Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular
DÖNEM : 20 CİLT : 8 YASAMA YILI : 1


T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ

77 nci Birleşim
16 . 7 . 1996 Salı



İ Ç İ N D E K İ L E R
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. – GELEN KÂĞITLAR
III. – YOKLAMA
IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. – İçel Milletvekili Mehmet Emin Aydınbaş’ın, enerji problemimiz ve Akkuyu Nükleer Santralı Projesine ilişkin
gündemdışı konuşması
2. – Kocaeli Milletvekili Bekir Yurdagül’ün, İzmit Körfezi Derince Limanındaki sorunlara ilişkin gündemdışı konuşması
3. – İçel Milletvekili Halil Cin’in, trafik kazalarına ilişkin gündemdışı konuşması ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Cevat
Ayhan’ın cevabı
B) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. – ANAP Grubunun, bazı milletvekillerini, İçtüzüğün 28 inci maddesine göre, Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliklerinden geri
çektiklerine ilişkin tezkeresi (3/379)
2. – Manisa Milletvekili Yahya Uslu’nun, Dilekçe Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/60)
3. – Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Türk Grubunda boş bulunan yedek üyelik için DYP Grubunca aday gösterilen
milletvekiline ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/380)
4. – Türkiye Büyük Millet Meclisinden bir Parlamento heyetinin, Çin Halk Cumhuriyeti Halk Kongresi Başkanının davetine
icabet etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/381)
5. – (10/63) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Başkanlığının, Komisyonun görev süresinin uzatılmasına ilişkin
tezkeresi (3/382)
V. – ÖNERİLER
A) DANIŞMA KURULU ÖNERİSİ
1. – Genel Kurulun 16.7.1996 Salı günkü birleşiminde yapılacak olan, ülkemizin özkaynaklarının geliştirilmesi konusundaki
genel görüşmede, gruplar ve Hükümetin konuşma sürelerine ve çalışma süresine ilişkin Danışma Kurulu önerisi
VI. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
A) GÖRÜŞMELER
1. – Hükümet adına Başbakan Necmettin Erbakan’ın, ülkemizin özkaynaklarının geliştirilmesi konusunda genel görüşme
açılmasına ilişkin önergesi üzerine, Genel Kurulun 11.7.1996 tarihli 76 ncı Birleşiminde açılması kabul edilen genel görüşme (8/2)
VII. – SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1. – Maliye Bakanı Abdüllatif Şener’in, İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit’in, ileri sürmüş olduğu görüşlerden farklı görüşleri
kendisine atfetmesi iddiasıyla konuşması
VIII. – SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – Bingöl Milletvekili Hüsamettin Korkutata’nın, Olağanüstü Hal Bölgesinde görev yapan bazı kamu çalışanlarının
tazminatlarının kesildiğine ilişkin Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ın yazılı cevabı (7/717)
2. – Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı’nın, Van Gölünde uranyum yatakları olduğu iddiasına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanı M. Recai Kutan’ın yazılı cevabı (7/949)
3. – Kahramanmaraş Milletvekili Ahmet Dökülmez’in, Kahramanmaraş - Türkoğlu İlçesinin bir beldesinin sular altında kalan
arazisine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Recai Kutan’ın yazılı cevabı (7/952)
4. – Bursa Milletvekili Ali Rahmi Beyreli’nin, plaka tahdidinin kaldırılmasına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Mehmet
Ağar’ın yazılı cevabı (7/978)
5. – Konya Milletvekili Hasan Hüseyin Öz’ün, Konya-Sarayönü-Beşgöz su kaynağının gölet yapılarak değerlendirilmesine
ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Recai Kutan’ın yazılı cevabı (7/983)

I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açıldı.
Malatya Milletvekili Ayhan Fırat’ın, Malatya İlinin de kontrollü haşhaş ekim alanı kapsamına alınmasına,
Edirne Milletvekili Mustafa İlimen’in, Edirne ve çevresinde meydana gelen kuraklık ve kuraklığa çare olacağı iddia edilen
Ergene Nehrindeki su kirliliği ile Trakyabirlik’teki personel değişikliklerine,
İlişkin gündemdışı konuşmalarına, Tarım ve Köyişleri Bakanı Musa Demirci cevap verdi.
Tekirdağ Milletvekili Bayram Fırat Dayanıklı, Trakya’daki çarpık sanayileşme, hızlı kentleşme ve çevre kirliliğinin yarattığı
sorunlara ve alınması gereken tedbirlere ilişkin gündemdışı bir konuşma yaptı.
İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya ve arkadaşlarının :
Türk Dış Ticaret Bankası A.Ş.’nin Lapis Grubu Şirketlerine teminatsız ve yasalara aykırı krediler verdiği ve Hazinenin zarara
uğratıldığı iddialarını araştırmak,
Et ithali konusunu araştırmak ve hayvancılığımızın geliştirilmesi için alınması gereken tedbirleri belirlemek,
İstanbul Perşembe Pazarı Ticaret Merkezi (PERPA)’nın içinde bulunduğu durumun araştırılarak ülke ekonomisine
kazandırılabilmesi için alınması gereken tedbirleri belirlemek,
Amacıyla birer Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergeleri (10/93, 10/94, 10/95) okundu; önergelerin gündemdeki
yerlerini alacağı ve öngörüşmelerinin, sırasında yapılacağı açıklandı.
İstanbul Milletvekili Meral Akşener’in, Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi ile,
(10/6) esas numaralı Meclis Araştırma Komisyonu Başkanlığının, Komisyonun çalışma süresinin, İçtüzüğün 105 inci
maddesi uyarınca 11.7.1996 tarihinden itibaren 1 aylık kesin süreyle uzatılması talebine ilişkin tezkeresi.
Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
Aydın Milletvekili Sema Pişkinsüt’ün (6/22),
İzmir Milletvekili Hakan Tartan’ın (6/39)
Esas numaralı sözlü sorularını geri aldıklarına ilişkin önergeleri okundu; sözlü soruların geri verildiği açıklandı.
Genel Kurulun 10.7.1996 tarihli 75 inci Birleşiminde okunmuş bulunan, Hükümet adına Başbakan Necmettin Erbakan’ın,
ülkemizin özkaynaklarının geliştirilmesi konusundaki (8/2) esas numaralı genel görüşme önergesinin öngörüşmelerinin, Genel
Kurulun 11.7.1996 Perşembe günkü birleşiminde, bütün işlerden önce yapılması; genel görüşme açılması kararlaştırıldığı
takdirde, genel görüşmenin, gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmında yer alması ve Genel Kurulun 16.7.1996 Salı
günkü birleşiminde yapılmasına ilişkin Refah Partisi Grubu önerisi kabul edildi.
Hükümet adına Başbakan Necmettin Erbakan’ın, ülkemizin özkaynaklarının geliştirilmesi konusunda genel görüşme
açılmasına ilişkin önergesinin (8/2) yapılan öngörüşmelerinden sonra kabul edildiği ve genel görüşmenin, alınan karar gereğince,
16 Temmuz 1996 Salı günü yapılacağı açıklandı.
16 Temmuz 1996 Salı günü saat 15.00’te toplanmak üzere, birleşime 19.23’te son verildi.

Uluç Gürkan
Başkanvekili
Kadir Bozkurt Zeki Ergezen
Sinop Bitlis
Kâtip Üye Kâtip Üye








II. – GELEN KÂĞITLAR
12 . 7 . 1996 CUMA
Süresi İçinde Cevaplandırılmayan
Yazılı Sorular
1. – Niğde Milletvekili Akın Gönen’in, Niğde İli’nin tarımsal sulaması ile ilgili elektrifikasyon yatırımlarına ilişkin
Başbakandan yazılı soru önergesi (7/930)
2. – Manisa Milletvekili Hasan Gülay’ın, Ege Bölgesinde 1996 yılında tütünde uygulanan kotaya ilişkin Devlet Bakanından
(Eyüp Aşık) yazılı soru önergesi (7/931)
3. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün, gözaltına alınıp serbest bırakıldıktan kısa bir süre sonra öldüğü iddia edilen bir gence
ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/934)
4. – Sıvas Milletvekili Mahmut Işık’ın, Özel Tim mensubu görevlilere ilişkin İçişleri Bakanından yazılı soru önergesi (7/935)
5. – Konya Milletvekili Teoman Rıza Güneri’nin, şua tedavisi uygulayan hastanelere ilişkin Sağlık Bakanından yazılı soru
önergesi (7/937)
6. – Muğla Milletvekili Fikret Uzunhasan’ın, Ege Bölgesinde 1996 yılında uygulanan kotaya ilişkin Başbakandan yazılı soru
önergesi (7/938)


15 . 7 . 1996 PAZARTESİ
Teklifler
1. – İstanbul Milletvekili Ercan Karakaş’ın, Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi
Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/368) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonuna)
(Başkanlığa geliş tarihi : 9.7.1996)
2. – Adana Milletvekili Arif Sezer’in, Gelir Vergisi Kanununun Bir Maddesinin Yürürlükten Kaldırılması Hakkında Kanun
Teklifi (2/369) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 10.7.1996)
3. – Adana Milletvekili Arif Sezer’in, Türkiye Darülaceze Kurumları Vakfı Kanunu Teklifi (2/370) (Plan ve Bütçe
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 10.7.1996)
4. – Adana Milletvekili Arif Sezer’in, Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununa
Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/371) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonuna) (Başkanlığa
geliş tarihi : 10.7.1996)
5. – Adana Milletvekili Arif Sezer’in, Yurt Dışında Bulunan Türk Vatandaşlarının Yurt Dışında Geçen Sürelerinin Sosyal
Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/372)
(Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 10.7.1996)
6. – İstanbul Milletvekili Emin Kul’un; Sendikalar Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi, Kanuna Bir Bent ile Bir
Fıkra Eklenmesi ve Bazı Hükümlerinin Yürürlükten Kaldırılması Hakkında Kanun Teklifi (2/373) (Anayasa ve Sağlık, Aile,
Çalışma ve Sosyal İşler komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 10.7.1996)
7. – Balıkesir Milletvekili Mustafa Güven Karahan ve 8 Arkadaşının; Sosyal Sigortalar Kanununda Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Teklifi (2/374) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 10.7.1996)
8. – Hatay Milletvekili Ali Günay ve 6 Arkadaşının, Cezaların İnfazı Hakkında Kanunun Bir Maddesinde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/375) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 10.7.1996)
9. – Balıkesir Milletvekili Mustafa Güven Karahan ve 7 Arkadaşının, Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal
Sigortalar Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/376) (Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 10.7.1996)
10. – Balıkesir Milletvekili Mustafa Güven Karahan ve 7 Arkadaşının, Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununda
Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/377) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 10.7.1996)
Raporlar
1. – Türkiye Cumhuriyeti ile Arnavutluk Cumhuriyeti Arasında Gelir ve Servet Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte
Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/349) (S. Sayısı : 44) (Dağıtma tarihi : 15.7.1996) (GÜNDEME)
2. – Türkiye Cumhuriyeti ile Cezayir Demokratik Halk Cumhuriyeti Arasında Gelir ve Servet Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte
Vergilendirmeyi Önleme Anlaşması ve Eki Protokolun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/346) (S. Sayısı : 45) (Dağıtma tarihi : 15.7.1996) (GÜNDEME)
3. – Türkiye Cumhuriyeti ile Malezya Hükümeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve
Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşması Eki Protokolun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/348) (S. Sayısı : 46) (Dağıtma tarihi : 15.7.1996) (GÜNDEME)
4. – Karadeniz Ticaret Kalkınma Bankası Kuruluş Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Dışişleri ve Plan ve Bütçe komisyonları raporları (1/347) (S. Sayısı : 47) (Dağıtma tarihi : 15.7.1996) (GÜNDEME)
5. – Türkiye Cumhuriyeti ile Mısır Arap Cumhuriyeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi
Önleme Anlaşması ve Eki Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/336) (S. Sayısı : 48) (Dağıtma tarihi : 15.7.1996) (GÜNDEME)
6. – Türkiye Cumhuriyeti ile Bulgaristan Cumhuriyeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi
Önleme Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/345) (S.
Sayısı : 49) (Dağıtma tarihi : 15.7.1996) (GÜNDEME)
7. – Türkiye Cumhuriyeti ile Moğolistan Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi
Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşması ve Eki Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve
Bütçe Komisyonu Raporu (1/295) (S. Sayısı : 50) (Dağıtma tarihi : 15.7.1996) (GÜNDEME)
8. – Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kazakistan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte
Vergilendirmeyi Önleme Anlaşması ve Eki Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/293) (S. Sayısı : 51) (Dağıtma tarihi : 15.7.1996) (GÜNDEME)
9. – Türkiye Cumhuriyeti ile Çin Halk Cumhuriyeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme
ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşmasının ve Eki Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/377) (S. Sayısı : 52) (Dağıtma tarihi : 15.7.1996) (GÜNDEME)
10. – Türkiye Cumhuriyeti ile Makedonya Cumhuriyeti Arasında Gelir ve Servet Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte
Vergilendirmeyi Önleme Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu
Raporu (1/381) (S. Sayısı : 53) (Dağıtma tarihi : 15.7.1996) (GÜNDEME)
11. – Biyolojik Çeşitlilik Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı ve Çevre ve Plan ve Bütçe
komisyonları raporları (1/289) (S. Sayısı : 54) (Dağıtma tarihi: 15.7.1996) (GÜNDEME)
12. – Türk Ticaret Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı ve Sağlık, Aile, Çalışma ve
Sosyal İşler ve Adalet komisyonları raporları (1/297) (S. Sayısı : 55) (Dağıtma tarihi : 15.7.1996) (GÜNDEME)
13. – 3167 Sayılı Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkında Kanunda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/461) (S. Sayısı : 56) (Dağıtma tarihi : 15.7.1996) (GÜNDEME)
14. – Türkiye Cumhuriyeti ile Hindistan Cumhuriyeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi
Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşması ve Eki Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun
Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/359) (S. Sayısı : 57) (Dağıtma tarihi : 15.7.1996) (GÜNDEME)
15. – Türkiye Cumhuriyeti ile Kazakistan Cumhuriyeti Arasında Antalya İlinin Kemer İlçesindeki Taşınmazın Kazakistan
Cumhuriyetine Kullandırılmasına İlişkin Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun Tasarısı ve Plan ve
Bütçe ve Dışişleri komisyonları raporları (1/452) (S. Sayısı : 58) (Dağıtma tarihi : 15.7.1996) (GÜNDEME)
16. – Askerî Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet
Komisyonu Raporu (1/423) (S. Sayısı : 59) (Dağıtma tarihi : 15.7.1996) (GÜNDEME)
17. – Kimlik Bildirme Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet ve İçişleri komisyonları raporları
(1/292) (S. Sayısı : 60) (Dağıtma tarihi : 15.7.1996) (GÜNDEME)
18. – Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanuna Birer Madde Eklenmesine Dair Kanun Tasarıları ile
Kahramanmaraş Milletvekili Esat Bütün ve 19 Arkadaşının; 6136 Sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında
Kanunun Ek 8 inci Maddesinin Birinci Fıkrasının Değiştirilmesine ve Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi ve İzmir
Milletvekili Hakan Tartan ve 11 Arkadaşının Aynı Mahiyetteki Kanun Teklifi ve İçişleri Komisyonu Raporu (1/443, 1/464, 2/348,
2/352) (S. Sayısı : 61) (Dağıtma tarihi : 15.7.1996) (GÜNDEME)
Sözlü Soru Önergesi
1. – Çanakkale Milletvekili Hikmet Aydın’ın, Etimesgut Belediyesince Eryaman 4 üncü Etap konutlarına yapı kullanma izninin
verilmeyiş nedenine ilişkin İçişleri Bakanından sözlü soru önergesi (6/282) (Başkanlığa geliş tarihi : 11.7.1996)
Yazılı Soru Önergeleri
1. – Manisa Milletvekili Tevfik Diker’in, kuru üzüm destekleme uygulamasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/1016) (Başkanlığa geliş tarihi : 10.7.1996)
2. – Aydın Milletvekili Fatih Atay’ın, Kur’an kurslarına ve öğrenim birliği ilkesinin çiğnendiği iddiasına ilişkin Başbakandan
yazılı soru önergesi (7/1017) (Başkanlığa geliş tarihi : 10.7.1996)
3. – Aydın Milletvekili Fatih Atay’ın, Kuşadası SSK dispanserinin kapatılmasına ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi
(7/1018) (Başkanlığa geliş tarihi : 10.7.1996)
4. – Aydın Milletvekili Fatih Atay’ın, İLO sözleşmesine aykırı olarak yapıldığı iddia edilen nakillere ve anti-sendikalist
tutuma ilişkin Başbakandan yazılı soru önergesi (7/1019) (Başkanlığa geliş tarihi : 10.7.1996)
5. – Sıvas Milletvekili Mahmut Işık’ın, ILO sözleşmesi ve yasaya aykırı olarak yapıldığı iddia edilen personel nakillerine
ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/1020) (Başkanlığa geliş tarihi : 10.7.1996)
6. – Denizli Milletvekili M. Kemal Aykurt’un, 1991 seçimlerinden sonra bakanlık teftiş kurulunca bazı otoyol yüklenicilerine
fazla ödeme yapıldığının tespiti üzerine yapılan işlemlere ilişkin Bayındırlık ve İskân Bakanından yazılı soru önergesi (7/1021)
(Başkanlığa geliş tarihi : 11.7.1996)
7. – Kars Milletvekili Y. Selahattin Beyribey’in, Tarımsal Kalkınma Kooperatiflerine ilişkin Tarım ve Köyişleri Bakanından
yazılı soru önergesi (7/1022) (Başkanlığa geliş tarihi : 12.7.1996)

BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.00
16 Temmuz 1996 Salı
BAŞKAN : Başkanvekili Hasan KORKMAZCAN
KÂTİP ÜYELER : Mustafa BAŞ (İstanbul), Zeki ERGEZEN (Bitlis)


BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 77 nci Birleşimini açıyorum.
III. – YOKLAMA
BAŞKAN – Ad okunmak suretiyle yoklama yapılacaktır; sayın milletvekillerinin, yerlerinde bulunduklarını yüksek sesle
belirtmelerini rica ediyorum.
(Antalya Milletvekili Osman Berberoğlu'na kadar yoklama yapıldı)
BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım, toplantı yetersayısı vardır; görüşmelere başlıyoruz.
Gündeme geçmeden önce, üç değerli arkadaşıma gündemdışı söz vereceğim.
IV. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) GÜNDEMDIŞI KONUŞMALAR
1. – İçel Milletvekili Mehmet Emin Aydınbaş’ın, enerji problemimiz ve Akkuyu Nükleer Santralı Projesine ilişkin gündemdışı
konuşması
BAŞKAN – Birinci sırada, İçel Milletvekili Mehmet Emin Aydınbaş, nükleer enerji ve Akkuyu Nükleer Santralı hakkında söz
istemiş bulunmaktadır.
Buyurun Sayın Aydınbaş. (RP sıralarından alkışlar)
Konuşma süreniz 5 dakikadır.
MEHMET EMİN AYDINBAŞ (İçel) – Sayın Başkan, değerli üyeler; enerji problemimiz ve Akkuyu Nükleer Santralı Projesi
konusunda gündemdışı söz almış bulunmaktayım. Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Ülkemizin enerji ihtiyacı hızla artmaktadır. Enerji planlamalarındaki talep değerinin, büyüme ve nüfus artışımıza bağlı olarak,
yılda 2 000 ilâ 3 000 megavat arttığı görülmektedir. Buna göre, 2010 yılında, ülkemizdeki elektrik santrallarının toplam
kapasitelerinden 60 000 megavat daha fazla üretim gerekecektir.
Türkiye'de, elektrik üretiminde kullanabileceğimiz kaynaklar bellidir. Bunlardan kömür potansiyeli, taşkömürü ve linyit olmak
üzere iki çeşittir; ancak, taşkömürü rezervimizin endüstriye tahsis edilmesi gerektiğinden dolayı, burada, linyit kömürü söz
konusudur. İşlenebilir linyit rezervimiz 4 milyon tondur. Yıllık elektrik üretim kapasitesi 105 milyar kilovatsaat/yıldır. Ancak,
linyit külündeki uranyum nedeniyle radyasyon emisyonu bir nükleer santralınkinden fazladır. Ayrıca, baca gazındaki karbondioksit
emisyonu sera etkisi yapmaktadır ve asit yağmurları da çevreye zarar vermektedir.
Petrol ise, dışa bağımlı bir kaynaktır. Elektrik üretimindeki payı, 1995'te yüzde 9 iken, 2010 yılında yüzde 2'ye inmesi
hedeflenmektedir.
Doğalgaz da dışa bağımlı bir kaynaktır. Son yıllarda doğalgazlı çevrim santralları tesis edilerek kaynak çeşitliliği sağlanmaya
çalışılmaktadır; 1995 yılında yüzde 17 olan elektrik üretimindeki payının, 2010 yılında yüzde 23 oranına çıkması
beklenmektedir.
Ülkemizdeki en önemli elektrik üretim kaynağı hidrolik potansiyelimizdir. Ülkemiz, 34 736 megavat hidroelektrik güç
potansiyeline sahiptir. Bunun üretim kapasitesi 122,4 milyar kilovatsaat kadardır; bunun, bugün yüzde 33'ü kullanılmıştır.
Sonuç olarak, yerli kaynaklarımızdan elektrik üretim kapasitemiz yıllık 225 kilovatsaat/yıldır. Öncelikle bu kaynaklarımızın
üretime dönüştürülmesi gerekmektedir.
Türkiye'nin 2010 yılına kadar yerli linyit ve kömür kullanımı yüzde 93'e ve hidrolik kaynak kullanımı yüzde 64'e ulaşacaktır.
Buna göre, 2010 yılına kadar enerji üretiminde ithal kaynağa bağımlılık yüzde 45'e varacaktır. Bundan çıkan sonuca göre,
ülkemizin, enerji talebini karşılayabilmesi için, nükleer enerjiyi kullanması kaçınılmazdır. Nükleer enerji karşıtları "ülkemizde
yüzde 50 güç fazlalığı varken, nükleer santraldan bahsetmek abestir" derlerken, birkısım çevreler de "Türkiye'de kesinlikle nükleer
santral kurulamaz" demektedirler. Bu iddialar, enerji ve elektrik işlerinden hiç anlamayanlarca ortaya atılan iddialardır.
Nükleer güç santralları, sera gazı emisyonuna yol açmayan, enerji yoğun, yakıtın nakli ve stoklanması kolay olduğundan, enerji
üretim maliyeti düşük ve üretim güvencesi olan santrallardır. Nükleer enerji santralları, çevre açısından, işletmesi güvenli ve riski en
düşük olan santrallardır. Bu santrallar fosil yakıtlı santralların yarattığı çevre problemlerinin çözümünde de alternatiftirler.
Türkiye'nin 2010 yılında tüm linyit imkânları kullanılmış ve hidrolik potansiyelinin yüzde 35'i kalmış olacaktır. Pratik olarak
bunun tamamını kullanmak mümkün değildir. 2010 yılında üretim yedeği yüzde 15'tir; kurulu gücün yarısının hidrolik kaynaklı
olduğunu dikkate alacak olursanız, kurak yıllarda bu yedek yüzde 6'ya kadar düşecektir; buysa, ulusal sistemde, tehlike sınırındaki
bir yedektir.
Dünyada 32 ülke, toplam gücü 337 gigawatt olan, 429 nükleer santral ünitesini çalıştırmakta ve böylece toplam dünya enerji
talebinin yüzde 16'sını karşılamaktadır. Nükleer santrallar, bu bakımdan, pek çok gelişmiş ülkede (Fransa, Kanada, İngiltere,
Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri gibi) elektrik üretiminde en önemli kaynak durumundadırlar.
Türkiye'de nükleer enerjiyle ilgili çalışmalar, 1956 yılında, uranyum arama çalışmalarıyla başlamıştır. Ülkemizde, nükleer
güç santrallarının kuruluş yerlerinin belirlenmesi çalışmaları 1968 yılına dayanmaktadır. 1976 yılında, İçel İlimizin şimdiki
Ovacık İlçesinin Akkuyu mevkii ilk nükleer santral sahası olarak belirlenmiştir. Akkuyu ve civarında jeolojik, meteorolojik,
oşinografik, biyolojik, hidrolojik, sismik...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET EMİN AYDINBAŞ (Devamla) – 2 dakika daha müsaade eder misiniz Sayın Başkan?
BAŞKAN – Sayın Aydınbaş, konuşmanızı toparlayın efendim.
MEHMET EMİN AYDINBAŞ (Devamla) – ...ve daha pek çok detaylı etüt ve araştırma çalışmaları yapılmış ve Başbakanlık
Atom Enerjisi Komisyonu tarafından "yer lisansı" verilmiştir. Saha tanzimiyle ilgili, oldukça büyük rakamlarla ifade edilen
harcamalar yapılmıştır. Bu harcamalar, 1996 yılı değeriyle, yaklaşık 600 milyar liradır; ancak, işler hâlâ tamamlanamamıştır. O
bakımdan, 2010 yılına kadar, Akkuyu'da, optimal santral gücü olan 660 megavatlık ünitelerden, ikişer sene arayla, 4 adet inşa
edilerek, altı ila sekiz yıllık süre içerisinde 2 640 megavatlık kurulu gücün tesis edilmesi gerekmektedir. Akkuyu Nükleer Santralı
için, şimdiye kadar, 1977'de ve 1984'te olmak üzere, iki defa ihaleye çıkılmış, her defasında ayrı ayrı hazırlıklar yapılmış, ancak
hiçbir sonuç elde edilememiştir ve tekrar tekrar ihalelerden cayılmıştır. Bu kararsızlık, ülkemizin belirli bir nükleer politikasının
olmayışından kaynaklanmaktadır. 1993 yılı itibariyle tekrar ele alınan bu proje, bir an önce sonuçlandırılmalıdır. Eğer, önceki
teknik raporlarda revizyon gerekliyse, bir an önce karar verilip tamamlanmalıdır. Bu çalışmalarla, vatandaşlarımız doğru olarak
aydınlatılmalı, birtakım odakların suiistimallerine terk edilmemelidir. Velhasıl, konunun önemine binaen, bilimsel etiğin kuralları
her yönüyle sağlanmalıdır. Bu çalışmalar ciddî, konuya vâkıf bir ekip tarafından yürütülmelidir. Bunda, ülkemizin pek çok
menfaatı söz konusudur.
Ülkemizin, bir an evvel, nükleer enerjiye kavuşması ümidiyle, Yüce Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (RP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – İçel Milletvekili Sayın Mehmet Emin Aydınbaş'a teşekkür ediyorum.
2. – Kocaeli Milletvekili Bekir Yurdagül’ün, İzmit Körfezi Derince Limanındaki sorunlara ilişkin gündemdışı konuşması
BAŞKAN – Gündemdışı ikinci konuşmacı, Kocaeli Milletvekili Bekir Yurdagül. (DSP sıralarından alkışlar)
Sayın Yurdagül, Derince Limanındaki sorunlarla ilgili söz talebinde bulunmuştur.
Buyurun, Sayın Yurdagül.
Konuşma süreniz 5 dakikadır.
BEKİR YURDAGÜL (Kocaeli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; devlet gelirlerinin yağma edilmesinin en güzel
örneklerinden birinin yaşandığı İzmit Körfezi-Derince Limanı ve sayıları 28'i bulan özel iskelelerle ilgili gelişmeleri, Türkiye
Büyük Millet Meclisi gündemine getirerek, hiç olmazsa, bundan sonra, yağmaya dur diyebiliriz umuduyla söz almış buluyorum; bu
vesileyle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1906 yılından bu yana ekonomimize büyük katkı sağlayan hizmetler veren, 1 200 metre
rıhtım boylu, her çeşit ve kapasitede ekipman ve araca sahip, yılda 3 milyon ton stoklama alanlı, 5 milyon ton/yıl yük indirme
kapasiteli, işçisi ve memuruyla 400 kişinin hizmet ürettiği, ülkemizin stratejik öneme sahip ender limanlarından birisi olan Derince
Limanı, büyük çoğunluğu düşük fiyatla kiralanan kamu arazileri üzerinde kurulu bulunan, her türlü güvenceden yoksun, özel
iskelelerin haksız rekabeti karşısında atıl kapasiteyle çalışmak zorunda bırakılarak zarar ettirilmektedir. Çarpıcı olduğu için, bu
konuda, bugüne kadar çıkarılmış olan yönetmelikleri size aktarmak istiyorum.
İlk yönetmelik, İzmit Liman Yönetmeliği adı altında 25 Şubat 1982 tarihinde 17616 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak
yürürlüğe sokulmuştur. Bu yönetmelikte aynen şöyle denilmiştir: "Derince İskelesi, Devlet Demiryolları Liman İşletmesine ait,
kuru yük taşıyan gemilerin yükleme boşaltma yaptığı bir iskeledir. Diğer özel iskeleler ve rıhtımlar da, kuruluş gayesine uygun
olarak, bulunduğu yerdeki tesise ait yükleme ve boşaltma hizmetlerinde kullanılırlar."
Daha sonra, bu işten rahatsızlık duyan özel iskele sahipleri, etkili çevreleri devreye sokarak yaptıkları lobi faaliyetleriyle, 27
Mart 1987 tarihli 19413 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan ikinci yönetmelikle, ilk yönetmeliğin bazı maddelerini istedikleri şekilde
değiştirirler. Buna göre "liman sınırları içerisinde bulunan, özel şirket, fabrika ve şahıslara ait iskele ve rıhtımlara yanaşacak
gemilere İzmit Liman Başkanlığınca yanaşma izni verilir" denilmiştir.
Amaçlarına ulaşan özel iskele sahipleri, İzmit Liman Başkanlığı ve İzmit Gümrükleri Başmüdürlüğünün de çok özel
katkılarıyla, Derince Limanını atıl bırakarak, İzmit Körfezine gelen gemileri kendi iskelelerinde boşaltmaya başlarlar. Ancak,
ölçüyü o kadar çok kaçırmışlardır ki, ilgili Bakanlık ve Limanlar Dairesi Başkanlığı gerekli uyarısını yapıp, Derince Limanının
atıl bırakılarak, yük gemilerinin özel iskelelere gönderilmemesini, bu konuda hassasiyet gösterilmesini ister; ama, Liman Başkanlığı
ile Gümrükler Başmüdürlüğünün, özel iskele sahipleriyle sıcak ilişkileri bu dönemde de devam eder. O güne kadar, konuyu, sürekli
Kocaeli ve Türkiye gündemine taşımaya çalışarak bu soygunu durdurma gayreti içinde olan Derince Liman-İş Şube Başkanı
Saadettin Acar'ın girişimleri sonucu, Sayın Mehmet Gülcegün'ün denizcilikten sorumlu Devlet Bakanı olduğu dönemde, konuya
hassasiyet gösterilir ve Derince Limanını eski konumuna getirme çalışmaları başlatılır. Bu dönemde, Sayın Bakanın, bu işten
sorumlu tuttuğu Liman Başkanı görevden alınır. Ne yazık ki, Bakanlıktaki görevi çok kısa süren Sayın Gülcegün, daha sonra
yaptığı açıklamasında -ki, İntermedyada yayımlanmıştır bu açıklaması- "özel iskeleler yüzünden bakanlıktan oldum" demiştir.
Bu göreve, Gülcegün'den sonra, aynı partiden, şimdi Kocaeli Milletvekili olan Sayın Onur Kumbaracıbaşı atanmış ve ilk işi,
liman yönetmeliğini değiştirerek, özel iskelelerin, bu pastadan en büyük payı almalarını sağlamak olmuştur. Bu yönetmelik
değişikliği, 6 Temmuz 1995 tarih ve 22335 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yeni Bakan Kumbaracıbaşı,
bir önceki bakan döneminde görevinden alınan Liman Başkanını yeniden göreve döndürmüştür.
Ben, bu kürsüden, gümrüklerden sorumlu Bakanımızı, denizcilikten ve limanlardan sorumlu Bakanımızı, Çevre Bakanımızı
ve işçi kökenli Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımızı uyarıyor ve göreve davet ediyorum ve diyorum ki, özel iskelelerde, vergi
kaçakçılığı dahil, her türlü kaçakçılığın yapılabileceği ortam mevcuttur ve de yapılmaktadır...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Konuşmanızı toparlayın efendim.
BEKİR YURDAGÜL (Devamla) – ...kaynak arıyorsanız, işte size yılda 5 trilyon liralık kaynak; bunu, birilerine peşkeş
çekmeyiniz. Geliniz, yönetmeliği yeniden düzenleyelim; 1982 yılında çıkarılan ilk yönetmeliğe dönelim; Derince Limanını,
yeniden, tam kapasiteyle çalışan bir liman haline getirelim. Gelin, konteyner vinci için projelendirilen 200 metrelik rıhtım
uzatmasını, 10 milyon dolar yatırımla gerçekleştirelim ve devlete, yılda 20 milyon dolar kazandıralım. Denizin doldurulmasına
mani olalım. Özel iskelelerde, denize atılan atıklara, sintine sularının boşaltılmasına son verdirelim.
Özel iskelelerde, işçi sağlığı ve iş güvenliği koşullarına tamamen aykırı olarak, 2 500'e yakın yaşlı ve genç insan, günde 16
saat, sigortasız ve sendikasız, asgarî ücretin altında ücretle, boğaz tokluğuna, köle gibi çalıştırılmaktadır. Gelin, insanlık adına,
hukuk adına, buna dur diyelim. İnanıyorum ki, sayın bakanlarımız konuya duyarlılık gösterecekler ve bu soyguna, talana,
yasadışılığa son vereceklerdir.
Ben, bu duygu ve düşüncelerle, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Kocaeli Milletvekili Sayın Bekir Yurdagül'e teşekkür ediyorum.
3. – İçel Milletvekili Halil Cin’in, trafik kazalarına ilişkin gündemdışı konuşması ve Bayındırlık ve İskân Bakanı Cevat
Ayhan’ın cevabı
BAŞKAN – Gündemdışı son konuşmayı, İçel Milletvekili Halil Cin yapacaklar; Sayın Cin'in konuşma konusu,
karayollarımızda son günlerde artan trafik kazaları.
Buyurun Sayın Cin.
Konuşma süreniz 5 dakikadır.
HALİL CİN (İçel) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ülkemizin tüm insanlarını
ilgilendiren, her an, en feci sonuçlarla karşı karşıya kalmamız ihtimallerini doğuran çok önemli bir sorunu, karayollarında trafik ve
kazalar konusunu gündeme getirmek için söz almış bulunuyorum.
Bilim ve uygarlığın ürünü olan teknolojinin insanlığın istifadesine sunulmasıyla ortaya çıkan trafik, yalnız, karayollarında
yolcu ve eşya taşınması işinden ibaret olmayıp, sosyokültürel, sosyoekonomik, teknik ve bilimsel nitelikli bir faaliyettir. Trafik,
uzun tecrübelerin ürünü olan kurallardan oluşan bir düzendir. Ne var ki, trafik kurallarının kâğıt üstünde mevcut olması yetmez;
bunların hayata geçirilmesi ve yaşanarak uygulanması gerekir.
İnsan haklarının en önemlisi yaşama hakkı olduğuna göre, her insanın, karayollarında bir kazaya uğramadan, güvenlik
içerisinde seyahat etmesi de temel bir insan hakkı olmalıdır. Devlet ve toplum, bireye bu imkânı sağlamalıdır.
Türkiye'de, yıllardan beri, her gün onlarca insan hayatını kaybetmekte, yaralanmakta, sakat kalmakta; nihaî olarak, telafisi
imkânsız insan kaybı, miktarı trilyonlara ulaşan maddî ve manevî zararlar meydana gelmektedir.
Türkiye, bölücü terörün yanında, ondan daha kapsamlı, sürekli, ikinci bir terörü, trafik terörünü yaşamaktadır. 1970-1984
yılları arasında, istatistiklere geçen 637 936 kazada, sürücü, yolcu ve yaya olarak toplam 74 578 kişi ölmüş, 437 915 kişi
yaralanmıştır. Yıllık ortalama 5 bin ölü, 30 bin yaralı...
1995 yılında ise, Türkiye'de, toplam olarak, şehir içi ve şehir dışı olmak üzere, 293 629 kazada 5 821 kişi hayatını kaybetmiş,
111 201 kişi de yaralanmıştır. Maddî hasar ise 9 trilyon 917 milyar civarındadır ve ülkemiz, Avrupa'da, 10 bin motorlu taşıta düşen
ölü ve yaralı sayısı bakımından, ne yazık ki, birinci durumdadır.
Bu rakamlar da gösteriyor ki, trafik terörü, Türkiye'nin en büyük sorunlarından biridir. Çoğu hallerde sebebi de, sonucu da insanı
ilgilendirdiği için, trafik sorununun uzun vadeli, ciddî ve bilimsel, sürekli bir eğitim meselesi olduğu görülür. Trafik kazalarında en
çok rol oynayan diğer önemli amil, yol kusurları ve güvenlik önlemleri alınmadan yapılan taşımalardır.
Güvenli bir karayolu trafiği için alınacak tedbirleri şöyle sıralamak mümkündür:
Otoyol veya çok şeritli yol inşaatını Türkiye için lüks sayan zihniyeti terk edip, uluslararası ve bilimsel standartlara, teknik ve
geometrik esaslara uygun yolların inşa edilmesi hızlandırılmalıdır.
Yatay ve düşey eğimi hatalı, standardı düşük yollar, işaretsiz düşük banketler, yol sathında gevşek malzeme, yoldaki münferit
çukurlar, ondüleler kazaya sebep olan başlıca yol kusurlarıdır.
Gelişmiş ülkelerdeki örneklerine uygun olarak yapılacak yatırımlarla, demiryolu, deniz ve havayolları, yolcu ve yük sahipleri
için daha cazip hale getirilmeli, karayollarının yükü hafifletilmelidir.
Trafikle ilgili işlerin, muntazam ve sürekli bir organizasyon tarafından yapılması önem arz eder. Bugün, yedi ayrı bakanlık ve
mahallî idarelere trafik konusunda yetki verilmiştir. Bu durum, hizmette koordinasyon güçlüğüne ve aksamalara sebep olmaktadır. Bu
açıdan, 2918 sayılı Trafik Kanununda değişiklik yapılması hakkında Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk edilmiş olan kanun
tasarısının süratle kanunlaştırılmasını temenni ediyorum.
Türkiye'de trafiğin daha çok polisiye tedbirlerle düzenlenmesi düşünüldüğü için, planlama, eğitim ve denetleme hizmetlerine,
henüz, mühendislik, psikoloji ve tıp ilmi nüfuz etmemiştir. Bu bilimlerin, trafiğin çeşitli aşamalarında etkin olarak kullanılması
kaçınılmaz olmuştur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Konuşmanızı toparlayın efendim.
HALİL CİN (Devamla) – Toparlıyorum efendim.
Bundan başka, trafik teşkilatının personel sıkıntısı giderilmeli, şehir içinde ve dışında kavşaklarda sürekli görev yapan,
meslek hastalığı riski de taşıyan personele, hizmette motivasyonu sağlayacak ücret ve tazminat verilmelidir.
Trafik, insan tarafından, insan için yapılan bir faaliyet olduğuna göre, insanlarda trafik kurallarına riayet şuurunun
yerleştirilmesi önem arz etmektedir. Bu cihetle, çocukluktan itibaren, insanımıza köklü bir trafik eğitimi verilmesi kaçınılmaz
olmuştur. Diğer taraftan, sürücü eğitiminin ve sürücü eğitim okullarının ciddî bir denetime tabi olması, öncelikle alınması gereken
tedbirlerin başında gelir. Sipariş üzerine veya yeterli eğitim görmeden ehliyet verilmesine kesinlikle son verilmelidir.
Trafik hukuku, cezaî ve hukukî sorumluluk noktasından, çağdaş bir düzenlemeye kavuşturulmalıdır. Trafik güvenliği için, ciddî
bir cezaî müeyyide, güvenliğe yönelik eleman, araç gereç ve etkin bir denetim gereklidir. Sürekli ve etkili denetim, iyi işleyen bir
trafik sistemi ve çağdaş bir karayolu ağıyla, trafik kazaları büyük ölçüde azalır. Trafik kazalarında ölümlerin yüzde 50'si, kazadan
sonraki ilk yarım saat içerisinde olduğundan, etkin ve bilimsel esaslara uygun bir ilkyardım sistemi ve ilkyardım eğitimine ihtiyaç
vardır. Trafik kurallarına azamî riayeti sağlamak için, 40 yaşını aşmış, yüksek tahsilli, meslek sahibi insanlara, gönüllü, onursal
trafik müfettişliği verilmeli; trafikte, herkes birbirini kurallara saygı açısından denetlemelidir.
İnsanlarımıza kazasız, huzurlu günler temenni eder; hepinize saygılarımı sunarım. (ANAP sıralarından alkışlar)
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
BAŞKAN – İçel Milletvekili Sayın Halil Cin'e teşekkür ederim.
Hükümet gündemdışı konuşmaya cevap vermek istiyor.
Buyurun Sayın Ayhan. (RP sıralarından alkışlar)
BAYINDIRLIK VE İSKÂN BAKANI CEVAT AYHAN (Sakarya) – Muhterem Başkan, muhterem üyeler; İçel Milletvekili
Halil Cin Beyefendinin trafik kazalarıyla ilgili olarak yapmış olduğu konuşmaya, Hükümet adına cevap vermek üzere huzurlarınıza
gelmiş bulunuyorum.
Trafik kazaları, bir taraftan, denetimle ilgili olarak, İçişleri Bakanlığını ilgilendirirken; diğer taraftan, yol standartları ve yol
inşası bakımından da Karayollarını ve dolayısıyla, Bayındırlık Bakanlığını ilgilendirmektedir.
Muhterem arkadaşımız trafik kazalarıyla ilgili bilgileri verdiler. Hakikaten, son yıllarda, Türkiye'de, yılda 5-6 bini bulan trafik
kazalarındaki can kayıpları, milletimizi derinden üzmektedir ve bununla ilgili tedbirlerin de acilen alınması gündemde
bulunmaktadır.
Geçtiğimiz dönemde -19 uncu Dönemde- hatırlayacaksınız, Meclisin gündeminde, Trafik Kanununun yeni baştan ele
alınmasıyla ilgili bir tasarı vardı; ancak, görüşmek mümkün olmadı, kadük oldu. İnşallah, bu dönemde, hepimiz, elbirliğiyle bu
kanunu çıkarır ve trafik düzenini getirmiş oluruz.
Tabiî, trafik deyince, eğitim, denetim, ilk yardım... Ama, bunların da tabanında, mutlaka, yüksek standartta yol olması
gerekmektedir. Yol olmadan, artan trafiği bir yere sığdırmanız mümkün değil. Bugün, trafikte dolaşan araç sayısı itibariyle
geldiğimiz rakamlara bakıyoruz: 1995 itibariyle trafikteki araç sayısı 6,5 milyon adettir. Bu adetlerin çok süratli tırmanacağını da
beklemek lazım. Gelişmiş ülkelerde her 2 kişiye bir araç düşerken, 1 000 kişiye düşen araç sayısı 400-500 seviyesinde seyrederken,
bu, Türkiye'de, henüz 30-40 mertebesindedir ki, araç sayımız itibariyle de nüfusa göre oranladığınız zaman, onda bir
mertebesindeyiz. Yani, önümüzdeki dönemde, Türkiye'de araç sayısı süratle artacaktır; yolların da bu artan araç trafiğine göre
genişletilmesi ve standardın yükseltilmesi gerekmektedir.
Tabiî, yollarımız hakkında bir iki cümleyle bilgi arz edeyim: Türkiye'de karayolu ağı, şebekesi olarak, karayollarında -devlet
yolu, il yolu ve otoyolları da aldığınız zaman- 61 312 kilometre yol ağımız bulunmaktadır. Yol ağlarımız Türkiye'de, trafiğin,
taşımanın büyük kısmını yüklenmiş durumdadır. Gelişmiş ülkelerdekinin tersine, Türkiye'de, yük taşımacılığının yüzde 88'i,
yolcu taşımacılığının da yüzde 95'i karayolundadır. Tabiî, ulaştırma master planı çerçevesinde, önümüzdeki dönemde,
karayollarına paralel olarak deniz ulaşımının ve demiryolu ulaşımının da öncelikle ele alınması gerektiğini arz etmek istiyorum.
Muhterem arkadaşlar, yol standardı deyince, tabiî, beton asfalt yollara geçmek gerekmektedir. Kaplama yollar çok kısa sürede
bozulmakta, sürücü için de, yol emniyeti için de fevkalade tehlike arz etmektedir. Ancak, Türkiye'nin, günde ortalama 500 araç
sayısına göre, trafiğine göre -ki, 500'ün üzerine çıktığınız takdirde, beton asfalta geçmek gerekmektedir- 14 bin kilometre beton
asfalt yolu olması gerekir. Halen mevcut olan yol, 4 800 kilometredir. Yani, 9 bin kilometre ilave beton asfalt yol yapmak gerekmekte,
bunun da maliyeti 16 milyar dolar olmaktadır.
Diğer taraftan,1997 yılının programını hazırladığımız bu temmuz ayında, elimizdeki karayolu proje yükü 662 trilyon lira,
yani 7,8 milyar dolardır; 1997'de programa almamız gereken ise, 348 trilyon, yani 4 milyar dolardır. Peki, 1996'da biz karayollarına
ne tahsis etmişiz diye merak edersek, onu da arz edeyim: Sadece 835 milyon dolar, yani 1 milyar dolar dahi değildir.
Burada ifade etmek istediğim şudur: Yol standartlarımızı yükseltmek ve yol ağlarımızı sürücülerin emniyetle kullanabileceği
şekle getirmek için, mutlaka iç ve dış kaynaklardan, uluslararası finans kuruluşlarından, birtakım kurumlardan, karayollarımızın
ıslahı ve geliştirilmesi için, büyük miktarda malî destek bulmamız gerekmektedir. Elbette Hükümetin ve Bakanlığın önündeki temel
mesele budur. Siz değerli milletvekillerimizden gelen yol tamiri, yol inşasıyla ilgili talepleri karşılamak, bizim hemen yerine
getirmek istediğimiz pek samimi bir arzumuzdur; ama, bütçe kaynaklarının malî kaynakların sınırı karşısında biz bunu yerine
getirememenin ıstırabını duyuyoruz. İnşallah, önümüzdeki dönemde daha geniş kaynaklarla yol ağlarımızı daha geliştirip, trafik
kazalarını önleyecek, hiç olmazsa yolun standardının bozukluğu ve yetersizliği yüzünden, duble yol ihtiyacı olan yerlerde tek şeritli
yollarda seyretme yüzünden meydana gelen trafik kazalarını bertaraf edecek bir temel politikayı önümüze alacağız ve
uygulayacağız.
Bu vesileyle, bize bu konuşma fırsatını verdiği için, pek muhterem kardeşimiz Halil Cin Beyefendiye de teşekkür eder, Meclisi
hürmetle selamlarım. (RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Gündemdışı konuşmayı cevaplayan Bayındırlık ve İskân Bakanı Sayın Cevat Ayhan'a teşekkür ediyorum.
Böylece, gündemdışı görüşmeler tamamlanmıştır.
Sayın milletvekilleri, "Başkanlığın Genel Kurula Sunuşları" kısmında Anavatan Partisi Grup Başkanlığının bir tezkeresi
vardır, okutuyorum:
B) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. – ANAP Grubunun, bazı milletvekillerini, İçtüzüğün 28 inci maddesine göre, Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliklerinden geri
çektiklerine ilişkin tezkeresi (3/379)
16.7.1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi: 20.5.1996 tarih ve 1895 sayılı yazınız.
İlgi yazınız gereğince Plan ve Bütçe Komisyonunda görevli üyelerimizden Iğdır Milletvekili Adil Aşırım, İçel Milletvekili
Ali Er, Rize Milletvekili Ahmet Kabil ve Zonguldak Milletvekili Veysel Atasoy İçtüzüğün 28 inci maddesine göre Grubumuzca geri
çekilmişlerdir.
Bilgi ve gereğini arz ederim.
Saygılarımla.
Cumhur Ersümer
Grup Başkanvekili
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Komisyondan istifa önergesi vardır; okutuyorum:
2. – Manisa Milletvekili Yahya Uslu’nun, Dilekçe Komisyonu üyeliğinden çekildiğine ilişkin önergesi (4/60)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Seçilmiş olduğum Dilekçe Komisyonu Üyeliğinden istifa ediyorum.
Gereğini arz ederim. 16.7.1996
Yahya Uslu
Manisa
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi vardır; okutup bilgilerinize sunacağım:
3. – Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Türk Grubunda boş bulunan yedek üyelik için DYP Grubunca aday gösterilen
milletvekiline ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/380)
12 Temmuz 1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Doğru Yol Partisi Grubunca, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Türk Grubunda boş bulunan yedek üyeliğe Kastamonu
Milletvekili Haluk Yıldız aday gösterilmiştir.
Yedek üyeliğe aday gösterilen üyenin ismi, Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesi Hakkındaki 3620
sayılı Kanunun 2 nci maddesi gereğince Genel Kurulun bilgisine sunulur.
Mustafa Kalemli
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının bir tezkeresi daha vardır; okutup oylarınıza sunacağım:
4. – Türkiye Büyük Millet Meclisinden bir Parlamento heyetinin, Çin Halk Cumhuriyeti Halk Kongresi Başkanının davetine
icabet etmesine ilişkin Başkanlık tezkeresi (3/381)
13 Temmuz 1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna
Çin Halk Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti arasında diplomatik ilişkilerin tesisinin 25 inci yıldönümü münasebetiyle Çin
Halk Cumhuriyeti Halk Kongresi Başkanından alınan bir davette, Türkiye Büyük Millet Meclisinden bir Parlamento heyeti Çin Halk
Cumhuriyetine davet edilmektedir.
Söz konusu ziyaretin gerçekleştirilmesi hususu Türkiye Büyük Millet Meclisinin Dış İlişkilerinin Düzenlenmesine Dair 3620
sayılı Kanun uyarınca Genel Kurulun tasvibine sunulur.
Mustafa Kalemli
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı
BAŞKAN – Tezkereyi oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Refah Partisinin Süleyman Mercümek ile bağlantıları konusundaki 10/63 esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonunun
çalışma süresinin uzatılmasına dair tezkeresi vardır; okutup oylarınıza sunacağım.
5. – (10/63) esas numaralı Meclis Araştırması Komisyonu Başkanlığının, Komisyonun görev süresinin uzatılmasına ilişkin
tezkeresi (3/382)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Komisyonumuz 13 Haziran 1996 tarihinde Başkan, Başkanvekili, Sözcü ve Kâtip seçimini yapmıştır. Bu tarihte başlayan bir
aylık görev süresi boyunca bilgi ve belge temin edilmeye çalışılmış, ancak çalışmalar sonuçlandırılamamıştır. İçtüzüğün 105
inci maddesi uyarınca Komisyonumuzun görev süresinin 13 Temmuz 1996 tarihinden itibaren iki ay daha uzatılmasını saygılarımla
arz ederim.
Mustafa Kul
Erzincan
Komisyon Başkanı
BAŞKAN – Uzatma önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Danışma Kurulunun bir önerisi vardır; okutup oylarınıza sunacağım:
V. – ÖNERİLER
A) DANIŞMA KURULU ÖNERİSİ
1. – Genel Kurulun 16.7.1996 Salı günkü birleşiminde yapılacak olan, ülkemizin özkaynaklarının geliştirilmesi konusundaki
genel görüşmede, gruplar ve Hükümetin konuşma sürelerine ve çalışma süresine ilişkin Danışma Kurulu önerisi
Danışma Kurulu Önerisi
Genel Kurulun 16.7.1996 Salı günkü Birleşiminde yapılacak olan ülkemizin özkaynaklarının geliştirilmesi konusundaki genel
görüşmede gruplar ve Hükümetin konuşma sürelerinin 45'er dakika olmasının ve bu sürenin iki konuşmacı tarafından
kullanılabilmesinin, görüşmelerin tamamlanmasına kadar çalışma süresinin uzatılmasının Genel Kurulun onayına sunulması
Danışma Kurulunca uygun görülmüştür.
Hasan Korkmazcan
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanı Vekili
Ali Oğuz Cumhur Ersümer
RP Grubu Temsilcisi ANAP Grubu Başkanvekili
Mehmet Gözlükaya H.Hüsamettin Özkan
DYP Grubu Başkanvekili DSP Grubu Başkanvekili
Nihat Matkap
CHP Grubu Başkanvekili
BAŞKAN – Danışma Kurulu önerisini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmına geçiyoruz.
VI. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE MECLİS ARAŞTIRMASI
A) GÖRÜŞMELER
1. – Hükümet adına Başbakan Necmettin Erbakan’ın, ülkemizin özkaynaklarının geliştirilmesi konusunda genel görüşme
açılmasına ilişkin önergesi üzerine, Genel Kurulun 11.7.1996 tarihli 76 ncı Birleşiminde açılması kabul edilen genel görüşme (8/2)
BAŞKAN – Hükümet adına Başbakan Necmettin Erbakan'ın, ülkemizin özkaynaklarının geliştirilmesi konusunda, Anayasanın
98 inci, İçtüzüğün 102 ve 103 üncü maddeleri uyarınca bir genel görüşme açılmasına ilişkin önergesi üzerine, Genel Kurulun
11.7.1996 tarihli 76 ncı Birleşiminde açılması kabul edilen genel görüşmeye başlıyoruz.
Hükümet görüşmeler için hazır mı efendim? Hazır.
İçtüzüğümüze göre, genel görüşmede ilk söz hakkı önerge sahibine aittir. Daha sonra, İçtüzüğün 72 nci maddesine göre, siyasî
parti grupları adına birer üye ile Hükümete ve şahsı adına 2 üyeye söz verilecek; bu suretle, genel görüşme tamamlanmış olacaktır.
Konuşma süreleri, gruplar ve Hükümet için -biraz önce alınan karar gereğince- 45'er dakika, önerge sahibi ve şahıslar için 10'ar
dakikadır.
Bu önerge Hükümet adına verildiği için, Sayın Hükümetin, önerge sahibi olarak da söz hakkı bulunmaktadır.
Sayın Hükümet, önerge sahibi olarak söz istiyor musunuz?
DEVLET BAKANI H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Evet.
BAŞKAN – Kim konuşacak efendim?
DEVLET BAKANI H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Konuşma süresini, Sayın Maliye Bakanıyla birlikte paylaşacağız.
BAŞKAN – Efendim, bu konuda 10 dakika söz hakkınız var ve bir kişi konuşabilir. Daha sonraki -sırası geldiğinde- Hükümet
adına yapılacak konuşmayı bölüşebilirsiniz; ama, önerge sahibi olarak yapılacak konuşmanın süresi 10 dakikadır.
DEVLET BAKANI H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Ben konuşacağım.
BAŞKAN – Önerge sahibi olarak Hükümet adına, Devlet Bakanı Sayın Söylemez; buyurun. (DYP ve RP sıralarından
alkışlar).
Konuşma süreniz 10 dakikadır.
DEVLET BAKANI H. UFUK SÖYLEMEZ (İzmir) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri, hepinizi, şahsım ve
Hükümetimiz adına saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
"Türkiye ekonomisinde özkaynakların harekete geçirilmesi" konusunda Yüce Meclisimizin yapmış olduğu bu genel görüşmede,
önerge sahibi olarak, Hükümet adına söz almış bulunuyorum.
Değerli milletvekilleri, kaynakların harekete geçirilmesi konusunu, aslında, yalnız hükümetlerin meselesi değil, tüm ülkenin,
tüm ülke ekonomisinin yararına ve herkesin ilgilenmesi gereken bir konu olduğundan bahisle gündeme getirmiş bulunuyoruz.
Kalkınmakta olan her ülkede, kaynakların harekete geçirilmesi, gerçekten, her zaman gündemde tutulması gereken, her zaman canlı
tutulması gereken bir hadise olarak karşımızdadır.
Ülkemiz, yakın bir gelecekte, dünyayla tamamen bütünleşmeyi, rekabet gücünü artırmayı, gelirini gelişmiş ülkeler düzeyine
çıkarmayı hedeflemektedir. Bunu yapabilmek için, iktisadî gerçekçilikten uzaklaşmadan, orta vadeli ve sürülebilir bir yapıda yüksek
büyüme hızına ulaşmak gerekmektedir. Bu çerçevede, makroekonomik istikrarın sağlanmasının yanı sıra, ülkemizin tüm
kaynaklarının en iyi şekilde kullanılmasına imkân sağlayan ve bunu ekonomik ve sosyal hayata yansıtan yapısal değişikliklerin de
bir an önce hayata geçirilmesi elzemdir.
Değerli milletvekilleri, genç bir nüfusa sahip olan ülkemizin, gerek bu potansiyelden gerekse coğrafî ve kültürel konumundan
yeterince yararlanabilmesi için uzun dönemli bir perspektifi içerisine alan stratejiler geliştirmesi şarttır.
Türkiye'de, 1980 sonrası dönemde, rekabete açık ekonominin ilke ve esaslarının yerleştirilmesi, dışticaretin serbestleştirilmesi,
yurtiçi malî piyasaların yeniden yapılandırılması ve geliştirilmesi yönünde önemli adımlar atılmıştır. Bu sürecin bir
tamamlayıcısı olarak, 1989 yılında da, hepinizin malumu olduğu üzere, uluslararası sermaye hareketleri tamamen serbest
bırakılmış; bu dönemde, kamu kesiminde yeniden yapılanma çalışmaları da yeniden başlatılmıştır.
1980'li yıllardaki bu gelişmelere rağmen, kamu açıkları, kronikleşen yüksek enflasyon, imalat sanayiindeki yatırım eksikliği ve
özellikle, rekabet ortamını geliştirecek yapısal değişikliklerin kamu ve özel kesimde gerçekleşmemesinin yarattığı sorunlar,
maalesef, önemini korumuştur. 1989 yılından itibaren, ekonomide, kısa vadeli sermaye girişiyle desteklenen tüketime dayalı bir
büyüme sağlanırken, kamu kesimi finansmanı ve cari işlemler dengesinin giderek bozulması, orta dönemde sürekli bir büyümenin
gerçekleşmesini güçleştirmiştir.
İç ve dış dengelerdeki hızlı bozulma, bir yandan ekonominin hızla istikrara kavuşturulmasını, diğer yandan da istikrarı
sürekli kılacak yapısal reformların gerçekleştirilmesini zorunlu kılmıştır. Makroekonomik istikrarı sağlamak, ekonomik
kalkınmayı sosyal dengeleri dikkate alacak şekilde sürdürmenin yolunu açacak politikaların oluşturulmasına ortam sağlamak üzere,
hepinizin bildiği gibi, 5 Nisan 1994 tarihinde, bir ekonomik önlemler uygulama planı yürürlüğe konulmuştur. Bu planın amacı, bir
taraftan, kısa dönemde makroekonomik istikrarı ve parasal dengeleri sağlamak iken, diğer yandan da, orta vadede piyasa
mekanizmasını güçlendirecek yapısal reformları gerçekleştirebilmekti. Tabiî, hepinizin malumu, 5 Nisan kararlarının, birçok ilki
gerçekleştirmesi, kamu açıklarının azaltılması ve dış dengenin sağlanmasında önemli destekleri olmuştur; ancak, seçim ortamıyla
gelen belirsizlik ortamının getirdiği, yeterli dış kredinin bulunamamasının getirdiği ve yapısal reformlarda, seçim ortamının
getirdiği belirsiz ortam nedeniyle çıkmamış olan, Özelleştirme Yasası dışında çıkmayan -yapısal reformlarla ilgili- yasaların
getirdiği belirsizlik, kamu kesiminin, yeniden iki yıl üst üste dışborç ödeyicisi olmasını, malî piyasalar üzerindeki etkisinin
azaltılmasını, maalesef, engellemiştir. Diğer bir deyişle, dışborcun içborçlanmayla finansmanı yoğunlaşmıştır. Bu durum, faiz
ödemelerinin artmasına ve borçlanma vadelerinin de -tabiî ki- kısalmasına neden olmuştur.
Değerli milletvekilleri, kaynakların harekete geçirilmesini tartışırken, tabiî, memleketteki temel sorunları, çok genel hatlarıyla
ortaya koymamız lazımdır. Ben, bunu, kısaca, 3 başlık halinde arz etmek istiyorum:
1- Enflasyon
2- Kamu açıkları
3- İç borçlanma.
Daha sonra da, bunlara yönelik olarak alınacak tedbirleri, sizlerin de değerli fikir ve katkılarıyla, burada tartışma olanağı
bulacağız.
Sayın milletvekilleri, 1988 sonrası dönemde yüksek kamu açıkları, malî piyasalar ve Merkez Bankası kaynakları üzerinde
baskı yaratarak, enflasyonist beklentilere süreklilik kazandırmıştır. Son sekiz on yıllık dönemde, yani 1988-1995 dönemine
baktığımız zaman, ortalama fiyat artışlarının yüzde 72 olarak gerçekleştiğini görüyoruz. Türkiye'de yaşanmakta olan enflasyonun,
kamu açıkları ve bu açıkların finansmanından kaynaklanan talep yönlü, ücret, faiz ve kurlardaki gelişmeler sonucunda oluşan
maliyet yönlü nedenleri dışında, hızlı nüfus artışı, kentleşme ve piyasaların yapısından kaynaklanan başkaca yapısal sebepleri de
bulunmaktadır; ancak, Türkiye'de son yıllarda yaşanan enflasyonun en önemli nedenlerinden bir tanesi ve en önemlisi, kamu açıkları
ve içborçlanma olmuştur. Kamu kesiminin malî sistem üzerindeki baskısının giderek artması, malî derinleşmenin yeterince
sağlanamadığı bir ortamda, faiz oranlarının yükselmesiyle birlikte vade yapısının kısalmasına ve enflasyonist bekleyişlerin
süreklilik kazanmasına yol açmaktadır. Böyle bir ortamda, mal ve faktör piyasalarında fiyatlar geçmiş döneme endekslenmekte ve
enflasyonist süreç âdeta kendi kendini besleyen bir yapıya dönüşmektedir.
Türkiye ekonomisinde enflasyonun kalıcı bir biçimde düşürülmesi, enflasyonla mücadelede yapısal reformların
gerçekleşmesine öncelik veren orta vadeli bir programın uygulamaya konulmasıyla mümkündür. Yedinci Beş Yıllık Kalkınma
Planı, böyle bir programın temel unsurlarını da içermektedir.
Ben, tartışmaların ilerleyen noktalarında, enflasyonla ilgili, bütçe açıklarına etkisi konusunda, daha detaylı bilgiler vereceğim.
Kamu açıkları konusunda kısa bir toparlama yapmak istiyorum.
Kamu harcamaları, hepinizin bildiği üzere, 1989 yılından itibaren, özellikle personel ve faiz giderlerinin yükselmesi sonucunda
hızla artmıştır. Bu gelişmede, 1984 yılı sonrasında kamu açıklarının yüksek reel faizli içborçlanmayla finanse edilmesinin
getirdiği faiz yükü, borçlanma vadelerinin giderek kısalması ve 1989 ve 1993 döneminde maaş ve ücretlerde sağlanan yüksek reel
artışlar etkili olmuştur. 1994 yılından itibaren de, faiz yükünün ağırlığı giderek artmış; faiz ödemeleri hariç tutulduğunda, 1995
yılında, kamu kesimi finansmanı, gayri sâfi millî hâsılanın yüzde 1,1'i oranında fazla verir noktaya gelmiştir.
Yüksek kamu açıklarının yapısal nedenlerini çok kaba başlıklarla saymamız gerektiğinde; yetersiz vergi gelirleri, verimsiz ve
hantallaşmış bir idare yapısı -kamu idaresi- yüksek maliyetle verimsiz olarak çalışan KİT'ler, aktuaryal dengeleri bozulmuş, zarar
üreten ve devamlı Hazineden desteklenen sosyal güvenlik kuruluşları, rasyonel olmayan teşvik politikaları ve tarımsal destekleme
politikaları... Yüksek kamu açıklarının kısa vadeli içborçlanmayla karşılanması da, bunlara ek olarak, kamuya, ciddî bir içborç
servis yükü getirmektedir. Bunlar, faiz oranlarının yükselmesine ve tabiî ki, kamu açıklarının, maalesef, süreklilik kazanmasına yol
açmaktadır. 5 Nisan kararlarıyla -malumunuz- yapısal sorunların giderilmesi için önemli adımlar atılmıştır; ancak, bu tedbirlerin
bir kısmının önemli altyapı hazırlıkları gerektirmesi, belli alanlarda uzlaşma, toplumsal konsensüs sağlama gereğini doğurması ve
tabiî ki, erken gelen seçimler nedeniyle, 5 Nisan kararlarıyla sağlanan iç ve dış dengelerin korunması ve sürekli hale getirilmesi,
ancak, şimdi tartışacağımız yapısal tedbirler ve önlemlerle mümkün olabilecektir kanaatindeyiz.
SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Artvin) – Sayın Başkan, duyamıyoruz...
DEVLET BAKANI H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla) – Özelleştirme, sosyal güvenlik reformu, vergi gelirlerinin artırılması,
teşviklerin ve tarımsal desteklemenin rasyonel hale getirilmesiyle ilgili çalışmalarımız mutlaka sonuçlandırılacaktır.
SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Artvin) – Sayın Başkan, Bakanlar Kurulu sıralarındaki arkadaşlarımız ayaktalar; dikkatimizi
dağıtıyorlar...
BAŞKAN – Konuşma Hükümet adına yapılıyor. Herhalde sayın bakanların dinlemeye ihtiyaçları yok; konuşmanın içeriğini
biliyorlar!
Devam buyurun Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla) – Peki Sayın Başkanım, teşekkür ederim.
Değerli milletvekilleri, böyle önemli bir oturumda, ülkenin kaynaklarını ve ekonomik potansiyelini tartışırken, Yüce Meclise,
bazı ekonomik verilerin ve rakamların da, son haliyle, tarafımızdan aktarılmasında yarar olduğu kanaatindeyim; çünkü, bu rakamlar
ve veriler, ilerleyen görüşmelerimizde, hepimize yararlı olacaktır. Onun için, müsaade ederseniz -çok kısa, satırbaşlarıyla, sürenin
de kısalığını dikkate alarak- ekonomik durumu şöyle özetlemek istiyorum:
Gayri safî millî hâsıla, 1995 yılında yüzde 8,1 oranında arttı. 1996'nın ilk çeyreğinde, özellikle sanayi üretimi, ticaret ve
ithalattaki hızlı artışın etkisiyle, gayri sâfi millî hâsıla büyümesi, yüzde 9,9 olarak gerçekleşmiştir. 1996 yılının ilk üç aylık
döneminde ise, sanayi üretimi yüzde 8,4, imalat sanayi üretimi de, yüzde 7,9 olarak gerçekleşmiştir. Aylık imalat sanayi üretim
endeksine göre, üretim artış hızı, yılın ikinci çeyreğinde de aynı şekilde devam etmiştir. 1994 yılında yüzde 73 olan imalat sanayii
kapasite kullanım oranı, 1995 yılında yüzde 79,7'ye yükselmiştir; bu eğilim, 1996 yılının ilk aylarında da devam etmiş ve 1995'in
ilk çeyreğinde yüzde 75'lerde olan kapasite kullanımı, 1996'nın aynı döneminde, birkaç puan daha artarak, yüzde 76,6 gibi bir
rakama ulaşmıştır. Haziran ayı itibariyle, geçtiğimiz ay itibariyle ise, ekonomi, kapasite kullanımında yüzde 80 gibi çok yüksek bir
seviyeye erişmiş vaziyettedir. İhracatımızın, 1995 yılında yüzde 19,5 artarak, 1994'teki 18 milyar dolarlık seviyesinden 21,6
milyar dolara çıktığını hepimiz biliyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
DEVLET BAKANI H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla) – Sayın Başkan, birkaç dakika daha verirseniz, şu ekonomiyle ilgili
konuyu toparlayayım efendim.
BAŞKAN – Sayın Bakan, konu üzerinde 45 dakikalık söz hakkınız var; onun için, bu bölümde, konuşmanızı, lütfen kısa
cümlelerle toparlayın.
DEVLET BAKANI H. UFUK SÖYLEMEZ (Devamla) – Peki efendim.
Şimdi, ekonomiyle ilgili -tabiî, ben, alt alta vermek istedim; ama, zamanımız yetmedi. İkinci bölümde, zannediyorum, daha
uzun konuşma imkânı bulacağız- şunu söylemek istiyorum: Tabiî, Türkiye'deki iç talebin ve üretimdeki canlılığın dışticaret
dengelerinde birtakım olumsuzluklar yaratması da doğaldır. Gümrük Birliğinin ilk yılında, ithalat ve ihracatta birtakım yükselmeler
olması da beklenmektedir, bu da doğaldır ve özellikle, OECD pazarlarında, bu yıl bir resesyondan -özellikle Almanya, Fransa'yı
içeren bir resesyon- bahsetmek mümkündür. Bunun da ihracata olumsuz etkileri olmasına rağmen, ihracat, ufak bir artışla durumunu
korumakta; ithalatta ise, dediğim sebepler nedeniyle, bir miktar yükselme olmaktadır; ama, bunları, ilerleyen dakikalarda,
zannediyorum, değerli konuşmacılarla beraber ele alacağız.
Bizim, yapısal reformlara kaynak bulunmasına yönelik olan önerilerimiz, zannediyorum, bu 10 dakikaya sığmıyor; ama,
konuşmamın ikinci bölümünde, sizlere arz etmekten büyük mutluluk duyacağım.
Sayın Başkanın hoşgörüsüyle, konuşmamı, bu şekilde, genel bir açıklamayla noktalıyor ve sizlerin görüş ve önerileri için,
görüşmenin Meclise, ülkemize hayırlı olmasını dileyerek, saygılarımı sunuyorum efendim. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Hükümet adına, önerge sahibi olarak konuşan Sayın Bakana teşekkür ediyorum.
Şimdi söz sırası gruplarda.
Gruplar adına ilk konuşmayı, Demokratik Sol Parti Grubu adına, Genel Başkan İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit yapacaklar.
Buyurun Sayın Ecevit. (DSP sıralarından ayakta alkışlar)
Konuşma süreniz 45 dakikadır.
DSP GRUBU ADINA BÜLENT ECEVİT (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, televizyondan bizleri izleyen
değerli yurttaşlarım; Demokratik Sol Parti adına konuşmama başlarken, sizleri, saygıyla selamlıyorum.
Hükümetin açıklamalarına bakılırsa, bundan böyle, sık sık, böyle genel görüşmelerin Meclis gündemine getirileceği
anlaşılıyor. Bundan, güya amaç, Meclisin üstünlüğünü sağlamak. Amaç gerçekten bu olsa, saygıyla karşılarız; ama, bizim
izlenimimiz o ki, Hükümetin asıl amacı, kolay çözülebilecek sorunları Hükümet olarak üstlenmek, çözümü zor sorunları ise "bunlar
devlet sorunudur" deyip, Meclisin ve Meclisteki muhalefet partilerinin üzerine yıkmak, en azından, onlarla sorumluluğu paylaşmak.
Nitekim, Sayın Başbakan Erbakan, bu amacı, önergesinin sonunda açıkça belirtiyor ve "bu sorun -yani, kaynak geliştirme sorunu-
yıllarca çözümsüz kaldığından, bir hükümet sorunu değil, bir devlet sorunu haline gelmiştir" diyor. Yani, bir sorun çözülebiliyorsa
Hükümetin sorunu, çözülmesinde zorluk çekiliyorsa, devletin sorunu; bunu anlamak biraz zor.
Kaynak yetersizliği sorunu yıllarca çözümsüz kalmışsa, bunun baş sorumlusu, Refah Partisinin şimdiki Hükümet ortağıdır.
Şimdi, Sayın Erbakan'ın diliyle, biri batılın, biri de Hakkın temsilcisi olan iki Hükümet ortağı, başbaşa verip, çözümü
getirmelidirler. Muhalefetin görevi de, çözümleri denetlemektir veya iyileştirmeye çalışmaktır; ama, sorumluluk Hükümetindir.
Çözümün Meclisle birlikte oluşturulmasını gerektirebilecek sorunlar da vardır. Bunların başında, ulusal güvenlik gelir, önemli
dış politika konuları gelir, rejim sorunu gelir, Anayasa değişiklikleri sorunu gelir; fakat, ekonomik ve sosyal sorunların çözümü,
öncelikle, hükümetlerin görevidir. (DSP sıralarından alkışlar) Oysa, Hükümet "ben harcamaları dilediğim gibi yapayım, kaynağı da
muhalefet bulsun, bulamazsa, sorumluluk onun olsun" demeye getiriyor.
Kaynak sorunuyla ilgili genel görüşme isteminin ardında, Sayın Erbakan'ın, bir de ince taktiği var. Sayın Erbakan, bu taktiği,
11 Temmuz günü, kendisini tutamayıp, burada, Meclis kürsüsünden açıkladı; şöyle dedi Sayın Erbakan: "Burası er meydanıdır,
milletin önünde konuşuyoruz; o halde... (RP sıralarından ayakta alkışlar)
Evet, Sayın Erbakan, Sayın Başbakan, adı anılırken teşrif ettiler; onun için, sözümü baştan alıyorum. (DSP sıralarından
alkışlar)
Kaynak sorunuyla ilgili olarak, genel görüşme isteminin ardında, Sayın Erbakan'ın bir de ince taktiği var; Sayın Erbakan, bu
taktiği, 11 Temuz günü, kendisini tutamayıp, Meclis kürsüsünden açığa vurdu: "Burası er meydanıdır. Milletin önünde
konuşuyoruz. O halde, 'ülkenin meselelerini biz çözeriz' diyen partilerimiz şimdi buraya gelecek, 'ne yapacaktınız da çözecektiniz'
sualinin cevabını verecek; 65 milyon insanımız da bakacak, kim güzel cevap verirse onu alkışlayacak; işte, yapmak istediğimiz
budur" dedi Sayın Erbakan; yani, konuyu, bir alkış toplama yarışması gibi gördüğünü açıkladı. Oysa, 11 Temmuz günü,
öngörüşmedeki konuşmasında, bu yarışmadaki galibiyetini de kendisi zaten ilan etti. Dedi ki: "Köylü kuruluşları dahil, çeşitli
meslek kuruluşlarının hepsinin, emekli derneklerinin, işçi sendikalarının, memur sendikalarının hücumuna uğradık; büyük sevgi
tezahüratı gördük." Yani, alkışı toplamışlar, "gereğini siz yapın" diyorlar Meclise ve muhalefete. Elbette, bir hükümet, ekonomik ve
sosyal sorunları da Meclise getirebilir, Meclisten yardım, destek veya öneri isteyebilir; ama, Erbakan Hükümetinin, buna ihtiyacı
olmasa gerektir; çünkü, her soruna bol bol çözüm vaatleri, Hükümet Programında da, önerge metninde de açıklandı. Özellikle Sayın
Erbakan'ın konuşmalarında, bunlara, her gün yenileri de ekleniyor. Yeter ki bunların kaynağı bulunsun. Aslında onun da bir zorluk
çıkarmaması gerekir; çünkü, kendi ifadesiyle, ülkenin ve devletin bu en büyük sorununun -yani kaynak sorununun- nasıl
çözüleceğini de, Sayın Erbakan, 13 Temmuz günü Elazığ'da açıkladı. Şöyle dedi Sayın Erbakan: "Biz, vereceğiz, vereceğiz; Cenabı
Allah da bize verecek; biz de size vereceğiz." Eğer, gerçekten, Sayın Erbakan ve Hükümeti, Cenabı Allah ile işini yola koymuşsa
bizden ne istiyor?!.. Ama, böyle işlere Allah adını karıştıracak yerde, Allah'ın insana verdiği aklı doğru dürüst kullanmakla
yetinseler, o arada akılcılıkla hayalciliği birbirinden ayırmaya da özen gösterseler, çok daha iyi olur. (DSP sıralarından alkışlar)
Eğer, verdikleri sözleri yerine getirebilmek için yeterli kaynak bulunamazsa veya uygulayacakları politikalar gerçekçilikle
bağdaşmadığı için geri teperse, kimsenin, bunu, Allah'tan bilmeye hakkı olmaz; sorumluluğu, Meclisin ve muhalefetin üstüne
yıkmaya da kimsenin hakkı olmaz. Gerçekten, muhalefetin görüşleri, önerileri, tavsiyeleri isteniyorsa, bunun da, parlamenter
demokratik rejim içerisinde yolu yordamı vardır.
Genel görüşme önergesinin kapsamına, hesaba kitaba dayanarak, incelemeye araştırmaya dayanarak çözümü gereken pek çok
konu giriyor. Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabilirim: Kayıt dışı ekonominin denetim altına alınması, vergi düzenindeki
çarpıklıkların, adaletsizliklerin giderilmesi, doğal kaynakların değerlendirilmesi, o arada doğa dengesinin korunması, devlet elindeki
olanakların verimli kullanılması, rant ekonomisinden üretim ekonomisine geçilmesi, gelir dağılımındaki adaletsizliğin giderilmesi,
KİT'lerin kurtarılması veya özelleştirilirken ona buna peşkeş çekilmemesi, enflasyonun aşağı çekilmesi, arazi mafyasının dize
getirilmesi, altyapıların yeterli duruma getirilmesi, yatırımlarda önceliklerin belirlenmesi, eğitim ve sağlık sorunlarının çözümü,
sosyal güvenlik sorununun çözümü ve hepsinin de üstünde, öncelikle, güneydoğu sorununun çözümü ve daha bunlar gibi pek çok
konu, bu genel görüşmenin kapsamına giriyor. Bunlar Meclisin önüne getirilecekse, Meclisten ve muhalefetten bunların çözümüne
gerçekten katkı beklenecekse, bu konulardan her birine ilişkin ayrıntılı veriler ve araştırma sonuçları da Meclisin önüne
getirilmelidir. Bazıları, ekonomik ve sosyal konsey bir an önce işlerliğe kavuşturulup oradan geçirilmiş olarak Meclise getirilmelidir;
bazıları, toplumsal örgütlerle görüşülerek değerlendirilmiş olarak Meclise getirilmelidir; bazıları, yasa tasarıları olarak Meclise
getirilmelidir. Bunca önemli sorun, herhalde, bir torbaya konulup "ne olacak bu memleketin hali" üslubu içerisinde Meclis önüne
getirilmemeliydi.
Kaynak sorunu ve kamu yönetiminde kaynak israfının önlenmesi sorunu, personel rejimiyle çok yakından ilişkilidir.
Demokratik bir personel rejiminin oluşturulmasında da kamu görevlileri sendikalarının, mutlaka, etkin katılımı sağlanmalıdır.
Bunun için, kamu görevlileri sendikalarıyla toplugörüşme süreci bir an önce başlatılmalıdır. Kamu görevlilerinin özlük haklarının
ve maaşlarının belirlenmesinde olsun, kamu yönetiminde israfın önlenmesi ve kaynak oluşturulması konusunda olsun, yönetimle
kamu görevlileri sendikaları mutlaka anlaşmalıdırlar ve Hükümet, kaynak sorununu, kamu görevlileri sendikalarıyla da anlaşmış
olarak Meclisin önüne getirmelidir. Bu, aslında, bildiğiniz gibi, Anayasa gereğidir. Bundan bir yıl önce yapılan anayasa
değişiklikleri arasında, kamu görevlilerine, çok yetersiz de olsa, bazı sendikal haklar tanınmıştır. Bir yandan sendika kurma hakkı,
bir yandan da toplusözleşme olmasa bile, en azından, yönetimle toplugörüşme hakkı tanınmıştır; ama, aradan bir yıl geçtiği halde
hâlâ bunun uyum yasası Meclise getirilmemiştir. Bu konuyu gündeme getirmeye çalışan Demokratik Sol Partiden başka bir parti de
yoktur. (DSP sıralarından alkışlar)
Kısacası, Hükümetin, ekonomik sorunlara, o arada kaynak sorununa yaklaşımı, ciddî ve demokratik devlet yönetimi
anlayışından çok uzaktır.
Hükümetin, özellikle de Başbakan Sayın Erbakan'ın, sorunlara ne kadar laubalice, ne kadar hazırlıksız ve gelişigüzel
yaklaştığına bir örnek vereyim.
ABDULKADİR ÖNCEL (Şanlıurfa) – Çok ayıp!.. Laubali kelimesini kullanmanız çok ayıp!.. Hiç yakışmıyor size!.. Çok
ayıp!..
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Şimdi, o tabirin, beğenmediğiniz tabirin neden kullanılması gerektiğini anlayacaksınız.
6 Temmuz günü, Mecliste, Hükümet Programı görüşülürken, Başbakan Sayın Erbakan, bu kürsüden kaynak sorununun nasıl
çözüleceğini şöyle anlatıyordu: "Peki, paraları nasıl bulacağız" dedikten sonra "bak, rantiyeciler, bir senede 47 milyar dolar kazanç
elde etti. Bu 47 milyar doların 15 milyarı haklarıdır; ama, 32 milyar doları haksızdır. İşte, bu rantiyecilerden bu haksız 32 milyar
doları alıp işçiye, köylüye, memura, esnafa vermenin adıdır adil düzen" diyordu Sayın Erbakan. Fakat, 5 gün sonra, 11 Temmuz
günü, yine bu kürsüden, Maliye Bakanı Sayın Abdüllatif Şener, aynı rakamları başka bir bağlamda dile getirdi; "47 milyar dolarlık
bir bütçemiz vardır, bu bütçenin de 32 milyar dolarlık bir ilave kaynağa ihtiyacı vardır"dedi.
Şimdi gelin de işin içinden çıkın! 47 milyar dolar, Maliye Bakanının dediği gibi bütçenin mi tutarı, Başbakanın dediği gibi
rant gelirlerinin mi tutarı? (DSP sıralarından alkışlar) 32 milyar dolar, Maliye Bakanının dediği gibi bütçenin ek kaynak
gereksinmesi mi, Başbakanın dediği gibi rant gelirlerinin haksız bölümü mü? Yoksa, akla mantığa pek uygun gelmeyen bir rastlantı
sonucu, rant gelirleri tıpatıp bütçeye mi denk, rant gelirlerinin haksız bölümü de tıpatıp bütçenin ek kaynak gereksinmesine mi denk
?
Lütfen, bu muammayı, Sayın Başbakanla Sayın Maliye Bakanı bu birleşimde aralarında görüşüp çözsünler ve bu kürsüden
hem Yüce Meclise hem de televizyonda bizleri izleyen aziz yurttaşlarımıza gerçeği açıklasınlar.
Sanki birtakım rakamlar havada kelebekler gibi uçuşuyor, bu rakamları Başbakan yakalayıp rant gelirleri için kullanıyor,
Maliye Bakanı da aynı rakamları yakalayıp bütçe için kullanıyor.
Sayın Erbakan, ister doğru ister yanlış olsun, bu rakamları neden verdi; kaynak sorununa çözüm bulmanın çok kolay olacağını
göstermek için verdi.
Rant gelirlerinin bir meşru bölümü varmış -ki, elbette vardır- ona dokunulmamalıymış; ama, bir de, rant gelirlerinin çok büyük
bir haksız bölümü varmış -ki, o da doğrudur- işte, o haksız bölüm, devletin kaynak açığını kapatmak için kullanılacakmış.
Haksız rant gelirlerinin kaynağını elbette kurutmak gerekir. Rant gelirlerinin haksız bölümü, diyelim ki, Başbakanın iddia
ettiği gibi 32 milyar dolar; eğer yanılmışsa, diyelim ki, bundan daha az veya daha çok; peki, rant gelirlerinin bu haksız bölümü,
kaynak açığını kapatmak üzere nasıl geri alınacak? Geriye yürüyen vergi çıkarılamayacağına göre, müsadere yoluna mı gidilecek?
Bu da kolay olmadığına göre, haksız rant gelirlerine, bundan böyle izin verilmemesi düşünülüyor olmalı; yani, geçmişe dönük
değil, günü kurtarmaya yönelik de değil, geleceğe yönelik bazı önlemler düşünülüyor olmalı. Peki, nedir o önlemler? Haksız
sayılabilecek rant gelirlerinin büyük bir bölümü, devletin borçlanması sayesinde elde ediliyor; devlet, borçlanmaktan derhal vaz mı
geçecek? Bu göze alınabiliyorsa, bu yılın ivedi kaynak gereksinmesi nasıl karşılanacak; nasıl karşılanıp da, Sayın Başbakanın
dediği gibi, işçiye, köylüye, memura, esnafa verilecek; örneğin, bol bol para mı basılacak; para basılacaksa, yüzde 80'ler dolayındaki
enflasyonun ikiye katlanması nasıl önlenecek; rantiye kesiminin, tırmanan enflasyon sayesinde büsbütün semirmesi nasıl
önlenecek?!.
Sayın Maliye Bakanının, 11 temmuz gecesi, bir televizyon kanalının canlı yayınındaki açıklamalarından, bu konuda bazı
ipuçları elde ediyoruz; örneğin, Sayın Maliye Bakanının açıkladığına göre, faizlere üst sınır getirilecekmiş; ayrıca, faizlere vergi
konulacakmış ve faiz giderleri vergiden düşürülmeyecekmiş! Kuramsal olarak bunların hepsi çok güzel; ama, kuramlarla yaşamın
gerçekleri, her zaman, kolay kolay bağdaştırılamaz. Pazar kurallarının işlediği bir ortamda, faiz, ancak istemin, yani talebin
gerilemesi veya sunumun, yani arzın artması durumunda düşer. Yapay yöntemlerle veya buyrukla faizler sınırlanacak olursa,
enflasyonun altında tutulacak olursa veya bir ölçünün üstünde vergilendirilecek olursa; tasarruflar, paradan, kendi ulusal paramızdan
kaçar; dövize, taşınmaz mallara veya dayanıklı tüketim mallarına yönelir. Tasarrufların bir bölümü kısa bir süre için borsaya da
yönelse bile, ardından, borsada da düşüş başlar; nitekim, daha Hükümetin bir haftası dolmadan, borsada düşüş başladı bile...
Neden? Çünkü, yatırımlar ve üretim geriler; sonuç olarak, işsizlik de büsbütün artar; faizlerin tümüyle gider yazılamaması, yani
vergiden düşürülememesi de yatırımları caydırır, birçok sanayiciyi rantiyeliğe iteler. Normal olarak, bir işletmenin kullanacağı
kaynakların yüzde 40'ının özkaynaklardan, yüzde 60'ının da borçlanmayla, yani, krediyle karşılanması, sağlıklı bir finansman
modeli olarak kabul edilir. Türkiye'de ise bu oranlar, yüzde 10'a karşı yüzde 90'dır; ama, işletmeleri tamamen özkaynaklara zorlamak
da kolay değildir ve gerçekçi değildir; en azından bir uyum dönemi gerektirir.
Sayın milletvekilleri, bilindiği gibi, 1994 başlarında, Doğru Yol Partisi-Sosyaldemokrat Halkçı Parti Hükümeti, faizleri
düşürüyoruz derken, dövize kaçışı kamçılar duruma düşmüştü; döviz rezervlerinde baş gösteren hızlı erimeyi durdurabilmek için
de yüzde 1000'e yakın oranda gece faizi uygulamak zorunda kalmıştı. Rant gelirlerini engelleyeceğiz diye yola çıkan o Hükümet,
tam tersine, rantiyeleri abat etmişti; şimdi, Sayın Maliye Bakanının açıkladığı kararlar da, aynı sürece yeniden, hatta daha hızla
sürüklenebileceğimizi gösteriyor.
Nitekim, Sayın Bakanın bu açıklamasının hemen ardından, ertesi gün, Union Bank de Suisse adlı önemli bir İsviçre bankası
müşterilerini uyardı: "Bu tedbirler ilk aşamada borsayı yükseltebilir; ama, ardından ciddî bir kriz gelebilir; onun için, hazır borsa
yükselirken, satabildiğiniz kadar hisseyi satıp Türkiye'den çıkın" tavsiyesinde bulundu. Bu tavsiyeyi, Reuter Ajansı da bütün
dünyaya yaydı ve Türkiye'den yabancı sermaye kaçışı başladı.
Refah Partililer, bunu, dış güçlerin kötü niyetli bir tertibi gibi yorumlayabilirler; ama, bu İktidarı, özellikle de İktidarın Refah
Partisi kanadını destekleyen Türkiye Gazetesi de, 14 Temmuz günlü sayısında, rantçıların yeni bir kriz kokusu aldıklarını ve yeni
bir 5 Nisan beklentisi içine girdiklerini yazarak Hükümeti uyarıyordu; bu kararların dövize hücumu kaçınılmaz kılacağını
belirtiyordu; "çünkü, dövizin ne stopajı ne vergisi ne de beyanı söz konusudur; gereğinde yastık altında saklanır, kolayca
yurtdışına da kaçırılır" diyordu.
Kaynak sorununa, Refah Partisiyle Doğru Yol Partisi Hükümetinin kendilerince parlak bir çözümü de, kamu mallarını satmak;
yani, kamu konutları, devlet lojmanları, kamunun, devlet görevlilerinin dinlence yerleri ve Hazinenin elindeki bütün araziler; bunlar
satışa çıkarılmalıymış kaynak açığını kapatmak için! Bundan ne bekleniyor?..
Şimdi, Hükümetin ne kadar ciddiyetsiz biçimde çalıştığına bir örnek daha vereyim: Hükümetin Refah Partisi kanadına göre, bu
kamu mallarının satışından 2 katrilyon liralık gelir bekleniyor; dün, Başbakan Yardımcısı Sayın Tansu Çiller'in açıkladığına
göre de, 2 katrilyon değil, sadece 300 trilyon liralık gelir bekleniyor.
Değerli arkadaşlarım, kamu konutlarının amacı nedir? Birçok ülkede, kamu görevlilerini gerçekten düşünen ülkede, kamu
görevlilerine verilen aylığın, maaşın ortalama yüzde 20'si, doğru dürüst bir kiralık evde oturmaya yeter; ama, bugün, Türkiye'de,
kamu görevlilerinin büyük çoğunluğunun bütün aylığı bile, o memur ailesinin iki üç odalı mütevazı ama rahat bir evde kiracı olarak
yaşamasına yetmez.
Demek ki, bu aşamada, eğer kamu konutları elden çıkarılacak olursa, satılacak olursa, yüzbinlerce kamu görevlimiz, aldıkları
mütevazı aylıklarla ev kirası ödemekte büyük zorlukla karşılaşır duruma gelmiş olacaklardır. Yani, Hükümet adına "memurlara
kaşıkla verdiğimizi kepçeyle almayacağız" denildi; ama, kaşıkla verilen, şimdiden kepçeyle alınmak üzeredir.
Kamu görevlilerinin yararına sunulan dinlence yerleri de satılacakmış. Peki, bunların amacı nedir? Bugün, Türkiye'de kaç
kamu görevlisi, ailesiyle birlikte, bırakınız üç yıldızlı, beş yıldızlı otelleri, yıldızı olmayan mütevazı bir otelde 15 gün tatil
yapabilir? Bu olanaklar bulunmadığı içindir ki, Türkiye'de kamu görevlilerinin de hakları olan dinlenme olanakları onlara
sağlanmıştır; ama, şimdi, Hükümet, kaynak bulacağız diye, gözlerini, kendi görevlilerinin, kendi memurlarının konutlarına, kendi
memurlarının dinlence hakkına dikmiş bulunuyor.
Türkiye'de kamu konutlarının bir başka nedeni de şudur: Bazı kamu görevlilerinin, özellikle korunmaları, güvenlik altında
yaşamaları gerekir. Bunların başında; yargıçlar gelir, polisler gelir, subaylar gelir, assubaylar gelir.
Öte yandan, bazı yörelerde, kamu görevlilerinin barınabileceği ev yoktur. Örneğin, kırsal alandaki öğretmenler ve sağlık
personeli, yüksek bedeller ödemek isteseler bile, barınacak bir ev bulamazlar. Şimdi, devlet onlara sağladığı lojmanları da mı
onların elinden alacak? Bu konutlardan bazıları satışa çıkarılsa, müşteri bulunamaz. Örneğin, bugün Şırnak'ta 2 613 kamu konutu
var. Bunları satışa çıkarsanız, kim alacak? Alıcı bulunup satılsa, Şırnak'taki kamu görevlileri nerede yaşayacak? Güneydoğuda son
yıllarda yaptırılan apartman tipi evlerden bile çoğuna alıcı bulunamadı.
Güneydoğu bir yana, 1991'de Zonguldak'ta Türkiye Taş Kömürü Kurumuna bağlı konutlar boşaltıldı, bunlara bile alıcı
bulunamadı ve şimdi, o konutlar çürüyor.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye'de yaklaşık 300 bin kamu konutu var. Bunların yüzde 61'i genel bütçeli kuruluşlara ait, yüzde
30'u zaten özelleştirme kapsamındaki veya özelleştirme kapsamına alınacak kuruluşlara ait. Genel bütçeli idarelere ait yaklaşık 180
bin kamu konutunun büyük bölümü, Millî Savunma Bakanlığına, Emniyet Genel Müdürlüğüne, Millî Eğitim Bakanlığına veya
Sağlık Bakanlığına bağlı hizmet alanları içinde yer alıyor. Jandarmanın hizmet alanı içine, jandarma olmayanlar girip ev
tutamazlar; subayların -Silahlı Kuvvetlerin veya askerî okulların- hizmet alanları içine başkaları girip de ev tutamazlar. O halde,
buralardaki konutlar, kimlere ve nasıl satılacak? Bunlar da çıkarılacak olursa, geriye, satılabilecek çok az kamu konutunun kaldığı
görülür. Bunların satışından elde edilecek gelir ise, kamunun finansman açığına hemen hiçbir çözüm sağlayamayacak kadar
düşüktür.
Kamu konutlarını veya kamu görevlilerinin dinlence yerlerini elden çıkarmaya kalkışmadan önce, mutlaka, kamu görevlileri
sendikalarının da görüşleri ve –alınabilirse– rızaları alınmalıdır.
Yine, elden çıkarılması düşünülen, planlanan kamu malı topraklara, araziye gelince: Bunlar, kamunun yararına kullanılması
gereken topraklardır. Örneğin, doğa dengesini korumak için, ağaçlandırma için, erozyonu önlemek için, insanların yeşilalan
gereksinimini karşılamak için, spor alanları, kültür kuruluşları, devlet daireleri, devlet okulları yapabilmek için, kıyıları toplum
yararına değerlendirebilmek için, köylülerin mera gereksinmesini karşılayabilmek için, yer yer toprak reformuna katkı için, dar ve
orta gelirlilerin ev gereksinmesini karşılamak için ve sağlıklı kentleşmeyi güvence altına almak için, devlet, bu toprakları elinde
büyük ölçüde tutmak zorundadır; bunları, bütçenin bir yılık ve bir seferlik açığını kapatmak uğruna haraç mezat satılığa
çıkarmak, toplumun sırtından sorumsuzca bir mirasyedilik olur. (DSP sıralarından alkışlar) Diyelim ki, kıra döke, kamu
konutlarının, kamu dinlence yerlerinin ve kamu topraklarının büyük bölümü satıldı ve yine diyelim ki, Hükümetin Refah Partisi
kanadının beklediği gibi, bundan 2 katrilyon lira gelir sağlandı; diyelim ki, vatandaşlarda da, bunları satın alabilmek için gerekli
olan toplam 2 katrilyon liralık tasarruf var; o tasarruflar, üretken yatırımlara değil, yapılıp bitmiş konutlara veya arsa
spekülasyonuna yönelmiş olacaktır; ne işsizlik sorununu çözmeye ne de üretime bir katkısı olacaktır; devlet sırtından, yüzbinlerce
yeni rantiye yaratılmış veya var olan rantiyelere yeni olanaklar sağlanmış olacaktır; rant ekonomisinden üretim ekonomisine geçişi
Hükümet acaba böyle mi sağlayacaktır?!. (DSP sıralarından alkışlar) Üstelik, bu 2 katrilyonun büyük bölümü bankalardan
çekileceğine göre, bankalar kesimi de çok ciddî bir krize sürüklenecektir; belki bazı bankalar batacaktır; girişimciler, sanayiciler,
çiftçiler kredi alabilmekte büyük zorluklarla karşılaşacaklardır. Ekonomik sorunlara, o arada kaynak sorununa çözüm aranırken,
birleşik kaplar kuralının yalnız fizikte değil, ekonomide de geçerli olduğu unutulmamalıdır.
Peki, kaynak, bu yollardan sağlanamazsa nerelerden sağlanacak? Madem ki Hükümet bizlerden tavsiye istiyor, bazı tavsiyelerde
bulunalım:
Bir kere, süratle, etkin ve yaygın bir vergi denetimine geçmek gerekir. Bugün Türkiye'de vergilerin veya vergi ödemesi
gerekenlerin ancak yüzde 2'si denetlenebilmektedir, bu yüzden de çok büyük vergi kaçakları olmaktadır. Evvela bu vergi kaçakları
önlenmelidir.
Sosyal Sigortalar Kurumunun çok büyük meblağlara varan alacakları, mutlaka ve bir an önce tahsil edilmelidir. Türkiye'de son
yıllarda sigortasız işçi sayısı, yani, kaçak çalıştırılan işçi sayısı, sigortalı işçi sayısını neredeyse aşmıştır. Tüm işçiler, eğer,
Sosyal Sigortalar Kurumuna bağlanacak olursa, toplam primlerin en az 2 kat artırılması sağlanmış, böylelikle Sosyal Sigortalar
Kurumu da bunalımdan kurtarılmış olacaktır.
Tabiî, bunların dışında, mutlaka ve bir an önce, hakça bir vergi reformunun yapılması gerekir. İşçinin, kamu görevlisinin,
köylünün, esnafın, sanayicinin, dürüst tüccarın vergi yükünü artıracak bir vergi reformu değil; vergi ödemeden veya üretime katkıda
bulunmadan büyük servetler elde edebilenlerin cebine ulaşacak bir vergi reformu yapılabilmelidir. Eğer, Hükümetin siyasî iradesi
böyle bir vergi reformu yapmaya yetiyorsa, bunun tasarısını Meclise getirsinler, destekleyelim. (DSP sıralarından alkışlar)
Türkiye'de, özellikle son yıllarda çok sayıda vakıf kuruldu. Bunlardan birçoğuna yapılan bağışlar, bildiğiniz gibi, vergi
matrahından düşürülüyor. Kuşkusuz, vakıflardan bazıları gerçekten hayır işleri yapıyorlar; ama, birçoğunun amacı, vergiden
kaçınmayı kolaylaştırmak veya kamu kuruluşlarına rüşvet sağlamak.
Refah Partili belediyeler, bu konuda, özellikle başarılılar. Bildiğimiz kadar, birçok Refah Partili belediye binasının yanında, bir
de o belediyenin şemsiyesi altında bir vakıf kuruluyor; belediyeyle işi olanlar, evvela o vakfa uğrayıp, bir bağışta bulunmak
zorunluluğunda kalıyorlar; o bağışlarla da, Refah Partisinin amacı yolunda harcamalar yapılıyor. (DSP sıralarından alkışlar)
LÜTFİ YALMAN (Konya) – İftira atmayın.
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Kimi vakıfların amacı da, laik demokratik rejimi temelinden çökertmek, gençliği bu amaçla
tuzağa düşürmek...
LÜTFİ YALMAN (Konya) – Var mı tespitleriniz?
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Hayırlı hizmet üreten vakıflara değil, bunların dışında kalanlara tanınan bağışıklıklar,
ayrıcalıklar kaldırılırsa, hem devlet büyük vergi geliri sağlar hem de laik demokratik rejim gitgide büyüyen bir tehlikeden kurtulmuş
olur. (DSP sıralarından alkışlar)
Eğer, Hükümetin siyasî iradesi yeterliyse, bu alanda hakça bir düzenlemeyi getirsin, Demokratik Sol Parti olarak onu da
destekleyelim. (DSP sıralarından alkışlar)
Hükümet Programında olsun, genel görüşme önergesinde olsun, yolsuzlukların adı bile anılmıyor. Peki, yolsuzlukların adı
anılmadan, kaynak israfını, birçok kaynağın onun bunun cebine gitmesini nasıl önleyeceksiniz?
Yaygınlaşan yolsuzluklar ve rüşvet, manevî değerleri yozlaştırmanın yanı sıra, devlet için, toplum için büyük kaynak kaybına
da neden oluyor. Siz, Hükümet olarak yolsuzlukların üstüne yürüyün, koalisyon ortaklarını ilgilendiren yolsuzlukları örtbas
etmekten vazgeçin; o konuda getireceğiniz önlemleri de, Demokratik Sol Parti adına söz veriyorum, destekleyeceğiz. (DSP
sıralarından alkışlar)
Eğer siz, Hükümet olarak, bu konuda, Meclise öneriler, tasarılar getiremezseniz, bizim, bundan yaklaşık bir yıl önce Meclise
verdiğimiz, ama, hâlâ komisyonların bile gündemine aldırtamadığımız yasa önergemizi destekleyin. Ne diyorduk bu yasa
önergesinde?.. Başbakanlığa bağlı olan Yüksek Denetleme Kurulu Başbakanlıktan ayrılsın, sadece biçimsel olarak Meclis
Başkanlığına bağlı, tamamen özerk bir kuruluş haline gelsin ve özelleştirmedeki peşkeşler de o şekilde önlensin. (DSP sıralarından
alkışlar)
Eğer, kendiniz öneri getiremiyorsanız, yolsuzlukları ve özelleştirmedeki peşkeşleri önlemek için Hükümet olarak kendiniz
önerge getirecek vakti bulamıyorsanız, lütfedin, bizim bir yıldır Mecliste bekletilen önergemizi destekleyin.
Ne kadar vaktim kaldı Sayın Başkan?
BAŞKAN – Sayın Ecevit, yarım saat oldu konuşmanız; 15 dakikalık süreniz var efendim.
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, Güneydoğu ve kısmen Doğu Anadolu sorunu, yalnız ulusal birlik ve
güvenlik açısından değil, yalnız can kaybı açısından değil, aynı zamanda, kaynak israfı, kaynak kaybı ve kaynak üretilememesi
açısından da son derecede önemlidir.
Bildiğiniz gibi, bundan beş yıl önce, Körfez Savaşı ardından, Kuzey Irak'ın, fiilen Irak'ın bütünlüğünden ayrılıp, bir otorite
boşluğu alanı haline getirilmesi üzerine, bölücü terör örgütü, buraya, Kuzey Irak'a yerleşmiş ve Türkiye'ye sınırdan büyük sızma
olanakları elde etmiştir. Bu yüzden, bildiğiniz gibi, bölgede bölücü terör büyük ölçüde tırmanışa geçmiştir; bu tırmanışın
karşısında, zorunlu olarak, devlet de güvenlik önlemlerini artırmak zorunda kalmıştır. Böylece, güneydoğu sorununun, devlet
üzerindeki malî yükü büyük ölçüde artmıştır.
Ayrıca, kimi iddiaya göre -geçen gün Sayın İçişleri Bakanının bir iddiasına göre- sayıları 300 bini bulan, başka iddialara
göre 2 milyonu, 2,5 milyonu bulan bir iç göçmen olgusuyla Türkiye karşı karşıya kalmıştır. Sayısız köyümüz, mezramız,
güvensizlik nedeniyle veya türlü baskılar nedeniyle boşaltılmıştır. Buradaki üretken halkımız, yıllardan beri, üretime hiçbir
katkıda bulunamaz duruma düşürülmüştür; ne kendi tüketim gereksinmelerini karşılayabiliyorlar ne de üretime katkıda
bulunabiliyorlar.
Son yıllarda, her hükümet, bu konuyla yakından ilgilenme sözünü veriyor, hatta ilk toplantılardan birini de Diyarbakır'da
yapıyor; ama, maalesef, o bölgede, kaynak israfını önlemek, üretimi, kaynak üretimini yeniden canlandırmak için gerekli somut
adımlar atılamıyor. Şimdi, geride bıraktığımız yıllardaki hükümetler gibi, Sayın Erbakan başkanlığındaki Hükümet de, bu
konuda bazı sözler verdi. Bu sözleri iyiniyetle verdiklerinden en küçük bir kuşkumuz yok; ancak, Sayın Erbakan'ın, bu konuyu, bu
son derece de duyarlı ulusal sorunu, bir siyasal istismar konusu yapma eğilimini seziyoruz. Geçen gün, Sayın Genelkurmay
Başkanıyla görüştükten sonra -bildiğiniz gibi- dışarı çıkar çıkmaz "Genelkurmay Başkanıyla görüştüm, ondan da yetki aldım;
artık, güneydoğudaki köylüler, köylerine dönebilirler, onlara her türlü yardımı yapacağız" dedi; oysa, değerli arkadaşlarım,
güneydoğudaki durumu birçoğunuz biliyorsunuz, ben de biliyorum, Sayın Erbakan da, kuşkusuz biliyordur.
Ben, son yerel yönetim seçimleri kampanyasında, birçok boşaltılmış köyü, yalnız boşaltılmış değil, yakılmış, yıkılmış,
barınılamaz hale gelmiş köyü, kendi gözlerimle gördüm; henüz, yerleşime açılmış tek bir köye rastlamadım. Gerçi, Sayın İçişleri
Bakanı, daha önceki hükümet döneminde, birçok köye, köylülerin dönüş yaptıklarını açıkladı; ama, bugün, gazetelerde o bölgenin
bazı valilerinin yaptıkları açıklamalara göre, daha böyle bir hareket olmamıştır ve böyle bir geriye dönüş için yeterli güvenlik, çoğu
yerlerde sağlanamamıştır.
Değerli arkadaşlarım, ben, son aylarda, o bölgede, öyle yerleşim birimlerine gittim ki, normal bir ulaşım olanağı sağlansa, on
dakikada, onbeş dakikada ulaşılabilir; fakat, biz, ancak birbuçuk saatte, iki saatte, ikibuçuk saatte ulaşabildik; yılın bazı
mevsimlerinde ve bazı iklim koşulları altında, hiç ulaşmak mümkün değil. Şimdi, o ulaşım olanağını sağlamadan, köylüyü geriye
döndüreceksiniz; Allah esirgesin, yeni bir PKK baskınıyla karşılaştıkları takdirde, onlara yardım nasıl ulaşacak?! Onlar, ulaşım
sorunu çözülmeden, kendi ürünlerini nasıl değerlendirebilecekler, pazara nasıl sunabilecekler?! Bu konularda, dediğim gibi,
Hükümetin iyiniyetine, elbette inanıyoruz; ama, sonradan, kısa sürede hayal kırıklığına uğratabilecek beyanlarda bulunmak, hayal
kırıklığı doğurabilecek hayal ürünü beyanlarda, açıklamalarda, vaatlerde bulunmak yerine, bir an önce, o bölgenin kurtuluşu için,
ekonomik anlamda, sosyal anlamda kurtuluşu için kapsamlı bir plan hazırlanması gerekir.
O arada, her şeyden önce de, Türkiye'nin başına, özellikle de Güney Doğu Anadolu halkının başına bela edilmiş olan sözde
Huzur Harekâtı düzenlemesine son vererek, onun yerine, Türkiye'nin ve Türk insanının, Türkiye insanının haklarını, güvenliğini
daha sağlıklı bir şekilde sağlayabilecek bir düzenlemeye geçilmesi gerekir.
Şimdi, deniliyor ki: "Güneydoğuda, vatandaşlar, köylerine ve mezralarına dönsünler." Değerli arkadaşlarım, "mezra" sözcüğü,
bildiğiniz gibi, genellikle türlü nedenlerle ana köylerden kopmuş, üç dört haneli yerleşim birimleri için kullanılır. Birçok yerde,
bunların, ne güvenliği sağlanabilir ne de ekonomiye, kaynak üretimine ciddî katkıları sağlanabilir. Geçen gün Hükümet Programı
görüşmelerinde de söylediğim gibi, onun için, bu bölgede, öncelikle bir yeni yerleşim düzenlemesinin planı yapılmalıdır.
Olabildiğince, mezralar, köylünün de rızası alınarak, köylerle birleştirilmeli; olabildiğince, dağınık köyler toplulaştırılmalı ve
olabildiğince de bazı yerlerde, bizim yıllardan beri önerdiğimiz köy-kent uygulaması, yani birbirine yakın köylerin eşgüdüm ve
işbirliği içerisine girmeleri düzeni sağlanmalıdır.
Ayrıca, geri dönüş başlamadan önce, mutlaka yıkılan evler sağlanmalıdır. Şimdi, geçen gün, Sayın İçişleri Bakanı dedi ki:
"Devlet, bunun için 225 milyar liralık bir fon ayırdı." Birçok bölge valisinin böyle bir fondan haberi yok. 225 veya 250 milyar lira
nedir arkadaşlarım; Boğaziçi'nde bir villanın parasıdır. Bunun da, ancak 4,5 milyar lirası harcanmış Sayın Bakanın ifadesine göre.
4,5 milyar lirayla, yıkılmış, yakılmış köylerden kaçının onarımı sağlanabilir?! Yalnız, yıkılmış köyler, yakılmış köyler değil,
bir de yakılmış ormanlar var; o yakılmış ormanların yöresinden geçerken, ben, erozyonun nasıl adım adım yürüdüğünü gördüm.
Siz, devlet olarak, evvela bir ciddî plan hazırlayın süratle; bunun için uzun zamana gerek yok; hem Güneydoğu Anadolu'nun sağlıklı
bir yerleşim düzenine kavuşması hem de sağlıklı bir üretim düzenine erişebilmesi için bir plan hazırlayın; yakılıp yıkılmış
köylerin bir an önce içerisinde barınılır hale gelmesini sağlayın. Hayal kurarak değil, gerçek olarak bunları yapın. (DSP
sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, ayrıca, o bölgenin bazı yörelerinde bir toprak reformu gereklidir. Sınai çekim merkezleri kurulması
gereklidir. O bölge halkının çağdışı feodal yapıdan kurtulabilmesi için bunlar şarttır.
Değerli arkadaşlarım, bu arada, bakın, nasıl kaynak israfı oluyor. Kimse kesin rakamını veremiyor; ama, bildiğimiz kadar,
yaklaşık 65 bin köy korucusu var. Bunlara, bir yılda yaklaşık 9,5 trilyon lira ödenmesi bekleniyor. Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu
köy korucularına ödenen paranın -9,5 trilyon liranın- yarısı, onlara da -köy korucularına da- üretken iş olanakları sağlayacak
yatırımlara yöneltilse, hem güvenlik daha iyi sağlanır hem de o bölge halkının ekonomik ve sosyal sorunları kolayca çözülebilir.
Güneydoğuda, yüzbinlerce çocuk, yıllardır okul yüzü, öğretmen yüzü görmeden yetiştirildiler. Birçoğu, -yalnız kız çocukların değil,
erkek çocukların da- birçoğu Türkçe öğrenemeden yetişti. Bunlar, hiçbir eğitim görmedikleri için, kendi yararlarına ve ülke yararına
kaynak üretebilecek duruma da getirilmediler. Onun için, bir an önce, Türkiye'nin, bu bölgede, yatılı bölge okullarını çoğaltması ve
yıllardan beri eğitim olanağından yoksun kalmış çocukları da, oralarda eğitim olanağına kavuşturması gerekir. Dediğim gibi,
Hükümetin bu konudaki iyiniyetinden hiçbirimizin kuşkusu olamaz; ama, iyiniyet yeterli değildir, hayal kurmak yeterli değildir; bu,
bir hesap kitap işidir. Bu hesap kitap da, kısa sürede yapılabilir.
Biz, daha bundan 9, tam 9 yıl önce, Demokratik Sol Parti olarak, o bölgenin güvenlik sorunu ile gelişme sorununu uyum
içerisinde, bir bütün olarak ele almayı ve çözmeyi öngören bir plan hazırlamıştık. Eğer, o plan uygulansaydı, bugün, Türkiye, bir
güneydoğu sorunuyla karşılaşmazdı.
Bu köye dönüşten asıl amaç, köylüyü eski yaşamına yeniden kazandırmak değil, eskisinden çok daha mutlu, sağlıklı, çağdaş
ve demokratik bir yaşama ve kaynak üretebilir duruma ulaştırmak olmalıdır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Hükümetin isteği üzerine, bazı kuşkularımızı, önerilerimizi, temennilerimizi ve -Sayın
Başbakanın imzaladığı önergede kullanılan sözcükle- tavsiyelerimizi belirttim Demokratik Sol Parti adına. Zaten, bizim,
kuşkularımızı belirtmemize, uyarılarımızı yapmamıza da gerek kalmadı; çünkü, bu Hükümet, ekonominin kazanını, daha haftası
dolmadan patlattı. İşte bunun bazı kanıtları: İvedilikle 100 trilyon liraya yakın miktarda borçlanması gereken, borç ödeyebilmek
için borçlanması gereken Hazine, dün, 100 trilyon yerine veya 90 trilyon yerine, ancak 16,5 trilyon liralık bono satabildi. Bu
durumda, Hükümet, bugün yapacağı borç ödemeleri için, Merkez Bankası avansına başvurmak ve piyasaya bol para sunmak zorunda
kalacaktır. Para bolluğunun, büyük ölçüde dövize yönelmesini frenlemek için de, bir yandan Merkez Bankasının döviz rezervlerini
büyük ölçüde eritmek, bir yandan da faizlerin yükselmesine, Hükümet, katlanmak zorunda kalacaktır. Nitekim, Hazinenin dün
yaptığı ihalede, faiz 12 puan birden yükseldi; kamu borçlanma faizi yüzde 140'a çıktı. Sadece bunun, Hazineye ek maliyeti 2,3
trilyon lirayı buldu. Borsada büyük dalgalanmalar şimdiden başladı; borsa endeksi bir günde 2 500 puan birden geriledi. Merkez
Bankasının piyasaya döviz sürmesine karşın dolar bir günde 700 lira değer kazandı. Hükümet ortağı iki partinin acemilikleri,
sorumsuzlukları ve kendi aralarındaki çelişkileri yüzünden, o arada, özellikle de Refah Partisi kanadının hayalciliği yüzünden,
ekonomi, hükümetsiz dönemde bile eşi görülmemiş bir belirsizlik ve kargaşa ortamına sürüklenmeye başladı.
Dediğim gibi, bir haftaya kalmadan Hükümet ekonominin kazanını patlatttı. Hükümet, bundan, Meclisi de muhalefeti de
sorumlu tutamaz. Kendi hatalarının bedelini halka ödettirmeye kalkışması durumunda ise, Hükümet, karşısında öncelikle
Demokratik Sol Partiyi bulacaktır. (DSP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, bu vesileyle, sözlerimi bitirmeden önce, Sayın Bakanlar Kurulu üyelerini ve koalisyon ortağı iki partiyi -
beni Sayın Başbakan mazur görsünler- Sayın Erbakanın bir özelliği konusunda da uyarmak isterim.
Hayal kurabilmek çok iyi bir şeydir; ama ölçüyü kaçırmamak, gerçeklerle hayali birbirine karıştırmamak koşuluyla iyi bir
şeydir. Sayın Erbakan ise endazesiz hayaller kurar ve kurduğu hayallere de içtenlikle inanır. (DSP sıralarından alkışlar) O kadar da
tatlı dilli, o kadar da mukni konuşur ki, birçok kimse onun bu hayallerinin gerçek olduğuna inanabilir. (RP sıralarından "siz de
inandınız" sesleri) Bunun, bende çeşitli anıları vardır. Bunlardan belki en çok duyulmuş olanını, belki bazı değerli
milletvekillerimiz duymamış olabilirler diye tekrarlayayım müsaadenizle. 1974...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ecevit, bu anıyı anlatmaya maalesef vakit kalmadı.
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Bunu bitirmek istiyorum efendim.
BAŞKAN – Sayın Ecevit, süreyi biraz önce Genel Kurul kararlaştırdı, benim uzatma imkânım yok.
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Sayın Başkan, bunu bitirmek istiyorum; iki paragrafım kaldı.
BAŞKAN – Konuşmanızı tamamlamak üzere imkân tanıyorum.
Buyurun efendim.
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Teşekkür ederim.
1974 başında, bir sabah Başbakanlıkta gazetelere bakıyorum, manşette Sayın Erbakan'ın bir demeci: "100 bin tank, 100 bin
uçak yapacağız." O sırada da, dünyada ekonomik bunalım başlamış, bizde de başlamış, Sayın Erbakan'a dedim ki, Sayın Erbakan,
nasıl böyle bir demeç verirsiniz, 100 bin uçağı, 100 bin tankı nasıl yapacağız; niçin yapalım; 100 bin uçağa nasıl, nereden pilot
bulalım? Sayın Erbakan aynen şu yanıtı verdi "Efendim, siyasette böyle sözler temenni manasında söylenir." (DSP ve ANAP
sıralarından alkışlar)
Şimdi, madem bizden tavsiye isteniyor, benim, Sayın Refah Partililere ve Doğru Yol Partililere bir tavsiyem şu: Siz, siz olun
Sayın Erbakan'ın hayalleri ve temennileriyle yaşamın gerçeklerini birbirine karıştırmayın; yoksa, gerçeklerin sillesi altında, hem
sizler ezilebilirsiniz hem de millet büyük zarar görebilir.
Saygılar sunarım. (DSP sıralarından ayakta alkışlar, ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Demokratik Sol Parti Grubu adına konuşan İstanbul Milletvekili ve Genel Başkan Sayın Bülent Ecevit'e teşekkür
ediyorum.
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Sayın Bakan, bir arzınız mı var?
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Evet Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Ecevit konuşurken, 11 Temmuz akşamı televizyonda faizlerle
ilgili yaptığım bir açıklamayla ilgili beyanda bulundu; bunda yanlışlıklar var, düzeltmek istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Bakan, toplantının bundan sonraki süreci içerisinde, Hükümete de 45 dakikalık söz hakkı tanıyacağız.
Zannediyorum ki, Hükümet adına konuşacak hatiplerden biri zatı âlinizsiniz; ama, o süre içerisinde bu hususları cevaplandırmaya
imkân bulamazsanız, sataşmadan dolayı size tekrar söz hakkı tanırım, sırası geldiğinde size o şansı tanıyacağım.
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Doğrudan doğruya şahsımla ilgili...
BAŞKAN – Tamam efendim; yani, Hükümet adına yaptığınız konuşma sırasında bu konuşmayı cevaplama imkânı
bulamazsanız...
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, şahsî bir açıklama...
BAŞKAN – Tamam efendim, o sataşmayla ilgili talebinizi dikkate alacağım, bilahara değerlendireceğim.
Şimdi, gruplar adına ikinci söz sırası Cumhuriyet Halk Partisi Grubunda.
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı ve Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına
konuşacak. (CHP sıralarından alkışlar)
Buyurun Sayın Baykal.
Sayın Genel Başkan, konuşma süreniz 45 dakikadır efendim.
CHP GRUBU ADINA DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye ekonomisinin içerisine
girdiği sorunlar karşısında, yeni sorumluluk üstlenen 54 üncü Hükümetin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin önüne getirdiği ilk konu
Türkiye'nin özkaynaklarının artırılmasına ilişkin bir genel görüşme istemek oldu. İtiraf etmeliyim ki, bu, çok olağan, doğal, yaygın
bir yöntem değildir.
Hükümetler, göreve başladıktan hemen sonra, bir hükümetin temel sorumluluk alanıyla ilgili olarak, Türkiye Büyük Millet
Meclisinden "bize ne tavsiye edersiniz" diye sormazlar; çünkü, hükümetler, hükümet olma noktasına gelinceye kadar belli
aşamalardan geçmişlerdir. Bu aşamalar içerisinde belli görüşler ve sorumluluklar şekillenmiştir. Hükümeti oluşturan partiler seçime
girmiştir, seçim bildirgesi yapmıştır, seçim bildirgesiyle bazı taahhütlerde bulunmuştur. Daha sonra, siyasal partiler, bütçe
görüşmeleri vesilesiyle düşüncelerini ifade etmişlerdir. Türkiye, beş yıllık planlar yapıyor. Daha, yeni, bir beş yıllık plan
müzakeresinin içerisinden geçtik. Doğal olarak, partiler, ülkenin bütün ekonomik sorunlarını, temel sorunlarını, bu arada ve
özellikle kaynak sorununu bu vesileyle ele alırlar ve ayrıntılı olarak değerlendirirler. Beş yıllık plan dolayısıyla bu görüşler
şekillenir; yıllık program hazırlanır, o vesileyle şekillenir; bütçe müzakeresi yapılır, o vesileyle şekillenir. Siyasal partiler, bütün bu
aşamalardaki görüşlerini, hükümet olma şansını elde ettikleri zaman, hükümet ortağı partiler olarak bir araya gelirler, müzakere
ederler ve bir ortak çerçeveye oturturlar, bir hükümet programı yazarlar, o hükümet programıyla çıkarlar. Hükümet olduktan sonra da
artık yapılması gereken, o programın uygulanması doğrultusunda, kararlılıkla, tutarlılıkla, cesaretle adımların atılmasıdır.
Şimdi, yeni bir manzarayla karşı karşıyayız. Bütün bu aşamalardan geçtikten sonra ve üstelik de iddia ile geçtikten sonra, yeni
oluşan Hükümetimiz, Türkiye Büyük Millet Meclisine, Türkiye'deki kaynak sorunu artık devlet sorunu haline gelmiştir; bu konuda,
Meclisimiz bize görüşlerini ifade etsin diye, Meclisten, bir genel görüşmeyle kaynak konusunda yardım ister noktadadır.
Mutat değildir, olağan değildir, yaygın değildir, alışılmış değildir; ama, öyle anlaşılıyor ki, 54 üncü Hükümetimiz böyle bir
ihtiyaç içerisindedir, böyle bir talep içerisindedir ve bunu ifade etmiştir. Elbette, bu ihtiyacın gereğini Türkiye Büyük Millet
Meclisinin yerine getirmesi görevidir, buna yardımcı olmak hepimizin sorumluluğudur.
Ben, böyle bir genel görüşme önergesinin, aslında, başka bazı bakımlardan da yararlı olabileceğini düşünüyorum; çünkü, böyle
bir genel görüşme önergesiyle, biz, bazı ekonomik gerçeklerin ortaya çıkmasına, bazı karanlık noktaların aydınlanmasına,
ekonomi yönetimine egemen olan tereddütlerin ortadan kalkmasına, vuzuh ve berraklık ortaya çıkmasına, belki bu vesileyle
yardımcı olabiliriz. Öyle anlaşılıyor ki, Hükümet, böyle bir genel görüşmeyi talep ederek, kendi ekonomik politikalarıyla ilgili
tereddütler içerisinde olduğunu itiraf etmektedir. Hükümet, bir müzakere ihtiyacı içerisindedir; bir telkin ihtiyacı içerisindedir;
bugüne kadar, kararlılıkla, iddiayla ortaya attığı politikaların, aynen uygulanabilecek olgunlukta olmadığını, bunları
uygulanabilme noktasına getirebilmek için, telkine ve tavsiyeye ihtiyacı olduğunu ifade etmektedir. Hükümetin, karşı karşıya
bulunduğu ekonomik sorunlar karşısında hazırlıksız olduğu, bu biçimde ortaya çıkmaktadır.
Bütün bunların, ben, içerisine girmekte olduğumuz dönemin ekonomi politikasının şekillenmesi açısından yararlı olacağını
düşünüyorum.
Tabiî, ortada, hiç kuşkusuz bir anayasa sorunu vardır, bir rejim sorunu vardır; yani, bilinmesi gerekir ki, Türkiye Büyük Millet
Meclisi, Hükümetin istişare organı değildir; Türkiye Büyük Millet Meclisi, Hükümetin danışmanı değildir; siyasî partiler, Hükümet
ortağı partilerin müşavirleri değildir. (CHP ve ANAP sıralarından alkışlar)
Hükümet ile Parlamento arasındaki ilişkiler, Anayasamızda, çok net, çok berrak bir biçimde ortaya konulmuştur. Bu ciddî ilişki
biçimini, karşılıklı, iyiniyetli, dostça girişimlerle sarsmaya kimsenin hakkı yoktur. Herkes, görevini, sorumluluğunu ve yetkisini
bilmek durumundadır, öyle davranmak durumundadır. Hükümetin "sen söyle, ne yaparım" diye, Türkiye Büyük Millet Meclisinden
görüş sorması, işte, bu nedenle, hukuk sistemimizin, anayasa sistemimizin, Parlamenter demokratik rejimimizin özüne de uygun
değildir.
Bunları da bir tarafa bırakıyorum; bunlar, işin özü değildir; ama, bu dikkatlere ihtiyaç var; o anayasal ilişkileri özenle
korumamız gerekiyor; onlara saygı göstermemiz gerekiyor. "Türkiye Büyük Millet Meclisi bizim üzerimizdedir" sözü ile ortaya çıkan
uygulama arasında, bir ciddî çelişkinin bulunduğunu da gözlerden kaçırmamalıyız.
Değerli arkadaşlarım, bakınız, bu Hükümetin temel, kurucu partisi Refah Partisidir. Refah Partisi, yıllardır, ekonomi
politikamızla ilgili, çok ciddî iddialar ortaya attı, önemli tezler geliştirdi, çok ayrıntılı tartışmalar yaptı ve ortada, ekonomisiyle,
siyasetiyle, uluslararası ilişkileriyle bütünleştirilmiş bir yaklaşım var. Şimdi, bu yaklaşımı uygulama sorumluluğu ortaya çıkınca,
kaynak arayışı sorusunun ortaya atılmış olmasında, ben, itiraf edilmemiş bir zafiyet seziyorum. Kendi iddilarıyla, tezleriyle ilgili
bir gerileme içine girmeye başladıklarının, ayaklarının yavaş yavaş suya değmekte olduğunun bir işaretinin, bu ihtiyaçla, kendisini
gösterdiğini düşünüyorum.
Bakınız, ne noktaya gelinmiştir: Sistem arayışından, kaynak konusunda proje talep etme noktasına gelinmiştir. Şimdi, hani,
yeni bir düzen başlatacaktık, yeni bir dönem başlatacaktık(!) Bu dönemi başlatırken "bize para bulun" diye işe başlarsanız, sistem
iddiasından vazgeçmiş olursunuz; önce, bunun altını çizelim. Yani, siz, bugünkü sistem içerisinde harcayacak kaynak mı
arıyorsunuz; size ve ülkemize yararlı olacağını bugünkü sistem içerisinde düşündüğünüz proje mi arıyorsunuz, yoksa, iddianızı
gerçekleştirmenin arayışı içerisinde misiniz? Bu konunun berraklaştırılmasına bu tartışma yardımcı olacak; o nedenle, yararlı
oldu diyorum... Bu konuyu siz zihninizde berraklaştırın, Türkiye berraklaştırsın, iç dünya, dış dünya berraklaştırsın da Türkiye
zarar görmesin.
Sizin, muhalefet döneminde geliştirdiğiniz ciddî bir iddianız var, bu iddianızın temel varsayımları var; o varsayımları
uygulamaya dönük bir arayış içerisinde mi müzakere edeceğiz?! Bizden, yani, sizin gibi düşünmeyen partilerden, sizin
terminolojinizle ifade edeyim "taklitçi partilerden" şimdi, siz, yardım isteme noktasına mı geldiniz?! (CHP sıralarından alkışlar)
Düzen partilerinden, taklitçi partilerden kaynak talep etme noktasına mı geldiniz; proje talep etme noktasına mı geldiniz?! Eğer
öyleyse, onu bilelim. Bu, çok önemli bir tespittir; Refah Partisinin hangi noktada yer tutmaya gayret ettiğinin fotoğrafıdır bu.
Ne oldu? Sizin belli iddialarınız vardı. Öyle bir ekonomi tasavvur ediyordunuz ki -buna da "adil düzen ekonomisi" diyordunuz-
bu ekonomi, rantı tümüyle ortadan kaldıracaktı, faizi ortadan kaldıracaktı ya da bastıracaktı, vergi yoktu, zam yoktu; para basmak
IMF tarafından yasaklanmıştı, bu, Türk ekonomisinin kuşatılmışlığının bir ifadesiydi; gerekirse, para da basarak yatırım yapıp,
üretim yapıp, ekonomiyi büyütecektik; para basmak, doğal, meşru bir yaklaşım olarak algılanmalıydı, değerlendirilmeliydi(!)
Şimdi, bu iddiaları, bu tezleri ortaya atarak geldiniz. Daha üç ay olmadı. 22 Nisan 1996 tarihinde, bu kürsüde, ekonominin nasıl
bir yapısal değişiklik içerisine çekilebileceğinin tatlı öyküsünü anlattınız. Ciddî olalım. O öyküyü anlatırken, Türkiye'de, 47 milyar
dolarlık bütçe içerisinde ya da bütçe dışında 32 milyarlık, rant kesiminden alınabilir nitelikte bir kaynak bulunduğunu iddia ettiniz;
kalem kalem sayarak ifade ettiniz; hepsi tutanaklarda var. "32 milyar kaynak var" dediniz. Ayrıca "32 milyarlık da bir ek harcamaya
ihtiyaç var" dediniz. İşçiye, memura, eğitime, sağlığa, millî savunmaya verilmesi gereken kaynakları kalem kalem saydınız. Şu
rastlantıya bakın ki, 32 milyar bir haksız kazanç, değerlendirilmesi gereken bir atıl kaynak duruyor bu ekonomide; 32 milyar da şu
anda bir zarurî ihtiyaç var. "İkisi birbirini karşılar; işte kaynak" dediniz; bunu söylerken ciddî miydiniz?
BAŞKAN – Sayın Baykal, bu 32 milyarın cinsini söyler misiniz efendim.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Dolar efendim, dolar... 32 milyar dolar.
BAŞKAN – Çünkü, Mecliste konuşulan paranın cinsi belirtilmezse, Türk Lirasıyla anlaşılır.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Tabiî... Yani, o gün, Sayın Erbakan konuşmalarını dolar esası üzerinden yaptığı için, ben de
ona yine dolar esasından referans yapıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
32 milyar dolarlık bir kaynağın bulunduğunu ifade ettiniz. Şimdi, 32 milyar dolarlık kaynağı değerlendirmenin zamanıdır. Bu
önergeyi veren arkadaşlarımız, onu savunurken şöyle diyorlar: "Bakınız, başka partiler iktidardayken, biz, o partilere öneri getirdik;
yani, 32 milyar dolarlık atıl kaynağın bulunduğuna ilişkin değerlendirme, o iktidara yapılmış bir öneriydi, bir katkıydı, bir
yardımdı, bir destekti; şimdi, biz sizden o desteği istiyoruz. İktidarda biz varız; nasıl, biz o zaman size bir destek verdiysek, bir
öneri geliştirdiysek, lütfen, şimdi, siz de bize katkınızı yapınız; ona ihtiyacımız var."
Değerli arkadaşlarım, siz, taklitçi partilerden katkı istemeden önce, kendi önerilerinizi bir uygulayın. (CHP ve ANAP
sıralarından alkışlar) Herkesin önerisi var; gerektiği zaman o önerileri uygular, o önerileri değerlendirir; ama, şimdi, siz, kendi
önerilerinize bir sahip çıkın. Ha, biz o önerileri ciddîye alarak söylemedik, onlar muhalefet edebiyatıydı, laf ola beri gele söyledik;
ciddî olmadığını, uygulanabilir olmadığını biliyorduk; o nedenle, onları uygulamaya hiç kalkışmıyoruz; şimdi, siz bize
uygulanabilir öneri verin diyorsanız; ortada ciddî bir kriz vardır. Bu krizi itiraf ediniz; önce bunu çözelim. Bu memlekette siyaset
nasıl yapılacak; muhalefette bir türlü konuşup iktidarda başka türlü konuşarak, memlekete hizmet etme imkânı var mı? (CHP ve
ANAP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, şimdi, bu genel görüşmenin, ben, bu açıdan yararlı olduğunu düşünüyorum; gerçekler ortaya çıkacaktır.
Ekonomi politikası, bir an önce aydınlanmalıdır. Ekonomi politikasının temel dayanakları ortaya konulmalıdır.
Şimdi, arkadaşlarımızın zihninde, bir yanlış kaynak anlayışı var. Birileri zannediyor ki, ekonominin bir yerinde, millî
muhasebeye girmemiş, Merkez Bankası kayıtlarında olmayan bir atıl kaynak var, unutulmuş bir para var. Sanki, define arar gibi
kaynak arayışına kalkıyoruz. Kullanabileceğimiz, ekstra, hesap dışı, bir yerde boş bir para var; onu arayacağız, onu bulacağız, onu
devreye sokup Türkiye'yi kalkındıracağız zannediyoruz ve birden bire, şimdi, şu sırada, bu Hükümet "bana kaynak" diyor.
Değerli arkadaşlarım, önce şunu bilelim: Kaynak, bir günün problemi değildir; bir devletin, bir ekonominin, bütün yaşam
süresince karşı karşıya bulunduğu sürekli bir problemdir. Kaynak problemi bir anda çözülür diye bir şey yoktur; kaynak problemi
daima vardır, daima da var olacaktır. Bir anda, bir atımlık barutla, bir tespitle, bir çalışmayla, bir gayretle, bir fedakârlıkla kaynak
sorununun çözülmesi diye bir şey yoktur. Kaynak sorunu, bugün, yarın, gelecek yıl, daha sonraki yıl hep devam edecek.
Türkiye Cumhuriyeti kurulurken kaynak sorunu yok muydu? Ulusal bağımsızlık savaşını veren insanlar kaynak sorunuyla
karşı karşıya değiller miydi? O, yok yoksul Türkiye'yi, imarsız Türkiye'yi imar edip kalkınma yolunda büyük gayretleri verenler
kaynak sorunuyla karşı karşıya değiller miydi? Türkiye, tarihi boyunca, her gün, çok ağır, çok güç kaynak sorunlarının altından
kalka kalka geldi; askeri yoktu, askerini buldu; silahı yoktu, silahını buldu; cephanesi yoktu, cephanesini buldu; yolu yoktu, yolunu
yaptı; parası yoktu, parasını buldu; okulu yoktu, okulunu açtı; limanını, demiryolunu, uçağını, her şeyini, Türkiye kendi
çabasıyla, yıllar içinde elde etti. Onların kaynak sorunu yok muydu da, birden bire, şimdi -sizin önünüze bir kaynak sorunu- "ben
yöneteceğim, bana para bulun" diye ortalığa çıkıyorsunuz!
Kaynak sorunu, yönetimin ayrılmaz parçasıdır, yönetimin ta kendisidir. Kaynak sorusunda kafasında berraklık oluşmamış olan
bir iktidarın neyi yöneteceğini düşünebilirsiniz ki? Hedefinizi de koyacaksınız, imkânını da bulacaksınız ve yürüyeceksiniz.
Bakın, Türkiye, 1980 başına gelinceye kadar, yurtdışına, sadece 13,6 milyar dolar borç yaptı, yani 1920-1980; 60 yıl boyunca,
Türkiye'nin dışborç miktarı 13,5 milyar dolardı, yuvarlak hesap. 1980-1996; şimdi 75 milyar dolar borcumuz var. 16 yılda 60 milyar
doların üzerinde bir borç yaptık, dış kaynak kullandık, 60 yılda 13,5 milyar dolar dış kaynak kullandık. Onlar, o kaynakla neler
yaptılar; biz, 60 milyar doların üzerinde kaynakla ne yaptık; Türkiye'nin gözleri önündedir.
Değerli arkadaşlarım, kaynak konusunu, böyle bir anlık bir sorun gibi düşünmek kesinlikle mümkün değildir. Türkiye
ekonomisi, artık sadece bütçe ve resmî rakamlarla anlaşılabilir, Türk ekonomisinin kaynağı, hükümetin kumanda edeceği fonlarla
yönlendirilebilir olmaktan da çıkmaktadır. Türkiye'nin kaynak sorununu konuşurken bu temel gerçekleri de gözönünde bulundurmak
ihtiyacı vardır.
Bugün hepimiz çok iyi bilelim, Türkiye'de serbest fonlar var; bu serbest fonlar Türk ekonomisini döndürüyor. İstanbul Menkul
Kıymetler Borsasında, günlük işlem hacmi -dolar ölçüsüyle devam edelim hesabımıza- 125 milyon dolardır. Bono ve tahvil işlem
piyasası, Türkiye'de günlük olarak, 120 milyon dolardır. Türkiye'de döviz piyasası, 250 milyon dolarlık bir günlük işlem hacmiyle
çalışıyor. Bu demektir ki, Türkiye'de yarım milyar dolarlık serbest fon işleyişi var. 48 milyar dolarlık bütçeyle meşgulsünüz, yarım
milyar dolarlık bir serbest fon hacmi içinde Türk ekonomisi kaynak oluşturuyor, kaynak yönlendiriyor, işliyor ve işliyor...
Değerli arkadaşlarım, bu gerçekleri kavramadan, bir kumanda ekonomisi yaklaşımı içinde, artık aşılmış, geçilmiş ölçülerle
"bana kaynak verin, ben o kaynakla maaş ödeyeyim, yatırım yapayım" yaklaşımıyla, ekonomi politikasını yönetmeye kalkarsanız,
daha ilk günden krizlerle, sıkıntılarla karşı karşıya kalırsınız.
Bakınız, Sayın Maliye Bakanının geçen gün yaptığı açıklama, gerçekten bu yeni Hükümetin anlayışıyla ilgili olarak, ciddî
bir sıkıntının doğmasına derhal neden olmuştur; bu kaynak tartışmasının altında da aynı anlayış yatıyor.
Hemen ifade edeyim, Sayın Maliye Bakanının bu açıklamadan sorumlu sayılması, kendisine büyük bir haksızlık
yapılmasıdır; çünkü, o açıklama, aslında Sayın Maliye Bakanının değil, Sayın Başbakanındır ve Sayın Maliye Bakanı da, Sayın
Başbakanın yaptığı açıklamayı, 10 madde halindeki hedefleri ifade etmiştir; yani, faizlerin bastırılacağını -başta olmak üzere- o
maddeleri, 10 maddeyi ifade etmiştir ve o ifadeyle birlikte, Türk ekonomisi allak bullak olmaya başlamıştır; birden bire bir
güvensizlik, tedirginlik ekonomiye egemen olmuştur; o açıklamanın bedelini de Türkiye çok ağır olarak ödemiştir. Şimdi kaynak
tartışması yapıyoruz, kaynak arayışı içindeyiz; işte o söz, Türk ekonomisinin çok önemli bir kaynağını tüketmiştir; çünkü, yüzde
128 düzeyindeki bileşik faiz, birden bire yüzde 140'a çıkmıştır. Şimdi Türkiye, rant ekonomisini tasfiye edeceğim diye işe başlamış
bir Hükümetin, daha ilk gününde, faizleri, -gereksiz açıklamasıyla- 14 puan artırarak, Türk ekonomisinin sırtına faiz yükünü daha
da çok artırdığına tanık olmaktadır ve Türkiye'nin trilyonlarca kaynağı, şimdi rantiyelere gidecektir, gitmiştir; sizin elinizle
gitmiştir. Güvenoyu aldığınız gün faizler 3 puan çıktı, şimdi 14 puan çıktı; Allah sonumuzu esirgesin. (CHP sıralarından
alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bu kaynak konusunda, önce bir temel anlayışı birlikte paylaşmamızda ihtiyaç var. Kaynak arıyorsanız,
ilk yapacağınız iş enflasyonu indirmektir. Bakın, son dönemlerde hükümetlerin ve bu Hükümetin, Türkiye'nin önüne koyduğu
hedeflerin arasında, enflasyonu indirmenin hak ettiği yeri alamamasının anlamını hep birlikte düşünmeliyiz. Artık, enflasyon
konusunda hükümetler, iddialarını kaybetmeye başlamışlardır, enflasyonla birlikte yaşamayı kabul eden bir yaklaşım içinde
politika götürmeye başlamışlardır ve yanlış yerlerde çözüm aramaktadırlar; olayın özü, kaynağı budur.
Şimdi, Refah Partili arkadaşlarınız diyorlar ki: "vergi yok, faiz yok, zam yok." Faizi, zammı ortadan kaldırmak istiyorsanız,
ondan önce yapmanız gereken enflasyonu ortadan kaldırmaktır. Eğer, enflasyonu ortadan kaldıramıyorsanız, enflasyon alıp başını
gidiyorsa, gidecekse, enflasyonun arttığı bir ortamda, sizin, faizi ve zammı ortadan kaldırmaya kalkmanız, bu ekonominin
dengelerini allak bullak eder. Onun için, bırakınız siz faizi, zammı -onlar gösterge, onlar emare, onlar sonuç- kaynağa giriniz, işin
aslına, özüne giriniz. (CHP sıralarından alkışlar) İşin özü enflasyondur; Türk ekonomisinin temel sorunu budur, kaynak
arayışının da çıkış noktası bu olmak gerekir. Siz, kaynağı falan bırakın; dengeyi bulun, enflasyonu indirin, kaynak sorununun
daha sağlıklı bir çerçeve içine oturduğunu hep birlikte görürüz.
Enflasyonu artıracağız, bir yandan da yetmeyen ve yetmeyecek olan, yetmemesi için, ateşin üzerine bir elimizle benzin
dökeceğiz ve sonra da kaynak arayışını sürdüreceğiz. Bu yarışı kaybetmek zorundasınız; enflasyonun hızlandığı bir ortamda
kaynak arayışını başarıya ulaştırmak mümkün değildir.
Enflasyon, rant ekonomisinin kaynağı. "Rant ekonomisini ortadan kaldıracağız" diyorsunuz. Rant ekonomisini ortadan
kaldırmanın yolu enflasyonu indirmektir. Enflasyonu indirmeden rant ekonomisini ortadan kaldırmak mümkün mü?! Enflasyon,
rantı besleyen ana olay; ana dengesizlik, temel çarpıklık orada.
"Gelir dağılımını düzelteceğiz" diyorsunuz.
Gelir dağılımını idarî kararlarla, tahsislerle düzeltmeniz mümkün değildir. Önce ekonomiyi sağlıklı işler hale getireceksiniz,
enflasyonu indireceksiniz.
Enflasyonun yüzde 80 olduğu bir ekonomide, gelir dağılımını düzeltmek mümkün mü? Enflasyonun yüzde 80 olduğu bir
ekonomide, yolsuzluğu, rüşveti, haksız kazancı ortadan kaldırmak mümkün mü? Niye açıkça söylemiyorsunuz; enflasyonu
indireceğiz deyin, o zaman ciddî olur, o zaman tutarlı olur. Enflasyon konusuna, ciddî yaklaşmadan, bu sorunu çözmenin kesinlikle
mümkün olmadığını düşünüyorum ve Hükümetinize, önünüze hedef olarak bunu alın diyorum. Ekonomide enflasyonu indirin,
siyasette de istikrarı sağlayın. Güvenilirliği, öngörülebilirliği sağlayın. Siyasette, güvenilirliği, öngörülebilirliği sağlayamazsanız,
onun da çok ağır bir ekonomik faturası olur; çok ağır bir ekonomik faturası olur...
Bakınız, Sayın Maliye Bakanının, Sayın Başbakana dayanarak yaptığı açıklamanın, Türk ekonomisinde neye yol açtığını
hep beraber gördük. Aynı şekilde, çeşitli alanlarda, ciddî, güvenilir, istikrarlı bir bekleyişe ihtiyaç var. Bakınız, daha şimdiden,
çeşitli yabancı yatırım projeleri, elini ayağını çekmeye başladı. Daha birkaç gün önce, 150 milyon dolarlık Siemens ve Bosch
yatırımı, bu Hükümetin ekonomi politikası, yeterince güven verici görülmediği için askıya alındı. Japonların, gemi yapımıyla
ilgili 250 milyon dolarlık yatırımı, gene aynı nedenle askıya alındı.
Turizm konusunda sıkıntı işaretleri daha şimdiden ortaya çıkmaya başladı. Türkiye'nin sosyal düzeni, siyasal düzeniyle ilgili
güven veren, kararlı, tutarlı, hiçbir macerayı aşmayacak bir ciddî politika ortaya konulmaz ise, bunun, ekonomik kayıpları, kaynak
kayıpları her gün ortaya çıkmaya başlar.
Bugün, çıkınız, deyiniz ki, Türkiye Cumhuriyeti, laik, demokratik bir Cumhuriyettir. Kimse kafasını karıştırmasın, hiçbir şey
değişmeyecektir. Atatürk'e, tam bir saygı anlayışı içerisinde, Türkiye'nin, sosyal yapısı, siyaseti, bundan sonra gidecektir. İşte, o,
kaynak kayıplarının bir kısmının ortadan kalkmaya başladığını görürsünüz. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bu kaynak konusu gömü bulma, define arama, bir yerden bir para çıkarma konusu değildir; hepsi
karmaşık bir olaylar sistemidir.
Bakınız, bir Kuveyt olayı çıkar; Türkiye, yılda -daha doğrusu, belli bir periyot içerisinde- 20 milyar dolarlık kaynak kaybına
maruz kalır. 20 milyar dolarlık bir kaynak kaybı, sizin denetiminiz dışındaki bir olay nedeniyle, bir emrivaki olarak karşınıza gelir.
Sovyetler Birliği çözülür, dağılır; bir bakarsınız, Türkiye'nin önünde 10 milyar dolarlık bir bavul ticareti kapısı açılmıştır.
Hükümetlerin görevi, kendi kontrolü dışında da ortaya çıkmış olsa, iç ve dış şartlardan kaynaklanan kaynak fırsatlarını doğru
değerlendirmektir, onları değerlendirmek için doğru kararlar almaktır, onları yönlendirmektir, ortaya çıkabilecek olan sakıncaları
bertaraf etmektir, elimine etmektir; yönetim budur, hükümet budur.
Her an yeni yeni fırsatlar çıkıyor. Bosna'nın yeniden kurulması söz konusu; 10 milyar dolarlık bir proje var orada. Hükümet,
gereken inisiyatifi alır, gerekli düzenlemeyi yapar, gerekli girişimi yaparsa, Bosna'da, 10 milyar dolarlık yeniden inşa paketinin
içerisinden Türkiye'ye birkaç milyar dolarlık bir kaynak çıkar.
Kafkasya, Orta Asya, çok büyük bir ekonomik potansiyelle Türkiye'nin önünde açılıyor. Bunun çok ciddî şekilde
değerlendirilmesinin hazırlığı içine girmek lazımdır.
Değerli arkadaşlarım, kaynak, para değildir. Kaynak, paranın nasıl kullanılacağıyla ilgili projedir. Projeye bağlanmamış boş
paranın bir anlamı yoktur. Aslında, en güzel kaynak da yatırımdır; çünkü, yatırım yaptığınız zaman kaynağı artırırsınız.
Yatırımı artırmadan, harcama yapmadan, kendiliğinden, havadan kaynak yağmasını beklemek kadar anlamsız bir şey olamaz.
Kaynağı, siz üreteceksiniz, siz oluşturacaksınız; projeyle oluşturacaksınız, yatırımla oluşturacaksınız.
Türkiye Cumhuriyetinin elinde çok büyük bir proje paketi var. Bu proje paketinin, doğru önceliklerle değerlendirilmesi ve uygun
biçimde yatırıma dönüştürülmesi halinde, Türkiye'nin kaynaklarının artırılmasını sağlamak mümkündür; yapılması gereken de
odur.
Şimdi, Kafkasya'daki, Orta Asya'daki bu büyük potansiyeli değerlendirmeye yönelik hiçbir yatırım yapmayacaksınız, karayolu
projesi geliştirmeyeceksiniz, demiryolu projesi geliştirmeyeceksiniz, o ülkelerle Türkiye arasındaki etkileşimi kolaylaştıracak fonlar,
kuruluşlar şekillendirmeyeceksiniz, ortak projeler ortaya koymayacaksınız, gözünüzün önünden o fırsatlar gelecek ve geçecek ve biz
de seyredeceğiz!
Yapılması gereken iş "bana kaynak" demekten çok, ortada var olan bu kaynağın kullanılması için ciddî proje ortaya atıp, onun
gereğini yerine getirmektir. Bu açıdan baktığı zaman, Türkiye, pek çok noktada, küçük küçük harcamalarla, çok büyük olanakları
kullanma durumundadır; bunu da, bir an önce başlatmalıdır. O nedenle, kaynak söyleminden çok, yatırım anlayışı içerisine girmek
gerektiğini düşünüyorum.
Bütün bu tartışmaların ortaya koyduğu bir tablo var: Refah Partisinin, kaynak konusuyla ilgili yaklaşımında, şu kısa süre
içerisinde, üç aşamalı bir değişimi görüyorum. Birinci nokta -bu, üç ay önceki nokta; bu kürsüden de ifade edilmiştir- şuydu:
"Kaynak diye bir sorunu yoktur Türkiye'nin; 64 tane pınarı var Türkiye'nin. Sayın Başbakan, devlet bakanlarının her birisini -
sabahlara kadar uyutmadan- 'bana kaynak getirin' diye görevlendirmiştir; her birisi, devlet bakanı başına 5 tane proje getirse, 64 tane
kaynak rayına oturmuştur, 64 tane pınar vardır. Türkiye'nin, 32 milyar dolarlık, her an kullanabileceği, değerlendirilebilir, rantiye
kesimine haksız yere, yanlış yere devredilmiş bir potansiyeli vardır; onu çekeceğiz ve kaynak sorununu çözeceğiz." Bu, üç ay önceki
tablodur. Üç ay önce, umutla, iddiayla, inançla, cesaretle, bilgiyle, ayrıntılı olarak, her kalemde ne var ne yok açıklanarak -bütün
bunlar- hikâyesi bize anlatıldı; birinci aşama bu.
İkinci aşama: Türkiye Büyük Millet Meclisine "bize kaynak göster" aşamasıdır; Hükümet şekillenmeye başladıktan sonra,
memura bir zam yaparak -o da çok mütevazı bir zam- yüzde 50'lik bir zam...
ALİ OĞUZ (İstanbul) – Siz ne verdiniz?!
ABDULKADİR ÖNCEL (Şanlıurfa) – 400 bin lira vermişlerdi.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bakınız, yüzde 50'lik zamma ben "mütevazı zam" dedim, biraz tebessüm ettiniz.
ABDULKADİR ÖNCEL (Şanlıurfa) – Biz de mukayese ediyoruz.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – 1995 yılında 52 gün işbaşında kalan Hükümet, yüzde 54,7'lik zam yapmıştır. Ne zaman
yapmıştır...
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Seçimi kaybettikten sonra.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Daha önce yüzde 30 civarında, yılın ilk yarısıyla ilgili olarak yapılan zamma ek olarak. 1995
yılında, yılın ilk yarısında yüzde 30 civarında bir zam yapılmıştır, ikinci yarısında da, Cumhuriyet Halk Partisinin ortak olduğu
54 günlük Hükümette de, yüzde 54,7 zam yapılmıştır. Üstelik bu zam, seyyanen, herkese aynen aktarılmamıştır, az aylık alanlara
yüzde 75 düzeyinde bir artış getirilmiştir, çok aylığı olanların da yüzde 25-30 civarında bir artış alması sağlanmıştır; ortalama ise
yüzde 54,7 olmuştur. Memura da verilmiştir, emekliye de verilmiştir, SSK emeklisine de verilmiştir, Bağ-Kur emeklisine de
verilmiştir ve ancak o zamla 1995 yılının enflasyonu altında memurun ezilmemesi sağlanabilmiştir.
Şimdi, 1996 yılındayız, yılın temmuz ayındayız, yılın ilk yarısıyla ilgili bir kuruş zam verilmedi. Yılın ikinci yarısı için
başka bir zam verileceğine dair hiçbir işaret yok; verdiğiniz vereceğiniz zam yüzde 50, seyyanen yüzde 50, bütün bir yıl için yüzde
50. Enflasyon kaç: Yüzde 80. Şimdi, siz memuru, emekliyi, Bağ-Kur'luyu, Sigortalıyı enflasyonun altında ezdirmemiş mi
oluyorsunuz?! (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, diyorlar ki; efendim, sizin yaptığınız o zammı da buraya bağlayalım, yüzde 54'lük zammı da buraya
bağlayalım. Ee, 1995'in hesabını tasfiye etmek için yapıldı... 1996 yılının hesabını yaparken, sen 1995'in zammını alıyorsan,
enflasyonunu da al o zaman; 1995'in enflasyonunu da 1996'ya taşı, hesaba öyle bakalım, ezmiş misin ezmemiş misin... Değerli
arkadaşlarım, Nasrettin Hocanın dediği gibi, eğer bu kediyse, ciğer nerede; eğer bu ciğerse, kedi nerede? (CHP sıralarından
alkışlar)
Memura zam yapıldı, yüzde 50'lik bir zam yapıldı; hepsi de bu, tümü de bu. Birinci aşama ortada; birinci aşama pınar
aşaması.
İkinci aşama, memura zam yapıp 125 trilyon liralık bir açık ortaya çıkınca, bu 125 trilyon liralık açığı nereden karşılarım
sıkıntısından kaynaklanarak, Türkiye Büyük Millet Meclisine "bize kaynak bul" aşaması. Şimdi, bu aşamayı da geçtiğimiz
anlaşılıyor, üçüncü aşamaya giriyoruz.
Bu üçüncü aşama, yurt gezilerinde Sayın Başbakanın ifade ettiği gibi "Allah bize, biz sana" aşaması. Şimdi, o üçüncü aşamada
bulunuyoruz. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, altını bir kez daha çizmekte yarar var. Allah, vatandaşa vereceğini Erbakan'ın aracılığıyla vermez.
Erbakan, Allah'ın komisyoncusu değil, aracısı değil. (CHP sıralarından alkışlar) Güzel dinimizde bir aracı kullanmayan, aracıya
yer vermeyen, İslam dininde aracı unsurunu reddeden bir anlayışın, bir zihniyetin, dünyevî işlerde kendisine aracı kullanacağını
düşünmek kesinlikle mümkün değildir. (CHP sıralarından alkışlar) Eğer Sayın Erbakan, yavaş yavaş kaynak bulmaktan umudunu
kesip de, bunun sorumluluğunu ona buna yıkmaya çalışıyorsa, hadi Meclise, bize yıkmaya kalksın anlarız; ama, oradan yukarıya
çıkmasın. (CHP ve ANAP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bakın, gerçekçi olmak, genel siyaset, dış politika, ülkenin istikrarlı ve öngörülebilir bir yönetimin elinde
olması, kaynak sorununu doğrudan etkiler, yakından etkiler. Bu noktada, bir eğitimin, daha şimdiden ortaya çıkmaya başladığını
görüyorum. Sayın Başbakan, ilk yurtdışı temasında, Türkiye'de yaptığı ilk yurtdışı temasında, öyle zannediyorum ki, bu konuda,
çok önemli dersler alma imkânını bulmuştur.
Daha önce, "kaynak" denildiği zaman, bize "İslam ülkeleriyle işbirliği, İslam NATO'su, İslam Birleşmiş Milletleri,
dışticaretimizi İslam ülkeleriyle artırarak bu kaynakları buluruz" deniliyordu. Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek Türkiye'ye
gelince, Sayın Başbakan onunla da görüştü, bu görüşmenin iç yüzü tam ayrıntılarıyla ortaya çıkmadı. Sayın Başbakan burada
biraz ayrıntılı bilgi verirse çok memnun oluruz.
Öyle anlaşılıyor ki, bu temas vesilesiyle, bazı önemli gerçekler ortaya çıkmıştır; yani, bizim Müslüman ülkeleriyle
ilişkilerimizin, öyle zannedildiği gibi, masa başında düşünüldüğü gibi olmayacağı, yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamıştır. Bu
temastan, sanıyorum, Sayın Erbakan, İsrail ile Türkiye arasındaki savunma anlaşmasının, Mısır tarafından da anlayışla
karşılandığını görerek, bir miktar hayrete düşmüş olmalıdır; çünkü, bu konudaki tavrını, muhalefet dönemince kararlılıkla
sürdürdü. Daha sonra, iktidara gelir gelmez, başka bazı konularda olduğu gibi, bu konuda da bir (U) dönüşü aynen ortaya çıktı; ama,
bu (U) dönüşünün, sadece kendi özel konumundan kaynaklanmadığını, Ortadoğu gerçekleriyle ilgili olduğunu da, kardeş,
Müslüman bir ülke olarak Mısır'ın Devlet Başkanını dinleyince, Sayın Erbakan anlamış olmalıdır.
Yine, bu görüşmede Sayın Başbakanın, diğer ülkelerin karşı karşıya bulunduğu sorunları çözmeye dönük önerilerinin, Mısır
Devlet Başkanının, oradaki çeşitli örgütlerle ilişkileri konusunda yapmak istediği telkinlerin, nasıl değerlendirildiğini görerek, daha
gerçekçi bir tablo görme fırsatını, anlama fırsatını elde etmiştir.
Değerli arkadaşlarım, bütün bunlar bir bütündür. Siz, içeride ve dışarıda, bekleyişleri sarsarsanız, ne yapacağınız konusunda,
net, tutarlı ve gerçekçi ifadeler ortaya koymazsanız, karışık bir yaklaşım içerisinde, bir muhalefet söylemi içerisinde, bu zihin
karışıklığını Hükümete yansıtacağınız izlenimini verirseniz, bu, Türkiye'nin ekonomik sorunlarının, malî sorunlarının, kaynak
sorunlarının çok ciddî bir biçimde olumsuz etkilenmesine neden olur ve şimdi, Türkiye, bunu yaşıyor. Şu anda Türkiye, Refah
Partili bir iktidarın, muhalefet söyleminden, iktidar söylemine geçiş aşamasının sarsıntılarını ve faturasını ödemeye başlamıştır;
Türkiye, bu faturayı ödüyor. Siz, sorunları daha da ağırlaştırıyorsunuz, daha da sıkıntılı tablolar ortaya koyuyorsunuz, bunu da
çok doğal karşılamak gerektiğini düşünüyorum.
Değerli arkadaşlarım, Hükümetin, genel tavrı, genel tutumu büyük önem taşıyor. Türkiye'nin, bir an önce siyasî berraklığa
ihtiyacı var, netliğe ihtiyacı var, güvenilirliğe ihtiyacı var; ekonomide net bir politikanın ortaya konulmasına ihtiyaç var, siyasette
net bir tutumun ortaya konulmasına ihtiyaç var...
Bakınız, Refah Partili önde gelen bazı yöneticiler "demokrasi, bir amaç değildir, bir araçtır" diyerek, demokrasiyi, her an askıya
alabilecekleri izlenimini vermeye başlarlarsa, demokrasiden vazgeçmenin mümkün olabileceği; ama, başka referans çerçevelerinin
esas olduğu, o referans çerçeveleri sürdürülerek, demokrasi dışı rejim arayışlarının da mümkün olabileceği en etkili isimlerin
ağzından telaffuz edilirse, o ülkede, zihnî kargaşanın ortaya çıkmasını önleyemezsiniz. (CHP sıralarından alkışlar) Bu, yansır;
içeriye yansır, dışarıya yansır. Bir yandan böyle temel noktalarda tereddüt yaratacaksınız; bir taraftan Türkiye'de demokratik
rejimin temel kurumlarıyla ilgili bir topyekûn savaş izlenimi verecek arayışların içerisine gireceksiniz; televizyonlara sansür
koyacaksınız, basını etkisiz kılmaya yönelik, kendi tatmininizi, huzurunuzu sağlamaya yönelik arayışların içerisinde
gözükeceksiniz; sokaklarda, gazetecileri, Gazeteciler Cemiyetinin kapısının içerisine kadar kovalayıp, hepimizi, televizyonda
gördüğümüz tablo karşısında derin üzüntülere sokacak uygunsuz yaklaşımları mazur görecek bir politikayı götüreceksiniz; Türkiye,
ciddî sıkıntıların içerisine sürüklenmeyecek; bu, olacak iş değildir. Bunun yaparken, bir yandan da, yaptığınız açıklamalarla,
hassas dengeleri, piyasayı karmakarışık yapacaksınız ve ondan sonra da, Türkiye Büyük Millet Meclisine gelip "medet Türkiye
Büyük Millet Meclisi, bize çare, kaynak bulun" diyeceksiniz; bu yaklaşımla bir yere varmanız, kesinlikle mümkün değildir.
Şimdi, tabiî, benim şaşırdığım şu: Bu Koalisyon, böylesine temel noktalardaki ana ihtilafların şekillenmeye başladığı bir
aşamada nasıl işliyor, nasıl işleyecek, nasıl bir geleceğe doğru gidiyoruz? Daha dün bir, bugün iki; daha yeni bir güvenoyu tablosu
var. Hükümeti oluşturan Doğru Yol Partisi ile Refah Partisi, bu noktalarda anlayış birliği içerisinde mi? Bu konudaki farklılığı,
arada sırada, Doğru Yol Partili bakanların "piyasa ekonomisi esas olacaktır" açıklamalarıyla kapatmak mümkün değildir. Yıkmak
kolaydır, dağıtmak kolaydır, tereddüt tohumlarını ekmek kolaydır; ama, onları bertaraf etmek çok güçtür ve şimdi, böyle bir
tabloyla karşı karşıyayız. Ne yazık ki, Doğru Yol Partisinin içerisinde bulunduğu olağanüstü güç koşullar, köşeye sıkışmışlığı,
olağanüstü sıkıntısı, bu Koalisyonda gereken etkiyi gösterme ağırlığını sergileme şansını da onların elinden almıştır. Boynu
bükük bir Koalisyon ortaklığı, Refah Partisinin berrak olmayan, dağınık, bulanık anlayışlarıyla ekonomiyi karmakarışık etmesine,
siyasî tereddütler yaratmasına çok elverişli bir ortam yaratmıştır. Bundan da büyük üzüntü duyuyorum. Bu durumu, Koalisyon
Ortaklarının, kendi aralarında, ciddiyetle değerlendirmelerinin zorunlu olduğuna inanıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu sorun, bu tartışma, galiba...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Baykal, konuşmanızı tamamlayın efendim.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.
... bir genel ihtiyaçtan kaynaklandı; çok açık; yani, bir manevra yapma, bir u dönüşü gerçekleştirmenin zemin arayışı
"Parlamento, yardımcı ol; tut elimden, beni de taklit düzenine doğru çek" müracaatı, başvurusu aslında; öyle görmek lazım, öyle
değerlendirmek lazım. (CHP sıralarından alkışlar)
Arkadaşlarınız, kendi iddialarına yönelik inançlarını kaybetmişler; o inançları takip etme kararlılığından uzaklaşmışlar;
nasıl öneri vereceği belli olan bir Parlamento çoğunluğuna "bizi yönlendir" diye başvuruyorlar; sistemi bırakmışlar, proje arıyorlar;
değişimi bırakmışlar, buradan kaynak arıyorlar, olanak arıyorlar. Bu, aslında budur ve buna da yardımcı olmak lazımdır; bu da
Parlamentonun bir görevidir; ama, çıktığı nokta, bu memur maaşları noktasıdır; yani, 125 trilyonluk bir ihtiyaç ortaya çıktı, bunu
karşılamak lazımdı; bütçede olmayan bir durum, bütçede gözükmeyen bir manzara ve bu, Anayasaya da aykırı ekonomi ve maliyeye
de aykırı. 125 trilyonluk harcamanın kaynağını bulma ihtiyacı var; acil ve somut ihtiyaç budur.
Şimdi, bu konuda, herkes düşüncesini söylemelidir. Biz, bu Parlamentoda, 49 milletvekili olan bir grubuz. Biz de, bu 125
trilyonun bir kısmının karşılanmasına yönelik bir öneriyi yapmamız gerektiğine inanıyoruz. Biz, önerimizi ortaya atalım, sizler de
o önerileri, ayrı önerilerle destekleyin ve 125 trilyonluk açık ortadan kalksın.
Değerli arkadaşlarım, Mercümek davasının ilk aşamasında, 27 trilyonluk bir mahkûmiyet çıkmıştır. (CHP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar) Bu dava bir an önce sonuçlanmalıdır; adalet, hızla, kesin karar aşamasına getirilmelidir. Eğer, 27
trilyonluk mahkûmiyet kesinlik kazanırsa, 125 trilyonluk memur maaşı kaynak arayışının 27 trilyonluk kısmını buradan
karşılamak mümkün olacaktır. (CHP sıralarından alkışlar) Bu da, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun sizlere bir önerisi, alıp
kullanırsınız diye düşünüyorum.
ŞEVKİ YILMAZ (Rize) – İSKİ...
NEVFEL ŞAHİN (Çanakkale) – Gerisini söyle, 98 trilyonu ne yapacaksın?
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Türkiye Büyük Millet Meclisini, bu önerge görüşmesi vesilesiyle, içten sevgilerle, saygılarla
selamlıyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına konuşan, Genel Başkan, Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal'a teşekkür
ediyorum.
Sayın milletvekilleri, gruplar adına üçüncü sıradaki konuşmacı, Anavatan Partisi Grubu adına Samsun Milletvekili Biltekin
Özdemir.
Buyurun Sayın Özdemir. (ANAP sıralarından alkışlar)
Konuşma süreniz 45 dakikadır.
ANAP GRUBU ADINA BİLTEKİN ÖZDEMİR (Samsun) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; 54 üncü Refah-Doğru Yol Partileri Koalisyon Hükümetince, Anayasanın
98 inci ve Meclis İçtüzüğünün 101 ilâ 103 üncü maddeleri dayanak gösterilerek teklif edilen ve Genel Kurulumuzda müzakeresi
kabul edilen, "Türkiye'nin özkaynaklarının geliştirilmesi" konulu genel görüşme talebi üzerinde, Anavatan Partisi Grubunun
görüşlerini sunmak üzere huzurlarınızda bulunuyorum. Sözlerimin başında, Yüce Heyetinizi ve televizyonlarının başında bizleri
izleyen tüm vatandaşlarımızı, Anavatan Partisi ve şahsım adına saygılarımla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bugün, Türkiye siyasetinde yeni ve ibret verici bir çalışmanın içinde ve başlangıcında bulunuyoruz. Bir
koalisyonun, bir hükümetin, bir partinin siyasî çıkarı söz konusu olduğunda nasıl tutarsız ve takıyyeci davranabileceğinin şu anda
açık bir örneğiyle karşı karşıyayız. (ANAP sıralarından alkışlar) Çünkü, Hükümet, bu önergeyle, Anayasamızda ve İçtüzükte
öngörülen Meclis denetim yollarını, hukuka aykırı biçimde ve hiçbir ihtiyaca cevap vermeyecek şekilde harekete geçirmiş
bulunmaktadır.
Hepiniz biliyorsunuz, Anayasada, Meclisin, hükümeti denetleme yolları ve bilgi alma yolları vardır. Bunlardan bir tanesi de
genel görüşmedir. Genel görüşme ne demektir; İçtüzüğümüzde ve Anayasamızda açıklıkla tanımlandığı üzere, belli bir konunun,
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda görüşülerek, yine, hükümet faaliyetleri ve düşünceleri üzerinde bilgi sahibi olmayı
hedefleyen bir denetim ve bilgi alma yoludur.
Hemen işaret etmek istiyorum, herkes Anayasaya harfiyen riayet etmek zorundadır. Buna riayet edeceklerin en başında da
hükümetler gelir. Hükümetler, Anayasa kurallarını siyasî amaçlarla istismar etmemek ve kötüye kullanmamak durumundadırlar.
Anayasa hükümleri herkesi bağlar, ama en çok da hükümetleri bağlar.
1982 Anayasamız, devletin ve toplumun günlük hayatının en ağır yükünün hükümete ait olduğunu düşünmüş ve hükümeti,
devlet yapısı içinde, önceki anayasalarımıza göre güçledirmiştir. Bu sebeple, Hükümetin hem yetki ve görevleri hem de bunun doğal
sonucu olarak sorumlulukları artmıştır. Herkes yetkisini ve kendisine verilen görevi yapmak, bunun gerektirdiği sorumluluğu da
çekinmeden üstlenmek zorundadır. Sorumluluk üstlenmek, bilgi ve beceri ister, hazırlık ister, kendine güven gerektirir. Sorumluluk
üstlenmeden yetki kullanmaya kalkanların, devlette, siyasette ve bilhassa hükümette yeri olmamak gerekir.
Bu açıdan baktığımızda, Anayasamız, Meclise ait kimi yetkilerin yürütmeyle bölüşülmesine bile imkân vermiş, kanun
hükmünde kararnamelerle bu konuda daha da ileriye gitmiştir; vergi ve benzeri malî yükümlülük alanlarıyla, ekonomik konularda ise
belirlenen sınırlar içinde, Hükümete, çok daha geniş bir hareket alanı sağlamıştır. Bunu yapmasının nedeni nedir? Bunu
yapmasının nedeni, iktidarların hükümet etmeye, daha doğrusu, edememeye mazeret aramalarını engellemektir.
Burada şunu özetlemek istiyorum. Anayasamız, Hükümete geniş yetkiler vermiştir, görevler vermiştir; bunun getireceği
sorumluluğu üstlenmek Hükümete aittir. Meclisin yetkilerinin, özel durumlar dışında, herhangi bir yolla, görünüşte de olsa,
hükümetle bölüşülmesi söz konusu olamaz. Hükümetin de, hele hiçbir çare önermeden, hiçbir hazırlık yapmadan, hiçbir karar
almadan ve icraat yapmadan sorumluluklarını Meclisle paylaşmaya kalkışması hiç mümkün değildir, doğru da değildir.
Bugün gündemimizde olan bu önerge ve Hükümetin genel görüşme istemi, bu nedenlerle hukuk kurallarıyla bağdaşmamakta ve
konusu itibariyle, şekli itibariyle, zamanı ve hedefi itibariyle hukukî zeminden kesinlikle mahrum bulunmaktadır. Hele bu konuda bu
partilerin, bu partili milletvekillerinin, yani Hükümeti oluşturan partili milletvekillerinin, daha önce Meclis araştırması istediğini ve
bunun, Meclis gündeminin birinci sırasında olduğunu dikkate alırsak, Hükümetin, davranışında, ciddî ve samimî olmadığını
açıklıkla görmüş oluruz.
Diğer taraftan, geçen oturumda, bütün muhalefet partileri bu noktalara değinerek, önergenin reddini istedikleri halde, Koalisyon
Partileri, muhalefetin uyarılarını dinlememiş, muhalefete saygı göstermemişlerdir ve meseleyi bir dayatma şeklinde buraya
getirmişlerdir. Şimdi, aynı davranış biçimini, 26 defa "Hayır" dedikleri Çekiç Güç meselesi için de düşündükleri anlaşılan bu
kararsızlar topluluğuyla işimizin bir hayli zor olacağı anlaşılmaktadır.
Bunların stratejileri nedir sayın milletvekilleri; strateji açıktır; anayasal sistemi delmek vardır bu stratejinin içinde. Arz ettim;
kesinlikle şu yaklaşım, Anayasa kurallarına, İçtüzük kurallarına uymamaktadır; aynı şekilde, Parlamentoyu, aslî görevlerinden,
bugünkü Anayasanın öngördüğü görevlerinden başka alanlara itmek vardır. Niçin; çünkü, Meclisi başka konularla meşgul ederseniz,
üzerinizdeki denetim gücü de azalmış olur. Bunun arkasında da bu amaç yatmaktadır. Halkın gündemini değiştirip, hayalci
olduklarını, bir çareleri bulunmadığını gizlemek de bu stratejinin bir başka boyutudur.
Değerli milletvekilleri, Refah-Doğru Yol Koalisyon İktidarı, daha doğrusu Refah Hükümeti, Meclisin, bir danışma meclisi
değil, nihaî karar veren ve kararları üzerinde başka hiçbir siyasî makam ve merci bulunmayan Millet Meclisi olduğunu hiç hatırdan
çıkarmamalıdır.
Gelelim bir başka yönüne, meselenin. Bugün, ülkemizde, kaynakların tespiti ve geliştirilmesi; başka bir ifadeyle, kaynak kıtlığı,
yetersizliği ve kıskacı meselesi, genel görüşme konusu olarak buraya niçin getirilmiştir; ne olmuştur birden bire?!. Buraya nasıl
gelindiğine çok kısa da olsa değinmek elbette yararlıdır. Evvela, şunu söyleyeyim: Özellikle 1993 yılı ortalarından itibaren şu
günlere kadar uzanan üç yılı aşkın dönemde, hükümet yönetimlerine ve devlet idaresine halkın güveni kesinlikle zedelenmiştir.
Dönemin, bugün de Hükümet kanadı konumundaki ortakları hakkında çok ciddî yolsuzluk ve güvensizlik iddiaları ortaya atılmış,
binbir kulp bulunarak ve siyasî oylamalarla bunlar yargıdan kaçırılmıştır.
AHMET İYİMAYA (Amasya) – Yargıya giden sizsiniz.
BİLTEKİN ÖZDEMİR (Devamla) – Tabiatıyla, şimdilik kaçırılmıştır; bir gün kaçırılamayacaktır.
AHMET İYİMAYA (Amasya) – Süreç sürüyor.
BİLTEKİN ÖZDEMİR (Devamla) – Bugünkü Hükümetin temelinde, bu yolsuzlukların araştırılmasını önleme amacı
yatmaktadır. Bunda kimsenin şüphesi yoktur, Meclisin de yoktur, halkımızın da yoktur.
ÖMER EKİNCİ (Ankara) – Kaynağa dön, kaynağa...
BİLTEKİN ÖZDEMİR (Devamla) – Anavatan Partisi gibi, siyasî hesabını Türk adaleti önünde vermeden, bankalar üzerinden
işlenmiş, herbiri ayrı bir Hazine soygunu içeriğindeki tüyler ürpertici vurgun ve spekülasyonların, vergi hukuku, kambiyo hukuku ve
Mal Bildirimi Kanunu önünde izahı mümkün olmayan servet artış ve edinimlerinin, bazı partilerin yaptıkları kaynağı belirsiz
büyük harcamaların, devlet idaresindeki diğer gayriciddî ve kokuşmuş, kişisel ve ailevî davranışların, bugünkü tablonun ortaya
çıkışına yol açan nedenlerin başında olduğunu kim inkâr edebilir?!.
Değerli milletvekilleri, geçen dönemde izlenen ekonomi ve maliye politikaları ise daha da içler acısı olmuştur. O zamanın
Koalisyon İktidarları, ölçüsüz ve kaynaksız vaat ve taahhütlerle işe başlayarak, tıpkı şimdi olduğu gibi, ekonomideki temel
dengeleri altüst eden, kısa vadeli ve popülist yaklaşımla, uygulamalarla işe koyulmuşlardır. Türkiye şartlarına ve ülkemiz
ihtiyaçlarına cevap verebilir politikalar uygulayabilme ehliyet ve mahareti, bu dönemde hiç söz konusu olmamıştır; işe, sosyal
güvenlik sistemini tahrip etmekle başlanmıştır. Oy uğruna yapılan bu düzenlemenin, bütçeye, sadece bu yılki yükü 300 trilyonu
geçmektedir. Zaten, bu büyük yanlışın giderilmesi, o zamanın koalisyon Ortakları arasında ibret verici mücadelelere sahne olmuş,
bakanları istifa ettirmiş, bir sonuca da ulaşılamamıştır. Aynı şekilde, bu dönemde gerçekleşen yapay örgütlenme ve gereksiz kadro
ihdaslarının bütçeye bu seneki ek yükü de, yine, 50 trilyonu aşmıştır.
Kamu harcamaları içinde, yatırımları ve temel hizmet karşılıklarını kısıp, ondan sonra da, kalkıp, harcamaların disipline
edildiğini iddia etmek ise tam bir aldatmaca olmuştur. Fonlar konusunda yapılan yanlışlar da, hepinizin malumudur.
Bütçe, maliye ve sosyal güvenlik alanlarındaki bu büyük yanlışlar ekonominin her alanında gösterilmiş, vergi politikaları ise,
üstün başarısızlık gösterilen hususların başında yer almıştır. Hele, 1994 yılında yapılan düzenlemeler, vergilendirilmemiş,
kayıtdışı kalmış ekonominin vergilendirilmesi üzerinde hiç mesai ve çaba gösterilmeden, âdil olmayan ölçülere oturtulmuş, bir
defalık alınmak üzere düşünülmüş, hem ekonomiye ve gelecek yönetimlere zarar veren hem de "ben maliyeciyim" diyenleri âdeta
güldüren özellikler taşımıştır.
KİT'lerin yönetim biçimleri ve özelleştirme uygulamaları ise, bir başka başarısızlıklar ve yolsuzluklar sahası olarak, ne yazık
ki, karşımıza çıkmıştır.
Maliye politikalarına bu yıllarda gösterilen ilgisizlik ve bilgisizce uygulamalar, hazine-para-banka operasyonlarıyla giderilmeye
ve telafiye çalışılmış; ancak, Hazinenin, kâğıt üzerindeki siyasî ve idarî asıl yetkilileri, yetkisiz ve ilgisiz başka merkezlerden ve
akrabai taallukattan aldıkları emirlerin esiri olmaya mahkûm bırakıldıklarından, ülke sorunları adamakıllı ağırlaşmıştır.
Bu geçen dönemin bariz özellikleri şunlar olmuştur: Disiplinli bir ekonomi politikası yoktur. Ekonomiyi omuzlayacak bir maliye
politikası uygulanmamış, aksine, maliye alanında büyük hatalar yapılmıştır. Bunların sonucunda, devletin gelir-gider dengesi
tamamen bozulmuştur; borcu borçla ödeme kıskacına girilmiştir. Kamu yatırımları durmuş, işsizlik artmıştır. Para politikaları
iflas etmiş, spekülatif ve rantiye gelirler, yatırım istek ve heyecanını yok etmiştir. Ücretler ve yatırımlar reel olarak geriletildiği
halde, kamu açıkları azalmamıştır. Kamu yönetimindeki ciddiyetsizlik, ekonomi yönetimindeki ehliyetsizlik, bankaların batmasına,
bir kısım bankaların boşaltılarak soyulmasına, para-banka-döviz oyunlarıyla, yolsuzlukların ve tüyler ürpertici suiistimallerin
artmasına yol açmış, devletin saygınlığı yıpratılmış, kamunun ekonomik gücü zayıflatılıp, kaynak açığı ağırlaştırılmış, belki
de en önemlisi, halkın, bize, siyasilere itimadı kırılmıştır.
Peki, o zamanlar muhalefetteki Refah Partisi bu işlere ne diyordu: Sayın Başbakanın şu hayalî beyanlarını, eski yıllardan,
geçmişten hatırlayınız: Kendileri diyorlardı ki: "Refah Partisi tek başına iktidar olunca, yeni bir dünya kurulacak..."
ABDULLAH ÖRNEK (Yozgat) – İnşallah...
BİLTEKİN ÖZDEMİR (Devamla) – "... hepiniz zangır zangır titreyeceksiniz; çünkü, Refah iktidara geldiğinde, buna dağlar
dayanmayacak."
ABDULLAH ÖRNEK (Yozgat) – Doğru.
BİLTEKİN ÖZDEMİR (Devamla) – Doğrudur; hakikaten öyle olacak. Bunların, hesapsız kitapsız, pervasız yaklaşımlarına,
gerçekten de, ne devletin dayanması, ne de dağların dayanması mümkün olacaktır... (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
O tarihte, Sayın Başbakan tarafından, ekmeğin fiyatı üçte bire inecek deniliyor. Anlaşılan burada, üçte bir ile üç katını
karıştırmışlar; herhalde yakın zamanda ekmeğin fiyatı üç katına yükselecektir.
Yine, Sayın Başbakan, o tarihlerde "Refah Partisi dışındaki partiler, faizci ve taklitçi partilerdir; bu partiler, adil düzenden
korkuyorlar" diyorlardı; taklitçilerin kendileri olduğunu, daha, yazılı Programlarından görüyoruz; çünkü, yazılı Programın
belkemiğini, Mesut Yılmaz Hükümetinin Programı ve Anavatan Partisinin halkımıza taahhütleri oluşturmaktadır; ancak,
uygulamada da bunlara riayet etmeyecekleri daha şimdiden görülmektedir.
Şimdi, Sayın Başbakan, o tarihlerde diyorlardı ki "Çiller, seçimden sonra kaçacak; bu hanım, dört defa sabıkalıdır. Bu hanım,
eğer, benim çiftliğimde kâhya olsaydı hemen kovardım." Evet, tam zamanıdır; şu anda, bu Hükümette, ekonomiden sorumluluğu
Sayın Çiller'e bırakmayı düşünen Sayın Başbakanın, bu sözünü tutması ülke yararına olacaktır. (ANAP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar)
Yine, Sayın Başbakan "sen, Refah Partisine hizmet etmezsen, hiçbir ibadetin kabul olmaz" diyorlardı. Arkadaşlar, böyle olur mu
hiç?!.. Bu sözler, yürekten inanıyorum ki, Allah'ın da gücüne gidecektir.
Saygıdeğer milletvekilleri, bu ve buna benzer birçok ağır ve kırıcı değerlendirmeler yaptığı Sayın Çiller'i, şimdi, Sayın
Erbakan içine sindirebilmektedir ve ülke sorunlarını "Adil Düzen" adını verdiği, ütopik, hayal mahsulü, bilimdışı çözümlerde
görmektedir. Bu düzende, emek, sermaye ve diğer üretim araçları arasında bir denge kurulması kendiliğinden mümkün olmayacağı
kabul edildiği için, devletin, hemen her şeye müdahalesi gerekecektir. Devlet müdahalesinden çıkar umanlar, gözünüz aydın olsun!..
Esnafa verilen kredi faizleri affediliyor, esnafın defter tutma yükümlülüğü kaldırılıyor, vergiler hafifletiliyor, hiçbir esasa,
hesaba ve incelemeye tabi tutulmadan... Eee, bu değirmenin suyu nereden gelecek?!. Anlaşılan, emekçileri ezecekler. Para olarak
ödenen vergiler ve faiz kaldırılıyor, vergi, devletin iştiraki yoluyla oluyor. Bu düşünce tarzı Anayasamıza da aykırıdır, bilime de
aykırıdır. Aynî vergiyi telaffuz etmek bile tüyler ürpertici.
Değerli milletvekilleri, kâr ortaklığına dayalı bankacılık getiriliyor, tüm bankalar devletleştiriliyor. Yeni banka boşaltmaları ve
banka soygunları yolda diye, insan şüpheleniyor. Kim, ne kadar vergi ödemişse, onlar devletten daha çok ve öncelikli hizmet ve kredi
alacaklarmış... Yaşasın zenginler!.. Adil düzen ve ondan esinlenerek daha bugünden telaffuz edilen yaklaşımlar, görülüyor ki
gerçekçi değil; hayalperest, bilim dışı ve ütopik; her işe devleti sokarak da âdeta komünizmi çağrıştıran bir ruh hali sergiliyor.
Daha bugünden belli olduğu gibi, adil düzenin en önemli sorunu, kaynak yaratma sorunudur. Sağlıklı kaynakları düşünmeyen,
iç ve dışborçlanmaya gitmeyeceğini iddia eden bu anlayış, kısa zamanda duvara dayanacaktır ve sonuçta enflasyonun yükselmesine
engel olamayacaktır. Acaba, bunlar, kaynak olarak, Müslüman ülkelerin zengin petrol gelirlerini mi düşlüyorlar?!.
Değerli milletvekilleri, bütün bunlar bize şunu söyletiyor. Bugünkü Koalisyon Hükümetinin bir kanadı geçmişte başarısız
olmuş ve gelip Refaha teslim bayrağını çekmiştir, uygulamada hiç sesini çıkaramayacaktır. Zaman zaman, dün Sayın Çiller'in
yaptıkları gibi, ortaya çıkıp "bizim Programımız vardır, ona uyulacaktır" gibi beyanlar bir laftan ibarettir; pratikte hiçbir değeri
yoktur. Diğer asıl büyük ortak ise, tam bir hayaller âleminde yaşamaktadır ve 1983'ten beri Anavatan Partisinin ülkemizde
yerleştirmeye çalıştığı, rekabete dayalı, özel sektörü ve Türk insanını esas alan, dünyayla bütünleşmeyi öngören serbest piyasa
rejimini geriye götürmeye yönelmiştir. Tabiî, buna, Türk toplumunun izin vermeyeceği açıktır.
Sayın milletvekilleri, Refah-Doğru Yol Hükümeti ne vaat ediyor, memleket meselelerine nasıl bakıyor; biraz da bu noktalara
değinmek istiyorum.
Şu geçen 15 güne bakınız...Bu Hükümetin, Protokolü ve Programıyla beyan ve uygulamaları arasında ciddî farklar var; hep
öyle gideceği de görülüyor. Koalisyonun üzerinde titizleneceği tek husus, yolsuzlukların askıya alınması konusundaki mutabakata
sadakat görünüyor. Koalisyonun küçük ortağının, bu konu dışındaki her hususta teslimiyetçi olacağı görülmektedir; çünkü,
bunların hem yönetim sicilleri bozuktur hem de ekonomiden anlamadıkları sabit olmuştur.
Bakınız, Maliye Bakanı çıkıyor, bugünkü ekonomik tabloyu ve bunun önemini anlatmaya çalışıyor ve sonra "ben, bunları
halledemem. Bunlar, benim gücümü aşıyor; bu meseleler, devlet meselesi haline gelmiştir" diyor. Ortağının şimdiye kadarki
uygulamaları, işleri bu olumsuz noktaya getirdiği için, ondan zaten ümidi yok, pervası da yok; muhalefet partilerine "gelin, benim
yerime hükümet edin" diyor.
Ben, size, kısa bir anımı anlatayım. Devlette memurken, bir gün, bir vatandaş bana, bir başka bakanlıkta işlerin çok acele
hallolduğunu ifade ederek "Bakanlığınızda da işlerin hızlandırılmasını rica ediyorum" diye geldiler. Sordum, o ilgili bakanlığın
yaptığı çabucacık hizmet, işin aidiyeti cihetiyle Maliye Bakanlığına havalesiymiş!
Şimdi, bu Hükümet de işleri yapmak yerine, kendi görevlerini deruhte etmek yerine, aidiyeti cihetiyle işleri Meclise havale etme
yöntemini benimsemiştir.
Değerli arkadaşlarım, bu Hükümet, meselelere yanlış ve çarpık bakarak işe başlamış gözüküyor. Devletin her türlü bilgisi
elinizin altında, bunlardan nasıl yararlanacağınızı bilmiyor musunuz? Türkiye'nin özkaynaklarının nasıl geliştirileceğinin cevabı
açıktır; vatandaşın önünden çekilin, "her şeyi devletten beklemeyin; bunları biz bulup yapacağız" derseniz, vatandaşımıza
güvenmiyorsunuz demektir. Vatandaş çalışıp bir ürün ortaya koymazsa, çalışanla çalışmayan aynı tutulursa, yolsuzluk ve devlet
soygunlarına göz yumulursa, adil devlet diye, çalışandan alıp tembel vatandaşa verirseniz, devletin bizzat kendisi, kaynaklarını
tüketip bitirirse, bu ülkenin kaynakları gelişemez; bu ülkede ekonomik ve sosyal kalkınma sağlanamaz.
Görülüyor ki, Hükümetin amacı kaynak bulmak değildir; çünkü, geçen sene bu vakitler, burada, plan görüşmeleri sırasında,
Hükümet kanadına mensup sayın milletvekillerinden Ünaldı'nın söylediklerini hepiniz hatırlayacaksınız; görüşmeleri hepimiz
biliyoruz. Burada, Devlet Planlamanın, her boyutuyla anlatmış olduğu, planın hazırlığı sırasında görüşülen ülkenin tüm
kaynakları konusunda açıklamalar yapılmış ve kendileri ne demişlerdir: "Bu planda, hiçbir şekilde gerekli kaynaklar
öngörülmemektedir. Bu işler için, işbaşına gelecek iktidarın, ufku açık, bilgili ve bu işlere dirayetli insanlardan olması gerekir"
demişlerdir. Şimdi, kendileri, eğer, bu dirayette, hünerdeyseler, niçin gelip de, batıl diye değerlendirdikleri diğer partilerden kaynak
talep etmektedirler; bunu anlamak mümkün değildir.
Değerli arkadaşlarım, bir de, şu, kamu personeline yapılan artışlara bakalım. Bu artışlar bir bakıma azdır bile; çünkü, kamu
personelinin ve emeklilerin reel gelir seviyesi 1995 yılında, seçimlere kadar, 1994 yılında da bütün yıl müddetince ağır derecede
geriletilmiştir. 1994 yılında, kamu personelinin reel gelir düzeyi yarı yarıya budanmıştır; o nedenle, ne kadar iyileştirme yapılsa,
yeridir. Şimdi, Sayın Başbakan, zaman zaman, kamu görevlilerinden bir bölümünün daha, gelirlerine ekstra iyileştirme yapacaklarını
ifade ediyorlar. Ben, kendilerinin dikkatlerine sunuyorum: Bu iyileştirmelerde öğretmenleri unutmasınlar. Kamu personelinin en
mağdur olan kesimi onlardır ve bunu yaparken de, önce kaynağı bulsunlar, sonra, onlara da, diğer kamu personeline de kaşıkla
verdiklerini, kepçeyle alma durumuyla karşılaşmasınlar.
SÜLEYMAN HATİNOĞLU (Artvin) – Sağlıkçıları da unutmasınlar. Sağlık çok önemli...
BİLTEKİN ÖZDEMİR (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, hükümet etmenin sorumsuzluğa tahammülü yoktur. Hükümet
etmenin temelinde, kaynak temin etme, kaynakları adil bir biçimde bölüştürme ve tahsis vardır. Kaynak meselesi, ülke meselelerinin
tamamının kaynağıdır. Kaynak bulma sorununu halledemeyenler, tercihlerini koyamayanlar, ne bir siyasî parti olabilirler ne
hükümette olabilirler ne de Büyük Millet Meclisinde, meselelere çare üretebilirler.
ÖMER EKİNCİ (Ankara) – Kararı millet veriyor.
BİLTEKİN ÖZDEMİR (Devamla) – O itibarla, kaynakların bulunması, hükümet etmenin maharetidir ve bugünkü Hükümetin
buraya getirdiği mesele de, bu konuda hiçbir becerileri olmadığının asıl işaretidir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bir tarafta, geçmişte benimsenen yanlış politikalar yüzünden, sosyal güvenlik
kurumlarımız batma noktasındayken, bu alanda acil tedbirlere ihtiyaç varken, devletin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
kalkıyor, bir sendika yetkilisiymiş gibi beyan ve taahhütlerde bulunuyor. Devletin, bu alandaki yükünün artacağını bile bile, böyle,
sorumsuzca beyanda bulunuyorlar. Sayın Bakan, çalışan dargelirli kesim üzerindeki vergiyi daha da artırmayı mı düşünüyor? Diğer
konuşmacı arkadaşlarımız belirtti; Sayın Maliye Bakanı çıkıyor, Sayın Başbakana atfen, faizlere tavan getirmekten söz ediyor.
Sayın Bakan, bunun malî tahribatını, ekonomik tahribatını hesap ettiniz mi? Hayır, etmediğiniz çok açık. Doğacak ekonomik kayıp
için bir kaynak buldunuz mu? Hayır, bulmadığınız çok açık. Böyle bir öneride, Hükümetten "ne ekonomik kaybı" diye bir soru
gelirse, herhalde şaşmamak gerekir.
Şöyle söyleyelim; siz, eğer, faize sınır getirirseniz, bu, devletin, müdahaleci ekonomiye; 1980 öncesinin, artık, bütün dünyada
terk edilmiş ilkel yaklaşımlarına geri dönmeye ve demode ekonomik modelleri tekrar ön plana çıkarmaya yol açar. Faizleri
artırırsanız, tefeciliği daha da hortlatırsınız; piyasalardaki dengeleri, güveni, tüm sistemi bozarsınız; kaynaklar rasyonel dağılmaz;
fiyatların yanlış oluşmasına yol açarsınız; dışarıya sermaye kaçışına sebep olursunuz; döviz kurlarını tutamazsınız, döviz
rezervlerini kısa zamanda eritirsiniz; gölge fiyatlar oluşur, karapara oluşur, karaborsa oluşur. Bunları daha da çoğaltabilirsiniz; ama,
kısaca diyorum ki, bu tür müdahaleler, serbest piyasa ekonomisini rayından çıkarır ve ülkemizi 15 yıl geriye götürür.
Nitekim, daha 48 saat geçmeden, faiz oranları, geçmişte uygulanan olumlu günlere nazaran 30-32 puan gerilemiştir. Faizler,
geçen haftaya nazaran 12-15 puan yükselmiştir; ama, daha önceki uygun düzeye nazaran 30-32 puan kayıplar olmuştur. Üstelik,
devlet de, bu kadar yüksek faize rağmen, borçlanamaz durumdadır. Vaktiyle, bizim hükümetimiz döneminde 7 ay vadeye kadar
uzanan ve yıllık faizi yüzde 105'lere kadar inen, 100 trilyon dolayında satışlar kolayca vaki oluyordu. Bugün ne olmuştur; vadeler
düşmüştür, faiz 30-35 puan yükselmiştir, 10-15 trilyonluk bir satışla yetinilmiştir. Bu yaklaşım sürdürülürse, yarın, bugünler de
aranacaktır. Bu bol keseden atılmaların, inanınız, ne size ne ülkemize ne halkımıza ne de vatandaşımıza hiçbir faydası yoktur.
Şimdi, bakıyoruz, Sayın Başbakana atfen, Sayın Maliye Bakanı dokuz maddelik bir çözümden bahsediyor. Bu dokuz maddelik
çözümün veya stratejinin hepsi de birbirinden yanlış.
ÖMER EKİNCİ (Ankara) – Size göre yanlış...
BİLTEKİN ÖZDEMİR (Devamla) – Bir defa, iktisadî bir mantığı yok; yani, iktisat okuyan, iktisat fakültesinin birinci
sınıfının birinci sömestresinde "İktisadın Temel Kuralları" dersini okuyan bir kişi, burada, bir iktisat mantığının olmadığını
hemen görebilir. Burada, bu söylemler içerisinde bilgisizlik de arşı âlâya çıkıyorve ülkeyi, 1980'e kadar anlatıp durduğumuz,
mümkün olmadığını ifade ettiğimiz, Cumhurbaşkanımız rahmetli Turgut Özal'ın hepinizin beynine vura vura kabul ettirdiği sistemi
unutup, tekrar geriye götürmeye yöneltiyor. Bundan bir defa vazgeçiniz.
AHMET DOĞAN (Adıyaman) – O kurallar anamızı ağlattı...
BİLTEKİN ÖZDEMİR (Devamla) – Şimdi, bakınız, siz neler düşünüyorsunuz: Kredi borçlarını affedeceksiniz, parasal
genişleme olacak. Kaynağı?.. Kaynağı, herhalde duayla sağlayacağız!..
Sorumsuz, hesapsız zamlar yapacaksınız. Nedenini siz de biliyorsunuz. Nedeni, ülkeyi yönetmek değil; halkı bir süre kandırıp,
bilahara, sandık başında tuzağa düşürmektir; halkımız bu tuzağa düşmeyecektir.
Peşin verginin kaldırılması düşünülüyor. Bu, peşin verginin, çalışan emek grubu karşısında gücünü bir kat daha artırmaya
yönelik bir yanlış politikadır. Bunu çok iyi öğrenmeniz gerekir.
Şimdi, tutulmuş "özel sektör yatırımcılarının altyapısına teşvik desteği verilecek, kredi desteği verilecek" deniliyor. Buradaki
yolsuzluklardan ülkeyi kurtarmak için bu ülke 15 yıldır uğraşıyor. Tekrar, o kara ve yanlış günlere dönmeyiniz. Bütün bunlar için ne
kaynak öneriliyor? Hiçbir şey. Meclisi davet etmişler "bu işleri yapacağız; ama, bizim paramız yok, bize kaynak bulun." Haa, yok,
biraz sıkıştırdığınız zaman da "kaynak bulduk" diyorlar.
Nedir buldukları? Devletin yetmiş yıllık birikimlerini götürüp satmak... Devletin lojmanlarını satacaklar, devletin arazilerini
satacaklar, devletin kamplarını satacaklar. Belki, bunların içerisinde, hakikaten, verimli bir şekilde kullanılmak için, akıllı bir
şekilde kullanılmak için elden çıkarılması gerekenler vardır, doğrudur; ama, şunu ifade edeyim size; buna bel bağlarsanız, çok
günah işlersiniz, bunun sonu yoktur. Geçen sene yapılan arızî vergilendirme, nasıl ki, bugün, devleti açmaza ve çıkmaza
götürmüştür, sizin de, elinizdeki mevcut varlıkları bir defa satıp, ondan sonra, muhannete, devleti muhtaç etmeye, hiçbir surette
hakkınız yoktur, bunu unutunuz.
Öbür taraftan, özelleştirme gelirlerini, yapmış olduğunuz bu hesapsız kitapsız açıkların kapatılması için kullanmayı
düşünüyorsanız, o, bundan da daha büyük günahtır? Niçin günahtır? Çünkü, orada, siz, onbinlerce çalışanımıza yatırım yapılacak
kaynağı, götürüp, açıklarınıza, cari harcamalara ayırmak zorunda kalacaksınız. İşsizlerin, hiç gelir elde etmeyenlerin durumu,
bugün, iyi kötü gelir elde edenlerin durumundan çok daha içler acısıdır. Asıl üzerinde durulacak, devlete, yatırım kaynaklarının
nasıl artırılacağının sağlanmasıdır.
Değerli milletvekilleri, şimdi, nereye gidiyoruz, bütün bunlardan, varmak istediğim bir sonuç var, bir yere götürüyor bizi bu:
Bunların, memleket meselelerine bir hazırlık ve çözümleri olmadığını arz etmeye çalıştım; görülüyor. Bu yüzden de,
politikalarını, iki esasa oturtmuşlar; birincisi, böyle, yolsuzluk gibi, devlet ciddiyeti gibi, kamu yönetiminde sağlıklı yaklaşımları
sağlayacak çalışmaları, bir defa, dondurmuşlar. Özellikle, büyük ortak, bu konuda, kendisinden bekleneni yapmamaktadır. Birinci
oturttukları yaklaşım budur.
HÜSAMETTİN KORKUTATA (Bingöl) – El insaf ve merhamet!..
BİLTEKİN ÖZDEMİR (Devamla) – İkincisi, devletin takatı ve malî gücü, keyif getirici uygulamalarla, bir süre
kullanılacaktır ve bu takat bittiği anda, tutup, halkımızı, seçim sandığına davet edip "gördünüz mü, bakın, biz, ne kadar sizi
memnun edici uygulamalar yaptık" diyerek tuzağa düşürmeye çalışmaktır. Böyle bir şeyi kabul etmek mümkün değildir ve buna
mutlak surette engel olmamız gerekir.
Bakınız, bu ayın son üç gününde, Hükümet, 200 trilyonluk Hazine ödemesi yapacak; nerede bunun kaynağı? Bunun altından
nasıl kalkacaksınız? Bunu gelip söyleyebiliyor musunuz?
ÖMER EKİNCİ (Ankara) – ANAP'tan alırız!..
BİLTEKİN ÖZDEMİR (Devamla) – Sadece geçen hafta, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasından 80 trilyon lira avans
çekilmiştir. Bu avans çekimleri, önümüzdeki aylarda da şiddetle devam edecektir.
Bakınız, bütçe hazırlıklarını hatırlayınız; biz, bütçeyi hazırlarken, Sayın Mesut Yılmaz Hükümeti, 400 trilyon açıkla işe
başladı, bütçe yapıldı ve 450 trilyon daha açık vererek, ülkenin malî yılının 850 trilyon dolayında açıkla kapanacağını, Plan ve
Bütçe Komisyonunda, Hükümetle birlikte yapılan ciddî ve dikkatli çalışmalar sonunda temin ettik. O tarihlerde, Sayın Çiller "aman!
Biltekin Bey, bu kadar açık vermeyiniz, bütçeyi bu kadar açıkla bağlayamayız" diye bana telkinde bulundular. Ben de kendilerine,
bütçenin zaten 400 trilyon açığı olduğunu; 800 trilyon liralık hedefin, çok çok uygun bir hedef olacağını anlatmaya çalıştım.
Yanındaki arkadaşlarının aksi görüşlerine rağmen kendisine bunu izah ettim.
Şimdi, bakıyorum, bu Hükümetin bütçe açığı diye bir pervaları yok. Ne yapmışlar? Başta, Maliye ve Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanları, yetkilileri on gün içinde devlete, tam 1,1 katrilyon liralık ilave açık getirmişlerdir. Nasıl getirmişlerdir
anlatayım:
Bir defa, şu beyanların, yaratılan güvensizliğin, gerek iç borçlanmalarımızda, gerek dış borçlarımızda, hem vadeler
açısından, hem faiz hadleri açısından, hem döviz kurları açısından bütçeye bir külfeti oluşmuştur. Bu külfetin dışborç kalemi 200
trilyon liradır. Bu 10 günlük, daha uygulamaya girmeden yapılmış olan bilgisiz ve gayri ciddî beyanların, dışborç bütçesine yükü
200 trilyon lira olmuştur. Aynı şekilde, içborçlar için de 400 trilyon liralık yük gelmiştir. Şu sorumsuz beyanlardan gelen yüktür bu
bütçeye...
Maaş artışlarıyla, bunun, sosyal güvenlik kurumlarına yansıması da, asgari ücretle bağlantısını kurduğumuz zaman, 200
trilyon lira daha yük getirmektedir ve şimdi, tarımsal destekleme için, Merkez Bankasından, Ziraat Bankası marifetiyle, en az 350
trilyon liralık bir karşılıksız kaynağın daha ekonomiye zerki planlanmıştır. Değerli milletvekilleri, bunları alt alta topladığınız
zaman, şu Hükümetin, 15 günlük sorumsuz davranışının devlete yükü 1,1 katrilyon lirayı geçmiştir. Buna 850 trilyon liralık da
normal bütçe açığını eklerseniz, bu sene, ne yazık ki, devletin yıl sonu bütçe açığı 2 katrilyon liraya kadar yükselecektir.
Değerli milletvekilleri, peki, bu 2 katrilyon lira dolaylarındaki açık önümüzdeyken enflasyon nereye gidecektir? Ben, öyle
tahmin ediyorum ki -bunu bilim adamları da doğruluyorlar; sayın profesörlerden kurulu Hükümetimizin bilim adamlarının da bu
görüşün aksini düşünmediklerini arzu ederim- şu önümüzdeki ağustos ayını geçirdikten sonra, Türkiye'de, göreceksiniz, enflasyon
hadleri, belki de, 1994'lerde yaşamadığımız düzeylerin bile üzerine çıkacak ve bu yıl sonu itibariyle, Türkiye'de, biz, daha malî yılı
idrak etmeden, enflasyon haddinin, üç haneli düzeylere geldiğini göreceğiz.
Değerli milletvekilleri, şunu arz ediyorum: Adil düzen diye bize ve Türk toplumuna sunulan ve bizim, muhalefette, sürekli,
buradan, halkımıza bir çare, bir derman gelmeyeceğini ifade ettiğimiz düzen, daha ilk gününden itibaren, bize göre fiyaskoyla
sonuçlanmıştır. "Adil düzende her şey var. Her şeyi biliyoruz, meseleleri biliyoruz, çareler elimizde. Vergileri kaldıracağız.
Kaynakları biliyoruz. Motordan, buğdaydan, bütün ayni edinimlerden vergi alacağız" dediniz. Haydi, buyurun, bu dediklerinizi yapın
bakalım! Yapamadığınız, acz içerisinde olduğunuz ve bundan sonra da yapamayacağınız çok açık bir şekilde görülmüştür.
Şimdi, siz diyorsunuz ki, "rant ekonomisinden üretim ekonomisine geçeceğiz" Değerli arkadaşlarım, hiç, söz konusu mu?!. Siz ,
kendiniz inanıyor musunuz?!. Siz, nereye geçiyorsunuz biliyor musunuz, üretim falan yok sizde, devletin kaynaklarını tüketim
ekonomisine geçiyorsunuz; yaptığınız başka bir şey yok. Savunduğunuz, iddia ettiğiniz dava ve prensiplerle, daha, işin başında ters
düştünüz. Bunu, sadece biz değil, aziz milletimiz de görüyor. Adil düzen, seçim meydanlarının hayaleti olarak siyasî bir efsane
olduğunu, sayenizde, çok çabuk ispatladı.
Bu sebeple de size çok teşekkür ediyorum ve hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Anavatan Partisi Grubu adına konuşan Sayın Biltekin Özdemir'e teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, söz sırası, Doğru Yol Partisi Grubunun.
Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Halil Yıldız konuşacak.
Buyurun Sayın Yıldız.
DYP GRUBU ADINA HALİL YILDIZ (Isparta) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geçen birleşimde, görüşülmesi
kararlaştırılan, Türkiye’nin özkaynaklarının değerlendirilmesiyle ilgili konuda, Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak
üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisi ve televizyonları başında bizleri izleyen muhterem vatandaşlarımızı
saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk ekonomisinde kaynakların harekete geçirilebilmesi, bir diğer deyişle, sürekli ve
sürdürülebilir bir büyüme ortamının temini için, bugün, mevcut meselelerimizin tespiti ve çözüm tekliflerinin geliştirilmesi büyük bir
önem taşımaktadır.
Genç bir nüfusa sahip olan ülkemizin, gerek bu potansiyelden gerekse coğrafi ve kültürel konumundan yeterince yararlanabilmesi
için, uzun dönemli bir perspektifi içerisine alan stratejileri geliştirmesi şarttır.
Konuşmamda, Türk ekonomisinin mevcut meseleleri ve çözüm teklifleriyle, harekete geçirilebilecek kaynaklar ve yapılabilecek
düzenlemeler üzerinde durmak istiyorum.
Türkiye’de 1980 sonrası dönemde, rekabete açık ekonominin ilke ve esaslarının yerleştirilmesi, dışticaretin serbestleştirilmesi,
yurtiçi malî piyasaların yeniden yapılandırılması ve geliştirilmesi yönünde önemli adımlar atılmıştır. Bu sürecin bir
tamamlayıcısı olarak, 1989 yılında, uluslararası sermaye hareketleri tamamen serbest bırakılmıştır. Bu dönemde, kamu kesiminde
yeniden yapılanma çalışmaları da sürdürülmüştür.
1980’li yıllardaki bu gelişmelere rağmen, kamu açıkları, kronikleşen yüksek enflasyon, imalat sanayiindeki yatırım eksikliği ve
özellikle, rekabet ortamını geliştirecek yapısal değişikliklerin, kamu ve özel kesimde gerçekleşmemesinin yarattığı meseleler
önemini korumuştur.
Son yıllarda ortaya çıkan gelişmeler, kamu açıkları ve sıcak para girişiyle desteklenen tüketime dayalı büyüme ortamının
sürdürülebilir olmadığını; ekonomik dengelerin sağlanmasında, para ve maliye politikalarının uyum içerisinde uygulanması
gereğini ve sürekli büyümenin temel şartı olan verimlilik artışını sağlayacak ortamı yaratmak için, yapısal meselelere süratle çözüm
getirilmesi ihtiyacını açıkça ortaya koymuştur.
Türkiye ekonomisinin yapısal meseleleri, enflasyon, kamu açıkları, yüksek faizli ve kısa vadeli iç borçlanma, eğitim düzeyinin
yetersizliği, hızlı nüfus artışı, sağlık hizmetlerinin yetersizliği, işsizlik, gelir dağılımındaki adaletsizlik, tarımsal üretimdeki
istikrarsızlık ve sektörde düşük gelir düzeyi, sanayide rekabet gücünün zayıflığı ve teknolojik gelişmenin yetersizliği, finans
piyasalarında malî derinleşmenin sağlanamaması, yetersiz vergi gelirleri, sosyal güvenlik sistemindeki bozulma ve artan finansman
açıkları, genişleyen kayıt dışı ekonomi olarak ifade edilebilir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1988 sonrası dönemde, yüksek kamu açıkları, malî piyasalar ve Merkez Bankası
kaynakları üzerinde baskı yaratarak, enflasyonist beklentilere süreklilik kazandırmıştır. 1988-1995 döneminde, ortalama fiyat artışı
yüzde 72 seviyesinde gerçekleşmiştir.
Türkiye’de yaşanmakta olan enflasyonun, kamu açıkları ve bu açıkların finansmanından kaynaklanan talep yönlü ücret, faiz ve
kurlardaki gelişmeler sonucunda oluşan malîyet yönlü nedenleri dışında, hızlı nüfus artışı, sağlıksız kentleşme ve piyasaların
yapısından kaynaklanan sebepleri de bulunmaktadır. Ancak, Türkiye’de, son yıllarda yaşanan enflasyonun en önemli kaynağını,
yüksek kamu açıkları oluşturmaktadır. Kamu kesiminin, malî sistem üzerindeki baskısının giderek artması, malî derinleşmenin
yeterince sağlanamadığı bir ortamda, faiz oranlarının yükselmesiyle birlikte, vade yapısının kısalmasına ve enflasyonist
bekleyişlerin süreklilik kazanmasına yol açmaktadır. Böyle bir ortamda, mal ve faktör piyasalarında, fiyatlar, geçmiş döneme
endekslenmekte ve enflasyonist süreç, kendi kendini besleyen bir yapıya dönüşmektedir.
1994 yılı ocak ayı ortalarından itibaren, özellikle, döviz kurlarındaki sıçramayla birlikte, piyasalara bir belirsizlik hakim
olmuştur. Bu belirsizlik çerçevesinde, dış borçlanma imkânları da sınırlandırıldığından, kamu kesimi, dış finansman sıkıntısı
içine girmiştir. Yükselen yurtiçi enflasyon ve faiz oranlarına paralel olarak da iç borçlanmanın malîyetinin artması, kamu kesimi
açığının finansmanında, bir baskı unsuru olarak ortaya çıkmıştır.
1994 yılının ilk çeyreğinde, piyasalarda kendini gösteren malî kriz sonucunda açıklanan 5 Nisan tedbirleriyle, ekonomide
istikrarı sağlamaya yönelik uygulamalar yürürlüğe sokulmuştur. Bu istikrar programıyla, öncelikle, kısa vadeli önlemlerle,
piyasalarda istikrarın sağlanması amaçlanmıştır. Ancak, ekonomik dengesizliğin katlanarak büyümesine ve kriz ortamına
gelinmesine yol açan temel faktörün kamu açıkları olduğu vurgulanarak, orta, uzun vadede ekonomik dengelerin kalıcı olmasını
temin etmek üzere, yapısal önlemlerin uygulamaya konulması hedef olarak alınmıştır.
Kısa vadede uygulanan sıkı para ve maliye politikaları sonucunda bütçede büyük tasarruf sağlanmış, önce çok yüksek
seviyelerde oluşan faizler, haziran ayından itibaren, malî piyasalarda istikrarın ve Türk Lirasına olan güvenin sağlanmasıyla birlikte
sürekli olarak düşmüş, borçlanmanın vadesi ise önemli ölçüde uzatılmıştır. Bütün bu önlemlerin sonucunda, kamu kesimi
borçlanma gereği, 1993’te yüzde 12,2 seviyesinden, 1994 yılında 8,1 seviyesine gelmiştir.
1995 yılı, bir önceki yıl uygulamaya konulan tedbirlerin de etkisiyle, enflasyonun üç haneli rakamlardan yüzde 65’ler seviyesine
düştüğü, döviz kurlarının kontrol altında tutulduğu ve istikrarın büyük ölçüde korunduğu bir yıl olmuştur. Bununla beraber, 1995
yılının son çeyreğinde, erken seçim kararının alınmasıyla ortaya çıkan siyasî belirsizliğin iç piyasalarda yeniden yarattığı
istikrarsızlık sonucu, kamu kesimi finansman ihtiyacında artış kaydedilmiştir.
Türkiye ekonomisinde enflasyonun kalıcı bir biçimde düşürülmesi, enflasyonla mücadelede yapısal reformların
gerçekleştirilmesine öncelik veren orta vadeli bir programın uygulamaya konulmasıyla mümkündür. Orta vadeli program
çerçevesinde kamu açıklarında sağlanacak daralma, verimlilik artışıyla uyumlu gelirler politikası, kamunun, Merkez Bankası ve
malî piyasalar üzerindeki baskısının hafiflemesi sonucu, para politikalarının etkinliğinin artması ve yapısal reformlarda sağlanacak
gelişmelere bağlı olarak, enflasyonun tedricen düşmesi mümkün olacaktır.
Kamu kesimi borçlanma gereğinin gayri safî millî hâsılaya oranının azalması, kamunun, malî piyasalardaki kullanılabilir fon
talebini azaltacaktır; bu da reel faiz oranlarında düşmeye neden olacaktır. Ayrıca, özel kesimin kullandığı fonların maliyeti, malî
tasarrufların artırılması ve malî sistemin etkinleştirilmesi suretiyle düşecektir. Böylece, enflasyonun aşağı çekilmesinde, artan
üretim kapasitesinin de katkısıyla üretim genişlemesi, önemli ölçüde katkıda bulunacaktır.
Avrupa Birliğiyle gümrük birliğinin getireceği rekabet ortamının, özellikle imalat sanayiinde gözlenen ve rekabetçi yapıdan
uzak, endüstriyel organizasyonun belirlediği sübjektif fiyatlandırma uygulamalarını engellemesi beklenmektedir.
Dışa açılma ve koruma oranlarındaki önemli ölçüde düşüş ve devletin, gerek rekabet ortamını sağlamak gerekse kendi içinde
etkinliği artırma yönünde yeniden yapılandırılması, piyasaya giriş çıkış engellerinin azalmasına yol açarak, enflasyonun
düşmesine, kaynak tahsislerinin etkinliğine ve tüketici refahının artışına neden olacaktır. Özelleştirmede sağlanacak gelişmeyle
kaynak tahsisi etkinleşecek; işletmelerin, rekabet ortamında faaliyet göstermeleri temin edilerek, verimlilik artışı ve fiyatların,
uluslararası düzeyde oluşması sağlanacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kamu harcamaları, 1989 yılından itibaren, personel ve faiz giderlerinin yükselmesi
sonucunda hızla artmıştır. Bu gelişmede, 1984 yılı sonrasında, kamu açıklarının yüksek reel faizi iç borçlanma ile finanse
edilmesinin getirdiği faiz yükü, borçlanma vadelerinin giderek kısalması ve 1989-1993 döneminde maaş ve ücretlerde sağlanan
yüksek reel artışlar etkili olmuştur. 1994 yılından itibaren de faiz yükünün ağırlığı giderek artmıştır.
Yüksek kamu açıklarının sebepleri ise, yetersiz vergi gelirleri, verimsiz ve hantal kamu idaresi, yüksek maliyette ve verimsiz
olarak çalışan KİT’ler, aktüaryel dengeleri bozulmuş sosyal güvenlik kuruluşları, rasyonel olmayan teşvik, sübvansiyon ve tarımsal
destekleme politikalarıdır.
Yüksek kamu açıklarının, kısa vadeli iç borçlanmayla karşılanması da, bunlara ek olarak, kamuya, ciddî bir içborç servis yükü
getirerek, faiz oranlarının yükselmesine ve kamu açıklarının süreklilik kazanmasına yol açmıştır. Orta vadede, özelleştirme, sosyal
güvenlik reformu, vergi gelirlerinin artırılması, teşviklerin ve tarımsal desteklemenin rasyonel hale getirilmesi yoluyla kamu
açıklarının azaltılması gerekmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; içborç stokunun, gayri safî millî hâsıla içindeki payı, 1980’li yılların ortalarından
itibaren yüzde 20 civarında seyretmektedir. Diğer ülkelerle karşılaştırıldığında, içborç stoku çok yüksek görünmemektedir; ancak,
malî sistemin yeterince derinleşmemesi, içborç stokunun düşüklüğüne rağmen, istikrarsızlık kaynağı olmasına yol açabilmektedir.
İç borçlanmanın vade ve faizinin, büyük ölçüde, ekonomik aktörlerin bekleyişlerine bağlı olduğunu kabul etmek gerekir.
Ekonomik ve siyasal belirsizliklerin arttığı dönemlerde, vadeler kısalırken, faiz oranları yükselmektedir. Siyasî istikrarın
sağlandığı bir ortamda, orta vadeli bir perspektifle ve toplumun çeşitli kesimleriyle konsensüs içinde uygulanacak bir yapısal
değişim programı, enflasyonist bekleyişlerin kırılması ve güven ortamının tesisinde önemli bir rol oynayacaktır. Böyle bir
ortamda, içborçların vadelerinin uzamasını ve reel faizlerin düşmesini beklemek yanlış olmayacaktır.
Dışborçların, sürekli olarak, iç kaynaklardan finanse edilmesi uygulamasına son verilmeli ve öncelikli olarak, dışborç anapara
geri ödemelerinin dış kaynaklardan yapılması sağlanarak, iç borçlanma üzerindeki baskı azaltılmalıdır.
İçborçların ekonomiye getirdiği yükün hafifletilmesi için, mutlaka, kamu kesimi borçlanma gereğinin kalıcı olarak düşürülmesi
gerekmektedir. Giderek artan kamu açıklarının bir yansıması olarak, konsolide bütçe dışı kurumların son yıllarda bozulan
finansman dengeleri de, ilave iç borçlanmalara yol açmaktadır. Özellikle, aktüaryel dengelerini önemli ölçüde bozan sosyal güvenlik
kuruluşlarının finansman açıkları, bütçeden, artan miktarlarda yapılan transferlerle karşılanmaktadır.
Ayrıca, başta belediyeler ve KİT’ler olmak üzere, çeşitli kamu kuruluşlarının, Hazine garantili dışborçlarının geri ödemeleri
Hazine tarafından üstlenilmek suretiyle, Hazinenin borçlanma ihtiyacı artırılmaktadır. Nakit borçlanma ihtiyacını artıran bu gibi
unsurların yanı sıra, bütçe dışı kurumların açıklarını finanse etmek amacıyla verilen ikraz, tahkim ve Merkez Bankasına kur
farkları için verilen tahviller malî disiplini bozarken, nakden yapılan faiz ödemeleri nedeniyle de ilave finansman ihtiyacı ortaya
çıkmaktadır.
Borçlanma politikasının disipline edilebilmesi için, bütçe kanunundaki ikraz ve limit dışı borçlanmaya imkân veren hükümlerin
kaldırılması gerekmektedir. Ekonomide, zaman zaman, kısa vadeli sermaye girişiyle desteklenen, iç talebe dayalı bir büyüme
performansı sağlanabilmiş olmasına karşılık, bu durum, kamu kesimi finansman dengesi ve cari işlemler dengesinin giderek
bozulması sonucunu doğurmuş ve orta dönemde sürekli bir büyümenin gerçekleştirilebilmesini güçleştirmiştir. İç ve dış dengelerde
gözlenen dalgalanma, bir yandan, ekonominin hızla istikrara kavuşturulmasını, diğer yandan da, sürekli istikrara sahip çıkılacak
yapısal reformların gerçekleştirilmesini zorunlu kılmaktadır.
Değerli milletvekilleri, nüfusun eğitim düzeyinin yetersizliği devam etmektedir. 1990 yılı itibariyle 6 ve daha yukarı yaştaki
nüfus içerisinde erkeklerin yüzde 11,2’si, kadınların yüzde 28’i okuma yazma bilmemektedir. Okuryazar erkek nüfusun yüzde
73,6’sı ilkokul mezunudur. Okuryazar kadınlarda ise bu oran 81,6’dır. Öğretmen ve öğretim üyesi sayısındaki yetersizlikler ve
dağılımındaki dengesizlikler imkân ve fırsat eşitliği yanında, eğitimin kalitesini de olumsuz bir şekilde etkilemektedir. Meslekî
teknik ve yaygın eğitimin, ekonominin insangücü ihtiyaçlarına uygun hale getirilmesi çalışmalarında amaçlanan düzeye
ulaşılamamıştır. İnsangücünün yetiştirilmesi ve verimliliğin yükseltilmesi amacıyla eğitime ayrılan kaynakların artırılması ve
akılcı bir şekilde kullanılması esastır.
Eğitim programları, öğretim yöntemi ve teknikleriyle, eğitim araç ve gereçleri, kalkınma amaçları ve teknolojik gelişme
açısından ele alınarak, evrensel ölçülerde demokratik ve katılımcı bir anlayışla yeniden düzenlenmelidir.
Yükseköğretim, bürokratik ve merkeziyetçi yapıdan kurtarılarak, sistemde rekabeti geliştirici düzenlemeler mutlaka
yapılmalıdır.
Eğitim, öğretim sistem ve programları, uluslararası eğitim sistem ve standartlarına uygun hale getirilmelidir. Eğitimin her
kademesinde evrensel bilgiye ulaşmayı sağlayacak ileri teknoloji ve özellikle bilgisayar kullanımı yaygınlaştırılmalıdır. Özel
kesimin eğitim hizmeti sunma faaliyetleri süratle teşvik edilmelidir. Kamu ve özel kesimde, düzenli, yaygın meslekî eğitimin teknik
ve finansman yönünden desteklenmesine önem verilmelidir.
Değerli milletvekilleri, sağlık hizmet birimlerini ve hizmet sunuşunu yeniden yapılandıracak ve mevcut kapasitenin verimli
şekilde kullanılmasını sağlayacak bir sağlık reformunun gerçekleşmesi ihtiyacı devam etmektedir. Hastaneler, daha kaliteli, etkili ve
verimli bir sağlık hizmeti sunulabilmesi için, özerk ve güçlendirilmiş yönetimlerce yönetilen sağlık işletmelerine dönüştürülmelidir.
Nüfusun tamamını kapsayan sağlık sigorta sistemi oluşturularak, prim ödeme gücü olmayanların primleri devlet tarafından
karşılanmalıdır. Koruyucu hekimlik uygulaması kesinlikle yaygınlaştırılmalıdır. Özel kesimin sağlık sektöründeki faaliyetleri
özendirilmelidir.
Değerli milletvekilleri, 1995 yılı nisan ayı itibariyle, işsiz ve eksik istihdam nedeniyle atıl durumda bulunan işgücü oranı yüzde
14,2’dir. İşgücü arzının hızlanacak olması ve kırsal kesimden kentlere göç nedenleriyle daha da kritik bir nitelik kazanacak olan
üretken istihdam yaratma kapasitesi, sanayi yatırımlarının düşük bir düzeyde seyretmesinin de etkisiyle sınırlı kalmaktadır.
Düşük verimli tarım sektörü, ücretlerle verimlilik arasında yeterince bağlantı kurulamaması, kurumsallaşma eksikliği, bazı
alanlarda güvence belirsizliği gibi sebeplerin etkisiyle, işgücü piyasasının işleyişindeki aksaklıklar devam etmektedir. Öngörülen
ekonomik yapının ihtiyaç duyduğu insangücünün yetiştirilmesi, işgücünün niteliğinin yükseltilmesi ve işgücü piyasasının
işleyişinin etkinleştirilmesi, istihdamın artırılması için gereklidir.
Yüksek katmadeğer yaratacak sektörlerin geliştirilmesiyle nitelikli işgücü istihdamı artırılırken, düşük ve orta nitelikteki
işgücünün istihdamı için, geleneksel emekyoğun sektörler ile küçük ve orta ölçekli işletmelerin istihdam potansiyelinden
yararlanılmalıdır. Kamudaki aşırı ve dengesiz istihdam azaltılmalıdır. Arz, ara kademe işgücü yetiştirilmesine yönelik çalışmalara
ağırlık verilmelidir.
Değerli milletvekilleri, tarım sektörümüzün başlıca meseleleri, işletmelerin küçük ve parçalı yapıda oluşu, istihdam fazlalığı,
çalışanların gelirlerinin diğer sektörlere göre daha düşük oluşu, sektör içerisinde gelir dağılımının bozuk olması, toprak erozyonu,
toprak ve su kaynaklarında planlama ve yönetim eksikliği, üretim, verim, teknik, bilgi, örgütlenme ve istatistikî bilgi toplama
yetersizlikleridir.
Artan nüfusun dengeli ve yeterli beslenmesi, ihracatta mukayeseli avantaja sahip olduğumuz ürünlere ağırlık verilerek, üretimin,
verimliliğin, ihracatın ve üretici gelirlerinin artırılması temel amaç olmalıdır. Tarım politikaları, Dünya Ticaret Örgütü kuruluş
anlaşmasının tarımla ilgili hükümleri çerçevesinde ülkemizin yükümlülükleri ve Avrupa Birliği ortak tarım politikasında beklenen
gelişmeler dikkate alınarak düzenlenmelidir. Bu çerçevede, tarım ürünleri fiyatlarına olan devlet müdahaleleri azaltılarak, bunun
yerine, kayıtlı hedef kitleye doğrudan gelir desteği verilmesi yoluna gidilmelidir; girdi destekleri aşamalı olarak azaltılmalıdır; arz
fazlası olan ürünlerin üretimleri, ekim alanları sınırlandırılmalıdır; iç ve dış talebi olan ürünlerin üretimine yönelme
sağlanmalıdır; tarımsal üretimin yönlendirilmesi, pazarlanması ve üreticilere hizmet götürülmesi konularında faaliyet göstermek
üzere üretici birliklerinin kurulmaları ve kooperatiflerin geliştirilmeleri özendirilmelidir; çiftçi gelirlerine istikrar kazandırmak üzere
tarım ürünlerinin sigortalanması sistemi mutlaka geliştirilmelidir; tarıma dayalı sanayi teşvik edilmeli, işlenmiş tarım ürünlerinin
ihracı desteklenmelidir; destekleme alımı kapsamındaki arz fazlası olan tütün, çay gibi ürünlerin yerlerine, talebi olan alternatif
ürünlerin tarıma dayalı sanayi kuruluşları tarafından üreticiye ektirilmesi sağlanmalıdır.
Değerli milletvekilleri, ülkemizin doğal kaynakları ve coğrafi konumu itibariyle Avrupa Birliği pazarına yakınlığı, altyapı ve
telekomünikasyon sisteminde sağlanan gelişmeler, büyük bir iç pazarın varlığı ve uygulanmakta olan liberal ekonomik politikalar,
sanayie rekabet gücü sağlayan esas unsurlardır. Rekabet gücünü olumsuz etkileyen faktörler ise, kronikleşen yüksek enflasyon,
sermaye maliyetinin yüksekliği, sanayinin temel girdi fiyatlarının yüksek olması, kurumsal yapıdaki istikrarsızlık, teknolojide
gelişmelerin yeterince izlenmemesi, sanayide teknoloji üreten bir düzeye ulaşılamaması, sermaye birikiminin yetersizliği, ölçek
meseleleri, uluslararası standartlarda ürün kalitesi, satış sonrası hizmet anlayışına ulaşılamamasıdır.
Ekonomik, sosyal ve siyasal yönden büyük önem taşıyan sanayinin geliştirilmesinde yüksek katma değer yaratılması ve
uluslararası piyasalarda rekabet edebilir mal ve hizmet üretilmesi esas olmalıdır. Araştırma ve geliştirmeye, teknolojik yenilemeye,
yeni istihdam imkânları geliştirmeye, çevreye, küçük ve orta ölçekli sanayilere rekabet gücü kazandırmaya ve bölgesel gelişme
farklılıklarını azaltmaya yönelik yatırımlar, mutlaka desteklenmelidir.
Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı döneminde, malî piyasalarda araçlar artmış; ancak, bu gelişmelere paralel olarak bir malî
derinleşme sağlanamamıştır. Ekonomide enflasyonist bekleyişlerin sürmesi, finans sektöründeki kurumların geleceğe yönelik tahmin
yapmalarını güçleştirerek, uzun vadeli finansman kaynaklarının yaratılabilmesini engellemiştir. İzlenen ekonomik politikalar,
yasalarla getirilen zorunluluklar ve kamu kesiminin yüksek oranda borçlanma gereği gibi nedenlerle, bankalar, fonlarının büyük bir
bölümünü devlet içborçlanma senetlerine plase etmişlerdir.
Malî araçların geliştirilmesi ve çeşitlendirilmesi ile malî tasarrufların artırılması yönündeki politikalar ve iktisadî konjonktür de
dikkate alınarak, malî derinleşme sağlanmalıdır. Etkin bir risk koruma sisteminin oluşturulabilmesi için, gerekli kurumsal ve
mevzuatla ilgili düzenlemeler gerçekleştirilmelidir. Bu çerçevede, bankaların likidite gücü artırılarak, denetim ve gözetim sistemleri
uluslararası düzeye çıkarılmalıdır. Malî sistemde rekabet ortamı geliştirilerek, Ziraat Bankası ile Halk Bankası dışındaki kamu
ticarî bankaları öncelikle özelleştirilerek, kamunun malî sistemdeki ağırlığı azaltılmalıdır.
Değerli milletvekilleri, Altıncı Plan döneminde vergi yükünde artış sağlanmasına rağmen, OECD ülkeleri ortalamasına göre
vergi yükündeki düşüklük, sektörler ve üretim faktörleri itibariyle dağılımındaki adaletsizlik devam etmiştir. Sosyal güvenlik
primleri dahil, vergi gelirlerinin gayri safî yurtiçi hâsılaya oranı, 1992 yılında ülkemizde 22,4 iken, OECD ortalaması 38,8
düzeyinde gerçekleşmiştir.
Gelirden alınan vergilerde efektif yüklerin ücret gelirleri üzerinde yoğunlaşması, sanayinin rekabet gücünü olumsuz yönde
etkilemektedir. Bu yapıyı, Avrupa Birliği ekonomisiyle bütünleşme sürecine giren açık bir ekonomide sürdürebilmek oldukça güçtür.
1980 sonrasında çok sayıda vergi düzenlemesi yapılmış olmasına rağmen ve oldukça yüksek kanunî vergi oranlarına rağmen,
vergi tahsilatlarındaki arzu edilen gelişme bir türlü sağlanamamıştır. Bunun başlıca sebepleri, vergisel teşviklerin yoğun olarak
kullanılması sonucunda vergi matrahının erimesi; belge ve kayıt düzeninin yerleştirilememesi, denetim fonksiyonunun
işletilememesi sonucunda vergi kayıp ve kaçağının önemli boyutlara ulaşmış olmasıdır.
1993 yılı sonundan itibaren vergi sisteminde yapılan düzenlemeler, bu meselelerin çözümünde önemli bir adım olmakla birlikte,
kayıt dışı iktisadî faaliyetlerin vergi kapsamına alınması, yükün dağılımında iktisadî etkinlik, vergi sisteminde basitleştirme, vergi
dairesi, vergi idaresi ve denetimin yeniden yapılandırılması ihtiyacı devam etmektedir.
Vergi düzenlemesindeki amaç, kayıt dışı ekonominin vergi kapsamına alınması, yatırımların özendirilmesi ve sosyal adaletin
yaygınlaştırılmasıdır.
Vergi alanında temel strateji, Avrupa Birliği vergi politikası ile vergi yapısını dikkate alarak, tüm ekonomik faaliyetleri
kapsayan, üretim faktörleri üzerindeki vergi yükünü azaltan, tüketim vergilerine ağırlık veren, gayrimenkul rantlarını vergileyen bir
sistem oluşturmak olmalıdır.
Yedinci Plan döneminde, öncelikle, vergi idaresi ve denetiminin daha etkin hale getirilmesi ve idarenin yeniden
yapılandırılması sağlanarak, vergi kayıp ve kaçağı asgarî seviyeye indirilmelidir. Bu kapsamda, herkese bir vergi numarası
uygulaması yaygınlaştırılmalı, vergi idaresinin otomasyonu gerçekleştirilmeli, belge düzeni yerleştirilmeli, yeminli ve serbest malî
müşavirlik sistemlerinden etkin bir şekilde yararlanılmalı, vergi kanunları daha açık, daha anlaşılır bir hale getirilmelidir.
Değerli milletvekilleri, sosyal güvenlik kurumlarının finansman açıkları, 1990’lı yılların başından itibaren, kamu kesimi
açıkları içerisinde önemli bir mesele olmaya başlamıştır. Bu kurumların açıklarının gayri safî millî hâsılaya oranı 1991 yılında
yüzde 0,2 iken, 1995 yılında yüzde 1,6’ya yükselmiştir; 1996 yılında da, bu açıkların gayri safî millî hâsılaya oranının yüzde 1,8’e
yükselmesi beklenmektedir. Kurum açıklarının finansmanı için, bütçeden, 1995 yılında 108 trilyon Türk Lirası kaynak
aktarılmıştır; 1996 yılında da 280 trilyon civarında bir kaynağın aktarılması beklenmektedir.
Ülkemizde, aktif ve pasif sigortalılar arasındaki dengenin bozulması, primlerin zamanında tahsil edilememesi, kurumların
organizasyon yapılarının iyileştirilememesi, plasmanların verimli şekilde değerlendirilememesi, aktuaryel dengelere bakılmaksızın
kurum mevzuatlarında değişikliğe gidilmesi, yaş sınırı olmaksızın emeklilik hakkının sağlanmış olması, prim karşılığı olmadan
yapılan sosyal yardım zammı ödemeleri, sigortacılıkla bağdaşmayan yükümlülükler sosyal güvenlik kurumlarının finansman
sıkıntılarını oldukça artırmıştır. Bu durum, işçi ve memur emekli aylıklarının düşük olmasına rağmen, bütçeye önemli miktarda
yük getirmektedir. Bu sebeplerden dolayı sosyal güvenlik kurumlarıyla ilgili reform niteliğinde düzenlemelere gidilmesi
kaçınılmazdır.
Reform sürecinde sosyal devlet anlayışı içerisinde, sosyal güvenlik ve sağlık hizmetlerini toplumun bütününe aşama aşama
yaygınlaştıran çağdaş, etkin ve bütün finansal kaynakları belirgin bir sistemin oluşturulması amaçlanmalıdır.
Sosyal güvenlik kurumlarının tek çatı altında toplanması amacı doğrultusunda sigortalılara sağlanan haklar ve
sorumluluklarda norm ve standart birliğine gidilmelidir.
Sosyal sigorta, sosyal yardım ve sosyal hizmetlerin temel esaslarını belirleyecek temel sosyal güvenlik yasası çıkarılmalı ve
uzun vadeli sigorta programlarıyla sağlık sigortası programı birbirinden ayrılmalıdır.
Asgari ücretten alınan vergi tedricen kaldırılarak sigortasız çalıştırılan işçilerin sigorta kapsamına alınması sağlanmalı ve bu
şekilde SSK’ya kaynak yaratılarak, çalışan-emekli dengesinin olumlu hale getirilmesi temin edilmelidir.
Siyasî mülahazalarla sürekli müdahale edilen emekli olma yaşıyla, gerekli düzenlemeler yapıldıktan sonra, kesinlikle
oynanmamalıdır.
Değerli milletvekilleri, 1980’li yıllarda kamu kesiminin ekonomideki nispî payının küçültülmesi ve bu doğrultuda KİT’lerin
özelleştirilerek ekonomik etkinliğin artırılması, gündemdeki yerini sürekli olarak korumuştur. Bu amaçla, 1984 yılından itibaren bir
dizi yasal düzenleme yapılarak, özelleştirmenin ve devlet işletmeciliğinin ekonominin gereklerine uygun olarak yürütülmesini
sağlamaya yönelik kurumsal ve yasal altyapı oluşturulmaya çalışılmıştır.
Başta, özelleştirmenin yasal ve kurumsal altyapısında gözlenen aksaklıklar ve eksiklikler olmak üzere, toplumsal uzlaşma
zeminine dayandırılmaması nedeniyle, özelleştirme çalışmalarının başlangıcından bu yana geçen on yıllık dönemde beklenen
hedeflere ulaşılamamıştır. Bu dönemde, özelleştirme uygulamaları, büyük ölçüde bağlı ortaklıklar ve kamu iştirakleri ile sınırlı
kalmış, 1995 yılı sonu itibariyle 2.8 milyar dolar tutarında özelleştirme geliri elde edilebilmiştir.
Özelleştirme programının amacı, dünya piyasalarına entegre olma ve Avrupa Birliğine tam üyelik hedefi ve Gümrük Birliği
süreci doğrultusunda, ekonomide verimliliğin ve maliyet yapısının rekabet edebilir seviyelere getirilmesi ve serbest piyasa
şartlarının sağlanmasıdır. Bu amaçla, KİT’ler süratle özelleştirilmelidir. Böylece, sermayenin tabana yayılması, teknolojik
yenilenme, kamu açıklarını azaltmak, kamunun malî piyasalar üzerindeki baskısını hafifletmek, kamu borç stokunu düşürmek
mümkün olabilecektir.
Siyasî menfaatlar uğruna, devletin ve belediyelerin elindeki işletmeler gizli işsiz deposu gibi kullanılmaktadır; bunların ürettiği
mal ve hizmetlerin fiyatları, gerçek maliyetlerin çok altında belirlenmektedir.
Popülist siyasetçiler tarafından, halkın karnının doyurulması amacıyla, halka balık tutulmasının öğretilmesi yerine, onlar için
balık tutulması yolu izlenmektedir. Fiyatların, kamu imkânları kullanılarak düşük tutulması suretiyle, özel sektöre karşı haksız
rekabet uygulanmaktadır. Bundan dolayı KİT’lerin ve BİT’lerin hızla özelleştirilmesi, ekonominin rasyonel yapılanması, kurulu
düzenin, insan onurunun ve ekonominin popülizm tasallutundan kurtarılması açısından büyük önem taşımaktadır. Yurtdışında
bulunün 3 milyonun üzerindeki Türk işçisi ve aile fertlerinin, Türkiye’ye göndermiş olduğu yıllık ortalama 3 milyar dolarlık döviz
girdisinin yanı sıra, işçilerimizin birikimlerinin, özelleştirme kapsamındaki kârlı KİT’lere kanalize edilmesini sağlayıcı tedbirler
üretilmeli ve gerçekleştirilmelidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tam üyelik nihaî hedefi kapsamında, Gümrük Birliği, Avrupa Birliği ile bütünleşmenin
kurumsal anlamda güçleneceği bir oluşumu teşkil etmektedir. Sınaî mal ticaretini serbestleştirmenin yanında, üye ülkelerin sanayi,
ticaret ve rekabet politikalarında paralellik tesis etmeyi amaçlayan Gümrük Birliği, ortak yarar esasına dayalı biçimde
geliştirilecektir.
Son on yıldaki gelişmeler, özel kesimin dinamik bir uyum gücüne sahip olduğunu göstermektedir. Bu durum uygun sanayi
politikalarıyla de desteklendiği takdirde, sanayie dinamizm getirecek, ekonomide kaynak dağılımının etkinliğini artıracaktır.
Avrupa Birliğinin rekabet ve dışticaret politikalarına Türkiye’nin uyumunu sağlayacak tedbirlerin alınmasına devam
edilmelidir. Ortaklık ilişkileri çerçevesinde elde edilmiş bulunan işgücünün ve hizmetlerin serbest dolaşımı hakkının uygulamaya
geçirilmesi için girişimler sürdürülmelidir.
Yabancı sermaye, teknoloji ve sermaye birikiminin yetersiz olduğu Türkiye için önemli bir kaynak durumundadır. 1980
sonrasında bu kaynağın önemini kavrayan Türkiye, özellikle 1990 sonrası bir dizi yasal düzenlemelere giderek, yabancı sermaye için
güvenli bir ortam yaratırken, bürokrasinin asgarî düzeye indirilmesini amaçlamış ve bütün yabancı sermaye başvurularının tek bir
merci tarafından incelenmesi ve sonuçlandırılması sağlanmıştır. Sonuç olarak, liberal bir yabancı sermaye politikası
oluşturulmuştur.
Yapılan yasal düzenlemeler neticesinde, 1980-1990 yılları arasında 6,4 milyar dolar seviyesinin altında olan yabancı sermaye
izinleri, 1991-1996 Haziran sonu itibariyle 11,4 milyar dolar seviyesine ulaşmıştır. 17,4 milyar dolarlık kümülatif iznin yüzde 63,5’i
son beş yıla ait olup, sadece 1995 yılındaki izin tutarı 2,94 milyar dolardır. 1990 sonu itibariyle 1 856 olan firma adedi, 1996
Haziran sonunda, geçmiş dönemlere kıyasla yüzde 81 oranında artmış ve 3 371 adede ulaşmıştır.
Sayın Başkan, kaç dakikam var?
BAŞKAN – 13 dakikanız var.
HALİL YILDIZ (Devamla) – Teşekkür ederim.
1996 yılında 3,5 ilâ 4 milyar dolar tutarında yabancı sermayeye izin verilmesi hedeflenmektedir. Fiilî girişler için bu hedef 1,5
milyar dolar seviyesinde olup, yabancı sermayenin, özellikle otomotiv sanayii, kimya sanayii, elektrikli elektriksiz makine sanayii ve
gıda sanayiine gelmesi beklenmektedir. Son gelişmeler göz önüne alındığında, bankacılık ve sigortacılık sektörlerinde de yabancı
sermayenin gün geçtikçe artacağı beklenmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; konuşmamın bu bölümünde de harekete geçirilebilecek kaynaklar ve yapılabilecek
düzenlemeler konusunda bilgi vermek istiyorum.
Türkiye’de, her yıl, ortalama, yüzde 8,5 oranında bir elektrik enerjisi talebi artışı olmaktadır. Şu anda 21 500 megavat kurulu
elektrik enerjisi gücü mevcuttur. Bu güce, her yıl, yaklaşık olarak 1 800 megavat kapasitede yeni üretim tesisleri ilave etmek
gereklidir. 1996 yılında 1,5 milyar kilovatsaat, 1997’de -TEAŞ’ın yaptığı değerlendirmelere göre- 6,5 milyar kilovatsaat, 1998’ de
ise, bu açık, maalesef, 12 milyar kilovatsaat gibi büyük rakamlara ulaşacaktır. 1984 yılında “-işlet-devret modeli” diye tanımlanan
3096 sayılı Yasa çıkarılmıştır. 1984’ten 1996 yılına kadar geçen sürede Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığına santral kurmak
için müracaat eden firmaların teklif ettikleri kapasite toplamı 20 bin megavat civarındadır. Buna karşın, 34 megavat toplam gücünde
3 adet hidroelektrik santral gerçekleştirilmiş bulunmaktadır.
Enerji yokluğunun ekonomiye vereceği tahribatı rakamlarla özetlemek gerekirse, 1 kilovatsaat üretilmeyen elektrik enerjisi veya
talep edildiği halde karşılanmayan beher kilovatsaat elektrik enerjisi, Türkiye ekonomisine 1 dolarlık zarar vermektedir. Yani, 1,5
milyar kilovatsaatlik üretilemeyen elektriğin ekonomiye zararı, 1996’da 1,5 milyar dolar, 1997’de ise, 6 milyar dolar olacaktır.
Özellikle, kısa sürede işletmeye alınabilecek elektrik üretim tesislerinin devreye sokulması gerekmektedir. Projeleri oluşmuş,
Bakanlığa müracaatları yapılmış, Bakanlık tarafından incelenmekte olan özel sektörün kojenerasyon projelerinin süratle yapılıp,
işletmeye açılmasıyla, yaklaşık 1 200 megavat civarında bir elektrik üretim kapasitesinin kazanılacağına inanıyorum.
Bugün kısa vadede, enerji krizine bir çözüm getirmemiz ve darboğazı aşmamız gerekmektedir. Zira enerji sektöründe meydana
gelecek bir darboğaz, sanayileşme sürecimizi olumsuz olarak etkileyebileceği gibi, istihdam açığının büyümesi gibi çok önemli
sosyal olumsuzluklara da yol açacaktır.
Enerji üretim politikalarımızı belirlerken, şüphesiz, çok önemli bir husus da, enerji tasarrufunu içeren teknolojilerin uygulamaya
konmasının desteklenmesidir. Bunun gerçekleştirilebilmesi için, yetkililerin kojenerasyon projelerinin, yani, birleşik ısı - güç ve ısı
üretim tesislerinin ana girdisi olan doğalgazı temin edecek şekilde gerekli önlemleri alması lazımdır. Bunun için, doğalgaz
santrallarının maksimum kapasiteyle çalıştırılması sayesinde ve yapılmakta olan ve bundan sonra yapılacak olan kojenerasyon
santrallarıyla, en az 1 200 megavat kapasitede, 7 milyar kilovatsaatlik yıllık enerji üretim desteği sağlanabilecektir.
1996’da doğalgaz talebimiz en az 9 milyar metreküp, 1997’de ise 12 milyar metreküp olacaktır. BOTAŞ, Rusya ile yapılan son
anlaşmayla, 6 milyar metreküpün üzerine 2 milyar metreküplük ek bir tahsisat almış, buna, çeşitli ülkelerden alınan 2,5 milyar
metreküplük sıvılaştırılmış doğalgaz kapasitesini eklediğimizde, ancak, 10,5 milyar metreküp rakamına ulaşıyoruz. Yani, 1997’de,
BOTAŞ’ın tüketimi değil serbest bırakması, yeni sınırlamalar getirmesi bile söz konusu olabilir. Bunun için, BOTAŞ’a doğalgaz
nakil ve dağıtım sistemlerinin kurulması ve işletilmesi yetkisini veren 397 sayılı Yasanın yeniden ele alınması, elektrikte 3096
sayılı Yasayla özel sektöre verilmiş hakların benzeri, doğalgaz tesislerinin kurulmasında ve işletilmesinde mutlaka verilmelidir.
Bakanlıkta incelenmekte olan yaklaşık 45 kojenerasyon projesi onaylanıp bir seneden kısa bir sürede hayata geçirildiği zaman,
yaklaşık 7,5 milyar kilovatsaatlik bir elektrik enerjisi katkısıyla, ısı yönünden de 1,5 milyon ton petrol eşdeğeri millî ekonomiye
kazandırılmış olacak; ayrıca, 1 milyar doların üzerindeki enerji yatırımı özel sektör tarafından yapılmış olacaktır.
Bugünkü şartlarda, Türkiye’de tesis edilecek birleşik ısı-güç üretim sistemleri, eşdeğer enerji maliyetini TEDAŞ’ın enerji satış
fiyatlarının yüzde 50’si civarında mal edebilecekleri için, bu tesislerin geri ödeme süresi 2 ilâ 3 yıl arasında olacaktır.
Değerli milletvekilleri, özellikle, yoğun elektrik ve ısı kullanılan kâğıt sanayii, tekstil ve gübre fabrikaları kojenerasyon
sistemine geçtiğinde, mallar yüzde 15 daha ucuza üretilerek, dünya piyasalarında fiyat açısından avantajlı duruma geçilecektir.
Ayrıca, gelişmiş ülkelerde gıda endüstrisi, toplukonut alanları, turistik tesisler, tatil köyleri, büyük mağazalar, ilaç fabrikaları
gibi, birçok alanda kojenerasyon uygulanarak, bunların, kendi elektrik, ısı ve soğuk hava ihtiyaçlarını kesintisiz bir şekilde daha
ucuza karşılamaları ve her yıl yapılması gereken 4 milyar dolarlık enerji yatırımının büyük kısmının özel sektör tarafından
yapılması mümkün hale gelecektir.
Bugüne kadar çıkarılan kararnameler ve yönetmelikler, hep, otoprodüktörlük esasına göre düzenlenmiştir. Esasında, teşvik
görmesi gereken anaunsur, birleşik ısı - güç sistemi; yani, kojenerasyondur. Zira, içerdiği yüksek randıman sebebiyle ekonomide
büyük tasarruf sağlayan, birleşik ısı güç üretim sistemidir. Bu nedenle, teşviklerin, otoprodüktörlükle sınırlandırılmayıp, geniş
anlamıyla “birleşik ısı - güç üretim tesisleri” ifadesine dönüştürülmesi gerekir. Böylece, birleşik ısı - güç üretim esasına göre
kurulmuş, sadece, sanayi tesisleri değil, toplu konut alanları, turistik tesisler, tatil köyleri gibi yoğun elektrik ve ısı kullanan tesisler
de, otoprodüktörlük teşviklerinden yararlanmalıdır.
Özellikle Anadolu’da, büyük bir sanayileşme heyecanının yaşandığı bölgelerde, 6 numaralı fuel-oil’e dayalı sistemlerin
desteklenmesi, kısa vadeli bir çözüm alternatifi olmaktadır. Bu nedenle, doğalgaz temini mümkün olmayan bölgelerde, 6 numaralı
fuel-oil sübvanse edilerek, birleşik ısı güç üretim sistemi yatırımları teşvik edilmelidir.
Kısa dönemde gerçekleştirebileceğimiz, değerlendirebileceğimiz bir özkaynağımız da jeotermal kaynaklardır. Türkiye’de
elektrik üretime yönelik potansiyel, bugünkü şartlarda 200 megavat ve ısıtmacılığa uygun kullanılabilir termal potansiyel ise 1 081
megavat olarak tahmin edilmektedir.
Şu anda, Türkiye’de, 120 bin konut ısıtması jeotermal enerjiyle projelendirilmiş ve halen 17 bin konut eşdeğeri ısıtma
yapılmaktadır. Denizli, Afyon, Kütahya, Uşak, Erzurum gibi illerimizde konutların ısıtılmasında, elektrik üretilmesinde,
seracılıkta ve gıda sanayiinde bu kaynağımızın kullanımı mutlaka teşvik edilmelidir.
Jeotermal enerji kaynağı, Türkiye’deki maden, petrol ve yeraltı suları yasalarından hiçbirine uymayan özellikler göstermektedir.
Yenilenebilir olması nedeniyle maden ve petrol, enerji içermesi ve yeraltı sularına göre daha derinden gelmesi ve diğer birçok
sebepten dolayı yeraltı suları yasasına uymamaktadır. Bu nedenle, bir an önce, yedi yıldır taslağı hazır olan ve bir türlü,
hükümetler tarafından Meclise getirilemeyen jeotermal enerji yasasının çıkarılarak, devreye sokulmasında büyük yarar vardır.
1994 yılı sonu itibariyle toplam ekonomik hidrolik potansiyelimizin ancak 29,5’i değerlendirilmiş durumdadır. İnşa halindeki
bütün hidroelektrik santrallarının devreye girmesiyle, potansiyelin yaklaşık yüzde 34’ü değerlendirilmiş olacaktır. Bu potansiyelin
dışında, 0 ile 10 megavat arasındaki küçük HES’lere ait 796,5 megavat kurulu güçlü enerji potansiyeli mevcuttur.
Yapımları tamamlanan ve şu anda atıl durumda bulunan küçük HES’lerin işletme haklarının özel sektöre devri yoluyla üretken
hale getirilebilmesi sağlanmalı, kapasite ve üretimi artırıcı çalışmalar yapılmalıdır. Küçük HES’lerin 3096 sayılı Yasa
kapsamında üretim şirketlerine yaptırılması teşvik edilmelidir. Bunun için, uzun süre alan detaylı sözleşmeler yerine, sadece fiyat
belirlemek suretiyle şirketlerle uzun dönemli yetki belgesi imzalanması uygun olacaktır.
Enerji ithalini önlemek için, desülfürizasyonları tamamlanınca atıl durumda bulunan ve millî servetler harcanarak yapılan
Gökova ve Orhaneli Termik santrallarının devreye sokulması gerekmektedir. Kesinlikle bir enerji tasarrufu kampanyası
başlatılmalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1970’li yıllarda Boğaz Köprüsüne, “buradan burjuva çocuklarının arabası geçecek” diye
karşı çıkan, “bu kadar barajı ne yapacaksınız; elektriği toprağa mı vereceksiniz” diye karşı çıkan zihniyet, bugün de nükleer enerji
santrallarına karşı çıkmaktadır. (RP sıralarından alkışlar) Ancak, geçen zaman göstermiştir ki, bir köprü yetmemiş, ikincisi
yapılmış; enerji alanında ise, önümüzdeki aylarda enerji açığı ortaya çıktığında, bu zihniyetin Türkiye’nin gelişmesine ne kadar
engel olabildiği açıkça görülecektir.
Yakın iki komşumuz Bulgaristan ve Ermenistan’da, oldukça geri teknolojiyle çalışan nükleer santralların yarattığı tehdidin
binde 1’ini bile yaratmayacak yüksek teknolojiye sahip nükleer enerji santrallarının, gelişmiş Batı ülkelerinden alınmasıyla,
Türkiye, nükleer enerji teknolojisine sahip sınırlı sayıdaki ülkeler arasına girecek ve güçlenecektir.
Türkiye, elindeki en önemli özkaynak olan sınıraşan sular kapsamındaki Fırat ve Dicle nehirleri konusunda, mutlaka bir
hidrostrateji oluşturmalı ve bunu uzun dönemde tavizsiz bir şekilde uygulayabileceği hidropolitikaya dönüştürmelidir.
Ortadoğu’daki suyla birlikte, petrol dahil bütün kaynakların ortak kullanımını sağlayacak politikalar oluşturulmalı, Barış Suyu
Projesi gibi, ülkeleri karşılıklı olarak birbirine bağlayacak barış ve istikrarın teminatı olacak Rusya-Türkiye-İsrail doğalgaz boru
hattı, Bakü-Ceyhan petrol boru hattı, Gürcistan-Türkiye doğalgaz boru hattı, Türkmenistan-İran-Türkiye-Avrupa doğalgaz boru
hattı gibi stratejik projeleri kesinlikle gerçekleştirmelidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yurtdışı müteahhitlik hizmetleri, teknoloji birikimi, istihdam, döviz girdisi ve ihracat
açısından ülkemiz ekonomisine önemli katkılar sağlayan bir sektördür. Firmalarımız tarafından yurtdışında üstlenilen projelerde
kullanılan malzeme, yarı mamul ve mamuller ve ayrıca çalışanların ihtiyaçları önemli oranda ülkemizden götürülerek ihracata
doğrudan katkı sağlanmaktadır. 1995 yılı sonu itibariyle, Türk müteahhitlerinin yurtdışında üstlendikleri işlerin toplam tutarı
yaklaşık 34,6 milyar dolar olup, bunun 14 milyar dolarlık kısmı halen devam eden projelerdir. 30’a yakın ülkede 400 civarında
proje yürütülmekte ve bu işlerde, toplam 25 bin işçimiz çalışmaktadır.
Yakın zamana kada,r uluslararası piyasalarda etkin olabilmek için gerekli olan teknik yeterlik ve uygun fiyat verme olguları,
günümüzde, değişen şartların etkisiyle, eski ağırlığını ve önemini kaybetmiştir. Bugün, pazar ülkelerinin yönetimleriyle üst düzey
ilişkiler, ikili-bölgesel ekonomik-politik çıkarlar, teşvikler, proje finansmanı paketi ve yaygın mühendislik ve müşavirlik hizmetleri
gibi hususlar, sektörde daha aktif olmak için gerekli olan unsurlardır.
Bu sektörün gelişmesi için;
1- Eximbankın sorumluluğunda bulunan yurtdışı proje sözleşmelerinin politik risk sigortası programına işlerlik
kazandırılması,
2- Sektörün kullanımına yönelik sendikasyon kredileri sisteminin oluşturulması,
3- Özellikle, müzakeresi tamamlanan ve Rusya Parlamentosunda onanması beklenen Çifte Vergilendirmeyi Önleme
Anlaşmasının yürürlüğe girmesi için gerekli diplomatik girişimlerde bulunulması,
4- Yurtdışı mühendislik-müşavirlik hizmetleri sektörünün desteklenmesi,
5- Yurtdışına Türk işçisi götürme konularında uygulanan mevzuatların gözden geçirilmesi ve çözüme kavuşturulması
gerekmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; harekete...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yıldız, konuşma süreniz tamamlandı. Ben, süreyi sorduğunuz zaman, konuşmanızı bitirdiğinizi
zannediyordum; yani, tamamını kullanmaya mecbur muyum diye soracaksınız gibi değerlendirmiştim. Lütfen, son cümlelerinizi
ifade edin; çünkü, sizden sonra dört arkadaşımız daha konuşacak ve ara vermeden çalışmalarımızı sürdüreceğiz.
HALİL YILDIZ (Devamla) – Değerli milletvekilleri, harekete geçirilebilecek diğer özkaynaklarımızın bazılarını da
satırbaşlarıyla söylemek istiyorum.
MTA Genel Müdürlüğü, 1995 yılında metalik madenler, endüstriyel hammaddeler ve enerji hammaddeleri üzerinde yapmış
olduğu bir fizibilitede, Türkiye’nin, maden rezervlerinin satış hâsılatı bazındaki değerini 2 trilyon 933 milyar dolar olarak
hesaplamıştır. Bu kadar yüksek değerdeki atıl bir kaynağın ekonomiye kazandırılması için madencilik sektörünün önündeki her
türlü engeller kaldırılmalı, maden ve içme suyu kaynaklarının işletme hakkı hemen özel sektöre devredilmeli, küçük ölçekli maden
işletmeleri teşvik edilmeli ve ihracatı kolaylaştırmak için kesinlikle bir maden borsası oluşturulmalıdır.
Kamu kurum ve kuruluşlarına tahsisli arazilerin bir kısmı boş ya da tarım yapılarak kullanılmakta veya üzerlerinde ilgili
kuruluşların müştemilat binaları bulunmaktadır. Büyük şehirlerin halen merkezî alanlarında sayılabilecek değerli konumlarda
bulunan bu tür arsa ve arazilerin ilgili kuruluşlara tahsislerinin kaldırılması ve gerektiğinde müştemilat binalarıyla birlikte satışı,
Hazineye önemli bir gelir sağlayacaktır.
Evet, vaktimin kalmaması sebebiyle, diğer tespitlerimi burada ifade edemiyorum.
BAŞKAN – Lütfen... Lütfen...
HALİL YILDIZ (Devamla) – Bunları yazılı olarak ilgililere vermek istiyorum.
BAŞKAN – Hükümete duyurabilirsiniz efendim.
HALİL YILDIZ (Devamla) – Sözlerimi şöyle tamamlıyorum.
Aslında, çok önemli özkaynaklarımızın başında binlerce yıllık kültürümüz gelmektedir. Türkiye, Avrupa Birliğiyle ekonomik
entegrasyona girerken, kültür bağı olan Kafkasya ve Orta Asya’daki Türk cumhuriyetleriyle de ekonomik entegrasyona girmesini
hızlandırmalı ve Asya’nın sınırsız doğal kaynaklarını Avrupa’nın ileri teknolojisiyle birleştirmelidir.
Burada, Büyük Hun İmparatoru Atillâ’nın bir sözünü hatırlatmak isterim. Atillâ, “bir devle,t bulunduğu bölgede güçlü olmadan
dünyada güçlü olamaz” demektedir. Bu nedenle, Türkiye, dünyada her alanda güçlü bir konumda olmak istiyorsa, mutlaka bölgesinde
güçlü olmak zorundadır.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Doğru Yol Partisi Grubu adına konuşan Isparta Milletvekili Sayın Halil Yıldız’a teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, şu anda, grupları adına başka söz talebi yok...
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Refah Partisi Grubu adına Sayın Kahraman Emmioğlu ve Sayın Ahmet Derin konuşacaklar
Sayın Başkan.
BAŞKAN – Refah Partisi Grubu adına, Sayın Emmioğlu ve Sayın Ahmet Derin söz almışlardır.
Toplam süreleri 45 dakikadır.
Buyurun Sayın Emmioğlu (RP sıralarından alkışlar)
Sayın Emmioğlu, süreyi siz ayarlayacaksınız; çünkü, ben, toplam süreyi kaydediyorum.
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – 20 dakika sonra ikaz ederseniz, memnun olurum.
BAŞKAN – Peki; buyurun.
RP GRUBU ADINA KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi,
Grubum ve şahsım adına hürmetlerimle selamlıyorum.
Yurtiçi kaynakların değerlendirilmesi ve geliştirilmesiyle ilgili genel görüşmede, Refah Partisi Grubu adına, konu hakkındaki
görüşlerimizi açıklamak üzere huzurunuzdayım.
Bu gibi görüşmelerin, çok sıkça, Yüce Meclisimizde yapılması, en büyük arzumuzdur; zira, her partinin kendi düşüncelerini
burada açıklaması, Hükümete ışık tutacak, idarede çoğulcu katılımı sağlayacak ve ileride muhtemel başarısızlığın Meclise mal
edilmesi şeklindeki bir düşünceyi geri plana atarak, burada görüşlerini açıklaması, milletimize, birçok meselenin izahı yönünden çok
değerli olmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; meselemiz, kaynakların harekete geçirilmesi nasıl mümkündür, bu sorunun
cevabını aramaktır. Kaynak, dediğimiz gibi, halkın mutluluğunu temin etmekte kullanılan her şeydir; insandır, paradır, maldır. Su,
maden, toprak, hava, kültür zenginlikleri, turistik güzellikler, tabiî zenginliklerin hepsi, kaynak mefhumunun içerisine girer ve
bunların hepsi, Allah’ın bize lütfudur ve Allah’ın verdiği en büyük nimettir. (RP sıralarından alkışlar)
Şimdi, bu nimetlerin en iyi şekilde istimal edilmesinde, bizlere düşen bir vazife vardır; aklımızı, tecrübemizi, bütün enerjimizi,
bu konuların millet nezdinde faydalı olmasına çalıştıracak şekilde gayret göstermek ve bunun yanında da, elbette, Allah’a dua
etmektir. Son zamanlarda, buna çok takılıyorlar. Aslında, İstanbul Büyükşehir Belediyesinde idareye geldiğimizde de, Tayyip
Erdoğan Bey’in dua meselesine çok takılmışlardı. Zaman, onları “Allah sizi seviyor” deme durumuna getirdi ve mahcup etti. Ümit
ediyorum ve yine burada Allah’tan niyaz ediyorum ki, istikbalde, bu arkadaşlarımız yine mahcup olacaklardır. Elbette, bize düşen,
enerjimizin sonuna kadar çalışmaktır; iradei cüziyemizi, yine, Allah’ın bize verdiği irademizi, sonuna kadar, milletimizin faydası
için harcamaktır.
Kaynakları harekete geçirmek, mevcut ve âtıl durumda bulunanların halkın hizmetine sunulması durumudur ve harekete
geçirme araçlarımız, gelişmiş insanımızın görgüsü, heyecanı, şevki, aklı, tecrübesi, vatanseverliği, teşebbüs gücüdür ve şunu ifade
etmek istiyorum ki, en mühim faktör de, insan, insan, insandır...
Evet, bugün, idaremizde, insan faktörünü kâfi derecede nazarı itibara almadığımız bir gerçektir. Onları iyi yetiştirmek, onların,
hem kafalarını hem gönüllerini, en iyi şekilde, vatana hizmet edecek şekilde doldurmak ve onları, vatan için hizmet ettirmektir;
ancak, burada, devletin büyük görevleri var ve devlet de nihayet biz insanlardan ibarettir, halkın kendisidir ve idarî
organizasyonlardır. Bugün, maalesef, idarî organizasyonlarımızın iyi şekilde düzenlendiği söylenemez. Merkezî yönetimimiz ve
mahallî idarelerimiz arasındaki işbölümü sağlıklı değildir; bu yüzden de yeniden yapılanma, bir zaruret olmuştur.
Kaynaklarımızın en iyi şekilde değerlendirilmesi için, buna şiddetle ihtiyaç vardır ve -zamanımızda temayül bu yöndedir-
demokratikleşme, sivilleşme, meselelerde doğrudan doğruya halkın idareye yönelmesi; yani, artık, halkın da tribünlerde değil
doğrudan doğruya oyuncu olmasını sağlamak, yerinden yönetim ilkesini bihakkın gerçekleştirmek ve merkezî idareleri, merkezî
yönetimleri güçlendirmek ve ademi merkeziyetçiliği süratle gerçekleştirmek mecburiyetindeyiz.
Bu organizasyonların başarılı olması için, elbette, sevki idare kaidelerinin tam olarak yerine getirilmesi lazım ve her
organizasyonun başına da ehil ve emin insanın mutlaka getirilmesi gerekiyor. Yetki-sorumluluk dengesi tam olarak teşekkül
ettirilmeli; işbaşına getirdiğimiz insanlara müdahale etmekten ziyade, uzaktan kontrolle, onun, bütün enerjisini, bütün kabiliyetini
göstermesini sağlamak gerekiyor. En mühim hadise, böylesi akıllı bir idarecinin yapacağı şey, elbette, projeleri, en fizibl şekilde,
daha doğrusu, sosyal ve ekonomik yönden maliyet-fayda dengelerini optimize etmeye çalışmasıdır. Bir projenin -ki, ele alınan, ülke
çapında her şeyi proje olarak mütalaa etmek kabil; bu, küçük bir organizasyon da olur, bir Maliye Bakanlığı da olur, bir İçişleri
Bakanlığı da olur- en iyi şekilde düzenlenmesi için, gereken fizibl çalışma esasına riayet etmek lazım.
Devlet organizasyonunu, son zamanlarda, berbat ederek, kaynakları tamamen heder eden esasların başlıcaları şunlar olmuştur:
Ehil ve emin olmayan insanlar işbaşına getirilmiştir ve neticede, yolsuzluk ve rüşvet dediğimiz bela bu millete musallat olmuştur.
Rüşvet, bir ahlakî meseledir, doğrudur; bir hukukî meseledir, o da doğrudur; fakat, öylesine büyük ekonomik bir meseledir ki, bu
illete duçar olan bir milletin iflah olması mümkün değildir ve esas olan, bunun kaldırılmasıdır. (RP sıralarından alkışlar)
İşbaşına gelen insanların, geçmişte, siyasî iktidarlarca çok suiistimal edildiğine şahit olduk ve neticede, o insanlar kendi
hünerlerini gösterememiş, iktidarın bir nevi finansörü olmuş ve firmalar zarar eder hale gelmiştir. Özellikle, devlet müesseselerinin
birçoğunda olan hadise, maalesef, bu şekilde olmuştur Aşırı istihdam, tamamen -bir nevi- keyfî idare, hiçbir meseleye ekonomik
veya sosyal denge yönünden bakılmaması neticesinde firmalar zarar etmiştir ve bunlar, kaynak yaratacağına kaynak tüketir duruma
gelmiştir. Ben, bununla ilgili birkaç misali, bizzat kendi yaşayışımdan vermek istiyorum.
İstanbul Büyükşehir Belediyesine geldiğimizde bir İSKİ hadisesi vardı . Demin söylediğim hastalıklardan dolayı kaynak
yaratır durumda olması icap eden bu müessese, kaynak yutar hale gelmişti, neredeyse çalışanların ücretlerini veremeyecek haldeydi,
borç batağına batmıştı; tam bir sefalet hüküm sürüyordu; İstanbul’un suları kokuyordu; yatırım yapılamıyordu; her şey berbat
olmuştu. Sulardan aylık gelir 200 milyar lira kadardı. Ne oldu; Refah Partisi iktidara geldi; İSKİ ele alındı; kaynak yutan bir
müessesede nasıl kaynak yaratılır, herkese gösterildi. Sayın Veysel Eroğlu’na demin telefon ettim “şu andaki gelirimiz ne kadar”
dediğimde, “aylık 2 trilyon gelirimiz var” dedi. İşte, size, kaynak nasıl yaratılır, bir misaldir bu. (RP sıralarından alkışlar) Ne
oldu; yatırımlar yapıldı; hatta, bu yatırımlar özkaynakla finanse edildi. Peş peşe yatırımlarla, bir taraftan, işsizlik için, karınca
kararınca derde derman olmaya çalışıldı; çünkü, iş sahaları meydana geldi; bir taraftan da İstanbul’un su sıkıntısı yok edildi.
Mesele, başa gelen ve ondan sonra onun üslubunu salkım salkım aşağı doğru yansıtan bir idarenin ne olduğunu ve kaynakların
nasıl yaratıldığını gösteren en güzel misal olmuştur. Bazı misallere, yaşadığım için devam etmek istiyorum.
İSKİ’de bir yatırım yapıldı, Ömerli-Çamlıca isale hattı. Geçmiş iktidarın takriben 3 trilyona yapabildiği bu yatırım, bizim
tarafımızdan 800 milyara gerçekleştirildi ve neticede, izafi olarak, bir nevi kaynak meydana getirilmiş oldu, 3 trilyonla yapılacak
olan başka işlere kaynak ayırma fırsatı doğmuş oldu. Maalesef, dere ıslahlarında yapılan yolsuzluklar, birçok kaynağın zayi
edilmesine sebep olmuştur.
Bir misal de İGDAŞ’tan. Çok enteresandır; İGDAŞ ilk kurulduğunda büyük bağlı kredilerle kuruldu ve aşırı bir borç yüküyle
faaliyete geçildi. Öyle yerlere hat çekilmiş ki, bu hatlar kullanılmaz durumda olan mekânlara gidiyor ve çok yanlış bir projelendirme
olduğunu idareye gelir gelmez gördük.
Ne yaptık; projeler tanzim edildi, düzeltildi ve şu anda öylesine bir kaynak meydana getirildi ki, artık, İGDAŞ, krediyle iş
görmüyor. Neyle iş görüyor; yatırımlarını doğrudan doğruya kendi kaynaklarıyla finanse ediyor ve artık, böylece devam edecek ;
çünkü, belli bir merhaleyi aştı.
YAHYA ŞİMŞEK (Bursa) – İstanbul Belediye Meclisinde mi konuşuyorsun?
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Devamla) – Arkadaşlar, bunun önemi çok büyük. Meseleleri ele alırken, tamamen, kişilerin
menfaatlarını değil, toplumun menfaatını önplanda bulundurmak, aklı kullanmak; parti menfaatının önüne yurt menfaatını
çıkarmak; bir yabancı hayranlığıyla veyahut illâ yabancıdan getirelim ve bunun altındaki rüşveti alalım düşüncesinden uzak bir
idarenin neler yapabileceğini bu misallerle izah etmeye çalışıyorum. Ümit ediyorum ki, şu anda kurulmuş olan Hükümet, işbaşına
getireceği bu gibi insanlarla, geçmişte yapılmış olan hataların yapılmayacağını gösterecek ve birçok müesseseler, zarardan kâra
geçecektir ve bunlar da artık, kaynak tüketme yerine kaynak üretme durumuna gelecekler. İşte, sizlere birçok kaynak...
Ben, bazı misaller daha vermekten zevk duyacağım. Hallerin durumu çok çarpıcıdır; sebze - meyve hali ve su halleri çok
enteresandır. Geldiğimizde, tamamen zararda ve hiçbir kaynak üretemeyen bu kuruluşların, geldiğimizin birinci ayında -çok
enterasandır- bir aylık gelirinin, geçmiş idarenin tamı tamına bir yıllık gelirine denk olduğunu gördük. Siz, eğer, kaynakları, tutar
çarçur ederseniz, onları kişilere peşkeş çekerseniz, onları ziyan ederseniz; elbette, Türkiye, kaynak sıkıntısından bunalır. Bu
misaller daha uzatılabilir. İhalelerde olan bir yığın yolsuzlukların getirdiği sıkıntıları kaldırdığınız zaman, size birçok kaynak
meydana gelecek.
Arsalarla ilgili kaynak değerlendirme konusundaki çalışma da çok enteresandır. Maalesef, mevzuatın müsait olmaması
sebebiyle -ki, bu mevzuat inşallah düzeltilecektir; bu mevzuat düzeltildiğinde, emin olun, şehirlerimizin görüntüsü çok değişecektir-
şu anda, devlet arazileri yağma edilmiştir, işgal edilmiştir, mafyanın eline düşmüştür ve bunlar, maalesef, değerlendirilmemiştir. Bir
taraftan gecekondu olgusu devam ederken, diğer taraftan arsalar gerektiği şekilde değerlendirilmemiş, vatandaşın hizmetine
sunulamamıştır. Bununla ilgili basit birtakım mevzuat düzenlemesiyle bütün bunların yapılması ve yeni kaynaklar meydana
getirilmesi mümkündür; hepimiz bunu söylüyoruz. Bir sözcü “arsaları satarak bu işleri hal mi edeceksiniz” diyor.
Arkadaşlar, küçük küçük derecikler büyük nehri oluştururlar. Siz, küçük küçük bu dereleri getirirseniz, büyük nehri o zaman elde
edersiniz. Siz, küçük dereleri daha başından tıkarsanız ve onları mevzuatla veyahut da ehil olmayan insanlarla kurutursanız,
neticede, kaynaklar da meydana gelmeyecektir.
Bakınız, yine, çok enteresan bir misal: Yap-işlet-devret modeli, çok güzel bir model. Bu modelin belediyeler tarafından
uygulanması mümkün değil, şu andaki durum itibariyle. Bununla ilgili mevzuat düzenlemesi süratle yapılmalı ve özel sektörün
birçok kaynağını -ilk baştan tarif ettiğim- halkın mutluluğuna kanalize etmemiz lazım.
Bir misal daha vereceğim -çok enteresandır, çarpıcıdır- Bostancı ile Pendik arasında bir dolgu alanı var; sırf bir mevzuat
kötülüğü sebebiyle, bu dolgu alanı senelerce hiçbir işe yaramadı, bir pislik membaı olarak kaldı; borular da oraya serildi, sonra
boruların gereksiz olduğu anlaşıldı ve orası, halkın hizmetine bir türlü giremedi. Niye giremedi; çünkü, senelerce belediyede para
yoktu.
BAŞKAN – Sayın Emmioğlu, sizin hissenize düşen sürenin tamamlanmasına 1 dakika kaldı. Sol taraftaki ekrandan sürenizi
takip edebilirsiniz.
Buyurun.
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Devamla) – Teşekkür ederim.
Ne olacaktı; basit bir mevzuat düzenlemesi. O yolun üzerinde en az 4 benzin istasyonu ve lokantalar yapılabilirdi. Bunları
yaparak, oranın ihyası için gereken finansman rahatlıkla sağlanırdı; ama, bir türlü bu hüneri gösteremedik bizler. Neden; çünkü,
mevzuat hazretleri karşımıza çıkıyordu; ama, ümit ediyorum bu mevzuat süratle düzenlenecek ve neticede, halkın imkânlarını
buraya süratle kanalize edeceğiz.
Şehir rantları var; bunların devlet kasasına girmesi lazım. İsrafın kaldırılması lazım. Bunlarla ilgili, arkadaşlar çok çeşitli
örnekler verdiler, çok kıymetli bilgiler verdiler; her ne kadar buna muhalif iseler de -kendilerine çok teşekkür ediyorum- gerçekten,
birçokları, söylemek istememelerine rağmen, güzel birtakım tekliflerde bulundular. Elbette bu vatan hepimizin; Meclis, bu vatana
hizmet için vardır; elbette projeler vardır; ama, sizlerin projelerinin de buraya gelmesi, size şeref katacaktır, ondan hiç endişeniz
olmasın.
Çok kıymetli milletvekili arkadaşlarım, meseleyi ben mikro ekonomi yönünden mütalaa ettim, makro yönden, arkadaşlarımız,
özellikle DYP’deki arkadaşımız uzun uzun izah ettiler. Ben, meselelere biraz daha açıklık getirmek istedim ve insan boyutunun ne
kadar mühim olduğunu, idareye gelen zihniyetin ne kadar önemli olduğunu vurgulamaya çalıştım.
Ümit ediyorum ve inanıyorum ki, bu Hükümet, Allah’ın izniyle, çalışacaktır, gayret gösterecektir, söylediğimiz mahzurları
ortadan kaldıracak ve inşallah, mutlu bir Türkiye’ye hazırlık yapacak ve insanımızı inşallah mutlu edecektir.
Hepinizi hürmet ve muhabbetimle selamlıyor; Allah’a emanet ediyorum. (RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Refah Partisi Grubu adına konuşan birinci sözcü Sayın Kahraman Emmioğlu’na teşekkür ediyorum.
Şimdi, ikinci sözcü olarak, Kütahya Milletvekili Sayın Ahmet Derin; buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)
23 dakikalık süreniz var.
RP GRUBU ADINA AHMET DERİN (Kütahya) – Saygıdeğer Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Muhterem Başbakanımız
Prof. Dr Necmettin Erbakan tarafından verilen, Türkiye’nin özkaynaklarının geliştirilmesiyle İlgili genel görüşme önergesi
üzerindeki görüşlerimi arz etmek üzere, Refah Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Grubum ve şahsım adına,
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bildiğimiz gibi, ülkemiz, arazi varlığı, insangücü, yeraltı ve yerüstü zenginlikleri ve ekolojik şartları itibariyle büyük bir üretim
potansiyeline sahiptir; ancak, bu zenginliklerimizi ekonomiye kazandırdığımızı söylemek, bugüne kadar mümkün olamamıştır.
İşte, bu genel görüşme isteminin altında yatan gerçek budur.
Biz, yeni bir dönem başlatıyoruz. Bu dönemde, dağdaki çobanımızdan üniversitedeki profesörümüze kadar, herkesin, sivil ve
resmî tüm şahıs ve kurumların, ülke yönetimine katkıda bulunmasını, ülkemizin ve dünyamızın sorunlarının çözümüne katkıda
bulunmasını istiyoruz; başta siyasî partiler olmak üzere, iktidar muhalefet ayırımı yapmaksızın “gelin beyler, gelin, yüreğinizi,
heyecanınızı, fikrinizi ortaya koyunuz” diyoruz; “Türkiye, yeni bir ruh, fikir ve kalkınma şahlanışına geçsin” diyoruz; ama,
muhalefet olarak “yok arkadaş; bizim fikrimiz yok, heyecanımız yok, katkımız yok” diyorsanız; o da sizin bileceğiniz... (RP
sıralarından alkışlar)
Bazı gruplar, buraya çıktılar, felaket tellallığı yaptılar; hele, eski bir Başbakana yakıştıramadım; benzin kuyruklarını, sigara
kuyruklarını, yağ kuyruklarını görmüştük onların zamanında.
Biz, bir barış ve hoşgörü ortamını sağlamak istiyoruz, hiç kimsenin fal açmamasını istiyoruz. Muhalefet partilerinden bir grup
ve diğer grup sözcüleri, devamlı paradan bahsettiler; 120–130 trilyon ücret farkı vermişiz, zam yapmışız; bunun kaynağını
bulamadığımız için buraya geldiğimiz noktasında kanaatlerini ifade ettiler. Ülke kaynakları yerinde değerlendirildiği takdirde, değil
130 trilyon, şu andaki mevcutları israf etmeden kullanmış olsak, 1,3 katrilyon kaynak bulmanın mümkün olduğunu hepimiz
biliyoruz.
Para oyunları, kaynak sağlamak değildir; yıllardan beri yapılan şey, sadece zam, vergi ve kambiyo... Para oyunları, para
politikalarıyla ülke bu noktaya getirilmiştir. Ucuz, kaliteli, akıllı üretimi nasıl yapabiliriz; ülkenin yeraltı ve yerüstü servetlerini,
insangücünü, nasıl zenginliklere dönüştürebiliriz, servetlere dönüştürebiliriz; bunun çalışması, ne yazık ki yıllardan beri
yapılmamaktadır.
Kapitalist ekonomilerde, serbest piyasa ekonomilerinde, bir ürün 4 bölümden, 4 maliyetten oluşur. Bunlardan sadece bir tanesi
sermayedir. Öyle kaynaklar vardır ki, bu kaynakların servete dönüşebilmesi için sermayeye bile ihtiyaç yoktur; zaten o kaynağın
bizatihî kendisi bir servettir, bir paradır. Para, makinenin bir parçası değildir. Liberalist ekonomilerde maliyetin 4 temel verisi vardır
dedik; bunlardan bir tanesi tabiatın payıdır, ranttır, madendir, hammaddedir, diğeri emektir, diğeri müteşebbisin kârıdır, ancak
dördüncü unsur paradır. Demin ifade ettiğim gibi, para olmadan servetlere dönüştürülebilecek kaynaklar da mevcuttur. Sosyalist
ekonomilerde ise para, üretimin bir fonksiyonu değildir; üretimin maliyeti sadece emek ve ihtiyaçtır.
Bu açıdan, bu iki sistemi iyi ve kötü yönleriyle değerlendirip, ortaya bir gerçeği koysak, görülecektir ki, bu kaynaklar için para
aslî unsur değildir. Bu ülkede çok güzel kaynaklar mevcuttur. 20 milyon hektar orman arazimiz, ormanlarımız vardır. Bugüne kadar
Almanya, 1 hektar ormandan 3,7 metreküp ürün elde ederken, yıllardan beri ülkemizi idare edenler, sadece, 1 hektardan 300
desimetreküp ürün elde edebilmişlerdir. Yani, Avrupa’da ve Almanya’da alınan ürün bizdekinin 12 katıdır. Güzel bir yönetimle,
terleyerek bunun yarısı alınmış olsa, şu ülkemize, en azından yüzlerce trilyonluk bir kaynağı sağlamak mümkün olacaktır.
28 milyon hektar ekilebilir arazimiz vardır. Bugün, yaklaşık 7-8 milyon hektarı, kıraç arazi şekliyle, bakım yapılmadığından
dolayı ekilememektedir. 5 milyon 200 bin hektara yakın bir arazimize, yıllardan beri, yüksek girdiler nedeniyle, ülkemizde gübre
üretilmediği için, fosfat tesisi kapatılıp, dışarıdan ithalat yapıldığı için, Ziraî Donatım Kurumunun elinden gübrenin tedariki
alınıp, belli holdinglere, üretim yapan 3-5 gübre fabrikasına Türkiye’nin gübre ihtiyacı tevdi edildiği için, zamanında gübre
verilememiş, zamanında tohum verilememiştir.
Gene, doğuda, yakacak temin edilemediği için, onlar da tezek kullanır, hayvan gübresi kullanır hale getirilmişlerdir. Eğer o
değerler, bu nadas arazilere sarfedilmiş olsaydı, çiftçiye verilmiş olsaydı, aktarılmış olsaydı, en azından, bugün, 10 milyon ton
daha fazla buğday elde etmek mümkündü; bugünkü parayla 2,5 milyar dolarlık, yaklaşık 200 trilyonluk kaynak elde etmek
mümkündü. (RP sıralarından alkışlar)
Allah’ın izniyle, gelecek dönemden itibaren, buğday ithal eden değil, şeker ithal eden değil, 500 milyon dolarlık şeker ithal eden
değil, 2,5 milyar dolarlık tarım ürünü ithalatı yerine, en azından 5 milyar dolarlık tarım ürünü ihraç eder duruma geleceğiz; bu
imkânı, inşallah, bu yönetim, bu İktidar, bu ülkede sağlayacaktır.
Ülkemiz, çok büyük rezervlere sahip olmamasına rağmen, 44 çeşit madene sahiptir. Dünyada, bu kadar çeşitli madeni olan
ülkeler nadirdir, hatta, yoktur diyebiliriz. Bu 44 çeşit madenden 4 çeşidinde ülkemiz dünyada, rezerv itibariyle, birinci durumda, 18
adedindeyse sıralamada ilk 10’un içerisindedir. Benden önce konuşan DYP Grup Sözcüsü arkadaşımın ifade ettiği gibi, görünür,
rezerv madenlerimizin, bugünkü piyasa değeri 3 trilyon dolar civarındadır ki, katma değeri en yüksek olan madenler bizde mevcuttur;
boraks vardır, krom vardır, manyezit vardır, altın vardır, gümüş vardır, fosfat vardır ve 44 çeşit madenimizle âdeta bir maden
müzesi olan ülkemizde, yıllardan beri, hâlâ, madenciliğin “m” sine bile başlanamamıştır.
300 milyon dolarlık maden ihracatımız vardır ve dünyada mermer rezervleri içerisinde yüzde 40’larla çok büyük potansiyelimiz
olan mermer sahaları, maden yasası yıllardan beri çıkarılamadığı için, dağlarda yatmaktadır, çalıştırma gücü olmayan insanların
ellerinde ruhsatlar perişan olmuştur. Sadece İtalya, bugün, dünyaya, Türkiye’nin toplam maden ihracının tam 12 misli, aşağı yukarı
3,5 milyar dolarlık mermer ihraç etmektedir.
28 milyon hektar ekilebilir arazimiz var dedim. Hollanda 35 bin kilometrekarelik bir ülke; 35 bin kilometrekare, Konya İlimizin
topraklarından daha küçük. Denizi doldurmuş... Hollanda’nın, seralarda yetiştirdiği çiçeklerle -Türkiye’nin toplam ihracatının 1,5
misli- Avrupa ülkelerine 28 milyar dolarlık çiçek ihraç ettiğini bildikten sonra, 600 adet sıcak su kaynağı olan, termal yatakları olan
ve bunun 160 adedi enerji sektöründe kullanılabilecek bu kadar korkunç potansiyele sahip bir ülkede, sadece, mevsim itibariyle,
Antalya yöresinde seracılık yapılmakta. Türkiyemizin her tarafındaki -doğu, güneydoğu bölgeleri, Orta Anadolu Bölgesi de dahil
olmak üzere- 600 adet termal kaynak, yine maden yasasında, mülkiyeti nasıl tespit edilecek, nasıl istihrac edilecek, nasıl
çalıştırılacak?.. Yıllardan beri, belki bir ayda çıkarılması gereken, çıkarılabilecek, maden yasası çıkarılmadığı için, bu tabiî
servetler, yıllardan beri, bu ülkede, kullanılamamış ve bu ülke, fakir bir ülke haline getirilmiştir.
Bunun dışında, malum, bugün için, kamu açıklarından birisi olan KİT’ler var; 1995 yılında, yaklaşık 2 trilyon zarar edecek
deniliyor. Beş yıldan beri Kamu İktisadî Teşekkülleri Komisyonunda çalışıyoruz... 1984 yılında -1980 sonrasında- başlayan
özelleştirme olgusuyla, KİT’ler tamamen başıboş bırakılmış... En tehlikelisi, bugün, Hükümet Programında, bu noktaya derç
edilmiş, özelleştirme kapsamına alındığı halde, uzun süre özelleştirilemeyecek olan KİT’lerin, özelleştirme kapsamına alınıp
alınmaması veyahut da ne zaman özelleştirileceği tespit edilmelidir. Yıllardan beri, bu KİT’ler, sahipsiz bırakılmıştır, moralsiz
bırakılmıştır; teknolojik gelişmeleri sağlanamamıştır, finansman imkânları sağlanamamıştır, sipariş alınamamıştır; korkunç
istihdam... Maliyetler içerisinde işçilik payları korkunç noktalara ulaşmıştır; çünkü, kapasiteleri, yüzde 10’lara kadar düşmüştür,
düşürülmüştür bu KİT’lerin. Yem fabrikalarının, yüzde 10’lara kadar kapasiteleri düşmüş. Bu KİT’ler, birçok sektörde, yüzde 30-
40 kapasitelerle çalışmak mecburiyetinde bırakılmıştır.
İsraflar: 40 küsur tane ana KİT, bağlı müessese ve iştirakleriyle incelendiğinde görülecektir ki, 400 adet bağlı kuruluş ve
KİT... Her KİT’in bilançoları incelendiğinde görülecektir ki, misafir ağırlama giderleri milyarları aşmaktadır. Bir tane
müessesenin misafir ağırlama gideri, 10-15 milyar lira hesaplanacak olursa, KİT’lerin, bugün, yaklaşık 50-60 trilyon lira civarında,
sadece misafir ağırlama giderlerinden dolayı, israfları vardır.
Tefriş giderleri, genel müdürlük binaları, eğitim tesisleri... Devletin imkânları, devletin finansmanları, devletin paraları, üretim
getirecek noktalarda değil, tüketim getirecek, malî yük getirecek, maliyet getirecek dallarda kullanıldığı için, bu KİT’ler zarar eder
hale getirilmiştir.
İlan ve reklam giderleri: Dünyanın bütün ülkelerinde, devlet, kendi eliyle içki üretmez hale geldiği halde, yüzde 98’i Müslüman
olan şu ülkede, Tekel’in 1995 yılındaki reklam giderleri 229 milyar lira!.. Ziraat Bankası 1 trilyon lira, Emlak Bankası 1,5 trilyon
lira, Türk Hava Yolları 1,5 trilyon lira... Reklam ve ilan giderleri, eğer, hakikaten, gerçek manada o kuruluşun pazarını genişletecek
tarzda olsa, başımızın üzerine. Hiçbir hesaba kitaba, ilme bakmadan, hiçbir kriter kabul etmeden, KİT’ler, âdeta birer arpalık
olmuş, satılırken de peşkeş haline getirilmiş, önüne taşlar konmuş.
Bunlardan birkaç tanesini saymak istiyorum: 1989 yılına kadar kâr eden KİT’ler... O günkü siyasî iktidarların sahipsiz
bırakmaları dışında, İhale Yasası değiştirilerek, en düşük fiyat esası yerine, ortalama fiyat esası getirilmiş, yeterlik belgeleriyle
ihale komisyonlarında belli kişiler kayırılmış, çok ucuza, en düşük fiyata yapılabilecek olan yollar, trilyonlarca lira fazlasına, belli
gruplara, belli yandaşlarına peşkeş çekilmiştir. Yine, 1987 yılında, hem serbest piyasa ekonomisi diyoruz hem Avrupa’yla
entegrasyon diyoruz hem globalleşme, küreselleşme hem serbest piyasa ekonomisi diyoruz; ama, ardından, kamu iktisadî
teşekküllerine, özel sektör kuruluşlarında olmadığı halde, 506 sayılı Kanunun ek 24 üncü maddesine 3395 sayılı Kanunla eklenen
bir fıkrayla “sosyal yardım zammını KİT’ler kendileri ödeyecekler, belediyeler kendileri ödeyecekler” diye bir hüküm getiriyoruz.
Özel sektör ile devlet kuruluşu aynı ürünü üretiyorsa, en azından sosyal yardım zammını KİT’e ödettirmek kaydı şartıyla, ona,
haksız rekabet imkânı sağlıyor ve malını satamaz bir hale getiriliyor kuruluşlar. İşte, bunun ispatı, Devlet Planlama Teşkilatının
hazırladığı rapora göre, KİT stokları incelendiğinde görülecektir. KİT’ler 1989 yılına kadar kâr etmiştir, istihdam imkânı
sağlamıştır, döviz girdisi getirmiştir bu ülkeye. 1989 yılına kadar KİT’lerin stokları -ticarî mal, mamul mal stoku- aşağı yukarı,
1987 fiyatlarıyla, 6-7 trilyon civarında iken, 1990, 1991, 1992, 1993 yıllarına gelindiğinde -yine, 1987 fiyatlarıyla- 100 trilyona
yaklaşmıştır; ki, bu, ya haksız ya da bir kötü yönetimden kaynaklanmaktadır. Hiç gerek olmadığı halde, ticarî mal alındığı
veyahut da mallarını satamadığı için, KİT’ler korkunç bir stoka duçar kalmıştır ve bilançoları incelendiğinde görülecektir ki,
1994’te, 1995’te, hatta şu gün bile, kamu iktisadî teşekküleri işletmecilik kârı yapmaktadır. Niçin zarar görünmektedir; çünkü, öyle
KİT stokları vardır ki, malını satamamaktadır; haksız ithalatla karşı karşıya bırakılmıştır, düşük fonlarla ithalat yapılmıştır,
döviz kurları düşük tutulduğu için, reel kur tatbik edilmediği için, âdeta, ithalat desteklenip, ihracat kösteklendiği için, KİT stokları
artmış, mallarını satamadığı için -işçi ücretlerini ödemek mecburiyetindedir- yüzde 256’lara varan faiz oranlarıyla kredi kullanmak
mecburiyetinde bırakılmıştır ve kamu iktisadî teşekkülleri, böylelikle, âdeta, zarar ettirilmiştir.
İşte, kamu iktisadî teşekküllerindeki bu kötü yönetim iyi yönetime dönüştüğü, ilmî ölçülerde stoklara dönüldüğü takdirde, 200
trilyon kâr eden kamu iktisadî teşekkülleri görülecektir ki, hem 200 trilyon zarardan kurtulunacaktır hem de büyük bir bölümü de kâr
ederek, devlet bütçesine korkunç bir kaynak aktaracaktır.
Bakın, 400 küsur tane kamu iktisadî teşekkülü ve diğer devlet kuruluşları; DSİ, Köy Hizmetleri, Karayolları, Orman, hepsi,
değişik değişik makine parklarına sahip olmuşlardır. Bunların yedek parçası takip edilememektedir; modeli geçmiş, modası geçmiş
birçok yedek parça tesiste durduğu halde, bir havuzda toplanmadığından dolayı kullanılamamıştır ve trilyonlarca liralık makineler
ve yedek parçalar, bugün, değerlendirilememektedir ki, bunlar bir havuzda toplandığı takdirde, diğer bir kuruluşta, mutlaka
değerlendirilecektir. Bir TKİ’nin (Türkiye Kömür İşletmelerinin) 16 tane müessesesi, sadece yedek parça ve stoklar noktasında,
belli bir bilgisayarda takip edilmiş olsa, çok büyük kaynak imkânına sahip olunacağı, mutlaka görülecektir.
Aynı şekilde, iş makinelerimiz üç ay çalışır bakın, üç ay çalışır... Bu iş makineleri, kış döneminde de, diğer sezonlarda da,
mutlaka, gölet inşaatlarında, yol inşaatlarında çalıştırıldığı takdirde, ek bir kaynağa ihtiyaç göstermeden, bütçeden ayrıca bir
yatırım aktarmadan, devletin mevcut imkânlarıyla, birçok yolların yapılacağı, birçok göletlerin yapılacağı, hem istihdam imkânı
hem gelir artırıcı unsur olacağı aşikârdır.
Yıllardan beri görülen, yıllardan beri takip ettiğimiz, kuruluşlarımızın insangücü verimliliğinin önündeki engellerden bir tanesi
grevler olmuştur. Eşelmobil sistemine dönülerek, bu grevlere engel olunarak, verimli işgücü kullanımı sağlanırsa, bu, memleketimiz
için en büyük kaynaktır. Bunun küçük bir örneğini vermek istiyorum: Türkiye Taşkömürü Kurumu işletmesinde sadece 45 günlük
grevden dolayı, kömür istihracında 400 bin ton azalma meydana gelmiştir. Bunu rakama vurduğunuzda...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Derin, konuşmanızı tamamlayın efendim.
AHMET DERİN (Devamla) – Bağlıyorum.
BAŞKAN – Ben, eksüre tanıma imkânına sahip değilim.
AHMET DERİN (Devamla) – Sayın Başkanım, hemen bağlıyorum, bir cümleyle.
Türkiye Taşkömürü Kurumundaki -sadece bir tek kuruluşta, 400 kuruluştan bir tek kuruluşta- 45 günlük iş kaybının kuruma
verdiği zarar tam 2,5 trilyondur; bunu, 400’e vurduğunuz takdirde, değil 120-130 trilyon, 1 katrilyona yakın işgücünün
kaybedildiğini ve ülke kaynağının kaybedildiğini göreceksiniz.
Sonra, alacaklar... Bugüne kadar batmış 10 bankadan, 2,5 milyar dolar -yani yaklaşık 200 trilyon liranın üzerinde- tahsili
gecikmiş alacaklar mevcuttur. 6183 sayılı kamu alacaklarını ilgilendiren Kanunda yapılacak bir değişiklikle -aldıkları kredilerle 25
- 30 tesisin sahibi olduğu halde, sekiz on yıldır borçlarını ödemeyen- geri dönüşümü sağlanamayan alacakların büyük bir
bölümünü, çok kısa bir dönemde tahsil etmek mümkündür. Aynı şekilde vergi borçları, aynı şekilde SSK ve Bağ-Kur borçları
yakınen takip edildiği takdirde, kurumların alacakları yakınen takip edildiği takdirde, mutlaka, özkaynak ihtiyacını, devletin
mevcutlarıyla, alacaklarıyla, imkânlarıyla sağlamanın, tespit etmenin ve hakikaten birçok hizmete vesile olacak kaynağı sağlamanın
mümkün olduğunu, burada ifade ediyor ve bu vesileyle, tekrar, hepinizi en derin saygı, sevgi ve hürmetlerimle selamlıyorum. (RP ve
DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Refah Partisi Grubu adına konuşan Kütahya Milletvekili Sayın Ahmet Derin’e teşekkür ediyorum.
VII. – SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1. – Maliye Bakanı Abdüllatif Şener’in, İstanbul Milletvekili Bülent Ecevit’in, ileri sürmüş olduğu görüşlerden farklı görüşleri
kendisine atfetmesi iddiasıyla konuşması
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, biraz önce, Sayın Ecevit’in konuşmasından sonra, Sayın Maliye Bakanının, sataşma
gerekçesiyle söz talebinde bulunduğunu tespit etmiştim, kendilerine de ifade ettiğim gibi, Birleşim içerisinde tutanakları getirttim,
tutanaklardaki durum şudur: Sayın Ecevit’in “11 Temmuz günü, yine bu kürsüden Maliye Bakanı Sayın Abdüllatif Şener, aynı
rakamları başka bir bağlamda dile getirdi ‘47 milyar dolarlık bir bütçemiz vardır, bu bütçenin de 32 milyar dolarlık bir ilave kaynağa
ihtiyacı vardır’ dedi” şeklinde bir cümlesi var.
Yine, Sayın Ecevit’in konuşmasının bir başka bölümünde “Sayın Maliye Bakanının 11 Temmuz gecesi, bir televizyon
kanalının bir canlı yayınındaki açıklamalarından, bu konuda bazı ipuçları elde ediyoruz; örneğin, Sayın Maliye Bakanının
açıkladığına göre, faizlere üst sınır getirilecekmiş; ayrıca, faizlere vergi konulacakmış ve faiz giderleri vergiden
düşürülmeyecekmiş” şeklinde bir beyan atfı var.
Şimdi, Sayın Maliye Bakanının itirazı, bu televizyon konuşmasının yapılmadığı veya Mecliste, Meclis kürsüsünde, 11
Temmuz günü...
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – İkincisi Sayın Başkan, birincisi değil.
BAŞKAN – Böyle bir televizyon konuşması yapılmadığı iddiasında mısınız efendim?
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Efendim, içeriği yanlış.
BAŞKAN –İçeriğinde...
“Bu konuda bazı ipuçları elde ediyoruz. Faizlere üst sınır getirilecekmiş.” Böyle bir ibare kullanmadınız mı efendim?
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Efendim, onun düzeltilmeye ihtiyacı var.
BAŞKAN – Eğer, bunları söylemediğiniz halde, Sayın Ecevit tarafından bu sözler, zatı âlinize atfediliyorsa, o zaman sataşma
kapsamına girer, size söz veririm. Ancak, bu beyanlar, sizin konuşmanızın içeriğinde de yer alıyor ve televizyonda bunları
söylemişseniz, düzeltme, başka bir tartışmanın konusudur; yani “yanlış anlaşılmıştır” gibi bir düzeltmeyi, başka bir konuşmanın
içerisinde yapabilirsiniz; ama, sataşma gerekçesiyle bu konuda söz verme imkânım olmaz.
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, bir televizyon kanalında çıkmış değilim, o anlamda.
İkincisi, içeriği farklı...
BAŞKAN – Yeni bir sataşmaya imkân bırakmayacak şekilde, bu konuda kısaca açıklık getirin Sayın Bakan. (RP sıralarından
alkışlar)
Buyurun.
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; son günlerde, basında, benim
yapmış olduğum bir beyan şeklinde yapılan yayınlar, bu kürsüden de ifade edildi; bu vesileyle, bu yanlış anlaşılmanın ve yanlış
yayınların düzeltilmesi de böylece mümkün olacaktır.
Birincisi, benim neyi, ne zaman, nerede, nasıl söylediğim konusunda bir tutarlılık yoktur. Dün akşam bir televizyon kanalında
bile “yapılan bir basın toplantısında” deniliyor; bazı yerlerde “yapılan bir canlı televizyon programında” deniliyor. Sanki, bazı
gazetelere demeç vermişim gibi yayınlar yapılıyor. Bu karmaşanın, bu Genel Kurulda da değişik parti sözcüleri tarafından ifade
edildiğini müşahede ettim.
Önce, şunu söylemek istiyorum: Bana atfen ifade edilen sözler, içerik itibariyle öyle değilse bile, bu kaynaklarla ilgili genel
görüşmenin öngörüşmesi sırasında Mecliste yaptığım konuşmadır. O konuşma dışında, bu meyanda, bugüne kadar hiçbir
televizyona bir demeç vermiş değilim, beyanatta bulunmuş değilim ve gazetelere de bu konuda bir beyanatta, açıklamada bulunmuş
değilim. Bu kürsüden, geçen hafta ortasında yaptığım konuşma, ancak iki gün sonra basın ve televizyonlar tarafından
keşfedilmiştir, üç dört gün sonra da gündemin ana maddesi haline getirilebilmiştir; yani, gecikmeyle, belli bir amaç elde edilebilmek
maksadıyla, birtakım yaygaraları ortaya yayabilmek maksadıyla yayınlar yapılmıştır. Dolayısıyla, bunun meydana geliş biçimi
açısından düzeltilmeye ihtiyacı vardı, bu açıklamayı burada yapıyorum.
İkincisi, burada yaptığım konuşmalardan da o sonucu çıkarmak mümkün değildir. Yapmış olduğum konuşmada, Hükümet
Programına güvendiğimizi, Hükümet Programı içerisindeki prensipler, esaslar dairesinde çözümlerimizin bulunduğunu,
çözümlerimize güvendiğimizi, inandığımızı, kendimize inandığımızı, kaynak meselesini de halledeceğimizi; ancak, muhalefetin de
söyleyecekleri varsa, bu ilk günlerde söylemesi gerektiğini beyan etmiştim.
Bunu eleştiren muhalefet sözcülerine, “kaynak meselesi sizin meselenizdir, niçin bizden soruyorsunuz” gibi yaklaşımda bulunan
muhalefet sözcülerine cevap olabilmesi açısından da, orada şunu ifade ettim: Bakın, vaktiyle biz muhalefetteydik, siz de
iktidardaydınız. Sizin iktidar olduğunuz günlerde, biz, muhalefet partisi olarak, bu görevi zaten yapmıştık. Genel Başkanımız, 1996
yılı bütçesi üzerinde yaptığı konuşmada, size somut önerilerde bulunmuştu dedim ve bu somut önerileri saydım ve dedim ki, şimdi,
biz iktidardayız, siz muhalefettesiniz. Bizim yaptığımızı sizden de bekliyoruz. Siz de gelin, buradan, Hükümete somut önerileriniz
neyse, bu somut önerileri ifade edin ve biz de bunu değerlendirelim. Yapmış olduğumuz konuşma buydu, açıklama buydu; ama,
maalesef, bu konuşmalarım içerisinde, basın, iki gün sonra bazı şeyleri keşfettiğini hissetti, üç - dört gün sonra da gündeme soktu ve
bu üslup, bu Meclis kürsüsüne de geldi.
Ben, hemen ifade etmek istiyorum. Biz, Hükümet Programı ve Koalisyon Protokolü çerçevesinde, 54 üncü Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti olarak, kendi programımıza inanıyoruz, güveniyoruz; kaynak meselesini çözeceğimize de inanıyoruz. Burada, istihsal
edilmeye çalışılan şey, sadece, muhalefet ve iktidar arasındaki olumlu bir diyaloğu geliştirmektir.
Saygılar sunuyorum. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Bakana teşekkür ediyorum.
VI. – GENSORU, GENEL GÖRÜŞME, MECLİS SORUŞTURMASI VE
MECLİS ARAŞTIRMASI (Devam)
A) GÖRÜŞMELER (Devam)
1. – Hükümet adına Başbakan Necmettin Erbakan’ın, ülkemizin özkaynaklarının geliştirilmesi konusunda genel görüşme
açılmasına ilişkin önergesi üzerine, Genel Kurulun 11.7.1996 tarihli 76 ncı Birleşiminde açılması kabul edilen genel görüşme (8/2)
(Devam)
BAŞKAN – Şimdi, söz sırası, şahıslar adına yapılacak konuşmalara geldi.
İlk söz, Kayseri Milletvekili Sayın Recep Kırış’ın.
Buyurun Sayın Kırış. (RP sıralarından alkışlar)
Sayın Kırış, konuşma süreniz 10 dakikadır.
RECEP KIRIŞ (Kayseri) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime başlarken, hepinizi, Büyük Birlik Partisi ve şahsım
adına saygıyla selamlıyorum ve ilerleyen şu saatte, bu kadar konuşmadan sonra, hâlâ Genel Kurula ilgi gösteren bütün
arkadaşlarıma, bir kere daha şükranlarımı sunuyorum.
Değerli arkadaşlar, Türkiye’nin özkaynaklarının geliştirilmesi konusundaki bu genel görüşme olayını, çok yerinde bir davranış
olarak nitelendiriyorum. Bunu, evvela, ifade etmek isterim. (RP sıralarından alkışlar) Çünkü, bazı arkadaşlarımız, bazı muhalefet
partisi liderleri, böyle bir genel görüşme talebiyle ilgili eleştirilerini ifade ettiler. O görüşlere de ben saygı duyuyorum; ancak, buna
rağmen, biz, Türkiye’de, eğer, gerçekten, Parlamentoyu daha etkin bir konuma getireceksek ve hepimiz, bu ülkenin çocukları olarak,
ülke problemlerinin çözümüne katkıda bulunma konusunda üzerimize düşen görevi yapacaksak, bu konuda bir genel görüşme
açılmasını, ben, olumlu bir iş olarak görüyorum. Bunu ifade etmek isterim.
Bundan sonra, değerli arkadaşlar, Türkiye’nin özkaynaklarının geliştirilmesi, özellikle, kamu maliyesinin bugün karşı karşıya
kalmış olduğu gerçekten fevkalade sıkıntılı durumdan kurtarılması konusunda yapılması gereken şeyleri -tabiî, bizim süremiz 45
dakika olmadığı, 10 dakika olduğu için- ana başlıklar halinde arz etmeye çalışacağım.
Muhterem arkadaşlar, kamu maliyesinin bugün karşı karşıya kalmış olduğu durumdan kurtarılması için alınması gereken
tedbirleri, birkaç ana başlık halinde, şöyle sayabiliriz diye düşünüyorum:
Birincisi, kamu harcamalarında ve kamuya ait, devlet bankaları tarafından verilen, usulüne uygun olmayan, geçmişteki birtakım
teşvik uygulamaları ve geri dönmeyen krediler sebebiyle devletin talan edilmesine mani olmalıyız. Yani, yolsuzluklar mutlaka
önlenmeli. Türkiye’de, gerçekten, devletin iki yakasının bir araya gelmeyişinin en başta gelen nedeni -şöyle bir araştırdığımız
zaman, bugüne kadar- bu konularla ilgili yolsuzluklardır. Bildiğiniz gibi, devlet bankaları kredi vermiş, bunlar geri dönmemiştir.
Onun dışında “ihale mafyası” diye bir kavram meydana gelmiş ve aynı parayla belki iki tane tesis realize edilebilecekken, onun
ancak bir tanesi yapılmış; o da, belki yarım yamalak yapılmıştır. Bizde yapılan yollar ile Batı’daki yolları, standart olarak ve
dayanıklılık olarak, hepinizin takdirlerine sunuyorum.
Değerli arkadaşlar, demek ki, birincisi, yolsuzlukların mutlaka önlenmesi lazım.
İkincisi, israfın önlenmesi lazım. İsrafın hangi boyutlarda olduğunu, arkadaşlarımız, muhtelif örneklerle ifade ettiler. Bunu
hepiniz biliyorsunuz, şu an bizi izleyen vatandaşlarımız da biliyorlar. Ben, bu konuda fazla ayrıntıya girmeyeceğim; ama, hakikaten,
devlet harcamalarında, kamu harcamalarında korkunç bir israf boyutu olduğunu hepimiz biliyoruz. Türkiye’de, eğer, sadece kamunun
kullanmış olduğu araba, otomobiller konusundaki israf önlenmiş olsa, bu bile, belki devletin gerçekten iki yakasının bir araya
gelmesinde önemli bir başlangıç olacaktır diye düşünüyoruz.
Değerli arkadaşlar, üçüncü olarak -birincisi yolsuzlukların önlenmesi, ikincisi israfın önlenmesi- adil bir vergi reformunun
mutlaka Türkiye’de yapılması lazım. Türkiye’de -gariban memurdan, işçiden, küçük esnaftan, küçük işletmelerden değil- gerçekten,
vergi ödemesi gerektiği halde ödemeyen bir kesim var; bunların, mutlaka, kararlılıkla, cesaretle üzerine gidilmesi ve gerçek bir vergi
reformunun Türkiye’de meydana getirilmesi lazım.
Bu konuyla ilgili olarak, tabiî, Türkiye’de belge düzeninin hâlâ yerleşmemiş olduğunu burada ifade etmek istiyorum. Vergi iadesi
için -bildiğiniz gibi- fiş alma bir ara reklamlara kadar, esprilere kadar konu oldu, bir ara yaygınlaştırılmaya çalışıldı; ama, şimdi,
hangi fişin vergi iadesine konu olduğu, hangisinin olmadığı bile belli olmaz hale geldi. Eğer insanlar bu konuda teşvik edilecekse,
her şey, vergi iadesinde, mutlaka, geçerli bir fiş sayılmalı, bunun istisnası olmamalı, herkes için, her mal için ve her hizmet için bu
olmalıdır. Bu, böyle olmadıkça, bunu temin etmedikçe, belge düzenini oturtmanız ve gerçekten ekonomiyi kontrol altına almanız
mümkün değildir.
Değerli arkadaşlar, tabiî, bütün bunların yanında, özkaynaklarımızın geliştirilmesi için en önemli şeyin üretimin artırılması
olduğunun altını çizmek istiyorum. Üretim artırılmadan yapılabilecek fazla bir şey yoktur. Üretimin artırılması için de, sırtüstü
yatanın değil, çalışanın mükâfatlandırılması lazımdır. Şu an Türkiye’deki uygulamalar, çalışanın değil, sırtüstü yatanın âdeta
mükâfatlandırıldığı bir sistem tarzında yürümektedir. Halbuki, biz, mutlaka, çalışanın gerçekten teşvik gördüğü, ona her türlü
kolaylığın getirildiği bir sistemi kurmak durumundayız.
Değerli arkadaşlar, bu anlamda, gerçekten, Türkiye, tabiî, yeraltı, yerüstü zenginlikleriyle, tarım, hayvancılık, maden
potansiyeliyle, insangücüyle, şu an geldiği bilgi birikimiyle, teknolojik seviyesiyle çok büyük bir potansiyel ifade ediyor. Bütün
bunları çok iyi kullanmalıyız; ama, kapalı bir ekonomiyle, elbette ki, Türkiye’nin önünü açmamız ve Türkiye’yi geliştirmemiz
mümkün değildir. O bakımdan, mutlaka, biz Türk insanı olarak, Türkiye olarak, dünya ticaretinden daha büyük bir pay almayı
hedeflemek ve bunu gerçekleştirmek mecburiyetindeyiz. Bunun da yolu, ihracatımızı teşvik etmek için her türlü tedbiri almaktır;
insanımızın teşebbüs ruhunu teşvik etmektir; ona katkıda bulunmak, onu her bakımdan kolaylaştırmak ve insanımızı, bütün
dünyaya gerçekten açmak, seferber etmektir. Bu konuda, gerçekten, ne yapılsa azdır. Bu, fevkalade önemlidir.
Değerli arkadaşlar, üretimin artırılması için alınacak birçok tedbir var; ama, ben, bunlardan, önemli gördüğüm için, bazılarına
işaret etmek istiyorum. Bir defa, önümüzdeki zaman içerisinde, Türkiye, ciddî bir -üretimi ilgilendiren bir faktör olduğu için- enerji
kriziyle karşı karşıya gelme durumundadır. Türkiye, şu anda, sanayicisine, konutlarda kullanılan elektriğe göre daha pahalı elektrik
veren bir ülke durumundadır. Sanayide kullanılan elektriği daha ucuza vermek gerekirken, biz, daha pahalı veren bir yapıya sahibiz.
Bunu mutlaka düzeltmek ve sanayiciye, müteşebbise, üreten insanımıza ucuz ve sürekli enerji sağlamanın çaresine bakmak
durumundayız. Bu konuyla ilgili olarak, Hükümetin yetkililerinin açıklamış olduğu -bazı bakanlarımız ifade ettiler- nükleer
santralların mutlaka kurulması gerektiği düşüncesini alkışlıyoruz. Bunun, mutlaka, bir an önce gerçekleştirilmesi için süratle karar
vermek gerektiğini, burada ifade ediyoruz. Çünkü, değerli arkadaşlar, nükleer santrallar, bugün teşebbüs edilse bile, zaten şu kadar
zamanda ancak meydana geliyor; yani, en az 5 yıl ilâ 10 yıl arasında bir zaman geçmesi lazım. Dolayısıyla, Türkiye’nin, bu konuda,
mutlaka, bunu yapması gerektiğine inanıyoruz. Tabiî, onun yanında, mevcut hidrolik, termal, güneş enerjisi, rüzgâr gibi diğer enerji
kaynakları, elbette ki, en iyi şekilde değerlendirilmeli; ama, bu da mutlaka yapılmalıdır diye düşünüyoruz.
Değerli arkadaşlar, yine, enerjiyle ilgili olarak, şu an, şebekelerdeki elektrik kaçak ve kayıpları dünya standartlarının fevkalade
üzerindedir. Bu, yüzde 18 olarak ifade edilmektedir. Sadece bu işi en aza indirsek, Türkiye’de şu kadar baraj yapmış gibi oluruz. Bu
da fevkalade önemlidir. Bunu da, sadece altını çizerek ifade ediyorum.
Muhterem arkadaşlar, söyleyecek çok şey var; ama, zaman dar. Biz, çok konuşmak yerine, mutlaka, belli şeyleri yapmak
durumundayız. Şu özelleştirme dediğimiz şey bir an önce gerçekleştirilmeli ve elbette ki, devlet malını peşkeş çekme anlayışından
uzak olarak; elbette ki, çalışanları mağdur etmeden; elbette ki, yerli girişimcilerimize öncelik vererek şu özelleştirmeyi mutlaka
yapmalıyız. Belli bölgelerimizdeki istisnaî durumlar hariç, şu an, devletin elinde bulunan lojmanlar -milletvekili lojmanları başta
olmak üzere- bütün dinlenme tesisleri satılmalıdır diyoruz. Bu konuda, mutlaka, bir an önce harekete geçilmelidir diye düşünüyoruz.
(RP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, onun yanında, elbette ki, güneydoğudaki terörün önlenmesi fevkalade önemli; çünkü, önemli bir kaynağı
yutuyor.
Emlak Vergisi oranları düşürülmeli; ama, Emlak Vergisinin, gerçekten emlakın reel değerleri üzerinden vergilendirilmesi
mutlaka temin edilmelidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
RECEP KIRIŞ (Devamla) – Bağlayacağım Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Kırış.
RECEP KIRIŞ (Devamla) – Değerli arkadaşlar, onun dışında - tabiî, bunları hep misallendirmek çok geniş zaman istiyor- bu
konuyla ilgili birtakım projelerimizi, inşallah, Hükümet yetkililerimize sunma hazırlığı içindeyiz.
Ben, son olarak şunu ifade edeceğim: Değerli arkadaşlar, bu ülke hepimizin. Sözlerimin başında belirttiğim gibi, ülke
meselelerini hep beraber görüşerek, konuşarak ve sorumlu bir muhalefet anlayışı içinde yanlışlara karşı çıkarak, ama doğruların
yanında olarak, ülke meselelerinin çözümüne katkıda bulunmalıyız.
Beni etkileyen son bir olayı burada ifade ederek sözlerimi bağlayacağım. Birkaç gün önce, bir ilimizde, Atatürk büstüne karşı
bir saldırı olmuş ve failleri yakalanmıştır. Saldırıyı yapanların alkolik kişiler olduğu tespit edilmiştir. Tabiî ki, bu eylemi
tezgâhlayan birileri var mı, henüz bilemiyoruz; ama, birileri bu tür eylemler meydana getirip “aman Türkiye karanlığa gidiyor, irtica
hortluyor, gericilik patlıyor” gibi şeyler söyleyeceklerse, bu sözlere karnımız tok; artık, kimse bu türlü provokasyonlara inanmıyor
ve bunların iğrenç bir tezgâh olduğu hemen belli oluyor. (BBP ve RP sıralarından alkışlar)
Birbirimize karşı savaş çığlıkları atarak içimizden düşmanlar icat etmek yerine “hepimiz bu ülkenin çocuklarıyız; gelin,
fikirlerimiz, düşüncelerimiz farklı da olsa, el ele vererek bu ülkenin kalkınması için çalışalım” demek daha güzel değil mi?
Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. (BBP ve RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Kişisel konuşmalar bölümünde söz alan Kayseri Milletvekili Sayın Recep Kırış’a teşekkür ediyorum.
Hükümet söz talebinde bulunmaktadır; Hükümet adına Sayın Başbakan konuşacaklardır.
Buyurun Sayın Başbakan. (RP sıralarından ayakta alkışlar; DYP sıralarından alkışlar)
Konuşma süreniz 45 dakika Sayın Başbakan.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Konya) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin sayın üyeleri; hepinizi Hükümetimiz adına
hürmetle, muhabbetle selamlıyorum, sevgiyle kucaklıyorum.
Sözlerime başlarken, ülkemizin en önemli meselesi olan kaynak geliştirme konusu münasebetiyle bu ana kadar Yüce Mecliste söz
almış olan bütün kıymetli konuşmacılara, bu arada, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal’a, Demokratik Sol
Parti Genel Başkanı Sayın Bülent Ecevit Beyefendiye, ANAP sözcüsü Biltekin Özdemir Beye, Refah Partisi sözcüsü Kahraman
Emmioğlu ve Ahmet Derin Beyefendilere, Doğru Yol Partisi sözcüsü Halil Yıldız Beyefendiye ve Büyük Birlik Partisinden şahsı
adına konuşan Recep Kırış Beyefendiye teşekkürlerimi arz ediyorum.
Hemen inancımı ifade etmek isterim ki, bugün, Yüce Mecliste son derece faydalı bir görüşme yapmış olduk. Bundan dolayı
büyük bahtiyarlık duyuyorum. Bu görüşmemizden edindiğimiz istifadelerle, inşallah, Hükümetimiz, ülkemizin temel konusu olan
kaynak geliştirmede bütün gayretiyle çalışacak, halkımıza faydalı hizmetler yapmanın en güzel örneklerini verecektir; inancımız
budur. Bu görüşmeyi yapmaktan da, zaten, temennimiz buydu.
Yine, sözlerime başlarken belirtmek istiyorum ki, yoğun Hükümet çalışmaları arasında, geçen hafta sonunda fırsat bulduk,
yurdumuzun çeşitli köşelerini ziyaret etme imkânını elde ettik; Konyamızı, Elazığımızı ve Bingölümüzü ziyaret ettik.
Huzurlarınıza büyük bir memnuniyetle geliyorum; çünkü, burada, halkımızın büyük coşkusuna, Hükümetimizin kurulmuş
olmasından dolayı duyduğu sevince, ümide ve heyecana şahit olduk ve bir devlet-millet kaynaşmasının en güzel örneklerini
yaşadık. Bu sevincimi, size duyurmak istiyorum. İnşallah, Hükümetimiz, bundan sonra atacağı adımlarla, halkımızın bu sevincini
daha da artıracak ve Yüce Meclisin katkılarıyla, halkımıza en hayırlı hizmetleri yapmaya gayret edecektir.
Şimdi, bütün bunları belirttikten sonra, Yüce Meclisimizde bugün yapmış olduğumuz genel görüşme üzerinde bazı
arkadaşlarımızın hâlâ bir yadırgama içinde olduklarını hissettim. Halbuki, Yüce Meclisimizin en önemli görevi, tıpkı Birinci
Büyük Millet Meclisinde olduğu gibi, ülke meselelerini oluşturmak, genel politikalara yön vermektir. Bundan dolayıdır ki, bazı
arkadaşlarımızın “Hükümetin görevidir, yapsın, gelsin, biz tenkit edelim” şeklindeki mütalaalarının isabetli olmadığı
kanaatindeyim. Ülke hepimizindir; ülkemize hizmet hepimizin görevidir; hepimiz, katkılarımızı, burada orta yere koyacağız. Biraz
evvel konuşan Sayın Bülent Ecevit Beyefendinin de bir kere daha hatırlattıkları gibi, Yüce Meclis, bir er meydanıdır. Bütün
partilerimiz, seçimler esnasında “ülkenin meselelerini biz çözeriz” dedik. Ülkenin en önemli meselesi kaynak meselesidir; öyleyse,
hadi bakalım, bu kaynakların geliştirilmesi için, partilerimiz, burada, fikir yarışı yapsınlar demiş idik; çok şükür, bugün, kıymetli
konuşmacılar, çoğunlukla, bu istikamette gayet faydalı fikirler orta yere koydular. Yalnız, şu noktayı hemen baştan belirtmek
istiyorum ki, bilhassa, muhalefet partilerine mensup olan kıymetli arkadaşlarımız burada konuşurken, kendilerini, âdeta, sinirli,
tenkit edici bir hava içerisinde gördüm. Ben, bu konuşmanın, çok daha tatlı bir fikir yarışı şeklinde olmasını temenni ediyordum.
Dolayısıyla, konuşurken, böyle, birtakım sert muamelelere lüzum yok. Ülkenin kaynaklarını geliştirmek için fikrimiz varsa ortaya
koyarız ve bunu da tatlı bir şekilde koyarız. (RP sıralarından alkışlar) Bunun için, herhangi bir şekilde, ne daha önceki dönemleri
tenkit havası içerisine girmemize ihtiyaç var ne de bugün yapılmakta olanları kendi kendimize tefsir edip, gerçekle alakası olmayan
kabuller yaparak, o kabulleri tenkite tevessül etmemize ihtiyaç var. Mesele ortadadır; ülkenin kaynaklarının geliştirilmesi için,
şunlara şunlara, bu Hükümetin dikkat etmesini istiyorum diyeceğiz ki, Hükümet, hakikaten seviyesi çok yüksek olan bu Meclisimizin
kıymetli fikirlerinden yararlanma imkânını bulsun. İnşallah, temenni ediyorum ki, bundan sonraki genel görüşmelerimizde, bu işi
çok daha tatlı bir şekilde yürüteceğiz.
Hemen, Yüce Meclise haber vermek istiyorum ki: Bak, bizim, Hükümet olarak, Yüce Meclisten, olağanüstü hal konusunu kesin
karara bağlamadan önce, aynı şekilde, bir genel görüşme talebimiz oldu. Yine, aynı şekilde, Yüce Meclis Başkanlığından, Çekiç
Güç için ve hatta, bunu bir gizli görüşme halinde yapmak için talebimiz oldu; bir gizli oturumda, tamamen rahat ve serbest bir şekilde,
millî menfaatlerimizi çok rahat bir şekilde konuşabileceğimiz bir genel görüşmeyi talep ettik. Bu genel görüşmeler bize ışık tutacak.
Bu ışık tutmanın bilgileri altında, inşallah, önceden sizin fikirlerinizi almış olarak, Millî Güvenlik Kuruluna gideceğiz, orada sizin
fikirlerinizi savunacağız ve bundan sonra, tekrar, bütün bunların muhassalası olarak meydana gelen nihaî teklifi de, sizin
huzurlarınıza getirip, tasvibinize sunacağız. (RP sıralarından alkışlar) Her şey olup bittikten sonra Yüce Meclise gelmek, bizim
temelden ifade ettiğimiz inanışımıza uymuyor; çünkü, Yüce Meclisimiz, Hükümetimizin üstündedir -bir kere daha iftiharla ifade
ediyorum- siz ışık tutacaksınız, sizden almış olduğumuz faydalı bilgilerin ışığı altında, biz, ülkeyi yönetmeye gayret edeceğiz.
Bu, bizim bir fikrimiz yok demek değildir; bu, daha iyisini yapmayı istemenin bir metodudur. Böylece, inşallah, hep beraber, en
iyisini yapmaya çalışacağız.
Şimdi, kıymetli arkadaşlarımızın demin yapmış oldukları konuşmalar üzerinde, kısaca bazı açıklamalarda bulunmakta yarar
görüyorum.
Önce, Sayın Bülent Ecevit Beye bir kere daha teşekkürlerimi sunmak istiyorum; çünkü, burada, hakikaten, konu üzerinde
aydınlatıcı, çok kıymetli, faydalı bilgiler sundular. Yalnız, tabiî, bazı konuları kendileri kabul edip, kendi kabullerini tenkit ettiler;
bunları belirtmekte yarar görüyorum. Yani ‘bu konuşmayı biz niçin yapıyoruz; siz, katsayı artışını yapmışsınız, halktan da
alkışı toplamışsınız; şimdi, gelip, bize, para bulun diyorsunuz” dediler.
Hayır, bu böyle değil. Biz, ülkenin kaynaklarını geliştirmek için -günlerden beri, daha önce, yıllardan beri çalışmamız var- ne
yapacağımızı çok iyi biliyoruz. Bu atmış olduğumuz adımları, halkımızın meselerini çözmek için bilerek atıyoruz ve bunlardan
hiçbiri de karşılıksız atılmış adımlar değildir. İnşallah, önümüzdeki günlerde, bunların hangi karşılıklara dayanarak, nasıl bir
şekilde orta yere konduğunu, atacağımız adımlarla, bütün Meclisimiz çok iyi bir şekilde görecek ve hep beraber, milletimizle
beraber sevineceğiz. Burada maksat, alkış toplamak değil; burada maksat, hakikaten çok ağır meseleleri olan halkımıza hizmet
götürmektir. Bunu da, inşallah, hep beraber yapacağız.
Şimdi, Sayın Ecevit “bizden gelip kaynak soruyorsunuz; ama, kendiniz gidiyorsunuz, Elazığ’da diyorsunuz ki: Allah bize
verecek, biz de size vereceğiz” diyor; bu sözü -ben, Sayın Ecevit’in zekâsından eminim- ne maksatla söylediğimizi herkesten daha iyi
kavrayacak durumdadırlar. O sözün altında yatan mana şu: Biz büyük bir değişim yaşıyoruz; burada halka diyoruz ki, ey ahali, ey
kardeşlerimiz! Biz bir değişim Hükümetiyiz, eskilerden farklıyız; eskiden, devlete para lazım olduğu zaman, tıpkı trafik memuru
gibi, vergi konmuştur, zam yapılmıştır; eskiden, döviz lazım olduğu zaman dışborç alınmıştır; alınmıştır ama, ülke de buraya
gelmiştir. Şimdi, biz, değişim hükümetiyiz. Allah bize verecek, biz de size vereceğiz sözünün manası; biz, ülkenin asıl
zenginliklerini, doğal kaynaklardan, Allah’ın verdiği nimetlerden temin edeceğiz; vergiyle, zamla, faizle temin etmeyeceğiz. Demek
ki, asıl yapılması icap eden de budur. (RP sıralarından alkışlar) Ülkemizin zenginliği... Ne vermiş Cenabı Hak bize? Genç bir
nüfus, işgücü... Ne büyük bir nimet!.. Bunu servete çevireceğiz... Bu kadar güzel bir vatan; sayısız nimet!.. Bu nimetleri, biz, üretim
yoluyla zenginliğe çevireceğiz; rant ekonomisinden reel ekonomiye geçeceğiz ve böylece, Cenabı Hakkın verdiği nimetler
vasıtasıyla, size refah getireceğiz. Sağlam ekonomi, gerçek kalkınma budur. Bunu bugüne kadar yapmadığımız, yapamadığımız
için bu hale geldik. İşte, kastettiğimiz büyük değişim budur.
“Kayıtdışı ekonomiyi kayıt altına alalım, vergileri adil yapalım, toplayalım, doğal kaynaklarımızı geliştirelim, rant
ekonomisinden reel ekonomiye geçelim, KİT’leri kurtaralım, verimli çalıştıralım, enflasyonu düşürelim...” Sayın Ecevit’in bütün
bunlar hakkındaki teklifleri, elbette fevkalade yararlı tekliflerdir. Zaten, kaynakları geliştirirken yapmak istediklerimiz de bunlardır.
Şimdi, bunları ayrıntılarıyla Meclisin önüne getirmeli, bundan sonra da biz fikirlerimizi söylemeliyiz. Tabiî, o da gelecek arkadan;
ama, biz, bunları sizin önünüze getirirken dahi, önceden sizin tavsiyelerinizden yararlanmak istediğimiz için bu genel görüşmeleri
yapıyoruz.
Bu meyanda, sendikalarla görüşülmesi, toplumsal örgütlerden yararlanılması çok faydalı tavsiyelerdir. Bunları, inşallah
önümüzdeki günlerde, kendilerinin tavsiyelerine paralel olarak yapacağız. Yani, biz bu kaynak işlerini, hakikaten, ülkemizin kıymetli
işadamları, işçiler, KOBİ’ler, ihracatçılar ve müteahhitlerle, bütün bunlarla devamlı temaslar halinde geliştireceğiz; çünkü, Sayın
Baykal’ın işaret ettikleri gibi, kaynak meselesi, bir devletin sürekli meselesidir; bunu bir defa konuşmakla bitmez. Sürekli olarak yeni
kaynaklar geliştirip, o kaynakları halkın hizmetine arz etmek, ülkenin kalkınmasına tevcih etmek mecburiyetindeyiz; devletin,
hükümetin, elbette, aslî işi budur.
Şimdi, burada, bir noktayı belirtmek istiyorum: Önce, bir defa, Sayın Ecevit “efendim, bütçe tutarı 47 milyar dolardır” dediler.
Evet, öyle söyledik, bundan önceki bütçe konuşmamızda; 32 milyar dolar ile bu bütçenin ayrıca takviye edilmesi lazım gelir
dedik, bundan önceki bütçe konuşmamızda; muhalefetteyken ve bu takviyelerin hangi sebeplerden dolayı, hangi konulara yapılması
icap ettiğini de, burada, huzurlarınızda, tam bir liste halinde, böyle renkli tablolarla takdim etmiştik. Ben, şimdi, o tablonun bir
küçük suretini, bir kere daha sizlere gösteriyorum. O vakit ifade etmiştim ve “bakınız, terör konusunu çözmek için, bizim, o bölgede
işsizliği kaldırmamız, halkımızı mezralara götürmemiz, şu şu adımları atmamız lazım; bunun için bu bütçeye 3,5 milyar dolar
daha koymak icap eder; bunların hiçbirinin kaynağı yok. Aynı şekilde, işsizliği önlemek için şu kadar -bir bir sayacak değilim-
köylü meselelerini çözmek için bu kadar, memur meselesini, esnaf, dul ve yetimlerin, işadamlarının meselelerini çözmek için şu
kadar parayla bu bütçenin takviye edilmesi gerekir; bu paranın toplamı da 32 milyar dolar yapar” demiştim ve de -tesadüfen bu
kelimeyi o gün de kullanmıştım- rantiyecilerin yılda yapmış oldukları 47 milyar dolarlık kazancın 32 milyar doları haksızdır.
Bunlar birbirlerine tesadüfen eşit düşmektedir. Öyleyse, yapılması icap eden şey, bu 32 milyar doları alıp işçiye, köylüye vermektir.
Şimdi, burayı teşrif ettiniz, buyurdunuz ki: “İyi ya, ne kaynak arıyorsunuz! İşte, 32 milyar doları alın, verin.” Ancak, şimdi,
biz işbaşına geldiğimiz zaman, bu rantiyecilere birtakım büyük faiz karşılığında verilmiş olan tahvillerin hepsine şart koşulmuş
“bu tahvillerden hiçbir vergi kesilmeyecek” denilmiş. Şimdi, biz, devlet ciddîyetine fevkalade önem veriyoruz, hepimizin olduğu gibi.
Devlet bir şeyi vaat ettiyse, orada, mutlaka sadakat esastır; halkın devlete güvenini temin etmek, devlette süreklilik esastır. (RP
sıralarından alkışlar) Hangi yönetim olursa olsun... Bundan önceki gelmiş “ben bu tahvili sana veriyorum; ama, bundan hiçbir
şekilde vergi kesmeyeceğim” demiş. Şimdi, biz, bugün geldik. Bunların çok yüksek faizlerle verildiğine kaniiz. Devlet, bu kadar
büyük borçlarla faizler altında ezilmemeliydi keşke; ama, yapılmış. Bu, devlettir ve devlet bu sözü vermiş. Onun için, biz şimdi
çıkıp, bunlardan vergi kesemeyiz; çünkü, devlet “vergi kesmeyeceğim” demiş.
Ne anlatıyorum şimdi? Bizim bundan önceki konuşmamızla bugünkü konuşmamız, yani, muhalefetle iktidarımız arasında
hiçbir fark yok. Biz, o gün “bunlar yapılmamalıydı” dedik; şimdi, bugün geldik, biz bunları yapmayacağız inşallah. İşte, önemli
olan budur. Bunları yapmayacağımız için biz bu genel görüşmeyi yapıyoruz. Bizim bütün gayretimiz, devletin yüksek faizle
borçlanmalarını ortadan kaldırmaktır. Bu devlet, mutlaka, geliri giderine eşit hale gelmelidir. Bu devletin kaynakları vardır.
Bunları süratle harekete geçirerek yüksek faizlerle devleti borca sokup, faiz sarmalı içerisinde mahvedeceğimize, kendi kaynaklarıyla
kendisini finanse eden bir devlet haline gelmek... Gayemiz, hedefimiz budur, Hükümet Programımıza yazdığımız da budur ve bu
esnada biz, devletin açıklarını artırmak için değil, kapatmak için geldik; bu esnada biz, bizden önceki yönetimlerin yüksek faizle
almış oldukları bütün bu içborçları ortadan kaldırmanın çabası içindeyiz; çünkü -hepinizin bildiği gibi- bu içborç faizlerinin
altından kalkmak mümkün değil. 2 katrilyon içborç, 2 katrilyon yıllık faiz... Zaten, halka verdiğimiz bütün hizmet 2 katrilyonu
tutmuyor. Onun için, ülkeyi bu faizden kurtarıp, o faizleri halkımızın hizmetine sunmak, işte, Hükümetimizin asıl gayesidir. Bunu
sunmak da, sonunda geliyor, hızla, süratle kaynakları geliştirmeye dayanıyor. Bu sebepten dolayıdır ki, muhalefetteki
konuşmamızla, şu anda üzerimizdeki görev münasebetiyle yaptığımız konuşmalar arasında, temelde hiçbir fark yoktur. Aynı
şeyleri söylüyoruz. Biz, o zaman da “devlet, bu faizden kurtarılmalıdır” demiştik; şimdi de, işte, onu kurtarmak için özkaynakları
harekete getirmenin gayreti içindeyiz.
Şimdi, tabiî, sual buyurdular: “Bundan sonra devlet borçlanmadan nasıl vazgeçecek, para mı basacak?” Hayır; kaynakları
geliştirecek devlet, kaynakları... Nereden geliştireceğiz; sizin fikirlerinizi aldık; şimdi, ben, onlara ilaveten bazı şeyleri söyleyeceğim
ve inşallah sizin fikirlerinizi aldıktan sonra, biz bunları yaptığımız zaman göreceksiniz esas. (RP sıralarından alkışlar)
BÜLENT ATASAYAN (Kocaeli) – Hocam, şimdi söyle de içimiz rahatlasın.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Şimdi, tabiî, biraz evvel, kıymetli Maliye Bakanımız açıklamayı
yaptılar. Bu nokta üzerinde hassasiyetle durmakta yarar görüyorum: Bakınız, Maliye Bakanımızın yapmış olduğu açıklamayı,
Sayın Baykal da arkadan ifade ettiler, dediler ki: “Efendim, bunu, asıl, Başbakan yapmış idi.” Evet, Sayın Maliye Bakanımızın
konuşmasına mesnet teşkil eden asıl liste buradadır. Ben, bu listeyi, burada, bütçe konuşmalarımda, size, Yüce Meclise arz ettim.
“Bu bütçenin içerisinde ne var; bu bütçenin içerisinde, bu rantiyecilerin bir yılda elde ettikleri 47 milyar dolarlık kazancın 15 milyar
doları haklı kazançtır, 32 milyar doları haksız kazançtır ve bu haksız kazanç, şu dokuz sebepten ileri geliyor” dedim, bir bir bir
saydım. Her birinden ne kadar haksız kazanç var, ne kadar haklı kazanç var; bunun da dökümünü o zaman arz etmiştim, şimdi,
teferruata girmiyorum.
Asıl açıklamak istediğim şey şudur, bakınız, aynen okuyorum: “1- İçborç faizlerinin yüksek olması dolayısıyla, rantiyecilerin
haksız kazançları...” Birinci madde buydu. Ne demek bunun manası; devlet -işte, görüldüğü gibi- borç alıyor; bunu, serbest piyasada
oluşan bir faizle alıyor. Bu serbest piyasada oluşan faizler, çok yüksek faizler; bundan dolayı da, rantiyecilere büyük bir kazanç
transferi yapılmış oluyor; söylenen budur. Burada, hiçbir zaman, bu kazançlara, daha doğrusu, piyasadaki faizlere bir limit getirilecek
diye tek kelime yoktur, böyle bir maksat da söz konusu değildir; çünkü, hemen ifade edeyim ki, asıl özel sektörcü zihniyet, Refah
Partisinin zihniyetidir. Diğer partilerimizin temelinde yatan kapitalist düzen, aslında, tam özel sektörcü bir düzen değildir, tatbikatta
monopollerin düzenidir. Orada büyük karteller birleşirler, fiyatı kendileri tespit ederler, öyle serbest piyasa filan olmaz. O serbest
piyasanın olması için, adil düzene geçilmesi icap eder. Biz, vaktiyle de bunları söyledik; şimdi de, tabiî, aynı fikirlerimizin elbette
sahibiyiz ve bu fikirler münasebetiyle ifade ediyorum ki, gerçek özel sektörcü biziz; çünkü, bizim birinci temel kuralımız, bütün
ekonomik faaliyetlerin şahıslar tarafından yapılmasıdır, devletin hiçbir ekonomik faaliyette bulunmamasıdır.
Şimdi, bundan dolayıdır ki, bizim, herhangi bir şekilde, serbest piyasaya müdahale diye en ufak bir zihniyetimiz yoktur. Bu,
sadece, söylenen sözler çarpıtılıyor; ondan sonra da, bir insan, on kere yanlış bir şeyi söyleyince, kendisi de, onu, doğruymuş gibi
kabul ediyor.
Biraz önce Maliye Bakanımız çıktı “ben böyle bir söz söylemedim” dedi. Ben de, size, o sözün temelindeki cümleleri okudum;
bunların, bu iddiayla uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmadığını ifade ettim. Bununla, şunu demek istiyorum ki: Biz, Refah Partisi
olarak da bu düşüncedeydik; ancak, şu anda, bilindiği gibi, Doğru Yol Partisiyle beraber bir Koalisyon Hükümetinin içerisinde ortak
olarak hizmet ediyoruz ve bu Hükümetin Programı, bu Programdır. Bunun içerisinde de, her şeyin, serbest piyasa esaslarına göre
yürütüleceği açık bir şekilde yazılmıştır. Bu sebepten dolayı, masa başında oturup, komünist rejimlerde olduğu gibi birtakım
piyasa kurallarına müdahale etmekten hiçbir fayda gelmez; böyle bir şey aklımızın kenarından da geçmemiştir. Ama, biz, ne
yapmak istiyoruz; devlet, bu borçlanmalara mecbur kalmasın, bunları, özkaynaklarımızdan temin edelim; çünkü, bu büyük paraları
temin etmek istediği zaman piyasaya çıkıyor, devletin bu para ihtiyacı dolayısıyla faizler yükseliyor, bütün özel bankalar da buna
uyarak faizleri yükseltiyorlar; bundan dolayı, fakir fukara eziliyor, enflasyon artıyor. Bunun kökünden kesilmesi için, devletin,
yüksek faizle borçlanmadan kurtulması lazım. İşte, bunun için de, bu kaynak meselesi, her şeyin temelini teşkil etmektedir.
Burada, hemen şunu belirteyim ki, Sayın Ecevit “efendim, peki, bu kaynağı temin etmek için kamu mallarını satmaktan
bahsediyorsunuz; ama, bunları satarken, neyi satacaksınız” konusunda birtakım açıklamalar yaptılar. Önce, bu buyurdukları
hususlara hakikaten teşekkür ediyorum. Yani, bugün, Silahlı Kuvvetler mensuplarının oturduğu binaları alıp satmak elbette
mümkün değil; işaret ettiğiniz gibi, güneydoğudaki birtakım güvenlik görevlilerinin, hatta, öğretmenlerimizin... Ancak, bütün bu
buyurduklarınız ne kadar haklıysa, 300 bin kamu binasının içerisinden, dikkatli bir inceleme yapacak olursak, ben eminim ki, bu
incelemeyi Sayın Ecevit yaparsa, en aşağı 100 bin tanesinin hemen satılmasına kendisi karar verecek; çünkü, bakın, ben
Balıkesir’den geliyorum; Balıkesir Valisinin 4 tane yazlık köşkü var. Bu yeni vali geldi -bu hata, kusur, kendisiyle ilgili değil- gördü
ki, her deniz kenarındaki ilçeye bir tane vali konağı yapılmış. Şimdi, rica ediyorum; bir valiye deniz kenarında bir tane dinlenme evi
yetmez mi? Bunun üç tanesinin hizmetleri için, bunların aşçıları var, bunların bekçileri var, bunların bahçıvanları var... Ee, bir
hesap yaptığınız zaman, işte bunlar sonunda trilyonlara gidiyor. Dolayısıyla, bu binaları bir an evvel satalım.
Yine, buyurdular ki, “efendim, birtakım insanlarımızın buna ihtiyacı var; eğer kendisi kira ödeyecek olursa, maaşının hepsini
verse, kiraya yetmez.” Doğrudur; ama, biz bu binaları sattığımız zaman, bunun içinde oturmakta olan kamu görevlilerini sokakta
bırakacak değiliz. Onlara, tatminkâr bir şekilde, o buyurduğunuz kirayı ödeyeceğiz; ancak, biz bu binayı satıp da orada oturan kamu
görevlisine, en güzel yerde oturacak kirayı ödediğimiz zaman, devlet olarak çok kârlı çıkıyoruz; çünkü, bugün devlet o paraya sahip
olmadığı için, her finansman en aşağı yüzde 100 faizle elde ediliyor. Bir yere 100 lira verdiğiniz zaman, bu, devlete 200 liraya mal
oluyor; çünkü, devlet bunu borçlanarak yapıyor. Ondan dolayıdır ki, devlet, bugün bulunduğu noktada, ne kadar süratle paraya
kavuşursa, hizmetlerini o kadar rahat görür ve o kadar ekonomik çalışır. Sahip olmadığınız parayı borçla aldığınız zaman, yüzde
100 faizle bunu alıyorsunuz demektir; bu da, tabiî, korkunç bir sarmal, bunun altından kurtulmanın imkânı yok.
Şimdi, biz bu binaların parasını alsak... Tabiî, bunların hepsi hesaba kitaba dayanılarak hazırlanıyor, kesin şeklini aldığı
zaman da, sizin buyurduğunuz gibi, detaylarıyla beraber, yine Meclisin huzuruna gelecek; ancak, o hesaplardan hep beraber göreceğiz
ki, devletin bu paraya kavuşması, içinde oturan insana “git istediğin, seçtiğin yerde otur” deyip, oturduğu yerin kirasını vermesi,
bugün gelinen noktada devletin fevkalade yararınadır. İşte, bu yarar dikkate alınarak, buyurduğunuz bütün hususlara dikkat edilmek
suretiyle, burada bir potansiyel olduğu muhakkak, bu potansiyel orada durmasın, bunu bir an evvel nakde çevirelim. Bunların
satılması da zaman alır. Huzurlarınıza, gerekirse yeni fikirlerle geleceğiz. Geçen defa da söylemiştim; bunu, finansman
müesseselerine bir anlaşmayla vereceğiz, bedelin bir kısmını peşin alacağız; o, bunu, usulü dairesinde -yine devletin kontrolü
altında- açık, şeffaf bir şekilde sattıktan sonra, nihaî mahsup yapılacak; ama, devlet, paranın birkısmını, bir sene beklemeden
almak imkânına kavuşacak. Dolayısıyla, binalarda, evet, bir potansiyel vardır; bu potansiyel, mutlaka, bir an evvel, buyurulan
noktalara dikkat edilmek suretiyle, kuvveden fiile çıkarılmalıdır.
Diğer tarafta, sadece binalar değil, 300 bin tane kamu kuruluşu tesisi var. Bunlar ikametgâh da değil; çoğu, “dinlenme tesisleri”
adı altında bildiğimiz tesislerdir; bu tesisler çok para eder. “Efendim, çok az memur dinlenir...” Doğrudur. Biz bu tesisleri satalım,
daha çok memura, dinlenmek için ilave para verelim, istediği yerde dinlensin; yapmak istediğimiz budur. (RP sıralarından alkışlar)
Devletin bir an evvel paraya kavuşması, ama, hiçbir hizmeti de aksatmamak, tam tersine, o hizmetleri yaygınlaştırmak, geliştirmek,
huzurlarınıza getireceğimiz tekliflerde anafikir olacaktır.
Şimdi “kamunun elinde araziler var; ama, bunlar yeşil alan içindir, spor içindir, okullar, meralar içindir” buyurdunuz; ama,
hepimiz biliyoruz ki, bunun dışında da, ayrıca, kamunun elinde milyonlarca metrekarelik araziler var. Şimdi, şu Ankaramızın, 1
Ankara değil 3 tane Ankara kuracak kadar, kenarda, mücavir sahası var. Biz, bunları modern şehircilik esaslarına göre
projelendirirsek ve bu projelendirilmiş olan, her şeyi hazır, parsellenmiş olan buraları, eğer halkımıza ve dışarıdaki işçilerimize
satarsak, hatta, bunu dövizle aldıkları zaman kendilerine özel tenzilat yapmak üzere bir teşvik getirecek olursak, o takdirde, büyük bir
potansiyel nakte çevrilmiş olur ve bundan da mutlaka istifade edilmelidir. Kaldı ki, geçen seferki konuşmamda bir misal olarak arz
etmiştim; işte, İstanbul’daki Sümerbank Fabrikası. Bu fabrikanın arsası bugün trilyonlar yapıyor; kendisi de eskimiştir ve şehrin
dışarısına çıkarılması son derece hayırlıdır. Onun arsası kaç tane fabrika kurmayı finanse eder ve de bu, Türkiye’de muazzam bir
yekûn tutmaktadır.
Yine, geçen sefer arz ettim ki, biz, bu konuları, ayrı ayrı, devlet bakanlarımıza görev olarak vereceğiz. Bunları konuşmak
marifet değil, gerçekleştirmek, takip etmek marifettir. Devletin bütün bu imkânlarını, devletin kaynağı haline getireceğiz ve devleti
bugünkü bu ağır borçlanmalardan, ülkeyi yüksek faizlerden kurtaracağız. Devlet, açığı olan değil, kendi kaynaklarıyla ayakta duran
bir devlet haline gelmiş olacak inşallah. Kim olursa olsun, en kısa zamanda, bunların mutlaka gerçekleştirilmesi, ülkenin en önemli
meselelerini teşkil etmektedir.
Şimdi, tabiî, burada “yaygın bir vergi denetimi getirin; sosyal sigortaların alacaklarını tahsil edin; vakıfların bir kısmı gerçek
vakıf değildir; bunları düzeltin...” Bunların hepsi güzel tavsiyelerdir, bunlara uyulacaktır ve de tabiî, “güneydoğuyu ekonomik
bakımdan harekete geçirin. Bunun için de, işte gittiniz ‘köylüler mezralarına dönecek’ dediniz. Halbuki, buralarda ulaşım yok,
güvenlik yok; bu işler tanzim edilmeden mezraya dönmek mümkün değildir” dediniz.
Şimdi, ben, o esnada, gerek Olağanüstü Hal Valimizden gerekse şu seyahati yapmış olduğum Bingöl ve Elazığ Valilerimizden
sordum. Bakınız, Bingöl’ün Genç İlçesinin Sarıbudak ve Yaydere Köyleri yeniden ikamete açılmıştır; burada oturan
vatandaşlarımız buraya... Kiğı’nın Eskikonak -sadece iki tane değil- Yedisu İlçesinin Eskibalta ve Dinarbey’i, Solhan’ın
Elmasırtı, Mutluca, Kırıkköy, Tarhan, Asmakaya; tam 201 hane, 1 349 nüfus, köylerine gitmişlerdir, güvenlik içerisinde, ulaşım
içerisinde; 300 hane için de -kısa sürede köylerine tekrar gitmek için- şu anda gereken hazırlıklar yapılmaktadır.
Elazığ’ın Arıcak İlçesinde Çavuşdere, Karakoçan’da Beruş Mezrası, 800 nüfus, 150 hane, yerlerine gitmek üzere hazırdırlar.
Güneydoğu’da böylece -sadece bir misal olarak arz ediyorum- inşallah, artık, güvenlik içerisinde, mezralara adım adım gitmek
dönemi başlamıştır. Bunu teşvik edeceğiz ve tabiî, oraya gidecek olan vatandaşımızın yıkılmış evini yapacağız, kendisinin orada
hayvancılığını yürütmesi için, kendisine, hatta, faizsiz kredi vereceğiz -eskiden, beraber Hükümette iken yaptığımız gibi- ve
mutlaka, bu hayvancılığı yeniden ihya edeceğiz; çünkü, şu anda, Elazığ’daki 1 milyon hayvan mevcudu, 400 bine düşmüştür. Onun
için, köylümüz inim inim inlemektedir. Bunları mutlaka tedavi etmenin vakti ve günü gelmiştir.
Şimdi, dolayısıyla, bölgelerde, artık, yeniden üretime geçmek, halkımızı toprağına bağlamak ve böylece, ülkemizi, bütün
bölgeleriyle, ekonomik bakımdan kalkındırmak dönemine girmek mecburiyetindeyiz.
Hemen şunu ifade edeyim: Bakınız, şu seyahatimde her üç ilimizin valilerinden de brifing aldım. Konya’da TÜMOSAN
Fabrikası... Malum, yirmi sene önce bu fabrikanın temelini biz atmıştık; şimdi, o konuya da geleceğim. Sayın Bülent Ecevit
Beyefendi -TÜMOSAN’dan söz açıldığı için oraya söyleyeyim- bunu birçok defalar, bugüne kadar açıkladılar. O noktaya
geçeceğim; ama, ona geçmeden önce, bu konunun ekonomik yönünü arz edeyim: Biz, bu TÜMOSAN Fabrikasının, o vakit temelini
attık, 100 bin motor yapmak üzere. Bu fabrika, sonradan, 1982 yılında -biz kuruluşunu yaptık, başlattık- tevsi edilecekti, o tevsiat
planı da değiştirildi ve 50 bin motor yapacak hale getirildi. Biz, bu fabrikayı, 100 motor yapmak üzere planladık. Şimdi, bu fabrika,
bugün, ne yazık ki, kapasitesinin yüzde 10’u ile çalışıyor ve şu anda, yılda 25 milyon dolarlık üretim yapabiliyor, 300 kişi
çalıştırıyor. Halbuki, bu fabrika, yılda 500 milyon dolarlık üretim yapabilir, 250 milyon dolarlık ihracat yapabilir ve 3 bin kişi
çalıştırabilir. Nasıl olacak bu iş? İşte, bu gördüğünüz Hükümet, bunu başaracak inşallah. (RP sıralarından alkışlar) Gelecek sene,
temmuz ayında, inşallah, bu zabıtları çıkaracağız. Çünkü, ben, o fabrikaya, bundan önceki iki tane kıymetli umum müdürü
götürdüm; bu fabrikalar satılsın diye, o kıymetli umum müdürler işlerinden alındı. Bu KİT’ler, böyle, planlı bir şekilde perişan
edildiler; ama, şimdi, biz, bir yandan bütün gücümüzle bunları özelleştirmeye çalışırken, öbür yandan, hepsini verimli çalıştırmak
için, elimizden gelen bütün gayreti göstereceğiz. Bu imkânlar mevcuttur.
Yine, bakınız, Elazığ Valimiz, verdiği brifigte diyor ki: “Elazığ’ın üç tarafı barajlarla çevrili, her tarafı göl; ama, bizim, 140
bin dekarlık arazimizden sadece 35 bin dekarı sulanıyor. Güneyde çok kıymetli kayısı bahçelerimiz var; burayı sulamak için,
bugüne kadar, yıllardan beri yatırımlar yapıldı, her şey hazır; 80 milyar liralık bir trafo koyacak olursak, yılda 2 trilyonluk mahsul
alacağız.”
Bu ülkede sayısız zenginlikler var. Şimdi, biz, ne konuşuyoruz; oraya, bu 80 milyarı, mutlaka götürüp vereceğiz. İşte, o 80
milyar lirayı nereden vereceğiz? Bu yüksek faizlerle, borca çıkarak değil; o 80 milyar lirayı, biz, en kısa zamanda, bu devleti paraya
kavuşturarak vereceğiz. Bunları, inşallah, nasıl yapacağımızı biraz sonra söyleyeceğim; ama, asıl önemli olan, bunları, tatbikatta
göreceğiz.
Şimdi, Sayın Ecevit’in, konuşmasında, son olarak işaret ettikleri noktaya geliyorum: Hayalciliğimizden bahsettiler; teşekkür
ederim; çünkü, hayal, çok kıymetli bir şey. Bir şeyi hayal etmeden hiçbir şey yapılamaz. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Bunu, ben, çok kıymetli bir meziyet olarak biliyorum. Esasen, kendileri de şair oldukları için, zaten, hayalle iç içedirler. (RP
sıralarından alkışlar)
Şimdi, çok önemli bir konu şudur: Bakınız, ben, bunu, kırk kere düzeltim. Metin Tüzün Bey arkadaşımızı tanırsınız. 1974’te
biz sizinle Hükümetteydik. Metin Tüzün Bey, o günden bugüne kadar fevkalade sevdiğimiz, centilmen, kıymetli bir kardeşimizdir.
Bizim, o zaman, İstanbul’da yapmış olduğumuz Millî Selamet Partimizin toplantısına lütfettiler; beraber de koalisyonda olduğumuz
için samimiyetle katıldılar. Onun için, bizim, orada yapmış olduğumuz konuşmanın canlı şahididirler, kendilerine sorabilirsiniz. O
konuşmanın filmi de var; bunu da her zaman seyredebilirsiniz. Şimdi, ben, orada ne demişim? Demişim ki: Bakınız, bizim,
hedefimiz, Türkiye’de 100 bin motor yapan fabrika kurmaktır. Biz, Türkiye’de, aynı zamanda, uçak yapacağız, tank yapacağız. Ama,
100 bin uçak, 100 bin tank değil ve biz, bu 100 bin motor yapan fabrikayı da kurduk. Hemen size şunu söyleyeyim ki, işte
aramızdaki fark bu; bizim gerçekleştirdiğimiz şeyleri siz hayal bile edemiyorsunuz. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Sizin
havsalanıza, Türkiye’de 100 bin motor yapılması sığmıyor; halbuki, biz bunu yapıyoruz. Türkiye’de kaç yüzbin motor yapılıyor;
Türkiye bugün 250 bin otomobil yapıyor; bunun motorlarını da kendisi yapıyor. Bugün Türkiye’de 500 bine yakın motor yapılıyor.
Bunu biz o vakit konuştuğumuz zaman, ben size “böyle şeyler söylenir” demedim; ben size dedim ki: “Bak, benim söylediğim budur
ve bu da bir hedeftir.” Çünkü, biz o gün, o fabrikayı kurmuş değildik sizinle beraber. “Bunlar hedeftir” dedik ve o hedefi de
gerçekleştirdik. (RP sıralarından alkışlar)
Bundan dolayıdır ki, böyle hayal mayal sözlerini bırakalım, gerçeğe bakalım ve bu gerçeği de Edirne’den Van’ a kadar
dolaşarak görelim bakalım. Bak, ben 27 Mart seçimlerine Edirne’den başladım. Halka sordum, en büyük fabrikanız hangisidir?
Lalapaşa Çimento Fabrikası... Kim kurdu bunu? Biz kurduk. Kırklareli’ne geldik; Kırklareli’nde en büyük fabrikanız hangisidir?
Ziraî Donatım ve Yem Fabrikası; ikisini de biz kurduk. Çerkezköy’e geldik; o Çerkezköy’ün temelini biz attık, iki senede, 1976-
1977’de; çünkü, 1974’te beraber Hükümettik, Kıbrıs Harbi oldu, 1975’te hazırlıklar yaptık ve iki senede, biz, bu 200 tane,
trilyonluk fabrikanın temelini attık, 70 tanesini de bitirdik. Onunla da kalmadık; geldik Çanakkale’ye; en büyük fabrikanız hangisi?
Sümerbank Sunî Deri Fabrikası... Kim kurdu? Biz kurduk, hem de Sümerbank’ın kârıyla. Balıkesir’e geldik; Seka Kâğıt Fabrikası...
Biz kurduk... İsterseniz Doğu Anadolu’yu dolaşalım.
Bak, şimdi, size, bir tarihî olay hatırlatıyorum: Afyon Fabrikasının temelini biz beraberce attık; bunu, iki senenin içerisinde
bitirdik. Fabrikayı açarken gazetecilerin hepsi oradaydı... O zaman da, bu kalkınmalara, hep “hayal hayal” dediler, hepimiz biliyoruz.
Oradaki gazetecilere, ben, bir sual sordum kurdeleyi keserken, dedim ki: Arkadaşlar, uyanık mısınız, uyuyor musunuz? “Uyanığız”;
Biraz önce bir çay içtiğinizi hatırlıyor musunuz? “İçtik.” Bu çayın içerisinde şeker var mıydı? “Vardı”; Nerenin şekeri bu? İşte,
bu gördüğünüz Afyon Şeker Fabrikasının şekeri... (RP ve DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Bunun için, bunlar hayal değil, bunlar gerçekler. Her şey hayalden başlar; bunun temelinde inanç yatar, inanırsanız
başarırsınız. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)
Bundan dolayıdır ki, nasıl biz o zaman inandık, iki yılda, geçtiğimiz dönemlerin en büyük kalkınma hamlesini yaptık, her ay
Ağır Sanayi Koordinasyon Kurulunu toplayarak ciddî bir takiple yaptıysak, şimdi de, inşallah, Doğru Yol Partisindeki kıymetli
bakanlarımızla beraber, önümüzdeki dönemde, bütün ülke meselelerini aynı ciddiyetle takip edeceğiz ve Türkiye’nin meselelerini
çözeceğiz. Halkımızın sağduyusu, sezgisi çok önemlidir; halkımız bunu seziyor ve işte bunun için bayram ediyor ve birtakım
işadamları da, sizin de hatırlayacağınız gibi “biz, Refah Partisinin kadrolaşmasından değil, muvaffak olmasından korkuyoruz”
diyorlar. Halbuki, bu, korkulacak bir şey değil, sevinilecek bir şeydir.
Şimdi, Sayın Ecevit’e, hakikaten, böyle bir toplantıda, böyle bir oturumdaki kıymetli fikirlerinden dolayı bir kere daha
teşekkürlerimi arz ederek, Sayın Baykal arkadaşımıza geçiyorum.
Sayın Baykal Beyefendi “yeni bir tatbikatla karşı karşıyayız” dediler; doğrudur; çünkü değişiyoruz. “Efendim, yardım istiyor”
diyor; evet, yardım istiyoruz. Niçin; daha iyisini yapmak için. Bunda kaçınılacak ne var? “Efendim, ihtiyaç içindeler.” Evet, ihtiyaç
içindeyiz, ama neyin ihtiyacı içindeyiz? Türkiyemizi kısa zamanda kalkındırmanın ihtiyacı içindeyiz. (RP sıralarından alkışlar)
Bundan dolayıdır ki, işte, bu genel görüşmeleri istedik.
“Efendim, eskiden, bunlar, politikalarına çok inanıyorlardı, şimdi tereddüte düşmüşler” filan... Bunların hepsi, tabiî, lüzumsuz
sözler, konumuzla da bir ilgisi yok; hiçbir tereddütümüz de yok. Biz, sadece, daha iyisini yapmak için, çoğulcu demokrasinin gereği
olarak, Yüce Meclisin kıymetli insanlarının fikirlerinden yararlanmak istiyoruz. Her türlü hazırlığımız var; bu fikirlerin ışığı
altında da, ne yapacağımızı, inşallah, çok iyi programlayıp, onları huzurlarınıza getireceğiz.
Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi de böyle çalışıyordu; ülkenin meseleleri orada oluşturuluyordu, orada yönlendiriliyordu.
Bu, en güzel çalışma şeklidir. Ülke hepimizindir. Meseleleri, emrivakilerle değil, dayatmalarla değil; nereden, hangi etkiyle
hazırlandığı belli olmayan metotlarla değil; 65 milyon halkımızın gerçek temsilcisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisinde daha
baştan oluşturmak, en sağlam, en doğru yoldur. İşte, bunu yapmaya çalışıyoruz ve inşallah adım adım başaracağız.
“Efendim, siz, sistemi değiştirecektiniz; şimdi kaynak arayışı içerisindesiniz.” O sistemi değiştirmek için kaynak arıyoruz.
Neden; hangi sistemi değiştireceğiz biz? Trafik memuru sistemini... Yani, para lazım, vergi koy; döviz lazım, borç al!.. İşte, biz, bu
sistemi değiştireceğiz. Bu sistemi değiştirmenin yolu da kaynak bulmaktan geçiyor. Bundan dolayıdır ki, biz, ülkemizde, hakikaten
bu değişimi başaracağız ve bu değişim için de kaynağı bulacağız. Esasen, Hükümet Programımızda da, bu rantiye ekonomisinden
reel ekonomiye geçeceğimiz açıkça belirtilmişti.
Tabiî, Sayın Baykal’ın çok önemli birtakım sözleri oldu: “Define ararmış gibi kaynak aranmaz” buyurdunuz; doğrudur. “Bu
sürekli bir iştir” dediniz; doğrudur ve “Kaynak, yönetimin ta kendisidir” dediniz; bu da çok doğru bir sözdür. Çünkü, her yönetim,
kaynak bulabildiği, bu kaynakları en verimli şekilde kullanabildiği ölçüde takdir kazanır ve “yönetim”dir; bu kaynakları bulmaz,
ülkenin imkânlarını verimsiz olarak kullanırsa, elbette ona “yönetim” dememek lazım gelir. Bu sebepten dolayıdır ki, biz, işte,
hakikaten, kaynağı bulmak ve bunları en verimli şekilde kullanmak istiyoruz.
Sayın Baykal “efendim, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası var, döviz var, vesaire...Günde yarım milyar dolarlık tahviller
oluyor. Dolayısıyla, Türkiye’nin ekonomisi,Hükümetin kontrolünden çıkmıştır” buyurdular. Buna iştirak etmek mümkün değildir.
Bunların hepsi bir gerçektir; ama...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Başbakan, sürenizi siz de tamamladınız; son cümlelerle konuşmayı toparlayalım efendim.
Buyurun.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Sağ olun, çok teşekkür ederim Sayın Başkan.
Tabiî, hükümetler çok önemlidir. Demin de söyledim; TÜMOSAN’a, ihtiyacı olan 300 milyar lirayı gönderirseniz, 500 milyon
dolar kazanırsınız. Bunu, ne menkul kıymetler borsası gönderir ne döviz borsası gönderir; bunu, hükümet yapar ve yapması lazım.
Aynı şekilde, Elazığ’daki ovayı sulamanın parasını da hükümetin bulup göndermesi lazım; bunu borsalar yapmaz. Onun için,
hükümetler çok önemlidir.
Anavatan Partisinin kıymetli sözcüsü arkadaşımıza teşekkür ediyorum; ama, bir sukutu hayale uğradığımı ifade edeyim. Bu
kadar kıymetli, Maliye Bakanlığında müsteşarlık yapmış olan bir arkadaşımızdan, ben, doğrusu, burada, fevkalade kıymetli
tavsiyeler bekliyordum. Konuşmasını çok dikkatle takip ettim; ancak, bu arkadaşımız, ne yazık ki, kıymetli tecrübelerinden ve
bilgilerinden bizim yararlanmamıza hiçbir fırsat vermediler; bundan dolayı da üzgünüm. Ya gelecek sefer bu arkadaşımızı çok iyi
hazırlayın, buraya çıkarın -siz, Anamuhalefet Partisisiniz- veya burada, tecrübelerinden, fikirlerinden istifade edeceğimiz bir arkadaş
çıkarın lütfen; çünkü, bu konuşmalar, çok ciddî, çok önemli konuşmalardır. (RP sıralarından alkışlar)
Şimdi, muhterem arkadaşlarım, bakınız, evet, binalar, arsalar ve kısa sürede geri dönecek olan üretimler; bütün bunların
teferruatına girecek değilim. Bakınız, mesela, bir kardeş İran, bizden geçen her kamyondan 1 500 dolar alıyor; biz, İran’ın hiçbir
kamyonundan 1 kuruş almıyoruz ne hikmetse...
Şu İstanbul Boğazından, Montrö Antlaşmasına göre, her geçen geminin, bir altın frank -o günkü para- ödemesi lazım; ama,
zaman içerisinde bunlar ortadan kalkmış; 1,5 trilyon lira kaybediyoruz, sadece Boğaz’daki geçişten; Montrö’yü uygulasak, bu
paraları alacağız. Hemen ifade edeyim ki, ne yazık ki ülkemiz, uzun zaman sahipsiz kalmış.
Geçen sefer de söyledim; şimdi, (PETKİM) Petro Kimya Sanayiinin parası var; ama, öbür tarafta başka bir KİT’in parası yok;
o KİT gidiyor, yüzde 150 faizle para alıyor, o da parasını yüzde 80 faizle repoya veriyor. Halbuki, biz, bütün bu KİT’leri bir
havuzda toplasak; hatta, bugünkü gelişmiş olan bilgisayar tekniğiyle, kamunun bütün maliyesini bir havuzda toplasak; bir yerde
paraya ihtiyacı olduğu zaman, öbürünün henüz kullanmadığı parayı kullansa, emin olunuz ki, trilyonlarca lira tasarruf edilir.
Bu memlekette, çok büyük zenginlik var; bunların teferruatına bir bir girecek değilim. Evet, ben, geçen sefer, 68 tane önemli
kaynak var demiştim; şimdi, 100 tane var diyorum; çünkü, o günden beri boş durmadık ve iki günümüzün de birbirinin aynı
olmaması lazım geliyor. (RP sıralarından alkışlar) İnşallah, bu kaynakları harekete geçireceğiz, bunlarla çok ciddî bir program
yapacağız; bunlar konuşulduğu yerde kalmayacak. Biz, şimdi devlete, ne kadar trilyon, ne kadar katrilyon para temin edeceğiz, ne
kadar dövizi süratle temin edeceğiz; inşallah, sizlerin bütün bu konuşmalarınızdan almış olduğumuz bilgilerle, ışıklarla bu
programımızı hazırlayıp huzurlarınıza getireceğiz. İnanıyorum ki, hepimiz sevineceğiz, ülkemiz de sevinecektir.
Yeni bir dönem başlamıştır, müjdeler olsun.
Hepinizi Allah’a emanet ediyorum. (RP sıralarından ayakta alkışlar, DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Hükümet adına konuşan Sayın Başbakana teşekkür ediyorum.
Şimdi, sıra, genel görüşmenin son konuşmasına geldi. Son konuşmacı, Sinop Milletvekili Sayın Yaşar Topçu.
Buyurun efendim.
Sayın Topçu, konuşma süreniz 10 dakikadır.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Hükümet, şimdiye kadar içerisinde yaşadığımız parlamenter rejimde alışık olunmayan, esasen, ona uygun da olmayan, Sayın
Başbakanın ifadesiyle “Birinci Büyük Millet Meclisi de böyle yapıyordu; biz de o metodu takip ediyoruz” diye, buraya, Türkiye’nin
özkaynaklarının harekete geçirilmesi, bulunması, çıkarılması, çeşitlenmesi ve Hükümete, muhalefet partilerinin de tavsiyelerinin
söylenmesi isteğiyle ve biraz da yadırgadığım bir cümleyle diyor ki: “İşte bu konu, Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilen
bütün siyasî partilerimizin ortak sorumluluk alanı içerisine girdiğinden...” Yani, kaynak bulmanın, Hükümetin görevi olduğunu
söylüyor Sayın Başbakan “evet, bizim görevimizdir; biz bunu buluyoruz da, bulacağız da; ama, sizin de ortak sorumluluğunuz
içerisindedir” diyor. Niye?.. “Biz, Birinci Büyük Millet Meclisi gibi çalışmak istiyoruz” diyor.
Tabiî; ben, Birinci Büyük Millet Meclisinin hayranlarındanım; ama, eğer öyle çalışacaksak, Sayın Başbakanın istifasını Sayın
Cumhurbaşkanına takdim etmesi gerekiyor; çünkü, Birinci Büyük Millet Meclisinde hükümet başkanı Meclis başkanıydı, ayrı bir
başbakan yoktu. Sonra, bakanların da istifalarını takdim etmesi gerekiyor; Birinci Büyük Millet Meclisinde bakanları da Meclis
seçiyordu. (RP sıralarından gürültüler)
Efendim, fikrimizi sormuyor musunuz, dinleyin; niye tahammülsüzlük gösteriyorsunuz?!.
TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) – Kaynaklara gel!.. Kaynaklara gel!..
YAŞAR TOPÇU (Devamla) – Kaynakları da söyleyeceğiz, biraz sabırlı olursanız. Şimdi, Hocamın “Anavatan Partisi
sözcüsünde bulamadım” dediği kaynakları söyleyeceğim kendisine ben, arkadaşımız adına.
BAŞKAN – Sayın Topçu, Genel Kurula hitaben konuşun efendim.
Yerinizden de lütfen, müdahalede bulunmayın...
YAŞAR TOPÇU (Devamla) – Partilerin de feshedilmesi lazım; çünkü, Birinci Büyük Millet Meclisinde partiler de yoktu.
Ayrıca, Birinci Büyük Millet Meclisinin çok özel, spesifik iki önemli misyonu vardı: Bunlardan bir tanesi ülkeyi işgalden kurtarmak,
öbürü de yeni devleti kurmaktı.
Tabiî, o Mecliste, böyle, yolsuzlukları örtbas etmek için filan, insanlar bir araya gelip hükümet falan olamıyordu; yani, öyle bir
metot yoktu (ANAP sıralarından alkışlar) onlara itibar edilmiyordu; orada her şey doğru dürüst yapılıyordu, apaçık yapılıyordu.
Şimdi, burada benim söz alış sebebim zaten o. Ben, bu önergeyi okuduğum zaman, Değerli Hocamızın, esasen, öteden beri,
Birinci Büyük Millet Meclisine yaptığı atıfları da bildiğim için ve hemen Hükümet kurulmasının haftasında, bu önergeyle Meclise
geldiği için dedim ki, Değerli Hocamız, Sayın Başbakan, demokratik rejimin parlamenter sistemini aşındırmaya çalışıyor.
İtirazım oraya. (RP sıralarından “Allah, Allah” sesleri, gürültüler) Tabiî, tabiî...
YASİN HATİBOĞLU (Çorum) – Nereden çıkardın?..
YAŞAR TOPÇU (Devamla) – Nereden çıkardığımı, dinleyin.
Parlamenter rejim içerisinde, ülkenin kaynakları; kullanılabilir kaynakları, yararlanılabilir kaynakları konuşulur. Bunu
konuşmanın, bu rejim içerisinde de yeri, zamanı ve metodu var. İşte, bundan tam bir yıl evvel 12 Temmuz günü bu Parlamento,
Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planını yaparken ülkenin kullanılabilir, yararlanılabilir bütün kaynaklarını, bunların nasıl
kullanılacağını, hedeflerini, stratejisini koydu ve o zaman da şimdiki ortağı Sayın Çiller’in başkanlığındaki Hükümet vardı.
Şimdi, benim burada merak ettiğim, Hükümetin Doğru Yol Partisi kanadı. Sanki, o Hükümet, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma
Planını bu Meclisin önüne getirip de burada tartışmamış.
Değerli arkadaşlar, burada bir parantez açıyorum; Tükiye’nin tüm kaynaklarının hesabı vardır ve arkadaşlarımızın söylediği
gibi falan değildir. Sayın Derin, buraya çıkıp, çok ölçüsüz rakamlar vererek bir şeyler söyledi; devletin misafirhaneleri senede 60
trilyon harcıyor falan gibi, böyle ölçüsüz rakamlar söyledi. Devletin ne kadar su kaynağı var, ne kadar toprakaltı kaynağı var, ne
kadar topraküstü kaynağı var, ne kadar tarımsal kaynağı var, ne kadar sanayi kaynağı var, ne kadar gayri safi millî hâsılası var, ne
kadar borcu var, ne kadar alacağı var, her şeyin hesabı kitabı bellidir. Devletin -MTA’sından Petrol Ofisine kadar- bütün kurumları,
bu fizikî yapı içerisindeki, altyapıdaki bütün imkânlarını bilir, bunların nasıl çalıştırılacağını bilir. Burada yeni bir şey
keşfediyor falan değiliz.
Şimdi, benim üzerinde durduğum nokta şu: Bütün bunlara rağmen, bir yıl evvel, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı
görüşülürken bunlar konuşulmuş, üstelik, bugün kabinede üye bulunan üç arkadaşımız da Refah Partisi adına bu kürsüden
görüşlerini ifade etmişler -zabıtlar burada, bendenizin elinde efendim- sadece ve sadece, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planının bir
işe yaramayacağını söylemişler. Hani, Türkiye’nin kaynakları hakkında, şimdi, Sayın Başbakan, değerli Hocamız “sizin de fikriniz
varsa, söyleyin” diyor ya, o zaman, 12 temmuz günü Refah Partisi söylememiş; sadece demiş ki: “Bu kalkınma planıyla Türkiye bir
yere varmaz.”
Ha, bu kanaatte misiniz; doğrudur, saygı duyarım. O zaman, böyle bir genel görüşmeyle olmaz bu; Hükümet, kalkınma
programlarında ve o programların kaynak bölümlerinde revizyon getirir, değişiklik yapar; çünkü, Anayasamızın 166 ncı maddesi
bakın ne diyor: “Ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı, özellikle sanayiin ve tarımın yurt düzeyinde dengeli ve uyumlu biçimde
hızla gelişmesini, ülke kaynaklarının döküm ve değerlendirilmesini yaparak verimli şekilde kullanılmasını planlamak...”
Demek ki, bunu konuşmanın metodu, böyle afaki, hiçbir sonuç çıkmayacak ve sonunda canım, işte, biz, ancemaat... Şimdi,
bizim, gerçekten, iyiniyetli bazı vatandaşlarımız bize de hep söylerler “canım, işte, 550 kişisiniz orada; oturup, memleket meselesini
konuşsanız da, bir sonuca varsanız” diye; parlamenter sistemde böyle bir metot yoktur. Ha, bu sistemi, eğer, Refah Partisi,
parlamenter demokratik sistemi -yani, hükümet ayrı, Meclis ayrı, yasama ayrı- kabullenmişse, buna uyacak; sonra, bu bir devlet
sorunuysa -önergede söylendiği gibi- o zaman, Anayasa Mahkemesine soracaksınız; çünkü, devletin bir parçası da onlar; onlara da
kaynaklarını soracaksınız; gidip Cumhurbaşkanına da soracaksınız; devlet deyince, devleti oluşturan bütün kurumlar girer.
Böyle bir anlayış, şimdi, Çekiç Güç için geliyor; Hükümet diyor ki, efendim, bir komisyon kurulsun partilerden; bunu oturup,
Meclis halletsin. Canım, ben halledecek olduktan sonra, sizin hikmeti sebebiniz ne?!. Ben, kaynağı bulacağım, göstereceğim; siz
kullanacaksınız! Halka, parti olarak benim kendi vaadim var, kaynağı bulduğum zaman onu kendim yaparım. Zaten Değerli
Hocamız da ne diyor: “Her hükümet kendi programının kaynağını bulur.” E, niye burada konuşuyorsunuz; sadece, halka buradan
mesaj vermeye çalışıyorsunuz: “İşte biz, Birinci Meclis gibi çalışıyoruz.” Birinci Meclis gibi çalıştığınız zaman, bu Meclisi o
hale getirirseniz... Hocam diyor ki: “Muhalefet olmasın. Siz peşinen söyleyeceğinizi söyleyin de, biz ondan sonra getirelim, sonra
kimse sesini çıkarmasın, muhalefet olmasın.”
Beyler, muhalelefet bu rejimin teminatıdır. Hiç kimse olaya böyle yaklaşamaz. Hiç değilse, siz Hükümet olarak buraya bir
program getirseydiniz ve deseydiniz ki: “Biz ülkenin kaynaklarını harekete getirmek, geliştirmek için şöyle bir programla geldik; ne
dersiniz?” Biz orada, muhalefet olarak düşüncelerimizi gayet net bir şekilde söylerdik, yanlışlarınızı söylerdik, doğrularınızı
söylerdik; mesele ortaya çıkmış olurdu. Ya da, bu hükümet bir millî mutabakat hükümeti olurdu, bütün Parlametonun katıldığı bir
millî mutabakat hükümeti olurdu; derdik ki, aramızda zaten muhalif kalmamış, gelin olayı böylece konuşalım...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
YAŞAR TOPÇU(Devamla) – Sadece bir cümle.
BAŞKAN – Sayın Topçu, konuşmanızı tamamlayın.
YAŞAR TOPÇU (Devamla) – Akşamın bu saatinde sizi daha fazla yormak istemiyorum.
Değerli Hocam dedi ki: “Anavatan Partisi sözcüsü çok kıymetli bir arkadaşımızdır, istifade edebileceğimiz şeyler söylemedi.”
Ben söyleyeyim -aslında Hocamızın o yaklaşımını da doğru bulmadım- burada kimse Sayın Hocamızın müşaviri filan değil,
Hükümetin de müşaviri değil.
Bizi kaynakla filan uğraştırmayın, ben size söyleyeyim... (RP sıralarından gürültüler) Meclisi uğraştırmayın. Efendim, herkese
Allah uzun ömür versin; kefenin cebi yok. Sonra, bu dünyada -inancımız odur ki- mal da Allah’ın, mülk de Allah’ın, biz bekçisiyiz,
kiracısıyız, başbekçisi de Hocam. Şimdi, Hocamda altın çok, ortağında mal çok; açın keselerin ağzını, kaynak sorunu birden
hallolur! (RP sıralarından gürültüler)
Hepinize saygı sunarım. (ANAP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Yaşar Topçu’ya teşekkür ediyorum.
Değerli milletvekilleri, ülkemizin öz kaynaklarının geliştirilmesi konusundaki genel görüşme tamamlanmıştır.
Sözlü sorular ile kanun tasarı ve tekliflerini görüşmek için, 17 Temmuz 1996 Çarşamba günü saat 15.00’te toplanmak üzere,
birleşimi kapatıyorum.
Kapanma saati : 21.15


VIII. – SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – Bingöl Milletvekili Hüsamettin Korkutata’nın, Olağanüstü Hal Bölgesinde görev yapan bazı kamu çalışanlarının
tazminatlarının kesildiğine ilişkin Başbakandan sorusu ve İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’ın yazılı cevabı (7/717)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sayın Başbakan tarafından yazılı olarak cevaplanmasını saygılarımla arz ederim.
Hüsamettin Korkutata Bingöl
Olağanüstü Hal Bölgesinde 1475 Sayılı Kanuna tabi olarak görev yapan kamu çalışanları aynı bölgede görev yapan diğer kamu
görevlileriyle birlikte 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname gereğince tazminat almakta iken; 3920 sayılı Kanunla yapılan
değişikliğe bağlı olarak tazminat ödenenler kapsamından çıkarılmışlardır.
Soru 1 : Bu uygulama Anayasanın 10 uncu maddesine ve pozitif hukuk kurallarına aykırı değil midir?
Soru 2 : Aynı riskipaylaşan kamu çalışanları arasında, sadece kamu işyerlerinde çalışan işçiler aleyhine getirilen bu olumsuz
uygulama, sosyal hukuk ve eşitlik ilkelerini zedelemez mi?
Soru 3 : Bu adaletsizliğin giderilmesi için bir çalışma yapacak mısınız, ne zaman?
T.C. İçişleri Bakanlığı
15.7.1996 Olağanüstü Hal Koordinasyon
Kurulu Başkanlığı
Sayı : 1300/Gen-Sek/10-188
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : Başbakanlık Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğünün 23.5.1996 gün, B.02.0.KKG/106-323-12/2250 sayılı yazısı.
Bingöl Milletvekili Sayın Hüsamettin Korkutata tarafından Sayın Başbakan’a tevcih edilen, bilahara bakanlığıma intikal eden
yazılı soru önergesi hakkında gerekli inceleme yaptırılarak Maliye Bakanlığından alınan cevap aşağıya çıkarılmıştır.
Olağanüstü Hal Bölgesi ile diğer bazı geri kalmış illerde görev yapan işçilere ek tazminat ödenmesi uygulaması 2.12.1993
tarihli ve 3920 sayılı Kanunla kaldırılmıştır. Ancak ek tazminatı kesilen personelin maaşlarında birden azalma olmaması için,
işçilere o tarihte uygulanmakta olan toplu iş sözleşmelerinin bitim tarihine kadar sözkonusu 3920 sayılı Kanunun geçici 2 nci
maddesi hükmü uyarınca ek tazminat ödenmesine devam edilmiştir.
Memurların maaşları kanunlarla ve idarî kararlarla, işçiler ile sözleşmeli personelin ücretleri ise münferit iş akitleri veya toplu
iş sözleşmeleri ile belirlenmektedir. Ayrıca, ek tazminat ödenmesinin temel mantığı bölgede eleman temininin sağlanması olup, risk
tazminatı değildir.
Arz ederim.
Mehmet Ağar İçişleri
Bakanı
OHAL Koor. Kurulu Başkanı
2. – Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı’nın, Van Gölünde uranyum yatakları olduğu iddiasına ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanı M. Recai Kutan’ın yazılı cevabı (7/949)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Hüsnü Doğan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını
delaletlerinize arz ederim.
Saygılarımla.
Prof. Dr. Mustafa Ünaldı Konya
Sorular :
Uzun zamandır bir Van Gölü Canavarı tartışması sürüp gidiyor. Medyada yer alan son haberlere göre bu canavar haberlerinin
Van Gölü tabanında bulunan Uranyum yatakları ile ilgili bir kamuflaj olduğu ileri sürülmektedir.
1. Bu konuda bir araştırmanız oldu mu?
2. Van Gölü tabanında Uranyum olduğu iddiaları doğru mudur?
3. Doğru ise şimdiye kadar bu konuda hangi çalışmalar yapılmıştır?
4. Bu konu ile yabancılar ilgilenmiş midir?
T.C. Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanlığı 15.7.1996 Araştırma, Planlama ve
Koordinasyon Kurulu Başkanlığı
Sayı : B.15.0.APK.0.23-300-922/11704
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : T.B.M.M. Başkanlığının 20 Haziran 1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-2385 sayılı yazısı.
Konya Milletvekili Sayın Prof. Dr. Mustafa Ünaldı’nın Bakanlığıma tevcih ettiği ve Millet Meclisi İç Tüzüğü’nün 99 uncu
maddesi gereğince cevaplandırılması istenen, 7/949 no.lu yazılı soru önergesi ile ilgili bilgiler hazırlanarak ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
M. Recai Kutan Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanı
Konya Milletvekili Sayın Prof. Dr. Mustafa Ünaldı’nın Yazılı Soru Önergesi ve Cevabı
(7/949-2267)
Uzun zamandır bir Van Gölü canavarı tartışması sürüp gidiyor. Medyada yer alan son haberlere göre, bu canavar haberlerinin,
Van Gölü tabanında bulunan Uranyum yatakları ile ilgili bir kamuflaj olduğu ileri sürülmektedir.
Soru 1 :
Bu konuda bir araştırmanız oldu mu?
Cevap :
MTA Genel Müdürlüğü, 1977-1978 yıllarında Van Gölü suyunun uranyum içeriğini saptamak ve göl tabanındaki çökellerde bir
zenginleşme olup olmadığını araştırmak üzere bir program uygulamıştır.
Soru 2 :
Van Gölü tabanında uranyum olduğu iddiaları doğru mudur?
Cevap :
Yapılan çalışmalar ve analizler sonucunda, göl suyunun uranyum içeriğinin 76-118 ppb (milyarda bir), taban çamurunun
uranyum içeriğinin ise 0,1-0,5 ppm (milyonda bir) arasında değiştiği bulunmuştur. Sudaki uranyum miktarı derinlikle paralel bir
değişiklik göstermekte olup, doğu sahillerine doğru en düşük seviyelere inmektedir.
Van Gölünde görülen bu nispî zenginleşme, gölün dışarıya akıntısı olmaması ve çevreden gelen suların buharlaşma ile
dengede olması sonucunda meydana gelmiştir. Bu değerler herhangi bir ekonomik önem taşımamaktadır.
Soru 3 :
Doğru ise şimdiye kadar bu konuda hangi çalışmalar yapılmıştır?
Cevap :
Bu konuda yapılan çalışmalarda önce, göle dökülen akarsulardan, gölün kenar ve orta kısımlarından su örnekleri alınmış,
daha sonra da gölde uranyum dağılımının yatay ve düşey değişimini saptamak için 37 lokasyonda ve muhtelif derinliklerden su ve
taban çamur örnekleri alınmıştır.
Soru 4 :
Bu konu ile yabancılar ilgilenmiş midir?
Cevap :
Alman bilim adamı Vegens 1977 yılının başlarında hem Van Gölü sularında, hem de Karadeniz’in sularında Uranyum içeriği
ile ilgili araştırmalar yapmış ve sonuçları da aynı yılın içinde açıklanmıştır.
MTAGenel Müdürlüğünde, 1977 yılında bir program çerçevesinde, Van Gölü sularında araştırmalarına başlamış ve
VEGENS’in sonuçlarına yakın sonuçlar alınmıştır.
3. – Kahramanmaraş Milletvekili Ahmet Dökülmez’in, Kahramanmaraş-Türkoğlu ilçesinin bir beldesinin sular altında kalan
arazisine ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Recai Kutan’ın yazılı cevabı (7/952)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıda sunulan sorumun Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına delaletinizi arz
ederim.
Ahmet Dökülmez
Kahramanmaraş
K. Maraş Türkoğlu ilçesi Beyoğlu beldesi sakinlerinin 82 bin dönüm arazisi bahar yağışlarıyla taşan Gavur Gölü suları altında
kalmıştır. Arazileri su altında kalan bu tapu maliklerine bu arazileri devlet dağıtmıştır. Yılda iki ürün alınabilecek kalitedeki bu
arazilerden çiftçiler bu yıl hiç istifade edemiyeceklerdir. Tek ürün dahi alamıyacaklardır.
Soru 1. Yukarıda sayılan afetten haberiniz oldu mu?
2. Çiftçilerin su altında kalan arazilerinden dolayı parsel parsel zararlarını tespit ettirdiniz mi?
3. Tabiî afet kararı almayı ne zaman düşüneceksiniz?
4. Bundan sonraki yıllar benzer afetlere maruz kalınmaması için hangi acil önlemleri alacaksınız? 11.6.1996
T.C. Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanlığı 15.7.1996 Araştırma, Planlama ve
Koordinasyon Kurulu Başkanlığı
Sayı : B.15.0.APK.0.23-300-923/11705
Konu :Yazılı soru önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : T.B.M.M. Başkanlığının 20 Haziran 1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-2385 sayılı yazısı.
Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Ahmet Dökülmez’in Bakanlığıma tevcih ettiği ve Millet Meclisi İç Tüzüğünün 99 uncu
maddesi gereğince cevaplandırılması istenen, 7/952 no.lu yazılı soru önergesi ile ilgili bilgiler hazırlanarak ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
M. Recai Kutan Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanı
Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Ahmet Dökülmez’in Yazılı Soru Önergesi ve Cevabı
(7/952-2290)
Kahramanmaraş Türkoğlu İlçesi Beyoğlu Beldesi sakinlerinin 82 bin dönüm arazisi, bahar yağışlarıyla taşan Gavur Gölü suları
altında kalmıştır. Arazileri su altında kalan bu tapu maliklerine, bu arazileri devlet dağıtmıştır. Yılda iki ürün alınabilecek
kalitedeki bu arazilerden çiftçiler bu yıl hiç istifade edemeyeceklerdir. Tek ürün dahi alamayacaklardır.
Soru :
1. Yukarıda sayılan afetten haberiniz oldu mu?
2. Çiftçilerin su altında kalan arazilerinden dolayı parsel parsel zararlarını tespit ettirdiniz mi?
3. Tabiî afet kararı almayı ne zaman düşüneceksiniz?
4. Bundan sonraki yıllar benzer afetlere maruz kalınmaması için hangi acil önlemleri alacaksınız?
Cevap :
Türkoğlu İlçesinin güney kısmı kapalı havzadır. Havzaya çevreden gelen yağış sularının toplanması sonucu Gavur Gölü
oluşmuştur. Gölün alanı 72 000 ha’dır. 1949-1966 yılları arasında tahliye kapasitesi 20 m3/s olan kanal açılarak gölün % 60’ı
kurutulmuştur. Ancak, kurutma esnasında arazilerde yanmalar olmuştur. Yanan arazilerde oturmalar meydana geldiği için, bir kısım
arazilerin taban kotu tahliye kanalı kotundan aşağıya inmiştir. Bu nedenle 35 000 ha arazide ekim yapma imkânı bulunmamaktadır.
1996 yılında en çok yağış 7-8 Mart tarihlerinde meydana gelmiştir.
Çitçilerin su altında kalan arazileri parsel parsel belirlenmemiştir. Açılan tahliye kanalının yetersizliği ve arazinin
oturmasından dolayı Sağlık Ovasındaki arazilerin bir kısmı Ocak-Nisan ayları arasında her yıl su altında bulunmaktadır. Açılan
kurutma kanallarında her yıl çalışma yapılarak çiftçilere yardımcı olunmaktadır. Bu yılın Mart ayında da 2 adet dozer Türkoğlu-
Beyoğlu kasabasında devamlı çalışmıştır.
Sağlık Ovası, Gavur Gölü kurutularak oluşturulmuştur. Ovada su seviyesinin yükselmesinden dolayı yerleşim yerlerinde
herhangi bir problem meydana gelmemiştir. 1969 yılında Sağlık Ovasında su seviyesi yükselerek ovanın güneyinde bulunan
Türkoğlu-Minehöyük Köyü meskenlerine zarar verdiği tespit edilmiştir. Konu, ilgili yerlere iletilmiş ve Minehöyük Köyü 7/17969
sayılı karar ile, afete uğrayacak bölge olarak kabul edilmiştir. 1996 yılı yağışları esnasında Sağlık Ovasındaki suyun yükselmesi,
herhangi bir sahada afet kararı almayı gerektirecek boyutta olmamıştır.
Orta Ceyhan Menzelet II nci Merhale Projesi Kılavuzlu Barajı İnşaatı, DSİ Genel Müdürlüğü yatırım ve uygulama
programında yer almaktadır. Kılavuzlu Sulama projesinin, kati proje çalışmaları yapılmaktadır. Kılavuzlu Sulama Kanalı 80 m3/s
kapasiteli olup, Sağlık Ovası içerisinden geçecektir. Kanalın taban kotu, Sağlık Ovasındaki arazilerin taban kotundan düşüktür. Bu
nedenle Gavur Gölü olarak bilinen sahada toplanacak olan yağış suları, Kılavuzlu Sulama Kanalı ile Tahtaköprü Barajına
taşınacaktır. Böylece, Kılavuzlu Sulama Kanalının tamamlanması ile, Sağlık Ovasında su birikme olayı olmayacaktır.
4. – Bursa Milletvekili Ali Rahmi Beyreli’nin, plaka tahdidinin kaldırılmasına ilişkin sorusu ve İçişleri Bakanı Mehmet
Ağar’ın yazılı cevabı (7/978)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki soruların, İçişleri Bakanı Sayın Ülkü Güney tarafından yazılı olarak yanıtlanmasını, İçtüzüğün 96 ncı maddesi
gereğince arz ederim. 19.6.1996
Ali Rahmi Beyreli Bursa
Ankara Valiliği 1995/88 sayılı kararı ile, yaklaşık 14 aydır uygulamada olan, servis taşımacılığı yapan araçlara getirilen
plaka tahditini iptal etmiştir. Plaka tahdidinin iptal edilmesi geçimini serviscilikle sağlayan 4 500 servisci için olumsuz ve
haketmedikleri bir uygulama olmuştur. Çünkü bir yıldır uygulanan plaka tahdidi nedeni ile servisci esnafından Ankara Emniyet
Müdürlüğüne ve Türk Polisini Güçlendirme Vakfına 100 milyar TL. bağış alınmış, esnafın vergi düzeni sağlanarak önemli
miktarda vergi tahsilatı yapılmış ve tek renk mecburiyeti nedeni ile de esnafa ilave 140 milyar TL. masraf yaptırılmıştır. Bütün
bunlar gerçekleştirildikten ve sistem düzenli bir şekilde işletilmeye başlandıktan sonra, Ankara Valiliği plaka tahdidini, anlamsız bir
şekilde iptal etmiştir. İçişleri Bakanlığının 4.4.1996 günü yayınladığı tahdit kararının iptal edilmesinin doğru olmadığını
öngören 105 nolu genelgeye rağmen Ankara Valiliği bir çalışma içine girmemiş ve İl Trafik Komisyonunu toplamamıştır.
1. Ankara Valiliğinin söz konusu plaka tahdit uygulamasını iptal etmesinin nedeni nedir?
2. Bakanlığınızın 4.4.1996 günü yayınladığı 105 nolu, plaka tahdidi uygulamasının devamını öngören, genelgesine rağmen
Ankara Valiliği neden hatalı kararında direnmektedir?
3. Bakanlık olarak genelge doğrultusunda hareket etmeyen Ankara Valiliği hakkındaki düşünceleriniz nedir?
4. Sorunun çözümü yolunda önlemler almak üzere olaya el koymayı düşünüyor musunuz?
5. Şehirlerin nüfus artışına paralel olarak kontrollu olarak plaka tahdit sınırının genişletilmesi için ne gibi tedbirler
düşünüyorsunuz?
6. Bazı servis araçlarının kapasitelerinin üzerinde öğrenci taşımaları aileleri üzen ve çaresiz bırakan bir uygulamadır. Bu
konuda ne gibi denetim tedbirleri düşünüyorsunuz?
T.C. İçişleri Bakanlığı
12.7.1996 Emniyet Genel Müdürlüğü
Sayı : B.05.1.EGM.0.12.01.01/155074
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMMBaşkanlığının 26.6.1996 gün ve Kan. Kar. Md. A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/978-2380 sayılı yazısı.
Bursa Milletvekili Ali Rahmi Beyreli tarafından TBMMBaşkanlığına sunulan ve tarafımdan yazılı olarak cevaplandırılması
istenilen soru önergesinin cevabı aşağıya çıkarılmıştır.
Ankara Valiliği İl Trafik Komisyonu, Bakanlar Kurulunun 94/6311 sayılı kararına istinaden 13.4.1995 tarih ve 1995/88 sayılı
kararı ile servis araçlarına plaka tahdidi getirmiştir.
Ancak bu kararın iptali ile Başbakanlık aleyhine 13 taşıyıcı firma tarafından idarî yargıda dava açılmış ve Danıştay 8 inci
Dairesince 18.1.1996 tarih ve 1996/102 sayılı karar ile Dava Konusu işlemin iptaline karar verilmiştir.
Bu karar üzerine Ankara Valiliği İl Trafik Komisyonu Başkanlığı umum servis araçları için almış olduğu plaka tahdit kararını
2.4.1996 tarih ve 1996/57 sayılı kararıyla iptal etmiştir.
Bu durumla ilgili yapılacak işlemler konusunda gönderilen Bakanlığımız genelgesinde belirtilen hususların değerlendirilmesi
İl Trafik Komisyonu Başkanlığının yetkisi dahilindedir ve adı geçen komisyon ise idarî yargının yukarıda belirtilen kararını
uygulamaktadır.
Bilindiği gibi, artan şehir nüfusu ve motorlu araç sayısına paralel olarak, şehirlerin ulaşım sorunlarının çözülmesi için gerekli
düzenlemeyi yapacak olan kuruluşlar il ve ilçe trafik komisyonlarıdır. Bu komisyonlar şehir içinde yolcu taşımacılığı yapan ticarî
araçların tamamına veya bir kısmına plaka tahdit kararı getirebilmektedir.
Araçların taşıma sınırı üzerinde yolcu taşımaları kanunen yasaklanmıştır. Bu konuda gerekli hassasiyetin gösterilmesi
yönünde illere talimat verilmiştir.
Bilgilerinize arz ederim.
Mehmet Ağar İçişleri
Bakanı

5. – Konya Milletvekili Hasan Hüseyin Öz’ün, Konya-Sarayönü-Beşgöz su kaynağının gölet yapılarak değerlendirilmesine
ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Recai Kutan’ın yazılı cevabı (7/983)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Hüsnü Doğan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını
delaletlerinize arz ederim.
Saygılarımla.
Hasan Hüseyin Öz Konya
1. Konya-Sarayönü Konuklar Devlet Üretme Çiftliği arazisi içerisinde yer alan Beşgöz su kaynağının sulu tarımda
kullanılabilmesi için Bakanlığınızca herhangi bir çalışma yapılmakta mıdır? Yapılmaktaysa çalışmalar hangi aşamadadır?
2. Bu suyun gölet yapılarak değerlendirilmesi düşünülmekte midir? Düşünülmekteyse hangi mevkiye yapılacaktır?
T.C. Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanlığı 15.7.1996 Araştırma, Planlama ve
Koordinasyon Kurulu Başkanlığı
Sayı : B.15.0.APK.0.23-300-918/11700
Konu : Yazılı soru önergesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : T.B.M.M. Başkanlığının 2.7.1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/983-2414/6471 sayılı yazısı.
Konya Milletvekili Sayın Hasan Hüseyin Öz’ün Bakanlığıma tevcih ettiği ve Millet Meclisi İçtüzüğünün 99 uncu maddesi
gereğince cevaplandırılması istenen, 7/983 esas no.lu yazılı soru önergesi ile ilgili bilgiler hazırlanarak ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
M. Recai Kutan Enerji ve Tabiî
Kaynaklar Bakanı
Konya Milletvekili Sayın Hasan Hüseyin Öz’ün Yazılı Soru Önergesi Cevabı
(7/983-2414)
Soru 1 :
Konya Sarayönü Konuklar Devlet Üretme Çiftliği arazisi içerisinde yer alan Beşgöz su kaynağının sulu tarımda
kullanılabilmesi için Bakanlığınızca herhangi bir çalışma yapılmakta mıdır? Yapılmaktaysa çalışmalar hangi aşamadadır?
Soru 2 :
Bu suyun gölet yapılarak değerlendirilmesi düşünülmekte midir? Düşünülmekteyse hangi mevkiye yapılacaktır?
Cevap 1-2 :
Yukarı Sakarya Havzasında bulunan Karasu (Beşgöz), Bakırpınarı, Bolasan Deresi ve yeraltı suyu kaynaklarının, Karasu
yatağının Kökez Hüyüğü membaında kalan kısmında yapılacak olan 10.10 m. yüksekliğinde ve 38.39 hm3 hacmindeki bir
depolama tesisinde düzenlenerek, Sarayönü ve Kadınhanı Ovalarında yer alan Değirmenli, Yenicekaya, Bayramlı, Karayörüklü,
Kabacalı, Hacımehmetli, Karahisarlı, Kökez Köyleri, Gözlü ve Kolukısa Kasabalarına ait 5630 ha ve Konuklar Devlet Üretme
Çiftliğine ait 532 ha arazinin pompaj ve cazibe ile sulanmasını sağlamak amacıyla DSİ Genel Müdürlüğünce Sarayönü-Beşgözler
Projesi adı altında bir proje geliştirilerek planlama çalışmaları tamamlanmıştır. Rantabilitesi 0.7 olan ve önerge ile uygulama
programına alınan söz konusu proje teknik açıdan uygun bulunmuş olup, kati proje çalışmalarına başlanacaktır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.