade talebimizin 27.5.1985 tarihinde Türkiye'de idam cezası olması sebebiyle kabul edilmediği,

25.11.1985 tarihinde uyuşturucu madde kaçakçılığı suçundan Fransa'dan İsviçre'ye iade edildiği, İsviçre'nin Zug kantonundaki Bostadel Cezaevinde tutuklu bulunmakta iken 21.3.1990 günü cezaevinden firar ettiği ve buna istinaden İsviçre İnterpolü'nün 27.4.1990 tarihli mesajı ile bu ülkeye iadesi amacıyla arandığı,

18.8.1993 tarih ve 3626 sayı ile Nevşehir Askerlik Şube Başkanlığınca yakalaması olduğu,

1.9.1995 tarih ve 2463 sayı ile Edirne Emniyet Müdürlüğünce M. Ali Ağca'nın yurt dışına çıkarılmasına yardımcı olmak, 6136 S.K.M. suçundan arandığı,

1.8.1996 tarih ve 154792 sayı ile Ankara Emniyet Müdürlüğünce, Bahçelievler katliamı sanığı olarak yakalaması olduğu,

3. Ali Yasak'ın basın organları aracılığı ile yapmış olduğu hakaret niteliğindeki konuşmalar nedeniyle hakkında işlem yapmaya, ilgili Cumhuriyet Başsavcılığı yetkili ve görevlidir.

Bilgilerinize arz ederim.

Dr. Meral Akşener

İçişleri Bakanı

4. - Ordu Milletvekili Müjdat Koç'un, Gençlik ve Spordan sorumlu Devlet Bakanının bedelli askerlik uygulamasından gerçeğe aykırı belgelerle faydalandığı iddiasına ilişkin sorusu ve Millî Savunma Bakanı Turhan Tayan'ın yazılı cevabı (7/1638)

Türkiye BüyükMilletMeclisi Başkanlığına

Aşağıdaki yazılı soruların, Millî Savunma Bakanı Sayın Turhan Tayan tarafından yazılı olarak yanıtlanması için İçtüzüğün 96 ncı maddesince gereğini arz ederim.

18.11.1996

MüjdatKoç

Ordu

Soru 1. KanalD adlı bir özel televizyonda yayınlanan Arena Programının 7.11.1996 tarihli yayınında; Gençlik ve Spor'dan sorumlu Devlet Bakanı Sayın Bahattin Şeker'in bedelli askerlik uygulamasından yararlanmak amacıyla ibraz etmesi gereken, yurtdışında çalışmış olduğuna dair belge ile ilgili çok önemli iddialar ortaya atılmıştır.

Programda ayrıca Sayın Bakan'ın bedelli askerlik yasasından yararlanabilmesi için yurtdışında 1 yıl çalışması gerekirken Ürdün'de sadece 1 ay kaldığı, adı geçen işyerinin yetkilileri tarafından ifade edilmiştir.

Ayrıca ayne tarihlerde Ürdün'de değil Türkiye'de olduğu, Bilecik İlinde mensubu olup toplantılarına katıldığı Taşıma Kooperatifi Yönetim Kurulu karar defterlerinde imzaları olduğu iddia edilmektedir.

Yukarıda adı geçen yayınlarda ortaya atılan bu çok önemli iddialar karşısında, Bakanlığınızca bugüne kadar hangi çalışmalar yapılmıştır?

Konuyla ilgili soruşturma açılmış mıdır?

T.C.

Millî Savunma Bakanlığı

Kanun: 1996/1011-TÖ 5.12.1996

Konu : Soru Önergesi

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

İlgi : TBMM Bşk. lığının 22 Kasım 1996 tarihli ve KAN.KAR.MD.A.01.0.GNS.0.10.02-7-1648-4253/11751 sayılı yazısı.

Ordu Milletvekili Müjdat Koç tarafından verilen ve İlgi Ek'inde gönderilerek cevaplandırılması istenen “Gençlik ve Spordan sorumlu Devlet Bakanının bedelli askerlik uygulamasından gerçeğe aykırı belgelerle faydalandığı iddiasına” ilişkin yazılı soru önergesinin cevabı Ek'tedir.

Arz ederim.

TurhanTayan

Millî Savunma Bakanı

Ordu Milletvekili Müjdat Koç tarafından verilen7/1648 sayılı yazılı soru önergesinin cevabı

1. Devlet Bakanı Sayın Bahattin Şeker'in askerlik hizmeti hakkında, 7 Kasım 1996 tarihinde bir özel televizyon kanalında yapılan yayında yer alan iddialara ilişkin olarak gerekli araştırmalara derhal başlanılmıştır.

2. Sayın Bahattin Şeker'in kayıtlı bulunduğu Bozüyük Askerlik Şubesindeki dosyasının incelenmesinde, 1975 yılında Samsun Kolejinden mezun olduğu, bilahare sırasıyla; Bursa İktisadi ve Ticarî İlimler Akademisi, Eskişehir Yabancı Diller YüksekOkulu, Ankara Üniversitesi Fars Dili ve Edebiyatı Bölümlerinde belirli sürelerle okuduğu, bu durumu itibariyle de askerlik hizmetinin 1111 Sayılı Askerlik Kanununun 35/C maddesi çerçevesinde, 29 yaş sonuna kadar ertelendiği ve 15 Kasım 1985 tarihinde askerliğine karar alındığı anlaşılmıştır.

3. Alınan askerlik kararı doğrultusunda, Mayıs 1986 celbinde askere sevki planlanan Bahattin Şeker hakkında, Amman Büyükelçiliğinin 25 Mart 1986 tarihli yurt dışı işçi erteleme belgesinin gönderilmesi üzerine, Askerlik Kanununun 35/G maddesi uyarınca askere sevki Aralık 1988 tarihine kadar ertelenmiştir.

4. Erteli bulunduğu süre içerisinde, Kanunda öngörüldüğü şekilde yurt dışında işçi olarak bir yıllık süreyi tamamladığını belirterek Amman Büyükelçiliğine başvuruda bulunan ve Büyükelçilikce de gerekli kontrolleri yapılarak, başvuru belgesi 7 Şubat 1988 tarihinde Bozüyük askerlik şubesine gönderilen Bahattin Şeker, 14 Eylül 1988'de temel askerlik eğitimini yapmak üzere Burdur 58 inci Topçu Er Eğitim Tugay Komutanlığı emrine sevk edilmiş ve tabi olduğu statüde iki aylık temel eğitimini 14 Kasım 1988 tarihinde tamamlamasını müteakip terhis edilmiştir.

5. Yükümlüler hakkında askerlik şubelerince yürütülen işlemlerin tamamı, ilgili kurum ve kuruluşlarca tanzim edilen belgeler üzerinden yapılmaktadır. Öğrencilik nedeniyle askerlik hizmetinin ertelenmesi; okullardan gelen öğrenci durum belgelerine, yurt dışında çalışma durumu nedeniyle erteleme veya dövizle askerlik hizmetine başvurunun kabulü, konsolosluklarımızın gönderdikleri belgelere göre yapılmaktadır.

6. Sayın Bahattin Şeker'in 1111 Sayılı Askerlik Kanununun 35/G Maddesi uyarınca askerliğinin ertelenmesi ve yine aynı Kanunun Ek-1 inci maddesi gereğince dövizle askerlik hizmetinden yararlandırılması ilgili konsolosluğun göndermiş olduğu belgelere dayandığından, söz konusu belgelerin gerçeği yansıtmadığı iddiasının ortaya atılmasından sonra gerekli araştırmanın yapılması Dışişleri Bakanlığından 20 Kasım 1996 tarihinde bir yazı ile istenilmiş olup, elde edilecek bilgilere göre işlem yapılacaktır.

Arz ederim. Turhan Tayan

Millî Savunma Bakanı

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) ÇEŞİTLİ İŞLER

1. - 1997 malî yılı bütçe kanunu tasarılarının TBMM Genel Kurulunda yapılan görüşmelerinde Başbakan Necmettin Erbakan'ın slayt göstermek suretiyle istifade ettiği 36 sayfalık doküman

T.C.

Başbakanlık

Müsteşarlık

Sayı : B.02.0.MÜS.100/01383 12.11.1996

Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreterliğine

1997 yılı Bütçe Kanun tasarılarının 9.12.1996 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülmesi sebebiyle Sayın Başbakan Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın yaptıkları konuşmada slayt göstermek suretiyle istifade ettikleri doküman'ın sureti ilişikte sunulmuştur.

Bilgilerinize arz ederim.

Dr. O. Kadri Keskin

Müsteşar V.

TUTANAĞIN SONU

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.