Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular
DÖNEM : 20 CİLT : 8 YASAMA YILI : 1


T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ

81 inci Birleşim
23 . 7 . 1996 Salı



İ Ç İ N D E K İ L E R
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. – YOKLAMA
III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. – Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın, cezaevlerindeki mahkûmların eylemlerine ilişkin açıklaması ve CHPAnkara Milletvekili
Önder Sav, DSPİçelMilletvekili M. İstemihan Talay, RP İstanbul Milletvekili Ali Oğuz, ANAP Aydın Milletvekili Yüksel Yalova,
DYP İstanbul Milletvekili Hayri Kozakçıoğlu’nun grupları adına ve Çorum Milletvekili Hasan Çağlayan’ın BBP adına
konuşmaları
B)TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. – Kuzey Kıbrıs TürkCumhuriyetine gidecek olan Başbakan Necmettin Erbakan’a, dönüşüne kadar Dışişleri Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Tansu Çilller’in vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/404)
2. – Japonya’ya gidecek olan Kültür Bakanı İsmailKahraman’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Abdullah Gül’ün vekâlet
etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/405)
3. – Amerika BirleşikDevletlerine gidecek olan Devlet Bakanı Bahattin Şeker’e, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Işılay
Saygın’ın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/406)
4. – Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine gidecek olan Adalet Bakanı ŞevketKazan’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Mehmet
Altınsoy’un vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/407)
5. – Dr. Sadık Ahmet’in ölümünün birinci yıldönümü münasebetiyle Gümülcine’de yapılacak anma törenine TBMM’yi temsilen
katılacak Parlamento heyetine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/408)
IV. – ÖNERİLER
A) DANIŞMA KURULU ÖNERİSİ
1. – Gündemdeki sıralamanın yeniden yapılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi
V. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI ÖNERGELERİ
A) GÖRÜŞMELER
1. – Hükümet adına Başbakan Necmettin Erbakan’ın, Çokuluslu Güç konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi
üzerine Genel Kurulun 17.7.1996 tarihli 78 inci Birleşiminde açılması kabul edilen genel görüşme (8/4)
VI. – SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – Ağrı Milletvekili M. Sıddık Altay’ın, Ağrı-Diyadin Lisesinin onarım ihtiyacına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı
Mehmet Sağlam’ın yazılı cevabı (7/961)
2. – Artvin Milletvekili Süleyman Hatinoğlu’nun, ticarî faaliyette bulunan bir holdinge yapıldığı iddia edilen suçlamalara ilişkin
sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Yalım Erez’in yazılı cevabı (7/970)
3. – İzmir Milletvekili Hakan Tartan’ın, liselerdeki şiddet olayları ve uyuşturucu kullanımına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim
Bakanı Mehmet Sağlam’ın yazılı cevabı (7/981)
4. – Yozgat Milletvekili Kazım Arslan’ın, Yozgat İlinde hayvancılığı teşvik kredisinden yararlananlara ilişkin sorusu ve
Tarım ve Köyişleri Bakanı Musa Demirci’nin yazılı cevabı (7/985)
5. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, bir mahkhumiyet kararının pul parası yatırılamadığı için Yargıtay’a
gönderilemediği iddiasına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın yazılı cevabı (7/989)
6. – İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin’in, örtülü ödenek ile ilgili olarak bir şahsın ifadesinin bulunup bulunmadığına
ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın yazılı cevabı (7/992)


I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
80 İNCİ BİRLEŞİM
22 . 7 . 1996 PAZARTESİ
TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açılarak iki oturum yaptı.
Yapılan yoklamalar sonucunda Genel Kurulda toplantı yetersayısı bulunmadığı anlaşıldığından;
Özel gündemde bulunan Çokuluslu Güç konusundaki genel görüşmeyi yapmak ve zaman kaldığı takdirde diğer konuları
görüşmek için, 23 Temmuz 1996 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşime 16.26’da son verildi.

Yasin Hatiboğlu
Başkanvekili
Ali Günaydın MustafaBaş
Konya İstanbul
Kâtip Üye Kâtip Üye





BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.05
23 Temmuz 1996 Salı
BAŞKAN: Başkanvekili Yasin HATİBOĞLU
KÂTİP ÜYELER: Ali GÜNAYDIN (Konya), Kâzım ÜSTÜNER (Burdur)


BAŞKAN – Çalışmalarımızın hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Allah'tan niyaz ederek, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 81
inci Birleşimini açıyorum.
Beş yıllık çalışma sürem içerisinde ilk defa, Genel Kurulu, gecikerek açtığım için Yüce Heyetinizden özür diliyorum.
Mazeretimin makbul ve meşru telakki olunacağına inancım sarsılmaz.
Teşekkür ediyorum.
II. – YOKLAMA
BAŞKAN – Ad okunmak suretiyle yoklama yapılacaktır; salonda hazır bulunan sayın milletvekillerinin yüksek sesle işaret
buyurmalarını rica ediyorum.
(Yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayımız vardır; çalışmalara başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, Hükümet adına, Sayın Adalet Bakanı gündemdışı söz talebinde bulundu; bu sebeple, hem Sayın
Bakana söz vereceğimi hem de gündemdışı söz talebinde bulunan diğer arkadaşlarıma söz veremeyeceğimi ifade etmek istiyorum.
Sayın Bakana gündemdışı söz vereceğim; yalnız, tabiî, Sayın Bakandan sonra, gruplarımıza da, söz söyleme imkânı, hakkı
doğuyor; gruplar sayın temsilcilerini bildirirlerse memnun olurum.
Ayrıca, yeni değişiklikle, grubu bulunmayan ve Genel Kurulda temsil edilen siyasî partilere de 5 dakikalık konuşma imkânı
doğdu. Bu sebeple, grubu bulunmayan Büyük Birlik Partisine mensup bir arkadaşımıza da söz vereceğim; yalnız, lütfen, buraya bir
önerge gönderin.
III. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. – Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın, cezaevlerindeki mahkûmların eylemlerine ilişkin açıklaması ve CHPAnkara Milletvekili
Önder Sav, DSPİçelMilletvekili M. İstemihan Talay, RP İstanbul Milletvekili Ali Oğuz, ANAP Aydın Milletvekili Yüksel Yalova,
DYP İstanbul Milletvekili Hayri Kozakçıoğlu’nun grupları adına ve Çorum Milletvekili Hasan Çağlayan’ın BBP adına
konuşmaları
BAŞKAN – Cezaevlerindeki durumla ilgili olarak, Hükümet adına Sayın Adalet Bakanına gündemdışı söz veriyorum.
Sayın Bakan buyurun. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN ( Kocaeli) – Muhterem Başkan, muhterem milletvekilleri; Sayın Başkanı ve Yüce
Heyeti saygıyla selamlıyorum.
Bugün, Sayın Başkanımızdan, iki aydan beri devam eden cezaevi olaylarıyla ilgili olarak gündemdışı bir konuşma talebinde
bulunmuştuk; bu talebimizi kabul ettikleri için de kendilerine teşekkür ediyorum.
Muhterem Başkan, muhterem milletvekilleri; malumunuz olduğu üzere, diğer bakan arkadaşlarımla birlikte, görevi, 30 Haziran
1996 tarihinde teslim aldık. Teslim aldığımız tarih itibariyle, Türkiye'nin 562 cezaevinde 53 039 hükümlü ve tutuklu mevcuttu,
bunların içerisinde de 8 961'i Terörle Mücadele Kanunundan hükümlü ve tutuklu konumundaydı.
Yine, bu tarihte, bu 562 cezaevinin 42'sinde, sadece terör suçlusu, mahkûmu veya zanlısı olarak bulunanların içerisinden, yani 8
961 kişi içerisinden 2 547'sinin protesto eylemi içerisinde oldukları tarafımızdan tespit edildi. Cezaevinde bulunan bu kişiler,
süresiz, dönüşümlü açlık orucu şeklinde eylemlerini sürdürüyorlardı.
Bu eylemler niçin başladı, neden başladı? Bunun araştırılması yapıldığı zaman, ilk önceleri, Diyarbakır Cezaevinde,
PKK'nın 4 üncü kongresinde alınmış olan bir karar gereği başlatılan uygulama, daha sonra, 1 Mayıs 1996 tarihinde, işçi
bayramında, Kadıköy'de meydana gelen olayların arkasından durumun vahameti görülerek, o gün gösterilere katılan kişilerin askerî
kıyafetli ve fevkalade eğitimli oldukları görülerek ve bunların eğitiminin olsa olsa Bayrampaşa Cezaevi veya Ümraniye Cezaevi
olacağı düşünülerek, 6 Mayıs 1996 tarihinde Adalet Bakanlığından çıkarılmış olan genelgeler gösteriliyordu.
Önce Ümraniye'de başlayan eylem, çok kısa bir zaman sonra Bayrampaşa Cezaevine, oradan Buca Cezaevine ve biraz önce ifade
ettiğim gibi, 42 cezaevine, küçüklü büyüklü, yansımış durumdaydı.
Bu eylemlerle varılmak istenen nokta, zahirde, 6 Mayıs genelgelerinin yürürlükten kaldırılması, Eskişehir Özel Tip Cezaevinin
tamamen kapatılması istikametindeydi. Nitekim, göreve başladıktan bir gün sonra, cezaevindeki bu tutukluların veya hükümlülerin
yakını olduğunu söyleyen aile temsilcileri beni ziyaret etti; onların haklarını takip ettiklerini iddia eden, ifade eden dernek
temsilcileri beni ziyaret ettiler ve bu ziyaretlerinde, hep bu noktalarda taleplerini dile getirdiler. Bunun üzerine, bendeniz, Bakanlık
yetkililerini, eylemlerin yoğunlukla devam ettiği cezaevlerinin bulunduğu yerin başsavcılarını Bakanlıkta topladım ve onlarla
birlikte, genelgeleri, enine boyuna tetkik ettik.
Genelgeler 9 taneydi. Bu 9 genelge içerisinde, aslında, 1 Mayıs olayları nedeniyle alınması lazım gelen tedbirleri içeren
hükümler yer alıyordu. İsabetli hükümlerdi bunlar; ancak, genelgeler dağınıktı; muhtelif tarihler itibariyle çıkarılmıştı, ifadeleri
de biraz dağınıktı. O nedenle, bunların derli toplu bir hale getirilmesi zarureti hâsıl oldu ve biz, Adalet Bakanlığı olarak, bir
yandan, dağınıklığı gidermek; bir yandan, içinde mevcut olan hataları düzeltmek -birazdan işaret edeceğim onlara- bir taraftan da,
düşündüğümüz iyileştirici birtakım hususları uygulamaya koyabilmek için, bu, önceden çıkarılmış olan 9 genelgeyi yürürlükten
kaldırarak, bunların yerine tek bir genelge yayımladık. Yayımladığımız bu tek genelgenin iki kısımdan ibaret olan bölümlerinin
birinci kısmında, sadece terörle mücadele kapsamı çerçevesindeki tutuklulara uygulanacak muameleler; ikinci kısmında ise, bütün
tutuklulara uygulanacak muameleler yer alıyordu.
Şimdi, muhterem milletvekillerine arz etmem gereken fevkalade önemli bir nokta şudur: Cezaevleri, toplum olaylarında,
kanunlara uymayanların, kanunları ihlal edenlerin bu ihlallerini önlemek amacıyla tutuklanarak konuldukları veya ihlalleri sabit
olduğu takdirde, mahkûm edilerek cezalarını çektikleri yerlerdir; yani, devletin ve devlet yapısı içinde Adalet Bakanlığının
kontrolü ve sorumluluğu altında olan yerlerdir; ama, şunu üzülerek ifade ediyorum; özellikle Bayrampaşa Cezaevi ve Ümraniye
Cezaevi -hatta bir ölçüde Buca Cezaevi- bu niteliğini kaybetmiştir; buralar bir cezayı çekme yeri değil, tamamen, terör eğitiminin
yapıldığı merkezler haline gelmişti. Öyle ki, bendeniz göreve geldiğim zaman, cezaevinin demir parmaklıkları olarak bildiğimiz
kısmın içine -özellikle Bayrampaşa'da- cezaevi müdürü giremiyor, müdür yardımcıları giremiyor, baş gardiyan giremiyor, diğer
korumalar giremiyor; kimse giremiyor. Cezaevinin iç yönetimi, -Bayrampaşa'da ve Ümraniye'de- tamamen orada bulunan -
Bayrampaşa'yı kastederek söylüyorum- 850-900 civarındaki hükümlü ve tutuklunun idaresinde, onların yönetiminde. Böyle bir
cezaevi teslim aldık ve inanıyorum ki, benden önceki arkadaşım da böyle bir cezaevi teslim aldı.
Cezaevleri bu hale nasıl getirildi? Korumaların, rahatlıkla girebildiği, mahkûmları denetleyebildiği, mahkûmların isteklerini
tespit edebildiği, ihtiyaçlarına cevap vermek için onlara yardımcı olabildiği ve devletin devlet olarak hizmetini gördüğü bu kurumlar,
nasıl oldu da, bu durumdan, bugünkü acıklı hale geldi; bunun araştırması yapılıyor. Bunun araştırması, müfettişlerimizden
oluşan kadrolarımızla, şu anda yapılıyor. Bu cezaevlerinin müdürleri, bu cezaevleri mümessil savcıları, bu cezaevlerinin koruma
memurları, müfettişler tarafından, teker teker hesaba çekiliyor ve "buraya siz hâkimdiniz de, hâkimiyeti neden, nasıl elinizden
kaçırdınız" diye soruluyor. Bunun, şu anda araştırması yapılıyor. Bunu, Yüksek Heyete arz etmek istiyorum.
Tabiî, bu arada, bilhassa belirtmek istediğim, bu tepkilerin nedeni; çıkarılmış olan genelgede ve benim de, arkasından, onları
ortadan kaldırarak çıkardığım genelgedeki, Bayrampaşa, Ümraniye ve Buca Cezaevlerine artık yeni tutuklu ve hükümlü almama
kararımızdır. Bugüne kadar bir eğitim yeri olarak kullanılan bu yerlere -tahliye olanlar ayrıldıktan sonra, sayı azalıyor- yeni
hükümlü alınamadığı için, oradakiler, yetiştirecek, eğitecek yeni insan bulamıyorlar; işte, sıkıntı buradan kaynaklanıyor.
O nedenle, biz, yeni genelgemizi tanzim ederken, bizden önceki Sayın Bakanın, genelgesinde isabetle tespit ettiği noktaları
aynen koruduk. Şöyle ki, artık, İstanbul Bayrampaşa Kapalı Cezaevine, Ümraniye Cezaevine ve İzmir Buca Kapalı Cezaevine yeni
tutuklu koymuyoruz. Bunun yanında, daha önceki genelgede, bundan böyle, tutukluların, Kartal'da yeni inşa edilmekte olan cezaevi
tamamlanıncaya kadar -ki kasım ayında tamamlanacağını zannediyorum- diğer civar cezaevlerine konulması kararı alınmış; tabiî,
o genelgede "diğer civar cezaevleri" dendiği zaman, bu, Sakarya'dan başlıyor Kütahya, Eskişehir, Kastamonu, İnebolu, Sinop'a
doğru gidiyor. Oysa, bunlar, yargılanmaları devam eden insanlar; dolayısıyla, onları, yargılamak için Sinop'tan İstanbul'a getirmek
fevkalade zordur. Söz konusu bu iller, aynı zamanda, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinin yetki hudutları dışındadır. Biz,
genelgemizde, Eskişehir Cezaevini de muhafaza etmek kaydıyla, bu kişilerin, daha doğrusu, bundan sonra tutuklanacakların ve
genelge tarihinden itibaren tutuklanmış olanların, Sakarya Cezaevine, İzmit Cezaevine konulması konusunda bir karar aldık.
Bunun yanında, tutukluların, cezaevlerinden mahkemelere götürülüp getirilmeleri konusunda da her türlü tedbirimizi aldık ve
bunları, yine bu genelgemizde ifade ettik.
Yine, tüm hükümlü ve tutuklular için; gidip gelmelerinde ve nakillerinde firarı önleyecek boyutları geçmemek şartıyla tedbir
alınabileceğini ifade ettik. Tüm cezaevlerinde ve şu anda eylemlerin devam ettiği cezaevlerinde, üç öğün yemeğin mutlaka verilmesi
gereğini vurguladık; eğer, verilen yemeği kabul etmiyorsa, tüm tutuklu ve hükümlülere, iaşe bedeli kadar başka bir gıda ikamesini
dahi genelgemizde vurguladık.
Yine, sağlık hizmetleri açısından; özellikle, eylemlerin yapıldığı cezaevlerinde, mutlaka, sağlık personelinin bulunması,
bunun yanında, sağlık araçlarının -cankurtaranların, hasta arabalarının- bulunması gereğini ısrarla vurguladık. Bu hususta Sağlık
Bakanımıza ricada bulunduk; gerektiği takdirde, sağlık hizmetleri açısından cezaevi doktorları belki yeterli olamaz, bize yardım
edin dedik. Eksik olmasınlar, onlar da, her an, bu konuda bizim yanımızda oldular.
Bunun yanında, Adalet Bakanlığına şikâyet masası kurduk ve cezaevinin içerisinde, doğrudan doğruya Bakana mektup yazacak
bir şikâyet mekanizmasını oluşturduk.
Ziyaretçiler için, gelişlerinde gidişlerinde, onurlarını kıracak davranıştan kaçınılması konusunda ısrarda bulunduk; hatta, bir
yenilik olarak, sadece Ramazan ve Kurban Bayramında veya bazı bayramlarda olan açık görüş günlerini, her ay uygulanacak bir
konuma getirdik. Cezaevindekiler, çocuklarıyla ve eşleriyle açık görüş yapabilecek.
Bu genelge, biraz rahatlık meydana getirdi ve 2 547 olan protestocu sayısı düştü, düştü, düştü; 215'e kadar indi. Ancak,
eylemcilerin elebaşıları, bu durumda, içerideki baskılarını artırdılar -biz, içeriye hâkim değiliz; ama, inşallah, er geç hâkim
olacağız, akıllı, tedbirli hareketlerle hâkim olacağız- ve cezaevi içerisinde bazı hükümlüleri, baskı altında tutarak -kendi iradesiyle
değil, tamamen kendi iradesi dışında- içlerinden seçtikleri kişilere ölüm orucu tutturmaya başladılar. İşte, bu çalışmaları
neticesinde, uyarıda bulunduk -bu cezaevi içerisindeki elebaşıların isimleri bizce malum, bunları tespit ettirdik- eğer, cezaevinde
herhangi bir ölüm vaki olursa, bu ölümden, o elebaşıların sorumlu tutulacaklarını kendilerine ihbar ettik, kendilerini haberdar ettik.
Bugüne kadar, gerçekten, bu cezaevlerinin içerisini ıslah etme bakımından birtakım tedbirler aldık. Ancak, onların beklediği şu:
Biz, bu ölüm orucuna başlayan kişileri, onların elinden almak için operasyon yapalım, olay çıksın, katliam çıksın ve büyük
olaylarla Türkiye'nin gündemini meşgul etsinler ve Türkiye'nin huzurunu büsbütün bozsunlar...
Şu anda bahsettiğim bu cezaevlerinde, hükümlüler, birbirleriyle cep telefonlarıyla konuşuyorlar, hatta, faksları var. Geçen gün,
basın toplantısında örneğini gösterdim, birbirlerine faks çekiyorlar. Birazdan, faksın konusunu da, sizlere arz etmeye çalışacağım.
İşte, geldiğimizde, böyle bir tabloyla karşı karşıya kaldık.
Bir yandan da ölüm orucu tutmaya mecbur ediyorlar, mahkûm ediyorlar, baskı yapıyorlar; öbür yandan, duruşma günü gelen
arkadaşlarını, duruşmada bulunmak üzere almaya gelen vasıtalara teslim etmiyorlar, vermiyorlar "gidemezsin" diyorlar,
engelliyorlar. Şu anda yaptıkları bu.
Cezaevinde -inşallah ayrı bir günde konuşuruz; bugün, bu konuyu tartışmak istemiyorum, münakaşa da etmek istemiyorum-
ölüm orucu tutan kişi, cezaevinin içerisinde bir demir parçasını kapıyor ve gardiyanları kovalıyor! Nasıl oluyor bu iş?!. Çok
enteresan bir durum... Onun için, psikolojik yönden, cezaevi korumaları dahi fevkalade sıkıntılı durumda.
Kamuoyuna karşı gösterdikleri istekler çok masum! "Bu eylemi neden yapıyorsunuz, niçin yapıyorsunuz?" denildiğinde,
kamuoyuna karşı şunları söylüyorlar: "Efendim, tutuklular götürülüp getirilirken iyi muamele edilmesi." Ediliyor... "Mahkeme
huzurunda hakaret edilmemesi." Edilmiyor... "Yasak olmayan gazetelerin sokulması." Sokuluyor... "İaşe bedellerinin yükseltilmesi."
Yemek veriliyor, yemiyorlar... "Daktilo, kâğıt, yazışma malzemelerinin yasaklanmaması." Yasaklanmaması ne demek, faksları bile
var!.. "Tedavi işlemlerinin engellenmemesi." Hasta arabaları kapıda bekliyor, doktorlar kapıda bekliyor kendilerini tedavi etmek
için... Bütün bunlar yapılıyor... Onların maksadı başka.
Onların, bir de, kamuoyuna yansıtmadıkları; ama, cezaevi yönetiminden istedikleri talepleri var: "PKK tutukluları için, savaş
esirliği statüsünün kabul edilmesi" diyorlar, bizden bunu istiyorlar. "PKK'nın, tek taraflı olarak ilan ettiği ateşkes çağrısına cevap
verilmesi; askerî operasyonlara son verilmesi; Türkiye'nin, Cenevre Sözleşmesine uyması; uluslararası gözlemci heyetlerin gelerek,
savaşın sonuçlarına ve ihlallere ilişkin yerinde incelemelerde bulunması; Diyarbakır başta olmak üzere, cezaevlerindeki itirafçılık
politikasının durdurulması; siyasî temsilciliğin kabul edilmesi; yasaklanmış da olsa bütün basılı eserlerin içeriye verilmesi... 38 tane
madde bu. Ben, size bunu daha uzun uzun saymaya gerek duymuyorum. Şimdi, değerli arkadaşlarım, işte talepleri bu.
Biz, bütün bu cezaevlerindeki olaylar karşısında, elbette, çok ciddî çalışmalar yapıyoruz. Adalet Bakanı olarak, geldiğim
günden bu yana, mesaimin aşağı yukarı yüzde 60-70'ini tamamen bu konular üzerine hasretmişimdir. Önce, bu genelgeyi çıkardık;
sonra bu genelgenin gereklerinin yerine getirilmesi konusunu takibe aldık; daha sonra, sağlık tedbirlerini uygulamaya başladık; her
türlü tedbiri aldık.
Eskişehir Cezaevine "tabutluk" deniliyor. Evet, Eskişehir Cezaevinin ilk halini bendeniz bilmiyorum; ama, Eskişehir Cezaevini
yerinde görmek üzere Eskişehir Cezaevine gittim. Eskişehir Cezaevi, şu andaki durumuyla, birli koğuşları, ikili koğuşları, dörtlü
koğuşları, altılı ve sekizli koğuşlarıyla, Batı standartlarının çok üstünde bir cezaevi, çok mükemmel bir cezaevi. Burası tabutluk
değil. Yıllardan beri buranın "tabutluk" diye propagandasını yapanlar var; ama, bu propagandayı yapanların, Adalet Bakanlığının
temin edeceği bir yöntemle, bir vasıtayla, lütfen, gidip Eskişehir Özel Tip Cezaevini görmelerini temenni ediyorum.
Şimdi, Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren sanıklardan, bu bir kişilik hücrelerde kalan bir kişi yoktur; hepsi altılık,
sekizlik odalardadır, daha doğrusu koğuşlardadır.
Tabiatıyla, başka bir mahzur var. Nedir o mahzur?.. Orada bulunduğumda yetkililerden sordum, öğrendim. Efendim dediler...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bakan, daha ne kadar sürer?
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – 5 dakikada toplarım Sayın Başkan.
BAŞKAN – Ama, kısa olsun, rica edeyim.
YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Önemli bir konu; konuşsun.
BAŞKAN – Sayın Yalova, grup sözcüsü müsünüz efendim?
YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Şimdilik...
BAŞKAN – Anlaşılıyor; peki efendim.
Buyurun efendim.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Şimdi, bu cezaevinde 102 tutuklu var. Bunların duruşmaları İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinde. Bunlar, duruşmalarına
gidebilmek için, bugünkü uygulamaya göre, bir gün önceden arabaya biniyorlar, İstanbul'a gidiyorlar; Metris'te yer varsa o gece
İstanbul'da kalıyorlar; ertesi gün duruşmaya çıkıyorlar, o gün dönmüyorlar, o akşam gene Metris'te kalıyorlar ve ertesi gün
cezaevine dönüyorlar . Yani, üç gün; bir duruşma için üç günleri gidiyor; 350 kilometrelik mesafe...
Dolayısıyla, bendeniz, bu gerçeği dikkate alarak, savunma haklarını korumak düşüncesiyle, burada bulunan 102 tutuklunun
Sakarya Cezaevine naklini, Sakarya Cezaevinden de 100 civarında tutuklu ve hükümlünün Eskişehir'e naklini emrettim.
Bunun üzerine, gereği yerine getirilmek üzere, bu "tabutluk" denilen Eskişehir Cezaevinde bulunan tutukluları Sakarya'ya
götürmek için Sakarya'dan iki araba geldi; ama, bir gün önceden cezaevi müdürü kendilerine haber verince, cezaevi içinden -nasıl
oluyorsa- İstanbul'daki Bayrampaşa Cezaevindeki liderlerine faks çekiyorlar; diyorlar ki, "böyle, böyle... Geldiler, bizi Sakarya'ya
nakledeceklerini söylediler; onlar söylediler ama, biz kabul edersek, bu olur. Onun için, koordinasyon kurulu(!) toplansın, karar
alsın..."
Ben, tabiî, ne cevap verilecek diye, Bayrampaşa Cezaevine çekilen bu faksa cevap verilmesi için izin verilmesini rica ettim.
Nitekim, oradan kendilerine verilen cevapta, sonuç olarak, denilen: "Eskişehir'de kalacaksınız; Sakarya'ya gitmiyorsunuz."
Tabiatıyla, iki araba da, geldiği gibi bomboş geriye döndüler!..
Değerli arkadaşlarım, yeni genelgenin meydana getirdiği bu rahatlamaya rağmen, cezaevlerindeki bu sıkıntılı durum
neticesinde, üzülerek ifade ediyorum, Ümraniye Cezaevinde bir hükümlü hayatını kaybetti. Elbette, bu, arzu edilmeyen bir netice;
ama, ölüm orucunda ısrar edenleri demiyorum, ölüm orucuna zorlananları onların elinden kurtarabilmek için, dünden beri,
Bakanlığımızda, heyetler halinde yoğun çalışmalar yapılmaktadır; bu çalışmalar, yarın İstanbul'a intikal ettirilecektir; yarın
sabah, erken, bendeniz de İstanbul'a intikal edeceğim ve bu heyetle, yoğun bir çalışma içerisinde olacağız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN– Sayın Bakan, ben, 3 dakika vermiştim; ihtiyacınız varsa, 2 dakika daha veriyorum; ama, lütfen, bu defa toparlayın;
çünkü, Sayın Yalova yazıyor...
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Son cümlemi söylüyorum; toparlıyorum.
Bu açlık oruçlarını devam ettirenler PKK yanlıları değil, DHKP-C örgütüne mensup olanlardır. Tabiatıyla, Sayın Sağlık
Bakanımız, "psikolojik olarak, bunlara başka türlü yaklaşılarak, ikna edilerek ellerindekiler alınabilir" diyor; meselenin bu yönü de
düşünülecektir, değerlendirilecektir; herhalde, yarınki toplantıya, görevlendirecekleri bir arkadaş da katılacaktır.
Biz, burada, sabırlı hareket etmek mecburiyetindeyiz. Bu olayları neticelendirmek azim ve kararındayız; ama, asgarî, evet,
asgarî zararla neticelendirmek kararındayız. O nedenle, bir kişi de ölse, iki kişi de ölse, biz, gerçekten üzülüyoruz; mahkûm da olsa
üzülüyoruz. Onlar, belki, eylemlerini yaparken üzülmediler; ama, biz üzülüyoruz ve bir an önce, kimsenin, bundan böyle, burnu
kanamadan, cezaevlerindeki bu olaylara son vermek için elimizden gelen gayreti gösteriyoruz.
Analar bize güvensinler, babalar bize güvensinler; bu gençler, bu eylemden vazgeçsinler ve bütün vatandaşlarımız, Hükümetin
bu mesele üzerinde hassasiyetle durduğuna ve inşallah, en kısa zamanda bu işin içinden selametle çıkacağına inansınlar diyorum.
Yüce Heyeti saygıyla, sevgiyle selamlıyorum. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür ediyorum.
Gruplar adına söz talebi?..
Galiba "yok" deyip, Sayın Büyük Birlik Partisini davet edeceğim.
Var mı efendim?.. İşaret buyurur musunuz...
ÖNDER SAV (Ankara) – Sayın Başkan, CHP Grubu adına söz istiyorum.
BAŞKAN – CHP Grubu adına zatı âliniz mi konuşacaksınız?
ÖNDER SAV (Ankara) – Evet efendim.
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Sayın Sav.
HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) – Sayın Başkan, DSP Grubu adına da Sayın İstemihan Talay konuşacak.
BAŞKAN – Demokratik Sol Parti Grubu adına Sayın Talay.
Sayın Yalova, zati âliniz mi efendim?
YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Ben...
BAŞKAN – Anavatan Partisi Grubu adına Sayın Yalova.
Başka söz isteyen?..
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkan, Refah Partisi de söz istiyor; önce onu kaydedin.
BAŞKAN – Refah Partisi Grubu adına Sayın Oğuz söz istiyorlar.
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Sayın Başkan, DYP Grubu adına Sayın Hayri Kozakçıoğlu konuşacak.
BAŞKAN – Doğru Yol Partisi Grubu adına Sayın Kozakçıoğlu.
Sayın Sav, buyurun efendim. (CHP sıralarından alkışlar)
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkan, Anavatan Partisi Grubu adına Sayın Yüksel Yalova konuşacak.
BAŞKAN – Sayın Yalova'yı kaydettik efendim.
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Kaçıncı sıraya yazdınız Sayın Başkan?
BAŞKAN – Üçüncü sıraya efendim.
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Üçüncü sıra olarak işaret etmedi ki Sayın Yalova...
BAŞKAN – Efendim, müsaade buyurun; Sayın Yalova kendisi konuşsun. Siz buyurun.
ESAT BÜTÜN (Kahramanmaraş) – Nasıl kendi konuşsun dersiniz; Sayın Başesgioğlu Grup Başkanvekili!..
BAŞKAN – Sayın Sav, buyurun efendim.
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Hem isteme göre yapıyorsunuz, hem de kendi takdirinize göre yapıyorsunuz Sayın
Başkan!
BAŞKAN – Efendim, buyurun, ben süreyi başlattım.
CHP GRUBU ADINA ÖNDER SAV (Ankara) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; Adalet Bakanı Sayın Şevket
Kazan'ın, son günlerde toplumun gündemini işgal eden önemli bir konuyu Türkiye Büyük Millet Meclisine gündemdışı olarak
getirmesini, takdirle karşıladığımızı ifade etmek isterim.
Sayın Bakanın konuşmasından sonra gruplar adına yapılacak olan konuşmalarda, soruna çözümler önerileceğini, çözümlerde
bulunulacağını ummak istiyorum.
Cezaevleri sorunu, toplumumuzda uzun süredir birikmiş ve düzeltilmesi giderek zorlaşmaya başlayan yanlışlar zinciri haline
sokulmuştur. Bu yaşamsal soruna çözüm bulunması kaçınılmazdır. Islah sistemimiz, cezaevleri, tutuklu ve hükümlülerin yakınları,
daha da önemlisi, toplumumuz, kamuoyu, sağlıklı, kalıcı çözümlerle bu konuda rahatlatılmalıdır.
Son günlerde, hükümlü ve tutuklular, kendilerine karşı insan hak ve özgürlüklerine aykırı muameleler yapıldığı iddialarıyla,
cezaevlerinde açlık grevleri, ölüm oruçları başlatmışlar ve sürdürmektedirler. Cezaevlerinde arka arkaya sergilenen bu grevler, ölüm
oruçları küçümsenmemeli; sorun, sadece ceza ve tutukevlerinin bir yalın disiplin sorunu gibi yansıtılmamalı; insan haklarına ve
yasalara aykırı olmayan kimi isteklere kulaklar kapatılmamalıdır. Daha önceki yıllardaki şanssız, beceriksiz, umursamaz ve olayı
çözümsüzlüğe iten uygulamaların, sorunu ne boyutlara getirdiği, toplumdaki infiali ne denli yükselttiği unutulmamalıdır.
Hatırlanacağı üzere, ilk olay, cezaevlerinde disiplin sağlanması ve farklı uygulamaların önlenmesi amacıyla, 7 Temmuz 1988
tarihinde çıkarılan ve bir yıl sonra yürürlüğe giren meşhur "1 Ağustos Genelgesiyle" başladı.
İkinci olay, maalesef, çok acı, hatırlanması bile üzücü sahnelerin toplumun gündemine sokulmasına neden oldu. Eskişehir
Özel Tip Cezaevinde barındırılan 311 hükümlünün, Adalet Bakanlığınca, cezaevi onarımı gerekçesiyle, toplu olarak Aydın ve
Nazilli E-Tipi Cezaevlerine sevk edilmelerine karşı başlayan açlık grevinin 35 inci gününde 2 hükümlü ölmüştü. Bu olayın
yankıları yıllardır süregeliyor.
1989'dan 1996'ya geldik; maalesef, bugün, farklı bir yapı, farklı bir ortam, farklı bir anlayış, farklı cezaevleri, çözüme yönelik
çağdaş arayışları görememenin üzüntüsü içindeyim. Hâlâ cezaevlerinde insanlar ölmekte, yaralanmakta, hasta ve sakat kalmaktadır.
Devlet, cezaevlerini yönetememekte, içeride asayiş ve güvenlik, dışarıda huzur sağlanamamaktadır.
1 Ağustos genelgesini anımsatan 6, 8, 10 Mayıs genelgeleri arka arkaya sıralandı. Bu düzenlemeler, hükümlünün ıslahı
amacından çok, hak ve özgürlüklerin baskı altına alınması, sindirilip tüketilmesi amacına yöneliyor. Disiplini sağlamak görüntüsü
altındaki gayri insanî ve küçültücü muameleler, çağdaş, uygar devlet normlarına uymuyor.
Ölüm orucunu sürdüren tutuklulardan -Sayın Bakanın da değindiği gibi- Aygün Uğur'un Ümraniye Cezaevinde ve bugün de
Altan Berdan Kerimgiller'in Bayrampaşa Cezaevinde ölümleri, artık, çıplak gerçeği hepimizin önüne sermelidir. Cezaevleri
sorununu, başlayan ve maalesef süreceği sanılan ölümleri, tutukevlerinin salt bir disiplin sorunu gibi algılamak yanlıştır. Sadece
olmayacak isteklerinin gerçekleşmesi için, tutuklu ve hükümlülerin dayatmada bulunduklarını düşünmek ve işi oluruna bırakmak da
çok insanî bir anlayış olamaz.
Tutuklu ve hükümlü yakınları, günlerdir, geliyorum diyen ölüm tehlikesine dikkat çekmek için her türlü çareye başvurdular. Ne
kendileri ne de yakınları, başta Sayın Başbakan olmak üzere, kimi yetkililerle görüşüp dertlerini anlatamadılar. Son günlerde,
devletin güvenlik güçlerinin mahkûm ve tutuklu ailelerine uyguladığı güvenlik önlemleri fevkalade gayri insanî, tüyler ürpertici
boyutlara geldi.
Evlat ölümü, katlanılması çok güç bir acıdır. Bugün ölüm orucundaki tutuklu ve hükümlülerin ailelerinden pek çok kimse bu
acının tehdidi altında yaşamakta, her gün ölüp ertesi gün dirilmektedir.
Bu olay, mahkûm ve tutuklu yakınlarını duygusal olmaya, çocuklarının sorunlarını günbegün, saatbesaat izlemeye
yöneltmektedir. Bakanla görüşme teşebbüsleri, yürüyüşler, oturma eylemleri, bu yolda ailelerin aklına gelebilen başvuru yöntemleri
oldu.
Dövülen, sürülen insanlar; copla öldüresiye vurulan analar, babalar; saçlarından tutulup sokaklarda sürüklene sürüklene
götürülen genç kadınlar; çocuklarının, yakınlarının siyasî düşünceleri ne olursa olsun, bu tür şiddet olaylarına muraz
bırakılmamalıdırlar.
Güvenlik güçleri, son zamanlarda, göstericilerin ideolojik tercihlerine göre farklı tavırlar aldığı yolunda eleştirilere
uğramaktadır. Tüm güvenlik güçlerini kastetmiyorum; elbette, içlerinde, görev bilinci içinde olan; görevini, dürüst, demokratik
kurallar içinde, insan hak ve özgürlüklerine saygı duyarak yapan kimi güvenlik güçlerini tenzih ederim.
İster kendi iradesiyle olsun, isterse -Sayın Kazan'ın bahsettiği gibi- katı bir örgüt disiplini içinde davransın, bir kimsenin
kendisini ölüme terk etmesine, insanî duygular açısından, asla razı olmayız; cezaevlerindeki ölüm komutunu verenleri de asla tasvip
etmeyiz! (CHP sıralarından alkışlar)
Ölümü, bir sorunun çözümü için kullanmak, hele hele siyasî mücadelesinde geçerli bir araç gibi görmek ya da göstermek, sorunun
çözümünü zorlaştırır.
Cezaevlerindeki açlık grevi ve ölüm oruçlarına, anaların, babaların, kardeşlerin feryatlarına sadece ideolojik açıdan
yaklaşmak, kimi haklı ve insanî isteklerin hepsini, kestirmeden kabul edilemez nitelikte bulup, ölümü çare olarak görmek anlayışı,
ciddî hukukçuluğa da çağdaş infaz anlayışına da yakışmaz.
Önceki yıllarda da benzer olaylar olmuş, siyaset adamları soruna basiretli ve sevecen yaklaşıp, çözüm arayıp bulmuşlardı.
Çözüm için vakit geçmek üzeredir; ardı ardına gelebilecek ölüm olayları, hem cezaevlerinde hem de cezaevi dışında, toplumda
alabildiğine huzursuzluk yaratacaktır diye ciddî biçimde endişe duyuyoruz.
Hükümlüler, tutuklular, cezaevlerinde devletin güvencesi altındadırlar. Devlet, koruma ve ıslah görevlerini yapmakla,
cezaevlerindeki insanları öldürmek değil, yaşatmakla yükümlüdür. Devlet, gücünü, insanları çaresizliğe iterek, ölüme terk ederek
değil, çareler bularak korumak durumundadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Sav, buyurun efendim; size süre veriyorum.
ÖNDER SAV (Devamla) – Cezaevlerinden ölüm feryatları, cezaevleri dışından yakınlarının çığlıkları ve toplumsal
sıkıntılar, olaylar artmadan, Adalet Bakanlığı, kâğıt üzerindeki incelemeleri bir kenara bırakarak -Sayın Bakanın, memnuniyetle
izlediğim gibi, işin başına geçip- soruna ciddî biçimde yaklaşarak çözümlenmelidir. Sayın Bakanın, genelgeleri kaldırmadaki
duyarlılığını, açlık grevlerini ve ölüm oruçlarını insanî boyutlar içinde düşünerek, çözüm bulacağına içtenlikle inanıyorum.
Yüce Meclise saygılar sunuyorum; bu konuda Grubumuzun hazırlamış olduğu cezaevleri komisyonu raporunu, daha önce
Adalet Bakanlığına iletmiş olmamıza karşın, belki Sayın Bakana iletilmemiştir düşüncesiyle, kürsüden inerken kendisine takdim
ediyorum.
Saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Sav, teşekkür ediyorum.
Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın Talay.
Buyurun Sayın Talay. (DSP sıralarından alkışlar)
DSP GRUBU ADINA M. İSTEMİHAN TALAY (İçel) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cezaevlerinde uzun süredir
devam eden açlık grevleri ve ölüm oruçları, insanî açıdan çok üzüntü veren bir boyuta ulaşmıştır. Hangi nedenle olursa olsun ve
kim tarafından yapılırsa yapılsın, ölümle sonuçlanan bu tür eylemlerin, hem yakınlarına ve ailelerine hem de tüm topluma üzüntü,
acı ve gözyaşı getirmekten başka hiçbir sonuç sağlamadığı, geçmiş deneylerden de ortaya çıkmış bir gerçektir.
Dolayısıyla, bu tür eylemlerin bir an önce sona erdirilmesi, yeni acılara yol açmaması bakımından, hepimizin ortak dileğidir.
İşte, bu noktada, ölüm orucunda bulunan hükümlü ve tutukluların yakınlarına, avukatlarına, yönetime ve Hükümete, acil ve önemli
görevler düşmektedir. Ailelerin ve avukatlarının, ölüm orucundaki mahkûmları bu direnişlerinden vazgeçirmek için büyük çabalar
göstermeleri gerektiğini düşünüyorum. Kritik bir aşamaya gelen ölüm oruçlarının durdurulması için, bu çabaların daha da
yoğunlaştırılması gerektiğine inanıyorum. Aynı gayretin, yönetim tarafından da sürdürülmesini ve acil önlemler alınmasını gerekli
görüyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anayasanın 17 nci maddesi, aslında, hükümete ve yönetime ışık tutacak önemli
hükümleri ihtiva etmektedir. Bu maddeye göre: "Herkes, yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbî
deneylere tabi tutulamaz. Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye
tabi tutulamaz."
Yine, hepinizin bildiği gibi, 17 nci madde, Anayasanın "Temel Haklar ve Ödevler" kısmında yer almakta ve 12 nci madde, temel
hakları "herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir" şeklinde
tanımlamaktadır. Demek ki, yaşama hakkı, devredilmez ve vazgeçilmez bir hak olarak nitelendirilmektedir.
Nitekim, buna bağlı olarak, devlet, herhangi bir biçimde ve intihar yoluyla yaşamına son vermek isteyen kişilere müdahale
etmektedir. Örneğin, Boğaz Köprüsünden atlamak ve ölmek isteyen kişilere nasıl engel olunuyorsa, bu durumu da tedricî bir intihar
şeklinde değerlendirip, zorunlu beslenme yöntemi içerisinde bu ölümlere mâni olmak, devletin görevidir. Çünkü, devlet, Anayasaya
göre, yaşama hakkını korumak; ama, ölüme yönelik bir hak veya özgürlük anlayışını da engelemek yükümlülüğü altındadır.
Dün, Sayın Sağlık Bakanının açıklamaları, ölüm orucu tutanların sağlık sorunlarıyla -yukarıda açıkladığımız çerçeve
içerisinde- ilgilenilmediğini ortaya çıkarmaktadır. Çünkü, Sayın Sağlık Bakanı, bizim düşüncemizi destekler nitelikte, "ölüm
orucunda belli bir aşamaya gelmiş olanların, artık, kendi iradelerini sağlıklı bir şekilde kullanmaları mümkün değildir" diyerek; o
nedenle, kendileri istemese de, tıbbî müdahale yapılabileceğini, yapılması gerektiğini belirtmektedir. Ölüm orucuyla ilgili olarak,
bunun bir hak olduğunu iddia edebilenler çıksa bile, ölümün değil; fakat, yaşamın bir hak olduğu, Anayasada açıkça ortaya
konulmaktadır.
Diğer taraftan, cezaevlerinde kötü muamele ve işkence varsa, insan haysiyetiyle bağdaşmayan ceza yöntemleri ve muameleler
uygulanıyorsa, buna, hep birlikte karşı çıkmalıyız; fakat, cezaevlerinin, birer terör yuvası ve terör karar merkezi gibi kalmasına da,
elbette, göz yumamayız. Bu konuda herhangi bir ödün verilmesi, hele, bazı PKK'lı tutuklu ve hükümlülerin istedikleri gibi,
kendilerine savaş esiri muamelesi yapılması, elbette kabul edilemez; buna hiçbir devlet göz yumamaz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; biz, Demokratik Sol Parti Grubu olarak, bu konunun, çok ciddî ve yansız olarak
incelenmesi ve ele alınması kararındayız. 5.3.1996 tarihinde, o zamanki tarafsız Adalet Bakanı Sayın Firuz Çilingiroğlu'nun
yaptığı açıklamalarda, ceza ve tevkif evleriyle ilgili mevzuatın eksikliği, iç ve dış güvenliğiyle ilgili yetki çatışmaları, binaların
yetersizliği, hükümlü ve tutukluların aynı ortamda barındırılmalarının yarattığı sorunlar, sağlanan ödeneklerin yetersizliği, ilgili
personelin ekonomik ve sosyal sorunları dile getirilmiş ve cezaevlerinin içinde bulunduğu duruma dikkat çekilmişti.
İnfaz sisteminin ayrılmaz bir parçası olan cezaevlerinin ciddî olarak ele alınması ve her gelen hükümetin, iyileştirme
konusunda, sürekli gayret göstermesi ve bunun, kişilere bağlı değil, ama, bir plan ve program disiplini içerisinde, belli bir dönemi
kapsayacak bir boyutta yürütülmesi, artık, zorunlu hale gelmiş bulunmaktadır.
Şu anda, ülkemiz gümdemini ölüm oruçları kadar işgal eden, devletimiz ve insanlık açısından çok acı bir diğer konu üzerinde
de durmak istiyorum. Çok sayıda yurttaşımız, aylardır veya yıllardır kayıp durumunda ve maalesef, bu kayıplarla ilgili olarak,
devlet, hiçbir gerçeği ortaya çıkaramıyor. Bunların aileleri de, gösterilerle ve barışçı dayanışma eylemleriyle, devletin bu konu
üzerine ciddiyetle eğilmesini istiyorlar. Eğer, bu kadar insan kayboluyor ve bunlar bulunamıyorsa, yönetimde ciddî bir zafiyet var
demektir.
Bu olayların üzerine gidilmesini, kimlerin veya hangi kuruluşların engellediğinin bilinmesinde sonsuz yararlar vardır. O
nedenle, bu konunun, yansız ve güvenilir bir heyet tarafından, bir an önce incelenip, sorunun üzerine gidilmesi şarttır.
Hükümetin böyle bir tavır ve girişim içinde olması, sokaklarda yaşanan tatsız ve hoş olmayan olayları da önleyeceği gibi,
devlet için büyük bir zafiyet olarak ortaya çıkan bu sorunun kökten çözümüne de katkı sağlayabilir.
Bu duygu ve düşüncelerle, Hükümetin bu konularda etkili girişimlerini bekliyor; Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (DSP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Talay, teşekkür ediyorum.
Söz sırası Sayın Yalova'nın; ama, Sayın Oğuz, eğer izin verirseniz, önce sizi davet edeceğim, sonra Sayın Yalova'ya söz
vereceğim.
Refah Partisi Grubu Adına İstanbul Milletvekili Sayın Ali Oğuz; buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)
RP GRUBU ADINA ALİ OĞUZ (İstanbul) – Muhterem Başkanım, saygıdeğer milletvekillerim, değerli arkadaşlarım;
memleketimizi ve milletimizi yakından ilgilendiren ve milletimizin büyük bir kısmını acılara gark eden cezaevi olaylarıyla ilgili,
Sayın Bakanımızın gündemdışı bir konuşma yapmasıyla birlikte, gruplara söz hakkı doğmuş olmakla, bendeniz de, Refah Partisi
Grubunun görüşünü huzurlarınızda arz etmek üzere kürsüde bulunuyorum. Bu vesileyle, Yüce Meclisi hürmet ve saygılarımla
selamlıyorum efendim.
Değerli arkadaşlarım, memleketimizde, milletimizin huzuru, bekası ve saadeti için, değil bir kimsenin ölmesine, tek bir kişinin
ayağına bir diken batmasına dahi tahammül etmemiz ve rıza göstermemiz mümkün değildir. İsteriz ki, milletimiz, huzur ve saadet
içerisinde kalkınsın, gelişsin, daha mesut günlere doğru, inşallah, yürüsün; bundan da bütün milletimizin evlatları sevinç ve kıvanç
duyar; bundan hiçbir endişemiz ve tereddütümüz yoktur.
Değerli arkadaşlarım, cezaevleriyle ilgili konular, Meclisimizin huzuruna ilk defa gelmiyor. Çok uzun yıllardan beri,
cezaevlerinde çok acı hadiselerin yaşandığı hususu, bu kürsülere getirilmiştir. Zaman zaman, ilgili Adalet Bakanlarımız, buraya
çıkıp, cezaevlerimizin kifayetsizliğini ve özellikle, insanlık şahsiyetine ve onuruna yakışmayacak şekilde, infaz müesseselerinde
infazların yapıldığı hususunu dile getirdiler. Tarafsız Adalet Bakanlarımızdan, burada, acı acı bu tabloları, serzenişleri ve
şikâyetleri dinledik.
Daha önceki Adalet Bakanlarımızın, bütçe müzakereleri münasebetiyle, cezaevlerimizin durumuyla ilgili, burada, değerli
arkadaşlarımızın -gerek iktidar gerek muhalefet milletvekillerinin- görüşleri zabıtlarda mevcuttur.
Özellikle, çok acı bir şekilde, insan haysiyetine yakışmayacak şekilde, bir yatakta iki üç kişinin yatırıldığı cezaevlerini; sağlık
sorunlarıyla ilgilenilmeyen cezaevlerini; içerisine eroinden, esrardan, kokaine kadar her türlü uyuşturucunun sokulduğu cezaevlerini;
kabadayılara, silahtan şişe kadar her türlü kesici ve yaralayıcı aletin içeriye sokulduğundan şikâyet edilen cezaevlerini, burada, çok
dinledik.
Özellikle, küçük çocukların ırz ve namusuna tecavüz edildiğini, sübyan koğuşlarına tecavüz edilerek, o çocukların ırz ve
namuslarının perişan edildiğini, yine, bu zabıtlardan, hepimiz gördük, dinledik ve burada, değerli milletvekillerimizin dile
getirdikleri o acı günleri, ben, bugünkü gibi hatırlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, yine, bundan evvelki hükümetlerin dönemlerinde, cezaevlerinin bir yolgeçen hanı haline geldiğini ve
firarların birbiri arkasına devam ettiğini, açılan tünellerden mahkûmların ve mevkufların nasıl kaçırıldığını, yine, aynı şekilde,
bu kürsülerden anlatan arkadaşlarımızdan dinledik, Sayın Bakanlarımızdan dinledik. Onlara ait tedbirlerin alınacağı hususundaki
temenni ve tavsiyeleri, yine bu kürsülerden dinledik; ama, ne yazık ki, daha onbeş günlük bir Hükümetin iktidara gelmesiyle birlikte,
tam had safhasına gelen cezaevlerindeki hadiseleri, ben, bir tesadüf eseri olaylar olarak görmüyorum. Bunlar, memleketimizde daha
önce tezgâhlanmış ve birbiri arkasından tevali eden ihmallerin ve teseyyüplerin neticesinde bu noktalara kadar getirilmiş; ama, şu
noktada öyle bir kangren safhasına gelmiş ki, içeride yüzlerce insan, özellikle Bayrampaşa Cezaevinde 800'e yaklaşan insan, bütün
tedbirlerini alarak, cezaevinin savcısı, müdürü, gardiyanları, ilgilileri; hatta, doktor ve öğretmenleri dahil, kimsenin içeriye
sokulmadığını ve diğer cezaevlerinde, Ümraniye Cezaevinde, özellikle tazyik altında bir insanın ölüm orucuna zorlandığı ve netice
itibariyle hayatını kaybettiği ve bunun da fırsat bilinerek, Hükümete ve bugünkü İktidara saldırma imkân ve fırsatının bulunduğu,
yine hepinizin malumu olan bir hadisedir.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Bakan, burada, neler istendiğini, neler talep edildiği hususunu tadat etti. Ben, ayrı ayrı saymak
ihtiyacını duymuyorum; ancak, şu kadarını ifade ediyorum ki, istenilenler arasında "bize esir statüsü tanınsın" yani "biz, terörist
değiliz, suç işleyen bir mevkuf veya mahkûm değiliz, biz esiriz" diyorlar; yani "bir devletin, muharebe eden, savaşan bir devletin
askerleriyiz, esir alınmışız; burada, bize esir statüsü tanınsın" diyorlar. Sonra "ateşkes talebine uyulsun" diyorlar. Yine "bir
muharebe devam ediyor, ateşkes talep ettik, buna uyulsun" diyorlar ve arkasından "askerî operasyonlar durdurulsun, itirafçılık
müessesesine son verilsin, genel af çıkarılsın" diyorlar. Bu, daha aşağı yukarı 20 madde halinde tadat ediliyor.
Değerli arkadaşlarım, siz, cezaevinde bir mevkuf veya bir mahkûmla karşı karşıya değilsiniz. Muharebe eden, savaşan bir
milletin, bir devletin, kendisine devlet ve ayrı bir millet süsü vermiş olan insanların muharebe etmesi ve netice itibariyle, tevkif edilip
hapishaneye girmesiyle, bir askerinin, esir edilmiş bir askerinin karşısında olduğunuzu açıkça görüyorsunuz. Bunlar, kabul edilmesi
mümkün olmayan hadiseler; bunlar, yavrularımızın, bu memleketin evlatlarının, nasıl yanıltıldığı, nasıl iğfal edildiği, nelere alet
edildiği hususunu açıkça ortaya koyan hadiselerdir. Ama, ümit ediyorum ki, bunu, onbeş günlük bir iktidar süresi içerisine
sıkıştırmak mümkün değil.
Cezaevleri, ıslah müesseseleridir, zulüm müesseseleri değildir, intikam alınan yerler değildir; ama, inanıyorum ki, bu millet,
zamanla, gerek eğitim gerekse sair imkânlarını seferber ederek, evlatlarının kandırılmışlıklarına son verecektir ve memleketimizin
üç terörünün -bunlardan birincisi, doğudaki ve güneydoğudaki terörün; ikincisi, trafik terörünün; üçüncüsü de, onlardan daha çok can
alan, insanları, canından bıktıran ve kendisini, iki yavrusunu koltuğuna alarak, trenlerin, otobüslerin altına atmasına kadar götüren
sosyal ve ekonomik terörün- durdurulacağından eminim.
Biz, bugüne kadar ihmal ettiğimiz doğuda, hapishaneler, karakollar ve mahkeme binaları yapmışız; ama, oralara, insanların
karnını doyuracak fabrikalar yapmayı ihmal etmişiz; bunu açıkça itiraf etmek mecburiyetindeyiz. Ama, bu telafi edilecektir; bizim
İktidarımızda özellikle bu telafi edilecektir; çünkü, oradaki masum insanların, bu ihmalden doğan, kışkırtmaya müsait tabiatları ve
vasatları, bugün, başka kimselere fırsat veriyor ve suiistimal ediliyor. Ama, bizim dönemimizde, inşallah buna fırsat verilmeyecektir;
çünkü, biz inanıyoruz ki, açlık, küfre en yakın noktadır. Adamın birisi damdan düşmüş de "bir çare, doktor" demiş; arkasından da
"bana doktor getirmeyin; bana, damdan düşen birisini bulun, o benim halimi anlar" diye ilave etmiş. Bugün, Türkiye'nin içinde
bulunduğu şartlar, her haliyle, ihmal edilmişliğin bir neticesidir. Bunu telafi etmek imkânı vardır.
Ben, buradan, anne ve babalara, tavsiye ve temennilerimi ifade etmek istiyorum: Yavrularınıza sahip çıkın; onları feda etmeyin;
başkalarının teşvikiyle onları ölüm orucuna sevk edenlerin oyunlarına getirmeyin. Bu memleketin evladı, yöresi ne olursa olsun,
milliyeti ne olursa olsun, inancı ne olursa olsun, mezhebi ne olursa olsun, bu memleketin 65 milyon insanı birbirinin kardeşidir. Tek
bir insanımızın dahi feda edilmesine rıza göstermemiz mümkün değildir.
Bugün, Adalet Bakanlığımızın onlara temin ettiği imkânlar, bundan önce yıllarca cezaevlerinde tatbik edilen imkânlarla
mukayese edilmeyecek kadar güzeldir. 40 yılını adliye mesleğinde geçirmiş bir kardeşiniz olarak; 7 ay 23 gününü hapishanede
mevkuf, 2 yıl mahkûmiyet, 6 yıl yargılanmış bir kardeşiniz olarak ifade ediyorum ki...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Oğuz, 2 dakika yeter mi efendim?
ALİ OĞUZ (Devamla) – Yeter efendim.
BAŞKAN – Peki, buyurun.
ALİ OĞUZ (Devamla) – ... bugünkü cezaevleri, arkadaşlarımızın gayretiyle daha da iyi bir noktaya getirilecektir ve bugün
onlara tanınan haklar, insan haklarına, insan haysiyet ve şerefine en uygun şekilde hazırlanmış şartlar içerisinde olan haklardır.
Bir tek korkumuz var: Bu operasyonun yapılmasıyla zaten bir ölüm, bir zayiat vermiş olan, oradaki, bu milletin evladı olan
kardeşlerimizin daha büyük zayiat vermesine gönlümüz razı değil.
Tenkitlerimi, biraz acıtarak ve biraz da yumuşak bir şekilde, burada konuşan kardeşlerime cevap mahiyetinde olsun beyan etmek
istiyorum. Sizin hükümetleriniz de oldu, hükümetlerde ortaklıklarınız da oldu; o zaman, cezaevleri bundan beterdi. O günün
ihmalleri, bugün, cezaevlerini bir terörist eğitim yeri haline getirmiştir. Eğer, bir ihmal varsa, bu sizin eserinizdir; bunu kabul etmek
lazım. Çünkü, sizin zamanınızdaki iktidarda da cezaevlerinin hallerini biliyoruz; yolgeçen hanı gibiydi. Firar eden insanların nasıl
tünel kazdıklarını, nasıl kaçtıklarını, sizin değerli bakanınız geldi, burada izah etti. (RP sıralarından alkışlar) O gün için,
tenkitler... O gün için ifade edilen cezaevlerinin statülerini, hallerini de gene biliyoruz.
ÖNDER SAV (Ankara) – Girilmeyen hiçbir cezaevi yoktu!..
ALİ OĞUZ (Devamla) – Sonra, ikinci konuşmacı olarak, dışarıdan destekli hükümetin dış destekleyicisi olan arkadaşımızın
buradaki temennilerini de yadırgıyorum. Sizin de üç aylık bir döneminiz oldu, çok kısa. Bizim onbeş günlük dönemimizi rahatlıkla
tenkit etmenize hiçbir şey demiyoruz; biz onlara açığız ve alışığız; ama, gelin, üç aylık döneminizde, cezaevlerini bulundukları
yerden daha iyi noktaya mı getirdiniz, daha mı beter ettiniz; onu da burada itiraf edin. Onun için, değerli arkadaşlarım...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Yani, onun için size kısa bir süre veriyorum.
Buyurun efendim.
ALİ OĞUZ (Devamla) – ... diyorum ki, bütün partilerimiz, bütün siyasî kuruluşlarımız ve bu konuda yetkili ilim adamlarımız
çare getirsinler. Desinler ki "girin, zor kullanın." Biz bundan kaçınıyoruz. Yapsaydık, bugüne kadar yapardık. Çareler bulun, ikna
edin; bunun üzerindeyiz.
Ben -Sayın Bakanım ve Hükümetimizin değerli üyeleri, partilerimiz ve onların değerli sözcüleri, çareleri de getirerek- bu içinde
bulunulan çıkmazın bir an evvel halledileceğine inanıyorum ve orada hayatını kaybeden, memleketimizin o evladına, vatandaşına
rahmet diliyorum; çünkü, bu memleketin evladıdır; yakınlarına, annesine, babasına sabırlar diliyorum; başsağlığı diliyorum ve
içeridekilerin de bir an evvel halâs olmasını temenni ederek; bu duygularla Yüce Heyetinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum
efendim. (RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Oğuz, teşekkür ediyorum.
Sayın Oğuz, hem mebus hem de eski bir mahpus olarak konuştu; teşekkür ediyorum.
Anavatan Partisi Grubu adına, Sayın Yüksel Yalova; buyurun efendim.
ANAP GRUBU ADINA YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın Başkan, sayın millletvekilleri; Sayın Adalet Bakanının,
cezaevlerinin son durumuna ilişkin sunduğu bilgileri, Anavatan Partisi adına değerlendirmek üzere yüksek huzurlarınıza gelmiş
bulunuyorum. Sözlerimin başında, partim ve şahsım adına, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Adalet Bakanının konuşmasının özellikle ilk bölümünü izlediğim vakit, Sayın Bakanın ne kadar acz içerisinde,
çaresizlik içerisinde olduğunu görmekten gerçekten büyük üzüntü duydum. Daha sonra, Refah Partisi Grubu adına konuşan değerli
Ali Oğuz Beyi izleyince de, özellikle, bu konuda hiç eleştiri yapmadan, sadece konunun düzeltilmesine yönelik olarak önerilerde
bulunan CHP ve DSP temsilcilerini âdeta suçlayarak, kendi sorumluluklarından kurtulma çabasını görmekten de büyük üzüntü
duydum.
Sayın milletvekilleri, açıkça ifade ediyorum: Anavatan Partisi olarak, bu konunun değerlendirilmesini siyasî prim elde etme
amacına yönelik olarak görmüyoruz.
"Bakın, devletin en önemli görevlerinden birisi de adaleti tesistir. Onun içindir ki 'Adalet mülkün temelidir' kaidesi değişmez bir
kural olarak kabul edilegelmiştir. Adaleti tesis için de yargı organlarının bağımsız olması gerekir. Gerçek bu iken, Bakanın
işbaşına gelmesinden itibaren adalet ve adalet teşkilatı büyük yaralar almış; bunun neticesinde vatandaşın vicdanında adalete
güven sarsılmıştır. Adalet duygusunun ve teşkilatımızın kamu vicdanında büyük yaralar almasındaki başlıca sebep, Bakanın
düşüncesini adalete ve teşkilatına bulaştırması ve adalet teşkilatını kendi politik görüş ve düşüncelerine göre yönlendirmesinden
kaynaklanmaktadır."
Benim sözüm değil. Tarih, 13.1.1994, Şevket Kazan, Refah Partisi Grup Başkanvekili; altında yazan isim. Evet, 1994 yılında,
dönemin Adalet Bakanı Sayın Seyfi Oktay hakkında, Refah Partisi Grubu adına verilen gensorudaki imzayı takdirlerinize sundum.
Şimdi, sayın milletvekilleri, bunun gerekçesi İSKİ olaylarıyla ilgili ve o gensorunun gerekçesinde devam ediyor... Hükümet
daha ilk toplantısını yapmadan, 20 Ekim 1991'de işbaşına gelen Bakanlar Kurulu daha ilk toplantısını yapmadan, dönemin Adalet
Bakanının kararıyla kapatılan Eskişehir Cezaevine yönelik olarak, yine, o dönemde, Refah Partisi Grubumuz adına Sayın Şevket
Kazan'ın Grup Başkanvekili sıfatıyla verdiği gensoruyu size özetleyerek sundum.
İşte, bu, bizim, Anavatan Partisi olarak yaklaşık beş yıldır yanlış bulduğumuz bir zihniyetin tipik bir delili. Ne demek
istiyorum: Eğer, biz, biraz önce Sayın Ali Oğuz'un yaptığı gibi "işte, siz de hükümet oldunuz, şunları şunları yaptınız" şeklinde
kendimizi savunma mekanizması içerisine girersek; eğer, biz, biraz önce Sayın Adalet Bakanının yaptığı gibi, üstelik de Meclis
kürsüsünde "biz içeriye hâkim değiliz" dersek ve bunun gerekçelerini sayarken de, sadece onbeş günlük Hükümet olmamız nedeniyle
bu konuda sorumlu tutulamayacağımızı savunmaya kalkışırsak, açık söylüyorum, adalet duygusunun bu ülkede her vicdanda
mülkün temeli olduğuna ilişkin savımızı kanıtlamada zorluk çekeriz. Bugün, Sayın Şevket Kazan oradadır; alışılmış Refah Partisi
politikaları çerçevesinde, yaptığı basın toplantısında -ki, o basın toplantısını yaptığı koltuğun arkasında "adalet mülkün
temelidir" sözleri yer alıyordu- kendimizi cezaevlerinde bulunan hükümlülerin ve tutukluların babası ilan ederiz; o insanların, niçin
orada hükümlü ve tutuklu sıfatıyla bulunduklarını, acaba, onların o sıfatları almasından, bu toplumda yaşayan ve rahatsız olan
insanlar var mı sorusunu sormaksızın, kendimizi baba ilan ederiz, alışılmış o siyaset üslubu içerisinde, kendimizi ikinci bir baba
ilan ederiz; ama, sonuçta, işte, bugün geldiğimiz noktada, Sayın Bakanın son cümlelerinde ifade buyurduğu gibi "şu isteklerinden
vazgeçsinler"; işte, Ali Oğuz Beyin söylediği "anneleri, babaları çocuklarına sahip çıksın" gibi, sadece bir dilekte bulunma mevkiine
düşeriz.
Bir başka görüş var... Ben, o genelgenin kaldırılması nedeniyle, Sayın Bakanın icraatının doğru olduğunu söyleyeyim; ama,
bir başka düşünce var: Devlet pazarlık yapmaz; genel bir kanaat.
Sayın milletvekilleri, devleti devlet kılan unsurlar -ister klasik anayasa hukukunda olsun ister modern- sayıldığı vakit, bunların
en vazgeçilemez unsurlarından biri egemenlik hakkıdır. İçte kamu gücünü, yurttaşlar üzerinde, yine, kamu adına kullanabilme
yetkisidir. Bu yetkiyi kullanırken neye dayanacaksınız; Anayasaya dayanacaksınız, yasalara dayanacaksınız ve o Anayasa ve
yasalara uygun olarak çıkarılması beklenen alt normlara uygun olarak yürüteceksiniz. Sonuç olarak, hukuk devleti kavramı
içerisinde hareket edeceksiniz. O hukuk devleti kavramı içerisinde hareket ederken de, bu coğrafya üzerinde, Türkiye Cumhuriyeti
sınırları içerisinde, vatandaş sıfatını taşıyan her insana eşit muamele edeceksiniz.
Bakın, niçin karşı çıktığımız zihniyet dedim; şimdi arz edeyim. Bu kürsü ve Meclis tutanakları, en azından, şahittir ki,
bundan üç yıl önce, dönemin Adalet Bakanının, Adalet Bakanlığında üç üst düzey bürokratı tayinine ilişkin eleştirileri sırasında,
Refah sözcüleri, o üç kişinin Alevî olması nedeniyle yaptıkları eleştirilerde, onu da açıkça söylemekten çekinerek, üçü de aynı il
doğumlu savını getirdiler. (RP sıralarından "ne alakası var" sesleri) Dönemin Adalet Bakanı da, sanki, Alevîlik ikinci sınıf
vatandaşlıkmış gibi, sanki, Alevî olmak suçmuş gibi, aynı ilde doğmadıklarını, birinin şu ilde, ötekinin şu ilde, diğerinin de başka
bir ilde doğduğunu burada kanıtlamaya çalıştığı sırada, ben, yine, Anavatan Partisi Grubu adına, sözcü sıfatımla çıktım, her
ikisine de, bakın, adalet öyle bir duygudur ki, adalet duygusu öyle bir güven ya da güvensizliktir ki, eğer, siz, bu meseleye, salt kendi
parti gözlüğünüzle bakarsanız, siz, bu meseleye, salt kendi parti programınız çerçevesinde, eğer iktidardaysanız, hüküm
sürebileceğiniz bir alan gözüyle bakarsanız, işte, adaleti o zaman tahrip etmiş olursunuz dedim. Döndüm o taraftaki Sayın Bakana,
üçü aynı ilden de olabilir, üçü Alevî de olabilir; önemli olan şu ya da bu olması değil, iyi hâkim mi değil mi, bu insan müsteşar olur
mu olmaz mı buna bakın dedim ve bu taraftaki arkadaşlarıma da aynı tavsiyede bulundum.
Şimdi, geldiğimiz noktada görüyoruz ki, biz, Adalet Bakanlığını sadece cezaevleriyle sınırlamışız gibi bir görüntü var ortada.
Doğrusu bu mu? Değil.
Sayın milletvekilleri, "mekân toplumun aynasıdır" derler, sosyologlar söyler bunu. Eğer mekân toplumun aynasıysa, cezaevleri
de bir mekân ise, o mekânlarda ne olup bittiğine baktığınız vakit, Adalet Bakanlığının ne olup bittiğini birebir izdüşüm halinde
görürsünüz demektir. Ha, o zaman ne yapmamız lazım?..
Bakın, yine, Bütçe Plan Komisyonunda dönemin Adalet Bakanlığı bütçesi görüşülürken, ben arz ettim düşüncelerimi; Ali Oğuz
Beye katılırım o anlamda. Biz, Devlet Planlama Teşkilatının öngöreceği artış oranları içerisinde, âdeta ulufe
dağıtılıyormuşçasına, Bakanlığa sunulan imkânlarla kendimizi sınırlı saydığımız vakit, Türkiye'de Adalet Bakanlığının çağdaş
hukuka uygun, çağdaş hak anlayışına uygun olarak yürütülmesini sağlayamayız.
Bakın, "onbeş günde ne yaptı ki eleştiriyorsunuz" demeye getirdi Sayın Ali Oğuz. Söyleyeyim: Birincisi, o baba... Tutukluların
ve hükümlülerin babası gibi gözükmek. İkincisi, bence, daha, daha daha vahimi, yaklaşık 1 600 hâkim ve savcıyla ilgili tutumları.
Gerçek niyetleri o muydu? Şahsî kanaatimi arz edeyim, o bir yoklamaydı; bakalım, Adalet Teşkilatı ne yapacak; bakalım, kamuoyu
ne diyecek... Daha sonra girişilebilecek bir operasyonun ilk denemesiydi. Ondan önce nasıl getirildi, o sayıya yakın hâkim ve savcı
atandı mı atanmadı mı diye tabiî ki söyleyeceksiniz ve onu söylediğiniz zaman da, kendinizi savunduğunuzu...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – Falcılık yapıyorsunuz, falcılık...
BAŞKAN – Sayın Yalova, bu cezaevleri konusuna gelebilmeniz için, size 3 dakika süre veriyorum efendim.
Buyurun.
YÜKSEL YALOVA (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Cezaevleri konusundan hiç çıkmadığımı affınıza sığınarak arz edeyim.
Savunmanızı o şekilde yaparsınız, kendinizi haklı sayarsınız, dedim. Siz, bundan önceki bakanların kaç tane hâkim ve
savcıyı yerinden ettiğini ya da yerini değiştirdiğini söyleyerek, eğer, yeni döneminizde bu ülkede adalet duygusunu tesis edeceğinizi
zannediyorsanız, o zaman, vaktiyle eleştirdiğiniz Adalet Bakanlarının mevkiine düşersiniz demek istiyorum.
Bakın, sonuçta, sadece, Ceza Yasasına uygun olarak, diyelim, mahkemelerde muhakemesi yapılmış üç beş insanın, birkaç yüz
insanın bugün tabi olduğu durum değildir karşımızda olan problem sayın milletvekilleri. İşte, 23 Temmuz günü itibariyle, diş
hekimleri, eczacılar, mühendis ve mimar odaları, Tabipler Birliği, Veteriner Hekimler Birliğinin konuya yaklaşımı; konuya ilişkin
ne diyor: "Haklı insanî taleplerini yerine getirmeli" diyor. Haklı insanî taleplerine ilişkin, yeni genelgenizde getirdiğiniz imkânları,
biraz önce Yüce Meclise arz ettiniz; hiç itirazım yok. O haklı insanî talepler konusunda, orada yaşayan insanların haklı insanî
talepleri konusunda yapılabilecek ne varsa, lütfen, yapın; hiç orada itirazımız yok; yaptıklarınız için de teşekkür edelim; ama, eğer,
siz, Adalet Bakanlığı itibariyle, Adalet Bakanlığının sorunlarını, sadece Bakanlığa hasrederseniz -özellikle iki gruba seslenerek
söylüyorum- eğer, bu meseleyi, Hükümet içerisinde her iki partinin ortak perspektif sorunu olarak görmezseniz, sadece Adalet
Bakanının üstüne yıkarsanız; İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı birlikte, yeni bir bakış açısı içerisinde, ama, mutlaka ve
mutlaka, Hükümet olarak ele almazsanız; bu ele alışta, şu Yüce Meclisi, âdeta bir danışma meclisi statüsüne getirme arzunuzu
devam ettirirseniz ve Adalet Bakanlığına ilişkin yapmayı planladığınız yeni düzenlemelerde, bu Mecliste bulunan diğer grupları,
siz geçmişte şöyle yapmıştınız, siz şöyleydiniz, böyleydiniz duygularıyla eleştirdiğinizi zannederek, kendinizi haklı çıkardığınız
intibaına varırsanız, açıkça söylüyorum, bir arpa boyu yol alamazsınız. Bizim elimizde hâkim ve savcılar var, Adalet Bakanlığına
bağlı personel var, merkez teşkilatı, gerisi... Ama, açıkça söyleyeyim; bunlar, Türkiye'de adalet duygusunun güçlendirilmesinde,
kuvvetlendirilmesinde tek unsur, en etkili unsur hiçbir zaman olmamıştır, bundan sonra da hiç olmayacaktır. O zaman, Hükümet
olarak bakışınızdır; Adalet Bakanı olarak, bu toplumdaki, meşru, anayasal kurumlara bakışınızdır.
Osmanlının, eski dönemde...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
YÜKSEL YALOVA (Devamla) – Son sözümü söylüyorum Sayın Başkanım. Son cümlem...
BAŞKAN – Lütfen... Lütfen... Son sözünüzü söyleyin.
YÜKSEL YALOVA (Devamla) – Osmanlının gerileme dönemini anlatan şair "eskiden üç tuğlu vezirler vardı, şimdi üç tüylü
vezirler var" diyor. Eğer, üç tuğlu vezirlerden olmak istiyorsanız -dediğim gibi- bu dikkatlerinize sunduğum hususları dikkate
alırsınız.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Yalova, teşekkür ediyorum.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, aslında, yaptığım açıklamalar karşısında Sayın Sözcünün
konuşmaları, her ne kadar, İçtüzük hükümleri açısından bana cevap verme hakkı bahşediyorsa da, ben kürsüden değil,
müsaadenizle, birkaç cümleyle yerimden arz etmek istiyorum.
BAŞKAN – Efendim, İçtüzüğün hükümlerine göre...
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Birincisi, Sayın Başkan...
BAŞKAN – Daha izin vermedim efendim... İzin vermedim daha...
İçtüzüğün 60 ıncı maddesine göre, çok kısa bir açıklama rica ediyorum, bulunduğunuz yerden.
Buyurun.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Birincisi, Sayın Başkan, biz, burada, Adalet Bakanlığı bütçesini
görüşmüyoruz. Adalet Bakanlığının genel sorunlarını da görüşmüyoruz. Sadece, gündemdışı olarak, kamuoyunu meşgul eden,
cezaevleriyle ilgili Genel Kurula bilgi verme zaruretini hissettim ve bu bilgiyi verdim. Dolayısıyla, elbette, bu konunun çerçevesi
cezaevleriyle sınırlı olacaktı, öyle olması lazımdı ve öyle olmuştur. Şimdi, bunun, neden eleştiri konusu olduğunu anlamam
mümkün değil.
İkincisi, tayin konularında, gazete manşetlerine, gazete manşetlerinin meydana getirmek istedikleri havaya kapılarak
konuşuyorlar. Bizim, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna teklif etmiş olduğumuz 1 214 kişilik tayin listesi, sadece bu yıla ait bir
tayin listesi değildir; on seneden beri, bu, böyle devam etmektedir. Hâkimlerin, savcıların tayini hangi prosedüre göre, nasıl yapılır,
ne şekilde yapılır; Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun sekreteryasını, Bakanlığın hangi ünitesi yapar; arkadaşımız bu
konuda yeterli bilgiye sahip olmadığı için, zannetti ki, biz, kasıtlı olarak tayinler yapıyoruz.
Bu çerçeve içinde, benim maksatlı bir tek ilavem yoktur Sayın Başkan; bunu, Genel Kurula arz ediyorum. (RP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
YÜKSEL YALOVA ( Aydın) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun Sayın Yalova, karşılıklı konuşma yöntemimiz yok efendim.
YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın Başkan... Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurur musunuz efendim yerinize.
YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın Başkan, bir hususu arz etmek zorundayım.
BAŞKAN – Buyurun efendim yerinize, buyurun... Sayın Yalova, lütfen...
YÜKSEL YALOVA (Aydın) – O zaman objektifliğinize güvenmemizi bizden beklemeyin Sayın Başkan.
BAŞKAN – Efendim, o sizin takdiriniz. Size, sataşma...
YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Herhangi bir talepte bulunmadım. Daha talebimin ne olduğunu bilmeden "otur" diyorsunuz.
Divanda Başkanvekili olarak bulunmak, size, bir milletvekiline, derdini dinlemeden "oturun" deme hakkını vermez.
BAŞKAN – Efendim "sataşma" diye söze başlayınca...
YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Ben öyle demedim.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Yalova, ne diyorsunuz. Uzatmadan... Kısa lütfen.
YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın Bakan, bir "gazete manşetlerine bakarak" dediler; ikincisi "bilmeden" dediler. Aslında
bunlar sataşma olur; ama, ben o hakkımı kullanmadan yerimden ifade edeyim dedim.
BAŞKAN – Efendim, bildiğinizi ifade edersiniz...Biliyorsunuz değil mi konuyu?
YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Bunu arz ettim efendim...
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın Bakan da, beni dinlemiş olsalardı, bana teşekkür etmeleri gerekirdi.
BAŞKAN – Ben teşekkür ediyorum efendim. Sayın Yalova, ben teşekkür ediyorum; buyurun.
Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Kozakçıoğlu; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)
DYP GRUBU ADINA HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime başlamadan önce, saygılar sunuyorum. Ben de, Doğru Yol Partisinin cezaevleri
konusundaki görüşlerini kısaca sizlere sunmaya çalışacağım.
Sözlerime başlamadan önce, yıllardan beri, gerçekten, Türkiye'nin önemli bir konusu olan ve son günlerde de kamuoyunu ölüm
oruçlarıyla yakından ilgilendiren cezaevi konusunu Meclise getirdiği, bizlere bilgi verdiği ve konunun tartışılmasına imkân
sağladığı için, Sayın Adalet Bakanına da özellikle teşekkür etmek istiyorum.
Cezaevleri, bugünün sorunu değildir. Gerçekten, yıllardan beri, cezaevleri, toplumumuz içerisinde, kanayan bir yara olarak
bulunmaktadır. Kısaca şunu belirtmek istiyorum: Cezaevinin görevi nedir ve biz, tutukluları, sanıkları veya suçluları cezaevine
niye alırız? İnfazda cezaevinin üç ana amacı var:
Her şeyden önce, kamuoyunun, kamu vicdanının tatmini; ikincisi, toplum kurallarına karşı hata yapan insanın, geçici bir süre
dahi olsa, hatası karşılığı, toplumdan tecrit edilmesi; ama, bütün bunların hepsinden önemlisi, üçüncüsü de, toplum kurallarını
çiğneyen insanın, hatasını anlayarak, ıslah edilerek tekrar topluma kazandırılmasıdır. Yani, temeli, bu insanı tekrar topluma
kazandırmaktır.
Peki, cezaevlerimiz bugüne kadar bu görevini yapabildi mi? Kabul etmek gerekir ki yapamadı. Bugün "terör, terör" diye şikâyet
ediyoruz. Ben, yıllardan beri terörün içerisindeyim. Halk arasında, amiyane bir söz vardır: Benim oğlum -veya benim çocuğum-
okur, döner döner yine okur. İşte, biz de, devlet güvenlik güçleri olarak, döne döne aynı teröristlerle uğraşıyoruz; döne döne aynı
teröristlerle, devleti tahrip etmeyle karşı karşıya kalıyoruz. Niye? Çünkü, çok küçük bir suç işleyerek cezaevine giren genci ıslah
edemiyoruz; aksine, o genç, içeriden daha katı bir militan olarak çıkıyor, annesinden babasından koparılıyor. Ben pek çok genç
biliyorum, cezaevinde kaldığı süre içerisinde aile fertleriyle konuşamıyor, cezaevinden çıktıktan sonra annesinin babasının evine
gidemiyor, terörist grubun kucağına düşüyor. İşte bunu yapamadığımız için de, terörle mücadelede büyük zaaf içerisinde
kalıyoruz.
Bu terör Türkiye'de niye bitmiyor dediğimiz zaman, bana göre, yazılacak ilk maddelerden bir tanesin de, cezaevlerindeki bu
olumsuzluk vardır. Bu nedenle, bu konunun üzerine çok ciddî gidilmesi gerekmektedir.
Bugün cezaevlerinde kalan insanları iki ana gruba toplamak gerekirse, ben şöyle derim: Bunlardan birincisi, devleti yıkmak,
devleti bölmek veya başka rejimleri getirmek isteyen terörist gruplar; ikincisi de, çeşitli nedenlerle, bir anlamda kader kurbanları
diyebileceğimiz, bilerek veya bilmeyerek çeşitli suçlar işleyen insanlar. İşte, cezaevlerinde, bu iki ana, büyük grubumuz var.
Şimdi, terör olayını bir irdeleyelim: "Terör" ne demek ve terörist kim? Terör yaratmak için, her şeyden önce, bir örgüt
kuruyorsunuz, bir örgüt var; ikincisi, bu örgüt, bir siyasî eğitim veriyor bazı kişilere; üçüncüsü, bazı kişilere bir silahlı eğitim
veriyor, ondan sonra da, çıkıyor, bu kişilere suç işletiyor. Yani, terör suçu, özel bir suçtur.
Şimdi, şöyle bir bakalım. Biz, yıllarca siyasî eğitim görmüş, yıllarca silahlı eğitim görmüş ve bu devleti tahrip etmek isteyen
insanla, bir sinir, herhangi bir ani olay veya bir trafik kazası neticesinde cezaevine düşmüş insanları, yıllardan beri, aynı sisteme
göre infaza tabi tutuyoruz. Biraz önce söylediğim gibi, terör, özel bir olaydır. O halde, terörün yargılaması nasıl özel oluyorsa devlet
güvenlik mahkemelerinde, bunun infazının da ayrı olması lazım, bunun infazının da özel olması lazım. Özel infaz derken, bu
insanlarımızı, bu gençlerimizi ezelim, eza çektirelim demiyorum; aksine, onlara daha hassas davranalım, onların üzerine daha
dikkatle gidelim, onları daha iyi eğitelim, onların tüm sorunlarıyla, psikolojik sorunlarıyla, ailelerinin ekonomik sorunlarıyla,
yetiştikleri bölgelerin sorunlarıyla daha yakından ilgilenelim ve o çocukları, cezaevlerinde, terörist grupların eline düşürmeyelim; o
çocukları, eğiterek, tekrar topluma kazandıralım.
Bu nedenle, dünyanın her yerinde olduğu gibi, Türkiye'de de yapılacak olan ilk iş, terör suçundan cezaevine giren tutuklu veya
sanığı, özel bir infaz sistemine, yani, daha dikkatli, daha itinalı, daha çok müsamahalı, onu psikolojik eğitimden geçiren, onu
psikologların, sosyologların, eğitimcilerin önünde eğiterek topluma kazandıran bir infaz sistemine kavuşturmamız lazım. İşte,
bunun süratle yapılması gerekiyor. Bunu yapamadığımız için, bugün, terörle daha fazla uğraşıyoruz; bunu yapamadığımız için,
hâlâ, pek çok gencimizi teröristin emrine veriyoruz ve hâlâ, ölüm oruçlarıyla veya gözü yaşlı anneler, babalar, kardeşlerle
karşılaşıyoruz. Bu nedenle, cezaevi konusunun üzerine çok ciddî gidilmesi gerekmektedir.
Zaman çok mahdut olduğu için, hem hızlı konuşmak hem de bazı konuları atlamak zorundayım. Ben alınması gereken
önlemleri belirtmek istiyorum. Benden önceki sayın konuşmacıları dinledim. Hiç kimse alınmasın, hiç kimse üzülmesin. Ben
bekliyordum ki, sayın konuşmacılarımız gelsinler, bu kürsüde, cezaevlerinin ıslahı konusunda, çatır çatır, tekliflerini ve önerilerini
söylesinler.
YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Ben söyledim.
HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (Devamla) – Ama, ben bunu duyamadım...
YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Anlamamışsınız...
HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (Devamla) – Kusura bakmayın, bunu duyamadım.
Ben, kesinlikle, bu konunun politika malzemesi edilmesinin de karşısındayım. Bu konuda partilerimiz tartışmamalı, bu konuda
birbirimizi suçlamamalıyız. Bu konuda yapacağımız şey... Ortada bir gerçek var; cezaevlerinde hata var, cezaevlerinde noksanlık
var, düzensizlik var. O halde, bunu beraberce giderebilmeliyiz, bütün partiler olarak elbirliğiyle gidermeliyiz; çünkü, hâlâ, ölüm
oruçlarında hayatını kaybeden insanlarımız var, onu yetiştirip ondan ümit bekleyen, ona dört gözüyle bakan, dışarıda gözü yaşlı
anneler ve babalar var. O halde, bu konunun üzerine, hem acilen hem de çok ciddî gidilmesi gerekiyor.
Bu nedenle, konuyu, iki ana bölümde toplamak istiyorum:
Birincisi, genel olarak, cezaevlerine ne yapılması lazım. Bir kere, cezaevlerinin başlangıçtan beri kurulan yönetimi yanlıştır.
Cezaevlerinin içi ayrı bir yönetime, cezaevlerinin dışı, dış güvenliği ayrı bir yönetime bağlıdır; yani, cezaevinin iç güvenliği
Adalet Bakanlığına, cezaevinin dış güvenliği de İçişleri Bakanlığına bağlıdır. Bunun birleştirilmesi lazım, bunun değiştirilmesi
lazım. Bu sistem başlağı zaman, kanuna bir hüküm eklenmiş "kendi özel zabıtası kuruluncaya kadar, cezaevleri jandarma tarafından
korunur" denilmiş. Kuramamışız özel zabıtayı. Daha sonra, bunu yasal hale getirmişiz ve cezaevlerinin dış güvenliğini jandarmaya
vermişiz; iç güvenlikten de cezaevinin kendi personeli sorumlu. Artık bunun bitmesi lazım. Bütün dünyada olduğu gibi, yetiştirilmiş,
ihtisas sahibi elemanlarla iç ve dış güvenliğin birleştirilmesi gerekir.
İkincisi, cezaevlerinde göreve aldığımız elemanlarımızı nasıl yetiştiriyoruz; cezaevindeki infaz memurları nasıl yetişiyor,
cezaevi müdürü nasıl yetişiyor, hangi okullardan mezun ediyoruz, hangi kurslardan geçiriyoruz; içeride kaç tane sosyolog var,
psikolog var, dinî eleman var, öğretmen var; bunlar çok boşlukta, bunlar çok açıkta. Oysaki, yıllardan beri -biraz önce söylediğim
gibi- beyni işlenmiş, beyni yıkanmış, siyasî eğitimden geçirilmiş genci kazanmamız lazım. O halde, ona siyasî eğitim veren
elemandan çok daha iyi yetişmiş elemanı, biz, cezaevine sokamazsak, bunu başaramayız. Bunun, mutlaka yerine getirilmesi gerekir.
Üçüncüsü, suçun nevine göre, hüküm süresine göre, mutlaka, ayrı ve özel infaz sistemlerinin geliştirilmesi gerekir; mutlaka,
suçun nevine göre ayrı bir infaz sisteminin geliştirilmesi gerekir. Suçu işleyen insanın, önce, bir kere, cezaevinde düşünmesi, kendi
kendini yargılaması, bir muhasebeden geçirmesi ve ondan sonra ıslah olmaya hazır hale gelmesi gerekmektedir.
Bunun yanında, mutlaka, günlük kurallar değil, günlük genelgeler değil, yıllarca değişmeyecek çok esaslı sistemlerin kurulması
lazım ve yaşam şartlarının da, Türkiye Devletinin imkânına göre, insanca yaşanabilecek bir noktaya gelmesi lazım. Yani, cezaevine
giren insan, ister terörist olsun ister başka suçlu olsun, artık, yaşamından dolayı, içmesuyundan dolayı, tuvaletinden dolayı,
banyosundan dolayı şikâyet etmemeli. Onların, bu haklı şikâyetlerini süratle halletmemiz lazım.
Bir de, bunun dışında, içeride çok büyük bir enerji deposu var, binlerce genç insan var; onların, bu enerjilerini üretime
çevirmeleri lazım. Cezaevleri bir atölye gibi çalışmalı, cezaevleri bir okul gibi çalışmalı, cezaevleri bir kütüphane gibi çalışmalı;
hem üretmeli hem de eleman yetiştirerek tekrar topluma kazandırmalıdır.
Zamanım dolduğu için...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kozakçıoğlu, 2 dakika yeter mi efendim?
HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (Devamla) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.
Efendim, bir de, son olarak, ölüm oruçları konusuna değinmek istiyorum. Ölüm oruçları, gerçekten, çok üzücü bir olay. İnsanın
günlerce aç kalarak kendi kendini ölüme mahkûm etmesi, çok üzücü bir olay. Bence, insanların ölüm orucunu hak olarak kullanması,
esasında, tartışılabilir; böyle bir hakkı var mıdır, yok mudur... Hastaneye yatan bir insana bu hakkı vermiyoruz; kendisini tedaviden
kaçırma hakkını vermiyoruz, kendisinin ölümüne yol açacak bir ilaç alma hakkını vermiyoruz. O halde, cezaevindeki insana da
bunu bir hak olarak görmememiz lazım; ama, buna insanca yaklaşmak gerekiyor.
Sayın Bakanım, bu sorunların üzerine köklü olarak gideceğinize eminim; ancak, ben, şu arada, son olayı, günün olayını sizin
dikkatinize sunmak istiyorum. Biz, devlet olarak, gelin, devletliğimizi gösterelim, büyüklüğümüzü gösterelim; bu ölüm oruçlarına da
yumuşak yaklaşalım, bu ölüm oruçlarını da çözümleyecek, bunlara istismar imkânı vermeyecek bir tavrımızı ortaya koyalım. Ne
yapalım; süratle, bunları ikna edebilecek birkaç tane ikna ekibi kuralım. Efendim, ikna ekibinin içerisinde din adamı olabilir,
profesör olabilir, o köyün ileri geleni olabilir, muhtarı olabilir, gerekirse aşiret reisi olabilir -bu da Türkiye'nin gerçeğidir- kim olursa
olsun, bir ikna ekibi kuralım, bunlara gidelim.
Bir de, bunun yanında, gerekirse, her siyasî partiden katılacak milletvekillerinden oluşan bir komisyon kuralım. Bu Parlamento
heyeti gitsin, ölüm oruçlarını görsün, bunları yakından incelesin; belki çok daha güzel fikirler bulabiliriz, elbirliğiyle bunları
çözebiliriz.
Sayın Bakanım, artık bu işe son verebilmek bakımından, bir de, acilen mevzuat düzenlenmesi gerekiyor. Cezaevinde, herkes,
istediği şekilde, kendi kendini infaz edememeli; herkes, istediği şekilde, cezaevinde bir oluşum yaratmamalı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
Sayın Başkanım, izin verirseniz, son cümlemi söylüyorum.
BAŞKAN – Buyurun... Lütfen...
HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (Devamla) – Bu nedenle, bu acil düzenlemeyle de, bu işi kökünden bitirmemiz gerekiyor.
Çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Kozakçıoğlu, teşekkür ediyorum.
Gruplar adına görüşmeler tamamlanmıştır.
Grubu bulunmayan siyasî partimizden bir sayın üye, Sayın Hasan Çağlayan; Büyük Birlik Partisini temsilen, buyurun.
Sayın Çağlayan, maalesef, İçtüzük, size 5 dakikalık süre tanıyor.
HASAN ÇAĞLAYAN (Çorum) – Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, bugün, cezaevlerindeki organizeli ölüm oruçları ve açlık grevleriyle ilgili suni bir
gündemin içerisine sokulmak isteniyor. Burada, özellikle cezaevleri denilince, yasadışı sol örgüt mensupları ile adlî tutuklu ve
mahkûmları birbirinden ayırmak istiyorum. Gerçekten, son günlerde, yasadışı örgüt mensuplarının açlık grevleriyle adlî
mahkûmlarının hiçbir ilgisi ve alakası yoktur. Partimiz olarak, önümüzdeki günlerde, Hükümete, Adalet Bakanlığına, onların
durumlarıyla ilgili, cezaevlerinin iyileştirilmesiyle ilgili tekliflerimizi bildireceğiz ve isteyeceğiz inşallah.
Yasadışı sol ve bölücü olan Marksist-Leninist düşünceye dayalı, şiddeti ve öldürmeyi amaç edinmiş, bir çoğu asker ve polis
öldürmüş bu örgüt mensuplarının insanlık adı altındaki oyunlarına gelmememiz lazım. İstedikleri, cezaevlerindeki yaşama
şartlarının iyileştirilmesi değil; cezaevi şartlarının, örgütlerinin fikrî çalışmalarını yapabilecekleri, değişik suçlardan hapishaneye
düşmüş masum insanların beyinlerini yıkayabilecekleri imkâna kavuşturulmasıdır. Cezaevlerini okul olarak kullanmak istiyorlar.
Bu, bir oyundur. Ölmüş bir ideolojiyi yeniden diriltmek, ülkeyi zombiler diyarına çevirmek istiyorlar.
Analar, evlatları için ağlarlar, sokağa da dökülürler, ellerini ateşe de sokarlar. Ateş, düştüğü yeri yakar. Onların acısına saygı
duyuyor ve üzülüyorum. İşte, o analara, babalara sesleniyorum: Bilin ki, ölüm orucuna devam edenleri sizler cesaretlendiriyor,
onları, sizler ölüme götürüyorsunuz; farkında olmadan, hem çocuklarınızı öldürüyor hem de milletin yüreğini kanatıyorsunuz.
Sokakta eyleme katılan anaların babaların arasına katılan, değişik menşeli ve kimliği bilinmeyen birtakım insanlarca, o analara
babalara zafer işareti yaptırılıyor. Tabiî, bu zaferin neyin zaferi olduğunu hepimiz biliyoruz, onlar da biliyorlar. "Tutuklu" veyahut da
"mahkûm" değil de "esaret" kelimesini tercihlerindeki maksatları da hepimiz tarafından bilinmektedir.
Şüphesiz, hapishane şartlarının, insanın yaşayacağı ölçülerde olması, kişileri topluma kazandıracak vazifeyi icra etmesi
gerekir. Oralar da insanlar içindir. Ne yazık ki, bu eylemdeki tutuklu ve mahkûmların istekleri bu yönde değildir. Devletimiz, acilen,
insanları bu hislerden kurtaracak önlemleri almalıdır.
Medya, üç beş tiraj uğruna devletin temeline dinamit koymaktan artık vazgeçmelidir. Verilen her taviz, arkasından yeni tavizler
getirecektir.
Özellikle, Hükümetin, cezaevleriyle ilgili olarak, şu hususlara dikkati çekmesini ve bu konularda tedbir almasını acil olarak
bekliyoruz:
Tutuklularla mahkûmların bir arada tutulmasının önlenmesi gerekir; çünkü, tutuklu, hâlâ, mahkûm mu, değil mi suçlu mu
suçsuz mu, belli değildir. Suçu sabit tutulan insanlarla bir arada kalması, idam almış veyahut da müebbet almış insanların baskısına
ve tacizlerine maruz bırakacaktır onları.
İkincisi, eylemlerin ve medyanın baskısının taviz getirmemesi gerekir. Az önce söylemiş olduğum gibi, her taviz, arkasından
yeni tavizler getirecektir.
Üçüncüsü, cezaevlerindeki insanî şartların, gerçekten gerçekleştirilmesi gerekir...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Çağlayan...
HASAN ÇAĞLAYAN (Devamla) – Başkanım, bitiriyorum.
BAŞKAN – Buyurun.
HASAN ÇAĞLAYAN (Devamla) – Orada insanlar yaşıyor. Bu, insana saygıdandır. Hiç olmazsa, o insanların yaşabileceği
imkânların onlara sağlanması gerekir.
Hapishanelerde, devletin kontrolü sağlansın diyoruz. Mahkûmların birbirine baskısına imkân verilmesin. Sol örgütlerin genel
karakteridir, dünyada da ve Türkiye'de de böyle olmuştur; yıkıcı ve bölücü faaliyetler, ülkeleri yıkan eylemler, hep cezaevlerinden
organize edilmiştir, cezaevlerinde örgütlenmiştir.
İşte, Adalet Bakanlığından, özellikle istemiş olduğumuz hususların başında şu gelmektedir: Ülkemizi yıkmak, parçalamak,
bölmek isteyen örgütlerin, dışarıdaki örgütsel faaliyetlerin yönlendirilmesine katkıları olmasın ve yönlendirmesin.
Saygılar sunuyorum, teşekkür ediyorum. (BBP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Çağlayan, teşekkür ediyorum.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkanım, müsaade ederseniz, ben de 60 ıncı maddeye göre, bir iki cümle söylemek
istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Genç, size izin vermemek mümkün mü!..
Buyurun.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Gerçekten, Sayın Bakana, bu konuyu buraya getirmesinden dolayı, teşekkür ediyorum.
Bugün, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, gerçekten, burada, bir büyüklük göstermesini istiyorum. Ölüm orucu sınırına yaklaşan
bir hayli cezaevi hükümlüleri var. Bunların, dışarıda, anaları, babaları, kardeşleri ve onların da akrabaları var. Eğer, Sayın Bakan,
bu meseleye yarın çözüm buluyorsa, açlık grevlerini sona erdiriyorsa, bu çözümü bugün bulmasını; üç gün sonra buluyorsa bugün
bulmasını... Daha önce bir hükümlü ölmüştü, bugün de biri vefat etmiş. Bunların hepsi genç insanlar. Devletin yeni ölümlere
sebebiyet vermemesi için...
Bunların avukatlarıyla ben de konuştum; diyorlar ki: "Cezaevine bir heyet gelsin, bizim dertlerimizi dinlesin, biz sona
erdireceğiz." Sayın Bakan, acaba, bu konuda, bugün veya yarın, bu tutukluların, açlık grevinde olan kişilerin temsilcileriyle,
cezaevine, bir heyet göndermek isterler mi?
Ben, bu konuda, gerçekten, çok büyük acı çekiyorum. Acımın nedeni, çevremizdeki insanların duyduğu acılardır. Bunun,
ideolojik bir yanı yoktur. Devletin, kendi iradeleriyle değilde başkalarının idareleriyle kendilerini ölüme mahkûm eden insanlara,
biraz müsamahalı, özveriyle ve âlicenap duygularla yaklaşması gerekiyor.
Ben, bu meselenin, bugün yarın çözümlenmesini istiyorum; yeni yeni ölümlerin olmamasını diliyorum; bana bu sözü verdiğiniz
için de teşekkür ediyorum efendim.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan...
Efendim, bu karşılıklı görüşmeleri bir yerde bitirmemiz lazım.
Buyurun efendim; bir kısa cümleyle lütfen...
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Genç'in beyanı üzerine arz etmek istiyorum. Siz, tabiî, kendilerine bu
müsamahayı gösterdiğiniz için cevabına da müsamahakâr olacağınıza inanıyorum.
Adalet Bakanlığını temsilen, İstanbul Başsavcımız, heyetler halinde, her gün, kendileriyle temas halindedir. Ancak, biraz
önce, kürsüde de Yüksek Heyete arz ettiğim gibi, yarın sabah, bendeniz, bir heyetle İstanbul'a gideceğim. Önce, durumu, kendimiz
arasında, cezaevi dışında güzel bir şekilde değerlendireceğiz; ondan sonra, beraberimde giden heyet, cezaevini tekrar ziyaret ederek,
inşallah, gereken telkini yapacak.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Efendim, zatı âliniz, kürsüden, aynı şeyleri ifade buyurmuştunuz. Zannediyorum, Sayın Genç biraz geç teşrif ettiği
için...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Hayır, buradaydım efendim.
BAŞKAN – Burada mıydınız? Peki, teşekkür ediyorum.
Sayın Kozakçıoğlu, efendim, ben, sırf, zabıtlar düzeltilsin diye... Konuşmanızın bir yerinde "ben, yıllardır terörün
içerisindeyim" ifadesini, aynen böyle kullandınız; ama, ondan kastınız, anlıyorum ki "terör meselelerinin çözümünün içindeydim..."
HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (İstanbul) – "Terörle mücadelenin içindeydim" anlamında...
Sağ olun, çok teşekkür ederim.
BAŞKAN – Peki efendim. Sırf, zabıtlar düzelsin diye...
Sayın milletvekilleri, Sayın Adalet Bakanımızın, cezaevleriyle ilgili olarak gündemdışı söz talebi yerine getirildi, gruplarımız
görüşlerini ifade buyurdular, grubu bulunmayan Büyük Birlik Partisi sayın temsilcilerine söz verdim; bu suretle, gündemdışı
görüşmeler tamamlandı.
Şimdi, sunuşları okutacağım.
Bundan sonra; yani, sunuşları okuttuktan sonra asıl görüşme konumuza geçerken, 15 dakikalık bir ara vereceğim. Durumunuzu
buna göre ayarlamanızı rica ediyorum.
Cumhurbaşkanlığı tezkereleri vardır, okutuyorum:
B)TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. – Kuzey Kıbrıs TürkCumhuriyetine gidecek olan Başbakan Necmettin Erbakan’a, dönüşüne kadar Dışişleri Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Tansu Çilller’in vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/404)
19 Temmuz 1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı törenlerine katılmak üzere, 20 Temuz 1996 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetine gidecek olan Başbakan Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın dönüşüne kadar; Başbakanlığa, Dışişleri Bakanı ve
Başbakan Yardımcısı Prof.Dr.Tansu Çiller'in vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize
sunarım.
Süleyman Demirel
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
2. – Japonya’ya gidecek olan Kültür Bakanı İsmailKahraman’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Abdullah Gül’ün vekâlet
etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/405)
19 Temmuz 1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Kashiwasaki Türk Kültür Kasabasının açılış törenine katılmak ve görüşmelerde bulunmak üzere, 22 Temmuz 1996 tarihinde
Japonya'ya gidecek olan Kültür Bakanı İsmail Kahraman'ın dönüşüne kadar; Kültür Bakanlığına, Devlet Bakanı Doç. Dr. Abdullah
Gül'ün vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.
Süleyman Demirel
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
3. – Amerika BirleşikDevletlerine gidecek olan Devlet Bakanı Bahattin Şeker’e, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Işılay
Saygın’ın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/406)
19 Temmuz 1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Atlanta Olimpiyatları sebebiyle, 22 Temmuz 1996 tarihinde Amerika Birleşik Devletlerine gidecek olan Devlet Bakanı Bahattin
Şeker'in dönüşüne kadar; Devlet Bakanlığına, Devlet Bakanı Işılay Saygın'ın vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun
görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.
Süleyman Demirel
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
4. – Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetine gidecek olan Adalet Bakanı ŞevketKazan’a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Mehmet
Altınsoy’un vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/407)
19 Temmuz 1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlğına
20 Temmuz 1996 Barış ve Özgürlük Bayramı törenlerine katılmak üzere, 20 Temmuz 1996 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk
Cumhuriyetine gidecek olan Adalet Bakanı Şevket Kazan'ın dönüşüne kadar; Adalet Bakanlığına, Devlet Bakanı Mehmet
Altınsoy'un vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.
Süleyman Demirel
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup oylarınıza sunacağım:
5. – Dr. Sadık Ahmet’in ölümünün birinci yıldönümü münasebetiyle Gümülcine’de yapılacak anma törenine TBMM’yi temsilen
katılacak Parlamento heyetine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/408)
22.7.1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Dışişleri Bakanlığından alınan resmî bir yazıda, Türkiye Büyük Millet Meclisini temsilen bir parlamento heyetimizin, Dr.
Sadık Ahmet'in vefatının birinci ölüm yıldönümü münasebetiyle 24 Temmuz 1996 günü Gümülcine'de yapılacak anma törenine
katılmasının uygun olacağı telkin edilmektedir.
Söz konusu törene heyetimizin katılması hususu, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dışilişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki
3620 sayılı Kanunun 10 uncu maddesi uyarınca Genel Kurulun tasviplerine sunulur.
Mustafa Kalemli
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN – Başkanlık tezkeresini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bir Danışma Kurulu önerisi vardır; okutuyorum:
IV. – ÖNERİLER
A) DANIŞMA KURULU ÖNERİSİ
1. – Gündemdeki sıralamanın yeniden yapılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi
Danışma Kurulu Önerisi
No: 23 Tarihi: 22.7.1996
Gündemin "Kanun Tasarı ve Teklifleriyle Komisyonlardan Gelen Diğer İşler" kısmının 10 uncu sırasında yer alan 31 sıra
sayılı Kanun Tasarısının bu kısmın 3 üncü sırasına, 11 inci sırasında yer alan 32 sıra sayılı Kanun Tasarısının 4 üncü
sırasına, 12 nci sırasında yer alan 33 sıra sayılı Kanun Tasarısının 5 inci sırasına, 23 üncü sırasında yer alan 44 sayılı Kanun
Tasarısının 6 ncı sırasına, 29 uncu sırasında yer alan 51 sıra sayılı Kanun Tasarısının 7 nci sırasına, 31 inci sırasında yer alan
53 sıra sayılı Kanun Tasarısının 8 inci sırasına, 36 ncı sırasında yer alan 58 sıra sayılı Kanun Tasarısının 9 uncu sırasına
alınması Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.
Mustafa Kalemli
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
Ali Oğuz Zeki Çakan
RP Grubu Temsilcisi ANAP Grubu Başkanvekili
Ali Rıza Gönül H. Hüsamettin Özkan
DYP Grubu Başkanvekili DSP Grubu Başkanvekili
Önder Sav
CHP Grubu Başkanvekili
BAŞKAN – Öneriyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Öneri, okunduğu şekliyle kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, bundan sonra, özel gündemdeki konumuzu görüşeceğiz; ancak, kısa bir süre ara vereceğim.
Saat 17.50'de yeniden toplanmak üzere birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati: 17.30



İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 17.50
BAŞKAN : Başkanvekili Yasin HATİBOĞLU
KÂTİP ÜYELER: Ali GÜNAYDIN (Konya), Kâzım ÜSTÜNER (Burdur)

BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 81 inci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
Sayın milletvekilleri, görüşmelere kaldığımız yerden devam edeceğiz.
Şimdi, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.
V. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
ÖNERGELERİ
A) GÖRÜŞMELER
1. – Hükümet adına Başbakan Necmettin Erbakan’ın, Çokuluslu Güç konusunda genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi
üzerine Genel Kurulun 17.7.1996 tarihli 78 inci Birleşiminde açılması kabul edilen genel görüşme (8/4)
BAŞKAN – Birinci sırada yer alan, Hükümet adına Başbakan Sayın Necmettin Erbakan'ın, Çokuluslu Güç konusunda
Anayasanın 98 inci, İçtüzüğün 102 ve 103 üncü maddeleri uyarınca bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi üzerine Genel
Kurulun 17.7.1996 tarihli 78 inci Birleşiminde açılması kabul edilen genel görüşmeye başlıyoruz.
Sayın milletvekilleri, bir kapalı oturum istemi vardır; konunun kapalı oturumda görüşülmesine dair, İçtüzüğümüzün -yeni,
muaddel İçtüzüğümüzün- 70 inci maddesine göre verilmiş bir önerge vardır.
Şimdi, kapalı oturumda, Genel Kurul salonunda bulunabilecek sayın üyeler dışındaki -bu yanlış anlaşılmasın; tüm üyeler
Genel Kurul salonunda bulunabilir; sanki "bulunabilecek üyeler - bulunamayacak üyeler" anlamı lütfen çıkarılmasın; tüm
milletvekilleri Genel Kurul salonunda bulunabilirler- dinleyicilerin ve görevlilerin dışarıya çıkarılması gerekmektedir. Sayın İdare
Amirlerinden salonun boşaltılmasının teminini rica ediyorum.
Yalnız, yeminli görevliler ile yeminli stenograflar kalsın; ayrıca, Genel Kurulun iznini alacağım.
Sayın basın mensupları, "Başkan Parlamentoyu bize kapattı" sözüne iltifat ve itibar etmeden, İçtüzüğün 70 inci maddesine
göre, çekiminizi yaparak, lütfen boşaltır mısınız... Dinleyicilerimiz, basın localarımız; lütfen...
Sayın İdare Amirleri, sayın görevliler, kapıları kontrol edelim.
Sayın milletvekillerimizden, yeminli stenograf ve görevlilerden başka herhangi bir zatın bulunması, İçtüzüğümüzün 70 inci
maddesinin engeli gereği caiz değil.
Sayın İdare Amirlerimizin işaretini bekliyorum...
Tabiî, bu arada, canlı yayın yapan, doğrudan yayın yapan Meclis Televizyonunun ve diğer televizyonların da yayınları
kesilmiş olacak.
İdare Amirlerimizden işaret bekliyorum...
Sayın görevliler, kontrollerinizi sıhhatli yapın.
VELİ ANDAÇ DURAK (Adana) – Sayın Başkan, salonumuz hazırdır; başlatabilirsiniz.
BAŞKAN – Peki. Teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, yeminli stenograflar ile yeminli görevlilerin salonda kalmaları hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Yeminli stenograflar ile yeminli görevliler salonda kalacaklar, görevlerini ifa edecekler.
İkinci oturumu kapatıyorum.
Kapanma Saati:17.58
ÜÇÜNCÜ OTURUM
(Kapalıdır)

DÖRDÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 22.18
BAŞKAN: Başkanvekili Yasin HATİBOĞLU
KÂTİP ÜYELER: Ali GÜNAYDIN (Konya), Kâzım ÜSTÜNER (Burdur)

BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 81 inci Birleşimin kapalı olan Üçüncü Oturumundan sonraki Dördüncü Oturumunu açıyorum.
Sayın milletvekilleri, bundan sonraki açık oturumdur.
Gündemimizde görüşülecek -bugün için- başka bir konu bulunmadığından, olağanüstü hal konusundaki genel görüşmeyi ve
sözlü sorular ile kanun tasarı ve tekliflerini görüşmek için, 24 Temmuz 1996 Çarşamba günü saat 15.00'te toplanmak üzere, birleşimi
kapatıyorum.

Kapanma Saati: 22.19


VI. – SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – Ağrı Milletvekili M. Sıddık Altay’ın, Ağrı-Diyadin Lisesinin onarım ihtiyacına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı
Mehmet Sağlam’ın yazılı cevabı (7/961)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun Sayın Millî Eğitim Bakanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.
Saygılarımla.
M. Sıddık Altay Ağrı
Ağrı Diyadin İlçemizde eğitime hizmet veren Diyadin Lisesi genel onarıma muhtaç durumdadır. Ayrıca okul bahçesinde
kapalı spor salonu yapılması için müsait yerler bulunmaktadır.
Diyadin Lisesinin genel onarımını ne zaman gerçekleştirmeyi planlıyorsunuz? Kapalı spor salonu yapımına ne zaman
başlanacak ve ne zaman bitirilecektir?
T.C. Millî Eğitim Bakanlığı
23.7.1996 Araştırma Planlama ve
Koordinasyon Kurulu Başkanlığı
Sayı : B.08.0.APK.0.03.01.00-022-1906
Konu : Soru önergesi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : T.B.M.M. Başkanlığının 25.6.1996 gün ve Kan. Kar. Md. 7/961-2309 sayılı yazısı.
Ağrı Milletvekili Sayın M. Sıddık Altay’ın soru önergesi incelenmiştir.
Ağrı Diyadin Lisesinin onarım ödeneği, bütçe imkânlarına göre karşılanacaktır.
Ağrı Diyadin Lisesi bahçesine spor salonu yapılması işi, Bakanlığımızca Devlet Planlama Teşkilatına gönderilecek 1997 yılı
yatırım teklifleri arasında yer almaktadır.
Arz ederim.
Prof. Dr. Mehmet Sağlam Millî Eğitim
Bakanı
2. – Artvin Milletvekili Süleyman Hatinoğlu’nun, ticarî faaliyette bulunan bir holdinge yapıldığı iddia edilen suçlamalara
ilişkin sorusu ve Sanayi ve Ticaret Bakanı Yalım Erez’in yazılı cevabı (7/970)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sanayi ve Ticaret Bakanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılması hususunda delaletlerinizi arz
ederim.
Süleyman Hatinoğlu Artvin
Son günlerde DYPyetkilileri Koç Holding’i hedef alan demeçler vermektedir. Uzun yıllar iktidar olmuş bir siyasî partinin, bir
holdingi kendine rakip görüp savaş açması demokrasimiz açısından kaygı vericidir.
Bu durumun yalnızca Koç Holding’in ticarî faaliyetlerini değil aynı zamanda ülke ekonomisine ve ihracatına zarar verdiği
kanaatindeyim.
Bu nedenle Sorularım :
1. DYP Genel Başkan Yardımcısı Sayın İsmail Karakuyu’nun “Teneke Mallarla Milleti Yıllarca Kazıkladı” ifadesi ile
kastedilen malları açıklar mısınız?
2. Tüketiciyi Koruma Kanununa göre iç piyasada tüketilen “Teneke Mallarla” ilgili bugüne kadar ne gibi bir işlem yaptığınızı
açıklar mısınız?
3. Koç Holding’in üretim faaliyetlerini sürdürdüğü dönem içinde bu “Teneke Mallarla” ilgili önlem almayan “Milletin
Kazıklanmasına” göz yuman geçmiş dönemlerde en uzun süreli iktidarı elinde bulunduran bugünkü DYP’nin, devamı olduğunu
iddia ettiği Adalet Partisi değil midir?
4. Binlerce işçi çalıştıran, istihdam alanı yaratan ve ülke ekonomisine büyük katkısı olan, Koç Holding hakkındaki bu
suçlamalardan sonra bir araştırma yapmayı düşünüyor musunuz?
Ayrıca bazı DYP yetkililerinin hiç araştırma yapmadan İç ve Dış Ticaretimizi etkileyecek, ülke ekonomisine ve itibarına zarar
verecek suçlamalarını doğru buluyor musunuz?
Bu konudaki görüşlerinizi açıklar mısınız?
T.C. Sanayi ve Ticaret
Bakanlığı 18.7.1996 Basın ve Halkla İlişkiler
Müşavirliği Sayı : B.14.0.BHİ.01-192
Konu : Yazılı soru önergesi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 25.6.1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-2453 sayılı yazınız ile 12.7.1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/970-
2355/6325 sayılı yazınız.
Artvin Milletvekili Süleyman Hatinoğlu’nun, ticarî faaliyette bulunan bir Holding’e yapıldığı iddia edilen suçlamalara ilişkin
olarak tarafımdan cevaplandırılmasını istediği yazılı soru önergesiyle ilgili cevabımız ekte takdim edilmiştir.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Yalım Erez Sanayi ve
Ticaret Bakanı
Artvin Milletvekili Süleyman Hatinoğlu’nun Yazılı Sorularına Cevabımız
DYP Genel Başkan Yardımcısı Sayın İsmail Karakuyu’nun, beyanlarına dayalı sualler ile ilgili açıklamalarımız aşağıda
sunulmaktadır.
“Teneke Mallar” ifadesi ile kasdedilen ürünlerin neler olduğunun, en doğru şekilde Sayın İsmail Karakuyu’dan
öğrenilebileceği, Bakanlığımızın bu hususta kendileri adına bir açıklama yapmasının uygun düşmeyeceği düşünülmektedir.
Bakanlığımızın görev ve yetkileri 3143 sayılı Kanun ile düzenlenmiştir.
Bu görevler arasında tüketicinin korunmasına yönelik olanlar büyük önem taşımakta ve konuyla ilgili önlemlerin hukuka, ticarî
teamül ve rekabet ilkelerine uygun olmasına özen gösterilmektedir.
Dolayısıyla, önlem gerektiren olayların daha açık bir tarzda tanımlanmasına ihtiyaç duyulmaktadır.
Böyle bir tanımlama ve şikâyete muhatap olunduğunda gerekli incelemelerin yapılması Bakanlığımızın görevleri arasında
bulunmaktadır.
3. – İzmir Milletvekili Hakan Tartan’ın, liselerdeki şiddet olayları ve uyuşturucu kullanımına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim
Bakanı Mehmet Sağlam’ın yazılı cevabı (7/981)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıda yazılı soruların Millî Eğitim Bakanı Turhan Tayan tarafından yazılı olarak yanıtlanması için, İçtüzüğün 96 ıncı
maddesince gereğini arz ederim.
Hakan Tartan İzmir
1. Son 5 yılda liselerdeki şiddet olayları ve uyuşturucu kullanımı büyük oranda artmıştır. Bu konuda Bakanlığınızın bir
araştırması olmuş mudur? Olmuşsa sonuçları nelerdir? Olmamışsa bu konuya eğilmeyi düşünüyor musunuz?
2. Liselerdeki çete kavgaları, siyasî olaylar ve adî suçlarda ölüm ve yaralanma rakamları son 10 yıl gözönüne alındığında
nedir?
3. Şiddetin liselere dek inmesinde hangi faktörler rol oynamıştır?
4. Şiddete neden olan eğitim sistemindeki aksaklıkların giderilmesi için ne gibi önlemler alınmıştır?
5. Okullarımızda öğretmen açığı ne noktadadır?
6. Tüm öğrenciler, kitap gereksinmelerini karşılayabilmekte midir?
7. Okullarda silah (tabanca, bıçak, sustalı, vb.) girmesini engellemek için bir çalışma başlatıldı mı?
8. Şiddet yaşanan okullardaki yöneticilerle ilgili ne gibi yaptırımlar uygulandı?
T.C. Millî Eğitim Bakanlığı
23.7.1996 Araştırma Planlama ve
Koordinasyon Kurulu Başkanlığı
Sayı : B.08.0.APK.0.03.01.00-022/1907
Konu : Soru önergesi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : T.B.M.M. Başkanlığının 26 .6.1996 gün ve Kan. Kar. Md. 7/981-2395 sayılı yazısı.
İzmir Milletvekili Sayın Hakan Tartan’ın soru önergesi incelenmiştir.
1. “Millî Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Kurumları Ödül ve Disiplin Yönetmeliği”nin 5 inci maddesinde, öğrencilerden; Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin Kanunlarına saygılı, ahlak kurallarına ve okul düzenine uymaları, çevresindeki kişilere, öğretmenlerine,
okul yöneticilerine, görevlilere ve arkadaşlarına karşı saygılı ve hoşgörülü olmaları istenmektedir.
Okullarımızda bu kuralların ders, tören ve toplantılarda, rehberlik çalışmalarında, sosyal, kültürel ve benzeri tüm eğitici
faaliyetlerde davranış olarak öğrencilere kazandırılmasına özen gösterilmektedir.
Bakanlığımız, öğrencilerimizin her türlü şiddet ve kötü alışkanlıklardan korunması için valiliklere gerekli talimatları
vermektedir.
2. Ortaöğretim kurumlarında 1990-1996 yılları arasında kavga etmek, yaralamak ve okula kesici alet getirmekten toplam 88
öğrenci disiplin kurullarınca disiplin cezalarıyla cezalandırılmıştır.
3. Dünyanın en genç nüfusuna sahip olan ülkemizin kalkınmasını istemeyen bazı odaklar, çeşitli bahanelerle öğrencilerimizi
değişik eylem ve gösteriler içine çekmek için her türlü çabayı göstermektedirler.
4. Şiddet eylemlerinin önlenmesi için gerekli önlemlerin alınması konusunda Bakanlığımızca Valiliklere talimat verilmiştir.
5. Bakanlığımıza bağlı okul ve kurumların öğretmen ihtiyacını karşılamak üzere, 1996 yılı atama döneminde 51 branşta 35
000 kadroya öğretmen alınacaktır. Yapılacak atamalarla Türkiye genelinde ihtiyacın giderilmesine çalışılacaktır.
6. Bakanlığımız “Ödünç Kitap Verme Projesi” ile yoksul öğrencilere kitap temin etmiş ayrıca, “Kiralık Kitap” uygulamasıyla
kitap alamayacak öğrencilerin de kitaplarını sağlamıştır.
Ders kitapları konusunda herhangi bir sıkıntı yoktur.
7. Okullarımızda okul idarecileri tarafından sık sık aramalar yapılmaktadır. Aramalar caydırıcı olduğundan kesici ve
yaralayıcı aletle okula gelmeler yok denecek kadar azalmıştır.
8. Mevzuat hükümlerine göre gerekli işlemler yapılmaktadır.
Arz ederim.
Prof. Dr. Mehmet Sağlam Millî Eğitim
Bakanı
4. —Yozgat Milletvekili Kazım Arslan’ın, Yozgat İlinde hayvancılığı teşvik kredisinden yararlananlara ilişkin sorusu ve Tarım
ve Köyişleri Bakanı Musa Demirci’nin yazılı cevabı (7/985)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun Sayın Tarım ve Köyişleri Bakanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını talep etmekteyim.
Gereğini saygılarımla arz ederim. 24.6.1996
Dr. Kâzım Arslan
Yozgat
1. Yozgat İlinde Hayvancılığı teşvik için, %20 tabir edilen krediler kimlere verilmiştir, isimleri nelerdir?
T. C.
Tarım ve Köyişleri Bakanlığı
Araştırma Planlama ve Koordinasyon 19.7.1996
Kurulu Başkanlığı
Sayı :KDD-BŞV.1.02-1761-47525
Konu :Soru Önergesi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi :2.7.1996 tarih ve 7/985-2457/6631 sayılı yazınız.
İlgide kayıtlı yazınız ekindeki Yozgat Milletvekili Sayın Dr. Kazım Arslan’a ait yazılı soru önergesi incelenmiş olup,
Bakanlığımız Yozgat İl Müdürlüğünce, 95/7418 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı gereğince dağıtımı yapılan hayvanların kimlere
verildiğini bildirir liste ilişikte gönderilmektedir.
Bilgilerinize arz ederim.
Musa Demirci
Tarım ve Köyişleri Bakanı
Not :Yazılı soru ile ilgili diğer bilgiler dosyasındadır.
5. —İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, bir mahkûmiyet kararının pul parası yatırılamadığı için Yargıtay’a
gönderilemediği iddiasına ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın yazılı cevabı (7/989)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Adalet Bakanı Sayın Mehmet Ağar tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını rica ederim.
Bülent Akarcalı
İstanbul
1. İstanbul Adliyesinin Yaşar Kemal’i mahkûm eden kararının temyiz dosyasının pul parası bulunamadığı için 3 aydır
Yargıtaya gönderilemediği doğru mudur?
2. Adaletteki bu ve buna benzer tıkanıklıkları gidermek için ne gibi tedbirler alacaksınız?
T. C.
Adalet Bakanlığı 22.7.1996
Bakan :159
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
7/989-2464
İlgi :Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı ifadeli, 2.7.1996 tarihli A.01.0.GNS.0.10.00.02-2525 sayılı yazınız.
İlgi yazınız ekinde alınan ve İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı tarafından verilen ve yazılı olarak cevaplandırılması
istenen soru önergesine verilen cevap iki nüsha halinde ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
Şevket Kazan
Adalet Bakanı
Sayın Bülent Akarcalı İstanbul Milletvekili
Bakanlığıma yönelttiğiniz ve yazılı olarak cevaplandırılmasını istediğiniz soru önergesinin cevabı aşağıda belirtilmiştir.
İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığından alınan 8.7.1996 tarihli ve 1996/2395 yazılı yazıdan;
İstanbul 2 No.lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 7.3.1996 tarih ve E.1995/474, K.1996/55 sayılı kararıyla mahkûmiyetlerine
karar verilen yazar Yaşar Kemal (Kemal Gökçeli) ile Erdal Öz hakkındaki gerekçeli kararın taraflara zamanında tebliğe
çıkartıldığı, tebligat parçalarının P.T.T. yoluyla mahkemesine 7.5.1996 tarihinde iade edildiği, aynı tarihte dosya gönderme formu
ile birlikte dosyanın Yargıtaya gönderilmek üzere İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına tevdi edildiği,
Cumhuriyet Başsavcılığınca da 9.5.1996 tarihinde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına postalandığı, pul parası
bulunmadığından dosyanın Yargıtaya geç gönderilmesinin söz konusu olmadığı, bugüne kadar İstanbul Devlet Güvenlik
Mahkemesinde pul parası sıkıntısı çekilmediği anlaşılmıştır.
9.7.1996 tarih ve 22691 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Hükümet Programında da değinildiği üzere adalet hizmetlerinin
adil, etkin ve ekonomik olması için gerekli düzenlemeler yapmak üzere çalışmalar başlatılmış bulunmaktadır.
Bilgilerinize arz ederim.
Şevket Kazan Adalet Bakanı
6. —İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin’in, örtülü ödenek ile ilgili olarak bir şahsın ifadesinin bulunup bulunmadığına
ilişkin sorusu ve Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın yazılı cevabı (7/992)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun Sayın Adalet Bakanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılması hususunda gereğini saygılarımla arz
ederim. 26.6.1996 Mehmet Ali Şahin
İstanbul
Soru :Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 19.6.1996 tarihli 64 üncü Birleşiminde Doğru Yol Partisi Kahramanmaraş Milletvekili
Mehmet Sağlam, Örtülü Ödenekle ilgili DSP milletvekillerince verilen soruşturma önergesinin Genel kurulda görüşülmesi sırasında
yaptığı konuşmada Nafiye Yöney isimli bir şahsın İstanbul polisine verdiği ifadesinde, Selçuk Parsadan’ın Örtülü Ödenek
dolandırıcılığı ile ilgili olarak konuşmak üzere Mesut Yılmaz’dan 400 000 Dolar aldığı şeklinde beyanda bulunduğunu
belirtmiştir.
Nafiye Yöney’in böyle bir ifadesi mevcut mudur?
T. C. Adalet Bakanlığı
22.7.1996 Bakan :156
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
7/992-2473
İlgi :Kanunlar ve Kararlar Dairesi Başkanlığı ifadeli, 2.7.1996 tarihli A.01.0.GNS.0.10.00.02-2525 sayılı yazınız.
İlgi yazınız ekinde alınan ve İstanbul Milletvekili Mehmet Ali Şahin tarafından verilen ve yazılı olarak cevaplandırılması
istenen soru önergesine verilen cevap iki nüsha halinde ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
Şevket Kazan Adalet Bakanı
Mehmet Ali Şahin İstanbul Milletvekili
Bakanlığıma yönelttiğiniz ve yazılı olarak cevaplandırılmasını istediğiniz soru önergesinin cevabı aşağıda belirtilmiştir.
Dolandırıcılık suçundan sanık Nafiye Yöney’in İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından 5.4.1996 tarihinde alınan
savunmasında, “Selçuk Parsadan’ın örtülü ödenek dolandırıcılığı ile ilgili olarak konuşmak üzere Mesut Yılmaz’dan 400 000
Dolar aldığı” şeklinde herhangi bir beyanının bulunmadığı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 8.7.1996 tarihli ve 1996/447 C.
M. sayılı yazısından anlaşılmıştır.
Bilgilerinize arz ederim. Şevket Kazan
Adalet Bakanı



TUTANAĞIN SONU
Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.