Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular

DÖNEM : 20 CİLT : 12 YASAMA YILI : 2

T. B. M. M.

TUTANAK DERGİSİ

8 inci Birleşim

16 . 10 . 1996 Çarşamba

İ Ç İ N D E K İ L E R

I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

II. - GELEN KÂĞITLAR

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. - İçel Milletvekili HalilCin'in, Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girişinin yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması ve Adalet Bakanı Şevket Kazan'ın cevabı

2. - İzmirMilletvekili Zerrin Yeniceli'nin, pamuk üreticilerinin durumuna ilişkin gündemdışı konuşması ve Sanayi ve Ticaret Bakanı E. Yalım Erez'in cevabı

3. - Ankara Milletvekili İrfan Köksalan'ın Ankara'nın Başkent oluşunun 73 üncü yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - İçişleri Komisyonu Başkanlığının, Karayolları TrafikKanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi, Ek ve Geçici MaddelerEklenmesi; Emniyet Teşkilatı Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Ek Maddeler Eklenmesi; 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/478, 2/49, 2/77, 2/295, 2/298, 2/346) (S.Sayısı : 99) Komisyona geri verilmesine ilişkin tezkeresi (3/518)

IV. - SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. - İzmir Milletvekili Zerrin Yeniceli'nin, Sanayi ve Ticaret Bakanı E. Yalım Erez'in şahsına sataşması nedeniyle konuşması

2. - Antalya Milletvekili Deniz Baykal'ın, Manisa Milletvekili Bülent Arınç'ın şahsına yönelik yanlış değerlendirmelerde bulunması nedeniyle açıklaması

V. - ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİSİ

1. - Genel Kurulun, 17.10.1996 Perşembe günü saat 14.00'te toplanmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

VI. - GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A) ÖNGÖRÜŞMELER

1. - Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkanı ve Antalya Milletvekili Deniz Baykal ile Grup Başkanvekilleri İçelMilletvekili Oya Araslı, Ankara Milletvekili Önder Sav ve Hatay Milletvekili Nihat Matkap'ın, Hükümetin izlediği ciddiyetsiz ve tutarsız dış politika nedeniyle devletin dış ilişkilerinde küçültücü duruma düşürüldüğü iddiasıyla Başbakan Necmettin Erbakan Hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı konusunda görüşme (11/2)

2. - Zonguldak Milletvekili Mümtaz Soysal ve 21 arkadaşının, dış politikanın belirlenme ve yürütülmesindeki tutarsızlıklar nedeniyle devletin küçük düşürüldüğü iddiasıyla Bakanlar Kurulu hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı konusunda görüşme (11/3)

3. - Bitlis Milletvekili Kâmran İnan ve 24 arkadaşının, Libya gezisi esnasında Türk Milleti'ne yapılan hakaretlere duyarsız ve tepkisiz kalması nedeniyle devletin dış ilişkilerinde küçültücü duruma düşürüldüğü ididiasıyla Başbakan Necmettin Erbakan hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı konusunda görüşme (11/4)

I. - GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00'te açıldı.

Karaman Milletvekili Fikret Ünlü'nün, yükseköğrenim gençliğinin yurt sorunları konusuna ilişkin gündem dışı konuşmasına Devlet Bakanı Işılay Saygın cevap verdi.

Gaziantep Milletvekili Mehmet Bedri İncetahtacı, toplumsal barış konusuna,

Tunceli Milletvekili Orhan Veli Yıldırım da, Tunceli İlinin genel sorunlarına,

İlişkin gündem dışı birer konuşma yaptılar.

Çankırı Milletvekili Mete Bülgün ve 26 arkadaşının, çiftçilerimizin sorunlarının,

Tekirdağ Milletvekili Fevzi Aytekin ve 19 arkadaşının, Trakya'yı tehdit eden çevre sorunlarının,

Araştırılarak alınması gereken tedbirlerin belirlenmesi amacıyla Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 104 ve 105 inci maddeleri uyarınca birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri (10/111), (10/112) okundu; önergelerin gündemdeki yerlerini alacağı ve öngörüşmelerinin, sırasında yapılacağı açıklandı.

İçtüzüğün, görev sürelerini üç ay içerisinde bitiremeyen komisyonlara bir ay kesin süre verileceği hükmünü içeren 105 inci maddesi gereğince,

(10/5) esas numaralı Meclis Araştırma Komisyonu Başkanlığının, Genel Kurulun kararı tarihinden itibaren,

(10/8, 16, 20) esas numaralı Meclis Araştırma Komisyonu Başkanlığının, 13.10.1996 tarihinden itibaren,

Bir aylık;

(9/3) esas numaralı Meclis Soruşturma Komisyonu Başkanlığının da, Anayasanın 100 üncü maddesine göre, 18.10.1996 tarihinden itibaren iki aylık;

Süre talepleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu.

Yalova Milletvekili Yaşar Okuyan ve 21 arkadaşıyla İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit ve 12 arkadaşının, Gazeteci Metin Göktepe cinayetinin açıklığa kavuşturulması ve faillerinin ortaya çıkarılması amacıyla kurulun Meclis Araştırma Komisyonu raporu (10/3, 4) (S.Sayısı : 68) üzerindeki görüşmeler tamamlandı.

Zorunlu tasarruf kesintilerinin değerlendirilmesi konusunda kurulan (10/17) esas numaralı Meclis Araştırma Komisyonuna gruplarınca aday gösterilen milletvekilleri seçildi ve Başkanlıkça, Komisyonun, başkan, başkanvekili, sözcü ve kâtip üye seçimini yapmak üzere toplanacakları gün, saat ve yere ilişkin duyuruda bulunuldu.

Kamu İktisadî Teşebbüsleri Komisyonunda boş bulunan ve Anavatan Partisi Grubuna düşen 1 üyeliğe de, İstanbul Milletvekili EminKul seçildi.

Gündemin "Sözlü Sorular" kısmına geçilerek;

1 inci sırada bulunan, Niğde Milletvekili Mehmet Salih Katırcıoğlu'nun(6/167),

2 nci sırada bulunan, Nevşehir Milletvekili Mehmet Elkatmış'ın (6/172),

Elazığ Milletvekili Ahmet Cemil Tunç'un :

3 üncü sırada bulunan (6/176),

6 ncı sırada bulunan (6/14),

4 üncü sırada bulunan Rize Milletvekili Şevki Yılmaz'ın (6/8),

5 inci sırada bulunan Ordu Milletvekili Hüseyin Olgun Akın'ın (6/10),

Esas numaralı sözlü sorularının, üç birleşim içerisinde cevaplandırılmadıklarından yazılı soruya çevrildikleri ve gündemden çıkarıldıkları bildirildi.

Grupların mutabakatıyla, 16 Ekim 1996 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşime 17.39'da son verildi.

Uluç Gürkan

Başkanvekili

Zeki Ergezen Fatih Atay

Bitlis Aydın

Kâtip Üye Kâtip Üye

II. - GELEN KÂĞITLAR

16.10.1996 ÇARŞAMBA

Tasarılar

1. - 3065 Sayılı Katma Değer Vergisi Kanununun 41 inci Maddesinin 1 ve 4 üncü Fıkralarının Değiştirilmesi ile 60 ıncı Maddesine Bir Fıkra Eklenmesine Dair Kanun Tasarısı (1/512) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi :14.10.1996)

2. - Vesikasız Kıymetli Maden ve Ziynet Eşyası Beyanı Hakkında Kanun Tasarısı (1/513) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 14.10.1996)

Teklifler

1. - Kahramanmaraş Milletvekili Esat Bütün ve 42 Arkadaşının; Elbistan adı ile Bir İl ve Üç İlçe Kurulmasına Dair KanunTeklifi (2/473) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.10.1996)

2. - Bartın Milletvekili Cafer Tufan Yazıcıoğlu'nun; 506 Sayılı Sosyal SigortalarKanununun 58 inci Maddesinin Değiştirilmesine DairKanun Teklifi (2/474) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.10.1996)

3. - Malatya Milletvekili Metin Emiroğlu ve Miraç Akdoğan'ın; Yedi İlde Büyükşehir Belediyesi Kurulması Hakkında 9 Eylül 1993 Tarih ve 504 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 1 inci Maddesinin 1 inci Fıkrasının Değiştirilmesi Hakkında KanunTeklifi (2/475) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 14.10.1996)

4. - Doğru Yol Partisi Grup Başkanvekili Aydın Milletvekili Ali Rıza Gönül, Denizli Milletvekili Mehmet Gözlükaya ve Ankara Milletvekili Saffet Arıkan Bedük'ün; Malatya'da Büyükşehir Belediyesi Kurulması Hakkında Kanun Teklifi (2/476) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 14.10.1996)

Tezkereler

1. - Genel Bütçeli Dairelerin 1995 Bütçe Yılı Kesinhesap Kanun Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/516) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 14.10.1996)

2. - Katma Bütçeli İdarelerin 1995 Bütçe Yılı Kesinhesap Kanun Tasarısına Ait Genel Uygunluk Bildiriminin Sunulduğuna İlişkin Sayıştay Başkanlığı Tezkeresi (3/517) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 14.10.1996)

BİRİNCİ OTURUM

Açılma Saati: 15.00

16 Ekim 1996 Çarşamba

BAŞKAN: Başkanvekili Uluç GÜRKAN

KÂTİP ÜYELER: Zeki ERGEZEN (Bitlis), Fatih ATAY (Aydın)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 8 inci Birleşimini açıyorum.

Görüşmelere başlıyoruz.

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR

1. - İçel Milletvekili HalilCin'in, Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girişinin yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması ve Adalet Bakanı Şevket Kazan'ın cevabı

BAŞKAN - Gümdeme geçmeden önce, 3 arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.

Gümdemdışı birinci söz, Türk Medenî Kanununun ve Borçlar Kanununun yürürlüğe girişinin yıldönümleri nedeniyle Sayın Halil Cin'in.

Buyurun Sayın Cin. (ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın Cin, süreniz 5 dakikadır.

HALİL CİN (İçel) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk toplum ve demokrasisi açısından çok önemli bir olayın yıldönümü münasebetiyle söz almış bulunuyorum; bu, Ekim 1926 tarihinde Türk Medenî Kanununun yürürlüğe girişinin 70 inci yıldönümüdür.

Türk Medenî Kanunu, hukukta laikleşme ve çağdaşlaşmanın en güzel örneğidir. Bir ülkenin hukuku, onun kültür ve medeniyetinin en güzel ölçüsüdür.

Cumhuriyetimiz 73 yaşını idrak etmesine rağmen, temel taşı niteliğini taşıyan laiklik, hâlâ tartışılmakta ve bu durum, ülkenin yüksek çıkarlarını, millî birlik ve beraberliğini zarara uğratacak boyutlara ulaşmaktadır.

Millî mücadeleden sonra, Türk inkılabıyla, imparatorluktan millî devlete, teokratik devletten millî hâkimiyet temeline dayanan, demokratik, cumhurî devlete geçilmiş; insanımız, tebaa durumundan özgür insan, vatandaş konumuna yükselmiştir. Avrupa'da asırlar alan bu büyük değişim, Türkiye'de, toplam on yıl gibi çok kısa bir süre içerisinde gerçekleşmiştir. Bu anlamda, Atatürk inkılapları, 20 nci Asırda Türk rönesansı olarak isimlendirilebilir.

Laik düzenden vazgeçme hayalleri, ırmakları tersine akıtmaksa, Allah inancının, İslam dininin temel itikatlarının, Türk halkının büyük çoğunluğu tarafından benimsenip yaşanmasını laikliğe aykırılık gibi görmek de aynı şeydir.

İsviçre Medenî Kanununun iktibası bazı çevrelerce olumlu karşılanmamış, eski hukukun devamı savunulmuştur. Bu sorun, halen bazı çevrelerce de tartışılmaktadır.

Belirtelim ki, eski hukukun çağdışı kalmasında en önemli etken, zamanın hukukçularıdır. İslam hukukçuları, Mecellenin temel kuralları arasında yer alan "zamanın değişmesiyle, hükümlerin de değişeceği" hükmünü bile nazara almamışlar, dünyanın hızla değiştiğini görmezlikten gelerek, kalıplaşmış, durgun, çağın gerisinde kalmış fıkıh kurallarına bağlı kalmışlardır. Hukukta laikleşmeyi, uygarlığın ve kalkınmanın en önemli vasıtası sayan Atatürk, arkadaşlarıyla istişare ederek, İsviçre Medenî Kanununun iktibasına karar vermiştir. İsviçre Medenî Kanunu, o zaman, Batı'nın en yeni en liberal ve Türk toplumuna en uygun kanun olduğu için tercih edilmiştir. Türk Medenî Kanunu, kadın-erkek her bireye değer vermiş, topluma, çağdaş, demokrat bir anlayış getirmiştir. Hak ehliyetine sahip olmada, medenî hakları kullanmada, evlenmede, boşanmada, çocuklar üzerinde velayeti kullanmada, mirasta kadın -erkek eşitliği konusunda adaleti sağlamış, aileyi korumuş, çok kadınla evlenmeyi yasaklamıştır; vatandaşların dinleri ne olursa olsun, aynı hukuk kurallarına tabi olmalarını kabul etmek suretiyle, hukukta laikliği ve uygulamasında birliği sağlamıştır.

Türk Medenî Kanununun kadın hakları konusundaki hükümleri çağı aşan bir inkılaptır. Türk Medeni Kanunu, temel ilkeleri çok güzel, tutarlı, sağlam, akılcı bir hukuk dokusuna sahip, mükemmel bir kanundur; ancak, bu kanun üzerinde, çağın ihtiyacı olan bazı değişikliklerin süratle yapılması gerekmektedir. Evlat edinme, şufa hakkı, boşanma, nafaka, mal rejimleri, şahsiyetin korunması gibi hükümlerde değişikliklere ihtiyaç vardır ve kanunun dilinde de bir değişiklik gerekir.

Laik hukuk, ülkenin birlik ve bütünlüğüyle, sosyal barışın sigortasıdır. Din ve mezhep çatışmalarının en etkili ilacı laikliktir. Atatürk, laikliği ve laik hukuku kabul etmekle, 20 nci Asırda, İslamiyete en büyük hizmeti yapmış ve bu yüce dini, siyasî ve kişisel çıkarların aleti olmaktan kurtarmış, vicdanlara tevdi ederek yüceltmiştir.

Laikliği dinsizlik gibi gören ve gösterenler, teokratik devlet özlemcileridir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Cin, eksüreniz 1 dakikadır; buyurun.

HALİL CİN (Devamla) - Buna karşılık, laikliği din ve din duygusuna mâniymiş gibi görüp, onu, din aleyhtarı politikalara alet edenler de, o ölçüde laikliğe aykırı düşmekte ve ülkemizin birlik ve beraberliğini, toplumsal barışını bozmaktadırlar.

Bin yıl dinî hukukla yönetilmiş bir ülkede, hukuku laikleştirmek çok güç; ama, zorunlu bir işti; bunu, Atatürk ve önderliğindeki Türk Milleti başarmıştır; O'nu ve arkadaşlarını minnetle anıyor ve sözlerimi bitirirken, bütün meslek hayatımda öğrencilerime söylediğim bir sözümü, burada, bu Yüce kürsüden milletimize tekrar ediyorum: Atatürk'ü sevmeyen ne Türk'tür ne Müslüman.

Saygılar sunuyorum. (ANAP, DYP, DSP ve CHP sıralarından "Bravo" sesleri ve alkışlar, RP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Cin.

Değerli arkadaşlar... Değerli arkadaşlar... (RP sıralarından gürültüler)

MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) - Senden laik Türküm ben...

BAŞKAN - Sayın arkadaşım... Sayın milletvekili...

MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) - Senden daha laik Türküm ben... Sen faşistsin...

ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) - Sayın Başkan, gündemdışı konuşmaya cevap vermek istiyorum.

BAŞKAN - Buyurun Sayın Bakan. (RP sıralarından alkışlar)

ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Medenî Kanunun kabulünün 70 inci yıldönümü münasebetiyle hislerini, duygularını ve düşüncelerini bu kürsüde dile getiren Anavatan Partisi Milletvekili Sayın Halil Cin'in, bu Meclisin bilgisine sunduğu gerçekten değerli fikirlerine katılıyorum ve bendeniz, şu anda, o fikirlere, o düşüncelere cevap vermek için söz almış bulunuyorum; yoksa, Sayın Cin'in yaptığı gibi, birtakım yerlere, birtakım maksatlı mesajlar verecek değilim. Arz ederim. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bilindiği gibi, Türk Medenî Kanunu 17 Şubat 1926 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilmiş, 4 Nisan 1926 tarihinde Resmî Gazetede ilan edilmiş ve 4 Ekim 1926 tarihinde de yürürlüğe girmiştir. Bir diğer deyişle, Türk Medenî Kanununun kabulünün 70 inci yılı içerisinde bulunuyoruz.

Değerli milletvekilleri, bildiğiniz gibi, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, 73 yıl önce milletçe yaptığımız, hep beraber yaptığımız bir İstiklal Harbi neticesinde kurduk ve yeni bir temel düzen ihdas ettik. Bu düzenin bir an önce tesisi bakımından birçok temel kanunumuzu Batı'dan iktibas ettik: Medenî Kanunu İsviçre'den aldık, Türk Ceza Kanununu İtalya'dan aldık, usul kanunlarımızı yine İsviçre'nin bir eyaletinden ve yine Batı ülkelerinden aldık ve bunları uygulamaya koyduk.

Her memlekette olduğu gibi, ülkemizde de iktibas edilen bu kanunların uygulamasında zaman zaman birtakım eksiklikler görüldü, aksaklıklar görüldü. İşte, bu görülen eksiklikler ve aksaklıklar nedeniyledir ki, 1926 yılından 1996 yılına kadar; yani, yetmiş yıllık süreç içerisinde Medenî Kanunumuz 14 defa değişiklik geçirdi. Tabiî, bu, tümü itibariyle bir değişiklik değil, aksayan yönlerinin, toplum hayatımıza uymayan yönlerinin değiştirilmesi istikametinde bir değişiklik. Özellikle, yine, dünyanın gelişimi içerisinde fert hak ve hürriyetleri konusunda, ailenin ve çocukların korunması hususunda, mal rejimleri hususunda, miras meseleleri üzerinde Batı'daki birtakım değişiklikler bizim iç hukukumuza yansıdı ve bu arada kendi bünyemiz açısından da, işlemeyen bazı konuları zaman zaman değişiklik konusu haline getirdik.

Türk Medenî Kanununun, bizim bilim adamlarımızın, bizim tatbikat adamlarımızın tam anlamıyla bir eseri olması açısından, zaman zaman, gerek Bakanlık bünyesinde ve gerekse birtakım çevrelerde, Medenî Kanunun, başından sonuna değiştirilmesi konusunda birtakım çalışmalar yapılmıştır. 1971 yılında ve 1984 yılında, iki defa, bu mevzuyla ilgili kanun tasarısı hazırlanmıştır; ama, bunları kanunlaştırmak her nedense mümkün olamamıştır.

1994 yılında Adalet Bakanlığı Merkez Teşkilatı Kanununda yapılan bir değişiklikle, Adalet Bakanlığının Kanunlar Genel Müdürlüğünde, bazı temel kanunların toplum bünyesine uydurulması için çalışmalar yapılması hususunda Bakanlığıma yetki verilmiştir. İşte bu yetki neticesindedir ki, 14 Ocak 1994 tarihinde Adalet Bakanlığında, Medenî Kanunun baştan sona gözden geçirilmesi, toplum bünyemize ve günün şartlarına uydurulması açısından bir çalışma başlatılmıştı.

Malum olduğu üzere, Türk Medenî Kanunu 937 maddedir. Bu çalışmalar da şu ana kadar 799 uncu maddeye gelinmiştir. Bir diğer ifadeyle, 800 madde görüşülmüştür ve benimsenmiştir. Bunun dışında, daha 137 maddenin gözden geçirilmesi durumu, belirttiğim tarihte kurulmuş olan komisyon tarafından sürdürülmektedir. Bu komisyon, şu anda, tamamen bağımsız bir şekilde çalışmaktadır ve çalışmalarını bitirdiği zaman, taslak, bakanların; yani, Adalet Bakanlığının önüne gelecektir. Elbette, Adalet Bakanı, bu taslağı, sadece gözden geçirmekle yetinmeyecek, bunu, değerli bilim adamlarımızın, üniversitelerimizdeki, hukuk fakültelerimizdeki medenî hukuk alanındaki bilim adamlarımızın görüşlerine sunacaktır; tatbikatın öncülüğünü yapan Yargıtay ilgili dairelerinin görüşlerine sunacaktır; hatta, bazı konularda kamuoyunun da görüşlerine sunacaktır ve bütün bu çalışmalar yapıldıktan sonra, hatta, belki de, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda bu konuda bir genel görüşme de yapılacaktır, birtakım değerlendirmeler de alınmış olacaktır ve bunun neticesinde, hazırlanmış olan taslak, hazırlanması tamamlanmış olan taslak, kanun tasarısı halinde, Yüce Meclisin huzuruna getirilecektir; ama, öyle zannediyorum ki, bu eksik maddelerin tamamlanması yılbaşından önce gerçekleşmeyecektir. Komisyonda bulunan arkadaşlarımdan aldığım bilgiye göre -"ancak yılbaşına kadar bu çalışmalar tamamlanabilir" demişlerdir- ben de bu konuda Yüce Meclise bilgi arz ediyorum ve yılbaşından sonra böylesine bir temel kanunu görüşeceğimize ve tam anlamıyla Türk Medenî Kanunu diyebileceğimiz bir kanunla -bugün de diyoruz, bugün de böyle diyoruz; ama, bir iktibas kanunu olduğunu hepimiz kabul ediyoruz- artık iktibas olmaktan çıkacak, tamamen bizim diyebileceğimiz bir kanunla ilgili tasarıyı Meclise sunacağımıza dair bu bilgiyi sizlere arz ediyorum.

Hepinize saygılarımı sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.

2. - İzmir Milletvekili Zerrin Yenice'li'nin, pamuk üreticilerin durumuna ilişkin gündemdışı konuşması ve Sanayi ve Ticaret Bakanı E. Yalım Erez'in cevabı

BAŞKAN - Gündemdışı ikinci sözü, Sayın Zerrin Yeniceli'ye veriyorum. Sayın Yeniceli, pamuk üreticilerinin genel durumu hakkında konuşacaklar.

Buyurun efendim.

Süreniz 5 dakikadır.

ZERRİN YENİCELİ (İzmir) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; konuşmam, genelde tarımımız, özelde ise pamuk üreticimizin durumu ile ilgili olacaktır.

Sizlerin de katılacağı üzere, bizim gibi az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde, tarım ve hayvancılık sektörü önemlidir. Böylesi ülkelerin ekonomileri, iktisadî kalkınmalarını dengeli bir şekilde yürütebilmek için sanayileşmelerine paralel olarak, tarım ve hayvancılık sektörünü de geliştirmek zorundadır. Çünkü, bu sektörler, en başta kentlerde yaşayan insanlarımızın yiyecek, endüstrimizin de hammadde gereksinimini karşılar. Millî geliri artırması, ihracatı geliştirmesi, doğrudan ve dolaylı sektörlere işgücü sağlaması da işlevlerinden yalnızca birkaç tanesidir.

Ülkemizi yakından ilgilendiren bu genel iktisadî gerçeklerden sonra, tarımımızın içinde bulunduğu duruma ilişkin güncel belirlemelerde bulunmak istiyorum. Bugün, çiftçimizin girdilere ödediği fiyatla ürün karşılığında elde ettiği fiyat arasındaki fark, hiç görülmedik bir biçimde çiftçi aleyhine açılmış durumdadır. Gidişat, özellikle köylülerimizin, üreticilerimizin, gelir dağılımındaki eşitsizlikten en fazla zarar gören kesim olduğunu ortaya koymaktadır. Her yönden esen kriz rüzgârları, ülkemizi sarıp sarmalamaktadır. Özelleştirmeyle vaat edilen gül bahçesi kehanetleri, boşa çıkmıştır. Toplumsal, iktisadî yapı üzerinde büyük tahribata yol açan enflasyon ipinin ucu kaçmıştır; yakalamak da pek mümkün görünmemektedir. İşte bu koşullarda, pamuk üreticisi, eylem hazırlıkları yapmaktadır; meydanlara dökülmüştür. ilgililer gözlerini kapatsalar da, pamuk üreticilerimiz, bütün haklılıklarıyla gündeme yerleşmişlerdir; meydanlardan sonra yollara düşme planı yapmaktadırlar.

Gelin, hep birlikte pamuk üreticilerinin sorunlarına bir bakalım. Tekstil ve konfeksiyon sektörünün ihracatımızdaki önemi bilinmektedir. Ülkemizin dışsatım döviz girdisinin hemen hemen yarısını sağlayan tekstil sektörünün hammaddesi olan pamuk, geleneksel tarım ürünlerimizin en önemlilerindendir. Ege'de 65 bin, Antalya ve Çukurova'da 80 bin üretici aile, geçimini pamuktan temin etmektedir. Evet, pamuk, memleketimiz için önemlidir; Ege pamuğu ise, dünyanın en kaliteli pamuklarındandır. Ege'de, pamuk üreticisinin sigortası ve en büyük alıcısı Tariş'tir. Şimdilerde, Tariş'in pamuk üreticisine peşin ödeme yapacak parası yoktur; Çukobirlik ve Antbirlik de aynı durumdadır. Pamukta, Ege tipi için verilen 70-71 bin Türk Lirası fiyat yetersizdir, haksızlıktır; çünkü, tohumluk, gübre, ilaç ve akaryakıt gibi girdiler ve işçilik ücretleri, pamukta maliyeti yükseltmiştir. Üreticinin hakkının 80-85 bin lira olduğunu, Hükümet ne yazık ki anlayamamıştır. Hükümet ve Bakanlığın, bununla da yetinmeyip, yönetim kurullarını "70 bin lira üzerinde fiyatla alım yaparsanız, kredi desteği vermem ve sizi görevden alırım" diye tehdit ettiği söylenilmektedir. Başta Tariş olmak üzere, Çukobirlik ve Antbirlik'e bağlı pamuk üreticisi de mağdurdur. Üreticinin ve onların temsilcilerinin pamukta prim uygulaması isteğine "soygun bitsin, prim verilsin!" haykırışlarına Hükümet duyarsız kalmıştır. Haksız kazancı önleyecek kayıtlı düzenle Maliyeye de destek olacak prim sistemi benimsenmeliydi diyorum.

Bugün pamuk alımı yapan Tariş, Çukobirlik ve Antbirlik'e bağlı üreticiler, birliklerine teslim ettikleri ürünün paralarının ödenmesini beklemektedir. Hazinenin, Destekleme ve Fiyat İstikrar Fonundan tahsis ettiği 8,5 trilyon kredinin gecikmeden üreticiye ödenmesi sağlanmalıdır. Başbakan ve Yardımcısının peşin ödeme sözü havada kalmıştır. Sadece, sanayiciyi, tüccarı koruma politikasından vazgeçilmelidir. Bu yönden, Hükümetin, ihracata fon uygulamasından vazgeçeceği ve kotaya yönelik taahhütleri de hayata geçirilmemiştir. Hükümet, sözünü yerine getirmeli ve üreticilerimizin dünya pazarlarında yer alabilmelerinin önündeki engelleri kaldırmalıdır.

Şu an konuşmamın konusu pamuk; ama, diğer tarım ürünlerinde de birileri aynı oyunu oynuyor. Bu kötü oyun, ne pamuk üreticisi ve işçisinin ne de diğer üreticilerin kaderi değildir, olmamalıdır. Türkiye'nin sanayileşmesine kaynak yaratacak lokomotif sektör tarımdır. Soruyorum, köylü ve çiftçi yok olduğu takdirde Türkiye'yi kim besleyecek?.. Köyden kente göçün durdurulması açısından da tarımın desteklenmesi gerekiyor. Şu an gündeme pamuk yerleşmiştir; bu sorun acilen çözümlenmelidir; üreticimiz bunu beklemektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Yeniceli.

Buyurun Sayın Bakan. (DYP sıralarından alkışlar)

SANAYİ VE TİCARET BAKANI E. YALIM EREZ (Muğla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Demokratik Sol Parti İzmir Milletvekili Sayın Zerrin Yeniceli'nin pamuk konusundaki konuşması üzerine söz almış bulunuyorum.

Değerli milletvekilleri, 1994 yılında pamuğun Tariş'çe alım fiyatı 25 bin lira, 1995 yılında ise pamuğun Tariş'ce alım fiyatı 40 bin lira; yani, yüzde 60 fiyat farkıyla alınmıştır. 1996 yılında ise pamuğa verilen fiyat 70 bin lira; bir evvelki yılda verilen fiyata göre hesaplarsanız pamuğa verilen fiyat farkı yüzde 75'tir.

Dünya pamuk fiyatlarına baktığımız zaman, Ege tipi pamuğun bugün dünyadaki fiyatı 53-55 bin lira arasındadır; Hükümetimiz, buna rağmen, pamuğu 70 bin liradan almıştır; gönül arzu ederdi ki, 80-85 bin liradan alalım. Eğer, 80-85 bin liradan pamuğu almış olsaydık, işte, birlikleri bu hale getiren zihniyetin yaptığı yanlışı yapmış olurduk. (DYP ve RP sıralarından alkışlar) Pamuk fiyatlarını ilan ettiğimiz gün üreticinin kasketini havaya attırır, sonra, yedi sekiz ay parasını vermeden üreticiyi mağdur ederdik.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Zerrin Yeniceli, herhalde...(DSP sıralarından gürültüler)

Dinle!.. Gelip burada konuşursun...

Sayın Zerrin Yeniceli'nin eline yazıp verdikleri için olayı biraz saptırdı. (DSP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar, gürültüler)

BAŞKAN - Sayın Bakan...

SANAYİ VE TİCARET BAKANI E. YALIM EREZ (Devamla) - Bir dakika... Dinleyin... (DSP sıralarından gürültüler)

HASAN GÜLAY (Manisa) - Terbiyeli konuş!

SANAYİ VE TİCARET BAKANI E. YALIM EREZ (Devamla) - Sen dinlemesini bilmiyorsun ki konuşmasını bilesin... (DSP sıralarından gürültüler; DYP ve RP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Sayın Zerrin Yeniceli, olayı incelemediği için, pamukta kota ve fonun kaldırılmasını talep etmiştir. Pamuğa konulan kota ve fon süreli olduğu için, haziran ayından beri, pamukta kota ve fon uygulaması yoktur. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

Bu arada, birkaç dakikamı daha vermek istiyorum size.

Geçen yıl DFİF'ten Tariş'e bir yıl içinde verilen kredi 400 milyar lirayken, bu yıl ekim ayının 10'una kadar, DFİF'ten Hükümet tarafından pamuk için Tariş'e kullandırılan kredi 1 trilyon liradır. Bir yıl önce 400 milyar, bu yıl ekim ayına kadar, 1 trilyon lira...

HASAN GÜLAY (Manisa) - Cebinden vermiyorsun...

SANAYİ VE TİCARET BAKANI E. YALIM EREZ (Devamla) - Birinci DFİF kaynaklı kredi paketinde pamuğa ayrılan para 8,5 trilyon liradır.

1995 yılı ekim ayı ilk haftası, birlikler tarafından alınan toplam ürün 9 trilyon 814 milyar lirayken, 1996 yılında birlikler tarafından alınan toplam ürün 33 trilyon 608 milyar liradır. 1995 yılında alınan 9 trilyon 814 milyar liralık ürün karşılığı kullandırılan kredi 213 milyar lira; yani, alınan ürünün yüzde 2'si kadar kredi kullandırılmışken, 1996 yılında kullandırılan kredi miktarı 9 trilyon 839 milyar lira ve kullanılan kredinin, alınan ürüne oranı yüzde 30'dur. Bu da, 54 üncü Hükümetin Türk köylüsüne ve Türk çiftçisine verdiği önemi göstermektedir.

Hepinize teşekkür ederim. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

3. - Ankara Milletvekili İrfan Köksalan'ın, Ankara'nın Başkent oluşunun 73 üncü yıldönümüne ilişkin gündemdışı konuşması

BAŞKAN - Gündemdışı üçüncü söz sırası Sayın İrfan Köksalan'ın; Sayın Köksalan, Ankara'nın başkent oluşunun 73 üncü yıldönümü nedeniyle konuşacaklar.

Buyurun efendim.

Sayın Köksalan, süreniz 5 dakikadır.

İRFAN KÖKSALAN (Ankara) - Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; huzurunuza, Ankaramızın, başkent oluşunun 73 üncü yıldönümü nedeniyle çıkmış bulunuyorum; bu vesileyle, hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Değerli milletvekilleri, milletlerin hayatında önemli olaylar vardır, tarihî olaylar vardır. Akıp giden zaman içerisinde, bu olaylar, bazen, sıradanmış gibi kutlanır, sıradanmış gibi geçiştirilir; ama, milletlerin hayatına öyle dönemler gelir ki, işte o dönemlerde de bu tarihî olayların, bir başka coşkuyla, bir başka heyecanla yaşanmasında, hatırlanmasında fayda vardır.

Değerli milletvekilleri, 13 Ekim 1923 günü, Ankaramız, başkent olarak, ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından karar altına alındı ve ilan edildi. İşte, o günlerde millî mücadele kahramaları, işte o günlerde Kuvayı Milliye ruhu, işte o günlerde Mustafa Kemal ve arkadaşlarının kahramanlıkları var. Binaenaleyh, içinden geçtiğimiz bu dönemde, eğer bunları anlayamazsak, o haleti ruhiyeyi tekrar edemezsek bugünleri değerledirmekte hakikaten güçlüğümüz olur.

Değerli milletvekilleri, 23 Ağustos 1923 günü Lozan Barış Antlaşması Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edildi. Lozan Barış Antlaşmasının Türkiye Büyük Millet Meclisinde kabul edilmiş olması, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temel dışpolitika sorunlarını bitirmiş olmasının tescili idi. İşte, Mustafa Kemal ve arkadaşları, temel dışpolitika sorunlarını Lozan Barış Atlaşmasıyla bitirdikten sonra sıra içpolitika sorunlarına, bu cümleden olmak üzere de sıra Türkiye Cumhuriyeti Devletinin merkezî hükümetinin ilan edilmesine gelmişti. Her ne kadar Ankara, yıllarca Türkiye Cumhuriyetine tabiî başkentlik yapmış ise de, bunun bir karar, bir yasa ile bütün dünyaya duyurulması icap etmişti. İşte, 13 Ekim günü, rahmetli İsmet İnönü ve kendisiyle birlikte 13 arkadaşı, Türkiye Büyük Millet Meclisine kanun teklifini vererek Ankara, başkent ilan edildi. Bunun arkasından 29 Ekim 1923 günü de Cumhuriyet ilan edildi ve daha sonra da 1924 yılında Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ilk Anayasası hazırlandı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edildi.

Değerli milletvekilleri, dünyamızda şu anda 37, nüfusunun yoğunluğu Müslüman olan ülke var. Bunlardan sadece ve sadece 22 tanesinin halkı ezilmişlik içinde, mutlak surette özgürlükten mahrum; geri kalan 14 tanesinin halkı da kısmen özgür; ama, 1 tanesi var; işte, Türkiye Cumhuriyeti Devleti; hem demokrat hem özgür hem de İslamı yaşıyor. Nasıl yaşıyor; işte, biraz evvel bahsettiğim Yüce Atatürk'ün, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının, Kuvayı Milliye ruhunun, hem İslamı hem de laisizmi bir arada Türk Milletine hediye etmesi sayesindedir. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar) Bu, mutlak surette özgürlükten mahrum olan 36 ülkenin halkı, ceplerinde, bağrında, göğsünde Yüce Atatürk'ün resmini muhafaza etmekte; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin nizamına, laisizmine ve Atatürk'e her vesileyle, yetmiş yıldır hayranlığını söyleyerek bugünlere kadar geldi; ama, bugün, Türkiye Cumhuriyeti Devletini yönetmeye talip olanlarda ne görüyoruz; Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, işte, o, demokrasiden nasibi olmayan, halkının mutlak surette özgürlükten mahrum olduğu milletlere yüzünü çevirme -maalesef- gayreti ve sevdası içindeler. Bundan, ben, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin milletvekili olarak, hakikaten, fevkalade utanç duyuyorum. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, Yüce Allah'ın iradesi, İslamın sadece ve sadece din olmasıdır. Hiç kimse, İslamı siyasallaştırma gayreti içerisine girmesin; işte, o gayret içerisine girdiği zaman da, İslama en büyük kötülüğü yapmış olur. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ve Türk...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Köksalan, eksüreniz 1 dakikadır; lütfen, konuşmanızı bu süre içerisinde toparlayın .

İRFAN KÖKSALAN (Devamla) - Değerli milletvekilleri, Sayın Başbakan, Doğru Yol Partili milletvekillerini muhabbetle kucaklıyor; Atatürkçülüğü, cumhuriyetçiliği, demokratlığı, laikliği kimseye bırakmıyor.

Tabiî, burada söylenecek bir tek şey var; şu kürsünün ve bu Parlamento çatısının altında seviyeyi düşürmek istemiyorum; ama, bunu, galiba hak ettiler; o da şudur: Sizi gidi takiyyeciler sizi!.. Haydi oradan, haydi, haydi, haydi!.. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar, RP sıralarından "Yuh! Sana haydi oradan" sesleri, gürültüler)

BAŞKAN - Değerli arkadaşlar... Değerli arkadaşlar...

ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) - Sayın Başkan... (Gürültüler)

BAŞKAN - Bir dakika efendim... Bir dakika...

Cevap mı vereceksiniz Sayın Bakan?

ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) - Sayın Başkan, Sayın Miletvekiline cevap vermeyi... (Gürültüler)

BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, Sayın Bakan bir açıklama yapıyor; lütfen dinleyelim, ben dahi burada duymakta güçlük çekiyorum.

ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) - Sayın Başkan, Sayın Miletvekilinin yapmış olduğu konuşma, Hükümet açısından cevap verilmeye değer değildir; arz ederim. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

BAŞKAN - Peki Sayın Bakan.

Değerli arkadaşlar, gündemdışı konuşmalar bitmiştir.

IV. - SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. - İzmir Milletvekili Zerrin Yeniceli'nin, Sanayi ve Ticaret Bakanı E. Yalım Erez'in şahsına sataşması nedeniyle konuşması

BAŞKAN - Gündeme geçeceğiz; ancak, daha önce, Sayın Zerrin Yeniceli Başkanlığa başvurarak, gündemdışı konuşması Sayın Bakan tarafından yanıtlanırken, konuşmanın kendisine yazılıp verildiğinin söylenmesi nedeniyle bir sataşma olduğunu iddia etti.

Değerli arkadaşlar, bu talebi uygun buluyorum. Bu kürsünün adabında -yarın hepimizin başına gelebilir- hiçbir biçimde, birbirimizi bu şekilde, sanıyorum, suçlamamamız gerekir.

Buyurun Sayın Yeniceli. (DSP, ANAP ve CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Yeniceli, yeni bir sataşmaya meydan vermeden, lütfen, yanıtınızı veriniz.

Buyurun.

İRFAN GÜRPINAR (Kırklareli) - Sayın Başkan, belki, Sayın Bakan özür dilerdi...

ZERRİN YENİCELİ (İzmir) - Değerli arkadaşlar, biraz önce, Sayın Bakanın "metni Zerrin Hanımın eline yazmışlar, vermişler" sözüne teessüf ederim; çünkü, ben, doğma büyüme Egeliyim ve pamuk üreten bir ailenin çocuğuyum. (DSP, ANAP ve CHP sıralarından alkışlar)

Bir de, Türkiye Cumhuriyetinin Sayın Bakanına bu tarz bir üslubu yakıştıramadım.

Ben, dün akşam, haberlerde -Sayın Başbakan Yardımcısının- pamukta fon ve kota uygulamasının kaldırıldığına dair haber izledim; fakat, bu dündü yani, bu hafta içindeydi. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Yeniceli

Sayın milletvekilleri, İçişleri Komisyonunun bir tezkeresi vardır; okutuyorum:

III. - BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)

B) TEZKERELER VE ÖNERGELER

1. - İçişleri Komisyonu Başkanlığının, Karayolları TrafikKanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi, Ek ve Geçici MaddelerEklenmesi; Emniyet Teşkilatı Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi ve Ek Maddeler Eklenmesi; 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Eki Cetvellerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısının (1/478, 2/49, 2/295, 2/298, 2/346) (S.Sayısı : 99) Komisyona geri verilmesine ilişkin tezkeresi (3/518)

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

16.10.1996

Gündemin 27 nci sırasında bulunan 99 sıra sayılı "Trafik Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine İlişkin Kanun Tasarısı"nı, eksik bir prosedürü tamamlamak için ve yarın tekrar gündeme alınmak üzere, İçtüzüğün 88 inci maddesine göre Komisyonumuzca geri çekiyoruz.

Necati Çetinkaya

Konya

Komisyon Başkanı

BAŞKAN - Tasarı, Komisyona geri verilmiştir.

Danışma Kurulunun bir önerisi vardır; okutuyorum:

V. - ÖNERİLER

A) DANIŞMA KURULU ÖNERİSİ

1. - Genel Kurulun, 17.10.1996 Perşembe günü saat 14.00'te toplanmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi

Danışma Kurulu Önerisi

No:32 16.10.1996

Danışma Kurulunun 16.10.1996 Çarşamba günü yaptığı toplantıda, aşağıdaki önerinin Genel Kurulun onayına sunulması uygun görülmüştür.

Mustafa Kalemli Türkiye Büyük Millet Meclisi

Başkanı

RP Grubu Başkanvekili ANAP Grubu Başkanvekili

Salih Kapusuz Murat Başesgioğlu

DYP Grubu Başkanvekili DSP Grubu Başkanvekili

Saffet Arıkan Bedük H.Hüsamettin Özkan

CHP Grubu Başkanvekili

Nihat Matkap

Öneri:

Genel Kurulun 17.10.1996 Perşembe günü saat 14.00'te toplanması önerilmiştir.

BAŞKAN - Danışma Kurulunun önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.

Sayın milletvekilleri, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.

VI. - GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI

VE MECLİS ARAŞTIRMASI

A)ÖNGÖRÜŞMELER

1. - Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkanı ve Antalya Milletvekili Deniz Baykal ile Grup Başkanvekilleri İçelMilletvekili Oya Araslı, Ankara Milletvekili Önder Sav ve Hatay Milletvekili Nihat Matkap'ın, Hükümetin izlediği ciddiyetsiz ve tutarsız dış politika nedeniyle devletin dış ilişkilerinde küçültücü duruma düşürüldüğü iddiasıyla Başbakan Necmettin Erbakan Hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı konusunda görüşme (11/2)

2. - Zonguldak Milletvekili Mümtaz Soysal ve 21 arkadaşının, dış politikanın belirlenme ve yürütülmesindeki tutarsızlıklar nedeniyle devletin küçük düşürüldüğü iddiasıyla Bakanlar Kurulu hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı konusunda görüşme (11/3)

3. - Bitlis Milletvekili Kâmran İnan ve 24 arkadaşının, Libya gezisi esnasında Türk Milleti'ne yapılan hakaretlere duyarsız ve tepkisiz kalması nedeniyle devletin dış ilişkilerinde küçültücü duruma düşürüldüğü ididiasıyla Başbakan Necmettin Erbakan hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı konusunda görüşme (11/4)

BAŞKAN - 1 inci sırada yer alan, CHP Grubu adına Grup Başkanı ve Antalya Milletvekili Deniz Baykal ile Grup Başkanvekilleri İçel Milletvekili Oya Araslı, Ankara Milletvekili Önder Sav ve Hatay Milletvekili Nihat Matkap'ın, Hükümetin izlediği ciddiyetsiz ve tutarsız dış politika nedeniyle, devletin, dış ilişkilerinde küçültücü duruma düşürüldüğü iddiasıyla, Başbakan Necmettin Erbakan hakkındaki (11/2) esas numaralı;

2 nci sırada yer alan, Zonguldak Milletvekili Mümtaz Soysal ve 21 arkadaşının, dış politikanın belirlenme ve yürütülmesindeki tutarsızlıklar nedeniyle devletin küçük düşürüldüğü iddiasıyla, Bakanlar Kurulu hakkındaki (11/3) esas numaralı;

3 üncü sırada yer alan, Bitlis Milletvekili Kâmran İnan ve 24 arkadaşının, Libya gezisi esnasında Türk Milletine yapılan hakaretlere duyarsız ve tepkisiz kalması nedeniyle, devletin, dış ilişkilerinde küçültücü duruma düşürüldüğü iddiasıyla, Başbakan Necmettin Erbakan hakkındaki (11/4) esas numaralı gensoru önergelerinin gündeme alınıp alınmayacağı hususundaki görüşmelere başlıyoruz.

Konuları ayrı olan bu önergelerin birleştirilerek görüşülmesi Genel Kurulun 10.10.1996 tarihli 6 ncı Birleşiminde kabul edilmişti.

Hükümet?..(ANAP ve DSP sıralarından "yok, yok" sesleri, gürültüler.

Hükümet?.. Burada.

Sayın milletvekilleri, gensoru önergeleri bastırılarak dağıtılmıştı, onun için yeniden okutmuyorum.

Sayın milletvekilleri, Anayasanın 99 uncu maddesine göre bu görüşmede önerge sahipleri adına birer milletvekiline, siyasî parti gruplarına ve Bakanlar Kurulu adına Başbakan veya bir bakana söz verileceketir.

Daha önce alınan karar uyarınca, konuşma süreleri; önerge sahipleri için 15'er, gruplar için 30'ar dakika, Hükümet için 1 saattir. Hükümete ve gruplara tanınan süreler ikişer konuşmacı tarafından kullanılabilcektir.

Şimdi, söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum:

Önerge sahipleri adına, Sayın Deniz Baykal, Sayın İrfan Demiralp, Sayın İsmail Cem.

Önerge sahipleri adına, Sayın Deniz Baykal, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)

Sayın Genel Başkan, süreniz 15 dakikadır.

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Hükümetin dışpolitika uygulamalarıyla ilgili olarak verdiğimiz gensoru önergesi dolayısıyla, önerge sahibi sıfatıyla düşencelerimi ifade etmek istiyorum; bu vesileyle, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyelerini saygıyla selamlıyorum.

Bu gensoru önergelerinin çok uygun bir zamanda verildiği, Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu sorunlar açısından böyle bir tartışma fırsatını Türkiye Büyük Millet Meclisine sağlamanın gerçekten çok uygun olduğu, bugün daha iyi anlaşılmaktadır.

Türkiye'nin dışpolitika anlayışını ve uygulamalarını bir değerlendirme ihtiyacı içine girdiği bir dönemde yaşadığımız, her gün, her vesileyle açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır.

Öyle gözüküyor ki, Türkiye, diplomasi tarihimizin en sıkıntılı dönemlerinden birini yaşıyor. Dışpolitikamızın, bir anlamda pusulasının kaybolmuş, rotasının belirsiz bir biçimde işlemekte olduğuna ilişkin kaygıların, değerlendirmelerin, her çevrede giderek daha sık yapılmakta olduğuna tanık oluyoruz. Böyle bir ortamda Türkiye Büyük Millet Meclisinin, bu konuları bütün yönleriyle ele almasında yarar vardır. Önergemiz buna fırsat verecektir diye umut ediyorum.

Dışpolitika konusunda ortaya çıkan sıkıntıların, önce, dışpolitikayı uygulama yönteminden kaynaklandığı açıkça gözüküyor. Dışpolitikamızın, geleneksel olarak Türkiye'de uzun bir süre, kararlılıkla, berrak bir anlayışla, tutarlılıkla uygulanmış olmasından ve Türkiye'nin bölgede ve dünyada izlediği dışpolitikayla saygınlığını artırmış bir ülke olmasından kaynaklanan bir özel durumu vardır. Türkiye'nin dışpolitikası, çok sıkıntılı bir bölgede, çok bunalımlı dönemleri, Türkiye'nin soğukkanlılıkla, başarıyla atlatmasına yardımcı olmuş en temel devlet araçlarından biridir. Bu kadar başarıyla uygulanmış önemli bir dışpolitika geleneğinin, bugün bir sarsıntı içine girmekte olduğuna ilişkin kaygıların yaygınlaşması, mutlaka, önemle, dikkatle değerlendirilmelidir.

Bu kaygıların altında yatan nedenleri görmeye çalışıyorum; ilk anda dikkatimi çeken unsurlar şunlar: Önce, galiba, çok uzun süreden beri ilk kez, -Türk dış politikası- çokbaşlı bir dışpolitika niteliğine bürünmeye başlıyor. Dışpolitikamızın, bu alanda uzmanlaşmış, kurumlaşmış çerçevelerin dışında, özel temaslarla, gizli görüşmelerle, kurumsal çerçevenin dışında, kişisel ilişkilerle ele alınıp götürülmekte oluşunun, bugün karşı karşıya bulunduğumuz sıkıntıların temelinde yatan nedenlerden biri olduğunu düşünüyorum. Dışpolitikamız, çokbaşlı ve çokkanallı bir dışpolitika anlayışı içine sürükleniyor. Dışişleri Bakanlığı vardır, Dışişleri Bakanı vardır, Dışişleriyle fiilen ilgili -ayrı bir siyasal partiden, Koalisyon ortağı partiden- bir Devlet Bakanı vardır, Başbakan vardır, Cumhurbaşkanı vardır ve bütün bunların da Türkiye'nin ulusal yararları doğrultusunda, kesin, berrak bir çözüme kavuşturulmuş ortak bir dışpolitika anlayışı içinde, eşgüdümle davrandıklarını söyleme olanağı, ne yazık ki, yoktur. Sanıyorum, bu, sıkıntının temelinde yatan unsurlardan biri.

Bakınız, bu dışpolitikayla doğrudan ilgili kuruluşların ötesinde, dışpolitikamızı etkileyen başka bazı girişimlerle de karşı karşıya kalıyoruz. Bir süre önce, Türk dışpolitikasının en temel konularından biri olan sular sorunuyla ilgili olarak, Hükümetin bir başka bakanının, yıllardan beri büyük bir kararlılıkla, başarıyla götürülen dışpolitika anlayışımızı çok tehlikeli şekilde sarsabilecek bir açıklamanın içine girdiğine tanık olduk.

Bugüne kadar, Türk dışpolitikası, Fırat ve Dicle sularının paylaşılmasını kesinlikle söz konusu etmez, bunu bir temel felsefeye dayandırır, tahsis tartışmasını sürdürürken, birden bire, bir Cumhuriyet Hükümeti bakanının, Fırat ve Dicle sularının paylaşılması konusunda Türkiye'nin hazır olduğunu ifade eden açıklamalarına tanık olduk. Bu, tabiî, dışpolitikanın taşıyabileceği bir yaklaşım değildir; dışpolitikanın, daha ciddî daha iyi düşünülmüş bir anlayışla götürülmesi ihtiyacı vardır.

Aynı şekilde, Türkiye'de kurumsal çerçevede şekillendirilmiş bazı politika kararlarının da, uygulamaya götürülürken, karşılaşılan tepkiler dolayısıyla tereddütlere sürüklendiğine tanık olduk. Bunun çok önemli ve hatta -izin verirseniz söylemek istiyorum- vahim bir örneği, Kuzey Irak'ta bir "Tampon Bölge" ya da "Tehlikeli Bölge" ilanı kararımızla ilgili olanıdır.

İzleyebildiğimiz kadarıyla, Türkiye'nin, hükümet düzeyinde, Kuzey Irak'ta bir tampon bölge oluşturulmasına yönelik çalışmaları tamamlanmıştır. Bu konuyla ilgili devlet kuruluşları toplantıya çağrılmış, görüşleri alınmıştır. Millî Güvenlik Kurulu bu konuda görüş vermiştir ve Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, tampon bölge ilanı, tehlikeli bölge ilanı kararını Hükümet olarak almıştır ve bunu da ilan etmiştir; Dışişleri Bakanı ilan etmiştir, Millî Savunma Bakanı ilan etmiştir. Türkiye'nin, hükümet düzeyindeki bu kararı açıkça ortaya konulmuştur; ama, ne yazık ki, bu karar hayata geçirilememiştir. Böyle bir kararı almak uygun mudur değil midir; doğru mudur değil midir tartışmasını bir kenara bırakıyorum; ama, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, tampon bölge ilanıyla ilgili olarak, değerlendirmesini yapıp, kararını alıp ilan ettikten sonra, bunu uygulamaktan aciz bir konuma düşemezdi. İlk kez bu Hükümet, tampon bölge konusunda, gerçekten, Türkiye'nin, hazır olmadığı, layık olmadığı bir konuma sürüklenmesine neden olmuştur. Türkiye'nin bölgedeki kararlılığı, etkinliği ve caydırıcılığı, aldığı kararları, ciddiyetle uygulama kararıyla aldığı konusunda yılların çabasıyla oluşturulmuş olan izlenim, bu laubalilikle, bu gevşeklikle ortadan kaldırılmıştır. Ne olmuştur tampon bölge? Hükümet aldı kararı; Kuzey Irak'ta bir tampon bölge var mı; uygulayabiliyor muyuz?.. Böyle bir kararı alıp ilan etmiş olmanın bütün bedelini Türk dışpolitikası ödedi; dünya çapında ödedi, dünya kuruluşları nezdinde ödedi; ama, böyle bir kararı, sadece telaffuz etmiş olmanın yol açtığı bu bedeli ödediğimiz halde, böyle bir politikadan beklenebilecek olan yararların hiçbiri sağlanamadı.

Değerli arkadaşlarım, Hükümetin, bu konularda kendisini gösteren dışpolitika zafiyetleri, doruk noktasına, bu son gezilerle çıktı. İki gezi planlandı; birisi Asya'ya, birisi Afrika'ya yönelik iki gezi... Bu geziler, öyle anlaşılıyor ki, ciddî bir değerlendirme ve ihtiyaç tespitinden çok, hangi nedenle olduğunu çok anlayamayacağımız bir iç tercihle ortaya çıktı. Geziler ciddî hazırlanmadı. Gezilerin hazırlanması için, devlet kuruluşları, ilgili büyükelçilikler devrede olmadılar. Çoğu kere, çağrı yokken oraya gitme kararı tebliğ edildi. Bu kararlılık, bir çağrı gelmesine de neden olmadı; direndi bazı ülkeler, çağrı yapmamaya; bizim arzumuz üzerine, ziyaret etme isteğimizi karşılama durumunda kaldılar. İyi hazırlanmadığı için bu program, gezilerde, Türkiye'nin itibarı ciddî şekilde sarsıldı. Singapur'un Devlet Başkanı, Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanını bu gezi çerçevesi içinde kabul etme fırsatını bulamadı; kendisiyle görüşme imkânını yaratamadı, yaratmadı. Bu program zaafının yarattığı eksikliği, Singapur bölgesindeki plajların incelenmesiyle, heyetimiz, değerlendirmek durumunda kaldı. (CHP sıralarından alkışlar) Bu, Türkiye bakımında gerçekten üzüntü verici bir durum olmuştur.

Geziler, demin de ifade ettiğim gibi, bir telaşla hazırlanmıştır ve birbiri ardından krizlere yol açılmıştır. Önce, bir kararname krizi çıkmıştır. Bu geziler kararnameye dayanan resmî geziler midir, hâlâ belli değildir; kararname çıkmamıştır. Kararname ötesinde, bu gezilerin resmî bir nitelik taşıyıp taşımadığı, ziyaretine gittiğimiz ülkeler kararıyla sonuçlandırılmış ve resmî bir gezi olmadığı, mesela, Mısır tarafından resmen ifade edilmiştir. Türkiye, Mısır'a gitmek istediğini açıkça ortaya koymuş, bir davet talep etmiş, davet gelmemiş, davet olmadan, Türkiye, Mısır'a gitmek durumunda kalmıştır. Bunun sonucu olarak, gezi, resmî gezi sayılmamış; karşılama töreninde ve uğurlama töreninde bayrak asılmamış; karşılama töreninde bayrağın asılmaması "yok, akşam saatlerini geçti, o nedenle" diye izah edilmek istenmiş; ama, ayrılırken gündüz saatleri olduğu halde de bayrağın asılmayışı, nedenin, sadece hareket saatiyle ilgili olmadığını, gezinin niteliğiyle ilgili bir Mısır davranışının söz konusu olduğunu ortaya koymuştur. Bu, Türkiye'ye yakışmamıştır. Türkiye buna mecbur değildir.

Bakın, bu gezide Türkiye ile Mısır arasındaki ortak ekonomi komisyonunun toplanması talebi ortaya atılmış; bu talebin de gereği yerine getirilmemiş, ekonomik komisyon toplanamamıştır; Mısır, bunu da reddetmiştir. Sadece gezi yapmış olmak için gezi yapılmıştır; ama, Türk dışpolitikası, bu ziyaretten hiçbir şey kazanmamıştır.

Aslında, başbakan ve cumhurbaşkanı düzeyinde yapılan geziler, bir ülkenin şerefinin, onurunun, saygınlığının ortaya konulacağı, ülkeler arasındaki iyi ilişkilerin vurgulanacağı, dostlukların güçlendirileceği fırsatlardır, vesilelerdir. Başbakanlar, cumhurbaşkanları, genellikle çalışma ziyaretleri yapmazlar. Onlar, ülkelerinin onurunu temsil ederek, ağırlığını sergilemek amacıyla, dostlukları pekiştirmek amacıyla ziyaret yaparlar. O nedenle de, bu ziyaretler, çok sık gerçekleşmez.

Türkiye, bundan önce, 53 tane hükümet gördü; bu 53 hükümetin hiçbiri, iktidara gelişinin ilk 100 gününde 20 günlük yurtdışı geziye kalkışmamıştır. Hiçbir Cumhuriyet Hükümeti, iktidara gelişinin ilk 100 günü içerisinde 20 gününü yurtdışında böyle gezilerle geçirme anlayışı içerisine girmemiştir. Yeni bir hükümet kurulmuş, Türkiye'nin çok ciddî sorunları var; enflasyon yüzde 80, işsizlik almış başını gidiyor, Türkiye'de yönetimde çok tehlikeli erozyonlar yaşanıyor, çeteleşme ortaya çıkmaya başlamış, Türkiye'de terör almış başını gidiyor ve Türkiye'de, gelmiş, yeni Hükümet, ülkeyi yangın yeri gibi bırakıp, uzun, tantanalı, gösterişli dışgezilerle üç ayının 20 gününü geçirmekte hiçbir sakınca görmüyor... Buna, ilk kez tanık oluyoruz. Bir defa bu yanlıştır. Bir başbakan, bu kadar dikkatsiz, bu kadar acele, bu kadar hevesle, bu kadar erken yurtdışına kendisini atmaz; atmıştır, yanlış olmuştur. 53 hükümetin hiçbiri bunu yapmamıştır. Bu Hükümet, 100 günün 20 gününü yurtdışında geçirmiştir. Nasıl geçirmiştir; Türkiye'nin gücünü, ağırlığını, etkisini artıracak, Türkiye'ye yeni ufuklar açacak, yeni kazanımlar getirecek çalışmalar da yapamadan geçirmiştir. Her biri bir kriz doğuran, iyi hazırlanmamış...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Genel Başkan, Grubunuz adına da konuşacaksınız; buradaki sürenizi tamamlamak için... Lütfen...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Bu, işin temel yanlışıdır. Gittiğimiz yerler yanlış olmuştur.

Bakın, Libya'ya ve İran'a, öncelikle İran'a ilk ziyaret yapılmıştır. Beş yıldan beri, dünyadaki 186 ülkeden hiçbirisi, başbakan düzeyinde, cumhurbaşkanı düzeyinde İran'a ve Libya'ya gitmemiştir. Hiçbir dünya başbakanı, hiçbir dünya cumhurbaşkanı, beş yıldan beri Libya'ya ve İran'a gitmemiştir; sadece Türkiye'den başbakanlar gitmiştir. Bunun bir anlamı olmak gerekir. (RP sıralarından "siz düşünün" sesleri) Bunun ortaya koyacağı, bunun ortaya koyduğu bir anlam olmak gerekir. (RP sıralarından "Türkiye, bağımsız bir devlettir" sesleri) Türkiye, bağımsız bir devlettir, 186 devlet de bağımsızdır. Her birisi belli bir anlayış içinde davranma gereğini duymakta ve böyle bir uygulamanın içinden geçmektedir. Türkiye'de, Hükümet, gelir gelmez, ayağının tozuyla, daha iktidar olarak karşı karşıya bulunduğu temel sorunları çözmeden, ilk ziyaret olarak, bir tavaf yerine gider gibi, bir kutsal ziyaret yapar gibi, Türkiye'deki laik, demokratik rejimi değiştirmeyi, bunun için teröre başvurmayı kendisine yöntem olarak seçmiş, Türkiye'deki terörle yakından ilişkisi mahkeme dosyalarında kanıtlanmış bir ülkeye kendisini atmaktadır. (CHP sıralarından alkışlar) Yanlış olmuştur.

Sayın Başkan, Grubumuz adına söz alarak, konuşmamın geri kalan kısmını ve özellikle Libya gezisini değerlendirme fırsatını bulacağımı umut ediyorum.

Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Genel Başkan.

Önerge sahipleri adına ikinci konuşma için, Sayın İrfan Demiralp; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)

Sayın Demiarlp, süreniz 15 dakikadır.

İRFAN DEMİRALP (Samsun) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Anavatan Partisi Türkiye Büyük Millet Meclisi Grubu ve diğer parti gruplarınca, Sayın Başbakan hakkında verilen gensoru üzerinde imza sahibi olarak söz almış bulunuyorum.

Yüce Heyeti saygılarımla selamlıyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

Sözlerimin hemen başında şunu ifade etmek isterim ki, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk defa meydana gelen böyle bir olayın hiç olmamasını ve bu gensoru nedeniyle görüştüğümüz konunun Yüce Meclisin bu yüce kürsüsüne hiç gelmemesini arzu ederdim; fakat, Hükümetin ilk 100 gününde, kamuoyunun endişeyle izlediği bu kabil vahim gelişmeler, bunların ne ilk ne de son olduğu görüntüsü vermektedir.

Sayın Başbakan, Hükümeti kurar kurmaz, imparatorluk dönemi deneyimlerini de taşıyan Türk dışpolitikasını özellikle devredışı bırakarak, bir dizi icraata girişmiştir. Bu icraat, Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca Türk dışpolitikasında oluşan ve ülkenin menfaatlarını korumaya yönelik bütün teamül ve uygulamaları yok saymıştır.

Türkiye Cumhuriyeti, bulunduğu coğrafyada hem siyasî dengeleri ve hem de geleceğe yönelik hedefleri gözeterek, ülkeyi çağdaş devletler düzeyine çıkarma yönünde bir politika izleme yolunu benimsemiştir; ancak, 54 üncü Hükümetin kuruluşunu müteakip, bir bütünlük içinde ve çok dikkatlice izlenmesi, ülke menfaatları gereği olduğu halde, Türk dışpolitikası, koalisyon ortakları arasında paylaşılmış, dışpolitikanın temel ilkeleri ve gelenekleri bir tarafa itilerek, keyfî ve çok defa ciddî olmayan davranışlar bir usulmüş gibi adeta uygulamaya konulmuştur.

On yılı aşkın süredir asker, polis, devlet memuru ve sivillerden oluşan binlerce vatandaşımızı şehit verdiğimiz terör mücadelesi bütün şiddetiyle devam ederken, Dışişleri Bakanlığının uyarıları yok farz edilmiş ve teröre destek veren ülkelere resmî geziler yapılmaya başlanmıştır.

Üstelik, bu gezilerin İran bölümünde, Sayın Başbakan, Türk istihbarat birimlerinin, bu ülkenin terörle ilişkileri konusunda yanlış istihbarata sahip olduğu şeklinde bir talihsiz açıklamayı da yapmıştır; fakat, çok kısa süre içerisinde, bu komşumuzun, İran'ın, Türkiye Cumhuriyeti Devletini yıkmaya yönelik terör faaliyetlerine vermiş olduğu devamlı destek, bütün açıklığıyla bir kez daha Türk kamuoyunun önüne çıkmıştır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayın Başbakanın Mısır, Libya ve Nijerya'ya yapmış olduğu ziyaret ise, sadece Türkiye Cumhuriyeti tarihinin değil, üzülerek ifade ediyorum, Türk tarihinin en büyük skandalına sahne olmuştur.

En vahimi, Sayın Başbakanın, bu gezinin Mısır ayağını, resmî gezi zannederek ve açıklayarak yapmış olmasıdır. Kahire Havaalanındaki karşılamada göndere Türk Bayrağı çekilmeyişi bütün heyet üyelerini hayrete düşürürken, Sayın Dışişleri Bakanı, olayı, önce, zamanın gece olmasına bağlayarak Türk kamuoyuna açıklamaya çalışmıştır. Ancak, başından beri, Sayın Başbakanın yaptığı geziyi resmî gezi olarak görmeyen Mısırlılar, bir yanlış anlama olmasın diye, Sayın Başbakanı gündüz saatlerinde uğurlarken de, göndere Türk Bayrağı çekmeyerek mesajlarını vermişlerdir; yani, Mısır Devleti, Sayın Başbakanın yapmış olduğu geziyi resmî gezi olarak kabul etmemiştir. Doğal olarak, Mısır Devleti, gezinin, kendileri açısından resmî nitelik taşımadığını, Sayın Başbakanın, ülkelerinden ayrılmasından sonra, resmen açıklama nezaketini göstermiştir. Böylelikle, kararnamesinde imzaların tamamlanmamış olması nedeniyle, hukuken resmî nitelik taşımayan bu gezinin Mısır ayağının bütünüyle resmî nitelik taşımadığı ortaya çıkmıştır. Hal böyle olunca, Mısır ziyareti esnasında Sayın Başbakanın imzaladığını zannettiği ve ifade ettiği anlaşmaların da hiçbir hükmü kalmamıştır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Mısır'da yaşanan bu skandala rağmen, Afrika gezisinin en dramatik noktası Libya'da meydana gelen olaylardır. Libya'daki büyükelçimizin verdiği bilgiler doğrultusunda Dışişleri Bakanlığının yaptığı tüm uyarılara ve iki devlet bakanının, bir ay öncesinde, yine bu ülkeyi ziyaretleri esnasında muhatap oldukları doğrudan ve dolaylı ağır hakaretlere rağmen, Sayın Başbakan, âdeta, aynı hakaretleri bir de kendi kulağıyla duymak istiyormuşcasına, bu ülkeyi ziyaret etmekte ısrar etmiştir.

Libya Lideri Kaddafi, bugüne kadar hiçbir ülke devlet başkanı veya devlet görevlisi düzeyinde bir kişinin yapamadığını yaparak, Türkiye'nin bölünmesi gerektiğini Sayın Başbakanın huzurunda açıkça beyan etmiştir.

TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) - Ayıp!.. Ayıp!..

İRFAN DEMİRALP (Devamla) - Bu açıklamalar karşısında, başta geziye katılan sayın milletvekilleri ve Dışişleri mensupları olmak üzere, heyette yer alan hemen herkes, büyük öfke içinde, tepkilerini ifade edecek uygun sözcükleri bulmakta zorlanmışlardır. Ancak, burada, Devlet Bakanı Sayın Abdullah Gül'ün "deli saçması der geçeriz" şeklindeki, basına yansıyan yorumu çok anlamlıdır, çok ilginçtir. Ancak, Kaddafi'nin, bu sözleri ilk defa söylemediği, başta Dışişleri Bakanlığı olmak üzere, bütün ilgililerce de çok iyi bilinmektedir. Daha önce, Kaddafi'ye, normal diplomatik yollardan yanlışı anlatılmaya çalışılmış ve aynı görüşlerini tekrarlayacağı belirtilmiş olmasına rağmen, Sayın Başbakan, bu zatın ayağına kadar gitmiş ve muhatabından bu sözleri duyduğu anda Libya'yı terk etmemiştir.

Türkiye için son derece onur kırıcı olan bu durumda, herkesin aklına gelen ilk soru, tabiî olarak, Sayın Başbakanın, Kaddafi'ye, gerçekten borcu olup olmadığıdır.

HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Afyon) - Var... Var...

İRFAN DEMİRALP (Devamla) - Sayın Başbakan, Libya ziyaretinin sonunda yayınlanan ortak bildiride, Kaddafi'ye, PKK'nın terör örgütü olduğunu kabul ettirdiğini söylüyor; oysa, bildiri metnine bakıldığı zaman, durumun böyle olmadığı açıkça görülmektedir. Kaddafi, Türkiye, Amerika'yı terörist olarak ilan ederse, kendisinin de, PKK'yı, terörist olarak ilan etmeyi düşünebileceğini söylüyor.

METİN PERLİ (Kütahya) - Nerede yazıyor?..

İRFAN DEMİRALP (Devamla) - Tabiî, tutanaklarda...

Sayın Başbakanın ve Türk heyetinin önünde, Kaddafi'nin, Türk Devletine yönelttiği hakaretler, bununla da kalmamıştır. Bu zat, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, iradesini kaybettiğini, Amerika Birleşik Devletlerinin üslerinin işgali altında olduğunu ve Türkiye'nin, iradesi ve hürriyetine kavuşuncaya kadar mücadele edilmesi gerektiğini söyleyebilmiştir.

Yapılan, bu aşağılayıcı açıklamaların ve davranışların dört başı mamur hale gelmesi arzu edilmiş olmalı ki, Türkiye Cumhuriyetinin iç işlerine de göndermeler yapılmıştır. Kaddafi, bütün Türklerin RP'ye üye olmasını tavsiye ettikten sonra, aynen şu cümleleri sarf etmiştir: "Refah, ancak, çoğunluğu elde ettiği zaman sözünü doğru şekilde söyleyebilir. Şu an ortakları var; gerçek programını hemen uygulamasını zaten bekleyemeyiz." Kaddafi'nin bu tespitinin doğruluk derecesi merak konusu olmakla birlikte, buradaki ifadelerden, Kaddafi'ye, daha önce "bu nedenle gerçek programımızı uygulayamıyoruz" diye bir mesaj iletildiği kuşkusu ortaya çıkmaktadır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayın Başbakanın, geçmişte, başbakan yardımcısı olarak görev aldığı dönemde, 2 milyar dolarlık yardım alma ümidi ve iddiasıyla, Suudi Arabistan'a yapmış olduğu gezi ve burada, günlerce bekletildikten sonra eli boş geri dönmesi henüz hafızalardan silinmemiştir.

Türkiye'nin en millî davalarından biri olan Kıbrıs konusunda Türkiye'nin yanında yer alan İslam ülkelerinin sayısı, maalesef, iki-üçten fazla değildir. Kıbrıs Rum kesimine yapılan yabancı yatırımlara bakıldığında da, bunların önemli bir bölümünün Müslüman ülkeler tarafından yapıldığı açıkça ortadadır.

52 İslam ülkesi, hareket birliği gösterip petrol vanalarını birkaç günlüğüne kıssalardı veya Avrupa, Amerika bankalarındaki paralarını çekme tehdidinde bulunsalardı, emin olunuz ki, Bosna-Hersek'te yüzbinlerce Müslüman soydaşımız hayatlarını kaybetmeden, bugünkünden daha iyi, daha köklü bir çözüme kavuşulmuş olurdu.

Sayın Dışişleri Bakanı ise, Amerika Birleşik Devletlerinde bulunduğu on gün içerisinde yapmış olduğu görüşmeler ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda yapmaktan vazgeçtiği konuşma metni hakkında, Türkiye Büyük Millet Meclisine ve muhalefet liderlerine hiçbir bilgi vermemiştir. Aslında, Sayın Dışişleri Bakanı, Amerika Birleşik Devletlerine, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun olağan toplantısına katılmak üzere gitmiştir ve bu esnada, Filistin'de çok ciddî olaylar meydana gelmiştir. 70'in üzerinde Filistinli Müslüman Arap, meydana gelen olaylarda hayatını kaybetmiştir ve bu nedenle yapılan özel görüşmede, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı söz almış ve kendisine dördüncü sırada söz verilmiştir. Ancak, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı, bu söz hakkını kullanmayarak, üstelik New York'tan ayrılarak, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda Türkiye Cumhuriyetini temsilcisiz bırakmıştır.

Sayın Başbakanın Türk dışpolitikasını oturtmaya çalıştığı zemin doğru değildir değerli arkadaşlar. Dış politikanın oturacağı zemin, gerçekçilik ve ülke menfaatlarıdır. Bu tespit, 52 Müslüman ülkenin de içerisinde bulunduğu tüm dünya ülkeleri için geçerlidir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki ilişkiler, tarihinin en alt düzeyine inmiştir. Avrupa Birliği ile ilişkiler neredeyse kopma noktasına gelmiştir. İrlanda'da yapılan son toplantılarda şekillenen Avrupa Birliğinin genişleme planlamasında, Polonya, Macaristan, Çek ve Slovak Cumhuriyetleri ile Malta ve Kıbrıs Rum yönetimi gündeme alındığı halde, Türkiye Cumhuriyetinin adından hiç bahsedilmemiştir. Yani, bu günler, Türkiye'nin, Avrupa'da, Avrupa Birliği nezdinde çok yoğun diplomasi trafiğini uygulaması gerektiği günlerdir.

Sayın Başbakan yapmış olduğu dış gezilerde böylesine skandallara muhatap olurken, Türk cumhuriyetleriyle ilişkilerin geliştirilmesi ve bu ilişkilerin geliştirilmesine öncelik verilmesi konusunda bugüne kadar hiç çaba sarf etmemiştir.

Bu nedenle, Sayın Başbakan hakkında bir gensoru açılmasının gerekli olduğu inancındayım. Bu vesileyle, Yüce Heyeti saygılarımla selamlıyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Demiralp.

Önerge sahipleri adına üçüncü konuşma, Sayın İsmail Cem'in.

Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

Sayın Cem, süreniz 15 dakikadır.

İSMAİL CEM (Kayseri) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlarken, sizden şunu rica etmekteyim: Kendinizi, lütfen, Türkiye'yi değerlendirmekte olan bir yabancı ülkenin yerine koyunuz ve bir an için olaylara onun açısından bakınız. Türkiye'nin dostu olan ya da Türkiye'ye karşı düşmanlık besleyen, kötülük etmek isteyen bir ülke, şu Hükümetimizi ve şu dışsiyasetimizi nasıl değerlendirmekte ve gördüklerinden nasıl etkilenmekte... Örneğin, bir yabancı istihbarat teşkilatı, Türkiye'yi bölmek amacındaki örgütlere finansman sağlayan, destek sağlayan güçler ya da Türkiye'yi Kıbrıs'ta dışlamak için oyun üzerine oyun düzenleyenler ya da iyi niyetle, Türkiye'de yatırım yapmak isteyen şirketler. Bunlar, iyi niyetle de baksa, kötü niyetle de baksa aynı fotoğrafı karşısında bulacak: İki başlı Hükümetin iki ortağı da farklı yöne gitmekte; dağınıklık, çelişki, perişanlık ve belirsizlik...

Öyle bir dışpolitika ki, dost olanın dostluğunu engelliyor; dost olan tereddüte düşüyor "hele bir duralım, bir daha bakalım" diyor; düşman olan ise, dağınık dışsiyaset karşısında, daha fazla ve daha rahat düşmanlık yapmanın imkânını buluyor.

Peki, neden bu perişanlığa düşüldü?.. Geçmişte tek bir dışpolitika vardı; yani, tek bir yanlış dışpolitika vardı; Türkiye'nin menfaatını bilemeyen, teslimiyetçi ve kişiliksiz bir dışpolitika. Hükümetin küçük ortağı, öncelikle kendisine ait olan bu politikayı aynıyla devam ettirmekte. Ne var ki, şimdi, hem o geçmişteki yanlış devam ediyor hem de bu yanlışa, Hükümetteki büyük ortağın yeni yanlışları ekleniyor, yanlış bir iken iki oluyor.

Önce, büyük ortağın politikalarına bakmak istiyorum: Şimdi, bu ortak, Türkiye'nin komşularıyla ilişkilerini geliştirmek, dış ilişkilerimizi çeşitlendirmek gibi, haklı gerekçelerden yola çıktı; çıktı da, hemen yolunu kaybedip, komşulardan Afrika'ya uzanarak, ne kadar dikta yönetimi varsa, insan haklarını çiğneyen, demokrasiyi yasaklayan, işkence yapan, muhalifini, kimi örnekte olduğu gibi, sorgusuz sualsiz astıran ne kadar darbeci varsa sırasıyla dolaşıp, onlara övgüler yağdırdı; onlardan bize örnek getirdi ve böylece dışpolitikada değişimin müjdesini verdi; Türkiye, bundan böyle, öncelikli tercihi, dikta yönetimlerinin, insan hakkı ihlalcilerinin, düşünce yasakçılarının safıdır görüntüsünü dünyaya yaydı. Büyük ortağın vermiş olduğu mesaj, o yanlış dışpolitikaya eklemiş olduğu mesaj, ne yazık ki, bu oldu.

Hükümetimizin büyük ortağı bu dışpolitikayı sergilerken, Hükümetimizin küçük ortağı, olanca mahcubiyeti içinde, Batı'daki dostlarımıza teminat vermekteydi "siz, bizim Başbakanımızın dediklerine bakmayınız, vallahi de billahi de biz sizdeniz, biz Batılıyız, Batı'nın sadık bendeleriyiz; damarımızı kesseniz, kanımız 'Batı, Batı' diye akacak." Hükümetimizin küçük ortağı bu yaklaşımına bir de isim vermiş; ülkemizin, Türkiye'nin geleneksel dış politikası... Tabiî, bundan kastetilen, tarihin bir döneminde "bağımsızlık, benim kişiliğimdir" diyen, mazlum milletlere örnek olan politika değil; tam aksine, küçük ortağımız, amansız bir Batı aşkına tutulmuş, kendi menfaatını kullanamayan, kendi güvenliğini gözetemeyen, saflığıyla dillere destan olmuş bir politika anlayışını kutsamakta ve günümüz Türkiyesine örnek göstermekte.

Hükümetimizde küçük ortağın öncülüğünü ve sözcülüğünü halen yapmakta olduğu bu dış politika, kuşaklar boyunca, başkalarının ucuz asker deposu ve uzak karakolu konumuna Türkiye'yi düşürmüş. Batılı müttefiklerimiz ne söylerse emir bellemek alışkanlığını yaratmış. Sovyetler dağılıp da Batı'nın bize ihtiyacı azaldığında, bilumum müttefikimiz tarafından dışlanmayı, horlanmayı, Türkiye karşıtı her çeşit faaliyete ve örgüte destek çıkılmasını sineye çekebilmiş. Halen, Hükümetimizin küçük ortağınca uygulanmakta olan bu geleneksel dışpolitika, sonuç olarak, Helmut Kohl'un, Başbakanımızın elini sıkmasıyla, Bill Clinton'ın, lütfedip telefona çıkmasıyla teselli bulan; Clinton başını çevirdi de selamımızı aldı ölçüsüyle tatmin olan bir konuma Türkiye'yi mahkûm etmiş. Belki, sayın başbakanların, sayın dışişleri bakanlarının kendilerine uygun gördükleri kimlik budur; ama, Türkiye'nin layığı bu değildir, bu olmamalıdır. (DSP sıralarından alkışlar)

Mevcut Hükümetimizin, bu geleneklere sahip, bu geleneksel özellikleri sürdüren bir kanadında bunlar yaşanırken, öteki kanadı, şimdi, buna, yeni dış politikasını eklemekte. Ufak bir ülkenin diktatöründen, dünyanın önünde hakaret işitip, bunları sineye çekmeyi neredeyse marifet bilmek... Diplomasi tarihinde örneği bulunmayan biçimde azarlandıktan sonra, Sayın Kaddafi'den hakaret işitip, ses bile çıkaramamış Başbakanın yönettiği ülke özelliğimizi dünyaya tescil ettirdikten sonra, tevil yolu bulmak için bin dereden su taşımak... Bu konuda hassasiyet gösteren basını suçlu ilan etmek... Bu konuda hassasiyet gösteren muhalefet partilerini suçlamak; ama, Sayın Kaddafi'ye toz kondurmamak... Hani, Nasrettin Hoca'nın bir hikâyesi vardır: Evine hırsız girmiş, ne var ne yok alıp götürmüş. Ertesi gün komşular geçmiş olsuna geliyor; birisi diyor ki, "Hoca, sen bu kadar kocaman bir kapıyı, küçücük kilitle nasıl muhafaza edersin? Olacağı buydu." Öteki, "Pencerelerinde kepenk yok, hiç bunu akıl etmedin mi? Nasıl bunu düşünmedin Hoca?" diyor. Üçüncüsü, "Ziynet eşyasını nasıl meydanda bıraktın Hoca?" diyor. Hoca, sonuçta, dayanamayıp "Anladık... Anladık... Biz kabahatliyiz de, şu hırsızın hiç mi kabahati yok?!" diyor.

Hükümetin dış siyaset dağınıklığının, hemen bunun ardındaki çarpıcı bir örneği, Sayın Başbakan ile Yardımcısının; yani, aynı hükümette çok iyi geçinen, çok anlaşan, bütünleşen iki önde gelen politikacımızın Sayın Kaddafi'yi yorumlayış biçimleri. Sayın Başbakan, Nijerya'da demeç veriyor hadise sonrasında ve diyor ki: "Libya ve Kaddafi dostumuzdur. Kaddafi kardeşimizdir." Olabilir, kendi görüşü, bunları söylüyor. Aynı günde, hatta aynı saatlerde, Sayın Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanımız, basına ayaküstü demeç veriyor ve diyor ki: "İyi ki, Sayın Kaddafi bu konuşmayı yaptı. Böylece, Türkiye'nin dostu kim, düşmanı kim anladık." Yani, Sayın Başbakan Yardımcısı, Sayın Kaddafi'yi Türkiye'nin düşmanı olarak çağrıştırıyor ve anlatıyor.

Ee, şimdi düşününüz; Türkiye ile meselesi olan, Türkiye'ye kötülük yapmak isteyen -ki, maalesef, bir haylisi mevcut- o güçler, o devletler, o örgütler, böyle bir perişanlık karşısında ellerini ovuşturup daha da güçlenmezler mi?...

Kaddafi bozgununa bir mazeret bulabilmek için Sayın Başbakan ve Yardımcısı, belki de Kaddafi olayından daha da acı olan bir zeminde buluşuveriyor ve bütünleşiyor. Her ikisi de aynı şeyleri söyledi: "Efendim, ABD, bölücü terörün televizyon yayınına destek çıkmadı mı? Fransa Cumhurbaşkanının eşi, terörist destekçiliği yapmadı mı? Avrupa Topluluğu, Almanyası, Hollandası, Belçikası, Yunanistanı ve diğerleriyle, PKK'yı barındırıp beslemiyor mu?.."

Hem Başbakanımız hem Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanımız, Libya olayının ve Kaddafi'nin mazur gösterilmesi için, bir bakıma, mazeret beyan ederken, kendi garabetini, düşünce fukaralığını ve belki de yürek yetmezliğini sergilediler ve esas görevleri, Batı'daki o yanlışlarla mücadele etmek iken, şimdi, o yanlışları, bugünkü yanlışın mazereti olarak getirdiler.

ZEKİ KARABAYIR (Kars) - Siz neyle mücadele ediyorsunuz? Sizin göreviniz ne?

İSMAİL CEM (Devamla) - Hükümetteki küçük ortak Batı'ya aşık; büyük ortak doğumuzdaki dikta yönetimlerine hayli meraklı, gözünü gönlünü onlardan alamıyor. Şimdi, biz, bu gensoru önergemizi bunun için verdik. Öncelikle, Türkiye'ye sevdalı olan; öncelikle, Türkiye sevdalısı bir hükümet istiyoruz; hem de, bir an önce böyle bir hükümetin oluşmasında zorunluluk görüyoruz. (DSP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, konu, dışsiyaset olmasa, böylesi bir önem taşımaz. Ne var ki, dış siyaset alanında günümüz İktidarının sergilediği çapsızlık ve kargaşa, Türkiye'yi, her boyutta ciddî kayba uğratıyor. Biz, bu nedenle, bu kaybın bir noktada önlenebileceği umuduyla gensoruyu Meclisimize sunduk; çünkü, bu Hükümetin devamı halinde, bu çelişkili, yanlışı yanlışla bütünleyen dış siyaset devam edecek; Türkiye, her geçen gün, daha büyük dış baskıların hedefi yapılacak; güvenliğinde, ticaretinde, sınır boyunda ve Kıbrıs davasında Türkiye'ye daha fazla kaybettirilecek. Ben, bu kaygımın yersiz çıkmasını dilemekteyim; ama, eğer, şu iki başlı, iki yanlışlı Hükümet devam ederse, maalesef, yanılmayacağımı biliyorum. Çünkü, farklı yönde bile olsa, iki yanlışın toplamından ortaya doğru çıkmaz; daha büyük yanlış çıkar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Cem, lütfen, toparlayabilir miyiz efendim.

İSMAİL CEM (Devamla) - Yani, hem kayıtsız şartsız ve kişiliksiz bir Batı teslimiyetini Hükümetin küçük ortağının izinde devam ettirmek hem de demokrasi ve insan haklarından yoksun diktatörlüklerin yönünde ve safında Hükümetin büyük ortağının peşinde özenti sergilemek... Türkiye'nin dışsiyaset ufku bu ölçüde daralmış değildir. Aslında, daralma, Türkiye'yi yönetegelenlerin ve bugün yönetenlerin zihinlerinde ve yüreklerinde yatmaktadır.

Türkiye'nin, kimliğini ve kişiliğini Batı yollarında kaybetmiş bir ülke olmadığını göstermek, siz milletvekillerinin elindedir. İnsan hakları fukarası diktatörlere özenmek durumunda olmadığını sergilemek, sizin gücünüz dahilindedir. Ben, bu umutla sözlerimi tamamlamaktayım.

Hepinize, saygımı, sevgimi sunuyorum; sağ olun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Cem.

Önerge sahipleri adına konuşmalar tamamlanmıştır.

Gruplar adına konuşmalara geçiyoruz. Birinci sırada, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Deniz Baykal.

Buyurun Sayın Genel Başkan. (CHP sıralarından alkışlar)

Efendim, süreniz 30 dakikadır.

CHP GRUBU ADINA DENİZ BAYKAL (Antalya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye Büyük Millet Meclisi, ülkemizi, ülkemizin yararlarını, çıkarlarını, geleceğini çok yakından ilgilendiren bir müzakere yapıyor; ama, bu müzakereyi yaparken, bakıyorum, Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurul Salonunda yoktur. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı da Genel Kurul Salonunda yoktur.

HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Afyon) - Maalesef yoktur.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Bunun bir anlamı varsa, bu anlamı açıkça ortaya koymalıdırlar.

Türkiye Büyük Millet Meclisine saygı söylemiyle siyaset yapıp işbaşına geldikleri noktalarda, doğrudan hükümeti ilgilendiren konularda bile Türkiye Büyük Millet Meclisini göreve çağıranların, Türkiye Büyük Millet Meclisinden bu kadar çabuk kaçma noktasına sürüklendiğini bütün millet ibretle görmelidir. (CHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Türkiye, bir dışpolitika sorununu konuşuyor, ulusal sorunları konuşuyoruz; Türkiye'nin yararlarını konuşuyoruz, geleceğini konuşuyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, Türkiye'yi, olağanüstü sıkışık bir noktaya bıraktığı bir geziden sonra, kendisine bu konuda soru sormak isteyen Türkiye Büyük Millet Meclisinin önüne gelemez hale düşmüştür.

HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Afyon) - Doğru.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Bunu elemle müşahede ediyorum ve Türkiye Büyük Millet Meclisi tutanaklarına bu gerçeği intikal ettiriyorum. Meclis kaçağı bir Başbakanla Türkiye gensoru görüşmesi yapıyor. Böyle şey olur mu? Dışişleri Bakanı yok, Başbakan yok; Türkiye Büyük Millet Meclisi bu konuyu konuşacak!.. (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de dışpolitika alanında bir perişanlığın ortaya çıktığı, bir dağınıklığın ortaya çıktığı açık. Her gün yığınla vesile ortaya çıkıyor bu gözlemi yapmamız için. Gerçekten, çok sıkışık bir dönemden geçiyoruz. Bunun nedenlerini, burada, iyi niyetle katkı getirerek, gruplarımız, partilerimiz ortaya koymaya çalışıyor. Böyle bir müzakerenin içinden geçiyoruz. İyi niyetle teşhisler koyuyoruz, dersler, sonuçlar çıkarmaya çalışıyoruz.

Türkiye'de bu dışpolitika dağınıklığının nedenleri, dışpolitika kanallarının bir yana bırakılması, özel temasların, yakınlıkların, ilişkilerin, ahbap-çavuş ilişkilerinin, Türkiye'nin kurumsal dışpolitikasının yerine almaya başlaması, hiç kuşkusuz, bir temel olay olarak gözüküyor.

Türkiye Cumhuriyeti adına yurtdışında temas yapan yetkililerin, devleti temsil eden bir görevlinin yanlarında bulunmasına bile tahammül edemeden dışpolitika götürdüklerinin örneklerini biliyoruz.

Türkiye'nin dışpolitika temasları, devletin arşivine intikal etmiyor; gece yarıları, özel evlerde, parti binalarında, bürolarda dışpolitika temasları yapılıyor. Böyle bir anlayışla götürülen dışpolitika, elbette Türkiye'ye sorunlar yaratır, sıkıntılar yaratır.

Görüşmelerin zabıtları yok, tutanakları yok, kaydı yok... Kayıt içinde olmayan bir dışpolitika götürülüyor. Kayıtdışı ekonomiyi biliyorduk, kayıtdışı istihdamı biliyorduk, şimdi, Türkiye'de, Refah Partisi-Doğru Yol Partisi İktidarı sayesinde, kayıtdışı diplomasiyi de gördük!.. (CHP ve DSP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bu Libya gezisi pek çok açıdan çok önemlidir. Bu gezinin Türkiye'yi yakından ilgilendiren çok boyutu var. Libya gezisine "işte, alacaklarımızı tahsil etmek için gittik; ticarî ilişkiler önemli, ticareti artırmak için gidiyoruz" değerlendirmesiyle, bir gerekçe bulunmak isteniyor.

Değerli arkadaşlarım, Rusya'nın, Libya'dan 4 milyar dolar alacağı var; tahsil edemediği 4 milyar dolar alacağı var. Siz, bir gün, Yeltsin'in, Kaddafi'nin ayağına gittiğini gördünüz mü?.. İtalya, Libya'yla en yoğun ticarî ilişki yapan ülke. Libya'nın dışticaretinin yarısından fazlası İtalya'yla; İtalya'nın önemli bir ticaret partneri Libya. Siz, bir gün, İtalya Başbakanının -üstelik de çok yakın bir komşusu, en yanında bulunan ülke- Kaddafi'nin ayağına gittiğini gördünüz mü?

Değerli arkadaşlarım, şimdi, bu gezi çok tartışmaya neden oldu. Bu gezinin irdelenmesi gereken iki yönü var: Birincisi, Kaddafi'nin, meşhur basın toplantısında yaptığı açıklamalar; ikincisi de, ortak bildiri ve bunun anlamı.

Kaddafi, o meşhur basın toplantısında, diplomatik geleneğe, teamüle, nezakete kesinlikle uymayan bir biçimde, Türkiye için, bir Türk devlet yetkilisinin resmî bir temas çerçevesi içerisinde muhatap olmayı hazmedemeyeceği ağır hakaretler yaptı; suçlamalar demiyorum, ağır hakaretler yaptı.

Libya lideri, Türkiye'nin bölünmesi gerektiğini, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanına resmen söyledi. İkili temasta, basının önünde Türkiye'nin parçalanması gerektiğini, ayrı bir devletin Türkiye'de oluşması gerektiğini resmî müzakere çerçevesi içinde ortaya koydu. Sayın Erbakan da buna "Türkiye'de ırkçılık yoktur" mantığı etrafında, oldukça yumuşak bir cevap verdi.

Bir defa, şunun tespitini burada yapmak istiyorum: Bugüne kadar, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin hiçbir Başbakanına, hiçbir Devlet Başkanına, 53 hükümetin 53 Başbakanından herhangi birisine, ziyaretçi olarak gittiği bir ülkenin başbakanı ya da cumhurbaşkanı, Türkiye'nin bölünmesi gerektiğini söyleyecek bir noktada kesinlikle olmamıştır, hiçbir zaman Türkiye'ye böyle bir resmî telaffuz yapılmamıştır. Şimdi, ilk kez, Erbakan, millî görüşçü Erbakan, Libya liderinden, Türkiye'nin bölünmesi gerektiğine ilişkin telkinini dinliyor. Hiçbir Başbakan bu noktaya düşmemişti, hiçbir başbakan ülkesini bu noktaya düşürmemişti. Şimdi, ilk kez bunu yaşadık, bu olmuştur.

İkincisi -tabiî, Türk tarihine, yine ağır haksızlıklar, kabul edilemez suçlamalar yöneltilmiştir- Türklerin Araplara zulmettiği anlamında değerlendirmeler ifade edilmiştir. Bunu kabul etmek kesinlikle mümkün değildir. Türk çocukları, Anadolu'daki insanlar, kuşaklar boyunca, Arap halklarının inançları doğrultusunda yaşayabilmelerini sağlamak için oluk oluk kan akıtmışlardır. Bütün tarihimiz, Osmanlı döneminin bütün tarihi, Arapların kimliklerine, görüşlerine, ahlaklarına, benliklerine ve dinî inançlarına uygun bir yaşamı sürdürmelerini sağlamak için, Anadolu'da yaşayan çocuklarımızın akıttığı kanların tarihidir. (CHP sıralarından alkışlar)

Şimdi, bu koca tarihi arkasında bulunduran Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanına, Libya Lideri Kaddafi, Araplara zulmettiğimizi söyleyecek, daha El Alameyn'in anıları, Kanal Harekâtının ıstırapları canlı yaşanırken, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı, bu tarihi çarpıtan, Türkiye'ye hakaret getiren bu suçlamaları sessizce geçiştirecek ve Türkiye de bunu anlayışla karşılayacak!.. Ne adına; olgunluk adına!.. 165 milyon dolarlık müteahhit alacağının 40 milyon dolarını ödemeyi kabul etmeleri adına, Türkiye, bu hakaretleri içine çekecek!..

Değerli arkadaşlarım, bu, hiçbirimizin kabul edemeyeceği bir tablodur. Bu olayın bu boyutlarını açıkça ortaya koymamız gerekiyor. Ayrıca, bununla da yetinmeyecek Kaddafi; çıkacak "Türkiye, Birinci Dünya Savaşından sonra iradesini, bağımsızlığını kaybetmiştir" diyecek. Türkiye, Birinci Dünya Savaşından sonra, yani, 1918'den sonra, iradesini, bağımsızlığını kaybetmiştir diyecek. Yani, ondan önce irademiz var; 1918 öncesi dönemde irademiz var; Anadolu işgal altına girdiği dönemlerde, İstanbul'un işgal edildiği dönemlerde Türkiye'nin iradesi var; İzmir'in işgal edildiği günlerde Türkiye'nin iradesi var. Onlardan şikâyeti yok Kaddafi'nin!.. Neden şikâyeti var; ondan sonrasından şikâyeti var!..

MUSA OKÇU (Batman) - Az önce "şikâyeti var" dediniz.

AYHAN FIRAT (Malatya) - Sus da dinle!..

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Bu değerlendirmeyi Erbakan, tabanın parkelerini sayarak izleyecek!.. Türkiye Cumhuriyetini temsil eden Başbakan, orada, Türkiye Cumhuriyetini...

MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) - Yok!..

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Kim diyor "yok" diye. Var...

MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) - Yok!..

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Aynen böyle oldu...

MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) - Yok!..

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Aynen böyle oldu... Ne orada, ne ondan sonra, sen burada bağırıyorsun diye tarihin gerçeğini değiştiremezsin!.. Efendi, otur oturduğun yerde!.. (CHP, DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)

Cumhuriyet Hükümetinin Başbakanı, cumhuriyete hakaret eden Kaddafi'nin karşısında susacak, sonra susacak, burada, sen, ben konuşurken cevap vereceksin. Haddini bil!.. (CHP, DSP ve ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Kaddafi konuşmuştur ve susmuştur Erbakan. (RP sıralarından "yalan söylüyor" sesleri, gürültüler)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri... Sayın milletvekilleri, lütfen... Müdahale etmeden dinleyebilir misiniz... (RP sıralarından gürültüler) Lütfen... Grubunuz adına konuşma yapılacak... Siz, sessizce dinleyin.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, Kaddafi, Birinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye'nin iradesini kaybettiğini ilan etmiştir ve buna cevap verilmemiştir. Televizyon bantları ortadadır; istenildiği zaman oynatılır. Binlerce insan bunu biliyor. Orada yüze yakın tanık vardır; olay gazetecilerin gözü önünde aynen yaşanmıştır. Buna cevap verilmemiştir; bu, çok önemli bir olaydır. Cumhuriyet Hükümetini temsil eden bir Başbakan, Cumhuriyete hakaret anlamındaki sözler karşısında cevap verme gereğini duymamıştır.

Değerli arkadaşlarım, daha sonra da ortak bir bildiri yayımlanmıştır. Bu ortak bildiride, PKK terörünün takbih edildiği, PKK karşısında bizi ferahlatan bir tavrın takınıldığı ifade edilmiştir.

Değerli arkadaşlarım, diplomatik dili okumasını bilenler, ortak bildirilerde uzlaştırılamaz görüş farklılıkları ortaya çıkınca, tarafların kendi görüşlerini ifade etmeleriyle bir formül bulunduğunu çok iyi bilirler. Bu ortak bildiride de yapılan odur. Bu ortak bildiride "Türk tarafı demiştir" diye anlatılıyor "Libya tarafı demiştir" diye anlatılıyor ve sonra bu bir yerde bağlanıyor. Ne diye bağlanıyor? Taraflar, bu düşünceleri ikna olarak dinlemişlerdir. Türkiye'nin anlattığı nedir? PKK'nın terörist bazı faaliyetleri; PKK'nın terörist bir kuruluş olduğu değil. PKK, bu bildiriyle de terörist bir kuruluş olarak takbih edilmemiştir. PKK'nın terörist bazı faaliyetlerini bizim şikâyet ettiğimizi Libya kabul etmiş, ikna olarak bunları dinlediğini burada ifade etmiştir. Yani, PKK'nın terörist bazı faaliyetleri olduğu kabulü, Libya'nın üstüne yıkılabilir hale gelmiştir, bir. Buna karşılık, Türkiye de, Libya'nın terörden bazı şikâyetlerini kabul etme noktasına çekilmiştir. Libya'nın terörden şikâyetleri, Amerika'nın Libya'ya yönelttiği terörist faaliyetlerdir. Yani, Libya'nın, PKK'nın bazı terörist faaliyetleri olabileceğini kabulü karşısında Türkiye, Amerika'nın Libya'ya yönelttiği terörist faaliyetler olduğunu kabul etme noktasına gelmiştir ve bunlara karşı verilecek olan mücadelenin hedefinin, zamanının, sırasının ne olacağının daha sonra görüşüleceği ifade edilerek, bu angajmanlardan da sıyrılmak istenilmiştir.

Şimdi, bu bildirinin altında, Amerika'nın terörist bir ülke olduğu iması vardır. Ben, Dışişleri Bakanının -kendisi burada olamadığı için- Partisine mensup milletvekillerine soruyorum: Doğru Yol Partisi ve bu Hükümet ve Dışişleri Bakanlığı, Amerika'nın terörist bir faaliyet içerisinde olduğu tespitini paylaşıyor mu, paylaşmıyor mu; ben, bunu anlamak istiyorum.

MUSA OKÇU (Batman) - Siz paylaşıyor musunuz?

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Hükümetimiz, bu tespiti paylaşıyor mu; bunun anlaşılması lazım. Efendim, orada Refah Partisi öyle söyler, burada ben farklı söylerim; Türkiye Cumhuriyeti de dışpolitika götürür, bu dışpolitikayı Amerika'ya da kabul ettiririz, Libya'ya da kabul ettiririz, Türkiye'nin menfaatını takip ederiz anlayışıyla şu ana kadar gelindi, eğer biraz daha gitmeye kalkarsak, bu gidişin sonunun Türkiye için iyi olmayacağını ifade etmek istiyorum. Böyle dışpolitika olmaz...

Şimdi, buradan çıkan ince nokta şu: Kaddafi, Türkiye Cumhuriyetini, Türk toplumunu ve tarihini çok haksız bir biçimde suçlamıştır; ama, Kaddafi, bu ziyarette, Refah Partisini, kesinlikle bu suçlamaların dışında tutmaya özen göstermiştir. Aynen okuyorum: "Türkiye'de bütün vatandaşların Refah'a katılmalarını teşvik ediyorum. O Partinin -Refah'ın- İktidarda olması bizim için tek tesellidir." Bunu söyleyen Kaddafi'dir. Kaddafi, Türkiye'yi, Türk toplumunu, Türk tarihini mahkûm ediyor, Refah Partisini de taltif ediyor.

Şimdi, ben, şunu anlamak istiyorum: Acaba, bu olay karşısında Sayın Erbakan'ın ikircikli davranışı, Hükümetin şizofrenik tutumu, buradan, Doğru Yol kanadı mahkûm ederken, Sayın Erbakan'ın "filozoftur" diye değerlendirmesinin altında...

LÜTFİ YALMAN (Konya) - Filozoftur... Filozoftur...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - ...Kaddafi'nin, bu yaklaşımı yatıyor mu yatmıyor mu? Yani, Kaddafi'nin, Refah Partisine yönelik davranışının etkisi altında, Sayın Erbakan, Kaddafi'nin, Türkiye'yi haksız bir biçimde mahkûm eden suçlamalarını görmemezlikten gelme pazarlığını bilinçle mi yapıyor? Bu soru ortadadır.

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) - Gerekli cevap verilmiştir.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, şimdi, Refah Partisiyle Libya arasında, böyle bir duygu bağının; Refah Partisiyle Libya arasında, böyle bir dostluk anlayışının, dayanışmanın; Türkiye'nin sırtından gerekirse, Türkiye'nin çıkarlarının sırtından gerekirse, bir ittifakın, bir yakınlaşmanın bulunduğu, sadece, Kaddafi'nin bu sözleriyle kanıtlanmıyor. Başka bir noktaya dikkatinizi çekiyorum...

MUKADDER BAŞEĞMEZ (İstanbul) - Pişman mısınız Sayın Baykal?

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Sizi doğru yola getirmeye çalışıyorum; Doğru Yol Partisine değil de...

Bakın, bütün bu yanlışlardan, Atatürk'ün resmini asıp, tam bu müzakere öncesinde "biz de Atatürkçüyüz" diyerek kurtulamazsınız. Daha açıkça girin... Daha açıkça girin!..( CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Sizi, çekeceğim... Sizi, daha millî, daha demokratik bir çizgiye çekme mücadelesi veriyorum. Onun için, bütün olumsuzluklarınızın faturasını çıkaracağız. (RP sıralarından "siz, önce kendi çizginizi çiziniz" sesleri)

MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) - Geç bile kaldınız...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Şimdi, değerli arkadaşlarım, bakınız, elimde bir çekin fotokopisi var...

MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) - Hangi çek; ona gel... Ona gel...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Bu çek, Banque Intercontinentale Arabe tarafından... (RP sıralarından "aslı nerede, aslı" sesleri)

MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) - İSKİ çeki o...

DENİZ BAYKAL (Devamla) -... 7 Nisan 1989 tarihinde, hamiline olarak, 500 bin Amerikan Doları üzerinden tanzim edilmiş bir çektir.

MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) - İSKİ çeki o...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Bu çekin numarası, her şeyi üzerinde.

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) - Kendin pişir, kendin ye...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Şimdi, başka bir belgeyi dikkatinize sunuyorum. Bu belge, Uluslararası İslama Çağrı Cemiyetinin, cemiyet bürosunun mühürüyle düzenlenmiş olan bir belgedir. (RP sıralarından "para nerede, para?.." sesleri)

Bu belgeyi, Arapça belgeyi, Türkçe tercümesinden okuyorum. Bakın, bu belgenin düzenlenme tarihi mayıs, o çekin düzenlenme tarihi nisan. Nisanda Paris'te düzenlenmiş. Ankara'da mayıs ayında şu belge şunları ortaya koyuyor: Bu belge; Necmettin Erbakan, Refah Partisi... 1989 Mayıs ayında... Güven Sokak, 28/2 adresinde... Çek numarası... Demin size gösterdiğim bu çekin numarası... (RP sıralarından "çekin aslını göster" sesleri, gürültüler)

Çekin tarihi aynı tarih, çekin miktarı aynı miktar. "Bu çek, 500 bin dolar, yukarıda adı geçen partiye yardım olarak verilmiştir. Böylece, cemiyetimiz, bu partinin İslamî çalışmalarına da destek sağlamıştır. Hesabın adı, malî ve idarî işleri bürosu, yukarıda yazılı çekteki meblağı, Abdülselam Haribe'ye kullanma yetkisini vermiştir." (RP sıralarından "savcıya ver; sen savcı mısın?" sesleri) Düzenleyen Fikret Nusret Ali, çeki teslim alan Beşir Darçın, teslim alanın imzası...

Bu, Ankara'da tanzim edilmiş. Paris'te 7 Nisanda tanzim edilen çeki esas alan ödeme pusulasının belgesidir; yani, o çek, Beşir Darçın'a 500 bin dolara verilmiştir. (CHP sıralarından alkışlar)

Şimdi, buradaki tablo şudur: Efendim, Beşir Darçın'a bu çekin verilmediğini söyleyecek bir kişi var mı aranızda? (RP sıralarından gürültüler)

LÜTFİ YALMAN (Konya) - Beşir Darçın'a sor, ben bilemem; burayla alakası ne?

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Bravo... Çok doğru...

Arkadaşlarım "Beşir Darçın'a sor, ben bilemem" diyor; evet, doğrudur. Bunun altını çiziyorum, siz bilemezsiniz. "Siz biliyorsunuz" demiyorum; ama, siz, buna niye tepki gösteriyorsunuz? Böyle bir ilişkinin olmadığını bilme durumunda mısınız? (CHP sıralarından alkışlar) Bir suçluluk duygusuyla mı, bir suçluluk kompleksiyle mi bu kadar reaksiyon gösteriyorsunuz? (RP sıralarından gürültüler) Siz, bilemeyeceğiniz bir şeye itiraz ediyorsunuz. (RP sıralarından gürültüler)

Burada, Beşir Darçın'ın, 500 bin dolarlık bu çeki aldığı, imzasıyla ortadadır.

ZEKİ KARABAYIR (Kars) - Yedi yıldır niye halletmedin?

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Yedi yıldır bunun söyleniyor olması, yedi yıl önce Refah Partisinin milletvekili sayısının bugünkünün çok altında olması, Refah Partisinin bugün İktidara gelmiş olması, bu belgenin içeriğinin doğru olup olmadığı konusunda hiçbir etki getirmez. (RP sıralarından gürültüler, CHP sıralarından alkışlar) Yedi yıl önce de doğru olabilir, yedi yıl önce de yanlış olabilir. Yedi yıl önce Refah Partisinin oyu ne olursa olsun doğru olabilir, yanlış olabilir. Şimdi, bu, doğru mu değil mi? Türkiye, bunu araştırma ihtiyacındadır. (RP sıralarından "Araştır" sesleri) Türkiye, bunu aydınlığa kavuşturacaktır. Çok açık bir biçimde, bu belge, 500 bin doların alındığını gösteriyor.

TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) - Yedi yıldır niye ispatlamadınız?!

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Her şeyiyle ortadadır... Her şeyiyle ortadadır.

TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) - Niye ispat edemiyorsunuz?

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Bu çekin aslı da Bank İntercontinentale Arabe'da durmaktadır. Çünkü, bu çeki onlar tanzim etmişlerdir ve o çek tediye edilmiştir, orada duruyor. (RP sıralarından gürültüler)

Türkiye'de, yetkili mercilerin bu konunun üzerine yürümesi halinde, bu konunun çözülmemesi için hiçbir neden yoktur. (Gürültüler)

Değerli arkadaşlarım, şimdi, önümüzdeki soru şudur: Refah Partisiyle Libya arasında bu dayanışma, bu sevgi nereden kaynaklanıyor?..

ZEKİ KARABAYIR (Kars) - Tarihten.

ÖMER EKİNCİ (Ankara) - İslamdan kaynaklanıyor...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - İslamdan?!.

Peki, Türkiye'nin sırtından mı İslamdan o dayanışmayı yapıyorsunuz?!. Türkiye'nin sırtından o İslam dayanışmasıyla mı yürüyorsunuz?!.

ÖMER EKİNCİ (Ankara) - Gönlümüzden...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bakınız, bu geldiğimiz noktada artık bir şey ortaya çıkmıştır: Refah Partisinin dışpolitikası, ulusal dışpolitika olmanın ötesindedir. Ulusal kaygıların ötesindeki anlayışlar ve ihtiyaçlar, Refah Partisinin yönlendirdiği bu dışpolitikanın temelinde yatmaktadır.

Bir başka gelişme de şudur: Doğru Yol Partisi, bu Koalisyon ortaklığında Dışişleri Bakanlığını almış olmasına rağmen, Türkiye Cumhuriyetinin dışpolitikasını giderek seyretme durumuna doğru sürüklenmektedir. Hataları kapatmak için, durumu kurtarmak için yetersiz, geçersiz reaksiyonlar sergilemenin ötesinde yapılan bir şey yoktur. Refah Partisi dışpolitikasının arkasından Doğru Yol Partisi sürüklenmeye başlamıştır.

ZEKİ KARABAYIR (Kars) - Aramızı bozamazsınız.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Bu politikanın hedefi aynıdır, içeriği aynıdır, yöntemi aynıdır; Doğru Yol Partisi de bu politikayla işbirliği içine girmiştir. Bu politikanın ortaya koyduğu sorunlar, sıkıntılar açıktır.

Şimdi, Koalisyon ortağı parti diyor ki "alternatifimiz yok." Önce bu, bir itiraftır; yani, bu Hükümetin bir işe yaramadığını, bu Hükümetin çok ciddî sıkıntılar doğurduğunu kabul etmek demektir. Alternatif bulamadığımızdan, çaresizlikten, çözümsüzlükten dolayı biz buradayız; çare olsa ararız, aranmasını gerektiğini biz de kabul ediyoruz demektedirler.

Değerli arkadaşlarım "alternatifimiz yok" diyen değerli Doğru Yol Partili arkadaşlarıma söylüyorum: Siz, alternatif yok diye şikâyet etme mevkiinde değilsiniz; siz, alternatifi oluşturmak mevkiindesiniz, alternatifi oluşturmak durumundasınız. (CHP sıralarından alkışlar) Eğer, siz, Türkiye bu noktaya geldiği halde, şu nedenle bu nedenle, alternatif oluşturma konusundaki sorumluluğunuzu bir kenara bırakıp sadece, "alternatif yok, başkaları hazırlayıp pişirip önümüze getirmedi" diye kendinizi savunmaya çalışırsanız, bu, geçerli değildir, bu, yeterli değildir, bu, kabul edilebilir değildir.

BAŞKAN - Sayın Baykal, tamamlamanız için 2 dakikanız var.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bakın; Türkiye, bu dışpolitika karşısında çok ciddî sıkıntılar içine sürüklenmeye başlamıştır. Türkiye, dünyadan hızla kopuyor. Basında feryatları görüyoruz "dünyadan kopuyor, Türkiye'nin kazanımları elinden hızla çıkıyor..."

Türkiye, Refah Partisinin yönlendirdiği bu açılımla İslam dünyasında yeni kazanımlar da elde edemiyor. İslam dünyasında da Türkiye, marjinalleşmeye başlıyor.

MUSA OKÇU (Batman) - Sayenizde...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Mısır Hükümetinin yeraltı muhalefetini muhatap olarak alıp Ankara'da ve hatta, resmî ziyaret olmasa da, gittiğiniz Kahire'de onların muhalefetiyle böyle temaslar yaparsanız, o temaslar, sizi, Mısır Hükümeti karşısında yabancılaştırır. Mısır'la sıkıntıya girmeye başlamışızdır, Tunus'la o sıkıntıya girmeye başlamışızdır; bir anlamda, Refah Partisi, Türkiye Cumhuriyetini Müslüman dünyasındaki yeraltı hareketleri, terörist gruplarla düşen kalkan marjinal bir İslamî etkinlik noktasına doğru çekmektedir.(CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) - İftira, iftira...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Çok ciddî bir sorumluluğu vardır. Bunun karşılığında elde edilmiş hiçbir şey yoktur.

Bakın, orada, Kafkasya ve Orta Asya'daki Türk cumhuriyetleri Türkiye ile yakın ilişkiye en sıcak cevabı vermeye hazır durumda beklerken, onlar kendi başına terk edilmiştir. O ilişkiden, Türkiye'nin de, onların da, dünyanın da, bölgenin de kazanacağı çok şey var; bırakılmıştır. Türkiye'nin dışpolitikası ciddî sıkıntılarla karşı karşıya gelmeye başlamıştır.

Gazetelerde görüyoruz; artık, Dışişleri Bakanlığındaki büyükelçiler tepki gösterme noktasına gelmişlerdir. Şunun bilinmesini isterim; bu büyükelçilerin tepkisinin altında, Dışişleri Bakanlığının, Dışişleri Bakanının gereken tepkiyi gösterememesi, olup bittiler karşısında ağırlığını koyamamış olması yatıyor. Dışişleri Bakanı, Türkiye'nin dışpolitika yararlarını kollamakta etkisiz kalınca, şikâyet etme görevi de, Türkiye'nin bürokratlarına, teknokratlarına, büyükelçilerine düşüyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Baykal, konuşmanızı tamamlanız için eksüre veriyorum; buyurun.

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Bu, hepimiz için hüzün verici bir manzaradır. Kurumlar çözülmeye başlamıştır; anlayışlar birbirine ters düşmeye başlamıştır; Türkiye, diplomasi tarihimizin en sıkıntılı dönemlerinden birisinin içine girmiştir. Türkiye, sanki bir askerî darbe yaşamış gibi, dünyada tecrit edilir hale gelmeye başlamıştır. Güney Afrika kendisini toparladı, dünya içindeki saygın yerini aldı; şimdi, Türkiye, Refah Partisinin ve bu Koalisyonun sayesinde, Güney Afrika'nın yerini almaya dönük bir ülke haline doğru sürükleniyor. Buna izin vermemek, Türkiye Büyük Millet Meclisinin görevidir, başta bu Koalisyonu oluşturan siyasî partinin görevidir. Çare yok, kriz istemiyoruz, ne olacağını bilemiyoruz, önümüzü göremiyoruz laflarıyla, Türkiye'nin tarihsel doğrultusu, ulusal yararları tehlikeye atılamaz, tehlikeye atmanın çok ağır vebali vardır. Bu genel görüşmelerimiz, umarım, Doğru Yol Partisine ve Türkiye Büyük Millet Meclisine bu vebali anlatmakta bir yarar sağlayacaktır.

Türkiye Büyük Millet Meclisindeki bu gensoru müzakerelerinin sonucunda, biz, gensoruyu destekleyeceğiz, açılmasını isteyeceğiz ve ondan sonrası dönemde de, iyi niyetle, Türkiye'nin sorunlarını çözecek bir oluşumun ortaya çıkmasını izleyeceğiz.

Bu duygularla, Türkiye Büyük Millet Meclisini saygıyla selamlıyorum; hepinize teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Baykal.

Gruplar adına ikinci konuşma, Sayın Mesut Yılmaz'ın.

Buyurun Sayın Genel Başkan. (ANAP sıralarından ayakta alkışlar)

Süreniz 30 dakikadır.

ANAP GRUBU ADINA A. MESUT YILMAZ (Rize) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biraz önce konuşan Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Baykal'ın konuşmasının başında dile getirdiği tablo, bu Meclis adına hakikaten üzüntü duyulacak acıklı bir tablodur.

Düşününüz ki, bu Mecliste grubu bulunan üç muhalefet partisi, dışpolitika alanında, çok önemli bir alanda yaşanan olaylardan sonra, Meclis denetim yolları içerisinde en ciddî müessesesi olan gensoruya başvurmuşlardır ve bu gensorunun görüşülmesinde Sayın Başbakan Meclise gelmemektedir, dışpolitikayı savunma durumunda olan Dışişleri Bakanı Meclise gelmemektedir...

Değerli miletvekilleri, bunun iki anlamı olabilir, ya Meclise saygıları yoktur ya da Meclisin önüne gelecek yüzleri yoktur! (ANAP, DSP ve CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

MEHMET AYKAÇ (Çorum) - Ya da gensorunun aslı yoktur.

A. MESUT YILMAZ (Devamla) - Refah Partisi ile Doğru Yol Partisinin ortaklığında kurulan 54 üncü Hükümetin geçtiğimiz 100 gün içerisinde izlediği dışpolitika, özellikle son Libya gezisinde yaşanan skandalın da ortaya koyduğu gibi, şimdiye kadar benzeri görülmemiş bir gaflet ve utanç örneği teşkil etmiştir.

Libya'da, Türk Milletinin ve Devletinin maruz kaldığı hareketin, bu Hükümetin genel dışpolitikasından soyutlanarak tek başına ele alınması, yanıltıcı sonuçlara götürebilir. Bu gelişme, bir bütün içerisinde, Türk dışpolitikasının hedefleri, amaçları ve uygulamasının bütünlüğü içerisinde değerlendirilmelidir.

Libya'da yaşananlar, bu dışpolitika anlayışının Türkiye'yi sürüklemek istediği macerayı gözler önüne seren, ibret verici bir uyarı olarak görülmelidir. Bu bakımdan, Libya olayının anlamı ve gerçek boyutları, ancak, Hükümetin, dışpolitikaya ilişkin bakış açısının ve buna yön veren temel düşüncelerin bir bütünlük içinde ele alınmasıyla anlaşılabilir.

Değerli milletvekilleri, bu Hükümetin, 54 üncü Hükümetin bir programı var. O programda, Hükümet, dışpolitikaya ilişkin temel amacını, dışilişkilerdeki aleyhimizdeki gelişmelerin önlenerek, şahsiyetli bir dışpolitika takip edilmesi -altını çizmek için tekrar okuyorum, şahsiyetli bir dışpolitika takip edilmesi- şeklinde takdim etmiştir. 100 gün içerisinde gelinen noktaya bakıldığında, devletin itibarını ve Türkiye'nin temel çıkarlarını zedeleyen, ciddiyetten uzak, tutarsız bir dışpolitika anlayışının pervasızca uygulandığı görülmektedir.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin, bugün, gensoru vesilesiyle önünde olan mesele, bu çarpık anlayışın, Türkiye'nin dışilişkileri ve dışpolitikasının ana yönelimleri bakımından doğuracağı tehlikelerdir. Libya skandalı, bu anlayışın, esef verici, ancak, maalesef, doğal bir sonucudur.

Değerli milletvekilleri, Türkiye, uzun ve köklü bir devlet geleneğine sahiptir. Dışpolitikamız, her dönemde millî karaktere sahip olmuştur; esasları ve amaçları, Türkiye'nin temel çıkarları doğrultusunda şekillenmiştir. Cumhuriyet hükümetleri, aralarındaki üslup farklılıklarına rağmen, her zaman, dışpolitikayı bu temel doğrultuda, tutarlı biçimde uygulamışlardır. Oysa, 54 üncü Hükümetin şu 100 günlük uygulamalarına bakıldığında, millî çıkarlarımıza dayalı bu geleneksel çizgiden sapma niyetinin çok ciddî işaretleri görülmektedir. Dışpolitikaya, dar ve bağnaz bir ideolojik muhteva kazandırılmak istenmekte ve bunun için, devletin ve milletin itibarının ve temel çıkarlarının ayaklar altına alınmasından çekinilmemektedir; üstelik bu, büyük bir ciddiyetsizlikle ve acemice yapılmak istenmektedir.

Bugün, Türkiye, dışpolitikada temel tercihlerinin değişmekte olmasından endişe edilen, güvenilirliliği sorgulanan, itibar görmeyen, ciddiye alınmayan bir ülke konumuna itilmiştir. 73 yıllık cumhuriyet döneminde yaşanmayanlar, bu Hükümetin ilk 100 günlük yönetiminde, maalesef, yaşanmıştır.

Sayın Başkan, Yüce Meclisin saygıdeğer üyeleri; karşı karşıya bulunduğumuz durumun ciddiyeti ve vahametinin daha iyi anlaşılabilmesi için, Refahyol ortaklığının dışpolitika alanındaki anlayışını gösteren bazı uygulamaların hatırlatılmasında yarar olacaktır.

Bildiğiniz gibi, hatırlayacağınız gibi, bu Hükümetin dışpolitika alanındaki ilk icraatı, kamuoyunda Çekiç Güç olarak bilinen Huzur Harekâtının süresinin uzatılması olmuştur. Bu amaçla, Hükümet, Refah Partisinin ideolojik olarak karşı çıktığı Çekiç Güç'ün süresinin uzatılmasını haklı ve makul göstermek telaşıyla, Amerika Birleşik Devletleri ve Batılı müttefiklerden bazı tavizler alındığı hususunda Türkiye Büyük Millet Meclisine ve kamuoyuna teminat vermiştir. Bu konuda kamuoyuna açıklanan iki somut hususun üzerinde durmak istiyorum.

Evvela, Hükümet, Körfez Savaşı nedeniyle uğranılan ekonomik zararların hafifletilmesi amacıyla, Irak ile petrol karşılığında ticaret yapılması imkânının sağlanması için Amerika Birleşik Devletleri ve Batılı müttefiklerin desteğinin ve taahhüdünün sağlandığını açıklamıştır.

İkinci olarak, Amerika Birleşik Devletlerinin, 3 fırkateynin yanı sıra Türkiye'ye cobra helikopterleri satışını da onaylayacağını kamuoyuna açıklamıştır.

Çekiç Güç'ün süresi, Hükümetin bu açıklamalarını da dikkate alarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından uzatılmıştır; ancak, bunu takip eden dönemde ortaya çıkan gelişmeler, maalesef, Hükümetin, Türkiye Büyük Millet Meclisini ve Türk kamuoyunu aldattığını ortaya koymuştur. Nitekim, Türkiye'nin Irak'tan ilaç ve sivil amaçlı malzeme karşılığı petrol ithal etmek için Birleşmiş Milletlere yaptığı başvuru işleme dahi konulmamış, görüşülmesi belirsiz bir tarihe ertelenmiştir. Birleşmiş Milletler Yaptırımlar Komitesi, Çekiç Güç pazarlığı çerçevesinde desteklerinin sağlandığı söylenen Amerika Birleşik Devletleri ve müttefiklerimizin karşı çıkması sonucu bu kararı almıştır. Daha da üzücü olan, Amerika Birleşik Devletleri ve müttefiklerimiz, Türkiye'ye böyle bir söz vermediklerini, bu konudaki görüşmelerin Türk Hükümetince saptırıldığını resmen bildirmişlerdir. Bunun da ötesinde, Birleşmiş Milletler Genel Kurul toplantıları için New York'a giden bu Hükümetin Dışişleri Bakanı, Türkiye'ye döndüğünde, Irak petrol boru hattının birkaç hafta içinde açılacağını ilan etmiş; maalesef, bu beyanın da mesnetsiz olduğu, Birleşmiş Milletler tarafından yapılan ve söz konusu boru hattının daha bir süre açılamayacağını belirten bir açıklamayla anlaşılmıştır.

Amerika Birleşik Devletlerinden Cobra helikopterleri alınması konularında da Hükümetin gerçekleri söylemediği ortaya çıkmıştır. Bu noktada, çok vahim bir gelişmeye dikkatinizi çekmek istiyorum: 54 üncü Hükümet, bu iki konuda, Çekiç Güç'ün süresinin uzatılması öncesi Amerika Birleşik Devletleri ile yapılan görüşmelerde yanlış bir izlenim aldığı veya aldatıldığını savunamaz; çünkü, bu iki husus da, Amerika Birleşik Devletlerinin resmî tutumu olarak, yazılı biçimde, 1996 Temmuz ayı sonunda, tam tarihiyle 26 Temmuz 1996'da Türk Hükümetine bildirilmiştir. Bu resmî bildirimde, Amerika Birleşik Devletleri yönetiminin Türkiye'ye Cobra helikopterleri satışı konusunda herhangi bir kararı olmadığı açıkça belirtilmiştir. Hükümet, buna rağmen, Türkiye Büyük Millet Meclisine ve kamuoyuna aksini söyleyebilmiştir.

Değerli milletvekilleri, Hükümetin dışpolitikaya bakış açısı ve anlayışı, Başbakan Erbakan'ın yurtdışı gezilerine de hazırlık safhasından başlayarak yansımıştır. Sayın Erbakan, dış temaslara -aslında kendisi bakımından tutarlı bir yaklaşımla- Asya ve Afrika seferleriyle başlamıştır.

Kamuoyunda çok konuşulan bir konuda, bir hususu vurgulamak isterim. Türkiye, Müslüman ülkelerle ortak bir tarih, kültür ve gelenek mirasını paylaşmaktadır. İslam ülkeleri, Türkiye'nin dış ilişkilerinde önemli bir konuma sahiptir. Türkiye, çoğulcu demokratik gelenekleri ve laik devlet anlayışıyla, uyguladığı serbest pazar ekonomisiyle, nüfusunun çok büyük çoğunluğu Müslüman olan yegâne ülke olarak, Batı toplumu ile İslam âlemi arasında bir köprü rolü üstlenebilecek konumdadır. Bu nedenlerle de, İslam ülkeleriyle iyi ve yakın ilişkilerini sürekli geliştirmek, cumhuriyet hükümetlerinin ortak amacı olmuştur.

Bu bakımdan, Sayın Erbakan'ın Asya ve Afrika seferlerinin haklı olarak eleştirilmesi, ziyaret edilen ülkelerin Müslüman olmalarından kaynaklanmamaktadır. Bu ülkelere, hiçbir ciddî hazırlık yapılmadan, rica minnet gidilmiştir. Bunun gerisinde, Sayın Erbakan'ın Batı'ya karşı İslamî bir cephe oluşturma hayallerinin yattığı anlaşılmaktadır. Nitekim, 7 gelişmiş Batılı ülkenin oluşturduğu G-7'ye benzer M-7 oluşumu ütopyasının peşinde olduğu basına da yansımıştır. Ancak, Sayın Erbakan bu konuda bile tutarlı davranmamıştır. Ziyaret edilen bazı ülkelerin aleyhine faaliyet gösteren gruplarla temaslarını sürdüren Sayın Başbakan, bu tutumuyla bu ülkeleri de rahatsız etmiştir.

Bu koşullarda, zorla davet edilme ısrarlarıyla yapılan bu gezilerde karşılaşılan bazı rencide edici muameleler, hepinizin malumudur. Sayın Erbakan, Türk Devletini ve Milletini yaralayan bu muameleleri şahsen hak etmiş olsa bile, Türk Devleti ve Milleti bunlara asla müstahak değildir. Sayın Başbakan, Türk Devleti ve Milletinin itibarının, şahsî hevesleri uğruna ayaklar altına alınmasında beis görmemiştir. İşte, asıl üzerinde durulması gereken bu zihniyettir. Mısır'da yaşanan bayrak olayının protokol açısından taşıdığı şeklî önemin ötesindeki anlamı, burada aranmalıdır. Hükümetin küçük ortağı Doğru Yol Partisi Genel Başkanının, bayrak çekilmemesini günbatımıyla ve yerleşik protokol usulleriyle tevil etme gayretleri, bu gerçeğin üzerini örtmeye yetmemiştir.

İran gezisi sırasında yaşanan esef verici olaylar da, Sayın Başbakanın, Türkiye'nin hayatî çıkarlarını şahsî gündemi uğruna feda etmekten çekinmeyeceğini açıkça ortaya koymuştur. Sayın Başbakan, PKK'nın İran bağlantısı tereddüt göstermeyecek şekilde ortadayken, İran rejimini bu konuda aklayan ve Türk güvenlik makamlarını itham altında bırakan bir tavır sergilemiştir. İran ziyareti sonrası bu konuda meydana gelen gelişmeler, devletin güvenlik birimlerini haklı çıkarmıştır. Sadece bu tavır, Sayın Erbakan'ın devlet anlayışının ideolojik boyutlarının gözler önüne serilmesine yetmektedir.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sayın Başbakanın son Afrika gezisinin kamuoyunda en çok tartışılan bölümü, Libya ziyareti olmuştur. Libya'da yaşananlar, kamuoyuna yansıyan yönleriyle bile, bu Hükümetin, dışpolitikada Türkiye'yi sürüklemeye çalıştığı maceranın vahametini, tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır.

Libya'da çadırda yaşananlar, ansızın ortaya çıkan bir yol kazası değildir. Hükümet, Libya Lideri Kaddafi'nin Türkiye aleyhindeki beyanlarını önceden biliyordu. Kaddafi'nin, ziyaret öncesi, eylül ayı başında, 54 üncü Hükümetin iki bakanının Libya'da bulunduğu sırada da benzer ifadelerde bulunduğu biliniyordu. Türk Dışişleri ve Libya Büyükelçimiz, gezinin bu safhada yapılmasının doğru olmayacağı yolunda çeşitli uyarılarda bulunmuşlardı. Bunlar kale alınmayarak geziye çıkılmasının kabul edilmez bir risk olduğu herkesin malumuydu.

Ancak, Sayın Erbakan, İslam Birliği ütopyasında önemli bir yeri olan ve ideolojik akrabalığı bulunan Libya'ya, tüm bu uyarılara rağmen gitmiştir. Üstelik, ziyaretten hemen önce, Libya'nın güdümlü basını Türkiye aleyhindeki hakaret ve hezeyanların dozunu artırmasına rağmen bu ziyarette ısrar etmiştir.

Değerli milletvekilleri, 4 Ekim 1996 tarihli Eşşems Gazetesinde bu konuda çıkan yorum ibret vericidir. Türk Hükümetinin Başkanı olarak değil, "Uluslararası Halk Komutanlığından seçkin bir üye olarak hoş geldin Necmettin Erbakan" başlığını taşıyan yorumda, Libya'nın bu ziyarete ihtiyacının olmadığı belirtilerek, "bundan ilk ve son fayda görecek olan Libya değil, Türkiye" denilmekte ve şu hususlara yer verilmektedir: "Necmettin Erbakan, Lider Kaddafi'nin üstlenmiş bulunduğu İslam Halk Liderliğinde önde gelen bir üye olarak karşılanmalıdır." Sayın Erbakan'ın, Türk Hükümetinin Başkanı olmadığı belirtilen bu yorumda, "Türkiye'nin, Atatürk dönemiyle birlikte İslamdan ayrılarak, laik bir ülke olduğu, bu nedenle, Refah Partisi gibi bir İslamî partinin, Erbakan gibi bir devlet adamının laik Türkiye'yi yönettiğine inanılmasının mümkün olmadığı, bunun kabul edilemez olduğu" ifade edilmektedir. Libya ziyareti hakkında bazı bakanların yaptıkları açıklamaları hayret verici bulan bu resmî yorumda, İçişleri Bakanı Sayın Mehmet Ağar'ın ziyarete karşı çıkması örnek olarak gösterilmekte ve Sayın Ağar'ın, kraldan fazla kralcı olup olmadığı, Türk menfaatları üzerine mi; yoksa, Amerikan menfaatları üzerine mi titrediği sorulmaktadır.

Kaddafi, 5 Ekim günü Sayın Erbakan'ı çadırında kabulünde, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanını, ne olduğu hâlâ belli olmayan İslam Halk Komitesi üyesi olarak selamlamış, tarihimize ve cumhuriyet dönemi dışpolitikasına dil uzatan hezeyanlarda bulunmuş, Türk Devletine ve Milletine hakaret etme cüretini göstermiştir. Türklerin, tarihte Araplara da yaptığı gibi, Kürtleri katlettiğini, Türkiye Cumhuriyetinin iradesini kaybettiğini ve Ortadoğu güneşi altında bağımsız bir Kürt devleti kurulması gerektiğini söyleyen Kaddafi, bir devlet başkanı gibi değil, kanlı terör örgütünün elebaşısının ağzıyla konuşmuştur. Bunları, yanında oturan, İslam Halk Komitesi üyesi dediği Sayın Erbakan'ın yüzüne karşı söylemiştir.

Sayın milletvekilleri, bu hezeyan ve hakaretlere karşı, birinci görevi Türkiye'nin itibarını ve haysiyetini korumak olan Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin Başbakanı ne yapmıştır; sadece eziklik içerisinde, Türkiye'deki terör sorununu mahcup ifadelerle dile getirmiştir. Şimdi, bu gaflet, diplomasi kuralları içinde Kaddafi'ye verilmesi gereken cevap olarak topluma takdim edilmeye çalışılmaktadır. Sayın Erbakan'a buradan sormak isterim; tepki olarak ortaya koyduğunuz o birkaç cümle, cumhuriyet tarihini inkâr ederek, İslam tarihi dışında Türklerin tarihi olmadığı hezeyanına cevap mıdır; yoksa, söyledikleriniz, geçmişte Araplara, şimdi de Kürtlere soykırım uygulandığı iddiasına cevap mı teşkil etmektedir?.. Aynı şekilde, Ortadoğu'da bağımsız Kürt devleti kurulması gerektiğinin yüzünüze karşı söylemek cüretinde bulunulması da böylece cevaplandırılmış mı olmaktadır?.. Eziklik içerisinde ettiğiniz birkaç kelime, Türkiye'nin işgal altında olduğu ve iradesini kaybettiği suçlamalarını ve azarlamalarını cevaplamış mı olmaktadır?.. Bunların hiçbirinin geçerli olmadığı, Türk Devletine ve Milletine karşı pervasızca yapılan hakaretler karşısında sessiz ve tepkisiz kaldığınız, tevil götürmeyecek şekilde ortadadır.

Libya macerası, çadırdaki bu skandalla da sınırlı kalmamış; Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı, ortak bildirinin terörizme ilişkin paragrafı üzerindeki anlaşmazlık nedeniyle gezisini uzatmak zorunda kalmıştır. Yunanistan ve Suriye gibi birkaç istisna dışında tüm dünyanın terör örgütü olarak kabul ettiği PKK'nın terörist kimliğini, üyeliğini yaptığınız söylenen İslamî Halk Komitesinin Lideri Kaddafi'ye kabul ettirebilmek için, Türk heyeti, sokak ortasında görüşmelerin sonuçlanmasını beklemiştir. Buna karşı başarı olarak takdim etmeye çalıştığınız sonuç ortadadır.

Ortak basın bildirisinde, terörle ilgili paragrafın yetersiz ve kabul edilmez olduğu, geziye katılan Dışişleri yöneticileri tarafından da Sayın Başbakana yazılı olarak bildirilmiştir. Dışişleri Bakanının da gezinin o noktada kesilmesini Sayın Başbakana telkin ettiği, basına intikal eden haberlerden anlaşılmaktadır. Türk tarafının, PKK'nın terör faaliyetleri hakkında verdiği bilgiler ve Libya'ya ve Arap Milletine yönelik olarak bazı ülkelere mensup kuruluşlar tarafından uygulanan terör hakkında Libya'nın verdiği bilgiler ışığında, iki tarafın ikna olduğunu ifade eden ve bu açıklamalar çerçevesinde terörün her türünün kınandığını belirten garip bir paragraf, ortak bildiride yer almıştır.

YAŞAR CANBAY (Malatya) - O paragrafı okur musunuz!

A. MESUT YILMAZ (Devamla) - PKK'nın açıkça kınanmasından bile kaçınılmıştır. Üstelik, Libya'ya yönelik olduğu iddia edilen ve herhalde, Amerika Birleşik Devletleri ve Batılı müttefiklerimizin istihbarat örgütlerini hedef alan terör uygulaması iddiası ile PKK, aynı kefeye konulmuştur. Bildiride, Türkiye ile Libya'nın ilgili mercilerinin en kısa zamanda bir araya gelerek, bölgedeki teröre karşı yapılacak ortak mücadelede hangi örgütlere öncelik vereceklerini belirleyecekleri kaydedilmektedir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye ile Libya, aynı coğrafyayı paylaşmadıklarına göre, terörle mücadele edilecek olan bu bölgenin hangi bölge olduğunu anlamak mümkün değildir. Herhalde, bu görüşmelerde, Türk tarafı, PKK, CIA ve MOSSAD gibi örgütler arasında hangisine öncelik verileceğini, Libya tarafıyla müzakere edecektir.

Bu ziyaret programının son ayağı olan Nijerya gezisi de, Türkiye'nin dışpolitikasında kara bir leke olarak kalmaya mahkûmdur. Afganistan'daki Taliban yönetiminden sonra dünyanın en zalim yönetimlerinden birisi olduğu şüphe götürmeyen Nijerya Hükümetiyle bir masaya oturarak Batı'ya hakaretler yağdıran -sanki, aynı kategoride iki ülkeymişiz gibi- Batı'nın eleştirilerine karşı cephe oluşturulması gerektiğini savunan Erbakan'ı, evvelemirde, Nijerya Halkı hiçbir zaman affetmeyecektir. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

ABDULLAH ARSLAN (Tokat) - Batı adil mi?!..

A. MESUT YILMAZ (Devamla) - Önünde sonunda...

ABDULLAH ARSLAN (Tokat) - Batı adil mi?!.. (ANAP sıralarından "Dİnle!.. Dinle!.." sesleri)

A. MESUT YILMAZ (Devamla) - Önünde sonunda demokrasiye kavuşacak olan Nijerya, maalesef, Türkiye'yi, Erbakan'la hatırlayacaktır.

Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu gerçekler, bütün bu gerçekler, benim ve benden önce konuşan sayın konuşmacıların bu kürsüden dile getirdiği gerçekler ortadayken, Sayın Erbakan, büyük bir pişkinlikle, gezisinin çok başarılı sonuçlar verdiğini millet önünde sıkılmadan söyleyebilmektedir. Bu nasıl başarıdır ki, gezi sırasında Türk Dışişleri Bakanlığı resmî bir açıklama yaparak, Kaddafi'nin Türk Milletini rencide eden beyanlarını kınama gereğini duymuştur!..

Bu nasıl bir başarıdır ki, Türkiye'nin Trablus Büyükelçisi, tepki olarak Ankara'ya çağırılmıştır!.. Bu nasıl bir başarıdır ki, Libya gezisinin resmî olmadığını göstermek, yok saymak için kendi Hükümetinin bakanları, gezinin kararnamesini imzalamayacaklarını kamuoyu önünde açıklamışlardır!..

Sayın Başbakan, bütün bu rezaletler Türk Halkının ve dünyanın gözleri önünde yaşanmıştır. Gerçekleri gizlemek ve Libya rezaletini başarı olarak göstermek gayretleri, beyhudedir. Ziyaretin başarısı konusunda, belki, sadece Kaddafi ile mutabık olabilirsiniz; ancak, çok iyi bilinmektedir ki, zırva tevil götürmez. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri) Türk Milletine ve Devletine dil uzatılmasına karşı, diplomatik nezaket kuralları içinde kalınarak, gerekli asgarî tepkiyi bile göstermemiş olmanın izahı ve savunması olamaz.

Sayın Başbakan, Libya'ya, Refah Partisi Genel Başkanı sıfatıyla, siyasî hüviyetiyle gitmemiştir; yakın ilişkiler içinde olduğu ideolojik akrabalarına özel bir ziyaret de yapmamıştır; İslama Çağrı Teşkilatının kongresine katılmak amacıyla da oraya gitmemiştir; Sayın Başbakan, oraya, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini temsilen gitmiştir. Türk Halkı, bu hakaretlere karşı sessiz ve tepkisiz kalmanızın nedenlerini haklı olarak öğrenmek istemektedir.

Acaba, üyesi olduğunuz söylenen İslam Halk Komitesinin lideri Kaddafi'nin bu hezeyanları, ortak düşüncelerinizi dile getirdiği için mi, gerçek hissiyatınıza tercüman olduğu için mi sessiz kaldınız?! (ANAP, DSP ve CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Yoksa, Libya ile Parti olarak -Refah Partisi olarak- parasal ilişkileriniz mi sizi asgarî tepkiyi göstermekten bile alıkoydu?! Kaddafi'ye ve Libya'ya diyet borcunuz mu vardı ki, bu, sizi, Türkiye'nin itibarını ve haysiyetini hedef alan bu hezeyanları ezik ve suskun bir biçimde dinlemeye mecbur bıraktı?! Yoksa, İslama Çağrı Teşkilatından aldığınız maddî yardımları gösteren çekler mi sizi bu zillete katlanmaya mahkûm etti?! (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Bakın sayın milletvekilleri, nedenleri ne olursa olsun, biliniz ki, Türk Milletinin şaşmaz vicdanında, bu Başbakan ve bu Hükümet mahkûm olmuştur. bu kamburu da ebediyen taşıyacaktır.

NURETTİN AKTAŞ (Gaziantep) - Ona siz değil, milet karar verecek.

A. MESUT YILMAZ (Devamla) - Şimdi, bütün bu gerçekler ortadayken, Koalisyonun küçük ortağı Doğru Yol Partisinin Genel Başkanı ve Dışişleri Bakanının, Libya gezisini savunma konusundaki beyhude gayretleri de ibret vericidir.

Sayın Çiller, önceden bilinerek yaşanan bu rezaletleri, kendisinin de daha önce Libya'yı ziyaret etmiş olması ve müteahhit alacaklarının tahsil edilmesi amacıyla mazur göstermeye çalışmıştır.

Burada ilginç olan, Sayın Çiller'in gerekçeleri ile Libya'nın savunma gerekçelerinin tıpatıp aynı olmasıdır. Biraz önce alıntı yaptığım 4 Ekim 1996 tarihli Eşşems Gazetesinde de, Libya gezisine karşı çıkan Sayın İçişleri Bakanına, Doğru Yol Partisinin Genel Başkanı Tansu Çiller'in 1 Kasım 1994 tarihinde Libya'yı ziyaret ettiklerinde niçin bu ziyarete karşı çıkmadıkları sorulmaktadır. Bu husus çok anlamlı ve dikkat çekicidir.

Sayın Tansu Çiller, Refah Partisinin, Hükümet Programının dışına çıkmadığını, Koalisyon Protokolünü ihlal etmediğini söylemektedir. Bu nedenle gensoruya karşı çıkmakta ve Koalisyon Hükümetini Kaddafi'nin değil, ancak kendisinin yıkabileceğini söylemektedir. Ama, şimdi, bizim de kendisine sorma hakkımız vardır; Türk dışpolitikasının temel unsurları ve yönelimlerinin dışına çıkmayı amaçlayan, İslam birliği peşinde koşan, bu amaçla G-7 benzeri M-7 oluşumunun hayallerini hayata geçirmeye çalışan bu politikalar, Türkiye Büyük Millet Meclisinin güvenoyuna mazhar olan Hükümet Programının içinde var mıdır?!

Türkiye'nin Batı'da güvenilirliğinin sorgulanması, Başbakanın Afrika gezisinin siyasî zafer olarak nitelendirilerek Batı çevrelerinde alay konusu olması Hükümet Programı açısından doğal bir durum mudur?! Hükümet Programında ifade edilen şahsiyetli dışpolitika anlayışı bu mudur?! Bunlar, Hükümetin, millî duygulara sahip çıkma ve manevî değerlere saygı anlayışını mı yansıtmaktadır?! Koalisyonun küçük ortağının, Refah Partisinin, Türkiye'nin dış ilişkilerini tahribe yönelik bu politikasının ve uygulamasının taşeronu olarak görev almayı içlerine sindirmesi acaba Hükümet Programının bir emri midir?!

Değerli milletvekilleri, dünya diplomasi tarihinde ilk kez, bir Başbakanın resmî ziyarette bulunduğu bir ülkeye, Dışişleri Bakanlığı resmen tepki göstermiştir. Sayın Erbakan'ın söylediği doğru ise, eğer, bu yolculuktan "muzaffer bir Romalı komutan gibi" döndüyse, Dışişleri Bakanlığı acaba neye tepki göstermiştir?! Büyükelçimizi neden Türkiye'ye geri çağırmıştır? Türk tarihinde değil, cumhuriyet tarihinde değil, dünya diplomasi tarihinde böyle bir rezalet yaşanmamıştır.

BAŞKAN - Sayın Genel Başkan, 2 dakikanız var.

A.MESUT YILMAZ (Devamla) - Tamamlıyorum.

Bütün bunlar, bu Koalisyonun nasıl perişan ve derbeder olduğunu göstermektedir. Bunların hiçbiri, oldubittiye getirilebilecek şeyler değildir. Bu Koalisyon, bu kürsüden bunların cevabını vermek zorundadır. (RP sıralarından "verecek, verecek" sesleri)

Sayın Çiller, Batı ile ilişkilerimizin içinde bulunduğu durumu çok iyi bilebilecek durumdadır. Bu konularda, Batıda giderek kökleşmekte olan endişeler, bizzat kendisine, resmen iletilmiştir.

Sayın Erbakan'ın dışpolitika anlayışına hâkim olan ve artık tabiatının üstün bir niteliği haline gelen, gerçeklerin tahrifine ve ciddiyetsizliğe dayalı yaklaşımın son bir örneğini burada bir defa daha hatırlatmak isterim.

Sayın Erbakan, 11 Ekim 1996 tarihli Sabah Gazetesinde yayımlanan bir demecinde "Alman Başbakanının üç aydır kendisini davet ettiğini; ama ısrarına rağmen Almanya'ya gitmediğini" söylemiştir. Sayın Erbakan, Şansölye Kohl'ün tüm ısrarlarına rağmen Almanya'yı ziyaret etmemesini "önce İslam devletlerinin Asya ve Afrika'dan oluşan iki kanadını birleştirmek istemesiyle" açıklamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının dış dünyada aranması, itibar görmesi, davet edilmesi Türk Halkına sadece gurur verir; Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında bundan rahatsız olacak tek bir üyenin olduğuna da inanmıyorum. Ama, Sayın Başbakan, maalesef, bu konuda da inanılmaz bir sorumsuzlukla gerçekdışı konuşmaktadır.

Şimdi, Sayın Erbakan'a ve burada olmayan Sayın Yardımcısına soruyorum: Almanya, Sayın Erbakan'ın Almanya'yı ziyaret etmek istediği hakkında Türk basınında çıkan bu haberlerden rahatsızlık duyduğunu Türk Hükümetine resmî kanallardan iletmiş midir? Sayın Başbakanın Almanya'yı ziyaret etmesi gibi bir konunun gündemlerinde bulunmadığını bizzat Dışişleri Bakanı Sayın Çiller'e...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Size eksüre veriyorum efendim; buyurun.

A.MESUT YILMAZ (Devamla) - ...bundan iki ay önce resmen bildirmiş midir?

Maalesef, sayın milletvekilleri, bunların hepsi olmuştur. Buna rağmen Sayın Erbakan, Alman Dışişlerinin de hemen yalanladığı bu gerçekdışı beyanları sıkılmadan yapabilmiştir. Bunun devlet anlayışıyla bağdaşır bir tarafı yoktur. Bu ciddiyetsizliği sergileyebilen bir Hükümetin, Batılı ülkeler tarafından, itibarlı bir muhatap olarak ciddîye alınması da beklenemez.

Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülmekte olan gensoru, esas itibariyle, 54 üncü Hükümetin yüz gün içerisindeki dışpolitikasının Türkiye'yi sürüklemeyi amaçladığı macerayla ilgilidir. Libya skandalı bu anlayışla sürdürülen uygulama ve politikaların sadece çarpıcı bir örneğidir. Yüce Meclisin değerli üyeleri, bu konuda parti düşüncelerini aşarak, hür vicdanlarıyla karar verme olgunluğuna sahip olduklarını göstereceklerdir.

Gensorunun kabulü için tüm koşullar oluşmuştur. Bu Hükümetin içteki tahribatının zamanla ve imkânlar ölçüsünde giderilmesi belki mümkün olabilecektir; ancak, bu anlayışın dış ilişkilerde yaratmakta olduğu tahribatın, korkarım ki, telafisi mümkün olmayacak bir noktaya doğru hızla sürükleniyoruz. Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu gidişatı içine sindirmeyi isteyip istemediğini, bugün, bu gensoru oylamasıyla ortaya koyacaktır. Türkiye'nin millî çıkarlarını korumak düşüncesini herşeyin üstünde tutarak vicdanımızın ve aklıselimin sesini dinleyerek tavrımızı belirlemek zorundayız.

Yüce Meclisin, her gecenin bir sabahı olduğunu düşünerek, bu gidişata "dur" deme iradesini göstereceğini umuyorum. Burada, Libya'da maruz kalınan hakareti ve buna gösterilen tepkisizliği içlerine sindiremedikleri için tepkilerini Libya'da, yazılı olarak, "Büyük Turgut Reis'in evlatlarından" imzasıyla dile getiren değerli arkadaşlarımızın, şimdi, o imzaya yakışan bir tutum sergilemelerini beklemeye, herhalde, Türkiye Büyük Millet Meclisinin hakkı vardır. Bu yapılmadığı takdirde, Türkiye'nin bu macera yolunda sürüklenmesine Yüce Meclisin iradesiyle set çekilemediği takdirde, bunun vebali hepimizin omuzlarında olacaktır. Türkiye'nin millî çıkarlarını korumakla yükümlü Yüce Meclisin değerli üyeleri, şimdi, bu sorumluluklarının bilinci içinde hareket etmek tarihi sorumluluğuyla karşı karşıyadırlar. İradeleri ipotek altında olmayan ve kendilerini rehine olarak görmeyen tüm arkadaşlarımın bu görev ve sorumluluğun icaplarını yerine getireceğine inanıyor; hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından ayakta alkışlar, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim efendim.

Gruplar adına üçüncü konuşmacı, Refah Partisi Grubu adına, Sayın Bülent Arınç; buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)

Sayın Arınç, süreniz 30 dakikadır.

RP GRUBU ADINA BÜLENT ARINÇ (Manisa) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Refah Partisi Grubu adına ve şahsım adına hepinizi hürmetle selamlıyorum. Gensoru önergesi üzerinde, Refah Partisi Grubumuzun düşüncelerini arz etmeye çalışacağım.

Değerli arkadaşlarım, üç parti tarafından verilmiş bulunan gensoru üzerinde konuşuyoruz. Bildiğiniz gibi, gensoru, Meclisimizin denetim yollarından birisidir; Anayasamızın 99, İçtüzüğümüzün 106 ncı maddelerine göre yapıyoruz ve sonucu itibariyle fevkalade önemli denetim yollarından birisidir.

Öncelikle, gensoru taleplerinin özeti şudur: Genelde, Türk dışpolitikasındaki, Hükümetin tutarsız söz ve davranışları; özelde ise, Ağustos ayında yapılan Uzakdoğu gezisi, Ekim ayında yapılan Afrika gezisiyle ilgili olarak basında çıkan birtakım haberler ve bununla ilgili olumsuz tutumlar söz konusu edilmiş. Şüphesiz, bu gensoru önergesini veren üç siyasî partiye de, huzurlarınızda teşekkür ediyorum. En azından, bu konunun, Mecliste konuşulması ve tartışılması bir imkân dahiline girmiştir. Fikirlerini açıklayan sayın grup sözcülerine de teşekkür ediyorum; çünkü, Türkiye'nin çok önemli bir meselesini konuşuyoruz; bu, dışpolitikadır. Türkiyemizin güvenliği, Türkiyemizin, dünyadaki saygınlığı, millî menfaatlarının korunması, şüphesiz, dışpolitikamıza bağlıdır. Bu bakımdan, olumsuzlukları, yapılması gerekenleri ve bugün tespit edebildiğimiz yanlışlıkları burada konuşabilirsek, çok yararlı, çok faydalı bir iş yapmış olacağız.

Sözlerimin başında şunu ifade etmek istiyorum: Refah Partisi olarak, kavgadan, tartışmadan uzak, bu konuyu görüşmek istiyoruz; sağduyu içerisinde, aklıselim içerisinde, soğukkanlılıkla bu konuyu görüşmek istiyoruz. Esasen, buna ihtiyacımız var. Türkiye'de, yeniden kamplaşmalara gidilmesinin, sadece Hükümetin yıkılması için birtakım spekülasyonlar yapılmasının kimseye faydası olmadığını, özellikle ülkemiz açısından çok da zararlı olduğunu ifade ediyorum. (RP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bu bakımdan, üslubumuzu, itinayla korumaya ve ülkemizin yararlarını gözetmeye mecburuz. İnanıyorum ki, arkadaşlarımız da, bu özenle dikkat edeceklerdir.

Ancak, sözlerimin başında ifade etmeye mecburum; biraz evvel konuşan Cumhuriyet Halk Partisi Sayın Genel Başkanı ve Grup Sözcüsü, çok haşin ve çok kavgacı bir tutumla meseleleri ortaya koydular. Esasen, gensoru önergesinde de, tekrarlamaktan dahi hicap duyduğum bazı cümleler var. Dolayısıyla, biz, burada -maksadımız, üzüm yemektir; bağcıyı dövmek değildir- ortaya konan iddiaları, uygunsuz söz ve davranışları görüşmeli ve bir daha tekrarlanmaması ve telafisi için ne gerekiyorsa onu yapmalıyız. (RP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım -sözlerimin başında söylüyorum ki, daha sonradan arkadaşlarımızı üzmüş olmayalım- Sayın Baykal'ın, dört-beş iddiasına hemen cevap vererek gündeme girmek istiyorum. Bakınız, Kaddafi'nin konuşması sırasında Sayın Başbakanımızın ona cevap vermediğini, Türkiye açısından olumlu bir davranışta bulunmadığını ifade ettiler. Resmî metinler de elimizde. Bu gensoruların verilme tarihlerine bakarsanız, Cumhuriyet Halk Partisinin gensoru verme tarihi 7 Ekimdir; DSP'nin verdiği gensoru 8 Ekim, Anavatan Partisinin verdiği 9 Ekim tarihlidir.

Hatırlayacağınız gibi, Sayın Başbakan, 2 Ekim ile 8 Ekim tarihleri arasında seyahatte bulunmuştur, 8 Ekim gecesi saat 24.00'te Türkiye'ye avdet etmiştir. Dolayısıyla, Cumhuriyet Halk Partisi çok acele davranarak, basından edindiği birtakım başlıkları gensoruya dökmüş ve muhalefeti arkasında toplayarak, DSP ve ANAP'la birlikte, fırsat bu fırsattır, bu Hükümeti yıkmanın tam zamanıdır diyerek bir gayretkeşliğin içerisine girmiştir.

Eğer, basında yazılan bütün haberlere inanacak olursak, herkesin, herkes hakkında bir şey söylemeye elbette imkânı olacaktır. Daha, resmî metinler gelmeden, bu gezinin başında bulunan Sayın Başbakan daha Türkiye'ye dönmeden, açıklamalarını yapmadan, böylesine acele davranılmış olması, dolayısıyla birtakım yanlışlıkları da peşinden getirmiştir.

Kaddafi'nin konuşması ve Sayın Başbakanın buna cevabını, sanıyorum, Hükümet adına konuşacak olan Sayın Bakanımız ifade edeceklerdir. Dolayısıyla "hayır, Başbakan uygun davranışta bulunmadı; hak ettiği cevabı Kaddafi'ye vermedi" derseniz, merak ediyorum, Sayın Başbakanımız ne yapmalıydı?!

YAŞAR OKUYAN (Yalova) - Yüzüne tükürmeliydi, yüzüne!...

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Yani, masaya yumruğunu vurarak "yetti artık; ben buradan gidiyorum" mu demeliydi; yoksa, bir yumruk atarak "sen ne biçim konuşuyorsun" diyerek cevabını mı vermeliydi; yoksa, Libya'ya harp mi ilan etmeliydi?

YAŞAR OKUYAN (Yalova) - Yüzüne tükürmeliydi!

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Yüzüne mi tükürmeliydi, arkadaşımızın ifade ettiğine göre.

Değerli arkadaşlarım, bunları, medyada eli kalem tutan ve bunu fırsat bilerek iktidarı yıpratmaya çalışan herkes söylemiştir; ama, geçmişimize baktığımızda, bu tür davranışlara karşı, hiç de öyle istenildiği gibi hareket etmediğinizi çok açık olarak görüyoruz. Zaten, şu yaşadığımız çağda da, sizin arzu ettiğiniz şekilde bir karşılığı, hiçbir seyahatte, hiçbir toplantıda kimse göstermemiştir.

İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) - Elini öpseydi bari.

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Merak ederek baktım; acaba, diplomaside bu tür olaylara karşı nasıl bir tepki konulabilir diye. Yumruk atmak, kavga çıkarmak, ülkeyi terk etmek, "Allah cezanı versin gibi sözlerle karşılık vermek şeklinde, diplomaside hiçbir olayın vuku bulmadığını gördüm; ancak, bir olaya rastladım, bilginiz olsun diye aktarıyorum: 1960 yılında, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda bir görüşme yapılıyor, İngiliz Macmillan konuşurken Rusya'yı tenkit ediyor, orada bulunan Kruşçev de buna fevkalade kızıyor ve ayağından ayakkabısını çıkarıp masanın üzerine vurmaya başlıyor. Eğer, arzu ettiğiniz tepki böyleyse, Kruşçev'e bunun karşılığında söylenilen sözleri de ifade etmiş olayım, o zaman, herkes gülümseme içerisinde "delidir ne yapsa yeridir" diyerek karşılık vermiştir. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Sayın Başbakanın Kaddafi'ye verdiği cevapları biraz sonra okuyacaksınız; ancak, bir şeye işaret etmek istiyorum: Demek ki, aradan üç beş gün geçince, meseleler, soğukkanlı olarak biraz daha kolay görüşülebiliyor. Biraz evvel, konuşmacılar, özellikle, sanıyorum Sayın Cem, Kaddafi'den, hep "sayın" hitabıyla bahsetti. Halbuki, bir hafta evvel burada konuşma yapan değerli bir arkadaşımıza "sen nasıl Kaddafi'ye 'sayın' dersin" diyerek dövmedikleri kalmıştı. Demek ki, şimdi, bir hafta sonra konuşurken "sayın" da denebiliyor ve buna tepki gösteren arkadaşımız da yerinde çok rahat bir şekilde oturup dinleyebiliyor. O zaman, biz, kendi noktamıza gelelim; bunun cevabı verilmiştir, en güzel biçimde verilmiştir. Sayın Başbakanın, İcraatın İçinden Programında yaptığı konuşmada, bunlar, hem resimle hem de konuşma metinleriyle ulusumuza duyurulmuştur.

Yayınlanan ortak bildiride, Amerika'nın da terörist ülkeler içerisinde ilan edilmiş olmasından, ne gariptir ki, Sayın Baykal, büyük bir üzüntü duymaktadır! (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) - Eski solcu bu!

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, "Yankee go home"lardan sonra, gelinen bu noktayı ibretle karşılıyoruz.

İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) - Bravo!..

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Amerika'nın listesinde terörist bir ülke olmak, bir delil, bir hüccet değildir; herkes tarafından kabul edilmesi de gerekmez; ama, terörizm veya terörist eylemler, insanlığa karşı yapılan haksız eylemlerse, o zaman, Amerika'nın sabıka kayıtlarını çıkarmamız gerekir. Bir tane misal olsun diye söylüyorum: Almanya'da bir gece kulübüne bomba atılıp, iki tane Amerikan çavuşu öldü diye, sorgusuz sualsiz, Libya, Amerika tarafından bombalanmıştı. Eğer bu eylem haklıysa, biz, bunu haksız olarak kabul ediyoruz ve işte, terörist ülke olarak bir adres gösteriyoruz. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Panama'nın işgalinden Nikaragualara varıncaya kadar, Kunta Kintelerin burunlarından sürüklenip Amerikalara götürülmesine kadar... Konumuz bu değil... Ancak, haksızlık ve zulme karşı hepimizin ortak bir tavır koyması gerekir; bunu, Sayın Baykal'da bulamadığım için fevkalade üzgünüm. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, yine Sayın Baykal ve ona ilaveten Sayın Mesut Yılmaz, Libya'dan Refah Partisine yardım olarak gönderildiği iddia edilen 500 bin dolarlık bir çekten bahsettiler. Özellikle Sayın Baykal. Tabiî, Sayın Yılmaz da, onu, birkaç cümleyle birlikte, belki ortaya getirmek istedi.

Değerli arkadaşlarım, eğer bu konu gerçekse ve ortada bir suç varsa -diyelim ki, böyledir- 1989'dan bu yana -yedi yıldan beri- bu konuşma, her yerde yapılmış ve neticeye de bağlanmıştır. Bu konuda yeterli delil olmadığı da ifade edilmiştir.

Şimdi, isterseniz, ben susayım, daha dün gazetede çıkan bir haberle bu konuyu kapatalım. Bakınız, Anayasa Mahkemesine Refah Partisinin kapatılması için dava açalım diye konuşulduğu yerlerde, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sayın Haluk Yardımcı -onun ifadesi olarak söylüyorum- şöyle diyor: "Biz, bu konuda soruşturma, araştırma yaptık; Türkiye Büyük Millet Meclisi araştırma komisyonunda buna ilişkin delil bulunduğu ileri sürüldü; biz, komisyona müracaat ettik; ancak, komisyon, 7.3.1995 günlü cevabî yazısında bu konuda ellerinde hiçbir delil olmadığını ifade etti." (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Konuşma uzun... "Eğer, bu konuda bir delil varsa, getirin de gereğini yapalım. Eğer, bu konuda bir delil varsa, Yargıtay Başsavcılığına siz de müracaat edebilirsiniz; Anayasa Mahkemesine, bu partinin kapatılması için, siz de ihbarda bulunabilirsiniz".

Şimdi, Sayın Yardımcı'nın gazetelere de akseden bu beyanı karşısında, Sayın Baykal ve Sayın Yılmaz'a dönerek şunu ifade ediyorum: Refah Partisi onurlu insanların partisidir. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Eğer, bu konuda elinizde şu fotokopi olduğu, nereden, kime gönderildiği... Herkesin çek defterinden istediği adama çek kesebileceği bir dünyada, sadece böyle yapay suçlamalarla Refah Partisine karşı geleceğinize, bu konuda elinizde ne kadar delil varsa, gerekli mercilere ulaştırmazsanız, sizde hakkımız kalır. Başka bir şey söylemek istemiyorum. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, Sayın Baykal -Sayın Başbakan ve Yardımcısının burada bulunmadığından yakınıyorlardı; cevapları dinlemek nezaketinde bulundular mı bilemiyorum; oradalar zannediyorum- bakınız, bir şey söylüyor: "Efendim, bu gezilerde Dışişleri enterne edilmiştir, görüşmelere katılmamışlardır, görüşmelerde tutanaklar tutulmamıştır, hele hele Dışişlerindeki birtakım görevliler bu işlerden, olan bitenden fevkalade rahatsızdır" diyor. Sormak istiyorum: Sayın Baykal'ın Dışişlerinde köstebeği mi var?!. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Kendilerine özel bilgiler mi geliyor?!.

Dışişleri Bakanlığı Hükümete bağlı bir kuruluştur; oradaki bürokratların Hükümetten şikâyet etmesi kadar yanlış bir davranış olamaz. Eğer, bu türde insanlar varsa, Hükümet de, bunlar hakkında, elbette gereğini yapmalıdır. (RP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bilindiği gibi, dışpolitikanın tespiti ve uygulaması, elbette, hükümetlerin görevidir. Hükümetler, dışpolitikayı fevkalade itinayla uygulamak mecburiyetindedirler. Bunu hepimiz biliyor ve takdir ediyoruz. Zaten, gensoruların temelinde yatan da budur: "Dışpolitikamız, Türkiye'nin millî menfaatlarına yeterince hizmet etmiyor" deniliyor. Dışpolitikamızdan biz de yıllardan beri şikâyetçiyiz. Zaten, içinde bulunduğumuz durum da bunu göstermiştir. Bu yüzden yeni kurulan Hükümet, yeni hedefler tespit ederek, yeni oluşumlara başını çevirerek, dünyayı yeniden tanıma gayretine girerek, dışpolitikadaki temel hedefimizin millî menfaatlar olduğunu, bir defa, açıkça ifade etmektedir.

Kısaca arz etmem gerekirse, bu Hükümetin Koalisyon Protokolünün 13 üncü sayfasından bir tek cümleyi ifade etmek istiyorum: "Türkiye'nin dışpolitika alanındaki hedef ve amacı, dünyada, bölgede, ülkede barışın muhafazasıdır. Dış ülkelerle ilişkilerimiz, dostluk, iyi komşuluk ve karşılıklı işbirliği esasları çerçevesinde yürütülecektir. Hem Batılı ülkelerle hem de manevî ve tarihî değerlerle bağlı olduğumuz İslam ülkeleri, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve Balkan ülkeleriyle işbirliği daha da geliştirilecektir." Bu açıdan olmak üzere, Hükümetimiz, kurulduktan sonra, elbette, Kıbrıs'a ziyarette bulunmuştur; ağustos ayı içerisinde on gün süren İran, Pakistan, Singapur, Malezya, Endonezya seyahatleri yapılmıştır -bu seyahatlere, Parlamentoyu temsilen, Partimiz adına gidenlerden birisiyim- 2 Ekim-8 Ekim tarihleri arasında da Libya, Nijerya ve Mısır'a seyahatler yapılmıştır.

Dolayısıyla, bu ülkelerle hem ekonomik işbirliği hem tarihten gelen bağlarımızın yeniden güçlendirilmesi ve kuvvetlendirilmesi hem Türkiye'nin yeniden bir dinamik dışpolitika anlayışına kavuşması, elbette, hedeflenmiştir. Bu hedefler içerisinde, Türkiye'nin geleneksel dışpolitikasının "yurtta sulh, cihanda sulh" sözüne dayandırıldığını hepimiz biliyoruz. Ancak, şunu ifade ediyorum: Cihan, sadece Batılı ülkelerden ibaret değildir. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bu yüzden, İran'a da gitmek tabiîdir, Libya'ya da gitmek tabiîdir, Mısır'a da gitmek tabiîdir, Patagonya'ya bile gitmek gerekebilir. Dünyada bütün ülkeler, kendi menfaatlarını gözetmek için bu dış seyahatleri yapar ve bu ülkelerle kültürel, ekonomik diğer anlaşmaları yaparak bir şeyler kazanmaya çalışırlarken, maalesef, Türkiye'deki çifte standart, böyle bir Hükümetin bu tür gezilerine imkân vermemeye çalışmaktadır.

Değerli arkadaşlarım, yıllar süren politikaların neticesinde çok şeyler kazandığımızı da ifade edemeyiz. Türkiye, kendi bölgesinde bir ateş çemberinin içinde kalmıştır. Komşu ülkelerle bile iyi ilişkileri bulunmamaktadır. Balkanlarda, Ortadoğu'da, Afrika ülkeleriyle bağları çok zayıftır ve maalesef, Batılı ülkeler tarafından da, Türkiye, çoğu zaman, hakaretlere, aşağılanmalara, azarlanmalara maruz kalmaktadır. Elbette, bu konuda, gensoru üzerinde konuşurken, bunları da dile getirmemiz lazım. "Yurtta sulh cihanda sulh"e, evet; ama "yurtta sus cihanda sus"a, hayır! (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Böyle bir Hükümetin, ancak böyle çalışmalarla inisiyatif kullanabileceği, dinamik bir politika uygulayabileceği, tarihteki eski şerefli yerini tekrar alacağı ortaya konulmuştur. Bundan, hepimizin elbette sevinmesi gerekir diye düşünüyorum.

Değerli arkadaşlarım, bakınız, burada ifade etmem gereken bir husus var: Biz, konuşmalarımızda yapıcı olmaya mecburuz. Biz, konuşmalarımızda insanımıza üzüntü, korku değil, ümit ve heyecan aşılamalıyız. Bu Hükümetin de eğer başarısı varsa zaten, Türkiye'de yeni bir heyecanın, yeni bir ümidin, devletle milletin yeniden kaynaşması ve kucaklaşmasının işaretleri görüldüğü içindir. Bu konuda yanlışlıklar varsa, muhalefetin en şerefli görevi, bu yanlışlıkları ortaya koymaktır; ama, maksat, üzüm yemek olmalıdır; eğer, bağcıyı dövmek olursa, o zaman, bu yanlışlıklarda hepinizin payı olduğunu da biliniz ve Türkiye'yi bugüne kadar yöneten kadroların içerisinde hepinizin ulusal onur adına vereceği hesap da olduğunu biliniz. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Bütün bu Meclisimiz içerisinde bizim söylemek istediğimiz şudur: Bakınız, Refah Partili bir Hükümetin kurulmasına, ta 24 Aralıktan itibaren karşı çıkılmıştır. Bu, demokrasi adına fevkalade utanılacak bir durumdur. Halkın oyunu almış, 6 milyondan fazla insanı temsil eden bir legal siyasî kuruluşa, uzaydan gelmiş gözüyle bakıp, onu bir cüzamlı haline koymak kimsenin haddi değildir. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, işte bu sebeple, ta baştan beri devam eden bir muhalefetin şimdi yeni bir versiyonuyla karşı karşıyayız. Türkiye'de şu anda, en önemli konulardan birisi de, ülke menfaatlarını gölgeleyecek kadar yoğunlaşan, maalesef, muhalefet saplantısıdır. Sadece Parlamentodaki muhalefetimizi kastetmiyorum -tenzih ederim- bir genel çerçeve içerisinde baktığımızda, Türkiye'de bir iç muhalefet, ülke çıkarları zemininde yapılırsa elbette onurlu ve yararlı olur; ancak, özel çıkarları öne alan bir muhalefetin, sağlıklı çözümler üretmesi söz konusu olamaz. Türkiye'deki iç muhalefet, özel bir çıkar cephesi oluşturmuş bulunuyor. Kimi işadamı, kimi medya, kimi politikacı paylaşım alanının tehlikeye düştüğü endişesiyle, Refahlı bir hükümetin oluşumuna başlangıçta prensip olarak karşı çıkmış, devamında da prensip olarak karşı durmaktadır; kurulurken de, kurulduğundan bu yana da, maalesef, bu Hükümetle savaş halindedir. Bu yüzden, maalesef, yeri geldiğinde laikliği ortaya atmakta, yeri geldiğinde darbeyi istemekte, yeri geldiğinde de ulusal onuru istismar etmektedir. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, laikliğin ne olduğunun ve ne olmadığının tarifini değişik zeminlerde yapıyor ve konuşuyoruz; ancak, biz, Parlamentoyu, biz, demokrasiyi esas almış insanlarız; burada bulunuşumuzun hikmeti de budur. Bu yüzden, belki içlerinde Parlamento üyesi insanların da bulunduğu -gazetelerin yazdığına göre- bir resepsiyonda yapılan konuşmayı dikkatlerinize arz ediyorum: Bir sayın kişi, bir üst rütbeli generale yaklaşarak "umudumuz sizsiniz" diyerek bir yalvarışta bulunmakta; çok şükür ki, şerefli Türk Ordusunun o üst düzey generali de "hayır, umudumuz Meclistedir" diyerek cevap vermektedir. (RP sıralarından alkışlar)

Evet, maalesef, resepsiyonlarda bu tür konuşmalar cereyan etmekte. Çok satan gazetelerimiz de, her gün sayfalarında, ismi, hüviyeti belli olmayan birtakım kişilerden alınmış -halbuki, asparagas, masa başında yazılmış- haberlerle, Türkiye'de demokrasiyi istiyor görünerek, militarizmi davet etmektedirler. Demokrasi adına askeri darbeye çağırmak da, herhalde, dünyadaki garabetlerin en büyüğüdür. (RP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, işte, bu yüzden, ben, muhalefetimizden -zamanında Refah Partisi de elbette yaptığı için- yapıcı, Türkiye için faydalı ve yararlı konuşmalar ve görüşmeler istiyorum; bunu da bulacağımdan eminim.

Bakınız, bu konuda araştırma yaparken, Türkiye Büyük Millet Meclisinde 1974 yılında yapılmış bir konuşmayı fevkalade yararlı buldum. Bu konuşma, o tarihlerde, Cumhuriyet Halk Partisi-Millî Selamet Partisi Hükümetinde Başbakanlık yapan Sayın Bülent Ecevit'e aittir. Bu konuşma fevkalade yararlıdır; birbuçuk saat kadar sürmüş, dışpolitika üzerine bir gündemdışı konuşmadır. Bu konuşmasında, Başbakan Sayın Ecevit, o tarihlerde Türkiye dışpolitikasının durağanlaştığını, Türkiye dışpolitikasının yeniden, yeni temeller ve ufuklar üzerinde yükselmesi gerektiğini, Türkiye'nin yeni hedefinin Ortadoğu ve Afrika ülkeleri olması gerektiğini ifade ediyor. Tutanaklar elimdedir ve fevkalade yararlı görüşler ifade etmiştir. Aradan yirmiiki yıl geçtikten sonra, Sayın Ecevit'i, bu ileri görüşlü fikirleri dolayısıyla kutluyorum ve bu konuşmadan her zaman yararlanacağımızı ifade ediyorum. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Elbette, Türkiye'nin dışpolitikasında...

EROL ÇEVİKÇE (Adana) - Gerçek...

HASAN GÜLAY (Manisa) - Demagoji yapma hemşerim!..

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Sayın Başbakanına iltifat edilen bir partiden aldığım cevaplar, beni, doğrusu, düşündürdü.

HASAN GÜLAY (Manisa) - Demagoji yapma dedim...

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Evet... Burada hepsini okuma imkânım yok. Bu konuşmasında Sayın Ecevit, fevkalade yararlı, doğru şeyler söylemiş.

O tarihte Maliye Bakanımız olan Sayın Deniz Baykal da, 1 Eylülde Libya'yı ziyarete gitmiş. Sayın Baykal, Libya'yı ziyaretlerinde... (RP sıralarından "vay vay!.." sesleri).

Hayır, utanılacak bir şey değil; fevkalade bir görev yerine getirmiş.

Sayın Baykal'a, 1 Eylül 1974 tarihinde gazeteciler soruyor: "Libya'dan borç para almak için mi gidiyorsunuz?" "Hayır, borç para almak için gitmiyorum. Bu gezimizin asıl amacı, dar günlerde sıkıntılarımızı coşkunlukla paylaşan dost Libya'nın bir ulusal gününde mutluluğuna ortak olmaktır, Libya'yla ilişkilerimizi geliştirmektir" diyor. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

MUSTAFA YILDIZ (Erzincan) - O gün için doğru...

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, şimdi "bu doğru" diyorlar...

EROL ÇEVİKÇE (Adana) - Evet, doğru...

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Elbette doğru; doğru olan yapılmış zaten...

EROL ÇEVİKÇE (Adana) - O gün için öyleydi.

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Hayır... Libya'yı ziyarete giden bir Bakan bir görev yapıyor da, Türkiye'nin Başbakanı, Libya'yla ilişkilerimizi güçlendirmek için bu ülkeyi ziyaret ediyorsa, bunda yadırganacak ne var?! (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

EROL ÇEVİKÇE (Adana) - Orada, bize hakaret ettiler.

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, objektif olmaya mecburuz. Libya'ya, 1974'te, Kıbrıs çıkarmasında en büyük yardımı yapmış bir ülkeye şükran borcu için giden bir bakan ne kadar doğru bir iş yapıyorsa, Türkiye'nin yeni Hükümetinde, yeni dış ufuklarla ülkeyi güçlendirmeye çalışan bir Başbakan ve onun refakatı, aynı görevi yapıyor. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Elbette, bu, İran meselesinde de böyledir. Sayın Ecevit, İran devrimiyle ilgili fevkalade olumlu sözler söylerken alkışlanır; ama, Sayın Başbakan Necmettin Erbakan, İran'ın ulusal gününde, o ülke için övücü sözler söylerse, bu suç olur. Bu çifte standarttır, bu samimiyetsizliktir; onun için ifade ediyorum. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, bakınız, bu gensoruların, maalesef, bir tek sebebi var; o da, darbeyle, laikle, Atatürkçülükle yıkamayacaklarını anladıkları bir Hükümeti, şimdi, Libya'da olan bitenlerle yıkmaya çalışmaktır. Bu yüzden paçaları erken sıvamışlar, gazete haberleriyle yola çıkmışlar ve sadece, hakaret ifade eden birtakım cümlelerle, Türkiye Başbakanını ve Hükümetini, maalesef, çok aşırı, çok yıkıcı bir dille itham etmişlerdir.

Vaktim kalmıyor; ancak, şunları ifade etmem lazım: Ben, ANAP'ın gensorusuna baktığım zaman -Sayın Kâmran İnan ve arkadaşlarının verdiği önerge olarak önüme geldi- mümkün değil, Sayın İnan bunları yazamaz diye düşündüm; çünkü, biz, Sayın İnan'ın hem dış politikada hem de devlet idaresinde, Parlamentoda, ne büyük, ne ciddî görevler yaptığını bilen insanlarız.

İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) - Kendisi orada oturuyor. Sor...

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Evet, zaten ona duyurmak maksadıyla da söylüyorum.

Onun, dışpolitika konusundaki kitabı başımızın ucundadır. Türkiye'nin hayır demesi gerektiğini ifade eden kitap yazmıştır, o da başucumuzdadır. Devlet idaresinin nasıl yönetilmesi gerektiğini ifade eden yazıları da her zaman takdirimizde, kitabı da başucumuzdadır; ancak, şu cümleleri, o kitapları yazan bir insanın elinden çıkmış olarak, mümkün değil, tahayyül edemiyorum. (RP sıralarından alkışlar)

"Her vesileyle kendini Türk dünyasından ve Türkiye Cumhuriyetinden soyutlayan Başbakan..." Kim için söylüyor bunu; Sayın Başbakan için söylüyor. "Libya'da yaşanan bütün bu olaylar, şeref ve haysiyetine düşkün hiçbir Türk vatandaşının, artık, Erbakan'ın Başbakanlığına tahammül etmesine imkân bırakmamıştır. Biz, hakaretlere duyarsız, tepkisiz kalan..." şu şu deniliyor.

Bakın, ANAP, aslında, bu gensoruyu genel görüşme olarak verdi; ancak, daha sonra, bunu, CHP ve DSP'nin verdiği gensoruların arkasına bir gensoru olarak ekledi. Genel görüşme olarak verirken, işin bir gensoruluk olmadığını çok iyi biliyordu; ancak, CHP ve DSP ile birlikte hareket etmesinin ve "Hükümeti acaba sarsabilir miyiz" diye bir düşüncenin, maalesef, bugüne kadar getirdiği nokta karşımızda ibretle durmaktadır. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

ZEKİ ÇAKAN (Bartın) - O zaman Libya olayı yoktu.

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, bu gensoru önergeleri içerisinde, Cumhuriyet Halk Partisinin verdiğinde de, maalesef, birtakım iddialar, isnatlar, iftiralar vardır; bunlar cevaplandırılacaktır; ancak, DSP'nin verdiği önergeyi bunlardan tenzih ediyorum; gerçekten, yazılışı ve muhtevası itibariyle sorumluluk taşıyan, genel, objektif bir değerlendirme yapılmıştır; ne hakaret vardır içerisinde ne de Hükümetin Başbakanından utanç duyacak ifadeler yer almıştır. Dolayısıyla, Meclisimizin, bu gensorular üzerinde kararını verirken, ortada olup biten nedir, aslında ne amaçlanıyor, bunu ciddî olarak düşüneceği kanaatindeyim.

Değerli arkadaşlarım, basında çıkan birtakım haberleri delil kabul ederek, alelacele gensoru vermenin, elbette, Türkiye açısından karşımıza getirdiği birtakım sorumsuzluklar olacaktır.

Bakınız "Mısır'da bayrak asılmadığı" ifade ediliyor.

BAŞKAN - Sayın Arınç, 2 dakikanız kaldı.

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Teşekkür ediyorum.

Mısır'daki bayrak meselesi, Sayın Hükümet Sözcüsü tarafından dile getirilecek; ancak, milyonlarca insan, Cumhurbaşkanlığı Sarayının üzerinde dalgalanan Türk bayrağını herhalde gördü.

Libya'da olup bitenler, Kaddafi'nin konuşması ve buna verilen cevaplar ortaya konulmuştur. Bunları da bir nebze ifade etmiştim; ancak, vaktin kısalığı sebebiyle... Hükümet sözcüsünün kendi görev alanı itibariyle bu konuyu cevaplandıracağını zannediyorum; ancak, ulusal onur konusunda, elbette, söyleyeceğimiz çok şeyler bulunmalıdır.

Bakınız, yaralı bir milletiz. Çok çok şükür, İstiklal Harbini büyük bir başarıyla bitirip, cumhuriyetini kuran, yetmiş küsur seneden beri de harp etmemiş bir ülkeyiz. Çok büyük sıkıntılarımız var. Enflasyondan şikâyet ediyoruz, işsizlikten şikâyet ediyoruz, dışborçlardan şikâyet ediyoruz, sanayileşememekten şikâyet ediyoruz... Çöp bidonlarında ekmek arayan insanlar bizi üzüyor. Bütün bunları, dağ gibi meseleleri, Türkiye, önünde, bitirmek zorunda olduğu büyük meseleler olarak görüyor.

Ulusal onur diye elbette şunu ifade etmem lazım: Hakaret kimden gelirse gelsin, haysiyetli bir ülke için kabulü ve hazmedilmesi mümkün olmayan bir hadisedir. (RP sıralarından alkışlar) Bu yüzden, çok açık biçimde söylüyorum, ne İslam ülkeleriyle ilişki kuracağız diye Kaddafi'nin terbiyesizliğini hazmetmek mümkündür ne de Batı'yla ilişkilerimiz aman iyi gitsin diye Batı'nın ve Amerika'nın azarlamalarına "aman ne iyi ediyorsunuz" diye mukabele etmek, herhalde, ulusal onurla bağdaşmaz. (RP sıralarından "Bravo"sesleri, alkışlar)

METİN ŞAHİN (Antalya) - Sen onu Genel Başkanına söyle...

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Daha birkaç ay evvel, İstanbul'da toplanan Habitat Kongresinde, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Butros Gali, Cumhurbaşkanının da hazır bulunduğu bir sırada, "Federe Türk Devletinin Cumhurbaşkanı"diyerek Türkiye'den bahsederken, hangi ulusal onur adına tepki gösterdiniz? (RP sıralarından alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Arınç, size eksüre vereceğim; ama, sizden önce konuşan sayın genel başkanların 2 dakikayı aşmadıkları konusunda gösterdikleri duyarlığa sizin de katılacağınızı düşünüyorum.

Buyurun.

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Buna itiraz edilmiştir; Refah Partililer bu konuda tenkitlerini yapmışlardır. Saratoga Muhribinden Muavenet Muhribine yöneltilen füzeler kaptan köşkünde 5 denizcimizi şehit ederken, ulusal onurdan bahsetmek kimsenin aklına gelmedi mi? (RP sıralarından "Bravo" sesleri alkışlar) Değerli arkadaşlarım, Silopi'de Türk kaymakamına tokat atan İngiliz çavuşuna "sen kimsin, ne belasın, seni kim buraya getirdi" diye söylemek hiç aklınıza gelmedi mi? (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

YUSUF ÖZTOP (Antalya) - Denildi, denildi... Sen uyuyorsun...

BÜLENT ARINÇ (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, Madam Mitterrand'ın bir komiser edasıyla Türkiye'ye gelerek "siz şu zulmü yapıyorsunuz, siz şunlara haksızlık yapıyorsunuz" şeklindeki suçlamaları karşısında dut yemiş bülbüle dönenler, nasıl şimdi o ulusal onurdan bahsedebiliyorlar. (RP sıralarından 'Bravo" sesleri, alkışlar) Daha 19 Eylül tarihinde Avrupa Parlamentosunun aldığı kararda, Türkiye'nin, hem Kıbrıs'ta işgalci olduğu hem de güneydoğuda halka zulmettiği açık açık yazıyorken, Avrupa Parlamentosunun bu kararına karşı hepimizin aynı tepkiyi göstermesi gerekmez miydi?

Bütün bu konuşmalar, bütün bu yapılanlar bir çifte standardı ortaya koyuyor. Bir ülkeye kim giderse gitsin suç değil; ama, Erbakan giderse suç... Bir ülkeye kim gidecekse, ne zaman gidecekse gidebilir. İran'a Cumhurbaşkanı gider "aa ne kadar güzel", Libya'ya Sayın Çiller gider "aa ne kadar faydalı oldu..." Ama, Sayın Erbakan veya bu Hükümeti temsilen bir başbakan bu ülkelere giderse... Bu çifte standart Türkiye'nin karşısına getirilemez. (RP sıralarından "Alışacaklar, alışacaklar" sesleri)

Değerli milletvekilleri, bu gensoruları, maalesef, samimiyetten uzak, muhtevadan yoksun ve sadece Hükümeti yıpratarak Sayın Erbakan'ın şahsında bu Hükümetin düşmesini temine matuf bir hareket olarak görüyorum. Takdir, değerli millletvekillerinindir.

Hepinizi hürmetle selamlıyorum. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Arınç.

IV. - SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)

2. - Antalya Milletvekili DenizBaykal'ın, Manisa Milletvekili Bülent Arınç'ın şahsına yönelik yanlış değerlendirmelerde bulunması nedeniyle açıklaması

BAŞKAN - Sayın Baykal, Sayın Refah Partisi Sözcüsünün sarf ettiği sözler nedeniyle söz istiyorsunuz. Sataşma nedeniyle mi, yoksa sizin Libya'ya yaptığınız ziyaret...

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Yanlış takdim efendim, yanlış takdim.

BAŞKAN - Evet... Çünkü, ben, sataşma konusunda bir şey görmedim.

O konuyu düzeltmek için, buyurun efendim. (RP sıralarından gürültüler)

Efendim, sataşma değil; Sayın Baykal'ın bakan olarak bir eylemi hakkında yapılan değerlendirmeye Sayın Baykal "yanlış bilgi" diyor, onu düzeltme ihtiyacını duyuyor.

Buyurun Sayın Baykal.

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Sayın Başkan, bir açıklama fırsatı verdiğiniz için size teşekkür ediyorum; Sayın Meclisi de tekrar saygıyla selamlıyorum.

Refah Partisi Sözcüsü Sayın Arınç konuşmasında, benim, 22 yıl önce, 1974 yılında, Libya'ya yaptığım geziden hareket ederek, burada yaptığım değerlendirmelerle bir çelişki olduğu izlenimini vermeye çalıştı. Bu, çok haksız bir yaklaşımdır; böyle bir çelişki kesinlikle yoktur.

1 Eylül 1974 devrim kutlamaları için, ben, Libya'ya gittim; doğrudur. Libya'ya yardım almak için gitmedim; 1974 Kıbrıs Harekâtında Libya'nın bize gösterdiği yakınlığa, şükran duygularımı da bu vesileyle ifade etmek için gittim; bu da doğrudur. (RP sıralarından alkışlar [!]) Libya'ya gidilmesi yasak değildir, Libya'ya gidilmesi ayıp değildir. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar [!]) Libya'ya gidilmesi kendi başına yanlış bir şey değildir. Ben, Libya'ya gittim. Libya'ya, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin bir mensubu olarak, şerefle gittim; Türkiye Cumhuriyetinin başarılarını hayranlıkla dinlemek isteyen Kaddafi tarafından özel bir törenle karşılandım. Sayın Erbakan'ın o azarları işittiği Sirte'deki o çadırda, ben, 1974 Kıbrıs Harekâtının ayrıntılarını anlattım; bunu hayranlıkla dinleyen Kaddafi'nin alkışlarıyla konuşmam bitti. (CHP sıralarından alkışlar, RP sıralarından alkışlar [!]) Ve ben, orada, Kaddafi'nin, ilk kez bir yabancı devlet adamına tahsis ettiği özel uçağıyla Türkiye'ye döndüm. (RP sıralarından alkışlar [!])

Yani, burada yanlış olan şudur: Libya'ya gidilir; ama, Libya'ya gidip Türkiye'nin tarihi, Türk toplumu, Türkiye Cumhuriyeti hakkında hakaretler dinlenmez. Sayın Erbakan'ın yanlışı, o hakaretlere muhatap olmayı içine sindirmesidir. (CHP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) O hakaretleri sessizce dinleme durumuna düşmüş olmasıdır, onlara gereken cevabı vermemiş olmasıdır; yoksa, Libya'ya gitmiş olmasında yanlış bir şey yoktur...

BAŞKAN - Sayın Baykal... Sayın Baykal... Açıklamayı yapınız... Lütfen...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Sayın Başkan, bitiriyorum, son cümlem.

BAŞKAN - Lütfen... (RP sıralarından gürültüler, sıra kapaklarına vurmalar)

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Ayrıca, benim ve Cumhuriyet Halk Partisinin, Saratoga zırhlısına, Silopi'de yaşanan olaylara tepki göstermediğimiz iddiası da yanlıştır.

BAŞKAN - Sayın Baykal... Sayın Baykal...

DENİZ BAYKAL (Devamla) - Saratoga zırhlısına karşı da, Silopi'de yaşananlara karşı da, ulusal onura değer veren, her ülkeye karşı ulusal onuru koruyan bir anlayış içinde gereken tepki tarafımızdan gösterilmiştir.

Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar, RP sıralarından gürültüler))

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) - Sayın Başkan... Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun Sayın Karamollaoğlu. (RP sıralarından gürültüler)

Arkadaşlar, Grup Başkanvekiliniz bir şey söylemek istiyor. Herhalde, onu siz de dinlemek istiyorsunuz değil mi?

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) - Sayın Başkan, Sayın Baykal, konuşmasında, Sayın Başbakanın, Libya'da söylenen birtakım sözleri içine sindirdiği tarzında bir ifade kullandı. Bunu kabul etmemiz mümkün değil. Müsaade ederseniz, ben de aynı şekilde bu konuda açıklık getirmek için söz istiyorum. Aynı açıklamayı yapmak için kendisi söz aldı...

YUSUF ÖZTOP (Antalya) -Hükümetle Partiyi birbirine karıştırıyorsunuz.

BAŞKAN - Bir dakika...

Sayın Karamollaoğlu, Hükümetiniz adına birazdan konuşulacak.

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) - Müsaade eder misiniz?..

BAŞKAN - Bir dakika efendim.

Siz, yerinizden, bunu...

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) - Grup adına...

BAŞKAN - Efendim, gensoru önergesi Grubunuza verilmedi. Lütfen, olayı usulü içinde götürelim. 1 saat süreyle, Başbakan -istiyorsa- bizzat kendisi ya da görevlendirdiği Bakan konuşacak. Siz, Grup olarak, Başbakan hakkında bu hassasiyetinizi dile getirdiniz ve tutanaklara geçirdiniz.(RP sıralarından gürültüler)

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) - Ancak... Müsaade eder misiniz?.. Bir hususu belirtmek istiyorum. Müsaade edin efendim... Müsaade edin...

BAŞKAN - Bir dakika efendim...

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) - Sayın Baykal, sadece açıklık getirmek için söz aldı.

BAŞKAN - Ben de müdahele ettim o noktada Sayın Karamollaoğlu.

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) - İfadelerinde, doğrudan doğruya hakaretler yağdırarak indi. Bu hakaretini kınıyor, aynen iade ediyorum.

YUSUF ÖZTOP (Antalya) - Otur... Otur...

BAŞKAN - Sayın Karamollaoğlu, Libya ziyaretinin açıklamasından sonra, ben de, konuşmasında, kendisine, gördünüz; müdahale ettim.

TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas) - Aynen iade ediyoruz.

VI. - GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI

VE MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)

A)ÖNGÖRÜŞMELER (Devam)

1. - Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkanı ve Antalya Milletvekili Deniz Baykal ile Grup Başkanvekilleri İçelMilletvekili Oya Araslı, Ankara Milletvekili Önder Sav ve Hatay Milletvekili Nihat Matkap'ın, Hükümetin izlediği ciddiyetsiz ve tutarsız dış politika nedeniyle devletin dış ilişkilerinde küçültücü duruma düşürüldüğü iddiasıyla Başbakan Necmettin Erbakan Hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı konusunda görüşme (11/2) (Devam)

2. - Zonguldak Milletvekili Mümtüz Soysal ve 21 arkadaşının, dış politikanın belirlenme ve yürütülmesindeki tutarsızlıklar nedeniyle devletin küçük düşürüldüğü iddiasıyla Bakanlar Kurulu hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı konusunda görüşme (11/3) (Devam)

3. - Bitlis Milletvekili Kâmran İnan ve 24 arkadaşının, Libya gezisi esnasında Türk Milleti'ne yapılan hakaretlere duyarsız ve tepkisiz kalması nedeniyle devletin dış ilişkilerinde küçültücü duruma düşürüldüğü ididiasıyla Başbakan Necmettin Erbakan hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı konusunda görüşme (11/4) (Devam)

BAŞKAN - Gruplar adına dördüncü konuşmayı, Demokratik Sol Parti adına, Sayın Şükrü Sina Gürel yapacaklar.

Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)

Sayın Gürel, süreniz 30 dakikadır.

DSP GRUBU ADINA ŞÜKRÜ SİNA GÜREL (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli üyeler; Demokratik Sol Partinin gensoru önergesiyle ilgili görüşlerini sunmak üzere huzurlarınıza geldim. Hepinize Grubum adına saygılar sunarım.

Demokratik Sol Partili milletvekillerinin imzaladıkları gensoru önergesinde, genel olarak, bu Hükümetin dışpolitikasının sorgulanması istenilmektedir ve bu politikadan, yalnız Sayın Başbakanın değil, aslında bütün Hükümetin sorumlu olduğu da vurgulanmaktadır; çünkü, gerçekten, bir koalisyon hükümeti de olsa, bu Koalisyon Hükümetinin dışpolitikasının yürütülüşünden, yalnız Sayın Başbakanın değil, bütün Hükümet üyelerinin sorumlu tutulması gerekir.

Demokratik Sol Parti Grubu içerisinde, bu konuda, gensorudan daha hafif geçiştirilebilecek bir denetim usulünün bulunamayacağı kanısına vardık; çünkü, demokratik laik cumhuriyet -bugün Sayın Genel Başkanımın da Grup konuşmasında belirttiği gibi- şimdi, yalnız içeriden değil, dış ilişkilerimiz bakımından da tehlikeye girmek üzeredir.

Aslında, dışpolitikayı, dışpolitikanın yürütülmesini, içpolitikadan ayırmak da mümkün değildir; çünkü, içpolitikayı temellendiren dünya görüşleri, içpolitikayı temellendiren siyasal görüşler, dışpolitikayı da temellendiren görüşlerdir; dolayısıyla, içpolitika ile dışpolitika arasında bir ayırım yapmak da son derece zordur.

Bu Hükümetin neredeyse yüzüncü gününde, daha yüzüncü gününe gelmeden, yüz kızartıcı bir dışpolitika skandalı, rezaleti yaşanmıştır. Refahyol Hükümeti, aslında, yüz gündür, kendisine güvenmiş bulunanların yüzünü ak çıkarmak için de pek bir şey yapabilmiş değildir. Bu gensoru önergesiyle ya da bütün bu gensoru önergeleriyle, Yüce Meclis, bu Hükümetin, dışpolitikadaki başarısızlığını ve geldiği noktayı tartışmaktadır; ama, bugün, Türk Halkı, Refahyol Hükümetinin, aynı zamanda, ekonomide ve devlet yönetiminde tıkandığı yeri de tartışmaktadır.

Sayın Başbakanın gezisi -Kuzey Afrika gezisi, özellikle Libya durağı- bir skandalla, bir rezaletle sonuçlanmıştır ve gerçekten, Türk Halkının ulusal onuru incinmiştir; ancak, bu skandalı, bir kaza olarak görmek mümkün değildir; çünkü, bir görünmez kaza -adı üstünde- önceden ortaya çıkacağı kestirilemeyen bir olaydır. Oysa, Sayın Erbakan'ın Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olarak Libya'da karşılaştığı olay, geldiği, geleceği daha önceden görünen bir skandaldır; çünkü, eğer, böyle bir dışpolitika yürütürseniz böyle bir skandalla karşılaşırsınız ve bu skandal, Libya'da olmaz ama, başka bir yerde mutlaka olacaktır. Göz göre göre, uygulanan dışpolitikanın sonucu olarak ortaya çıkan, uygulanan dışpolitikanın yürütülüş biçiminden ve dayandırıldığı esaslardan ötürü ortaya çıkan bir sonuçtur Libya'da karşılaşılan skandal.

Sayın Başkan, değerli üyeler; dışpolitika, hata kaldırmaz; çünkü, dışpolitikada atılan yanlış adımlar, hükümeti aşan devleti bağlayan, ulusun geleceğini bağlayan sonuçlar doğurur. Bu bakımdan, dışpolitikada yapılan hatalar, belki de içpolitikada ülkeyi yönetmekte yapılan hatalardan daha vahim, daha uzun dönemli sonuçlar doğurur. İşte bunun için, dışpolitikanın yürütülmesiyle ilgili olarak devlet kural ve gelenekleri oluşmuştur. Böyle kural ve gelenekler vardır ve bunlara uyulması gerekir. Dışpolitika ne bu Hükümetin örneğini verdiği gibi bir uyumsuzluk içerisinde yürütülebilir -böyle bir lükse hiçbir hükümet sahip değildir- ne de Sayın Erbakan'ın bir alışkanlık haline getirdiği gibi devlet kural ve geleneklerine aykırı olarak yürütülebilir.

Şimdi, Sayın Erbakan, Hükümet adına konuşacaksa ve Türkiye Büyük Millet Meclisine bu gensorunun görüşüldüğü gün gelecekse ya da onun yerine herhangi bir bakan Hükümet adına bu söylenenlere cevap verecekse, eminim -belki yumuşak bir üslupla- özellikle Libya gezisinin ya da bütünüyle Afrika gezisinin ne kadar büyük bir başarı getirdiğini, ne kadar büyük bir başarı olduğunu hepimize anlatmaya çalışacaklardır. Ancak, ben, Demokratik Sol Parti Grubu adına yapmaya çalıştığım bu konuşmada, somut bazı noktalara değineceğim ve Sayın Başbakanın ya da Sayın Başbakan adına, burada Hükümet adına konuşacak olan değerli bakanın da, bu konulara cevap vermesinin uygun olacağını şimdiden belirtmeyi gerekli buluyorum.

Sayın Başbakan, dışpolitikada, Dışişleri Bakanlığını dışlayarak, Dışişleri Bakanlığıyla herhangi bir ortak hazırlık yapmaya gerek duymadan hareket etmeyi, seyahatlerini, dış gezilerini böyle planlamayı bir alışkanlık haline getirmiştir. Sayın Başbakan, Ankara'da bulunduğu sırada da, yabancı devlet temsilcileriyle yaptığı pek çok görüşmeyi, Dışişleri Bakanlığından herhangi bir temsilciyi bu görüşmelere almadan, yani, devleti kapının dışında tutma alışkanlığını sürdürerek yapmayı tercih edegelmiştir. Bu görüşmeler, Sayın Erbakan'ın yabancı devlet temsilcileriyle yaptığı bu görüşmelerin pek çoğu, tutanaksız olarak yapılmaktadır, yabancı tercümanların aracılık etmesiyle yapılmaktadır ve devletin hafızası bir anlamda zayıflatılmaktadır; bu görüşmeler ve bu temaslar devletin hafızasına yazılmamaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dışpolitika uygulamaları, hükümetlerin sorumluluk taşımadıkları bir alan değildir. Hükümetler, içpolitika uygulamaları konusunda olduğu gibi, dışpolitika uygulamaları konusunda da Türkiye Büyük Millet Meclisinin önünde hesap vermek zorundadırlar ve devlet arşivlerine dayanmadan, resmî tutanaklara geçirilmeden yapılan görüşmelerin oluşturduğu bir dışpolitika konusunda bugünkü Hükümet nasıl hesap verecektir, o konuda benim kaygılarım var.

Ayrıca, Sayın Başbakan, yine, devletin kural ve geleneklerini hiçe sayarak, yabancı ülkelere gittiğinde, devletin kadrolarının, kurumlarının, kendisine verdiği bilgileri tamamen yadsıyan birtakım demeçler vermeyi ve âdeta, yabancı devlet temsilcileriyle yaptığı görüşmeleri, devletin kurumlarının, kadrolarının bilgilerinin tersine niyetlerle yaptığını açığa vurmayı da bir âdet haline getirmiştir. Âdeta, Sayın Başbakan ile devlet arasında bir güven bunalımı var gibidir.

Sayın Başkan, değerli üyeler; bunlar, bugünkü Hükümetin dışpolitikasının yürütülüşüyle ilgili sakıncalardır. Şimdi, bu Hükümetin dışpolitikasını dayandırdığı esasların yarattığı sakıncalara gelmek istiyorum. Ancak, daha önce, bu esasların nasıl oluşturulması gerektiği konusunda bir örnek oluşturacağı için, Sayın Arınç'ın, biraz önce Sayın Bülent Ecevit'le ilgili iltifat dolu sözlerini de, Demokratik Sol Partinin üyesi olarak, nasıl yorumladığımı buradan açıklamak ihtiyacını duyuyorum.

Sayın Arınç, Sayın Ecevit'in 1974'te söylediği sözlerden alıntılar yaparak, aslında, Sayın Ecevit'in temellerini attığı çok yönlü ilişkilere dayanan, yalnızca Batının bütüncül çıkarları çerçevesine sığdırılmayıp dünyanın başka yerlerindeki ülkelerle ve özellikle bölgemizdeki ülkelerle iyi ilişkiler kurulması temellerine dayanan dışpolitikasından ya da dışpolitika esaslarından örnekler verdiler; kendisine teşekkür ederim. (DSP sıralarından alkışlar)

Gerçekten, Sayın Ecevit, 1974'te ve daha sonra 1978'de başbakanken böyle bir dışpolitikayı yürütmüştü. Batı'nın bütüncül çıkarlarının içine hapsolmadan, bölgemizdeki devletlerle iyi, sağlıklı, kalıcı ilişkiler kurma esasına dayalı ve dünyanın öteki bölgelerini de ihmal etmeyen bir dış politikanın yürütülmesinin temellerini atmıştı ve bununla hepimiz övünüyoruz.

Üstelik, Sayın Arınç'ın söylediği, şunu da gösteriyor: Aslında, Refah Partisi, çoğu kez iddia etmesine karşın, dışpolitika anlayışımıza olumlu bir yenilik getiren bir siyasal anlayışa sahip değil. Yani, daha önce yapılmayan bir işi yapmaya kalkışmak, çok yönlü ilişkiler gerçekleştirmek, Türkiye'nin dış-politikasını yalnızca belirli bir çerçevenin içinde kalmaktan kurtarmak iddiası eğer Refah Partisinin iddiasıysa, bunlar, Türkiye'de ilk defa söylenen ve ilk defa yapılan şeyler değil. Sayın Arınç, Sayın Ecevit'in sözlerine atıf yaparak, bunu da, şimdi belirtmiş oluyor. Üstelik, Sayın Ecevit, dış politikasını yürütürken, resmî görüşmelerini yaparken, bugünkü Sayın Başbakanın karşı karşıya kaldığı hakaretler karşısında ve Türk insanının onurunun incitilmesi karşısında takındığı tavır gibi sessiz ve mahcup bir tavır da izlememiştir. (DSP sıralarından alkışlar)

Ben size bir tek örnek vereyim. Sayın Ecevit, 1978 yılında Türkiye Cumhuriyetinin Başbakanı olarak Almanya'yı ziyaret ettiğinde, Alman Başbakanıyla görüşürken, Alman Şansölyesinin Kıbrıs konusunu açmaya niyetlenmesi üzerine -Sayın Arıç, dikkatinizi çekerim- Kıbrıs konusunda olumsuz bir şey söylemesi üzerine değil, Kıbrıs konusunu görüşmek niyetini belli etmesi üzerine "eğer bu konu açılacaksa, bu görüşme burada biter" diyebilmek kararlılığını göstermiştir. (DSP sıralarından alkışlar)

Biraz önce de belirtmeye çalıştığım gibi, zaten, Refah Partisi dışpolitika anlayışında olumlu bir yenilik getirmiyor. Eğer, bir yenilik getiriyorsa Refah partisi, o yenilik de şudur: Refah Partisi, hâkimi olduğu bu Koalisyon Hükümetinin dışpolitikasını din temeline dayandırmak istiyor.

Bu din temeline dayandırma niyetini açmadan önce, genel bir saptama yapmak istiyorum. Dine dayalı siyaset, ateşle oynamak gibidir. Unutulmasın ki, tarihte ve bugün en kanlı insanlık kavgaları, en büyük kıyamlar, savaşlar aynı dinden olan insanlar arasında olmuştur, olmaktadır. Dine dayalı siyaset, birleştirici değil, ayırıcı olur ve yalnız rejimi, laik cumhuriyetin temel dayanaklarını değil, aynı zamanda Türkiye'nin dünyadaki konumunu da tehlikeye sokar.

Sayın Erbakan ve Refah Partisi, dış ilişkilerimizi din temeline dayandırmak istediklerini saklamıyorlar; Refah Partisinin Programına bakarsanız, seçim bildirgelerine bakarsanız, Sayın Erbakan'ın meydan konuşmalarını dinlemişseniz, İslam birleşmiş milletlerini, bugünkü Birleşmiş Milletler yerine koyma iddiasından, İslam ortak pazarı kurma iddiasından, İslam NATO'su kurma iddiasından haberdar olmanız gerekir. Şimdi de Sayın Başbakan, 100 günlük iktidarının 20 gününü "İslam ülkeleri" diye adlandırdığı ülkeleri dolaşmakla geçiriyor. Sayın Başbakan ve bu Hükümet, İslam ülkeleriyle kurulacak ilişkilere önem verdiklerini açıklıyorlar; ama, Orta Asya ve Kafkaslardaki Türk Cumhuriyetlerini ağızlarına bile almıyorlar. Neden; çünkü, Orta Asya ve Kafkasya'daki Türk Cumhuriyetleri, köktenciliğe teslim olmak niyetinde değildir ve laikliğe bu yüzden sıkı sıkıya sarılmaktadırlar. (DSP sıralarından alkışlar)

Bugün, Kıbrıs'ta, tehlikeli bir dönemece girilmiştir; sonunun ne olacağı pek belli olmayan bir dönemece girilmiştir. Yeni bir uluslararası çerçeve içerisine Kıbrıs konusu oturtulmak istenmektedir, bir Avrupa sorunu haline getirilmek istenmektedir, Türkiye'nin Kıbrıs ile ilgili, Kıbrıs'ın bütünüyle ilgili söz hakkı kısıtlanmak istenmektedir ve Kıbrıs Türk halkı, sonunda bir azınlık konumuna düşürülmek istenmektedir. Bu konuda, Sayın Erbakan'ın başkanlığındaki Hükümetin nasıl bir politika izlemek niyetinde olduğu, Kıbrıs ile ilgili ne yapmak istediği henüz belli değildir.

Yine, bugünkü Hükümetin kararsız ve biraz mahçup ve sessiz kaldığı bir konu da Kuzey Irak konusudur. Sayın Erbakan başkanlığındaki bu Hükümetin, bu konuda da herhangi bir olumlu tasarısının, projesinin ya da girişiminin bulunduğunu bilmiyoruz; zaten, herhalde böyle bir girişim de yoktur. Belki de, Sayın Erbakan ve Hükümeti, burayı da, kendi kendine nizama girecek bir İslam toprağı olarak görüp, işi böyle geçiştirmek istiyor; ama, Türkiye'nin çok önemli konularında dışpolitika üretemeyen bu Hükümetin, İslam dünyasıyla iyi ilişkiler kuracağız iddiasıyla ortaya çıkıp, böyle bir dışpolitika yürüterek vardığı yer bugün ortadadır. Türkiye, bu Hükümetin yürüttüğü dışpolitikayla, Balkanlarda, Kafkaslarda, Orta Asya'da ve en önemlisi Ortadoğu'da etkinliğini yitiren bir ülke durumuna gelmiştir.

Bu Hükümetin bir kanadı hayalî bir İslam dünyasına liderlik edebileceğini düşlerken, Türkiye'nin şimdiye kadarki birikimini, dünya sistemi içerisindeki yerini tehlikeye atmaktadır; Hükümetin öteki kanadıysa, içpolitikada olduğu gibi dışpolitikada da Refah Partisinin ardından sürüklenip gitmektedir. (DSP sıralarından alkışlar)

Sayın Başkan, değerli üyeler; dışilişkilerin din temeline dayandırılması, hem Türkiye'nin dünyadaki yerine bir zarar verme istidadındadır hem de bir hayalden ibarettir; çünkü, dışpolitika ortak çıkarlar üzerinde yükselir, dışilişkiler ortak çıkarlar üzerinde yükselir. Sayın Erbakan ve Sayın Refah Partililer, hangi İslam dünyasından, hangi İslam ülkeleri birliğinden söz ediyorlar acaba?! Hangi ortak çıkarlar çerçevesinde İslam ülkesi denilen ülkeler çıkarlarını birleştirebilmişlerdir şimdiye kadar?! Bu ülkeler, hangi ortak çıkarlar çerçevesinde kendilerine bir ortak konum sağlamaya çalışmaktadır dünyada?! Bırakınız İslam devletlerini, Arap devletleri için bile böyle ortak çıkarlardan ve dünya sistemi içerisinde bir ortak konum arayışından, bugün söz etmek mümkün değildir. Dolayısıyla, M7'ler yaratmak, İslam dünyasının liderliğine soyunmak, bir hayalciliğin göstergeleridir ve hayallere dayalı bir dışpolitika olamaz, yürütülemez.

Sayın Başkan, değerli üyeler; ancak, Sayın Erbakan'ın ve Refah Partisinin, son Afrika gezisini yapma, bu geziye çıkma konusundaki ısrarcı ve telaşlı tutumları, yalnızca, hayalciliğin masumiyetiyle de açıklanamaz. Çünkü, belirtiler şunları gösteriyor: Refah Partisinin ve Sayın Erbakan'ın dine dayalı dış siyaset yürüteceklerini açıklamaları, yalnızca çok hayalci olduklarını göstermiyor, aynı zamanda, dünyadaki belirli çevrelerle birtakım ilişkiler kurmak istediklerini ve onlara belirli mesajlar göndermek niyetinde olduklarını da gösteriyor. İşte, işin bu yönü, kanımca, ülke çıkarları açısından daha tehlikelidir. İşin bu yönü, ülkemiz, demokratik, laik cumhuriyetimiz için daha büyük tehlikeler ortaya çıkarmaktadır.

Sayın Erbakan ve genel olarak Sayın Refah Partililer, birtakım çevre ve kişilerle -burada, karanlık dememek için karanlıkta kalan demeyi tercih ediyorum- karanlıkta kalan özel ilişkiler kurmayı sürdürüyorlar. Örneğin, Sayın Başbakan, Mısır Devlet Başkanına, Mısır'da, resmî rejim tarafından terörist örgüt olarak bilinen, tanınan Müslüman Kardeşler Örgütüne, Mısır Hükümetinin hoşgörülü davranmasının gerekliliğinden söz edebiliyor. Örneğin, Tunus'ta, rejim karşıtı, terörist olarak tanınan biriyle Sayın Erbakan, kapalı kapılar ardında özel bir görüşme yapabiliyor. Örneğin, Libya'daki İslama Çağrı Cemiyetinden, Refah Partisine bir çek geldiği konusunda kanıtlar var ortada ve Refah Partisi Kongresine de kendi ülkelerinde rejim karşıtı olarak tanınan birtakım İslamcı fraksiyonların liderleri konuk olarak çağrılabiliyor.

Bu ilişkilerin karanlık niteliğini belirtmeye çalışırken "karanlık" sözcüğünün iki anlamını da kastediyorum. Bunlardan bir tanesi, aydınlık nitelikli olmayan, Türk toplumunu, çağdaş ulus olmaktan geriye götürmek, ümmet, aşiret yapmaya yönelen ilişkiler anlamına karanlık ilişkilerdir. Öteki de gerçekten gün ışığından uzak, gizli kapaklı kurulan ilişkiler anlamına karanlık ilişkilerdir.

Sayın Başbakan, Libya ve Nijerya'ya giderken, hatta Mısır'ı da bu geziye katmak için son derece telaşlı ve aceleci davranırken, Mısır'a kendisini davet ettirmeyi de büyük bir çabayla istemiştir ve görünen o ki, Mısır Devleti, bu geziyi resmî bir gezi olarak kabul etmediğini de belirtmiştir. Acaba, böyle bir telaş içerisinde ve istenilen bir zaman süresi içerisinde Libya'ya ve Nijerya'ya gitmekte Sayın Başbakanın birtakım özel gerekçeleri, özel nedenleri mi vardı sorusu da ister istemez insanın aklına geliyor. Çünkü, eğer, böyle olmasaydı, Sayın Başbakanın akılcı bir karar verip Libya'ya gitmemesi gerekirdi.

Şimdi, yeniden Sayın Arınç'a döneyim: Sayın Arınç, Sayın Ecevit'in 1974'teki Libya ile ilgili sözlerini hatırlatırken, o zaman, Sayın Ecevit'in, Libya'nın dost bir ülke olduğunu söylediğini belirtti. Bugün de Libya dost bir ülkedir. Libya Halkıyla, Türk Halkı arasında dostluktan başka bir alışveriş zaten olamaz; ama, Sayın Erbakan'ın bu dönemde, şu konjonktür içerisinde Libya Devlet Başkanı Sayın Kaddafi'nin daha önce Libya'da yarattığı bir rezalet ve Türk Halkına açıkça hakaret etmesi ortada dururken gitmesi büyük hataydı. Çünkü, Sayın Erbakan, bütün sorumlu devlet ve siyaset adamları tarafından uyarılmıştı, Dışişleri Bakanlığı tarafından uyarılmıştı; ama, yine de, Libya'ya ve Nijerya'ya gitmeyi seçti. Eğer, bu uyarılar yetmiyor idiyse, Sayın Erbakan'ın önünde, eylül başında; yani, bu geziden bir ay kadar önce, hem de Sayın Gül'ün ve bir başka bakanımızın da hazır bulunduğu bir toplantıda Kaddafi'nin Türkiye ile ilgili söylediği sözlerin metni de duruyordu; ama, Sayın Erbakan, yine de dayanamadı ve Libya'ya ve Nijerya'ya bu geziyi düzenledi.

Herhalde, özel nedenleri olmasa, Sayın Erbakan bu geziyi yapmazdı diye düşünmekten insan kendisini alamıyor ve işte, tam bu özel nedenler konusu insanın aklına takılınca da, 4 Ekim tarihli Eşşems Gazetesini açıp okumak gerekiyor; çünkü, bu Eşşems Gazetesi, özgür ülkelerde yayımlanan herhangi bir gazete gibi, özgür bir iradeyi ve kamuoyunun bir bölümünün görüşlerini yansıtan bir yayın organı değil, Eşşems Gazetesi, Libya Devlet Başkanı Kaddafi'nin görüşlerini yansıtan bir gazetedir ve bir resmî yayın organı niteliğindedir de onun için.

Bu Eşşems Gazetesinin 4 Ekim tarihli sayısında bir yorum var. Başlığını Sayın Yılmaz daha önce okudu ve bazı alıntılar yaptı; ama, ben, zamanınızı almak pahasına bunu okumak niyetindeyim. Türk Hükümetinin Başkanı Olarak Değil Uluslararası Halk Komutanlığında Seçkin Bir Üye Olarak Hoş Geldin Necmettin Erbakan başlığında bir yazı ve şöyle deniliyor "Necmettin Erbakan, Türk Hükümetinin başkanı olarak karşılanmamalıdır. Türkiye, Atatürk dönemiyle birlikte İslamdan ayrılarak laik bir ülke olmuştur. İşte, bu nedenledir ki, Refah Partisi gibi bir İslamî parti veya Erbakan gibi dindar bir adamın laik Türkiye'yi yönettiğine inanmamız mümkün değildir." Eşşems'in buraya kadarki yorumlarına diyecek hiçbir şey yok. Eşşems, ondan sonra şöyle devam ediyor: "Erbakan'ı, lider Kaddafi'nin liderliğini üstlenmiş bulunduğu İslam Halk Liderliğinde önde gelen bir üye olarak karşılamalıyız. Erbakan bu liderliği ziyaret etmeye gelmiştir. Bu da oldukça doğaldır ve hiç kimse tarafından yadırganmamalıdır." Belki bazıları yadırgamayabilir; ama, biz yadırgıyoruz, Türk halkı yadırgıyor. (DSP sıralarından alkışlar)

Yine bu özel ilişkilerden söz ederken, Libya Devlet Başkanı Kaddafi'nin, çadırdaki o ünlü söylevini bitirirken söylediği sözlere de değinmek istiyorum. Kaddafi şöyle diyor: "Zaten Erbakan ile bir toplantımız daha var, kendisiyle İslam Halk Komutanlığı Kongresinin toplantısına gidiyoruz. Erbakan da bu komutanlığın üyesidir." Ve buradan, Sayın Erbakan ile birlikte, iki saatlik, başbaşa bir toplantıya gidiyorlar. Herhalde, işte bu İslam Halk Komutanlığının toplantısı olsa gerek. Bu İslam Halk Komutanlığı nedir derseniz, İslam Halk Komutanlığı şudur: Libya'nın resmî bir kuruluşu olan, Libya Devletinin kurduğu bir cemiyet olan İslama Çağrı Cemiyeti var; hani, şu çeki Refah Partisine yolladığı kanıtlanan cemiyet... (RP sıralarından gürültüler)

AHMET DOĞAN (Adıyaman) - Ayıptır...

ŞÜKRÜ SİNA GÜREL (Devamla) - Ve bu cemiyetin, bir uluslararası örgüt olarak oluşturduğu ve Libya Devlet Başkanı Kaddafi'nin başkanlığını yaptığı, Sudan, Tunus, Cezayir gibi ülkelerin dinci grup ve partilerinin üye oldukları bir uluslararası örgüttür bu İslam Halk Komutanlığı denilen örgüt.

Şimdi, Libya Devlet Başkanının ve Eşşems Gazetesinin yorumunu birleştirirsek; yani, Kaddafi'nin, bu İslam Halk Komuta Örgütünün Başkanı olduğunu düşünürsek, o zaman bir soru daha geliyor aklımıza; acaba Sayın Kaddafi ile Sayın Erbakan arasında bir ast-üst ilişkisi mi vardı? (DSP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Gürel, son dakikanız içerisindesiniz.

ŞÜKRÜ SİNA GÜREL (Devamla) - Şimdi, aslında Sayın Erbakan ile Libya Devlet Başkan Sayın Kaddafi arasında böyle bir ast-üst ilişkisi var mıydı; onu bilemeyiz, onu, kendisine sormak gerekir.(RP sıralarından gürültüler) Ama, Libya Devlet Başkanı_

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Gürel, eksüre veriyorum. Sanıyorum, siz de bu eksüreye duyarlı olacaksınız.

Buyurun.

ŞÜKRÜ SİNA GÜREL (Devamla) - Sayın Erbakan ile Libya Devlet Başkanı arasında bir dostluk olduğunu Sayın Erbakan'ın kendisi de söylüyor. Zaten, bu Libya'daki İslam Halk Komutanlığına üye olduktan sonra, Sayın Erbakan, sekiz dokuz defa Libya'ya gitmiş gelmiş ve Kaddafi ile görüşmüştür ve Kaddafi, kanımca, Türkiye'yi yorumlarken, Türkiye'yi yorumlayan, Türk tarihini ve Türk halkını aşağılayan sözlerini söylerken, Sayın Erbakan'ın önünde de bunu yaparken, bir dost meclisinde bunu söylermiş gibi söylemiştir ve işin vahim tarafı odur ki, Sayın Erbakan, Libya Devlet Başkanının bu sözlerini de, bugüne kadar cevaplandırmış değildir.

Aslında, bu özel ilişkilerle ilgili söylenecek başka sözler de var; ama, Sayın Erbakan'ın, Libya ve Nijerya gezileriyle ilgili olarak; yani, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının, dünyadan dışlanmış, kara para aklamak ihtiyacında olan, neredeyse terörist ilan edilmiş bu iki devlete ziyaretiyle ilgili olarak, doğrusu, birtakım özel nedenler kaygısı, kuşkusu Türk halkında da vardır ve bugün, Hükümet kararnamesi de imzalanmamış bulunduğuna göre, belki de Libya Devlet Başkanı Sayın Kaddafi'nin söylediği doğrudur ve Sayın Erbakan, Libya'ya, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin Başbakanı olarak değil de, İslam Halk Komutanlığının bir üyesi olarak gitmiştir.

Sözlerimin bu noktasında ve sonunda, değerli Doğru Yol Partili milletvekillerine seslenmek istiyorum. "Biz olsaydık yumruğumuzu masaya vururduk" gibi sözlerle, bu Hükümetin dışpolitikasının ve Kuzey Afrika gezisinde ortaya çıkan skandalın sorumluluğundan kurtulmak mümkün değildir. Ellerimizi, böyle, masalara vurmak için değil, bu gensoru önergesine olumlu oy vermek için kullanalım. (DSP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Aydınlık bir Türkiye geleceği için ellerimizi kaldıralım.

Demokratik Sol Parti olarak, bu gensoru önergesinin gündeme alınması için oy vereceğiz ve Demokratik Sol Parti Grubu olarak umuyoruz ki, bu gensoru, Sayın Erbakan'ın deyimiyle, hayırlara vesile olur da, bu hayalci Hükümet gider ve yerine, ülke sorunlarını ve dünyayı gerçekçi bir gözle değerlendirebilecek yeni bir hükümetin kurulması için kapı açılır.

Yüce Meclise en derin saygılarımla. (DSP, ANAP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Gürel.

Gruplar adına son konuşma için, Doğru Yol Partisinden Sayın Ali Rıza Gönül; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)

Sayın Gönül, süreniz 30 dakikadır.

DYP GRUBU ADINA ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Meclisinizi, şahsım ve Grubum adına saygıyla selamlıyorum.

Bugün, 3 muhalefet partisi milletvekillerince verilen gensoru önergelerindeki iddiaların tartışıldığı ve Yüce Heyetinize sunulduğu, öngörüşmeyi icra etmekteyiz. Şu ana kadar, grupları adına görüşen ve görüşlerini Yüce Heyetimize sunan değerli konuşmacıların iddialarını, mesajlarını, Doğru Yol Partisi olarak bize yönelttikleri soruları aldık. Tabiî ki, önümüzdeki süre içerisinde hem iddiaları hem de bize sorulan soruları cevaplandırmaya gayret edeceğim.

Hiç şüphe yok ki, devlet ve hükümet başkanlarının ve hükümet üyelerinin dış gezilerinin, ülkelerarası siyasî, sosyal, kültürel ve ekonomik alanlarda, yoksa yeni ilişkiler tesis etmek, varsa, güçlendirmek amacıyla yapıldığı hepimizin malumlarıdır. Bu ziyaretler, özünde egemenlik haklarına saygı, içişlerine karışmama, toprak bütünlüğünün korunması gibi temel ilkeler doğrultusunda yapılmakta ve karşılıklı çıkarlar gözetilmektedir.

Değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti Devleti büyük ve bölgesinde güçlü bir ülkedir; çevresindeki yakın ve uzak tüm ülkelerle olan münasebetlerini hep bu açıdan ele almış ve bu anlayış üzerine tesis etmiştir. Bu ilkeler, dışpolitikamızın yerleşmiş ve gelenekselleşmiş temel çizgisidir. Kısacası, Büyük Atatürk'ün "yurtta sulh cihanda sulh" prensibinin ifadesidir.

Bugüne kadar, hiç şüphe yok ki, cumhurbaşkanlarımız, başbakanlarımız diğer ülkelere temel politikalarımız doğrultusunda ziyaretlerde bulunmuşlardır. Diğer ülkelerin devlet başkanları ve başbakanları da ülkemizi ziyaret etmişlerdir. Gayet tabiî ki, bu ziyaretlerde, biraz önce yukarıda ifade ettiğim gözetilmesi gereken temel ilkelerin yanı sıra, en azından, diplomatik nezaket ve zerafetle birlikte, misafire saygı ve hoşgörülü yaklaşım, her zaman esas olmuştur. Aslında, bu tavır, ülke ve devletlerin büyüklüğünün ifadesidir, büyüklüğünün işaretidir.

Buraya kadar, bunları niye söyledim; tabiî ki, bir şeyi ifade etmek, daha doğrusu, doğru olanı ifade ederken, yapılmış yanlışı da vurgulamak istedim. Doğru olan, ülkelerarası münasebetlerde, yukarıda saydığım ve ortaya koyduğum kurallara karşılıklı uymaktır. Yanlış olan, bu ve bunlara uymamaktır ki, tek cümleyle terbiyesizlik ve saygısızlıktır; kısacası, haddini bilmezliktir ve haddini aşmaktır.

Değerli milletvekilleri, gensoru önergelerine gelelim ve olayı, kısaca irdelemeye, kısaca açıklamaya çalışayım: Hükümet Programımızın bir bölümünde "başta yakın komşularımız olmak üzere, İslam ülkeleriyle ikili ekonomik ve ticarî ilişkilerimizin geliştirilmesi ve istikrarlı bir yapıya kavuşturulması için, önümüzdeki dönemde gerekli tedbirler alınacaktır" denilmektedir. "Bir bölümünde" dedim; çünkü, diğer bölümlerinde Türkî devletler, Balkan ülkeleri, Avrupa Birliği ülkeleri, müttefikimiz ülkelerle olan münasebetlerin kapsamı ve amacı ele alınmaktadır.

Burada, bir konuya değinmek istiyorum: Şurası bir gerçektir ki, Doğru Yol Partisi ile Refah Partisini Hükümet olmakta bir ve beraber tutan temel çerçeve, her iki siyasal parti arasında imzalanan ve 54 üncü Koalisyon Hükümetine hayat veren protokoldür; bu protokolün ilkelerinin Koalisyon Hükümetinin vazgeçilmez, ortak, uzlaşma zeminini teşkil ettiğidir.

Her zaman ve her zeminde ifade ettiğimiz gibi, Doğru Yol Partisi, devletimizin üniter yapısından en ufak bir taviz veremez. Doğru Yol Partisi, Atatürk ilke ve inkılaplarının sahibidir. Doğru Yol Partisi, laikliğin teminatıdır. Doğru Yol Partisi, sosyal hukuk devletinin ve manevî değerlerin, inanç ve ibadet hürriyetinin inançlı savunucusudur.

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Kaddafi'ye gir biraz, Kaddafi'ye...

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - Değerli milletvekilleri, Sayın Erbakan, Hükümet Programı ve Protokolünde belirlenen bu esasler içerisinde İran'ı ziyaret etmiş, Mısır, Libya ve Nijerya'yı kapsayan bir dış geziye çıkmıştır. Gezi sonucu, bu ülkelerle ticaret anlaşmaları, ortak ekonomik yatırımların teşvik ve korunması ve geliştirilmesi gibi sözleşmeler imzalamıştır.

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Kararname imzalamış!..

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - Özellikle, bu gezi öncesi, Sayın Erbakan'ın İran'ı veya Libya'yı ilk defa ziyaret eden bir Hükümet Başkanı olarak algılanmasını yanlış bulduğumuzu ifade etmek istiyorum. Geçmişte, hepimizin malumu olduğu üzere, devlet başkanları, hükümet başkanları, hatta, hükümet üyeleri, çeşitli vesilelerle bu gezilere katılmışlardır. Özellikle, bu ziyaret öncesi, gerek basınımızda gerekse muhalefet sözcülerinin basın demeçlerinde konu, doğruluk yanlışlık, zamanlı zamansız gibi çeşitli açılardan ele alınmış ve yorumlanmıştır. Olaya bu ve bu açılardan yaklaşmanın doğruluğunu ve yanlışlığını Yüce Heyetinizin ve yüce milletimizin takdirine bırakıyoruz.

Burada, bölgesel gelişmeler ve uluslararası değerlendirmeler açısından, ziyaretlerin zamanlama yönüyle doğruluğu ve yanlışlığı tartışılabilir. Doğru Yol Partisi olarak, bu gezinin, zamanlama açısından yanlışlığını ve uygun koşulları taşımadığını kamuoyuna birçok kereler ifade ettiğimizi belirtmek isterim.

Bilindiği üzere, bu ziyaretler sırasında, üzülerek belirteyim ki -önergelerde ifadesini bulan- ulusumuzu, devletimizi inciten, üzen sözlere maruz kaldık. Bu saygısızlığı yapan ülkenin Başkanını bu kürsüden kınıyoruz.

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Oy verme!.. Oy verme!..

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - Ev sahibi olmanın yükümlülüğünü idrak edemeyen, asgarî terbiye ve nezaket kurallarını çiğneyen Kaddafi'yi buradan kınıyoruz.

Bu olay, şüphesiz hepimizi derinden üzmüş ve yaralamıştır. Diplomatik kuralları böylesine hiçe sayan, misafirine ve şahsında temsil ettiği ülkeye suçlamada bulunan lider, aslında hem kendini hem de devletini küçültmüştür.

Burada, biraz evvelki konuşmaları sırasında, Sayın Baykal ve Sayın Cem, Doğru Yol Partisine bir soru yönelttiler; bizi, Sayın Erbakan'ı ve Koalisyon ortağımız Refah Partisini korumak ve kollamakla itham ettiler. Biz, inanıyoruz ki, ne Refah Partisinin ne de Sayın Erbakan'ın bizim korumamıza ihtiyaçları yoktur. (RP ve DYP sıralarından alkışlar) Kendileri, tabiî ki bu kürsüden gerekli cevapları vereceklerdir.

NİHAT MATKAP (Hatay) - Erbakan verecek mi?..

METİN ŞAHİN (Antalya) - Bu söz bile bir korumadır.

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - Türkiye Cumhuriyeti Devleti büyüktür, diplomatik yönüyle büyükelçisini geri çekmiştir. Sayın Dışişleri Bakanı, Genel Başkanımız, derhal bu terbiyesizlik ve saygısızlık karşısında büyükelçimizi geri çekmekle ilk cevabı vermiş ve tavrını koymuştur. (CHP sıralarından alkışlar [!] ) Hadsiz olana haddini bildirmiş, Devletimiz, uluslararası diplomatik teamüllere uygun olarak tavrını ortaya koymuştur. Ayrıca, Dışişleri Bakanlığı 7 Ekim 1996 tarihinde bir basın açıklaması yayınlamıştır. Bu açıklamada "Libya liderinin, Türkiye'nin etnik yapısı konusunda gerçeklere ve sağduyuya aykırı beyanlarda bulunmasının yadırgandığını; bir yabancı hükümet yetkilisinin, Türkiye'nin içpolitikasına taalluk eden konularda fikir yürütmeye kalkışmasının yakışıksız olduğu, evvelce de bu tür beyanlarına tanık olduğumuz Libya liderinin, bundan böyle, ülkemiz hakkında daha dikkatli bir üslup benimseyerek Türk Milletini rencide edecek beyanlardan kaçınmaya özen göstermesini beklediğimiz" belirtilmiş ve vurgulanmıştır.

Değerli milletvekilleri, hepimizin malumudur ki, olayın gensoru haliyle ele alınması, konuyu, ortak tavır koyma ve tepki göstermenin ötesine taşımıştır. Hassasiyetiniz, hepimizin ortak hassasiyetidir; devletimizi ve milletimizi incitecek her saygısızlığa tepki göstermek ortak tavrımızdır ve ortak tavrımız olmalıdır; ama, siyasî sonucu Hükümeti düşürmeye yönelik gensoru ile ortak tepki göstermeyi birbirinden de ayırmamız gerektiğine inanıyoruz. Telin etmekse beraberiz; kınamaksa kınamakta da beraberiz; mütecavizin haddini bildirmekte yine beraberiz ve beraber olmalıyız. Devletimizin, milletimizin onurunu hiç şüpheniz olmasın ki, biz koruruz, sizinle birlikte koruruz; bu, bu Meclisin ortak tavrı olmalıdır diyoruz; ama, bunun arkasında ve ötesinde Hükümeti düşürmek hedefleniyorsa -ki, gensoruyla siyaseten ve hukuken bu amaçlanmıştır- buna katılmıyoruz; çünkü, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve milleti bir belirsizliğe, iktidar kaosuna ve boşluğuna terkedilemez ve bırakılamaz. Gerçekçi ve uygulanabilir hiçbir hükümet modeli ortaya konulmadan Hükümetin düşürülmesi tek kelimeyle belirsizliktir ve kaostur.

Burada, Sayın Baykal, biraz evvel, Doğru Yol Partisine hitaben şu sözleri söylediler: "Alternatifsizliği bir kenara bırakın, siz, Doğru Yol Partisi olarak, alternatif hükümet modelinin arayışı içinde olun veya bu arayışlara katılın" Sayın Bakanım, bilemiyorum, aynen bu şekilde mi ifade ettiniz...

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Evet.

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - Sayın Bakanım, inanıyorum ki, bu Mecliste, Doğru Yol Partisinin özverili hükümet arayışı içerisine girdiğini en iyi bilenlerdensiniz. Doğru Yol Partisinin, daha önceki hükümet modeli içinde bulunmak ve o hükümet modelinin güvenoyu alması için yaptığı fedakârlığı en iyi bilenlerdensiniz. 53 üncü Hükümetin kuruluşunu takiben, Doğru Yol Partisinin ve Sayın Genel Başkanı Çiller'in üçlü, olmazsa, dörtlü hükümet arayışları içerisinde çırpındığını en iyi bilen sizsiniz.

Biz, Doğru Yol Partisi olarak, siyaseten ve bu memleketi, bu milleti düşünen insanlar olarak, üzerimize düşeni fazlasıyla yaptığımız kanısındayız; ama, yeniden, bir belirsizliğin içerisinde, yeniden bir iktidar boşluğu ve kaosu içerisinde hükümet arayışı içerisine girerek, birilerinin veya bazı insanların siyasî geleceklerini korumak veya kurtarmak gibi tarihî bir sorumluluğumuzun olmadığını ve böyle bir taahhüdümüzün de bulunmadığını bu kürsüden ifade etmek istiyorum. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

ALİ HAYDAR ŞAHİN (Çorum) - Sizi göreve çağırıyoruz.

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - Onun içindir ki, Doğru Yol Partisi, gensoruların arkasına takılıp gidemez. Ne Kaddafi'nin bu Hükümeti yıkmasına ne de gensoruların arkasına takılıp, bu Hükümetin düşürülmesine sorumluluk anlayışı içinde katılamaz ve fırsat veremez.

Burada, biraz evvel, önerge sahibi olarak konuşan Sayın Cem "Türkiye sevdalısı bir hükümet istiyoruz" gibi, kanımca talihsiz bir söz sarf ettiler; yani, bu Hükümetin ve bu çatı altında güvenoyu alacak hükümetlerin, Türkiye sevdalısı olduğundan şüpheniz mi var Sayın Cem?

MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) - Biraz öyle oluyor...

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - Eğer siz, bunu tersinden alırsanız, bu Hükümete güvenoyu vermiş milletvekillerinin, Türkiye sevdasından ve Türkiye sevdalısı olduğundan şüpheniz mi var? (DYP sıralarından alkışlar)

Ama, ben inanıyorum ki, siz, bu sözlerinizle, bunu amaçlamamıştınız; çünkü, ben ve biz, biliyoruz ki, bu çatı altında görev alan her milletvekili arkadaşım ve güvenoyu almış her hükümet, Türkiye sevdalısıdır; bunu belirtmeyi de, bir görev kabul ediyorum. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, tekrar ifade ediyorum ki, Doğru Yol Partisi, laik düzene; Doğru Yol Partisi, Atatürk ilke ve inkılaplarına; Doğru Yol Partisi, üniter devlet yapısına, sosyal hukuk devleti anlayışına ve Doğru Yol Partisi, inanç ve ibadet serbestisine ve hürriyetine sahiptir ve bunların savunucusudur.

ADİL AŞIRIM (Iğdır) - "Sahip değil" diyen yok ki!..

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - Tümüyle protokole aykırı davranış ve icraat gördüğünde ne yapar diye sorarsanız; sizin gensorunuzun arkasına takılmaz; ama, bu Hükümeti, o zaman, Doğru Yol Partisi kendisi yıkar; bunu, herkesin böyle bilmesini istiyoruz.

EMİN KUL (İstanbul) - Olur mu Türkiye sevdalısı Hükümeti yıkmak.

ALİ RIZA GÖNÜL (Devamla) - Bu sebeple, gensoruların gündeme alınması isteğine katılmadığımızı; Doğru Yol Partisi Grubu olarak, gensorulara ret oyu vereceğimizi belirtir, Yüce Heyetinizi en derin saygılarımla selamlarım. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Gönül.

Sayın Gül, sanıyorum, Hükümet adına, Bakanlar Kurulu adına siz konuşacaksınız; buyurun efendim. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

Sayın Gül, süreniz 60 dakikadır.

METİN ŞAHİN (Antalya) - Nerede Başbakan? Böyle şey olur mu canım!.. Başbakan yok, Dışişleri Bakanı yok; böyle laubalilik de az görülür.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; 54 üncü Hükümetimizin dışpolitikasıyla ilgili, Sayın Başbakanımız ve Bakanlar Kurulumuzu hedef alan, Bitlis Milletvekili Sayın Kâmran İnan ve arkadaşlarının, Sayın Mümtaz Soysal ve arkadaşlarının ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun verdiği gensoru açılmasına ilişkin önergeleri üzerine, Hükümetimizi temsilen söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce, başta Sayın Başkan ve Yüce Meclisimizin siz değerli üyelerini saygıyla selamlıyorum. (RP sıralarından alkışlar)

Değerli arkadaşlar, bu gensoru önergelerini veren arkadaşlarımıza, Hükümetimize bu açıklamaları yapma imkânını verdikleri için de ayrıca teşekkür ediyorum; çünkü, gensoruda sözü edilen konularla ilgili bizlere açıklama fırsatı vermişlerdir. Gazetelerin çarpık, yalan ve tamamen hayali bilgilerinin dışında, en azından, burada, neler olup neler bittiğini sizlere anlatma imkânımız olmuştur; bu açıdan kendilerine teşekkür ediyoruz.

AHMET ALKAN (Konya) - İyi okumamışsınız demek ki Sayın Gül...

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Şimdi, uzun süredir, önerge sahibi arkadaşlarımızı dinledik; grupların temsilcilerini dinledik. Daha önce de, tabiî, elimizde yazılı olan gensoru önergeleri var. Önce, müsaade ederseniz, bu yazılı gensoru önergeleriyle ilgili fikirlerimi kısaca söylemek istiyorum.

Sayın Kâmran İnan ve 24 arkadaşı adına verilen önerge, gerçekten, tamamen hamasi duyguları içeren ve laf olsun diye verilen bir önerge. Sayın Bülent Arınç arkadaşımın da dediği gibi, kendilerinin konuşmasını burada çok dinledik, birçok kitaplarını okuduk, herhalde önergeye bir itibar vermek için onun ismi konulmuş; tamamen boş, tamamen hamasi ve tamamen ciddiyetten uzak bir önerge, bunu söylemek istiyorum. (RP sıralarından alkışlar)

Sayın Mümtaz Soysal'ın önergesi, tabiî, daha dikkatle kaleme alınmış ve ciddî. Orada, Hükümet içinde tutarlı bir dışpolitika çizgisinin izlenilmediği söyleniliyor; Dışişleri Bakanlığının birçok konuda devre dışı bırakıldığı iddia ediliyor. Bunlarla ilgili görüşlerimizi biraz sonra vereceğim; ama, bunların hiçbirisinin de gerçekle alakası yoktur.

Üçüncü gensoru önergesiyse, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına verilmiştir. Burada, üzülerek belirtmek isterim ki, son yıllarda, içinden üç tane Dışişleri Bakanı çıkarmış bir parti grubunun önergesine hiç benzemiyor kaleme alınış şekli. (RP sıralarından alkışlar) Tamamen, gazete kupürleri alt alta getirilmiş ve konulmuş, alakasız şeyler yazılmış... Halbuki, şu andaki grubunda bile üç eski Dışişleri Bakanı barındıran bir grup, dışişleriyle, dış politikayla ilgili çok daha ciddî bir önerge hazırlayabilirdi. Gensorunun hemen başında, arkadaşlarımız, tamamen gündemini kaybetmiş bir meseleye giriyorlar; Malezya'daki Müslüman Kadın Parlamenterler Toplantısıyla ilgili bir meseleyi gensorularında dile getiriyorlar ve bunun için, Hükümetin düşürülmesini istiyorlar; sanki, bunun için buraya gelmiş gibi. Halbuki, bu konuyu üç ay önce çok konuştuk.

Bilgilerinize sunmak için tekrarlamak istiyorum. Malezya'dan Refah Partisinin Genel Merkezine faksla bir davet aldık; Malezya'da tertiplenen, gönüllü kuruluşların, parlamenterlerin organize ettiği bir toplantıya bizim de heyet göndermemizi istiyorlar. Ben de Refah Partisinin dışişlerinden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olarak, Meclis üyesi hanım arkadaşlarımızdan müteşekkil bir heyeti gönderdim. Daha sonra öğrendik ki, aynı davet Türkiye Büyük Millet Meclisimize de yapılmış ve Meclisimizin çok değerli hanım milletvekilleri Malezya'ya gitmişler. Durum ortaya çıkınca hemen Malezya'da Meclisimizi temsil eden heyetin Başkanı İmren Hanımı, oradaki Büyükelçimizi ve bizim oradaki parti heyetimizi arayıp "bir kargaşanın olmamasını" söyledim. Bu konuyla ilgili de, burada, bütün grupların grup başkanvekillerine bilgi vermiştim; mesele buydu.

Şimdi, böyle bir gensoruya, -yani Hükümeti düşürmeye davet ediyorsunuz- üç ay önce bu kadar açıklanmış, ortaya çıkmış bir konuyu getirip koymanın ciddiyetini doğrusu hiç anlayamadım. Dediğim gibi...

HASAN HÜSEYİN CEYLAN (Ankara) - Malzemesizlikten.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Belki de odur; ama, tamamen laf olsun diye verilen bir gensoru. Çok daha ciddî bir gensoruyla gelinebilirdi.

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) - Dostlar alışverişte görsün!..

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Sayın Başkan, değerli arkadaşlar; bu izahlardan da görüleceği gibi, bu önergeler...

METİN ŞAHİN (Antalya) - Sen mi takdir edeceksin ciddiyetini?..

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Vallahi söyledim, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu şu anda üç Dışişleri Bakanı bulunduruyor. Gensorunuzu okudunuz mu bilmiyorum, okursanız göreceksiniz. (RP sıralarından alkışlar) Ben, kendi açımdan, size onu yakıştıramadım.

METİN ŞAHİN (Antalya) - Cumhuriyet Halk Partisi üyesi değilim.

BAŞKAN - Sayın Şahin, lüften... Sayın Bakan konuşsun...

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - O zaman, sizi hiç ilgilendirmiyor, siz ne diye soruyorsunuz?.. (RP sıralarından "Bravo"sesleri, alkışlar)

METİN ŞAHİN (Antalya) - O Dışişleri Bakanlarının hepsi şu anda parlamenter değil...

BAŞKAN - Sayın Şahin, lütfen, Sayın Bakan konuşmasını müdahalesiz yapabilsin... Lütfen...

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Peki, şimdi, sormak istiyorum: Hükümetimize karşı bu düşmanca muhalefetin, bu asabiyetin ve bu hiddetin sebebi nedir?.. Gensoruların içeriğine baktığımız zaman, mademki, tutarlı, böyle Hükümeti düşürmeye davet edici ciddî bir şey olmağına göre, bu asabiyetin, bu hırçınlığın ve bu muhalefetin sebebi nedir; tabiî ki, iktidar mücadelesi; gayet açık bir şey. Elinizden kaçırdığınız fırsatı ve kıymetini bilmediğiniz halka hizmet etme imkânını kaybetmiş olmanın öfkesinden başka bir şey değil bu; gayet açık... (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Halbuki, siz de icraatınıza devam edebilirdiniz ve halka hizmet nasıl edilirmiş gösterebilirdiniz. Biz, üç aydır bunu yapıyoruz, üç aydır gece gündüz çalışıyoruz; üç aydır, sizin bundan önceki iktidarınızda ancak birkaç kez toplayabildiğiniz Bakanlar Kurulunu en az 10 kez topladık, saatlerce oturup konuşuyoruz ve her toplantının neticesinde...

NEJAT ARSEVEN (Ankara) - Boşa...

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Boş mu, değil mi; onu halkımız biliyor. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Onu millet biliyor... Milletin içine çıkarsanız, o zaman görürsünüz boş olup olmadığını... Halkımızın refahı için, halkımızın biraz nefes alması için getirdiğimiz tedbiri milletimiz biliyor.

Dolayısıyla, bunun bir hırçınlığı içerisindesiniz ama, bunun ölçüsü kaçıyor, muhalefeti burada yapmak lazım. Şu anda, muhalefet, aslında, Meclis içinde değil açıkçası, dışarıdaki çeşitli mihraklar tarafından yapılıyor. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) O mihraklar da, biliyorsunuz ki, Hükümetimizin aldığı tedbirlerle, halkı sömüren musluklarının birazcık sıkılmaya başlamasından dolayı bu feryadı yapıyorlar. (RP sıralarından "Bravo" sesleri alkışlar) Yoksa, ne Hükümetimizin ne bizim Libya'ya gitmemizden ne İran'a gitmemizden... Eğer, o sömürü musluklarına hiç ellemesek, Libya'ya da gitsek, Mısır'a da gitsek, İran'a da gitsek hiç umurlarında değildir onların; bu, bu kadar açıktır. (RP sıralarından alkışlar)

Dolayısıyla, bu seyahatlardan önce başlamıştı bu muhalefet ve maalesef, görüyoruz ki, dün, sizler hakkında olmadık yalanları, bugünkü Anamuhalefet Partisi Başkanımız hakkında olmadık yalanları, iftiraları, hakaretleri yapan insanları da çok çabuk unuttunuz ve onları ziyaret edip, onlarla beraber olmaya başladınız.

YAVUZ KÖYMEN (Giresun) - Onlarla siz beraber oldunuz.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Bilirsiniz hangi gazeteler olduğunu; çok çabuk unuttunuz. Ha, ama, biz, onlara karşı şerbetliyiz açıkçası. (RP sıralarından alkışlar) Çünkü, onların yalanlarına millet o kadar itibar etmiyor ki, bakın, size hemen göstereyim: Sayın Başbakanımız, biliyorsunuz, Afrika seyahatinden döndükten sonra İcraatın İçinden Programında bir konuşma yaptı ve bütün bu yalanları, iftiraları ve düzmece haberleri orada gayet açıkça ortaya getirdi. O konuşmasını çarşamba günü akşam 9'da yapacaktı; televizyonlara da bilgi verdik; fakat, daha sonra öğrendik ki, o gün bir millî maçımız var; son anda onu erteledik. Ertesi günü -perşembe günü- çıkan, Türkiye'nin en çok satan gazetelerinden birisi "Yalan Rüzgârı" diye manşet attı ve içinde "Erbakan, İcraatın İçinden Programında yaptığı konuşmada safsatalar, yalanlar söyledi, halkı aptal yerine koydu" diye manşet yaptı ve bu gazete perşembe günü Türkiye'de satıldı.

HASAN HÜSEYİN CEYLAN (Ankara) - Skandal!

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Sizin bu gensorularınıza kaynak olan gazeteler bunlar!..(RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Sizin, Hükümetimiz hakkında, burada, tamamen tutarsız, tamamen yalanlara... Sizin suçunuz yok; açık söyleyeyim; sizin suçunuz var, ama, az; çünkü, bu açıklamaları biz yapmadan, Sayın Başbakanımızın İcraatın İçinden Programı televizyonlarda yayınlanmadan ve biz de gerekli cevapları vermeden önce bu gensoruları takdim ettiniz.

AHMET PİRİŞTİNA (İzmir) - Sizin Hükümetiniz geri çekti büyükelçiyi.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Tabiî ki, Türkiye'deki baskı karşısında, gelip, ne oldu ne bitti diye büyükelçimizden bilgi almak istemiştir Dışişleri Bakanlığımız.

A. ZİYA AKTAŞ (İstanbul) - Sizin resminiz de fotomontaj mıydı?!

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Bakın... Dinleyin...

Sizin bütün bilgi kaynaklarınız ve kol kola olduğunuz budur işte. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bu gazete perşembe günü yayınlandı, Türkiye'de satıldı ve burada diyor ki: "Dün gece, Erbakan, İcraatın İçinden Programında konuştu ve şunları dedi." Erbakan, perşembe günü konuştu, bildiğiniz gibi. Dolayısıyla, değerli arkadaşlarım, kaynaklarınız ve bilgileriniz sağlam olsun; böyle mahcup duruma düşmeyin.

Herkesin bildiği gibi, uzun bir siyasî kaostan sonra ve bunalımdan sonra -Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi- Hükümetimizi kurduk, Temmuz 1996 tarihinde de sizlerden güvenoyu aldık. Demokratik kurallar içerisinde, çerçeve içerisinde kurulmuştur bu Hükümet ve halkımıza bir nefes aldırmıştır; bir huzur, barış ve istikrar gelmiştir. Aslında, büyük, tarihî bir uzlaşma da gerçekleşmiştir Türkiye'de. Tam tersine, Türkiye'nin kutuplaştığı, bizim asabiyetimizin artık halkımıza yansıdığı bir dönemde, bu büyük uzlaşmayı gösterdik ve Hükümetimiz büyük bir başarıyla da devam etmektedir.

Tabiî ki, ülkemizin büyük problemleri vardır. Bunların bazıları kronik problemlerdir. Bunların bir günde, bir ayda, hatta bir senede çözümlenmesini herhalde kimse beklemez; ama, önemli olan, trendin, gidişin iyi olup olmadığıdır; problemlerin azalıyor mu, çoğalıyor mu olmasıdır ve biz inanıyoruz ki -bunu, tabiî ki, nihayette millet takdir edecektir- çalışmalarımız neticesini vermektedir ve verecektir; göreceğiz. Bunlar, rakamlara da yansıyacaktır.

Terörle mücadele akıllı ve etkili bir şekilde devam ederken, ekonomik problemlerimizi de çözüp halkımıza nefes aldırmak için gece gündüz gayret içerisindeyiz.

Terörle mücadelenin başarısı, sadece Türkiye içinde alınacak önlemlerle ilgili değildir; bunu takdir edersiniz; bunu herkes biliyor. Bu sebeple, öncelikle çevremizdeki ülkelerle, İran, Irak, Suriye ile diyalogları geliştirip, sıkı bir temas içerisine girdik. Şuna inanıyoruz ki, bir ülke komşusuyla devamlı kavgalı, devamlı düşmanca tavır içerisinde oldukça o ülke içerisinde kalkınma gerçekleşemez. Dünyanın hangi ülkesine bakarsanız bakın, o ülkeler, önce çevresiyle barışı, huzuru temin etmiştir, karşılıklı güveni oluşturmuştur ve ondan sonra ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmiştir; Almanya'da da bu böyle olmuştur, Japonya'da da böyle olmuştur, Malezya'da, Endonezya'da da böyle olmuştur. Şu anda bunu gerçekleştirmek için, Hükümetimiz, etrafında bir güven çemberini oluşturmak için bu ülkelerle devamlı temas halindedir; ama, hayretle karşıladım, burada, bu ülkelerle görüşmeyi, konuşmayı bile suç telakki edercesine bir tavır konuldu. Bırakınız, düşmanınızla bile konuşursunuz neticede; ama, onu hangi çizgiye getirdiğinizdir önemli olan. Bu konuşmalar neticesinde, eğer, Türkiye lehine bir noktaya getirebiliyorsanız çevrenizdeki ülkeleri, önemli olan budur; ama, konuşma, sus, konuşma, görüşme... Ama, aynı anlayışı, başka ülkeler söz konusu olduğunda, Batılı ülkeler söz konusu olduğunda, maalesef, görmüyoruz.

Bu çerçevede, dışpolitikamız, güvenlik politikamız, birbirini tamamlayan bir görünüm arz etmektedir. Şüphesiz ki, hükümetlerin tek ve ortak bir dışpolitikası vardır. Dolayısıyla, Hükümetimizin de sadece bir dışpolitikası vardır. Söylenildiği gibi, çift başlı veyahut da işte, farklı farklı dışpolitikalar... Bunlar, uyum içerisinde görülen Hükümetin içinde nasıl bir çatlak çıkarırız diye ileri sürülen fikirlerden başka bir şey değildir.

METİN ŞAHİN (Antalya) - Ortağınızı uyutun, uyutun!..

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Şüphesiz ki, dışpolitikalar tespit edilirken, Hükümetin, Hükümetin dışındaki birçok kurumun, bunların hepsinin katkısı olacaktır ve vardır da. Neticede, tabiî, bunu uygulayan da, Dışişleri Bakanlığıdır; ama, bazı arkadaşlarımız o kadar ileri gitmektedirler ki, sanki, siyasî iradenin politika tespitinde hiç söz hakkı yokmuş gibi bir hale getirmektedirler. Sanki Başbakan, sanki Dışişleri Bakanı, sanki siyasî iktidar kendilerine dikte ettirilen yahut da kendilerine söylenilen her şeyi kabul edeceklermiş... Böyle bir şey söz konusu değil. (RP sıralarından alkışlar)

Neticede, güvenoyunu sizden aldık, bu Meclisten aldık; Meclisten alırken ortaya koyduğumuz bir dışpolitika tercihimiz vardır; bu hedefleri göstermek Hükümetindir; bunu uygulamak da, tabiî ki, Dışişleri Bakanlığının değerli bürokratlarınındır; ama, bazılarınızda şu anlayışı görüyorum ki, Dışişleri Bakanlığımızın bürokratlarının yerini değiştirmeye kalkıyorsunuz âdeta. Demokratik ülkelerde böyle şeyler söz konusu değildir. Siyasî irade, hükümet, hedefleri tespit eder; hangi ülkeye gidilecekse onu o tespit eder, Başbakan tespit eder, bakan tespit eder; onun en başarılı olmasını da, muhakkak ki, Dışişleri Bakanlığımızın değerli diplomatları temin eder ve bu yapılmaktadır. (RP sıralarından alkışlar) Dolayısıyla, Hükümetimizin dışpolitikası gayet açık ve berraktır. Türkiye'nin menfaatlarını ve çıkarlarını korumak ve yükseltmek, Türkiye'nin tarihten gelen potansiyelini harekete geçirmek ve rekabet gücünü artırmak için çok yönlü bir politika izlenmeye başlanmıştır.

Türkiye, bir yandan Batılı müttefikleriyle siyasî ve ekonomik anlaşmalar ve işbirliği içerisindedir. Avrupa ile Gümrük Birliği Anlaşması yapılmıştır ve devam etmektedir. Kuzeyimizde, Karadeniz İşbirliği Teşkilatıyla büyük çıkarlarımız söz konusudur ve doğumuzda, Asya'da ekonomik işbirliği teşkilatı içerisinde olan ülkeler ve özellikle Türk Cumhuriyetleriyle ilişkilerimizi geliştirmek, kuvvetlendirmek ve çıkarlarımızı korumak istiyoruz. Aynı şekilde, güneyimizde de -İSEDAK dediğimiz- İslam ülkeleriyle ve bunlarla ekonomik anlaşmalar çerçevesinde ilişkilerimizi daha da geliştirmeye gayret ediyoruz.

Şimdi, bu gerçekler ortadayken, bazı çevreler, Türkiye'yi o kadar kısır bir çerçeve içerisine oturtma gayreti içindedirler ki, âdeta, Türkiye'nin sadece Avrupa ile ilişkili olmasını öngörür düşünceler içindedirler; sanki, dünyada Avrupa'dan başka bir dünya yokmuş gibi bir hava içerisindedirler; sanki, Doğu'ya gidince, ille, aynı anda bir de Batı'ya gitmeniz gerekiyormuş gibi! Doğu'ya gidiyorsunuz, sonra da Batı'ya gidebilirsiniz... Şimdi Afrika'ya gidiyorsunuz, sırası gelir, ondan sonra da kuzeye gidebilirsiniz ve bunu defalarca, Sayın Başbakan da, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı da, herkes açıklamıştır; demişlerdir ki: Bizim, Doğu'ya gitmemiz, İslam ülkeleriyle temas içerisinde olmamız veyahut da Afrika'ya gitmemiz, herhangi bir yere cevap anlamına kesinlikle gelmez ki; herhangi bir yerle ilişkilerimizi, Avrupa ile ilişkilerimizi, Batılı müttefiklerle ilişkilerimizi kopartma veyahut da, onlara bir cevap teşkil edeceği anlamına gelmez ki, böyle bir şey söz konusu değil.

Afrika'ya biz gittik... Peki, şu anda, Amerika da Afrika'yı dolaşıyor... Başbakanımız Nijerya'ya gitti diye suçlandı; Amerikan Dışişleri Bakanı Tanzanya'ya gidiyor; evet, Afrika'daki ülkeleri dolaşıyor. Dolayısıyla, bunlar, eğer, birinin yerine alternatif gibi konuluyor, birinin yerine ikame ediliyorsa, o zaman belki itiraz edebilirsiniz ve yanlıştır; ama, böyle bir şey söz konusu değildir. Senelerdir ihmal ettiğimiz bir dünyaya, o ihmal ettiğimiz, ihmali gidermek istiyoruz. Bundan tabiî ne olabilir, anlamıyorum!..

Sayın milletvekilleri, müsaadenizle, günlerdir basında ve muhalefette yaygarası kopartılan, Sayın Başbakanımızın Uzakdoğu ve Afrika gezileriyle ilgili bazı bilgileri aktarmak istiyorum. Zaten, bildiğiniz gibi, bu geziler başlamadan önce bu tenkitler gözü kapalı başlamıştı; fakat, daha önce, şu gerçeğin altını çizmek istiyorum: Ülkemizin ekonomik problemlerinin halledilebilmesi ve halkımızın refaha ulaşabilmesi için, dışödemeler dengemizin sağlıklı bir yapıya oturtulması gerekmektedir. Bunun yolu da daha çok ticarettir, daha çok ticaret hacmidir ve daha çok ihracattan geçmektedir. Tabiî, bunun için de, Türkiye'nin, yeni ihracat imkânlarına, yeni ihracat alanlarına, pazarlarına ihtiyacı vardır.

Türkiye, tarihte yapmış olduğu açılımı, maalesef, bugün yapmamıştır. Malezya'yla, Endonezya'yla, bizim geçenlerde gittiğimiz Nijerya'yla Türkiye'nin ilişkileri taa 1500'lü yıllarda başlamıştır. Şu anda Malezya'nın beşinci Başbakanı iktidardadır; Malezya'nın üçüncü Başbakanı bir Türk'tü. Osmanlılar zamanında gidip oraya yerleşen ve oradan gelen bir aile; bunu da hiçbir zaman saklamadılar, "ben Türküm" diye övünen bir insandı. Endonezya'ya giderseniz, aynı şekilde, taa o zamandan gidip yerleşen Osmanlılar vardır.

İngilizler, Nijerya'yı işgal etmek isteyince, 1500 küsur yıllarında, onlara garanti veren Osmanlılar olmuştur. O zamanlar bu açılımı yapan tarihimiz, o zamanki devletimiz karşısında, bizim, bugün, buralarla ilişkilerimizin ne kadar zayıf olduğunu görürseniz, ne kadar ihmalkâr olduğumuz ortaya çıkmaktadır.

Şimdi, biz, buralarla, bu ilişkileri geliştirip, ticaret hacmimizi, ihracatımızı artırmak istiyoruz; çünkü, dışticaretimiz negatif olarak, çok ciddî bir şekilde açık vermeye başlamıştır ve tehlikeli bir eğilim içerisindedir. 1994 yılında 5,2 milyar dolar olan dışticaret açığı, 1995 yılında 14 milyar dolara çıkmış, 1996 yılında 20 milyar dolar civarına ulaşmış ve tedbir alınmazsa, 1997 yılında dışticaret açığının 21 milyar dolara çıkma tehlikesi vardır. İşte, yeni ihracat imkânlarını değerlendirmek ve siyasî işbirliğimizi de kuvvetlendirmek için, Sayın Başbakanımız, 250 kişilik büyük bir heyetle; yanında bakanlar, milletvekili arkadaşlarımız, Türkiye'nin en saygın işadamları, basın mensuplarıyla bu ülkelere ziyarette bulunmuşlardır. İlk ziyaret de, İran, Pakistan, Singapur, Malezya ve Endonezya'yı içine alan Uzakdoğu gezisi olmuştur.

Şimdi bir hatırlayın... Bu seyahat başlamadan evvel kopartılan fırtınaları, bu geziyi âdeta başarısız kılmak için çıkarılan yalan, yanlış ve hatta ülkelerin haysiyetini kıracak yayınları bir hatırlayın. Bu geziye katılan Anavatan Partimizden, Demokratik Sol Partimizden -maalesef, Cumhuriyet Halk Partisi katılmadı- arkadaşlarımızı bir dinleyin; bu geziler nasıl cereyan etti ve bu gezilerde hepimizin göğsü nasıl kabardı...

Şimdi, bu geziler yapılırken, çok büyük televizyon kanallarımızdan biri "Erbakan, Endonezya'ya gidiyor, korsanlar ülkesine gidiyor" diye yayın yaptı; ama, eminim ki, o yayınları yapanlar oraya gidince mahcup oldular. 100 milyonluk Müslüman bir ülkeye gidiyorsunuz. Başkenti Cakarta, Amerika'nın Manhattan'ını geçmiş, insanı hayretler içinde bırakacak modernlik içerisinde.

Malezya'ya gittik; havaalanından şehre kadar 30 kilometre boyunca, Türk bayraklarıyla bütün şehri süslediler. Her yerde Türk Bayrakları ve Başbakanımızın resimleri dalgalandı.

YAVUZ KÖYMEN (Giresun) - Libya'da ne oldu?..

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Geleceğim Libya bahsine.

İran'a gittik. Şimdi, İran seyahatimizi, inanın, Batılılar, buradaki muhalefetten daha iyi anladılar. (RP sıralarından alkışlar) Evet, Alman Dışişleri Bakanı Kinkel "bundan normal ne olabilir" diye, ısrarla, üst üste demeçler verdi. Siz ve buradaki bazı basın, maalesef, bu geziyi başarısız göstermek için elinden geleni yaparken, Amerika Birleşik Devletlerinde çıkan en büyük dergilerde, gazetelerde yazılar, makaleler yayımlandı "Türkiye'nin üzerine gitmeyin; Türkiye, bu geziyi yapmak zorundaydı" diye; çünkü, biliyorlar... Adamlar söylediler; CNN'de yorumlar yapıldı "Türkiye İran'a gitmek zorundaydı" diye. Niçin; yaptıklarımız belli... Önce, bir komşumuz... Ne İran'ı oradan yok edebilirsiniz ne Türkiye'yi buradan yok edebilirsiniz; ikimizin de çıkarınadır dost olmak, ikimizin de çıkarınadır iyi ilişkiler içerisinde olmak. Bu iyi ilişkileri kurmak için gidilmiş ve ayrıca, tabiî ki, ekonomik çıkarlarımız söz konusu.

1985 yılında, Anavatan Partisi iktidardayken, Rahmetli Turgut Özal Başbakanken, sadece İran'a ihracatımız 1,2 milyar dolardı ve bizim o zaman toplam ihracatımız 12 milyar dolardı. Irak'a ihracatımız 1,3 milyar dolardı o zaman. Evet, ilişkilerimiz bu noktadaydı. Bugün, bu, 200-300 milyon, 400 milyon dolar seviyesine düşmüş.

Sonra, doğalgaz var, enerji var İran'da. Yirmibeş yıldır konuşulan; fakat, imzalanamayan anlaşmayı imzaladık. Bugün, Türkiye, doğalgazda, tabiîgazda sadece Rusya'ya bağımlı. Bu bağımlılıktan Türkiye'yi kurtarmak için uğraştıysak ve İran'la bu anlaşmayı yapmışsak kötü mü olmuştur?!.. (RP sıralarından alkışlar) Şimdi, İran'dan gelecek doğalgaz önce Doğu Anadolumuzu, sonra güneyi, Orta Anadolu'yu, buraları bir enerji deposu haline getirecek. Buraların sanayisine ucuz enerji girecek, buraların şehir kirliliği bir anda gidecek. İran'la doğalgaz anlaşmasını imzaladıysak kötü bir şey mi yaptık?

Sonra, başka bir boyutu da var bunun: Biliyorsunuz, Türkmenistan, dünyanın en zengin doğalgazına sahip ve Türkmenistan'la Tahran arasındaki boru hattı yapılıyor şu anda ve biz, Türkmenistan-Tahran-İran üzerinden, Türkiye ve Avrupa'ya kadar Türkmenistan doğalgazını göndereceğiz. Kötü mü yaptık bu anlaşmaları yapmakla? (RP sıralarından alkışlar) Bunlar gerçekleşirse Türkiye'nin zararına bir şey mi olur?

ŞÜKRÜ SİNA GÜREL (İzmir) - Bu anlaşmalar daha önce yapıldı.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Daha önce yapılamadı...

Bakın, şimdi sizin söylediklerinize geleceğim. Siz, doğrusu, beni sukutu hayale uğrattınız yaptığınız konuşmayla. Şimdi, bakın, o bahse geleceğim. Daha önce, yirmi senedir konuşuldu; ama, yirmi senedir bu anlaşma imzalanamadı. Anlaşma imzalanacağı zaman, aranızdan dönen bakan arkadaşımız -şimdi muhalefetin içerisinde milletvekili; çok daha iyi bilir baskılara nasıl boyun eğildiğini- "Hükümetimiz şahsiyetli bir dışpolitika yapacak" dedi, değil mi? İşte, şahsiyetli bir dışpolitika yapıyor. (RP sıralarından alkışlar)

Anlaşmaları yapılmıştı. Daha önceden de dediğim gibi, tabiî ki, ilk defa bu Hükümet yapmamıştır, bundan önceki hükümet de bunları hep konuşmuştur.

Şimdi, ticaret hacmimiz 2,5 milyar dolara çıkacak diye anlaşma yapmışız. Türkiye'nin, değerli, en çalışkan işadamlarıyla İranlı işadamları gelmiş, 500 kişinin katıldığı toplantılar yapılmış ve devletin dışında, özel sektör orada birçok anlaşmalar imzalamış. Bunlar kötü mü olmuş İran'a gitmekle?!. Bunun da ötesinde, İran'la yayımladığımız bildiride, terörle mücadele etmek için işbirliği yapılacağı ve terörü Ortadoğu'dan kazımak için ne gerekirse yapılacağı anlaşmaya yazılı olarak konulmuştur.

Şimdi, bununla ilgili, tabiî, çeşitli görüşmeler yapılmaktadır; güvenlik kuvvetlerimiz bir araya gelmektedirler ve muhakkak ki, bu, bir anda neticesi alınacak bir iş değildir; ama, şunu herkes biliyor ki, güvenlik kuvvetlerimiz de, İran'la olan ilişkilerimizin iyileştirilmesinden memnundurlar; çünkü, neticede, çıkar hepimizin çıkarıdır ve bunun neticeleri de alınmaya başlanmıştır. Geçen hafta içerisinde, bu anlaşmalar çerçevesinde, bizim güvenlik birimlerimizin ikazı üzerine, İran sınırımızda operasyonlar yapmıştır.

Biz, bu işbirliğinin daha iyi neticeler vereceğine ve terörü ortadan yok etmekte müşterek hareket edeceğimize inanıyoruz; çünkü, stratejik olarak, İran'ın da, Türkiye'nin de bu terörden çıkarı yoktur. Eğer, İran'ın bundan bir çıkarı söz konusu olsaydı, o zaman, tabiî ki, ortada yapacak bir şey olmazdı.

Şimdi -üzülerek söyleyeyim ki- bazı gazeteci arkadaşlarımız, oradan da yalan yanlış haberler verdiler: MİT'le ilgili, istihbaratla ilgili şeyler... Şimdi, düşünebiliyor musunuz, bir ülkenin bir başbakanı, yabancı bir ülkede olacak ve beraberinde bulunan heyetlerle birlikte orada bir konuşma yapacak ki, kendisinin başkanı olduğu teşkilatları oralarda şikâyet edecek. Bunlara nasıl inandınız ve bunları buraya nasıl taşıdınız, hayret ediyorum doğrusu. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Bakın, bu arkadaşlar daha neler dediler: İran'la gizli görüşmeler yapıldığını, Dışişleri yetkililerinin görüşmelere alınmadığını söylediler, değil mi? İran Başbakanıyla yapılan toplantıların -uzun toplantılar yapıldı; büyük heyetler halinde karşılıklı oturduk- hepsinde Dışişlerimizin mensupları vardı. Cumhurbaşkanı Rafsancani'yle yapılan toplantı vardı; notlar alındı; tabiî, orada da Dışişleri temsilcimiz vardı. Daha da ötesi, İran'da, sizin en çok ilginizi çekecek, en hassas toplantı hangisidir; dini lider Hameyni ile yapılan toplantıdır, değil mi? Orada da vardı Dışişleri temsilcimiz; not alınmıştır; ama, ben, şimdi, bunlar vardı dememiş olsaydım, hepinizin kafasında, buralara Dışişleri yetkilileri sokulmamıştır ve bunlar gizli kapılar arkasında yapılmıştır intibaı vardı; çünkü, buraya her şey önyargılı olarak yansıtıldı ve yansıtan arkadaşlar da utandılar aslında; çünkü, kendileri şahit oldular her şeye.

Size şunu söyleyeyim: Gidilen her yerde Başbakanın heyeti, büyük bir sevgiyle karşılanmıştır; normalde, heyetin bir bakan tarafından karşılanması gerekirken, meydanlarda, havaalanlarında askerî merasimlerle karşılanmıştır, başbakanlar gelmişlerdir. Bunlar, olağandışı olmuştur. Tabiî ki, bu, sadece bizim Başbakanımıza veya heyetimize değil, Türkiye'ye karşı gösterilen sevgiden ve Türkiye'ye karşı gösterilen önemden dolayıdır.

Bakın, Pakistan'da, Singapur'da, Malezya'da, Endonezya'da çok anlaşmalar yapılmıştır; Türkiye'nin çıkarı için ekonomik anlaşmalar yapılmıştır. Pakistan'la, müşterek savunma anlaşması yapılmıştır, birçok ihracat bağlantıları yapılmıştır, ortak imalatla ilgili kararlar alınmıştır; Singapur'la da önemli görüşmeler yapıldı.

Burada, Cumhuriyet Halk Partisinin Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal -eğer yanlış hatırlamıyorsam- Singapur'da Devlet Başkanıyla görüşülmedi dedi. Singapur'un bir Cumhurbaşkanı vardır, çok semboliktir ve onunla görüşme hiç de mutat değildir. Biz değil, hiçbir yabancı heyet onunla görüşmemiştir ve bizim de öyle bir talebimiz olmamıştır zaten; çünkü, fiilî olarak orada devletin başı başbakandır ve cumhurbaşkanı sadece semboliktir, hiçbir ülkenin başbakan heyeti de gidip onunla görüşme yapmamıştır; mutat değildir yapan varsa da. Dolayısıyla, bizim böyle bir talebimiz söz konusu olmamıştır; ama, maalesef, Türkiye'de yine gazetelerde "Erbakan, Singapur Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilmedi" diye manşet atılabilmiştir; siz de, maalesef, onu buraya çıkarıp burada söyleme yanlışlığını yaptınız.

Değerli arkadaşlar, bildiğiniz gibi, Sayın Başbakanın ikinci ziyareti aynı mahiyette bir heyetle Afrika'ya olmuştur. Afrika'ya ziyaretten önce, aynı kasıtlı ve aynı önyargılı tavırdan dolayı, yani, körü körüne muhalefet yapmaktan dolayı, yani, iktidar mücadelesini vermekten dolayı, yine yer yerinden oynamıştır.

Şimdi, bildiğiniz gibi, önce Mısır'a gittik; başta Mısır, Libya ve Nijerya... Tabiî, ben, bunlara niçin gidildiğini anlatacağım. Yalnız, Mısır'la ilgili yalanlar nasıl başlamıştır? Bildiğiniz gibi, havaalanından normalde saat 15.30-16.00'da hareket edileceği planlanmıştır -iki saat geç- 18.00'de hareket edilmiştir.

AYHAN GÜREL (Samsun) - Neden 18.00'de hareket ediliyor?!.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Şimdi söyleyeceğim.

...ve öbür gün gazetelerde manşet şuydu: "Erbakan'ın gezisi skandalla başladı. Niçin iki saat geç çıktı, niçin Mısır Başbakanı, Erbakan'ı havaalanında bekletti?"

Tamamen yalan, böyle olmadı. Yazılı olan bir programa göre, bizim heyetimiz, Mısır'a akşam inecek ve Mısırlı bir devlet bakanı heyetimizi havaalanından alacak, otele götürecek, istirahate alacak ve öbür gün sabahleyin Kahire'nin içerisinde merasim yapılacaktı, resmî kabul yapılacaktı. Mısır Başbakanı bizi arayarak "biz, Türkiye'ye verdiğimiz önemi ve size duyduğumuz sevgiyi göstermek için havaalanına gelmek istiyoruz, havaalanında merasim yapmak istiyoruz ve bizzat ben, sizi, havaalanında karşılamak istiyorum; ama, biz de, Devlet Başkanı Mübarek'le bir baraj açmak için -Mısır'ın güneyinde, en altında- Assuan'dayız.. Bizim için büyük bir olay, büyük bir barajın açılışını yapıyoruz. Eğer Ankara'dan iki saat geç çıkarsanız biz de Kahire'ye dönme imkânı bulacağız ve sizi havaalanında karşılayacağız" dediler. Peki, böyle bir durumda siz ne yaparsınız; ülkeniz adına sevinmez misiniz? Bir Başbakanın, program dışı, gelip, sizi havaalanında karşılama teklifi karşısında "hayır" mı dersiniz?!. Biz de "evet" dedik tabiî.

METİN ŞAHİN (Antalya) - Bir hafta önceden belliydi program.

DEVLET BAKANI ABDULAH GÜL (Devamla) - Dinle, dinle... Geleceğim oraya da... Dinle... (RP sıralarından alkışlar)

Ne oldu; üzüldünüz anlaşılan. Sevinecek miydiniz, ne olacaktı? Yani, orada merasim yapılması, gelip de Başbakanın, Başbakanı, havaalanında uçağın kapısında karşılaması sizi çok mu üzdü yoksa? (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

AYHAN GÜREL (Samsun) - Bayrağa da sevgilerini! ilettiler.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Tabiî, bunları kıskandığınız için böyle yapıyorsunuz, açık söyleyeyim. Tabiî kıskanıyorsunuz gösterilen ilgileri...

Şimdi, bakın, onu da söyleyeceğim size: Türk Bayrağı, Mısır'da her yerde dalgalandı. Mısır Devlet Başkanı Mubarek'in sarayının tepesinde Türk Bayrağı günlerce dalgalandı.

HASAN GÜLAY (Manisa) - İkinci gün...

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Evet.. Bunu sakladılar sizden; ama, Mısır'ın kendi protokolü... Her ülkenin kendi protokolü var.

METİN ŞAHİN (Antalya) - Onu Sayın Başbakan yardımcısına söyle.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Devlet başkanları gelince direğe bayrak çekeriz diyorlar.

Şimdi, bakın söyleyeyim size; siz yoktunuz, gelmediniz...

AHMET PİRİŞTİNA (İzmir) - Onu Tansu Hanıma söyle.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - ... siz bağnazlık yaptınız, maalesef, geziye katılmadınız; katılsaydınız görürdünüz orada ne olup bittiğini. O havaalanının terminalinde, o direkteki bayrağın 10 misli büyüklükte bayrak dalgalanıyordu; aynı havaalanında. Bir kasıt olmuş olsaydı o bayrak orada durmazdı. (RP sıralarından alkışlar)

Şimdi, Sayın Baykal, burada ...

AHMET PİRİŞTİNA (İzmir) - Türkiye'nin gündemine bayrak meselesini soktunuz.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Dinle dinle, öğreneceksin daha.

..."resmî görüşme değil" dediler, sonra da "Mısır'a gittiniz, ekonomiyle, ticaretle ilgili hiçbir anlaşma yapmadınız" dediler; doğrusu, ben, hayretle karşıladım; tabiî, hem çok büyük bir partimizin genel başkanları hem de Dışişleri Bakanlığı yapmışlar.

Şimdi, bakın, Türkiye-Mısır Ortak Ekonomik Teknik ve Ticaret Komitesi 6 ncı toplantısı protokolü yapıldı, imzalandı; toplantı üç saat sürdü; başbakanlar da bulundu, ilgili bütün bakanlar da bulundu. İsterseniz bunun sayfalar dolusu kocaman dosyası orada; getireyim sizlere; nasıl söylediniz anlamıyorum. Türkiye-Mısır Arasında Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunması Anlaşması imzalandı.

ERDOĞAN TOPRAK (İstanbul) - Temenni mahiyetinde.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Türkiye-Mısır Arasında Ticaret Anlaşması imzalandı. Türkiye-Mısır Arasında Mahkeme Kararlarının Tanınması ve Tenfizi Sözleşmesi imzalandı.

HAKAN TARTAN (İzmir) - 500 bin işçi gönderdiniz mi?

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Şimdi "Mısır'a gittiniz de bir ticaret anlaşması imzalamadınız" dediniz; hayret doğrusu.

Şimdi, size şunu da söyleyeyim: "Resmî değil, işte, Mısır Büyükelçisi açıklama yaptı" dediniz. Mısır Büyükelçisiyle konuştunuz mu bilmiyorum; konuşmadınız; çünkü, adamı bunalttı Türkiye'deki gazeteciler. Adam açıklama yapa yapa bıktı ve illallah dedi; sadece o değil, bütün büyükelçilerin yaptığı gibi.

YAVUZ KÖYMEN (Giresun) - Libya'ya gel.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Şimdi, bakın, taraflararasında, Kahire'de yapılan müzakereler sonucunda, metnin üzerinde mutabakata varılan ortak basın bildirisinde "Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Ekselans Profesör Doktor Necmettin Erbakan, Mısır Arap Cumhuriyeti Başbakanı Ekselans Doktor Kâmil El Ganzuri'nin daveti üzerine, 2-4 Ekim 1996 tarihleri arasında, Kahire'ye resmî bir ziyaret yapmıştır" ifadesi var ve bu şekildedir. (ANAP ve DSP sıralarından gülüşmeler)

Niye gülüyorsunuz? Siz, o gazete kupürüne inanmaya devam ederseniz bu şekilde mahçup olursunuz. (RP sıralarından alkışlar)

HASAN GÜLAY (Manisa) - İmzalandı mı? İmzalandı mı?

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - İmzalandı, tabiî imzalandı... Siz orada bekleyin...

HASAN GÜLAY (Manisa) - Ne zaman imzalandı?

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Bak, bir dakika dur.

HASAN GÜLAY (Manisa) - Sayın Bakan imzaladı mı?

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Siz orada bekleyin şimdi, ben, bu dediğim 4 anlaşmanın metnini size göndereyim; mahcup olursunuz. Bilmediğiniz şeyleri, mahcup olacağınız şeyleri çıkıp konuşmayın burada.

HASAN GÜLAY (Manisa) - Ben onu demiyorum, Sayın Bakan imzaladı mı?

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Sonra, bu gazetecilerin, arkadaşların hepsi, bize orada gösterilen büyük ilgiye şahit oldu. Devlet Başkanıyla birbuçuk saat süren görüşme yapıldı ve çok iyi bir görüşme oldu, Türkiye ile Mısır arasında güveni tazeleyen. Türkiye ve Mısır'ın, beraberce, bu bölgede çok önemli rol oynayabileceklerini orada gösterdik ve bu, olağandışı bir görüşmeydi; birbuçuk saat ve çıkınca kendisi söyledi. Yani, bir Başbakan, bir Devlet Başkanıyla birbuçuk saat görüştü. Bu, büyük bir şeydi.

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) - Anlamazlar onlar.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Sonra, güzel şeyleri yansıtmadılar. Bizimle beraber dolaşan Mısır'ın Enerji Bakanı "ben Türküm" diye övünüyordu; adam Herekeli, bizim Adapazarı civarından.

MUSTAFA İLİMEN (Edirne) - İzmit'ten.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Evet, İzmit. Adam övünüyor ve bunu saklamıyor, herkesin içinde söylüyor. Şimdi, bir tane de güzel bir şeyi nakledin Allah için. İlle de çırpındı bazıları ki, burada bir skandal olsa da onu Türkiye'ye nakletsek diye.

HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) - Patronlar öyle istiyor.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Bunların kimseye bir faydası yok.

Mesela, orada çok güzel bir Türk Şehitliği vardı. Atalarımız gitmiş, oraları çok müdafaa etmişler ve orada şehit olmuşlar. Şehitliğimizi ziyaret ettiğimizde, maalesef, çok üzüldük ki, çevresinde büyük bir çöplük vardı. Başbakanlarına söyledi Başbakanımız; o gün akşam üstü oranın çevresi temizlendi ve tertemiz bir bahçe haline getirildi -evet, Türkiye'de olsa belki beceremeyiz bunu- ve akşam da giderken bizi götürdüler gösterdiler. Biraz da bunları söyleyin Allah için. Yani, ille de bir skandal aramanın Türkiye'ye ne menfaatı var?!

MUSTAFA İLİMEN (Edirne) - Sayın Bakan, daha imzalar tamam değil; geziniz resmî değil.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Libya konusuna geçmeden önce, isterseniz Nijerya'yla ilgili bazı şeyler söyleyeyim. Demin dediğim gibi, Türkiye, senelerdir, kendisini, âdeta bir yere indekslemiş, dünyanın belli bir bölgesine. Afrika gibi büyük bir kıta, Afrika gibi zengin... Gidin bakın bakalım, Belçika'nın Afrika'daki çıkarları nedir? Gidin bakın bakalım, Belçika, Afrika'ya ne kadar mal ihraç ediyor? Büyüklüğü Ankara kadar olan, uçaklar havalanırken bile hava sahasının dışına çıktığı Belçika'nın Afrika'yla ilişkisi ne, Fransa'nın Afrika'yla ilişkisi ne, İtalya'nın Afrika'yla ilişkisi ne? Senelerdir ihmal etmişiz... Buralarda yeni bir açılım yapalım, yeni bir ufuk açalım, yeni bir işbirliği imkânı ortaya çıkaralım diye gitmek istediğiniz bir yer. Afrika'nın 110 milyon nüfusu olan bir ülkesi ve nüfusunun da yarısı Müslüman olan bir ülke; petrol zengini, OPEC üyesi.

Şimdi, bize diyorsunuz ki, orası demokratik değil... Tamam, herkesin iç meselesi, bizi ilgilendirmez; ama, başka ülkeler nasıl gidiyor!?. Bizim, Nijerya gibi 110 milyon nüfusu olan bir ülkeye ihracatımız 12 milyon dolar ve biz, buraya her şeyi satabiliriz. Orada bizim işadamlarımız var, biz gittiğimizde hepsi çırpındı.

Demin söyledim, Amerika Dışişleri Bakanı bugün Tanzanya'da; Tanzanya'ya gitmiş olsaydık, kim bilir Türkiye'de neler koparacaktınız, neler söyleyecektiniz! (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Değerli arkadaşlarım, dolayısıyla, bunlardan, sadece Türkiye'nin çıkarı söz konusu olduğu için sevinmek gerekir.

Şimdi, Libya'yla ilgili çok fırtınalar koparıyorsunuz. Önce şunu hatırlatayım ve özellikle bunu ben Anavatan Partisine hatırlatmak istiyorum: Rahmetli Turgut Özal kaç kez gitti Libya'ya biliyor musunuz?.. Kaç kez gitti?.. Dört kez gitti; bak, bak dört kez gitti; iki kez de 12 Eylül harekâtı döneminde ; yani, askerî hükümetler döneminde gitti...

TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) - Özal'ı kabul etmiyor onlar.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - ...ve şu anki Başbakan Yardımcımız ve o zaman Başbakan olan Sayın Tansu Çiller, biliyorsunuz, onlar da iki sene önce gittiler. Peki, bunlar giderken niçin gitti, niye gittiler; aynı sebepten gittiler, Sayın Başbakan niçin gittiyse, ondan gittiler...

FERİDUN PEHLİVAN (Bursa) - Aynı mı karşılandı; onu söyle?!.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Şimdi, dinle, onun da cevabını vereceğim, göreceksin.

Önce, bakın, Libya'yla ilgili, rejimi kendi meselesi; beni hiç ilgilendirmez; beni Türkiye'nin çıkarları ilgilendirir ve Türkiye'nin menfaatı ilgilendirir. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

Eğer, siz bu açıdan yaklaşırsanız, onun iç rejimi böyle, bunun iç rejimi böyle derseniz, o zaman, işte bugünkü durumlara düşeriz ve Türkiye'nin ihracatı hâlâ 20 milyar dolar civarında sürünür kalır.

Şimdi, baştan, herkes biliyor ki, Türkiye ilk defa, müteahhitlik hizmetleriyle Libya'da açıldı dünyaya. Bugün övündüğümüz bütün büyük şirketlerimiz, bugün, Rusya'da, Avrupa'nın ortasında milyarlarca dolar değerinde iş alan bütün şirketlerimiz orada başladılar ve şimdiye kadar, 14 milyar dolar değerinde bu ülkede iş yaptık biz ve şu anda da 3 milyar dolar civarında iş devam etmektedir. Bildiğiniz gibi, problemlerimiz var; yani, şimdi bundan önce Libya'yla ilgili -biliyorsunuz, her ülkeyle ilgili bir bakan arkadaşımız KEK'ten sorumlu- KEK'ten sorumlu bakan, Cumhuriyet Halk Partisinden bir arkadaşımızdı. Duyduk ki, Libya'ya hiç gitmemekle övündü kendileri. Halbuki, probleminiz var; binlerce işçiniz çalışıyor, yüzlerce firmanız iş almış, 300 milyon dolar civarında alacağınız söz konusu ve yeni ihaleler yapılıyor; siz de "ben oraya gitmedim" diyorsunuz... Göreviniz, KEK olarak sorumlusunuz, KEK ortak eşbaşkanısınız ve ben oraya gitmedim diye övünüyorsunuz; yani, vazifenizi yapmadığınızı söylüyorsunuz. Keşke o zamanlar gidip de bu meseleleri çözseydiniz, belki bize gerek kalmayacaktı. Dolayısıyla, biz, oraya işte, bütün bu menfaatlarımızı toparlamak ve bu çıkarlarımızı korumak için gittik.

Orada ne oldu; Kaddafi, yanlış, hatalı, tasvip etmeyeceğimiz bir konuşma yaptı; burada hepiniz "sustu, durdu" dediniz. Kaddafi'nin konuşması Türkiye'de öyle yansıtıldı ki, televizyonlarda öyle yansıtıldı ki, eğer, İcraatın İçinden programı olup o canlı yayını ekranlara getirmeseydik, âdeta, Sayın Başbakan "sustu, durdu; o konuşmayı dinledi ve gitti" intibaı vardı herkeste. Bunu özellikle milletin kafasına işlemek için elinizden geleni yaptınız.

Şimdi, ben size okuyayım... Adam, konuştu, konuşmasını yaptı orada, bitirdi, ne yapacaksınız?.. Demin, arkadaşım Bülent Bey söyledi, adama şamar mı atacaktınız, ne yapacaktınız, yapacağınız şey nedir; onu o noktadan alıp sizin noktanıza getirmektir; o konuşmayı orada yapmaktır. (RP sıralarından alkışlar) Bu konuşmayı ve cevabı, orada, o konuştuktan sonra -çıkıp, gidip başka yerde değil- orada yapmak, onun yüzüne karşı yapmak, basın mensuplarının ve herkesin önünde aynı yerde ona o cevabı vermektir. O cevabı verdi mi, vermedi mi Başbakan; verdi. (CHP ve DSP sıralarından, "vermedi"sesleri, gürültüler)

METİN ŞAHİN (Antalya) - Ortağına söyle.

.DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Tabiî, sizin kaynağınız bunlar; "İcraatın İçinden programını Başbakan Erbakan yaptı ve yine kendisini savundu" diye, bu yalanı, yapılmamış konuşmayı yaptı diye gösteren; sizin kaynağınız bunlar...

Bakın, okuyayım size, Başbakan orada ne dedi bakalım...

ŞÜKRÜ SİNA GÜREL (İzmir) - Cumhuriyetle ilgili bir şey söyledi mi? (DSP ve CHP sıralarıdan gürültüler)

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Bakın, dinleyin, ne söylemiş, dinleyin:

"Türkiye demokratik bir ülkedir" bu olay, yeterli bir cevaptır. Tabiî "Türkiye demokratik bir ülkedir" demiştir ve hepinizin hakkını savunmuştur, merak etmeyin... "Türkiye, büyük bir imparatorluğun varisidir. Bu imparatorluğun içinde, tarihten gelen çeşitli ırklara mensup vatandaşlarımız vardır. Ancak, bu vatandaşlarımızın hepsi, asırlar boyu birbirleriyle yoğrulmuştur, aynı imana sahiptir; onun için, Türkiye'de 65 milyon, hep beraber, tek bir millettir. Bunun içerisinde, Balkanlardan gelenler vardır, Kafkaslardan gelenler vardır, Arap kardeşlerimiz vardır; aynı şekilde, Kürt kardeşlerimiz de vardır; ama, biz, hep beraber tek bir milletiz, Türkiye'de mevcut kanunlarımız, Anayasamız hiçbir ırk ayırımı yapmaz, bütün ülkemiz vatandaşlarına eşit haklar tanır; bundan dolayı, Türkiye'de hiçbir ırkçılık ve cinsiyet meselesi yoktur.

Türkiye'de bir mesele vardır; o da terör. Türkiye, ne yazık ki, son beş yılda, bu terör yüzünden 10 bin evladını kaybetmiştir. Biz, beş yıllık İstiklal Savaşımızda, sadece, 5 bin şehit vermişiz. Şimdi, ne yazık ki, son beş sene esnasında, 10 bin memleket evladını kaybettik. Bunların yarısı güvenlik kuvvetlerimize mensup şehitlerimizdir. Bu terör tamamen dış kaynaklıdır. Nasıl, Libya'da bir Çad meselesi çıkarılmışsa..." (DSP sıralarından gürültüler)

Evet, bunu adamın yüzüne söyledi. Üzülüyorsunuz değil mi bu cevabı verdiğimize! Siz isterdiniz ki, Başbakan bu cevabı vermeden kalksın gitsin. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Sizdeki bu psikolojiyi, biz, orada bazı arkadaşlarımızda gördük. (DSP sıralarından gürültüler) Siz, bu psikolojiyle isterdiniz ki, Sayın Başbakan, ona, orada dersini vermesin, ona hiçbir şey demeden kalksın gitsin. Şimdi, neler söylediğini duyunca üzülüyorsunuz...

AHMET PİRİŞTİNA (İzmir) - Tamamını siz okuyun.

BAŞKAN - Değerli arkadaşlar, lütfen, olayı karşılıklı konuşmaya dökmeyelim.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - "...Nasıl, Libya'da bir Çad meselesi çıkarılmıştır; sunî olarak, aynı meseleyi çıkaran dışkaynaklar, Türkiye'de de bir terör meydana getirmişlerdir. Bu teröristler geliyorlar, masum çocukları, yaşlı insanları, öğretmenleri katlediyorlar.

Bugün, Sayın Libya Başbakanı da açıkça ifade ettiler, -gündüz konuştuk, adama her şeyi söyledik- Biz, Libya olarak her türlü terörün karşısındayız; çünkü, terör bir insanlık suçudur. Hangi sebeple olursa olsun, bunun tecviz edilmesi mümkün değildir. Bu teröristler geliyorlar, bilhassa Kürt kardeşlerimizi katlediyorlar."

TUNCAY KARAYTUĞ (Adana) - Kaddafi de takiyye yapıyor.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - "...Bunların temel zihniyetleri de ateist ve komünist zihniyetlerdir. Bunların kökleri, tamamen dış kaynaklara gitmektedir. Bundan dolayıdır ki, Türkiye olarak, bütün Ortadoğu ülkeleri olarak, bu terörün tamamen ortadan kalkması, Ortadoğu'da huzur ve barış için temel bir şarttır. Türkiye'de bir Kürt meselesi yoktur, sadece terör meselesi vardır ki, gelip, masum insanları öldüren, dışarıdan teşvik edilen bu hareket, inşallah, kısa zamanda son bulacaktır." Daha var, uzun...

HASAN HÜSEYİN CEYLAN (Ankara) - PKK'ya ömürlerinde hiç ateist demişler mi?!

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Onları duymak istemiyorlar da onun için.

Şimdi, bunu konuştuktan sonra, önemli olan nokta, bunun burada kalmaması tabiî. Bunu konuştuktan sonra, yapılan, adamı bir noktaya getirip getirmemek de çok önemli.

Yapılan ortak açıklama var. Ülkenin, Türkiye'nin çıkarlarını da, maalesef, gözardı ederek bazı şeyleri sakladınız. Bakın, bu ortak açıklamada neler denilmiş. Diyorsunuz ki "PKK'nın ismini hiç ağızlarına almadılar, bildiriye bu konulmadı." Bunları söylediniz, burada söylediniz hepiniz. Bunları, gazete bilgilerine göre söylediniz, dokümanlara göre konuşmadınız. Bunu ortak bildiriden okuyorum: "Türk tarafının, PKK örgütünce uygulanmakta olan terör faaliyetleri hakkında bilgi vermesinden sonra, Libya tarafı da, Cemahiriye ve Arap Milletine yönelik, bazı ülkelere mensup çevre ve kuruluşlar tarafından uygulanan terörist faaliyetler hakkında, taraflar, kendilerini ikna eden -yani, PKK'nın uyguladığı terörde ikna eden- bu açıklamaları dikkate alarak, terörün her türünü kınadıklarını ve terörle mücadelede ayırım yapılması metodunu reddettiklerini teyit etmişlerdir." (RP sıralarından alkışlar)

Siz çıktınız buraya, dediniz ki "PKK'nın terör örgütü olduğuna dair 'ikna oldum' lafını yazdı Libya; ama, karşısında da siz 'Amerika'nın terörist bir ülke olduğunu' yazdırdınız"

ŞÜKRÜ SİNA GÜREL (İzmir) - Biz demedik.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Size söylemiyorum Şükrü Bey; ama, çıktılar burada söylediler.

AHMET PİRİŞTİNA (İzmir) - DYP'ye sordular, katılıyor musunuz diye...

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Hayır; burada söylediniz...

Şimdi, bakın, bu noktalar hassas noktalar. Siz, bizi yıpratmak için bazı laflar söyleyebilirsiniz; ama, neticede, isteyerek veya istemeyerek -şüphesiz ki, isteyerek olamaz- ülkenize de zarar verirsiniz. Burada böyle bir şey yapılmamıştır. Burada, bazı mihraklar var. Adamın, Çad'la işte... Onu da onlar bölmeye çalışıyorlar. Adama söyledi Başbakanımız "bir zamanlar, seni, Libya'yı bölmek için Çad meselesini nasıl çıkardılar ve iç harp yaptırdılarsa, Türkiye'deki mesele de budur" dedi; bunu, orada söyledi.

ALİ DİNÇER (Ankara) - Ne alakası var?

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Neyle alakası var?..

ALİ DİNÇER (Ankara) - O iş ayrı, o iş ayrı... Çad, bağımsız bir ülke.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Ha, o zaman, siz öğrenin biraz, tarih öğrenin. Bakın bakalım... (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Öyle olmuştur. Siz, gözünüzü sadece belli ülkelere diktiniz. İslam ülkelerinde Müslümanlardan kan akıyormuş, gözyaşı akıyormuş, bunlar, hiç ilgilendirmez sizi, oradaki iç harp sizi hiç ilgilendirmez.

Orada önemli olan, o adamı belli bir noktaya getirmekti ve o görev de en iyi şekilde yapılmıştır.

Değerli arkadaşlar, tabîi, büyük bir çelişki içerisindeyiz. Tepkiyi, ben anlıyorum tabîi ki. Kimse, kendi ülkesi için birisinin öyle konuşmasını istemez; ama, eğer birisi konuştuysa, kendisine bir görev düşer, o görevi yerine getirmekten sorumludur ve o görev de, en iyi şekilde, orada, anında yerine getirilmiştir. Bu, saklanılmaya çok uğraşılmıştır milletimizden; fakat, ekranlara, İcraatın İçinden programında getirildikten sonra, açıklanmaya başlanmıştır.

Şimdi, ben, bunun karşısında şunu sormak istiyorum: Bu asabiyeti gösteren arkadaşlarımız -güzel, iyi- niye aynı asabiyeti başkalarına karşı göstermiyorlar? Evet, niye göstermiyorsunuz?(RP sıralarından alkışlar)

Arkadaşlarım söyledi, ben de tekrar edeyim: PKK'nın sözcüsü MED-TV'ye yayın hakkı veren ülke için niçin bunları konuşmadınız, bu feryadı yapmadınız? (RP sralarından "Bravo" sesleri, alkışlar, ANAP, DSP ve CHP sıralarından gürültüler)

Bunu derken, öbürünü mazur göstermek için demiyorum kesinlikle, bunun altını çiziyorum; ama, buradaki sunî asabiyeti ve arkasındaki esas sebebi söylemek istiyorum: Belçika'da Kürt Devleti Parlamentosu kuruldu diye, niçin o zaman yer yerinden oynamadı ve Belçika ile ilişkileri kopartalım demediniz? Amerikan Kongresinde çok kararlar alınmıştır. Demin siz çıktınız, "parasını ödediğimiz halde silahlarımız, gemilerimiz verilmiyor" dediniz; onlara karşı niye aynı tavır içerisinde olmadınız? Bunları saymakla bitiremem, arkadaşlarım saydı.

En son, Sayın Cumhurbaşkanımızın gezisinde rastladık bir olaya ve dikkat ettiniz, özellikle saklanmaya çalışıldı, birisi, aman bir skandal olsun da Türkiye'ye yansıtalım diye çırpınırken, bir taraftan, nasıl olur da gündeme getirmeyiz dediniz.

BAŞKAN - Sayın Bakan, son 3 dakikanız kaldı.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Peki, efendim.

Üzülerek gördük, PKK bayraklarıyla Cumhurbaşkanımızı karşıladılar ve Cumhurbaşkanımıza karşı yapılan konuşmalarda neler söylendi...

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Nerede PKK kaynaklarıyla karşılandı? Demagoji yapma.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - İtalya'da, Roma'da...(RP sıralarından alkışlar, ANAP sıralarından gürültüler)

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Yalan söylüyorsun, İtalya'da mı karşılandı PKK bayraklarıyla?..

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Evet, İtalya'da, Roma'da.

Bakın, sizin kaynağınız, yalan haber yazan gazeteler. Anadolu Ajansının...

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - İtalya'da PKK bayraklarıyla mı karşıladılar Cumhurbaşkanını? (RP sıralarından gürültüler)

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Ne dediniz anlamadım... Durun bir dakika... Söyleyin bakalım, söyle, söyle...(ANAP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, lütfen karşılıklı konuşmayalım.

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - İtalya'da PKK bayraklarıyla mı karşıladılar Cumhurbaşkanını?

BAŞKAN - Lütfen karşılıklı konuşmayalım Sayın Topçu.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Peki. Şimdi, cevap vereceğim, otur.

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - İtalya mı karşıladı PKK Bayraklarıyla Cumhurbaşkanını?

BAŞKAN -Sayın Topçu, lütfen yerinizden müdahale etmeyin.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Otur.. Bak, söyleyeyim: Sayın Cumhurbaşkanı...

BAŞKAN - Sayın Bakan, lütfen, karşılıklı diyalog içine girmeyin.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Ben, bu konuyu açmak istemem, ama...

YAŞAR T OPÇU (Sinop) - Aç... Aç...

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Açayım, o zaman. Sayın Cumhurbaşkanımızı bir Devlet Bakanı karşılamıştır, bir Cumhurbaşkanı değil. (RP sıralarından alkışlar, ANAP sıralarından gürültüler)

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Bununla ne ilgilisi var?

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Eğer, Sayın Başbakanı bir Devlet Bakanı karşılasaydı, yeri göğü inletirdiniz. Anadolu Ajansının ekranlarından seyrederseniz, maalesef, PKK bayraklarını görürsünüz.

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Siz yaptınız...

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Dinle bak; Sayın Cumhurbaşkanımıza karşı yapılan konuşmayı okursanız, siz de biz de hazmedemeyiz.

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Biz okuduk onları.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Ha, o zaman... Evet... Evet... (RP sıralarından gürültüler)

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - PKK bayraklarıyla mı karşıladı Cumhurbaşkanı?

BAŞKAN - Sayın Topçu...

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Ne diyorsun ya; anlamıyorum.

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - İtalya, PKK bayraklarıyla mı karşıladı?..

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) -Tamam, benim söylediğimi duyuyorsun işte; otur yerine!..

BAŞKAN - Sayın Topçu, lütfen müdahale etmeyin.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Ben, burada, Sayın Cumhurbaşkanımıza yapılan yanlışı söylüyorum.

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Demagoji yapıyorsun... Demagoji yapma!..

BAŞKAN - Sayın Topçu, lütfen, yerinizden müdahale etmeyin.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Demagojiyi sen yapıyorsun.

Sayın Cumhurbaşkanımıza yapılan...

RİFAT SERDAROĞLU (İzmir) - Cumhurbaşkanımız, PKK bayrağı altında mı oturdu?

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Sayın Cumhurbaşkanımıza yapılan bir yanlışı...

RİFAT SERDAROĞLU (İzmir) - Cumhurbaşkanı, PKK bayrağının altında oturmadı, bir milletvekiliniz oturdu PKK bayrağının altında. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Sayın Serdaroğlu, lütfen, yerinizden müdahale etmeyin.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Vay anam vay!..

Niçin peki; niçin, bu gazetelerin hepsi o sayfaları sakladılar? Avrupa Konseyinde...

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Hangi sayfaları sakladılar?..

İBRAHİM YAŞAR DEDELEK (Eskişehir) - Sen, Kaddafi'ye gel, Kaddafi'ye..

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Sen yokken Kaddafi'yi konuştum ben burada; hiç merak etme!..

BAŞKAN - Sayın Bakan, lütfen, karşılıklı konuşmayın.

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Doğru konuşsun.

BAŞKAN - Sayın Topçu, lütfen, yerinizden müdahale etmeyin.

Sayın Bakan, devam edin lütfen; çok az bir süreniz kaldı.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Bakın, fark şudur: Siz, eğer, bize bir saldırı Batı'dan olursa; bunu, sinenize çekersiniz. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar, ANAP, DSP ve CHP sıralarından gürültüler)

ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Amasya) - Çekmeyiz... Çekmeyiz...

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Çekmeyelim tamam...

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Biz, size yapılan bir eylemi protesto ediyoruz burada.

BAŞKAN - Sayın Topçu, lütfen... Lütfen...

Sayın Bakan, süreniz bitti; size, aynı duyarlılığı göstereceğiniz düşüncesiyle, çok kısa bir eksüre veriyorum; buyurun.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Değerli arkadaşlar, tabiî, arkadaşlar dinlemedi; şimdi geldiler, bu cümlelerime tepki gösteriyorlar benim.

YAŞAR TOPÇU (Sinop) - Biz, doğru şeye tepki gösteriyoruz.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Değerli arkadaşlar, bu mücadelenin altında şu vardır: Bu mücadelenin altında iktidar mücadelesi vardır. (RP sıralarından alkışlar) İktidar olamayanlar, ellerine fırsat geçmiş, millete hizmet etme imkânı geçmiş; ama, bunu değerlendiremeyenler, çeşitli işbirlikleri içerisinde, özellikle de aldığımız tedbirlerle Türkiye'yi sömürenlerin musluklarını kısmaya başlayınca, onlarla işbirliği içerisinde bu tepkiyi göstermişlerdir. (RP sıralarından alkışlar) Aslında meselenin hepsi budur; ne Libya meselesidir, ne İran meselesidir; ama, bazıları bilerek veya bilmeyerek alet oldular.

Yalnız, 54 üncü Hükümetimizin de bir şeyini kıskanmaktadırlar; şimdi bakıyorlar -tabiî, 54 üncü Hükümetimiz bir koalisyon hükümeti- Sayın Başbakanımız ve Başbakan Yardımcımız birbirlerine karşı büyük bir güven, sevgi ve saygı içerisindeler. (CHP sıralarından "dosyalar, dosyalar" sesleri) Bakıyorlar, birbirlerini, gerektiğinde nasıl savunduklarını görüyorlar ve kendi hallerini hatırlıyorlar... (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bakıyorlar, şu üç ay içinde 10 Bakanlar Kurulu toplantısı yapmışız, saatler sürmüş, dışarı bir kelime sızmıyor; kendi Bakanlar Kurulu toplantılarını hatırlıyorlar... (RP sıralarından alkışlar)

ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) - Sayın Başkan, ne alakası var bunların? Abuk sabuk konuşuyor.

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Bakıyorlar, kendi dönemlerinde Meclise hâkim olamamışlar, 2 kanun çıkarmışlar, birini de muhalefet çıkarmış. Bir bakıyorlar ki, biz haziranın ortasında Meclisi toplamışız, 8 tane kanunu, 13 tane milletlerarası anlaşmayı geçirmişiz; bunu kıskanıyorlar... Asabiyetin ve hepsinin altındaki esas gerçek budur.

AHMET PİRİŞTİNA (İzmir) - Kararnemenin imzaları tamam mı?

DEVLET BAKANI ABDULLAH GÜL (Devamla) - Ben inanıyorum ki, bütün bu tepkiler ve bu muhalefet, tamamen iktidar mücadelesidir. O açıdan, bu gensoruları da iddia edilen konuların hiçbirinin aslı yoktur, tamamen yalan haberlere dayalıdır ve bunun sizler tarafından reddedileceğine de kaniyiz.

Hepinize saygılar sunuyorum. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Bakan.

ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Amasya) - Sayın Başkan...

BAŞKAN - Buyurun.

ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Amasya) - Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisinin bir üyesi olarak... (RP sıralarından gürültüler)

BAŞKAN - Bir dakika efendim... Bir milletvekilinin ne diyeceğini dinlemeyecek mi Başkanlık? (RP sıralarından gürültüler)

Buyurun.

ASLAN ALİ HATİPOĞLU (Amasya) - "Batı'dan yapılan bir saldırıya karşı sesleri çıkmaz" gibi sözlerini kınıyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Batı'dan olsun, Doğu'dan olsun, her türlü saldıraya karşı çıkar. (ANAP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Tutanaklara geçti efendim.

Sayın Baykal, size atfedilen görüşlere farklı bir belirleme yapıldığını söylüyorsunuz. Lütfen, bir cümleyle ve yerinizden_

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Sayın Başkan, konuşmamda_(CHP ve ANAP sıralarından "kürsüden konuşsun" sesleri)

BAŞKAN - Değerli arkadaşlarım, Sayın Baykal'ın, bir farklı görüş atfedildiği iddiası var, yerinden düzeltme yapacaklar. Lütfen, müdahale etmeyin.

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Sayın Başkan, tutanaklara geçmesi beni tatmin edecektir. Sadece, tutanakları düzeltmek için söylüyorum. (ANAP sıralarından "duyamıyoruz" sesleri)

BAŞKAN - Değerli arkadaşlarım, Sayın Baykal "tutanaklara geçmesi beni tatmin edecek" diyor. Biraz sessiz olursanız, siz de duyabilirsiniz.

Buyurun Sayın Baykal.

DENİZ BAYKAL (Antalya) - Sayın Bakan, konuşmasında, benim, Mısır'la hiçbir ticaret anlaşması yapılmadığını iddia ettiğimi söylemişlerdir; bu doğru değildir. Benim söylediğim, daha sonra Sayın Bakanın da bahsettiği KEK toplantısını -Libya'da yapılan, başka yerlerde yapılan KEK toplantısını- Mısır'da yapma talebimiz olmuştur; ama, Mısır Hükümeti, KEK toplantısı yapmaya hazır olmadığını söylemiştir. O ekonomik komisyon toplantısı gerçekleşmemiştir, bunu ifade etmiştim.

KEK toplantısının yapılmamış olması, Mısır ile ticaret anlaşması imzalanmaması anlamına gelmez. Elbette, hepimiz biliyoruz, anlaşma yapıldı; ama, KEK toplantısı yapma talebimiz, Mısır Hükümeti tarafından geri çevrilmiştir. Bunu söyledim.

BAŞKAN -Teşekkür ediyorum.

Sayın Baykal "anlaşmaya geçilmediğini iddia etmedim ben" diyorlar. Tutanaklara geçti efendim.

Değerli arkadaşlar, açık oylama talepleri vardır; okutup, talep sahiplerini arayacağım ve ona göre, oyunuza başvuracağım.

NECDET MENZİR (İstanbul) - Vatandaşlar kimin ne olduğunu görsünler...

BAŞKAN - İki talep var; birisi Sayın Önder Sav ve arkadaşlarının, birisi de Sayın Murat Başesgioğlu ve arkadaşlarının. Önce, geliş sırasına göre, Sayın Sav ve arkadaşlarının talebini okutacağız; eğer, yeterli imza sahibini burada bulursak, ikinciyi okumayıp işlemi yapacağız.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına

Başbakan Sayın Necmettin Erbakan ve Bakanlar Kuruluyla ilgili gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmamasına ilişkin oylamanın, İçtüzükte belirtilen açık oylamayla yapılmasını saygılarımızla dileriz.

Önder Sav?.. Burada.

Ali Topuz?.. Burada.

Zekir Çakıroğlu?.. Burada.

Mustafa Yıldız?.. Burada.

Ali Haydar Şahin?.. Burada.

Ahmet Güryüz Ketenci?.. Yok.

MUSTAFA KUL (Erzincan) - Takabbül ediyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Takabbül ediyorsunuz.

Mahmut Işık?.. Burada.

Oya Araslı?.. Burada.

Ayhan Fırat?.. Burada.

Yılmaz Ateş?.. Burada.

Altan Öymen?.. Burada.

Atilâ Sav?.. Burada.

Algan Hacaloğlu?.. Burada.

Orhan Veli Yıldırım?.. Burada.

Nihad Matkap?.. Burada.

Haydar Oymak?.. Burada.

Yahya Şimşek?.. Burada.

M. Ercan Karakaş?.. Burada.

İrfan Gürpınar?.. Burada.

Fuat Çay?.. Burada.

BAŞKAN - Yeterli sayıda imza var.

Açık oylamanın şekli hakkında Genel Kurulun kararını alacağım.

Açık oylamanın, adı okunan sayın milletvekilinin ayağa kalkarak kabul, ret veya çekimser şeklinde oyunu belirtmesi suretiyle yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...

Değerli arkadaşlar, çok ufak bir oy farkı olabilir; o nedenle, balkonda duran arkadaşlarımızın ve bu arada, aşağıda salonda olup da oturmayan arkadaşlarımızın da balkona geçerek, ellerini yeniden kaldırmalarını rica ediyorum.

Kabul etmeyenler... (ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar!..)

(İstanbul Milletvekili Mustafa Baş'ın Başkanlık Kürsüsüne çıkması ve ANAP, DSP, CHP sıralarından "Yuh" sesleri, sıra kapaklarına vurmalar)

BAŞKAN - Değerli arkadaşlarım, arkadaşımız doğru olmayan bir şey söyledi; ama, salonda görülen bir gerçeği hatırlatıyor. Bizim, herhalde şöyle bir yanılgıya düşeceğimizi zannetmiş: salonu ortadan eşit kabul edeceğimizi... Halbuki, salonun bu tarafında, Doğru Yol Partisine mensup, kabul edilmemesi yönünde el kaldıran 14 arkadaşımız var.

Salonda, kabul edilmeme yönünde 28 oyluk bir fark var. Bu durumda, kabul edilmemiştir. (RP ve DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)

Şimdi, açık oylamanın, adı okunan sayın milletvekilinin kürsüye konulacak oy kutusuna oy pusulasını atması suretiyle yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmemiştir.

Açık oylama, oy kutusu sıralar arasında dolaştırılmak suretiyle yapılacaktır.

Kupalar dolaştırılsın.

(Oylar toplandı)

BAŞKAN - Oyunu kullanmayan sayın milletvekili var mı? Yok.

Kupalar kaldırılsın.

(Oyların ayırımı yapıldı)

BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, Başbakan ve Bakanlar Kurulu haklarındaki (11/2,3, 4) esas numaralı gensoru önergelerinin gündeme alınıp alınmaması konusundaki açık oylama sonuçlarını açıklıyorum:

Kullanılan oy sayısı : 532

Kabul : 257

Ret : 270

Mükerrer : 5

Böylece, gensoru önergelerinin gündeme alınması kabul edilmemiştir. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)

Sayın milletvekilleri, kanun tasarı ve tekliflerini görüşmek için, 17 Ekim 1996 Perşembe günü, saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.

Kapanma Saati: 20.45

Hükümetin izlediği ciddiyetsiz ve tutarsız dış politika konusunda gensoru açılmasına ilişkin önergelere (11/2, 3, 4) verilen oyların sonucu :

Reddedilmiştir.

Üye Sayısı : 550

Kullanılan Oy : 532

Kabul Edenler : 257

Reddedenler : 270

Çekinser : -

Geçersiz Oylar : -

Oya Katılmayanlar : 23

Mükerrer Oylar : 5

Açık Üyelikler : -

(Kabul Edenler)

ADANA

Uğur Aksöz

İmren Aykut

İbrahim Yavuz Bildik

M. Ali Bilici

Mehmet Büyükyılmaz

Erol Çevikçe

Tuncay Karaytuğ

Mustafa Küpeli

Arif Sezer

ADIYAMAN

Mahmut Bozkurt

Celal Topkan

AFYON

H. İbrahim Özsoy

AĞRI

Yaşar Eryılmaz

AKSARAY

Sadi Somuncuoğlu

AMASYA

Aslan Ali Hatipoğlu

Haydar Oymak

ANKARA

Nejat Arseven

Yılmaz Ateş

Gökhan Çapoğlu

Cemil Çiçek

Ali Dinçer

Eşref Erdem

Agah Oktay Güner

İrfan Köksalan

M. Seyfi Oktay

Mehmet Sağdıç

Önder Sav

Yücel Seçkiner

İlker Tuncay

Aydın Tümen

Hikmet Uluğbay

ANTALYA

Deniz Baykal

Emre Gönensay

İbrahim Gürdal

Bekir Kumbul

Sami Küçükbaşkan

Yusuf Öztop

Metin Şahin

ARDAHAN

İsmet Atalay

ARTVİN

Metin Arifağaoğlu

Süleyman Hatinoğlu

AYDIN

Cengiz Altınkaya

M. Fatih Atay

Sema Pişkinsüt

İsmet Sezgin

Yüksel Yalova

BALIKESİR

Safa Giray

Tamer Kanber

Mustafa Güven Karahan

İ. Önder Kırlı

Hüsnü Sıvalıoğlu

BARTIN

Zeki Çakan

Köksal Toptan

Cafer Tufan Yazıcıoğlu

BATMAN

Ataullah Hamidi

BAYBURT

Ülkü Güney

BİLECİK

Şerif Çim

BİTLİS

Edip Safder Gaydalı

Kâmran İnan

BOLU

Avni Akyol

Abbas İnceayan

Mustafa Karslıoğlu

BURDUR

Yusuf Ekinci

Kazım Üstüner

BURSA

Yüksel Aksu

Ali Rahmi Beyreli

Cavit Çağlar

İlhan Kesici

Hayati Korkmaz

Feridun Pehlivan

Yahya Şimşek

İbrahim Yazıcı

ÇANAKKALE

Hikmet Aydın

Mustafa Cumhur Ersümer

Ahmet Küçük

A. Hamdi Üçpınarlar

ÇANKIRI

Mete Bülgün

ÇORUM

Ali Haydar Şahin

DENİZLİ

Hilmi Develi

Adnan Keskin

Hasan Korkmazcan

DİYARBAKIR

Muzaffer Arslan

Sebgetullah Seydaoğlu

EDİRNE

Mustafa İlimen

Erdal Kesebir

ERZİNCAN

Mustafa Kul

Mustafa Yıldız

ERZURUM

Necati Güllülü

ESKİŞEHİR

Necati Albay

Mustafa Balcılar

İbrahim Yaşar Dedelek

Mahmut Erdir

GAZİANTEP

Mehmet Batallı

Hikmet Çetin

Ali Ilıksoy

Mustafa R. Taşar

Ünal Yaşar

Mustafa Yılmaz

GİRESUN

Burhan Kara

Yavuz Köymen

Rasim Zaimoğlu

GÜMÜŞHANE

Mahmut Oltan Sungurlu

HAKKÂRİ

Naim Geylani

HATAY

Fuat Çay

Ali Günay

Nihat Matkap

Levent Mıstıkoğlu

Atilla Sav

Hüseyin Yayla

IĞDIR

Adil Aşırım

ISPARTA

Erkan Mumcu

İÇEL

Oya Araslı

Halil Cin

Ali Er

Abdülbaki Gökçel

D. Fikri Sağlar

Mustafa İstemihan Talay

Rüştü Kazım Yücelen

İSTANBUL

Bülent Akarcalı

Ziya Aktaş

Ahat Andican

Mehmet Aydın

Ali Coşkun

Nami Çağan

H. Hüsnü Doğan

Halit Dumankaya

Bülent Ecevit

Algan Hacaloğlu

Ercan Karakaş

Yılmaz Karakoyunlu

M. Cavit Kavak

Osman Kılıç

Mehmet Tahir Köse

Emin Kul

Necdet Menzir

Yusuf Namoğlu

Altan Öymen

Korkut Özal

Ali Talip Özdemir

H. Hüsamettin Özkan

Yusuf Pamuk

Mehmet Cevdet Selvi

Mehmet Sevigen

Ahmet Tan

Güneş Taner

Bülent Tanla

Zekeriya Temizel

Erdoğan Toprak

Ali Topuz

Şadan Tuzcu

İZMİR

Veli Aksoy

Ali Rıza Bodur

Işın Çelebi

İ. Kaya Erdem

Sabri Ergül

Şükrü Sina Gürel

Aydın Güven Gürkan

Gencay Gürün

Birgen Keleş

Mehmet Köstepen

Atilla Mutman

Metin Öney

Ahmet Piriştina

Rüştü Saracoglu

Rıfat Serdaroğlu

Süha Tanık

Hakan Tartan

Zerrin Yeniceli

KAHRAMANMARAŞ

Esat Bütün

Ali Doğan

Ali Şahin

KARABÜK

Şinasi Altıner

Erol Karan

KARAMAN

Fikret Ünlü

KARS

Y. Selahattin Beyribey

Çetin Bilgir

KASTAMONU

Murat Başesgioğlu

Hadi Dilekçi

KAYSERİ

İsmail Cem

İbrahim Yılmaz

KIRIKKALE

Recep Mızrak

KIRKLARELİ

İrfan Gürpınar

Cemal Özbilen

Necdet Tekin

KOCAELİ

Bülent Atasayan

Halil Çalık

Onur Kumbaracıbaşı

Hayrettin Uzun

Bekir Yurdagül

KONYA

Ahmet Alkan

Abdullah Turan Bilge

Nezir Büyükcengiz

Mehmet Keçeciler

KÜTAHYA

Emin Karaa

MALATYA

Miraç Akdoğan

Metin Emiroğlu

Ayhan Fırat

MANİSA

Abdullah Akarsu

Tevfik Diker

Ayseli Göksoy

Hasan Gülay

Sümer Oral

Ekrem Pakdemirli

Cihan Yazar

Erdoğan Yetenç

MARDİN

Süleyman Çelebi

Ömer Ertaş

MUĞLA

Lale Aytaman

Zeki Çakıroğlu

Fikret Uzunhasan

NEVŞEHİR

Abdülkadir Baş

NİĞDE

Akın Gönen

ORDU

İhsan Çabuk

Mustafa Bahri Kibar

Müjdat Koç

Nabi Poyraz

Refaiddin Şahin

Şükrü Yürür

RİZE

Avni Kabakoğlu

Ahmet Kabil

Ahmet Mesut Yılmaz

SAKARYA

Teoman Akgür

Ahmet Neidim

Ersin Taranoğlu

SAMSUN

Cemal Alişan

İrfan Demiralp

Ayhan Gürel

Yalçın Gürtan

Murat Karayalçın

Biltekin Özdemir

SİİRT

Nizamettin Sevgili

SİNOP

Metin Bostancıoğlu

Yaşar Topçu

SIVAS

Mahmut Işık

ŞANLIURFA

Seyit Eyyüpoğlu

Eyyüp Cenap Gülpınar

ŞIRNAK

Mehmet Salih Yıldırım

TEKİRDAĞ

Fevzi Aytekin

Bayram Fırat Dayanıklı

Enis Sülün

TOKAT

Metin Gürdere

Şahin Ulusoy

TRABZON

Eyüp Aşık

Ali Kemal Başaran

İbrahim Çebi

Hikmet Sami Türk

TUNCELİ

Orhan Veli Yıldırım

UŞAK

Yıldırım Aktürk

Mehmet Yaşar Ünal

VAN

Şerif Bedirhanoğlu

YALOVA

Yaşar Okuyan

YOZGAT

Lutfullah Kayalar

İsmail Durak Ünlü

ZONGULDAK

Veysel Atasoy

Tahsin Boray Baycık

Hasan Gemici

Osman Mümtaz Soysal

(Reddedenler)

ADANA

Cevdet Akçalı

Yakup Budak

Sıtkı Cengil

İ. Cevher Cevheri

M. Halit Dağlı

Veli Andaç Durak

İbrahim Ertan Yülek

ADIYAMAN

Mahmut Nedim Bilgiç

Ahmet Çelik

Ahmet Doğan

AFYON

Sait Açba

İsmet Attila

Osman Hazer

Yaman Törüner

Kubilay Uygun

Nuri Yabuz

AĞRI

M. Sıddık Altay

Cemil Erhan

Celal Esin

AKSARAY

Mehmet Altınsoy

Nevzat Köse

Murtaza Özkanlı

AMASYA

Ahmet İyimaya

Cemalettif Lafcı

ANKARA

İlhan Aküzüm

Saffet Arıkan Bedük

Ahmet Bilge

Hasan Hüseyin Ceylan

Ömer Ekinci

Ünal Erkan

Mehmet Gölhan

Şaban Karataş

Ahmet Tekdal

Rıza Ulucak

Ersönmez Yarbay

ANTALYA

Osman Berberoğlu

Arif Ahmet Denizolgun

Hayri Doğan

ARDAHAN

Saffet Kaya

ARTVİN

Hasan Ekinci

AYDIN

Ali Rıza Gönül

Nahit Menteşe

Muhammet Polat

BALIKESİR

Abdülbaki Ataç

Ahmet Bilgiç

İsmail Özgün

İlyas Yılmazyıldız

BATMAN

Alaattin Sever Aydın

Musa Okçu

Faris Özdemir

BAYBURT

Suat Pamukçu

BİLECİK

Bahattin Şeker

BİNGÖL

Kazım Ataoğlu

Hüsamettin Korkutata

Mahmut Sönmez

BİTLİS

Zeki Ergezen

Abdulhaluk Mutlu

BOLU

Feti Görür

Necmi Hoşver

Mustafa Yünlüoğlu

BURDUR

Mustafa Çiloğlu

BURSA

Abdülkadir Cenkçiler

Cemal Külahlı

Ali Osman Sönmez

Turhan Tayan

Ertuğrul Yalçınbayır

ÇANAKKALE

Nevfel Şahin

ÇANKIRI

İsmail Coşar

Ahmet Uyanık

ÇORUM

Bekir Aksoy

Mehmet Aykaç

Zülfikar Gazi

Yasin Hatiboğlu

DENİZLİ

M. Kemal Aykurt

Mehmet Gözlükaya

Haluk Müftüler

Ramazan Yenidede

DİYARBAKIR

Abdülkadir Aksu

Ferit Bora

M. Selim Ensarioğlu

Sacit Günbey

Seyyit Haşim Haşimi

Ömer Vehbi Hatipoğlu

Yakup Hatipoğlu

Salih Sümer

EDİRNE

Ümran Akkan

Evren Bulut

ELAZIĞ

Mehmet Ağar

Ömer Naimi Barım

Hasan Belhan

Cihan Paçacı

ERZİNCAN

Tevhit Karakaya

Naci Terzi

ERZURUM

Zeki Ertugay

Lütfü Esengün

Abdulilah Fırat

İsmail Köse

Ömer Özyılmaz

Aslan Polat

Şinasi Yavuz

ESKİŞEHİR

Demir Berberoğlu

Hanifi Demirkol

GAZİANTEP

Nurettin Aktaş

Kahraman Emmioğlu

Mehmet Bedri İncetahtacı

GİRESUN

Turhan Alçelik

Ergun Özdemir

GÜMÜŞHANE

Lütfi Doğan

HAKKÂRİ

Mustafa Zeydan

HATAY

Abdulkadir Akgöl

Süleyman Metin Kalkan

Mehmet Sılay

Ali Uyar

IĞDIR

Şamil Ayrım

ISPARTA

Ömer Bilgin

A. Aykon Doğan

Mustafa Köylü

Halil Yıldız

İÇEL

Fevzi Arıcı

Mehmet Emin Aydınbaş

Saffet Benli

Turhan Güven

Ayfer Yılmaz

İSTANBUL

Meral Akşener

Yıldırım Aktuna

Tayyar Altıkulaç

Azmi Ateş

Mustafa Baş

Mukadder Başeğmez

Tansu Çiller

Gürcan Dağdaş

Süleyman Arif Emre

Hasan Tekin Enerem

Ekrem Erdem

Mehmet Fuat Fırat

Metin Işık

İsmail Kahraman

Hüseyin Kansu

Hayri Kozakçıoğlu

Göksal Küçükali

Ali Oğuz

Mehmet Ali Şahin

Osman Yumakoğulları

Bahattin Yücel

Bahri Zengin

Namık Kemal Zeybek

İZMİR

Turhan Arınç

Hasan Denizkurdu

Işılay Saygın

Ufuk Söylemez

Sabri Tekir

İsmail Yılmaz

KAHRAMANMARAŞ

Hasan Dikici

Avni Doğan

Ahmet Dökülmez

Mustafa Kamalak

Mehmet Sağlam

KARABÜK

Hayrettin Dilekcan

KARAMAN

Abdullah Özbey

Zeki Ünal

KARS

Sabri Güner

Zeki Karabayır

KASTAMONU

Fethi Acar

Nurhan Tekinel

Haluk Yıldız

KAYSERİ

Memduh Büyükkılıç

Osman Çilsal

Ayvaz Gökdemir

Abdullah Gül

Nurettin Kaldırımcı

Salih Kapusuz

KIRIKKALE

Kemal Albayrak

Hacı Filiz

Mikail Korkmaz

KIRKLARELİ

A. Sezal Özbek

KIRŞEHİR

Ömer Demir

Cafer Güneş

KİLİS

Mustafa Kemal Ateş

Doğan Güreş

KOCAELİ

Necati Çelik

İsmail Kalkandelen

Osman Pepe

KONYA

Hüseyin Arı

Veysel Candan

Remzi Çetin

Necati Çetinkaya

Necmettin Erbakan

Abdullah Gencer

Ali Günaydın

Teoman Rıza Güneri

Hasan Hüseyin Öz

Mustafa Ünaldı

Lütfi Yalman

Mehmet Ali Yavuz

KÜTAHYA

Ahmet Derin

İsmail Karakuyu

Mehmet Korkmaz

Metin Perli

MALATYA

Oğuzhan Asiltürk

Yaşar Canbay

Fikret Karabekmez

M. Recai Kutan

MANİSA

Rıza Akçalı

Bülent Arınç

Yahya Uslu

MARDİN

Muzaffer Arıkan

Mahmut Duyan

Hüseyin Yıldız

MUĞLA

İrfettin Akar

Mustafa Dedeoğlu

Enis Yalım Erez

MUŞ

Necmettin Dede

Nedim İlci

Erkan Kemaloğlu

Sabahattin Yıldız

NEVŞEHİR

Mehmet Elkatmış

Esat Kıratlıoğlu

NİĞDE

Doğan Baran

Mehmet Salih Katırcıoğlu

Ergun Özkan

ORDU

Hüseyin Olgun Akın

Mustafa Hasan Öz

RİZE

Şevki Yılmaz

SAKARYA

Nezir Aydın

Cevat Ayhan

Nevzat Ercan

Ertuğrul Eryılmaz

SAMSUN

Ahmet Demircan

Nafiz Kurt

Latif Öztek

Musa Uzunkaya

SİİRT

Ahmet Nurettin Aydın

Mehmet Emin Aydın

SİNOP

Kadir Bozkurt

SIVAS

Musa Demirci

Tahsin Irmak

Temel Karamollaoğlu

Abdüllatif Şener

ŞANLIURFA

Sedat Edip Bucak

Necmettin Cevheri

İbrahim Halil Çelik

Zülfükar İzol

Ahmet Karavar

Abdülkadir Öncel

M. Fevzi Şıhanlıoğlu

ŞIRNAK

Bayar Ökten

Mehmet Tatar

TEKİRDAĞ

Nihan İlgün

TOKAT

Abdullah Arslan

Ali Şevki Erek

Ahmet Feyzi İnceöz

Bekir Sobacı

TRABZON

Yusuf Bahadır

Kemalettin Göktaş

Şeref Malkoç

İsmail İlhan Sungur

TUNCELİ

Kamer Genç

UŞAK

Hasan Karakaya

VAN

Maliki Ejder Arvas

Mustafa Bayram

Fethullah Erbaş

Şaban Şevli

Mahmut Yılbaş

YALOVA

Cevdet Aydın

YOZGAT

İlyas Arslan

Kazım Arslan

Yusuf Bacanlı

Abdullah Örnek

ZONGULDAK

Necmettin Aydın

Ömer Barutçu

(Katılmayanlar)

ADANA

Orhan Kavuncu

AĞRI

M. Ziyattin Tokar (B.)

ANKARA

Mehmet Ekici

Halis Uluç Gürkan (Bşk. V.)

BURSA

Mehmet Altan Karapaşaoğlu

ÇORUM

Hasan Çağlayan

ELAZIĞ

Ahmet Cemil Tunç

İSTANBUL

Sedat Aloğlu

Refik Aras

Cefi jozef Kamhi

Ahmet Güryüz Ketenci

Aydın Menderes

Mehmet Moğultay

KAYSERİ

Recep Kırış

KIRŞEHİR

Mehmet Ali Altın

KOCAELİ

Şevket Kazan (B.)

KÜTAHYA

Mustafa Kalemli (Başkan)

MARDİN

Fehim Adak (B.)

SAMSUN

Adem Yıldız

SIVAS

Nevzat Yanmaz

Muhsin Yazıcıoğlu

TEKİRDAĞ

Hasan Peker

TOKAT

Hanefi Çelik

(Mükerrer Oylar)

ÇORUM

Bekir Aksoy (Red)

DİYARBAKIR

Sacit Günbey (Red)

İSTANBUL

Namık Kemal Zeybek (Red)

KONYA

Teoman Rıza Güneri (Red)

SIVAS

Musa Demirci (Red)

Türkiye Büyük Millet Meclisi

GÜNDEMİ

8 İNCİ BİRLEŞİM

16 . 10 . 1996 ÇARŞAMBA

Saat : 15.00

1

BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI

2

ÖZEL GÜNDEMDE YER ALACAK İŞLER

1. - Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Grup Başkanı ve Antalya Milletvekili Deniz Baykal ile Grup Başkanvekilleri İçel Milletvekili Oya Araslı, Ankara Milletvekili Önder Sav ve Hatay Milletvekili Nihat Matkap'ın, Hükümetin izlediği ciddiyetsiz ve tutarsız dış politika nedeniyle devletin dış ilişkilerinde küçültücü duruma düşürüldüğü iddiasıyla Anayasanın 99 uncu, İçtüzüğün 106 ncı maddesi uyarınca Başbakan Necmettin Erbakan Hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı konusunda görüşme (11/2) (Dağıtma tarihi : 8.10.1996)

2. - Zonguldak Milletvekili Mümtaz Soysal ve 21 arkadaşının, dış politikanın belirlenme ve yürütülmesindeki tutarsızlıklar nedeniyle devletin küçük düşürüldüğü iddiasıyla Anayasanın 99 uncu, İçtüzüğün 106 ncı maddesi uyarınca Bakanlar Kurulu hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı konusunda görüşme (11/3) (Dağıtma tarihi : 9.10.1996)

3. - Bitlis Milletvekili Kâmran İnan ve 24 arkadaşının, Libya gezisi esnasında Türk Milleti'ne yapılan hakaretlere duyarsız ve tepkisiz kalması nedeniyle devletin dış ilişkilerinde küçültücü duruma düşürüldüğü iddiasıyla Anayasanın 99 uncu, İçtüzüğün 106 ncı maddesi uyarınca Başbakan Necmettin Erbakan hakkında bir gensoru açılmasına ilişkin önergesinin gündeme alınıp alınmayacağı konusunda görüşme (11/4) (Dağıtma tarihi : 10.10.1996)

3

SEÇİM

4

OYLAMASI YAPILACAK İŞLER

TUTANAĞIN SONU

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.