Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular
DÖNEM : 20 YASAMA YILI : 1

T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ

CİLT : 8


72 nci Birleşim
6 . 7 . 1996 Cumartesi


İ Ç İ N D E K İ L E R
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. – HÜKÜMET PROGRAMI
1. – Başbakan Necmettin Erbakan tarafından kurulan Bakanlar Kurulu programının görüşülmesi
III. – SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1. – Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın, CHPGenel Başkanı Deniz Baykal’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması
2. – CHPGenel Başkanı Deniz Baykal’ın, Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması
3. – Yozgat Milletvekili Lutfullah Kayalar’ın, Başbakan Necmettin Erbakan’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması
4. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Rüştü Taşar’ın, Başbakan Necmettin Erbakan’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması
5. – Maliye Bakanı Abdüllatif Şener’in, kendilerine sataşılması nedeniyle söz alan, Yozgat Milletvekili Lutfullah Kayalar ve
Gaziantep Milletvekili Mustafa Rüştü Taşar’ın konuşmalarıyla ilgili açıklaması
IV. – SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – Yozgat Milletvekili Kâzım Arslan’ın, ÖSYM sınavının Yozgat’ta da yapılmasının düşünülüp düşünülmediğine ilişkin
sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam’ın yazılı cevabı (7/836)
2. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, TDİ’ne bağlı bir yolcu gemisine aşırı yolcu alınmak suretiyle tehlikeli bir
yolculuk yaptırıldığı iddiasına ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Ömer Barutçu’nun yazılı cevabı (7/872)
3. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, elektrik enerjisi sıkıntısını aşmak için alınması gereken tedbirlere ilişkin sorusu ve
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Recai Kutan’ın yazılı cevabı (7/888)
4. – Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı’nın Hollanda’da çalışan işçilerimizin çocuklarının bir Anadolu İmam-Hatip Lisesine
kayda zorlandıkları iddiasına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam’ın yazılı cevabı (7/946)
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açıldı.
BAB Asamblesi Başkanının TBMM’nin resmî konuğu olarak Türkiye’yi ziyaretine, Kuala Lumpur’da yapılacak İkinci
Müslüman Kadın Parlamenterler Toplantısına katılacak parlamento heyetinde yer alacak bayan milletvekillerine,
İlişkin TBMMBaşkanlığı tezkereleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu.
Çorum Milletvekili Hasan Çağlayan’ın (6/104),
İzmir Milletvekili Hakan Tartan’ın (6/168),
Şanlıurfa Milletvekili Abdulkadir Öncel’in (6/201),
Numaralı sözlü sorularını geri aldıklarına ilişkin önergeleri okundu; sözlü soruların geri verildiği bildirildi.
İzmir Milletvekili Hakan Tartan ve 21 arkadaşının, ortaöğretimdeki sorunların araştırılarak Anayasal çerçeveye uygun bir
millî eğitim politikasının belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/92) okundu; önergenin
gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmesinin, sırasında yapılacağı açıklandı.
Metin Göktepe Cinayetinin Açıklığa Kavuşturulması ve Faillerinin Ortaya Çıkarılması Amacıyla Kurulan (10/3, 4) esas
numaralı Meclis Araştırma Komisyonunun süre uzatımına ilişkin tezkeresi okundu; Komisyonun, daha önce kendisine verilen 3
aylık çalışma süresini doldurması ve İçtüzüğün değişik 105 inci maddesinin, 1 aydan daha fazla yeni bir çalışma süresinin
verilmesine imkân tanınmaması nedeniyle oya sunulamayacağı ve 1 aylık kesin süre verildiği açıklandı.
Kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işlerle ilgili olarak, İçtüzüğün değişik 78 inci maddesi gereğince
Hükümetten bir talep gelmemesi nedeniyle;
Bakanlar Kurulu Programını görüşmek için, 6 Temmuz 1996 Cumartesi günü saat 15.00’te toplanmak üzere, Birleşime 15.17’de
son verildi.
Yasin Hatiboğlu Başkanvekili
Salih Kapusuz Ünal Yaşar Kayseri
Gaziantep Kâtip Üye Kâtip Üye
BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 15.00
BAŞKAN: Başkanvekili Yasin HATİBOĞLU
KÂTİP ÜYELER: Ünal YAŞAR (Gaziantep), Salih KAPUSUZ (Kayseri)


BAŞKAN – Çalışmalarımızın hayırlara vesile olmasını Cenabı Allah’tan niyaz ederek, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 72
nci Birleşimini açıyorum.
Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayımız vardır; görüşmelere başlıyoruz.
II. – HÜKÜMET PROGRAMI
1. – Başbakan Necmettin Erbakan tarafından kurulan Bakanlar Kurulu programının görüşülmesi
BAŞKAN – Gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmında bulunan, Başbakan Sayın Necmettin Erbakan tarafından
kurulan Bakanlar Kurulunun Programı üzerindeki görüşmeleri yürüteceğiz.
Görüşmelerde, İçtüzüğün 72 nci maddesine göre, siyasî parti gruplarına, şahısları adına iki sayın üyeye ve Hükümete söz
verilecektir.
Genel Kurulun 2 Temmuz 1996 tarihli 69 uncu Birleşiminde alınan karar gereğince, siyasî parti grupları ve Hükümet adına
yapılacak konuşmalar birer saatlik -ki, bu süreler, gruplarınca arzu buyurulursa, iki ayrı sayın üye tarafından kullanılabilecektir-
kişisel konuşmalar ise, onbeşer dakikalık süreye tabidir.
Program üzerinde söz alan sayın üyelerin adlarını Yüce Kurula arz edeceğim:
Sayın milletvekilleri, Danışma Kurulunda çekilen kura sonucu, konuşma sıraları şöyle belirlenmiştir: Cumhuriyet Halk Partisi
Grubumuz ilk sırada, Refah Partisi Grubumuz ikinci sırada, Demokratik Sol Parti Grubumuz üçüncü sırada, Doğru Yol Partisi
Grubumuz dördüncü sırada, Anavatan Partisi Grubumuz beşinci sırada görüşlerini ifade buyuracaklardır.
Kişisel söz talebinde bulunan sayın üyelerin isimlerini okuyorum:
1- Sayın Abdulkadir Öncel
2- Sayın Halit Dumankaya; ancak, Sayın Dumankaya’nın talebiyle, Sayın Nejat Arseven
3- Sayın Hasan Hüseyin Ceylan
4- Sayın Başesgioğlu
5- Sayın Kavuncu
6- Sayın Okuyan
7- Sayın A. Çelik
8- Sayın Büyükkılıç
9- Sayın Altay
10- Sayın Akarsu
11- Sayın Işık
12- Sayın Korkmaz
13- Sayın Emmioğlu
14- Sayın Terzi
15- Sayın Karakaya
16- Sayın Balcılar
17- Sayın Şimşek
18- Sayın Kul
19- Sayın Fırat
20- Sayın H. Çelik
21- Sayın Hatipoğlu
22- Sayın Poyraz
23- Sayın Yılmaz
24- Sayın Aras
25- Sayın Çetinkaya
26- Sayın Dumankaya (Değişiklik talebi nedeniyle)
Tabiî, bundan sonra da kişisel söz talebinde bulunan sayın üyeleri kaydetmemize bir engel yoktur; ancak, İçtüzüğün 72 nci
maddesine göre, biliyorsunuz, sırasıyla iki sayın üyeye söz verme imkânımız vardır.
Sayın milletvekillerimizin böyle bir bilgi yenilenmesine ihtiyaçları yok; ancak, dinleyiciler mahallinde bulunan sayın
izleyicilerimizin bilgilendirilmesi, bilgisi olanların bilgilerinin yenilenebilmesi için, İçtüzüğümüzün 169 uncu maddesini bir kere
okumak istiyorum; umuyorum ki, izleyiciler bu maddeyi dikkatle takip buyururlar.
Madde 169:
“Dinleyiciler, birleşimin devamı süresince kendilerine ayrılan yerlerde sükûnet içinde oturmak zorundadırlar.
Dinleyiciler görüşmelerde, kabul veya ret yönünde söz, alkış yahut herhangi bir hareketle kendi düşüncelerini ortaya
koyamazlar.
Bu yasağa uymayanlar, o yerin düzenini korumakla görevli olanlar tarafından hemen dışarı çıkarılırlar.”
Tabiî, izleyicilerimizden çok değerli herhangi bir kardeşimizin böyle bir muameleye muhatap kalması, önce, Başkanlığımızı
üzer; böyle bir üzüntüye Başkanlığı duçar etmiş olmak da dinleyicilerimizi üzer. O halde, anlaştık, sükûnetle takip edeceğiz
inşallah.
Sayın milletvekilleri, gruplar adına ilk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Baykal’ın; buyurun. (CHP
sıralarından alkışlar)
Sayın Baykal, sürenin tamamını zatı âliniz mi kullanacaksınız?
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Evet Sayın Başkan.
BAŞKAN – Peki, buyurun.
CHP GRUBU ADINA DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yeni bir Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetinin kuruluşu vesilesiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, Hükümet Programı üzerinde görüşme yapıyoruz. Bu
görüşmelerde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun düşüncelerini ve değerlendirmelerini size sunmak üzere kürsüdeyim; bu vesileyle
Sayın Başkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin sayın üyelerini ve sevgili yurttaşlarımızı içten saygılarla selamlıyorum.
Bu Hükümet görüşmesinin, bugüne kadar gerçekleştirilmiş, daha önceki 53 hükümetin görüşmesinden çok farklı yönleri olduğu
açıkça gözüküyor. Türkiye Cumhuriyetinin bugüne kadar kurduğu 54 hükümet içinde, bugün görüşmesini yapmakta olduğumuz
Hükümetin, kendine özgü yönleri, nitelikleri olduğu, toplumumuzun bir genel değerlendirmesi olarak önümüzde duruyor.
Önemli bir görev yapmaya mecburuz. Öyle zannediyorum ki, bu görüşme öncesi, siyasal partilerde yaşanan tartışmaların, alınan
önemli kararların da gösterdiği gibi, herkesin yüreğinde tarihsel önemi olan, çok büyük gelişmelere yol açabilecek ve çok sık karşı
karşıya kalmadığımız türden önemli tercihlere yol açabilecek bir karar olduğu, bir görüşme yapıldığı anlaşılıyor; bunda
şaşılacak fazla bir şey de yoktur. Türkiye’ye dışarıdan kısaca bakılacak olursa, öyle zannediyorum ki, içinde bulunduğumuz
tablonun önemi çok açıkça ortaya çıkar. Türkiye, bir yandan yaşamının en bunalımlı döneminin içine girmiş gibi gözüküyor;
ekonomik yaşamımız, toplumsal yaşamımız gerçek bir kriz görüntüsünün tablolarını sergiliyor. Türkiye, tarihinin en ağır borç ve
faiz yükü altında, ekonomisi kendi ayakları üzerinde duramayan bir noktaya gelmiş gözüküyor. Türkiye’nin toplumsal yaşamında,
demokratik rejiminde, görmeye pek alışık olmadığımız sıkıntılar giderek artan ölçülerde ortaya çıkıyor. Dış ilişkilerimiz kaygı
verici bir doğrultuda hızla gelişiyor. Türkiye’nin ağır bir bunalımın içine doğru sürüklenmekte olduğu çok açıkça gözüküyor. Ne
yazık ki, bu bunalım denetim altına almaya dönük şans yeterince kullanılamadığı için, sorun, her geçen gün daha da derinleşerek,
yoğunlaşarak önümüzde duruyor. Genel seçimden çıkmış bir Parlamento, henüz güven verici bir hükümet oluşumu çalışmasını bile
noktalayamamış bir durumda gözüküyor. Seçimlerden bu yana altı ayı aşkın bir süre geçti; ama, hâlâ önümüzde bir Hükümet yok.
Bir Hükümet kurduk, bu Hükümet, cumhuriyet tarihinin en kısa ömürlü Hükümeti olarak tarihe geçti. Şimdi, yeni bir hükümet
arıyoruz. Bu hükümeti ararken vicdanlar bölünmüş, duygular çapraşıklaşmış, Türkiye, ciddî bir sıkıntı içinde, bir hükümet mi
çıkarıyor, sorunları çözecek yeni bir çıkış yolu mu arıyor, belirsiz bir noktada gözüküyor. Türkiye, içinde bulunduğumuz dönemde,
ciddî bir sahipsizlik ortamını sergiliyor. Güncel sorunlar, boşlukta, sahipsiz, bir süreden beri duruyor. Irak petrol boru hattı, siyasal
sorunları çözüldüğü halde, Türkiye için olağanüstü önemli bir konu olmasına rağmen, hâlâ çözülememiş bir durumda olmaya devam
ediyor; çünkü, Türkiye sahipsiz.
İhracat, ilk kez, uzun yıllardan beri, bir tıkanma işareti veriyor. Genel ihracat, haziran ayında yüzde 12 geriliyor.
İhracatımızın en önemli kalemi tekstil ve konfeksiyon yüzde 26’lık bir gerilemeyi ortaya koyuyor.
İthalat rakamları altı aydan beri yayımlanamıyor. Türkiye’nin altı aydan beri ekonomik durumunu izlemesine yardımcı olacak
temel veriler, ne yazık ki, ortalıkta yok; ne iktisatçılarımız ne karar alıcılarımız bu konularda bir değerlendirme yapma şansına
sahipler.
Avrupa ile ilişkilerimiz boşlukta kalmış, alınması gereken kararlar alınamamış, gerekli düzenlemeler yapılamamış ve Türkiye
bir sıkıntılı noktaya doğru hızla sürüklenir noktada.
Mafya-siyaset-devlet ilişkileri, tarihimizin hiçbir döneminde yaşanmamış düzeyde çarpıcı örnekleriyle ortaya çıkıyor; ama, bir
süre sonra bu olayların gerçek niteliğinin gerektirdiği soruşturma, araştırma anlayışının ortadan kalktığına tanık oluyoruz ve
sıradan bir adlî olay, bir zabıta olayı konumunda, bu konu da kamuoyunun dikkatinden giderek uzaklaşıyor.
Enerji sıkıntısı Türkiye’nin önünde.
Türkiye’de, terör, her geçen gün can yakmaya devam ediyor; bugün, daha biraz önce, iki askerimizin Erzincan’da şehit edildiği
haberini aldık. Türk Bayrağı indiriliyor; sokaklardaki gösterilerle, çeşitli girişimlerin -etkin olmayan güvenlik uygulamaları
sonucunda- ölçüsünü taşırmasıyla, ülkemiz, dünyada, giderek saygınlıktan uzaklaşan bir rejim görüntüsü içerisine sürükleniyor.
Böyle bir tablonun içerisindeyiz. Bu tablo yaşanırken, öte yandan da, siyasal tartışma dünyamız çok özel sorunlarla karşı
karşıya bulunuyor. Bu tablo içerisinde, artık, bizim, bir hükümet tartışması yapmanın ötesine geçip, bir rejim muhasebesi yapma
ihtiyacı içerisinde olduğumuzu düşünüyorum. İçerisinde bulunduğumuz durumun, bütün ayrıntılarıyla ve ciddî bir biçimde
değerlendirilmesinin gerektiğine inanıyorum.
Siyasal yaşamımız, bir türlü aydınlatılamayan yolsuzluk iddialarıyla kirletilmiştir, yıpratılmıştır. Dünyanın bütün ülkeleri
ciddî yolsuzluk iddiaları karşısında, etkin, sonuç alıcı girişimleri yürütebilirken, Türkiye’de, ne yazık ki, yıllardan beri -sadece bu
dönemi söylemiyorum; çok daha öncesinden beri- önem taşıyan, ciddî yolsuzluk iddiaları boşlukta kalmıştır, sahipsiz kalmıştır.
Türkiye’deki yolsuzlukların siyasal düzeydeki sorumlularına ulaşmak olanağı, ne yazık ki, bir türlü bulunamamıştır. İtalya, son
dönemde üç tane başbakanını mahkûm etti; ama, Türkiye, siyasî yolsuzluk iddialarının bu kadar yoğunlaştığı bir dönemi yaşıyor
olmasına rağmen, bu konularda hiçbir ciddî adımı atamadı.
Siyasal yaşamımız, her gün yeni yeni transfer haberleriyle çalkalanıyor. Böyle bir tablonun içindeyiz. Bu tabloda, Hükümeti
konuşmadan önce, bence, şu üç sorunun sorulması ve bu soruların cevaplarının doğru bir biçimde verilmesi gerekiyor. Hükümet
Programı müzakeresine geçmeden, şu üç soruyu, kamuoyumuzun ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin önüne koymak istiyorum.
Bir: Yolsuzluklarla ilgili soruşturma önergelerinin, bu Hükümetin kuruluşuyla bir ilişkisi var mıdır, yok mudur? (CHP ve
ANAP sıralarından alkışlar) Önce, bu konuyu doğru bir biçimde yanıtlamamız gerekiyor. Soruyu tekrar ediyorum: Bugün
programını görüştüğümüz, pazartesi günü de güvenoyu ya da güvensizlik oyuyla hakkında karar alacağımız bu Hükümetin
kuruluşunun, yolsuzluk iddialarıyla, yolsuzluk iddialarına dönük olarak verilen soruşturma önergeleriyle bir ilişkisi var mıdır, yok
mudur? (CHP sıralarından “vardır” sesleri) Böyle bir soru, haksız, anlamsız, kötü niyetli bir sorudur, diye bir değerlendirme
yapabilir miyiz?! Böyle bir sorunun, bir geçerliliği, bir anlamı olmadığını ifade etme hakkına, şansına sahip miyiz; keşke olsaydık.
Bütün Türkiye biliyor ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi içinde, vicdanını, siyasetine ipotek etmemiş herkes biliyor ki, bu soru, haklı
bir sorudur, meşru bir sorudur, yerinde bir sorudur. (CHP sıralarından alkışlar) Bu soruyu aydınlatmamız lazım; bu sorunun
gereğini yerine getirmemiz lazım. Bu soruyu, kötü niyetli bir muhalefet sözcüsü olarak, ben sormuyorum; bu soruyu, 9 Mayıs 1996
tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi görüşmelerinde, Sayın Tansu Çiller soruyor. Sayın Çiller, hakkında TEDAŞ ve TOFAŞ ile
ilgili soruşturma önergeleri verilmesinin, bir hakkın suiistimali olduğunu iddia ediyor ve bunun gerekçesi olarak da şunu -aynen,
kendi ifadeleriyle, okuyorum- söylüyor: “Şimdi, kısaca anlatayım, niçin suiistimal: Sayın Erbakan, yani önerge sahiplerinin Sayın
Genel Başkanı, bana, üç saat boyunca, Hükümet olmayı teklif etti mi; ilk söze başlayıp, tam ellibeş dakika, nefes almadan, nokta
virgül koymadan, bana birlikte Hükümet olmayı teklif etti mi, etmedi mi?!
İkinci soru: Sayın Erbakan ve Refah Partisi ‘bizimle koalisyon yapacak olan, sütten çıkmış ak kaşıktır’ dedi mi, demedi mi?!
Ben, o teklifi kabul etseydim, bu tertipler yapılır mıydı; soruyorum.” Bunu söyleyen, Sayın Çiller’dir.
Şimdi, Refah Partisinin, kendisiyle Hükümet kurma önerisini kabul etmiş olsaydı, yolsuzluklarla ilgili soruşturma önergesinin
verilmeyeceğini, Sayın Erbakan’ın ifadesine dayanarak, belirtiyor Sayın Çiller ve “bu önerge, ben Hükümette yer almayı kabul
etmediğim için verilmiştir” diyor. “Eğer ben kabul etmiş olsaydım, bu önerge verilmeyecekti” diyor.
Şimdi, bizim sorma hakkımız var, Sayın Çiller’e: Bu soruşturma önergesi verilmiş olmasaydı, siz, bu Hükümetin içine girer
miydiniz? (CHP sıralarından alkışlar)
Şimdi “bizimle beraber olan, sütten çıkmış ak kaşık olur” diyor, Sayın Erbakan. Önce soruşturma önergesi veriyor, arkasından
çıkış yolunu gösteriyor. “Ben de o çıkış yolunu reddettim” diyor, Sayın Çiller. Sayın Çiller, o çıkış yolunu, o aşamada reddetmiş
olarak kendisini bu suçlamalardan aklayamaz. Aklaması için yapması gereken şey, bütün aşamalarda reddetmeye devam etmektir,
Yüce Divanın bu konuda alacağı karardan korkmamaktır. Bu baskıyı yaşamış birisi olarak, buna, o aşamada Hükümete girmemiş
oluşunun yol açtığını belirten birisi olarak, şimdi Hükümete girmiş birisi sıfatıyla, yolsuzluk önergeleriyle ilgili durumun, çok daha
dikkatle incelenmesi ihtiyacını, bizzat kendisi ortaya çıkarmıştır.
Değerli arkadaşlarım, bu konuya baktığımız zaman gördüğümüz şudur: İlgi çekici bir biçimde, Mecliste kurulmuş olan çeşitli
soruşturma komisyonlarının çalışmaları, bu Hükümetin kuruluşuyla, birdenbire etkilenmeye başlamıştır. Önce, Mercümek
konusunu incelemek üzere kurulan komisyonun iki DYP’li üyesi komisyondan çekilmişlerdir; çekilmişler midir, çekilmemişler midir,
niçin çekilmişlerdir? Bu komisyon niçin çalışmıyor? Hükümetin kuruluşunun hemen akabinde, Koalisyon ortaklarından birisiyle
ilgili önemli bir soruşturma komisyonunun çalışmasının Koalisyon ortağı öteki partinin girişimiyle ortadan kaldırılması doğal bir
olay mıdır; kabul edilebilir bir tablo mudur?! Sorgulanması gereken bir manzaranın bulunduğu, böylece, açıkça ortaya çıkmıyor
mu?
Yine, bununla bir arada, TEDAŞ konusundaki komisyonun çalışmaları açısından büyük önem taşıdığı, önergeyi veren Refah
Partili Sayın Grup Başkanvekilinin o zamanki ifadesiyle belli olan müteahhit, birdenbire, komisyona gelip ifade vermekten
vazgeçtiğini iddia ediyor.
Değerli arkadaşlarım, bunlar ciddî üzüntü verici olaylardır. Burada bir cumhuriyet hükümetinin kuruluşunu konuşuyoruz.
Hepimiz tarihe karşı sorumluyuz. Bugünün hükümeti kurulur-kurulmaz, o hükümette yer alır-almaz, bunların hiçbir önemi yoktur;
ama, buradan, yolsuzluklarla irtibatı olduğu izlenimini veren bir Hükümetin vize almış olmasının ayıbını hiçbir zaman
temizleyemeyiz. (CHP ve ANAP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Böyle bir ayıbın söz konusu olmadığını iddia ediyorsak, bu
konuda vicdanımızı rahatlatalım, bu konuda ikna olalım, bu konuda tatmin olalım; bu konuyu bütün ayrıntılarıyla konuşalım.
Bakınız, bunu, bütün Türkiye konuşuyor, bunu, koalisyonu kuran partilerin mensupları konuşuyor, onlara destek verenler
konuşuyor; gazetelerinde yazıyorlar, dergilerinde yazıyorlar... “Hayır, böyle bir olay yoktur, bu Hükümetin, yolsuzluk iddialarıyla
hiçbir ilişkisi yoktur” diyorsak ve böyle ise, ben, bunu, anlamaya, dinlemeye ve değerlendirmeye hazırım; ama, bu konuda ortaya
atılan ciddî iddiaların, bizzat olayların içerisinde yer alan insanların ortaya attığı iddiaların, bizi, bu konunun önem taşıdığını
düşünme noktasına getirdiğini sizlere hatırlatmak istiyorum. Bu Hükümet konuşulurken ele alınması gereken birinci soru budur; bu
Hükümetin bu şekilde oluşmuş olmasının, yolsuzluklarla bir ilişkisi var mıdır?
İkinci soru şudur: Bir süreden beri gerçekleşen transferler, gerçekten, siyasî ve vicdanî kanaatlerin sonucu olarak mı ortaya
çıkmıştır; yoksa, başka nedenler söz konusu mudur? Bu konuyu da aydınlatmamız lazım. Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu
konuları doğru görmeden, bu konularda aydınlanmadan, bu Hükümet hakkında, reflekslerle, alışkanlıklarla, disiplin kaygılarıyla
karar alamaz, almamalıdır. Bir süreden beri yaşadığımız siyasî transferlerin, parti değiştirmelerin, vicdanî ve siyasî kanaatler sonucu
olduğunu iddia edebiliyor muyuz, kabul edebiliyor muyuz; bunu, sağduyumuzu ipotek altına sokmadan, içtenlikle söyleyebiliyor
muyuz?
Şu garabete bakınız ki, tam güvenoyu öncesinde, o ana kadar bu konularla ilgili hiçbir özel değerlendirme yapmamış olan bazı
Parlamento üyeleri, birdenbire, çok anlamlı bir biçimde, saf değiştirmeye yöneliveriyorlar. Şimdi, bu saf değiştirmelerin siyasî ve
vicdanî kanaatten kaynaklandığını, doğal karşılanması gerektiğini, siyasî hayatımıza olumsuz etki getirebilecek bir yönü
olmadığını düşünmek mümkün müdür?! Eğer, böyle bir durum varsa, bunun aydınlatılması lazımdır. “Canım bu işler böyle
oluyor” diye geçiştiremeyiz; böyle olmuyor; Avrupa’da böyle olmuyor, dünyada böyle olmuyor, Yunanistan’da böyle olmuyor... Bir
insanın siyasî parti değiştirmesi, olağanüstü önemli bir olaydır; olsa da, çok özel koşullar içerisinde olur. Tam güven oylamasından
önce, Parlamento, birden bire bir deprem yaşayacak, sapır sapır bir kısmı o tarafa, bir kısmı bu tarafa yöneliverecek; biz alsak da
almasak da, bu konudaki kararın, Parlamentomuza yakışmayan yöntemlerle alınmadığından emin olacağız?! Benim, böyle bir
emniyet içerisinde bulunmadığımı, herkesin bilmesini istiyorum. Derin bir üzüntü içerisindeyim. Siyasal yaşamımızda, herkesin,
kendince önemli saydığı amaca ulaşmak için, bu yöntemleri bir biçimde kullandığını görmekten büyük ıstırap duyuyorum ve
üzüntüyle söylemeliyim ki, bu geldiğimiz nokta, aslında, seçim öncesi tablonun uzantısıdır. Seçim öncesinde de buna benzer
durumlar yaşanmıştır; ilke, tutarlılık ve siyasal kimlik, hiçbir önem taşımaz gibi kararlar alınmıştır; adaylar, hangi partinin hangi
sırası kendi işine uygun geliyorsa, o konuda seçim yapma hakkına sahip olduklarını düşünmüşlerdir; partiler, başka partilerle
işbirliği yaparak, içiçe geçip sandığa gitmişlerdir; parti kimliklerinin anlamı kaybolmuştur; seçim öncesinde, hükümet oluşturmaya
dönük blok açıklamaları yapılmıştır; siyaset, berraklığını, tutarlılığını kaybetmiştir. Üzüntü verici bir tablodur. Şimdi, seçim
öncesinde ekilen o tohumlar yeşeriyor, meyvelerini veriyor. Hayatı boyunca solda siyaset yapmış bir adam, birden bire, bir sağ
siyasal partide yerini alıyor; alkışlarla kabul ediliyor ve bu, meşru bir siyaset uygulaması diye kabul ediliyor ve ondan sonra, bu
noktalara geliyoruz. Benim, aydınlatılma ihtiyacını hissettiğim ikinci soru budur.
Üçüncü soru şudur: Seçim öncesinde, bir parti, çıkıp da “seçimden sonra, ben, şu partiyle koalisyon kurmam” diye açıklama
yapar da seçimden sonra o partiyle hükümet kurarsa, bu, demokratik anlayışın içerisine girer mi, sığar mı, doğal mıdır? Yani,
vatandaşın oyunu alırken, ona, önemli bir taahhütte bulunacaksınız, sonra, o taahhüdü yok sayacaksınız, sistematik bir biçimde,
çok doğalmış gibi, size oy veren binlerce, yüzbinlerce, milyonlarca insanı aldatacaksınız, tamamen farklı istikametlerde işbirliğine
kalkışacaksınız. Kimse, size, seçimden önce, şununla hükümet kurarım, bununla kurmam diye bir açıklama yapma zorunluluğu
getirmiyor; ama, siz, çıkıp “siyaseten yararlı olur” diye bir açıklama yapıyorsunuz, ondan sonra da o açıklamayı bırakıyorsunuz,
bir farklı noktaya geliyorsunuz. Bu üç soruya verilecek cevap, öyle zannediyorum ki, bugün içerisinde bulunduğumuz konunun
aydınlatılmasını sağlamaya yetecektir.
Değerli arkadaşlarım, buraya nasıl gelindi konusunu, önce, seçim öncesi uygulamalarla açıkladığımı bir kez daha ifade etmek
istiyorum. Seçim öncesinde, gerçekten, bizim siyasal yaşamımızda da çok mutat olmayan, çarpık ilişkiler ortaya çıkmıştır; partileri
aşan ilişkiler kurulmuştur, dayanışmalar ifade edilmiştir, işbirlikleri sergilenmiştir, parti partinin içerisine girmiştir ve öyle seçim
yapılmıştır; parti ve siyasî kimlik kaygısını, ilke kaygısını bir tarafa bırakarak adaylar savrulup gitmiştir.
Bu noktaya gelişimizin, bence, önem taşıyan bir temel nedeni, seçimden hemen sonra kurulmuş olan Hükümetin biçimidir.
Türkiye, ne yazık ki, seçimlerden sonra, bir azınlık Hükümeti anlayışı içerisine çekilmiştir ve hiçbir başarı şansı olmadığı çok
açıkça görülebilecekken, bir azınlık Hükümeti anlayışıyla, Türkiye’nin, bir seçim sonrası, enerjisi, birikimi, umudu çok yanlış bir
biçimde israf edilmiştir, tüketilmiştir; çok yazık olmuştur, çok yanlış olmuştur. Türkiye’yi, bugünkü noktaya getiren temel yanlışın
o olduğunu, bir kez daha vurgulamak istiyorum. (CHP sıralarından alkışlar) Keşke, seçimden sonra, derli toplu bir hükümet
kurulabilseydi, bir çoğunluk hükümeti kurulabilseydi; hükümeti oluşturan partiler birbirleriyle çekişeceklerine, Türkiye’nin
sorunlarını çözme arayışı içerisine girebilmiş olsalardı.
Hatırlayacaksınız, 10 Mart 1996 günü, o azınlık Hükümetinin hükümet görüşmelerinde, bu kürsüden, üç noktaya dikkati
çekmiştim:
Birinci olarak, bu azınlık Hükümetinin hiçbir yararlı çalışma yapamayacağını, bu azınlık Hükümetiyle Türkiye sorunlarının
kesinlikle çözülemeyeceğini, bu yola başvurmanın Türkiye için çok büyük bir kayıp olduğunu heyecanla anlatmaya çalışmıştım,
coşkuyla anlatmaya çalışmıştım. Hangi cesaretle yola çıkıyorsunuz diye, sizlere sorduğumu hatırlıyorum.
İkinci olarak, azınlık Hükümetinin, bu Hükümeti kuran merkez sağdaki iki siyasal partiyi büyük sıkıntıların içine sokacağına,
onları olumsuz etkileyeceğine ve onları eriteceğine işaret etmiştim ve “bir sol partinin genel başkanı olarak bu, benim de
kaygımdır; çünkü, ben, demokratik rejimin, merkez sağ ve merkez soldaki siyasal partilerin diyaloguna dayandığına inanıyorum”
demiştim.
Üçüncü olarak da, bu azınlık Hükümetinin, kurulduğu ilk andan itibaren, Refah Partisinin manyetik alanına, çekim alanına
girmekte olduğunu, bunun kaçınılmaz olduğunu ifade etmiştim.
Ne yazık ki, bu azınlık Hükümeti konusundaki talihsiz denemenin bugün ulaştığı noktada, bu üç öngörünün üçünün de
gerçekleştiğini üzüntüyle görüyoruz.
Türkiye çok şey kaybetmiştir; sadece zaman kaybetmemiştir; merkez sağdaki partilerin işbirliği potansiyelini, karşılıklı
güvenilirliğini, Türkiye sorunlarını çözme konusunda işbirliği yapabilme şansını kaybetmiştir. Bir büyük siyasî merkez sağda kayıp
yaşanmıştır ve Refah Partisinin manyetik alanı içine sürüklenmeye başlamışlardır.
Bakınız, bu geldiğimiz noktaya yol açan, bence, önem taşıyan temel yanlışlıklar şunlardır. Bu yanlışlıkları her partiyle ilgili
olarak söylemek istiyorum. Bizim partimizle ilgili olarak bir yanlışlık varsa, o yanlışlığın da benden sonra çıkacak sözcüler
tarafından ifade edilmesini bekliyorum. (CHP sıralarından alkışlar) Seçimlerden bu yana, seçim öncesinden bu yana, Türkiye’nin
bugünkü noktaya gelişine yol açan yanlışlıklar arasında bize düşen bir pay varsa, bunu dinlemekten, öğrenmekten memnun olurum.
“Yoktur” demiyorum, vardır; ama, ben, böyle bir şeyi görmüyorum. Eğer, gören varsa, burada söylerse, bundan da büyük
memnuniyet duyarım. Bence, diğer partilerin bu konudaki temel yanlışlıkları şunlar olmuştur:
Önce ANAP’la başlayalım: Refah Partisiyle hükümet kurmayacağını ilan ederek seçime girmiştir; bunu söylemiştir. Laikliğin
güvencesi olarak kendisini halka sunmuştur ve bu anlayışla oy almıştır, destek almıştır. Refahla hükümet kurmayacağını,
Demokratik Sol Partiyle hükümet kuracağını söylemiş; ama, seçimlerden hemen sonra, Refah Partisiyle hükümet kurma
çalışmalarına oturmuştur. Böylece, Refah Partisiyle hükümet kurmanın olağanlaşması, doğallaşması konusunda çok önemli bir
katkı yapmıştır; bu süreci bizzat başlatmıştır ve aldığı oylara ters düşerek, siyasetteki, ilke, tutarlılık, kararlılık konusundaki
temel anlayışı zaafa uğratmıştır. (CHP sıralarından alkışlar)
Türkiye’nin temel sorunlarını iktidara gelerek çözme konusunda -muhalefeti boyunca- büyük iddialar sergilemiştir. Bu konuda
ciddî çalışmalar yapmıştır, kadrolar hazırlamıştır ve kamuoyuna “iktidara gelirlerse, bunlar, Türkiye’nin sorunlarını yeni bir
anlayışla çözeceklerdir” dedirtmiştir; yeniden yapılanma projelerini ortaya atmıştır, kadrolarını ilan etmiştir. Her alanda büyük
iddialar sergilemiştir; ama, iktidara geldikten sonra, Türkiye’nin sorunlarını çözmeye dönük ciddî bir arayış, kesinlikle kendisini
göstermemiştir; tamamen içe dönük bir kavga, iktidar döneminin tümünü etkisi altına almıştır ve var olduğu iddia edilen projelerin
hiçbirisi ortaya çıkmamıştır.
Yolsuzluklarla ilgili olarak, TEDAŞ konusunda destek vermiş ve yolsuzluklarla ilgili bir komisyonun kurulmasını sağlamıştır;
ama, o yolsuzlukların atfedildiği Sayın Enerji Bakanını, yolsuzlukla suçladıktan kısa bir süre sonra, safları içine almakta hiçbir
sakınca görmemiştir. (CHP sıralarından alkışlar)
Bugün de, Refah Partisiyle hükümet konusundaki tavrı “DYP ile değil, bizimle kurunuz” tavrıdır. Açıktan, DYP ile Refah
Partisinin hükümet kurma çalışmasını sona erdirmesi halinde, ANAP’ın Refah Partisiyle hükümet kurma konusunu ele almaya hazır
olduğunu da ifade etmektedir. Böylece, tartışmanın, ilkeyle, temel politika anlayışıyla, Türkiye yönetimine getirilecek yeni
yaklaşımlarla ilgisi olmadığı, iktidar ortağının o mu yoksa öbürü mü olacağı noktasında toplandığı ortaya çıkmıştır.
Evet, Anavatan ile ilgili olarak benim gördüğüm, bizi bu vardığımız noktaya getiren ve siyasete olan saygıyı, ilkenin,
tutarlılığın öneminin ortadan kalkmasını gerçekleştiren sürecin başlıca temel noktaları bunlardır.
Doğru Yol Partisiyle ilgili olarak: Çok açık bir biçimde, Doğru Yol da, Refah Partisiyle hükümet kurmayacağını ilan ederek
seçime girmiştir; laiklik platformu, Refaha karşı güvence olma iddiası, siyasetinin temeli olmuştur, o nedenle oyları almıştır; ama,
o oyları aldıktan sonra, bugün, önümüze, Refah Partisiyle birlikte bir hükümet oluşturarak gelmiştir. Bunun çok temel bir nokta
olduğuna inanıyorum ve siyasete olan güvenilirliği, halkın siyaset adamlarına ve giderek belki Parlamentoya yansıyabilecek olumsuz
davranışının altında bunların yattığını düşünüyorum.
Yine, yolsuzluklar konusunda, ne yazık ki, Doğru Yol Partisi, güven verici, kendine güvenen, açık bir tavır takınmaya cesaret
edememiştir. Bu, bugün Türkiye’nin içine girdiği bu çıkmazın altında yatan temel nedeni oluşturmuştur.
Örtülü ödenek iddiaları aydınlığa kavuşturulamamıştır. Diğer konularda burada açılmış olan soruşturma komisyonlarının
üzerine cesaretle gidip, Yüce Divanda yargılanmayı talep etmesi beklenen bir siyasetçi davranışını, ne yazık ki, Doğru Yol Partisi
sergileyememiştir.
Bu girişimlerin altında, çeşitli siyasî hesaplar, hakkın suiistimali yatıyor olabilir; ama, bunlara karşı verilecek cevap, hesap
vermeye hazır olduğunu sonuna kadar sergilemektir. Bundan vazgeçtiğiniz anda, hesap vermekten ürktüğünüz anda, korktuğunuz
anda oyuncak olursunuz ve sadece siz değil, Türkiye Büyük Millet Meclisini de, Türkiye siyasetini de ciddî sıkıntılarla karşı
karşıya bırakırsınız. (CHP sıralarından alkışlar)
Demokratik Sol Parti açısından gözlemlerimi de aynı anlayışla ifade etmek istiyorum. Bunların önem taşıdığını
düşünüyorum. Birbirimize gerçekleri ifade etmeliyiz, söylemeliyiz. Ülkemiz bir noktaya gelmişse, buna yol açan olumsuzlukların
neler olduğuna ilişkin değerlendirmelerimizi birbirimizle paylaşmalıyız. Yanlış olabilir; aydınlığa kavuşturmak mümkündür; ama,
bunların mutlaka konuşulması lazımdır; örtbas edilmesinin çok yanlış olduğuna inanıyorum.
1- Azınlık modelinin bir yanlış olduğu artık açıkça ortaya çıkmıştır. Türkiye’ye, bir büyük genel seçim sonrasında, azınlık
hükümeti anlayışını telkin etmenin ve o doğrultuda Türkiye’nin hükümet oluşturmasını sağlamanın bugün ne kadar ağır bir
bilanço oluşturduğunu, hepimiz, üzüntüyle görüyoruz. Bu, yanlış olmuştur, üzüntü verici bir olay olmuştur.
Azınlık Hükümetinin, Refah Partisi iktidarını önlemek için oluşturulduğu ifade edilmişti; azınlık hükümetinin gerekçesi diye,
Refah Partisi iktidarından Türkiye’yi sakınma duygusu dile getirilmişti; ama, yaşanan gerçek odur ki, azınlık hükümeti Refah
Partisinin önünü tıkamamış, tam tersine, ona davetiye çıkarmış, onun önünü açmıştır. Eğer, bugün, bir Refah Partisi Hükümetiyle
karşı karşıyaysak, bu, azınlık hükümeti fiyaskosunun, başarısızlığının sonucu olmuştur. (CHP sıralarından alkışlar)
Yolsuzluklarla ilgili olarak, Demokratik Sol Partinin, kendisinden beklenildiği gibi, önümüze gelen her soruşturma önergesini
destekleyip, onun, komisyon marifetiyle ele alınmasına fırsat verdiğini biliyoruz; yakışan budur, gereken budur. Biz de parti olarak
o davranışı benimsedik; çıktık, dedik ki: Bunun siyasal kaygılarla verildiğini görüyoruz, seziyoruz; ama, biz, buraya gelen her
soruşturma önergesini destekleyeceğiz, komisyona göndereceğiz. Bizim hakkımızda eğer bir soruşturma önergesi verilirse, onu da
destekleyeceğiz, onun da komisyona gitmesini isteyeceğiz.
Artık, ayırım yapma olanağı kalmamıştır; o haklı, bu haksız demek imkânı kaybolmuştur. Hepsinin önünü açmak lazımdır.
Sorunun böyle çözülmeyeceğini bilerek, sorunun çözümünü gerçekleştirecek yaklaşımları da yürütmek lazımdır. Nedir o;
dokunulmazlığın kaldırılması. Yolsuzluk iddialarıyla ilgili olarak yapılması gereken şey, milletvekili dokunulmazlığını,
yolsuzlukları himaye eden bir kalkan olmaktan çıkarmaktır. (CHP sıralarından alkışlar) Türkiye’deki milletvekili dokunulmazlığı,
dünyanın en kapsamlı, en geniş milletvekili dokunulmazlığıdır; yolsuzlukları bile himaye ediyor. Böyle bir şey olmaz. Bunun
kaldırılması lazımdır. Çıkış yolu budur. Önerge ve dosya savaşıyla bu iş halledilmez. (DYP sıralarından “doğru, doğru” sesleri)
Adalet, siyasetin emrine girer; adalet, özünü, içeriğini kaybeder. Konuyu çözmek için, siyasetçilerle ilgili yolsuzluk iddiasını başka
siyasetçiler değil, bu işin erbabı, yargıçlar ve savcılar, değerlendirsin; bunun önünü açalım. (CHP sıralarından alkışlar, DYP
sıralarından “doğru, doğru” sesleri)
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bunu, seçim öncesinden beri söylüyoruz.
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Biz de söylüyoruz; ama...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bu konudaki hazırlığımız, Türkiye Büyük Millet Meclisinin incelemesine hazır bir
noktadadır; yeterli milletvekili sayısını bulduğumuz anda, bu konuda harekete geçebilecek noktadayız.
Türkiye bunu çözsün, bunu çözmeden bu konuyu halledemeyiz. O çözülünceye kadar burada verilmiş her önergeyi de
destekleyeceğiz, bizim hakkımızda verilse de destekleyeceğiz.
Demokratik Sol Partinin de bu konuda aynı duyarlılığı, aynı anlayışı sergilediğini memnuniyetle görüyorduk. Yalnız,
Erbakan’ın mal varlığıyla ilgili soruşturma önergesi buraya gelince, birdenbire, Demokratik Sol Partinin, o zamana kadarki tavrını
bir yana bırakarak, olağanüstü bir gayret içinde, bir hukukşinaslıkla, bu konunun hukuka ve Anayasaya aykırı olacağını,
komisyonun kurulamayacağını, Türkiye Büyük Millet Meclisine bir heyecanla anlatma gayreti içine girmiş olmasından büyük üzüntü
duyuyoruz. Bu olmamalıydı. Sayın Erbakan’la ilgili olan o soruşturma önergesi de kabul edilmeliydi, komisyon kurulmalıydı;
herkes gibi, hepimiz gibi, Sayın Erbakan da gidip orada hesabını vermeliydi. (CHP sıralarından alkışlar) Parlamento bu imkândan
yoksun bırakılmıştır, bundan büyük üzüntü duyuyorum; bir yanlış olmuştur.
Gene, bu dönemde, önem taşıyan bir nokta: Anavatan Partisi, Refah Partisi ve Demokratik Sol Parti, muhalefet döneminde,
Türkiyemizi ilgilendiren iki temel konuda çok iddialı bir tavır içine girdiler. Bunlardan birisi, Gümrük Birliği konusuydu; öbürü de,
Çekiç Güç konusuydu. Gümrük Birliğiyle ilgili 6 Mart belgesinin kabul edilemez olduğunu, bunun değiştirilmesi gerektiğini, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin onayına sunulması gerektiğini; Çekiç Güç’ün de, mutlaka ortadan kaldırılması gerektiğini; nihayet, iki üç
aylık deneme süresinden sonra, yeni hükümetin, bunu mutlaka gerçekleştirmesi gerektiğini ifade ediyorlardı.
Anavatan Partisi iktidara gelmiştir. Demokratik Sol Parti de, bu konudaki duyarlılığını koruyarak, çekinser destek vermiştir;
ama, görülmüştür ki, o üç aylık Hükümet döneminde, bu iki noktada da yeni bir açılım söz konusu değildir. Böyle bir açılımı
gerçekleştirmenin, Türkiye için daha büyük sıkıntılar yaratacağı, yaşanarak görülmüştür. Açıkça anlaşılmıştır ki, bu konuda
farklı bir tavra girmek, Türkiye açısından uygun değildir; ama, bu itiraf edilmemiştir, bu kabul edilmemiştir. Sanki farklı bir durum
varmış gibi, bu konudaki başarısızlık örtbas edilmek istenmiştir. Bu da, siyasetimiz açısından, üzüntü verici bir gelişme olarak
ortaya çıkmıştır.
Son bir nokta da –birazdan üzerinde duracağım– şudur: İçinde bulunduğumuz krizden çıkışı sağlayacak bir temel proje, 123
sosyaldemokrat milletvekilinin bir platform oluşturması ve Türkiye’de hükümet konusunda bir girişim yapması önerimiz,
değerlendirilmemiştir.
Refah Partisi bakımından tablo çok açıktır. Refah Partisi, yolsuzluklar konusunda takındığı tavırla, çok temel bir ahlakî darbe
yemiştir. Refah Partisinin son dönemdeki siyasetinin temeli, yolsuzluklar konusunda kararlı, tutarlı bir davranışı sürdürmek olarak
gözükmüştür; ideolojisinin, siyasetinin bir doğal uzantısı olarak bu noktayı, daima, özellikle vurgulamıştır; ama, bunun gereğini
yapmadığı, yapamadığı açıkça görülmüştür. Çok daha acı olanı, bu konudaki çelişkinin, bir mahcubiyet içinde değil, bir meydan
okuyuşla, iftiharla ilan edilmesidir. Sayın Erbakan “bizimle koalisyon kuran, sütten çıkmış ak kaşık olur” diye ilan etmiştir. Tabiî,
bu, Türkiye’nin de hak etmediği, layık olmadığı bir meydan okumadır. Bunu, halkımızın sağduyusuna, milletimizin vicdanına bir
darbe olarak görüyorum. Niçin sizinle koalisyon kuran sütten çıkmış ak kaşık olsun?! (CHP ve ANAP sıralarından alkışlar) Niçin
olsun?! Siz, kendi adınıza şunu söyleyebilirsiniz: “Bizimle koalisyon kuran yolsuzluğa bulaşmış da olsa, biz o yolsuzluğu
araştırmayız.” O sizin ayıbınız olur, sizin sorumluluğunuz olur. (CHP sıralarından alkışlar) Niçin sütten çıkmış ak kaşık olsun?!
Bu, Refah Partisinin siyasetindeki temel virajın, “U” dönüşünün ilk önemli sinyali olarak ortaya çıkmıştır. Tabiî, sadece orada da
kalmamıştır; diğer önemli konularda birbiri ardından “U” dönüşleri gelmeye başlamıştır. Yıllarca Çekiç Güç konusunda en iddialı
mücadeleyi götürdüğü halde, “Çekiç Güç kahraman ordumuzun işidir” denilerek, el yıkanmış ve bu konudan çıkılmıştır. Çekiç
Güç, eskiden kahraman ordumuzun işi değildi de şimdi mi, siz Başbakan olunca mı kahraman ordumuzun işi oldu?! (CHP
sıralarından alkışlar) Hani, Çekiç Güç, Kurtuluş Savaşımızdaki şehitlerin kemiklerini sızlatıyordu? Siz Başbakanlık koltuğuna
oturunca o kemikler sızlamaz mı oldu? (CHP ve ANAP sıralarından alkışlar)
İsrail ile Askerî İşbirliği Anlaşması. Yine, bu da, Refah Partisi iktidara gelince “stratejik anlaşmalar aynen devam edecektir”
maddesiyle Hükümet Programı içindeki yerini alıverdi; yani, İsrail ile askerî anlaşmanın da artık Refah Partisini rahatsız eden bir
tarafı olmadığı birden bire gözüküverdi. (CHP sıralarından “Yahudiler Müslüman olmuş” sesi)
Bu konuda yapılan tahriklerin, bu konuda yaratılan kamuoyunun, Cumhurbaşkanına yönelik bir suikast aşamasına kadar bazı
insanları getirecek düzeyde olduğu dikkate alınırsa, bu laubaliliğin, bu tutarsızlığın çok ağır bir faturası olacağı da kendiliğinden
ortaya çıkar.
Gümrük Birliği anlaşması da, birdenbire, Refah Partisi iktidara gelince, saygıdeğer bir anlaşma haline gelmiş, bir sorun
yaratmaktan hemen çıkıvermiştir.
Şimdi, geldiğimiz noktada, faize devam, borca devam; ekonomi politikasında değişecek bir şey yok; aynı anlayışın içine
girildi. Selem senediyle kalkınma ne oldu; İslam NATO’su, İslam dinarı, İslam birleşmiş milletleri ne oldu; bütün bunların hepsi,
takıyye anlayışının içindeki yerini alıverdiler.(CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bu kadar takıyye, kimsenin aklına da vicdanına da sığmaz. “Evliyalar çarpar” diyordunuz; bu durumda,
korkarım, önce, evliyalar sizi çarpacak. (CHP sıralarından alkışlar)
Cumhuriyet Halk Partisi bakımından değerlendirmeleri sizden bekliyorum; ama, ben, önem taşıyan bazı noktalara tekrar
dikkatinizi çekmek istiyorum.
Biz, seçimden sonra “merkez sağdaki iki parti birleşmelidir” dedik; bu inancımızı koruyoruz, öyle olması gerektiğine
inanıyoruz. Merkez soldaki partilerin de işbirliği yapması gerektiğine inandık, onun gereklerini de daima ön planda tuttuk.
Gene, “azınlık hükümeti yanlıştır” demiştik; yanlış olduğu ortaya çıkmıştır; o anlayışımızı aynen korumaya devam
ediyoruz.
Soruşturmalar konusunda, “önümüze gelecek her soruşturma önergesini destekleyeceğiz, bizim hakkımızda da olsa
destekleyeceğiz” dedik; gelenlerin tümünü aynı şekilde destekledik.
Çözümün dokunulmazlıkta olduğunu söyledik; onu, aynen söylemeye devam ediyoruz.
Şimdi, bu Hükümete niçin karşıyız; onu da kısaca size anlatmak istiyorum.
Demokratik rejim içinde, parlamentoda yer alan siyasal partiler, elbette kendi aralarında seçmene yaptıkları vaade ters
düşmemek koşuluyla, ilkelerine ters düşmemek koşuluyla işbirliği yaparlar, hükümet kurarlar; bunda şaşılacak hiçbir şey yoktur;
ama, biz, Refah Partisiyle bir koalisyon kurma konusundaki tereddütlerimizi, daha önce görüştüğümüz Refah Partisi Sayın Genel
Başkanına da ifade ettik, çeşitli vesilelerle de ifade ettik; bu vesileyle de, Türkiye Büyük Millet Meclisinin dikkatine sunmak
istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, biz, laik, demokratik cumhuriyeti çok önemli sayıyoruz. Laik, demokratik cumhuriyetin, Türkiye’de,
siyaset rejimimizin temel taşlarını oluşturduğuna inanıyoruz. Türkiye’nin, binbir güçlükle, çileyle, mihnetle oluşturduğu laik,
demokratik cumhuriyetin temellerini sarsabilecek, o konuda kendi kendisiyle çekişme yaratabilecek, Türkiye’yi kendi kendisiyle
uğraşır bir duruma çekebilecek her türlü gelişmenin karşısında yer almayı görev biliyoruz.
Bizim, laik, demokratik cumhuriyetle hiçbir çekişmemiz yoktur; tavsiye ederiz, kimsenin de olmasın.(CHP sıralarından
alkışlar) Bu konuda, açık ya da gizli, zamanını kollayan, fırsatını bekleyen türden bir hesaplaşma arayışları, mevzilenme
gayretleri, Türkiye’yi, ciddî sıkıntılarla karşı karşıya bırakır. Türkiye’nin kaçınması gereken şey, kendi kendisiyle uğraşmaktır.
Türkiye’nin, bu geldiği noktada, artık kendi kendisiyle uğraşmayı bir tarafa bırakıp, gözünü ileriye dikmesi lazımdır. O nedenle,
laik, demokratik cumhuriyete, sağdan soldan fırsat buldukça, bir sözcüsüyle, belediye başkanıyla ya da bir platformda fırsat yaratarak
bir gedik açma çabasının, biz, Türkiye’ye ciddî zarar vereceğine inanıyoruz.
Biz, laik, demokratik cumhuriyeti ciddiye alıyoruz. Atatürk’ü ciddiye alıyoruz; ona karşı ikiyüzlü bir davranış içinde değiliz.
Türkiye’nin bu noktaya gelişine Atatürk’ün gerçekten çok büyük hizmet yaptığını görüyoruz. Atatürk’ü sadece bir kumandan olarak
değil, Türkiye’deki rejimin temel anlayışını ortaya koymuş bir büyük devlet adamı olarak da kabul ediyoruz. (CHP ve ANAP
sıralarından alkışlar) Birinci nokta budur. Umut ediyorum, bu noktalar, bu Hükümet için de, nelere önem vermek gerekir, nelerin
üzerinde durmak gerekir, neler sorun ve sıkıntı yaratır, bu konuda teşhis koymasına yardımcı olur. Bu anlayış içinde de bu
düşüncelerimi ifade etmeye çalışıyorum.
İkinci olarak, üzerinde durduğumuz temel nokta şudur: Türkiye’nin yönü, çağa doğrudur; çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine
çıkmak, bizim temel hedefimizdir. Biz, ne kendi içimize ne Ortadoğu-Arap kültürünün bir parçası olmaya dönük bir ülke olarak -
geriye- değil; çağa, çağdaş bilime, teknolojiye, kültüre, sanata yönelik bir ülke olarak, Türkiye’nin işlemesi gerektiğini düşünüyoruz.
Türkiye’nin geleceği budur. Türkiye’de bir oryantasyon krizi, bir yöneliş krizi, bir doğrultu krizi yaratmanın, Türkiye’ye çok ağır
bedeller ödettireceğini görüyoruz. Bizim hedefimiz, çağın dünyasıdır; ne Suudi Arabistan’dır ne de İran İslam Cumhuriyeti’dir.
Bunu, herkesin, kafasının içine yerleştirmesi gerekir. (CHP sıralarından alkışlar) Bu noktada, ikircikli bir anlayışı koruyarak,
fırsat bulursak acaba öyle yapabilir miyiz diye düşünerek mevzilenme gayretlerine Cumhuriyet Halk Partisi yardımcı olamaz; o
nedenle, böyle bir işbirliğinin içinde yokuz.
Türkiye’de, eğitimi, orduyu ve siyaseti, dinsel ististimarın etkisi altına almaya dönük girişimlerin büyük tehlikeler yaratacağını
görüyoruz. O nedenle, bir Refah Partisi iktidarını, Türkiye’de, eğitimi, orduyu ve siyaseti, dinsel istismar etkisi altına almaya yönelik
girişimlerden uzak durmaya çağırıyoruz. Bu konuları yakından izleyeceğiz; olayın bir zamanlamaya, fırsat yaratmaya
bırakılmasını kesinlikle kabul etmeyeceğiz; bu konudaki gelişmeleri, yakından, dikkatle izleyeceğiz.
Bu aşamada, temel eğitimle ilgili olarak, Hükümet Programında verilen ödünden büyük üzüntü duyduğumu ve bu ödünü, Doğru
Yol Partisine oy veren laik, cumhuriyetçi, Atatürkçü seçmenlere büyük bir saygısızlık olarak gördüğümü ifade etmek istiyorum.
(CHP sıralarından alkışlar)
Temel eğitimin, artık 8 yıla veya daha üstüne çıkarılması bir zorunluluktur. Dünyada, hâlâ, temel eğitimini 5 yılda tutan dört
beş tane ülke kalmıştır. Türkiye de temel eğitimi, 8-9-10 yıla çıkarmalıdır. Burada amaç, temel eğitimdir; yani, çocuğumuzu, devlet
olarak, içinde bulunduğumuz bilgi çağının ürettiği zengin bilgilerle, 8 yıl, biz donatacağız; 8 yıl, çocuğa, devlet olarak eğitim
vereceğiz. Temel eğitim budur. Temel eğitim sonrasında, çocuk, meslek eğitimi alacaksa meslek eğitimine gidecek, akademik eğitim
alacaksa akademik eğitime gidecek. Hayır, biz, iki aşamalı yaparız, 5 yıl temel eğitim veririz, meslek eğitimine gidecek olanlara da
meslek eğitimiyle karışık temel eğitim veririz aldatmacasına karşı, bu Parlamentoyu ve Doğru Yol Partili arkadaşlarımı özellikle
uyarmak istiyorum. Bu, çok yanlış bir olaydır. Türkiye’nin elindeki temel şanslardan birisidir temel eğitimin çağdaş, laik bir
anlayışla ve 8 yıl olarak verilmesi. Bu noktada, Hükümet, daha şimdiden esnemeye başlamıştır.
Değerli arkadaşlarım, bu vesileyle, Refah Partili belediyelerde ortaya çıkan bir olumsuzluğa değinip, bunun Hükümete
taşınmaması noktasında uyarımı yapmak istiyorum. Refah Partili belediyelerde kendisini gösteren şöyle bir uygulama var: Hemen
belediyenin yanına bir vakıf kuruluyor; belediyede işi olan vatandaşlarımız, vakfa, işinin görülebilmesi için, belli bir ödemeyi
yapmak durumunda oluyorlar. Belediyeden ihale alacak olan işadamı da, belediyeye hizmet satacak olan kişi de, belediyeden bir
kararla yararlanacak olan vatandaş da belli bir miktarda ödemeyi vakfa yapıyor. O vakıf da, Refah Partisi siyasetini finanse ediyor.
Çarkın, belediyelerde böyle döndüğünü çok iyi biliyoruz.
ALİ OĞUZ (İstanbul) – Yalan, yalan...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Şimdi, Refah Partisi iktidara gelecek olursa, bu çarkın, hükümet düzeyinde işlemesinden kaygı
duyuyorum. Hükümette işi olan vatandaşların, işlerine karşılık, Refah Partisinin siyasetini finanse edecek olan vakıflara ödeme
yapma mecburiyeti içinde bırakılmasından, çok ciddî kaygı duyuyorum; bunu, şimdiden ifade etmeyi de görev biliyorum. Bu
konuları da, yakından, önümüzdeki günlerde izleyeceğiz, irdeleyeceğiz.
Refah Partili bir iktidarın, Türkiye’nin dış ilişkilerinde, ekonomi politikasında ve turizminde sorunlar yaratması ihtimaline de
dikkati çekmeyi görev biliyorum. Durum kesinlik kazanıncaya kadar beklemeye geçme eğiliminin, yatırımcılarda, yabancı ülkelerde
egemen olması kuvvetle muhtemeldir. Türkiye’nin böyle bir bekleme dönemine de imkânı yoktur. O nedenle, Refah Partili bir
iktidarın, bu ortamda, Türkiye’ye yarardan çok zarar getireceğini gördüğümüz içindir ki, böyle bir koalisyonun içinde yer almadık,
koalisyonun içinde yer alan partiye de bu düşüncelerimizi ifade etmeyi görev biliyoruz.
Değerli arkadaşlarım, çıkış yolu nedir: Çıkış yolu, bir defa, Türkiye’de, istikrarlı, Parlamentoda sağlam bir çoğunluğa dayalı,
ülke sorunlarını çözebilecek bir hükümetin kurulmasıdır. Azınlık hükümeti yeniden denenemez. Sağlam bir hükümete Türkiye’nin
ihtiyacı var. Böyle bir hükümet nasıl kurulabilir: Bu konuda, Anavatan Partisi ile Doğru Yol Partisi, şanslarını kullanmışlar ve
büyük ölçüde israf etmişlerdir; artık, yeniden Anavatan ve DYP’ye dayalı, onların girişimiyle, onların yönlendiriciliğinde bir
hükümetle Türkiye’nin sorunlarının çözülebileceğini düşünmek mümkün değildir. O nedenle, yeni bir denemeye ihtiyaç var; bu
denemeyi yapması gerekenler, bu Parlamentodaki sosyal demokratlardır.
HASAN EKİNCİ (Artvin) – Kaç kişi var?
DENİZ BAYKAL (Devamla) – 123 sosyal demokrat var. Bu 123 sosyal demokratın iki ayrı partiye dağılmış olması, sosyal
demokrat bir girişimi engellememelidir; çünkü, Türkiye’nin, sosyal demokrat bir bakış açısına ihtiyacı var.
Bugün, bir krizde bulunuyoruz. Bakınız, bu krize neden olan politikalar, merkez sağa özgü politikalardır. “Vergi alma, borç al;
giderek yüksek faizle borç al” politikası, maliye anlayışı -ki, tipik merkez sağ maliye anlayışıdır- Türkiye’yi bu çıkmaza
getirmiştir.
Türkiye’yi bu çıkmazdan kurtaracak olan, yeni bir politik yaklaşımdır. Dünyanın her yerinde olduğu gibi, o politik yaklaşım,
sosyal demokrat politik yaklaşımdır. “Sosyal demokratlar iktidara geldi, sizi de gördük” diyerek bu konuyu geçiştiremezsiniz. Siz,
iktidarda sosyal demokrat politikaları görmediniz; siz, sosyal demokrat siyaset adamlarını gördünüz. O, bizim kusurumuzdur; ortada
bir sorun varsa, o sorun bize aittir; ama, politikanın kusuru yoktur. (CHP sıralarından alkışlar) Dünyayı kalkındıran, geliştiren
politika, sosyal demokrat politikadır; İspanya’yı bugünkü noktaya getiren sosyal demokrat politikadır, İskandinav ülkelerini,
Avrupa’yı kalkındıran odur. Türkiye’yi de kalkındıracak olan odur; ama, ne yazık ki, sosyal demokrat politikalar değil, sosyal
demokrat politikacılar iktidara gelmiştir ve yaşanan krizlerin faturası, çok haksız bir biçimde sosyal demokrasiye çıkarılmıştır.
Sosyal demokrasinin, bu bakımdan hiçbir sorumluluğu olmadığından herkesin emin olmasını istiyorum.
Türkiye’nin, ciddî, tutarlı, çağdaş bir sosyal demokrat politikaya ihtiyacı var. Bunu uygulayacak olan da sosyal demokrat
partilerdir. 123 sosyal demokrat milletvekili, bir platform oluşturabilirsek, bir araya gelebilirsek ve hükümet konusunda sorumluluk
üstlenmeye hazır olduğumuzu ifade edebilirsek, buna, ANAP’ın ve DYP’nin destek verip vermemek kendi bilecekleri iştir; ama,
buna destek vermemenin sorumluluğu, öyle zannediyorum ki, çok açık bir biçimde ortadadır. Türkiye’nin deneyeceği, bu krizden
çıkmak için deneyeceği tek model budur.
Bu modeli deneme konusunda çok fazla zamanımızın kalmadığını da görüyorum; pazartesi günü güvenoylaması var.
Meclisimize egemen olan duygunun, düşüncenin, Türkiye’yi bir belirsiz siyasal tabloya sürüklememek olduğunu görüyorum.
Eğer, bu Hükümet güvenoyu alacaksa, politikalarına inanıldığı, siyaseti paylaşıldığı için değil, sürüklenildiği için,
çaresizlikten dolayı, bir çıkış yolu ortaya konulmadığı için güvenoyu alacaktır. Eğer, durum bu ise, bu Hükümetin güvenoyu
almasını önlemenin yolu, çıkış yolunu şimdiden ortaya koymaktır. Pazartesi günü, güvenoyu saatine kadar -biz, Cumhuriyet Halk
Partisi olarak, 49 milletvekiliyle- bu Parlamentodaki 123 sosyal demokrat milletvekiliyle bir araya gelip, hükümet konusunda tam bir
özveri anlayışı içinde, her türlü sorumluluğu üstlenmeye hazır olduğumuzu burada ifade ediyorum. (CHP sıralarından “Bravo”
sesleri, alkışlar)
Önümüzdeki saatler bu açıdan değerlendirilmelidir; eğer değerlendirilirse, ben, Anavatan Partisinin de, Doğru Yol Partisinin de
yepyeni bir noktaya geleceğini düşünüyorum, Türkiye için bir çıkış yolunu böylece bulabileceğimizden kuşku duymuyorum.
Değerli arkadaşlarım, bundan sonra, öyle anlaşılıyor ki, birtakım temel konular sık sık bu kürsüde tartışma konusu olacak. Bu
çerçevede bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Son zamanlarda, Sayın Tansu Çiller’in sık sık ifade ettiği bir söylem var, Sayın
Çiller “bu Hükümetin kuruluşuyla inananlar ve laikliği benimseyenler bir arada bir sentez oluşturabiliyorlar ve bu Hükümetin de
güzelliği budur” diyor.
Değerli arkadaşlarım, bunun, çok tehlikeli bir ifade biçimi olduğunu belirtmek istiyorum. Herhalde, Sayın Çiller düşünüyor ki,
laikler ile (yani Doğru Yol Partisi ile) inananların (yani Refah Partisinin) bir araya gelmesi bir sentez oluşturduğu için çok uygun
düşmüştür. Bu ifade tarzının çok vahim yanlışlara yol açabileceğini vurgulamak isterim.
BAŞKAN – Sayın Baykal, 2 dakikanız var efendim.
Buyurun.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Toparlıyorum efendim.
Laik anlayışı, laik devlet anlayışını benimseyenler ile inananlar arasında bir ayrım mı var? (CHP sıralarından alkışlar) Yani,
laik devlet anlayışını benimseyenler inanmıyorlar mı? İnananlar laik devlet anlayışını benimsemiyorlar mı? İnanmanın gereği,
laik devlet anlayışını reddetmek, laik devlet anlayışını benimsemenin gereği de inanmamak mı? Yani, böyle bir ayrışmayı, nasıl,
bu ortamda, Türkiye’nin bu tablosu içerisinde dile getirebiliriz, böyle bir ayrışmayı kabul edebiliriz? Böyle bir şey olabilir mi? Ne
mutlu ki, Türkiye’de, laik devlet anlayışını, toplumumuzun ezici bir çoğunluğu benimsiyor ve ne mutlu ki, Türkiye’de,
toplumumuzun yüzde 99’u Müslümandır. (CHP sıralarından alkışlar) Türkiye, Müslüman bir toplum ve laik devlet anlayışını
benimseyen bir toplum.
Değerli arkadaşlarım, bu noktada, herkesin dikkat etmesi gereken bir şey var: Laiklik ile inanmak, ters iki kavram değildir;
inanmanın karşıtı inanmamaktır, laikliğin karşıtı da teokrasidir. Laiklik, bir bireysel inanç anlayışı değildir, bir devlet sistemidir,
yönetim biçimidir. Laik devlet anlayışı olur, Müslüman insan olur, Budist insan olur, Hıristiyan insan olur, inanan inanmayan insan
olur. Laiklik, bir devlet yönetim biçimidir. O devlet yönetim biçimini kabul eden ülkeler var, etmeyenler var. İsrail kabul etmiyor
mesela, Suudi Arabistan kabul etmiyor, İran kabul etmiyor; kabul edenler de var, dünyanın önemli bir kısmı da kabul ediyor...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Baykal, size 2 dakika eksüre veriyorum.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bitiriyorum.
... o, teokrasi değildir.
Türkiye’de laiklik, inananlarla karşı karşıya değildir. Türkiye’de laik devlet anlayışı, teokratik devlet anlayışını Türkiye’ye
getirmek isteyenlerle karşı karşıyadır. O nedenle, kavramları çok iyi bilelim. Türkiye’de bu konular çok konuşulacak, çok
tartışılacak önümüzdeki dönemde.
Hepimiz Müslümanız ve hepimiz laik devlet anlayışını benimsiyoruz. Onun için, laik devlet anlayışını bir partinin,
Müslümanlığı bir başka partinin temsil ettiğini kabul ederek böyle bir koalisyonun bu açıdan yararlı olabileceğini ifade etmek kadar
tehlikeli bir şey olamaz. O nedenle, bu noktalarda bundan sonra daha dikkatli olunması gerektiğini de ifade etmek istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, tarihî bir toplantıya başladık. Bugünkü tartışmalar büyük önem taşıyor ve pazartesi günü alacağımız
karar büyük önem taşıyor. Türkiye, tarihsel doğrultusu konusunda çok önemli bir tercih ortaya koyacak. Bunun, şu kişinin bu
kişinin, şu kadronun bu kadronun, şu partinin bu partinin hesaplarıyla değerlendirilemeyecek nitelikte olduğunu bir kez daha ifade
etmek istiyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu tarihî sorumluluğun gereğini en iyi biçimde yerine getireceğinden hiç kuşku
duymuyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisini saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar, ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Baykal, teşekkür ediyorum.
III. – SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1. – Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın, CHPGenel Başkanı Deniz Baykal’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun efendim.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın konuşmacı konuşması sırasında, gerek Yüksek Başkanlığın gerek
Genel Kurul üyelerinin malumu olduğu gibi, benim birinci imza sahibi sıfatıyla vermiş olduğum önergelerden bahisle, ifade vermeye
gitmediğimi beyan etti. 69 uncu maddeye göre, bu konuda çok kısa bir açıklama yapmak istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)
M. ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) – Sayın Başkan, İçtüzükte böyle bir şey var mı?
BAŞKAN – Var efendim; açıklama yapar... (CHP sıralarından gürültüler)
Sayın Kazan, çok kısa bir açıklama, lütfen...
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Kısa bir açıklama Sayın Başkan... (CHP sıralarından sıra kapaklarına
vurmalar, gürültüler)
BAŞKAN – Buyurun efendim.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin Sayın
Genel Başkanı, biraz önce... (CHP sıralarından gürültüler)
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan...
M. ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) – Sayın Başkan, neden söz verdiniz?
BAŞKAN – Efendim, müsaade buyurun... Kürsüde sayın hatip var.
Buyurun efendim.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – .... bu kürsüde yapmış olduğu konuşmada, TEDAŞ...
M. ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) – Başbakan cevap vermekten âciz mi Sayın Başkan?
BAŞKAN – Sayın Kazan, siz buyurun efendim.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Komisyon üyesi olarak beni kastetti sayın milletvekilim.
M. ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) – Başbakan cevap vermekten âciz mi?
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Başbakan cevap vermez; ben cevap veririm! Bu, benim şahsımı
ilgilendiren bir konu. (CHP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar)
BAŞKAN – Sayın Kazan, siz açıklamanızı yapın efendim.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Sayın konuşmacı, biraz önce yapmış olduğu Hükümet Programı
üzerindeki konuşması sırasında, Refah Partisinden, gerek TEDAŞ hakkında gerek TOFAŞ hakkında, soruşturma önergelerini veren
önerge sahibinin, komisyona, ifade vermeye gitmediğini belirttiler.
MAHMUT IŞIK (Sıvas)– Önerge sahibi değilsin.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Önerge sahibi benim. Zabıtları alın inceleyin. (CHP sıralarından
gürültüler)
Şimdi, lütfen, ortalığı gürültüye boğmayın, lütfen dinleyin...
BAŞKAN – Efendim, siz lütfen açıklamanızı yapın.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, söz vermeniz doğru değil.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – TEDAŞ Komisyonu Başkanı -Demokratik Sol Partiden- Sayın Metin
Bostancıoğlu, bendenizi, 21 Haziran günü saat 10.00’da komisyona ifade vermeye davet etti; aynı gün gittim, komisyona ifade
verdim...
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, yaptığınız doğru değil.
DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) – Sen müteahhit misin?
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – İki: TOFAŞ Komisyonu Başkanı -Anavatan Partisinden- Sayın Hayrettin
Uzun, bugün, 6 Temmuz günü saat 13.00’te beni ifade vermeye davet etti ve ben, bugün, bu komisyona gittim, bu komisyonda da
ifade verdim.
Demek oluyor ki, Sayın Genel Başkanın söylediği sözler gerçek değil. (RP sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler)
Bu komisyonlarda, komisyon üyeleri -ki, içinde DSP’li arkadaşlarım da var, CHP’li arkadaşlarım da var, ANAP’lı arkadaşlarım da
var- bendenize hangi soruyu sordularsa, bu soruların hepsinin cevabını verdim.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Sayın Matkap, oturur musunuz... Kürsüde hatip var efendim.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, ama, yanlış konuşuyor.
BAŞKAN – Sayın Matkap...
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, buna hakkınız yok.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Bu cevaplandırmanın akabinde, ne Doğru Yol Partili bir arkadaşım “böyle
konuştun” diye beni eleştirdi ne de Demokratik Sol Partili veya Cumhuriyet Halk Partili veya ANAP’lı milletvekili üye arkadaşlarım
“niye eksik konuştun” diye beni eleştirdi. O nedenle, neyi doğru biliyorsam, onu söyledim.
Kaldı ki, dikkat edilirse, Refah Partili milletvekilleri tarafından verilen bu soruşturma önergesi nedeniyle kurulan komisyonun
başkanlık divanında bizler yer almadık, başkanlık divanı tamamen sizlerden oluştu. Burada konuşmaya gerek yok; müsaade edin,
komisyonlar çalışsın -sizin de üyeleriniz var- netice neyse, ortaya koysun.
Siz, bu Hükümetin kuruluşunun temelinde, lütfen gerçeği görün. Bu gerçek, hizmet aşkıdır, hizmet şevkidir ve heyecanıdır.
Saygılar sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar; CHP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar, gürültüler)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kazan.
2. – CHPGenel Başkanı Deniz Baykal’ın, Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan...
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Sayın Matkap, siz yerinize oturur musunuz efendim.
Buyurun Sayın Baykal, sizin beyanınızı alayım.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Efendim, Sayın Şevket Kazan, benim konuşmamda kesinlikle ifade etmediğim bir şeye cevap
vermiştir. Bu, söz verme takdirinizin de, çok geniş bir ölçüyle işletildiğinin bir ifadesidir. Yanlış olarak bana izafe ettiği görüşü
cevaplama hakkım doğmuştur. (CHP ve ANAP sıralarından “Doğru, doğru” sesleri, alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Baykal, Sayın Kazan kendisine atfolunan bir hususun doğru olmadığını beyan etmek üzere çıktı; size
yönelik, sizi taciz edici, sizi rencide edici bir beyanı olmadı. (CHP sıralarından gürültüler)
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Hayır efendim...
BAŞKAN – Olmadı efendim; sizi rencide edici bir beyanı olmadı.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Efendim, bir dakika...
Benim bir sözüme cevap verdiğini söyledi. Benim, öyle bir sözüm yok. Siz, kullanmadığım bir söze cevap verme imkânını
tanıdınız Sayın Kazan’a. Sayın Kazan’a, ben “niye, geldi de ifade vermedi” demedim. Zabıtları inceleme ihtiyacını hissetmediniz;
tek taraflı olarak...
BAŞKAN – Zabıtları inceleyeyim... (CHP sıralarından “Niye söz verdiniz” sesleri) Zapta bakayım efendim... (CHP
sıralarından gürültüler)
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Sayın Baykal, zapta bakayım efendim.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan, haksızlık yapıyorsunuz; çok önemli bir haksızlık yapmak üzeresiniz. Sayın
Şevket Kazan’a, hakkı olmadığı halde, ona yönelik bir söz söylemediğim halde, söyleyip söylemediğimi araştırmadan söz verdiniz.
Sayın Kazan, bana, söylemediğim bir sözü izafe ederek konuştu.
BAŞKAN – Efendim, bunun neresi zatı âlinizi rencide etti -İçtüzüğün 69 uncu madesine göre- bana söyler misiniz. (CHP
sıralarından gürültüler)
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Benim söylemediğim bir sözü bana izafe ederek cevaplandırması beni rahatsız eder.
BAŞKAN – Sayın Baykal, buyurun; çok kısa rica ediyorum... (CHP sıralarından alkışlar)
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan, Hükümet Programının görüşmesi gibi önemli bir müzakereyi yaparken, grup
adına konuşan bir sözcünün kesinlikle telaffuz etmediği, ifade etmediği bir sözü cevaplamak üzere, böyle bir ifadenin bulunup
bulunmadığını da araştırma gereğini duymadan, zabıtları getirtmeden, birdenbire, buraya, söz hakkı isteyen kişiyi çağırarak, varit
olmayan bir isnadı cevaplama olanağını tanımış olmanızı, fevkalade ilgi çekici, içerisine girmekte olduğumuz yeni dönemin
anlaşılmasına yardımcı olacak bir tutum olarak tescil ediyorum. (CHP ve ANAP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, ben, burada, ne ismen ne de dolaylı olarak, Sayın Şevket Kazan’ın komisyona ifade vermeye çağrıldığı
halde gelmediğini söylemedim; hiç böyle bir iddiam yoktur.
ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Zabıtlara bakılır.
DENİZ BAYKAL (Antalya) – Evet... Zabıtlar incelenir, bakılır. Yok böyle bir iddia.
İddia şudur: Ben, bu önergenin verilmesinde büyük önem taşıdığı iddia edilen bir müteahhit tanığın, bu komisyona ifade
vermekten vazgeçmiş olmasını anlamlı bulduğumu ifade ettim. (CHP sıralarından “Doğru” sesleri) Sayın müteahhit ile Sayın
Şevket Kazan arasındaki ilişkiler, benim sayın müteahhite yönelttiğim değerlendirmeyi Sayın Şevket Kazan’ın üstlenmesine neden
olacak kadar yakın ise, bilemem... (CHP ve ANAP sıralarından alkışlar) Ama, böyle bir ayniyet, böyle bir yakınlık yoksa, söz
ortadadır; sözün muhatabı, o, çağrıldığı halde komisyonda ifade vermeyi uygun görmeyen tanığa yöneliktir. O tanık ile sizin
aranızdaki ilişkiye ilişkin ben bir şey söylememiştim; sizin girişiminiz, o ilişkinin ne ölçüde olduğunu zaten ortaya koymuştur.
Teşekkür ederim, saygılar sunarım. (CHP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Baykal, teşekkür ediyorum.
II. – HÜKÜMET PROGRAMI (Devam)
1. – Başbakan Necmettin Erbakan tarafından kurulan Bakanlar Kurulu programının görüşülmesi (Devam)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Refah Partisi Grubu adına...
Grup adına kim konuşacak efendim?
OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) – Sayın Başkan, iki arkadaşımız...
BAŞKAN – Ama, isimleri gelmedi efendim; kim?..
OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) – Sayın Başkan, Sayın Şeref Malkoç Bey ile Sayın Bülent Arınç konuşacaklar.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, benim de bir önergem vardı; Sayın Baykal yaptığı konuşmada...
BAŞKAN – Sayın Genç, önergenizi aldım efendim. Önergenizde, Sayın Baykal’ın zatı âlinize sataştığından ve rencide
olduğunuzdan bilbahis, İçtüzüğün 69 uncu maddesine göre söz talebinde bulunuyorsunuz. Ben, Sayın Baykal’ın konuşmalarını
takip ederken öyle bir hususu tespit edemediğim için -yanılmış olabilirim- zabıtları istettirdim; gelsin, inceleyeceğim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Peki efendim.
BAŞKAN – Refah Partisi Grubu adına, Sayın Malkoç; buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)
Sayın Malkoç, Grubunuzun süresi 1 saattir; yarı yarıya mı konuşacaksınız?
ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) – Evet.
BAŞKAN – Ben, 60 dakikalık süre veriyorum, 30 uncu dakikada süreyi durduracağım, sizin konuşma hakkınız bitmiş olacak,
Sayın Arınç başlayacak.
RP GRUBU ADINA ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi
arasında kurulan Türkiye Cumhuriyetinin 54 üncü Hükümetinin Programı, 3 Temmuz 1996 tarihinde Meclisimizde okundu. Bu
Program üzerinde Refah Partisi Grubunun görüşlerini Yüce Meclise arz etmek üzere huzurunuzda bulunmaktayım. Bu vesileyle,
Yüce Meclisimizi ve yeni Hükümetin değerli üyelerini saygı ve hürmetlerimle selamlıyorum; televizyonları başında bizleri izleyen
aziz milletime de saygılarımı sunuyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yeni Hükümetimizin başarılı olmasını, memlekete ve millete hayırlı hizmetlere vesile
olmasını Cenabı Hak’tan niyaz ediyorum.
Bu Mecliste, bugüne kadar birçok hükümet programı okundu ve görüşüldü; ancak, biz inanıyoruz ki, yeni Hükümetimizin
Programı, sıradan bir hükümet programı değildir; tam tersine, milletimizin meselelerine isabetli teşhisler koyan ve sağlıklı çözüm
yolları gösteren, bu niteliğiyle iz bırakacak ve tarihe geçecek bir hükümet programıdır. (RP sıralarından alkışlar)
Bu Hükümet, her şeyden önce, yıllarca birbiri üstüne dağlar gibi yığılan ülke ve memleket meselelerini çözmek için
kurulmuştur.
Bu Hükümetin en önemli özelliği, halkın tarihi ve inancıyla mücadele eden değil, onu en iyi şekilde temsil eden bir hükümet
olmasıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu Hükümet, 24 Aralık seçimlerinden sonra ortaya çıkan ve altı aydan beri devam eden
kargaşa ve çözümsüzlüğe son vererek, 65 milyon ülke insanımıza ümit, sevinç, heyecan getiren bir hükümettir.
Bu Hükümet, normal demokratik yollardan kurulduğu için, demokrasimizin bir zaferidir.
Bu Hükümet, içeride ve dışarıda, birçok dedikodu ve önyargı engelini aşıp, halkın arzu ve iradesine dayalı olarak kurulmuş
bir hükümettir. Böylece, bu Hükümet, Türkiye Büyük Millet Meclisinin göğsünde yazılı, Anayasanın temel ilkesi olan “Egemenlik
kayıtsız şartsız milletindir” prensibini gerçekleştirecek bir hükümettir.
Bu Hükümet, demokrasinin vazgeçilmez kurallarından biri olan uzlaşmanın en güzel örneğidir. Biz inanıyoruz ki, bu uzlaşma,
sadece 65 milyon insanımızın devletle, milletle kaynaşmasını sağlamakla kalmayacak; aynı zamanda, yeryüzündeki her türlü
ihtilafı ortadan kaldırmada, huzur ve barışın sağlanmasında katkı sağlayacaktır.
Bu Hükümet, Türkiye’nin sorunlarını bilen ve çözüm yollarını da bilen bir hükümettir. Kadroları da, Türkiye’nin sorunlarını
ve çözüm yollarını bilmektedir. Bu Hükümette, Türkiye’nin sorunlarını başarıyla çözecek azim, heyecan, gayret ve irade mevcuttur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 24 Aralık seçimlerinden sonra altı aylık hükümet krizi yaşandı. Halkımız, zaman zaman
ümitsizliğe sürüklendi, ülkenin meselelerini çözecek bir hükümete kavuşmayı büyük bir umutla, heyecanla bekledi ve işte,
halkımızın meselelerini çözecek olan hükümet, budur. Bu Hükümetin kurulmasından dolayı, bizler, büyük mutluluk ve heyecan
duymaktayız. Aynı zamanda, milletimiz de, Hükümetin atacağı başarılı adımları ümitle, heyecanla ve merakla beklemektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hal böyleyken, burada benden önce konuşan Cumhuriyet Halk Partisinin Sayın Genel
Başkanı Deniz Baykal’ın konuşmasını hayretle dinledim. Hemen belirteyim ki, Hükümet Programı hakkındaki fikirlerini
açıklamasından dolayı kendisine teşekkür ediyorum; ancak, biz arzu ederdik ki, Cumhuriyet Halk Partisinin Sayın Genel Başkanı,
bu Hükümet Programı üzerinde konuşurken, kendi hizmet anlayışlarını ortaya koysun, meselelerin nasıl çözüleceği hakkında
çözümleri takdim etsin; eğer teşhislerde mutabakata varmışsak, teşhislerde birliktelik sağlamışsak; bizim çözüm önerilerimizi uygun
veya yeterli görmüyorsa, neleri nasıl çözeceğini, Hükümet Protokolünün hangi konularda yetersiz kaldığını ifade etsin -biz bunları
arzu ederdik- yapıcı bir eleştiri yapsın. Ancak yapıcı bir eleştiriyle bu memlekete ve millete iyilik yapılabilir. Bu olgunlukla,
yapıcı eleştirilerle meselelere yaklaşsın. Millet ancak bundan fayda görür. Aksi takdirde, sadece muhalefet için muhalefet yapmak,
sadece bu kürsüden konuşmak, ne bir partiye fayda getirir ne de milletimize fayda getirir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; altı aylık kaostan memleketimizi kurtaran, milletimize ümit ve rahatlık getiren bu
Hükümetin kurulmasından dolayı, Sayın Baykal’ın da herkes gibi sevinmesini arzu ederdik; çünkü, belirsiz bir ortamdan, kaosa
giden bir ortamdan, inşallah, Türkiye’yi bu Hükümet kurtaracaktır. (RP sıralarından alkışlar) Halbuki, Sayın Baykal, partilerin
birbirleri hakkında geçmişte söylediklerini burada takdim etti. Bunun, Cumhuriyet Halk Partisine de bir faydası yoktur, milletimize
de bir faydası yoktur. Keşke, milletin hangi derdine, nasıl çözüm getireceğini burada açıklasaydı.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; artık, kısır çekişmeyi, siyasî kavgaları bir tarafa bırakalım; onbir milyon işsizimize nasıl
iş bulacağımızı bu kürsüden konuşalım; çiftçimizi nasıl zenginleştireceğimizi, memurumuza nasıl daha güzel maaş vereceğimizi
konuşalım.
Siyasî partiler, farklı düşünce ve kanaatleriyle kamuoyunu etkilemek için kurulurlar; Siyasî Partiler Kanununun 1 inci
maddesinde, siyasî partilere bu görev yüklenmiştir. Seçim zamanı, siyasî partiler bu görüşlerini ortaya koyabilirler; hatta, seçimden
sonra da bunlardan bahsedebilirler. Ancak, milletin dertleri çözüm beklerken, siyasî partilerin sözcülerinin bu kürsüden birbirlerine
sataşmaya hakları yoktur; çünkü, siyasî partilerin asıl görevi, bu millete ve memlekete hizmet etmektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Doğru Yol Partisine, bu kısır çekişmeleri bir yana bırakarak, Koalisyonun kurulması için
gösterdiği anlayış ve olgunluktan dolayı teşekkür ediyor, liderini, yöneticilerini ve Gruptaki bütün üyelerini kutluyorum.
Hizmet vakti geldiğinde, partiler, aralarındaki çekişmeyi ve tartışmayı bir kenara bırakmalı ve halka hizmet yolunu
aramalıdırlar. Aksi takdirde, Türkiye’deki sıkıntılar artar, hükümetleri de kurmak imkânsız hale gelir.
Sayın Baykal bugün Hükümet Programı üzerinde konuşmak yerine başka konular üzerinde durmuştur; Hükümet Programı ile
Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetleme görevlerini birbirine karıştırmıştır. Buradan, bize, bu Hükümetin, yolsuzluklarla ilgili
soru önergeleriyle ilgisi var mıdır diye sordu; ben kendisine cevap veriyorum: Hayır; hiçbir ilgisi yoktur. (RP sıralarından alkışlar)
Zira, Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetleme görevi, Anayasanın amir hükümlerinin teminatı altındadır ve bu konuda, hiç
kimsenin endişe etmesine mahal yoktur. Şüphelendiğiniz bir şey varsa, Meclise getirirsiniz, hep beraber araştırırız, tartışırız ve bir
karara varırız.
Dünyanın her medenî ülkesinde hukuk teminatı vardır. Hukukun temel kuralı da, beraeti zimmet asıldır; yani, insanların
suçsuzluğu ve masumiyeti asıldır; bir kimsenin suçu sabit olmadan, onu suçlamak yanlıştır, doğru değildir.
Soruşturma komisyonlarındaki dosyaların kapatılacağı iddia edilmektedir. Kim iddia ediyor bunu; birkısım medya ve birkısım
insanlar; bu doğru değildir. Meclis, bu konuda, gerekli görevini yapacaktır. Bu, tamamen asılsız ve gerçekdışı bir iddiadır.
Hükümet Programında, bu denetim faaliyetlerinin nasıl yapılacağı çok açık ifadelerle yer almıştır. Türkiye Büyük Millet
Meclisinin denetim faaliyetleri, kişilerin şeref ve haysiyetlerini rencide etmeden, Anayasa ve hukuk kurallarına uygun olarak
yapılacaktır. Yoksa, gelişigüzel, medyanın öncülüğünde yapılacak değildir; çünkü, Türkiye bir hukuk devletidir; neyin nasıl
yapılacağı Anayasada ve diğer kanunlarda açıkça yazılmıştır.
Bütün bunlar, Refah Partimiz tarafından, defalarca açıklandı, defalarca dile getirildi. Bile bile aynı iddiaların tekrar edilmesi,
birkısım çevrelerin ve onların etkisindeki medyanın, bu Hükümetin kurulmasını engellemelerinden kaynaklanmaktadır. Onların
arzusu, bu Hükümet kurulmasın; Hükümet kurulmasın, halkın meseleleri çözülmesin, sömürü düzenleri devam etsin, halk ıstırap
çekmeye devam etsin; rantiyecilerin istediği budur. Ancak, bu Meclis, bu Yüce Meclis, rantiyecilerin sesine kulak vermeyecektir. (RP
sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; benden sonra konuşacak diğer muhalefet partisi sözcülerinden bir ricam var: Bu kürsüye
çıkıp “o, bunu dedi; bu, onu dedi” diyerek birtakım sözlerle bu kürsüyü meşgul etmektense, siyasî dedikoduları, kısır çekişmeleri
buraya taşımaktansa, sizlere dağıtılan Hükümet Programının eksik tarafı var mıdır; onu ifade etmelerini istiyorum. Önerdiği
çözümler yeterli midir, değil midir; hangi tedbirleri daha uygun görüyorlar, Hükümete neyi tavsiye ediyorlar; buradan, lütfen, bunları
söylesinler; Hükümet de faydalansın, biz de faydalanalım, bütün Türkiye faydalansın. (RP sıralarından alkışlar) Biz, siyasî
partilerin çözümler üzerinde tartışmasını ve memleketin kalkınması konusundaki hedeflerini bu kürsüden kamuoyuna sunmalarını
arzu ediyor ve bekliyoruz.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi, Türkiye için hizmette yarışa, iyilik için hizmette yarışa davet ediyoruz. Böyle
olduğu takdirde, Meclisimiz, gerçek kimliğine kavuşur, halkımız Meclisine hem güvenir hem de saygısını artırır. Biz Refah Partisi
olarak, bundan önce altı ay muhalefetteydik; muhalefet süresince, Hükümete yapıcı ve yol gösterici uyarılarda bulunduk; çoğulcu
demokrasiyi gerçekleştirmeye çalıştık; yapılan yanlışlıkları kavgayla, gürültüyle, sataşarak, tartışarak değil, hukukun üstünlüğü ve
hukuka saygı ilkeleri çerçevesinde düzeltmeye çalıştık. Anayasa Mahkemesi, Refah Partisinin, Türkiye Büyük Millet Meclisini
hukukî çizgide tutma mücadelesini kararlarıyla tescil etmiştir. Refah Partisi yapıcı muhalefetin nasıl olacağını herkese göstermiştir;
bunun en açık örneği, bütçenin tümü üzerinde yapılan müzakerelerde, Grubumuz adına yapılan konuşmadır. Biz, sırf tenkit olsun
diye konuşmadık, bütçenin meselelerini, Türkiye’nin meselelerini ortaya koyduk; getirilen bütçenin eksikliklerini gösterdik, teker
teker anlattık, teknik konuların değerlendirmesini yaptık; çözüm yollarını, alternatifleriyle, rakam rakam, kalem kalem Yüce Meclise
arz ettik. Bütçe açığının nasıl kapatılacağını, gelir dağılımındaki adaletsizliğin nasıl düzeltileceğini bu kürsülerden izah ettik.
İşte, sorumlu muhalefet budur; muhalefetten de biz bunu bekliyoruz. (RP sıralarından alkışlar)
Hiçbir konuşmamızda, hiç kimsenin şeref ve haysiyetine dokunmadık, şeref ve haysiyetini incitmedik; seviyeli, ciddî, vakur bir
muhalefet örneği sergiledik. Meclisimizde, değerli muhalefet partilerinin temsilcilerinin de aynı olgunluğu ve aynı davranış biçimini
göstereceğini bekliyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu altı aylık kısa muhalefet döneminde, diğer yasama çalışmalarının yanı sıra, asgarî
ücretin vergi dışında bırakılmasına ilişkin kanun teklifimizle, işçilerimizi geçim sıkıntısından kurtarmak istedik. Eşel mobil
sistemine geçerek, enflasyon altında ezilen memurumuzu korumak istedik. Peşin vergi ve hayat standardı düzenlemesini kaldırmak
için, kanun teklifi vererek, esnaf ve sanatkârımızı haksız, tek taraflı muamelelerden kurtarmak istedik.
Ziraat Bankasına olan faiz borçlarını kaldıran kanun teklifimizle, çiftçilerimizin rahat nefes almasını sağlamaya çalıştık.
Köylerin kalkınması için, güzelleşmesi için köylere genel bütçeden pay ayrılmasına ilişkin kanun teklifini verdik. Bununla
köylerimizin durumunun düzeltileceğine inanıyoruz.
Bütün bu ve buna benzer teşebbüslerimiz, Refah Partimizin sorumlu muhalefet anlayışının en güzel örneğidir. Dileriz ki,
bundan sonra muhalefet yapacak olanlar da bu güzel örneklerden kendilerine pay çıkarsınlar.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şu anda, biz, İktidar ortağıyız; nasıl muhalefette yapıcı olduysak, bu Hükümeti kurarken
de, aynı şekilde, yapıcı ve uzlaşmacı olduk; çünkü, Türkiye’nin bugünkü durumu bunu gerektiriyordu. Biz, tüm partilere çağrıda
bulunarak, gelin bir çözüm bulalım dedik. Sol görüşlü partiler muhalefette kalmayı arzu ettiler; saygıyla karşılıyoruz; çünkü, bu
memlekete hizmette, iktidarda olmak kadar muhalefette olmak da şerefli bir görevdir. Hatta, sol partilerin muhalefette kalmayı tercih
etmesi, bizi, ayrıca sevindirdi; çünkü, fakir fukara ve dar gelirliler için sosyaldemokratların veya demokratik solcuların yapacağı
çalışmalarla, bu kesime hizmette yarış ederiz diye düşündük. Ancak, gördük ki, bizden önce konuşan Cumhuriyet Halk Partisinin
Sayın Genel Başkanı, hizmette yarış yerine, fakir fukaranın dertlerine çözüm yerine, Türkiye’nin ihracatının nasıl artırılacağını
izah yerine, Türkiye’de kaynak oluşumunun nasıl sağlanacağını izah yerine, geçmişte söylenenleri, tekrar, bu kürsüye getirmeyi
tercih etti. Sol partiler geçen dönem rantçıların yanında oldular. Miting alanlarında, emekçilerden, fakir fukaradan yana olduklarını
söyleyenler, bu Meclise gelince, rantçıların yanında olmayı tercih ettiler.
Bu Hükümet Programına bakıldığında, bu Hükümet Programı dikkatlice okunduğunda; bu Hükümet Programı fakir fukaradan
yanadır, bu Hükümet Programı dar gelirliden yanadır, bu Hükümet Programı köylüden yanadır, bu Hükümet Programı işsizden
yanadır, bu Hükümet Programı ortadireği korumaktan yanadır, bu Hükümet Programı üretimi artırıp, Türkiye’yi büyütmek ve
geliştirmekten yanadır. (RP sıralarından alkışlar)
Şimdi, muhalefetteki partilere seslenmek istiyorum: Hadi bakalım, siz de bu insanlardan yanaysanız, kürsüye geldiğinizde, bu
insanların dertlerini nasıl çözeceğinizi izah edin; biz de faydalanalım millet de faydalansın. Bu Hükümet Programında yapılan
tekliflere ilave teklifleriniz varsa, onları dinlemek, bizi ayrıca memnun edecektir.
Koalisyon konusundaki davetimize sol partilerce olumlu cevap verilmeyince, Yüce Mecliste bulunan diğer partilere teker teker
davet çıkardık. 46 ruhunu temsil etmek için 4 partiye ayrı ayrı teklifte bulunduk. Doğru Yol Partisi, bu teklifimize olumlu cevap
verdi. İnşallah Büyük Birlik Partisi de bu koalisyona katılacaktır. Anavatan Partisinin sayın yöneticileri olumlu cevap vermediler;
ama, önemli değil, kendilerini yine davet ediyoruz, vakit geçmiş değildir.
İşte, şu anda Programını müzakere ettiğimiz bu Hükümet, bu fedakârlığın ve olgunluğun sonucu kurulmuştur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu Hükümetin kurulmasını engellemek veya en azından zorlaştırmak için, birkısım
medya ve bazı iş çevreleri, çeşitli isnat ve iftiralarda bulundular, basına sansür koyacağımızı iddia ettiler. Halbuki, Hükümet
Programında, basının meselelerinin nasıl çözüme kavuşturulacağı ve bunların basın kuruluşlarıyla birlikte yapılacak görüşmelerin
sonucunda nasıl çözüleceği çok açık olarak ifade edilmiştir. Hükümet Programında, vatandaşlarımızın haber alma, bilgi edinme
hürriyetlerini en geniş şekilde kullanmalarını sağlayacak yasal düzenlemelerin yapılacağı ifade edilmiştir. Ayrıca, bu programda,
Hükümetimizin, haberleşme hak ve hürriyetini çağdaş dünyanın gelişmelerine uygun boyutlara ulaştırmak için, altyapıyı ve teknik
hizmetleri hazırlayacağı ifade edilmektedir. Hepsinden önemlisi, Anadolu basınını destekleyeceği bu programda yer almıştır. Bu
mudur basına sansür koyma? Basının teknik imkânlarını artırmak mıdır basına sansür koyma?
Bu düzenlemeler yapılırken, herkesin kişilik haklarının, bütün medenî ülkelerde olduğu gibi korunacağı açıkça ifade edilince,
bazı kimseler, bunu, basına sansür koyma olarak değerlendirdiler. Kişiliklere, şeref ve haysiyetlere tecavüz etmeyi, basında,
yargısız infazı itiyat haline getirenler, bunu, sansür olarak nitelendirdiler. Normaldir; onlar, kanunsuzluk ve hukuksuzluk istiyor.
Ancak, şunu iyi bilsinler, anlasınlar ki, bu millet, onların sözlerine aldanmayacaktır. Basının gerçek görevlerinden haberdar olan ve
mesleğe ömrünü vermiş gerçek medya mensuplarının, en az bizim kadar, medyanın bu tutumundan rahatsız olduklarını
bilmekteyiz. Bu birkısım medyanın bir eli devletin kasasında, diğer eli devletin direksiyonundadır. Ancak, bu Meclis, yeni türeyen
bu medya sektörünü hukukun çizgisine inşallah çekecektir. Bu sektör, her gün kendi menfaatları doğrultusunda bir hükümet kurup,
bir hükümet yıkmayı meslek edinmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bunların arasında, yeni Hükümetimizin başarılı olmasını tehlikeli olarak algılayanlar
vardır. Bakın, bir gazete kupürü ve burada -bu, bazı işadamları tarafından söylenmiş ve basın tarafından da dile getirilmiştir-
“Refah’ın kadrolaşmasından çok, başarısından korkuyoruz” denilmektedir. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Yani,
bunların niyetine göre, millet ıstırap çekecek, geçim sıkıntısıyla inim inim inleyecek; bunlar sevinecektir; şayet, Hükümet başarılı
olursa, milletin dertlerine çare bulursa, bunlar, üzülecektir. Bu, ne biçim devlet anlayışı; bu, ne biçim basın ahlakı; bu, nasıl
vatanseverlik?.. Bu Hükümetin başarısından, bırakın Türkiye’nin düşmanları üzülsün, Türkiye’yi sevmeyenler üzülsün. (RP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Refah Partisi, yasama, yürütme ve yargıdan sonra, basının rolünü samimiyetle bilmektedir. Sağlıklı bir şekilde işleyen
demokrasinin en güzel müesseselerinden biri de basındır. Türkiye’de, azınlıkta da olsa, bu nitelikte, basın ahlak kurallarına riayet
etmeyen basın mensupları vardır; ancak, biz inanıyoruz ki, yine medya, kendi içerisinde oluşturacağı denetim sistemiyle, hukukun
dışına çıkan diğer medyayı ve basın mensuplarını, hem basın ahlak yasaları ilkesi dairesine çekecek hem de hukukun üstünlüğü
ilkesine çekecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimi bağlıyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, bugün, burada, sadece 54 üncü Cumhuriyet Hükümetinin Programını değil, sosyal, siyasî ve
kültürel tarihimizde yeni bir dönemin başlangıcını konuşmaktadır. İnşallah, Türkiye, bu Hükümetle birlikte, 21 inci Yüzyıla
damgasını vuracak, yeni dünyanın öncüsü olacaktır. (RP sıralarından alkışlar)
Yaşadığımız son 10 yılda, dünyanın, âdeta yeniden şekillendiği; bu şekillenişle, dünya uluslarının, kendi tarihî ve millî
varlıklarına dayanmak suretiyle, başdöndürücü bir rekabet içerisinde olduğu görülmüştür. İnşallah, bu Hükümetle, milletimiz,
tarihi, kültürel coğrafyası ve inançlarıyla, milletlerarası mücadelede en güzel yerini alacaktır.
Değerli milletvekilleri, bugün millet adına oturduğumuz bu sıralardan, birçok değerli politikacılar, siyasetçiler geldi geçti; şu
anda üzerinde tartıştığımız ülke meseleleri de, bu kürsüde defalarca konuşuldu ve tartışıldı.
BAŞKAN – Sayın Malkoç, sözünüzü kesmek istemiyorum; ama, 30 dakikayı geçtiniz efendim.
ŞEREF MALKOÇ (Devamla) – Peki efendim, toparlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Meclisimizin değerlendirmesini yapmakta olduğu bu Hükümet Programı, temel insan
haklarına saygılı, herkesi eşit haklara taşıyacak, birbirini kardeş sayan, sömürüyü kaldıran, üretimi artıran, refahı tabana yayan,
ciddî çözümler getiren, devlet ve millet kaynaşmasını sağlayacak, şahsiyetli dış politikayı uygulayacak esaslara sahiptir;
Hükümetimizin, bu Programı titizlikle uygulayacağından şüphemiz yoktur.
Yüce Meclise Grubumuz adına saygılarımızı sunarken, Hükümete güvenoyu vereceğimizi arz eder, televizyonları başında
bizleri izleyen aziz milletimi muhabbetle selamlarım.
Saygılarımla. (RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Malkoç, teşekkür ediyorum.
Refah Partisi Grubu adına, ikinci konuşmacı olarak Sayın Arınç; buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)
RP GRUBU ADINA BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Refah Partisi Grubu adına ve şahsım
adına, hepinizi hürmetle selamlıyorum.
Hükümet Programını müzakere ediyoruz; bu sebeple, öncelikle, Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi ortaklığında kurulan 54
üncü Cumhuriyet Hükümetinin hayırlı olmasını diliyorum.
Yine sözlerimin başında, Sayın Başbakan ve Başbakan Yardımcımızı ve Hükümette görev alan değerli üyeleri, görevlerinden
dolayı, tebrik ediyor; milletimiz ve memleketimiz için yapacakları hayırlı hizmetlerde, Cenabı Hak’tan başarılar diliyorum.
Sayın milletvekilleri, Sayın Baykal da bir nebze temas ettiler, bugün, yine, hepimizi üzüntüye gark eden bir haberle karşılaştık;
Erzincan-Kemah İlçemizde, kahraman askerimize yönelik bir tecavüz hadisesi, daha Tunceli’nin acısı soğumadan, yine, hepimizi
derin üzüntülere gark etti. Bu olayda vefat eden kahraman askerlerimize, Cenabı Hak’tan rahmet diliyorum; milletimize başsağlığı
diliyorum ve bir an evvel, terör ve anarşiden kurtulmuş, huzur içerisinde bir Türkiye’ye kavuşmamız dileğini, Cenabı Hak’tan dua ve
niyaz ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, Hükümet Programını müzakere ediyoruz. Hükümet programları, en önemli belgelerden birisidir;
dolayısıyla, bu program üzerinde yapılacak konuşmaların da, elbette, yerli yerince, ülkemizin meselelerine çözüm getirecek bir
seviyede olması gerekir. Hepiniz biliyorsunuz ki, Refah Partisi bu konuda, diğer bütün siyasî partilerimiz gibi, her zaman, ciddî
müzakereler yapmış; belgelerle, şemalarla, grafiklerle, tablolarla hem Türkiyemizin meselelerini tespit etmiş hem bunlara çözüm
getirmeye gayret etmiş hem hükümetleri ikaz etmiştir ; bu, hepimiz için bir kardeşlik vazifesidir, Türk Milletine yapılacak en önemli
hizmetlerden, görevlerden bir tanesidir.
Bugün, Refah Partisi, Hükümetin ortağı olarak, iktidar sandalyesinde oturuyor ve kendi programıyla huzurlarınıza geliyor.
Dolayısıyla, Sayın Baykal’ı dinledik, diğer grupların da değerli konuşmacılarının, Türkiye’nin içerisinde bulunduğu bu şartlar
karşısında, kısır politik çekişmeler, polemikler yerine, çok hayırlı teşhislerde, tespitlerde, çözümlerde bulunacaklarını ümit
ediyoruz. Elbette tenkitler yapılacaktır; elbette partilerin, hem çalışmaları hem programları hem muhalefetteyken söyledikleri,
bugün söyleyemedikleri sözlerden dolayı kendileri ikaz edilecektir. Ancak, bu hükümetin de her hükümet gibi, yeni bir ümit ve
heyecan olduğunu, milletimiz tarafından böyle karşılandığını biliyoruz. Dolayısıyla, ben, yapılacak bütün konuşmalarda, milletin,
bugün, meselelerine çare aradığı bir günde, sahiplenecek insanları aradığı bir günde, kaos içerisinde kalmaktan korktuğu bir günde,
bu çalışmaların verimli olmasını ümit ediyor, bütün arkadaşlarıma şimdiden teşekkür ediyorum.
Değerli milletvekilleri, belki tekrar olacak; ancak, kısaca temas etmek istiyorum. Öncelikle, kurulan koalisyon, Türkiye’de en çok
üyeye sahip, en çok oy almış iki partinin birlikteliğidir; Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi, uzun müzakerelerden, görüşmelerden
sonra bir hükümet ortaya koymuşlardır. Dolayısıyla, diğer partilerimizin de, kendi aralarında kurabilecekleri bir hükümet modeli
olabilir; ancak, bu da çoğunluğa dayanan, halkımızın arzu ettiği ve bir araya gelinerek çözüm aranan ve bunun tespitiyle ortaya
çıkmış bir hükümet modelidir; dolayısıyla meşruiyeti vardır, halk tabanında kıymeti ve değeri vardır, Parlamentoda yeterli
çoğunluğu vardır. Ancak, bu noktaya nasıl geldiğimizi, birkaç cümleyle, kronolojik bir sıra içerisinde takdim etmek istiyorum:
24 Aralık seçimleri, Parlamentoda, hiçbir partiye, tek başına iktidar vermemiştir. Refah Partisi, 6 milyondan fazla oyla birinci
parti olmuş; ikinci parti, aldığı oy, çıkardığı milletvekili sayısı bakımından tartışmalı kalmış; diğer partilerimizin de, bildiğiniz
sayıda milletvekilleri olmuştur ve böylece, partilerin, birisinin, ikisinin, üçünün bir araya gelerek kurabileceği koalisyon modeline
ihtiyaç olmuştur.
Amerika’yı yeniden keşfetmiyoruz. Türkiye, koalisyonla da ilk defa karşı karşıya gelmiyor. 1960’dan sonra, 1961’den 1965’e
kadar, 1970’li yıllardan sonra da koalisyon hükümetleri olmuştur ve işte geçtiğimiz dönemlerde de, şu anda yeni Hükümetin hemen
arkasında yer alan hükümetler de koalisyon olarak karşımıza gelmiştir.
Ancak, ne var ki, Refah Partili bir hükümetin koalisyon olarak dahi Mecliste iktidar olması, maalesef, hazımsızlıkla
karşılanmıştır; kıskançlık krizine tutulanlar olmuştur. (RP sıralarından alkışlar) Daha 24 Aralık akşamından bu yana, daha 24
Aralık akşamından başlayarak, maalesef, çok satan gazetelerimizin kerliferli köşe yazarları, çok izlenen televizyonlarımızın çok
değerli yorumcuları ve maalesef, birkısım siyasî partilerimizin önde gelen liderleri veya lider seviyesindeki yöneticileri şunları tekrar
etmişlerdir: “Her parti iktidara gelebilir; ama Refah asla!.. Her partinin genel başkanı Başbakan olabilir; ama Erbakan asla!.. Evet,
birinci olmuşlardır; ama, kesinlikle Refah dışında bir hükümet kurulmalıdır; Refah, siyaset ve Hükümet dışı kalmalıdır...”
Bunları hepimiz dinledik; çoğumuzun da yüzü kızararak dinledik. Mademki, Türkiye’de demokrasi var; mademki, sadece Millet
Meclisinde değil, ta 6 yaşındaki çocuklarımızın, ta okullardan okuyarak başladığı ve bildiği şekliyle, egemenlik, kayıtsız şartsız
milletindir; hatta bunun bayramını dahi yapıyoruz, millet sandığa giderek kararını vermiş, reyini vermişse, bu yorumların, bu
sözlerin kıymeti var mıdır?.. Eğer, sandık olacaksa; eğer, seçim olacaksa, parlamento olacaksa, sandıkta ANAP’a verilen oylar
oydur da, Refah Partisine verilen oylar nedir, değerli arkadaşlarım?.. (RP sıralarından alkışlar) Eğer, demokrasi varsa ve bu
demokraside, millet kararını veriyorsa, CHP’ye, DSP’ye, DYP’ye verilen oylar oydur da, Refah Partisine çıkan oylar ağaç yaprağı
mıdır?.. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Demokrasiyi, böylesine, sadece kendisi için kabul edenler, hakları, sadece,
kendileri için varmış gibi düşünenler, maalesef, Türkiye’de görüldü ve yedi ay, bu sakim ve yanlış düşüncenin eseri olarak, Türkiye
için boşa giden günler oldu, kayıp oldu. Eğer, egemenlik milletinse, millet kararını vermişse, bu sözleri söyleyenlere soruyorum: Siz,
milletten daha mı üstünsünüz, siz, milletten daha mı akıllısınız?.. (RP sıralarından alkışlar) Siz, yoksa, kendinizi efendi, Refah
Partisine oy verenleri köle olarak mı görüyorsunuz!.. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Değerli arkadaşlarım, bu
düşünceler ne kadar yanlıştır, bir tek cümleyle söylemek istiyorum: Böyle bir demokrasi anlayışına, değil Türkiye’de, değil dünya
ülkeleri içerisinde, bir Hotanto kabilesinde bile rastlayamazsınız.
Evet, bütün programlarını, stratejilerini buna göre yaptılar: Herkes hükümet olabilir; ama, Refah asla; herkes sandıktan
çıkabilir; ama, Refah asla...
Değerli arkadaşlarım, bu arada, konuşulanlar konusunda -hâlâ, belki, içimizde bu arkadaşlarımızın da bulunduğunu ifade
ederek söylüyorum- bir yanlışlık yapılmıştır; biz, Türkiye’nin, ulusal bir partisiyiz; biz, Türkiye’de sivil bir partiyiz; biz,
Türkiye’de, gücünü halktan ve Hak’tan alan bir partiyiz (RP sıralarından alkışlar) ve biz, Türkiye’ye, Jüpiter gezegeninden
gelmedik; biz, Türkiye’de otuz yıldan beri siyaset yapan, dürüst ve inançlı kadroların ortaya koyduğu, hemen hemen bütün partiler
içerisinde bunu ispatlamış bir büyük partiyiz. Buna karşı durmak ve bu yanlışlıklarla bugüne kadar gelip, bu hükümet modellerinin
dışında Türkiye’ye vakit kaybettirmek, hiç kimsenin hayrına olmamıştır.
Değerli arkadaşlarım, bunun için, Refah Partisi olarak hükümet kurmaya çalıştık. ANAP ile kurmaya çalıştık, olmadı; daha
sonra, Doğru Yol Partisi ve ANAP Hükümeti kuruldu, üç ay içerisinde, dünyada bir eşi ve benzeri olmayan bir Hükümet modeli
olarak ortaya çıktı; muhalefeti kendi içinde bir iktidar ve böylece, Guinness Rekorlar Kitabına girebilecek bir hükümet modeli, üç ay
boyunca, Türkiye’yi, maalesef, meselelerini daha da büyüterek karşımıza getirdi. Şimdi, yeni bir hükümet kurulurken, Refah Partisi,
bütün partilere eşit uzaklıkta ve yakınlıkta; “geliniz -millet, 24 Aralıkta kararını vermiştir- bir araya gelelim, bir icraat hükümeti
kuralım. Milletimiz, enflasyondan şikâyet ediyor, işsizlikten şikâyet ediyor, yatırımsızlıktan şikâyet ediyor, açlıktan şikâyet ediyor,
çöp tenekelerinden gıdasını topluyor, bir araya gelelim hükümet kuralım” demiştir ve bütün partilerle bu birlikteliği sağlamaya
çalışmıştır.
Refah Partisine niçin karşı olduklarını, biraz evvel değerli arkadaşım bir gazete haberinden yola çıkarak ortaya koydu; evet,
Refah Partisinin başarılı olmasından korkmuşlardır. Refah Partisinin başarılı olmasından, acaba niçin korkuluyor; bugüne kadar
gelen yönetimlerin başarısız oldukları tescil edilecek diye mi?.. (RP sıralarından alkışlar) Yoksa, Refah Partili bir hükümetin,
devletle milleti kaynaştırarak, bu milletin yıllardan beri çektiği sıkıntı ve ıstıraplara neşter vuracak, onları çözecek güçte olduğunu
bildikleri için mi?.. Refah Partisinin başarılı olması, elbette Türkiye’nin hayrınadır, 60 milyon insanımızın hayrınadır, hepimizin
hayrınadır... Bir siyasî partinin, hükümette başarılı olması bazılarını niçin rahatsız ediyor, bunu anlamak mümkün değildir. (DSP
sıralarından “Refah mı?!” sesleri)
Değerli arkadaşlarım -rahatsız olanlar bana birkaç cümleyle sataşma lüzümunu hissediyorlar- evet, bu Hükümet, bu parti, bu
partiler, Türkiyemizi iktidarsız bırakmamış ve çok şükür, bugün, Türkiye’de çoğunluğa dayanan bir Hükümet karşımızda
durmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, Refah Partisine sadece bu tenkitler yöneltilmedi. Biz, bunlara karşı bağışıklıyız. Biz, Refah Partisine
söylenilen, yapılan her şeyi yıllardan beri biliyor ve karşılıyoruz; ama, millet kararını vermiştir, millet Refah Partisini karalamaya
çalışanların yüzlerindeki karaları görmüştür. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) O bakımdan, biz, bunlara her zaman göğüs
gerdik ve geriyoruz. İşte, bizim siyasî mücadelemiz -kadınıyla erkeğiyle, genciyle ihtiyarıyla- sadece bir fikir ve inanç partisi olarak
çalışmak, doğruları, iyileri, güzelleri hâkim kılmaktır; günübirlik politika yapmadık ve yapmayacağız. Bu milletin, yeniden -tarihte
olduğu gibi- büyük bir medeniyet kurması için her zaman çalıştık, her zaman çalışacağız. (RP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, Refah Partisine yöneltilen bu haksız suçlamalar, evet eskiden de yapıldı, bugün de yapılıyor; ama, bunun
rüzgârından Doğru Yol Partisine de düştü. Eğer, Doğru Yol Partisi, ANAP’la hükümet kursaydı ve kurdu; ne kadar büyük bir destek
vardı; çok satan gazetelerimiz o hükümet modelini ne kadar beğeniyorlardı; işadamlarımız, yurtiçinde, yurtdışındaki birtakım
mihraklar “aman ne kadar güzel oldu, zaten millet de bunu istiyordu” diye yazmadılar mı... Doğru Yol Partisi, bugün, Sayın
Ecevit’le, yani Demokratik Sol Partiyle, Sayın Baykal’la, yani CHP ile -bir başka partiyle- hükümet kursa, kimbilir ne kadar göklere
çıkarılacak, Sayın Lideri hakkında bugün ifade edilen sözlerin, kimbilir o gün kaç tanesi konuşulacak...
Bugün ortaya çıkan anlam şudur: Refah Partisiyle hükümet kurmaya cesaret eden bir partiye, bu tenkitlerden de epeyce
düşmektedir. O bakımdan, Refah Partisi, bu hükümeti kurarken, ne kadar başarılı olmuşsa, Refah Partisiyle hükümet kurarak,
milletin iradesini, inancını bu hükümet modeliyle ortaya koyan Doğru Yol Partisi de aynı şekilde takdire ve tebrike layıktır. (RP ve
DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
AHMET PİRİŞTİNA (İzmir) – Hani, Doğru Yol Partisi nerede?
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, o yüzden, lideriyle, kadrosuyla, milletvekilleriyle, teşkilatıyla, siyasî
tarihimizde çok önemli görevler üstlenmiş olan Doğru Yol Partisinin Sayın Liderini ve bütün kadrolarını huzurlarınızda tebrik
ediyorum. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, artık siyasî terbiyemiz o noktaya gelmelidir ki, millet iradesi karşısında, kıskançlık ve hazımsızlık
nöbetleri geçirmektense, doğruları yapmaya, doğrularda birleşmeye ve kim hayır işliyorsa ona yardımcı olmaya mecbur
olduğumuzu, yeniden bilmeli ve öğrenmeliyiz. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Biz, Türkiye’de yasal bir partiyiz, legal bir kuruluşuz ve siyasî meşruiyetimizi kimseyle tartışmayız, kimsenin de bunun aksini
iddia etmesine müsaade etmeyiz. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Evet, yeni bir dönem başlıyor, (A) partisi gidip, (B) partisi gelmiyor; Refah Partili bir Hükümet geliyor. Sıkıntıların,
hazımsızlıkların kaynağında bu varsa, ne yapalım, korkunun ecele faydası yok, olan olmuştur ve Refah Partili bir Hükümet
kurulmuştur. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bu Hükümetin kurulması hem hukukî, hem siyasî açıdan bir büyük başarıdır.
Birincisi; hukukî açıdan bir başarıdır; çünkü, Türk siyasî tarihinde ilk defa bir hükümet, yargı kararıyla, güvenoyu almadığı
için istifa etmek zorunda kalmıştır. İstifa eden bir hükümetin, yerine bugün, çoğunluğa dayanan bir Hükümet kurulmuştur. Elbette,
burada Anayasa Mahkemesinin tarafsız ve adil tutumunu da zikretmek istiyorum.
İkincisi; bu Hükümet siyasî bir başarıya kavuşmuştur. Bunca menfî, karşıt, bozguncu çalışmalara rağmen, bu netice elde
edilmiştir. Türkiye’deki bu Hükümet karşıtları -herhalde yeterli güce sahip olmadıklarını gördükleri için-Fransa’da Chirac’tan,
İsrail’de Weizman’dan, Avrupa Birliğinde dönem başkanından da medet istemek zorunda kalmışlardır. (RP sıralarından “Bravo”
sesleri, alkışlar)
Türkiye’de hükümetleri, artık, gazeteler kuramıyor. Türkiye’de hükümetleri, artık, -pek çoğunu tenzih ederek söylüyorum- iş
çevreleri kurmuyor. Artık, Türkiye’de cumhuriyet hükümetlerini Weizmanlar, Chiraclar ve emsalleri kurmuyor. İşte, böyle bir
Hükümet, milletin gönlünde, milletin iradesinde ortaya çıkmış bir Hükümet olarak, millî bir Hükümet olarak karşınızda duruyor; bu
bakımdan ayrıca tebrike şayandır ve bu sebeple, bu kurulan hükümet, kamuoyunda yeni bir ümit ve heyecan meydana getirmiştir;
toplumun her kesiminden büyük bir destek gelmiştir; devlete şahsiyet, millete güven gelmiştir; sıradan bir hükümet değil, beklenen,
özlenen bir değişim hükümeti kurulmuştur...
Değerli arkadaşlarım, biz, koalisyon hükümetini kurarken, seviyeli bir çalışma yaptık. Sayın Genel Başkanımız, sorumlu bir
devlet adamı gibi, bu sorumluluğu yerine getiren bir Genel Başkan olarak, elbette bütün siyasî parti liderlerine, Türkiye’de bir icracı
hükümet kurulmasını, bütün meselelerimizin gittikçe büyüdüğünü ve çoğaldığını, bir an evvel, bu meselelere el atmamız gerektiğini
ifade etti. DSP ve CHP’nin muhalefette kalmak arzuları karşısında, diğer dört partiyle müşterek bir hükümet kurulabileceğini ifade
etti; ne yazıktır ki, diğer siyasî partiler -kendi açılarından haklı olabilirler; buna da bir şey demiyorum- hükümete yanaşmadılar ve
Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi hükümet kurdu.
Şimdi, bakınız, 24 Aralıktan sonra, Refah Partisine karşı yöneltilen, bizce, haksız ve yanlış tutumlar, şimdi, bu hükümetin
kurulduğu belli olduktan sonra, bir başka şekilde yine tezahür etti; tren kalktıktan sonra, Bor’un pazarı da geçtikten sonra, atı alan da
Üsküdar’ı atladıktan sonra, Refah Partisiyle hükümet kurmayı düşünmeyen, hatta, tepeden bakan “bir dönüp, dolaşıp, gelin
bakalım; ondan sonra da kaldığımız yerden başlarız” diye caka satanlar (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) yeni hükümet
kurulduğunun akşamı “aman efendim, niye, acele ettiniz; halbuki biz, delegelerimizi toplayacaktık, bir araya gelecektik, milletin
beklediği hükümeti de kuracaktık; hatta, Sayın Baykal ve Ecevit’i dahi razı edip, cenaze törenlerinde bile bir araya gelmeyenleri de
yanımıza alacaktık (RP sıralarından alkışlar [!]) ve böylece bir hükümet kuracaktık; niye acele ettiniz” diye, basında, televizyonda
bir telaş...
Böyle bir hükümet kurulabilirmiş; niye kurmadınız?!. Böyle bir hükümeti kuranlar, niye, kurdukları Hükümeti yaşatamadılar?!.
Türkiye’de hükümet etmek elbette ciddî bir iştir. Bu ciddiyeti, bu Hükümette göreceğiz; böyle ümit ediyor, böylesini Cenabı
Hak’tan niyaz ediyorum. (RP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, biraz evvel Sayın Baykal da ifade ettiler; daha üç-beş gün evveline kadar “biz 124 sosyal demokrat
olarak” diye söylüyordu, şimdi numaratör değişti, 123 oldu. 123 sosyal demokrat pazartesi gününden itibaren bir araya geleceklermiş,
ANAP’la ve belki de DYP’den ayrılmayı düşünen birkaç kişiyle birlikte hükümet kuracaklarmış! Bu hükümet, kendi sözleriyle
kendini tekzip ediyor, bir çoğunluk hükümeti de olmayacaktır. Zaten şu kurulan Hükümetin başka ciddî bir alternatifi de yoktur.
Bütün olmazlar denenmiş ve bu Hükümet ondan sonra kurulmuştur. “Bu Hükümet olmasın da ne olursa olsun” mantığıyla yola
çıkarsanız, böyle bir yamalı bohçanın Türkiye’de icraat yapması da mümkün değildir, halkın desteğini alması da mümkün değildir.
Sırf Refah karşıtlığıyla “onlar kurmazsa biz böylesini kurarız” demenin, Türkiye meselelerine karşı gayri ciddî bakmanın bir
neticesidir. (RP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, 123 tane aslan sosyal demokrat bir araya gelecekler ve ANAP’la birleşecekler, Anasol hükümetini
kuracaklar, bu hükümet de Türkiye’de iş yapacak! Millet bizi dinliyor, seyrediyor; hep beraberiz, bunun hakkındaki kararı da birlikte
vereceğiz.
Bakınız, Sayın Baykal, benim bugüne kadar dinlediğim en mülayim konuşmasını yaptı. Halbuki, siz onu hep hırçın ve
kavgalı bir insan olarak bilirsiniz; kürsüye çıktığı zaman, önünde kimseyi görmeden bağıran çağıran, haşlayan bir insan olarak
biliyordunuz. Bugün, konuşmasının son dakikalarına kadar, hepimizi de hayrete düşüren bir yumuşaklık içerisinde konuştu, çok da
önemli sorular sordu ve biz de bunların cevaplarını vermek için buraya geldik; ama, bir yanlış yapıyor. Sayın Baykal bilir ki,
1974’te kurulan Cumhuriyet Halk Partisi ve Millî Selamet Partisi Hükümetinin mimarlarından birisi kendisidir. (RP sıralarından
alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bu Hükümette Maliye Bakanlığı yapmıştır ve Refah Partisinin, eğer millî görüş çizgisinde bir geçmişi
olan Millî Selamet Partisiyle Hükümet kurmayı candan istemiş ve o Hükümette de Bakanlık yapmışsa, bizi en yakından tanıyacak
olan insan kendisidir. (DSP sıralarından “doğru” sesleri)
Sözlerinin sonunda, Refah Partisi hakkında hâlâ kuşkularının olduğunu dile getirmesi, kendisini yalancı çıkarır; bir ve “Milli
Selamet Partisiyle hükümet kurarken ne kadar da büyük bir tarihi yanılgı içindeymişiz” sözü de kendisini yalancı çıkarır; iki. (RP
sıralarından alkışlar)
AHMET İYİMAYA (Amasya) – O sözleri Sayın Ecevit söylemişti.
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Elbette, Sayın Ecevit söylemişti; ama, sağ tarafında da Sayın Baykal duruyordu.
Böyle bir dönemden gelerek bugünleri konuşuyoruz. Biz, programı açık olan, protokolü açık olan bir siyasî partiyiz. Bizim
referansımız şu Çalışma Programı ve şu Hükümet Protokolüdür; bunun dışında hiçbir referans, Refah Partisi adına değildir.
Onun bunun söyledikleriyle, filan falan yazarın yazdıklarıyla, filan televizyondaki falancanın yorumuyla eğer bir parti hakkında
hüküm verecekseniz, biz, sizi şimdiden mahkûm ederiz; çünkü, sizler hakkında söylenilen çok şeyler var, sizler hakkında endişeyle
beklenen çok şeyler var.
Biz, Türkiye’de, millet iradesinin tecelli ettiği bir Mecliste, birbirimiz hakkında her zaman doğruları söyleyecek ve bu kanaatlere
sahip olduğumuzu ifade edeceğiz.
Değerli arkadaşlarım, bu Hükümet, Parlamentonun, çoğunluğa ve istikrara dayalı olarak çıkarabileceği son imkân olarak
görünmektedir. Bakınız, 45 günün dolmasına bugünden itibaren sanıyorum 12-13 gün kaldı. Bu Hükümet kurulmasaydı, bunun
dışında bir hükümet kurulması ciddî olarak müzakere edilmediğine göre, Türkiye, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından seçime
götürülecekti.
Bu seçimden biz korkmayız; biz, her seçime göğsünü gere gere giden, Anadolu’yu karış karış dolaşan, bu işin mücadelesini
verirken en büyük zevki alan insanlarız. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Elbette, siz biliyorsunuz ki, Refah Partisi, daha 24 Aralıkta yüzde 22 olan oyunu, 2 Haziranda yüzde 35 katlamış bir partidir ve
hem de teke tek değil, 3 partinin, 4 partinin, hatta Sıvas’ta olduğu gibi 5 partinin karşısında yüzde 50’ye yakın oyla belediye
başkanlığını kazanmıştır. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
O yüzden, seçimi asıl siz düşünün; ama, Türkiye’de Anayasanın yazdığına göre beş yılda bir seçim yapmamız gerekiyor; çok
acil şartlar ortaya çıkmadan, bir oyun oynar gibi her gün seçimden bahsedebilir miyiz?.. Trilyonlara mal olan bir seçim
kampanyasının, devlet açısından, bugün Türkiye’ye yükleyeceği yükleri kim kaldırabilir ve böyle bir seçim, Türkiye’de, bu tabloyu
ne kadar etkiliyebilir?.. Zaten gittikçe bozulan ekonominin daha da bozulmasına yol açmaz mı; Türkiye’deki kaosu daha da büyütmez
mi... Böyle bir ihtimal karşısında biz sorumluluğumuzu biliyoruz. Millet, 24 Aralıkta kararını verdi, yedi ay sonra, seçim demenin
mantığını kim bulabilir?.. Refah Partisinin dışında, hanginiz, millete giderek “biz, şunun için sizden tekrar oy istiyoruz”
diyebilirsiniz; ne yaptınız da tekrar oy isteyeceksiniz... Yedi aydan beri bu Meclisi kilitliyen, kurdukları Hükümetlerde başarısız
olan insanların “yeniden seçime gidelim” demesinin hangi aklî ve mantıkî dayanağı bulunabilir...
Seçim elbette olur ve o zaman da milletin karşısında, ben senin için şunları yaptım, bunu istedim, şunu arzu ettim diyecek
insanların, herhalde, sandıklarda başarılı olduğunu göreceğiz. Bu Hükümet, bu modeller içerisinde, elbette doğru olanı, elbette
millet için öncelikli olanı, acil olanı yerine getirecek ve bunun için, elbette, en güzel şekliyle çalışacaktır.
Değerli arkadaşlarım, sürem bitiyor. Bu Hükümetin, Programına ve Protokolüne aldığı en önemli özelliklerden birisi, uyum ve
istikrardır. Ahenk içerinde çalışmak, yapılacak hizmetler için, mutlaka, en önemli sebeptir. Refah Partisi hakkında Doğru Yol Partisi
Lideri şunları, şunları, şunları söyledi... Doğrudur, toplasanız belki, 60 sayfalık bir kitap tutabilir. Biz de, belki, Sayın Doğru Yol
Partisi Lideri hakkında, o parti hakkında çok şeyler söyledik, 60 sayfa tutmaz; ama, 1 sayfa tutabilir. DYP hakkında DSP’nin, DSP
hakkında CHP’nin, ANAP hakkında bir başkasının söyledikleri sayfalar tutabilir; biz, bunları, burada tekrar etmek için mi varız?..
Biz, bu konuşmaları birbirimize hatırlatarak, sen onu söyledin, ben bunu yaptım diye, birbirimizi tenkit etmek için mi varız?.. Siyasî
partiler dernek değil; siyasî partiler mühendisler odası değil; siyasî partiler vakıf değil... Siyasî partiler, aynı, ortak siyasî düşünceye
sahip olan insanların, iktidarı kazanmak için kurdukları bir örgüttür ve her siyasî parti, kendi fikrinin propagandasını yaparken,
rakip siyasî partinin yanlışlarını ve temeldeki çözümsüzlüklerini de göstermek zorundadır. Bunu ifade ederken söylediği cümleler
bazen maksadını aşabilir, bazen yerine oturabilir, hatta, her zaman savunulacak bir noktada da olabilir; ama, eğer, uzlaşma sanatı
siyasetse; ama, millet, bizden hizmet bekliyorsa; millet, hükümetsizlikten kurtulmak, sahipsizlikten kurtulmak istiyorsa, bu sözleri
tekrarlayarak vakit geçirmek yerine, gelin, masa başında oturalım, bu ülke için ne yapacağız onu konuşalım, onu tartışalım demek,
en doğrusudur. Yoksa, dedikodular üreterek, her gün, birbirimizin yüzüne bakamayacak hale gelirsek, Parlamento bundan yara alır,
ülke, meseleleriyle, maaselef karşı karşıya kalır ve çözüm bulamaz.
Ancak bu hükümet vesilesiyle, hepimiz için hayırlı olacak bir noktayı arz etmek istiyorum. Yine, bir Peygamber hadisinde
buyurulduğu ölçü, ne kadar güzel ölçüdür: “Bir insanı sevebilirsiniz; ama, sevmekte de çok aşırı gitmeyin, bakarsınız, bir gün
küsmek zorunda kalabilirsiniz. Bir insana bugz ve nefret edebilirsiniz; ama, bunda da ileri gitmeyin, olabilir ki, bir gün aynı masaya
oturmak zorunda kalırsınız.” Buna, sadece Refah Partililerin değil, ey DSP’liler, ey CHP’liler, ey ANAP’lılar, hepimizin ihtiyacı
var. (RP sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Arınç, toparlar mısınız efendim... Yeni, bir kısa süre verdim, lütfen toparlayın efendim.
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Elbette, bu yanlışlıklar yapılmışsa, bundan, hepimizin ders alarak, bundan sonraki davranışlarımızda, siyasete, ölçüyü de
hâkim kılmanın, siyasete, nezaketi de, doğruluğu da hâkim kılmanın mücadelesini hepimiz vermeliyiz. Uyum, bizler için de şart,
sizler için de şart.
Değerli arkadaşlarım, böylelikle, sanıyorum, bu Hükümet, Türkiye’de yeni bir sayfayı açarken, siyasete de üstün bir seviye
getirmenin gayretini veriyor.
Sayın Başkanın ikazıyla, belki programda yer alan çok önemli konulara temas edemeyeceğim, belki görüşmelerin sonunda bir
arkadaşımız veya Sayın Başbakanımız bu konulara cevap verecektir; ancak, ben, sözümün sonunda, sizlerden şöyle bir istirhamda
bulunmak istiyorum; bakınız, size, çok kısa bir yazı okuyacağım: “Yetmiş yıldır harp görmemiş Türkiye’de bulunduğumuz nokta:
Yıllar boyu, aldığı milyarlarca doları çarçur eden, 70 milyar dolar dışborç altında ezilen; 20 bin köyünde içmesuyu bulunmayan; 1
milyondan fazla çocuğun sınıf, sıra, öğretmen bulamadığı; Batı’nın eteğine yapışmış, dış yardımlara âdeta uyuşturucu gibi
bağımlı; üretmeden tüketen, idaresi lüks ve israf içerisinde yaşayan bir Türkiye. Yetmiş yıl önce, millî şuurun kamçıladığı bir
Türkiye’den, millî şuurun kaybolmaya yüz tuttuğu, dışarıdan aldığı kamçılarla kendisini döven, iddiası olmayan, gölgesinden
korkan, siyaseti ve demokrasiyi kıyma makinaları haline getiren -herhalde, soruşturma önergelerini düşünerek kaleme almış bu
cümleleri- tarihiyle barışık olmayan, nereden geldiğini unutan ve nereye gideceğini bilmeyen, mefkûresiz, köşe dönme
olimpiyatlarında derece üstüne derece alan bir Türkiye.” Bu yazı, şu anda içimizde bulunan değerli bir bilim ve siyaset adamının
yazısıdır ve şu anda, bizi, muhalefet masalarından izliyor. Kendi partisinin aldığı grup kararı ile vicdanı arasında bocalayan bu
insanın sözlerine, hiçbirimizin hayır demesi mümkün değil.
O yüzden, pazartesi günü, güven oylamasında, inanıyorum ki tüm Meclisimizİn, özellikle ANAP’lı ve Büyük Birlik Partili
arkadaşlarımızın, bu meseleleri çözme iddiasıyla kurulmuş bir hükümete karşı peşin hükümden uzak, kısır döngüden korkarak en
hayırlı bir şekilde oylarını kullanacaklarını ümit ediyorum.
Sayın Başkana, müsamahasından dolayı teşekkür ediyor, Hükümetimizin hayırlara vesile olmasını diliyorum; saygılar
sunuyorum. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Arınç, teşekkür ediyorum.
Demokratik Sol Parti Grubu adına, Grup Başkanı Sayın Ecevit’e söz vereceğim. (DSP sıralarından ayakta alkışlar)
Sayın Ecevit, efendim, sürenin tamamını zatı âliniz mi kullanacaksınız?
BÜLENT ECEVİT (İstanbul) – Evet efendim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Buyurun.
DSP GRUBU ADINA BÜLENT ECEVİT (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, bizi izleyen sayın yurttaşlarım;
sizleri, Demokratik Sol Parti Grubu adına saygıyla selamlıyorum.
Genellikle, kamuoyu, bir yeni hükümet kuruluşunu umutla ve sevinçle karşılar. Basın-yayın organları da yeni kurulan bir
hükümete, Türkiye’nin gelenekleri içinde, en az bir ay, iki ay kredi açarlar. Hele bir hükümet, uzun bunalımlardan sonra kurulmuşsa,
toplumun, kamuoyunun ve medyanın açtığı bu kredi daha da uzar; fakat, bu kez bunun tam tersi oldu; bu kez, kurulan hükümet,
toplumun çok geniş bir kesiminde, kaygıyla, kuşkuyla ve tepkiyle karşılandı. Hükümeti kuranların kendi içinde bile, öyle
sanıyorum ki, bir ölçüde bu kaygı, kuşku ve tepki duygularının yeri vardır. Hatta, belki de, bu hükümetin, bir ayıpları, yolsuzluk
iddialarını örtbas etme amacıyla kurulduğu ve bunun kanıtlarını her gün gözler önünde sergilediği dikkate alınırsa, belki, bu
hükümetin kuruluşuna katkıda bulunanlardan bazısında bir utanma duygusu da yer alıyor olmalıdır. (DSP ve ANAP sıralarından
alkışlar)
Demokrasiyi benimseyen hiçbir kimse -az farkla da olsa- birinci parti konumunda olan Refah Partisinin hükümet kurabilme
hakkını yadırgayamaz ve yadırgamıyor; ama, Refah Partisi, son genel seçimlerde yüzde 21 oranında oy almıştır. Bu yüzde 21’in
karşısında, yüzde 80’e yakın, en azından yüzde 70’ler düzeyinde bir büyük çoğunluk var ki, o çoğunluk, Refah Partili bir iktidarı,
laik demokratik cumhuriyet için ciddî bir tehlike olarak görmektedir. (DSP sıralarından alkışlar)
Refah Partisi, yıllardır, bütün başka partileri batıl sayıp bir kefeye koymakla ve karşısına almakla, toplumun çok geniş bir
kesiminden kendi kendini soyutlamıştır. O nedenle, şimdi, Refah Partisinin, toplumdaki tepkilerden yakınmaya hakkı yoktur.
Refah Partisinin, hükümet kurabilmek ne kadar hakkı ise, Refah Partili bir hükümet istememek de, bundan kaygı duymak da,
laikliğe bağlı çok büyük bir çoğunluğun en az o kadar hakkıdır. (DSP sıralarından alkışlar)
O büyük çoğunluk, laikliğe ne kadar bağlıysa, İslama da o kadar bağlıdır. İslama içtenlikle bağlıdır; ama, dinin siyasete alet
edilmesinden, dinin siyasal amaçlarla istismar edilmesinden de, son derece rahatsızdır o büyük çoğunluk.
Refah Partisi, dindarlığı kendi tekeline almaya kalkıştığı için, bu büyük çoğunluk ona kırgındır. Dini siyasete alet ettiği için,
din sömürüsü yaptığı için, bu büyük çoğunluk Refah Partisine kırgındır. (DSP sıralarından alkışlar) Kendisi gibi düşünmeyenleri
dinsiz gibi, kâfir gibi göstermeye kalkıştığı için kırgındır. Yine, daha bundan birkaç hafta önce, seçim meydanlarında, kendi
partisini, kendisini beğenmeyenlere, iktidarda görmek istemeyenlere “Geberin... Geberin...” diyerek, onları lanetlemeye kalkıştığı
için de, halkın büyük çoğunluğu kırgındır. (DSP sıralarından alkışlar) Yine, o büyük çoğunluk, Refah Partisi, Türkiye’yi,
Atatürk’ün aydınlık yolundan saptırmaya uğraştığı için ona tepki göstermektedir. Türkiye’yi, çağdışı rejimlerle yönetilen bazı
Ortadoğu ülkelerine dönüştüreceğinden kaygı duyduğu içindir ki, o büyük çoğunluk, Refah Partisinden kuşku duymaktadır. Bu
arada, Protokolde ve Hükümet Programında, bu gibi kaygıları giderici bazı ifadelere yer verildiğini sevinerek görüyoruz; fakat, yine
kamuoyunun geniş bir kesiminde, bu ifadelerin de bir kandırmacadan ibaret olduğu kuşkusu, maalesef, duyulmaktadır; çünkü, Sayın
Erbakan, Hükümet kurma görevi kendisindeyken son derecede tatlı dillidir, Atatürkçüdür, laiktir; ama, Hükümet kurma görevi kendi
üzerinden başkasına aktarıldığı vakit, Sayın Erbakan ve partisi, gerçek çehresini göstermektedir. (DSP sıralarından alkışlar)
Ben eminim ki, bu belirttiğim kaygıları, tepkileri, kuşkuları pek çok Doğru Yol Partili de paylaşmaktadır ve başta kadınlar
olmak üzere, Doğru Yol Partili büyük bir çoğunluk da bir aldatılmışlık, kandırılmışlık duygusu içindedir. Sayın Çiller, bunun acı
bir kanıtını, acı bir sonucunu geçen gün İzmir’deki parti kongresinde boş sandalyelere seslenmek zorunda kaldığı zaman idrak
etmiş olmalıdır.
Sayın Çiller, daha bundan birkaç hafta önce, Sayın Mesut Yılmaz’a şöyle sesleniyordu: “Sakın Refah Partisiyle koalisyon
kurma, ülkeni ve partini karanlığa gömme; Türkiye’nin geleceğine yazık edersin.” Şimdi, Sayın Çiller, kendi ifadesiyle Türkiye’yi ve
kendi partisini karanlığa döndürmektedir.
Yine, Sayın Çiller, geride bıraktığımız aylarda şunları söylüyordu: “Sayın Yılmaz, üç beş aylık başbakanlık uğruna ülkeyi
Refah Partisine satıyor.”
Yine Sayın Çiller söylüyor: “Erbakan, cumhuriyet kadrolarını Yılmaz’a kırdıracak. Bunun, tarih önünde, çocuklarımız
önünde vebali çok büyüktür.” Şimdi, Sayın Çiller’in kendisi o vebalin ağırlığı altında eziliyor olmalıdır.
Yine şöyle devam ediyordu Sayın Çiller: “Erbakan, rantçıların, sömürücülerin en tehlikelisidir; kutsal dini sömürmek ve bunun
rantını yemek istemektedir.” Ayrıca şunları ekliyordu: “Refah Partisiyle koalisyon yapmayız”, “Ülkem satılık değildir; şantajla,
tehditle beni bir yere çekemezler”, “Erbakan, önce kendi hesabını versin; önce Mercümek’in hesabını versin”, “Erbakan, bizi
koalisyona zorlayamaz, onlara teslim olmam. Ülkem satılık değildir.”
Yine Sayın Çiller söylüyor: “Erbakan, Atatürk’ün açtığı yolu kapamaya çalışıyor. Buna izin vermem, yine göğsümü siper
ederim.”
Yine bundan daha birkaç ay önce, Sayın Çiller “Refah’la ortaklık, ülkeyi karanlığa mahkûm etmektir; Türk genci, Türk kadını
buna müsaade etmez” diyordu.
Sayın Erbakan’ın, hükümet kurma görevini ilk üstlendiği günlerde üslubunu yumuşatması üzerine, Sayın Çiller şunları
söylüyordu: “Siyasî tarihimizin en parlak oportünizm örneklerinden birini yaşamaktayız. İktidar ve hükümet olabilmek için, Sayın
Erbakan, her şeyi, programını, söylediklerini reddetmiştir. Keşke, reddederken içtenlikli olduğuna inanabilsek.”
Sonuç olarak, bu Hükümet, Doğru Yol Partisini desteklemiş olanlarda aldatılmışlık, kandırılmışlık duygusunu, kırgınlık ve
küskünlük duygusunu uyandırmıştır. Hocalarının her söylediğinde, her yaptığında bir keramet olduğunu düşünseler bile, sanırım,
birçok Refah Partilide de bu aldatılmışlık, kandırılmışlık duygusu yer etmeye başlamış olsa gerektir; en azından, Refah Partisinin
üslubundaki birbirini izleyen keskin çelişkileri, kendi kamuoylarına izah edebilmekte bir hayli güçlük çekecek olmalıdırlar.
Sayın Erbakan’ın, Sayın Çiller hakkında her söylediğini, daha bundan birkaç ay önceye gelinceye kadar her söylediğini
aktarmaya dilim varmaz; nispeten yumuşak üsluplu bazı suçlamalarına birkaç örnek vermek isterim. Bir sözü şu, Sayın Erbakan’ın:
“Bu kadın gâvur aşığı.” (DSP sıralarından gülüşmeler) Bir başka sözü: “Çiller Hanım, artık, fosil olarak tarihte yerini aldı”, “Bu
Hükümet -yani, Anavatan-Doğru Yol Hükümeti- bu dosyalarla, bu soruşturma dosyalarıyla devam edemez; hiç kimse, yolsuzlukların
ortağı olmak istemez.” Bir başka sözü Sayın Erbakan’ın: “Bu hanım ne başbakan olmalı ne de kabinede etkili bir rol almalı; geri
çekilmeli.” Sayın Erbakan devam ediyor: “Çiller, yeni bir karambol yapıp, birkaç sene yargı denetiminden kaçacak.” Nasıl da bilmiş
Sayın Erbakan!.. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) Sayın Erbakan devam etmiş: “Bu dosyaların biri bile Çiller’i Yüce Divana
götürmeye yeterlidir.”
Bu sözlerin ardından, şimdi, iki parti, birbirlerinin yolsuzluk dosyalarını örtbas etmek, hasıraltı etmek amacıyla hükümet
kurdular. Refah Partisi, Sayın Çiller hakkındaki örtülü ödenekle ilgili soruşturma önergesini engelledi; önceki gün de Doğru Yol
Partisi, kendi vermiş olduğu, Mercümek olayıyla ilgili soruşturma önergesini, komisyondaki üyelerini çekerek engelledi. Sayın
Erbakan, tevekkeli değil “bizimle koalisyon kuran sütten çıkmış ak kaşık olur” demişti. (DSP sıralarından alkışlar)
Hep söylediğim gibi, bu Hükümet, âdeta, bir kara para aklama operasyonudur. Birbirlerini suretâ aklasalar bile, bu Hükümet,
siyaset tarihimizde bir kara leke olarak kalacaktır; çünkü, gözler önündeki gerçek şu ki, bu Hükümet, bir ahlak zaafı üzerine
kuruludur. (DSP sıralarından alkışlar)
Demin, Sayın Çiller’in, Sayın Erbakan ve Refah Partisi hakkında söylediklerine, Sayın Erbakan’ın da Sayın Çiller ve Doğru
Yol Partisi hakkında söylediklerine örnekler verdim. Bundan iki gün önce, Sayın Erbakan, kendi grup toplantısında, bunların
hatırlatılmasına tepki göstererek aynen şöyle haykırıyordu: “Söyledikse söyledik; ne olmuş? Bunlar geride kaldı.” Peki, Sayın
Erbakan, millet, sizin hangi sözünüzü ciddiye alacak?!. (DSP sıralarından alkışlar) Adil düzen masalıyla uyutulan Refah Partililer,
şimdi, acaba, “adil düzenin ahlak anlayışı, dün söylediklerinin bugün tersini söylemektir” mi diyecekler?!. “Adil düzen, her türlü
yolsuzluğun ve düzenbazlığın hasıraltı edilebileceği bir düzen” diye mi düşünecekler?!. (DSP sıralarından alkışlar)
Yine birçok Refah Partili, herhalde, kendi partisinin liderleri için, Atatürk’e söverken mi, Atatürk’ü överken mi içtenliklidir diye
düşünecekler. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)
Refah Partisi, acaba, PTT’nin T’sinin özelleştirilmesini engellerken mi, yoksa şimdi kurulan Hükümet Programında, bununla
ilgili yasal düzenlemelerin geciktirilmeden yapılacağını vaat ederken mi içtenliklidir?
Refah Partisi, acaba Avrupa Birliğinde Türkiye’nin tam üyelik hedefini reddederken mi, yoksa şimdi Hükümet Programında
olduğu gibi desteklerken mi içtenliklidir?
Sayın Erbakan, acaba gümrük birliği için, “Sevr Antlaşması gibi bu uydurma şeyleri yırtıp atacağız” derken mi içtenlikliydi,
bunu, gâvura uşaklık gibi gösterirken mi içtenlikliydi, yoksa Hükümet Programında, Ankara Antlaşması ve gümrük birliğiyle ilgili
nihaî hedeflere ulaşmak için gereken çabanın gösterileceğini vaat ederken mi içtenliklidir?
Sayın Erbakan ve Partisi, acaba İsrail’le anlaşmayı reddederken mi içtenlikliydi, yoksa Hükümet Programında, Türkiye’nin
taraf olduğu bütün uluslararası antlaşmalara ve stratejik antlaşmalara; yani, İsrail’le imzalanan antlaşmaya da bağlı kalınacak
sözünü verirken mi içtenliklidir?
Herhalde, birçok inançlı Refah Partili, bu konularda vicdan muhasebesi yaparken büyük güçlük çekiyor olmalıdırlar; bu
çelişkileri kendi içlerine sindirebilseler bile, seçmene nasıl anlatabileceklerini düşünüyor olsalar gerektir.
Değerli milletvekilleri, hükümet sorunu nasıl bir süreç içinden geçti, buna da kısaca değinme gereğini duyuyorum. Demokratik
Sol Partinin, Anavatan ve Doğru Yol Partileri tarafından kurulan Hükümete, dışarıda kalarak güvenoyu alma olanağını sağlaması;
yani, bir anlamda, bir azınlık hükümetinin kurulmasına yardımcı olması, bazı çevreler tarafından, bir kusurmuş gibi gösteriliyor.
Demin de, bu kürsüden, bunun, bir örneğini dinledik. Oysa, Anavatan Partisi - Doğru Yol Partisi Hükümetinin, üç ay gibi gerçekten
rekor sayılacak kadar kısa bir sürede çözülüp düşmesinde, Demokratik Sol Partinin dışarıdan oy verişinin en küçük bir katkısı
olmamıştır.
Demokratik Sol Parti, son genel seçimlerden sonra, iki amaçla davranmıştır:
1- Türkiye, içeriden ve dışarıdan ağır sorunlarla karşı karşıya olduğu bir sırada, uzun bir hükümet bunalımına mahkûm
olmasın.
2- Türkiye, Refah Partili bir iktidara mecbur olmasın. (DSP sıralarından alkışlar)
Bu ikisini önlemek için, biz, Doğru Yol Partisi ile Anavatan Partisinin kurduğu Hükümete yardımcı olmaya çalıştık; ama, bu
Koalisyon Hükümetinin üç ayda çözülüşüne, bizim dışarıda kalışımızdan hiçbir etki gelmemiştir. Koalisyon çözülmüş olmasaydı,
yeni bir güvenoylaması yapılabilirdi Anayasa Mahkemesi kararının ardından ve ANAP - Doğru Yol Partisi Hükümeti -eğer bu iki
parti kendi aralarında anlaşabilselerdi veya liderlerinin inatlaşmasını aşabilselerdi- görevini sürdürebilirdi. Buna, yine, Demokratik
Sol Parti, elinden gelen katkıyı yapardı.
Biz, dışarıdan oy desteği sağlarken, Hükümetin kurulabilmesine, güvenoyu alabilmesine oy katkısında bulunurken, parti olarak,
kendimize hiçbir şey istemedi. Devlet yönetiminde kadrolaşmaya kalkışmadık; bize, KİT’lerin yönetiminde kontenjan önerildi,
kabul etmedik.
Valiler kararnamesine karışmadık.
Meclis komisyonlarında Hükümetin etkili duruma gelmesine, Demokratik Sol Parti olarak biz olanak sağladık, Hükümet,
Meclisle ilişkilerinde rahat çalışabilsin diye. Her konuda, Hükümete, kendi inançlarımızla, doğrultumuzla ters düşmeyecek şekilde
ve ölçüde yardımcı olmaya, sorun yaratmaya değil, sorunlara çözüm üretmeye özen gösterdik.
Türkiye’nin başına beş yıldan beri bela olan sözde Huzur Harekâtının yerine bir başka düzenlemenin, bir başka çözümün
hazırlığını biz yaptık ve bu Hükümete sunduk.
Seçimlerin altyapı eksikliğini giderebilmek için, Türkiye’nin, yeniden, Aralık 1995’teki gibi, bir seçime hazırlıksız ve
altyapısız sürüklenmesini önlemek için, gerekli yasa önerilerimizi hazırladık ve Büyük Millet Meclisine sunduk.
Bütçenin Anayasaya ters düşmesini engelledik.
Yıllardır sonuçlandırılamayan İçtüzük çalışmalarının sonuçlandırılmasına ön safta katkıda bulunduk.
Hükümet, sosyal güvenlik konusunda çok tehlikeli bir adım atmak üzereydi, onu önledik.
Öyleyse, Demokratik Sol Partinin, dışarıda kalarak güvenoyu katkısında bulunmasının bu Hükümete ne zararı olmuştur?!.
Bunun, azınlık hükümetleri geçerlidir, değildir iddiasıyla ne ilgisi vardır?!. Dünyada çok başarılı azınlık hükümeti örnekleri
bulunduğunu, herhalde Sayın Baykal da kabul eder. (DSP sıralarından alkışlar)
Asıl, biz, o Hükümetin içinde bulunsaydık, belki de daha ilk haftalarda Doğru Yol ve ANAP tarafından karşımıza getirilecek
bazı kararnameleri, bazı yasa tasarılarını imzalayamayacaktık; içimize sindiremediğimiz için belki de imzalayamayacaktık ve o
zaman, Hükümet, bizim yüzümüzden çözülmüş olacaktı. Oysa, bizim sağladığımız hükümet modelinde, Azınlık Hükümetine, bu
bakımlardan büyük kolaylıklar sağlanmış oluyordu; Meclise sunduğu bir yasa tasarısını Demokratik Sol Parti desteklemese belki
Refah Partisi destekleyebilirdi, belki Cumhuriyet Halk Partisi destekleyebilirdi ve buna da bizim itiraz hakkımız olmazdı.
Kısacası, bu hükümet bunalımında Demokratik Sol Partinin yapıcı davranışının en küçük bir sorumluluğu yoktur. Bu
gerçeği, nitekim, Sayın Çiller de, Sayın Mesut Yılmaz da kabul etmektedirler.
Koalisyon ortağı iki parti, Demokratik Sol Partinin bu özverili davranışının değerini bilemediler ve tarihî bir fırsat kaçırdılar.
Bunun iki nedeni vardı; nedenlerden biri, iki Sayın Genel Başkanın inatlaşma ölçüsüne varan çekişmesi; ikincisi de, Sayın Çiller’in
soruşturmalardan kaçış yolunu araması ve Refah Partisinin tuzağına düşmesi.
Sayın Çiller de, Sayın Yılmaz da, hükümet arayışları başladığından beri, birbirlerine karşı Refah Partisiyle koalisyon kozunu
oynamaya kalkıştılar. Bu tehlikeli bir oyundu. Sayın Çiller “eğer, Refah Partisiyle ben koalisyon kurmazsam Anavatan Partisi kurar;
oysa ben, Refah Partisiyle koalisyon kurarsam, laikliğe yönelebilecek tehlikeleri daha kolay önlerim” diyordu. Bunda ne kadar
başarılı olabileceğinin kanıtını, Programda, zorunlu eğitime ayrılan paragrafta ve o paragrafla, laik eğitimden verilen ödünde
görmekteyiz. Yani, Sayın Çiller’in o iddiasının da gerçekçi olmadığı ortadadır. Buna karşılık Sayın Yılmaz da “eğer, Doğru Yol
Partisi Refah Partisiyle koalisyon kuramazsa, biz kurarız; kurdukları koalisyon bozulursa da biz varız beklemede” diyordu. Tabiî, iki
eski koalisyon ortağının, Refah Partisi kozunu birbirlerine karşı kullanmalarını, Refah Partisi de kendi açısından ustaca
değerlendirdi; bu rekabeti kızıştırdı ve “ya birinizden biriniz bizimle hükümet kurarsınız ya da erken seçime sürüklenirsiniz” dedi.
Bu arada, Sayın Çiller’in, artık, Anavatan Partisiyle kesinlikle hükümet kurmam tavrına girmesi de, Refah Partisiz hükümet
seçeneklerinin önünü tıkamış oldu; çünkü, Refah Partisiz bir hükümet kurulabilmesi için, Doğru Yol Partisiyle Anavatan Partisinin
ortak rızası gereklidir sayısal açıdan. Başka türlü ne Refahsız bir koalisyon kurulabilir ne de başka türlü, öbürünün rızasını
almadan, bu koalisyon ortaklarından biri bir azınlık hükümeti kurabilir.
Şimdi, bir tıkanıklığa, yeni bir tıkanıklığa sürüklenmiş bulunuyoruz. Bu tıkanıklık nasıl aşılır? Bunu aşmanın bir tek yolu
vardır; o da, hükümet konusunda Refah Partili seçeneği, pazartesi günü verilecek oylarla saf dışı bırakmak. (DSP sıralarından
alkışlar)
Denebilir ki, güvensizlik oyları ağırlıkta olup Doğru Yol-Refah Koalisyonu çökerse Anavatan Partisi köşede bekliyor; o hazır,
Refah Partisiyle koalisyon kurmaya... Benim bu konudaki kanım şu: Geçmişte hazırdı; fakat, Refah Partili bir koalisyona girdiği
için, girmeyi göze aldığı için Sayın Çiller’e ve partisine kamuoyunun çok geniş bir kesiminden gelen tepkileri gördükten sonra, ben
inanıyorum ki, artık, Anavatan Partisi de asla Refah Partisiyle hükümet kurmayı içine sindiremez. (DSP sıralarından alkışlar) Bunu,
kendi, kamuoyuna izah edemez; çünkü, eğer Refah Partisiyle bu aşamadan sonra, toplumun bu tepkisini gördükten sonra yeniden
koalisyon kurmaya talip olacak olursa Anavatan Partisi, şimdi Doğru Yol Partisine yönelen yoğun ve yaygın kamuoyu tepkisi bu kez
Anavatan Partisine yüklenir, yönelir. Onun için, ben, artık, Doğru Yol-Refah Hükümeti çöktüğü takdirde, kamuoyundan gelen yoğun
baskıların etkisiyle çöktüğüne göre...
AHMET İYİMAYA (Amasya) – Teori...
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – ...Anavatan Partisinin böyle bir denemeyi aklından bile geçirmeyeceğine inanıyorum.
AHMET İYİMAYA (Amasya) – Pratiği bilmiyorsunuz.
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Buna karşılık, Refah Partili hükümet seçeneği Türkiye’nin gündeminden çıktığı anda,
Türkiye’de yeni bir siyasal ortam oluşacaktır. Daha önce mümkün görünmeyen bazı hükümet seçenekleri artık mümkün hale
gelecektir. Şimdiye kadar gündeme gelmeyen veya gözardı edilen çoğunluk hükümeti modelleri de, sağlam güvenoyu temeline dayalı
hükümet modelleri de gerçekleşebilir ve uygulanabilir hale gelecektir; ancak, bunun için, hükümet sorunu üzerinden Refah Partisi
ambargosunun kalkması gereklidir. Bunun, partiler üzerinde, özellikle de şu aşamadan sonra Doğru Yol Partisi üzerinde önemli bazı
etkileri olacaktır. Başka bir partinin içişlerine karışmak istemediğim için, bu konuyla ilgili tahminlerimi söylemek istemiyorum.
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Söyleyin...
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Fakat, deneyimli politikacılar, ne kastettiğimi herhalde anlamışlardır.
Şimdi, eğer, pazartesi günü, bu Hükümet güvensizlik oyu alırsa, ben inanıyorum ki, Türkiye, hükümetsiz kalmayacaktır ve yeni
bir erken seçime de mahkûm olmayacaktır. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) Sayın Cumhurbaşkanı da, herhalde, yeni hükümet
arayışları için gereken zaman esnekliğini gösterecektir.
Türkiye, bir erken seçime, asıl, bu Hükümetin güvenoyu alması durumunda sürüklenecektir; çünkü, Programından,
Protokolünden edindiğimiz izlenime göre, bu Hükümet, kaynak yaratmadan kaynak tüketici bir seçim ekonomisi uygulayacaktır ve
kendisi için en uygun zamanda, Türkiye’yi, Büyük Millet Meclisini, ister istemez, yeni bir erken seçime sürükleyecektir.
CEMALETTİN LAFÇI (Amasya) – Müneccim mi oldun?!.
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Nasıl, Sayın Çiller, geçen yıl aralık ayında, hodri meydan havasıyla, Büyük Millet
Meclisinin büyük bir kesimini, zamansız ve hazırlıksız bir seçime sürüklediyse, şimdi, aynı hodri meydan oyununu, ben
inanıyorum ki, Refah Partisi oynayacaktır. (DSP sıralarından alkışlar)
Dediğim gibi, Türkiye, bir erken seçime, o nedenle, asıl, bu Hükümetin güvenoyu alması durumunda sürüklenecektir. Meclisin
Hükümete güvensizlik oyu vermesi durumunda oluşacak yeni ortamda ise, Hükümet sorununun erken seçime gerek kalmaksızın
çözülebilmesi için, Demokratik Sol Parti, elinden gelen çabayı gösterecektir. (DSP sıralarından alkışlar) Bu hükümet, şöyle olabilir
böyle olabilir; dışarıdan desteğe dayanabilir, içinde sağlam çoğunluğa sahip olabilir; bunlardan hiçbirini şimdiden gözardı etmemek,
reddetmemek, hatta düşünmemek gerekir pazartesi günkü güvenoylaması sonucu belli oluncaya kadar.
Eğer, bizim, bir azınlık hükümetine dışarıdan güvenoyu sağlama olanağımızı son derecede zararlı buluyor idiyse Sayın
Baykal, neden Anavatan Partisi ile Doğru Yol Partisinin kurdukları, kurmak istedikleri hükümete üçüncü ortak olarak girmedi; neden,
onu bir çoğunluk hükümetine dönüştürmedi?! Bu konuda, eğer, benden veya Partimden bir engel geldiğini gerçekten sanıyorsa çok
yanılıyor. Bunun en küçük bir delili yoktur. (DSP sıralarından alkışlar) Bu konuda bir öneride bulunmak bile, bizim, ne
hakkımızdı ne de haddimizdi. Eğer, buna gerçekten inanıyorsa Sayın Baykal, kendi kendisini aldatıyor.
Ben, burada, Cumhuriyet Halk Partisiyle bir tartışmaya girmek istemiyordum; fakat, bu tartışmayı Sayın Baykal gündeme
getirdi, onun için, bir iki cümle daha ekleyeceğim.
Sayın Baykal, burada, güzel bir şey söyledi: “Seçim öncesinde ve sonrasında her partinin hatasını söyleyeceğim; bizim bir
hatamız olmuşsa o da anlatılsın.” Şimdi, bir örnek veriyorum: Sayın Baykal, siz ve partiniz değil miydiniz, geçen yıl, Sayın Çiller’i
hodri meydan havasına sokup, kış ortasında, altyapısız, hazırlıksız, yetersiz seçmen kütükleriyle bir erken seçime sürükleyen; siz
değil miydiniz?! (DSP sıralarından alkışlar) Bunu önlemek için, bunun zamansızlığını, gereksizliğini anlatabilmek için
çırpındığımız sıralarda, siz değil miydiniz “hayır, ille bir erken seçim olacak; ben de son aşamada o erken seçim trenine
atlayacağım” diyen; siz değil miydiniz?! Eğer, altyapısı hazırlanmadan, seçmen kütükleri yenilenmeden, Anayasa değişikliklerinin
uyum yasaları çıkarılmadan o seçim yapılmasaydı, normal tarihine bırakılsaydı veya bu yılın bahar aylarına, yaz aylarına
bırakılsaydı, şimdikinden bambaşka bir Meclis kompozisyonu, bileşimi ortaya çıkmış olacak ve belki de bu hükümet tıkanıklığı
yaşanmamış olacaktı. (DSP sıralarından alkışlar)
Şimdi, bu 123 milletvekili önerisi... Değerli arkadaşlarım, 123 milletvekili bir araya gelsek, hükümeti biz mi kuracağız? Ya
ANAP’la ya Doğru Yol Partisiyle işbirliği yapacağız; güvenoylaması, yine birinde 23, birinde 24 eksik kalacak. O da yetmeyecek,
onun üzerine dörtlü koalisyon kurulacak. ANAP’la Doğru Yol Partisi ikili koalisyonu yürütemedi, şimdi, belki dörtlü koalisyonu daha
kolay yürütürler mi diyeceğiz?!. Yani bu önerinin, siyasal açıdan da, sayısal açıdan da pek bir ağırlığı olduğunu sanmıyorum.
Burada, gerçekten takdirle izlediğim bir günah çıkarma eyleminde bulundu Sayın Deniz Baykal: “Kusur soysal demokraside
değil, sosyal demokrat politikacılardadır” dedi; doğrudur.. Biz de, bazı sosyal demokrat politikacıların kusurlarının vebaline ortak
olmayı içimize sindiremediğimiz içindir ki ayrı bir partiyiz. (DSP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, geçen eylül ayından beri geçirmekte olduğumuz hükümet zorluklarını ve bunalımlarını gözümüzde
büyütmemeli, ancak, bu zorluklardan ve bunalımlardan bazı dersler almalıyız. Sağlıklı bir ülke yönetimi için ille güçlü hükümetler
gerekmez. Dünyada öyle ülkeler vardır ki, genellikle güçsüz, zayıf hükümetlerle, birkaç partili koalisyonlarla, birkaç partili ve
azınlıkta koalisyonlarla yönetilirler, sık sık hükümetler değişir; ama, toplum ve devlet bundan hiçbir zarar görmez. Neden?.. Çünkü,
o ülkelerde, güçlü bir parlamento vardır. Eğer, Türkiye Büyük Millet Meclisi, şimdi, ahlak zaafı üzerine kurulu olan bu Hükümetin
güvenoyu alabilmesini önleyebilirse, çok önemli bir sınav vermiş olacaktır ve Büyük Millet Meclisinin, böylece, hükümetlerin
peşinden sürüklenmeyen; ama, hükümetleri yönlendiren bir Parlamento haline geldiği, yani 1920’lerin, Kurtuluş Savaşının
Parlamentosu haline geldiği görülmüş olacaktır. (DSP sıralarından alkışlar) Öyle bir Meclis, zayıf hükümetlerin veya uzayabilecek
hükümet bunalımlarının olası tehlikelerinden, olumsuz etkilerinden toplumu büyük ölçüde esirgeyebilecektir.
Ayrıca; güçlü hükümetten önce güçlü, etkili, örgütlü toplum gereklidir. Bunun önünde 1982 Anayasasının getirdiği ağır
engeller vardı. Biz, bundan bir yıl önce, o engelleri Anayasadan çıkarttık; ama, o engelleri hayata aktaracak uyum yasalarını hâlâ
Meclisin gündemine bile getiremedik. Bizim dışımızdaki bütün partiler, bilinç altında, âdeta “keşke o Anayasa değişikliklerini
yapmasaymışız” gibi bir duygu içindeler sanıyorum.
Öte yandan, aylardan beri, gerek Başbakanken Sayın Çiller’e, daha sonra Sayın Yılmaz’a “bir an önce bir ekonomik ve sosyal
konsey kurun; bir danışma organı olarak değil, etkin bir uzlaşma organı olarak kurun; öylelikle, hükümet krizlerinden ekonomik ve
sosyal yaşam etkilenmesin” dedik. Şimdi, bizim, çok yetenekli, cesur, girişimci kadrolarımız var çok şükür. Onlar, hükümet
bunalımlarına rağmen işlerini, yatırımlarını, dışsatımlarını sürdürmek istiyorlar; ama, geleceğe yatırım yapamıyorlar; çünkü,
gelecek belirsiz; gelecekteki hükümetlerin nasıl politikalar uygulayacakları belirsiz. Ama, eğer, yetkili bir ekonomik ve sosyal konsey
olsaydı, o zaman hükümetler değişse de değişmeyecek bazı hedefler, toplumla uzlaşma içinde saptanmış olacaktı ve toplum,
hükümet bunalımından büyük zarara uğramayacaktı.
Değerli arkadaşlarım, ahlakî zaafa ve takiyyeye dayanan bir hükümetin kendisini ciddiye almadığımız için, Programını da fazla
ciddiye almıyoruz; ancak, kısaca, gördüğümüz bazı eksikliklere değinmek istiyorum. Doğru Yol Partisi-Cumhuriyet Halk Partisi
Hükümeti döneminde, Türkiye’de, işçi hakları büyük ölçüde kullanılamaz hale geldi. İçerisinde bir sosyal demokrat partinin, sosyal
demokrat olduğunu iddia eden partinin de bulunduğu o dört yıllık Hükümet döneminde, işçiler, yasal haklarını bile -yasal hakları
çok kısılmıştı- o kısıntılı yasal haklarını bile gereğince kullanamaz hale geldiler. Taşeronluk uygulaması devlet öncülüğünde
yaygınlaştı, sendikalı işçi sayısı büyük ölçüde azaldı; işçilerin ancak yarısı sosyal sigorta kapsamında, geri kalanları sigortasız ve
kamu görevlilerinin, memurların, sendikal hakları hâlâ belirlenmedi. Bunların nasıl düzeltileceğine dair, Programda hiçbir ışık
göremiyoruz.
Ekonomik ve Sosyal Konsey tamamen unutulmuş yazılı metinde; ancak, belki de, şifahî görüşmemizde hatırlatmam üzerine,
Sayın Erbakan, lütfetmiş, hatırlamış ve kürsüde şifahen eklemiş Ekonomik ve Sosyal Konseyi; bu da, bunu ciddiye almaktan ne
kadar uzak olduklarını gösteriyor.
Türkiye’de, son yıllarda en çok ihmal edilen kesim köylü kesimi. Köylünün kalkınabilmesi ve göçe zorlanmadan
kentlileşebilmesi için, kırsal alanda yeni bir yerleşim ve üretim düzenine geçilmesi zorunlu. Demokratik Sol Partinin bu konuda çok
somut bir programı var; fakat, Hükümet Programında, bu kapsamda bir düşüncenin izlerini göremiyoruz.
Rahmetli Özal döneminde, Türkçemiz, bir terim kazanmıştı; “ortadirek” ama, bir türlü, kimlerin ortadireği oluşturduğu
anlaşılamamıştı. Şimdi, bakıyoruz, Hükümet Programında bu terim yeniden diriltilmiş; ama, yine manası, anlamı havada. Kimdir
bu ortadirek? Ortadireğe kimler giriyor? Bunları da bir an önce öğrenelim ki, bu Hükümetin ekonomik ve sosyal politikalarında
uygulayacağı öncelikleri de tahmin edebilelim; tabiî, eğer güvenoyu alabilirse.
SAFFET KAYA (Ardahan) – Alınır... Alınır...
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Programda deniliyor ki, ekonomik kalkınmada temel esas, rant ekonomisinden üretim
ekonomisine geçiş olacaktır.” Ne güzel... Keşke inanabilsek... Ancak, Programda, Emlak Vergisi matrahının gerçekçi seviyede tespit
edileceği dışında, bu yönde hiçbir somut önlem belirtilmiyor. Kaldı ki, bu Hükümetin bir özelliği, Türkiye’nin en büyük
rantiyelerinden birinin başkanlığında kurulmuş olmasıdır. (DSP sıralarından alkışlar) Rantiyelikte, Sayın Başbakanın
yardımcısı da ondan geri kalmamaktadır. Ona rağmen, özveri gösterirler de, bu rant ekonomisinden, üretken, üretim ekonomisine
geçiş yolunda adımlar atabilirlerse, kendilerini yürekten kutlarız.
Sayın Erbakan, önceki gün, kendi Grup toplantısında “faizci adamdan fakirin dostu olur mu” demiş. Refah Partisi, faizci
düzenden en çok yararlanan partidir. Aşırı faiz hırsıyla, Bosna paralarının bir bölümünü de yakan partidir. (DSP sıralarından
alkışlar) Ona rağmen, bu Hükümetin -eğer güvenoyu alabilirse- fakirin dostu olacağını umarız.
Bu Hükümetin, daha işe başlamadan, basın özgürlüğüne gözlerini diktiği belli. Neden? Elbette, her ülkede olduğu gibi,
Türkiye’de de, basının bazı kusurları vardır, bütün kurumların kusurları olduğu gibi; ama, son yıllarda bazı ciddî yolsuzluklar
ortaya çıkarılabildi ve o yolsuzlukların üzerine yürünmesi için adalet harekete geçirilebildiyse, bunu sağlayan Türk basınıdır. (DSP
sıralarından alkışlar) Şimdi, basının bu işlevi engellenmek isteniyor; bu niyet açık. Neden; çünkü, bu Hükümet, yolsuzlukları
karşılıklı olarak örtbas etmek için kurulmuş bir Hükümettir. O nedenle de, yolsuzlukların meydana çıkmasına katkıda bulunan,
öncülük eden bir güce, basın gücüne tahammülü yoktur. Eline ilk fırsat geçtiğinde, basın özgürlüğünün defterini dürmeye çalışacağı
bellidir; ama, inşallah, bu imkânı bulamayacaktır.
Hükümet Programında, toplumun önde gelen sorunlarından biri haline gelen yolsuzlukların adı bile anılmıyor; yolsuzluklara,
ancak ima yoluyla, âdeta utanarak değiniliyor ve bu konuda gerekli yasal düzenlemelerin yapılacağı söyleniyor. Peki, nedir o yasal
düzenlemeler; o söylenmiyor. Oysa, Demokratik Sol Partinin bu amaçla hazırladığı bir yasal düzenleme önerisi, bir yılı aşkın
süredir komisyonlarda bekletiliyor. Yüksek Denetleme Kurulunu Başbakanlıktan ayıralım, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanına
bağlı; ama, tamamen özerk bir kuruluş haline getirelim. Yasa önerimizin özü bu; ama, buna, maelesef, bizim dışımızda hiçbir parti,
şu ana kadar sahip çıkmadı.
Programda, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’yla ilgili olarak, bölge halkına refah ve huzur getirecek bütün ekonomik ve sosyal
tedbirlerin alınacağı belirtiliyor. Bu konuda, Hükümet ortaklarının içtenlikli olduklarına inanıyorum. Dileğim şu ki, bir an önce,
devletin kaynaklarını artırabildikleri kadar artırsınlar ve bunu, öncelikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun perişan halkını
perişanlıktan kurtarmak için harcasınlar. (DSP sıralarından alkışlar)
Güneydoğu ve Doğu Anadolu halkını kalkındıracaksınız, çok iyi; ama, kim, oraya üretken yatırımları götürecek?.. GAP’tan
yararlanabilen yörelerin dışında, güneydoğunun hiçbir yöresine, özel sektörün, bir iki saygıdeğer istisna dışında, yatırım yapma
eğilimi yok. O bölgeye yatırım yapılması için verilen teşvik kredileri bile, başka bölgelere aktarılmış durumda. O halde, özel sektör
o bölgeye gitmeyi göze alabilir hale gelinceye kadar, o bölgedeki üretken yatırımları devletin yapmaya devam etmesi kaçınılmazdır.
Oysa, son yıllarda bunun tam tersi yapılmıştır; Et ve Balık Kurumu ve SEK’in kuruluşları ya kapatılmış ya da üretimleri
durdurulmuştur. Onun için, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’yla, o bölgemiz halkının ekonomik ve sosyal sorunlarıyla ilgili olarak,
Programdaki ifadelerin -eğer Hükümet güvenoyu alabilirse- en kısa zamanda daha belirgin hale getirilmesini temenni ederim.
Öte yandan, Kuzey Irak’ta, sözde Huzur Harekâtının neden olduğu otorite boşluğu sürüp giderken ve o yüzden PKK eylemleri
tırmanırken, bölgede yeterli güvenlik sağlayabilmek de, ekonomiye, kalkınmaya, sınaileşmeye ivme kazandırabilmek de çok güçtür.
Onun için, öncelikle, bu Huzur Harekâtının yerine gelecek yeni bir düzenleme yapmayı, bu Hükümetin içine sindirebilmesi gerekir.
Biz, bildiğiniz gibi, Demokratik Sol Parti olarak, 15 Nisanda, o sözde Huzur Harekâtının yerine geçecek bir düzenlemenin, bir
bölgesel güvenlik planının metnini hazırladık ve Hükümete verdik. Bu metin üzerinde, Dışişleri Bakanlığı ve Genelkurmay
tarafından, Amerika Birleşik Devletleriyle pazarlıklar, müzakereler sürdürülüyor . Tabiî, kendi önerileri de var; ama, bizim
hazırladığımız önerge de, bir tartışma, görüşme metni olarak ele alındı; fakat, Amerika Birleşik Devletlerinde şu ana kadar ciddî
bir yumuşama belirtisini göremiyorum. Bugünkü Hükümet Programında da, bu konunun üzerine yürünebileceği konusunda bir işaret
göremiyorum. Eğer, Irak’ın bölünmüşlüğünden kaynaklanan sorun çözülemezse ve o şekilde, PKK’nın ülkemize sızmaları
önlenemezse, güneydoğuda huzuru sağlamak da, halkı perişanlıktan kurtarmak da kolay olmayacaktır.
Programda, Türkiye’nin, Silahlı Kuvvetlerine verdiği önem, haklı olarak belirtiliyor. “Türk Silahlı Kuvvetlerinin
modernizasyonu hızlandırılacak” deniliyor; Türk sanayiinin imkân ve kabiliyetlerinden de, bu amaçla yararlanılacağı söyleniliyor;
bu, çok yerinde bir hedef. Ancak, son zamanlarda her yandan kuşatılan Türkiye’nin, yeni bir güvenlik kavramına gereksinmesi
vardır. Ege’de, Güneydoğu’da, Kuzeydoğu’da ve Kıbrıs’ta, Türkiye’nin, yeni bir güvenlik kavramı oluşturma zamanı gelmiştir ve
bu kavramı, Türkiye, müttefiklerinin belirlediği güvenlik politikasının dışında, elbette onunla çelişmeden; fakat, onun dışında,
kendi inisiyatifiyle, bir an önce hazırlamak, o arada, özellikle Ege’de, Deniz ve Hava Kuvvetlerimizi güçlendirmek zorundadır;
ancak, bu konularda, Programda yeterli açıklığı göremiyoruz.
Programda din hizmetleriyle ilgili olarak şu söyleniyor: “Milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, din hizmetlerine
önem verilecektir.” Güzel; fakat, bugün, din konusunda -bugün değil, yıllardan beri- Türkiye’nin gitgide ağırlaşan bir sorunu var,
Alevî kesimin sorunu, Alevî kesimin yakınmaları...
Alevî kesimin sorunları ve yakınmaları konusunda, onlara çare getirecek ne düşünüyor Hükümet; buna bir kelimeyle bile
değinilmemiş. Oysa, bu, ihmal edilecek bir sorun değildir. Alevî yurttaşlarımız, ulusal birliğin de laikliğin de demokrasinin de önde
gelen güvenceleri arasındadır. Onların isteklerinin, ulusal birliğimizle çelişmesi söz konusu değildir; ancak, bu konuya, Programda
hiç değinilmemiş olmasını ciddî bir eksiklik olarak görüyoruz.
Hükümet programlarının en dikkatli hazırlanması gereken bölümü, dış politikayla ilgili bölümüdür. Bir hükümet programını
biz ciddiye almasak bile, yabancılar ciddiye alırlar ve pertavsızla incelerler. Oysa, bu konu, dış politika konusu, Programın en sudan
bölümü. Dış ilişkilerle ilgili çerçeveyi, Hükümet Programında belirleyen paragraf şu: “Hem Batılı ülkelerle hem de manevî ve tarihî
değerlerle bağlı olduğumuz İslam ülkeleri, Orta Asya Türk cumhuriyetleri ve Balkan ülkeleriyle işbirliği daha da geliştirilecektir.”
Buna hiçbir itirazımız söz konusu olamaz; ancak, dış ilişkilerimiz açısından önem taşıyan; ama, Programda adı bile anılmayan
bazı bölgeler ve ülkeler var. Örneğin, koskoca Rusya. Hem aramızdaki sorunlar gitgide büyüyor hem de aramızdaki olanaklar gitgide
büyüyor. Bir yandan, Rusya’nın, Türkiye’yi tedirgin edecek tavırları yoğunlaşıyor; ama, bir yandan da, yüzlerce Türk işadamı,
binlerce Türk işçisi, Rusya’da hayatını kazanıyor. Kayıtiçi ve kayıtdışı dışsatım yoluyla, belki de, en büyük döviz gelirini
Rusya’dan elde ediyoruz; ama, Rusya’nın adı bile yok...
Ortadoğu’nun biraz daha doğusuna gidecek olursak, başta Japonya olmak üzere, Pasifik ülkeleriyle aramızdaki ekonomik
ilişkilerde büyük bir hızlanma var; oysa, Japonya’nın adı geçmiyor, Çin’in adı geçmiyor, Pasifik ülkelerinin adı geçmiyor...
Kafkaslardan ve Orta Asya’dan gelecek petrolle ilgili boru hattı, Türkiye için son derece önemli bir konu. Buna, bir cümleyle
değinilmiş “Bakü-Ceyhan Petrol Boru Hattı...” diye kısacık bir cümle. Sanki o sorun çözülmüş gibi bir havada kaleme alınmış
Program. Oysa, bu konu askıdadır ve Türkiye’deki hükümet bunalımlarının sürüp gitmesi yüzünden de, Türkiye, elde edebileceği
bazı avantajları, maalesef, en azından şimdilik kaybetmiş durumdadır; ama, bu konuya, Hükümet Programında yer verilmemiştir.
Türkiye’nin en can alıcı, en ivedi sorunu Irak sorunudur. Programda ise, Irak sorununa, bir cümleyle bile değinilmiş değildir.
Bizde, yanlış olarak “Çekiç Güç” diye adlandırılan Huzur Harekâtı ile ilgili olarak, Hükümetin nasıl davranacağı konusunda -ki, üç
hafta gibi bir süre kaldı; yeniden Meclisin önüne gelecek ve eğer, ciddî bir değişiklik yapılmamışsa, artık, biz, oy vermeyeceğiz-
herhangi bir tavır belirlemediği; hatta, kendini, bazı ödünlere hazırladığı izlenimi içerisindeyiz.
Yunanistan ile ilgili olarak şu paragraf yer alıyor: “Yunanistan ile aramızdaki anlaşmazlıkların, ancak, kalıcı ve karşılıklı
çıkarları kollayan bir müzakere ve diyalog çerçevesinde çözülebileceği inancındayız.” Güzel bir söz; ama, boş laf. Yunanistan ile
aramızdaki sorunlar bellidir. Bu sorunların başında, Ege sorunu gelir; kıta sahanlığıyla, karasularıyla, ekonomik bölge sorunuyla,
FIR hattı sorunu, hava sahası sorunuyla... Bu sorunun -Ege sorununun- Türkiye tarafından, bir an önce, 1970’lerde olduğu gibi,
yeniden, iki ülke arasında, ciddî olarak, somut biçimde gündeme getirilmesi gerekir; fakat, Ege sorunun adını bile anmaktan
çekinmiş bu Hükümet, Programdan gördüğümüze göre.
Bu arada, Batı Trakya Türkleri ezilmeye devam ediliyor. Son durumunu bilmiyorum; ama, şimdi, biz, Yunanistan ile iyi ilişkiler
için, bu Programda yer alan ifadeleri okurken, belki de, halkın oyuyla seçilmiş olan Müftü Mehmet Emin Aga hâlâ hapiste. E, bu
konuların üzerine, biz yürümezsek, Avrupa’daki insan hakları sevdalıları mı yürüyecek?! Bunlara, bir cümleyle olsun, Hükümet
Programında acaba yer verilemez miydi?
Şimdi, Avrupa Birliği, başkalarının karıştığı yetmezmiş gibi, Kıbrıs konusuna karışmaya kararlı. Karışmaya başladı,
karıştıkça da karıştırıyor... Bu arada, Kıbrıs’ın, Türkiye’ye rağmen ve Kıbrıs Türklerine rağmen, Avrupa Birliğine üye alınması
kararı verildi; ardından, Türk toplumu da sürüklenecek; amaç o. Şimdi, biz, buna razı mıyız, değil miyiz? Kıbrıs’taki iki toplumun
anlaşmaları koşuluyla mı razıyız; yoksa, önce, Türkiye’nin, Avrupa Birliğine üye olması koşuluyla mı razıyız? Bu konuya açıklık
getirmeye mecburdur Hükümet; tabiî, eğer, güvenoyu alabilirse... Muhalefetteyken, bu konularda, Sayın Erbakan ve değerli
arkadaşları, lafı kimseye bırakmazlardı, çok yürekli, çok cesur davranırlardı. Şimdi, bu Hükümet Programında ise, bütün bu
duyarlı konuların, nasıl sessizlikle geçirildiğini görüyoruz.
MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – İbretle izliyoruz!..
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, Programda “Gümrük birliğinin, sağlıklı bir biçimde gelişmesi
sağlanacaktır” deniliyor; yani, ileriye atıf... Peki, geçmişteki sağlıksız yönü ne olacak? 6 Mart 1995’te, Brüksel’de belgeleşen
sağlıksız durum ne olacak; o konuda bir şey yok. 6 Mart 1995 Belgesinin, Türkiye Büyük Millet Meclisine, hükümetler tarafından
getirilmemiş olmasını, Refah Partisi de bir yıldır eleştiriyordu, biz de eleştiriyorduk. Peki, şimdi, Refah Partisi Hükümette; 6 Mart
1995 Brüksel Belgesini, eğer, Hükümet güvenoyu alabilirse, Meclisin onayına sunacak mısınız, sunmayacak mısınız? Bunun
açıkça belirtilmesi gerekir. (DSP sıralarından alkışlar)
Batı Avrupa Birliğiyle aramızdaki anlaşma, hâlâ, Türkiye Büyük Millet Meclisine getirilmedi; getirecek misiniz, getirmeyecek
misiniz? İsrail’le son aylarda imzalanan, hiçbirimizin içeriğini tam olarak bilmediğimiz anlaşma, Türkiye Büyük Millet Meclisine
onay için getirilecek mi, getirilmeyecek mi? Bunun da işareti yok Programda. Ortadoğu barış süreci konusunda Türkiye ne
düşünüyor, bu belli değil... Suriye’yle ilişkilerimiz ne olacak; Programda bunun işareti yok; ancak, Sayın Erbakan, birkaç hafta önce,
kendi kişisel işaretini veya partisel işaretini verdi, “Suriye’yle o kadar iyi ilişkiler kurmalıyız ki, sınırlarımız bile kalkmalı” dedi.
Bu olduğu takdirde, tabiî, PKK büyük rahatlığa kavuşacaktır; pasaportsuz, vizesiz, elini kolunu sallaya sallaya sınırımızdan
Türkiye’ye gelecektir. (DSP sıralarından alkışlar) Bütün komşularımızla aramızdaki sınırların, kalkmasa bile, yumuşamasını biz
bile temenni ederiz; ama, bu temenniyi belirtmeden önce, Türkiye’nin, Suriye’ye koştuğu şartları belirtmesi gerekirdi Sayın
Erbakan’ın.
Sayın Başkan, ne kadar vaktim var efendim?
BAŞKAN – 7 dakikanız var Sayın Ecevit; buyurun.
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Çok teşekkür ederim efendim.
Sayın milletvekilleri, Refah Partisine, tabiî, demokratik hukuk devleti açısından saygımız var; fakat, sorunlu bir parti ve bu
parti, kendi sorunlarını çözmeden, ülke sorunlarını da çözemez.
Nedir Refah Partisinin sorunları: Refah Partisi, gerçekleştirilemeyecek hayallerle, değiştirilemeyecek gerçekler arasında
bocalayan bir partidir. (DSP sıralarından alkışlar)
Refah Partisinin gerçekleştirilemeyecek hayallerine bir-iki örnek vermek isterim. Bunların başında, tabiî, hiç kimsenin ciddiye
almadığı adil düzen projesi geliyor. Adil düzene geçilecek, kazançlar vergilenmeyecek, herkes sosyal güvenlik kapsamına girecek;
ama, kimse prim ödemeyecek; işadamları, sermayesiz yatırım yapacak ve ekonomi parasız işleyecek... Bunu, bırakınız Refah
Partisi dışındakileri, Refah Partisinin çok yakını olan MÜSİAD bile ciddiye almadığını, geçenlerde, Sayın Erbakan’ın da hazır
bulunduğu bir toplantıda açıkladı.
Yine, gerçekleşemeyecek bir hayal; İslam Birleşmiş Milletleri, İslam UNESCO’su, İslam Dinarı, İslam NATO’su... Bunları
ciddiye alan bir tek İslam ülkesini şimdiye kadar işitmedik.
Bunların yanı sıra, bir de Türkiye’nin değiştirilemeyecek gerçekleri var. Bu gerçeklerin başında, Türkiye’nin jeopolitik konumu
gelir. Türkiye’nin bu jeopolitik konumunda hiç kimsenin gücü, Refah Partisinin de gücü, Ortadoğu ülkelerinin de gücü, Batı
Avrupa’nın da gücü, Türkiye’yi, sadece bir Ortadoğu devleti çemberine hapsetmeye yetmez.(DSP, ANAP ve CHP sıralarından
alkışlar) Türkiye, bir Ortadoğu ülkesidir; ama, bir Akdeniz ülkesidir de, bir Balkan ülkesidir, bir Avrupa ülkesidir, bir Kafkas
ülkesidir, bir Asya ülkesidir; bunların hepsi birdendir.
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Daha iyi...
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Refah Partisinin istekleri tam uygulanacak olursa -Hükümet Programında yer verilmeyen; ama,
zihinlerinde saklanan niyetleri- Türkiye, kendini bir Ortadoğu devleti, münhasıran bir Ortadoğu devleti durumunda bulmuş olacaktır.
Yine, Türkiye’nin değiştirilemeyecek gerçeklerinden biri, inançlara saygılı, laikliktir. (DSP ve CHP sıralarından alkışlar)
Laiklik, Türkiye Cumhuriyetinin temelidir ve laiklik sayesindedir ki, Türkiye, bütün İslam ülkeleri arasında -doğal kaynaklarının
nispî kıtlığına karşın, bütün İslam ülkeleri arasında- sanayi bakımından en ileri ülke, en demokratik ülke, en özgür ülke durumuna
gelebilmiştir.
Yine, Türkiye’nin değiştirilemeyecek bir gerçeği, Atatürk’ün, kafalardaki yeridir. (DSP sıralarından alkışlar) Atatürk’ün
çağdaşlarını düşünün, Atatürk ile çağdaş liderleri düşünün... Lenin... Lenin’den ne kaldı geriye? Ne heykelleri kaldı, ne ideolojisi
kaldı... Stalin’den ne kaldı geriye, Hitler’den ne kaldı, Mussolini’den ne kaldı, Franco’dan ne kaldı? Ama, Türkiye’de, Atatürk’ün
getirdiği her şey yaşıyor hâlâ. (DSP, ANAP ve CHP sıralarından alkışlar) Onun için, bu gerçeği değiştiremezsiniz. O bakımdan,
Hükümet Programında yer alan Atatürk’e övgü sözlerinin, içtenlikli olduğuna inanmak istiyorum; ama, içtenlikli midir değil midir;
bu, Hükümet Programında test edilemez; bunun, muhalefette test edilmesi gerekir. (DSP, ANAP ve CHP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, Refah Partisi, laikliği, sadece, vicdan ve inanç özgürlüğü olarak görüyor. Evet, vicdan özgürlüğü, inanç
özgürlüğü laikliğin ayrılmaz bir unsurudur; ama, laik olmayan bazı ülkelerde bile inanç özgürlüğü vardır. Laiklikte, inanç
özgürlüğüne ek olarak, başka unsurların da yer alması doğaldır. Bir kere, dinin, siyasete alet edilmemesi temel kuraldır laiklikte;
Allah ile insan arasına girilmemesi temel kuraldır; inancın, akılcılıkla bağdaştırılması temel kuraldır. Bunları göz önünde tutacak
olursak, görülür ki, dünyada laikliğe en yatkın din, aslında İslam dinidir. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)
Türkün, ne Sünnîsi, Ortadoğu Arap ülkelerinin Sünnîlerine benzer, ne de Türkiye’nin Alevîsi, İran’ın Şiîlerine benzer. Bizim
halkımız, kendi tasavvuf kültürü içinde, kendine özgü insancıl bir İslam anlayışı oluşturmuştur. (DSP, ANAP ve CHP
sıralarından alkışlar) Bölgemizdeki başka Müslüman ülkelerde, din duygusu Allah korkusuna dayandırılır; Türk Halkının, Orta
Asya’da, Hoca Ahmet Yesevîlerle tohumları ekilen, Horasan erenleriyle Türkiye’ye taşınan, Türkiye’de Yunus Emrelerin, Hacı
Bayram Velilerin, Hacı Bektaş Velilerin, Mevlânâların ve halk ozanlarının dilinde gelişen ve buradan da Balkanlara taşan Türk
Halkının İslam anlayışında, din duygusu, Allah korkusuna değil, Allah sevgisine dayanır...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ecevit, süre veriyorum, toparlar mısınız.
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – ...ve bu Allah sevgisi, insana yansır, insan sevgisine dönüşür; bu da, özgürlüğün kapılarını,
hoşgörünün kapılarını açar (DSP, ANAP ve CHP sıralarından alkışlar) Ama “Refah Partisi iktidara geldiğinde, otobüsümüzün
önünde yatıp, zangır zangır titreyeceksiniz” diyen Erbakan’ın söylemi, kendisini tasvip etmeyenlere “geberin, geberin” diye
meydanlarda haykıran Erbakan’ın sözleri, söylemi, Türk Halkının İslam anlayışının söylemi değildir. (DSP, ANAP ve CHP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, Türkiye, İslam ülkeleri arasında en çağdaşıdır, en özgürüdür, en gelişmişidir; ama, dinine de en çok
bağlı olan halka sahiptir. Suudî Arabistan’da, İran’da, kimin, dine bağlılığı içten gelir; kimin, devlet zorlamasından, mollaların
zorlamasından gelir bu belli değildir; ama, Türkiye’de, herkes özgürdür ve özgürce dinsel inançlarına sahip çıkmaktadır.
Refah Partisinin, Türk toplumunun özellikleriyle bağdaşmayan İslam anlayışının bir yönü de kadınlarla ilgili; açıkça
“kadınlara yönetimde yer verilemez” deniliyor. Onun için, Sayın Çiller, eğer, iki yıl sonra Başbakanlık sırasının kendisine
geleceğini sanıyorsa, ya Refah Partisini tanımıyor ya kendi kendini aldatıyor demektir. (DSP, ANAP ve CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Başkanın hoşgörüsünü suiistimal etmemek için sözlerimi bağlıyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
(DSP sıralarından “konuşsun, konuşsun” sesleri)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Sayın lideriniz konuşuyor ve ciddî konulara temas ediyor. (DSP sıralarından alkışlar) Ciddî
davranmak, herkesten çok size düşer, rica ediyorum...
Buyurun Sayın Ecevit.
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sözlerimin başında belirttiğim gibi, Refah Partili bir hükümet modeli gündemden çıkınca, ortam durulur ve güvenoyu alacak bir
hükümet kurulur. (DSP, ANAP ve CHP sıralarından alkışlar)
HACI FİLİZ (Kırıkkale) – İçinde misiniz, dışında mı?
BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Türkiye Büyük Millet Meclisi de, erken seçim yerine, rejimin eksiklikleriyle ve halkın geçim
derdiyle ilgilenme olanağı bulur.
Sözlerimi bitirirken, özellikle Doğru Yol Partili sayın milletvekillerine, kendi Genel Başkanlarının diliyle, kendi Genel
Başkanlarının sözleriyle seslenmek istiyorum: Refah Partisiyle koalisyonu onaylayarak, ülkeyi ve Partinizi karanlığa gömmeyiniz,
Türkiye’nin geleceğine kıymayınız... Yine, Sayın Genel Başkanınızın sözleriyle, Atatürk’ün açtığı yolu kapatmaya uğraşanlara
izin vermeyiniz... Sayın Genel Başkanınız, bu tehlikeye karşı göğsünü siper etmekten vazgeçmiş olsa bile, sayın Doğru Yol Partili
milletvekilleri, sizler göğsünüzü siper ediniz.
Saygılar sunarım. (ANAP ve CHP sıralarından alkışlar, DSP sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Ecevit, teşekkür ediyorum.
Doğru Yol Partisi Grubu adına kim konuşacak efendim?
SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Abdülbaki Ataç konuşacak Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Ataç, sürenin tamanını zatı âliniz mi kullanacak efendim?
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Balıkesir) – Evet efendim.
BAŞKAN – Pekala.
Buyurun Sayın Ataç.
DYP GRUBU ADINA ABDÜLBAKİ ATAÇ (Balıkesir) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri ve televizyonları başında
Yüce Meclisin 54 üncü Hükümet Programı görüşmelerini takip eden değerli vatandaşlarım; sözlerime başlarken, hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Evet, bugün, Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisinde 54 üncü Hükümetin Programı görüşülüyor. Bugüne kadar 53
hükümet kurulmuş ve her kurulan hükümetin programı görüşmeleri sırasında, iktidar olan taraf ile muhalefete ait olan taraf
arasındaki konuşmalarda farklı farklı üsluplar sergilenmiş, o şekilde görüşler ortaya konmuştur. Bu, işin tabiatında vardır.
Türkiye ilk defa hükümet kurmuyor, Türkiye’de ilk defa hükümet kurulmuyor, koalisyon hükümeti de ilk defa kurulmuyor.
Türkiye, koalisyon hükümetleriyle ilk defa 1961’de tanışmış ve 1961 yılında, birbiriyle en büyük siyasî hasım olan iki siyasî parti,
Cumhuriyet Halk Partisi ve Adalet Partisi, ortak müştereklerde anlaşarak hükümet kurmuşlardır. O zamanki hükümet oluşurken,
sözcüler, bu hükümetin ne kadar faydalı olacağı konusundaki görüşlerini belirtmişlerdir. Daha sonra, 1974 yılında, Millî Selamet
Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi arasında koalisyon hükümeti kurulma noktasına gelinince ve hükümet programı görüşmeleri de
başlayınca, yine, o Mecliste, bu hükümetin iktidar kanadını teşkil edenler ile muhalefet kanadını teşkil edenler, değişik ifadelerde
bulunmuşlardır.
Benden önce konuşan değerli grup sözcüleri, muhalefet kanadını temsil eden Sayın Baykal ve Sayın Ecevit, muhalefetten
beklenen konuşma neyse, neleri söylemeleri icap ediyorsa onları söylemişlerdir ve özellikle, Doğru Yol Partisi ile Refah Partisi
arasında kurulan bu Hükümetin, fazilet dışı bir oluşumla kurulduğu, yolsuzlukları örtmek gayesine matuf olarak kurulduğu
iddiasını, bir haftadır tekrar ettikleri bu iddiayı, bir kere de, bu Meclis kürsüsünden tekrar etmişlerdir.
Sözlerime başlarken, önce şunu ifade edeyim ki, Doğru Yol Partisi bugünün partisi değildir; Doğru Yol Partisi, Adalet Partisinin
devamıdır -her zamanda ve her zeminde söyledik- Doğru Yol Partisi, Demokrat Partinin devamıdır. Devamı olmakla iftihar
ettiğimiz hem Adalet Partisi hem Demokrat Parti, ihtilallere, her türlü iddialarla muhatap olmuş olmasına rağmen ve ihtilalcilerin
hesaplarına muhatap olmuş olmasına rağmen, bu konuda alnı ak çıkmıştır. Bugün, eğer, Doğru Yol Partisi müntesiplerinin ve
Doğru Yol Partisi milletvekillerinin başı bulutlara değecek kadar dikse; işte, bunun temelinde o temizlik yatmaktadır. (DYP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Vermediğimiz, veremeyeceğimiz hiçbir hesap yoktur.
Öncelikle şunu ifade etmek isterim ki, bu protokol ve koalisyon görüşmelerinde, Partim adına bulundum. Sayın Baykal’a da,
Sayın Ecevit’e de çok açık bir şekilde söylüyorum ki, bu Koalisyonun oluşmasında, soruşturma önergelerini ortadan kaldırmak gibi
bir anlaşma kesinlikle yoktur; böyle bir konu gündeme bile gelmemiştir ve getirilmemiştir. Esasen, ne Doğru Yol Partisinin
milletvekilleri paralı askerdir ne kurşun askerdir ne de Refah Partisinin milletvekilleri paralı askerdir, kurşun askerdir. (DYP ve RP
sıralarından alkışlar) Haksızlık varsa, yolsuzluk varsa, yanlışlık varsa, o konunun üzerine gitmeyi şerefli bir görev sayarız ve
haksızlık kimden gelirse gelsin, yolsuzluk kimin tarafından yapılmış olursa olsun, onun üzerine gitmeyi, milletin bize vermiş
olduğu şerefli bir görev sayarız. (DYP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, çok konuşulan, üzerinde çok söz sarf edilen bu konuda, Meclisin geçmişteki tutanakları var; bakın,
birkaç pasajı okuduğum zaman, bugün konuşulanların, aşağı yukarı, geçmişte de aynen konuşulduğu görülecektir; ama, taraflar
farklı, konuşanlar farklı bir şekilde... Aynı şahısların -siyaset devrelerini dikkate aldığınız zaman- zaman geçtikçe ne kadar fikir
değiştirdiğini de hep beraber müşahade edeceğiz.
1961 yılındaki Adalet Partisi-Cumhuriyet Halk Partisi Koalisyonunda, değerli konuşmacılar -özellikle Cumhuriyet Halk Partisi
konuşmacıları- demişlerdir ki “başlangıçta aşılması imkânsız gibi görülen engellere ve güçlüklere rağmen, bu mesut neticenin
gerçekleşmesinde, şüphesiz, büyük milletimizin siyasî olgunluğu ve her güçlüğü yenme hususunda denenmiş kudreti yanında; bugün,
ister iktidarda ister muhalefette yer almış olsun, bütün siyasî partilerimizin ve sağduyu sahibi siyaset adamlarımızın, içinde
bulunduğumuz çok nazik ve çetin şartlar karşısında, Türk Parlamentosuna ebedî şeref verecek bir mesuliyet duygusu ile hareket
etmelerinin de büyük hissesi vardır.” Yani, bu koalisyonun oluşmasında Parlamentonun çok büyük hissesi olduğu, o zamanki
konuşmacılar tarafından belirtilmiş.
Şimdi, Sayın Ecevit’i ve dolayısıyla o günkü koalisyonda bulunan, koalisyon hükümetinin bir bakanı olarak görev yapan Sayın
Baykal’ı da aynı partide olduğu için çok yakından ilgilendiren, 1974 yılında Sayın Ecevit tarafından kurulmuş bulunan Millî
Selamet Partisi-Cumhuriyet Halk Partisi Koalisyonuyla ilgili Hükümet Programı görüşülürken, Sayın Ecevit’in konuşmalarından
birkaç pasaj:
“Sayın Demirel’in de alay ederek değindiği başka tarihî yanılgıları da ortadan kaldıracağız. Artık kimse sömürü aracı olarak
din istismarı yapamayacaktır; artık kimse reformculuğu yozlaştırmak için Atatürk istismarcılığı da yapamayacaktır.
İşte iki parti, Atatürk ilkeleri doğrultusunda ve işte bu devleti yöneceğiz diye milletimizin önüne elele verip çıkmış
durumdadır.”
Yine devamla “Değerli arkadaşlarım, güvenoyu verirseniz, göreve, güçle ve inançla devam edecek bu Hükümetle, Türkiye’de
yeni bir dönem başlayacak, o yeni dönemde bazı eski yöntemler geçerli olmayacak...”
AHMET İYİMAYA (Amasya ) – Takıyye yapmışlar!
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – “...onun için, toplumda geçerliliğini korumak isteyen bütün siyasetçileri ve partileri,
açılmakta olan yeni dönemin kurallarına kendilerini daha iyi hazırlamaya davet ediyorum. Toplumda şimdiden büyük ölçüde
yerleşmeye başlayan barışın, siyasette, partilerimiz arasında da yerleşmesini diliyoruz.
En sert muhalefet özgürlüğünü de tanımayı görev bileceğiz” diye sözlerini tamamlamıştır.
Demek ki, Sayın Ecevit’in, Hükümetin kurulması noktasında, eğer iktidarın bir ortağıysa, sözleri bunlar, eğer muhalefette,
karşısında ise o zaman sözleri, biraz önceki dinlediklerimiz...
KADİR BOZKURT (Sinop) – Ecevit burada yok sayın hatip.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – ...ve bu kabinede Sayın Baykal da görev alıyor, Sayın Baykal birlikte çalışıyor.
Daha sonrası da var; bugün, yolsuzluk üzerine, şaibe üzerine kurulduğu iddia edilen bu Koalisyonun, asıl, daha ağırını, Türk
siyasî hayatına 1978’li yıllarda Sayın Ecevit getiriyor. (DYP ve RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) 11 adam arıyorum diyor,
kendisini satacak 11 adam arıyorum...
Neyle satacak; ister parayla, ister bakanlıkla kendisini satacak 11 adam arıyor. O, o şekilde ifade etmiyor, o tarihte “namuslu
adam arıyorum” diye yola çıkıyor; ama, Sayın Ecevit’in namus anlayışının bu olduğunu, bir kere daha, buradan hatırlatmak
istiyorum. (DYP sıralarından alkışlar)
Eğer, bir milletvekili, diğer siyasî partiden, Sayın Ecevit’in kuracağı Hükümete katkıda bulunmak üzere geliyorsa, hangi sebeple
geliyorsa gelsin, makbul adamdır ve onların hepsini bakan yapıyor...
TAHSİN BORAY BAYCIK (Zonguldak) – Onlar da sizden o zaman...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – ...ve bu siyasî rüşvetle kurduğu iktidar -biraz evvel kendi ifadesiyle- tarihimize kara bir leke
olarak, bir hükümet kuruluşu olarak giriyor. Asıl kara leke, işte, o 1978’li yıllarda kurulan Hükümettir. (DYP sıralarından “Bravo”
sesleri, alkışlar)
Y FEVZİ ARICI (İçel) – 1977...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bugün, Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi arasında kurulmakta olan bu Hükümetin ayıplı
hiçbir tarafı yoktur ve tabiî, o hükümetten -Sayın Ecevit’in kurduğu o Hükümetten- iki bakan yolsuzluktan -birisi 35 yıl, birisi 15
yıl- biri de bölücülükten mahkûm oluyor ve Sayın Ecevit, bu Bakanlar Kurulunun Başbakanı olarak, bundan hiçbir mesuliyet
hissetmiyor ve bu yolsuzluklar yapılırken, Sayın Başbakan Ecevit, bunların hiç farkında değil.
NECMİ HOŞVER (Bolu) – Enerji Bakanı da Sayın Baykal!..
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bakın, işte, tarihimizde, buna benzeyen olayları yaşadığımızı şunun için ifade ediyorum:
Siyasî partilerde de, şahıslarda da bir gelişme olacaktır; ama, bazı insanî duygular vardır ki -fazilet gibi- onlar değişmez, onların
kuralları değişmez, şartları değişmez. 1970’li yıllarda fazilet anlayışınız başka olacak, 1990’lı yıllarda başka olacak... Böyle bir
anlayışı kabul etmek ve böyle bir anlayışın yanında olmak mümkün değildir.
Bakın, bugün, yine, kurulmakta olan bu Hükümetle ilgili olarak ortaya bir iddia koyuyor “eğer, bu Hükümet güvenoyu almazsa,
Yüce Parlamento merak etmesin” diyor. Sanki, Yüce Parlamento “seçime gideriz” diye bir endişe içindeymiş gibi!.. Bu Parlamentoda
bulunan arkadaşlarımız, nasıl seçildilerse; eğer, seçim olursa, tekrar seçilmek için gayret ederler, yollara düşerler; ama, bir seçim
korkusu varmış ve bunu ortadan kaldırmak istiyormuş gibi “pazartesi günü, bu Hükümet güvenoyu almazsa, seçim olmayacaktır;
yeni bir hükümet modeli ortaya çıkacaktır” diyor.
Sayın Ecevit, her zaman, ilerlemiş ülkelerdeki demokrasileri örnek olarak gösterir. İlerlemiş ülkelerdeki demokrasi
örneklerinden bir tanesi de Almanya’dadır. Yeni bir hükümetin nasıl kurulacağını kesin olarak tahaahhüt etmeden, bir başka
hükümeti yıkamazsınız. Eğer, yeni bir hükümet modelini net bir biçimde ortaya koyabiliyorsanız, bu Hükümetin güvenoyu alıp
almaması o kadar önemli değildir; ama, ortaya koyduğunuz bir şey yok.
Sayın Baykal bir teklifte bulunuyor, diyorsunuz ki “biz, sosyaldemokrat partiler olarak 123 kişiyiz; ama, çoğunluğu da istiyoruz,
çoğunluk hükümeti olsun istiyoruz.” Sayın Refah Partisi sözcüsü arkadaşımız, ona çok güzel cevap verdi... “123 kişiyle biz hükümet
olalım, Anavatan bizi desteklesin -tarihî mesuliyettir- Doğru Yol Partisi de desteklemezse, o da mesuliyet altına girer...” Böyle bir
mantıkla, böyle bir anlayışla hükümet kurulabilir mi; böyle bir mantığı, bu Yüce Parlamentoya teklif etmenin ne anlamı var? Ortada
konuşulmuş bir şey yok. Hatta, Sayın Ecevit ile Sayın Baykal’ın mezarda bile bir araya gelemeyeceklerini söyleyen, onları çok
yakından tanıyan arkadaşımızın beyanatı gazetelerde yeni çıktı ve bu arkadaşımız “Sayın Ecevit ile Sayın Baykal, mezarda bile
bir araya gelemezler” diyor.
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Erbakan getirdi...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Mezarda bile bir araya gelmeleri mümkün olmayan bu iki teşekkülün başındaki genel
başkanın; aralarında hiçbir anlaşma olmadan, hiçbir görüşme olmadan, Yüce Meclise, böyle mesnetsiz bir teklifle gelerek “pazartesi
gününden sonra yeni bir hükümet modeli buluruz” diye ortaya çıkmasını fevkalade yadırgadığımızı ifade etmek istiyorum.
Doğru Yol Partisi ile Refah Partisinin kurmuş olduğu bu Hükümetin önünde çok ciddî meseleler vardır. Burada, bir kere daha
açıklıkla söylemek ihtiyacını duyuyorum ki, bir hükümet kurulurken, bu hükümetin başarılı olmamasını dilemek, başarılı
olmayacağı konusunda iddialı keramet içerisinde olmak, bu vatanı sevmemekle eşdeğerdedir. (DYP ve RP sıralarından alkışlar)
REFİK ARAS (İstanbul) – Dosyalar ne olacak?!
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bu Hükümetin başarılı olmasını dilemek, hepimizin görevi olmalıdır. Bu Hükümetin
başarılı olması demek, ülkemizin başarılı olması demektir. Bu Hükümetin ortaya koyacağı iyi icraatlar, Doğru Yol Partisinin ve
Refah Partisinin ortaya koyduğu iyi icraatlar olarak değil, milletimizin çözüm beklediği konuların çözülmesi olacaktır ki, bundan
kârlı çıkacak olan yüce milletimizdir, ülkemizdir. Böyle bir temenniyle yola çıkılmış olmasını fevkalade yadırgadığımızı bir
kere daha ifade ediyorum.
Bir hafta, on gündür; gazetelerde, televizyonlarda, değişik mahfillerde, bu Hükümetin oluşmaması için gayret sarf edilmiş
olmasının temelinde neler yattığını da kamuoyu, değerli vatandaşlarımız çok iyi biliyorlar, yakından da takip ediyorlar. Bu işin
arkasında kimlerin olduğu, hangi çıkar gruplarının bulunduğu, artık herkesçe malumdur...
NEVFEL ŞAHİN (Çanakkale) – Vatan hainleri...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Zannedildi ki, Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi bir araya gelemeyecekler, bir noktada
anlaşamayacaklar... Nerede anlaşamayacaklar; bir defa, laiklik konusunda, Atatürk çizgisinde anlaşamayacaklar; protokole baktılar,
programa baktılar ki, böyle bir yanlışlık yok, her şey tamam... Bir yerde anlaşamayacaklar; zaten, asıl çıkar gruplarının beklediği
oydu...
SAMİ KÜÇÜKBAŞKAN (Antalya) – Örtülü ödenekte!..
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – ...Gümrük birliği konusunda anlaşamayacaklar, Avrupa Birliğine giriş konusunda
anlaşamayacaklar. Eğer bu anlaşma olmazsa, zaten mesele yok; iktidarda kim olursa olsun, onlar için fark etmez; fakat, baktılar ki,
Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi, gümrük birliği konusunda da, Avrupa Birliğine girme konusunda da tam bir ittifak halinde... O
zaman telaş başladı. Bugüne kadar haksız elde etmiş oldukları kazanç kapılarının yakında kapanacağının farkına varanlar, bu
kapının kapanmaması için, -gerçekten, sizin de çok açık ifade ettiğiniz gibi- Yüce Meclisin üzerinde transfer pazarları kurdular ve
hiç olmayacak şeyleri yaptınız, hiç olmayacak şeylere bu ülkenin insanlarını şahit kıldınız.
Bakın, Doğru Yol Partisinden size gelen arkadaşlarımızın yapısıyla ilgili olarak, benden önceki grup sözcüleri de çok net
ifadeler kullandılar. Siz, Yüce Divana göndermek üzere yola çıkardığınız ve kendisini neredeyse suçlu ilan ettiğiniz bir kişiyi, hiç
tereddüt etmeden, eğer bu Hükümete “hayır” diyecekse, bizim aramızdaysa, rahatlıkla olabilir diye, hem de büyük bir merasimle
aranıza kabul ettiniz...
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Sana öyle geliyor...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – ...ve merasim yaptınız...
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Siz yapmadınız mı?.. (ANAP sıralarından “Bedava mı aldınız” sesleri)
BÜLENT H. TANLA (İstanbul) – Bedava mı aldınız?..
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Siz, parayla aldığınızı ikrar ediyorsanız...
AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) – Hayır, onlar faziletli insanlardır.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – “Bedava mı aldınız” diye soruyorsunuz da...
AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) – Onlar faziletli insanlardır; faziletli arkadaşlarımızı yaralamayın...
NEVFEL ŞAHİN (Çanakkale) – Bekleseydiniz biraz daha...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Parayla mı aldınız?..
AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) – Aynı soruyu size de soralım...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Parayla mı aldınız?..
BÜLENT H. TANLA (İstanbul) – Aynı sorulara siz de cevap verin.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Parayla mı aldınız?..
İçinden çıkılsın çıkılmasın, yapılan iş yanlıştır, oynanan oyun bellidir. Bakın, öylesine oyunların içerisine girdiniz ki, şahit
olduğum olayları zikretmekten kesinlikle çekinmeden bazı hususları burada aydınlatmakta, vatandaşlarımızın malumatına
sunmakta yarar var. Refah Partisiyle protokol imzalamak için hazırlandık; saat 16.00’da protokol imzalamak üzere gidiyoruz; o anda,
Sayın Mesut Yılmaz’ın yakın bir arkadaşı ve sizin içinizde milletvekili ve eski bir bakan, Grubu telefonla ısrarla arıyor ve diyor ki
“Refah Partisiyle kurmaktan vazgeçin, bizimle kurun -bakın size şahitlerini de söyleyeceğim- biz her şeye hazırız. Hatta, sizin Sayın
Genel Başkanın yanında, yani, Sayın Mesut Yılmaz’ın yanında görmekten hoşlanmadığınız, bizim de zaten kendilerinden nefret
ettiğimiz, hoşlanmadığımız arkadaşlarımız yanlarından uzaklaştırılacaktır. Bunu taahhüt ediyoruz ve bu arkadaşlarımızın
olmadığı yeni bir çehreyle, sizinle koalisyon yapmak istiyoruz” Bu, saat 16.00’da yapılmış bir telefon görüşmesidir. Sadece bir
kişiyle de değil... Şu anda aranızda bulunan Sayın Gaydalı bunun şahididir. O da, bizim Grubumuzda, bizimle beraber oturuyordu;
zannediyorum, bakan olacağım ümidindeydi. Partide bulunma sebebi o olsa gerek; ama, bakan olamayınca, ertesi gün sizin aranıza
geldi...
MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – Sağduyulu bir o davranmış...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – O arkadaşımız da şahididir telefonun...
MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – Sayın Gaydalı burada yok...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Oradan kalktık, Refah Partisine gittik... “Bu, artık olacak bir şey değil; karşılıklı, belirli
bir noktaya gelinmiştir, ülkenin hükümete ihtiyacı vardır, bu hükümet Refah Partisiyle kurulacak noktadadır” dedik ve Refah
Partisine geldik. Refah Partisine geldiğimiz anda, şu anda yine bakan olan bir arkadaşımız -benim de samimî bir arkadaşım- hemen
beni kucakladı, dedi ki “yahu, bu Mesut Yılmaz ne kadar enteresan bir insan?!.” Dedim ki “niye öyle diyorsun?” O da “şimdi bize
telefon açtırdı ve ‘Doğru Yol Partisiyle kurmaktan vazgeçin, biz hazırız, biz kurmak istiyoruz’ “ dedi. (ANAP sıralarından “Yalan”
sesleri) Şimdi, olayın tanıkları buradadır.
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Hayal âleminde yaşıyorsunuz...
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Pazarlık için yapmıştır... Bırakın bu konuşmaları...
AHMET KABİL (Rize) – “Laik cumhuriyeti koltuğa satmayın” demediniz mi?!.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bakın, böylesine, hükümet kurulması çalışmalarına çomak sokmaya çalışan...
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Mübarek olsun... Mübarek...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – ...ve “benim için iktidarda olmak her şeyin önünde gelir” diyen Sayın Yılmaz...
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Öyle olsaydı bırakmazdınız...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – ...bu koalisyonun yapılması konusunda da belli bir noktaya geldikten sonra, yine, her
zamanki karakterini ortaya koymuş ve bu işi bozmak konusunda önemli bir girişimde bulunmuştur. Bunu neden söylüyorum:
Değerli arkadaşlarım, bakın, bu Hükümetin kurulması kendiliğinden olmamıştır. Her şey, herkesin gözü önünde, yüce
milletimizin gözü önünde cereyan etmiştir.
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Doğru...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – 24 Aralık 1995 seçimlerinden önce, bütün siyasî partiler, programlarını ve yapacaklarını
ortaya koydular -bunlardan bir tanesi Doğru Yol Partisi, bir tanesi Anavatan Partisi, bir tanesi Refah Partisi ve diğer partiler- herkes
seçim meydanlarında şunları söyledi: “Ben, en iyisiyim, ülke meselelerini ben çözerim, diğer siyasî partiler bu işi benim kadar
yapamaz, onlara rey vermeyin, onlara rey verirseniz ülkeyi iyiye götüremezler”
Bunlar, söylenen laflardır, söylenmemesi de zaten mümkün değildir, işin tabiatında vardır, bunlar söylenir. Bunlar söylendi,
herkes, ne yapacağını söyledikten sonra seçim sonuçları alındı. Seçim sonuçları kimseyi tek başına iktidar yapmadı, yapmadıktan
sonra, işte görüşmeler başladı.
Biz, yine, o seçim meydanlarında söylediğimiz “Refah Partisiyle iktidar olmak istemiyoruz” sözümüzü tekrarladık ve “Refah
Partisiyle iktidar olmayacağız” dedik. Seçim sonuçlarından sonra ilk beyanatımız da bu oldu. Ancak, yine, Sayın Yılmaz, bizim,
Refah Partisiyle iktidar olmayacağımız sözünü kendine mesnet ederek ve bunu da bir siyasî fırsat kabul ederek Refah Partisiyle
görüşmelere başladı, iş, belirli bir noktaya kadar geldi; ama, kamuoyunun baskısı ve çok aşırı bir direnç karşısında döndü
“beraber olalım” dedi ve Doğru Yol Partisi ile Anavatan Partisi arasındaki Koalisyon Hükümeti...
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Siz dediniz, siz söylediniz...
İBRAHİM YAZICI (Bursa) – Siz dediniz, siz...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Biz de söyledik, siz de söylediniz ve size de söylediler.
Bu koalisyon görüşmeleri başladı. Görüşüldü, konuşuldu, anlaşıldı...
AHMET KABİL (Rize) – Refah Partisini karanlık görüyordunuz.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Her şey iyi niyetle başladı.
Bakın, bazı şeyleri, pazartesi gecesi, burada, Koalisyon Hükümeti güvenoyu aldıktan sonra, çok daha iyi idrak etmeye
başlayacaksınız. Hele, salı sabahı, belki birçoğunuz, Anavatan Partisi içerisindeki birçok milletvekili, Sayın Yılmaz’ın yakasına
yapışıp “ne yaptık biz” diye de soracaklar. (RP sıralarından alkışlar)
Şimdi, bu üç ay içerisinde, biz beklerdik ki -hep öyle söylenir- bu iki merkez sağ parti... Halbuki, ikimiz arasında önemli
farklılıklar var; bir defa, biz, geldiğimiz yerin neresi olduğunu, dayandığımız yerin neresi olduğunu çok açık söylüyoruz. Bizi millet
kurdu, Doğru Yol Partisini kuran millettir, Doğru Yol Partisinin gerçek sahibi millettir; çünkü, Adalet Partisinin gerçek sahibi millet,
Demokrat Partinin gerçek sahibi millet...
AHMET KABİL (Rize) – Sizin dayandığınız yer İstanbul Bankası...
ERTUĞRUL ERYILMAZ (Sakarya) – Ya diğerleri...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Anavatan’ın sahibinin ne olduğu, geçmişte nasıl kurulduğu, nasıl meydana çıktığı
ortadadır. Şimdi... (ANAP sıralarından gürültüler)
AHMET KABİL (Rize) – Sizin dayandığınız yer İstanbul Bankasıdır...
BAŞKAN – Sayın Ataç, bir dakikanızı rica ediyorum.
Sayın milletvekilleri, her sayın grubun sözcüsü, burada, fikirlerini ifade ediyor. Eğer, biz, yeni bir usul ihdas eder, hatibin
sözünü duyurmamak için çabaya girersek, bilesiniz ki “mendakka dukka” yöntemi vardır; yani, çalarsanız kapısını çalarlar
kapınızı, sözcünüzün sesinin ulaşmaması için diğer gruplar da çabaya girer. Onun için, rica ediyorum... Sükunetle dinleyelim. Tabiî,
grup sözcüleriniz gereken cevabı verecektir herhalde.
Buyurun.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Tabiî, benden sonra, Anavatan Partisi Grubu adına konuşulacak. Söylediklerimize cevap
verme hakları var. Ancak, Anavatan Partisinin telaşını, Anavatan Partili milletvekili arkadaşlarımızın telaşını anlıyoruz. Onu -
tekrar ediyorum- salı sabahı hep beraber bir daha göreceğiz.
AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) – Hiç telaşı yok...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Şimdi, böylesine bir Hükümet, beklenirdi ki, ülkenin çok önemli meselelerini çözsün ve bu
Hükümetin kurulmasında, Doğru Yol Partisinin hangi fedakârlıklarda bulunduğu ve nelere razı olduğu da herkes tarafından
biliniyor.
Üçüncü parti olmasına rağmen, Başbakanlık, Sayın Yılmaz’ın; üçüncü parti olmasına rağmen, Meclis Başkanlığı, Anavatan
Partisinin...
MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – İkinci parti...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bakanlıkları nasıl paylaşalım; nasıl istiyorsanız, sizin istediğiniz gibi olsun; yani, bu ülke
hükümetsiz kalmasın... Bu ülkenin insanlarının çok önemli meseleleri var, bunları çözebilecek olan, güçlü, kararlı bir iktidar iş
başında olsun. Bu gayretle, Hükümet, büyük bir fedakârlıkla kuruldu.
Biz beklerdik ki, Sayın Yılmaz -hele, bu iki merkez sağdaki partinin birleşmesi de gündemde olduğuna göre- öylesine güzel bir
idare tarzı göstersin ki, memleket meselelerine vukufiyyetini öylesine ortaya koysun ki, öyle bir gayret içerisinde olsun ki, Doğru Yol
Partisinin taraftarları bile, Sayın Mesut Yılmaz’ın bu başarılarını takdirle karşılasın; desinler ki, Sayın Mesut Yılmaz, ülkeyi iyi
yönetiyor, ülkeyi yönetmekte fevkalade başarılı, bizim tanıdığımız Yılmaz değilmiş, bu iki partinin birleşmesi için hiçbir engel
yok, dolayısıyla, birlikte olabiliriz. Partinin genel başkanı o olur bu olur; ona, partinin yetkili kurulları, kongreleri karar verir ve
birleşme sürecine girilmiş olurdu.
Onun yerine, Sayın Yılmaz, bir kere daha -geçmişte de bunu gösterdiği için bir kere daha- 3 ilâ 3,5 ay içerisinde, bu yükten
nasıl kaçabilirimin yollarını aramaya başladı. (DYP sıralarından alkışlar)
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Allah’tan kork... Yalan söyleme... Bu kadar da olur mu?..
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Kabiliyeti o kadar...
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – O kabiliyet, sizin kabiliyetiniz.
AHMET KABİL (Rize) – Gensoruyu siz getirdiniz.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Kabiliyeti o kadar...
Elinde 290 milletvekili varken de yaptığı o; koalisyon iktidarı olduğu zaman da yaptığı o... 290 milletvekili varken, 3 ayda
bırakıp gitti. Şu anda sizin aranızda olan, bizim arkadaşımız, Doğru Yol Partisinden milletvekili...
İBRAHİM YAZICI (Bursa) – Hangisi?..
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Şimdi, sizin aranızda, bizim bir arkadaşımız...
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Siz de geleceksiniz.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Isparta, Bursa ve Antalya’dan milletvekili oldu. O arkadaşımız...
BAŞKAN – Sayın Ataç, sürenizi, bu suretle ortaklı kullanmış oluyorsunuz; tek başınıza kullanmayı deneseniz!..
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bu arkadaşımız, bizim saflarımızda otururken, Sayın Yılmaz mikrofona geldiğinde -gür
de bir sesi var- bağırırdı “yazlık başbakan” diye. Sonra, yazlık başbakan olduğunu bile bile, yazlık başbakanla beraber oldu ve
mevsimlik başbakan üç ayı geçti mi -üç aydan fazla yok- eli ayağı dolaşıyor, bildiklerini unutuyor, yapacağını şaşırıyor, bir an
evvel bu işi bırakıp kaçmanın yollarını arıyor... (DYP sıralarından alkışlar)
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Ama, hiç şaibeli başbakan olmadı!
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Siz de geleceksiniz...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Şaibeli başbakan oldu mu, olmadı mı; mademki soruyorsunuz, cevap vereyim: Şu anda,
Sayın Mesut Yılmaz hakkında soruşturma önergesi yok mu, bu Meclisin kabul ettiği; siz, soruşturma önergelerine dayanmıyor
musunuz?.. (ANAP sıralarından gürültüler)
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Geç onları geç.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bir dakika, dur... Siz, soruşturma önergelerine dayanmıyor musunuz?..
BAŞKAN – Sayın Ataç, rica ediyorum...
Sayın milletvekilleri, Sayın Ataç, rica ediyorum...
Siz konuşmalarınıza devam edin, bırakınız, Meclisi biz yönetelim efendim.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Anavatan Partisi, şaibeli başbakan yok dediği için cevap vermek durumundayım.
Soruşturma önergelerine dayanarak diyorlar ki, sizin Sayın Genel Başkanınız hakkında soruşturma önergesi var. Sanki Mesut
Yılmaz hakkında soruşturma önergesi yok! Soruşturma önergesi de kabul edildi; Civan Olayı mahkemeyle sabit ve Anavatan
Sözcüsü burada konuşurken -çok net hatırlıyorum- dediği şey şuydu: “Biz, Civan’ı görevden alacaktık; ama, vaktimiz yetmedi.”
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Dört senedir neredeydiniz?..
AHMET KABİL (Rize) – Onun arkasında İstanbul Bankası yoktu.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Şu anda, yetkisiz hükümetken; yani, istifa ettikten sonra bile, yüzlerce genel müdürü,
yüzlerce devlet memurunu görevden aldınız; ama, Civan’ı görevden alamadınız. Neden almadınız; çünkü, bağlantınız vardı;
çünkü, onunla işbirliği içerisindeydiniz. (DYP sıralarından alkışlar, ANAP sıralarından gürültüler)
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Civan Olayı yeni mi aklınıza geldi?
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Ve Sayın Civan’a sıkılan kurşun, mafya kurşunu, aslında size sıkılan bir kurşundur ve
Civan’dan akan kan, sizin yüzünüze, elbisenize, elinize bulaşmıştır; o kanı temizlemeden tekrar buraya gelip “biz temiziz”
iddiasında bulunamazsınız. (DYP sıralarından alkışlar)
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Siz kendi hesabınızı verin!
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – O kanı temizlemek durumundasınız, elinize yüzünüze bulaşmış olan o kanı temizlemek
mecburiyetindesiniz...
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Dört senedir neredeydiniz?..
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Dört senedir, beş senedir...
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Örtülü ödeneğin de hesabını ver, mal varlığının da hesabını ver.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Örtülü ödenek... Örtülü ödeneğin ne olduğunu...
Sayın Başkan, böyle konuşacaksak, olmaz; arkadaşlarımızın susmasını lütfen temin edin.
BAŞKAN – Sayın Ataç, lütfen Hükümet Programı üzerinde konuşur musunuz efendim... Diyaloğa girmeyin efendim... Lütfen
diyaloğa girmeyin... Siz, Sayın Genel Kurula söyleyeceklerinizi ifade buyurun.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Hükümet Programını çok yakından ilgilendirdiği için bunları söylüyorum; çünkü, Hükümet
Programını eleştirmiyorlar, “bu Hükümetin oluşmasına bir şey demiyoruz; ancak, anlaşma yaptınız, bazı meseleleri örtmek için
yaptınız” diyorlar. Böyle bir şey yok.
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Ahlakî zaafı olan bir hükümet.
AHMET KABİL (Rize) – Selçuk Parsadan’a niye verdiniz?..
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Kahve kültürüyle konuşma!
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bakın, örtülü ödenek konusunda, ben de şimdi buradan soruyorum; Sayın Yılmaz, örtülü
ödenekten 1 trilyon liraya yakın para harcamıştır, benim bilgilerime göre, bulgularıma göre, dedikoduya göre. Kulislerde
konuşuluyor. 1 trilyon liraya yakın para harcamıştır ve bu harcadığı paranın büyük bir kısmını yakın mesai arkadaşlarına
vermiştir ve bir kısmını da kardeşine aktarmıştır.
ALİ KEMAL BAŞARAN (Trabzon) – Gerçeklerle konuş, gerçeklerle.
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Çiller’in mal varlığının hesabını verin!
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Hayır, böyle değil mi?.. Böyle yapmadı mı?.. (ANAP sıralarından gürültüler)
Gelip, nereye verdiğini anlatsın, gelip nerelere verdiğini söylesin burada. (DYP sıralarından alkışlar)
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Dosyaları örtbas etmek üzere hükümet kuruyorsunuz...
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Erbakan Hocaya sor bakalım!
METE BÜLGÜN (Çankırı) – Ayıp, ayıp!
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Ayıp olan işte bu. Örtülü ödeneği nereye verdin diye sorulmaz başbakana. Örtülü ödenek,
başbakanların namusuna tevdi edilmiştir ve başbakanlar, onu kendilerine verilen görev doğrultusunda harcarlar. (ANP sıralarından
gürültüler)
AHMET KABİL (Rize) – Selçuk Parsadan’a soralım.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bakın...
METİN EMİROĞLU (Malatya) – Güzel güzel konuşun; dedikodu yaparak konuşmayın!
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Dedikoduyu siz yapıyorsunuz, siz...
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkan, bu şekilde konuşmasına müsaade edemezsiniz.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bakın, Sayın Mesut Yılmaz, örtülü ödenek konusunda büyük bir haksızlık yapmıştır ve
mert, delikanlı, her şeyi açıkça söylemekten çekinmeyen edalar içerisinde siyaset yaptığını iddia ederken, bir belgeyi, doğruluğu
tartışılabilecek bir belgeyi, kendisi, erkekçe ortaya koyamamış ve götürüp, basın mensuplarına veya bir muhalefet partisinin
milletvekillerine vererek “bunu ortaya çıkarın” diye komplolara girmiştir. Yakışık almayanı, doğru olmayanı budur.
Eğer bir şey varsa, bilinen bir şey varsa, doğruysa ve belgeleri de varsa, onu ortaya çıkarmamak namertliktir.
AHMET KABİL (Rize) – Parsadan’a ödenen para belgeli...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Onu ortaya çıkarıp koyacaksınız ve böylesine yanlışlığın peşinde olanlar varsa, o zaman,
onları da eleştireceksiniz.
İşte, asıl dedikodu budur. Devlete dedikoduyu, devlete haksız ithamı siz soktunuz; şimdi, bunun altında eziliyorsunuz.
AHMET KABİL (Rize) – Parsadan’a kim para verdi?..
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, rica ediyorum; grup sözcünüz konuşurken cevap verir.
AHMET KABİL (Rize) – Parsadan’a parayı kim verdi?..
BAŞKAN – Sayın Kabil, rica ediyorum efendim...
Sayın Ataç, devam edin efendim.
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Sayın Başkan, üsluba bak!.. Konuşması kahve dedikodusu.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Sizin yaptığınız...
BAŞKAN – Sayın Ataç, siz konuşmanıza bakın efendim.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, biraz sonra dinleyeceğiz; Sayın eski Başbakan gelecek, Anavatan
Partisi Grubunun görüşlerini ortaya koyacak; bakın, ne dedikodular yapacak, göreceğiz hep beraber ve Türk Milleti de izleyecek.
İBRAHİM YAZICI (Bursa) – Doğruları söyleyecek...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Hükümet Programıyla ilgili de hiçbir şey söyleyeceğini zannetmiyorum; çünkü, Hükümet
Programıyla ilgili bir şey söyleyebilmek için, sepette pamuk olması lazım. (ANAP sıralarından gürültüler)
AHMET KABİL (Rize) – Sen ne söyledin Hükümet Programı hakkında?!
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Olsa, zaten kendisi yapması lazım. (DYP sıralarından alkışlar)
Kendisi, işi beceremeyip, bırakıp gitme alışkanlığından kurtulmalıdır.
METİN EMİROĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, böyle konuşma olmaz!..
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Hükümet Programında, geniş halk kitleleriyle ilgili çok önemli kararlar var. Hükümet
Programının, köylüsüyle, işçisiyle, esnafıyla ve dargelirlisiyle, bütün milletimizin, eksik olan ve ihtiyacı bulunan konularda -büyük
bir gayretle- çözüme yönelik olduğunu görmüş olmaktan, Doğru Yol Partisi olarak memnuniyet duyuyoruz ve yine, Doğru Yol Partisi
Grubu olarak, Hükümetin, geniş halk kitlelerinin beklentisi olan konularda yapacağı her türlü çalışmada, her türlü gayreti, azamî
özeni göstereceğimizi ifade ediyorum. Doğru Yol Partisi Grubu, bu Hükümetin başarılı olabilmesi için, ülke meselelerini çözmedeki
gayretine katkıda bulunabilmek için, iç ve dıştaki sorunları birlikte çözmede en büyük gayreti gösterecektir.
Yüce Meclisin, altı yedi aydır -yasama, yürütme ve denetleme görevi var- yasamayla ilgili, yaptığı ciddî hiç bir şey yok.
Çıkardığımız bir yasa var, zor bela.
METE BÜLGÜN (Çankırı) – Sayenizde...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Denetlemeyi de dedikoduya çevirdik sizin sayenizde ve denetlemeyi haksız isnatlar üzerine
oturttuk. Bir siyasî partinin genel başkanını yok etmeye, dolayısıyla o siyasî partiyi yok etmeye yönelik bir denetim mekanizması
haline getirdiniz.
ALİ KEMAL BAŞARAN (Trabzon) – Kamuoyu yok etti...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bu Meclisin en önemli görevi, yürütmeyi çıkarmaktır. İşte, Meclis, pazartesi günü, güçlü,
çoğunluğa dayalı bir yürütme organını, hükümeti çıkaracaktır oylarıyla ve Yüce Milletimize, bu hükümet çok hayırlı hizmetler
yapacaktır; dileğimiz odur.
Çıkmazsa ne olur; diyelim ki güvenoyu çıkmadı; güvenoyu çıkmadığı zaman, bana göre, erken seçime gidilecektir. Bu, bir
tehdit değil, ülkenin gideceği yol, budur. Demokrasinin kuralları var, Anayasada yerini bulmuş; bu kurallar işleyecektir. Erken seçim
herkes için geçerlidir.
AHMET KABİL (Rize) – Onu sen düşün.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Erken seçim herkes için bir yoldur. Buradan yeni bir tablo çıkabilir. Bu tablo tek başına
iktidar getirir mi getirmez mi, onu bilmem; ama, yeni bir tablo çıkabilir. Yeni bir tablo çıkmayıp, buna benzeyen bir tablo da olabilir.
Ancak, ben, tabiî, seçim meydanlarında, özellikle Anavatan Partisinin ne diyeceğini, diğer siyasî partilerin de ne diyeceğini merak
ediyorum.
NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Gidince görürsün.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Üçbuçuk ay iktidar olduk. Önümüzde süre vardı; ama, ne yazık ki, bozduk; götüremedik.
İlk defa bizim zamanımızda -işin acı tarafı budur- ilk defa üç aylık başbakanlığım zamanında, ne yapayım, istemedim; ama,
Ankara’nın meydanında, bir parti kongresinde Türk Bayrağı yerlere indirildi, ne olur bana tekrar rey verin, ben başbakan mı olayım
diyeceksiniz?.. (DYP sıralarından alkışlar, ANAP sıralarından gürültüler)
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Şimdi, bu oldu mu yani!..
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – İlk defa benim başbakanlığım zamanında, İstanbul Kadıköy’de, terör örgütleri sokağa
hâkim oldu, benim başbakanlığım zamanında, terör örgütleri istediği sloganları attı mı diyeceksiniz?.. (ANAP sıralarından
gürültüler)
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Yani, bu konuşma sana yakışıyor mu!..
METE BÜLGÜN (Çankırı) – Ayıp, ayıp!..
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Bayrağı küçük hesaplara alet etmeyin...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Üç aylık süre içerisinde, yüzde 68’lere inmiş olan enflasyonu yüzde 83’lere çıkardım, üç
ayda bunu başardım mı diyeceksiniz?..
METE BÜLGÜN (Çankırı) – Sen yok muydun!..
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Ne diyeceksiniz?..
AHMET KABİL (Rize) – Rekor sizde, yüzde 160 enflasyonun sahibi sizsiniz!
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Hükümetin yarısında biz nasıl vardık; gördük. Bu Hükümetin niye yürümediğini
biliyorsunuz. Yaptığımız koolisyon protololüne sadık kalmadınız ve koolisyon protokolünde, bizim tarafımızdan yapılması, takip
edilmesi gereken hususlarda bizi devre dışı bırakarak kendi icraatınızı sergilemeye kalktınız. Ben, size şu kadarını daha
söyleyeyim; hiç, erken seçimden ve erken seçimde başarıdan heveslenmeyin.
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – 2 Haziranda boyunuzun ölçüsünü aldınız.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Karadenizdeki o zeki ve vatanperver insanlarımız bile, artık, kendi aralarında, birbirlerine
espri olarak diyorlar ki, ha bu Yılmaz üç aydan başka yapamayacak mı?.. (DYP sıralarından gülüşmeler) Yani, bu işin, sizin
tarafınızdan üç aydan fazla yapılamayacağı, götürülemeyeceği anlaşılmıştır.
AHMET KABİL (Rize) – O Yılmaz başka bir şey yapacak...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Telaşınızı anlıyorum...
AHMET KABİL (Rize) – Başka bir şey yapacak, başka bir şey...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Anavatan Partisi, Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi tarafından kurulmuş olan bu Koolisyon
Hükümetinin başarısından korkuyor, bu Koolisyon Hükümetinin ülkeyi iyi yönetmesinden korkuyor, sonlarının geldiğini hisseden
ve hani, mezarlığın yanından geçerken, korkan insanların şarkı söylemesi gibi, son feryatlarını yapıyor. (DYP sıralarından
alkışlar, ANAP sıralarından gürültüler)
O bakımdan...
ERKAN MUMCU (Isparta) – Kimin kimden korktuğunu bu millet çok iyi biliyor. Korkunun ecele faydası yok.
ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Yapacaklarını bir anlat bakalım...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Evet, onu sandıkta -eğer sandık önümüze konursa- hep beraber yine göreceğiz.
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Göreceğiz!
MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – Yüzde 5’e düşersiniz.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Şimdi, bakın, Sayın Demirel, şu anda cumhurbaşkanı ve Sayın Demirel, 1975 yılında bir
koolisyon kurdu, biliyorsunuz. Sayın Demirel’in kurmuş olduğu o koolisyonda da, böyle, muhalefette olanlar, aynen sizin
dediklerinizi dediler kendisine; onun -zabıtlardan- verdiği cevabın altına imzamı atıyorum.
Dediği şudur: “Şimdi, siyasetle uğraşanların nelere katlanması lazım geldiğini biliriz. Yalnız, hiç kimsenin başkasına hakaret
etmesine, tecavüz etmesine de mahal yoktur. Buraya gelip oturanların hiçbirisi, partiler olarak veya kişiler olarak, herhangi bir
partiden hüsnühal kâğıdı alacak değildir ve böyle bir mecburiyet de yoktur. Bugünkü eleştiriler, bugünkü ithamlar genellikle böyle
bir koolisyonu dağıtma gayesine matuftur, böyle bir koolisyonun güvenoyu almamasını sağlama gayesine matuftur. Tamamen o
istikamete götürülmüştür mesele. Buna da diyeceğimiz bir şey yok; yani, bu hedefe yönelmiş olmaya diyeceğimiz bir şey yok; ama,
söylenen şeylere diyeceklerimiz var. Koolisyon bir uzlaşmadır...”
ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Koalisyon, koalisyon...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – “Koolisyon partilerinin seçim öncesinde birbiri hakkında neler söylediği, binaenaleyh, neler
söylediğini burada dile getirmekle kastedilen mana...”
ŞADAN TUZCU (İstanbul) – İki “o” ile değil Sayın Ataç.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – “...kastedilen maksat, varılmak istenen yer; nasıl bir araya geldiniz; bunları birbirinize
söyledikten sonra ise, bu nispî temsilde koalisyonlar kaçınılmaz olduğuna göre, seçime ittifak halinde girmemiş bulunan partilerin,
rey dağılması karşısında hiçbir zaman bir araya gelememeleri gerekir; çünkü, siyasî partiler, ayrı hüviyeti haizdir. Siyasî partiler,
seçim öncesinde veya seçim sonrasında, memleket meselelerini -görüş tarzları değişik olduğuna göre- çeşitli şeyleri söylerler,
birbirleri hakkında da söylerler. Birbiriniz hakkında bunları söylediniz, nasıl bir araya geldiniz diye, şayet bir araya gelmeme
yargısı bundan çıkacaksa, o zaman, ülke, bugünkü sistem içerisinde hükümet kuramaz...”
İHSAN ÇABUK (Ordu) – Sahi, niye bir araya geldiniz?..
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – “Bu, muhaldir; böyle olmaması lazımdır, hükümet kurulabilmesi lazımdır. Partiler, ayrı
ayrı hükmî şahsiyeti haizdir; partilerin ayrı ayrı programları vardır; ama, koolisyon olunca, partilerin, programlarını, hükümet
icraatında -hükümet icraatında, parti faaliyetlerinde değil- bir kenara bırakıp, uzlaşabildikleri bir program meydana çıkarmaları
lazımdır. Başka türlü koolisyon düşünülemez. Mademki, Türkiye, koolisyonla idare edilme mecburiyetiyle karşı karşıyadır, o
takdirde, birden fazla partinin bir araya gelmesi gerekecektir...”
ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Başından itibaren okusaydın bari!..
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – “Birbirleri aleyhine birtakım şeyler söylediler diye bir araya gelememek gibi bir kaide
çıkarmaya kalkmak, fevkalade yanlıştır.”
Bu, koolisyon hükümetleri kurulurken...
ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Koalisyon... Koalisyon...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – ... her zaman, işte, tarafların bulunduğu yere göre değişen söylemlerdir ve ben, bunun altına
imzamı atarım derken, çok açık bir şekilde söylüyorum ki, Doğru Yol Partisi ile Refah Partisi arasında kurulmuş olan bu Hükümet,
iyi niyete dayalıdır, samimiyete dayalıdır, herhangi bir art niyeti yoktur; ülke meselelerini çözmede, ülkenin bugüne kadar içinde
bulunduğu konuları aşmada kararlılıkla hareket edecektir.
MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – İnşallah (!..)
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Şuna inanıyoruz: İki insan samimiyetle ortak olursa, ona yardımcı olan Allah olur...
ERKAN MUMCU (Isparta) – İki gönül bir olunca samanlık seyran olur!
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – ... üçüncü ortak Allah olur. (DYP ve RP sıralarından alkışlar) Ülkemizin önemli
meselelerini çözmede, bu Koalisyon Hükümetinin ortaya koyduğu programlar kararlılıkla uygulanacaktır ve görülecektir ki,
Anavatan Partisinin, daha önce yapılmış olan koolisyonu bozmadaki haksızlığı bir kere daha ortaya çıkmış olacaktır. (ANAP
sıralarından “koalisyon” sesleri)
BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım, yani, mutlaka, sataşmak için bir şeyi icat etmek mecburiyetinde miyiz?..
AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) – İhtiyaç bırakmıyorlar zaten...
BAŞKAN – Efendim, siz, Fransız kelimesini Türkün önüne korsanız, eğri büğrü cümle çıkar. (ANAP sıralarından alkışlar)
Buyurun efendim.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bu Hükümetin önünde önemli meseleler var.
BAŞKAN – Yani, makalatı hurufa uymuyor; ne yapayım...
HASAN GÜLAY (Manisa) – Sayın Başkan, bilmiyorsa, kullanmasın...
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Adalet reformu, sağlık reformu ve millî eğitim reformu, bu Hükümet tarafından
gerçekleştirilecektir. Sosyal güvenlik kurumlarının -ki, sosyal güvenlik kurumları fevkalade sıkıntılı haldedir; bugün, sosyal
güvenlik kurumlarında, Hazine, artık bu yükü kaldıramayacak noktalara doğru gitmektedir- bugün için -1996 yılında- 200 trilyonluk
ek yardıma ihtiyacı bulunan sosyal güvenlik kurumlarının, önümüzdeki yıllarda, 600 trilyonluk, 700 trilyonluk, 800 trilyonluk ek
yardıma ihtiyacı olabilecektir. İşte, sosyal güvenlik kurumlarının birleştirilmesi ve bu konuda büyük beklenti içerisinde olan
halkımızın bu beklentisinin giderilmesi de, bu Hükümetimiz sayesinde gerçekleştirilecektir.
Özellikle, merkezî hükümete bağımlılık, yine bu Hükümet tarafından ortadan kaldırılarak yerel yönetimler güçlenderilecek ve
bunun için gerekli yasal düzenlemeler süratle çıkarılacaktır; yani, Meclis, aslî görevini ifa eder hale gelecektir ve yapılması gereken,
çıkarılması gereken yasalar süratle çıkarılmaya çalışılacaktır.
Din ve vicdan hürriyeti, teşebbüs hürriyeti, düşünce hürriyeti, Doğru Yol Partisinin -Demokrat Partiden ve Adalet Partisinden
bugüne kadar- ısrarla savunduğu ve vazgeçemediği hürriyetlerdir. (DYP sıralarından alkışlar) Bu hürriyetlerin en iyi şekilde
kullanılması konusunda azamî gayret gösterilecektir ve yine, bu Hükümet sayesinde, toplumdaki sosyal barış tesis edilecektir.
Bugüne kadar, sanki, bu ülkenin insanları arasında, inançlarından dolayı ayrılık varmış gibi gösterilme gayretleri sona erecek ve
toplumun huzur ve barışı sağlanmış olacaktır.
Nitekim, Doğru Yol Partisinin, 1991-1995 yılları arasında SHP ile yapmış olduğu koalisyon hükümetlerinden ülkemiz
insanları kazanmış ve merkez sol bir parti ile merkez sağ bir partinin 1991-1995 yılları arasında yaptıkları bu koalisyon, ülkemizin
bu kanatları arasındaki düşmanlığı ortadan kaldırmış, 24 Aralık 1995 seçimleri, hiçbir şahsın burnu kanamadan
gerçekleştirilmiştir. Bu, çok önemli bir gelişmedir ve 2000’li yıllara hazırlanan Türkiye Cumhuriyetinin, böylesi bir sosyal barışa,
böylesi bir beraberliğe, sulha ve anlayışa ihtiyacı vardır; bu Hükümet, bu sulhü ve beraberliği de gerçekleştirecektir. Her zaman
söylüyoruz, 2000’li yıllar, samimî olunduğu takdirde, iyi bir gayret içerisinde olunduğu takdirde, ülkemizin olacaktır. Türkiye
Cumhuriyeti devleti güçlüdür, ülkemizin insanları fevkalade iyi yetişmiştir -gençlerimiz var, kadınlarımız var- dünyaya açılmaya
hazırdırlar; fevkalade iyi yetişen bu gençlerimiz, Türkiye’nin dünyadaki gerçek yerini almasında önemli katkılarda bulunacaklardır.
2000’li yıllar, altyapı kaynaklarıyla, bugüne kadar yapılan hizmetlerle ve bundan sonra tesis edilecek sosyal barışla Türkiye’nin
olacaktır.
Bu duygularla, bu Hükümetin, ülkemize, milletimize hayırlı, uğurlu olmasını Cenabı Allah’tan diliyorum ve Doğru Yol Partisi
olarak, ülke yararına gördüğümüz ve ülkenin önündeki engelleri aşabilmeye katkıları olacağına inandığımız bu Koalisyon
Hükümetine “evet” oyu vereceğimizi Yüce Milletimizin huzurunda bir kere daha tekrar ediyor ve hepinizi saygıyla selamlıyorum.
(DYP ve RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Ataç, teşekkür ediyorum.
İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Sayın Başkanım...
BAŞKAN – Buyurun efendim.
İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Sayın hatip, konuşmasında, ismimi zikretmeden, Isparta, Bursa ve şimdi de Antalya
milletvekili...
Müsaade eder misiniz!..
BAŞKAN – Dinliyorum efendim, ben, sizi dinliyorum.
İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Hayır, dinlemenizdeki adabın suratınız tarafından bana intikalinde, dinlemediğiniz...
BAŞKAN – Efendim, makyaj yaptıracak halim yok ki benim burada.
İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Estağfurullah, makyaj yapın demiyorum.
BAŞKAN – Buyurun.
İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Şahsıma, oy aldığım vilayetlere hakaretamiz kabul ediyorum bu sözü.
BAŞKAN – Evet...
İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Ve sizden konuşma rica ediyorum.
BAŞKAN – Efendim, 69 uncu maddeyi bir kere daha okursanız, orada “şahsına sataşılan” tabiri kullanılır. Şahıstan maksat,
isimlendirmektir; aidiyet veya matufiyet, sataşma sebebi değildir.
Buyurun efendim.
İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Bir dakika!..
BAŞKAN – Sayın Genç...
İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Bir dakika Sayın Başkan!..
Sayın Başkan, bahsedilen kişi benim...
BAŞKAN – Efendim, adınız geçti mi zabıtlarda?
İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Bursa, Isparta ve Antalya milletvekili olan, bu Parlamentoda, tek benim...
BAŞKAN – Efendim, rica ediyorum... Efendim, rica ediyorum...
İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Bu kürsü herkese açık bir kürsü!
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan, biraz önce, Refah Partili Sayın Bakana, adı geçmediği halde
söz verdiniz. Bu konuşmacı, açıkça arkadaşımızı işaret etmiştir.
BAŞKAN – Sayın milletvekili, siz hangi sıfatla... Arkadaşımızın ifade kabiliyeti var, gücü var... Efendim, sizin...
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Siz, hâlâ, bir partinin grup başkanvekilini öğrenemediyseniz, benim size
söyleyecek bir sözüm yok!
BAŞKAN – Efendim, müsaade buyurun... Müsaade buyurun efendim.
Sayın milletvekili, ne arzu ediyor, ne istiyorsa, kendisi ifade kabiliyetini haizdir; kendisi de ifade etti zaten. Ben de kendilerine
gerekli cevabı verdim.
Şahsınızdan söz edilmediği için, size söz verme imkânım yok.
Sayın Genç...
İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Sayın Başkanım, Şevket Beye de, ismi olmadığı halde söz verdiniz burada.
BAŞKAN – Zabıtları getirttim Sayın Genç; isminizden bahsedilmediği için, size de söz verme imkânım yok; teşekkür
ediyorum. (ANAP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar, gürültüler)
Sayın milletvekilleri, saat 20.00’de yeniden toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.
Kapanma Saati: 19.25
İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 20.00
BAŞKAN: Başkanvekili Yasin HATİBOĞLU
KÂTİP ÜYELER: Ünal YAŞAR (Gaziantep), Salih KAPUSUZ (Kayseri)


BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 72 nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
II. – HÜKÜMET PROGRAMI (Devam)
1. – Başbakan Necmettin Erbakan tarafından kurulan Bakanlar Kurulu programının görüşülmesi (Devam)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Prof. Dr. Necmettin Erbakan Başkanlığında kurulan Hükümetin Programı üzerindeki
çalışmalara kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Şimdi, grupları adına söz sırası, Anavatan Partisi Grup Başkanı Sayın Mesut Yılmaz'da.
Buyurun. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, ayakta alkışlar)
Sayın Yılmaz, süreyi tek başınıza kullanacağınızı düşünüyorum, sormayı da zait görüyorum; öyle yapacaksınız herhalde?
A. MESUT YILMAZ (Rize) – Evet Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun.
REFİK ARAS (İstanbul) – Hükümet nerede?..
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Sayın Profesör, yeni doktora almaya mı gitti?!
ANAP GRUBU ADINA A. MESUT YILMAZ (Rize) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi ve ekranları
başında Hükümet Programı üzerindeki bu görüşmeleri izleyen bütün vatandaşlarımızı, Anavatan Partisi Grubu adına saygıyla
selamlıyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)
Aslında, bu Heyetin en bariz özelliği, milletin vekili olmasıdır. Milletvekilleri, adı üzerinde, milletin vekilidirler. Sanıyorum
bugün geldiğimiz noktada, milletimizin niye bize vekâlet verdiğini, niçin bizi buraya gönderdiğini, neleri yapmamız, neleri
yapmamamız için bize yetki verdiğini değerlendirmek durumundayız. Sadece değerlendirmek de yetmez, bu vekâletin gerektirdiği
sorumluluğu, iliklerimize kadar hissetmemiz gereken bir günü yaşıyoruz. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, milletvekili sıfatını taşıdığımız her an duymak zorunda olduğumuz bu sorumluluk duygusunu, bugün
bir kat daha artıran, daha önemli kılan, daha gerekli kılan önemli bir gelişmeyle karşı karşıyayız. Hemen başında ifade edeyim ki,
bizim, Hükümet Programı üzerindeki bu görüşmelerdeki bakış açımız, yani, bizim, bugünkü Meclisin gündemine bakış açımız,
sıradan bir hükümet programının görüşülmesinin ötesindedir. Zira, bugün programı müzakere edilmekte olan Hükümet ve o
Hükümetin bu Programı, fevkalade şartların ürettiği bir Hükümet ve Hükümet Programıdır. İşte, bizim bugün asıl tartışmak
durumunda olduğumuz, bence bu fevkaladeliktir. Dikkat ediyor musunuz, sabahtan beri, Meclis açıldığından beri konuşan değerli
hatiplerin hiçbiri, bu programın içerisinde neler yazdığı üzerinde durmadı. Asıl üzerinde durulan husus, bu Hükümetin nasıl bir
temel üzerinde kurulduğudur. Asıl fevkaladelik budur.
Değerli arkadaşlarım, 53 üncü Hükümeti yıkan sebepler nelerse, benim, fevkaladelikten kastettiğim de budur. Zira, 53 üncü
Hükümetin yıkılma sebepleri, aynı zamanda, 54 üncü Hükümetin de kurulma sebepleridir. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar)
Öyleyse, 53 üncü Hükümetin niye yıkıldığını bütün milletvekili arkadaşlarımın bilmesi lazım, bilen arkadaşlarımın yeniden
hatırlaması lazım. Hem milletimizin hem de milletimizin vekillerinin, 53 üncü Hükümetin yıkılma sebeplerini bütün açıklığıyla
öğrenmelerinde, bence, büyük yarar var. Bugünkü görüşmelerin belki de en önemli noktası budur.
Aziz milletimiz ve onun değerli vekilleri bilmelidirler ki, 53 üncü Hükümetin, yani, kamuoyundaki ismiyle ANAYOL
Koalisyonunun bitiş sebebi, ne koalisyondaki uyumsuzluktur ne protokole uymamaktır ne şu krizdir ne bu krizdir, ne icraatsızlıktır
ne de herhangi başka bir sebeptir. Değerli arkadaşlarım, 53 üncü Hükümetin son bulmasının bir tek nedeni vardır ve maalesef, o
neden, benimle yakın ilişkilidir. 53 üncü Hükümetin son bulmasının nedeni, bu Meclisin başlattığı ve benim de idarede
başlattığım yolsuzluk soruşturmalarıdır. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Evet, itiraf ediyorum, 53 üncü Hükümetin
bitmesinde benim önemli dahlim var, benim dahlim var; çünkü, ben, 53 üncü Hükümetin Başbakanı olarak milletten temsil yetkisi
isterken, onun hak ve çıkarlarının üzerinde hiçbir hak ve çıkar tanımayacağımı taahhüt etmiş ve bu kürsüden de Yüce Meclisin, 65
milyon vatandaşımın, tarihin ve tabiî ki, Allah'ın huzurunda yemin etmiş bir milletvekili olarak, Rize Milletvekili Ahmet Mesut
Yılmaz olarak, yetimin hakkını kimseye yedirmeme konusundaki kararlılığımı sonuna kadar muhafaza ettim. (ANAP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar)
Şimdi, bazı aklı evveller çıkıyorlar, hem bu kürsüye çıkıyorlar hem gazetelerin manşetlerine çıkıyorlar, bana akıl veriyorlar
"efendim, sırası mıydı şimdi Hükümeti bozmanın, yolsuzluklarla uğraşmanın; hiç olmazsa Başbakanlık döneminin sonuna kadar
bekleyemez miydin; böyle geçimsiz Başbakanlık olur mu..."
Bakın, ben, üç aydan beri, hiç kamuoyuna aldırmıyorum; hiç o köşe yazarlarına falan -patronlarına yaranmak için belli kişilere
methiyeler düzen o köşe yazarlarına- hiç cevap vermiyorum; ama, bugün milletin önünde konuşuyorum, milletin kürsüsünden
konuşuyorum.
Şimdi, herkese söylüyorum: O bana akıl verenler, akıllarını kendilerine saklasınlar. Türkiye'de siyasetin bu kadar yozlaşıp
kokuşmasının asıl sebebi, hırsız, uğursuz takımının cüretkârlığı yanında, devleti yönetenlerin, bu olan biten hırsızlıklara,
yolsuzluklara kayıtsız kalmasıdır, seyirci kalmasıdır; daha da ileriye gidiyorum, bazen ortak olmasıdır. (ANAP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar)
Değerli milletvekilleri, bu ülkeyi yönetmek için milletten yetki almış hiç kimsenin, hiçbirinizin, yolsuzluk ve suiistimallerin
üzerine gitmeyi, belli bir stratejiye, belli bir takvime bağlamaya hakkınız ve yetkiniz yoktur; hiç kimsenin buna hakkı yoktur. Eğer,
54 üncü Hükümeti kuranlar, kafalarında böyle bir plan kuruyorlarsa, unutmasınlar ki, tarih önünde bu suç ortaklığından
kurtulamazlar.
AHMET BİLGİÇ (Balıkesir) – Civangate olayı ne oldu?
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Zira, hepimiz biliyoruz ki, geciken adalet, artık, adalet olmaktan çıkmıştır.
AHMET BİLGİÇ (Balıkesir) – Civangate'ten bahset.
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Laf atma... Laf atma... Dinle... Dinle...
NABİ POYRAZ (Ordu) – Otur yerine!.. Otur!..
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, sükûnetinizi rica ediyorum.
Sayın Yılmaz, siz buyurun efendim.
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, değerli arkadaşlarım, şimdi, bu Hükümete sesleniyorum; bir ortağı eksik olan bu Hükümete
sesleniyorum: Bakın, Bakanlar Kurulu sıralarında bir tane Doğru Yol Partili bakan yok; ben mi yanlış görüyorum?! Bir tane Doğru
Yol Partili bakan yok!
NABİ POYRAZ (Ordu) – Utanıyorlar...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Allah, hiç kimseyi, ortağı olduğu, hatta, Başbakan Yardımcısı olduğu Koalisyonda,
Hükümet Programının görüşülmesinde, Hükümet Programının okunmasında, hükümet sıralarında oturma utanmasına düşürmesin.
(ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Sayın Hükümet, siz, şimdi, bu yolsuzluklar konusunda...
(Orman Bakanı Mehmet Halit Dağlı ile Millî Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam, Bakanlar Kurulu sıralarındaki yerlerini aldılar;
ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar!.. )
Allah, Türkiye'de hiçbir Bakana, Genel Başkanının oturmaktan utandığı bir Hükümetin içerisinde oturmayı nasip etmesin.
(ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Değerli milletvekilleri, Hükümete sesleniyorum, Hükümet, şimdi, kendi kafasında şöyle bir plan yapmış olabilir: Bu adaleti,
yani yolsuzluklarla, hırsızlıklarla mücaadele etmeyi, kendi kafasında bir vadeye bağlamış olabilir; ama, unutmayın ekmeği çalınan,
ilacı çalınan, alınteri çalınan, mutluluğu, ömrü çalınan insanlar, sizin tayin ettiğiniz o vadeyi beklemeye mecbur değillerdir; esasen,
buna tahammülleri de yoktur. Fazilet sahibi her insanın yapması gereken, bizim yaptığımız olmalıdır...
MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Doğru; siz faziletli insanlarsınız!..
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Biz ne yaptık... Bakın ne yaptık, sayın milletvekilleri: İşte bizim Hükümet Programımız,
işte bizim Koalisyon Protokolümüz. Biz, buraya bir madde koyduk, bu maddenin altına imza attık; benim imzam da var, Sayın
Çiller'in de imzası var. O madde "yolsuzluk ve suiistimal iddialarının üzerine, ciddiyetle gidilecektir" diyor. Dedik ve gereğini
yaptık; hem de Yüce Meclis ile beraber yaptık.
Şimdi, biraz önce Doğru Yol Partisinin Sözcüsü çıkmış, burada "Anavatan Partisi, koalisyon protokolünü çiğnedi" diyor.
MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Doğru...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Peki, ben de şimdi ona soruyorum; doğru diyene soruyorum: Siz, bu protokolü imzalarken
içerisini okumadınız mı?.. Okumadınız mı?.. Yoksa, bunu yaparken, bizim samimî olmadığımızı mı düşündünüz; Başbakanlık
koltuğunu bırakamayacağımızı mı sandınız?..
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Balıkesir) – Uydurma işleri yapmadık, hakiki olsun dedik.
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – ...Eğer, öyle sandıysanız çok yanıldınız. Eğer, böyle düşündüyseniz, sizin, bugün,
hasbelkader üyesi bulunduğunuz Meclisi, asıl yüce kılan, kutsal kılan değerlerden hiç mi hiç haberiniz yok demektir.
Sayın milletvekilleri, ahlak ve fazilet, sadece iki kuru kelime değildir. Bu iki kavram, insan kişiliğinin ayrılmaz, olmazsa olmaz
parçalarıdır. (DYP sıralarından gürültüler)
MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Siz, faziletli insanlarsınız!..
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Konuşma!.. Dinlemesini bil!.. Kes sesini!..
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri... Sayın grup başkanvekilleri... Rica ediyorum...
Sayın Okuyan, efendim lideriniz konuşuyor.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Balıkesir) – Fazilet partisinden!.. Enerji Bakanı...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Müdahaleleri süremden düşer misiniz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Yılmaz.
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Teşekkür ederim.
ABDÜLBAKİ ATAÇ (Balıkesir) – Soruşturma açtırdığın Enerji Bakanını niye alıyorsun?!
BAŞKAN – Sayın Ataç, lütfen dinleyin efendim.
Sayın Yılmaz, buyurun.
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Sayın milletvekilleri, sayın Hükümet; bir şeyi unutmamanız lazım: Ben, eğer, yolsuzluk
dosyalarına göz yumsaydım, bugün, hâlâ o koltukta ben oturuyordum. (DYP sıralarından "Allah Allah" sesleri) Ama, ben, başta
söyledim, buradan söyledim; "ben, çamurun üzerinde oturan Başbakan olmayacağım" dedim. (ANAP sıralarından alkışlar)
İRFETTİN AKAR (Muğla) – Eski Enerji Bakanı nerede?!
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Çamurun üzerinde, yolsuzluk ve şaibelerin üzerinde oturan, onları örten bir Başbakan
olmaktansa, halkın gönlünde dürüst bir politikacı olarak kalmayı bin kere tercih ederim, her zaman tercih ederim. (ANAP
sıralarından alkışlar) Ve bakın bir şey daha söylüyorum: Koltuk uğruna, makam uğruna, kendi kişiliğimden, kendi onurumdan,
kendi ahlakımdan taviz vermektense, önüme bin kere aynı imkân çıksa, bin kere aynı şeyi yaparım. (ANAP sıralarından alkışlar)
Bunu, bu vesileyle ispat etmiş olmanın onurunu taşıdığımız gibi -tekrar söylüyorum- bin defa tekerrür etse, bin defa o koltuğu terk
ederiz.
Değerli arkadaşlarım, dolayısıyla, protokole aykırılık Anayol Koalisyonunun bozulma sebebi filan değildir. Zaten, bugüne
kadar da, bu yönde, ciddî bir iddia ortaya atılmış değildir. Sayın Çiller'in ve onun yakın yandaşı olan bir iki kişinin seslendirdiği
tek iddia "bizi arkadan vurmaya kalktı" olmuştur. Başbakanlıkta başlatılan teftiş ve soruşturmalar, özellikle, kamu bankalarında ve
bilhassa TURBAN'da başlatılan soruşturmalardan dolayı, bizi, kalleş olmakla itham ettiler.
Şimdi size soruyorum: Bunun neresi arkadan vurmaktır ? Bunun neresi kalleşliktir? Siz, halktan oy isterken "kör kuruşun
hesabını soracağım" diyeceksiniz, sonra koltuk hatırına hepsinden vazgeçeceksiniz!.. Milletinize ihanet edeceksiniz, Başbakan
kalacaksınız; ama, millete sadık kalırsanız, sözünüze sadık kalırsanız kalleş olacaksınız!.. Bu mantığı izah edemezsiniz; bu
mantığı, bu millete anlatamazsınız.
Herkes şunu bilmelidir: Hakikatin hatırı, milletin hatırı bizim için herşeyin üzerindedir.
Değerli milletvekilleri, burada iki tane program var. Bu, benim Hükümetimin Programı, 53 üncü Hükümetin Programı; bu da, 54
üncü Hükümetin Programı, bu Hükümetin Programı.
Biraz önce, Refah Partisinin Sayın Sözcüsü, bu Hükümet Programının çok mükemmel bir program olduğunu söyledi, tarihe
geçecek bir program olduğunu söyledi. Bunu, latife olarak mı söyledi, ciddî mi söyledi; ben ayırmakta müşkülat çektim.
Ama, bakın ben size söyleyeyim: Bu iki program, aşağı yukarı birbirinin aynıdır... ( RP sıralarından "oy verin"sesleri)
Şimdi oy meselesine geleceğim.
Bakın, öyle şeyler var ki, şimdiye kadar hiçbir hükümet, zannediyorum, kendisinden önceki hükümetin programından böyle
fotokopiyle çoğaltıp da yeni hükümet programı yazmamıştır. (ANAP sıralarından alkışlar)
Şimdi bakın, "Devletin vatandaşına güvenmesi temel ilkelerimizden birisidir. Fertlerin devlet ile olan ilişkilerinde vatandaşın
beyanına güven esas alınacak, beyanın doğruluğunu araştırmak ilgili kamu idaresinin görevi olacaktır." Bu, bizim programımızın
12 nci sayfasında yazıyor.
HACI FİLİZ (Kırıkkale) –52 nci Hükümetinkinde de var.
A.MESUT YILMAZ (Devamla) –54 üncü Hükümetin Programını açın, 37 nci sayfada aynı şey yazıyor. Yahu, aynı cümleyi
kopya ediyorsunuz; bari, bir kelimeyi değiştirin... Aynı cümleleri almışlar, aynı yere koymuşlar. (RP sıralarından gürültüler)
Peki, bir şey daha var: Biz, kendi Programımızda, birtakım fizikî hedefler koymuşuz, sayısal hedefler koymuşuz. Mesela,
demişiz ki, kamu yatırımları içinde eğitimin payı yüzde 12'ye çıkacak, enerji sektörünün payı yüzde 22'ye çıkacak veya demişiz ki,
şu kadar asfalt yapacak devlet, şu kadar asfalt yol yapacak, şu kadar beton yol yapacak; aynı rakamları almışlar, kendi
Programlarına koymuşlar. Bu iki program arasında... Evet, Programımızı kopya etmişsiniz, bundan dolayı da sizi ayıplamıyorum;
adil düzenden vazgeçtiğinize göre, elbette bir programla gelecektiniz. Bizim Programımızı kopya etmiş olmanız, aslında, kötü bir
şey değil, bizim için iyi bir şeydir; ama, kötü olan ne: Bazı şeyleri almamışlar Programlarına. Mesela, biz demişiz ki "otoyol
hamlesine devam edeceğiz." Hayır, bunların Programında otoyol yok; otoyol, bunlara göre, Türkiye'ye göre lüks; ama, asıl fark
nerede: Asıl fark yolsuzluklarda.
Bakın, değerli milletvekilleri "yolsuzluk" kelimesinin kendisine bile, bu Program tahammül edememiştir, bu Hükümet tahammül
edememiştir; kelimeye bile tahammül edememiştir. (ANAP sıralarından alkışlar)
54 üncü Hükümet Programında, bir yandan, ifade ve fikir hürriyeti, din ve vicdan hürriyetinden söz edilirken, öte yandan, kişilik
hakları kavramına sığınarak, basına gözdağı verilmeye çalışılmaktadır. Basının yolsuzluklarla ilgili haber vermesi önlenmek
istenmektedir. Şimdi, soruyorum: Acaba, böyle bir hükümet, bizi, nasıl bir Türkiye'de yaşatmak istiyor; basının susturulduğu,
yolsuzlukların örtüldüğü bir Türkiye'de mi?.. Ama, bakın, söylüyorum; buna kimsenin gücü yetmez, hiç kimsenin gücü yetmez ve ben
inanıyorum ki, bu Parlamento da, böyle çirkin bir oyunun figüranı olamaz.
Değerli milletvekilleri, bu Koalisyon, 53 üncü Koalisyon uyumsuz bir koalisyon muydu; kesinlikle hayır. Kabinedeki bizzat
Doğru Yol Partili bakanların ifadesiyle, bu Koalisyon, kendinden önceki DYP-CHP Koalisyonundan çok daha uyumlu bir
koalisyondu. Ne icraat ne atamalar, bu Koalisyonda, bundan önceki Koalisyon gibi, bir kriz konusu olmamıştı. Nereye kadar; ta ki
kamu bankalarıyla ilgili atamalar gündeme gelinceye kadar. Bu da, aslında Kabineden değil, bizzat Sayın Çiller'den kaynaklanan bir
problem olmuştur. Ne zaman ki, kamu bankalarında daha önceki Hükümetin yerleştirdiği kadrolar ve uygulamalar üzerine ciddî bir
biçimde gidilmiştir, işte o zaman ipler gerilmiştir. Sayın Çiller, bizzat kendisi, bana, filan kamu bankasındaki yöneticilerin
değiştirilmesinden vazgeçilmezse, bunun, koalisyonun sonu olacağını söylemiştir. Hiç böyle bir şeyi aklınız alıyor mu; böyle bir
konunun, bir koalisyon hükümetini yıkacak kadar önemli olduğunu düşünebiliyor musunuz?!. Ama, Sayın Çiller için önemlidir;
çünkü, trilyonlara varan yolsuzlukların açığa çıkmasından endişelidir.
Ayrıca, ne dediniz bizim için; "icraatsız hükümet" dediniz.
Değerli milletvekilleri, icraatsız dedikleri hükümet, benim Hükümetimdir. Üç aydan beri de meydanı boş buldular; kırık plak
gibi, hep aynı şeyi söylüyorlar; ama, biraz önce söyledim, ben, üç aydan beri kamuoyunun ne söylediğine filan bakmıyorum, basının
ne yazdığına bakmıyorum. Kaldı ki, benim Hükümetimin, o üçbuçuk aylık süresinin yarısı, onların yapmadıkları 1996 bütçesini
hazırlamakla geçti, atamalarla geçti, yasal düzenlemelerin altyapısını yapmakla geçti; ama, bakın, bu şartlara rağmen, benim
Hükümetimin 100 günlük icraatını, Sayın Çiller'in Hükümetinin 100 günlük icraatıyla, her an, her platformda karşılaştırmaya
hazırım. Öyle, parti kongrelerinde filan söyleyip kaçmakla olmaz, televizyona çıkıp, açıkoturumlarda yalan söylemekle olmaz;
çıkıp, bu kürsüden söyleyin; rakamları, burada, milletin önünde tartışalım; kim yalan söylüyor, kim doğru söylüyor, millet kendi
gözüyle görsün. Aylarca Bakanlar Kurulunu toplayamamış; neredeyse üç yıl süren Başbakanlığında, ülkeye numune için bir tek eser
bırakmamış; ama, konuştuğu zaman, mangalda kül bırakmayan birisi, bizi icraatsızlıkla suçluyor... Halep oradaysa, arşın
buradadır.
MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Ne yaptın?!.
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Şimdi mukayese yapalım, siz üç ayda neler yaptınız; biz -bir azınlık Hükümeti olmamıza
rağmen, üstelik kendi ortağımızdan engelli bir azınlık Hükümeti olmamıza rağmen- üç ayda neler yaptık...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Rize'ye ne kadar para gönderdiniz; onu söyle!..
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Mukayese edelim de yalanlarınızla iğfal ettiğiniz birkısım masum vatandaşımız da
gerçekleri öğrensin.
Size rakam veriyorum, yazın rakamları, yanlışsa gelin söyleyin buradan. Sayın Çiller'in kurduğu Hükümetin 100 günlük ilk
dönem icraatında Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk ettiği kanun tasarısı sayısı 22'dir; benim Hükümetimin ilk 100 gününde
Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk ettiği kanun tasarısı sayısı 52'dir.
İRFETTİN AKAR (Muğla) – Çıkardığın kaç tane?
MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Kaç kanun çıkardın?
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Yahu biraz sabredin ona da geleceğim, hiç boşluk bırakmayacağım merak etmeyin.
Çıkan kanunu sordunuz değil mi? Sayın Çiller'in Hükümeti ilk 100 gününde 3 tane kanun çıkarmış, ben 10 tane çıkarmışım.
Bu Meclis 10 tane çıkarmış, Sayın Çiller'in Hükümeti 3 tane çıkarmış.
Peki, bir azınlık hükümetinin Meclisin icraatıyla övünmesi mümkün değil; ama, Bakanlar Kurulunun performansını tayin eden
en önemli faktör ne; çıkan kararname sayısı. Sayın Çiller, ilk 100 gününde 243 tane kararname çıkarmış, benim Hükümetim 462
tane kararname çıkarmış.
Hangi kritere vurursanız vurun, yaptığımız icraat, Sayın Çiller'in 100 günlük icraatının iki katıdır. Ama, bakın, isterseniz size
başka örnekler de veririm, icraatsız hükümetin hangisi olduğunu anlamanız için. Üç aylık Koalisyon Hükümeti döneminde,
köylünün emeğinin karşılığını verebilmek için, buğday fiyatını, geçen seneki Koalisyon Hükümetinin açıkladığı tarihten tam 4 ay
önce açıkladık, hem de alınterinin bedel fiyatını vererek açıkladık. (ANAP sıralarından alkışlar)
Geçen sene, bu dört aylık gecikme yüzünden buğday üreticisini perişan ettiniz. Şekerpancarına düşük fiyat verdiğiniz için,
Türkiye'yi, yurtdışından -milyonlarca, yüz milyonlarca döviz ödeyip- şeker ithal etme mecburiyetiyle karşı karşıya bıraktınız.
Üç yıllık hükümetinizde, enerji ihraç eden Türkiye'yi, Bulgaristan'dan enerji ithal eder ülke durumuna düşürdünüz. Üç yılda bir
tek enerji yatırımınız yok; bitirdiğiniz bir tane baraj yok. Bütün cumhuriyet tarihinde -1994-1995 yılları hariç- hiç baraj
yapılmayan -çokpartili demokrasi dönemini kastediyorum- iki sene zarfında bir tane barajın yapılmadığı tek dönem, Sayın Çiller'in
Başbakanlık dönemidir.
Bakın, biz, üç ayda enerji alanında ne yaptık: Sanayi kuruluşlarının ihtiyaçlarını karşılamak üzere, enerji tesisi kurmalarını,
çıkardığımız yönetmelikle imkân sağlayıp, toplam 185 megavat enerji üretecek 9 santralla ilgili sözleşmeleri imzaladık. Yap-işlet-
devret modelindeki aksaklıkları gidermek üzere, yap-işlet modeliyle enerji tesisi kurma imkânını getirdik ve fiilen uygulamayı
başlattık.
Birecik Barajını siz başlatmıştınız. Biz geldiğimiz zaman, Birecik Barajının ve Hidroelektrik Santralının kamulaştırma
bedelleri ödenmemişti; kamulaştırma bedellerini ödeyip, 4 Nisan 1996'da barajın inşaatını biz başlattık. Enerji alanında toplam 3,1
milyar dolarlık yatırımı başlattık. Kangal Termik Santralının üçüncü ünitesinin inşaatını başlattık. Sizin, karanlığın ucuna
getirdiğiniz ülkemizin, enerji darboğazını aşması için, sizin yapmadığınız sulama yatırımlarının yapılabilmesi için üçbuçuk ay
içerisinde 18 Martta Çanakkale'de, Umurbey Barajının; 11 Mayısta Niğde'de, Yeşilburç Barajının; 25 Mayısta Gaziantep'te,
Karkamış Barajının; 18 Haziranda Bayburt'ta, Demirözü Barajının; 26 Haziranda Gümüşhane'de, Köse Barajının temelini attım.
Temelini attığımız bütün bu yatırımların inşaatları, şu anda devam ediyor.
MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Kaç hektar... Kaç hektar... Onu söyle!
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Diyarbakır'da, Dicle'de, Göksu Barajını hizmete açtık. Size yüzde 90 gerçekleşmeyle
devrettiğimiz, üç yıl zarfında hiçbir şey yapmadığınız, Adana'daki Çatalan Barajının su tutma işlemini tamamladık. Bunlar gibi
pek çok icraatı, enerji ve sulama alanında, üç ay gibi kısa bir zamanda yaptık. Siz, üç yılda ne yaptığınızı...
MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Mavi Tüneli, Mavi Tünel ihalesini 19 Nisanda neden durdurdun; onu açıkla! Onu açıkla!
(ANAP sıralarından "sarhoş, otur yerine" sesleri) Sarhoş sizsiniz!
Onu açıkla! Onu açıkla! KOP Projesinin en büyük ayağı Mavi Tünel projesini, ihaleye bir gün kala neden durdurdunuz? Şimdi,
bunu açıkla!
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri... Sayın milletvekilleri.... Sayın grup başkanvekilleri... Sayın idare amirleri... Rica ediyorum...
Rica ediyorum...
MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Onu açıkla, onu! Konya'ya cevap ver! Millete cevap ver! (ANAP sıralarından "Otur yerine"
sesleri )
A.MESUT YILMAZ (Devamla) – Sayın milletvekili, sinirlenmenizi anlıyorum da...
MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Sinirlenmiyorum; ben, doğruları söylüyorum.
BAŞKAN – Sayın Yavuz... Sayın Yavuz...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Ben, size diyorum ki, üç sene iktidarda yaptığınız, millete söyleyecek şeyiniz varsa, gelin, bu
kürsüden söyleyin; söyleyin ki, millet mukayese etsin; hangi hükümet icraatsızdır, hangi hükümet icraat hükümetidir; millet, bir
mukayese etsin. Öyle, bağırıp, çağırıp, yerinizden bana laf atarak milleti aldatamazsınız.
MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Ben aldatmıyorum; gerçekleri söylüyorum.
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Bizim, size bıraktığımız Sosyal Sigortalar Kurumu, malî bakımdan artıda olan bir
kurumdu; inkâr edebilir misiniz?
Bugün, bakın, sadece Sosyal Sigortalar Kurumu açıklarının, toplam KİT açıklarının daha üstüne çıktığını biliyor musunuz?
Ben, burada, kendi Hükümet Programımın görüşülmesinde de söyledim: 1996 yılında, devletin resmî dokümanlarına göre, sosyal
güvenlik kuruluşlarının finans açığı 260 trilyon lira olacaktır, 260 trilyon lira. 1991 sonunda biz devrettiğimiz zaman artı veren
kuruluş, bugün, dörtbuçuk, beş sene sonra, 260 trilyon eksi verir hale gelmiş. Çalışma Bakanımız, üç ay zarfında, son derece
başarılı bir çalışma yaptı; Bakanlık ve diğer sosyal güvenlikle ilgili tüm kurumların katkılarıyla, finans açığını zaman içinde
ortadan kaldıracak, bu arada hiçbir çalışanı mağdur etmeyecek, hak kaybına uğratmayacak bir yasa tasarısını hazırladı. Biz, bunu
üç ayda yaptık; bir taraftan devleti, yetimin hakkını size karşı korumaya çalışırken, bir taraftan da sosyal güvenlikte sizin açtığınız
yaraları saracak tedbirleri getirdik. Batma durumuna getirdiğiniz, kendisi batarken devleti ve kamu maliyesini de aşağıya doğru çeken
Sosyal Sigortalar Kurumunu ve Bağ-Kur'u, dört yıllık icraat döneminizde bu hale getirdiniz. Şimdi kimin icraatsız olduğunu
görebiliyor musunuz?
Değerli milletvekilleri, bunları uzun uzun anlatacak değilim. Söylemek istediğim şudur; bizim "53 üncü Hükümetimizi sona
erdiren sebepler, 54 üncü Hükümeti kuran sebeplerdir" derken söylemek istediğim nedir; Sayın Baykal buradan söyledi; ama,
müsaadenizle ben de tekrarlayacağım; çünkü, inanıyorum ki, 9 Mayıs 1996 tarihinde -yani, aşağı yukarı bundan iki ay önce- Sayın
Çiller'in bu kürsüden size hitaben kullandığı sözler, bugün bu Hükümet Programı üzerinde söyleyeceğimiz sözlerden çok daha
önemlidir. Sayın Çiller, Refah Partisi tarafından, şimdiki ortağı tarafından, kendisiyle ilgili olarak verilen soruşturma önergesi
üzerinde söz alarak -tutanaklara da geçen konuşmasında- bakın ne diyor; noktasıyla, virgülüyle aynen söylüyorum: "Sayın Erbakan,
yani, önerge sahiplerinin Sayın Genel Başkanı, bana üç saat boyu hükümet olmayı teklif etti mi? İlk söze başlayıp tam 55 dakika,
nefes almadan, nokta virgül koymadan, bana birlikte hükümet olmayı teklif etti mi, etmedi mi? İkinci soru -ben sormuyorum, Sayın
Çiller soruyor- Sayın Erbakan, 'bizimle koalisyon yapacak olan sütten çıkmış ak kaşıktır' dedi mi demedi mi? Ben, o teklifleri kabul
etseydim, bu tertipler yapılır mıydı? Soruyorum: Yapılır mıydı?.." Ben sormuyorum, Sayın Çiller soruyor.
Şimdi, yine Sayın Çiller'den alıntı yapmaya devam ediyorum, onun sözlerini okuyorum: "İşte benim önlemeye çalıştığım
iktidar buydu. Ben, Refah Partisine oy vermiş değerli vatandaşlarımın iktidarını değil, meydanlarda, daha birkaç gün önce 'bize oy
vermeyenleri evliyalar çarpar' diyen samimiyetsiz siyasetin iktidarını önledim. İşte asıl aranması gereken suiistimal budur."
Ben, şimdi, Doğru Yolcu arkadaşlarıma söylüyorum: Sayın Çiller o gün mü doğru söylüyordu, Sayın Çiller bugün mü doğru
yapıyor? (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Şimdi, Refah Partili arkadaşlarıma söylüyorum. O müzakerelerde, Sayın Çiller'le ilgili soruşturma önergesi üzerinde Refah
Partisi adına konuşan değerli arkadaşım -Sayın Lütfü Esengün- bugün bakandır. Bakın, aynen, noktasıyla, virgülüyle okuyorum:
"Siz, öyle bir partisiniz ki, kuracağınız koalisyonun birinci şartı olarak, hakkınızda yapılan soruşturmaların geri çekilmesini
istiyorsunuz. Siz, bu halinizle ortak bulamazsınız. Anavatan Partisiyle kurduğunuz koalisyon da soruşturmalar dolayısıyla bozulur
mu, bozulmaz mı,orasını bilemem; ama, bu Meclis, bu soruşturmaların peşini bırakmayacaktır." Bunu, sizin arkadaşınız söylüyor,
sizin sözcünüz söylüyor.
Ben, şimdi, size soruyorum: Sayın Çiller, Sayın Lütfü Esengün'ün kehanetinin tersine, kendisine, soruşturmalarını kapatacak
bir ortak buldu; ama, acaba, bu Meclis bu soruşturmaların peşini bırakacak mı, bırakmayacak mı? (ANAP sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, bunları okuduktan sonra, 53 üncü Hükümetin neden son bulduğunu ve bu
Hükümetin nasıl kurulduğu anlatmak için başka bir delile ihtiyaç var mı? İşte, size, kendi ağızlarından çıkan, kendi sözleriyle,
tutanaklarda tespit edilmiş ifadelerini okudum.
Sayın Çiller soruyor: "Sizinle koalisyon olsaydım, bu soruşturmaları ister miydiniz?" Sayın Erbakan cevap veriyor: "Bizimle
koalisyon kurarsan, sütten çıkmış kaşık olursun" diyor. Anayolu sona erdiren, bu ahlaktan yoksun ilişkinden başka birşey değildir.
(ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bu Hükümet de, yine, bu ilkesiz, bu ahlak fukarası zemin üzerinde kurulmuştur.
Şimdi, 54 üncü Hükümetin -sözüm ona- Programını müzakere edeceğiz. Değerli milletvekilleri, hangi programdan bahsediyoruz;
hangi hükümetten bahsediyoruz? Soruyorum 54 üncü Hükümetin Sayın Başbakanına, Sayın Erbakan'a: Bu ülkede yolsuzluk var mı,
yok mu? Bu ülkede, hırsızlık, rüşvet var mı, yok mu? Bu ülkede dolandırıcılık var mı, yok mu? Eğer, şayet "yok" diyorsanız, sizi,
Allah'a ve milletin vicdanına havale ediyorum. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Yok, eğer "vardır" diyorsanız -biraz
sonra konuşacaksınız- o zaman da soruyorum: Bu Hükümetin yolsuzluklarla mücadele etmeye hiç niyeti yok mu? "Var" diyorsanız,
o zaman soruyorum: Niçin Programınızda yolsuzluklarla mücadeleden, tek satırla bile olsun, bahsetmediniz?
Yahu, ben merak ettim, saydırdım; bu Hükümet Programı 58 sayfa. 58 sayfada 5 239 kelime kullanılmış; 5 239 kelime içinde
olmayan tek kelime "yolsuzluk." (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Eğer, sizin "adil düzen" dediğiniz buysa, Allah,
milletimizi böyle adaletten korusun.
Şimdi, değerli arkadaşlarım, ben, bu Programın nesini müzakere edeceğim?!. Bu Programdan pis kokular çıkıyor. Bakın, bu
Programa ne yazmışlar; daha doğrusu, biz, kendi Programımıza ne yazmışız; 53 üncü Hükümetin Programından okuyorum:
"Hukuk devleti ilkelerine bağlı kalarak, yolsuzluk olaylarına karşı etkili bir biçimde mücadele etmek, bizim için, ahlakî, hukukî ve
siyasî bir zarurettir. Koalisyon Hükümeti, her türlü yolsuzluk olayının üzerine gitmeye kararlıdır." Peki, siz ne diyorsunuz kendi
programınızda; şimdi, sizin dediğinizi okuyorum: "Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetleme görevini gereğince sürdürebilmesini
teminen, bu denetlemenin, partizanca, politik maksatlarla ve kişilerin haysiyet ve şereflerini rencide edici amaca yönelik olması
engellenecek; ancak, esas amaç olan yasalara aykırı davranışları ortaya koymak için, işbirliği ve gerekli düzenlemeler yapılacaktır."
Yahu, bizim programımızı kilometre sayısına kadar, megavat sayısına kadar kopya ettiniz de, niye yolsuzluk gelince
almadınız; niye, bir tek, yolsuzluğu dışarıda bıraktınız? (ANAP sıralarından alkışlar) Hükümet olarak, yolsuzluklara karşı
mücadele etmek bir tarafa, bu ifadenizle, Türkiye Büyük Millet Meclisinin anayasal denetleme yetkisini sınırlandıracağınızı
söylüyorsunuz. Ne oldu da, bizzat kendileri tarafından verilen soruşturma önergeleri, şimdi, partizanca ve haysiyet kırıcı oldu?
Acaba, o zaman mı haklıydılar; yoksa, şimdi mi haklıdırlar?
Değerli arkadaşlarım, bu pazarlıkta, alan razı veren razı da olsa, millet, buna rıza göstermez; çünkü, ortaya koydukları kendi
şeref ve haysiyetleri olsa da, alıp verdikleri, bu milletin servetidir, bu milletin zamanıdır. Bu aziz millet ve onun değerli vekilleri,
öyle, kimsenin, köprü altından su bağışlamasına müsaade etmeyecektir. Bu millet, size neden ve nasıl güvensin?!
Sayın Çiller, meydanlarda dolaştığı zaman, her akşam beş tane televizyon ekranını ziyaret ettiği zaman, milletin gözünün içine
baka baka, gözleri nemli, ağlamaklı ifadelerle şu sözleri söyledi mi, söylemedi mi: "Biz, Refah Partisini önlemek için geleceğiz,
halktan o şekilde oy istedik", "Erbakan, beni tehdit etti", "Refah Partisiyle koalisyon, ülkeye ihanettir."
Şimdi, burada olsa da olmasa da Sayın Çiller'e soruyorum: Bu söylediğiniz doğruysa, şimdi ne halde olduğunuzu gelin, buradan
izah edin; ülkeye ihanet halinde olup olmadığınızı millete bir anlatın.
Şimdi, yine kendi sözlerini söylüyorum: "Erbakan'la sonuna kadar mücadele edeceğim. Bosna parası, Mercümek ve eroin
davasının takipçisi olacağım." Bu sözler bu sene söylenmiş, bu sözlerin üzerinden daha altı ay geçmemiş. Sayın Çiller, belki,
buraya utancından gelemiyor; onun milletvekillerine soruyorum... (ANAP sıralarından alkışlar)
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Hayır, niye utanacak... Devlet işi var!.. (ANAP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Gönül... Sayın Gönül...
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Ne diye utanacak... Devlet işi var; görüşmesi var; onun için gelemedi.
BAŞKAN – Sayın Gönül... Rica ediyorum...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Hükümet programının müzakeresinden daha önemli hükümet işi olur mu?!
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Devlet işi, millet işi var. Yakışmıyor Sayın Yılmaz... (ANAP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Gönül... Sayın Gönül...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – "Refah Partisiyle koalisyon, ülkenin geleceğini satmaktır" demiş Sayın Çiller. Ben, şimdi,
size soruyorum: Siz, şimdi, ülkenin geleceğini satıyor musunuz?! (ANAP sıralarından alkışlar) "Erbakan, Apo gibi bölücü" demiş;
şimdi, siz, bölücülerle koalisyon mu kurdunuz?! Bu söylediklerine katıldığım için söylemiyorum...
KADİR BOZKURT (Sinop) – Türk Bayrağı kimin zamanında indirildi?!..
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – ...bu söylediklerini ayıp bulduğum için söylüyorum. (ANAP sıralarından alkışlar) "Erbakan,
gerici; benim ülkem satılık değil" demiş; siz, şimdi, ülkeyi mi satıyorsunuz?! "Erbakan'a güvenilmez" demiş. Şimdi, soruyorum
sizlere: Sayın Çiller, bu sözleri söyledi mi, söylemedi mi? Bu sözleri tekrarladığım için, beni eleştiremezsiniz. Bu sözleri eleştiri
hakkınız var; ama, onun muhatabı ben değilim; o, bugünkü genel başkanınızdır. Hani göğsünü siper edecekti; hani gerekirse 20 nci
kattan atlayacaktı?!. (ANAP sıralarından gülüşmeler) Sizi, bölücü dediğiniz, gerici dediğiniz insanlarla ortaklık kurmaya iten
sebepleri, gelin, buradan anlatın; demogojiyi bırakın, yalanı bırakın, hangi sebepten bu yanlışa ortak oluyorsunuz; gelin, buradan
millete onu anlatın. Yoksa, bu sözünü ettiğiniz, Sayın Çiller'in sözünü ettiği tehditlere boyun eğmek zorunda mısınız? Çok mu
korkuyorsunuz?
AHMET İYİMAYA (Amasya) – Kimse korkmaz efendim... Lüfen yapmayın...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Ama, şunu bilin ki, korkunun ecele faydası yoktur. Korkunun ecele faydası yoktur...
AHMET İYİMAYA (Amasya) – Korkmayız, cesuruz...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Onu pazartesi göreceğiz.
Şimdi, muhterem Hocam, size geliyorum: Siz değil miydiniz Erzurum'da "Çiller sinsi bir din düşmanı" diyen? Siz değil miydiniz
"Çiller gavur aşığı, gavur gelini" diyen? "Sayın Çiller din düşmanlığı rejimini sürdürmek istemektedir. Kendisi, Cumhuriyet Halk
Partilidir -sanki Cumhuriyet Halk Partili olmak hakaret gerektirir- böyle bir insanın, Doğru Yol Partisi tabanı ve milletvekilleri
tarafından tasvip edilmesi mümkün değildir. Sayın Çiller hiçbir şeyi beceremez; eline yüzüne bulaştırır ve bırakır. Her işi böyledir.
Bunu tutturuyor gidiyor, hiçbir zaman olgun bir insan gibi davranmıyor" diyen siz miydiniz, değil miydiniz Sayın Erbakan?
Bakın, bu sözün üstünden öyle altı ay filan da geçmemiş; bu sözü 8 Temmuz 1995'te söylemişsiniz. Şimdi, size sormazlar mı
Sayın Erbakan...
HACI FİLİZ (Kırıkkale) – Bir sene geçmiş...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Ortaklık kurduğunuz Sayın Çiller'in Başbakanlığında... Bakın, bu programda ne deniliyor:
Şahsiyet...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sen kaç trilyon verdin? Sizler kaç trilyon verdiniz, onu söyleyin.
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Yahu, ayıp, ayıp... Başkan Yardımcısı olacaksınız bir de, ayıp yahu!
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sen Rize'nin valiliğini yap; oldu mu kardeşim...
BAŞKAN – Sayın Genç... Sayın Genç... Sayın Genç...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Yahu, devletin bütün parasını Rize'ye götürdü, yatırdı...
BAŞKAN – Sayın Genç... Rica ediyorum... Rica ediyorum...
Sayın Yılmaz, siz buyurun efendim .
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Şimdi, bakın, bu programda bir iddia daha var. Bu Hükümet -54 üncü Hükümet- şahsiyetli bir
dış politika izleyecekmiş!.. (DYP sıralarından gürültüler) Şimdi, bu Hükümet, şahsiyetli bir dış politika izleyecekmiş! Sayın
Erbakan, şimdi, size, çıkıp sormazlar mı bu kürsüden: Ortaklık kurduğunuz Sayın Çiller'in başında olduğu, Başbakan olduğu 50
nci Hükümet, 51 inci Hükümet, 52 nci Hükümet, eğer şahsiyetsiz dış politika izlemişlerse -siz öyle demiştiniz- şimdi, aynı şahıs, o
hükümetlerin başında olan Sayın Çiller, sizin hükümetinizde Dışişleri Bakanlığı yaparsa, bu Hükümet, nasıl şahsiyetli dış politika
izleyecek?! Peki "hiçbir şey beceremez" dediğiniz Sayın Çiller'le mi şahsiyetli dış politika yürüteceksiniz?!
Peki, bir şey daha soracağım. Kapı kapı dolaşıp, sizi dünyaya şikâyet eden, hakkınızda olmadık şeyler söyleyen, benim
burada tekrarlamaktan hicap duyduğum şeyleri, üstelik, gidip yabancı devlet adamlarına söyleyen o ortağınız, şimdi, Dışişleri
Bakanı olarak gidecek, o yabancılara diyecek ki "ben, bir sene önce yanılmışım" diyecek -yani, sizi övecek- onlar da ona
güvenecek, ona inanacak ve bunun adı da şahsiyetli dışpolitika olacak! (ANAP sıralarından alkışlar) Şimdi, eğer, siz, bu milletin
buna inanmasını bekliyorsanız, rüya görüyorsunuz. Buna, insanların inanması bir yana, kargalar bile güler değerli arkadaşlarım.
54 üncü Hükümetin, ekonomi alanında yapacağını vaat ettiği icraatları ise, tam anlamıyla bir çelişkiler yumağıdır. Bakın, ne
deniliyor bu Hükümet Programında: Bankalar Kanunu, gelişmiş ülke standartlarında ve Avrupa Birliği normlarına uygun olarak
düzenlenecekmiş.
Şimdi, bu ne demek? Sayın Erbakan, bugüne kadar, kendi dışındaki partilerin Batı taklitçisi partiler olduğunu söylemedi mi?!
Şimdi ne oldu; yoksa, Sayın Hocamız da mı Batı taklitçisi oldu?! (ANAP sıralarından alkışlar) Bugüne kadar "faizci" dediği
"sömürücü" dediği Batı, şimdi ne oldu da normları örnek alınacak hale geldi?! Bakın, bir koltuk, bir makam hırsı insana neler
söyletiyor; daha doğrusu, insanı ne duruma düşürüyor. (ANAP sıralarından gülüşmeler)
İki ihtimal var sayın milletvekilleri; Sayın Erbakan, ya 30 yıldan beri seslendiği kendi tabanını aldatmaktadır ya da şimdi sizi
aldatmaya çalışmaktadır.
AHMET İYİMAYA (Amasya) – Biz aldanmayız efendim; korkmayın.
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Aldanıp aldanmayacağınızı pazartesi günü göreceğiz.
Bir de bu işe bir kılıf bulmuşlar, bir toplumsal boyut kazandırmaya çalışıyorlar. Neymiş; güya, Türkiye'deki laik ve dindar
kesimler arasında bir uzlaşma sağlıyorlarmış.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sadece bu sebeple, kamuoyu önündeki beyanlarıyla, topluma bu kategorilerle baktıkları,
yani toplumumuzu en azından laik - dindar diye adlandırarak böldükleri için, bu Hükümet, halkımızın tepkisini çekmeye
müstahaktır ve sadece bu nedenle güvenoyu alamasa yeridir. Bu tutumlarıyla bu koalisyon ortakları, suçüstü yakalanmışlardır;
yıllardan beri süregeldikleri suiistimali, Hükümet Programlarında itiraf etmişlerdir.
Ne demektir toplumsal uzlaşma? Ülkemizde özlenen devlet - millet kaynaşması ne demektir? Hiç kimse unutmamalıdır ki, Türk
toplumu, kendi tarihinin hiçbir döneminde, ne dinî ne de sınıfsal esaslara bölünmüş, kategorize olmuş bir toplum olmamıştır. Hele
hele, devlet - millet kaynaşması gibi bir problem, bizim tarihimizde hiç olmamıştır. Tarihimiz boyunca kurduğumuz bütün devletleri,
medeniyetleri, bu millet, kendisi kurmuştur. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Ordusu da, askeri de, çalışanı da, üreteni
de, yöneteni de bu milletin kendi öz evlatlarıdır. Ne zaman böyle bir çelişki olmuştu ki, siz, bu uzlaşmayı temin edeceksiniz? Bu
ifadenin arkasında yatan psikoloji acaba nedir, ne demek istiyorsunuz?
Laik-dindar meselesine, yani şu toplumsal uzlaşma meselesine gelince:
Bu meseleyi yoktan var edenler -amiyane tabiriyle- icat edenler, böyle bir çelişkiyi suiistimal ederek bundan siyasî çıkar
umanlardır. Birileri bir taraftan "dindarlık" söylemini tutturarak, diğerleri öteki yanda "laiklik elden gidiyor" yaygaralarıyla çok
tehlikeli oyunlar oynadılar, oynamaya devam ediyorlar ve bundan siyasî çıkar elde ettiler, etmeye devam ediyorlar. İftiharla ve iddia
ile söylüyorum: Anavatan Partisi bu çirkin suiistimale hiçbir zaman tenezzül etmemiştir; ne dindarlığın ne de laikliğin birbiriyle
çelişkili olmadığını, her zaman tekrar etmiştir; toplumun gerçekte böyle bir probleminin olmadığını her zaman iddia etmiştir.
Türkiye'de inanç ve fikir özgürlüğünün tekâmül etmesi bizim eserimizdir. 141'i, 142'yi, 163'ü kaldıran biziz -bunları yaptık da ülke
geriye mi gitti; hayır- ama, hiçbir zaman, bunu oya tahvil etmek için insanların inançlarını sömürmedik ve hiçbir zaman da, tersine,
laikperestlik yapmadık. Çağdaşlığı, içi boş laf kalabalığından öteye üretmek, ihracat yapmak, dünyaya açılmak, kalkınmak olarak
anladık ve böyle uyguladık. Bunları yapınca ne oldu; din elden mi gitti; Sayın Erbakan'ın dediği gibi, evliyalar mı çarptı; hayır.
Biz bunları yapınca, Türkiye rahat bir nefes aldı; ama, çatışmayı körükleyenler, vatandaşın siyasî iradesine ipotek koyarak siyasî ve
-utanarak söylüyorum- ekonomik çıkar elde ettiler. Ne pahasına; Türkiye'nin huzuru ve istikrarı pahasına. Sanki bu problemi
yaratmakta hiç sorumlulukları yokmuş gibi, şimdi, bir de kalkmışlar, toplumsal uzlaşmadan, devlet-millet kaynaşmasından söz
ediyorlar.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; mademki, söz, devlet-millet kaynaşmasına gelmiştir, öyleyse, milletimizin yüzyıllardır
imbiklerden süzdüğü engin devlet-millet kültüründen bazı örnekleri, bazı ibret levhalarını hatırlamakta ve hatırlatmakta fayda
vardır.
"Adalet mülkün temelidir." Hazreti Ali'nin bu sözü, devlet-millet ilişkisinin bizim kültürümüzdeki temelidir. Yine, aynı Hazreti
Ali "şahsınıza kötülük eden bir düşmanı affediniz; lakin, vatanınıza ve milletinize kötülük eden bir kimseyi, asla affetmeyiniz"
buyuruyor.
Şimdi, söyler misiniz, bu nasıl adalettir ki, beytülmala yapılan tecavüzleri iddia edeceksiniz, bu kürsüye getireceksiniz, ondan
sonra da koltuk uğruna affedeceksiniz. Yoksa "beytülmala uzanan el, kızım Fatıma'nın eli de olsa keserim" diyen Hazreti
Peygamberin sözü sizi bağlamıyor mu?!. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) – Bağlıyor... Bağlıyor...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – "Beytülmala uzanan el, kızım Fatıma'nın eli de olsa keserim" diyen Hazreti Peygamberin
sözü, sizi bağlamıyor mu?
İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) – Bizi bağlıyor... Bizi bağlıyor... Sen istismar ediyorsun.
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Öyle, yerinizden bağırmayın.
Sizi bağlamıyorsa bile bizi bağlıyor. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Onun için, bizi bağladığı için, sizin
oturmaya çok heves ettiğiniz bu koltuğu, biz terk ettik.
İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) – Kurban ol sen Peygambere!..
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Sayın milletvekilleri, yine, devlet geleneğimizin şahikalarından Kanunî Sultan Süleyman,
bakınız ne diyor: "Her iyiliğin kaynağı adalettir. Adil olmayan kişinin elinden çıkan iş kötüdür. Öyle insanlar var ki, ellerinde fırsat
yokken, salih, âbid ve zahid görünürler; ellerine fırsat geçince, nemrut kesilirler. Hizmetinde kullandığın adamların dış hallerine
aldanma. Mala muhabbet göstereni devlet hizmetinde kullanma." Tekrar okuyorum: "Mala muhabbet göstereni devlet hizmetinde
kullanma.(ANAP sıralarından alkışlar) Zira, o adamlardır ki, Allah'ın bana emanet ettiği halkı ezerler; ama, kıyamet günü sorumlu
olan benim."
Böyle bir gelenekten gelen bir topluma, siz mi adaleti, devlet-millet bütünleşmesini öğreteceksiniz?! Bu millet size inanacak,
sizin anlattıklarınıza kanacak; öyle mi sanıyorsunuz?!
İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) – Birinci parti yaptı bizi...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – "Adil düzen" diye toplumun tertemiz duygularını sömürdükleri bugün bu Koalisyonla bir
defa daha ortaya çıkanlar, şimdi, size, son bir ibret levhası takdim ediyorum: Yeryüzünde adaletin ve adil devlet yönetiminin sembolü
olan, devlet işini yaparken ayrı mum, kendi işini yaparken ayrı mum kullanan Hazreti Ömer, bakınız ne diyor: "Dicle kıyısında bir
koyun kuzusunu kaybetse, hesabını Ömer'den sorarlar." (RP sıralarından alkışlar [!])
Nerede Dicle kıyısında kuzusunu kaybeden koyun, nerede sizin trilyonluk yolsuzluklarınız? Nerede o hassas terazi? (ANAP
sıralarından alkışlar) Nerede sizin, işbirliği, engelleme, vesaire gibi safsatalalarınız? Bu mudur adil düzeniniz? (RP sıralarından
gürültüler)
Değerli arkadaşlarım, gerçekten, tarihî bir gün idrak ediyoruz. Bana göre bu Parlamento, pazartesi günü, güvenoylamasında,
sadece bu Hükümeti değil, Türkiye'de, merkez sağın kaderini de oylayacaktır.
HACI FİLİZ (Kırıkkale) – Sebebi o...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Pek çok kez zikrettiğim gibi, Türkiye, karşısında bulunan devasa problemleri çözümlemek
zorundaysa, önce, istikrarlı bir hükümete kavuşmaya mecburdur. Merkez sağdaki bu parçalanmışlık devam ettiği sürece, bu
istikrarsızlığı gidermek mümkün değildir. Anayol Hükümeti, bu bütünleşme için, gerçekten bir şans olabilirdi; nitekim, Kabinenin
uyumlu çalışması, buna işaret ediyordu. Ne zaman ki, Sayın Çiller'in, hesabını bir türlü veremediği, vermek istemediği
soruşturmalar, teftişler, örtülü ödenek gibi konular gündeme geldi; işte o noktada, kişisel çıkarlar, kaygılar, endişeler, Türkiye'nin
istikrarının önüne geçti.
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Hiç alakası yok.
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Doğru Yol Partisindeki milletvekili arkadaşlarımın çoğunun, benim bu düşünceme
katıldığını biliyorum. Bugüne kadar, parti içi disiplin mekanizmalarının ve seçim kaygılarının yol açtığı engellemelerle, bu
düşüncelerini dışa vuramadıklarını biliyorum. Türkiye'nin kaderinin söz konusu olduğu böyle bir dönemeçte, Parlamentonun kendi
kendisini, kendi ahlakî ilkelerini sınadığı bu karar noktasında, bu inançlarının ışığında, hür iradeleriyle, doğru olanı
yapacaklarına, Türkiye'yi ve merkez sağı istikrara kavuşturacak doğrultuda oy kullanacaklarına inanıyorum.
Değerli arkadaşlarım, değerli Refah Partililer; biz, Anavatan Partisi olarak, Refah Partisini hiçbir zaman sistem dışı ilan
etmediğimiz gibi, sistem için bir tehlike olarak da görmedik; ama, bakın, bugün gelinen noktada, Refah Partisini değil, Refah
Partisinin bu koalisyon konusundaki tutumunu büyük bir tehlike olarak görüyoruz. Bunun gerekçesi, Refah Partisinin klasik, Batı
karşıtı, gümrük birliği karşıtı, faiz karşıtı söylemi ya da bugün işbaşına gelince, hepsinden ani bir dönüşle çark etmesi falan
değildir. Biz, böyle bir değişimin kaçınılmaz olduğunu, yönetim sorumluluğunu taşıma tecrübesi olan bir siyasî parti olarak zaten
biliyor ve öngörüyorduk. Nitekim, Sayın Erbakan, seçim meydanlarında söylenen sözleri fazla ciddiye almamamız gerektiğini
defalarca tekrarladı.
Bana süre verecek misiniz Sayın Başkan?
BAŞKAN – Efendim, siz buyurun; daha 2 dakikanız var...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – 10 dakika süre verecek misiniz?
BAŞKAN – Hayır efendim. Siz buyurun... Ben ne kadar süre vereceğimi...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Ona göre konuşmamı planlayacağım efendim.
BAŞKAN – Efendim, size, sürenize ilaveten 4 dakika süre vereceğim.
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Teşekkür ederim.
Değerli milletvekilleri, başta söyledim: Burada, aslında, Hükümet Programının tartışılması lazım. Hükümet Programı
tartışılmadı; çünkü, bu Hükümetin nasıl bir zemin üzerinde kurulduğu belli; sadece o zemin tartışıldı. Ama, hiç gereği yokken,
aslında bu Hükümetle hiç ilgisi yokken, Sayın Baykal bizim tutumumuzla ilgili bir eleştiri getirdi. Yeri olmasa da, mademki söylendi,
cevaplamak zorundayım.
Bizim tutarsız davrandığımızı söyledi. Seçim öncesi Refah Partisiyle koalisyon yapmayacağımızı taahhüt ettiğimizi, Refah
Partisiyle seçimlerden sonra koalisyon müzakeresi yaptığımızı ifade etti. Benim söylediğim aynen şudur -benim sözümü Sayın
Baykal'ın benden daha net hatırlaması da mümkün değildir- ben dedim ki: Refah Partisi seçim öncesinde bize karşı kullandığı
söylemi değiştirmedikçe, biz Refah Partisiyle müzakereye oturmayız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yılmaz, size 4 dakika süre verdim.
EMİN KUL (İstanbul) – 4 dakika sataştılar zaten.
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Teşekkür ederim.
Bu sözümün geçerli olduğunu da seçimden sonra tekrar ettim; ama, şimdi, bir hatırlayın, Sayın Erbakan ne dedi; Sayın Erbakan
-bırakın söylemini değiştirmeyi- dedi ki: "Seçimden önce söylediğimiz hiçbir şeyi ciddiye almayın, onların hepsi siyaset icabı
söylenmiştir; o zaman söylenenler siyaset icabıdır." Şimdi, biz, bir hükümet kuracaksak, milletin menfaatını düşüneceğiz; daha önce
hiçbir şey söylememiş gibi, bir uzlaşma sağlayabiliyor muyuz sağlayamıyor muyuz, birlikte yönetim kurabilir miyiz kuramayacak
mıyız, buna bakacağız. Evet, burada tekrar söylüyorum; bizi, Anavatan Partisini, burada, Mecliste temsil edilen bütün partilerden
ayıran bir özellik var; biz hiçbir partiyi dışlamadık; ama, insaf için söyleyin, Refah Partisiyle koalisyon müzakeresi yaptığımız
zaman, bir koalisyon protokolü imzalamaya en yakın olduğumuz noktada dahi, kamuoyuna şunu söyledim: Görüşleri itibariyle, bu
Mecliste, Anavatan Partisine en uzak olan parti Refah Partisidir, görüşleri itibariyle en yakın olan parti Doğru Yol Partisidir. Ben
bunu, Refah Partisiyle görüşürken söyledim.
MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Seçimlerde de söylediniz, meydanlarda da...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Bunu bize bir eleştiri olarak ileri sürmek mümkün değil; çünkü, Anavatan Partisi olarak bizim
anlayışımız şudur: Bu Mecliste, milletin oyuyla gelen her parti, koalisyona girmeye layık partidir. (ANAP sıralarından alkışlar) Bu
Meclise milletin oyuyla gelen her partinin bu koalisyon müzakerelerine aynı anlayışla katılması beklenir. Biz, aramızda bütün
farklılıkların bilincinde olmamıza rağmen, bizimle en uzak görüşleri, en aykırı görüşleri temsil ettiğini bilmemize rağmen, Refah
Partisiyle bu müzakereyi yaptık; Doğru Yol Partisiyle de yaptık, Demokratik Sol Partiyle de yaptık, Cumhuriyet Halk Partisiyle de
yaptık. Neden yaptık; şunun için yaptık: Bu görüşmeler, bu müzakereler bir uzlaşmayı yakalamak için yapılır. Refah Partisinin
bizimle uzlaşmayan görüşlerini biz biliyoruz. Siz hiçbiriniz Refah Partisiyle görüşmeye yanaşmadığınız için, o müzakerede Sayın
Erbakan'a ben hatırlattım; dedim ki: Bunun müsebbibi sizsiniz; siz, kendi karşınızdaki herkesi suçlayarak bugün ortak bulamaz hale
geldiniz; kimse sizinle koalisyonu görüşmeye bile yanaşmıyor; onun için bana taviz vermeye mecbursunuz; yani, bu uzlaşmayı bizim
istediğiniz noktada kurmaya mecbursunuz. Sayın Erbakan burada; eğer ben doğru söylemiyorsam, benden sonra o konuşacak; ama,
bakın, şurada 2 dakikam var, süremi yemeyin...
ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Sayın Yılmaz, o zaman, bir saattir ne anlattınız?
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Şimdi, bakın, söylediğim şudur: Biz her partiyle görüşürüz; ülke yararına olduğuna
inandığımız, ülkeye zarar getirmeyeceğine inandığımız, riskleri konusunda gerekli emniyet supapları alınmış, güvenceleri
sağlanmış hangi uzlaşmayı hangi partiyle kurarsak, onunla koalisyon oluruz; hiç kimseye önşartımız yok; hiç kimseyle olmazımız
yok. Ama, Sayın Erbakan benden özür diledi; dedi ki: "Sizinle ilgili söylediğimiz sözler, parti adına söylenmemiştir; o, bir gazetede
söylenmiştir." Seçim öncesi bizimle ilgili söylediklerini biliyorsunuz. Meydanlarda söylediklerinden rücu ettiler, kendi parti
organlarının seçimden bir gün önce benimle ilgili yaptığı manşet iftiralardan dolayı da özür dilediler. Ben o gazeteyi dava ettim,
tazminat aldım. Sayın Erbakan'la, bu ortamda, görüşmemden tabiî bir şey olamazdı; ama, sonunda söyledim; o uzlaşmanın Türkiye
yararına olduğuna inanmadım; o geldiğimiz noktada, bu uzlaşmanın, Türkiye için en iyi uzlaşma olacağına inanmadım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yılmaz, 2 dakika daha verdim; son cümlenizi söyleyin, toparlayın lütfen.
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Teşekkür ederim.
Türkiye için en iyi uzlaşma olduğuna inanmadım. O sırada Doğru Yol Partisinden bize teklif geldi, aynı şartlarla koalisyon
kurma teklifi geldi. Onu müzakere ettik, tercihimizi Doğru Yol'dan yana kullandık. Bunu kapalı kapılar ardında yapmadık, bunu
gizli protokollerle yapmadık, bunu milletin önünde yaptık.
Şimdi, bakın, dün televizyonda, bir programda, bir partinin sayın genel başkan yardımcısı çıktı -Doğru Yol Partisinin Genel
Başkan Yardımcısı- dedi ki: "Bizim sözcümüz yarın çıkacak, Sayın Erbakan'a -benim imzamla- verilmiş bir doküman olduğunu
açıklayacak. Sayın Erbakan da çıkacak, bu dokümanı ibraz edecek." Ben de şimdi buradan söylüyorum; eğer böyle bir doküman
varsa, Sayın Erbakan bunu sizden gizliyorsa, o zaman, bu iftiranın üzerinde başbakanlık yapamaz, o sandalyede oturamaz. O
arkadaşıma da söylüyorum; bugüne kadar, benimle ilgili, olmadık, akla hayale gelmedik bütün iftiraları söylediniz; burada Hükümet
Programıyla ilgili müzakereleri, sırf benimle ilgili demagojiler için, çamur atmalar için kullandınız; bütün bunlar sizin meseleniz;
ama, bakın, ben, size bir şey söylüyorum, bunu Sayın Ecevit'e de söylüyorum: Sayın Ecevit'in söylediği doğrudur; 53 üncü
Hükümete dışarıdan destek verirken, bize hiçbir şart koşmamışlardır, hiçbir zorluk çıkarmamışlardır; her zaman yapıcı destek
vermişlerdir. Bundan dolayı, kendilerine buradan şükranlarımı sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar) Ama, bir hususu açıklığa
kavuşturmak zorundayım: Anavatan Partisi olarak, hükümet müzakerelerinde, hiçbir partiyi, hiçbir partiye karşı şantaj unsuru olarak
filan kullanmadık, tehdit olarak kullanmadık; en tutarlı çizgiyi biz izledik.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yılmaz...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Herhalde, konuşturmayacaksınız...
BAŞKAN – Aman, istirham ederim Sayın Yılmaz "konuşturmayacaksınız" derken... (ANAP sıralarından "Bitiriyor; bırakın
konuşsun" sesleri)
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Herhalde, ek süre vermeyeceksiniz diyorum.
BAŞKAN – Efendim, buyurun; bir kez daha eksüre verdim size; ama, lütfen, bu defa bitirin... Lütfen... (ANAP sıralarından
"Genel Başkandır; konuşsun" sesleri)
Sayın Anavatanlılar, hayırdır inşallah!..
Buyurun efendim; lütfen, toparlar mısınız...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Sayın milletvekilleri, daha söyleyecek çok sözüm var; ama, maalesef, vakit yeterli değil.
Şimdi, asıl söyleyeceğim husus; hangi sebeple olursa olsun, bu gayri meşru mutabakata güvenoyu veren, rıza gösteren bütün
milletvekillerinin, bu mesuliyeti paylaşacaklarını unutmayın. Halbuki, bu Parlamentoda, daha pek çok iktidar alternatifi vardır.
AHMET İYİMAYA (Amasya) – Hiç yok, hiç yok!..
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Refah Partisi-Doğru Yol Partisi Koalisyonunun, başından beri izah ettiğim bütün bu
mahzurların giderilmesi halinde, bir alternatif olmasına bizim bir itirazımız yok. Ben, Sayın Erbakan'a da söyledim; eğer aranızda
anlaşırsanız, sayısal çoğunluğunuz da yeterli, biz Anavatan olarak, memnuniyetle muhalefet görevimizi yaparız dedim. Bizim
itirazımız, bu koalisyonun ahlakî bir zeminde kurulmamış olmasınadır; bizim itirazımız, bu koalisyonun gayri ahlakî olmasınadır.
(ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Değerli milletvekilleri, bu Parlamento, bu Yüce Makam, 54 üncü Hükümet gibi, örtülü yolsuzluk hükümetlerinin kurulacağı bir
yer olamaz. 54 üncü Hükümetin alternatifi vardır; bu alternatif de hazırdır.
İRFETTİN AKAR (Muğla) – Nedir, nedir?!.
CEMİL ERHAN (Ağrı) – Nedir; söyle!..
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Bu örtülü yolsuzluk hükümetinin bu Meclis tarafından reddedilmesinden sonra, bu reddi
gerçekleştirecek olan Parlamento, bu kez, gerçekten sağlam esaslara dayanan, hem milletin iradesini temsil eden hem de ahlakî
esaslara dayanan güçlü ve temiz bir hükümeti kurdurmaya muktedirdir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yılmaz, lütfen, Genel Kurulu selamlar mısınız efendim...
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Tabiî...
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkan, süre verin; çok önemli bir konuşma yapıyor...
BAŞKAN – Lütfen... Süre verdim efendim... Lütfen... Genel Kurulu selamlayın.
İRFETTİN AKAR (Muğla) – Çok iyi!.. Bir saat daha konuşsun!.. Gayet iyi konuşuyor!.. Buyurun, gayet memnun oluruz!..
AHMET KABİL (Rize) – Biraz daha süre verin...
BAŞKAN – Ee, insaf edin lütfen... Lütfen, insaf edin...
Sayın Yılmaz, buyurun efendim.
A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Sayın milletvekilleri, pazartesi günü, burada, aslında bu Hükümeti değil, bu Parlamentonun
faziletini oylayacaksınız. Hepinizi vicdanınızla baş başa bırakmak istiyorum. Eğer, temeli yolsuzlukları örtmeye dayanan bir
Hükümete güvenoyu vermeyi aklınıza, vicdanınıza, ahlakınıza sığdırabiliyorsanız; halk acaba ne der, bana oy veren seçmenin
yüzüne nasıl bakarım diye bir endişeniz yoksa, bu Hükümete güvenoyu verin. Yok, eğer, benim böyle bir vebalde payım olmasın
diyorsanız, yapacağınız bellidir.
O gün, Meclisin, sizleri seçip buraya yollayan topluma olan borcunu ödeme günüdür. O gün, Parlamentonun üzerine örtülmek
istenen örtüyü, oylarınızla yırtmanın günüdür. O gün, toplumun karşısına, gerçekten alnı açık, başı dik, temiz, faziletli bir
Parlamento çıkarmanın günüdür.
Allah hepinizin yardımcısı olsun.
Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Yılmaz, teşekkür ediyorum.
NEVFEL ŞAHİN (Çanakkale) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Buyurun efendim.
NEVFEL ŞAHİN (Çanakkale) – Sayın Başkan, eski Başbakanımız Sayın Mesut Yılmaz konuşmalarında, Umurbey
Barajından bahsettiler; gerçek dışı bir beyanda bulundular. Umurbey Barajı, 1994 yatırım programına alınmış, 1995 Ocağında
ihalesi yapılmış ve 1995 yılında inşaatına başlanmıştır. Zatı âlileri,18 Martta Çanakkale'yi ziyaretlerinde, inşaatına başlanmış
bir bir barajın temelini atmışlardır. Bu barajın temeli, uzaktan yakından Anavatan Partisiyle ilişkili değildir. Her mühendis arkadaş
bilir ki, Umurbey Barajı 1994 yatırım programına alınmış,1995 Ocağında ihalesi yapılmış ve 1995 yılında inşaatına
başlanmıştır. Kendi hükümetleri,1995 mart ayı başında güvenoyu almış bir hükümettir. Gerçek dışı beyanat olduğunu
Çanakkaleliler biliyor; ama, kamuoyunun da duyması açısından...
EMİN KUL (İstanbul) – Bilmeden konuşuyorsun.
BAŞKAN – Sayın Şahin, barajımız, Çanakkalemize hayırlı uğurlu olsun efendim.
Sayın Başbakan, efendim, zatı âlinize söz vereceğim; ancak, iki sayın üyeye söz verme durumundayım. Acaba, zatı âliniz,
üyeleri de dinledikten sonra mı görüşmek istersiniz, yoksa önce mi görüşürsünüz efendim?
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Konya) – Birinci konuşmacıdan sonra konuşacağım.
BAŞKAN – Peki efendim.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, Sayın Mesut Yılmaz yaptığı konuşmada "Doğru Yol Partili milletvekilleri
korkuyorlar, iradelerini beyan etmiyorlar" dedi. (ANAP sıralarından gürültüler) Bir dakika efendim... Bir dakika...
AHMET KABİL (Rize) – Sen DYP'li değilsin...
BAŞKAN – Efendim, müsaaade buyurun lütfen... (DYP ve ANAP sıralarından gürültüler)
Sayın Genç... Sayın Kabil... Bırakın efendim. (ANAP sıralarından gürültüler)
Efendim, müsaade buyurun da ben alayım.
KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Mesut Yılmaz "Doğru Yol Partili milletvekilleri korkuyorlar" dedi.
BAŞKAN – Efendim, ben, korkmadığınızı biliyorum...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ben, Sayın Mesut Yılmaz'a, Meclis Başkanvekili olarak 4 defa telefon ettim, randevu istedim,
ilimdeki sıkıntıları kendisine anlatmak için... (DYP ve ANAP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Genç...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Bir dakika Sayın Başkan... (ANAP sıralarından gürültüler)
Cavit Kavak kanalıyla 2 defa randevu istedim, kendi ilimin sorunlarını anlatmak için... (ANAP sıralarından gürültüler) Sayın
Yılmaz hangi yüzle gelip burada konuşuyor?! (ANAP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Genç, oturur musunuz efendim...
KAMER GENÇ (Tunceli) – Ama, bana sataşma var efendim; ben korkmadığımı belirtmek istiyorum.
BAŞKAN – Efendim, zatı âlinize nasıl sataşayım ben?! (ANAP sıralarından gürültüler)
KAMER GENÇ (Tunceli) – Benim köyümde insanlar aç, çıplakken, bir başbakanın burada böyle konuşmasını...(ANAP ve
DYP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Genç, oturur musunuz lütfen...
AHMET KABİL (Rize) – Sen DYP'li bile değilsin. (ANAP ve DYP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Kabil, yerinize buyurun efendim... (DYP ve ANAP sıralarından gürültüler)
Sayın milletvekilleri, kişisel söz talepleri... (DYP ve ANAP sıralarından gürültüler)
Sayın milletvekilleri...
KAMER GENÇ (Tunceli) –Ne hakkınız... (ANAP sıralarından gürültüler)
NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Efendim, buyurun; ne var?..(DYP ve ANAP sıralarından gürültüler)
NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Sayın Başkan, Sayın Başbakan milletvekillerinin kişisel konuşmalarını da dinledikten sonra
konuşmalarını yapacaklar.
BAŞKAN – Evet... (DYP ve ANAP sıralarından gürültüler)
NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Siz demin öyle bir soru sordunuz Sayın Başbakana, onu sizden rica etmek için buradan
konuşmak ihtiyacını duydum.
BAŞKAN – Nereden konuşmak?..Söz mü istiyorsunuz efendim?.. (DYP ve ANAP sıralarından gürültüler)
NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Şu anda...
BAŞKAN – Sayın Genç...Sayın İdare Amirleri...Sayın Kabil...
Efendim, oturur musunuz lütfen... Bir sayın üyenin talebi var, alamıyorum.
Buyurun efendim.
NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Sayın Başkan, biraz önce, grup adına konuşmaların bittiğini ve iki üyenin konuşacağını
belirttiniz ve Sayın Başbakana da, o üyeler konuştuktan sonra mı, daha önce mi konuşacağını sordunuz.
Zannediyorum, Sayın Başbakanın, hem nezaketi hem Genel Kurula ve bir milletvekilinin şahsına olan saygısı, onları da
dinledikten sonra konuşmasını gerektirir. Ben bu hususu, hem zatı âlinize hem de Sayın Başbakana arz ediyorum.
Saygılar sunarım.
BAŞKAN – Efendim, onun takdiri Sayın Başbakana ait ve takdirlerini de izhar buyurdular; istirham ederim efendim, yeni bir
usul ihdas etmeyelim.
Efendim, kişisel söz talebinde bulunanları birleşimin başında okumuştum. 1 inci sırada Sayın Abdulkadir Öncel; ancak, Sayın
Öncel'in bir talebi var: Daha önce 27 nci sırada söz talebinde bulunan Sayın Muhsin Yazıcıoğlu'na söz sırasını verdiğini ifade
ediyorlar. Bu suretle, 1 inci sırada, Sayın Abdulkadir Öncel Beyefendinin yerine Muhsin Yazıcıoğlu Beyefendiye söz vereceğim;
arkasından Sayın Başbakan görüşlerini ifade buyuracaklar ve daha sonra da Sayın Nejat Arseven Beyefendiye söz vereceğim.
Sayın Yazıcıoğlu, buyurun efendim.
Sayın Yazıcıoğlu, efendim, bilginizi yenileme açısından süreyi ifade ediyorum; 15 dakikadır süreniz.
Buyurun.
MUHSİN YAZICIOĞLU (Sıvas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilindiği üzere, ülkemiz, artık, kronikleşmiş
sinyalleri veren hükümet kriziyle karşı karşıyadır. Söz konusu kriz, ülkemizin sadece bugününü etkilemekle kalmamakta, büyük
ümitler beslediğimiz 2000'li yıllara hazırlıklarımızı da olumsuz şekilde etkilemektedir.
Türkiye, içte ve dışta çok büyük problemlerle karşı karşıyadır. Dışarıda Türkiye aleyhine oluşturulmuş olan ittifaklar,
ülkemizi bir ateş çemberi içerisine almaktadır. İçeride vatandaşlarımızın karşı karşıya bulunduğu ekonomik sorunlar, gelir
dağılımındaki bozukluklar ve süratle çürüyen değerler, siyasetteki yozlaşmalar, ülkemizin insanını her geçen gün daha çok
sıkıntıya sokmaktadır. Milletimizin ufkunu karartan, ekonomisini istikrardan uzaklaştıran, tarihî ve coğrafî avantajlarını zayıflatan
bu siyasî istikrarsızlıkların son bulması için, sorumluluk hisseden herkese büyük görevler düşmektedir. Büyük Birlik Partisi, bu
sorumluluk ve görev şuurunun bilinci içerisinde olan bir partidir.
Biz, Büyük Birlik Partisi olarak, Programını tartıştığımız bu Hükümetin, ne resmî ne de gayri resmî ortağı değiliz. Meclis
aritmetiğinin Partimizi kilit duruma getirmesi, kendilerini kabulcü ya da retçi diye tanımlayan taraflar ve onların medyadaki
destekçilerinin farklı yorumlarına yol açmış; fakat, Partimiz, hiçbir pazarlığın içerisinde olmamıştır.
Bugünkü noktaya getiren biz değiliz. Refah Partisi de, Doğru Yol Partisi de bu ülkenin gerçekleridir. Bizim, Büyük Birlik Partisi
olarak, bu iki partiyle, ortak noktalarımız olduğu kadar, ayrı noktalarımız da vardır. Türkiye Cumhuriyetinin Anayasasına göre
kurulmuş olan Cumhuriyet Halk Partisinden Refah Partisine kadar bütün siyasî partiler, demokrasimizin vazgeçilmez unsurları olarak
değerlendirdiğimiz, ülkenin hakikatleridir.
Biz, ne retçilerin ne de kabulcülerin oluşturmuş olduğu atmosferin içerisinde bulunmak istemedik. Ne yazık ki, ülkeyi bu hale
getirdiler. Kim getirdiyse, asıl sorumluluk onların üzerindedir. Birkaç gündür, âdeta, bir vicdan girdabı içerisine bizi sevk etmiş olan
bugünkü ortam; maalesef, sorumluluk duygusu içerisinde olan, ülke manfaatlarını düşünen, parti çıkarlarının, kişisel çıkarlarının
üzerinde memleketini düşünen bir insanın karşı karşıya olduğu bugünkü girdaptan çok daha kolay çıkmak isterdim. Ben, bugüne
kadar, insanlarımızın, bu kilit noktaya gelmiş olan partinin nasıl tavır göstererek sonucu ne şekilde etkileyeceğini düşünerek bize
bakmış olmasına ve bu kararı geciktirirken, acaba insanlarımızı üzüyor muyum, diye büyük endişelerime rağmen, ne yazık ki,
bizim hassasiyetimiz, pazarlıkçılık olarak değerlendirilmiştir. Buradan, medyamıza da üzüntülerimi ifade etmek istiyorum.
Türkiye'nin süratle sivil toplum olmaya ihtiyacı var, sivil toplum öncülerinin kendi inisiyatifleri doğrultusunda siyaseti
yönlendirme hakları var; ama, bu hakkı hiçbir zaman kullanmadılar. Kapılar arkasında iki kişinin, üç kişinin meydana getirmiş
olduğu oldubittilere, önce partiler, sonra millet, razı olmak mecburiyetinde kaldı.
Ortak değerlerimiz olmasına rağmen, birçok ortak yönümüz olmasına rağmen, Refah Partisinin iktidar olma noktasındaki aşırı
hevesliliğinin, belki de iktidar olma noktasındaki açık olmayan, şeffaf olmayan şu anki koalisyon görüşmelerinin meydana getirdiği
ortam, hepimizi sıkıntıya sokmuştur; ama, bugünkü noktaya ben getirmedim. Her şey şeffaf olmalıydı, millet huzurunda olmalıydı.
Mecbur muyduk, biz bugün, yolsuzlukları örtmek üzere kurulan bir koalisyonu tartışmak, belki de onu desteklemeye mecbur
kalmak... (BBP ve ANAP sıralarından alkışlar) Ama, bu havayı -bu noktaya gelmiş olmasına rağmen- bu noktaya biz getirmedik.
Ben, Anavatan Partisiyle beraber seçimlere girmiş birisi olarak, istiyorum ki, Anavatan Partisinin daha etkin olmuş olduğu bir
koalisyon kurulsun. Başından itibaren, bu noktada, üzerimize düşeni yaptığımıza inanıyorum. Anavatan Partisi ile Refah Partisi
arasında bir koalisyon kurulmuş olsaydı, ne Refah Partililer bugün rahatsız olacak ne Anavatan Partililer rahatsız olacak ne de biz,
bugünkü vicdan muhasebesiyle bu kadar karşı karşıya kalmayacaktık.
Efendim, bu en güzelidir diye demiyorum; demokrasinin akışı istikametinde, demokratik geleneklere uygun olarak, sandıktan
çıkana razı olma anlayışı yerine getirilseydi, hiçbirimiz rahatsız olmayacaktık.
Evet, belki, Cumhuriyet Halk Partililerin arzusuna uygun söylemiyorum; ama, unutmayınız ki, siz de, demokrasinin akışına,
sandıktan çıkana razı olsaydınız, bugünkü çelişkiyle karşı karşıya kalmazdık. Eğer demokrasi diyorsak, o zaman, sandıktan
çıkana razı olacaktık.
Burada, Sayın Çiller'in, dünya ahret hiçbir görüşüne iştirak etmiyorum. Her şeyden evvel, adalet anlayışına inanmıyorum.
Seçimler boyunca, sadece, rakibi olan Anavatan Partisini vurmak için, sadece, Anavatan Partisine karşı avantaj sağlamak için,
zamanında, bağımsız mahkemelerde beraat etmiş olan Ökkeş Şendiller arkadaşımıza, hiçbir insaf ölçüsü ortaya koymadan,
maalesef, bir hanımefendinin zarafetine asla uydurmadığımız bir şekilde, yakıştıramadığımız bir şekilde saldırıda bulunmuştur;
beraat etmiş olan arkadaşımızı, katliamcı olarak takdim etmiştir. Halbuki, bütün partilerde ülkücüler vardı; bütün partilerin
içerisinde şu anda ülküdaşlarım var. Evet, sizin "katliamcı" diye -ancak totaliter rejimlerde görülen bir anlayışla- beraat ettiği halde
suçladığınız arkadaşımızın arkadaşları kendi partinizde de vardı; ama, ne yazık ki, araştırma yapmadan, diyor ki "ben, araştırma
yapamamışım gerekli şekilde..." Nasıl, bir devleti idare eden Başbakan, araştırma yapma lüzumunu duymadan, önüne getirilmiş
olan bir bilgiyi, hiç adalet ölçüsü duymadan, gelir, kürsülerde, siyasî avantaj kazanabilmek için kullanabilir? Evet, o davranışınızla,
belki, şu Meclisin babayiğit seslerinden birisini Meclis dışı bırakmış olabilirsiniz; hiç önemli değil; arkadaşımız, aynı gururla,
aynı haysiyetle, mücadelesine dışarıda da devam edebilir; ama, ne yazık ki, adaletsizliği hiçbir şey affedemez.
Değerli arkadaşlarım, işte bugün, maalesef ki üzülerek ifade etmek zorundayım, bugün, benim burada bir davranışımı...
Sadece, programı dedik, protokölü dedik, öbür tarafta kabinesi dedik; ama, ne yazık ki, şu Meclise geldiğimiz zaman, Programın
tartışılmadığını görüyoruz. Bu Mecliste, ileriye dönük, hangisinin ne yapacağı hususunun tartışılmadığını görüyoruz. Evet, halen
bir laik-antilaik cepheleşme gibi ve sair gibi bir konuya doğru sürüklenen ve hele hele, demokrasi dışı birtakım güçlerin, filanlar
geldiği zaman ülkeyi sıkıntıya sokacağı... Refah Partisi geldiği zaman Refah Partisi ülkeyi sıkıntıya sokacaksa, ona karşı
mücadeleye hazırım; zaten, mücadele ediyorum. Refah Partisi ile ayrı olan yanlarımız dolayısıyla ayrı bir siyasî partiyiz ve bu
noktadaki mücadelemi sonuna kadar sürdüreceğim; ama, Anayasaya göre kurulmuş bir partinin iktidar olması halinde birtakım
güçlerin Türkiye'yi sıkıntıya sokacağı teziyle, maalesef, bugün, bizi, demokrasi mi, yoksa, demokrasi dışında totaliter baskılar mı
gibi bir tercihle karşı karşıya bıraktınız. Bugün, bizi, acaba, millet iradesi mi, yoksa, bir kısım medyanın iradesi mi diye bir tercihe
zorladınız. İşte bu noktada, ben, milletin iradesinden yana tavrımı koymak istiyorum. (RP sıralarından alkışlar) Öbür tarafta bir
şeyi söylüyorum: Sizin iktidar olmanızı engellemek suretiyle "efendim, Müslümanların iktidarını önlediniz" sözünü size
söyletmeyeceğim; ama, bugün ortaya çıkmış olan Koalisyonu, vicdan rahatlığıyla... (CHP sıralarından "Biz Müslüman değil miyiz"
sesleri)
Evet, bu kürsüye gelmiş, bu memlekette başbakanlık yapmış herkes Müslümandır. Medyanın ortaya koymuş olduğu ifadeyi
söylüyorum, istismarlara yol açmak istemediğimi ifade ediyorum.
İşte, bugün ortaya çıkmış olan Koalisyonu, şeffaflığı yeterince sağlamadığı ve bu noktada, yeterince tartışma zemini
oluşturmadığı için -Sayın Erbakan'ın, siyaset tarihimize geçmiş olan deyimiyle söylemek istiyorum- kerhen de olsa
engellemeyeceğim. (RP ve DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Yalnız, burada, şunu da ifade etmeden geçemeyeceğim...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUHSİN YAZICIOĞLU (Devamla) – Hemen toparlıyorum efendim.
Koalisyon partileri, kendilerine, kerhen vermiş olduğunuz bu avantajı, limitsiz bir avantaj veya destek olarak görmemelidir. Biz,
asla, sizin Çekiç Güç ile ilgili tavrınızla alakalı değiliz. Biz, İsrail ile yapmış olunan anlaşmanın takipçisi olacağız. (RP
sıralarından "Biz de olacağız sesleri") Evet...
Biz, büyük hassasiyetleri olduğuna inandığım Refah Partisi tabanı ve birçok milletvekilinin hassasiyetine rağmen, Koalisyon
Programında muğlak ifade edilmiş olması dolayısıyla, yolsuzluklar konusunda açıklık, kararlılık istemekteyiz. Eğer, Sayın
Erbakan, iddia edildiği gibi -alınmak, gücenmek yok- yolsuzlukların üzerine sünger çekmek maksadı taşıyan bir koalisyon
oluştuysa, burada, bizim de bir katkımız sözkonusuysa, dünyada ve ahirette, elbette, bunun bir hesabı vardır; bu hesap, sizin
omuzlarınızdadır.
Bu sebeple, açıklıkla bir şey ifade ederek sözlerimi tamamlamak istiyorum. Başında, koalisyon ortaklığıyla alakalı gelmiş olan
birtakım teklifler dolayısıyla...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Lütfen toparlar mısınız...
MUHSİN YAZICIOĞLU (Devamla) – Çok özür dileyerek, iki taraftan da rica ederek, birkaç dakika istirham etmek istiyorum.
BAŞKAN – Lütfen...
Buyurun.
MUHSİN YAZICIOĞLU (Devamla) – Koalisyon ortaklığı teklifi Sayın Erbakan'dan gelmiştir. Daha sonra, iki partili bir
koalisyon yapılmış; ama, içerisine, biz, yandan dahil edilmek istenilmişizdir. Bunu, siyaset anlayışımıza uygun olmadığı için
reddettik. Daha sonra, medyamızda çıkan koalisyon pazarlıklarını -ki bunlar, gayet meşru olan şeylerdir- nasıl iki parti birbiriyle
oturup, masasına koyuyor, tartışıyorsa, gerekirse biz de tartışırdık. Biz, iki bakanlık, üç bakanlık, beş bakanlıkla ilgili bir
tartışma içerisinde asla olmadık. "Programını, protokolünü başından tartıştığımız takdirde ancak içerisinde oluruz, yoksa
olmayız" dedik ve olmadık. Şu andan itibaren de, bu anlamda, Hükümetle hiçbir menfaat ilişkisi içerisinde, partisel anlamda da
menfaat ilişkisi içerisinde olmadık. Öbür tarafta da, eline çantayı almış, herkesi satılık zanneden, her iki taraflı... (RP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar)
Hayır, bunu alkışlamaya hakkınız yok. Şu, iki taraflı gelip giden, son zamanlardaki milletvekili transferleri -ki bu
milletvekillerinin de kendilerinden af dileyerek ifade ediyorum- hepimizin midesini bulandırmıştır. Bunların içerisinde yokuz. Bu
memlekette, onuruyla ayakta kalacak siyasetçiler de olmalıdır. Biz, burada, sadece...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yazıcıoğlu, toparlar mısınız efendim.
MUHSİN YAZICIOĞLU (Devamla) – ...şu anda meydana gelmiş olan koalisyonun, olmaması halinde, karşısında meydana
gelecek alternatifin muğlaklığı dolayısıyla esnafın, işçinin, insanlarımızın bir an evvel hükümet olma, hükümete kavuşma
ihtiyaçlarına karşı alternatifi sağlıklı getiremedikleri için şu güne kadar, sadece memleket düşüncesiyle, millet menfaatı
düşüncesiyle bu hareketi yapıyorum; ne ret cephesine ne kabul cephesine yakınlık ifade ederek bunu koymuyorum.
Hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (BBP, RP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Yazıcıoğlu, teşekkür ediyorum.
Sayın Başbakan, buyurun efendim.
Hükümet adına, Sayın Başbakan; buyurun.(RP sıralarından ayakta alkışlar, DYP sıralarından alkışlar)
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Konya) – Meclisin saygıdeğer üyeleri; hepinizi hürmetle, muhabetle selamlıyorum.
Aynı zamanda şu anda bizi bütün vatan sathında televizyonlarından takip eden vatanımızın aziz evlatlarına da sevgilerimi,
saygılarımı sunuyorum.
Bilindiği gibi, 6 Haziran günü bundan önceki Hükümet Türkiye Büyük Millet Meclisinden güvenoyu alamamış olduğu için
görevi iade etmiştir; Sayın Cumhurbaşkanı 7 Haziran günü yeni Hükümet kurulması görevini Türkiye Büyük Millet Meclisinde en
çok üyeye sahip olduğu için Refah Partisine tevdi etmiştir. 7 Haziran gününden sonra yeni Hükümetin kurulması için takriben üç
haftalık bir çalışma yapıldı; 28 Haziran günü Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi koalisyonunun 54 üncü Türkiye Cumhuriyeti
Hükümeti kuruldu. Bu Hükümet kurulur kurulmaz, vatana millete hizmet için kollarını sıvadı, 3 Temmuz günü Yüce Meclise
Programını sundu ve Anayasa mucibince, bugün, 6 Temmuz günü, Hükümet Programının Türkiye Büyük Millet Meclisinde
müzakeresini yapıyoruz. Bu müzakere mucibince, Hükümetimizin görüşlerini Yüce Meclise arz etmek üzere, şu anda, huzurlarınızda
bulunuyorum ve sözlerime başlarken, yeni Hükümetimizin milletimize hayırlı olmasını, bu Programın, milletimize en faydalı, en
hayırlı hizmetlerin yapılmasına vesile olmasını diliyorum. Yine, sözlerime başlarken, bugün, Yüce Meclisin bu salonunda, yeni
Hükümetin Programı üzerinde fikirlerini arz etmiş olan bütün partilerimizin kıymetli sözcülerine, başkanlarına teşekkürü bir vazife
sayıyorum; kendilerinin konuşmaları esnasında, bizim yararlanacağımız pek çok faydalı fikirler ve tavsiyeler ortaya koymuşlardır;
bu fikir ve tavsiyelerinden dolayı da kendilerine teşekkürlerimi sunuyorum ve hemen ifade ediyorum ki, Türkiye Cumhuriyetinin 54
üncü Hükümeti olarak, bu Yüce Mecliste yapılmış olan konuşmalardaki tavsiyelerden, tekliflerden yararlanmak, her zaman bizim
şiarımız olacaktır; bugünkü teklif ve tavsiyelerden de aynı şekilde yararlanmayı şiar edineceğiz.
Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; şimdi, müsaade buyurursanız, Hükümet Programı üzerinde asıl yapılması icap eden
müzakereye geçmeden önce, bundan önce konuşmuş olan kıymetli parti sözcüleri ve genel başkanlarının yaptıkları konuşmalar
üzerinde, kısaca, birkaç cümleyle durmak istiyorum; sonra, asıl mevzua geçmek istiyorum.
Önce, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal Beyefendi, burada, konuşmaları esnasında, Türkiye'nin
durumu hakkında, son derece faydalı, yararlı ve isabetli bir tahlil yaptılar; kendilerine teşekkür ederim; ülkemizin meselelerini açık
bir şekilde ortaya koyarak konuşmalarına başladılar. Ancak, ne var ki, hemen bunun arkasından, Türkiye'nin bu meselelerini nasıl
çözeceğiz, sosyal demokrat bir parti olarak bunların çözümleri hakkında bu Programda getirilmiş olan çözümlere alternatif
çözümlerini merakla bekleyip dinlemek isterken, ne yazık ki, birden bire, bugün asıl konuşulması icap eden Hükümet Programı
değil rejimdir şeklinde, ana mevzudan saparak, konuşmayı, Yüce Meclisin denetleme görevinin üzerine getirdiler. Halbuki, Yüce
Meclisin denetleme görevleri apayrı bir konudur, hükümet programı apayrı bir konudur. Biz, kendilerinden, Hükümet Programı
üzerindeki görüşlerini takdim etmelerini rica ediyorduk; dolayısıyla, konunun dışına çıkmış olmaları sebebiyle, ne yazık ki,
konuşmalarının büyük bir kısmından yararlanma imkânını bulamadık. (RP sıralarından alkışlar)
Söyledikleri sözler üzerinde durmak istediğim konu sadece şudur: Dediler ki: "Bugüne kadar sosyal demokrat zihniyete sahip
insanlar iktidarlara gelmiştir ve bu iktidarlar da muvaffak olamamıştır. Bu iktidarların muvaffak olamamasının sebebi sosyal
demokrasi politikalarında değil, bu politikaları temsilen iş başına gelen kimselerin kendi kusurundan ileri gelmiştir." Hakikaten,
bunların muvaffak olamadıkları -kendilerinin de ifade ettikleri gibi- milletçe de bilinen bir gerçektir; ama, bu söylendikten sonra
kendilerinden beklerdik ki, peki, Türkiye'nin meselelerini çözecek olan bu sosyal politikalar neymiş; şunları ortaya koysunlar,
bunlardan yararlanalım. Ne yazık ki, bu söylendi; ama, Türkiye'nin meselelerine çare olacak olan sosyal politikalar hakkında
herhangi bir açıklamaya şahit olamadık. Yine, kendileri itiraf ediyorlar "Türkiye'nin bu noktaya gelmesinin sebebi biziz; çünkü, biz,
bir çıkış yolu gösteremedik" diyorlar.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Hayır, öyle demedi...
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bu da doğru bir tespittir; zaten, bugüne kadar hep böyle olmuştur; sosyal
demokratlar, hakikaten, Türkiye'ye ne bir çıkış yolu gösterebilmişlerdir ne de Türkiye'nin meselelerini çözecek bir politikayı orta
yere koyup, onu düzgün bir şekilde uygulayabilmişlerdir. Kendilerinin bu itiraflarını çok kıymetli bir özeleştiri olarak sayıyorum ve
inşallah bu özeleştiriden yararlanırlar; bunu temenni ediyorum, ümit ediyorum. (RP sıralarından alkışlar) Her halükârda, yaptıkları
konuşmadan -bununla beraber- bizim yararlanacağımız pek çok nokta olduğu için, bir kere daha kendilerine huzurlarınızda
teşekkürlerimi sunuyorum.
Sayın Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Ecevit Beyefendi, geldiler, burada -evet, filvaki Hükümet Programı üzerinde de
birtakım mütalaalar ileri sürdüler ama- yine itiraf edeyim ki, ne yazık ki, konuşmalarının büyük bir kısmını denetleme konularına
ayırdılar ve bazı yerlerde, ben, kendilerinin seviyesine -doğrusu- mütenasip görmediğim kelimeler de kullandılar "utanma" vesaire
gibi. Bana sorarsanız, suçu sabit olmamış bir insanı suçlu kabul etmek asıl utanılacak bir vasıftır. (RP ve DYP sıralarından
alkışlar)
Medenî ülkelerde, medeniyet ve insan seviyesi onu gerektirir ki, bütün insanların haysiyet ve şereflerine saygı gösterilsin. Bunu
yapmamak bir noksanlıktır, bir eksikliktir ve asıl ayıp olan budur.
Konuşmaları esnasında, çok garipsediğim bazı atmosfer içerisinde kendilerini buldum "Refah Partisi yüzde 21 küsur oy
almıştır; ama, bunun karşısında yüzde 79'luk başka bir kütle vardır..." Tabiî, her partinin karşısında böyle bir kütle var.
Demokratik Sol Parti de, 24 Aralıkta yüzde 14 oy aldı, 2 Haziran'da yüzde 6 oy aldı, onun da karşısında yüzde 94'lük başka bir
kütle var; ne ifade eder!.. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Çok garipsediğim bir şey: Konuşmaları esnasında sık sık "büyük çoğunluk şöyle söylüyor", "büyük çoğunluk böyle söylüyor"
gibi ifadeler kullandılar. Kim bu büyük çoğunluk ve siz bu büyük çoğunluğun temsilciliğini hangi sıfatla üzerinize alıyorsunuz? (RP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Şu, 2 Haziranda aldığınız yüzde 6 oyla mı büyük çoğunluğun temsilcisisin? (RP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar)
Bir hayal âleminin içindesiniz, etrafınızdaki üç beş kişiyi büyük çoğunluk zannediyorsunuz. Türkiye'de 65 milyon insan var ve
bir büyük çoğunluk var. İşte, o büyük çoğunluğun en büyük partisi Refah Partisi. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Yine, konuşmaları esnasında yadırgadığım bazı sözler oldu: Kendileri, Anavatan Partisi adına kararlar verdiler, Doğru Yol
Partisine yol gösterdiler, Refah Partisi hakkında konuştular. Bu yetkileri nereden alıyorlar, şaşırdım; kendi kendime düşündüm,
olsa olsa dedim, Sayın Yılmaz Beyin ikidebir bir benzin istasyonuna uğrarmış gibi, kendisinden fikir sorma alışkanlığı karşısında
kendilerini, bütün partilere fetva veren bir fetva makamı zannediyorlar. (RP ve DYP sıralarından alkışlar) Halbuki, burada her
partinin kendi fikri var ve önemli olan başka partilere fetva vermek değil, başka partilerin doğru fikirlerinden yararlanmaktır; bunu
hepimiz yapmaya gayret etmeliyiz.
Sayın Ecevit'in konuşması esnasında dikkatimi çeken bir diğer husus da -hâlâ anlayamadım- şudur: Kendileri, bu hükümet
kurulmasın diye "başka alternatif vardır" diyorlar. Neymiş bu alternatif acaba diye merakla dinliyoruz; hemen arkasından "efendim
biz, Cumhuriyet Halk Partisiyle bir araya gelemeyiz" diyor, hatta Deniz Baykal Beyefendi, 123 rakamını söyler söylemez yüzleri
geriliyor, iki partinin aritmetik toplamına bile tahammül edemiyorlar ve "biz, bunlarla bir araya gelemeyiz" diyor. Peki, bu hükümet
nasıl çıkacak Allah aşkına?.. DYP ile ANAP bir araya gelemez, DSP ile CHP bir araya gelemez ve hem de alternatif varmış. Bu
alternatifi hâlâ ne millet anlamıştır, ne de biz anlayabildik.
Bir başka önemli konu da "Türkiye'nin meselelerini çözmek için, ülkenin meselelerini çözmek için güçlü bir hükümete ihtiyaç
yoktur" dediler; şaşırdım tabiî. Halkımız da bunu dinliyor. Türkiye bu hale gelecek ve Türkiye, bu halden, güçlü olmayan bir
hükümetle kurtulacak(!) Herhalde, hiçbir zaman, güçlü bir hükümet olmaya niyetleri yok veya olma ümitleri yok; bu işi, güçsüz
hükümetler de çözer fikrini, olsa olsa, böyle bir düşünceden ileriye sürüyor olsalar gerek. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Şimdi, tabiî, kendileri, Hükümet Programında birtakım noktalara dokundular; dokunma şekillerindeki genel üslupları şu oldu:
Yani, bunlar, her ne kadar, Hükümet Programında yer almışsa da, şu açıklamalar olmalıydı. Evet, işaret ettikleri noktalar, Hükümet
Programında yer almıştır; ancak, hükümet programları, prensipleri vaz eder malum olduğu gibi, detay tatbikatları, ayrı, ayrı, ayrı
belirtmez ve önemli olan da, bunların hükümet programında belirtilmesi değil; asıl, hükümet ne yapacak; mühim olan odur; onu da,
inşallah, bekleyeceksiniz ve memnuniyetle göreceksiniz. (RP sıralarından alkışlar)
Kendilerinin teşekkürüne ben de teşekkür ediyorum; "İlk metinde, ekonomik konsey yoktu; herhalde, bizimle görüşmesinin
etkisiyle sonradan ilave ettiler" dediler; evet, sizinle görüşmemin etkisi oldu; teşekkür ediyorum. İlk hükümet programında, biz,
bunu zaten, zımnen var sayıyorduk; ama, Sayın Ecevit önemle üzerinde duruyorlar ve bu faydalı bir şeydir; bunu, açıkça, sarahaten
belirtelim dedik; inşallah, hoşunuza gitmiştir. (RP sıralarından alkışlar)
HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) – Benzin istasyonuna uğradılar!..
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Ve ANAP'a, kıymetli kardeşimiz Mesut Beyefendiye geliyorum.
Şimdi, ben, Mesut Beyefendiden, bizim daha önce yapmaya çalıştığımız gibi –ne derece muvaffak olabildik; bunun takdiri,
tabiî, aziz milletimize ve Yüce Meclise aittir– yapıcı bir anamuhalefet örneği ortaya koyacaklarını bekliyordum. Halbuki, baştan
sona kadar bütün konuşmaları yolsuzluk, yolsuzluk, yolsuzluk. Bir saat sadece bunun üzerinde durdular. Ben kendi kendime
düşündüm; Sayın Mesut Beyin, bu bir saatlik "yolsuzluk, yolsuzluk" konuşmasını, şu anda kahvede oturan binlerce işsiz gencimiz
dinlerken ne düşünüyor acaba dedim; hasta anasını doktora götüremeyen onbinler, bu yolsuzluk laflarının tekrar tekrar
söylenmesinden nasıl etkileniyor diye düşündüm. Milyonlarca...
ERKAN MUMCU (Isparta) – Çalınan paralar onların paraları.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Çok doğru söylediniz; bunlar onların parasıdır ve "beytülmale dokunan
eller kesilmelidir" dediniz.
Önce, hemen şunu ifade edeyim ki, bak görüyorsunuz, biz, sol partilerin muhalefette kalmasını saygıyla karşıladık; çünkü,
onların üretecekleri alternatif görüşler inşallah bizim daha iyi hareketimize vesile olacaktır. Demokrasilerde muhalefet de en az
iktidar kadar şerefli bir hizmettir. Sol partiler biz muhalefet yapalım dediler; kendilerine teşekkür ediyorum, saygıyla anıyorum; ama,
biz, onların sağındaki dört tane partinin bir araya gelerek bu Hükümetin kurulmasını istedik. Burada, biraz evvel -Büyük Birlik
Partisi Genel Başkanına huzurlarınızda teşekkür ediyorum- halkımızın, ülkemizin durumunu düşünerek, açıkladıkları
mülahazalarla, bu yeni Hükümetin kurulmasına mani olmayacaklarını... Zaten baştan beri yapıcı bir şekilde hareket ettiklerini
görüyorduk. Biz kendilerini bu topluluğumuzun her bakımdan, kerhen de olsa, bir destekçisi olarak görüyoruz. Eksiklik
Anavatandadır; ama, biz Anavatanın da bir müddet sonra bu topluluğa katılacağını bekliyoruz. Onun için, biz kardeşiz; şimdi
söyleyeceğim şeyleri lütfen kardeşane bir şekilde dinlemenizi rica ediyorum.
Ben bunları, demin sizinki gibi, hakikaten böyle biraz sinirli ve asabî bir üslupla söylemeyeceğim. Siz neden bugünlerde sinirli
ve asabi bir üslubun içine düştünüz?..(RP ve DYP sıralarından alkışlar) Onun değerlendirmesini aziz milletimize bırakıyorum.
Görüyorsunuz ki kardeşane bir şekilde konuşuyorum.
Şimdi, Sayın Mesut bey, Türkiye Büyük Millet Meclisinin KİT Komisyonunda yapılmış olan resmî tespite göre, bundan
önceki, sizin değil, sizden önceki ve bir kısmında da sizin bulunduğunuz ANAP yönetiminde, 9 devlet bankası batmıştır. Bu
bankalarda 2,5 milyar dolar ve 200 trilyon lira devletin parası batmıştır. İşte o saçı bitmedik yetimin parasıdır ve bunlar, ne yazık
ki, sizin yönetiminiz döneminde batmıştır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi KİT Komisyonunun raporundan söylüyorum: 266 adet hayali ihracat yapılmıştır, 1993 yılı
rakamlarıyla bu 80 trilyon lira yapıyordu, şimdi katrilyonu bulurdu.
Yine, sadece Toprak Mahsulleri Ofisinde, KİT Komisyonunda yapılan tespite göre, 13 trilyonluk yolsuzluk yapılmıştır ve
KİT Komisyonunda bunlar tespit edilmiştir. Bunlar, ANAP yönetimi döneminde olmuştur.
Şimdi, hiç uzatmadan -çünkü, vaktimiz çok kıymetli- son üç aylık tatbikatınızda siz ne yaptınız konusuna geliyorum. Bakın,
sizin ne yaptığınızı, çok kısaca birkaç kelimeyle belirtmek istiyorum.
Siz, şimdi tuttunuz Çevre Fonunundan -Sayın Taşar buradadırlar, herhalde hatırlayacaklardır- belediyelere yardım yaptınız.
Ne yardımı yaptınız?..Bakın liste elimde, grafiğini de çıkarttım; belki aceleyle ne yaptığınızı görmemişsinizdir; ama, şimdi size
gösteriyorum, bir nüshasını da takdim edeceğim.( RP sıralarından alkışlar)
Ne yazık ki bu, siz görevi iade ettikten sonra yapılıyor. Görevi iade ettikten sonra siz, bu hesaptan, tam 2 trilyon lirayı ANAP'lı
belediyelere gönderdiniz.
NEVZAT KÖSE (Aksaray) – İşte adalet bu, adalet.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Çevre Fonundan, bu hesaptan siz, ANAP'lı belediyelere 2 trilyon lira
gönderirken, Refah Partili belediyelere sadece 22 milyar gönderdiniz. Refah Partili belediyelerin nüfusunu hesaplarsanız, 65
milyonluk Türkiye'nin 45 milyon insanının yaşadığı illerin belediyeleri Refah Partisindedir; yalnız İstanbul'da 13 milyon insan var.
Siz, nasıl ANAP belediyelerine 2 trilyon gönderirsiniz de, Refah Partili belediyelere sadece 22 milyar gönderirsiniz? "Adil düzen
nedir, bir türlü anlayamıyorum" diyorsunuz; bak, adil düzen demek, herkese eşit muamele etmek demektir. (RP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar) İşte, adil düzen bu.
Şimdi, diyorsunuz ki; "Saçı bitmedik yetimin parasına, beytülmalin parasına uzanan eli kesmek lazım." Bak, siz, bundan bir ay
önce Rize Belediyesine 100 milyar lira gönderdiniz. Bundan biz memnunuz, Rize bizim ilimiz, keşke, trilyonlar gönderin; ama,
başkasına göndermeden oraya gönderirseniz, işte, bu, o zaman adaletsizlik olur. 24.6'da yani Hükümet düştükten sonra, bir 100
milyar daha gönderdiniz ve 28.6'da da bir 100 milyar daha gönderdiniz; bu iki tane son parayı haksız gönderdiğiniz için, beytülmale
uzanan eli kestik ve bu paraları durdurduk. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Bir de, tabiî, Maliye Bakanlığındaki fonu gönderdiniz. Maliye Bakanlığı fonundan 7 trilyon 132 milyar Türk Lirası
gönderdiniz. Bu gönderdiğiniz paranın, 5 trilyon 113 milyarı ANAP belediyelerine gönderilmiştir. Burada, Maliye Bakanlığının
kendi listesi, Muhterem Maliye Bakanınız da yanınızda oturuyorlar. Bütün yardımın yüzde 71'ni gönderdiniz ve bunu da, siz, son
gece -büyük kısmını- gönderdiniz aynı zamanda. 6 Haziran günü, istifadan sonra dahi, 93 milyar lira gönderdiniz; bu haksızlıklara
rağmen, hâlâ haksızlığa devam ettiniz.
Şimdi, keşke vaktimiz müsait olsa... Burada, biz, Hükümet Programını müzakere edeceğiz, haksızlıkları değil. Uygun
görürseniz haksızlıklar için ayrı bir oturum yapalım; bakalım, ANAP döneminde ne haksızlık yapılmış, DYP döneminde ne
haksızlık yapılmış, yukarıdan aşağıya ortaya koyalım; onun yeri ayrı; ama, şimdi, biz, Hükümet Programını görüşeceğiz, bundan
dolayıdır ki, bunlara ayıracak vaktimiz yok.
Demin, bir şeyi çok garipsedim, bizim zamanımızda şu kadar kararname çıktı dediniz. Ben, onları tespit ettirdim, bir de
baktım ki, bunların yüzde 90'ı seyahat kararnamesiymiş! (RP ve DYP sıralarından alkışlar) Bir de, biz ne yaptık diyorsunuz;
seyahat etmişsiniz, hayırlı olsun. (Gülüşmeler) Bu iş, pırasa tartarmış gibi, kiloyla tartılmaz Mesut Bey! Ben, şu kadar adet
kararname çıkardım, Meclise bu kadar adet kanun sevk ettim... Bunlar, bir şey ifade etmez. Sonuç ne; işte millet... Gel, kahvede
oturana soralım. Sorduk; 2 Haziranda da millet, ne olduğunu söyledi. Bu sebepten dolayı, böyle, bunları, pırasa tartarmış gibi,
kilolarla ölçmeye kalkışmayalım lütfen; çünkü, milletimiz, hakikaten, asıl, gerçek hizmetleri bekliyor. Biz, burada, bu hizmetleri,
daha iyi nasıl yapabileceğimizi konuşursak, zannediyorum, çok daha hayırlı iş yaparız.
2 Haziranda seçim vardı; Rize'ye gittik -siz de gittiniz, biz de gittik- Rize'de, belediye hududu içerisindeki köylümüze çay parası
ödeniyor; ama, seçim olmadığı için, belediyenin yanındaki köyün parası ödenmiyor...
EYÜP AŞIK (Trabzon) – Yalan!
AHMET KABİL (Rize) – Yanlış Hocam!
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Oradan geliyorum...
EYÜP AŞIK (Trabzon) – Vallahi yalan!
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Oradan geliyorum...
AHMET KABİL (Rize) – Yalan...
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Şimdi, bakın, bunları, burada söyleyebilirsiniz; ama, bunlar, kaybolmaz.
Bunların hepsi...
EYÜP AŞIK (Trabzon) – Vallahi yalan... Vallahi yalan...
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Keşke yalan olsa... Bizim, Rize seçiminde, halktan dinlediğimiz budur...
AHMET KABİL (Rize) – Tahkik edin...
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Tahkik ederiz... Tahkik edelim...
EYÜP AŞIK (Trabzon) – Vallahi yalan...
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Keşke, siz haklı olsanız, keşke siz haklı olsanız...
Şimdi, Sayın Mesut Yılmaz Bey kardeşimize bir şeyi daha hatırlatmak istiyorum: "Efendim, bu Hükümet Programı, bizim
programımızın aynı" diyor. İyi ya, ne güzel; öyleyse destekleyin. (RP ve DYP sıralarından alkışlar; ANAP sıralarından
alkışlar[!], gülüşmeler)
Ben, altı aydan beri ne diyorum; şu Meclisimizdeki partilerin hepsine, Türkiye'nin dertlerini alt alta yazdırsak, ne bir tane eksik
olur ne de bir tek sırası dahi değişir; Türkiye'nin meseleleri belli; çözümler hakkındaki tekliflerimizi de alt alta yazsak, yüzde 80
aynı şeyleri söyleriz. Bu da, çok doğaldır; çünkü, buradaki partililerimizin hepsi, yıllarca ülke meseleleri içerisinde yoğrulmuş
kardeşlerimiz, hepsi Türkiye'nin meselelerinin çözümüne vâkıflar; ama, tabiî, değişik partiler olduğu için, elbette, hiç değilse, yüzde
20'lik bir fark var. Ancak, burada, çok mühim bir mesele var -haa, bak, bu da kiloyla ölçülmez- o arada gördüğünüz yüzde 20 var ya,
bu füzeyi Ay'a götüreceğine Merih'e götürür o yüzde 20 fark. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bu ülke, fakirlikten
inleyeceğine zengin, güçlü bir ülke olur. Onun için, önemli olan, bu Hükümet Programıyla sizin hükümet programı arasındaki o
yüzde 20 farkın ne kadar önemli olduğunu kavrayabilmektir.
Çok aziz ve muhterem kardeşlerim, bir kere daha, şu noktaya geldiğimiz zaman ifade ediyorum ki, 24 Aralık seçimleri, çok
önemli bir tarihî noktadır. Bütün partilerimizin çok kıymetli milletvekilleri var; bu Meclis, hakikaten Türkiye'nin çıkaracağı en
kaliteli Meclistir; buna, kesinlikle inanıyoruz, her partide de çok kıymetli kardeşlerimizin bulunduğunu biliyoruz. Öyleyse, hepimizin
müşterek bir görevi var; geliniz, şu Meclisin seviyesini elbirliğiyle muhafaza edelim. Gündemimiz, hükümet programıyken, hükümet
programını bırakıp, buraya gelip, bir saat "yolsuzluk, yolsuzluk, yolsuzluk" dersek, bu, seviyeli bir Meclisin çalışması olmaz...
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Hiç yolsuzluk yok mu?!.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Söylüyorum, onu konuşacaksak, ayrı bir gündem maddesi yapalım,
enine boyuna sekiz saat konuşalım...
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Konuşturmuyorsunuz ki...
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – ...ama, şimdi, bir hükümet harekete geçmiş, bütün Meclisin kıymetli
tavsiyelerini bekliyor. Şu anda hepimizin yapacağı şey, böyle bir hükümete elimizden gelen fikir katkısında bulunmaktır. Bundan
dolayıdır ki -rica ediyorum- bundan sonraki toplantılarımızda -inşallah- memleketimize, milletimize faydalı olmaya çalışalım;
birbirimize, halkımıza hizmet yolunda yarışalım.
"11 milyon işsizimiz var; bu meseleleri biz çözeriz" dediniz; her birimiz de dedik. Nasıl çözeceksiniz; biz, bugün, bunu
söylemenizi beklerdik. Bu, yolsuzlukla çözülmez. Onun için, bunu nasıl çözeceğimizi, burada, gelip konuşmamız lazım. İşte,
Meclis, seviyeli bir Meclistir. Bu Meclisin seviyesini...
ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Çözülür...
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bak, bütün bu konuşmaları, 65 milyonun önünde yapıyoruz. Halkımız
bizden, şu Meclis, benim derdimi nasıl çözecek; bunu bekliyor, kısır çekişme beklemiyor. Bundan önceki dönemde bu yapıldı;
halkımız bundan hiç hoşlanmadı, hiç hoşlanmadı; hepimiz bunu biliyoruz.
Gelin, halkımızın reaksiyonundan ders alalım. Hakikaten, halkımıza hizmet edecek, faydalı bir şekilde fikir yarışında
bulunalım. Bu fikir yarışı için, hangi partimiz, hangi fikri getirirse, şimdiden teşekkürlerimizi arz ediyoruz; çünkü, bu Hükümet,
sizin hizmetkârınızdır; önemli olan, halkımıza hizmet etmektir. Kim bir fikir getirirse ona teşekkür edeceğiz ve bu fikri, bu parti
verdi diye teşekkürümüzü bildireceğiz; sadece sizin hizmetkârınız olarak o fikrin icrası yapılacak. Gelin, şu Türkiye'yi, halkımızın
özlediği bir Türkiye haline getirelim ve fikir yolunda yarışmak suretiyle, Meclisimizin seviyesini, halkımızın beklediği, özlediği
noktaya getirelim.
Şimdi, bu noktaya işaret ettikten sonra, müsaade ederseniz, hemen, şunu ifade etmek istiyorum. Bugünkü müzakeremiz de, asıl,
Türkiye'nin meselelerini nasıl çözeceğimizi konuşmak idi. Bir kere daha, bu hususta fikirlerini orta yere koymuş olan kardeşlerimize
teşekkür ediyorum. Bir daha, hükümet programı konuşulurken, halkımıza herhangi bir hizmet konuşulurken, bugünkü manzaranın
tekerrür etmemesi için, kısacık da olsa, şu noktaların üzerinde durmakta yarar görüyorum:
Kıymetli sözcüler, parti başkanları, burada, konuşmalarının büyük kısmını, o ona bunu dedi, bu buna bunu dedi listelerini
okumakla geçirdiler. Bunu, milyon kere görüştük; bu, yanlış bir davranıştır. Bir kere daha ifade ediyorum ki, seçimler esnasında,
partilerin, birbirleri hakkında kanaatlerini samimî olarak söylemeleri görevdir. Nasıl söyler... Bizi kim tenkit ettiyse teşekkür
ediyorum. Keşke, o tenkitlerden ders alabilsek. Haa, seçimden sonra söylemek de bir görevdir; niçin...
ŞADAN TUZCU (İstanbul) – O da mı görev?
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Evet.
...çünkü, Siyasî Partiler Kanununun 1 inci maddesinde, Refah Partisi sözcümüzün açıkça ifade ettiği gibi, siyasî partinin tarifi
şöyle yapılıyor: "Ülke meselelerini etkilemek" Siyasî partilerin görevi bu.
ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Şahsiyet yaparak mı?!.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Hayır.
Bakınız, şunu ifade edeyim...
HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) – Dava ederek mi?!.
HİLMİ DEVELİ (Denizli) – Örterek mi?!.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – ... şimdi, diyelim ki, Doğru Yol Partisi, seçimden sonra, seçimden önce
de söyledi; biz, hiç üzerinde durmuyoruz, hepsi kardeşimiz; bizi gördünüz, kucaklaştık.
AHMET KABİL (Rize) – Kim diyor Hocam?
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bunu, hemen seçimlerin arkasında... Şu ana kadar değiştirmedik, hep
aynı şeyi söyledik.
ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Samimî değil miydi?..
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Efendim, seçimden sonra da söyledi; ben, söylediklerinden dolayı da
teşekkür ediyorum; neden; şimdi, istiyor ki, Refah Partisi olmayan bir hükümet olsun, başka bir alternatifi istiyor. "Refah Partisinin
olmaması için, bu partiyle katiyen koalisyon yapılmamalı; bu parti, Türkiye'yi karanlığa götürür" diyor. Gayesi ne bundan; bu
partiyle koalisyon yapılmasını önlemek, etkilemek; bu da bir görevdir. Niye biz bu işe, bu anlayışla bakmıyoruz? Söyler... Söyler;
ama, sonunda...
NABİ POYRAZ (Ordu) – Sonunda tersi olur!
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – ...65 milyon insan hizmet beklerken, söylediklerimizi kapının dışında
bırakırız, odanın içinde bir araya geliriz bu ülkenin evlatları olarak, şimdi, şu işsizimize nasıl iş bulacağız, şu köyümüzün yolunu
nasıl yapacağız...
ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Hocam, siz anlatın bakalım nasıl?..
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – ... şu hasta insanımızı nasıl tedavi edeceğiz... Hepimiz bu ülkenin
evlatlarıyız, bunları da kardeş gibi konuşuruz, çözeriz ve halkımıza da hizmet ederiz. Aksi takdirde, seçimde bunu söyledi,
seçimden sonra bunu söyledi... Tamam, elimize bir liste alalım, o halde, Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi koalisyon yapamaz. Eee,
ANAP'la da birbirimize çok şey söyledik, o da yapamaz; DSP ile de söyledik, CHP ile de, o da, o da yapamaz; kim yapacak bu işi
Allah aşkına yahu, kim yapacak?.. Yani herkesin birbirine söylemediği söz mü var?..
Bunlar, birer görevdir, bundan dolayı hiç birbirimizi kınamayalım, hatta teşekkür edelim ve bunlardan istifade etmeye
çalışalım. Bunları mesele yaparak, şu hizmet bekleyen 65 milyon ülke evladını bekletip, onların gözü önünde kısır çekişmelere
dalarsak, ne Meclisimiz, halkımızı memnun eder, ne biz, halkımıza hizmet edebiliriz. Onun için, bunların hepsinin üzerine
çıkmasını bilmemiz lazım. İşte bu Hükümet, bunların üzerine çıkarak kurulmuş bir Hükümettir, ondan dolayı hepimiz
sevinmeliyiz, hepimiz takdir etmeliyiz. Böyle isabetli, böyle uygun bir hareket yapılmış olduğundan dolayı, hepimiz, hepimiz
bundan dolayı memnun olmalıyız. Yani bir araya gelip, halka hizmet için beraber olmak, takdir edilecek güzel bir şey iken, bunu, bir
kusurmuş gibi göstermek ne kadar yanlış bir düşünce Allah aşkına, ne kadar yanlış bir düşünce!.. Elbette, bizim asıl temelimiz
halka hizmet için var olmaktır.
Bakın, ben DYP'li kardeşlerime, gösterdikleri bu büyük olgunluktan dolayı kalpten teşekkürlerimi sunuyorum ve kendilerini
tebrik ediyorum. (RP, DYP sıralarından alkışlar, ANAP sıralarından alkışlar [!]) Çünkü, halkımızın beklediği, özlediği bir
hareketi yapmışlardır ve hepimizin bildiği gibi, Refah Partimizin sözcüsünün de ifade ettiği gibi, Refah Partisiyle koalisyon kurmak
her babayiğidin harcı değildir. (RP sıralarından alkışlar, gülüşmeler) DYP bunu başardı, onun için, bu koalisyonun kurulmasında
en büyük pay DYP'nindir, Sayın Çiller Hanımefendinindir, DYP Grubuna mensup bütün kıymetli arkadaşlarımızındır...
Bakın, Sayın Mesut Yılmaz'ın eline kadar kuş geldi, kaçırdı. (RP sıralarından alkışlar, gülüşmeler)
Muhterem arkadaşlarım, önce, bir defa medenî olmanın, seviyeli insan olmanın önşartı, önyargılardan vazgeçmektir.
ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Takıyye yapma!..
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bu önyargılar nedir: Demin bir tanesini söyledik, bir kimsenin suçu sabit
olmadıkça beraet-i zimmet esastır; bu, hepimiz için geçerli bir formüldür. Şu salondaki her insan şerefli bir insandır; kaldı ki, bu
ülkenin milletvekilidir, bu da, tabiî, en büyük şereftir. Bu sebepten dolayıdır ki, ülkemizin bu kıymetli evlatları, bu en şerefli
evlatları için birtakım önyargılarla, birtakım şeyleri kendimiz kabul edeceğiz, o kabul ettiğimiz şeyin doğru olduğunu farz edeceğiz,
sonra da buna dayanarak hüküm vereceğiz... Hayır, bu, medenî bir insanın, seviyeli bir insanın davranışı olamaz.
Bu önyargı, sadece denetleme görevleri üzerinde söz konusu değil. Bakın, bugün, kıymetli arkadaşımız Sayın Bülent Ecevit
Beyefendi "efendim, Refah Partisi sansür koyacak" dedi. Kim demiş bunu; bu bir önyargı. İşte programımız, ne yapacağımızı
söylemişiz. Şimdi, şu memlekette, hatta basının içerisindeki insanlar dahil ve bizzat Sayın Ecevit Beyefendi, bir kısım basın,
birtakım şerefli insanları, kim olursa olsun, baştan yargısız infaz yapacak, suçlu sayacak, günlerce bunun hakkında manşetler atacak
ve bu manşetleri halka okutmak için de cıncık boncuk, tabak çanak dağıtacak (Gülüşmeler) ve bu tabakları çanakları da, haksız bir
şekilde, devlet bankasından aldığı parayla, KDV'ler MDV'ler ödemeden, özel muameleyle -bu rantiyecilerin bir eli devletin
kasasında dediğimiz bu; kendilerine bu kolaylıkları göstermek için yönetimi etkilediler şeklinde "bir elleri devletin direksiyonunda"
diyoruz- Allah aşkına, bu ülkeyi bu Parlamento mu yönetecek, üç tane rantiyeci gazeteci mi yönetecek?.. (RP ve DYP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar)
Türkiye'de rejimin yerine oturması hepimizin temel meselesi değil mi; ama, bu, hiçbir zaman, protokolümüzde de yazdığımız
gibi, haber alma hürriyetini, haber yayma hürriyetini kısıtlamak değil. Onlara her türlü teknik yardımı yapalım, devlet olarak. Biz,
Sayın Ecevit'le beraber Hükümetken, bu gazetelere "geliniz, devlet olarak beraber dağıtım teşkilatı kuralım; birtakım küçük
gazeteler gelişemiyor" demiştik; kendileri hatırlayacaklar; Orhan Birgit Bey de basın yayından sorumlu Bakanımızdı. Böyle bir şey
yapılması, elbette, ülke için son derece faydalı olur. Yani, iki tane tröst, bunların dağıtım teşkilatını eline alacak, yüzde 30'unu
vermezsen senin gazeteni dağıtmam diyecek. Eee, sonra da art maksatlı olarak kendi bildiği propagandaları yapacak. Şimdi, bakın,
takip edin; o gazeteler, üç gün sonra bizi, nasıl methetmeye başlayacaklar; göreceksiniz. (RP sıralarından alkışlar) Takip edin, hele
bir methetmesinler bakalım! Ödeyin şu bankalara borçlarınızı dediğimiz zaman ne olacak?!
ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Demeyecek misiniz Hocam?!
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bak... Bak... Onlar, pazartesi gününe kadar, aman bu Refah Hükümeti
kurulmasın; çünkü, bunlar, bu parayı bize ödettirir mi ödettirir diye bildikleri için çırpındı, durdu; ama, şimdi, güçleri yetmeyince,
göreceksiniz, yüzseksen derece dönecekler. Meğer bu Refah Partisi ne büyük nimetmiş de bizim haberimiz yok!.. Göreceksiniz.
ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Ödeyecekler mi onlar?..
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – İşte, basınımızın hali budur. Bunu, Meclis...
MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – Siz affedersiniz Hocam.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bu devlet işi, hükümet işi değil.
Bunların düzene konması için, medenî bir ülkede olması icap eden hale gelmesi için hep beraber, bu kanun maddelerini tanzim
edeceğiz. Eğer, burada, basın özgürlüğünü haleldar yapacak bir madde varsa, hangimiz bu yola tevessül ederse, beraberce
önleyeceğiz; ama, insanların haysiyet ve şerefiyle oynanacak noktalarda da yine, beraberce gereken tedbirleri alacağız ve ülkemizi
medenî ülkelerdeki duruma getireceğiz. Hepimiz, Batı ülkelerini biliyoruz; Batı ülkelerinde hangi gazete tabak çanak dağıtıyor; Batı
ülkelerinde hangi gazete insan haysiyetiyle bu kadar rahat oynayabiliyor ve hangisi oynadığı zaman müeyyidesiz kalıyor... Türkiye'de
öyle bir basın durumu var ki, efendim, isterseniz yargı var; üç senede yargıdan bir sonuç aldığınız yok! Neye yarar o yargı, neye
yarar?!. Onun için, hep beraber "basın davaları bir ayda sonuçlanacak" diye kanuna madde koyacağız. (RP sıralarından alkışlar)
Öyle, üç sene... Çocuk oyuncağı değil; böyle şey mi olur? İstediği gibi, istediğini yazsın çizsin, insanların haysiyetiyle oynasın ve
bunun bir müeyyidesi olmasın; hayır...
Bu ülke hepimizin; bunları, elbirliğiyle düzelteceğiz ve işte, bizim koyduğumuz bu maddeler, bunları hatırlatacak maddelerdir;
yoksa, bu kanunların hepsini, beraberce hazırlayacağız.
Bu önyargılar, birtakım ön kabuller; işte, bilmem, soruşturmalar örtbas edilecekmiş, basın susturulacakmış, şu yapılacakmış,
bu yapılacakmış... Bunların hepsi, bu konuşmalar neden dolayı yapılıyor; çok samimi olarak söylüyorum, ben, bu konuda iki sebep
görüyorum:
Bir tanesi, bu Hükümetin muvaffak olmasından korkuluyor. Söylenecek başka söz yok; aman, bunları söyleyerek önleyelim....
Demin kardeşlerim ifade ettiler; işadamlarından da, çıkıp, bunu açıkça konuşanlar oldu. Demin ne gösterdi "ben, Refah Partisinin
kadrolaşmasından değil, muvaffak olmasından korkuyorum" diyor. Niye korkuyor; 400 belediyede bu muvaffakiyet ispat edilmiş de
onun için. (RP sıralarından alkışlar) Ama, boşu boşuna korkuyor; çünkü, biz, o sözü söyleyen insanın da hizmetkârıyız, onun
saadeti için de çalışacağız, o da "Allah razı olsun ki, böyle bir hükümet geldi" diyecek; birinci sebep bu.
İkinci sebep nedir: Bu Hükümet Programında çözümler getirilmiş. Şimdi, bunların alternatiflerini ortaya koymak lazım. Nerede
o babayiğit bakayım; şu programda getirilen teklifin alternatifini ortaya koysun da, onunla, şurada, saatlerce, o meseleyi bir
tartışalım bakalım.
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Program aynı...
MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – Kopya edilmiş...
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bu fikir yok; bu fikir olmayınca, iş, geliyor, bu şekilde önyargılara
dayanıyor ve iş geliyor, gündemi değiştirmeye. Hayır, tekrar ifade ediyorum, bu ülke hepimizindir; hep beraber, bütün herkesin
memnun kalacağı seviyeli bir Parlamento yapacağız ve inşallah, hep beraber, halkımızın hizmetlerini yapacağız.
AHMET KABİL (Rize) – Yolsuzluklar ne olacak Hocam?
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Çok aziz ve muhterem arkadaşlarım, bakınız, hakikaten -Refah Partili
kardeşlerim ifade ettiler- 24 Aralık ile 28 Haziran arasında, biz ne yaptık bir Anamuhalefet Partisi olarak; yaptığımız şey ortadadır:
Önce, ilk hükümetin kurulmasında, bütün partilere kollarımızı açtık, gene de açıyoruz. Bugün, biz, DSP ve CHP ile beraberce
koalisyon kurarız, bu memlekete en hayırlı hizmetleri yaparız; zaten yaptık, zerre kadar şüphemiz yok. Böyle, birtakım
önyargılarla, yanlış bir şekilde, uzlaşma yerine, bizi, birbirimizden uzaklaştırma tavrını takınacak olursak, bu, fayda getirmez.
Bundan dolayıdır ki, biz -hepiniz şahitsiniz- bu yanlışlığı yapmadık; bizim dışımızdaki partiler, az çok bu yanlışlığın içerisine
düştüler.
Sonra, denetleme bu Meclisin bir görevidir. İlk önce bu denetleme dosyalarını biz getirdik. Biz, bu Meclisin en büyük
partisiyiz, Anamuhalefet Partisiyiz. Halkın zihninde birikmiş birtakım teşevvüşler var; çeşitli basınla, çeşitli konuşmalarla meydana
getiriliyor. Bunlar böyle kalmamalı; bunlar, hakikaten, gerçek neyse aydınlığa kavuşmalı. Getirdik; sonuna kadar da tabiî takip
edeceğiz, hep beraber takip edeceğiz.
Dolayısıyla, denetleme görevimizi yaptık; ama, biz, üç buçuk ay sadece denetlemeyle uğraşmadık -şte Meclis arşivi- 90'a yakın
kanun teklifi getirdik; bunları bir bir saymaya lüzum yok. Demin, Mesut Bey "36 tane getirdik" dedi; biz, 90 tane getirdik; kiloyla
tartarsak 3 misli. Bu kanun tekliflerinin bir de muhtevasına bakarsak, ne getirmişiz biz: Önce, şu asgarî ücreti şu vergiden kurtaralım
demişiz. Şimdi, bakın, onu yapacak mevkie geldik; inşallah, hep beraber yapmaya çalışacağız; çünkü, bu, en tabiî insan hakkıdır.
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Programda yok Hocam.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bunun kaç trilyona mal olduğunu hepimiz biliyoruz; ama...
A. MESUT YILMAZ (Rize) – Niye koymadınız?..
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Var orada... Rica ederim... Var... Lütfen, dikkatli okuyunuz.
A. MESUT YILMAZ (Rize) – Nerede Hocam?..
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Biz, bu kanun tekliflerini verdik ve aynı zamanda, bakınız, başka şeyler,
esnafımız için hayat standardını kaldıralım; esnafımız için peşin vergiyi kaldıralım. Köylü borçlarının faizlerini affedelim,
köylümüz nefes alsın. İmkân bulursak... (ANAP sıralarından "Kaynak, kaynak" sesleri) Ha, kaynağa geleceğim, azıcık sabredin.
İşte, bizim farkımız orada, yüzde 20 diyoruz ya, o yüzde 20 kaynağın musluğu, sizde o yok. (RP sıralarından "Bravo" sesleri,
alkışlar) Mesele bu. Yüzde 80'miz aynı, giderlerde aynıyız; ama, kaynak deyince, sizde kaynak yok; fark burada. Geleceğim oraya
müsaadenizle.
Şimdi, bakınız, bundan başka, neden memurumuz, işçimiz enflasyondan inim inim inlesin; bunlar yönetimin hatasıdır, onun
suçunu neden memur çekecek. Bunun yolu ne; bütün bu enflasyonla mücadele edip, iyi bir sonuca ulaşıncaya kadar eşel mobil
sistemini tatbik etmektir; biz, bunu getirdik. Şimdi, sizin bunu bizden istemeniz hakkınızdır. Bizim getirdiklerimizi bizden isteyin;
yakamıza yapışın. Niye ben bunu böyle söylüyorum; çünkü, halkımıza hizmet için varız da onun için. Keşke bizi bu istikamete iten
bir güç olsa. O güç ne kadar güçlüyse, halkımıza hep beraber o kadar iyi hizmet etmiş olacağız.
Görüldüğü gibi, 90 tane kanun teklifimiz dahi, hakikaten hep fakir fukarayı kurtarmak için olmuşuzdur. Diğer yandan bir şeyin
de şahidisiniz: Hanginiz bizim Anayasa ve hukuka saygı için yaptığımız mücadeleyi görmezlikten gelebilirsiniz?.. Biz, güvenoyu
almamış bir hükümetin, güvenoyu almadığını ispat etmek için az mı mücadele ettik; Meclis Başkanlığıyla mücadele ettik, diğer
birtakım yerlerle Başbakanlıkla mücadele ettik... Niçin yapıyoruz biz bu mücadeleyi: Türkiye bir hukuk devleti olmalıdır, bu
hepimizin görevidir, hepimiz hukuka saygılı olmalıyız. Bundan dolayıdır ki, biz, bu mücadeleleri yaptık ve arkadaşlarımızın
işaret ettiği gibi, biz, bir bütçe konuşması yaptık, bu konuşmayı takip etmeyen kardeşlerimize ben bunun video bandını hediye
edeceğim. Buraya bir anamuhalefet partisi olarak geldik de biz, herhangi bir şekilde, kızgın bir şekilde sadece saldırdık mı; hayır.
Ne yaptık biz; efendice, hükümette bulunan kardeşimize yardımcı olmak için; bak, köylünün şu, şu, şu hizmetlerinin bu getirdiğiniz
bütçede hiçbir karşılığı yok; bunun yapılması için, en aşağı şu kadar parayı buraya ayırmanız lazımdı, ayırmamışsınız; şu
memlekette milyonlarca çocuğumuz öğretmensiz; onun için, millî eğitime 7 milyar dolar para koymak lazım; sağlık hizmetleri
yapılamıyor, şu kadar koymak lazım; savunma ihtiyacımızı millî kaynaklardan karşılamalıyız, bu kadar koymak lazım... Biz
söyledik bunları, önümüze getirilmiş olan bütçenin alternatifini kalem kalem ortaya koyduk; ama, bunu lafla söylemedik. Peki, bu
paraları nereden bulacağız; kuruş kuruş onu da gösterdik. Nasıl gösterdik; bak, rantiyeciler bir senede 47 milyar dolar kazanç elde
etti. Bu 47 milyar doların 15 milyar doları haklarıdır; ama, 32 milyar doları haksızdır. Neden KOBİ'ye mahsus bir insan yüzde
150 faizle iş görürken, siz, falanca holdinge nasıl faizsiz teşvik veriyorsunuz; neden?.. (RP sıralarından alkışlar)
Devleti mahsus parasız bırakacaksın -bak, bu söylediğim sözün altında ciltler var- devleti büyük faizlerle borç almaya mecbur
tutacaksın, ondan sonra da yüzde 120 yüzde 130 yıllık faizlerle, sen, devletin bütün kasasını sömüreceksin, o parayı da köylü, işçi,
memur, esnaf ödeyecek... Bu nasıl düzen Allah aşkına?! Adil düzen dediğiniz nedir anlamıyoruz diyenlere sesleniyorum, işte bu
rantiyecilerden bu haksız 32 milyar doları alıp işçiye, köylüye, memura, esnafa vermenin adıdır adil... (RP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar) Niçin bunlara vergi konulmuyor; neden? Bak, işte onlara adil bir şekilde hareket edildiği zaman, burada fakir
fukaranın hakkı kurtulur ve buradan alıp buraya verelim diye nereden alıp nereye konacağını da gösterdik. Biz, bunları,
gördüğünüz gibi, kalem kalem sayarak, tabloları buraya getirdik. işte, bunu, ben sadece, muhalefet partileri olarak nasıl
çalışmalıyız, gönlümüzde ne var, bunu ifade etmek için açıklıyorum. Yoksa, buraya gelip, bir saat, yolsuzluk, ahlak, fazilet deyip
konuşursak, kimsenin karnını bu laflarla doyuramayız. Elbette, onlar da önemli konular; ama, her şeyin bir yeri var; şimdi, Hükümet
Programı konuşulurken, onlar konuşulmaz.
YAŞAR OKUYAN (İstanbul) – Programda yok Hocam!..
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bakınız, biz, şu Hükümetin kuruluşuna kadar geçen dönemde, işte, bu
söylediğim hususlara uygun olarak hareket ettiğimiz için, 24 Aralıkta yüzde 22'ye yakın oy aldığımız halde, 2 Haziranda yüzde 34
oy aldık. Neden; çünkü, halkımız, bu davranışları takdir ediyor; hepimizden böyle davranmamızı bekliyor; ispatı da ortadadır.
Bu Hükümeti kurarken, hepinizin bildiği gibi, yine, kollarımızı şefkatle bütün kardeşlerimize açtık; 46 ruhu dedik; hep beraber
bir araya gelelim, istikrarlı, sağlam, hamleci bir hükümet kuralım dedik ve çoğulcu demokrasiye önem verdik. Bu çoğulcu
demokrasiye, iki şeye huzurlarınızda kesinlikle inanarak ifade ediyorum ki, çok önem verin: Bir tanesi, Meclis, her zaman bizim
Hükümetimizin üstünde olacaktır. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bu, bizim rejimimizin temeli; biz, bunu, şurada yazan
"Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir" sözünün en doğal sonucu sayıyoruz. Milletin temsilcisi, bu Yüce Meclis, sizlersiniz. Sizin
güvenoyunuza mazhar olduğu müddetçe, bu Hükümet, sadece, hizmet edecek; biz, garson hükümetiz. (RP sıralarından "Bravo"
sesleri, alkışlar) Bizim şiarımız budur; çünkü, biz, halka hizmet hakka hizmettir; halka hizmet en büyük ibadettir; bunu biliyoruz da
onun için böyle yapacağız; inanarak böyle yapacağız ve biz bunu ispat ettik.
Bakınız, biz, İçtüzük değişirken, bugüne kadar, yıllardan beri, onbeş seneden beri bu İçtüzük yürürlükte, düşünün halimizi...
Yalnız, komisyon başkanı komisyonu toplayabilir; komisyon başkanı sadece gündemi tespit edebilir. Komisyon başkanı da
partisinin başkanına bağlı. Muhalefet ne yapacak; hiiç... Gelip gidecek. Nasıl çoğulcu demokrasi bu? Biz mücadele ettik, bunu
değiştirdik. dedik ki: Komisyonlar üçte birle toplanır -isterse iktidar partisinin üyeleri gelmesin- ve toplananın yarıdan bir fazlasıyla
da karar alır, gündemi de kendi tespit eder. Niçin; çünkü, Meclis, elbette, hükümetin üstünde olmalıdır, hükümetin üstünde olmanın
şartı budur. Yoksa, Meclisin bütün komisyonları hükümetin emrinde olursa, Meclis kilitlenirse, nasıl çoğulcu demokrasi olacak?
Bak, geçen dönemde hepimiz şunları yaşadık: Buraya öyle kanun teklifleri geldi ki, her bir paragraf için dörtten fazla değişiklik
yapılamayacağından, dört tane değişiklik teklifi de dosyanın içine konuldu, öyle geldi. Neymiş; virgül şuraya değil buraya
konulsunmuş, şu kelime öyle değil böyle olsunmuş!.. Bunları hep yaşadık ve biz, yıllarca bunların acısını çekerek geldik buraya;
bu acıları da unutmadık. Onun için, iki şeyi huzurlarınızda hatırlatıyorum: Bu Meclis, hükümetin üstünde olacak. (RP sıralarından
"Bravo" sesleri, alkışlar)
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Zaten öyle...
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Aksini gördüğünüz zaman yakamıza yapışın.
Zaten böyledir; ama, tatbikatın böyle olması mühim.
İkinci bir önemli husus da, bütün bakanlarımız emrinizdedir, istediğiniz şeyi sorabilirsiniz, en kısa zamanda bu sorularınıza
cevap verilecek, bir tek cevapsız mesele kalmayacak. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bu söylediğim şeye çok önem
veriyorum; neden; çünkü, biz, hükümete gelmeden önce, şu belediyelere nasıl yardım yapılmış; kırk tane yazı yazdık, bir tanesinin
cevabını alamadık -daha bunun gibi ne yazılarımız vardır- şu birtakım medyaya, hangi krediler verildi; hangi bankalardı; kırk
tane yazımız var, hiçbirinin cevabı yok. Ama, şimdi, ne sorarsanız, bu Hükümet sizin emrinizdedir; bütün bu sorularınızın
cevapları, size, en doğru bir şekilde takdim edilecektir. Siz, milletin temsilcisisiniz, her şeyi bileceksiniz ve her şeyde, milleti
temsilen egemen olacaksınız. Bu söze, hep beraber sadık olacağız.
İşte, muhterem arkadaşlarım, bundan dolayıdır ki, bu inançla, tam demokratik esaslara uygun şekilde, Türkiye'nin en büyük iki
partisi bir araya gelerek bu Hükümeti kurdu.
Bu Hükümetin kurulmasına hepimiz sevinmeliyiz; çünkü, yedi aydan beri hükümet krizi içindeyiz. Bu Hükümetin kurulmaması
halinde bunan alternatifi sadece seçimdir. Seçim ne halleder! Hepimiz biliyoruz, seçim demek altı ay sonra yine bu noktaya gelmek
demektir; sadece, Refah Partisi daha fazla büyümüş olacak, o kadar; ama, mesele çözülmeyecek; halkımız, altı ay ne yapacak!..
Ondan dolayıdır ki, bu Hükümet, hakikaten tek çözümdü, bunun dışında çözüm yoktur. O "vardır" diyenler, kendileri de
inanmıyor. Ben bir araya gelemem; ama, çözüm vardır. Buna inanmak mümkün mü?!.
Seçime gitmek demek fasit daire demektir ve unutmayalım ki pazartesiden sonra sadece 12 gün kalmıştır. Bunu, sakın ha, bazı
milletvekillerimiz, aman, seçime gitmemek için güvenoyu versin diye söylemiyorum; çünkü, herkesin ne oy vereceğini biliyoruz ve biz
bu Hükümetin çok açık bir farkla güvenoyu alacağını da biliyoruz. Bunu söylememin sebebi şudur ki, bu Hükümetin kurulmasına
hakikaten yürekten sevinelim, nasıl halkımız seviniyorsa, biz de, halkın temsilcisi olarak, aynı şekilde sevinelim.
Bu Hükümet, altı aylık bir krize son vermiştir; Türkiye'nin zaman kaybına son vermiştir. Bu Hükümet, demokrasinin bir
zaferidir. Bu Hükümet, bağımsızılğın bir sembolüdür. Neden; çünkü, daha geçenlerde -ben ihtimal vermiyorum; ama, gazetelerde
yazan haberleri hep beraber okuduk- İsrail Cumhurbaşkanı Türkiye'ye hükümet tayin etmeye kalkışmadı mı? Öbür taraftan,
bilmem, Fransız Cumhurbaşkanı Türkiye'ye hükümet tayin etmeye kalkışmadı mı?
Sayın Yılmaz, demin "Çiller Hanım gitti, sizi Avrupa'ya böyle böyle şikayet etti" dedi. Şimdi, kendilerine soruyorum: Chirac bu
sözü söylediği zaman siz ne yaptınız Başbakan olarak; İsrail Cumhurbaşkanı bu sözü söylediği zaman siz ne yaptınız? (RP
sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Gazetelerde yazılan doğruysa "Korkmayın, Refah Partisi iktidara gelemez" dediniz. Bu muydu
bunun cevabı?
MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – Cevap verdik Hoca; sizi savunduk.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bak, huzurlarınızda ifade ediyorum, şu söze saygılı olalım. Bu 65
milyonluk ülkenin hükümetini, ancak 65 milyonluk halkımız tayin eder, (RP sıralarından alkışlar) ne Chırac ne Weizman, hiçbirisi
tayin edemez: İşte bu Hükümet bunu ispat etmiş olduğu için millî bir hükümettir ve şurada yazan yazının sembolü bir hükümettir.
Bu Hükümet hakikaten bir uzlaşma hükümetidir. Bu, doğru bir sözdür. Uzlaşmanın tarifi şu kelimeyle bu kelimeyle yapılmış,
kelime oyunlarının önemi yok. Şu memlekette iki tane en büyük parti; ayrı ayrı tabanları var; şimdi, samimi bir şekilde, halkımıza
hizmet için bir araya gelmiştir. Bizim bu kardeşlerimizle kucaklaşmamız, 65 milyon insanın kucaklaşmasıdır.
Bakın size şunu söyleyeyim: Bu, devlet-millet kaynaşmasını da temin edeceği gibi, bizim bu beraberliğimiz Türkiye hudutları
içinde kalmayacak, göreceksiniz. Bir yandan, Müslüman ülkelerle Batı hep birbirine düşmanlık yapmaya çalışıyor, suni
düşmanlıklar üretiyorlar. Bu Hükümet, elbirliğiyle, Batı'da da çalışacağız, Müslüman ülkelerde de çalışacağız, yeryüzündeki
gerginliği ortadan kaldıracağız ve bütün dünyada yeni bir yumuşamanın, yeni bir uzlaşmanın sembolü olacağız. Bu, böyle bir
uzlaşmadır. (RP sıralarından alkışlar)
Bakınız, Sayın Mesut Beyin elinin işaretini görüyorum ve ben Sultan Fatih'in bir sözünü hatırlıyorum: Bizim yapacağımız
işlere onların hayalleri bile yetişemez. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Halkımız bayram etmektedir. Bu Hükümet rastgele bir hükümet değildir; kötülerin iyisi değildir, bu Hükümet iyilerin iyisidir. Bu
sözleri ben tescil ettiriyorum. İnşallah, burada hep beraber olacağız, adım adım halkımıza yaptığımız hizmetleri gördükçe, şu
sözlerin ne demek olduğunu birlikte yaşayacağız.
Bu Hükümet bir çözüm hükümetidir. Bu Hükümet bir değişim hükümetidir. Bu Hükümet laf değil iş hükümetidir. Bu Hükümet
icraat hükümetidir; rantiyeci değil üretici hükümetidir, halk hükümetidir. Bu Hükümet, halkımıza, inancına ve tarihine saygılı bir
hükümettir; halkımızın özlenen ve beklenen hükümetidir. İşte Türkiye'nin, bütün, her türlü engellemelere rağmen böyle bir
Hükümete kavuşmasında en büyük katkısı olduğu için -samimiyetle söylüyorum- Doğru Yol Partisinin bütün yöneticilerini ve bütün
grup üyelerini, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum, teşekkürlerimi sunuyorum; çünkü, halkımızın meselelerinin çözülmesi için,
Türkiye'yi krizden kurtardınız...
AHMET KABİL (Rize) – Ormancı Hasan'ın iddia ettiği belgeleri söyleyecek misiniz?
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – ...uzlaşmayı temin ettiniz ve aynı şekilde, muhalefette kalan
partilerimize de aynı teşekkürleri sunacağım; çünkü, halkımıza hizmetleri, inşallah, hep beraber yapacağız.
Ve size bir şey belirteyim; kardeşlerimiz de çok iyi biliyorlar ki, bu Hükümetin temel esası, göreceksiniz inşallah, uyum, uyum,
uyum olacak. Neden; çünkü...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – İyi uykular!
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Uyumak başka... O, eski hükümetin özelliğiydi. (RP sıralarından
alkışlar) Bu Hükümet, uyum Hükümeti; arada büyük fark var. Yüzde 80'i benziyor; ama, yüzde 20'si farklı; her şey de o yüzde 20'nin
içinde.
Bakınız, neden, bunu bilerek, inanarak yapacağız; çünkü, Türkiyemizin bir istikrara ihtiyacını hepimiz biliyoruz. Bu istikrarı
teminin...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
AHMET KABİL (Rize) – Hocam, ormancı Hasan'ın iddia ettiği belgeleri söyleyecek misiniz?
BAŞKAN – Efendim, müsaade buyurun.
Sayın Başbakan, 10 dakika süre veriyorum.
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Niye 4 değil de 10?..
BAŞKAN – Efendim, onu Sayın Yılmaz'a sorun, yakınca...
Buyurun efendim.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.
Çok aziz ve muhterem arkadaşlarım, bir kere daha, kısaca, bu Hükümetin özelliklerini saymak istiyorum: Önce, demokratik
eseslara uygun bir Hükümettir ve geniş tabanlı bir Hükümettir.
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Ahlakî esaslar?!.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Ülkemizdeki istikrarı temin edecek bir Hükümettir ve bu Hükümet,
hakikaten, uyum içerisinde, bütün vatanımızın saadetinin teminatı olacak, temeli olacak.
Bu Hükümet, Türkiye'nin meselelerini artırmak için değil, çözmek için gelmiştir ve meseleleri vukufla ele almıştır.
Programımızın dördüncü sayfasında bunlar tekrar tekrar sayılmıştır. Hükümetimiz, bu Programda belirtmiş olduğu halkımızın
meselelerini kararlı, inançlı, heyecanlı, azimli bir şekilde çözecek olan bir Hükümet. Hemen haber veriyorum, halkımıza,
bürokrasimize ve bütün üretim kesimlerine; yani, köylümüz, işçimiz, memurumuz, ihracatçımız, bütün üreticilerimiz ve
sanayicilerimizin hepsine şevk vereceğiz, aşk vereceğiz, heyecan vereceğiz ve ülkemizin bütün meselelerini, bütün bu üretici
kardeşlerimizle beraber, yapacağımız seferberlikle çözeceğiz.
Bu Hükümet, Programımızda da belirttiğimiz gibi, bir rantiye Hükümeti değil, bir üretim Hükümetidir; ama, bu Hükümetin en
büyük vasfı, demin kardeşlerimizin hatırlattığı gibi, bu Program bir "cek, cak..." Programı değil "şu yapılacak, bu yapılacak..."
Programı değil, bu Program, dikkatle incelendiği zaman, en büyük ağırlığın kaynak teminine verildiğini görürsünüz. Bu kaynak
nasıl temin edilecek; lafta bırakılmamış, Programımızda açık bir şekilde belirtilmiştir.
Programımızın 11 inci sayfasına bakıldığı zaman "gelişmenin önündeki engelleri kaldıracağız" denilmiş. Bunlar para
istemez; ama, tanınmış bir yabancının söylediği gibi "Türkiye büyük devlet olacak; ama, ne yapalım ki, mevzuatı müsait değil." Bu,
çok doğru bir söz. Onun için, önce bir büyük seferberlik yapacağız, mevzuatımızda, gelişmemizi engelleyici hususları hep beraber
ortadan kaldıracağız; şimdiden haber veriyorum.
Bundan başka, israfları önleyeceğiz. Hepimiz biliyoruz ki, ülkemizde ne sayısız israflar var. Bakın, hemen bir tanesini -daha ilk
geldiğim gün gördüm, heyecanını taşıyorum- haber vereyim: Şu Habitat var ya, yapıldı, edildi, ne olduğunu hâlâ anlamadım; bu
Habitat yapılırken, yabancı misafirleri taşımak için, Başbakanlığa 200 tane araba alınmış. Düşünün, bir haftalık misafir gelecek,
misafiri taşımak için araba satın alınıyor... Neden araba kiralanmıyor, anlamak mümkün değil. Şimdi, gelmişler "bu 200 arabayı ne
yapacağız" diyorlar. Her bir arabanın şoförü, mazotu, bakımı, yedek parçası; trilyonlara varan masrafı var. Bu, sadece bir misal;
bunların, elbette önlenmesi lazım. İsraf, israf, israf...
Ondan sonra, bakın, her sahada verimliliği artıracağız. Ben, bütçe konuşmalarında söyledim, şu ilimizde hastane var doktor
yok, burada doktor var hastayı taşıyacak sedye yok. Bunların hepsine sahip olmak mecburiyetindeyiz.
En mühim işimiz, kaynakları geliştirmek. Bu ülkede sayısız kaynak var. Bizden daha zengin ülke yok. İnşallah göreceğiz, biz
bu kaynakları seferber ettiğimiz zaman, Türkiye, adım adım nasıl güçleniyor; bu imkânlar var. Bakın, biz, günlerden beri hazırlık
yapıyoruz arkadaşlarımızla beraber; 68 tane kaynak tespit etmişiz; her birinde trilyonlar var, trilyonlar... Bir oturup dikkatli
incelendiği zaman, bu ülkenin sayısız zenginlikleri var. Biz bu zenginlikleri harekete geçireceğiz. Nasıl; bu Hükümetin bünyesini
görmüyor musunuz, bu Hükümette 20 devlet bakanı var. Birisi bakar, bu 20 devlet bakanı ne olacak... Biz bu kaynakları geliştirmek
için üç tane beş tane devlet bakanını gece gündüz uyutmayacağız. Biz konuşmaya gelmedik... Dur bakalım ne olacak... Onun ne
olacağını ben şimdiden hissediyorum.
Bakın, şimdi israfları önlemek... Bunun sahibi kim; yok. Evet, bunun bir takipçisi olacak.
Verimliliği artırmak; bunlar lafla olmaz... Sahipsiz iş olmaz. Bizim esnafın sahibi kim; yok. Kimdir bu ülkede esnafın sahibi;
oraya gider, oraya gider, oraya gider...
MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – Halk Bankası.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Halk Bankasından sahip mi olur Allah aşkına; böyle şey mi olur...Şimdi,
bu Hükümette esnafın sahibini bulacaksınız, işçinin sahibini bulacaksınız, köylünün sahibini bulacaksınız, işsizin sahibini
bulacaksınız, düşkünün sahibini bulacaksınız.
Evet, o yüzde 20 değişiklik var ya, işte o 20 çok mühim. Biz, Bakanlar Kurulunun şeklini değiştiriyoruz. Bizim için önemli olan,
insan. Klasik şekillerden çıkıyoruz, insana hizmet için, size yepyeni bir Bakanlar Kurulu takdim ediyoruz. Bundan dolayıdır ki, bu
Hükümet, bundan öncekilerin benzeri bir Hükümet değildir.
Devleti yeniden yapılandıracağız. Bunu yirmi senedir konuşuyoruz; ama, biz bunun sahibini koyacağız ve bilhassa, yerel
yönetimlere yetkilerin devredilmesine adım adım başlayacağız, adım adım...
Şimdi, bakın, size hemen söyleyeyim -daha bunu Bakanlar Kurulumuzda olgunlaştıracağız, şahsî, ham fikrim olarak
söylüyorum-: Biz, bütün illerimizdeki trafiği belediyelerimize versek, çok daha güzel olmaz mı?
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Eskiden de öyleydi zaten.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bütün illerimizdeki spor faaliyetlerini belediyeye versek çok daha güzel
olmaz mı?!. Birçok illerimizde hizmetler var ki, bu hizmetlerin, elbette belediyelerimiz tarafından yapılması, seçilmiş insanlar
tarafından yapılması çok daha uygun olur ve bunları, hemen bir kalemde vermememiz için ne sebep var?!.
Sonra, tabiî, sağlık ve eğitim kuruluşlarını da -eğer yerel yönetimlerimiz bunları dirayetle yönetecek imkânlara ve kadroya
kavuşacak olursa- adım adım yerel yönetime vereceğiz ve devleti, hepimizin bildiği, istediği aslî görevlere çekeceğiz.
20 tane hükümet programı okunmuştur, hepsinde bunlar vardır; ama, şimdi bir fark var. Nedir o; biz, konuşmaya gelmedik; biz,
Allah'ın izniyle, yapmaya geldik.
Bizim Hükümetimizin çok önemli bir hususiyeti de ülkenin meselelerine sahip olmasıdır ve şahsiyetli bir dış politika takibidir.
Sayın Bülent Beyefendiye teşekkür ediyorum; eskiden beri, şahsiyetli dış politika için hassasiyetini biliriz, her zaman da
kendilerini bu hususta takdir ederiz. Şimdi, efendim, buraya geldiniz "bütün uluslararası anlaşmalara aynen uyacağız diyorsunuz"
dediniz; ama, bu, tıpkı Bektaşinin "namaza yaklaşmayınız" sözüne benziyor, üstteki ayeti okumadan söylenmiş bir söze benziyor.
Cenabı Hak "alkollü iken namaza yaklaşmayın" diyor. Bizim de Programımızda "bu anlaşmalar, millî menfaata aykırı olarak tatbik
ettirilmeyecek" diye onun altında çok mühim bir cümle var. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – İsrail Anlaşması ne olacak?..
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – O cümlenin içerisinde her şey var, her şey var... Ve bunları da, tabiî,
yine, hep beraber gerçekleştireceğiz; çünkü, dış politika devlet işidir, hükümet işi değildir. Bunları, beraberce olgunlaştıracağız ve
böylece, hakikaten şahsiyetli bir dış politika yürüteceğiz ve biz, Programımızda yazdığımız gibi, bütün ülkelerle münasebetlerimizi
geliştireceğiz. Bu arada, huzurlarınızda açıkça ifade ediyorum ki, özenle, kardeş Müslüman ve Türk cumhuriyetleriyle de
münasebetlerimizi geliştireceğiz; lafla değil... Bizim şu komşularımızla ticaretimiz 4 milyar dolar idi; bu hacme gelmişti; Irak'la,
İran'la, Suriye'yle, diğer ülkelerle; şimdi nedir: 100 milyon dolar. 65 milyonluk Türkiye ile 60 milyonluk Mısır arasındaki yıllık
ticaret hacmi 200 milyon dolar. Bir tüccarın satacağı bir araba bu meblağı karşılar. Peki, biz, şimdi, bütün bu kardeş Müslüman
ülkelerle bir araya gelsek "sen bizden ne alırsan al, biz de senden ne alırsak alalım" desek, süratle eski hacme gelsek, şu andaki 21
milyarlık ihracatımız 30-40 milyar dolara çıksa, bundan ne kaybederiz?!
Bunları konuşmak marifet değil, bunları yapmak marifet; ama, işte, bilesiniz ki, bu Hükümet bu azimle geliyor. Bugünkü
konuşmamızda bunları ifade ediyoruz; adım adım da bunların hepsini, elbirliğiyle tatbik edeceğiz inşallah.
Demin, Mesut Bey "vatandaşın beyanına güven esas alınacak ifadesi bizim Programımızdan alınmış" dedi. Ne güzel bir şey;
güzel şeyi nerede bulursak alırız. Programınıza koyduğunuz için teşekkür ediyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
A. MESUT YILMAZ (Rize) – Yolsuzluklarla mücadeleyi niye yazmadınız?
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Yolsuzlukları beğenmediğiniz için almadınız herhalde.
BAŞKAN – Sayın Başbakan, efendim, toparlar mısınız lütfen.
BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Çok teşekkür ediyorum, toparlıyorum.
Programımızda çok önemli bir konu yeniden yapılanmadır, mahallî idarelerin güçlendirilmesidir. Hanımlarımıza ve gençliğe
ne kadar büyük önem verdiğimiz, Programdan görülmektedir. Bunlar, laf olsun diye yazılmamıştır. Ne yazık ki, ülkemizde de,
gençliğimizin uyuşturucu tehlikesi, yavaş yavaş, okullarda başlamıştır. Bunları bir an evvel engellemek ve ülkemizin bütün
fertlerine ve gençlerimize, manevî varlıklarını geliştirmek için her türlü hizmeti hazırlamak temel görevimiz olacak. Bu, zaten,
Anayasanın devlete verdiği en önemli bir görevdir.
Muhterem Başkan, muhterem milletvekilleri; Programımız, Yüce Meclisin huzurlarında arz edilmiştir. Bugün de,
Programımızın müzakeresini yapmış olduk. Şimdi, inşallah, pazartesi günü, Hükümetimiz, Yüce Meclisin açık bir farkla desteğine
mazhar olacaktır. Zaten kollar sıvanmıştır; gece gündüz çalışılarak bu hizmetler yerine getirilecektir ve bu çalışmayı hep beraber
yapacağız, Türkiyemizi, kısır çekişmelerden kurtaracağız, Türkiyemizi, mesut insanlar diyarı haline getireceğiz.
Hepinize, bugünkü konuşmalarınızdaki her türlü ikaz ve katkılarınızdan dolayı, bütün kıymetli Hükümet üyelerimiz adına,
teşekkürlerimizi sunuyorum. Yeni Hükümetimizin ve onun Programının, aziz milletimize ve bütün insanlığa hayırlı olmasını
diliyorum. Hepinizi, Allah'a emanet ediyorum.Sağolun, varolun. (RP sıralarından ayakta alkışlar, DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Başbakan, teşekkür ediyorum.
Sayın milletvekilleri, kişisel söz talebinde bulunan Sayın Nejat Arseven Beyefendiye söz veriyorum.
Sayın Arseven, buyurun efendim.
LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Sayın Başkan, bir müracaatımız vardı...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) –Yanlış anlamaları önlemek için bir yazılı müracaatımız vardı.
BAŞKAN – Efendim, var. Sayın Taşar, zatı âlinizin şifahî müracaatı dahi yazılı müracaat kadar etkilidir. Zabıtları getirttim;
bakacağım efendim.
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Çok teşekkür ederim.
Sonuç ne?
BAŞKAN – Efendim, sonucu biraz sonra arz edeceğim.
LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Sayın Başkanım...
BAŞKAN – Buyurun Sayın Kayalar.
LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Sayın Başkanım, Sayın Başbakanın konuşmasıyla ilgili, yanlış anlaşılmalara meydan
vermemek için, açıklama yapmak üzere, Sayın Başbakan aramızdayken...
BAŞKAN – Efendim zatı âlinizin de müracaatı var; zabıtları getirttim efendim.
LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Usul olarak, şimdi söz verilmesi gerekir Sayın Başkanım.
BAŞKAN – Efendim, müsaade edin ben takdir edeyim.
Sayın Arseven...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Efendim, bir dakika... "Beylütmale el uzatıldı"diye "belediyelere para gönderildi"
diye Sayın Başbakan tarafından, bu kürsüden, milletin kürsüsünden suçlama yapıldı. Belediyelere gönderilmiş paraların beytülmal
ile ilgisi yoktur; bunun açıklamasını yapmam lazım.
BAŞKAN – Efendim müsaade buyurun...
Sayın Arseven, kürsüye buyurur musunuz lütfen.
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Sayın milletvekillerimize, diğer arkadaşlarımıza söz verdiğiniz gibi, aynı şekilde
söz istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Arseven, söz talebi...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Sayın Şevket Kazan'a nasıl söz verdiyseniz aynı şekilde söz istiyorum.
BAŞKAN – Efendim, ben o konudaki kararımı ifade edeceğim.
Sayın Arseven, buyurun efendim.
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Adil düzeniniz bu mu sizin?! (RP sıralarından "sen adil düzenden ne anlarsın?"
sesleri)
BAŞKAN – Buyurun efendim.
Sayın Arseven, süreniz 15 dakikadır efendim.
NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bugün, burada, iki gün önce huzurunuzda Sayın Başbakan
tarafından okunan Hükümet Programı üzerinde, şahsî görüşlerimi ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, sizlereve
televizyonları başında, hayretle, ibretle ve kaygıyla bu görüşmeleri izlediklerine inandığım değerli vatandaşlarıma da saygılar
sunuyorum.
Bu konuyla ilgili konuşmama girmeden önce, biraz önce Sayın Başbakanın burada ifade etmiş olduğu, Habitat toplantısı
nedeniyle ilgili 200 araba alımıyla ilgili kısa bir açıklama yapmak istiyorum. Bu arabalar, devlet tarafından alınan arabalar olmayıp,
sponsorların, bu işle ilgili olarak devlete vermiş oldukları arabalardır ve bunlar, bizim, Başbakanlığı devretmemizden önce de
Emniyete devredilmiş vasıtalardır. Eğer, devlet tarafından alınmış arabalar olsa idi, zaten bunlar devletin malı olurdu, devlet de
bunlar üzerinde her türlü tasarruf hakkına sahip olurdu. Böyle bir sorunun sorulmuş olması dahi bu arabaların ne yolla alındığının
en açık ifadesidir.
EMİN KUL (İstanbul) – Bağıştır, bağış.
NEJAT ARSEVEN (Devamla) – Bağışlanmıştır, evet düzeltiyorum.
Ve yine, tabiî, burada, dün akşam yapılan bir televizyon programında, burada Sayın Başbakan tarafından açıklanacağı ifade
edilen belgenin açıklanmamış olmasını da, o belgenin yok olduğu olarak değerlendirdiğimizi ifade ediyorum.
YILMAZ KARAKOYUNLU (İstanbul) – O zaman, iddia edeni de müfteri diye tutanaklara geçirtin.
NEJAT ARSEVEN (Devamla) – Evet, iddia edeni de müfteri olarak buradan ilan etmenin hiçbir sakıncası olmadığını ifade
ediyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şahsı adına söz almış bir arkadaşınız olarak, burada, geçen hafta, Türkiye'nin hemen
birçok bölgesinde, Ankara'da ve Ankara'nın taşra ilçelerinde sadece Doğru Yol Partisi teşkilatlarından tanımış olduğum ve benim
teşkilatlarımın bulunduğu bölgelerde Doğru Yol Partili ve Refah Partili olduklarını bana ifade etmiş olan vatandaşlarla yapmış
olduğum temaslarım ve değerlendirmelerimi açıklayarak sözlerime devam etmek istiyorum. İşte, konuşmamın başında,
vatandaşlarımızın, bu görüşmeleri hayretle, ibretle ve kaygıyla izledikleri yolundaki ifadem de bu değerlendirmemden
kaynaklanıyor.
Sayın milletvekilleri, Sayın Çiller'e inanan, seçim öncesi onların beyanlarıyla Doğru Yol Partisine oy veren birçok
vatandaşımız, hemen hemen Doğru Yol Partisine oy verenlerin tamamı, o gün yaptıkları yanlışın altında eziliyorlar.
Bakın, açık söylüyorum; ben, sizlerin -Doğru Yol Partililerden bahsediyorum- Sayın Mesut Yılmaz'ın kapısına gönderdiğiniz
"Refah Partisi ile koalisyon yapma" diye bağırtıp, çağırtıp, çığlıklar attırdığınız hanımefendilerle konuştum, öyle geliyorum
buraya. Onlar ne diyorlar biliyor musunuz "tekrar toplanarak gidip Sayın Mesut Yılmaz'dan özür dileyeceğiz" diyorlar. Ne için mi
"Refah Partisi ile hükümet görüşmelerini Meclis soruşturmalarından, şaibelerden, TOFAŞ'tan, TEDAŞ'tan, mal varlılğından
aklanmak için değil, o görüşmeleri, Refah Partisine oy veren ve hepsi bizim kardeşimiz olan, bizim insanımız olan milyonlara
duyduğu saygı dolayısıyla yaptığı için, Refah Partisini bizimle aynı zeminde yarışan ve milletten oy isteyen bir parti olarak kabul
ettiği için, sistemin partisi olarak kabul ettiği için, bundan dolayı görüştüğü için Sayın Mesut Yılmaz'dan özür dileyeceğiz" diyorlar.
Aziz milletvekilleri, Refah Partisine oy veren insanlar da bir şeyler söylüyor. Onlar ne mi söylüyor; onları da size burada ifade
edeceğim: "Keşke on sene daha muhalefette kalsaydık" diyorlar; "keşke, o gün savunduğumuz ve Refah Partisinin vazgeçilmezleri
olarak kabul ettiğimiz mukaddes değerleri savunmaya devam edebilseydik ve keşke, o namuslu, dürüst olarak yaptığımız politikayı
bugün de devam ettirebilseydik; keşke, kendi getirdiğimiz, en yetkili ağızlar tarafından ifade edilen, ortaya atılan iddiaların altında
kalmasaydık ve koltuk için, bir yarım iktidar için, milletin içine çıkamaz hale gelmeseydik" diyorlar.
CAFER GÜNEŞ (Kırşehir) – Sizin hakkınızda da var...
NEJAT ARSEVEN (Devamla) – Değerli milletvekilleri, benim bu tespitlerim, Anavatanın değil, bizim partimizin değil, bugün
Hükümet olan; ama, nasıl ve ne şekilde, ne yolla ve hangi gizli anlaşmalarla Hükümet oldukları artık gün ışığına çıkmış olan ve
sizin ifadenizle, 65 milyon insanın da bildiği; ama, asıl önemlisi -bakın, burası çok önemli- sizlerin; yani, Refah Partisi ve Doğru
Yol Partisi tabanının ve oy verenlerinin çok iyi bildiği bir tespittir.
Değerli milletvekilleri, bu Hükümetin, güvenoyu alsa, hatta, millete hizmet etse de, işte, bu ayıplı hali ve kuruluş biçimi
dolayısıyla, millet önünde kabul görmesi ve inandırıcı olması mümkün değildir; çünkü, herkes, yapılacak her icraatın ve tasarrufun
altında, aynı kuruluşunda olduğu gibi, bir gizli pazarlık, bir ayrı hesap arayacaktır.
Sayın milletvekilleri, bakın, burada, Doğru Yol Partisinin, tabiî, her zaman olduğu gibi, kendi Hükümet Programları üzerinde
yapılmakta olan görüşmeleri dahi izleme cesaretini gösteremeyen Doğru Yol Partisinin, seçim öncesi gazetelere vermiş olduğu ilanı
gösteriyorum size: "Doğru Yol Partisiyle, ANAP arasındaki fark" diyor "ve laiklik" altında da ifade ediyor: "Mesut Yılmaz,
Erbakan'ı durduramaz; Erbakan'ı durdurmak için, geriye gidişi önlemek için, ileriye gitmek için DYP'de birleşin; DYP birinci parti
olacak, Erbakansız, ülkenin önünü -yani, Sayın Başbakanın önünü- açacak en iyi hükümet kurulacaktır." Evet, hakikaten, Tansu
Çiller, Erbakan'ın önünü açtı. Erbakan'ı durduracak cesaret ve inançda -Sayın Başbakanı durduracağından bahsediyor- sadece
Sayın Çiller'de varmış.
Bakın, şimdi, size bir şey daha göstereceğim, karikatür gibi bir ilan; tabiî, altında "Haydi Türkiyem ileri" deniyor. Sayın Mesut
Yılmaz'ın sırtında Sayın Erbakan, daldaki armudu almaya çalışan Sayın Erbakan, Tansu Hanım da elini açmış "Mesut, hep bunu
yapıyor" diyor; ama, ne hikmetse, bugün, armudu Sayın Erbakan yiyor. (RP sıralarından gürültüler)
Değerli milletvekilleri, bakın, bu da, sizin. Dikkat edin, bakın, burada "ahlakî çözülme duracak" diyorsunuz seçimden önce.
Evet, ahlakî çözülmeyi hakikaten durdurdunuz ve diyorsunuz ki "Refah, ahlakî yapısı güçlü bir Türkiye için iktidara geliyor." Siz, bu
ahlakî yapı için mi iktidara geliyorsunuz, bunları düzeltmek için mi; bu yolsuzlukların, bu TOFAŞ'ın, bu TEDAŞ'ın üstünü örtmek
için mi iktidara geliyorsunuz? Bu ilanı onun için mi verdiniz, ahlakî çözülmeyi böyle mi durduracaksınız?!. (RP sıralarından
gürültüler)
Bakın, Sayın Erbakan yine ne diyor: "Bu kadın gâvur aşığı." Zannediyorum, daha önce de burada ifade edildi, "Erbakan,
Çiller'in, Müslüman oylarıyla din düşmanlığı yaptığını öne sürdü 'gâvur aşığı, eteklerine zil takmış oynuyor' dedi. Çiller'e bakın,
Erzurum'a başörtüsüyle geliyor, türban meselesini sorduğumuzda da yüzünü aktris gibi buruşturuyor." Haydi bunu değerlendirin!..
Yüreğiniz yetiyorsa, Erzurum'a tekrar gidin. Bu beyanlarda bulunduğunuz Erzurum'a bir daha gittiğiniz zaman acaba ne diyeceksiniz,
çok merak ediyorum.
Değerli milletvekilleri, Sayın Çiller'in ve Sayın Erbakan'ın seçim öncesi, şimdi sizlere burada ifade etmiş olduğum, bu açık ve
kamuoyu önünde kendilerini bağlayan beyanları ve taahhütleri olmasaydı belki çok iyi olurdu.
Değerli milletvekilleri, şimdi, daha önemli ve işin facia tarafına -bana göre- yani, her iki liderin, seçim sonrası -bakın, burası
çok önemli- çıkan tablo, Refah-Doğru Yol koalisyonu yapılmasını da muhtemel kılıyorken, birbirleriyle ilgili söylediklerine
gelelim: "Sayın Çiller 'bu ortaklığa izin vermezler. ANAP ile RP arasında hükümet kurma çalışmalarına izin verilmez. ANAP'a bir
daha açıkça sesleniyorum, kendi parti ve ülkeni karanlığa gömme' dedi, devamla 'bu ortaklık, ülkeyi karanlığa mahkûm etmektedir,
Sayın Yılmaz, sakın ola buna izin verme, Türk genci buna müsaade etmez, Türk kadını etmez, ülkenin aydınları müsaade etmez;
karşına geçerler. Kim mi geçer; halkın yüzde 70'i geçer" falan.
CAFER GÜNEŞ (Kırşehir) – Bu lafları siz de çok söylediniz.
NEJAT ARSEVEN (Devamla) – Şimdi, bakın, size soruyorum: Burada, karanlık kim, mahkûm eden kim, bu işin altında kalan
kim?!. (RP sıralarından "siz, siz" sesleri) Müsaade etmeyecek olan gençler, Tansu Hanımın çok değer verdiği Türk hanımları,
aydınlar nerede "yüzde 70'den fazlası karşınıza geçer" dediğiniz "halk, yakanıza yapışır" dediğiniz kimseler nerede?!. Tarih, bu
aziz millet, bugün, kimin yakasına yapışacak, çok iyi biliyor sayın milletvekilleri.
Yine, Sayın Çiller'in bir beyanı var, bakın "gümrük birliğine 'uşaklık antlaşması' denildiğini söylüyor. Bunu, siyasî tarihimizin
en büyük oportünizmi olarak görüyorum. Bugün böyleyse, yarın nasıl olacak; herkesi uyarmak istiyorum.
Liderlerin seçim öncesi taahhütleri olmuştur 'RP'yi iktidar yapmayacağız' denilmiştir..." Sizler söylemişsiniz. "...Herkesin, bunun
gereğini yapacağına inanıyorum" diyor, yani sizlere söylüyor, Doğru Yol Partisine ifade ediyor. Siz, bunun gereğini hakikaten
yapıyorsunuz!..
Değerli arkadaşlarım, Refah Partisiyle Doğru Yol Partisi, seçimlerden hemen sonra, Sayın Erbakan'ın, hükümet kurmakla
görevlendirildiği sırada, eğer, bu Koalisyonu, bu tablo ve Programla kurmuş olsalardı, o zaman, bu Hükümetin, 65 milyon memleket
evladı önünde göreceği kabul ve destek bugünkünden çok daha yüksek olabilirdi.
Sayın milletvekilleri, bugün, üzerinde görüşmeler yaptığımız Refah-Doğru Yol Hükümeti Programı, aslında -bakın, Program
için konuşuyorum, burası çok önemli- Doğru Yol Partisinin milletvekili ve Grubu, Parti tabanıyla, tüm ülkede, bu Hükümete
oluşacak tepkileri asgariye indirmek için hazırlanmış bir Hükümet Programıdır. Bu Programın uygulanması sırasında, Refah
Partisinin, bu Programda yer almayan hakiki düşünce ve niyetlerini hayata geçirmek ve uygulamaya koymak gayreti içerisinde
olacağına da inanıyorum; ama, maalesef, işin acı tarafı, bu Program dışı yapılacak ve ülkede büyük sıkıntı yaratacağına
inandığım uygulamaları, Doğru Yol Partisi milletvekilleri, bakanları, ancak üzüntüyle ve çaresizlikle seyredeceklerdir. Çünkü,
Gruptan veya Bakanlar Kurulundan vaki olabilecek en ufak bir itiraz karşısında Sayın Çiller ile ilgili olarak açılmış bulunan
soruşturma önergeleri ile ilgili Refah Partisinin komisyon üyelerinin ve Grubunun tavırlarındaki olumsuz değişiklik tehdidiyle, yani,
Yüce Divan tehdidiyle karşılaşacaklardır.
Değerli milletvekilleri, bu, bugün görüşülmekte olan Programın zahirî ve açık görüntüsüdür. Bunu, Sayın Başbakan da burada
ifade etti. Bu Programın görülmeyen tarafı. Refah ağırlıklı yönü ise, aysberg gibi, suyun altındadır ve bugün görünmemektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, bugün, burada, birbirleri aleyhinde saatlere sığdıramayacağım ifade ve beyanlar, açılan
soruşturma önergeleri, yolsuzluk iddiaları, ülkeyi karanlığa gömme avazelerinden sonra, sadece, Başbakanlık uçağını beraber
kullanmak uğruna kurulduğunu zannettiğim bu Hükümeti kurmak, 65 milyon memleket evladını kandırmak, yanıltmak ve inkâr
etmek demektir.
Hepinize saygılar sunuyorum. Bizi, ekranları başında, gecenin bu saatine kadar dinleyen aziz vatandaşlarımızı da, bir kere
daha, en içten duygularımla selamlıyor, saygılarımı sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Arseven, teşekkür ediyorum efendim.
III. – SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
3. – Yozgat Milletvekili LutfullahKayalar'ın, Başbakan Necmettin Erbakan'ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması
BAŞKAN – Sayın Taşar ve Sayın Kayalar, talepleriniz üzere tutanakları getirttim. Sayın Başbakan, listeleri de göstermek...
Yani, daha önce zatı âlilerinizin başında bulunduğu Bakanlığın başında bulunan birer Bakan olarak, sorumluluk hissi içerisinde ve
gecenin bu saatinde, değerli milletvekillerini sıkıntıya sokmadan kısa birer açıklama yapacağınızı umuyorum.
Sayın Kayalar, kısa bir açıklama yapacağınızı buyurdunuz, onun için, önce, çok kısa ve bir sataşmaya meydan vermemeniz
ricasıyla zatı âlinize söz veriyorum.
LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekileri; 54 üncü Hükümetin Programı üzerindeki
müzarekeler sırasında Sayın Başbakanın, 53 üncü Hükümetin, belediyelere, bütçe imkânları içerisinde yapılan yardımlarla ilgili
olarak verdiği rakamlar var.Yanlış anlaşılmalara meydan verilmemesi için bu konuda açıklama yapmak üzere huzurlarınızdayım;
saygılar sunuyorum Yüce Meclisimize, Sayın Başkana da teşekkür ediyorum.
Sayın Başbakan, biraz önce yaptığı açıklamalarda, belediyelere, 7 trilyon lira yardım yapıldığını ve bunun 5 trilyon lirasının,
Anavatan belediyelerine yapıldığını ifade ettiler. 7 trilyon liralık rakamlar, kendilerinin de ifade ettikleri gibi, genel rakamlardır -
bunların küsuratları vardır- ben de, genel olarak ifade etmek istiyorum.
7 trilyon liralık rakam, şu ana kadar yapılan yardımlarla ilgili olan rakam doğrudur; ancak, bunda açıklanmasını arzu ettiğim
husus şudur: Bilindiği gibi, 53 üncü Hükümetimiz, 6 Martta kurulmuş, 12 Martta da güvenoyu almıştır. O zamana kadar, bizden
önce, 52 nci Hükümet, bir sonraki hükümet kuruluncaya kadar göreve devam etmiştir. Bu süre içerisinde, belediyelere, yaklaşık 2
trilyon liraya yakın yardım yapılmıştır. Gerek bu süre içerisinde yapılan yardımlar, gerekse daha önceki hükümetler döneminde;
yani, beş yıllık dönem içerisinde yapılan yardımlarda, maalesef, 800'ün üzerindeki, Anavatan Partisi belediyelerine ve tahmin
ediyorum, Refah Partisi belediyelerine de, hemen hemen hiç denecek düzeyde yardım yapılmıştır; daha doğru ifadeyle, hemen
hemen hiç yardım yapılmamıştır.
53 üncü Hükümetimiz kurulduktan sonra, Sayın Başbakan, o günkü Hükümet ortağı olan DYP'nin Sayın Genel Başkanıyla bu
konuyu görüştüler ve hiç değilse, 12 Marta kadar geçen dönem içerisinde yapılan yardımlara eşitlik sağlamak bakımından, 2 trilyon
liraya yaklaşan bir paranın belediyelere dağıtılması hususunda anlaştılar.
A. MESUT YILMAZ (Rize) – ANAP'lı belediyelere.
LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Dolayısıyla, ANAP'lı belediyelere dağıtılması hususunda anlaştılar.
Dolayısıyla, bu, o günkü bir anlaşmadır. Ben, görevde bulunduğumuz süre içerisindeki her türlü sorumluluğumuzu ve vebal
duygusu içerisinde hareket etme şeklinde yürüttüğümüz görevimizi ve icraatımızı tüm açıklığıyla ifade etmek istiyorum. 2 trilyon
lirası bu şekildedir; yani, 7 trilyon liranın 4 trilyon lirasının dağıtımı bu şekilde olmuştur.
Geriye kalan 3 trilyon lira içerisinde, imkânlar ölçüsünde, Meclisimizde grubu bulunan beş siyasî partimizin hemen hemen
tamamından gelen talepler -belki cüzi bir kısmı karşılanamamış olabilir- Maliye Bakanlığınca değerlendirilmiştir. Artı, Mecliste
grubu bulunmayan ve Mecliste temsil edilmeyen siyasî partilerimize mensup olan belediyelere de, ayrıca, yine buradan, imkânlar
ölçüsünde yardım yapılmıştır.Yani, Sayın Başbakanın ifade ettiği gibi, 5 trilyon lira, sadece Anavatan belediyelerine verilmiş
değildir; bu 5 trilyon lira, Mecliste grubu bulunan siyasî partiler içerisinde değişik oranlardadır.
Burada, Anavatan Partisine mensup olan belediyelere daha fazla yardım yapıldığı noktasının, o günkü koalisyon hükümeti
içerisinde yapılan anlaşma gereği olarak doğru olduğunu da ifade ediyorum; ben ifade ediyorum.(RP sıralarından " Ne adalet değil
mi? " sesleri, gürültüler)
Ayrıca, dörtbuçuk yıllık adaletsizliğin ve dörtbuçuk yıllık yanlış uygulamanın, esasında, sonraki hükümetleri de sıkıntıya
soktuğunu ifade etmek istiyorum. Nasıl; burada, şu anda hayatta olmayan, daha önceki...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kayalar, lütfen, toparlayın efendim.
LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Anavatan Partisi hükümetleri döneminde, tüm belediyelerin nüfus yoğunluklarına göre,
tespit edilmiş olan kriterlere göre, sekiz sene dağıtım uygulanmış bulunmaktadır.
Eğer, burada bir fazlalık olduğu ifade ediliyorsa -ki, fazlalığın olduğunu ben de kabul ediyorum- bu fazlalık, beş yıllık açığın
kapatılmasıyla ilgili, görüşülürek, konuşularak yapılmış olan bir uygulamadır.(RP sıralarından gürültüler)
Buna, şunu ilave ediyorum: Şu anda uygulamakta olduğumuz bütçe içerisinde öngörülmüş olan fonlardan, yasal olarak
tahakkukları yapılmış olan ve bekleyen ödemeler vardır. Sayın Başbakan, bunları durdurduklarını ifade ettiler. Böyle bir
durdurma yetkileri yoktur.
TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas ) – Bunlar cevap değil Sayın Başkan.
LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Bu, sadece belediyelerle ilgili değil. Ayrıca, 55 vilayetimize, gene Maliye Bakanlığı
bütçesi içerisindeki Kentleşme Fonundan, valilerimiz ve il genel meclislerimizin emrine gönderilmiş olan birtakım paraların da geri
alınacağı veya ödenmeyeceği ifade edilmektedir. Dilerim ki, bu doğru değildir. Bunların da durdurulması yasal değildir. (RP
sıralarından gürültüler, "süresi geçti" sesleri)
BAŞKAN – Müsaade buyurun...
LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Burada, usulüne uygun, kanuna uygun, takdir yetkisi içerisinde kullanılmış olan
yetkiler vardır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kayalar...
LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Bağlıyorum efendim.
BAŞKAN – Sayın Kayalar, bir hususu açıklamak üzere size söz verdim; rica ediyorum...
LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Bu hususun hiç dışına çıkmadım Sayın Başkan.
Burada atılan veya attığımız her imzanın sahibiyiz. Durdurma şeklinde bir usul bulunmamaktadır. Bu şekilde bir uygulamaya
gidildiği takdirde, bunun, Yüce Meclis içerisinde, her türlü tartışmasının yapılacağını ve sadece Meclis içinde değil, Meclisin
dışında da yapılacağını ifade etmek istemekteyim. (RP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Kayalar... Sayın Kayalar...
LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Sözlerimi bağlıyorum efendim...
Müsaade edin, sözlerimi bağlıyorum. (RP sıralarından gürültüler, "Yeter... Yeter..." sesleri)
BAŞKAN – Ee, bağlayın efendim...Bağlayın efendim...
LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Ama, müsaade edin Sayın Başkan.
BAŞKAN – Bağlayın efendim. Sözünüzü kesmeye zorlamayın Sayın Kayalar...
LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Sükunet sağlansın, sözlerimi bağlıyorum. (RP sıralarından gürültüler "Sayın Başkan,
süresini aştı" sesleri)
Sayın Başbakan, biraz önce, asgarî ücretin vergiden muaf olacağını ifade ettiler.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Efendim, başka süre uzatma imkânım yok Sayın Kayalar; buyurun.
LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Şu Hükümet Programı içerisinde asgarî ücretin vergiden muaf olacağına dair tek bir
kelime yoktur. (RP sıralarından gürültüler, sıra kapaklarına vurmalar)
BAŞKAN – Sayın Kayalar, bırakın Hükümet Programını...
LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – ...Şunun içerisinde yoktur. (RP sıralarından gürültüler sıra kapaklarına vurmalar)
BAŞKAN – Sayın Kayalar... Sayın Kayalar...
LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Saygılar sunuyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Kayalar, çok üzgün olduğumu ifade edeyim.
CEMALETTİN LAFÇI (Amasya) – Adaletten bahsediyorsunuz; işte sizin adaletiniz bu...
BAŞKAN – Müsaade buyurun efendim...
Sayın milletvekilleri, gecenin bu saatinde rica ediyorum... Kendi şartlarınıza göre değerlendirmeyin kürsüyü. Lütfen...
4. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Rüştü Taşar'ın, Başbakan Necmettin Erbakan'ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması
BAŞKAN – Sayın Taşar, size de çok kısa bir açıklama imkânı veriyorum. Lütfen, çok kısa ve yeni bir sataşmaya meydan
vermeden konuşunuz. Gecenin bu saatinde stres yükselmesine sebebiyet verirseniz sözünüzü keserim, kusura bakmayın. Lütfen ne
açıklayacaksanız, buyurun; ama, bir açıklamadır...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Sayın Başkan, öncelikle, Yüce Meclisi ve zatı âlinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başbakan, Sayın Mesut Yılmaz'ın "beytülmala uzanan eli keserim" dediğini; ama, Çevre Bakanının, giderayak, ANAP'lı
belediyelere 2 trilyon lira gönderdiğini ve Refahlı belediyelere de, şu kadar miktar gönderdiğini, bu kürsüden ifade ettiler.
Öncelikle, şunun bilinmesi için ifade ediyorum ki, Çevre Bakanlığı Çevre Kirliliğini Önleme Fonundan, vidanjör, çöp kamyonu
ve itfaiye araçlarının alınabilmesini teminen gönderilen bu paraların, gönderilebilmesinin usulleri vardır. Bu usule göre, öncelikle,
ilgili belediye, belediye meclisi kararı alacaktır. Belediye meclisi... (RP sıralarından "gitti mi gitmedi mi" sesleri)
Bir dakika efendim.. Müsaade buyurun efendim... (RP sıralarından gürültüler)
Sayın Başkanım...
BAŞKAN – Sayın Taşar, müsaade buyurun efendim...
Siz, o kadar para gönderdiniz mi, göndermediniz mi, onu açıklayın lütfen.
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Ben, o kadar parayı gönderdim; ama, ne suretle gönderdiğimi açıklayacağım...
BAŞKAN – Ne suretlesini bırakın siz...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Hayır efendim...
BAŞKAN – Gönderip göndermediğinizi ifade edin yeter...
MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – Mahkeme mi burası... Soruşturma mı yapıyorsun...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – O kadar parayı gönderdim. Nasıl gönderildiğini ve hangi süreç içerisinde gittiğini
anlatmamız lazım... (RP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Efendim, müsaade buyurun...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Bu kürsüde beni konuşturmazsanız, il il gezer, her yerde konuşurum... Hiçbir şekilde
beni susturamazsınız...( RP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Taşar... Sayın Taşar...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Sayın Başkan, lütfen, sözümün kesilmesine mani olunuz...
BAŞKAN – Sayın Taşar, lütfen...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Müsaade buyurunuz, açıklamamı yapayım.
BAŞKAN – Gönderip göndermediğinizi ifade edin efendim... Lütfen efendim... Süreyi kullanın...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Sayın Başkanım...
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkanım...
BAŞKAN – Sayın Başesgioğlu, buyurun...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Sayın Başkanım, nasıl gönderildiğini izah etmemiz lazım.. Müsaade buyurur
musunuz... (RP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Efendim, siz, sürenizi orada kullanın lütfen... Efendim, orada kullanın lütfen... Orada kullanın...(RP sıralarından
gürültüler)
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Müsaade edin de konuşalım... Bağırmakla çağırmakla meseleleri halledemezsiniz;
hele beni hiç susturamazsınız; onun için, lütfen dinleyin... (RP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Taşar, siz, görüşünüzü ifade edin efendim... (Gürültüler)
Buyurun...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Lütfen dinleyiniz... (RP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Efendim, müsaade buyurunuz...
Bu müracaatlar, belirli silsile içerisinde, Bakanlığımıza ulaştıktan sonra, ödeneklerinin serbest bırakılması çerçevesinde,
müracaat sırasına göre peyderpey gönderilir. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal'ın müracaatları,
Demokratik Sol Partinin müracaatları, Milliyetçi Hareket Partisinin müracaatları, Doğru Yol Partisinin müracaatları, bizzat bana
gelen müracaatların tamamı karşılanmıştır. Refah Partisinden de müracaat eden bütün belediyelere para gönderilmiştir (RP
sıralarından gürültüler) Aksini ispat edene, burada söz hakkı vardır; o söz hakkını veriyorum. Ancak, şunu ifade etmek istiyorum;
ben, bu paraları, ne Amerika'ya ne Rusya'ya ne Çin'e ne de Sayın Başbakanın evinin önü temizlensin diye, sabunlu sularla yıkansın
diye büyükşehir belediyesine...
BAŞKAN – Sayın Taşar...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – ...arazöz almak için göndermedim. (ANAP sıralarından alkışlar; RP sıralarından
gürültüler, sıra kapaklarına vurmalar)
BAŞKAN – Sayın Taşar... Sayın Taşar...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Milletin arzusu istikametinde... (RP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Taşar... Sayın Taşar...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – ...milletin hizmetine gönderdim. Beytülmalı, beytülmala gönderdim...
BAŞKAN – Sayın Taşar... Sayın Taşar...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – ...Hiçbir şekilde bu suçlamayı kabul etmiyorum.
BAŞKAN – Sayın Taşar... Sayın Taşar...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – ...İşte, hizmet yapacağım diyen kadroların, daha gelir gelmez, nasıl yıkıcı bir işlem
yaptığını, burada, huzurlarınızda ifade ediyorum... (RP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Taşar...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – ...Gönderilen bu paraların geri çekilmesinin suç olduğunu ifade ediyorum. Sayın
Lutfullah Kayalar'ın ifade ettiği gibi, gerek Meclis içerisinde gerekse hukukî zeminlerde bu işin hesabını da mutlaka soracağız... (RP
sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Taşar...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – ...ve özellikle de şunu ifade etmek istiyorum: Bu Hükümet Programında da, Sayın
Başbakan herhalde unuttular...
BAŞKAN – Sayın Taşar, sözünüzü...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – ...asgari ücretin vergi dışı bırakılması yer almamıştır...
BAŞKAN – Sayın Taşar...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar, RP sıralarından gürültüler)
MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Sayın Başkan...
5. – Maliye Bakanı Abdüllatif Şener'in, kendilerine sataşılması nedeniyle söz alan,Yozgat Milletvekili Lutfullah Kayalar ve
Gaziantep Milletvekili Mustafa Rüştü Taşar'ın konuşmalarıyla ilgili açıklaması
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan... (Gürültüler)
BAŞKAN – Efendim, müsaade buyurun...
Buyurun Sayın Bakanım.
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, sayın eski bakanlar tarafından yapılan açıklamalarda
bazı yanlışlıklar vardır. Elimde, devletin en son dokümanları vardır; bunları izah etmek istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun. (RP sıralarından alkışlar)
Lütfen, Sayın Bakan, kısa... Elinizdeki listeyi okuyun ve lütfen, kürsüden inin efendim. Rica ediyorum...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Bizde de liste var...
BAŞKAN – Efendim, müsaade buyurun...
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan...
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan, bu sözü neye istinaden verdiniz?
BAŞKAN – Efendim, müsaade buyurun...
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan, izah eder misiniz; neye istinaden söz verdiniz?
BAŞKAN – Efendim, Sayın Taşar ile Sayın Kayalar'ın ifadeleri karşısında, devletin kayıtlarındaki listeyi ifade edip inecek...
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Onlar ifade edildi Sayın Başkan; taraflı davranıyorsunuz.
BAŞKAN – O açıklama imkânını verdim; buyurun.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Onlar izah edildi.
BAŞKAN – Sayın Şener, kısaca efendim...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Refah Partili belediyeler müracaat etselerdi onlara da gönderilirdi.
BAŞKAN – Sayın Şener, siz buyurun efendim.
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Her isteyen bakana burada söz veremezsiniz, taraflı davranmayın Sayın Başkan.
BAŞKAN – Buyurun... Kısa kesin lütfen...
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Sayın Başkan, Sayın milletvekilleri...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Müracaat etmeyen belediyeye nasıl para göndereceğim ben?.
BAŞKAN – Sayın Taşar, oturur musunuz efendim... İfade ettiniz onu...
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – ... bu müzakereler...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Yerinde yatacaksın, oturacaksın, ondan sonra parayı alamadım diyeceksin...
BAŞKAN – Efendim siz onu ifade ettiniz... İfade ettiniz efendim...
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – ...saat 24.00'ü geçtiği takdirde... (ANAP sıralarından gürültüler)
Sayın Başkanım...
BAŞKAN – Siz buyurun Sayın Şener... Lütfen, kısa keser misiniz...
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Sayın Başkan, bir noktayı hatırlatmak istiyorum. Anavatan Partili
sayın milletvekilleri ve eski bakanları, belli bir taktik içerisindedirler... Bugünkü müzakereler...
BAŞKAN – Kardeşim, niye o zaman?.. Lütfen toparla... (ANAP sıralarından "Bravo Başkan" sesleri)
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Ne alakası var?...
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – ...saat 24.00'ü geçtiği takdirde güven oylaması salıya kalacağı için,
yersiz yere hırçınlık yapmaktadırlar; ancak, şunu ifade ediyorum.
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Sen konuşma, in aşağıya...
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Şunu ifade ediyorum: Sayın bakanlar, aslında itiraf etmişlerdir bir
haksızlık yaptıklarını; hatta, son gün, Sayın Cumhurbaşkanı, yeni Hükümeti, Kabineyi onayladıktan sonra, gece geç saatlere kadar,
haksız yere bu kalemden para aktardıklarını ifade etmişlerdir. (ANAP sıralarından gürültüler, sıra kapaklarına vurmalar)
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Oturun yerinize lütfen... Efendim lütfen oturun yerinize...
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Ama, bu kadar da taraflı davranılmaz... Sadece listeyi okuyacaklar...
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – ...Bu bir itiraftır. (ANAP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Efendim, oturur musunuz...
Sayın Şener...
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – ...İtiraflarından dolayı kendilerine teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Ben teşekkür ediyorum.
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkan, müsamaha ediyorsunuz; yorum yapıyor; listeyi okuyacak o kadar. Bu
kadar taraflı olunmaz.
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – İtiraf ettiniz, teşekkür ediyorum. (ANAP sıralarından gürültüler)
BAŞKAN – Ben teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Hiçbir itiraf yok. Sırası geldikçe gönderilmiştir.
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Evet, Maliye...
BAŞKAN – Sayın Bakan...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Gönderilen paralar da DYP'nin, CHP'nin, DSP'nin, bütün partilerin paralarıdır.
BAŞKAN – Sayın Taşar, siz, ifade ettiniz...
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Usulümüzde böyle bir şey yok Sayın Başkanım... Lütfen...
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Ancak, şunu ifade edeyim...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Yapılan hizmet, sırasıyla yapılmıştır.
BAŞKAN – Sayın Taşar...
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Yorum yapmaya hakkı yok.
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – ... Suçluluk duygusu içerisinde, bağırarak ...
BAŞKAN – Sayın Şener...
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – ...suçluluk bastırılamaz...
BAŞKAN – Sayın Bakan... Sayın Bakan...
ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Yorum yapıyor... Cevap verecek, yorum yapmayacak.
BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür edip iner misiniz efendim... Lütfen...
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Bitiriyorum...
BAŞKAN – Efendim, ifade ettiniz...
MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Sataşmadan dolayı bize de söz verin o zaman Sayın Başkan.
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Evet, süreyi geçirmemek için, sayın bakanlar da, zaten, haksız
dağıtımı itiraf etmiş oldukları için...
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Haksız dağıtım falan yok kardeşim...
MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – ... teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar)
MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Ne haksız dağıtımı... Haksız dağıtım falan yok...
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın başkanlığında kurulmuş bulunan 54 üncü Hükümetin
Programı üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır.
Güvenoylamasının, Anayasanın 110 ve İçtüzüğün 124 üncü maddeleri gereğince, görüşmelerin bitiminden bir tam gün
geçtikten sonra yapılması gerekmektedir. Buna göre, güvenoylaması, 8 Temmuz 1996 Pazartesi günü yapılacaktır.
Sayın milletvekilleri, Başbakan Sayın Prof. Dr. Necmettin Erbakan tarafından kurulan Bakanlar Kurulu hakkında
güvenoylaması yapmak için, 8 Temmuz 1996 Pazartesi günü saat 15.00'te toplanmak üzere -saat 23.28 şu anda- birleşimi
kapatıyorum.

Kapanma Saati: 23.28


IV. —SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. —Yozgat Milletvekili Kâzım Arslan’ın, ÖSYM sınavının Yozgat’da da yapılmasının düşünülüp düşünülmediğine ilişkin
sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam’ın yazılı cevabı (7/836)
Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Millî Eğitim Bakanı Sayın Turhan Tayan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını talep
etmekteyim.
Gereğini saygılarımla arz ederim. 15.5.1996
Dr. Kâzım Arslan
Yozgat
1. ÖSYM tarafından yapılan Üniversite 2 nci basamak sınavı diğer illere ilaveten Yozgat İlinde de yapılamaz mı?
2. Sınav sebebiyle başka illere gitmeleri zaten yetersiz olan hizmeti aksattığı için sağlık personelinin açıköğretim sınavları
Yozgat’ta yapılamaz mı?
T. C.
Millî Eğitim Bakanlığı
Araştırma Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı 4.7.1996
Sayı :B.08.0.APK.0.03.01.00-022/1748
Konu :Soru Önergesi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi :T.B.M.M. Başkanlığının 30.5.1996 tarih ve GNS.0.10.00.02-2049 sayılı yazısı.
Yozgat Milletvekili Sayın Kâzım Arslan’ın “ÖSYM sınavının Yozgat’ta yapılmasının düşünülüp düşünülmediğine ilişkin”
yazılı soru önergesi incelenmiştir.
1. Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sınavının yapılacağı merkezler; o merkezde sınava girecek aday sayısı, merkezin diğer
merkezlere uzaklığı ve ulaşım imkânları, merkezde bulunan yükseköğretim kurumlarının imkânları ve o merkezde sınav
yapılması durumunda karşılaşılacak ek maliyetler düşünülerek Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığınca
Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına önerilmektedir.Aday sayısının az olduğu küçük sınav merkezleri, yöredeki adaylar ve sınavda
görev alacak öğretmenlerin birbirlerini tanıma imkânlarının artması nedeniyle uygun görülmemektedir. Bilhassa ikinci basamak
sınavlarının aday sayısının fazla olacağı büyük merkezlere alınması sınav güvenliğinin bir gereğidir. Nitekim önümüzdeki
yıllarda ikinci basamak sınavına girecek aday sayısı azaltılarak daha az sınav merkezinde sınav yapılması düşünülmektedir.
2. Açıköğretim Fakültesi sınavları yurt çapında 63 il merkezinde yapılmakta ve mevcut bürolar yeterli hizmeti vermektedir. Öte
yandan, her il merkezinde sınav yapılabilmesi için belirli sayıda öğrenci ve öğretim elemanının bulunması gerekmektedir.
Arz ederim.
Prof. Dr. Mehmet Sağlam
Millî Eğitim Bakanı
2. —İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, TDİ’ne bağlı bir yolcu gemisine aşırı yolcu alınmak suretiyle tehlikeli bir
yolculuk yaptırıldığı iddiasına ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Ömer Barutçu’nun yazılı cevabı (7/872)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Ulaştırma Bakanı Sayın Ömer Barutçu tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını rica ederim.
Bülent Akarcalı
İstanbul
Kurban Bayramında Arife günü ilgililer izdiham olacağına dair önceden uyarılmasına rağmen, 900 kişilik Avşa gemisine
Sarayburnu’ndan 2 000 kişi bindirilmiş; Boğaz’da demirlemiş bulunan Mavi Marmara gemisi ise boş bekletilmiştir. TDİ Genel
Müdürü ve Deniz Yolları Müdürü ise, bu arada Akdeniz gemisiyle Akdeniz turuna çıkmıştır.
1. Önceden uyarıya rağmen neden vatandaşların 6 saatlik yolu çok tehlikeli ve izdiham içinde gitmelerine yol açılmıştır?
2. 900 kişilik gemiye 2 000 kişiyi bindirerek bunca insanın hayatını tehlikeye atan Türk Denizcilik İşletmelerinin yöneticileri
hakkında ne gibi işlem yapmayı düşünürsünüz?
T. C.
Ulaştırma Bakanlığı
Araştırma Planlama ve Koordinasyon
Kurulu Başkanlığı 4.7.1996
APK :B.11.0.APK.010.00.00.A-71/905-17230
Konu :İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın Yazılı Soru Önergesi Hakkında.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi :TBMM Başkanlığının 28 Haziran 1996 tarih A.01.0.GNS.0.10.00.02.7/872-1917/5185 sayılı yazısı.
İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Akarcalı’nın 7/872-1917 sayılı yazılı soru önergesi, 10.8.1993 tarih ve 93/4693 sayılı
Bakanlar Kurulu Kararı ile özelleştirilmek üzere Başbakanlığa bağlanmış bulunan TDİ Genel Müdürlüğünü ilgilendirmektedir.
Bakanlığımız görev alanına girmeyen ve önergede yer alan hususlarla ilgili olarak Bakanlığımızca herhangi bir işlem
yapılması mümkün bulunmamakta olan sözkonusu yazılı soru önergesi 13 Haziran 1996 tarih ve B.11.0.APK.010.00.A-7/794 sayılı
yazımız ile Türkiye Denizcilik İşletmeleri Genel Müdürlüğüne intikal ettirilmiştir.
Bilgilerinize arz ederim.
Ömer Barutçu
Ulaştırma Bakanı
3. — Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, elektrik enerjisi sıkıntısını aşmak için alınması gereken tedbirlere ilişkin sorusu ve
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Recai Kutan’ın yazılı cevabı (7/888)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Hüsnü Doğan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını
saygılarımla arz ederim. 22.5.1996
Zeki Ünal
Karaman
1. Önümüzdeki günlerde elektrik enerjisi sıkıntısı olacağı ifade edilmektedir.
Bu doğru mudur? Doğruysa sebepleri nelerdir?
2. Yıllar itibariyle son 10 yıldaki elektrik enerjisine yapılan yatırım miktarları nedir?
3. elektrik enerjisi üretiminde nükleer enerjiden faydalanmak cihetine gidilecek midir?
4. Biten Termik Santraller işletmeye açılacak mıdır?
5. Elektrik enerjisi darboğazını önümüzdeki 20 yılda aşmak için yılda yapılması gereken yatırım miktarı nedir?
T. C.
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı
Araştırma, Planlama ve Koordinasyon
Kurulu Başkanlığı 5.7.1996
Sayı :B.15.0.APK.0.23-300-855-11250
Konu :Yazılı Soru Önergesi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi :T.B.M.M. Başkanlığının 10 Haziran 1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-2221 sayılı yazısı.
Karaman Milletvekili Sayın Zeki Ünal’ın Bakanlığıma tevcih ettiği ve Millet Meclisi İç Tüzüğünün 99 uncu maddesi
gereğince cevaplandırılması istenen, 7/888 esas no.lu yazılı soru önergesi ile ilgili bilgiler hazırlanarak ekte sunulmuştur.
Bilgilerinize arz ederim.
M. Recai Kutan
Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı
Karaman Milletvekili Sayın Zeki Ünal’ın Yazılı Soru Önergesi Cevabı (7/888-1982)
Soru 1 :
Önümüzdeki günlerde elektrik enerjisi sıkıntısı olacağı ifade edilmektedir.
Bu doğru mudur?Doğruysa sebepleri nelerdir?
Cevap :
Ülkemizin 1996 yılı için üretimden kaynaklanan enerji açığı söz konusu değildir. Yapılan planlama çalışmalarına göre toplam
enerji tüketimimizin 95 900 milyon Kwh olması beklenmektedir. 1996 yılı içinde devreye alınacak toplam 491 Mw’lık üretim tesisi
ile yıl sonunda kurulu gücümüz 21 442 Mw’a, üretim kapasitemiz ise, mevcut santralların tam kapasite ile çalışacağı esasına göre,
108 669 milyar Mwh’a ulaşacaktır.
Soru 2 :
Yıllar itibariyle son 10 yıldaki elektrik enerjisine yapılan yatırım miktarları nedir?
Cevap :
1985-1996 yılları kamu ve özel sektör elektrik enerjisi yatırım miktarlarını gösterir tablo ekte sunulmuştur. (Ek-2)
Soru 3 :
Elektrik enerjisi üretiminde nükleer enerjiden faydalanmak cihetine gidilecek midir?
Cevap :
Bilindiği üzere, tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de artan nüfus, sanayileşme ve refah düzeyinin yükselmesi nedenleriyle,
hızla artan elektrik enerjisi talebinin güvenli, yeterli, çevre faktörü de göz önünde tutularak ekonomik koşullarda karşılanması ana
hedeflerimizden birisidir. Bu çerçevede; gerek sistemin güvenilirliğini sağlamak için kaynak açısından çeşitlendirilmeye gidilmesi,
gerekse kömür ve hidrolik dışındaki kaynaklarımızın kısıtlılığı ile dış kaynaklara bağımlılığın en aza indirilmesi, ülkemizde
ortalama %8-10 oranında artmakta olan elektrik enerjisi talebinin karşılanmasında, alternatif çözümlerden biri olan nükleer
santralların kurulmasını kaçınılmaz kılmaktadır.
Değişen koşullara ve değişik alternatif senaryolar halinde yapılan planlama çalışmaları sonuçlarına göre, nükleer santrallara 2
000’li yıllarda ihtiyaç duyulmakta olup, sistemin 2003 yılından itibaren yoğunlaşarak 2 ile 5 arasında değişen sayılarda nükleer
santrallara ihtiyaç göstereceği anlaşılmaktadır.
TEAŞ tarafından yapılan ülkemiz uzun dönem elektrik enerji planlama çalışmalarına göre 2005 ve 2008 yılında işletmeye
girecek şekilde her biri 1000 MW gücünde iki nükleer santralın yapılması programlanmış bulunmaktadır.
Akkuyu’da kurulması planlanan ilk nükleer santral projesinin ihale hazırlık çalışmaları istenildiği an kısa sürede ihaleye
çıkılacak duruma getirilmiştir.
Soru 4 :
Biten Termik Santraller işletmeye açılacak mıdır?
Cevap :
Çevreye vereceği olumsuz etkiler minimuma indirilerek mevcut 20952 MW kurulu kapasiteye ilave olarak Bakanlığım TEAŞ
Genel Müdürlüğü Yatırım Programında yer alan projeler ile Yap-İşlet-Devret, Yap-İşlet modeli kapsamında yürütülen üretim
tesisleri ve otoprodüktör santrallar tamamlandıkları zaman işletmeye açılacaklardır.
Soru 5 :
Elektrik enerjisi darboğazını önümüzdeki 20 yılda aşmak için yılda yapılması gereken yatırım miktarı nedir?
Cevap :
Giderek artan elektrik enerjisi talebini karşılamak üzere, 2010 yılı sonuna kadar yaklaşık 40 000 MW’lık kapasitenin sisteme
ilave edilmesi gerekmektedir. Bu da yılda ortalama 2500-3000 MW kurulu güç ilavesi, diğer bir deyişle her yıl 3 milyar $’lık bir
yatırım ihtiyacını ortaya çıkarmaktadır.
C
E

T
V

E
L

G
İ
R
E
C
E
K
deki 20 yı
4. —Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı’nın, Hollanda’da çalışan işçilerimizin çocuklarının bir Anadolu İmam-Hatip Lisesine
kayda zorlandıkları iddiasına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam’ın yazılı cevabı (7/946)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Millî Eğitim Bakanı Sayın Turhan Tayan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını delaletlerinize
arz ederim.
Saygılarımla.
Prof. Dr. Mustafa Ünaldı
Konya
Sorular:
Hollanda’da çalışan vatandaşlarımızın ifadelerine göre;
Hollanda’da çalışan işçilerimiz çocuklarını Anadolu İmam Hatip Liselerine kaydettirmek istediklerinde memleketleri hangi
ilimiz olursa olsun; Millî Eğitim Bakanlığınca Mersin Bozyazı Anadolu İmam Hatip Lisesine kayda zorlanmaktadır.
1. Bu iddia doğru mudur?
2. Doğru ise böyle bir yönlendirmeyi nasıl izah ediyorsunuz?
3. Bu yönlendirmenin Hollanda Din Ateşesi Hamdi Mert’le ilgisi var mıdır?
T. C.
Millî Eğitim Bakanlığı
Araştırma Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı 4.7.1996
Sayı :B.08.0.APK.0.03.01.00-022/1747
Konu :Soru Önergesi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi :T.B.M.M. Başkanlığının 20.6.1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-2259-7/946 sayılı yazısı.
Konya Milletvekili Sayın Prof. Dr. Mustafa Ünaldı’nın “Hollanda’da çalışan işçilerimizin çocuklarının İçel-Bozyazı
Anadolu İmam-Hatip Lisesine kayda zorlandıkları iddiasına ilişkin” yazılı soru önergesi incelenmiştir.
İçel Bozyazı Anadolu İmam-Hatip Lisesine 16.11.1993 tarihli Onay çerçevesinde hazırlık sınıfından başlamak üzere
Hollanda’da ikâmet eden vatandaşlarımızın çocuklarından Hollanda Lâhey Eğitim Müşavirliğinin koordinatörlüğünde mahallen
yapılan sınavla öğrenci alınmaktadır.
Söz konusu okulun hazırlık sınıfına 1996 yılında da yine aynı Onay çerçevesinde aynı sistemle öğrenci alınmıştır.
Çocuğunu İçel Bozyazı Anadolu İmam-Hatip Lisesinin dışındaki diğer Anadolu İmam Hatip Liselerinde okutmak isteyenler
“Bazı Derslerin Öğretimini Yabancı Dille Yapan Resmî Okullar Yönetmeliği’’ nin 15 inci maddesi çerçevesinde istedikleri Anadolu
İmam-Hatip Lisesinde okutma hakkına sahiptirler.
Hollanda’da ikâmet eden Türk çocuklarının İçel-Bozyazı Anadolu İmam-Hatip Lisesine kayıtları ile ilgili hiç bir zorlama
yapılmamıştır. Bütün bu işlemler 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu Çerçevesinde Hollanda Lâhey Eğitim Müşavirliği
kanalıyla yürütüldüğünden Hollanda Din Hizmetleri Müşaviri Hamdi Mert’le herhangi bir ilgisi bulunmamaktadır.
Arz ederim.
Prof. Dr. Mehmet Sağlam
Millî Eğitim Bakanı
Türkiye Büyük MilletMeclisi
GÜNDEMİ
72 NCİ BİRLEŞİM
6 . 7 . 1996 CUMARTESİ
Saat : 15.00
1
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
2
ÖZEL GÜNDEMDE YER ALACAK İŞLER
1. — BaşbakanNecmettin Erbakan tarafından kurulan Bakanlar Kurulunun Programının görüşülmesi.
3
SEÇİM
4
OYLAMASI YAPILACAK İŞLER
5
MECLİS SORUŞTURMASI RAPORLARI
6
GENEL GÖRÜŞME VE MECLİS ARAŞTIRMASI
YAPILMASINA DAİR ÖNGÖRÜŞMELER
7
SÖZLÜ SORULAR
8
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

TUTANAĞIN SONU
Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.