DÖNEM : 20 YASAMA YILI : 1
T. B. M. M. TUTANAK DERGİSİ CİLT : 8 72 nci Birleşim 6 . 7 . 1996 Cumartesi İ Ç İ N D E K İ L E R I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. – HÜKÜMET PROGRAMI 1. – Başbakan Necmettin Erbakan tarafından kurulan Bakanlar Kurulu programının görüşülmesi III. – SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR 1. – Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın, CHPGenel Başkanı Deniz Baykal’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması 2. – CHPGenel Başkanı Deniz Baykal’ın, Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması 3. – Yozgat Milletvekili Lutfullah Kayalar’ın, Başbakan Necmettin Erbakan’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması 4. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Rüştü Taşar’ın, Başbakan Necmettin Erbakan’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması 5. – Maliye Bakanı Abdüllatif Şener’in, kendilerine sataşılması nedeniyle söz alan, Yozgat Milletvekili Lutfullah Kayalar ve Gaziantep Milletvekili Mustafa Rüştü Taşar’ın konuşmalarıyla ilgili açıklaması IV. – SORULAR VE CEVAPLAR A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI 1. – Yozgat Milletvekili Kâzım Arslan’ın, ÖSYM sınavının Yozgat’ta da yapılmasının düşünülüp düşünülmediğine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam’ın yazılı cevabı (7/836) 2. – İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, TDİ’ne bağlı bir yolcu gemisine aşırı yolcu alınmak suretiyle tehlikeli bir yolculuk yaptırıldığı iddiasına ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Ömer Barutçu’nun yazılı cevabı (7/872) 3. – Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, elektrik enerjisi sıkıntısını aşmak için alınması gereken tedbirlere ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Recai Kutan’ın yazılı cevabı (7/888) 4. – Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı’nın Hollanda’da çalışan işçilerimizin çocuklarının bir Anadolu İmam-Hatip Lisesine kayda zorlandıkları iddiasına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam’ın yazılı cevabı (7/946) I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 15.00’te açıldı. BAB Asamblesi Başkanının TBMM’nin resmî konuğu olarak Türkiye’yi ziyaretine, Kuala Lumpur’da yapılacak İkinci Müslüman Kadın Parlamenterler Toplantısına katılacak parlamento heyetinde yer alacak bayan milletvekillerine, İlişkin TBMMBaşkanlığı tezkereleri Genel Kurulun bilgisine sunuldu. Çorum Milletvekili Hasan Çağlayan’ın (6/104), İzmir Milletvekili Hakan Tartan’ın (6/168), Şanlıurfa Milletvekili Abdulkadir Öncel’in (6/201), Numaralı sözlü sorularını geri aldıklarına ilişkin önergeleri okundu; sözlü soruların geri verildiği bildirildi. İzmir Milletvekili Hakan Tartan ve 21 arkadaşının, ortaöğretimdeki sorunların araştırılarak Anayasal çerçeveye uygun bir millî eğitim politikasının belirlenmesi amacıyla Meclis araştırması açılmasına ilişkin önergesi (10/92) okundu; önergenin gündemdeki yerini alacağı ve öngörüşmesinin, sırasında yapılacağı açıklandı. Metin Göktepe Cinayetinin Açıklığa Kavuşturulması ve Faillerinin Ortaya Çıkarılması Amacıyla Kurulan (10/3, 4) esas numaralı Meclis Araştırma Komisyonunun süre uzatımına ilişkin tezkeresi okundu; Komisyonun, daha önce kendisine verilen 3 aylık çalışma süresini doldurması ve İçtüzüğün değişik 105 inci maddesinin, 1 aydan daha fazla yeni bir çalışma süresinin verilmesine imkân tanınmaması nedeniyle oya sunulamayacağı ve 1 aylık kesin süre verildiği açıklandı. Kanun tasarı ve teklifleri ile komisyonlardan gelen diğer işlerle ilgili olarak, İçtüzüğün değişik 78 inci maddesi gereğince Hükümetten bir talep gelmemesi nedeniyle; Bakanlar Kurulu Programını görüşmek için, 6 Temmuz 1996 Cumartesi günü saat 15.00’te toplanmak üzere, Birleşime 15.17’de son verildi. Yasin Hatiboğlu Başkanvekili Salih Kapusuz Ünal Yaşar Kayseri Gaziantep Kâtip Üye Kâtip Üye BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati: 15.00 BAŞKAN: Başkanvekili Yasin HATİBOĞLU KÂTİP ÜYELER: Ünal YAŞAR (Gaziantep), Salih KAPUSUZ (Kayseri) BAŞKAN – Çalışmalarımızın hayırlara vesile olmasını Cenabı Allah’tan niyaz ederek, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 72 nci Birleşimini açıyorum. Sayın milletvekilleri, toplantı yetersayımız vardır; görüşmelere başlıyoruz. II. – HÜKÜMET PROGRAMI 1. – Başbakan Necmettin Erbakan tarafından kurulan Bakanlar Kurulu programının görüşülmesi BAŞKAN – Gündemin “Özel Gündemde Yer Alacak İşler” kısmında bulunan, Başbakan Sayın Necmettin Erbakan tarafından kurulan Bakanlar Kurulunun Programı üzerindeki görüşmeleri yürüteceğiz. Görüşmelerde, İçtüzüğün 72 nci maddesine göre, siyasî parti gruplarına, şahısları adına iki sayın üyeye ve Hükümete söz verilecektir. Genel Kurulun 2 Temmuz 1996 tarihli 69 uncu Birleşiminde alınan karar gereğince, siyasî parti grupları ve Hükümet adına yapılacak konuşmalar birer saatlik -ki, bu süreler, gruplarınca arzu buyurulursa, iki ayrı sayın üye tarafından kullanılabilecektir- kişisel konuşmalar ise, onbeşer dakikalık süreye tabidir. Program üzerinde söz alan sayın üyelerin adlarını Yüce Kurula arz edeceğim: Sayın milletvekilleri, Danışma Kurulunda çekilen kura sonucu, konuşma sıraları şöyle belirlenmiştir: Cumhuriyet Halk Partisi Grubumuz ilk sırada, Refah Partisi Grubumuz ikinci sırada, Demokratik Sol Parti Grubumuz üçüncü sırada, Doğru Yol Partisi Grubumuz dördüncü sırada, Anavatan Partisi Grubumuz beşinci sırada görüşlerini ifade buyuracaklardır. Kişisel söz talebinde bulunan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: 1- Sayın Abdulkadir Öncel 2- Sayın Halit Dumankaya; ancak, Sayın Dumankaya’nın talebiyle, Sayın Nejat Arseven 3- Sayın Hasan Hüseyin Ceylan 4- Sayın Başesgioğlu 5- Sayın Kavuncu 6- Sayın Okuyan 7- Sayın A. Çelik 8- Sayın Büyükkılıç 9- Sayın Altay 10- Sayın Akarsu 11- Sayın Işık 12- Sayın Korkmaz 13- Sayın Emmioğlu 14- Sayın Terzi 15- Sayın Karakaya 16- Sayın Balcılar 17- Sayın Şimşek 18- Sayın Kul 19- Sayın Fırat 20- Sayın H. Çelik 21- Sayın Hatipoğlu 22- Sayın Poyraz 23- Sayın Yılmaz 24- Sayın Aras 25- Sayın Çetinkaya 26- Sayın Dumankaya (Değişiklik talebi nedeniyle) Tabiî, bundan sonra da kişisel söz talebinde bulunan sayın üyeleri kaydetmemize bir engel yoktur; ancak, İçtüzüğün 72 nci maddesine göre, biliyorsunuz, sırasıyla iki sayın üyeye söz verme imkânımız vardır. Sayın milletvekillerimizin böyle bir bilgi yenilenmesine ihtiyaçları yok; ancak, dinleyiciler mahallinde bulunan sayın izleyicilerimizin bilgilendirilmesi, bilgisi olanların bilgilerinin yenilenebilmesi için, İçtüzüğümüzün 169 uncu maddesini bir kere okumak istiyorum; umuyorum ki, izleyiciler bu maddeyi dikkatle takip buyururlar. Madde 169: “Dinleyiciler, birleşimin devamı süresince kendilerine ayrılan yerlerde sükûnet içinde oturmak zorundadırlar. Dinleyiciler görüşmelerde, kabul veya ret yönünde söz, alkış yahut herhangi bir hareketle kendi düşüncelerini ortaya koyamazlar. Bu yasağa uymayanlar, o yerin düzenini korumakla görevli olanlar tarafından hemen dışarı çıkarılırlar.” Tabiî, izleyicilerimizden çok değerli herhangi bir kardeşimizin böyle bir muameleye muhatap kalması, önce, Başkanlığımızı üzer; böyle bir üzüntüye Başkanlığı duçar etmiş olmak da dinleyicilerimizi üzer. O halde, anlaştık, sükûnetle takip edeceğiz inşallah. Sayın milletvekilleri, gruplar adına ilk söz, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Baykal’ın; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar) Sayın Baykal, sürenin tamamını zatı âliniz mi kullanacaksınız? DENİZ BAYKAL (Antalya) – Evet Sayın Başkan. BAŞKAN – Peki, buyurun. CHP GRUBU ADINA DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yeni bir Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin kuruluşu vesilesiyle, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, Hükümet Programı üzerinde görüşme yapıyoruz. Bu görüşmelerde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun düşüncelerini ve değerlendirmelerini size sunmak üzere kürsüdeyim; bu vesileyle Sayın Başkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin sayın üyelerini ve sevgili yurttaşlarımızı içten saygılarla selamlıyorum. Bu Hükümet görüşmesinin, bugüne kadar gerçekleştirilmiş, daha önceki 53 hükümetin görüşmesinden çok farklı yönleri olduğu açıkça gözüküyor. Türkiye Cumhuriyetinin bugüne kadar kurduğu 54 hükümet içinde, bugün görüşmesini yapmakta olduğumuz Hükümetin, kendine özgü yönleri, nitelikleri olduğu, toplumumuzun bir genel değerlendirmesi olarak önümüzde duruyor. Önemli bir görev yapmaya mecburuz. Öyle zannediyorum ki, bu görüşme öncesi, siyasal partilerde yaşanan tartışmaların, alınan önemli kararların da gösterdiği gibi, herkesin yüreğinde tarihsel önemi olan, çok büyük gelişmelere yol açabilecek ve çok sık karşı karşıya kalmadığımız türden önemli tercihlere yol açabilecek bir karar olduğu, bir görüşme yapıldığı anlaşılıyor; bunda şaşılacak fazla bir şey de yoktur. Türkiye’ye dışarıdan kısaca bakılacak olursa, öyle zannediyorum ki, içinde bulunduğumuz tablonun önemi çok açıkça ortaya çıkar. Türkiye, bir yandan yaşamının en bunalımlı döneminin içine girmiş gibi gözüküyor; ekonomik yaşamımız, toplumsal yaşamımız gerçek bir kriz görüntüsünün tablolarını sergiliyor. Türkiye, tarihinin en ağır borç ve faiz yükü altında, ekonomisi kendi ayakları üzerinde duramayan bir noktaya gelmiş gözüküyor. Türkiye’nin toplumsal yaşamında, demokratik rejiminde, görmeye pek alışık olmadığımız sıkıntılar giderek artan ölçülerde ortaya çıkıyor. Dış ilişkilerimiz kaygı verici bir doğrultuda hızla gelişiyor. Türkiye’nin ağır bir bunalımın içine doğru sürüklenmekte olduğu çok açıkça gözüküyor. Ne yazık ki, bu bunalım denetim altına almaya dönük şans yeterince kullanılamadığı için, sorun, her geçen gün daha da derinleşerek, yoğunlaşarak önümüzde duruyor. Genel seçimden çıkmış bir Parlamento, henüz güven verici bir hükümet oluşumu çalışmasını bile noktalayamamış bir durumda gözüküyor. Seçimlerden bu yana altı ayı aşkın bir süre geçti; ama, hâlâ önümüzde bir Hükümet yok. Bir Hükümet kurduk, bu Hükümet, cumhuriyet tarihinin en kısa ömürlü Hükümeti olarak tarihe geçti. Şimdi, yeni bir hükümet arıyoruz. Bu hükümeti ararken vicdanlar bölünmüş, duygular çapraşıklaşmış, Türkiye, ciddî bir sıkıntı içinde, bir hükümet mi çıkarıyor, sorunları çözecek yeni bir çıkış yolu mu arıyor, belirsiz bir noktada gözüküyor. Türkiye, içinde bulunduğumuz dönemde, ciddî bir sahipsizlik ortamını sergiliyor. Güncel sorunlar, boşlukta, sahipsiz, bir süreden beri duruyor. Irak petrol boru hattı, siyasal sorunları çözüldüğü halde, Türkiye için olağanüstü önemli bir konu olmasına rağmen, hâlâ çözülememiş bir durumda olmaya devam ediyor; çünkü, Türkiye sahipsiz. İhracat, ilk kez, uzun yıllardan beri, bir tıkanma işareti veriyor. Genel ihracat, haziran ayında yüzde 12 geriliyor. İhracatımızın en önemli kalemi tekstil ve konfeksiyon yüzde 26’lık bir gerilemeyi ortaya koyuyor. İthalat rakamları altı aydan beri yayımlanamıyor. Türkiye’nin altı aydan beri ekonomik durumunu izlemesine yardımcı olacak temel veriler, ne yazık ki, ortalıkta yok; ne iktisatçılarımız ne karar alıcılarımız bu konularda bir değerlendirme yapma şansına sahipler. Avrupa ile ilişkilerimiz boşlukta kalmış, alınması gereken kararlar alınamamış, gerekli düzenlemeler yapılamamış ve Türkiye bir sıkıntılı noktaya doğru hızla sürüklenir noktada. Mafya-siyaset-devlet ilişkileri, tarihimizin hiçbir döneminde yaşanmamış düzeyde çarpıcı örnekleriyle ortaya çıkıyor; ama, bir süre sonra bu olayların gerçek niteliğinin gerektirdiği soruşturma, araştırma anlayışının ortadan kalktığına tanık oluyoruz ve sıradan bir adlî olay, bir zabıta olayı konumunda, bu konu da kamuoyunun dikkatinden giderek uzaklaşıyor. Enerji sıkıntısı Türkiye’nin önünde. Türkiye’de, terör, her geçen gün can yakmaya devam ediyor; bugün, daha biraz önce, iki askerimizin Erzincan’da şehit edildiği haberini aldık. Türk Bayrağı indiriliyor; sokaklardaki gösterilerle, çeşitli girişimlerin -etkin olmayan güvenlik uygulamaları sonucunda- ölçüsünü taşırmasıyla, ülkemiz, dünyada, giderek saygınlıktan uzaklaşan bir rejim görüntüsü içerisine sürükleniyor. Böyle bir tablonun içerisindeyiz. Bu tablo yaşanırken, öte yandan da, siyasal tartışma dünyamız çok özel sorunlarla karşı karşıya bulunuyor. Bu tablo içerisinde, artık, bizim, bir hükümet tartışması yapmanın ötesine geçip, bir rejim muhasebesi yapma ihtiyacı içerisinde olduğumuzu düşünüyorum. İçerisinde bulunduğumuz durumun, bütün ayrıntılarıyla ve ciddî bir biçimde değerlendirilmesinin gerektiğine inanıyorum. Siyasal yaşamımız, bir türlü aydınlatılamayan yolsuzluk iddialarıyla kirletilmiştir, yıpratılmıştır. Dünyanın bütün ülkeleri ciddî yolsuzluk iddiaları karşısında, etkin, sonuç alıcı girişimleri yürütebilirken, Türkiye’de, ne yazık ki, yıllardan beri -sadece bu dönemi söylemiyorum; çok daha öncesinden beri- önem taşıyan, ciddî yolsuzluk iddiaları boşlukta kalmıştır, sahipsiz kalmıştır. Türkiye’deki yolsuzlukların siyasal düzeydeki sorumlularına ulaşmak olanağı, ne yazık ki, bir türlü bulunamamıştır. İtalya, son dönemde üç tane başbakanını mahkûm etti; ama, Türkiye, siyasî yolsuzluk iddialarının bu kadar yoğunlaştığı bir dönemi yaşıyor olmasına rağmen, bu konularda hiçbir ciddî adımı atamadı. Siyasal yaşamımız, her gün yeni yeni transfer haberleriyle çalkalanıyor. Böyle bir tablonun içindeyiz. Bu tabloda, Hükümeti konuşmadan önce, bence, şu üç sorunun sorulması ve bu soruların cevaplarının doğru bir biçimde verilmesi gerekiyor. Hükümet Programı müzakeresine geçmeden, şu üç soruyu, kamuoyumuzun ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin önüne koymak istiyorum. Bir: Yolsuzluklarla ilgili soruşturma önergelerinin, bu Hükümetin kuruluşuyla bir ilişkisi var mıdır, yok mudur? (CHP ve ANAP sıralarından alkışlar) Önce, bu konuyu doğru bir biçimde yanıtlamamız gerekiyor. Soruyu tekrar ediyorum: Bugün programını görüştüğümüz, pazartesi günü de güvenoyu ya da güvensizlik oyuyla hakkında karar alacağımız bu Hükümetin kuruluşunun, yolsuzluk iddialarıyla, yolsuzluk iddialarına dönük olarak verilen soruşturma önergeleriyle bir ilişkisi var mıdır, yok mudur? (CHP sıralarından “vardır” sesleri) Böyle bir soru, haksız, anlamsız, kötü niyetli bir sorudur, diye bir değerlendirme yapabilir miyiz?! Böyle bir sorunun, bir geçerliliği, bir anlamı olmadığını ifade etme hakkına, şansına sahip miyiz; keşke olsaydık. Bütün Türkiye biliyor ki, Türkiye Büyük Millet Meclisi içinde, vicdanını, siyasetine ipotek etmemiş herkes biliyor ki, bu soru, haklı bir sorudur, meşru bir sorudur, yerinde bir sorudur. (CHP sıralarından alkışlar) Bu soruyu aydınlatmamız lazım; bu sorunun gereğini yerine getirmemiz lazım. Bu soruyu, kötü niyetli bir muhalefet sözcüsü olarak, ben sormuyorum; bu soruyu, 9 Mayıs 1996 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi görüşmelerinde, Sayın Tansu Çiller soruyor. Sayın Çiller, hakkında TEDAŞ ve TOFAŞ ile ilgili soruşturma önergeleri verilmesinin, bir hakkın suiistimali olduğunu iddia ediyor ve bunun gerekçesi olarak da şunu -aynen, kendi ifadeleriyle, okuyorum- söylüyor: “Şimdi, kısaca anlatayım, niçin suiistimal: Sayın Erbakan, yani önerge sahiplerinin Sayın Genel Başkanı, bana, üç saat boyunca, Hükümet olmayı teklif etti mi; ilk söze başlayıp, tam ellibeş dakika, nefes almadan, nokta virgül koymadan, bana birlikte Hükümet olmayı teklif etti mi, etmedi mi?! İkinci soru: Sayın Erbakan ve Refah Partisi ‘bizimle koalisyon yapacak olan, sütten çıkmış ak kaşıktır’ dedi mi, demedi mi?! Ben, o teklifi kabul etseydim, bu tertipler yapılır mıydı; soruyorum.” Bunu söyleyen, Sayın Çiller’dir. Şimdi, Refah Partisinin, kendisiyle Hükümet kurma önerisini kabul etmiş olsaydı, yolsuzluklarla ilgili soruşturma önergesinin verilmeyeceğini, Sayın Erbakan’ın ifadesine dayanarak, belirtiyor Sayın Çiller ve “bu önerge, ben Hükümette yer almayı kabul etmediğim için verilmiştir” diyor. “Eğer ben kabul etmiş olsaydım, bu önerge verilmeyecekti” diyor. Şimdi, bizim sorma hakkımız var, Sayın Çiller’e: Bu soruşturma önergesi verilmiş olmasaydı, siz, bu Hükümetin içine girer miydiniz? (CHP sıralarından alkışlar) Şimdi “bizimle beraber olan, sütten çıkmış ak kaşık olur” diyor, Sayın Erbakan. Önce soruşturma önergesi veriyor, arkasından çıkış yolunu gösteriyor. “Ben de o çıkış yolunu reddettim” diyor, Sayın Çiller. Sayın Çiller, o çıkış yolunu, o aşamada reddetmiş olarak kendisini bu suçlamalardan aklayamaz. Aklaması için yapması gereken şey, bütün aşamalarda reddetmeye devam etmektir, Yüce Divanın bu konuda alacağı karardan korkmamaktır. Bu baskıyı yaşamış birisi olarak, buna, o aşamada Hükümete girmemiş oluşunun yol açtığını belirten birisi olarak, şimdi Hükümete girmiş birisi sıfatıyla, yolsuzluk önergeleriyle ilgili durumun, çok daha dikkatle incelenmesi ihtiyacını, bizzat kendisi ortaya çıkarmıştır. Değerli arkadaşlarım, bu konuya baktığımız zaman gördüğümüz şudur: İlgi çekici bir biçimde, Mecliste kurulmuş olan çeşitli soruşturma komisyonlarının çalışmaları, bu Hükümetin kuruluşuyla, birdenbire etkilenmeye başlamıştır. Önce, Mercümek konusunu incelemek üzere kurulan komisyonun iki DYP’li üyesi komisyondan çekilmişlerdir; çekilmişler midir, çekilmemişler midir, niçin çekilmişlerdir? Bu komisyon niçin çalışmıyor? Hükümetin kuruluşunun hemen akabinde, Koalisyon ortaklarından birisiyle ilgili önemli bir soruşturma komisyonunun çalışmasının Koalisyon ortağı öteki partinin girişimiyle ortadan kaldırılması doğal bir olay mıdır; kabul edilebilir bir tablo mudur?! Sorgulanması gereken bir manzaranın bulunduğu, böylece, açıkça ortaya çıkmıyor mu? Yine, bununla bir arada, TEDAŞ konusundaki komisyonun çalışmaları açısından büyük önem taşıdığı, önergeyi veren Refah Partili Sayın Grup Başkanvekilinin o zamanki ifadesiyle belli olan müteahhit, birdenbire, komisyona gelip ifade vermekten vazgeçtiğini iddia ediyor. Değerli arkadaşlarım, bunlar ciddî üzüntü verici olaylardır. Burada bir cumhuriyet hükümetinin kuruluşunu konuşuyoruz. Hepimiz tarihe karşı sorumluyuz. Bugünün hükümeti kurulur-kurulmaz, o hükümette yer alır-almaz, bunların hiçbir önemi yoktur; ama, buradan, yolsuzluklarla irtibatı olduğu izlenimini veren bir Hükümetin vize almış olmasının ayıbını hiçbir zaman temizleyemeyiz. (CHP ve ANAP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Böyle bir ayıbın söz konusu olmadığını iddia ediyorsak, bu konuda vicdanımızı rahatlatalım, bu konuda ikna olalım, bu konuda tatmin olalım; bu konuyu bütün ayrıntılarıyla konuşalım. Bakınız, bunu, bütün Türkiye konuşuyor, bunu, koalisyonu kuran partilerin mensupları konuşuyor, onlara destek verenler konuşuyor; gazetelerinde yazıyorlar, dergilerinde yazıyorlar... “Hayır, böyle bir olay yoktur, bu Hükümetin, yolsuzluk iddialarıyla hiçbir ilişkisi yoktur” diyorsak ve böyle ise, ben, bunu, anlamaya, dinlemeye ve değerlendirmeye hazırım; ama, bu konuda ortaya atılan ciddî iddiaların, bizzat olayların içerisinde yer alan insanların ortaya attığı iddiaların, bizi, bu konunun önem taşıdığını düşünme noktasına getirdiğini sizlere hatırlatmak istiyorum. Bu Hükümet konuşulurken ele alınması gereken birinci soru budur; bu Hükümetin bu şekilde oluşmuş olmasının, yolsuzluklarla bir ilişkisi var mıdır? İkinci soru şudur: Bir süreden beri gerçekleşen transferler, gerçekten, siyasî ve vicdanî kanaatlerin sonucu olarak mı ortaya çıkmıştır; yoksa, başka nedenler söz konusu mudur? Bu konuyu da aydınlatmamız lazım. Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu konuları doğru görmeden, bu konularda aydınlanmadan, bu Hükümet hakkında, reflekslerle, alışkanlıklarla, disiplin kaygılarıyla karar alamaz, almamalıdır. Bir süreden beri yaşadığımız siyasî transferlerin, parti değiştirmelerin, vicdanî ve siyasî kanaatler sonucu olduğunu iddia edebiliyor muyuz, kabul edebiliyor muyuz; bunu, sağduyumuzu ipotek altına sokmadan, içtenlikle söyleyebiliyor muyuz? Şu garabete bakınız ki, tam güvenoyu öncesinde, o ana kadar bu konularla ilgili hiçbir özel değerlendirme yapmamış olan bazı Parlamento üyeleri, birdenbire, çok anlamlı bir biçimde, saf değiştirmeye yöneliveriyorlar. Şimdi, bu saf değiştirmelerin siyasî ve vicdanî kanaatten kaynaklandığını, doğal karşılanması gerektiğini, siyasî hayatımıza olumsuz etki getirebilecek bir yönü olmadığını düşünmek mümkün müdür?! Eğer, böyle bir durum varsa, bunun aydınlatılması lazımdır. “Canım bu işler böyle oluyor” diye geçiştiremeyiz; böyle olmuyor; Avrupa’da böyle olmuyor, dünyada böyle olmuyor, Yunanistan’da böyle olmuyor... Bir insanın siyasî parti değiştirmesi, olağanüstü önemli bir olaydır; olsa da, çok özel koşullar içerisinde olur. Tam güven oylamasından önce, Parlamento, birden bire bir deprem yaşayacak, sapır sapır bir kısmı o tarafa, bir kısmı bu tarafa yöneliverecek; biz alsak da almasak da, bu konudaki kararın, Parlamentomuza yakışmayan yöntemlerle alınmadığından emin olacağız?! Benim, böyle bir emniyet içerisinde bulunmadığımı, herkesin bilmesini istiyorum. Derin bir üzüntü içerisindeyim. Siyasal yaşamımızda, herkesin, kendince önemli saydığı amaca ulaşmak için, bu yöntemleri bir biçimde kullandığını görmekten büyük ıstırap duyuyorum ve üzüntüyle söylemeliyim ki, bu geldiğimiz nokta, aslında, seçim öncesi tablonun uzantısıdır. Seçim öncesinde de buna benzer durumlar yaşanmıştır; ilke, tutarlılık ve siyasal kimlik, hiçbir önem taşımaz gibi kararlar alınmıştır; adaylar, hangi partinin hangi sırası kendi işine uygun geliyorsa, o konuda seçim yapma hakkına sahip olduklarını düşünmüşlerdir; partiler, başka partilerle işbirliği yaparak, içiçe geçip sandığa gitmişlerdir; parti kimliklerinin anlamı kaybolmuştur; seçim öncesinde, hükümet oluşturmaya dönük blok açıklamaları yapılmıştır; siyaset, berraklığını, tutarlılığını kaybetmiştir. Üzüntü verici bir tablodur. Şimdi, seçim öncesinde ekilen o tohumlar yeşeriyor, meyvelerini veriyor. Hayatı boyunca solda siyaset yapmış bir adam, birden bire, bir sağ siyasal partide yerini alıyor; alkışlarla kabul ediliyor ve bu, meşru bir siyaset uygulaması diye kabul ediliyor ve ondan sonra, bu noktalara geliyoruz. Benim, aydınlatılma ihtiyacını hissettiğim ikinci soru budur. Üçüncü soru şudur: Seçim öncesinde, bir parti, çıkıp da “seçimden sonra, ben, şu partiyle koalisyon kurmam” diye açıklama yapar da seçimden sonra o partiyle hükümet kurarsa, bu, demokratik anlayışın içerisine girer mi, sığar mı, doğal mıdır? Yani, vatandaşın oyunu alırken, ona, önemli bir taahhütte bulunacaksınız, sonra, o taahhüdü yok sayacaksınız, sistematik bir biçimde, çok doğalmış gibi, size oy veren binlerce, yüzbinlerce, milyonlarca insanı aldatacaksınız, tamamen farklı istikametlerde işbirliğine kalkışacaksınız. Kimse, size, seçimden önce, şununla hükümet kurarım, bununla kurmam diye bir açıklama yapma zorunluluğu getirmiyor; ama, siz, çıkıp “siyaseten yararlı olur” diye bir açıklama yapıyorsunuz, ondan sonra da o açıklamayı bırakıyorsunuz, bir farklı noktaya geliyorsunuz. Bu üç soruya verilecek cevap, öyle zannediyorum ki, bugün içerisinde bulunduğumuz konunun aydınlatılmasını sağlamaya yetecektir. Değerli arkadaşlarım, buraya nasıl gelindi konusunu, önce, seçim öncesi uygulamalarla açıkladığımı bir kez daha ifade etmek istiyorum. Seçim öncesinde, gerçekten, bizim siyasal yaşamımızda da çok mutat olmayan, çarpık ilişkiler ortaya çıkmıştır; partileri aşan ilişkiler kurulmuştur, dayanışmalar ifade edilmiştir, işbirlikleri sergilenmiştir, parti partinin içerisine girmiştir ve öyle seçim yapılmıştır; parti ve siyasî kimlik kaygısını, ilke kaygısını bir tarafa bırakarak adaylar savrulup gitmiştir. Bu noktaya gelişimizin, bence, önem taşıyan bir temel nedeni, seçimden hemen sonra kurulmuş olan Hükümetin biçimidir. Türkiye, ne yazık ki, seçimlerden sonra, bir azınlık Hükümeti anlayışı içerisine çekilmiştir ve hiçbir başarı şansı olmadığı çok açıkça görülebilecekken, bir azınlık Hükümeti anlayışıyla, Türkiye’nin, bir seçim sonrası, enerjisi, birikimi, umudu çok yanlış bir biçimde israf edilmiştir, tüketilmiştir; çok yazık olmuştur, çok yanlış olmuştur. Türkiye’yi, bugünkü noktaya getiren temel yanlışın o olduğunu, bir kez daha vurgulamak istiyorum. (CHP sıralarından alkışlar) Keşke, seçimden sonra, derli toplu bir hükümet kurulabilseydi, bir çoğunluk hükümeti kurulabilseydi; hükümeti oluşturan partiler birbirleriyle çekişeceklerine, Türkiye’nin sorunlarını çözme arayışı içerisine girebilmiş olsalardı. Hatırlayacaksınız, 10 Mart 1996 günü, o azınlık Hükümetinin hükümet görüşmelerinde, bu kürsüden, üç noktaya dikkati çekmiştim: Birinci olarak, bu azınlık Hükümetinin hiçbir yararlı çalışma yapamayacağını, bu azınlık Hükümetiyle Türkiye sorunlarının kesinlikle çözülemeyeceğini, bu yola başvurmanın Türkiye için çok büyük bir kayıp olduğunu heyecanla anlatmaya çalışmıştım, coşkuyla anlatmaya çalışmıştım. Hangi cesaretle yola çıkıyorsunuz diye, sizlere sorduğumu hatırlıyorum. İkinci olarak, azınlık Hükümetinin, bu Hükümeti kuran merkez sağdaki iki siyasal partiyi büyük sıkıntıların içine sokacağına, onları olumsuz etkileyeceğine ve onları eriteceğine işaret etmiştim ve “bir sol partinin genel başkanı olarak bu, benim de kaygımdır; çünkü, ben, demokratik rejimin, merkez sağ ve merkez soldaki siyasal partilerin diyaloguna dayandığına inanıyorum” demiştim. Üçüncü olarak da, bu azınlık Hükümetinin, kurulduğu ilk andan itibaren, Refah Partisinin manyetik alanına, çekim alanına girmekte olduğunu, bunun kaçınılmaz olduğunu ifade etmiştim. Ne yazık ki, bu azınlık Hükümeti konusundaki talihsiz denemenin bugün ulaştığı noktada, bu üç öngörünün üçünün de gerçekleştiğini üzüntüyle görüyoruz. Türkiye çok şey kaybetmiştir; sadece zaman kaybetmemiştir; merkez sağdaki partilerin işbirliği potansiyelini, karşılıklı güvenilirliğini, Türkiye sorunlarını çözme konusunda işbirliği yapabilme şansını kaybetmiştir. Bir büyük siyasî merkez sağda kayıp yaşanmıştır ve Refah Partisinin manyetik alanı içine sürüklenmeye başlamışlardır. Bakınız, bu geldiğimiz noktaya yol açan, bence, önem taşıyan temel yanlışlıklar şunlardır. Bu yanlışlıkları her partiyle ilgili olarak söylemek istiyorum. Bizim partimizle ilgili olarak bir yanlışlık varsa, o yanlışlığın da benden sonra çıkacak sözcüler tarafından ifade edilmesini bekliyorum. (CHP sıralarından alkışlar) Seçimlerden bu yana, seçim öncesinden bu yana, Türkiye’nin bugünkü noktaya gelişine yol açan yanlışlıklar arasında bize düşen bir pay varsa, bunu dinlemekten, öğrenmekten memnun olurum. “Yoktur” demiyorum, vardır; ama, ben, böyle bir şeyi görmüyorum. Eğer, gören varsa, burada söylerse, bundan da büyük memnuniyet duyarım. Bence, diğer partilerin bu konudaki temel yanlışlıkları şunlar olmuştur: Önce ANAP’la başlayalım: Refah Partisiyle hükümet kurmayacağını ilan ederek seçime girmiştir; bunu söylemiştir. Laikliğin güvencesi olarak kendisini halka sunmuştur ve bu anlayışla oy almıştır, destek almıştır. Refahla hükümet kurmayacağını, Demokratik Sol Partiyle hükümet kuracağını söylemiş; ama, seçimlerden hemen sonra, Refah Partisiyle hükümet kurma çalışmalarına oturmuştur. Böylece, Refah Partisiyle hükümet kurmanın olağanlaşması, doğallaşması konusunda çok önemli bir katkı yapmıştır; bu süreci bizzat başlatmıştır ve aldığı oylara ters düşerek, siyasetteki, ilke, tutarlılık, kararlılık konusundaki temel anlayışı zaafa uğratmıştır. (CHP sıralarından alkışlar) Türkiye’nin temel sorunlarını iktidara gelerek çözme konusunda -muhalefeti boyunca- büyük iddialar sergilemiştir. Bu konuda ciddî çalışmalar yapmıştır, kadrolar hazırlamıştır ve kamuoyuna “iktidara gelirlerse, bunlar, Türkiye’nin sorunlarını yeni bir anlayışla çözeceklerdir” dedirtmiştir; yeniden yapılanma projelerini ortaya atmıştır, kadrolarını ilan etmiştir. Her alanda büyük iddialar sergilemiştir; ama, iktidara geldikten sonra, Türkiye’nin sorunlarını çözmeye dönük ciddî bir arayış, kesinlikle kendisini göstermemiştir; tamamen içe dönük bir kavga, iktidar döneminin tümünü etkisi altına almıştır ve var olduğu iddia edilen projelerin hiçbirisi ortaya çıkmamıştır. Yolsuzluklarla ilgili olarak, TEDAŞ konusunda destek vermiş ve yolsuzluklarla ilgili bir komisyonun kurulmasını sağlamıştır; ama, o yolsuzlukların atfedildiği Sayın Enerji Bakanını, yolsuzlukla suçladıktan kısa bir süre sonra, safları içine almakta hiçbir sakınca görmemiştir. (CHP sıralarından alkışlar) Bugün de, Refah Partisiyle hükümet konusundaki tavrı “DYP ile değil, bizimle kurunuz” tavrıdır. Açıktan, DYP ile Refah Partisinin hükümet kurma çalışmasını sona erdirmesi halinde, ANAP’ın Refah Partisiyle hükümet kurma konusunu ele almaya hazır olduğunu da ifade etmektedir. Böylece, tartışmanın, ilkeyle, temel politika anlayışıyla, Türkiye yönetimine getirilecek yeni yaklaşımlarla ilgisi olmadığı, iktidar ortağının o mu yoksa öbürü mü olacağı noktasında toplandığı ortaya çıkmıştır. Evet, Anavatan ile ilgili olarak benim gördüğüm, bizi bu vardığımız noktaya getiren ve siyasete olan saygıyı, ilkenin, tutarlılığın öneminin ortadan kalkmasını gerçekleştiren sürecin başlıca temel noktaları bunlardır. Doğru Yol Partisiyle ilgili olarak: Çok açık bir biçimde, Doğru Yol da, Refah Partisiyle hükümet kurmayacağını ilan ederek seçime girmiştir; laiklik platformu, Refaha karşı güvence olma iddiası, siyasetinin temeli olmuştur, o nedenle oyları almıştır; ama, o oyları aldıktan sonra, bugün, önümüze, Refah Partisiyle birlikte bir hükümet oluşturarak gelmiştir. Bunun çok temel bir nokta olduğuna inanıyorum ve siyasete olan güvenilirliği, halkın siyaset adamlarına ve giderek belki Parlamentoya yansıyabilecek olumsuz davranışının altında bunların yattığını düşünüyorum. Yine, yolsuzluklar konusunda, ne yazık ki, Doğru Yol Partisi, güven verici, kendine güvenen, açık bir tavır takınmaya cesaret edememiştir. Bu, bugün Türkiye’nin içine girdiği bu çıkmazın altında yatan temel nedeni oluşturmuştur. Örtülü ödenek iddiaları aydınlığa kavuşturulamamıştır. Diğer konularda burada açılmış olan soruşturma komisyonlarının üzerine cesaretle gidip, Yüce Divanda yargılanmayı talep etmesi beklenen bir siyasetçi davranışını, ne yazık ki, Doğru Yol Partisi sergileyememiştir. Bu girişimlerin altında, çeşitli siyasî hesaplar, hakkın suiistimali yatıyor olabilir; ama, bunlara karşı verilecek cevap, hesap vermeye hazır olduğunu sonuna kadar sergilemektir. Bundan vazgeçtiğiniz anda, hesap vermekten ürktüğünüz anda, korktuğunuz anda oyuncak olursunuz ve sadece siz değil, Türkiye Büyük Millet Meclisini de, Türkiye siyasetini de ciddî sıkıntılarla karşı karşıya bırakırsınız. (CHP sıralarından alkışlar) Demokratik Sol Parti açısından gözlemlerimi de aynı anlayışla ifade etmek istiyorum. Bunların önem taşıdığını düşünüyorum. Birbirimize gerçekleri ifade etmeliyiz, söylemeliyiz. Ülkemiz bir noktaya gelmişse, buna yol açan olumsuzlukların neler olduğuna ilişkin değerlendirmelerimizi birbirimizle paylaşmalıyız. Yanlış olabilir; aydınlığa kavuşturmak mümkündür; ama, bunların mutlaka konuşulması lazımdır; örtbas edilmesinin çok yanlış olduğuna inanıyorum. 1- Azınlık modelinin bir yanlış olduğu artık açıkça ortaya çıkmıştır. Türkiye’ye, bir büyük genel seçim sonrasında, azınlık hükümeti anlayışını telkin etmenin ve o doğrultuda Türkiye’nin hükümet oluşturmasını sağlamanın bugün ne kadar ağır bir bilanço oluşturduğunu, hepimiz, üzüntüyle görüyoruz. Bu, yanlış olmuştur, üzüntü verici bir olay olmuştur. Azınlık Hükümetinin, Refah Partisi iktidarını önlemek için oluşturulduğu ifade edilmişti; azınlık hükümetinin gerekçesi diye, Refah Partisi iktidarından Türkiye’yi sakınma duygusu dile getirilmişti; ama, yaşanan gerçek odur ki, azınlık hükümeti Refah Partisinin önünü tıkamamış, tam tersine, ona davetiye çıkarmış, onun önünü açmıştır. Eğer, bugün, bir Refah Partisi Hükümetiyle karşı karşıyaysak, bu, azınlık hükümeti fiyaskosunun, başarısızlığının sonucu olmuştur. (CHP sıralarından alkışlar) Yolsuzluklarla ilgili olarak, Demokratik Sol Partinin, kendisinden beklenildiği gibi, önümüze gelen her soruşturma önergesini destekleyip, onun, komisyon marifetiyle ele alınmasına fırsat verdiğini biliyoruz; yakışan budur, gereken budur. Biz de parti olarak o davranışı benimsedik; çıktık, dedik ki: Bunun siyasal kaygılarla verildiğini görüyoruz, seziyoruz; ama, biz, buraya gelen her soruşturma önergesini destekleyeceğiz, komisyona göndereceğiz. Bizim hakkımızda eğer bir soruşturma önergesi verilirse, onu da destekleyeceğiz, onun da komisyona gitmesini isteyeceğiz. Artık, ayırım yapma olanağı kalmamıştır; o haklı, bu haksız demek imkânı kaybolmuştur. Hepsinin önünü açmak lazımdır. Sorunun böyle çözülmeyeceğini bilerek, sorunun çözümünü gerçekleştirecek yaklaşımları da yürütmek lazımdır. Nedir o; dokunulmazlığın kaldırılması. Yolsuzluk iddialarıyla ilgili olarak yapılması gereken şey, milletvekili dokunulmazlığını, yolsuzlukları himaye eden bir kalkan olmaktan çıkarmaktır. (CHP sıralarından alkışlar) Türkiye’deki milletvekili dokunulmazlığı, dünyanın en kapsamlı, en geniş milletvekili dokunulmazlığıdır; yolsuzlukları bile himaye ediyor. Böyle bir şey olmaz. Bunun kaldırılması lazımdır. Çıkış yolu budur. Önerge ve dosya savaşıyla bu iş halledilmez. (DYP sıralarından “doğru, doğru” sesleri) Adalet, siyasetin emrine girer; adalet, özünü, içeriğini kaybeder. Konuyu çözmek için, siyasetçilerle ilgili yolsuzluk iddiasını başka siyasetçiler değil, bu işin erbabı, yargıçlar ve savcılar, değerlendirsin; bunun önünü açalım. (CHP sıralarından alkışlar, DYP sıralarından “doğru, doğru” sesleri) DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bunu, seçim öncesinden beri söylüyoruz. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Biz de söylüyoruz; ama... DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bu konudaki hazırlığımız, Türkiye Büyük Millet Meclisinin incelemesine hazır bir noktadadır; yeterli milletvekili sayısını bulduğumuz anda, bu konuda harekete geçebilecek noktadayız. Türkiye bunu çözsün, bunu çözmeden bu konuyu halledemeyiz. O çözülünceye kadar burada verilmiş her önergeyi de destekleyeceğiz, bizim hakkımızda verilse de destekleyeceğiz. Demokratik Sol Partinin de bu konuda aynı duyarlılığı, aynı anlayışı sergilediğini memnuniyetle görüyorduk. Yalnız, Erbakan’ın mal varlığıyla ilgili soruşturma önergesi buraya gelince, birdenbire, Demokratik Sol Partinin, o zamana kadarki tavrını bir yana bırakarak, olağanüstü bir gayret içinde, bir hukukşinaslıkla, bu konunun hukuka ve Anayasaya aykırı olacağını, komisyonun kurulamayacağını, Türkiye Büyük Millet Meclisine bir heyecanla anlatma gayreti içine girmiş olmasından büyük üzüntü duyuyoruz. Bu olmamalıydı. Sayın Erbakan’la ilgili olan o soruşturma önergesi de kabul edilmeliydi, komisyon kurulmalıydı; herkes gibi, hepimiz gibi, Sayın Erbakan da gidip orada hesabını vermeliydi. (CHP sıralarından alkışlar) Parlamento bu imkândan yoksun bırakılmıştır, bundan büyük üzüntü duyuyorum; bir yanlış olmuştur. Gene, bu dönemde, önem taşıyan bir nokta: Anavatan Partisi, Refah Partisi ve Demokratik Sol Parti, muhalefet döneminde, Türkiyemizi ilgilendiren iki temel konuda çok iddialı bir tavır içine girdiler. Bunlardan birisi, Gümrük Birliği konusuydu; öbürü de, Çekiç Güç konusuydu. Gümrük Birliğiyle ilgili 6 Mart belgesinin kabul edilemez olduğunu, bunun değiştirilmesi gerektiğini, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulması gerektiğini; Çekiç Güç’ün de, mutlaka ortadan kaldırılması gerektiğini; nihayet, iki üç aylık deneme süresinden sonra, yeni hükümetin, bunu mutlaka gerçekleştirmesi gerektiğini ifade ediyorlardı. Anavatan Partisi iktidara gelmiştir. Demokratik Sol Parti de, bu konudaki duyarlılığını koruyarak, çekinser destek vermiştir; ama, görülmüştür ki, o üç aylık Hükümet döneminde, bu iki noktada da yeni bir açılım söz konusu değildir. Böyle bir açılımı gerçekleştirmenin, Türkiye için daha büyük sıkıntılar yaratacağı, yaşanarak görülmüştür. Açıkça anlaşılmıştır ki, bu konuda farklı bir tavra girmek, Türkiye açısından uygun değildir; ama, bu itiraf edilmemiştir, bu kabul edilmemiştir. Sanki farklı bir durum varmış gibi, bu konudaki başarısızlık örtbas edilmek istenmiştir. Bu da, siyasetimiz açısından, üzüntü verici bir gelişme olarak ortaya çıkmıştır. Son bir nokta da –birazdan üzerinde duracağım– şudur: İçinde bulunduğumuz krizden çıkışı sağlayacak bir temel proje, 123 sosyaldemokrat milletvekilinin bir platform oluşturması ve Türkiye’de hükümet konusunda bir girişim yapması önerimiz, değerlendirilmemiştir. Refah Partisi bakımından tablo çok açıktır. Refah Partisi, yolsuzluklar konusunda takındığı tavırla, çok temel bir ahlakî darbe yemiştir. Refah Partisinin son dönemdeki siyasetinin temeli, yolsuzluklar konusunda kararlı, tutarlı bir davranışı sürdürmek olarak gözükmüştür; ideolojisinin, siyasetinin bir doğal uzantısı olarak bu noktayı, daima, özellikle vurgulamıştır; ama, bunun gereğini yapmadığı, yapamadığı açıkça görülmüştür. Çok daha acı olanı, bu konudaki çelişkinin, bir mahcubiyet içinde değil, bir meydan okuyuşla, iftiharla ilan edilmesidir. Sayın Erbakan “bizimle koalisyon kuran, sütten çıkmış ak kaşık olur” diye ilan etmiştir. Tabiî, bu, Türkiye’nin de hak etmediği, layık olmadığı bir meydan okumadır. Bunu, halkımızın sağduyusuna, milletimizin vicdanına bir darbe olarak görüyorum. Niçin sizinle koalisyon kuran sütten çıkmış ak kaşık olsun?! (CHP ve ANAP sıralarından alkışlar) Niçin olsun?! Siz, kendi adınıza şunu söyleyebilirsiniz: “Bizimle koalisyon kuran yolsuzluğa bulaşmış da olsa, biz o yolsuzluğu araştırmayız.” O sizin ayıbınız olur, sizin sorumluluğunuz olur. (CHP sıralarından alkışlar) Niçin sütten çıkmış ak kaşık olsun?! Bu, Refah Partisinin siyasetindeki temel virajın, “U” dönüşünün ilk önemli sinyali olarak ortaya çıkmıştır. Tabiî, sadece orada da kalmamıştır; diğer önemli konularda birbiri ardından “U” dönüşleri gelmeye başlamıştır. Yıllarca Çekiç Güç konusunda en iddialı mücadeleyi götürdüğü halde, “Çekiç Güç kahraman ordumuzun işidir” denilerek, el yıkanmış ve bu konudan çıkılmıştır. Çekiç Güç, eskiden kahraman ordumuzun işi değildi de şimdi mi, siz Başbakan olunca mı kahraman ordumuzun işi oldu?! (CHP sıralarından alkışlar) Hani, Çekiç Güç, Kurtuluş Savaşımızdaki şehitlerin kemiklerini sızlatıyordu? Siz Başbakanlık koltuğuna oturunca o kemikler sızlamaz mı oldu? (CHP ve ANAP sıralarından alkışlar) İsrail ile Askerî İşbirliği Anlaşması. Yine, bu da, Refah Partisi iktidara gelince “stratejik anlaşmalar aynen devam edecektir” maddesiyle Hükümet Programı içindeki yerini alıverdi; yani, İsrail ile askerî anlaşmanın da artık Refah Partisini rahatsız eden bir tarafı olmadığı birden bire gözüküverdi. (CHP sıralarından “Yahudiler Müslüman olmuş” sesi) Bu konuda yapılan tahriklerin, bu konuda yaratılan kamuoyunun, Cumhurbaşkanına yönelik bir suikast aşamasına kadar bazı insanları getirecek düzeyde olduğu dikkate alınırsa, bu laubaliliğin, bu tutarsızlığın çok ağır bir faturası olacağı da kendiliğinden ortaya çıkar. Gümrük Birliği anlaşması da, birdenbire, Refah Partisi iktidara gelince, saygıdeğer bir anlaşma haline gelmiş, bir sorun yaratmaktan hemen çıkıvermiştir. Şimdi, geldiğimiz noktada, faize devam, borca devam; ekonomi politikasında değişecek bir şey yok; aynı anlayışın içine girildi. Selem senediyle kalkınma ne oldu; İslam NATO’su, İslam dinarı, İslam birleşmiş milletleri ne oldu; bütün bunların hepsi, takıyye anlayışının içindeki yerini alıverdiler.(CHP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım, bu kadar takıyye, kimsenin aklına da vicdanına da sığmaz. “Evliyalar çarpar” diyordunuz; bu durumda, korkarım, önce, evliyalar sizi çarpacak. (CHP sıralarından alkışlar) Cumhuriyet Halk Partisi bakımından değerlendirmeleri sizden bekliyorum; ama, ben, önem taşıyan bazı noktalara tekrar dikkatinizi çekmek istiyorum. Biz, seçimden sonra “merkez sağdaki iki parti birleşmelidir” dedik; bu inancımızı koruyoruz, öyle olması gerektiğine inanıyoruz. Merkez soldaki partilerin de işbirliği yapması gerektiğine inandık, onun gereklerini de daima ön planda tuttuk. Gene, “azınlık hükümeti yanlıştır” demiştik; yanlış olduğu ortaya çıkmıştır; o anlayışımızı aynen korumaya devam ediyoruz. Soruşturmalar konusunda, “önümüze gelecek her soruşturma önergesini destekleyeceğiz, bizim hakkımızda da olsa destekleyeceğiz” dedik; gelenlerin tümünü aynı şekilde destekledik. Çözümün dokunulmazlıkta olduğunu söyledik; onu, aynen söylemeye devam ediyoruz. Şimdi, bu Hükümete niçin karşıyız; onu da kısaca size anlatmak istiyorum. Demokratik rejim içinde, parlamentoda yer alan siyasal partiler, elbette kendi aralarında seçmene yaptıkları vaade ters düşmemek koşuluyla, ilkelerine ters düşmemek koşuluyla işbirliği yaparlar, hükümet kurarlar; bunda şaşılacak hiçbir şey yoktur; ama, biz, Refah Partisiyle bir koalisyon kurma konusundaki tereddütlerimizi, daha önce görüştüğümüz Refah Partisi Sayın Genel Başkanına da ifade ettik, çeşitli vesilelerle de ifade ettik; bu vesileyle de, Türkiye Büyük Millet Meclisinin dikkatine sunmak istiyorum. Değerli arkadaşlarım, biz, laik, demokratik cumhuriyeti çok önemli sayıyoruz. Laik, demokratik cumhuriyetin, Türkiye’de, siyaset rejimimizin temel taşlarını oluşturduğuna inanıyoruz. Türkiye’nin, binbir güçlükle, çileyle, mihnetle oluşturduğu laik, demokratik cumhuriyetin temellerini sarsabilecek, o konuda kendi kendisiyle çekişme yaratabilecek, Türkiye’yi kendi kendisiyle uğraşır bir duruma çekebilecek her türlü gelişmenin karşısında yer almayı görev biliyoruz. Bizim, laik, demokratik cumhuriyetle hiçbir çekişmemiz yoktur; tavsiye ederiz, kimsenin de olmasın.(CHP sıralarından alkışlar) Bu konuda, açık ya da gizli, zamanını kollayan, fırsatını bekleyen türden bir hesaplaşma arayışları, mevzilenme gayretleri, Türkiye’yi, ciddî sıkıntılarla karşı karşıya bırakır. Türkiye’nin kaçınması gereken şey, kendi kendisiyle uğraşmaktır. Türkiye’nin, bu geldiği noktada, artık kendi kendisiyle uğraşmayı bir tarafa bırakıp, gözünü ileriye dikmesi lazımdır. O nedenle, laik, demokratik cumhuriyete, sağdan soldan fırsat buldukça, bir sözcüsüyle, belediye başkanıyla ya da bir platformda fırsat yaratarak bir gedik açma çabasının, biz, Türkiye’ye ciddî zarar vereceğine inanıyoruz. Biz, laik, demokratik cumhuriyeti ciddiye alıyoruz. Atatürk’ü ciddiye alıyoruz; ona karşı ikiyüzlü bir davranış içinde değiliz. Türkiye’nin bu noktaya gelişine Atatürk’ün gerçekten çok büyük hizmet yaptığını görüyoruz. Atatürk’ü sadece bir kumandan olarak değil, Türkiye’deki rejimin temel anlayışını ortaya koymuş bir büyük devlet adamı olarak da kabul ediyoruz. (CHP ve ANAP sıralarından alkışlar) Birinci nokta budur. Umut ediyorum, bu noktalar, bu Hükümet için de, nelere önem vermek gerekir, nelerin üzerinde durmak gerekir, neler sorun ve sıkıntı yaratır, bu konuda teşhis koymasına yardımcı olur. Bu anlayış içinde de bu düşüncelerimi ifade etmeye çalışıyorum. İkinci olarak, üzerinde durduğumuz temel nokta şudur: Türkiye’nin yönü, çağa doğrudur; çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkmak, bizim temel hedefimizdir. Biz, ne kendi içimize ne Ortadoğu-Arap kültürünün bir parçası olmaya dönük bir ülke olarak - geriye- değil; çağa, çağdaş bilime, teknolojiye, kültüre, sanata yönelik bir ülke olarak, Türkiye’nin işlemesi gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye’nin geleceği budur. Türkiye’de bir oryantasyon krizi, bir yöneliş krizi, bir doğrultu krizi yaratmanın, Türkiye’ye çok ağır bedeller ödettireceğini görüyoruz. Bizim hedefimiz, çağın dünyasıdır; ne Suudi Arabistan’dır ne de İran İslam Cumhuriyeti’dir. Bunu, herkesin, kafasının içine yerleştirmesi gerekir. (CHP sıralarından alkışlar) Bu noktada, ikircikli bir anlayışı koruyarak, fırsat bulursak acaba öyle yapabilir miyiz diye düşünerek mevzilenme gayretlerine Cumhuriyet Halk Partisi yardımcı olamaz; o nedenle, böyle bir işbirliğinin içinde yokuz. Türkiye’de, eğitimi, orduyu ve siyaseti, dinsel ististimarın etkisi altına almaya dönük girişimlerin büyük tehlikeler yaratacağını görüyoruz. O nedenle, bir Refah Partisi iktidarını, Türkiye’de, eğitimi, orduyu ve siyaseti, dinsel istismar etkisi altına almaya yönelik girişimlerden uzak durmaya çağırıyoruz. Bu konuları yakından izleyeceğiz; olayın bir zamanlamaya, fırsat yaratmaya bırakılmasını kesinlikle kabul etmeyeceğiz; bu konudaki gelişmeleri, yakından, dikkatle izleyeceğiz. Bu aşamada, temel eğitimle ilgili olarak, Hükümet Programında verilen ödünden büyük üzüntü duyduğumu ve bu ödünü, Doğru Yol Partisine oy veren laik, cumhuriyetçi, Atatürkçü seçmenlere büyük bir saygısızlık olarak gördüğümü ifade etmek istiyorum. (CHP sıralarından alkışlar) Temel eğitimin, artık 8 yıla veya daha üstüne çıkarılması bir zorunluluktur. Dünyada, hâlâ, temel eğitimini 5 yılda tutan dört beş tane ülke kalmıştır. Türkiye de temel eğitimi, 8-9-10 yıla çıkarmalıdır. Burada amaç, temel eğitimdir; yani, çocuğumuzu, devlet olarak, içinde bulunduğumuz bilgi çağının ürettiği zengin bilgilerle, 8 yıl, biz donatacağız; 8 yıl, çocuğa, devlet olarak eğitim vereceğiz. Temel eğitim budur. Temel eğitim sonrasında, çocuk, meslek eğitimi alacaksa meslek eğitimine gidecek, akademik eğitim alacaksa akademik eğitime gidecek. Hayır, biz, iki aşamalı yaparız, 5 yıl temel eğitim veririz, meslek eğitimine gidecek olanlara da meslek eğitimiyle karışık temel eğitim veririz aldatmacasına karşı, bu Parlamentoyu ve Doğru Yol Partili arkadaşlarımı özellikle uyarmak istiyorum. Bu, çok yanlış bir olaydır. Türkiye’nin elindeki temel şanslardan birisidir temel eğitimin çağdaş, laik bir anlayışla ve 8 yıl olarak verilmesi. Bu noktada, Hükümet, daha şimdiden esnemeye başlamıştır. Değerli arkadaşlarım, bu vesileyle, Refah Partili belediyelerde ortaya çıkan bir olumsuzluğa değinip, bunun Hükümete taşınmaması noktasında uyarımı yapmak istiyorum. Refah Partili belediyelerde kendisini gösteren şöyle bir uygulama var: Hemen belediyenin yanına bir vakıf kuruluyor; belediyede işi olan vatandaşlarımız, vakfa, işinin görülebilmesi için, belli bir ödemeyi yapmak durumunda oluyorlar. Belediyeden ihale alacak olan işadamı da, belediyeye hizmet satacak olan kişi de, belediyeden bir kararla yararlanacak olan vatandaş da belli bir miktarda ödemeyi vakfa yapıyor. O vakıf da, Refah Partisi siyasetini finanse ediyor. Çarkın, belediyelerde böyle döndüğünü çok iyi biliyoruz. ALİ OĞUZ (İstanbul) – Yalan, yalan... DENİZ BAYKAL (Devamla) – Şimdi, Refah Partisi iktidara gelecek olursa, bu çarkın, hükümet düzeyinde işlemesinden kaygı duyuyorum. Hükümette işi olan vatandaşların, işlerine karşılık, Refah Partisinin siyasetini finanse edecek olan vakıflara ödeme yapma mecburiyeti içinde bırakılmasından, çok ciddî kaygı duyuyorum; bunu, şimdiden ifade etmeyi de görev biliyorum. Bu konuları da, yakından, önümüzdeki günlerde izleyeceğiz, irdeleyeceğiz. Refah Partili bir iktidarın, Türkiye’nin dış ilişkilerinde, ekonomi politikasında ve turizminde sorunlar yaratması ihtimaline de dikkati çekmeyi görev biliyorum. Durum kesinlik kazanıncaya kadar beklemeye geçme eğiliminin, yatırımcılarda, yabancı ülkelerde egemen olması kuvvetle muhtemeldir. Türkiye’nin böyle bir bekleme dönemine de imkânı yoktur. O nedenle, Refah Partili bir iktidarın, bu ortamda, Türkiye’ye yarardan çok zarar getireceğini gördüğümüz içindir ki, böyle bir koalisyonun içinde yer almadık, koalisyonun içinde yer alan partiye de bu düşüncelerimizi ifade etmeyi görev biliyoruz. Değerli arkadaşlarım, çıkış yolu nedir: Çıkış yolu, bir defa, Türkiye’de, istikrarlı, Parlamentoda sağlam bir çoğunluğa dayalı, ülke sorunlarını çözebilecek bir hükümetin kurulmasıdır. Azınlık hükümeti yeniden denenemez. Sağlam bir hükümete Türkiye’nin ihtiyacı var. Böyle bir hükümet nasıl kurulabilir: Bu konuda, Anavatan Partisi ile Doğru Yol Partisi, şanslarını kullanmışlar ve büyük ölçüde israf etmişlerdir; artık, yeniden Anavatan ve DYP’ye dayalı, onların girişimiyle, onların yönlendiriciliğinde bir hükümetle Türkiye’nin sorunlarının çözülebileceğini düşünmek mümkün değildir. O nedenle, yeni bir denemeye ihtiyaç var; bu denemeyi yapması gerekenler, bu Parlamentodaki sosyal demokratlardır. HASAN EKİNCİ (Artvin) – Kaç kişi var? DENİZ BAYKAL (Devamla) – 123 sosyal demokrat var. Bu 123 sosyal demokratın iki ayrı partiye dağılmış olması, sosyal demokrat bir girişimi engellememelidir; çünkü, Türkiye’nin, sosyal demokrat bir bakış açısına ihtiyacı var. Bugün, bir krizde bulunuyoruz. Bakınız, bu krize neden olan politikalar, merkez sağa özgü politikalardır. “Vergi alma, borç al; giderek yüksek faizle borç al” politikası, maliye anlayışı -ki, tipik merkez sağ maliye anlayışıdır- Türkiye’yi bu çıkmaza getirmiştir. Türkiye’yi bu çıkmazdan kurtaracak olan, yeni bir politik yaklaşımdır. Dünyanın her yerinde olduğu gibi, o politik yaklaşım, sosyal demokrat politik yaklaşımdır. “Sosyal demokratlar iktidara geldi, sizi de gördük” diyerek bu konuyu geçiştiremezsiniz. Siz, iktidarda sosyal demokrat politikaları görmediniz; siz, sosyal demokrat siyaset adamlarını gördünüz. O, bizim kusurumuzdur; ortada bir sorun varsa, o sorun bize aittir; ama, politikanın kusuru yoktur. (CHP sıralarından alkışlar) Dünyayı kalkındıran, geliştiren politika, sosyal demokrat politikadır; İspanya’yı bugünkü noktaya getiren sosyal demokrat politikadır, İskandinav ülkelerini, Avrupa’yı kalkındıran odur. Türkiye’yi de kalkındıracak olan odur; ama, ne yazık ki, sosyal demokrat politikalar değil, sosyal demokrat politikacılar iktidara gelmiştir ve yaşanan krizlerin faturası, çok haksız bir biçimde sosyal demokrasiye çıkarılmıştır. Sosyal demokrasinin, bu bakımdan hiçbir sorumluluğu olmadığından herkesin emin olmasını istiyorum. Türkiye’nin, ciddî, tutarlı, çağdaş bir sosyal demokrat politikaya ihtiyacı var. Bunu uygulayacak olan da sosyal demokrat partilerdir. 123 sosyal demokrat milletvekili, bir platform oluşturabilirsek, bir araya gelebilirsek ve hükümet konusunda sorumluluk üstlenmeye hazır olduğumuzu ifade edebilirsek, buna, ANAP’ın ve DYP’nin destek verip vermemek kendi bilecekleri iştir; ama, buna destek vermemenin sorumluluğu, öyle zannediyorum ki, çok açık bir biçimde ortadadır. Türkiye’nin deneyeceği, bu krizden çıkmak için deneyeceği tek model budur. Bu modeli deneme konusunda çok fazla zamanımızın kalmadığını da görüyorum; pazartesi günü güvenoylaması var. Meclisimize egemen olan duygunun, düşüncenin, Türkiye’yi bir belirsiz siyasal tabloya sürüklememek olduğunu görüyorum. Eğer, bu Hükümet güvenoyu alacaksa, politikalarına inanıldığı, siyaseti paylaşıldığı için değil, sürüklenildiği için, çaresizlikten dolayı, bir çıkış yolu ortaya konulmadığı için güvenoyu alacaktır. Eğer, durum bu ise, bu Hükümetin güvenoyu almasını önlemenin yolu, çıkış yolunu şimdiden ortaya koymaktır. Pazartesi günü, güvenoyu saatine kadar -biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak, 49 milletvekiliyle- bu Parlamentodaki 123 sosyal demokrat milletvekiliyle bir araya gelip, hükümet konusunda tam bir özveri anlayışı içinde, her türlü sorumluluğu üstlenmeye hazır olduğumuzu burada ifade ediyorum. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Önümüzdeki saatler bu açıdan değerlendirilmelidir; eğer değerlendirilirse, ben, Anavatan Partisinin de, Doğru Yol Partisinin de yepyeni bir noktaya geleceğini düşünüyorum, Türkiye için bir çıkış yolunu böylece bulabileceğimizden kuşku duymuyorum. Değerli arkadaşlarım, bundan sonra, öyle anlaşılıyor ki, birtakım temel konular sık sık bu kürsüde tartışma konusu olacak. Bu çerçevede bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Son zamanlarda, Sayın Tansu Çiller’in sık sık ifade ettiği bir söylem var, Sayın Çiller “bu Hükümetin kuruluşuyla inananlar ve laikliği benimseyenler bir arada bir sentez oluşturabiliyorlar ve bu Hükümetin de güzelliği budur” diyor. Değerli arkadaşlarım, bunun, çok tehlikeli bir ifade biçimi olduğunu belirtmek istiyorum. Herhalde, Sayın Çiller düşünüyor ki, laikler ile (yani Doğru Yol Partisi ile) inananların (yani Refah Partisinin) bir araya gelmesi bir sentez oluşturduğu için çok uygun düşmüştür. Bu ifade tarzının çok vahim yanlışlara yol açabileceğini vurgulamak isterim. BAŞKAN – Sayın Baykal, 2 dakikanız var efendim. Buyurun. DENİZ BAYKAL (Devamla) – Toparlıyorum efendim. Laik anlayışı, laik devlet anlayışını benimseyenler ile inananlar arasında bir ayrım mı var? (CHP sıralarından alkışlar) Yani, laik devlet anlayışını benimseyenler inanmıyorlar mı? İnananlar laik devlet anlayışını benimsemiyorlar mı? İnanmanın gereği, laik devlet anlayışını reddetmek, laik devlet anlayışını benimsemenin gereği de inanmamak mı? Yani, böyle bir ayrışmayı, nasıl, bu ortamda, Türkiye’nin bu tablosu içerisinde dile getirebiliriz, böyle bir ayrışmayı kabul edebiliriz? Böyle bir şey olabilir mi? Ne mutlu ki, Türkiye’de, laik devlet anlayışını, toplumumuzun ezici bir çoğunluğu benimsiyor ve ne mutlu ki, Türkiye’de, toplumumuzun yüzde 99’u Müslümandır. (CHP sıralarından alkışlar) Türkiye, Müslüman bir toplum ve laik devlet anlayışını benimseyen bir toplum. Değerli arkadaşlarım, bu noktada, herkesin dikkat etmesi gereken bir şey var: Laiklik ile inanmak, ters iki kavram değildir; inanmanın karşıtı inanmamaktır, laikliğin karşıtı da teokrasidir. Laiklik, bir bireysel inanç anlayışı değildir, bir devlet sistemidir, yönetim biçimidir. Laik devlet anlayışı olur, Müslüman insan olur, Budist insan olur, Hıristiyan insan olur, inanan inanmayan insan olur. Laiklik, bir devlet yönetim biçimidir. O devlet yönetim biçimini kabul eden ülkeler var, etmeyenler var. İsrail kabul etmiyor mesela, Suudi Arabistan kabul etmiyor, İran kabul etmiyor; kabul edenler de var, dünyanın önemli bir kısmı da kabul ediyor... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Baykal, size 2 dakika eksüre veriyorum. DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bitiriyorum. ... o, teokrasi değildir. Türkiye’de laiklik, inananlarla karşı karşıya değildir. Türkiye’de laik devlet anlayışı, teokratik devlet anlayışını Türkiye’ye getirmek isteyenlerle karşı karşıyadır. O nedenle, kavramları çok iyi bilelim. Türkiye’de bu konular çok konuşulacak, çok tartışılacak önümüzdeki dönemde. Hepimiz Müslümanız ve hepimiz laik devlet anlayışını benimsiyoruz. Onun için, laik devlet anlayışını bir partinin, Müslümanlığı bir başka partinin temsil ettiğini kabul ederek böyle bir koalisyonun bu açıdan yararlı olabileceğini ifade etmek kadar tehlikeli bir şey olamaz. O nedenle, bu noktalarda bundan sonra daha dikkatli olunması gerektiğini de ifade etmek istiyorum. Değerli arkadaşlarım, tarihî bir toplantıya başladık. Bugünkü tartışmalar büyük önem taşıyor ve pazartesi günü alacağımız karar büyük önem taşıyor. Türkiye, tarihsel doğrultusu konusunda çok önemli bir tercih ortaya koyacak. Bunun, şu kişinin bu kişinin, şu kadronun bu kadronun, şu partinin bu partinin hesaplarıyla değerlendirilemeyecek nitelikte olduğunu bir kez daha ifade etmek istiyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisinin bu tarihî sorumluluğun gereğini en iyi biçimde yerine getireceğinden hiç kuşku duymuyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisini saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar, ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Baykal, teşekkür ediyorum. III. – SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR 1. – Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın, CHPGenel Başkanı Deniz Baykal’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Başkan... BAŞKAN – Buyurun efendim. ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın konuşmacı konuşması sırasında, gerek Yüksek Başkanlığın gerek Genel Kurul üyelerinin malumu olduğu gibi, benim birinci imza sahibi sıfatıyla vermiş olduğum önergelerden bahisle, ifade vermeye gitmediğimi beyan etti. 69 uncu maddeye göre, bu konuda çok kısa bir açıklama yapmak istiyorum. BAŞKAN – Buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler) M. ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) – Sayın Başkan, İçtüzükte böyle bir şey var mı? BAŞKAN – Var efendim; açıklama yapar... (CHP sıralarından gürültüler) Sayın Kazan, çok kısa bir açıklama, lütfen... ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Kısa bir açıklama Sayın Başkan... (CHP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar, gürültüler) BAŞKAN – Buyurun efendim. ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin Sayın Genel Başkanı, biraz önce... (CHP sıralarından gürültüler) NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan... M. ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) – Sayın Başkan, neden söz verdiniz? BAŞKAN – Efendim, müsaade buyurun... Kürsüde sayın hatip var. Buyurun efendim. ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – .... bu kürsüde yapmış olduğu konuşmada, TEDAŞ... M. ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) – Başbakan cevap vermekten âciz mi Sayın Başkan? BAŞKAN – Sayın Kazan, siz buyurun efendim. ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Komisyon üyesi olarak beni kastetti sayın milletvekilim. M. ERDOĞAN YETENÇ (Manisa) – Başbakan cevap vermekten âciz mi? ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Başbakan cevap vermez; ben cevap veririm! Bu, benim şahsımı ilgilendiren bir konu. (CHP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar) BAŞKAN – Sayın Kazan, siz açıklamanızı yapın efendim. ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Sayın konuşmacı, biraz önce yapmış olduğu Hükümet Programı üzerindeki konuşması sırasında, Refah Partisinden, gerek TEDAŞ hakkında gerek TOFAŞ hakkında, soruşturma önergelerini veren önerge sahibinin, komisyona, ifade vermeye gitmediğini belirttiler. MAHMUT IŞIK (Sıvas)– Önerge sahibi değilsin. ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Önerge sahibi benim. Zabıtları alın inceleyin. (CHP sıralarından gürültüler) Şimdi, lütfen, ortalığı gürültüye boğmayın, lütfen dinleyin... BAŞKAN – Efendim, siz lütfen açıklamanızı yapın. NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, söz vermeniz doğru değil. ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – TEDAŞ Komisyonu Başkanı -Demokratik Sol Partiden- Sayın Metin Bostancıoğlu, bendenizi, 21 Haziran günü saat 10.00’da komisyona ifade vermeye davet etti; aynı gün gittim, komisyona ifade verdim... NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, yaptığınız doğru değil. DURMUŞ FİKRİ SAĞLAR (İçel) – Sen müteahhit misin? ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – İki: TOFAŞ Komisyonu Başkanı -Anavatan Partisinden- Sayın Hayrettin Uzun, bugün, 6 Temmuz günü saat 13.00’te beni ifade vermeye davet etti ve ben, bugün, bu komisyona gittim, bu komisyonda da ifade verdim. Demek oluyor ki, Sayın Genel Başkanın söylediği sözler gerçek değil. (RP sıralarından alkışlar, CHP sıralarından gürültüler) Bu komisyonlarda, komisyon üyeleri -ki, içinde DSP’li arkadaşlarım da var, CHP’li arkadaşlarım da var, ANAP’lı arkadaşlarım da var- bendenize hangi soruyu sordularsa, bu soruların hepsinin cevabını verdim. NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan... BAŞKAN – Sayın Matkap, oturur musunuz... Kürsüde hatip var efendim. NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, ama, yanlış konuşuyor. BAŞKAN – Sayın Matkap... NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, buna hakkınız yok. ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Devamla) – Bu cevaplandırmanın akabinde, ne Doğru Yol Partili bir arkadaşım “böyle konuştun” diye beni eleştirdi ne de Demokratik Sol Partili veya Cumhuriyet Halk Partili veya ANAP’lı milletvekili üye arkadaşlarım “niye eksik konuştun” diye beni eleştirdi. O nedenle, neyi doğru biliyorsam, onu söyledim. Kaldı ki, dikkat edilirse, Refah Partili milletvekilleri tarafından verilen bu soruşturma önergesi nedeniyle kurulan komisyonun başkanlık divanında bizler yer almadık, başkanlık divanı tamamen sizlerden oluştu. Burada konuşmaya gerek yok; müsaade edin, komisyonlar çalışsın -sizin de üyeleriniz var- netice neyse, ortaya koysun. Siz, bu Hükümetin kuruluşunun temelinde, lütfen gerçeği görün. Bu gerçek, hizmet aşkıdır, hizmet şevkidir ve heyecanıdır. Saygılar sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar; CHP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar, gürültüler) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kazan. 2. – CHPGenel Başkanı Deniz Baykal’ın, Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan... DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan... BAŞKAN – Sayın Matkap, siz yerinize oturur musunuz efendim. Buyurun Sayın Baykal, sizin beyanınızı alayım. DENİZ BAYKAL (Antalya) – Efendim, Sayın Şevket Kazan, benim konuşmamda kesinlikle ifade etmediğim bir şeye cevap vermiştir. Bu, söz verme takdirinizin de, çok geniş bir ölçüyle işletildiğinin bir ifadesidir. Yanlış olarak bana izafe ettiği görüşü cevaplama hakkım doğmuştur. (CHP ve ANAP sıralarından “Doğru, doğru” sesleri, alkışlar) BAŞKAN – Sayın Baykal, Sayın Kazan kendisine atfolunan bir hususun doğru olmadığını beyan etmek üzere çıktı; size yönelik, sizi taciz edici, sizi rencide edici bir beyanı olmadı. (CHP sıralarından gürültüler) DENİZ BAYKAL (Antalya) – Hayır efendim... BAŞKAN – Olmadı efendim; sizi rencide edici bir beyanı olmadı. DENİZ BAYKAL (Antalya) – Efendim, bir dakika... Benim bir sözüme cevap verdiğini söyledi. Benim, öyle bir sözüm yok. Siz, kullanmadığım bir söze cevap verme imkânını tanıdınız Sayın Kazan’a. Sayın Kazan’a, ben “niye, geldi de ifade vermedi” demedim. Zabıtları inceleme ihtiyacını hissetmediniz; tek taraflı olarak... BAŞKAN – Zabıtları inceleyeyim... (CHP sıralarından “Niye söz verdiniz” sesleri) Zapta bakayım efendim... (CHP sıralarından gürültüler) DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan... BAŞKAN – Sayın Baykal, zapta bakayım efendim. DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan, haksızlık yapıyorsunuz; çok önemli bir haksızlık yapmak üzeresiniz. Sayın Şevket Kazan’a, hakkı olmadığı halde, ona yönelik bir söz söylemediğim halde, söyleyip söylemediğimi araştırmadan söz verdiniz. Sayın Kazan, bana, söylemediğim bir sözü izafe ederek konuştu. BAŞKAN – Efendim, bunun neresi zatı âlinizi rencide etti -İçtüzüğün 69 uncu madesine göre- bana söyler misiniz. (CHP sıralarından gürültüler) DENİZ BAYKAL (Antalya) – Benim söylemediğim bir sözü bana izafe ederek cevaplandırması beni rahatsız eder. BAŞKAN – Sayın Baykal, buyurun; çok kısa rica ediyorum... (CHP sıralarından alkışlar) DENİZ BAYKAL (Antalya) – Sayın Başkan, Hükümet Programının görüşmesi gibi önemli bir müzakereyi yaparken, grup adına konuşan bir sözcünün kesinlikle telaffuz etmediği, ifade etmediği bir sözü cevaplamak üzere, böyle bir ifadenin bulunup bulunmadığını da araştırma gereğini duymadan, zabıtları getirtmeden, birdenbire, buraya, söz hakkı isteyen kişiyi çağırarak, varit olmayan bir isnadı cevaplama olanağını tanımış olmanızı, fevkalade ilgi çekici, içerisine girmekte olduğumuz yeni dönemin anlaşılmasına yardımcı olacak bir tutum olarak tescil ediyorum. (CHP ve ANAP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım, ben, burada, ne ismen ne de dolaylı olarak, Sayın Şevket Kazan’ın komisyona ifade vermeye çağrıldığı halde gelmediğini söylemedim; hiç böyle bir iddiam yoktur. ADALET BAKANI ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Zabıtlara bakılır. DENİZ BAYKAL (Antalya) – Evet... Zabıtlar incelenir, bakılır. Yok böyle bir iddia. İddia şudur: Ben, bu önergenin verilmesinde büyük önem taşıdığı iddia edilen bir müteahhit tanığın, bu komisyona ifade vermekten vazgeçmiş olmasını anlamlı bulduğumu ifade ettim. (CHP sıralarından “Doğru” sesleri) Sayın müteahhit ile Sayın Şevket Kazan arasındaki ilişkiler, benim sayın müteahhite yönelttiğim değerlendirmeyi Sayın Şevket Kazan’ın üstlenmesine neden olacak kadar yakın ise, bilemem... (CHP ve ANAP sıralarından alkışlar) Ama, böyle bir ayniyet, böyle bir yakınlık yoksa, söz ortadadır; sözün muhatabı, o, çağrıldığı halde komisyonda ifade vermeyi uygun görmeyen tanığa yöneliktir. O tanık ile sizin aranızdaki ilişkiye ilişkin ben bir şey söylememiştim; sizin girişiminiz, o ilişkinin ne ölçüde olduğunu zaten ortaya koymuştur. Teşekkür ederim, saygılar sunarım. (CHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Baykal, teşekkür ediyorum. II. – HÜKÜMET PROGRAMI (Devam) 1. – Başbakan Necmettin Erbakan tarafından kurulan Bakanlar Kurulu programının görüşülmesi (Devam) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Refah Partisi Grubu adına... Grup adına kim konuşacak efendim? OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) – Sayın Başkan, iki arkadaşımız... BAŞKAN – Ama, isimleri gelmedi efendim; kim?.. OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) – Sayın Başkan, Sayın Şeref Malkoç Bey ile Sayın Bülent Arınç konuşacaklar. KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, benim de bir önergem vardı; Sayın Baykal yaptığı konuşmada... BAŞKAN – Sayın Genç, önergenizi aldım efendim. Önergenizde, Sayın Baykal’ın zatı âlinize sataştığından ve rencide olduğunuzdan bilbahis, İçtüzüğün 69 uncu maddesine göre söz talebinde bulunuyorsunuz. Ben, Sayın Baykal’ın konuşmalarını takip ederken öyle bir hususu tespit edemediğim için -yanılmış olabilirim- zabıtları istettirdim; gelsin, inceleyeceğim. KAMER GENÇ (Tunceli) – Peki efendim. BAŞKAN – Refah Partisi Grubu adına, Sayın Malkoç; buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar) Sayın Malkoç, Grubunuzun süresi 1 saattir; yarı yarıya mı konuşacaksınız? ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) – Evet. BAŞKAN – Ben, 60 dakikalık süre veriyorum, 30 uncu dakikada süreyi durduracağım, sizin konuşma hakkınız bitmiş olacak, Sayın Arınç başlayacak. RP GRUBU ADINA ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi arasında kurulan Türkiye Cumhuriyetinin 54 üncü Hükümetinin Programı, 3 Temmuz 1996 tarihinde Meclisimizde okundu. Bu Program üzerinde Refah Partisi Grubunun görüşlerini Yüce Meclise arz etmek üzere huzurunuzda bulunmaktayım. Bu vesileyle, Yüce Meclisimizi ve yeni Hükümetin değerli üyelerini saygı ve hürmetlerimle selamlıyorum; televizyonları başında bizleri izleyen aziz milletime de saygılarımı sunuyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yeni Hükümetimizin başarılı olmasını, memlekete ve millete hayırlı hizmetlere vesile olmasını Cenabı Hak’tan niyaz ediyorum. Bu Mecliste, bugüne kadar birçok hükümet programı okundu ve görüşüldü; ancak, biz inanıyoruz ki, yeni Hükümetimizin Programı, sıradan bir hükümet programı değildir; tam tersine, milletimizin meselelerine isabetli teşhisler koyan ve sağlıklı çözüm yolları gösteren, bu niteliğiyle iz bırakacak ve tarihe geçecek bir hükümet programıdır. (RP sıralarından alkışlar) Bu Hükümet, her şeyden önce, yıllarca birbiri üstüne dağlar gibi yığılan ülke ve memleket meselelerini çözmek için kurulmuştur. Bu Hükümetin en önemli özelliği, halkın tarihi ve inancıyla mücadele eden değil, onu en iyi şekilde temsil eden bir hükümet olmasıdır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu Hükümet, 24 Aralık seçimlerinden sonra ortaya çıkan ve altı aydan beri devam eden kargaşa ve çözümsüzlüğe son vererek, 65 milyon ülke insanımıza ümit, sevinç, heyecan getiren bir hükümettir. Bu Hükümet, normal demokratik yollardan kurulduğu için, demokrasimizin bir zaferidir. Bu Hükümet, içeride ve dışarıda, birçok dedikodu ve önyargı engelini aşıp, halkın arzu ve iradesine dayalı olarak kurulmuş bir hükümettir. Böylece, bu Hükümet, Türkiye Büyük Millet Meclisinin göğsünde yazılı, Anayasanın temel ilkesi olan “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” prensibini gerçekleştirecek bir hükümettir. Bu Hükümet, demokrasinin vazgeçilmez kurallarından biri olan uzlaşmanın en güzel örneğidir. Biz inanıyoruz ki, bu uzlaşma, sadece 65 milyon insanımızın devletle, milletle kaynaşmasını sağlamakla kalmayacak; aynı zamanda, yeryüzündeki her türlü ihtilafı ortadan kaldırmada, huzur ve barışın sağlanmasında katkı sağlayacaktır. Bu Hükümet, Türkiye’nin sorunlarını bilen ve çözüm yollarını da bilen bir hükümettir. Kadroları da, Türkiye’nin sorunlarını ve çözüm yollarını bilmektedir. Bu Hükümette, Türkiye’nin sorunlarını başarıyla çözecek azim, heyecan, gayret ve irade mevcuttur. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 24 Aralık seçimlerinden sonra altı aylık hükümet krizi yaşandı. Halkımız, zaman zaman ümitsizliğe sürüklendi, ülkenin meselelerini çözecek bir hükümete kavuşmayı büyük bir umutla, heyecanla bekledi ve işte, halkımızın meselelerini çözecek olan hükümet, budur. Bu Hükümetin kurulmasından dolayı, bizler, büyük mutluluk ve heyecan duymaktayız. Aynı zamanda, milletimiz de, Hükümetin atacağı başarılı adımları ümitle, heyecanla ve merakla beklemektedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hal böyleyken, burada benden önce konuşan Cumhuriyet Halk Partisinin Sayın Genel Başkanı Deniz Baykal’ın konuşmasını hayretle dinledim. Hemen belirteyim ki, Hükümet Programı hakkındaki fikirlerini açıklamasından dolayı kendisine teşekkür ediyorum; ancak, biz arzu ederdik ki, Cumhuriyet Halk Partisinin Sayın Genel Başkanı, bu Hükümet Programı üzerinde konuşurken, kendi hizmet anlayışlarını ortaya koysun, meselelerin nasıl çözüleceği hakkında çözümleri takdim etsin; eğer teşhislerde mutabakata varmışsak, teşhislerde birliktelik sağlamışsak; bizim çözüm önerilerimizi uygun veya yeterli görmüyorsa, neleri nasıl çözeceğini, Hükümet Protokolünün hangi konularda yetersiz kaldığını ifade etsin -biz bunları arzu ederdik- yapıcı bir eleştiri yapsın. Ancak yapıcı bir eleştiriyle bu memlekete ve millete iyilik yapılabilir. Bu olgunlukla, yapıcı eleştirilerle meselelere yaklaşsın. Millet ancak bundan fayda görür. Aksi takdirde, sadece muhalefet için muhalefet yapmak, sadece bu kürsüden konuşmak, ne bir partiye fayda getirir ne de milletimize fayda getirir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; altı aylık kaostan memleketimizi kurtaran, milletimize ümit ve rahatlık getiren bu Hükümetin kurulmasından dolayı, Sayın Baykal’ın da herkes gibi sevinmesini arzu ederdik; çünkü, belirsiz bir ortamdan, kaosa giden bir ortamdan, inşallah, Türkiye’yi bu Hükümet kurtaracaktır. (RP sıralarından alkışlar) Halbuki, Sayın Baykal, partilerin birbirleri hakkında geçmişte söylediklerini burada takdim etti. Bunun, Cumhuriyet Halk Partisine de bir faydası yoktur, milletimize de bir faydası yoktur. Keşke, milletin hangi derdine, nasıl çözüm getireceğini burada açıklasaydı. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; artık, kısır çekişmeyi, siyasî kavgaları bir tarafa bırakalım; onbir milyon işsizimize nasıl iş bulacağımızı bu kürsüden konuşalım; çiftçimizi nasıl zenginleştireceğimizi, memurumuza nasıl daha güzel maaş vereceğimizi konuşalım. Siyasî partiler, farklı düşünce ve kanaatleriyle kamuoyunu etkilemek için kurulurlar; Siyasî Partiler Kanununun 1 inci maddesinde, siyasî partilere bu görev yüklenmiştir. Seçim zamanı, siyasî partiler bu görüşlerini ortaya koyabilirler; hatta, seçimden sonra da bunlardan bahsedebilirler. Ancak, milletin dertleri çözüm beklerken, siyasî partilerin sözcülerinin bu kürsüden birbirlerine sataşmaya hakları yoktur; çünkü, siyasî partilerin asıl görevi, bu millete ve memlekete hizmet etmektir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Doğru Yol Partisine, bu kısır çekişmeleri bir yana bırakarak, Koalisyonun kurulması için gösterdiği anlayış ve olgunluktan dolayı teşekkür ediyor, liderini, yöneticilerini ve Gruptaki bütün üyelerini kutluyorum. Hizmet vakti geldiğinde, partiler, aralarındaki çekişmeyi ve tartışmayı bir kenara bırakmalı ve halka hizmet yolunu aramalıdırlar. Aksi takdirde, Türkiye’deki sıkıntılar artar, hükümetleri de kurmak imkânsız hale gelir. Sayın Baykal bugün Hükümet Programı üzerinde konuşmak yerine başka konular üzerinde durmuştur; Hükümet Programı ile Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetleme görevlerini birbirine karıştırmıştır. Buradan, bize, bu Hükümetin, yolsuzluklarla ilgili soru önergeleriyle ilgisi var mıdır diye sordu; ben kendisine cevap veriyorum: Hayır; hiçbir ilgisi yoktur. (RP sıralarından alkışlar) Zira, Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetleme görevi, Anayasanın amir hükümlerinin teminatı altındadır ve bu konuda, hiç kimsenin endişe etmesine mahal yoktur. Şüphelendiğiniz bir şey varsa, Meclise getirirsiniz, hep beraber araştırırız, tartışırız ve bir karara varırız. Dünyanın her medenî ülkesinde hukuk teminatı vardır. Hukukun temel kuralı da, beraeti zimmet asıldır; yani, insanların suçsuzluğu ve masumiyeti asıldır; bir kimsenin suçu sabit olmadan, onu suçlamak yanlıştır, doğru değildir. Soruşturma komisyonlarındaki dosyaların kapatılacağı iddia edilmektedir. Kim iddia ediyor bunu; birkısım medya ve birkısım insanlar; bu doğru değildir. Meclis, bu konuda, gerekli görevini yapacaktır. Bu, tamamen asılsız ve gerçekdışı bir iddiadır. Hükümet Programında, bu denetim faaliyetlerinin nasıl yapılacağı çok açık ifadelerle yer almıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetim faaliyetleri, kişilerin şeref ve haysiyetlerini rencide etmeden, Anayasa ve hukuk kurallarına uygun olarak yapılacaktır. Yoksa, gelişigüzel, medyanın öncülüğünde yapılacak değildir; çünkü, Türkiye bir hukuk devletidir; neyin nasıl yapılacağı Anayasada ve diğer kanunlarda açıkça yazılmıştır. Bütün bunlar, Refah Partimiz tarafından, defalarca açıklandı, defalarca dile getirildi. Bile bile aynı iddiaların tekrar edilmesi, birkısım çevrelerin ve onların etkisindeki medyanın, bu Hükümetin kurulmasını engellemelerinden kaynaklanmaktadır. Onların arzusu, bu Hükümet kurulmasın; Hükümet kurulmasın, halkın meseleleri çözülmesin, sömürü düzenleri devam etsin, halk ıstırap çekmeye devam etsin; rantiyecilerin istediği budur. Ancak, bu Meclis, bu Yüce Meclis, rantiyecilerin sesine kulak vermeyecektir. (RP sıralarından alkışlar) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; benden sonra konuşacak diğer muhalefet partisi sözcülerinden bir ricam var: Bu kürsüye çıkıp “o, bunu dedi; bu, onu dedi” diyerek birtakım sözlerle bu kürsüyü meşgul etmektense, siyasî dedikoduları, kısır çekişmeleri buraya taşımaktansa, sizlere dağıtılan Hükümet Programının eksik tarafı var mıdır; onu ifade etmelerini istiyorum. Önerdiği çözümler yeterli midir, değil midir; hangi tedbirleri daha uygun görüyorlar, Hükümete neyi tavsiye ediyorlar; buradan, lütfen, bunları söylesinler; Hükümet de faydalansın, biz de faydalanalım, bütün Türkiye faydalansın. (RP sıralarından alkışlar) Biz, siyasî partilerin çözümler üzerinde tartışmasını ve memleketin kalkınması konusundaki hedeflerini bu kürsüden kamuoyuna sunmalarını arzu ediyor ve bekliyoruz. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi, Türkiye için hizmette yarışa, iyilik için hizmette yarışa davet ediyoruz. Böyle olduğu takdirde, Meclisimiz, gerçek kimliğine kavuşur, halkımız Meclisine hem güvenir hem de saygısını artırır. Biz Refah Partisi olarak, bundan önce altı ay muhalefetteydik; muhalefet süresince, Hükümete yapıcı ve yol gösterici uyarılarda bulunduk; çoğulcu demokrasiyi gerçekleştirmeye çalıştık; yapılan yanlışlıkları kavgayla, gürültüyle, sataşarak, tartışarak değil, hukukun üstünlüğü ve hukuka saygı ilkeleri çerçevesinde düzeltmeye çalıştık. Anayasa Mahkemesi, Refah Partisinin, Türkiye Büyük Millet Meclisini hukukî çizgide tutma mücadelesini kararlarıyla tescil etmiştir. Refah Partisi yapıcı muhalefetin nasıl olacağını herkese göstermiştir; bunun en açık örneği, bütçenin tümü üzerinde yapılan müzakerelerde, Grubumuz adına yapılan konuşmadır. Biz, sırf tenkit olsun diye konuşmadık, bütçenin meselelerini, Türkiye’nin meselelerini ortaya koyduk; getirilen bütçenin eksikliklerini gösterdik, teker teker anlattık, teknik konuların değerlendirmesini yaptık; çözüm yollarını, alternatifleriyle, rakam rakam, kalem kalem Yüce Meclise arz ettik. Bütçe açığının nasıl kapatılacağını, gelir dağılımındaki adaletsizliğin nasıl düzeltileceğini bu kürsülerden izah ettik. İşte, sorumlu muhalefet budur; muhalefetten de biz bunu bekliyoruz. (RP sıralarından alkışlar) Hiçbir konuşmamızda, hiç kimsenin şeref ve haysiyetine dokunmadık, şeref ve haysiyetini incitmedik; seviyeli, ciddî, vakur bir muhalefet örneği sergiledik. Meclisimizde, değerli muhalefet partilerinin temsilcilerinin de aynı olgunluğu ve aynı davranış biçimini göstereceğini bekliyoruz. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu altı aylık kısa muhalefet döneminde, diğer yasama çalışmalarının yanı sıra, asgarî ücretin vergi dışında bırakılmasına ilişkin kanun teklifimizle, işçilerimizi geçim sıkıntısından kurtarmak istedik. Eşel mobil sistemine geçerek, enflasyon altında ezilen memurumuzu korumak istedik. Peşin vergi ve hayat standardı düzenlemesini kaldırmak için, kanun teklifi vererek, esnaf ve sanatkârımızı haksız, tek taraflı muamelelerden kurtarmak istedik. Ziraat Bankasına olan faiz borçlarını kaldıran kanun teklifimizle, çiftçilerimizin rahat nefes almasını sağlamaya çalıştık. Köylerin kalkınması için, güzelleşmesi için köylere genel bütçeden pay ayrılmasına ilişkin kanun teklifini verdik. Bununla köylerimizin durumunun düzeltileceğine inanıyoruz. Bütün bu ve buna benzer teşebbüslerimiz, Refah Partimizin sorumlu muhalefet anlayışının en güzel örneğidir. Dileriz ki, bundan sonra muhalefet yapacak olanlar da bu güzel örneklerden kendilerine pay çıkarsınlar. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şu anda, biz, İktidar ortağıyız; nasıl muhalefette yapıcı olduysak, bu Hükümeti kurarken de, aynı şekilde, yapıcı ve uzlaşmacı olduk; çünkü, Türkiye’nin bugünkü durumu bunu gerektiriyordu. Biz, tüm partilere çağrıda bulunarak, gelin bir çözüm bulalım dedik. Sol görüşlü partiler muhalefette kalmayı arzu ettiler; saygıyla karşılıyoruz; çünkü, bu memlekete hizmette, iktidarda olmak kadar muhalefette olmak da şerefli bir görevdir. Hatta, sol partilerin muhalefette kalmayı tercih etmesi, bizi, ayrıca sevindirdi; çünkü, fakir fukara ve dar gelirliler için sosyaldemokratların veya demokratik solcuların yapacağı çalışmalarla, bu kesime hizmette yarış ederiz diye düşündük. Ancak, gördük ki, bizden önce konuşan Cumhuriyet Halk Partisinin Sayın Genel Başkanı, hizmette yarış yerine, fakir fukaranın dertlerine çözüm yerine, Türkiye’nin ihracatının nasıl artırılacağını izah yerine, Türkiye’de kaynak oluşumunun nasıl sağlanacağını izah yerine, geçmişte söylenenleri, tekrar, bu kürsüye getirmeyi tercih etti. Sol partiler geçen dönem rantçıların yanında oldular. Miting alanlarında, emekçilerden, fakir fukaradan yana olduklarını söyleyenler, bu Meclise gelince, rantçıların yanında olmayı tercih ettiler. Bu Hükümet Programına bakıldığında, bu Hükümet Programı dikkatlice okunduğunda; bu Hükümet Programı fakir fukaradan yanadır, bu Hükümet Programı dar gelirliden yanadır, bu Hükümet Programı köylüden yanadır, bu Hükümet Programı işsizden yanadır, bu Hükümet Programı ortadireği korumaktan yanadır, bu Hükümet Programı üretimi artırıp, Türkiye’yi büyütmek ve geliştirmekten yanadır. (RP sıralarından alkışlar) Şimdi, muhalefetteki partilere seslenmek istiyorum: Hadi bakalım, siz de bu insanlardan yanaysanız, kürsüye geldiğinizde, bu insanların dertlerini nasıl çözeceğinizi izah edin; biz de faydalanalım millet de faydalansın. Bu Hükümet Programında yapılan tekliflere ilave teklifleriniz varsa, onları dinlemek, bizi ayrıca memnun edecektir. Koalisyon konusundaki davetimize sol partilerce olumlu cevap verilmeyince, Yüce Mecliste bulunan diğer partilere teker teker davet çıkardık. 46 ruhunu temsil etmek için 4 partiye ayrı ayrı teklifte bulunduk. Doğru Yol Partisi, bu teklifimize olumlu cevap verdi. İnşallah Büyük Birlik Partisi de bu koalisyona katılacaktır. Anavatan Partisinin sayın yöneticileri olumlu cevap vermediler; ama, önemli değil, kendilerini yine davet ediyoruz, vakit geçmiş değildir. İşte, şu anda Programını müzakere ettiğimiz bu Hükümet, bu fedakârlığın ve olgunluğun sonucu kurulmuştur. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu Hükümetin kurulmasını engellemek veya en azından zorlaştırmak için, birkısım medya ve bazı iş çevreleri, çeşitli isnat ve iftiralarda bulundular, basına sansür koyacağımızı iddia ettiler. Halbuki, Hükümet Programında, basının meselelerinin nasıl çözüme kavuşturulacağı ve bunların basın kuruluşlarıyla birlikte yapılacak görüşmelerin sonucunda nasıl çözüleceği çok açık olarak ifade edilmiştir. Hükümet Programında, vatandaşlarımızın haber alma, bilgi edinme hürriyetlerini en geniş şekilde kullanmalarını sağlayacak yasal düzenlemelerin yapılacağı ifade edilmiştir. Ayrıca, bu programda, Hükümetimizin, haberleşme hak ve hürriyetini çağdaş dünyanın gelişmelerine uygun boyutlara ulaştırmak için, altyapıyı ve teknik hizmetleri hazırlayacağı ifade edilmektedir. Hepsinden önemlisi, Anadolu basınını destekleyeceği bu programda yer almıştır. Bu mudur basına sansür koyma? Basının teknik imkânlarını artırmak mıdır basına sansür koyma? Bu düzenlemeler yapılırken, herkesin kişilik haklarının, bütün medenî ülkelerde olduğu gibi korunacağı açıkça ifade edilince, bazı kimseler, bunu, basına sansür koyma olarak değerlendirdiler. Kişiliklere, şeref ve haysiyetlere tecavüz etmeyi, basında, yargısız infazı itiyat haline getirenler, bunu, sansür olarak nitelendirdiler. Normaldir; onlar, kanunsuzluk ve hukuksuzluk istiyor. Ancak, şunu iyi bilsinler, anlasınlar ki, bu millet, onların sözlerine aldanmayacaktır. Basının gerçek görevlerinden haberdar olan ve mesleğe ömrünü vermiş gerçek medya mensuplarının, en az bizim kadar, medyanın bu tutumundan rahatsız olduklarını bilmekteyiz. Bu birkısım medyanın bir eli devletin kasasında, diğer eli devletin direksiyonundadır. Ancak, bu Meclis, yeni türeyen bu medya sektörünü hukukun çizgisine inşallah çekecektir. Bu sektör, her gün kendi menfaatları doğrultusunda bir hükümet kurup, bir hükümet yıkmayı meslek edinmiştir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bunların arasında, yeni Hükümetimizin başarılı olmasını tehlikeli olarak algılayanlar vardır. Bakın, bir gazete kupürü ve burada -bu, bazı işadamları tarafından söylenmiş ve basın tarafından da dile getirilmiştir- “Refah’ın kadrolaşmasından çok, başarısından korkuyoruz” denilmektedir. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Yani, bunların niyetine göre, millet ıstırap çekecek, geçim sıkıntısıyla inim inim inleyecek; bunlar sevinecektir; şayet, Hükümet başarılı olursa, milletin dertlerine çare bulursa, bunlar, üzülecektir. Bu, ne biçim devlet anlayışı; bu, ne biçim basın ahlakı; bu, nasıl vatanseverlik?.. Bu Hükümetin başarısından, bırakın Türkiye’nin düşmanları üzülsün, Türkiye’yi sevmeyenler üzülsün. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Refah Partisi, yasama, yürütme ve yargıdan sonra, basının rolünü samimiyetle bilmektedir. Sağlıklı bir şekilde işleyen demokrasinin en güzel müesseselerinden biri de basındır. Türkiye’de, azınlıkta da olsa, bu nitelikte, basın ahlak kurallarına riayet etmeyen basın mensupları vardır; ancak, biz inanıyoruz ki, yine medya, kendi içerisinde oluşturacağı denetim sistemiyle, hukukun dışına çıkan diğer medyayı ve basın mensuplarını, hem basın ahlak yasaları ilkesi dairesine çekecek hem de hukukun üstünlüğü ilkesine çekecektir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerimi bağlıyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi, bugün, burada, sadece 54 üncü Cumhuriyet Hükümetinin Programını değil, sosyal, siyasî ve kültürel tarihimizde yeni bir dönemin başlangıcını konuşmaktadır. İnşallah, Türkiye, bu Hükümetle birlikte, 21 inci Yüzyıla damgasını vuracak, yeni dünyanın öncüsü olacaktır. (RP sıralarından alkışlar) Yaşadığımız son 10 yılda, dünyanın, âdeta yeniden şekillendiği; bu şekillenişle, dünya uluslarının, kendi tarihî ve millî varlıklarına dayanmak suretiyle, başdöndürücü bir rekabet içerisinde olduğu görülmüştür. İnşallah, bu Hükümetle, milletimiz, tarihi, kültürel coğrafyası ve inançlarıyla, milletlerarası mücadelede en güzel yerini alacaktır. Değerli milletvekilleri, bugün millet adına oturduğumuz bu sıralardan, birçok değerli politikacılar, siyasetçiler geldi geçti; şu anda üzerinde tartıştığımız ülke meseleleri de, bu kürsüde defalarca konuşuldu ve tartışıldı. BAŞKAN – Sayın Malkoç, sözünüzü kesmek istemiyorum; ama, 30 dakikayı geçtiniz efendim. ŞEREF MALKOÇ (Devamla) – Peki efendim, toparlıyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Meclisimizin değerlendirmesini yapmakta olduğu bu Hükümet Programı, temel insan haklarına saygılı, herkesi eşit haklara taşıyacak, birbirini kardeş sayan, sömürüyü kaldıran, üretimi artıran, refahı tabana yayan, ciddî çözümler getiren, devlet ve millet kaynaşmasını sağlayacak, şahsiyetli dış politikayı uygulayacak esaslara sahiptir; Hükümetimizin, bu Programı titizlikle uygulayacağından şüphemiz yoktur. Yüce Meclise Grubumuz adına saygılarımızı sunarken, Hükümete güvenoyu vereceğimizi arz eder, televizyonları başında bizleri izleyen aziz milletimi muhabbetle selamlarım. Saygılarımla. (RP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Malkoç, teşekkür ediyorum. Refah Partisi Grubu adına, ikinci konuşmacı olarak Sayın Arınç; buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar) RP GRUBU ADINA BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Refah Partisi Grubu adına ve şahsım adına, hepinizi hürmetle selamlıyorum. Hükümet Programını müzakere ediyoruz; bu sebeple, öncelikle, Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi ortaklığında kurulan 54 üncü Cumhuriyet Hükümetinin hayırlı olmasını diliyorum. Yine sözlerimin başında, Sayın Başbakan ve Başbakan Yardımcımızı ve Hükümette görev alan değerli üyeleri, görevlerinden dolayı, tebrik ediyor; milletimiz ve memleketimiz için yapacakları hayırlı hizmetlerde, Cenabı Hak’tan başarılar diliyorum. Sayın milletvekilleri, Sayın Baykal da bir nebze temas ettiler, bugün, yine, hepimizi üzüntüye gark eden bir haberle karşılaştık; Erzincan-Kemah İlçemizde, kahraman askerimize yönelik bir tecavüz hadisesi, daha Tunceli’nin acısı soğumadan, yine, hepimizi derin üzüntülere gark etti. Bu olayda vefat eden kahraman askerlerimize, Cenabı Hak’tan rahmet diliyorum; milletimize başsağlığı diliyorum ve bir an evvel, terör ve anarşiden kurtulmuş, huzur içerisinde bir Türkiye’ye kavuşmamız dileğini, Cenabı Hak’tan dua ve niyaz ediyorum. Değerli arkadaşlarım, Hükümet Programını müzakere ediyoruz. Hükümet programları, en önemli belgelerden birisidir; dolayısıyla, bu program üzerinde yapılacak konuşmaların da, elbette, yerli yerince, ülkemizin meselelerine çözüm getirecek bir seviyede olması gerekir. Hepiniz biliyorsunuz ki, Refah Partisi bu konuda, diğer bütün siyasî partilerimiz gibi, her zaman, ciddî müzakereler yapmış; belgelerle, şemalarla, grafiklerle, tablolarla hem Türkiyemizin meselelerini tespit etmiş hem bunlara çözüm getirmeye gayret etmiş hem hükümetleri ikaz etmiştir ; bu, hepimiz için bir kardeşlik vazifesidir, Türk Milletine yapılacak en önemli hizmetlerden, görevlerden bir tanesidir. Bugün, Refah Partisi, Hükümetin ortağı olarak, iktidar sandalyesinde oturuyor ve kendi programıyla huzurlarınıza geliyor. Dolayısıyla, Sayın Baykal’ı dinledik, diğer grupların da değerli konuşmacılarının, Türkiye’nin içerisinde bulunduğu bu şartlar karşısında, kısır politik çekişmeler, polemikler yerine, çok hayırlı teşhislerde, tespitlerde, çözümlerde bulunacaklarını ümit ediyoruz. Elbette tenkitler yapılacaktır; elbette partilerin, hem çalışmaları hem programları hem muhalefetteyken söyledikleri, bugün söyleyemedikleri sözlerden dolayı kendileri ikaz edilecektir. Ancak, bu hükümetin de her hükümet gibi, yeni bir ümit ve heyecan olduğunu, milletimiz tarafından böyle karşılandığını biliyoruz. Dolayısıyla, ben, yapılacak bütün konuşmalarda, milletin, bugün, meselelerine çare aradığı bir günde, sahiplenecek insanları aradığı bir günde, kaos içerisinde kalmaktan korktuğu bir günde, bu çalışmaların verimli olmasını ümit ediyor, bütün arkadaşlarıma şimdiden teşekkür ediyorum. Değerli milletvekilleri, belki tekrar olacak; ancak, kısaca temas etmek istiyorum. Öncelikle, kurulan koalisyon, Türkiye’de en çok üyeye sahip, en çok oy almış iki partinin birlikteliğidir; Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi, uzun müzakerelerden, görüşmelerden sonra bir hükümet ortaya koymuşlardır. Dolayısıyla, diğer partilerimizin de, kendi aralarında kurabilecekleri bir hükümet modeli olabilir; ancak, bu da çoğunluğa dayanan, halkımızın arzu ettiği ve bir araya gelinerek çözüm aranan ve bunun tespitiyle ortaya çıkmış bir hükümet modelidir; dolayısıyla meşruiyeti vardır, halk tabanında kıymeti ve değeri vardır, Parlamentoda yeterli çoğunluğu vardır. Ancak, bu noktaya nasıl geldiğimizi, birkaç cümleyle, kronolojik bir sıra içerisinde takdim etmek istiyorum: 24 Aralık seçimleri, Parlamentoda, hiçbir partiye, tek başına iktidar vermemiştir. Refah Partisi, 6 milyondan fazla oyla birinci parti olmuş; ikinci parti, aldığı oy, çıkardığı milletvekili sayısı bakımından tartışmalı kalmış; diğer partilerimizin de, bildiğiniz sayıda milletvekilleri olmuştur ve böylece, partilerin, birisinin, ikisinin, üçünün bir araya gelerek kurabileceği koalisyon modeline ihtiyaç olmuştur. Amerika’yı yeniden keşfetmiyoruz. Türkiye, koalisyonla da ilk defa karşı karşıya gelmiyor. 1960’dan sonra, 1961’den 1965’e kadar, 1970’li yıllardan sonra da koalisyon hükümetleri olmuştur ve işte geçtiğimiz dönemlerde de, şu anda yeni Hükümetin hemen arkasında yer alan hükümetler de koalisyon olarak karşımıza gelmiştir. Ancak, ne var ki, Refah Partili bir hükümetin koalisyon olarak dahi Mecliste iktidar olması, maalesef, hazımsızlıkla karşılanmıştır; kıskançlık krizine tutulanlar olmuştur. (RP sıralarından alkışlar) Daha 24 Aralık akşamından bu yana, daha 24 Aralık akşamından başlayarak, maalesef, çok satan gazetelerimizin kerliferli köşe yazarları, çok izlenen televizyonlarımızın çok değerli yorumcuları ve maalesef, birkısım siyasî partilerimizin önde gelen liderleri veya lider seviyesindeki yöneticileri şunları tekrar etmişlerdir: “Her parti iktidara gelebilir; ama Refah asla!.. Her partinin genel başkanı Başbakan olabilir; ama Erbakan asla!.. Evet, birinci olmuşlardır; ama, kesinlikle Refah dışında bir hükümet kurulmalıdır; Refah, siyaset ve Hükümet dışı kalmalıdır...” Bunları hepimiz dinledik; çoğumuzun da yüzü kızararak dinledik. Mademki, Türkiye’de demokrasi var; mademki, sadece Millet Meclisinde değil, ta 6 yaşındaki çocuklarımızın, ta okullardan okuyarak başladığı ve bildiği şekliyle, egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir; hatta bunun bayramını dahi yapıyoruz, millet sandığa giderek kararını vermiş, reyini vermişse, bu yorumların, bu sözlerin kıymeti var mıdır?.. Eğer, sandık olacaksa; eğer, seçim olacaksa, parlamento olacaksa, sandıkta ANAP’a verilen oylar oydur da, Refah Partisine verilen oylar nedir, değerli arkadaşlarım?.. (RP sıralarından alkışlar) Eğer, demokrasi varsa ve bu demokraside, millet kararını veriyorsa, CHP’ye, DSP’ye, DYP’ye verilen oylar oydur da, Refah Partisine çıkan oylar ağaç yaprağı mıdır?.. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Demokrasiyi, böylesine, sadece kendisi için kabul edenler, hakları, sadece, kendileri için varmış gibi düşünenler, maalesef, Türkiye’de görüldü ve yedi ay, bu sakim ve yanlış düşüncenin eseri olarak, Türkiye için boşa giden günler oldu, kayıp oldu. Eğer, egemenlik milletinse, millet kararını vermişse, bu sözleri söyleyenlere soruyorum: Siz, milletten daha mı üstünsünüz, siz, milletten daha mı akıllısınız?.. (RP sıralarından alkışlar) Siz, yoksa, kendinizi efendi, Refah Partisine oy verenleri köle olarak mı görüyorsunuz!.. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Değerli arkadaşlarım, bu düşünceler ne kadar yanlıştır, bir tek cümleyle söylemek istiyorum: Böyle bir demokrasi anlayışına, değil Türkiye’de, değil dünya ülkeleri içerisinde, bir Hotanto kabilesinde bile rastlayamazsınız. Evet, bütün programlarını, stratejilerini buna göre yaptılar: Herkes hükümet olabilir; ama, Refah asla; herkes sandıktan çıkabilir; ama, Refah asla... Değerli arkadaşlarım, bu arada, konuşulanlar konusunda -hâlâ, belki, içimizde bu arkadaşlarımızın da bulunduğunu ifade ederek söylüyorum- bir yanlışlık yapılmıştır; biz, Türkiye’nin, ulusal bir partisiyiz; biz, Türkiye’de sivil bir partiyiz; biz, Türkiye’de, gücünü halktan ve Hak’tan alan bir partiyiz (RP sıralarından alkışlar) ve biz, Türkiye’ye, Jüpiter gezegeninden gelmedik; biz, Türkiye’de otuz yıldan beri siyaset yapan, dürüst ve inançlı kadroların ortaya koyduğu, hemen hemen bütün partiler içerisinde bunu ispatlamış bir büyük partiyiz. Buna karşı durmak ve bu yanlışlıklarla bugüne kadar gelip, bu hükümet modellerinin dışında Türkiye’ye vakit kaybettirmek, hiç kimsenin hayrına olmamıştır. Değerli arkadaşlarım, bunun için, Refah Partisi olarak hükümet kurmaya çalıştık. ANAP ile kurmaya çalıştık, olmadı; daha sonra, Doğru Yol Partisi ve ANAP Hükümeti kuruldu, üç ay içerisinde, dünyada bir eşi ve benzeri olmayan bir Hükümet modeli olarak ortaya çıktı; muhalefeti kendi içinde bir iktidar ve böylece, Guinness Rekorlar Kitabına girebilecek bir hükümet modeli, üç ay boyunca, Türkiye’yi, maalesef, meselelerini daha da büyüterek karşımıza getirdi. Şimdi, yeni bir hükümet kurulurken, Refah Partisi, bütün partilere eşit uzaklıkta ve yakınlıkta; “geliniz -millet, 24 Aralıkta kararını vermiştir- bir araya gelelim, bir icraat hükümeti kuralım. Milletimiz, enflasyondan şikâyet ediyor, işsizlikten şikâyet ediyor, yatırımsızlıktan şikâyet ediyor, açlıktan şikâyet ediyor, çöp tenekelerinden gıdasını topluyor, bir araya gelelim hükümet kuralım” demiştir ve bütün partilerle bu birlikteliği sağlamaya çalışmıştır. Refah Partisine niçin karşı olduklarını, biraz evvel değerli arkadaşım bir gazete haberinden yola çıkarak ortaya koydu; evet, Refah Partisinin başarılı olmasından korkmuşlardır. Refah Partisinin başarılı olmasından, acaba niçin korkuluyor; bugüne kadar gelen yönetimlerin başarısız oldukları tescil edilecek diye mi?.. (RP sıralarından alkışlar) Yoksa, Refah Partili bir hükümetin, devletle milleti kaynaştırarak, bu milletin yıllardan beri çektiği sıkıntı ve ıstıraplara neşter vuracak, onları çözecek güçte olduğunu bildikleri için mi?.. Refah Partisinin başarılı olması, elbette Türkiye’nin hayrınadır, 60 milyon insanımızın hayrınadır, hepimizin hayrınadır... Bir siyasî partinin, hükümette başarılı olması bazılarını niçin rahatsız ediyor, bunu anlamak mümkün değildir. (DSP sıralarından “Refah mı?!” sesleri) Değerli arkadaşlarım -rahatsız olanlar bana birkaç cümleyle sataşma lüzümunu hissediyorlar- evet, bu Hükümet, bu parti, bu partiler, Türkiyemizi iktidarsız bırakmamış ve çok şükür, bugün, Türkiye’de çoğunluğa dayanan bir Hükümet karşımızda durmaktadır. Değerli arkadaşlarım, Refah Partisine sadece bu tenkitler yöneltilmedi. Biz, bunlara karşı bağışıklıyız. Biz, Refah Partisine söylenilen, yapılan her şeyi yıllardan beri biliyor ve karşılıyoruz; ama, millet kararını vermiştir, millet Refah Partisini karalamaya çalışanların yüzlerindeki karaları görmüştür. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) O bakımdan, biz, bunlara her zaman göğüs gerdik ve geriyoruz. İşte, bizim siyasî mücadelemiz -kadınıyla erkeğiyle, genciyle ihtiyarıyla- sadece bir fikir ve inanç partisi olarak çalışmak, doğruları, iyileri, güzelleri hâkim kılmaktır; günübirlik politika yapmadık ve yapmayacağız. Bu milletin, yeniden -tarihte olduğu gibi- büyük bir medeniyet kurması için her zaman çalıştık, her zaman çalışacağız. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Değerli arkadaşlarım, Refah Partisine yöneltilen bu haksız suçlamalar, evet eskiden de yapıldı, bugün de yapılıyor; ama, bunun rüzgârından Doğru Yol Partisine de düştü. Eğer, Doğru Yol Partisi, ANAP’la hükümet kursaydı ve kurdu; ne kadar büyük bir destek vardı; çok satan gazetelerimiz o hükümet modelini ne kadar beğeniyorlardı; işadamlarımız, yurtiçinde, yurtdışındaki birtakım mihraklar “aman ne kadar güzel oldu, zaten millet de bunu istiyordu” diye yazmadılar mı... Doğru Yol Partisi, bugün, Sayın Ecevit’le, yani Demokratik Sol Partiyle, Sayın Baykal’la, yani CHP ile -bir başka partiyle- hükümet kursa, kimbilir ne kadar göklere çıkarılacak, Sayın Lideri hakkında bugün ifade edilen sözlerin, kimbilir o gün kaç tanesi konuşulacak... Bugün ortaya çıkan anlam şudur: Refah Partisiyle hükümet kurmaya cesaret eden bir partiye, bu tenkitlerden de epeyce düşmektedir. O bakımdan, Refah Partisi, bu hükümeti kurarken, ne kadar başarılı olmuşsa, Refah Partisiyle hükümet kurarak, milletin iradesini, inancını bu hükümet modeliyle ortaya koyan Doğru Yol Partisi de aynı şekilde takdire ve tebrike layıktır. (RP ve DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) AHMET PİRİŞTİNA (İzmir) – Hani, Doğru Yol Partisi nerede? BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, o yüzden, lideriyle, kadrosuyla, milletvekilleriyle, teşkilatıyla, siyasî tarihimizde çok önemli görevler üstlenmiş olan Doğru Yol Partisinin Sayın Liderini ve bütün kadrolarını huzurlarınızda tebrik ediyorum. (RP ve DYP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım, artık siyasî terbiyemiz o noktaya gelmelidir ki, millet iradesi karşısında, kıskançlık ve hazımsızlık nöbetleri geçirmektense, doğruları yapmaya, doğrularda birleşmeye ve kim hayır işliyorsa ona yardımcı olmaya mecbur olduğumuzu, yeniden bilmeli ve öğrenmeliyiz. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Biz, Türkiye’de yasal bir partiyiz, legal bir kuruluşuz ve siyasî meşruiyetimizi kimseyle tartışmayız, kimsenin de bunun aksini iddia etmesine müsaade etmeyiz. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Evet, yeni bir dönem başlıyor, (A) partisi gidip, (B) partisi gelmiyor; Refah Partili bir Hükümet geliyor. Sıkıntıların, hazımsızlıkların kaynağında bu varsa, ne yapalım, korkunun ecele faydası yok, olan olmuştur ve Refah Partili bir Hükümet kurulmuştur. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Değerli arkadaşlarım, bu Hükümetin kurulması hem hukukî, hem siyasî açıdan bir büyük başarıdır. Birincisi; hukukî açıdan bir başarıdır; çünkü, Türk siyasî tarihinde ilk defa bir hükümet, yargı kararıyla, güvenoyu almadığı için istifa etmek zorunda kalmıştır. İstifa eden bir hükümetin, yerine bugün, çoğunluğa dayanan bir Hükümet kurulmuştur. Elbette, burada Anayasa Mahkemesinin tarafsız ve adil tutumunu da zikretmek istiyorum. İkincisi; bu Hükümet siyasî bir başarıya kavuşmuştur. Bunca menfî, karşıt, bozguncu çalışmalara rağmen, bu netice elde edilmiştir. Türkiye’deki bu Hükümet karşıtları -herhalde yeterli güce sahip olmadıklarını gördükleri için-Fransa’da Chirac’tan, İsrail’de Weizman’dan, Avrupa Birliğinde dönem başkanından da medet istemek zorunda kalmışlardır. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Türkiye’de hükümetleri, artık, gazeteler kuramıyor. Türkiye’de hükümetleri, artık, -pek çoğunu tenzih ederek söylüyorum- iş çevreleri kurmuyor. Artık, Türkiye’de cumhuriyet hükümetlerini Weizmanlar, Chiraclar ve emsalleri kurmuyor. İşte, böyle bir Hükümet, milletin gönlünde, milletin iradesinde ortaya çıkmış bir Hükümet olarak, millî bir Hükümet olarak karşınızda duruyor; bu bakımdan ayrıca tebrike şayandır ve bu sebeple, bu kurulan hükümet, kamuoyunda yeni bir ümit ve heyecan meydana getirmiştir; toplumun her kesiminden büyük bir destek gelmiştir; devlete şahsiyet, millete güven gelmiştir; sıradan bir hükümet değil, beklenen, özlenen bir değişim hükümeti kurulmuştur... Değerli arkadaşlarım, biz, koalisyon hükümetini kurarken, seviyeli bir çalışma yaptık. Sayın Genel Başkanımız, sorumlu bir devlet adamı gibi, bu sorumluluğu yerine getiren bir Genel Başkan olarak, elbette bütün siyasî parti liderlerine, Türkiye’de bir icracı hükümet kurulmasını, bütün meselelerimizin gittikçe büyüdüğünü ve çoğaldığını, bir an evvel, bu meselelere el atmamız gerektiğini ifade etti. DSP ve CHP’nin muhalefette kalmak arzuları karşısında, diğer dört partiyle müşterek bir hükümet kurulabileceğini ifade etti; ne yazıktır ki, diğer siyasî partiler -kendi açılarından haklı olabilirler; buna da bir şey demiyorum- hükümete yanaşmadılar ve Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi hükümet kurdu. Şimdi, bakınız, 24 Aralıktan sonra, Refah Partisine karşı yöneltilen, bizce, haksız ve yanlış tutumlar, şimdi, bu hükümetin kurulduğu belli olduktan sonra, bir başka şekilde yine tezahür etti; tren kalktıktan sonra, Bor’un pazarı da geçtikten sonra, atı alan da Üsküdar’ı atladıktan sonra, Refah Partisiyle hükümet kurmayı düşünmeyen, hatta, tepeden bakan “bir dönüp, dolaşıp, gelin bakalım; ondan sonra da kaldığımız yerden başlarız” diye caka satanlar (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) yeni hükümet kurulduğunun akşamı “aman efendim, niye, acele ettiniz; halbuki biz, delegelerimizi toplayacaktık, bir araya gelecektik, milletin beklediği hükümeti de kuracaktık; hatta, Sayın Baykal ve Ecevit’i dahi razı edip, cenaze törenlerinde bile bir araya gelmeyenleri de yanımıza alacaktık (RP sıralarından alkışlar [!]) ve böylece bir hükümet kuracaktık; niye acele ettiniz” diye, basında, televizyonda bir telaş... Böyle bir hükümet kurulabilirmiş; niye kurmadınız?!. Böyle bir hükümeti kuranlar, niye, kurdukları Hükümeti yaşatamadılar?!. Türkiye’de hükümet etmek elbette ciddî bir iştir. Bu ciddiyeti, bu Hükümette göreceğiz; böyle ümit ediyor, böylesini Cenabı Hak’tan niyaz ediyorum. (RP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım, biraz evvel Sayın Baykal da ifade ettiler; daha üç-beş gün evveline kadar “biz 124 sosyal demokrat olarak” diye söylüyordu, şimdi numaratör değişti, 123 oldu. 123 sosyal demokrat pazartesi gününden itibaren bir araya geleceklermiş, ANAP’la ve belki de DYP’den ayrılmayı düşünen birkaç kişiyle birlikte hükümet kuracaklarmış! Bu hükümet, kendi sözleriyle kendini tekzip ediyor, bir çoğunluk hükümeti de olmayacaktır. Zaten şu kurulan Hükümetin başka ciddî bir alternatifi de yoktur. Bütün olmazlar denenmiş ve bu Hükümet ondan sonra kurulmuştur. “Bu Hükümet olmasın da ne olursa olsun” mantığıyla yola çıkarsanız, böyle bir yamalı bohçanın Türkiye’de icraat yapması da mümkün değildir, halkın desteğini alması da mümkün değildir. Sırf Refah karşıtlığıyla “onlar kurmazsa biz böylesini kurarız” demenin, Türkiye meselelerine karşı gayri ciddî bakmanın bir neticesidir. (RP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım, 123 tane aslan sosyal demokrat bir araya gelecekler ve ANAP’la birleşecekler, Anasol hükümetini kuracaklar, bu hükümet de Türkiye’de iş yapacak! Millet bizi dinliyor, seyrediyor; hep beraberiz, bunun hakkındaki kararı da birlikte vereceğiz. Bakınız, Sayın Baykal, benim bugüne kadar dinlediğim en mülayim konuşmasını yaptı. Halbuki, siz onu hep hırçın ve kavgalı bir insan olarak bilirsiniz; kürsüye çıktığı zaman, önünde kimseyi görmeden bağıran çağıran, haşlayan bir insan olarak biliyordunuz. Bugün, konuşmasının son dakikalarına kadar, hepimizi de hayrete düşüren bir yumuşaklık içerisinde konuştu, çok da önemli sorular sordu ve biz de bunların cevaplarını vermek için buraya geldik; ama, bir yanlış yapıyor. Sayın Baykal bilir ki, 1974’te kurulan Cumhuriyet Halk Partisi ve Millî Selamet Partisi Hükümetinin mimarlarından birisi kendisidir. (RP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım, bu Hükümette Maliye Bakanlığı yapmıştır ve Refah Partisinin, eğer millî görüş çizgisinde bir geçmişi olan Millî Selamet Partisiyle Hükümet kurmayı candan istemiş ve o Hükümette de Bakanlık yapmışsa, bizi en yakından tanıyacak olan insan kendisidir. (DSP sıralarından “doğru” sesleri) Sözlerinin sonunda, Refah Partisi hakkında hâlâ kuşkularının olduğunu dile getirmesi, kendisini yalancı çıkarır; bir ve “Milli Selamet Partisiyle hükümet kurarken ne kadar da büyük bir tarihi yanılgı içindeymişiz” sözü de kendisini yalancı çıkarır; iki. (RP sıralarından alkışlar) AHMET İYİMAYA (Amasya) – O sözleri Sayın Ecevit söylemişti. BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Elbette, Sayın Ecevit söylemişti; ama, sağ tarafında da Sayın Baykal duruyordu. Böyle bir dönemden gelerek bugünleri konuşuyoruz. Biz, programı açık olan, protokolü açık olan bir siyasî partiyiz. Bizim referansımız şu Çalışma Programı ve şu Hükümet Protokolüdür; bunun dışında hiçbir referans, Refah Partisi adına değildir. Onun bunun söyledikleriyle, filan falan yazarın yazdıklarıyla, filan televizyondaki falancanın yorumuyla eğer bir parti hakkında hüküm verecekseniz, biz, sizi şimdiden mahkûm ederiz; çünkü, sizler hakkında söylenilen çok şeyler var, sizler hakkında endişeyle beklenen çok şeyler var. Biz, Türkiye’de, millet iradesinin tecelli ettiği bir Mecliste, birbirimiz hakkında her zaman doğruları söyleyecek ve bu kanaatlere sahip olduğumuzu ifade edeceğiz. Değerli arkadaşlarım, bu Hükümet, Parlamentonun, çoğunluğa ve istikrara dayalı olarak çıkarabileceği son imkân olarak görünmektedir. Bakınız, 45 günün dolmasına bugünden itibaren sanıyorum 12-13 gün kaldı. Bu Hükümet kurulmasaydı, bunun dışında bir hükümet kurulması ciddî olarak müzakere edilmediğine göre, Türkiye, Sayın Cumhurbaşkanı tarafından seçime götürülecekti. Bu seçimden biz korkmayız; biz, her seçime göğsünü gere gere giden, Anadolu’yu karış karış dolaşan, bu işin mücadelesini verirken en büyük zevki alan insanlarız. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Elbette, siz biliyorsunuz ki, Refah Partisi, daha 24 Aralıkta yüzde 22 olan oyunu, 2 Haziranda yüzde 35 katlamış bir partidir ve hem de teke tek değil, 3 partinin, 4 partinin, hatta Sıvas’ta olduğu gibi 5 partinin karşısında yüzde 50’ye yakın oyla belediye başkanlığını kazanmıştır. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) O yüzden, seçimi asıl siz düşünün; ama, Türkiye’de Anayasanın yazdığına göre beş yılda bir seçim yapmamız gerekiyor; çok acil şartlar ortaya çıkmadan, bir oyun oynar gibi her gün seçimden bahsedebilir miyiz?.. Trilyonlara mal olan bir seçim kampanyasının, devlet açısından, bugün Türkiye’ye yükleyeceği yükleri kim kaldırabilir ve böyle bir seçim, Türkiye’de, bu tabloyu ne kadar etkiliyebilir?.. Zaten gittikçe bozulan ekonominin daha da bozulmasına yol açmaz mı; Türkiye’deki kaosu daha da büyütmez mi... Böyle bir ihtimal karşısında biz sorumluluğumuzu biliyoruz. Millet, 24 Aralıkta kararını verdi, yedi ay sonra, seçim demenin mantığını kim bulabilir?.. Refah Partisinin dışında, hanginiz, millete giderek “biz, şunun için sizden tekrar oy istiyoruz” diyebilirsiniz; ne yaptınız da tekrar oy isteyeceksiniz... Yedi aydan beri bu Meclisi kilitliyen, kurdukları Hükümetlerde başarısız olan insanların “yeniden seçime gidelim” demesinin hangi aklî ve mantıkî dayanağı bulunabilir... Seçim elbette olur ve o zaman da milletin karşısında, ben senin için şunları yaptım, bunu istedim, şunu arzu ettim diyecek insanların, herhalde, sandıklarda başarılı olduğunu göreceğiz. Bu Hükümet, bu modeller içerisinde, elbette doğru olanı, elbette millet için öncelikli olanı, acil olanı yerine getirecek ve bunun için, elbette, en güzel şekliyle çalışacaktır. Değerli arkadaşlarım, sürem bitiyor. Bu Hükümetin, Programına ve Protokolüne aldığı en önemli özelliklerden birisi, uyum ve istikrardır. Ahenk içerinde çalışmak, yapılacak hizmetler için, mutlaka, en önemli sebeptir. Refah Partisi hakkında Doğru Yol Partisi Lideri şunları, şunları, şunları söyledi... Doğrudur, toplasanız belki, 60 sayfalık bir kitap tutabilir. Biz de, belki, Sayın Doğru Yol Partisi Lideri hakkında, o parti hakkında çok şeyler söyledik, 60 sayfa tutmaz; ama, 1 sayfa tutabilir. DYP hakkında DSP’nin, DSP hakkında CHP’nin, ANAP hakkında bir başkasının söyledikleri sayfalar tutabilir; biz, bunları, burada tekrar etmek için mi varız?.. Biz, bu konuşmaları birbirimize hatırlatarak, sen onu söyledin, ben bunu yaptım diye, birbirimizi tenkit etmek için mi varız?.. Siyasî partiler dernek değil; siyasî partiler mühendisler odası değil; siyasî partiler vakıf değil... Siyasî partiler, aynı, ortak siyasî düşünceye sahip olan insanların, iktidarı kazanmak için kurdukları bir örgüttür ve her siyasî parti, kendi fikrinin propagandasını yaparken, rakip siyasî partinin yanlışlarını ve temeldeki çözümsüzlüklerini de göstermek zorundadır. Bunu ifade ederken söylediği cümleler bazen maksadını aşabilir, bazen yerine oturabilir, hatta, her zaman savunulacak bir noktada da olabilir; ama, eğer, uzlaşma sanatı siyasetse; ama, millet, bizden hizmet bekliyorsa; millet, hükümetsizlikten kurtulmak, sahipsizlikten kurtulmak istiyorsa, bu sözleri tekrarlayarak vakit geçirmek yerine, gelin, masa başında oturalım, bu ülke için ne yapacağız onu konuşalım, onu tartışalım demek, en doğrusudur. Yoksa, dedikodular üreterek, her gün, birbirimizin yüzüne bakamayacak hale gelirsek, Parlamento bundan yara alır, ülke, meseleleriyle, maaselef karşı karşıya kalır ve çözüm bulamaz. Ancak bu hükümet vesilesiyle, hepimiz için hayırlı olacak bir noktayı arz etmek istiyorum. Yine, bir Peygamber hadisinde buyurulduğu ölçü, ne kadar güzel ölçüdür: “Bir insanı sevebilirsiniz; ama, sevmekte de çok aşırı gitmeyin, bakarsınız, bir gün küsmek zorunda kalabilirsiniz. Bir insana bugz ve nefret edebilirsiniz; ama, bunda da ileri gitmeyin, olabilir ki, bir gün aynı masaya oturmak zorunda kalırsınız.” Buna, sadece Refah Partililerin değil, ey DSP’liler, ey CHP’liler, ey ANAP’lılar, hepimizin ihtiyacı var. (RP sıralarından alkışlar) (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Arınç, toparlar mısınız efendim... Yeni, bir kısa süre verdim, lütfen toparlayın efendim. BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Elbette, bu yanlışlıklar yapılmışsa, bundan, hepimizin ders alarak, bundan sonraki davranışlarımızda, siyasete, ölçüyü de hâkim kılmanın, siyasete, nezaketi de, doğruluğu da hâkim kılmanın mücadelesini hepimiz vermeliyiz. Uyum, bizler için de şart, sizler için de şart. Değerli arkadaşlarım, böylelikle, sanıyorum, bu Hükümet, Türkiye’de yeni bir sayfayı açarken, siyasete de üstün bir seviye getirmenin gayretini veriyor. Sayın Başkanın ikazıyla, belki programda yer alan çok önemli konulara temas edemeyeceğim, belki görüşmelerin sonunda bir arkadaşımız veya Sayın Başbakanımız bu konulara cevap verecektir; ancak, ben, sözümün sonunda, sizlerden şöyle bir istirhamda bulunmak istiyorum; bakınız, size, çok kısa bir yazı okuyacağım: “Yetmiş yıldır harp görmemiş Türkiye’de bulunduğumuz nokta: Yıllar boyu, aldığı milyarlarca doları çarçur eden, 70 milyar dolar dışborç altında ezilen; 20 bin köyünde içmesuyu bulunmayan; 1 milyondan fazla çocuğun sınıf, sıra, öğretmen bulamadığı; Batı’nın eteğine yapışmış, dış yardımlara âdeta uyuşturucu gibi bağımlı; üretmeden tüketen, idaresi lüks ve israf içerisinde yaşayan bir Türkiye. Yetmiş yıl önce, millî şuurun kamçıladığı bir Türkiye’den, millî şuurun kaybolmaya yüz tuttuğu, dışarıdan aldığı kamçılarla kendisini döven, iddiası olmayan, gölgesinden korkan, siyaseti ve demokrasiyi kıyma makinaları haline getiren -herhalde, soruşturma önergelerini düşünerek kaleme almış bu cümleleri- tarihiyle barışık olmayan, nereden geldiğini unutan ve nereye gideceğini bilmeyen, mefkûresiz, köşe dönme olimpiyatlarında derece üstüne derece alan bir Türkiye.” Bu yazı, şu anda içimizde bulunan değerli bir bilim ve siyaset adamının yazısıdır ve şu anda, bizi, muhalefet masalarından izliyor. Kendi partisinin aldığı grup kararı ile vicdanı arasında bocalayan bu insanın sözlerine, hiçbirimizin hayır demesi mümkün değil. O yüzden, pazartesi günü, güven oylamasında, inanıyorum ki tüm Meclisimizİn, özellikle ANAP’lı ve Büyük Birlik Partili arkadaşlarımızın, bu meseleleri çözme iddiasıyla kurulmuş bir hükümete karşı peşin hükümden uzak, kısır döngüden korkarak en hayırlı bir şekilde oylarını kullanacaklarını ümit ediyorum. Sayın Başkana, müsamahasından dolayı teşekkür ediyor, Hükümetimizin hayırlara vesile olmasını diliyorum; saygılar sunuyorum. (RP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Arınç, teşekkür ediyorum. Demokratik Sol Parti Grubu adına, Grup Başkanı Sayın Ecevit’e söz vereceğim. (DSP sıralarından ayakta alkışlar) Sayın Ecevit, efendim, sürenin tamamını zatı âliniz mi kullanacaksınız? BÜLENT ECEVİT (İstanbul) – Evet efendim. BAŞKAN – Teşekkür ederim. Buyurun. DSP GRUBU ADINA BÜLENT ECEVİT (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, bizi izleyen sayın yurttaşlarım; sizleri, Demokratik Sol Parti Grubu adına saygıyla selamlıyorum. Genellikle, kamuoyu, bir yeni hükümet kuruluşunu umutla ve sevinçle karşılar. Basın-yayın organları da yeni kurulan bir hükümete, Türkiye’nin gelenekleri içinde, en az bir ay, iki ay kredi açarlar. Hele bir hükümet, uzun bunalımlardan sonra kurulmuşsa, toplumun, kamuoyunun ve medyanın açtığı bu kredi daha da uzar; fakat, bu kez bunun tam tersi oldu; bu kez, kurulan hükümet, toplumun çok geniş bir kesiminde, kaygıyla, kuşkuyla ve tepkiyle karşılandı. Hükümeti kuranların kendi içinde bile, öyle sanıyorum ki, bir ölçüde bu kaygı, kuşku ve tepki duygularının yeri vardır. Hatta, belki de, bu hükümetin, bir ayıpları, yolsuzluk iddialarını örtbas etme amacıyla kurulduğu ve bunun kanıtlarını her gün gözler önünde sergilediği dikkate alınırsa, belki, bu hükümetin kuruluşuna katkıda bulunanlardan bazısında bir utanma duygusu da yer alıyor olmalıdır. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) Demokrasiyi benimseyen hiçbir kimse -az farkla da olsa- birinci parti konumunda olan Refah Partisinin hükümet kurabilme hakkını yadırgayamaz ve yadırgamıyor; ama, Refah Partisi, son genel seçimlerde yüzde 21 oranında oy almıştır. Bu yüzde 21’in karşısında, yüzde 80’e yakın, en azından yüzde 70’ler düzeyinde bir büyük çoğunluk var ki, o çoğunluk, Refah Partili bir iktidarı, laik demokratik cumhuriyet için ciddî bir tehlike olarak görmektedir. (DSP sıralarından alkışlar) Refah Partisi, yıllardır, bütün başka partileri batıl sayıp bir kefeye koymakla ve karşısına almakla, toplumun çok geniş bir kesiminden kendi kendini soyutlamıştır. O nedenle, şimdi, Refah Partisinin, toplumdaki tepkilerden yakınmaya hakkı yoktur. Refah Partisinin, hükümet kurabilmek ne kadar hakkı ise, Refah Partili bir hükümet istememek de, bundan kaygı duymak da, laikliğe bağlı çok büyük bir çoğunluğun en az o kadar hakkıdır. (DSP sıralarından alkışlar) O büyük çoğunluk, laikliğe ne kadar bağlıysa, İslama da o kadar bağlıdır. İslama içtenlikle bağlıdır; ama, dinin siyasete alet edilmesinden, dinin siyasal amaçlarla istismar edilmesinden de, son derece rahatsızdır o büyük çoğunluk. Refah Partisi, dindarlığı kendi tekeline almaya kalkıştığı için, bu büyük çoğunluk ona kırgındır. Dini siyasete alet ettiği için, din sömürüsü yaptığı için, bu büyük çoğunluk Refah Partisine kırgındır. (DSP sıralarından alkışlar) Kendisi gibi düşünmeyenleri dinsiz gibi, kâfir gibi göstermeye kalkıştığı için kırgındır. Yine, daha bundan birkaç hafta önce, seçim meydanlarında, kendi partisini, kendisini beğenmeyenlere, iktidarda görmek istemeyenlere “Geberin... Geberin...” diyerek, onları lanetlemeye kalkıştığı için de, halkın büyük çoğunluğu kırgındır. (DSP sıralarından alkışlar) Yine, o büyük çoğunluk, Refah Partisi, Türkiye’yi, Atatürk’ün aydınlık yolundan saptırmaya uğraştığı için ona tepki göstermektedir. Türkiye’yi, çağdışı rejimlerle yönetilen bazı Ortadoğu ülkelerine dönüştüreceğinden kaygı duyduğu içindir ki, o büyük çoğunluk, Refah Partisinden kuşku duymaktadır. Bu arada, Protokolde ve Hükümet Programında, bu gibi kaygıları giderici bazı ifadelere yer verildiğini sevinerek görüyoruz; fakat, yine kamuoyunun geniş bir kesiminde, bu ifadelerin de bir kandırmacadan ibaret olduğu kuşkusu, maalesef, duyulmaktadır; çünkü, Sayın Erbakan, Hükümet kurma görevi kendisindeyken son derecede tatlı dillidir, Atatürkçüdür, laiktir; ama, Hükümet kurma görevi kendi üzerinden başkasına aktarıldığı vakit, Sayın Erbakan ve partisi, gerçek çehresini göstermektedir. (DSP sıralarından alkışlar) Ben eminim ki, bu belirttiğim kaygıları, tepkileri, kuşkuları pek çok Doğru Yol Partili de paylaşmaktadır ve başta kadınlar olmak üzere, Doğru Yol Partili büyük bir çoğunluk da bir aldatılmışlık, kandırılmışlık duygusu içindedir. Sayın Çiller, bunun acı bir kanıtını, acı bir sonucunu geçen gün İzmir’deki parti kongresinde boş sandalyelere seslenmek zorunda kaldığı zaman idrak etmiş olmalıdır. Sayın Çiller, daha bundan birkaç hafta önce, Sayın Mesut Yılmaz’a şöyle sesleniyordu: “Sakın Refah Partisiyle koalisyon kurma, ülkeni ve partini karanlığa gömme; Türkiye’nin geleceğine yazık edersin.” Şimdi, Sayın Çiller, kendi ifadesiyle Türkiye’yi ve kendi partisini karanlığa döndürmektedir. Yine, Sayın Çiller, geride bıraktığımız aylarda şunları söylüyordu: “Sayın Yılmaz, üç beş aylık başbakanlık uğruna ülkeyi Refah Partisine satıyor.” Yine Sayın Çiller söylüyor: “Erbakan, cumhuriyet kadrolarını Yılmaz’a kırdıracak. Bunun, tarih önünde, çocuklarımız önünde vebali çok büyüktür.” Şimdi, Sayın Çiller’in kendisi o vebalin ağırlığı altında eziliyor olmalıdır. Yine şöyle devam ediyordu Sayın Çiller: “Erbakan, rantçıların, sömürücülerin en tehlikelisidir; kutsal dini sömürmek ve bunun rantını yemek istemektedir.” Ayrıca şunları ekliyordu: “Refah Partisiyle koalisyon yapmayız”, “Ülkem satılık değildir; şantajla, tehditle beni bir yere çekemezler”, “Erbakan, önce kendi hesabını versin; önce Mercümek’in hesabını versin”, “Erbakan, bizi koalisyona zorlayamaz, onlara teslim olmam. Ülkem satılık değildir.” Yine Sayın Çiller söylüyor: “Erbakan, Atatürk’ün açtığı yolu kapamaya çalışıyor. Buna izin vermem, yine göğsümü siper ederim.” Yine bundan daha birkaç ay önce, Sayın Çiller “Refah’la ortaklık, ülkeyi karanlığa mahkûm etmektir; Türk genci, Türk kadını buna müsaade etmez” diyordu. Sayın Erbakan’ın, hükümet kurma görevini ilk üstlendiği günlerde üslubunu yumuşatması üzerine, Sayın Çiller şunları söylüyordu: “Siyasî tarihimizin en parlak oportünizm örneklerinden birini yaşamaktayız. İktidar ve hükümet olabilmek için, Sayın Erbakan, her şeyi, programını, söylediklerini reddetmiştir. Keşke, reddederken içtenlikli olduğuna inanabilsek.” Sonuç olarak, bu Hükümet, Doğru Yol Partisini desteklemiş olanlarda aldatılmışlık, kandırılmışlık duygusunu, kırgınlık ve küskünlük duygusunu uyandırmıştır. Hocalarının her söylediğinde, her yaptığında bir keramet olduğunu düşünseler bile, sanırım, birçok Refah Partilide de bu aldatılmışlık, kandırılmışlık duygusu yer etmeye başlamış olsa gerektir; en azından, Refah Partisinin üslubundaki birbirini izleyen keskin çelişkileri, kendi kamuoylarına izah edebilmekte bir hayli güçlük çekecek olmalıdırlar. Sayın Erbakan’ın, Sayın Çiller hakkında her söylediğini, daha bundan birkaç ay önceye gelinceye kadar her söylediğini aktarmaya dilim varmaz; nispeten yumuşak üsluplu bazı suçlamalarına birkaç örnek vermek isterim. Bir sözü şu, Sayın Erbakan’ın: “Bu kadın gâvur aşığı.” (DSP sıralarından gülüşmeler) Bir başka sözü: “Çiller Hanım, artık, fosil olarak tarihte yerini aldı”, “Bu Hükümet -yani, Anavatan-Doğru Yol Hükümeti- bu dosyalarla, bu soruşturma dosyalarıyla devam edemez; hiç kimse, yolsuzlukların ortağı olmak istemez.” Bir başka sözü Sayın Erbakan’ın: “Bu hanım ne başbakan olmalı ne de kabinede etkili bir rol almalı; geri çekilmeli.” Sayın Erbakan devam ediyor: “Çiller, yeni bir karambol yapıp, birkaç sene yargı denetiminden kaçacak.” Nasıl da bilmiş Sayın Erbakan!.. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) Sayın Erbakan devam etmiş: “Bu dosyaların biri bile Çiller’i Yüce Divana götürmeye yeterlidir.” Bu sözlerin ardından, şimdi, iki parti, birbirlerinin yolsuzluk dosyalarını örtbas etmek, hasıraltı etmek amacıyla hükümet kurdular. Refah Partisi, Sayın Çiller hakkındaki örtülü ödenekle ilgili soruşturma önergesini engelledi; önceki gün de Doğru Yol Partisi, kendi vermiş olduğu, Mercümek olayıyla ilgili soruşturma önergesini, komisyondaki üyelerini çekerek engelledi. Sayın Erbakan, tevekkeli değil “bizimle koalisyon kuran sütten çıkmış ak kaşık olur” demişti. (DSP sıralarından alkışlar) Hep söylediğim gibi, bu Hükümet, âdeta, bir kara para aklama operasyonudur. Birbirlerini suretâ aklasalar bile, bu Hükümet, siyaset tarihimizde bir kara leke olarak kalacaktır; çünkü, gözler önündeki gerçek şu ki, bu Hükümet, bir ahlak zaafı üzerine kuruludur. (DSP sıralarından alkışlar) Demin, Sayın Çiller’in, Sayın Erbakan ve Refah Partisi hakkında söylediklerine, Sayın Erbakan’ın da Sayın Çiller ve Doğru Yol Partisi hakkında söylediklerine örnekler verdim. Bundan iki gün önce, Sayın Erbakan, kendi grup toplantısında, bunların hatırlatılmasına tepki göstererek aynen şöyle haykırıyordu: “Söyledikse söyledik; ne olmuş? Bunlar geride kaldı.” Peki, Sayın Erbakan, millet, sizin hangi sözünüzü ciddiye alacak?!. (DSP sıralarından alkışlar) Adil düzen masalıyla uyutulan Refah Partililer, şimdi, acaba, “adil düzenin ahlak anlayışı, dün söylediklerinin bugün tersini söylemektir” mi diyecekler?!. “Adil düzen, her türlü yolsuzluğun ve düzenbazlığın hasıraltı edilebileceği bir düzen” diye mi düşünecekler?!. (DSP sıralarından alkışlar) Yine birçok Refah Partili, herhalde, kendi partisinin liderleri için, Atatürk’e söverken mi, Atatürk’ü överken mi içtenliklidir diye düşünecekler. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) Refah Partisi, acaba, PTT’nin T’sinin özelleştirilmesini engellerken mi, yoksa şimdi kurulan Hükümet Programında, bununla ilgili yasal düzenlemelerin geciktirilmeden yapılacağını vaat ederken mi içtenliklidir? Refah Partisi, acaba Avrupa Birliğinde Türkiye’nin tam üyelik hedefini reddederken mi, yoksa şimdi Hükümet Programında olduğu gibi desteklerken mi içtenliklidir? Sayın Erbakan, acaba gümrük birliği için, “Sevr Antlaşması gibi bu uydurma şeyleri yırtıp atacağız” derken mi içtenlikliydi, bunu, gâvura uşaklık gibi gösterirken mi içtenlikliydi, yoksa Hükümet Programında, Ankara Antlaşması ve gümrük birliğiyle ilgili nihaî hedeflere ulaşmak için gereken çabanın gösterileceğini vaat ederken mi içtenliklidir? Sayın Erbakan ve Partisi, acaba İsrail’le anlaşmayı reddederken mi içtenlikliydi, yoksa Hükümet Programında, Türkiye’nin taraf olduğu bütün uluslararası antlaşmalara ve stratejik antlaşmalara; yani, İsrail’le imzalanan antlaşmaya da bağlı kalınacak sözünü verirken mi içtenliklidir? Herhalde, birçok inançlı Refah Partili, bu konularda vicdan muhasebesi yaparken büyük güçlük çekiyor olmalıdırlar; bu çelişkileri kendi içlerine sindirebilseler bile, seçmene nasıl anlatabileceklerini düşünüyor olsalar gerektir. Değerli milletvekilleri, hükümet sorunu nasıl bir süreç içinden geçti, buna da kısaca değinme gereğini duyuyorum. Demokratik Sol Partinin, Anavatan ve Doğru Yol Partileri tarafından kurulan Hükümete, dışarıda kalarak güvenoyu alma olanağını sağlaması; yani, bir anlamda, bir azınlık hükümetinin kurulmasına yardımcı olması, bazı çevreler tarafından, bir kusurmuş gibi gösteriliyor. Demin de, bu kürsüden, bunun, bir örneğini dinledik. Oysa, Anavatan Partisi - Doğru Yol Partisi Hükümetinin, üç ay gibi gerçekten rekor sayılacak kadar kısa bir sürede çözülüp düşmesinde, Demokratik Sol Partinin dışarıdan oy verişinin en küçük bir katkısı olmamıştır. Demokratik Sol Parti, son genel seçimlerden sonra, iki amaçla davranmıştır: 1- Türkiye, içeriden ve dışarıdan ağır sorunlarla karşı karşıya olduğu bir sırada, uzun bir hükümet bunalımına mahkûm olmasın. 2- Türkiye, Refah Partili bir iktidara mecbur olmasın. (DSP sıralarından alkışlar) Bu ikisini önlemek için, biz, Doğru Yol Partisi ile Anavatan Partisinin kurduğu Hükümete yardımcı olmaya çalıştık; ama, bu Koalisyon Hükümetinin üç ayda çözülüşüne, bizim dışarıda kalışımızdan hiçbir etki gelmemiştir. Koalisyon çözülmüş olmasaydı, yeni bir güvenoylaması yapılabilirdi Anayasa Mahkemesi kararının ardından ve ANAP - Doğru Yol Partisi Hükümeti -eğer bu iki parti kendi aralarında anlaşabilselerdi veya liderlerinin inatlaşmasını aşabilselerdi- görevini sürdürebilirdi. Buna, yine, Demokratik Sol Parti, elinden gelen katkıyı yapardı. Biz, dışarıdan oy desteği sağlarken, Hükümetin kurulabilmesine, güvenoyu alabilmesine oy katkısında bulunurken, parti olarak, kendimize hiçbir şey istemedi. Devlet yönetiminde kadrolaşmaya kalkışmadık; bize, KİT’lerin yönetiminde kontenjan önerildi, kabul etmedik. Valiler kararnamesine karışmadık. Meclis komisyonlarında Hükümetin etkili duruma gelmesine, Demokratik Sol Parti olarak biz olanak sağladık, Hükümet, Meclisle ilişkilerinde rahat çalışabilsin diye. Her konuda, Hükümete, kendi inançlarımızla, doğrultumuzla ters düşmeyecek şekilde ve ölçüde yardımcı olmaya, sorun yaratmaya değil, sorunlara çözüm üretmeye özen gösterdik. Türkiye’nin başına beş yıldan beri bela olan sözde Huzur Harekâtının yerine bir başka düzenlemenin, bir başka çözümün hazırlığını biz yaptık ve bu Hükümete sunduk. Seçimlerin altyapı eksikliğini giderebilmek için, Türkiye’nin, yeniden, Aralık 1995’teki gibi, bir seçime hazırlıksız ve altyapısız sürüklenmesini önlemek için, gerekli yasa önerilerimizi hazırladık ve Büyük Millet Meclisine sunduk. Bütçenin Anayasaya ters düşmesini engelledik. Yıllardır sonuçlandırılamayan İçtüzük çalışmalarının sonuçlandırılmasına ön safta katkıda bulunduk. Hükümet, sosyal güvenlik konusunda çok tehlikeli bir adım atmak üzereydi, onu önledik. Öyleyse, Demokratik Sol Partinin, dışarıda kalarak güvenoyu katkısında bulunmasının bu Hükümete ne zararı olmuştur?!. Bunun, azınlık hükümetleri geçerlidir, değildir iddiasıyla ne ilgisi vardır?!. Dünyada çok başarılı azınlık hükümeti örnekleri bulunduğunu, herhalde Sayın Baykal da kabul eder. (DSP sıralarından alkışlar) Asıl, biz, o Hükümetin içinde bulunsaydık, belki de daha ilk haftalarda Doğru Yol ve ANAP tarafından karşımıza getirilecek bazı kararnameleri, bazı yasa tasarılarını imzalayamayacaktık; içimize sindiremediğimiz için belki de imzalayamayacaktık ve o zaman, Hükümet, bizim yüzümüzden çözülmüş olacaktı. Oysa, bizim sağladığımız hükümet modelinde, Azınlık Hükümetine, bu bakımlardan büyük kolaylıklar sağlanmış oluyordu; Meclise sunduğu bir yasa tasarısını Demokratik Sol Parti desteklemese belki Refah Partisi destekleyebilirdi, belki Cumhuriyet Halk Partisi destekleyebilirdi ve buna da bizim itiraz hakkımız olmazdı. Kısacası, bu hükümet bunalımında Demokratik Sol Partinin yapıcı davranışının en küçük bir sorumluluğu yoktur. Bu gerçeği, nitekim, Sayın Çiller de, Sayın Mesut Yılmaz da kabul etmektedirler. Koalisyon ortağı iki parti, Demokratik Sol Partinin bu özverili davranışının değerini bilemediler ve tarihî bir fırsat kaçırdılar. Bunun iki nedeni vardı; nedenlerden biri, iki Sayın Genel Başkanın inatlaşma ölçüsüne varan çekişmesi; ikincisi de, Sayın Çiller’in soruşturmalardan kaçış yolunu araması ve Refah Partisinin tuzağına düşmesi. Sayın Çiller de, Sayın Yılmaz da, hükümet arayışları başladığından beri, birbirlerine karşı Refah Partisiyle koalisyon kozunu oynamaya kalkıştılar. Bu tehlikeli bir oyundu. Sayın Çiller “eğer, Refah Partisiyle ben koalisyon kurmazsam Anavatan Partisi kurar; oysa ben, Refah Partisiyle koalisyon kurarsam, laikliğe yönelebilecek tehlikeleri daha kolay önlerim” diyordu. Bunda ne kadar başarılı olabileceğinin kanıtını, Programda, zorunlu eğitime ayrılan paragrafta ve o paragrafla, laik eğitimden verilen ödünde görmekteyiz. Yani, Sayın Çiller’in o iddiasının da gerçekçi olmadığı ortadadır. Buna karşılık Sayın Yılmaz da “eğer, Doğru Yol Partisi Refah Partisiyle koalisyon kuramazsa, biz kurarız; kurdukları koalisyon bozulursa da biz varız beklemede” diyordu. Tabiî, iki eski koalisyon ortağının, Refah Partisi kozunu birbirlerine karşı kullanmalarını, Refah Partisi de kendi açısından ustaca değerlendirdi; bu rekabeti kızıştırdı ve “ya birinizden biriniz bizimle hükümet kurarsınız ya da erken seçime sürüklenirsiniz” dedi. Bu arada, Sayın Çiller’in, artık, Anavatan Partisiyle kesinlikle hükümet kurmam tavrına girmesi de, Refah Partisiz hükümet seçeneklerinin önünü tıkamış oldu; çünkü, Refah Partisiz bir hükümet kurulabilmesi için, Doğru Yol Partisiyle Anavatan Partisinin ortak rızası gereklidir sayısal açıdan. Başka türlü ne Refahsız bir koalisyon kurulabilir ne de başka türlü, öbürünün rızasını almadan, bu koalisyon ortaklarından biri bir azınlık hükümeti kurabilir. Şimdi, bir tıkanıklığa, yeni bir tıkanıklığa sürüklenmiş bulunuyoruz. Bu tıkanıklık nasıl aşılır? Bunu aşmanın bir tek yolu vardır; o da, hükümet konusunda Refah Partili seçeneği, pazartesi günü verilecek oylarla saf dışı bırakmak. (DSP sıralarından alkışlar) Denebilir ki, güvensizlik oyları ağırlıkta olup Doğru Yol-Refah Koalisyonu çökerse Anavatan Partisi köşede bekliyor; o hazır, Refah Partisiyle koalisyon kurmaya... Benim bu konudaki kanım şu: Geçmişte hazırdı; fakat, Refah Partili bir koalisyona girdiği için, girmeyi göze aldığı için Sayın Çiller’e ve partisine kamuoyunun çok geniş bir kesiminden gelen tepkileri gördükten sonra, ben inanıyorum ki, artık, Anavatan Partisi de asla Refah Partisiyle hükümet kurmayı içine sindiremez. (DSP sıralarından alkışlar) Bunu, kendi, kamuoyuna izah edemez; çünkü, eğer Refah Partisiyle bu aşamadan sonra, toplumun bu tepkisini gördükten sonra yeniden koalisyon kurmaya talip olacak olursa Anavatan Partisi, şimdi Doğru Yol Partisine yönelen yoğun ve yaygın kamuoyu tepkisi bu kez Anavatan Partisine yüklenir, yönelir. Onun için, ben, artık, Doğru Yol-Refah Hükümeti çöktüğü takdirde, kamuoyundan gelen yoğun baskıların etkisiyle çöktüğüne göre... AHMET İYİMAYA (Amasya) – Teori... BÜLENT ECEVİT (Devamla) – ...Anavatan Partisinin böyle bir denemeyi aklından bile geçirmeyeceğine inanıyorum. AHMET İYİMAYA (Amasya) – Pratiği bilmiyorsunuz. BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Buna karşılık, Refah Partili hükümet seçeneği Türkiye’nin gündeminden çıktığı anda, Türkiye’de yeni bir siyasal ortam oluşacaktır. Daha önce mümkün görünmeyen bazı hükümet seçenekleri artık mümkün hale gelecektir. Şimdiye kadar gündeme gelmeyen veya gözardı edilen çoğunluk hükümeti modelleri de, sağlam güvenoyu temeline dayalı hükümet modelleri de gerçekleşebilir ve uygulanabilir hale gelecektir; ancak, bunun için, hükümet sorunu üzerinden Refah Partisi ambargosunun kalkması gereklidir. Bunun, partiler üzerinde, özellikle de şu aşamadan sonra Doğru Yol Partisi üzerinde önemli bazı etkileri olacaktır. Başka bir partinin içişlerine karışmak istemediğim için, bu konuyla ilgili tahminlerimi söylemek istemiyorum. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Söyleyin... BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Fakat, deneyimli politikacılar, ne kastettiğimi herhalde anlamışlardır. Şimdi, eğer, pazartesi günü, bu Hükümet güvensizlik oyu alırsa, ben inanıyorum ki, Türkiye, hükümetsiz kalmayacaktır ve yeni bir erken seçime de mahkûm olmayacaktır. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) Sayın Cumhurbaşkanı da, herhalde, yeni hükümet arayışları için gereken zaman esnekliğini gösterecektir. Türkiye, bir erken seçime, asıl, bu Hükümetin güvenoyu alması durumunda sürüklenecektir; çünkü, Programından, Protokolünden edindiğimiz izlenime göre, bu Hükümet, kaynak yaratmadan kaynak tüketici bir seçim ekonomisi uygulayacaktır ve kendisi için en uygun zamanda, Türkiye’yi, Büyük Millet Meclisini, ister istemez, yeni bir erken seçime sürükleyecektir. CEMALETTİN LAFÇI (Amasya) – Müneccim mi oldun?!. BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Nasıl, Sayın Çiller, geçen yıl aralık ayında, hodri meydan havasıyla, Büyük Millet Meclisinin büyük bir kesimini, zamansız ve hazırlıksız bir seçime sürüklediyse, şimdi, aynı hodri meydan oyununu, ben inanıyorum ki, Refah Partisi oynayacaktır. (DSP sıralarından alkışlar) Dediğim gibi, Türkiye, bir erken seçime, o nedenle, asıl, bu Hükümetin güvenoyu alması durumunda sürüklenecektir. Meclisin Hükümete güvensizlik oyu vermesi durumunda oluşacak yeni ortamda ise, Hükümet sorununun erken seçime gerek kalmaksızın çözülebilmesi için, Demokratik Sol Parti, elinden gelen çabayı gösterecektir. (DSP sıralarından alkışlar) Bu hükümet, şöyle olabilir böyle olabilir; dışarıdan desteğe dayanabilir, içinde sağlam çoğunluğa sahip olabilir; bunlardan hiçbirini şimdiden gözardı etmemek, reddetmemek, hatta düşünmemek gerekir pazartesi günkü güvenoylaması sonucu belli oluncaya kadar. Eğer, bizim, bir azınlık hükümetine dışarıdan güvenoyu sağlama olanağımızı son derecede zararlı buluyor idiyse Sayın Baykal, neden Anavatan Partisi ile Doğru Yol Partisinin kurdukları, kurmak istedikleri hükümete üçüncü ortak olarak girmedi; neden, onu bir çoğunluk hükümetine dönüştürmedi?! Bu konuda, eğer, benden veya Partimden bir engel geldiğini gerçekten sanıyorsa çok yanılıyor. Bunun en küçük bir delili yoktur. (DSP sıralarından alkışlar) Bu konuda bir öneride bulunmak bile, bizim, ne hakkımızdı ne de haddimizdi. Eğer, buna gerçekten inanıyorsa Sayın Baykal, kendi kendisini aldatıyor. Ben, burada, Cumhuriyet Halk Partisiyle bir tartışmaya girmek istemiyordum; fakat, bu tartışmayı Sayın Baykal gündeme getirdi, onun için, bir iki cümle daha ekleyeceğim. Sayın Baykal, burada, güzel bir şey söyledi: “Seçim öncesinde ve sonrasında her partinin hatasını söyleyeceğim; bizim bir hatamız olmuşsa o da anlatılsın.” Şimdi, bir örnek veriyorum: Sayın Baykal, siz ve partiniz değil miydiniz, geçen yıl, Sayın Çiller’i hodri meydan havasına sokup, kış ortasında, altyapısız, hazırlıksız, yetersiz seçmen kütükleriyle bir erken seçime sürükleyen; siz değil miydiniz?! (DSP sıralarından alkışlar) Bunu önlemek için, bunun zamansızlığını, gereksizliğini anlatabilmek için çırpındığımız sıralarda, siz değil miydiniz “hayır, ille bir erken seçim olacak; ben de son aşamada o erken seçim trenine atlayacağım” diyen; siz değil miydiniz?! Eğer, altyapısı hazırlanmadan, seçmen kütükleri yenilenmeden, Anayasa değişikliklerinin uyum yasaları çıkarılmadan o seçim yapılmasaydı, normal tarihine bırakılsaydı veya bu yılın bahar aylarına, yaz aylarına bırakılsaydı, şimdikinden bambaşka bir Meclis kompozisyonu, bileşimi ortaya çıkmış olacak ve belki de bu hükümet tıkanıklığı yaşanmamış olacaktı. (DSP sıralarından alkışlar) Şimdi, bu 123 milletvekili önerisi... Değerli arkadaşlarım, 123 milletvekili bir araya gelsek, hükümeti biz mi kuracağız? Ya ANAP’la ya Doğru Yol Partisiyle işbirliği yapacağız; güvenoylaması, yine birinde 23, birinde 24 eksik kalacak. O da yetmeyecek, onun üzerine dörtlü koalisyon kurulacak. ANAP’la Doğru Yol Partisi ikili koalisyonu yürütemedi, şimdi, belki dörtlü koalisyonu daha kolay yürütürler mi diyeceğiz?!. Yani bu önerinin, siyasal açıdan da, sayısal açıdan da pek bir ağırlığı olduğunu sanmıyorum. Burada, gerçekten takdirle izlediğim bir günah çıkarma eyleminde bulundu Sayın Deniz Baykal: “Kusur soysal demokraside değil, sosyal demokrat politikacılardadır” dedi; doğrudur.. Biz de, bazı sosyal demokrat politikacıların kusurlarının vebaline ortak olmayı içimize sindiremediğimiz içindir ki ayrı bir partiyiz. (DSP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım, geçen eylül ayından beri geçirmekte olduğumuz hükümet zorluklarını ve bunalımlarını gözümüzde büyütmemeli, ancak, bu zorluklardan ve bunalımlardan bazı dersler almalıyız. Sağlıklı bir ülke yönetimi için ille güçlü hükümetler gerekmez. Dünyada öyle ülkeler vardır ki, genellikle güçsüz, zayıf hükümetlerle, birkaç partili koalisyonlarla, birkaç partili ve azınlıkta koalisyonlarla yönetilirler, sık sık hükümetler değişir; ama, toplum ve devlet bundan hiçbir zarar görmez. Neden?.. Çünkü, o ülkelerde, güçlü bir parlamento vardır. Eğer, Türkiye Büyük Millet Meclisi, şimdi, ahlak zaafı üzerine kurulu olan bu Hükümetin güvenoyu alabilmesini önleyebilirse, çok önemli bir sınav vermiş olacaktır ve Büyük Millet Meclisinin, böylece, hükümetlerin peşinden sürüklenmeyen; ama, hükümetleri yönlendiren bir Parlamento haline geldiği, yani 1920’lerin, Kurtuluş Savaşının Parlamentosu haline geldiği görülmüş olacaktır. (DSP sıralarından alkışlar) Öyle bir Meclis, zayıf hükümetlerin veya uzayabilecek hükümet bunalımlarının olası tehlikelerinden, olumsuz etkilerinden toplumu büyük ölçüde esirgeyebilecektir. Ayrıca; güçlü hükümetten önce güçlü, etkili, örgütlü toplum gereklidir. Bunun önünde 1982 Anayasasının getirdiği ağır engeller vardı. Biz, bundan bir yıl önce, o engelleri Anayasadan çıkarttık; ama, o engelleri hayata aktaracak uyum yasalarını hâlâ Meclisin gündemine bile getiremedik. Bizim dışımızdaki bütün partiler, bilinç altında, âdeta “keşke o Anayasa değişikliklerini yapmasaymışız” gibi bir duygu içindeler sanıyorum. Öte yandan, aylardan beri, gerek Başbakanken Sayın Çiller’e, daha sonra Sayın Yılmaz’a “bir an önce bir ekonomik ve sosyal konsey kurun; bir danışma organı olarak değil, etkin bir uzlaşma organı olarak kurun; öylelikle, hükümet krizlerinden ekonomik ve sosyal yaşam etkilenmesin” dedik. Şimdi, bizim, çok yetenekli, cesur, girişimci kadrolarımız var çok şükür. Onlar, hükümet bunalımlarına rağmen işlerini, yatırımlarını, dışsatımlarını sürdürmek istiyorlar; ama, geleceğe yatırım yapamıyorlar; çünkü, gelecek belirsiz; gelecekteki hükümetlerin nasıl politikalar uygulayacakları belirsiz. Ama, eğer, yetkili bir ekonomik ve sosyal konsey olsaydı, o zaman hükümetler değişse de değişmeyecek bazı hedefler, toplumla uzlaşma içinde saptanmış olacaktı ve toplum, hükümet bunalımından büyük zarara uğramayacaktı. Değerli arkadaşlarım, ahlakî zaafa ve takiyyeye dayanan bir hükümetin kendisini ciddiye almadığımız için, Programını da fazla ciddiye almıyoruz; ancak, kısaca, gördüğümüz bazı eksikliklere değinmek istiyorum. Doğru Yol Partisi-Cumhuriyet Halk Partisi Hükümeti döneminde, Türkiye’de, işçi hakları büyük ölçüde kullanılamaz hale geldi. İçerisinde bir sosyal demokrat partinin, sosyal demokrat olduğunu iddia eden partinin de bulunduğu o dört yıllık Hükümet döneminde, işçiler, yasal haklarını bile -yasal hakları çok kısılmıştı- o kısıntılı yasal haklarını bile gereğince kullanamaz hale geldiler. Taşeronluk uygulaması devlet öncülüğünde yaygınlaştı, sendikalı işçi sayısı büyük ölçüde azaldı; işçilerin ancak yarısı sosyal sigorta kapsamında, geri kalanları sigortasız ve kamu görevlilerinin, memurların, sendikal hakları hâlâ belirlenmedi. Bunların nasıl düzeltileceğine dair, Programda hiçbir ışık göremiyoruz. Ekonomik ve Sosyal Konsey tamamen unutulmuş yazılı metinde; ancak, belki de, şifahî görüşmemizde hatırlatmam üzerine, Sayın Erbakan, lütfetmiş, hatırlamış ve kürsüde şifahen eklemiş Ekonomik ve Sosyal Konseyi; bu da, bunu ciddiye almaktan ne kadar uzak olduklarını gösteriyor. Türkiye’de, son yıllarda en çok ihmal edilen kesim köylü kesimi. Köylünün kalkınabilmesi ve göçe zorlanmadan kentlileşebilmesi için, kırsal alanda yeni bir yerleşim ve üretim düzenine geçilmesi zorunlu. Demokratik Sol Partinin bu konuda çok somut bir programı var; fakat, Hükümet Programında, bu kapsamda bir düşüncenin izlerini göremiyoruz. Rahmetli Özal döneminde, Türkçemiz, bir terim kazanmıştı; “ortadirek” ama, bir türlü, kimlerin ortadireği oluşturduğu anlaşılamamıştı. Şimdi, bakıyoruz, Hükümet Programında bu terim yeniden diriltilmiş; ama, yine manası, anlamı havada. Kimdir bu ortadirek? Ortadireğe kimler giriyor? Bunları da bir an önce öğrenelim ki, bu Hükümetin ekonomik ve sosyal politikalarında uygulayacağı öncelikleri de tahmin edebilelim; tabiî, eğer güvenoyu alabilirse. SAFFET KAYA (Ardahan) – Alınır... Alınır... BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Programda deniliyor ki, ekonomik kalkınmada temel esas, rant ekonomisinden üretim ekonomisine geçiş olacaktır.” Ne güzel... Keşke inanabilsek... Ancak, Programda, Emlak Vergisi matrahının gerçekçi seviyede tespit edileceği dışında, bu yönde hiçbir somut önlem belirtilmiyor. Kaldı ki, bu Hükümetin bir özelliği, Türkiye’nin en büyük rantiyelerinden birinin başkanlığında kurulmuş olmasıdır. (DSP sıralarından alkışlar) Rantiyelikte, Sayın Başbakanın yardımcısı da ondan geri kalmamaktadır. Ona rağmen, özveri gösterirler de, bu rant ekonomisinden, üretken, üretim ekonomisine geçiş yolunda adımlar atabilirlerse, kendilerini yürekten kutlarız. Sayın Erbakan, önceki gün, kendi Grup toplantısında “faizci adamdan fakirin dostu olur mu” demiş. Refah Partisi, faizci düzenden en çok yararlanan partidir. Aşırı faiz hırsıyla, Bosna paralarının bir bölümünü de yakan partidir. (DSP sıralarından alkışlar) Ona rağmen, bu Hükümetin -eğer güvenoyu alabilirse- fakirin dostu olacağını umarız. Bu Hükümetin, daha işe başlamadan, basın özgürlüğüne gözlerini diktiği belli. Neden? Elbette, her ülkede olduğu gibi, Türkiye’de de, basının bazı kusurları vardır, bütün kurumların kusurları olduğu gibi; ama, son yıllarda bazı ciddî yolsuzluklar ortaya çıkarılabildi ve o yolsuzlukların üzerine yürünmesi için adalet harekete geçirilebildiyse, bunu sağlayan Türk basınıdır. (DSP sıralarından alkışlar) Şimdi, basının bu işlevi engellenmek isteniyor; bu niyet açık. Neden; çünkü, bu Hükümet, yolsuzlukları karşılıklı olarak örtbas etmek için kurulmuş bir Hükümettir. O nedenle de, yolsuzlukların meydana çıkmasına katkıda bulunan, öncülük eden bir güce, basın gücüne tahammülü yoktur. Eline ilk fırsat geçtiğinde, basın özgürlüğünün defterini dürmeye çalışacağı bellidir; ama, inşallah, bu imkânı bulamayacaktır. Hükümet Programında, toplumun önde gelen sorunlarından biri haline gelen yolsuzlukların adı bile anılmıyor; yolsuzluklara, ancak ima yoluyla, âdeta utanarak değiniliyor ve bu konuda gerekli yasal düzenlemelerin yapılacağı söyleniyor. Peki, nedir o yasal düzenlemeler; o söylenmiyor. Oysa, Demokratik Sol Partinin bu amaçla hazırladığı bir yasal düzenleme önerisi, bir yılı aşkın süredir komisyonlarda bekletiliyor. Yüksek Denetleme Kurulunu Başbakanlıktan ayıralım, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanına bağlı; ama, tamamen özerk bir kuruluş haline getirelim. Yasa önerimizin özü bu; ama, buna, maelesef, bizim dışımızda hiçbir parti, şu ana kadar sahip çıkmadı. Programda, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’yla ilgili olarak, bölge halkına refah ve huzur getirecek bütün ekonomik ve sosyal tedbirlerin alınacağı belirtiliyor. Bu konuda, Hükümet ortaklarının içtenlikli olduklarına inanıyorum. Dileğim şu ki, bir an önce, devletin kaynaklarını artırabildikleri kadar artırsınlar ve bunu, öncelikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun perişan halkını perişanlıktan kurtarmak için harcasınlar. (DSP sıralarından alkışlar) Güneydoğu ve Doğu Anadolu halkını kalkındıracaksınız, çok iyi; ama, kim, oraya üretken yatırımları götürecek?.. GAP’tan yararlanabilen yörelerin dışında, güneydoğunun hiçbir yöresine, özel sektörün, bir iki saygıdeğer istisna dışında, yatırım yapma eğilimi yok. O bölgeye yatırım yapılması için verilen teşvik kredileri bile, başka bölgelere aktarılmış durumda. O halde, özel sektör o bölgeye gitmeyi göze alabilir hale gelinceye kadar, o bölgedeki üretken yatırımları devletin yapmaya devam etmesi kaçınılmazdır. Oysa, son yıllarda bunun tam tersi yapılmıştır; Et ve Balık Kurumu ve SEK’in kuruluşları ya kapatılmış ya da üretimleri durdurulmuştur. Onun için, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’yla, o bölgemiz halkının ekonomik ve sosyal sorunlarıyla ilgili olarak, Programdaki ifadelerin -eğer Hükümet güvenoyu alabilirse- en kısa zamanda daha belirgin hale getirilmesini temenni ederim. Öte yandan, Kuzey Irak’ta, sözde Huzur Harekâtının neden olduğu otorite boşluğu sürüp giderken ve o yüzden PKK eylemleri tırmanırken, bölgede yeterli güvenlik sağlayabilmek de, ekonomiye, kalkınmaya, sınaileşmeye ivme kazandırabilmek de çok güçtür. Onun için, öncelikle, bu Huzur Harekâtının yerine gelecek yeni bir düzenleme yapmayı, bu Hükümetin içine sindirebilmesi gerekir. Biz, bildiğiniz gibi, Demokratik Sol Parti olarak, 15 Nisanda, o sözde Huzur Harekâtının yerine geçecek bir düzenlemenin, bir bölgesel güvenlik planının metnini hazırladık ve Hükümete verdik. Bu metin üzerinde, Dışişleri Bakanlığı ve Genelkurmay tarafından, Amerika Birleşik Devletleriyle pazarlıklar, müzakereler sürdürülüyor . Tabiî, kendi önerileri de var; ama, bizim hazırladığımız önerge de, bir tartışma, görüşme metni olarak ele alındı; fakat, Amerika Birleşik Devletlerinde şu ana kadar ciddî bir yumuşama belirtisini göremiyorum. Bugünkü Hükümet Programında da, bu konunun üzerine yürünebileceği konusunda bir işaret göremiyorum. Eğer, Irak’ın bölünmüşlüğünden kaynaklanan sorun çözülemezse ve o şekilde, PKK’nın ülkemize sızmaları önlenemezse, güneydoğuda huzuru sağlamak da, halkı perişanlıktan kurtarmak da kolay olmayacaktır. Programda, Türkiye’nin, Silahlı Kuvvetlerine verdiği önem, haklı olarak belirtiliyor. “Türk Silahlı Kuvvetlerinin modernizasyonu hızlandırılacak” deniliyor; Türk sanayiinin imkân ve kabiliyetlerinden de, bu amaçla yararlanılacağı söyleniliyor; bu, çok yerinde bir hedef. Ancak, son zamanlarda her yandan kuşatılan Türkiye’nin, yeni bir güvenlik kavramına gereksinmesi vardır. Ege’de, Güneydoğu’da, Kuzeydoğu’da ve Kıbrıs’ta, Türkiye’nin, yeni bir güvenlik kavramı oluşturma zamanı gelmiştir ve bu kavramı, Türkiye, müttefiklerinin belirlediği güvenlik politikasının dışında, elbette onunla çelişmeden; fakat, onun dışında, kendi inisiyatifiyle, bir an önce hazırlamak, o arada, özellikle Ege’de, Deniz ve Hava Kuvvetlerimizi güçlendirmek zorundadır; ancak, bu konularda, Programda yeterli açıklığı göremiyoruz. Programda din hizmetleriyle ilgili olarak şu söyleniyor: “Milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, din hizmetlerine önem verilecektir.” Güzel; fakat, bugün, din konusunda -bugün değil, yıllardan beri- Türkiye’nin gitgide ağırlaşan bir sorunu var, Alevî kesimin sorunu, Alevî kesimin yakınmaları... Alevî kesimin sorunları ve yakınmaları konusunda, onlara çare getirecek ne düşünüyor Hükümet; buna bir kelimeyle bile değinilmemiş. Oysa, bu, ihmal edilecek bir sorun değildir. Alevî yurttaşlarımız, ulusal birliğin de laikliğin de demokrasinin de önde gelen güvenceleri arasındadır. Onların isteklerinin, ulusal birliğimizle çelişmesi söz konusu değildir; ancak, bu konuya, Programda hiç değinilmemiş olmasını ciddî bir eksiklik olarak görüyoruz. Hükümet programlarının en dikkatli hazırlanması gereken bölümü, dış politikayla ilgili bölümüdür. Bir hükümet programını biz ciddiye almasak bile, yabancılar ciddiye alırlar ve pertavsızla incelerler. Oysa, bu konu, dış politika konusu, Programın en sudan bölümü. Dış ilişkilerle ilgili çerçeveyi, Hükümet Programında belirleyen paragraf şu: “Hem Batılı ülkelerle hem de manevî ve tarihî değerlerle bağlı olduğumuz İslam ülkeleri, Orta Asya Türk cumhuriyetleri ve Balkan ülkeleriyle işbirliği daha da geliştirilecektir.” Buna hiçbir itirazımız söz konusu olamaz; ancak, dış ilişkilerimiz açısından önem taşıyan; ama, Programda adı bile anılmayan bazı bölgeler ve ülkeler var. Örneğin, koskoca Rusya. Hem aramızdaki sorunlar gitgide büyüyor hem de aramızdaki olanaklar gitgide büyüyor. Bir yandan, Rusya’nın, Türkiye’yi tedirgin edecek tavırları yoğunlaşıyor; ama, bir yandan da, yüzlerce Türk işadamı, binlerce Türk işçisi, Rusya’da hayatını kazanıyor. Kayıtiçi ve kayıtdışı dışsatım yoluyla, belki de, en büyük döviz gelirini Rusya’dan elde ediyoruz; ama, Rusya’nın adı bile yok... Ortadoğu’nun biraz daha doğusuna gidecek olursak, başta Japonya olmak üzere, Pasifik ülkeleriyle aramızdaki ekonomik ilişkilerde büyük bir hızlanma var; oysa, Japonya’nın adı geçmiyor, Çin’in adı geçmiyor, Pasifik ülkelerinin adı geçmiyor... Kafkaslardan ve Orta Asya’dan gelecek petrolle ilgili boru hattı, Türkiye için son derece önemli bir konu. Buna, bir cümleyle değinilmiş “Bakü-Ceyhan Petrol Boru Hattı...” diye kısacık bir cümle. Sanki o sorun çözülmüş gibi bir havada kaleme alınmış Program. Oysa, bu konu askıdadır ve Türkiye’deki hükümet bunalımlarının sürüp gitmesi yüzünden de, Türkiye, elde edebileceği bazı avantajları, maalesef, en azından şimdilik kaybetmiş durumdadır; ama, bu konuya, Hükümet Programında yer verilmemiştir. Türkiye’nin en can alıcı, en ivedi sorunu Irak sorunudur. Programda ise, Irak sorununa, bir cümleyle bile değinilmiş değildir. Bizde, yanlış olarak “Çekiç Güç” diye adlandırılan Huzur Harekâtı ile ilgili olarak, Hükümetin nasıl davranacağı konusunda -ki, üç hafta gibi bir süre kaldı; yeniden Meclisin önüne gelecek ve eğer, ciddî bir değişiklik yapılmamışsa, artık, biz, oy vermeyeceğiz- herhangi bir tavır belirlemediği; hatta, kendini, bazı ödünlere hazırladığı izlenimi içerisindeyiz. Yunanistan ile ilgili olarak şu paragraf yer alıyor: “Yunanistan ile aramızdaki anlaşmazlıkların, ancak, kalıcı ve karşılıklı çıkarları kollayan bir müzakere ve diyalog çerçevesinde çözülebileceği inancındayız.” Güzel bir söz; ama, boş laf. Yunanistan ile aramızdaki sorunlar bellidir. Bu sorunların başında, Ege sorunu gelir; kıta sahanlığıyla, karasularıyla, ekonomik bölge sorunuyla, FIR hattı sorunu, hava sahası sorunuyla... Bu sorunun -Ege sorununun- Türkiye tarafından, bir an önce, 1970’lerde olduğu gibi, yeniden, iki ülke arasında, ciddî olarak, somut biçimde gündeme getirilmesi gerekir; fakat, Ege sorunun adını bile anmaktan çekinmiş bu Hükümet, Programdan gördüğümüze göre. Bu arada, Batı Trakya Türkleri ezilmeye devam ediliyor. Son durumunu bilmiyorum; ama, şimdi, biz, Yunanistan ile iyi ilişkiler için, bu Programda yer alan ifadeleri okurken, belki de, halkın oyuyla seçilmiş olan Müftü Mehmet Emin Aga hâlâ hapiste. E, bu konuların üzerine, biz yürümezsek, Avrupa’daki insan hakları sevdalıları mı yürüyecek?! Bunlara, bir cümleyle olsun, Hükümet Programında acaba yer verilemez miydi? Şimdi, Avrupa Birliği, başkalarının karıştığı yetmezmiş gibi, Kıbrıs konusuna karışmaya kararlı. Karışmaya başladı, karıştıkça da karıştırıyor... Bu arada, Kıbrıs’ın, Türkiye’ye rağmen ve Kıbrıs Türklerine rağmen, Avrupa Birliğine üye alınması kararı verildi; ardından, Türk toplumu da sürüklenecek; amaç o. Şimdi, biz, buna razı mıyız, değil miyiz? Kıbrıs’taki iki toplumun anlaşmaları koşuluyla mı razıyız; yoksa, önce, Türkiye’nin, Avrupa Birliğine üye olması koşuluyla mı razıyız? Bu konuya açıklık getirmeye mecburdur Hükümet; tabiî, eğer, güvenoyu alabilirse... Muhalefetteyken, bu konularda, Sayın Erbakan ve değerli arkadaşları, lafı kimseye bırakmazlardı, çok yürekli, çok cesur davranırlardı. Şimdi, bu Hükümet Programında ise, bütün bu duyarlı konuların, nasıl sessizlikle geçirildiğini görüyoruz. MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – İbretle izliyoruz!.. BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, Programda “Gümrük birliğinin, sağlıklı bir biçimde gelişmesi sağlanacaktır” deniliyor; yani, ileriye atıf... Peki, geçmişteki sağlıksız yönü ne olacak? 6 Mart 1995’te, Brüksel’de belgeleşen sağlıksız durum ne olacak; o konuda bir şey yok. 6 Mart 1995 Belgesinin, Türkiye Büyük Millet Meclisine, hükümetler tarafından getirilmemiş olmasını, Refah Partisi de bir yıldır eleştiriyordu, biz de eleştiriyorduk. Peki, şimdi, Refah Partisi Hükümette; 6 Mart 1995 Brüksel Belgesini, eğer, Hükümet güvenoyu alabilirse, Meclisin onayına sunacak mısınız, sunmayacak mısınız? Bunun açıkça belirtilmesi gerekir. (DSP sıralarından alkışlar) Batı Avrupa Birliğiyle aramızdaki anlaşma, hâlâ, Türkiye Büyük Millet Meclisine getirilmedi; getirecek misiniz, getirmeyecek misiniz? İsrail’le son aylarda imzalanan, hiçbirimizin içeriğini tam olarak bilmediğimiz anlaşma, Türkiye Büyük Millet Meclisine onay için getirilecek mi, getirilmeyecek mi? Bunun da işareti yok Programda. Ortadoğu barış süreci konusunda Türkiye ne düşünüyor, bu belli değil... Suriye’yle ilişkilerimiz ne olacak; Programda bunun işareti yok; ancak, Sayın Erbakan, birkaç hafta önce, kendi kişisel işaretini veya partisel işaretini verdi, “Suriye’yle o kadar iyi ilişkiler kurmalıyız ki, sınırlarımız bile kalkmalı” dedi. Bu olduğu takdirde, tabiî, PKK büyük rahatlığa kavuşacaktır; pasaportsuz, vizesiz, elini kolunu sallaya sallaya sınırımızdan Türkiye’ye gelecektir. (DSP sıralarından alkışlar) Bütün komşularımızla aramızdaki sınırların, kalkmasa bile, yumuşamasını biz bile temenni ederiz; ama, bu temenniyi belirtmeden önce, Türkiye’nin, Suriye’ye koştuğu şartları belirtmesi gerekirdi Sayın Erbakan’ın. Sayın Başkan, ne kadar vaktim var efendim? BAŞKAN – 7 dakikanız var Sayın Ecevit; buyurun. BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Çok teşekkür ederim efendim. Sayın milletvekilleri, Refah Partisine, tabiî, demokratik hukuk devleti açısından saygımız var; fakat, sorunlu bir parti ve bu parti, kendi sorunlarını çözmeden, ülke sorunlarını da çözemez. Nedir Refah Partisinin sorunları: Refah Partisi, gerçekleştirilemeyecek hayallerle, değiştirilemeyecek gerçekler arasında bocalayan bir partidir. (DSP sıralarından alkışlar) Refah Partisinin gerçekleştirilemeyecek hayallerine bir-iki örnek vermek isterim. Bunların başında, tabiî, hiç kimsenin ciddiye almadığı adil düzen projesi geliyor. Adil düzene geçilecek, kazançlar vergilenmeyecek, herkes sosyal güvenlik kapsamına girecek; ama, kimse prim ödemeyecek; işadamları, sermayesiz yatırım yapacak ve ekonomi parasız işleyecek... Bunu, bırakınız Refah Partisi dışındakileri, Refah Partisinin çok yakını olan MÜSİAD bile ciddiye almadığını, geçenlerde, Sayın Erbakan’ın da hazır bulunduğu bir toplantıda açıkladı. Yine, gerçekleşemeyecek bir hayal; İslam Birleşmiş Milletleri, İslam UNESCO’su, İslam Dinarı, İslam NATO’su... Bunları ciddiye alan bir tek İslam ülkesini şimdiye kadar işitmedik. Bunların yanı sıra, bir de Türkiye’nin değiştirilemeyecek gerçekleri var. Bu gerçeklerin başında, Türkiye’nin jeopolitik konumu gelir. Türkiye’nin bu jeopolitik konumunda hiç kimsenin gücü, Refah Partisinin de gücü, Ortadoğu ülkelerinin de gücü, Batı Avrupa’nın da gücü, Türkiye’yi, sadece bir Ortadoğu devleti çemberine hapsetmeye yetmez.(DSP, ANAP ve CHP sıralarından alkışlar) Türkiye, bir Ortadoğu ülkesidir; ama, bir Akdeniz ülkesidir de, bir Balkan ülkesidir, bir Avrupa ülkesidir, bir Kafkas ülkesidir, bir Asya ülkesidir; bunların hepsi birdendir. KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Daha iyi... BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Refah Partisinin istekleri tam uygulanacak olursa -Hükümet Programında yer verilmeyen; ama, zihinlerinde saklanan niyetleri- Türkiye, kendini bir Ortadoğu devleti, münhasıran bir Ortadoğu devleti durumunda bulmuş olacaktır. Yine, Türkiye’nin değiştirilemeyecek gerçeklerinden biri, inançlara saygılı, laikliktir. (DSP ve CHP sıralarından alkışlar) Laiklik, Türkiye Cumhuriyetinin temelidir ve laiklik sayesindedir ki, Türkiye, bütün İslam ülkeleri arasında -doğal kaynaklarının nispî kıtlığına karşın, bütün İslam ülkeleri arasında- sanayi bakımından en ileri ülke, en demokratik ülke, en özgür ülke durumuna gelebilmiştir. Yine, Türkiye’nin değiştirilemeyecek bir gerçeği, Atatürk’ün, kafalardaki yeridir. (DSP sıralarından alkışlar) Atatürk’ün çağdaşlarını düşünün, Atatürk ile çağdaş liderleri düşünün... Lenin... Lenin’den ne kaldı geriye? Ne heykelleri kaldı, ne ideolojisi kaldı... Stalin’den ne kaldı geriye, Hitler’den ne kaldı, Mussolini’den ne kaldı, Franco’dan ne kaldı? Ama, Türkiye’de, Atatürk’ün getirdiği her şey yaşıyor hâlâ. (DSP, ANAP ve CHP sıralarından alkışlar) Onun için, bu gerçeği değiştiremezsiniz. O bakımdan, Hükümet Programında yer alan Atatürk’e övgü sözlerinin, içtenlikli olduğuna inanmak istiyorum; ama, içtenlikli midir değil midir; bu, Hükümet Programında test edilemez; bunun, muhalefette test edilmesi gerekir. (DSP, ANAP ve CHP sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri, Refah Partisi, laikliği, sadece, vicdan ve inanç özgürlüğü olarak görüyor. Evet, vicdan özgürlüğü, inanç özgürlüğü laikliğin ayrılmaz bir unsurudur; ama, laik olmayan bazı ülkelerde bile inanç özgürlüğü vardır. Laiklikte, inanç özgürlüğüne ek olarak, başka unsurların da yer alması doğaldır. Bir kere, dinin, siyasete alet edilmemesi temel kuraldır laiklikte; Allah ile insan arasına girilmemesi temel kuraldır; inancın, akılcılıkla bağdaştırılması temel kuraldır. Bunları göz önünde tutacak olursak, görülür ki, dünyada laikliğe en yatkın din, aslında İslam dinidir. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) Türkün, ne Sünnîsi, Ortadoğu Arap ülkelerinin Sünnîlerine benzer, ne de Türkiye’nin Alevîsi, İran’ın Şiîlerine benzer. Bizim halkımız, kendi tasavvuf kültürü içinde, kendine özgü insancıl bir İslam anlayışı oluşturmuştur. (DSP, ANAP ve CHP sıralarından alkışlar) Bölgemizdeki başka Müslüman ülkelerde, din duygusu Allah korkusuna dayandırılır; Türk Halkının, Orta Asya’da, Hoca Ahmet Yesevîlerle tohumları ekilen, Horasan erenleriyle Türkiye’ye taşınan, Türkiye’de Yunus Emrelerin, Hacı Bayram Velilerin, Hacı Bektaş Velilerin, Mevlânâların ve halk ozanlarının dilinde gelişen ve buradan da Balkanlara taşan Türk Halkının İslam anlayışında, din duygusu, Allah korkusuna değil, Allah sevgisine dayanır... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Ecevit, süre veriyorum, toparlar mısınız. BÜLENT ECEVİT (Devamla) – ...ve bu Allah sevgisi, insana yansır, insan sevgisine dönüşür; bu da, özgürlüğün kapılarını, hoşgörünün kapılarını açar (DSP, ANAP ve CHP sıralarından alkışlar) Ama “Refah Partisi iktidara geldiğinde, otobüsümüzün önünde yatıp, zangır zangır titreyeceksiniz” diyen Erbakan’ın söylemi, kendisini tasvip etmeyenlere “geberin, geberin” diye meydanlarda haykıran Erbakan’ın sözleri, söylemi, Türk Halkının İslam anlayışının söylemi değildir. (DSP, ANAP ve CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Değerli arkadaşlarım, Türkiye, İslam ülkeleri arasında en çağdaşıdır, en özgürüdür, en gelişmişidir; ama, dinine de en çok bağlı olan halka sahiptir. Suudî Arabistan’da, İran’da, kimin, dine bağlılığı içten gelir; kimin, devlet zorlamasından, mollaların zorlamasından gelir bu belli değildir; ama, Türkiye’de, herkes özgürdür ve özgürce dinsel inançlarına sahip çıkmaktadır. Refah Partisinin, Türk toplumunun özellikleriyle bağdaşmayan İslam anlayışının bir yönü de kadınlarla ilgili; açıkça “kadınlara yönetimde yer verilemez” deniliyor. Onun için, Sayın Çiller, eğer, iki yıl sonra Başbakanlık sırasının kendisine geleceğini sanıyorsa, ya Refah Partisini tanımıyor ya kendi kendini aldatıyor demektir. (DSP, ANAP ve CHP sıralarından alkışlar) Sayın Başkanın hoşgörüsünü suiistimal etmemek için sözlerimi bağlıyorum. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) (DSP sıralarından “konuşsun, konuşsun” sesleri) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Sayın lideriniz konuşuyor ve ciddî konulara temas ediyor. (DSP sıralarından alkışlar) Ciddî davranmak, herkesten çok size düşer, rica ediyorum... Buyurun Sayın Ecevit. BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sözlerimin başında belirttiğim gibi, Refah Partili bir hükümet modeli gündemden çıkınca, ortam durulur ve güvenoyu alacak bir hükümet kurulur. (DSP, ANAP ve CHP sıralarından alkışlar) HACI FİLİZ (Kırıkkale) – İçinde misiniz, dışında mı? BÜLENT ECEVİT (Devamla) – Türkiye Büyük Millet Meclisi de, erken seçim yerine, rejimin eksiklikleriyle ve halkın geçim derdiyle ilgilenme olanağı bulur. Sözlerimi bitirirken, özellikle Doğru Yol Partili sayın milletvekillerine, kendi Genel Başkanlarının diliyle, kendi Genel Başkanlarının sözleriyle seslenmek istiyorum: Refah Partisiyle koalisyonu onaylayarak, ülkeyi ve Partinizi karanlığa gömmeyiniz, Türkiye’nin geleceğine kıymayınız... Yine, Sayın Genel Başkanınızın sözleriyle, Atatürk’ün açtığı yolu kapatmaya uğraşanlara izin vermeyiniz... Sayın Genel Başkanınız, bu tehlikeye karşı göğsünü siper etmekten vazgeçmiş olsa bile, sayın Doğru Yol Partili milletvekilleri, sizler göğsünüzü siper ediniz. Saygılar sunarım. (ANAP ve CHP sıralarından alkışlar, DSP sıralarından ayakta alkışlar) BAŞKAN – Sayın Ecevit, teşekkür ediyorum. Doğru Yol Partisi Grubu adına kim konuşacak efendim? SAFFET ARIKAN BEDÜK (Ankara) – Abdülbaki Ataç konuşacak Sayın Başkan. BAŞKAN – Sayın Ataç, sürenin tamanını zatı âliniz mi kullanacak efendim? ABDÜLBAKİ ATAÇ (Balıkesir) – Evet efendim. BAŞKAN – Pekala. Buyurun Sayın Ataç. DYP GRUBU ADINA ABDÜLBAKİ ATAÇ (Balıkesir) – Sayın Başkan, çok değerli milletvekilleri ve televizyonları başında Yüce Meclisin 54 üncü Hükümet Programı görüşmelerini takip eden değerli vatandaşlarım; sözlerime başlarken, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Evet, bugün, Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisinde 54 üncü Hükümetin Programı görüşülüyor. Bugüne kadar 53 hükümet kurulmuş ve her kurulan hükümetin programı görüşmeleri sırasında, iktidar olan taraf ile muhalefete ait olan taraf arasındaki konuşmalarda farklı farklı üsluplar sergilenmiş, o şekilde görüşler ortaya konmuştur. Bu, işin tabiatında vardır. Türkiye ilk defa hükümet kurmuyor, Türkiye’de ilk defa hükümet kurulmuyor, koalisyon hükümeti de ilk defa kurulmuyor. Türkiye, koalisyon hükümetleriyle ilk defa 1961’de tanışmış ve 1961 yılında, birbiriyle en büyük siyasî hasım olan iki siyasî parti, Cumhuriyet Halk Partisi ve Adalet Partisi, ortak müştereklerde anlaşarak hükümet kurmuşlardır. O zamanki hükümet oluşurken, sözcüler, bu hükümetin ne kadar faydalı olacağı konusundaki görüşlerini belirtmişlerdir. Daha sonra, 1974 yılında, Millî Selamet Partisi ile Cumhuriyet Halk Partisi arasında koalisyon hükümeti kurulma noktasına gelinince ve hükümet programı görüşmeleri de başlayınca, yine, o Mecliste, bu hükümetin iktidar kanadını teşkil edenler ile muhalefet kanadını teşkil edenler, değişik ifadelerde bulunmuşlardır. Benden önce konuşan değerli grup sözcüleri, muhalefet kanadını temsil eden Sayın Baykal ve Sayın Ecevit, muhalefetten beklenen konuşma neyse, neleri söylemeleri icap ediyorsa onları söylemişlerdir ve özellikle, Doğru Yol Partisi ile Refah Partisi arasında kurulan bu Hükümetin, fazilet dışı bir oluşumla kurulduğu, yolsuzlukları örtmek gayesine matuf olarak kurulduğu iddiasını, bir haftadır tekrar ettikleri bu iddiayı, bir kere de, bu Meclis kürsüsünden tekrar etmişlerdir. Sözlerime başlarken, önce şunu ifade edeyim ki, Doğru Yol Partisi bugünün partisi değildir; Doğru Yol Partisi, Adalet Partisinin devamıdır -her zamanda ve her zeminde söyledik- Doğru Yol Partisi, Demokrat Partinin devamıdır. Devamı olmakla iftihar ettiğimiz hem Adalet Partisi hem Demokrat Parti, ihtilallere, her türlü iddialarla muhatap olmuş olmasına rağmen ve ihtilalcilerin hesaplarına muhatap olmuş olmasına rağmen, bu konuda alnı ak çıkmıştır. Bugün, eğer, Doğru Yol Partisi müntesiplerinin ve Doğru Yol Partisi milletvekillerinin başı bulutlara değecek kadar dikse; işte, bunun temelinde o temizlik yatmaktadır. (DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Vermediğimiz, veremeyeceğimiz hiçbir hesap yoktur. Öncelikle şunu ifade etmek isterim ki, bu protokol ve koalisyon görüşmelerinde, Partim adına bulundum. Sayın Baykal’a da, Sayın Ecevit’e de çok açık bir şekilde söylüyorum ki, bu Koalisyonun oluşmasında, soruşturma önergelerini ortadan kaldırmak gibi bir anlaşma kesinlikle yoktur; böyle bir konu gündeme bile gelmemiştir ve getirilmemiştir. Esasen, ne Doğru Yol Partisinin milletvekilleri paralı askerdir ne kurşun askerdir ne de Refah Partisinin milletvekilleri paralı askerdir, kurşun askerdir. (DYP ve RP sıralarından alkışlar) Haksızlık varsa, yolsuzluk varsa, yanlışlık varsa, o konunun üzerine gitmeyi şerefli bir görev sayarız ve haksızlık kimden gelirse gelsin, yolsuzluk kimin tarafından yapılmış olursa olsun, onun üzerine gitmeyi, milletin bize vermiş olduğu şerefli bir görev sayarız. (DYP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım, çok konuşulan, üzerinde çok söz sarf edilen bu konuda, Meclisin geçmişteki tutanakları var; bakın, birkaç pasajı okuduğum zaman, bugün konuşulanların, aşağı yukarı, geçmişte de aynen konuşulduğu görülecektir; ama, taraflar farklı, konuşanlar farklı bir şekilde... Aynı şahısların -siyaset devrelerini dikkate aldığınız zaman- zaman geçtikçe ne kadar fikir değiştirdiğini de hep beraber müşahade edeceğiz. 1961 yılındaki Adalet Partisi-Cumhuriyet Halk Partisi Koalisyonunda, değerli konuşmacılar -özellikle Cumhuriyet Halk Partisi konuşmacıları- demişlerdir ki “başlangıçta aşılması imkânsız gibi görülen engellere ve güçlüklere rağmen, bu mesut neticenin gerçekleşmesinde, şüphesiz, büyük milletimizin siyasî olgunluğu ve her güçlüğü yenme hususunda denenmiş kudreti yanında; bugün, ister iktidarda ister muhalefette yer almış olsun, bütün siyasî partilerimizin ve sağduyu sahibi siyaset adamlarımızın, içinde bulunduğumuz çok nazik ve çetin şartlar karşısında, Türk Parlamentosuna ebedî şeref verecek bir mesuliyet duygusu ile hareket etmelerinin de büyük hissesi vardır.” Yani, bu koalisyonun oluşmasında Parlamentonun çok büyük hissesi olduğu, o zamanki konuşmacılar tarafından belirtilmiş. Şimdi, Sayın Ecevit’i ve dolayısıyla o günkü koalisyonda bulunan, koalisyon hükümetinin bir bakanı olarak görev yapan Sayın Baykal’ı da aynı partide olduğu için çok yakından ilgilendiren, 1974 yılında Sayın Ecevit tarafından kurulmuş bulunan Millî Selamet Partisi-Cumhuriyet Halk Partisi Koalisyonuyla ilgili Hükümet Programı görüşülürken, Sayın Ecevit’in konuşmalarından birkaç pasaj: “Sayın Demirel’in de alay ederek değindiği başka tarihî yanılgıları da ortadan kaldıracağız. Artık kimse sömürü aracı olarak din istismarı yapamayacaktır; artık kimse reformculuğu yozlaştırmak için Atatürk istismarcılığı da yapamayacaktır. İşte iki parti, Atatürk ilkeleri doğrultusunda ve işte bu devleti yöneceğiz diye milletimizin önüne elele verip çıkmış durumdadır.” Yine devamla “Değerli arkadaşlarım, güvenoyu verirseniz, göreve, güçle ve inançla devam edecek bu Hükümetle, Türkiye’de yeni bir dönem başlayacak, o yeni dönemde bazı eski yöntemler geçerli olmayacak...” AHMET İYİMAYA (Amasya ) – Takıyye yapmışlar! ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – “...onun için, toplumda geçerliliğini korumak isteyen bütün siyasetçileri ve partileri, açılmakta olan yeni dönemin kurallarına kendilerini daha iyi hazırlamaya davet ediyorum. Toplumda şimdiden büyük ölçüde yerleşmeye başlayan barışın, siyasette, partilerimiz arasında da yerleşmesini diliyoruz. En sert muhalefet özgürlüğünü de tanımayı görev bileceğiz” diye sözlerini tamamlamıştır. Demek ki, Sayın Ecevit’in, Hükümetin kurulması noktasında, eğer iktidarın bir ortağıysa, sözleri bunlar, eğer muhalefette, karşısında ise o zaman sözleri, biraz önceki dinlediklerimiz... KADİR BOZKURT (Sinop) – Ecevit burada yok sayın hatip. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – ...ve bu kabinede Sayın Baykal da görev alıyor, Sayın Baykal birlikte çalışıyor. Daha sonrası da var; bugün, yolsuzluk üzerine, şaibe üzerine kurulduğu iddia edilen bu Koalisyonun, asıl, daha ağırını, Türk siyasî hayatına 1978’li yıllarda Sayın Ecevit getiriyor. (DYP ve RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) 11 adam arıyorum diyor, kendisini satacak 11 adam arıyorum... Neyle satacak; ister parayla, ister bakanlıkla kendisini satacak 11 adam arıyor. O, o şekilde ifade etmiyor, o tarihte “namuslu adam arıyorum” diye yola çıkıyor; ama, Sayın Ecevit’in namus anlayışının bu olduğunu, bir kere daha, buradan hatırlatmak istiyorum. (DYP sıralarından alkışlar) Eğer, bir milletvekili, diğer siyasî partiden, Sayın Ecevit’in kuracağı Hükümete katkıda bulunmak üzere geliyorsa, hangi sebeple geliyorsa gelsin, makbul adamdır ve onların hepsini bakan yapıyor... TAHSİN BORAY BAYCIK (Zonguldak) – Onlar da sizden o zaman... ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – ...ve bu siyasî rüşvetle kurduğu iktidar -biraz evvel kendi ifadesiyle- tarihimize kara bir leke olarak, bir hükümet kuruluşu olarak giriyor. Asıl kara leke, işte, o 1978’li yıllarda kurulan Hükümettir. (DYP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Y FEVZİ ARICI (İçel) – 1977... ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bugün, Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi arasında kurulmakta olan bu Hükümetin ayıplı hiçbir tarafı yoktur ve tabiî, o hükümetten -Sayın Ecevit’in kurduğu o Hükümetten- iki bakan yolsuzluktan -birisi 35 yıl, birisi 15 yıl- biri de bölücülükten mahkûm oluyor ve Sayın Ecevit, bu Bakanlar Kurulunun Başbakanı olarak, bundan hiçbir mesuliyet hissetmiyor ve bu yolsuzluklar yapılırken, Sayın Başbakan Ecevit, bunların hiç farkında değil. NECMİ HOŞVER (Bolu) – Enerji Bakanı da Sayın Baykal!.. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bakın, işte, tarihimizde, buna benzeyen olayları yaşadığımızı şunun için ifade ediyorum: Siyasî partilerde de, şahıslarda da bir gelişme olacaktır; ama, bazı insanî duygular vardır ki -fazilet gibi- onlar değişmez, onların kuralları değişmez, şartları değişmez. 1970’li yıllarda fazilet anlayışınız başka olacak, 1990’lı yıllarda başka olacak... Böyle bir anlayışı kabul etmek ve böyle bir anlayışın yanında olmak mümkün değildir. Bakın, bugün, yine, kurulmakta olan bu Hükümetle ilgili olarak ortaya bir iddia koyuyor “eğer, bu Hükümet güvenoyu almazsa, Yüce Parlamento merak etmesin” diyor. Sanki, Yüce Parlamento “seçime gideriz” diye bir endişe içindeymiş gibi!.. Bu Parlamentoda bulunan arkadaşlarımız, nasıl seçildilerse; eğer, seçim olursa, tekrar seçilmek için gayret ederler, yollara düşerler; ama, bir seçim korkusu varmış ve bunu ortadan kaldırmak istiyormuş gibi “pazartesi günü, bu Hükümet güvenoyu almazsa, seçim olmayacaktır; yeni bir hükümet modeli ortaya çıkacaktır” diyor. Sayın Ecevit, her zaman, ilerlemiş ülkelerdeki demokrasileri örnek olarak gösterir. İlerlemiş ülkelerdeki demokrasi örneklerinden bir tanesi de Almanya’dadır. Yeni bir hükümetin nasıl kurulacağını kesin olarak tahaahhüt etmeden, bir başka hükümeti yıkamazsınız. Eğer, yeni bir hükümet modelini net bir biçimde ortaya koyabiliyorsanız, bu Hükümetin güvenoyu alıp almaması o kadar önemli değildir; ama, ortaya koyduğunuz bir şey yok. Sayın Baykal bir teklifte bulunuyor, diyorsunuz ki “biz, sosyaldemokrat partiler olarak 123 kişiyiz; ama, çoğunluğu da istiyoruz, çoğunluk hükümeti olsun istiyoruz.” Sayın Refah Partisi sözcüsü arkadaşımız, ona çok güzel cevap verdi... “123 kişiyle biz hükümet olalım, Anavatan bizi desteklesin -tarihî mesuliyettir- Doğru Yol Partisi de desteklemezse, o da mesuliyet altına girer...” Böyle bir mantıkla, böyle bir anlayışla hükümet kurulabilir mi; böyle bir mantığı, bu Yüce Parlamentoya teklif etmenin ne anlamı var? Ortada konuşulmuş bir şey yok. Hatta, Sayın Ecevit ile Sayın Baykal’ın mezarda bile bir araya gelemeyeceklerini söyleyen, onları çok yakından tanıyan arkadaşımızın beyanatı gazetelerde yeni çıktı ve bu arkadaşımız “Sayın Ecevit ile Sayın Baykal, mezarda bile bir araya gelemezler” diyor. YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Erbakan getirdi... ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Mezarda bile bir araya gelmeleri mümkün olmayan bu iki teşekkülün başındaki genel başkanın; aralarında hiçbir anlaşma olmadan, hiçbir görüşme olmadan, Yüce Meclise, böyle mesnetsiz bir teklifle gelerek “pazartesi gününden sonra yeni bir hükümet modeli buluruz” diye ortaya çıkmasını fevkalade yadırgadığımızı ifade etmek istiyorum. Doğru Yol Partisi ile Refah Partisinin kurmuş olduğu bu Hükümetin önünde çok ciddî meseleler vardır. Burada, bir kere daha açıklıkla söylemek ihtiyacını duyuyorum ki, bir hükümet kurulurken, bu hükümetin başarılı olmamasını dilemek, başarılı olmayacağı konusunda iddialı keramet içerisinde olmak, bu vatanı sevmemekle eşdeğerdedir. (DYP ve RP sıralarından alkışlar) REFİK ARAS (İstanbul) – Dosyalar ne olacak?! ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bu Hükümetin başarılı olmasını dilemek, hepimizin görevi olmalıdır. Bu Hükümetin başarılı olması demek, ülkemizin başarılı olması demektir. Bu Hükümetin ortaya koyacağı iyi icraatlar, Doğru Yol Partisinin ve Refah Partisinin ortaya koyduğu iyi icraatlar olarak değil, milletimizin çözüm beklediği konuların çözülmesi olacaktır ki, bundan kârlı çıkacak olan yüce milletimizdir, ülkemizdir. Böyle bir temenniyle yola çıkılmış olmasını fevkalade yadırgadığımızı bir kere daha ifade ediyorum. Bir hafta, on gündür; gazetelerde, televizyonlarda, değişik mahfillerde, bu Hükümetin oluşmaması için gayret sarf edilmiş olmasının temelinde neler yattığını da kamuoyu, değerli vatandaşlarımız çok iyi biliyorlar, yakından da takip ediyorlar. Bu işin arkasında kimlerin olduğu, hangi çıkar gruplarının bulunduğu, artık herkesçe malumdur... NEVFEL ŞAHİN (Çanakkale) – Vatan hainleri... ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Zannedildi ki, Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi bir araya gelemeyecekler, bir noktada anlaşamayacaklar... Nerede anlaşamayacaklar; bir defa, laiklik konusunda, Atatürk çizgisinde anlaşamayacaklar; protokole baktılar, programa baktılar ki, böyle bir yanlışlık yok, her şey tamam... Bir yerde anlaşamayacaklar; zaten, asıl çıkar gruplarının beklediği oydu... SAMİ KÜÇÜKBAŞKAN (Antalya) – Örtülü ödenekte!.. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – ...Gümrük birliği konusunda anlaşamayacaklar, Avrupa Birliğine giriş konusunda anlaşamayacaklar. Eğer bu anlaşma olmazsa, zaten mesele yok; iktidarda kim olursa olsun, onlar için fark etmez; fakat, baktılar ki, Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi, gümrük birliği konusunda da, Avrupa Birliğine girme konusunda da tam bir ittifak halinde... O zaman telaş başladı. Bugüne kadar haksız elde etmiş oldukları kazanç kapılarının yakında kapanacağının farkına varanlar, bu kapının kapanmaması için, -gerçekten, sizin de çok açık ifade ettiğiniz gibi- Yüce Meclisin üzerinde transfer pazarları kurdular ve hiç olmayacak şeyleri yaptınız, hiç olmayacak şeylere bu ülkenin insanlarını şahit kıldınız. Bakın, Doğru Yol Partisinden size gelen arkadaşlarımızın yapısıyla ilgili olarak, benden önceki grup sözcüleri de çok net ifadeler kullandılar. Siz, Yüce Divana göndermek üzere yola çıkardığınız ve kendisini neredeyse suçlu ilan ettiğiniz bir kişiyi, hiç tereddüt etmeden, eğer bu Hükümete “hayır” diyecekse, bizim aramızdaysa, rahatlıkla olabilir diye, hem de büyük bir merasimle aranıza kabul ettiniz... YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Sana öyle geliyor... ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – ...ve merasim yaptınız... YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Siz yapmadınız mı?.. (ANAP sıralarından “Bedava mı aldınız” sesleri) BÜLENT H. TANLA (İstanbul) – Bedava mı aldınız?.. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Siz, parayla aldığınızı ikrar ediyorsanız... AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) – Hayır, onlar faziletli insanlardır. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – “Bedava mı aldınız” diye soruyorsunuz da... AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) – Onlar faziletli insanlardır; faziletli arkadaşlarımızı yaralamayın... NEVFEL ŞAHİN (Çanakkale) – Bekleseydiniz biraz daha... ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Parayla mı aldınız?.. AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) – Aynı soruyu size de soralım... ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Parayla mı aldınız?.. BÜLENT H. TANLA (İstanbul) – Aynı sorulara siz de cevap verin. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Parayla mı aldınız?.. İçinden çıkılsın çıkılmasın, yapılan iş yanlıştır, oynanan oyun bellidir. Bakın, öylesine oyunların içerisine girdiniz ki, şahit olduğum olayları zikretmekten kesinlikle çekinmeden bazı hususları burada aydınlatmakta, vatandaşlarımızın malumatına sunmakta yarar var. Refah Partisiyle protokol imzalamak için hazırlandık; saat 16.00’da protokol imzalamak üzere gidiyoruz; o anda, Sayın Mesut Yılmaz’ın yakın bir arkadaşı ve sizin içinizde milletvekili ve eski bir bakan, Grubu telefonla ısrarla arıyor ve diyor ki “Refah Partisiyle kurmaktan vazgeçin, bizimle kurun -bakın size şahitlerini de söyleyeceğim- biz her şeye hazırız. Hatta, sizin Sayın Genel Başkanın yanında, yani, Sayın Mesut Yılmaz’ın yanında görmekten hoşlanmadığınız, bizim de zaten kendilerinden nefret ettiğimiz, hoşlanmadığımız arkadaşlarımız yanlarından uzaklaştırılacaktır. Bunu taahhüt ediyoruz ve bu arkadaşlarımızın olmadığı yeni bir çehreyle, sizinle koalisyon yapmak istiyoruz” Bu, saat 16.00’da yapılmış bir telefon görüşmesidir. Sadece bir kişiyle de değil... Şu anda aranızda bulunan Sayın Gaydalı bunun şahididir. O da, bizim Grubumuzda, bizimle beraber oturuyordu; zannediyorum, bakan olacağım ümidindeydi. Partide bulunma sebebi o olsa gerek; ama, bakan olamayınca, ertesi gün sizin aranıza geldi... MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – Sağduyulu bir o davranmış... ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – O arkadaşımız da şahididir telefonun... MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – Sayın Gaydalı burada yok... ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Oradan kalktık, Refah Partisine gittik... “Bu, artık olacak bir şey değil; karşılıklı, belirli bir noktaya gelinmiştir, ülkenin hükümete ihtiyacı vardır, bu hükümet Refah Partisiyle kurulacak noktadadır” dedik ve Refah Partisine geldik. Refah Partisine geldiğimiz anda, şu anda yine bakan olan bir arkadaşımız -benim de samimî bir arkadaşım- hemen beni kucakladı, dedi ki “yahu, bu Mesut Yılmaz ne kadar enteresan bir insan?!.” Dedim ki “niye öyle diyorsun?” O da “şimdi bize telefon açtırdı ve ‘Doğru Yol Partisiyle kurmaktan vazgeçin, biz hazırız, biz kurmak istiyoruz’ “ dedi. (ANAP sıralarından “Yalan” sesleri) Şimdi, olayın tanıkları buradadır. YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Hayal âleminde yaşıyorsunuz... MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Pazarlık için yapmıştır... Bırakın bu konuşmaları... AHMET KABİL (Rize) – “Laik cumhuriyeti koltuğa satmayın” demediniz mi?!. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bakın, böylesine, hükümet kurulması çalışmalarına çomak sokmaya çalışan... YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Mübarek olsun... Mübarek... ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – ...ve “benim için iktidarda olmak her şeyin önünde gelir” diyen Sayın Yılmaz... MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Öyle olsaydı bırakmazdınız... ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – ...bu koalisyonun yapılması konusunda da belli bir noktaya geldikten sonra, yine, her zamanki karakterini ortaya koymuş ve bu işi bozmak konusunda önemli bir girişimde bulunmuştur. Bunu neden söylüyorum: Değerli arkadaşlarım, bakın, bu Hükümetin kurulması kendiliğinden olmamıştır. Her şey, herkesin gözü önünde, yüce milletimizin gözü önünde cereyan etmiştir. YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Doğru... ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – 24 Aralık 1995 seçimlerinden önce, bütün siyasî partiler, programlarını ve yapacaklarını ortaya koydular -bunlardan bir tanesi Doğru Yol Partisi, bir tanesi Anavatan Partisi, bir tanesi Refah Partisi ve diğer partiler- herkes seçim meydanlarında şunları söyledi: “Ben, en iyisiyim, ülke meselelerini ben çözerim, diğer siyasî partiler bu işi benim kadar yapamaz, onlara rey vermeyin, onlara rey verirseniz ülkeyi iyiye götüremezler” Bunlar, söylenen laflardır, söylenmemesi de zaten mümkün değildir, işin tabiatında vardır, bunlar söylenir. Bunlar söylendi, herkes, ne yapacağını söyledikten sonra seçim sonuçları alındı. Seçim sonuçları kimseyi tek başına iktidar yapmadı, yapmadıktan sonra, işte görüşmeler başladı. Biz, yine, o seçim meydanlarında söylediğimiz “Refah Partisiyle iktidar olmak istemiyoruz” sözümüzü tekrarladık ve “Refah Partisiyle iktidar olmayacağız” dedik. Seçim sonuçlarından sonra ilk beyanatımız da bu oldu. Ancak, yine, Sayın Yılmaz, bizim, Refah Partisiyle iktidar olmayacağımız sözünü kendine mesnet ederek ve bunu da bir siyasî fırsat kabul ederek Refah Partisiyle görüşmelere başladı, iş, belirli bir noktaya kadar geldi; ama, kamuoyunun baskısı ve çok aşırı bir direnç karşısında döndü “beraber olalım” dedi ve Doğru Yol Partisi ile Anavatan Partisi arasındaki Koalisyon Hükümeti... YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Siz dediniz, siz söylediniz... İBRAHİM YAZICI (Bursa) – Siz dediniz, siz... ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Biz de söyledik, siz de söylediniz ve size de söylediler. Bu koalisyon görüşmeleri başladı. Görüşüldü, konuşuldu, anlaşıldı... AHMET KABİL (Rize) – Refah Partisini karanlık görüyordunuz. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Her şey iyi niyetle başladı. Bakın, bazı şeyleri, pazartesi gecesi, burada, Koalisyon Hükümeti güvenoyu aldıktan sonra, çok daha iyi idrak etmeye başlayacaksınız. Hele, salı sabahı, belki birçoğunuz, Anavatan Partisi içerisindeki birçok milletvekili, Sayın Yılmaz’ın yakasına yapışıp “ne yaptık biz” diye de soracaklar. (RP sıralarından alkışlar) Şimdi, bu üç ay içerisinde, biz beklerdik ki -hep öyle söylenir- bu iki merkez sağ parti... Halbuki, ikimiz arasında önemli farklılıklar var; bir defa, biz, geldiğimiz yerin neresi olduğunu, dayandığımız yerin neresi olduğunu çok açık söylüyoruz. Bizi millet kurdu, Doğru Yol Partisini kuran millettir, Doğru Yol Partisinin gerçek sahibi millettir; çünkü, Adalet Partisinin gerçek sahibi millet, Demokrat Partinin gerçek sahibi millet... AHMET KABİL (Rize) – Sizin dayandığınız yer İstanbul Bankası... ERTUĞRUL ERYILMAZ (Sakarya) – Ya diğerleri... ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Anavatan’ın sahibinin ne olduğu, geçmişte nasıl kurulduğu, nasıl meydana çıktığı ortadadır. Şimdi... (ANAP sıralarından gürültüler) AHMET KABİL (Rize) – Sizin dayandığınız yer İstanbul Bankasıdır... BAŞKAN – Sayın Ataç, bir dakikanızı rica ediyorum. Sayın milletvekilleri, her sayın grubun sözcüsü, burada, fikirlerini ifade ediyor. Eğer, biz, yeni bir usul ihdas eder, hatibin sözünü duyurmamak için çabaya girersek, bilesiniz ki “mendakka dukka” yöntemi vardır; yani, çalarsanız kapısını çalarlar kapınızı, sözcünüzün sesinin ulaşmaması için diğer gruplar da çabaya girer. Onun için, rica ediyorum... Sükunetle dinleyelim. Tabiî, grup sözcüleriniz gereken cevabı verecektir herhalde. Buyurun. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Tabiî, benden sonra, Anavatan Partisi Grubu adına konuşulacak. Söylediklerimize cevap verme hakları var. Ancak, Anavatan Partisinin telaşını, Anavatan Partili milletvekili arkadaşlarımızın telaşını anlıyoruz. Onu - tekrar ediyorum- salı sabahı hep beraber bir daha göreceğiz. AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) – Hiç telaşı yok... ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Şimdi, böylesine bir Hükümet, beklenirdi ki, ülkenin çok önemli meselelerini çözsün ve bu Hükümetin kurulmasında, Doğru Yol Partisinin hangi fedakârlıklarda bulunduğu ve nelere razı olduğu da herkes tarafından biliniyor. Üçüncü parti olmasına rağmen, Başbakanlık, Sayın Yılmaz’ın; üçüncü parti olmasına rağmen, Meclis Başkanlığı, Anavatan Partisinin... MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – İkinci parti... ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bakanlıkları nasıl paylaşalım; nasıl istiyorsanız, sizin istediğiniz gibi olsun; yani, bu ülke hükümetsiz kalmasın... Bu ülkenin insanlarının çok önemli meseleleri var, bunları çözebilecek olan, güçlü, kararlı bir iktidar iş başında olsun. Bu gayretle, Hükümet, büyük bir fedakârlıkla kuruldu. Biz beklerdik ki, Sayın Yılmaz -hele, bu iki merkez sağdaki partinin birleşmesi de gündemde olduğuna göre- öylesine güzel bir idare tarzı göstersin ki, memleket meselelerine vukufiyyetini öylesine ortaya koysun ki, öyle bir gayret içerisinde olsun ki, Doğru Yol Partisinin taraftarları bile, Sayın Mesut Yılmaz’ın bu başarılarını takdirle karşılasın; desinler ki, Sayın Mesut Yılmaz, ülkeyi iyi yönetiyor, ülkeyi yönetmekte fevkalade başarılı, bizim tanıdığımız Yılmaz değilmiş, bu iki partinin birleşmesi için hiçbir engel yok, dolayısıyla, birlikte olabiliriz. Partinin genel başkanı o olur bu olur; ona, partinin yetkili kurulları, kongreleri karar verir ve birleşme sürecine girilmiş olurdu. Onun yerine, Sayın Yılmaz, bir kere daha -geçmişte de bunu gösterdiği için bir kere daha- 3 ilâ 3,5 ay içerisinde, bu yükten nasıl kaçabilirimin yollarını aramaya başladı. (DYP sıralarından alkışlar) YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Allah’tan kork... Yalan söyleme... Bu kadar da olur mu?.. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Kabiliyeti o kadar... YAŞAR OKUYAN (Yalova) – O kabiliyet, sizin kabiliyetiniz. AHMET KABİL (Rize) – Gensoruyu siz getirdiniz. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Kabiliyeti o kadar... Elinde 290 milletvekili varken de yaptığı o; koalisyon iktidarı olduğu zaman da yaptığı o... 290 milletvekili varken, 3 ayda bırakıp gitti. Şu anda sizin aranızda olan, bizim arkadaşımız, Doğru Yol Partisinden milletvekili... İBRAHİM YAZICI (Bursa) – Hangisi?.. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Şimdi, sizin aranızda, bizim bir arkadaşımız... YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Siz de geleceksiniz. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Isparta, Bursa ve Antalya’dan milletvekili oldu. O arkadaşımız... BAŞKAN – Sayın Ataç, sürenizi, bu suretle ortaklı kullanmış oluyorsunuz; tek başınıza kullanmayı deneseniz!.. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bu arkadaşımız, bizim saflarımızda otururken, Sayın Yılmaz mikrofona geldiğinde -gür de bir sesi var- bağırırdı “yazlık başbakan” diye. Sonra, yazlık başbakan olduğunu bile bile, yazlık başbakanla beraber oldu ve mevsimlik başbakan üç ayı geçti mi -üç aydan fazla yok- eli ayağı dolaşıyor, bildiklerini unutuyor, yapacağını şaşırıyor, bir an evvel bu işi bırakıp kaçmanın yollarını arıyor... (DYP sıralarından alkışlar) MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Ama, hiç şaibeli başbakan olmadı! YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Siz de geleceksiniz... ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Şaibeli başbakan oldu mu, olmadı mı; mademki soruyorsunuz, cevap vereyim: Şu anda, Sayın Mesut Yılmaz hakkında soruşturma önergesi yok mu, bu Meclisin kabul ettiği; siz, soruşturma önergelerine dayanmıyor musunuz?.. (ANAP sıralarından gürültüler) MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Geç onları geç. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bir dakika, dur... Siz, soruşturma önergelerine dayanmıyor musunuz?.. BAŞKAN – Sayın Ataç, rica ediyorum... Sayın milletvekilleri, Sayın Ataç, rica ediyorum... Siz konuşmalarınıza devam edin, bırakınız, Meclisi biz yönetelim efendim. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Anavatan Partisi, şaibeli başbakan yok dediği için cevap vermek durumundayım. Soruşturma önergelerine dayanarak diyorlar ki, sizin Sayın Genel Başkanınız hakkında soruşturma önergesi var. Sanki Mesut Yılmaz hakkında soruşturma önergesi yok! Soruşturma önergesi de kabul edildi; Civan Olayı mahkemeyle sabit ve Anavatan Sözcüsü burada konuşurken -çok net hatırlıyorum- dediği şey şuydu: “Biz, Civan’ı görevden alacaktık; ama, vaktimiz yetmedi.” YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Dört senedir neredeydiniz?.. AHMET KABİL (Rize) – Onun arkasında İstanbul Bankası yoktu. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Şu anda, yetkisiz hükümetken; yani, istifa ettikten sonra bile, yüzlerce genel müdürü, yüzlerce devlet memurunu görevden aldınız; ama, Civan’ı görevden alamadınız. Neden almadınız; çünkü, bağlantınız vardı; çünkü, onunla işbirliği içerisindeydiniz. (DYP sıralarından alkışlar, ANAP sıralarından gürültüler) YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Civan Olayı yeni mi aklınıza geldi? ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Ve Sayın Civan’a sıkılan kurşun, mafya kurşunu, aslında size sıkılan bir kurşundur ve Civan’dan akan kan, sizin yüzünüze, elbisenize, elinize bulaşmıştır; o kanı temizlemeden tekrar buraya gelip “biz temiziz” iddiasında bulunamazsınız. (DYP sıralarından alkışlar) YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Siz kendi hesabınızı verin! ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – O kanı temizlemek durumundasınız, elinize yüzünüze bulaşmış olan o kanı temizlemek mecburiyetindesiniz... YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Dört senedir neredeydiniz?.. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Dört senedir, beş senedir... YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Örtülü ödeneğin de hesabını ver, mal varlığının da hesabını ver. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Örtülü ödenek... Örtülü ödeneğin ne olduğunu... Sayın Başkan, böyle konuşacaksak, olmaz; arkadaşlarımızın susmasını lütfen temin edin. BAŞKAN – Sayın Ataç, lütfen Hükümet Programı üzerinde konuşur musunuz efendim... Diyaloğa girmeyin efendim... Lütfen diyaloğa girmeyin... Siz, Sayın Genel Kurula söyleyeceklerinizi ifade buyurun. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Hükümet Programını çok yakından ilgilendirdiği için bunları söylüyorum; çünkü, Hükümet Programını eleştirmiyorlar, “bu Hükümetin oluşmasına bir şey demiyoruz; ancak, anlaşma yaptınız, bazı meseleleri örtmek için yaptınız” diyorlar. Böyle bir şey yok. YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Ahlakî zaafı olan bir hükümet. AHMET KABİL (Rize) – Selçuk Parsadan’a niye verdiniz?.. YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Kahve kültürüyle konuşma! ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bakın, örtülü ödenek konusunda, ben de şimdi buradan soruyorum; Sayın Yılmaz, örtülü ödenekten 1 trilyon liraya yakın para harcamıştır, benim bilgilerime göre, bulgularıma göre, dedikoduya göre. Kulislerde konuşuluyor. 1 trilyon liraya yakın para harcamıştır ve bu harcadığı paranın büyük bir kısmını yakın mesai arkadaşlarına vermiştir ve bir kısmını da kardeşine aktarmıştır. ALİ KEMAL BAŞARAN (Trabzon) – Gerçeklerle konuş, gerçeklerle. YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Çiller’in mal varlığının hesabını verin! ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Hayır, böyle değil mi?.. Böyle yapmadı mı?.. (ANAP sıralarından gürültüler) Gelip, nereye verdiğini anlatsın, gelip nerelere verdiğini söylesin burada. (DYP sıralarından alkışlar) YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Dosyaları örtbas etmek üzere hükümet kuruyorsunuz... MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Erbakan Hocaya sor bakalım! METE BÜLGÜN (Çankırı) – Ayıp, ayıp! ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Ayıp olan işte bu. Örtülü ödeneği nereye verdin diye sorulmaz başbakana. Örtülü ödenek, başbakanların namusuna tevdi edilmiştir ve başbakanlar, onu kendilerine verilen görev doğrultusunda harcarlar. (ANP sıralarından gürültüler) AHMET KABİL (Rize) – Selçuk Parsadan’a soralım. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bakın... METİN EMİROĞLU (Malatya) – Güzel güzel konuşun; dedikodu yaparak konuşmayın! ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Dedikoduyu siz yapıyorsunuz, siz... MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkan, bu şekilde konuşmasına müsaade edemezsiniz. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bakın, Sayın Mesut Yılmaz, örtülü ödenek konusunda büyük bir haksızlık yapmıştır ve mert, delikanlı, her şeyi açıkça söylemekten çekinmeyen edalar içerisinde siyaset yaptığını iddia ederken, bir belgeyi, doğruluğu tartışılabilecek bir belgeyi, kendisi, erkekçe ortaya koyamamış ve götürüp, basın mensuplarına veya bir muhalefet partisinin milletvekillerine vererek “bunu ortaya çıkarın” diye komplolara girmiştir. Yakışık almayanı, doğru olmayanı budur. Eğer bir şey varsa, bilinen bir şey varsa, doğruysa ve belgeleri de varsa, onu ortaya çıkarmamak namertliktir. AHMET KABİL (Rize) – Parsadan’a ödenen para belgeli... ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Onu ortaya çıkarıp koyacaksınız ve böylesine yanlışlığın peşinde olanlar varsa, o zaman, onları da eleştireceksiniz. İşte, asıl dedikodu budur. Devlete dedikoduyu, devlete haksız ithamı siz soktunuz; şimdi, bunun altında eziliyorsunuz. AHMET KABİL (Rize) – Parsadan’a kim para verdi?.. BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, rica ediyorum; grup sözcünüz konuşurken cevap verir. AHMET KABİL (Rize) – Parsadan’a parayı kim verdi?.. BAŞKAN – Sayın Kabil, rica ediyorum efendim... Sayın Ataç, devam edin efendim. YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Sayın Başkan, üsluba bak!.. Konuşması kahve dedikodusu. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Sizin yaptığınız... BAŞKAN – Sayın Ataç, siz konuşmanıza bakın efendim. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, biraz sonra dinleyeceğiz; Sayın eski Başbakan gelecek, Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini ortaya koyacak; bakın, ne dedikodular yapacak, göreceğiz hep beraber ve Türk Milleti de izleyecek. İBRAHİM YAZICI (Bursa) – Doğruları söyleyecek... ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Hükümet Programıyla ilgili de hiçbir şey söyleyeceğini zannetmiyorum; çünkü, Hükümet Programıyla ilgili bir şey söyleyebilmek için, sepette pamuk olması lazım. (ANAP sıralarından gürültüler) AHMET KABİL (Rize) – Sen ne söyledin Hükümet Programı hakkında?! ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Olsa, zaten kendisi yapması lazım. (DYP sıralarından alkışlar) Kendisi, işi beceremeyip, bırakıp gitme alışkanlığından kurtulmalıdır. METİN EMİROĞLU (Malatya) – Sayın Başkan, böyle konuşma olmaz!.. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Hükümet Programında, geniş halk kitleleriyle ilgili çok önemli kararlar var. Hükümet Programının, köylüsüyle, işçisiyle, esnafıyla ve dargelirlisiyle, bütün milletimizin, eksik olan ve ihtiyacı bulunan konularda -büyük bir gayretle- çözüme yönelik olduğunu görmüş olmaktan, Doğru Yol Partisi olarak memnuniyet duyuyoruz ve yine, Doğru Yol Partisi Grubu olarak, Hükümetin, geniş halk kitlelerinin beklentisi olan konularda yapacağı her türlü çalışmada, her türlü gayreti, azamî özeni göstereceğimizi ifade ediyorum. Doğru Yol Partisi Grubu, bu Hükümetin başarılı olabilmesi için, ülke meselelerini çözmedeki gayretine katkıda bulunabilmek için, iç ve dıştaki sorunları birlikte çözmede en büyük gayreti gösterecektir. Yüce Meclisin, altı yedi aydır -yasama, yürütme ve denetleme görevi var- yasamayla ilgili, yaptığı ciddî hiç bir şey yok. Çıkardığımız bir yasa var, zor bela. METE BÜLGÜN (Çankırı) – Sayenizde... ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Denetlemeyi de dedikoduya çevirdik sizin sayenizde ve denetlemeyi haksız isnatlar üzerine oturttuk. Bir siyasî partinin genel başkanını yok etmeye, dolayısıyla o siyasî partiyi yok etmeye yönelik bir denetim mekanizması haline getirdiniz. ALİ KEMAL BAŞARAN (Trabzon) – Kamuoyu yok etti... ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bu Meclisin en önemli görevi, yürütmeyi çıkarmaktır. İşte, Meclis, pazartesi günü, güçlü, çoğunluğa dayalı bir yürütme organını, hükümeti çıkaracaktır oylarıyla ve Yüce Milletimize, bu hükümet çok hayırlı hizmetler yapacaktır; dileğimiz odur. Çıkmazsa ne olur; diyelim ki güvenoyu çıkmadı; güvenoyu çıkmadığı zaman, bana göre, erken seçime gidilecektir. Bu, bir tehdit değil, ülkenin gideceği yol, budur. Demokrasinin kuralları var, Anayasada yerini bulmuş; bu kurallar işleyecektir. Erken seçim herkes için geçerlidir. AHMET KABİL (Rize) – Onu sen düşün. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Erken seçim herkes için bir yoldur. Buradan yeni bir tablo çıkabilir. Bu tablo tek başına iktidar getirir mi getirmez mi, onu bilmem; ama, yeni bir tablo çıkabilir. Yeni bir tablo çıkmayıp, buna benzeyen bir tablo da olabilir. Ancak, ben, tabiî, seçim meydanlarında, özellikle Anavatan Partisinin ne diyeceğini, diğer siyasî partilerin de ne diyeceğini merak ediyorum. NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Gidince görürsün. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Üçbuçuk ay iktidar olduk. Önümüzde süre vardı; ama, ne yazık ki, bozduk; götüremedik. İlk defa bizim zamanımızda -işin acı tarafı budur- ilk defa üç aylık başbakanlığım zamanında, ne yapayım, istemedim; ama, Ankara’nın meydanında, bir parti kongresinde Türk Bayrağı yerlere indirildi, ne olur bana tekrar rey verin, ben başbakan mı olayım diyeceksiniz?.. (DYP sıralarından alkışlar, ANAP sıralarından gürültüler) YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Şimdi, bu oldu mu yani!.. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – İlk defa benim başbakanlığım zamanında, İstanbul Kadıköy’de, terör örgütleri sokağa hâkim oldu, benim başbakanlığım zamanında, terör örgütleri istediği sloganları attı mı diyeceksiniz?.. (ANAP sıralarından gürültüler) YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Yani, bu konuşma sana yakışıyor mu!.. METE BÜLGÜN (Çankırı) – Ayıp, ayıp!.. MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Bayrağı küçük hesaplara alet etmeyin... ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Üç aylık süre içerisinde, yüzde 68’lere inmiş olan enflasyonu yüzde 83’lere çıkardım, üç ayda bunu başardım mı diyeceksiniz?.. METE BÜLGÜN (Çankırı) – Sen yok muydun!.. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Ne diyeceksiniz?.. AHMET KABİL (Rize) – Rekor sizde, yüzde 160 enflasyonun sahibi sizsiniz! ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Hükümetin yarısında biz nasıl vardık; gördük. Bu Hükümetin niye yürümediğini biliyorsunuz. Yaptığımız koolisyon protololüne sadık kalmadınız ve koolisyon protokolünde, bizim tarafımızdan yapılması, takip edilmesi gereken hususlarda bizi devre dışı bırakarak kendi icraatınızı sergilemeye kalktınız. Ben, size şu kadarını daha söyleyeyim; hiç, erken seçimden ve erken seçimde başarıdan heveslenmeyin. YAŞAR OKUYAN (Yalova) – 2 Haziranda boyunuzun ölçüsünü aldınız. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Karadenizdeki o zeki ve vatanperver insanlarımız bile, artık, kendi aralarında, birbirlerine espri olarak diyorlar ki, ha bu Yılmaz üç aydan başka yapamayacak mı?.. (DYP sıralarından gülüşmeler) Yani, bu işin, sizin tarafınızdan üç aydan fazla yapılamayacağı, götürülemeyeceği anlaşılmıştır. AHMET KABİL (Rize) – O Yılmaz başka bir şey yapacak... ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Telaşınızı anlıyorum... AHMET KABİL (Rize) – Başka bir şey yapacak, başka bir şey... ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Anavatan Partisi, Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi tarafından kurulmuş olan bu Koolisyon Hükümetinin başarısından korkuyor, bu Koolisyon Hükümetinin ülkeyi iyi yönetmesinden korkuyor, sonlarının geldiğini hisseden ve hani, mezarlığın yanından geçerken, korkan insanların şarkı söylemesi gibi, son feryatlarını yapıyor. (DYP sıralarından alkışlar, ANAP sıralarından gürültüler) O bakımdan... ERKAN MUMCU (Isparta) – Kimin kimden korktuğunu bu millet çok iyi biliyor. Korkunun ecele faydası yok. ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Yapacaklarını bir anlat bakalım... ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Evet, onu sandıkta -eğer sandık önümüze konursa- hep beraber yine göreceğiz. YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Göreceğiz! MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – Yüzde 5’e düşersiniz. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Şimdi, bakın, Sayın Demirel, şu anda cumhurbaşkanı ve Sayın Demirel, 1975 yılında bir koolisyon kurdu, biliyorsunuz. Sayın Demirel’in kurmuş olduğu o koolisyonda da, böyle, muhalefette olanlar, aynen sizin dediklerinizi dediler kendisine; onun -zabıtlardan- verdiği cevabın altına imzamı atıyorum. Dediği şudur: “Şimdi, siyasetle uğraşanların nelere katlanması lazım geldiğini biliriz. Yalnız, hiç kimsenin başkasına hakaret etmesine, tecavüz etmesine de mahal yoktur. Buraya gelip oturanların hiçbirisi, partiler olarak veya kişiler olarak, herhangi bir partiden hüsnühal kâğıdı alacak değildir ve böyle bir mecburiyet de yoktur. Bugünkü eleştiriler, bugünkü ithamlar genellikle böyle bir koolisyonu dağıtma gayesine matuftur, böyle bir koolisyonun güvenoyu almamasını sağlama gayesine matuftur. Tamamen o istikamete götürülmüştür mesele. Buna da diyeceğimiz bir şey yok; yani, bu hedefe yönelmiş olmaya diyeceğimiz bir şey yok; ama, söylenen şeylere diyeceklerimiz var. Koolisyon bir uzlaşmadır...” ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Koalisyon, koalisyon... ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – “Koolisyon partilerinin seçim öncesinde birbiri hakkında neler söylediği, binaenaleyh, neler söylediğini burada dile getirmekle kastedilen mana...” ŞADAN TUZCU (İstanbul) – İki “o” ile değil Sayın Ataç. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – “...kastedilen maksat, varılmak istenen yer; nasıl bir araya geldiniz; bunları birbirinize söyledikten sonra ise, bu nispî temsilde koalisyonlar kaçınılmaz olduğuna göre, seçime ittifak halinde girmemiş bulunan partilerin, rey dağılması karşısında hiçbir zaman bir araya gelememeleri gerekir; çünkü, siyasî partiler, ayrı hüviyeti haizdir. Siyasî partiler, seçim öncesinde veya seçim sonrasında, memleket meselelerini -görüş tarzları değişik olduğuna göre- çeşitli şeyleri söylerler, birbirleri hakkında da söylerler. Birbiriniz hakkında bunları söylediniz, nasıl bir araya geldiniz diye, şayet bir araya gelmeme yargısı bundan çıkacaksa, o zaman, ülke, bugünkü sistem içerisinde hükümet kuramaz...” İHSAN ÇABUK (Ordu) – Sahi, niye bir araya geldiniz?.. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – “Bu, muhaldir; böyle olmaması lazımdır, hükümet kurulabilmesi lazımdır. Partiler, ayrı ayrı hükmî şahsiyeti haizdir; partilerin ayrı ayrı programları vardır; ama, koolisyon olunca, partilerin, programlarını, hükümet icraatında -hükümet icraatında, parti faaliyetlerinde değil- bir kenara bırakıp, uzlaşabildikleri bir program meydana çıkarmaları lazımdır. Başka türlü koolisyon düşünülemez. Mademki, Türkiye, koolisyonla idare edilme mecburiyetiyle karşı karşıyadır, o takdirde, birden fazla partinin bir araya gelmesi gerekecektir...” ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Başından itibaren okusaydın bari!.. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – “Birbirleri aleyhine birtakım şeyler söylediler diye bir araya gelememek gibi bir kaide çıkarmaya kalkmak, fevkalade yanlıştır.” Bu, koolisyon hükümetleri kurulurken... ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Koalisyon... Koalisyon... ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – ... her zaman, işte, tarafların bulunduğu yere göre değişen söylemlerdir ve ben, bunun altına imzamı atarım derken, çok açık bir şekilde söylüyorum ki, Doğru Yol Partisi ile Refah Partisi arasında kurulmuş olan bu Hükümet, iyi niyete dayalıdır, samimiyete dayalıdır, herhangi bir art niyeti yoktur; ülke meselelerini çözmede, ülkenin bugüne kadar içinde bulunduğu konuları aşmada kararlılıkla hareket edecektir. MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – İnşallah (!..) ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Şuna inanıyoruz: İki insan samimiyetle ortak olursa, ona yardımcı olan Allah olur... ERKAN MUMCU (Isparta) – İki gönül bir olunca samanlık seyran olur! ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – ... üçüncü ortak Allah olur. (DYP ve RP sıralarından alkışlar) Ülkemizin önemli meselelerini çözmede, bu Koalisyon Hükümetinin ortaya koyduğu programlar kararlılıkla uygulanacaktır ve görülecektir ki, Anavatan Partisinin, daha önce yapılmış olan koolisyonu bozmadaki haksızlığı bir kere daha ortaya çıkmış olacaktır. (ANAP sıralarından “koalisyon” sesleri) BAŞKAN – Değerli arkadaşlarım, yani, mutlaka, sataşmak için bir şeyi icat etmek mecburiyetinde miyiz?.. AGÂH OKTAY GÜNER (Ankara) – İhtiyaç bırakmıyorlar zaten... BAŞKAN – Efendim, siz, Fransız kelimesini Türkün önüne korsanız, eğri büğrü cümle çıkar. (ANAP sıralarından alkışlar) Buyurun efendim. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Bu Hükümetin önünde önemli meseleler var. BAŞKAN – Yani, makalatı hurufa uymuyor; ne yapayım... HASAN GÜLAY (Manisa) – Sayın Başkan, bilmiyorsa, kullanmasın... ABDÜLBAKİ ATAÇ (Devamla) – Adalet reformu, sağlık reformu ve millî eğitim reformu, bu Hükümet tarafından gerçekleştirilecektir. Sosyal güvenlik kurumlarının -ki, sosyal güvenlik kurumları fevkalade sıkıntılı haldedir; bugün, sosyal güvenlik kurumlarında, Hazine, artık bu yükü kaldıramayacak noktalara doğru gitmektedir- bugün için -1996 yılında- 200 trilyonluk ek yardıma ihtiyacı bulunan sosyal güvenlik kurumlarının, önümüzdeki yıllarda, 600 trilyonluk, 700 trilyonluk, 800 trilyonluk ek yardıma ihtiyacı olabilecektir. İşte, sosyal güvenlik kurumlarının birleştirilmesi ve bu konuda büyük beklenti içerisinde olan halkımızın bu beklentisinin giderilmesi de, bu Hükümetimiz sayesinde gerçekleştirilecektir. Özellikle, merkezî hükümete bağımlılık, yine bu Hükümet tarafından ortadan kaldırılarak yerel yönetimler güçlenderilecek ve bunun için gerekli yasal düzenlemeler süratle çıkarılacaktır; yani, Meclis, aslî görevini ifa eder hale gelecektir ve yapılması gereken, çıkarılması gereken yasalar süratle çıkarılmaya çalışılacaktır. Din ve vicdan hürriyeti, teşebbüs hürriyeti, düşünce hürriyeti, Doğru Yol Partisinin -Demokrat Partiden ve Adalet Partisinden bugüne kadar- ısrarla savunduğu ve vazgeçemediği hürriyetlerdir. (DYP sıralarından alkışlar) Bu hürriyetlerin en iyi şekilde kullanılması konusunda azamî gayret gösterilecektir ve yine, bu Hükümet sayesinde, toplumdaki sosyal barış tesis edilecektir. Bugüne kadar, sanki, bu ülkenin insanları arasında, inançlarından dolayı ayrılık varmış gibi gösterilme gayretleri sona erecek ve toplumun huzur ve barışı sağlanmış olacaktır. Nitekim, Doğru Yol Partisinin, 1991-1995 yılları arasında SHP ile yapmış olduğu koalisyon hükümetlerinden ülkemiz insanları kazanmış ve merkez sol bir parti ile merkez sağ bir partinin 1991-1995 yılları arasında yaptıkları bu koalisyon, ülkemizin bu kanatları arasındaki düşmanlığı ortadan kaldırmış, 24 Aralık 1995 seçimleri, hiçbir şahsın burnu kanamadan gerçekleştirilmiştir. Bu, çok önemli bir gelişmedir ve 2000’li yıllara hazırlanan Türkiye Cumhuriyetinin, böylesi bir sosyal barışa, böylesi bir beraberliğe, sulha ve anlayışa ihtiyacı vardır; bu Hükümet, bu sulhü ve beraberliği de gerçekleştirecektir. Her zaman söylüyoruz, 2000’li yıllar, samimî olunduğu takdirde, iyi bir gayret içerisinde olunduğu takdirde, ülkemizin olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti devleti güçlüdür, ülkemizin insanları fevkalade iyi yetişmiştir -gençlerimiz var, kadınlarımız var- dünyaya açılmaya hazırdırlar; fevkalade iyi yetişen bu gençlerimiz, Türkiye’nin dünyadaki gerçek yerini almasında önemli katkılarda bulunacaklardır. 2000’li yıllar, altyapı kaynaklarıyla, bugüne kadar yapılan hizmetlerle ve bundan sonra tesis edilecek sosyal barışla Türkiye’nin olacaktır. Bu duygularla, bu Hükümetin, ülkemize, milletimize hayırlı, uğurlu olmasını Cenabı Allah’tan diliyorum ve Doğru Yol Partisi olarak, ülke yararına gördüğümüz ve ülkenin önündeki engelleri aşabilmeye katkıları olacağına inandığımız bu Koalisyon Hükümetine “evet” oyu vereceğimizi Yüce Milletimizin huzurunda bir kere daha tekrar ediyor ve hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DYP ve RP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Ataç, teşekkür ediyorum. İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Sayın Başkanım... BAŞKAN – Buyurun efendim. İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Sayın hatip, konuşmasında, ismimi zikretmeden, Isparta, Bursa ve şimdi de Antalya milletvekili... Müsaade eder misiniz!.. BAŞKAN – Dinliyorum efendim, ben, sizi dinliyorum. İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Hayır, dinlemenizdeki adabın suratınız tarafından bana intikalinde, dinlemediğiniz... BAŞKAN – Efendim, makyaj yaptıracak halim yok ki benim burada. İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Estağfurullah, makyaj yapın demiyorum. BAŞKAN – Buyurun. İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Şahsıma, oy aldığım vilayetlere hakaretamiz kabul ediyorum bu sözü. BAŞKAN – Evet... İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Ve sizden konuşma rica ediyorum. BAŞKAN – Efendim, 69 uncu maddeyi bir kere daha okursanız, orada “şahsına sataşılan” tabiri kullanılır. Şahıstan maksat, isimlendirmektir; aidiyet veya matufiyet, sataşma sebebi değildir. Buyurun efendim. İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Bir dakika!.. BAŞKAN – Sayın Genç... İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Bir dakika Sayın Başkan!.. Sayın Başkan, bahsedilen kişi benim... BAŞKAN – Efendim, adınız geçti mi zabıtlarda? İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Bursa, Isparta ve Antalya milletvekili olan, bu Parlamentoda, tek benim... BAŞKAN – Efendim, rica ediyorum... Efendim, rica ediyorum... İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Bu kürsü herkese açık bir kürsü! MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan, biraz önce, Refah Partili Sayın Bakana, adı geçmediği halde söz verdiniz. Bu konuşmacı, açıkça arkadaşımızı işaret etmiştir. BAŞKAN – Sayın milletvekili, siz hangi sıfatla... Arkadaşımızın ifade kabiliyeti var, gücü var... Efendim, sizin... MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Siz, hâlâ, bir partinin grup başkanvekilini öğrenemediyseniz, benim size söyleyecek bir sözüm yok! BAŞKAN – Efendim, müsaade buyurun... Müsaade buyurun efendim. Sayın milletvekili, ne arzu ediyor, ne istiyorsa, kendisi ifade kabiliyetini haizdir; kendisi de ifade etti zaten. Ben de kendilerine gerekli cevabı verdim. Şahsınızdan söz edilmediği için, size söz verme imkânım yok. Sayın Genç... İBRAHİM GÜRDAL (Antalya) – Sayın Başkanım, Şevket Beye de, ismi olmadığı halde söz verdiniz burada. BAŞKAN – Zabıtları getirttim Sayın Genç; isminizden bahsedilmediği için, size de söz verme imkânım yok; teşekkür ediyorum. (ANAP sıralarından sıra kapaklarına vurmalar, gürültüler) Sayın milletvekilleri, saat 20.00’de yeniden toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum. Kapanma Saati: 19.25 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati: 20.00 BAŞKAN: Başkanvekili Yasin HATİBOĞLU KÂTİP ÜYELER: Ünal YAŞAR (Gaziantep), Salih KAPUSUZ (Kayseri) BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 72 nci Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum. II. – HÜKÜMET PROGRAMI (Devam) 1. – Başbakan Necmettin Erbakan tarafından kurulan Bakanlar Kurulu programının görüşülmesi (Devam) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Prof. Dr. Necmettin Erbakan Başkanlığında kurulan Hükümetin Programı üzerindeki çalışmalara kaldığımız yerden devam ediyoruz. Şimdi, grupları adına söz sırası, Anavatan Partisi Grup Başkanı Sayın Mesut Yılmaz'da. Buyurun. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, ayakta alkışlar) Sayın Yılmaz, süreyi tek başınıza kullanacağınızı düşünüyorum, sormayı da zait görüyorum; öyle yapacaksınız herhalde? A. MESUT YILMAZ (Rize) – Evet Sayın Başkan. BAŞKAN – Buyurun. REFİK ARAS (İstanbul) – Hükümet nerede?.. MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Sayın Profesör, yeni doktora almaya mı gitti?! ANAP GRUBU ADINA A. MESUT YILMAZ (Rize) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yüce Heyetinizi ve ekranları başında Hükümet Programı üzerindeki bu görüşmeleri izleyen bütün vatandaşlarımızı, Anavatan Partisi Grubu adına saygıyla selamlıyorum. (ANAP sıralarından alkışlar) Aslında, bu Heyetin en bariz özelliği, milletin vekili olmasıdır. Milletvekilleri, adı üzerinde, milletin vekilidirler. Sanıyorum bugün geldiğimiz noktada, milletimizin niye bize vekâlet verdiğini, niçin bizi buraya gönderdiğini, neleri yapmamız, neleri yapmamamız için bize yetki verdiğini değerlendirmek durumundayız. Sadece değerlendirmek de yetmez, bu vekâletin gerektirdiği sorumluluğu, iliklerimize kadar hissetmemiz gereken bir günü yaşıyoruz. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Değerli arkadaşlarım, milletvekili sıfatını taşıdığımız her an duymak zorunda olduğumuz bu sorumluluk duygusunu, bugün bir kat daha artıran, daha önemli kılan, daha gerekli kılan önemli bir gelişmeyle karşı karşıyayız. Hemen başında ifade edeyim ki, bizim, Hükümet Programı üzerindeki bu görüşmelerdeki bakış açımız, yani, bizim, bugünkü Meclisin gündemine bakış açımız, sıradan bir hükümet programının görüşülmesinin ötesindedir. Zira, bugün programı müzakere edilmekte olan Hükümet ve o Hükümetin bu Programı, fevkalade şartların ürettiği bir Hükümet ve Hükümet Programıdır. İşte, bizim bugün asıl tartışmak durumunda olduğumuz, bence bu fevkaladeliktir. Dikkat ediyor musunuz, sabahtan beri, Meclis açıldığından beri konuşan değerli hatiplerin hiçbiri, bu programın içerisinde neler yazdığı üzerinde durmadı. Asıl üzerinde durulan husus, bu Hükümetin nasıl bir temel üzerinde kurulduğudur. Asıl fevkaladelik budur. Değerli arkadaşlarım, 53 üncü Hükümeti yıkan sebepler nelerse, benim, fevkaladelikten kastettiğim de budur. Zira, 53 üncü Hükümetin yıkılma sebepleri, aynı zamanda, 54 üncü Hükümetin de kurulma sebepleridir. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Öyleyse, 53 üncü Hükümetin niye yıkıldığını bütün milletvekili arkadaşlarımın bilmesi lazım, bilen arkadaşlarımın yeniden hatırlaması lazım. Hem milletimizin hem de milletimizin vekillerinin, 53 üncü Hükümetin yıkılma sebeplerini bütün açıklığıyla öğrenmelerinde, bence, büyük yarar var. Bugünkü görüşmelerin belki de en önemli noktası budur. Aziz milletimiz ve onun değerli vekilleri bilmelidirler ki, 53 üncü Hükümetin, yani, kamuoyundaki ismiyle ANAYOL Koalisyonunun bitiş sebebi, ne koalisyondaki uyumsuzluktur ne protokole uymamaktır ne şu krizdir ne bu krizdir, ne icraatsızlıktır ne de herhangi başka bir sebeptir. Değerli arkadaşlarım, 53 üncü Hükümetin son bulmasının bir tek nedeni vardır ve maalesef, o neden, benimle yakın ilişkilidir. 53 üncü Hükümetin son bulmasının nedeni, bu Meclisin başlattığı ve benim de idarede başlattığım yolsuzluk soruşturmalarıdır. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Evet, itiraf ediyorum, 53 üncü Hükümetin bitmesinde benim önemli dahlim var, benim dahlim var; çünkü, ben, 53 üncü Hükümetin Başbakanı olarak milletten temsil yetkisi isterken, onun hak ve çıkarlarının üzerinde hiçbir hak ve çıkar tanımayacağımı taahhüt etmiş ve bu kürsüden de Yüce Meclisin, 65 milyon vatandaşımın, tarihin ve tabiî ki, Allah'ın huzurunda yemin etmiş bir milletvekili olarak, Rize Milletvekili Ahmet Mesut Yılmaz olarak, yetimin hakkını kimseye yedirmeme konusundaki kararlılığımı sonuna kadar muhafaza ettim. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Şimdi, bazı aklı evveller çıkıyorlar, hem bu kürsüye çıkıyorlar hem gazetelerin manşetlerine çıkıyorlar, bana akıl veriyorlar "efendim, sırası mıydı şimdi Hükümeti bozmanın, yolsuzluklarla uğraşmanın; hiç olmazsa Başbakanlık döneminin sonuna kadar bekleyemez miydin; böyle geçimsiz Başbakanlık olur mu..." Bakın, ben, üç aydan beri, hiç kamuoyuna aldırmıyorum; hiç o köşe yazarlarına falan -patronlarına yaranmak için belli kişilere methiyeler düzen o köşe yazarlarına- hiç cevap vermiyorum; ama, bugün milletin önünde konuşuyorum, milletin kürsüsünden konuşuyorum. Şimdi, herkese söylüyorum: O bana akıl verenler, akıllarını kendilerine saklasınlar. Türkiye'de siyasetin bu kadar yozlaşıp kokuşmasının asıl sebebi, hırsız, uğursuz takımının cüretkârlığı yanında, devleti yönetenlerin, bu olan biten hırsızlıklara, yolsuzluklara kayıtsız kalmasıdır, seyirci kalmasıdır; daha da ileriye gidiyorum, bazen ortak olmasıdır. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Değerli milletvekilleri, bu ülkeyi yönetmek için milletten yetki almış hiç kimsenin, hiçbirinizin, yolsuzluk ve suiistimallerin üzerine gitmeyi, belli bir stratejiye, belli bir takvime bağlamaya hakkınız ve yetkiniz yoktur; hiç kimsenin buna hakkı yoktur. Eğer, 54 üncü Hükümeti kuranlar, kafalarında böyle bir plan kuruyorlarsa, unutmasınlar ki, tarih önünde bu suç ortaklığından kurtulamazlar. AHMET BİLGİÇ (Balıkesir) – Civangate olayı ne oldu? A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Zira, hepimiz biliyoruz ki, geciken adalet, artık, adalet olmaktan çıkmıştır. AHMET BİLGİÇ (Balıkesir) – Civangate'ten bahset. YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Laf atma... Laf atma... Dinle... Dinle... NABİ POYRAZ (Ordu) – Otur yerine!.. Otur!.. BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, sükûnetinizi rica ediyorum. Sayın Yılmaz, siz buyurun efendim. A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Değerli milletvekilleri, değerli arkadaşlarım, şimdi, bu Hükümete sesleniyorum; bir ortağı eksik olan bu Hükümete sesleniyorum: Bakın, Bakanlar Kurulu sıralarında bir tane Doğru Yol Partili bakan yok; ben mi yanlış görüyorum?! Bir tane Doğru Yol Partili bakan yok! NABİ POYRAZ (Ordu) – Utanıyorlar... A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Allah, hiç kimseyi, ortağı olduğu, hatta, Başbakan Yardımcısı olduğu Koalisyonda, Hükümet Programının görüşülmesinde, Hükümet Programının okunmasında, hükümet sıralarında oturma utanmasına düşürmesin. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Sayın Hükümet, siz, şimdi, bu yolsuzluklar konusunda... (Orman Bakanı Mehmet Halit Dağlı ile Millî Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam, Bakanlar Kurulu sıralarındaki yerlerini aldılar; ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar!.. ) Allah, Türkiye'de hiçbir Bakana, Genel Başkanının oturmaktan utandığı bir Hükümetin içerisinde oturmayı nasip etmesin. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Değerli milletvekilleri, Hükümete sesleniyorum, Hükümet, şimdi, kendi kafasında şöyle bir plan yapmış olabilir: Bu adaleti, yani yolsuzluklarla, hırsızlıklarla mücaadele etmeyi, kendi kafasında bir vadeye bağlamış olabilir; ama, unutmayın ekmeği çalınan, ilacı çalınan, alınteri çalınan, mutluluğu, ömrü çalınan insanlar, sizin tayin ettiğiniz o vadeyi beklemeye mecbur değillerdir; esasen, buna tahammülleri de yoktur. Fazilet sahibi her insanın yapması gereken, bizim yaptığımız olmalıdır... MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Doğru; siz faziletli insanlarsınız!.. A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Biz ne yaptık... Bakın ne yaptık, sayın milletvekilleri: İşte bizim Hükümet Programımız, işte bizim Koalisyon Protokolümüz. Biz, buraya bir madde koyduk, bu maddenin altına imza attık; benim imzam da var, Sayın Çiller'in de imzası var. O madde "yolsuzluk ve suiistimal iddialarının üzerine, ciddiyetle gidilecektir" diyor. Dedik ve gereğini yaptık; hem de Yüce Meclis ile beraber yaptık. Şimdi, biraz önce Doğru Yol Partisinin Sözcüsü çıkmış, burada "Anavatan Partisi, koalisyon protokolünü çiğnedi" diyor. MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Doğru... A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Peki, ben de şimdi ona soruyorum; doğru diyene soruyorum: Siz, bu protokolü imzalarken içerisini okumadınız mı?.. Okumadınız mı?.. Yoksa, bunu yaparken, bizim samimî olmadığımızı mı düşündünüz; Başbakanlık koltuğunu bırakamayacağımızı mı sandınız?.. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Balıkesir) – Uydurma işleri yapmadık, hakiki olsun dedik. A. MESUT YILMAZ (Devamla) – ...Eğer, öyle sandıysanız çok yanıldınız. Eğer, böyle düşündüyseniz, sizin, bugün, hasbelkader üyesi bulunduğunuz Meclisi, asıl yüce kılan, kutsal kılan değerlerden hiç mi hiç haberiniz yok demektir. Sayın milletvekilleri, ahlak ve fazilet, sadece iki kuru kelime değildir. Bu iki kavram, insan kişiliğinin ayrılmaz, olmazsa olmaz parçalarıdır. (DYP sıralarından gürültüler) MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Siz, faziletli insanlarsınız!.. YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Konuşma!.. Dinlemesini bil!.. Kes sesini!.. BAŞKAN – Sayın milletvekilleri... Sayın grup başkanvekilleri... Rica ediyorum... Sayın Okuyan, efendim lideriniz konuşuyor. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Balıkesir) – Fazilet partisinden!.. Enerji Bakanı... A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Müdahaleleri süremden düşer misiniz Sayın Başkan. BAŞKAN – Buyurun Sayın Yılmaz. A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Teşekkür ederim. ABDÜLBAKİ ATAÇ (Balıkesir) – Soruşturma açtırdığın Enerji Bakanını niye alıyorsun?! BAŞKAN – Sayın Ataç, lütfen dinleyin efendim. Sayın Yılmaz, buyurun. A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Sayın milletvekilleri, sayın Hükümet; bir şeyi unutmamanız lazım: Ben, eğer, yolsuzluk dosyalarına göz yumsaydım, bugün, hâlâ o koltukta ben oturuyordum. (DYP sıralarından "Allah Allah" sesleri) Ama, ben, başta söyledim, buradan söyledim; "ben, çamurun üzerinde oturan Başbakan olmayacağım" dedim. (ANAP sıralarından alkışlar) İRFETTİN AKAR (Muğla) – Eski Enerji Bakanı nerede?! A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Çamurun üzerinde, yolsuzluk ve şaibelerin üzerinde oturan, onları örten bir Başbakan olmaktansa, halkın gönlünde dürüst bir politikacı olarak kalmayı bin kere tercih ederim, her zaman tercih ederim. (ANAP sıralarından alkışlar) Ve bakın bir şey daha söylüyorum: Koltuk uğruna, makam uğruna, kendi kişiliğimden, kendi onurumdan, kendi ahlakımdan taviz vermektense, önüme bin kere aynı imkân çıksa, bin kere aynı şeyi yaparım. (ANAP sıralarından alkışlar) Bunu, bu vesileyle ispat etmiş olmanın onurunu taşıdığımız gibi -tekrar söylüyorum- bin defa tekerrür etse, bin defa o koltuğu terk ederiz. Değerli arkadaşlarım, dolayısıyla, protokole aykırılık Anayol Koalisyonunun bozulma sebebi filan değildir. Zaten, bugüne kadar da, bu yönde, ciddî bir iddia ortaya atılmış değildir. Sayın Çiller'in ve onun yakın yandaşı olan bir iki kişinin seslendirdiği tek iddia "bizi arkadan vurmaya kalktı" olmuştur. Başbakanlıkta başlatılan teftiş ve soruşturmalar, özellikle, kamu bankalarında ve bilhassa TURBAN'da başlatılan soruşturmalardan dolayı, bizi, kalleş olmakla itham ettiler. Şimdi size soruyorum: Bunun neresi arkadan vurmaktır ? Bunun neresi kalleşliktir? Siz, halktan oy isterken "kör kuruşun hesabını soracağım" diyeceksiniz, sonra koltuk hatırına hepsinden vazgeçeceksiniz!.. Milletinize ihanet edeceksiniz, Başbakan kalacaksınız; ama, millete sadık kalırsanız, sözünüze sadık kalırsanız kalleş olacaksınız!.. Bu mantığı izah edemezsiniz; bu mantığı, bu millete anlatamazsınız. Herkes şunu bilmelidir: Hakikatin hatırı, milletin hatırı bizim için herşeyin üzerindedir. Değerli milletvekilleri, burada iki tane program var. Bu, benim Hükümetimin Programı, 53 üncü Hükümetin Programı; bu da, 54 üncü Hükümetin Programı, bu Hükümetin Programı. Biraz önce, Refah Partisinin Sayın Sözcüsü, bu Hükümet Programının çok mükemmel bir program olduğunu söyledi, tarihe geçecek bir program olduğunu söyledi. Bunu, latife olarak mı söyledi, ciddî mi söyledi; ben ayırmakta müşkülat çektim. Ama, bakın ben size söyleyeyim: Bu iki program, aşağı yukarı birbirinin aynıdır... ( RP sıralarından "oy verin"sesleri) Şimdi oy meselesine geleceğim. Bakın, öyle şeyler var ki, şimdiye kadar hiçbir hükümet, zannediyorum, kendisinden önceki hükümetin programından böyle fotokopiyle çoğaltıp da yeni hükümet programı yazmamıştır. (ANAP sıralarından alkışlar) Şimdi bakın, "Devletin vatandaşına güvenmesi temel ilkelerimizden birisidir. Fertlerin devlet ile olan ilişkilerinde vatandaşın beyanına güven esas alınacak, beyanın doğruluğunu araştırmak ilgili kamu idaresinin görevi olacaktır." Bu, bizim programımızın 12 nci sayfasında yazıyor. HACI FİLİZ (Kırıkkale) –52 nci Hükümetinkinde de var. A.MESUT YILMAZ (Devamla) –54 üncü Hükümetin Programını açın, 37 nci sayfada aynı şey yazıyor. Yahu, aynı cümleyi kopya ediyorsunuz; bari, bir kelimeyi değiştirin... Aynı cümleleri almışlar, aynı yere koymuşlar. (RP sıralarından gürültüler) Peki, bir şey daha var: Biz, kendi Programımızda, birtakım fizikî hedefler koymuşuz, sayısal hedefler koymuşuz. Mesela, demişiz ki, kamu yatırımları içinde eğitimin payı yüzde 12'ye çıkacak, enerji sektörünün payı yüzde 22'ye çıkacak veya demişiz ki, şu kadar asfalt yapacak devlet, şu kadar asfalt yol yapacak, şu kadar beton yol yapacak; aynı rakamları almışlar, kendi Programlarına koymuşlar. Bu iki program arasında... Evet, Programımızı kopya etmişsiniz, bundan dolayı da sizi ayıplamıyorum; adil düzenden vazgeçtiğinize göre, elbette bir programla gelecektiniz. Bizim Programımızı kopya etmiş olmanız, aslında, kötü bir şey değil, bizim için iyi bir şeydir; ama, kötü olan ne: Bazı şeyleri almamışlar Programlarına. Mesela, biz demişiz ki "otoyol hamlesine devam edeceğiz." Hayır, bunların Programında otoyol yok; otoyol, bunlara göre, Türkiye'ye göre lüks; ama, asıl fark nerede: Asıl fark yolsuzluklarda. Bakın, değerli milletvekilleri "yolsuzluk" kelimesinin kendisine bile, bu Program tahammül edememiştir, bu Hükümet tahammül edememiştir; kelimeye bile tahammül edememiştir. (ANAP sıralarından alkışlar) 54 üncü Hükümet Programında, bir yandan, ifade ve fikir hürriyeti, din ve vicdan hürriyetinden söz edilirken, öte yandan, kişilik hakları kavramına sığınarak, basına gözdağı verilmeye çalışılmaktadır. Basının yolsuzluklarla ilgili haber vermesi önlenmek istenmektedir. Şimdi, soruyorum: Acaba, böyle bir hükümet, bizi, nasıl bir Türkiye'de yaşatmak istiyor; basının susturulduğu, yolsuzlukların örtüldüğü bir Türkiye'de mi?.. Ama, bakın, söylüyorum; buna kimsenin gücü yetmez, hiç kimsenin gücü yetmez ve ben inanıyorum ki, bu Parlamento da, böyle çirkin bir oyunun figüranı olamaz. Değerli milletvekilleri, bu Koalisyon, 53 üncü Koalisyon uyumsuz bir koalisyon muydu; kesinlikle hayır. Kabinedeki bizzat Doğru Yol Partili bakanların ifadesiyle, bu Koalisyon, kendinden önceki DYP-CHP Koalisyonundan çok daha uyumlu bir koalisyondu. Ne icraat ne atamalar, bu Koalisyonda, bundan önceki Koalisyon gibi, bir kriz konusu olmamıştı. Nereye kadar; ta ki kamu bankalarıyla ilgili atamalar gündeme gelinceye kadar. Bu da, aslında Kabineden değil, bizzat Sayın Çiller'den kaynaklanan bir problem olmuştur. Ne zaman ki, kamu bankalarında daha önceki Hükümetin yerleştirdiği kadrolar ve uygulamalar üzerine ciddî bir biçimde gidilmiştir, işte o zaman ipler gerilmiştir. Sayın Çiller, bizzat kendisi, bana, filan kamu bankasındaki yöneticilerin değiştirilmesinden vazgeçilmezse, bunun, koalisyonun sonu olacağını söylemiştir. Hiç böyle bir şeyi aklınız alıyor mu; böyle bir konunun, bir koalisyon hükümetini yıkacak kadar önemli olduğunu düşünebiliyor musunuz?!. Ama, Sayın Çiller için önemlidir; çünkü, trilyonlara varan yolsuzlukların açığa çıkmasından endişelidir. Ayrıca, ne dediniz bizim için; "icraatsız hükümet" dediniz. Değerli milletvekilleri, icraatsız dedikleri hükümet, benim Hükümetimdir. Üç aydan beri de meydanı boş buldular; kırık plak gibi, hep aynı şeyi söylüyorlar; ama, biraz önce söyledim, ben, üç aydan beri kamuoyunun ne söylediğine filan bakmıyorum, basının ne yazdığına bakmıyorum. Kaldı ki, benim Hükümetimin, o üçbuçuk aylık süresinin yarısı, onların yapmadıkları 1996 bütçesini hazırlamakla geçti, atamalarla geçti, yasal düzenlemelerin altyapısını yapmakla geçti; ama, bakın, bu şartlara rağmen, benim Hükümetimin 100 günlük icraatını, Sayın Çiller'in Hükümetinin 100 günlük icraatıyla, her an, her platformda karşılaştırmaya hazırım. Öyle, parti kongrelerinde filan söyleyip kaçmakla olmaz, televizyona çıkıp, açıkoturumlarda yalan söylemekle olmaz; çıkıp, bu kürsüden söyleyin; rakamları, burada, milletin önünde tartışalım; kim yalan söylüyor, kim doğru söylüyor, millet kendi gözüyle görsün. Aylarca Bakanlar Kurulunu toplayamamış; neredeyse üç yıl süren Başbakanlığında, ülkeye numune için bir tek eser bırakmamış; ama, konuştuğu zaman, mangalda kül bırakmayan birisi, bizi icraatsızlıkla suçluyor... Halep oradaysa, arşın buradadır. MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Ne yaptın?!. A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Şimdi mukayese yapalım, siz üç ayda neler yaptınız; biz -bir azınlık Hükümeti olmamıza rağmen, üstelik kendi ortağımızdan engelli bir azınlık Hükümeti olmamıza rağmen- üç ayda neler yaptık... KAMER GENÇ (Tunceli) – Rize'ye ne kadar para gönderdiniz; onu söyle!.. A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Mukayese edelim de yalanlarınızla iğfal ettiğiniz birkısım masum vatandaşımız da gerçekleri öğrensin. Size rakam veriyorum, yazın rakamları, yanlışsa gelin söyleyin buradan. Sayın Çiller'in kurduğu Hükümetin 100 günlük ilk dönem icraatında Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk ettiği kanun tasarısı sayısı 22'dir; benim Hükümetimin ilk 100 gününde Türkiye Büyük Millet Meclisine sevk ettiği kanun tasarısı sayısı 52'dir. İRFETTİN AKAR (Muğla) – Çıkardığın kaç tane? MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Kaç kanun çıkardın? A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Yahu biraz sabredin ona da geleceğim, hiç boşluk bırakmayacağım merak etmeyin. Çıkan kanunu sordunuz değil mi? Sayın Çiller'in Hükümeti ilk 100 gününde 3 tane kanun çıkarmış, ben 10 tane çıkarmışım. Bu Meclis 10 tane çıkarmış, Sayın Çiller'in Hükümeti 3 tane çıkarmış. Peki, bir azınlık hükümetinin Meclisin icraatıyla övünmesi mümkün değil; ama, Bakanlar Kurulunun performansını tayin eden en önemli faktör ne; çıkan kararname sayısı. Sayın Çiller, ilk 100 gününde 243 tane kararname çıkarmış, benim Hükümetim 462 tane kararname çıkarmış. Hangi kritere vurursanız vurun, yaptığımız icraat, Sayın Çiller'in 100 günlük icraatının iki katıdır. Ama, bakın, isterseniz size başka örnekler de veririm, icraatsız hükümetin hangisi olduğunu anlamanız için. Üç aylık Koalisyon Hükümeti döneminde, köylünün emeğinin karşılığını verebilmek için, buğday fiyatını, geçen seneki Koalisyon Hükümetinin açıkladığı tarihten tam 4 ay önce açıkladık, hem de alınterinin bedel fiyatını vererek açıkladık. (ANAP sıralarından alkışlar) Geçen sene, bu dört aylık gecikme yüzünden buğday üreticisini perişan ettiniz. Şekerpancarına düşük fiyat verdiğiniz için, Türkiye'yi, yurtdışından -milyonlarca, yüz milyonlarca döviz ödeyip- şeker ithal etme mecburiyetiyle karşı karşıya bıraktınız. Üç yıllık hükümetinizde, enerji ihraç eden Türkiye'yi, Bulgaristan'dan enerji ithal eder ülke durumuna düşürdünüz. Üç yılda bir tek enerji yatırımınız yok; bitirdiğiniz bir tane baraj yok. Bütün cumhuriyet tarihinde -1994-1995 yılları hariç- hiç baraj yapılmayan -çokpartili demokrasi dönemini kastediyorum- iki sene zarfında bir tane barajın yapılmadığı tek dönem, Sayın Çiller'in Başbakanlık dönemidir. Bakın, biz, üç ayda enerji alanında ne yaptık: Sanayi kuruluşlarının ihtiyaçlarını karşılamak üzere, enerji tesisi kurmalarını, çıkardığımız yönetmelikle imkân sağlayıp, toplam 185 megavat enerji üretecek 9 santralla ilgili sözleşmeleri imzaladık. Yap-işlet- devret modelindeki aksaklıkları gidermek üzere, yap-işlet modeliyle enerji tesisi kurma imkânını getirdik ve fiilen uygulamayı başlattık. Birecik Barajını siz başlatmıştınız. Biz geldiğimiz zaman, Birecik Barajının ve Hidroelektrik Santralının kamulaştırma bedelleri ödenmemişti; kamulaştırma bedellerini ödeyip, 4 Nisan 1996'da barajın inşaatını biz başlattık. Enerji alanında toplam 3,1 milyar dolarlık yatırımı başlattık. Kangal Termik Santralının üçüncü ünitesinin inşaatını başlattık. Sizin, karanlığın ucuna getirdiğiniz ülkemizin, enerji darboğazını aşması için, sizin yapmadığınız sulama yatırımlarının yapılabilmesi için üçbuçuk ay içerisinde 18 Martta Çanakkale'de, Umurbey Barajının; 11 Mayısta Niğde'de, Yeşilburç Barajının; 25 Mayısta Gaziantep'te, Karkamış Barajının; 18 Haziranda Bayburt'ta, Demirözü Barajının; 26 Haziranda Gümüşhane'de, Köse Barajının temelini attım. Temelini attığımız bütün bu yatırımların inşaatları, şu anda devam ediyor. MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Kaç hektar... Kaç hektar... Onu söyle! A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Diyarbakır'da, Dicle'de, Göksu Barajını hizmete açtık. Size yüzde 90 gerçekleşmeyle devrettiğimiz, üç yıl zarfında hiçbir şey yapmadığınız, Adana'daki Çatalan Barajının su tutma işlemini tamamladık. Bunlar gibi pek çok icraatı, enerji ve sulama alanında, üç ay gibi kısa bir zamanda yaptık. Siz, üç yılda ne yaptığınızı... MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Mavi Tüneli, Mavi Tünel ihalesini 19 Nisanda neden durdurdun; onu açıkla! Onu açıkla! (ANAP sıralarından "sarhoş, otur yerine" sesleri) Sarhoş sizsiniz! Onu açıkla! Onu açıkla! KOP Projesinin en büyük ayağı Mavi Tünel projesini, ihaleye bir gün kala neden durdurdunuz? Şimdi, bunu açıkla! BAŞKAN – Sayın milletvekilleri... Sayın milletvekilleri.... Sayın grup başkanvekilleri... Sayın idare amirleri... Rica ediyorum... Rica ediyorum... MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Onu açıkla, onu! Konya'ya cevap ver! Millete cevap ver! (ANAP sıralarından "Otur yerine" sesleri ) A.MESUT YILMAZ (Devamla) – Sayın milletvekili, sinirlenmenizi anlıyorum da... MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Sinirlenmiyorum; ben, doğruları söylüyorum. BAŞKAN – Sayın Yavuz... Sayın Yavuz... A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Ben, size diyorum ki, üç sene iktidarda yaptığınız, millete söyleyecek şeyiniz varsa, gelin, bu kürsüden söyleyin; söyleyin ki, millet mukayese etsin; hangi hükümet icraatsızdır, hangi hükümet icraat hükümetidir; millet, bir mukayese etsin. Öyle, bağırıp, çağırıp, yerinizden bana laf atarak milleti aldatamazsınız. MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Ben aldatmıyorum; gerçekleri söylüyorum. A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Bizim, size bıraktığımız Sosyal Sigortalar Kurumu, malî bakımdan artıda olan bir kurumdu; inkâr edebilir misiniz? Bugün, bakın, sadece Sosyal Sigortalar Kurumu açıklarının, toplam KİT açıklarının daha üstüne çıktığını biliyor musunuz? Ben, burada, kendi Hükümet Programımın görüşülmesinde de söyledim: 1996 yılında, devletin resmî dokümanlarına göre, sosyal güvenlik kuruluşlarının finans açığı 260 trilyon lira olacaktır, 260 trilyon lira. 1991 sonunda biz devrettiğimiz zaman artı veren kuruluş, bugün, dörtbuçuk, beş sene sonra, 260 trilyon eksi verir hale gelmiş. Çalışma Bakanımız, üç ay zarfında, son derece başarılı bir çalışma yaptı; Bakanlık ve diğer sosyal güvenlikle ilgili tüm kurumların katkılarıyla, finans açığını zaman içinde ortadan kaldıracak, bu arada hiçbir çalışanı mağdur etmeyecek, hak kaybına uğratmayacak bir yasa tasarısını hazırladı. Biz, bunu üç ayda yaptık; bir taraftan devleti, yetimin hakkını size karşı korumaya çalışırken, bir taraftan da sosyal güvenlikte sizin açtığınız yaraları saracak tedbirleri getirdik. Batma durumuna getirdiğiniz, kendisi batarken devleti ve kamu maliyesini de aşağıya doğru çeken Sosyal Sigortalar Kurumunu ve Bağ-Kur'u, dört yıllık icraat döneminizde bu hale getirdiniz. Şimdi kimin icraatsız olduğunu görebiliyor musunuz? Değerli milletvekilleri, bunları uzun uzun anlatacak değilim. Söylemek istediğim şudur; bizim "53 üncü Hükümetimizi sona erdiren sebepler, 54 üncü Hükümeti kuran sebeplerdir" derken söylemek istediğim nedir; Sayın Baykal buradan söyledi; ama, müsaadenizle ben de tekrarlayacağım; çünkü, inanıyorum ki, 9 Mayıs 1996 tarihinde -yani, aşağı yukarı bundan iki ay önce- Sayın Çiller'in bu kürsüden size hitaben kullandığı sözler, bugün bu Hükümet Programı üzerinde söyleyeceğimiz sözlerden çok daha önemlidir. Sayın Çiller, Refah Partisi tarafından, şimdiki ortağı tarafından, kendisiyle ilgili olarak verilen soruşturma önergesi üzerinde söz alarak -tutanaklara da geçen konuşmasında- bakın ne diyor; noktasıyla, virgülüyle aynen söylüyorum: "Sayın Erbakan, yani, önerge sahiplerinin Sayın Genel Başkanı, bana üç saat boyu hükümet olmayı teklif etti mi? İlk söze başlayıp tam 55 dakika, nefes almadan, nokta virgül koymadan, bana birlikte hükümet olmayı teklif etti mi, etmedi mi? İkinci soru -ben sormuyorum, Sayın Çiller soruyor- Sayın Erbakan, 'bizimle koalisyon yapacak olan sütten çıkmış ak kaşıktır' dedi mi demedi mi? Ben, o teklifleri kabul etseydim, bu tertipler yapılır mıydı? Soruyorum: Yapılır mıydı?.." Ben sormuyorum, Sayın Çiller soruyor. Şimdi, yine Sayın Çiller'den alıntı yapmaya devam ediyorum, onun sözlerini okuyorum: "İşte benim önlemeye çalıştığım iktidar buydu. Ben, Refah Partisine oy vermiş değerli vatandaşlarımın iktidarını değil, meydanlarda, daha birkaç gün önce 'bize oy vermeyenleri evliyalar çarpar' diyen samimiyetsiz siyasetin iktidarını önledim. İşte asıl aranması gereken suiistimal budur." Ben, şimdi, Doğru Yolcu arkadaşlarıma söylüyorum: Sayın Çiller o gün mü doğru söylüyordu, Sayın Çiller bugün mü doğru yapıyor? (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Şimdi, Refah Partili arkadaşlarıma söylüyorum. O müzakerelerde, Sayın Çiller'le ilgili soruşturma önergesi üzerinde Refah Partisi adına konuşan değerli arkadaşım -Sayın Lütfü Esengün- bugün bakandır. Bakın, aynen, noktasıyla, virgülüyle okuyorum: "Siz, öyle bir partisiniz ki, kuracağınız koalisyonun birinci şartı olarak, hakkınızda yapılan soruşturmaların geri çekilmesini istiyorsunuz. Siz, bu halinizle ortak bulamazsınız. Anavatan Partisiyle kurduğunuz koalisyon da soruşturmalar dolayısıyla bozulur mu, bozulmaz mı,orasını bilemem; ama, bu Meclis, bu soruşturmaların peşini bırakmayacaktır." Bunu, sizin arkadaşınız söylüyor, sizin sözcünüz söylüyor. Ben, şimdi, size soruyorum: Sayın Çiller, Sayın Lütfü Esengün'ün kehanetinin tersine, kendisine, soruşturmalarını kapatacak bir ortak buldu; ama, acaba, bu Meclis bu soruşturmaların peşini bırakacak mı, bırakmayacak mı? (ANAP sıralarından alkışlar) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, bunları okuduktan sonra, 53 üncü Hükümetin neden son bulduğunu ve bu Hükümetin nasıl kurulduğu anlatmak için başka bir delile ihtiyaç var mı? İşte, size, kendi ağızlarından çıkan, kendi sözleriyle, tutanaklarda tespit edilmiş ifadelerini okudum. Sayın Çiller soruyor: "Sizinle koalisyon olsaydım, bu soruşturmaları ister miydiniz?" Sayın Erbakan cevap veriyor: "Bizimle koalisyon kurarsan, sütten çıkmış kaşık olursun" diyor. Anayolu sona erdiren, bu ahlaktan yoksun ilişkinden başka birşey değildir. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bu Hükümet de, yine, bu ilkesiz, bu ahlak fukarası zemin üzerinde kurulmuştur. Şimdi, 54 üncü Hükümetin -sözüm ona- Programını müzakere edeceğiz. Değerli milletvekilleri, hangi programdan bahsediyoruz; hangi hükümetten bahsediyoruz? Soruyorum 54 üncü Hükümetin Sayın Başbakanına, Sayın Erbakan'a: Bu ülkede yolsuzluk var mı, yok mu? Bu ülkede, hırsızlık, rüşvet var mı, yok mu? Bu ülkede dolandırıcılık var mı, yok mu? Eğer, şayet "yok" diyorsanız, sizi, Allah'a ve milletin vicdanına havale ediyorum. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Yok, eğer "vardır" diyorsanız -biraz sonra konuşacaksınız- o zaman da soruyorum: Bu Hükümetin yolsuzluklarla mücadele etmeye hiç niyeti yok mu? "Var" diyorsanız, o zaman soruyorum: Niçin Programınızda yolsuzluklarla mücadeleden, tek satırla bile olsun, bahsetmediniz? Yahu, ben merak ettim, saydırdım; bu Hükümet Programı 58 sayfa. 58 sayfada 5 239 kelime kullanılmış; 5 239 kelime içinde olmayan tek kelime "yolsuzluk." (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Eğer, sizin "adil düzen" dediğiniz buysa, Allah, milletimizi böyle adaletten korusun. Şimdi, değerli arkadaşlarım, ben, bu Programın nesini müzakere edeceğim?!. Bu Programdan pis kokular çıkıyor. Bakın, bu Programa ne yazmışlar; daha doğrusu, biz, kendi Programımıza ne yazmışız; 53 üncü Hükümetin Programından okuyorum: "Hukuk devleti ilkelerine bağlı kalarak, yolsuzluk olaylarına karşı etkili bir biçimde mücadele etmek, bizim için, ahlakî, hukukî ve siyasî bir zarurettir. Koalisyon Hükümeti, her türlü yolsuzluk olayının üzerine gitmeye kararlıdır." Peki, siz ne diyorsunuz kendi programınızda; şimdi, sizin dediğinizi okuyorum: "Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetleme görevini gereğince sürdürebilmesini teminen, bu denetlemenin, partizanca, politik maksatlarla ve kişilerin haysiyet ve şereflerini rencide edici amaca yönelik olması engellenecek; ancak, esas amaç olan yasalara aykırı davranışları ortaya koymak için, işbirliği ve gerekli düzenlemeler yapılacaktır." Yahu, bizim programımızı kilometre sayısına kadar, megavat sayısına kadar kopya ettiniz de, niye yolsuzluk gelince almadınız; niye, bir tek, yolsuzluğu dışarıda bıraktınız? (ANAP sıralarından alkışlar) Hükümet olarak, yolsuzluklara karşı mücadele etmek bir tarafa, bu ifadenizle, Türkiye Büyük Millet Meclisinin anayasal denetleme yetkisini sınırlandıracağınızı söylüyorsunuz. Ne oldu da, bizzat kendileri tarafından verilen soruşturma önergeleri, şimdi, partizanca ve haysiyet kırıcı oldu? Acaba, o zaman mı haklıydılar; yoksa, şimdi mi haklıdırlar? Değerli arkadaşlarım, bu pazarlıkta, alan razı veren razı da olsa, millet, buna rıza göstermez; çünkü, ortaya koydukları kendi şeref ve haysiyetleri olsa da, alıp verdikleri, bu milletin servetidir, bu milletin zamanıdır. Bu aziz millet ve onun değerli vekilleri, öyle, kimsenin, köprü altından su bağışlamasına müsaade etmeyecektir. Bu millet, size neden ve nasıl güvensin?! Sayın Çiller, meydanlarda dolaştığı zaman, her akşam beş tane televizyon ekranını ziyaret ettiği zaman, milletin gözünün içine baka baka, gözleri nemli, ağlamaklı ifadelerle şu sözleri söyledi mi, söylemedi mi: "Biz, Refah Partisini önlemek için geleceğiz, halktan o şekilde oy istedik", "Erbakan, beni tehdit etti", "Refah Partisiyle koalisyon, ülkeye ihanettir." Şimdi, burada olsa da olmasa da Sayın Çiller'e soruyorum: Bu söylediğiniz doğruysa, şimdi ne halde olduğunuzu gelin, buradan izah edin; ülkeye ihanet halinde olup olmadığınızı millete bir anlatın. Şimdi, yine kendi sözlerini söylüyorum: "Erbakan'la sonuna kadar mücadele edeceğim. Bosna parası, Mercümek ve eroin davasının takipçisi olacağım." Bu sözler bu sene söylenmiş, bu sözlerin üzerinden daha altı ay geçmemiş. Sayın Çiller, belki, buraya utancından gelemiyor; onun milletvekillerine soruyorum... (ANAP sıralarından alkışlar) ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Hayır, niye utanacak... Devlet işi var!.. (ANAP sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Sayın Gönül... Sayın Gönül... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Ne diye utanacak... Devlet işi var; görüşmesi var; onun için gelemedi. BAŞKAN – Sayın Gönül... Rica ediyorum... A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Hükümet programının müzakeresinden daha önemli hükümet işi olur mu?! ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Devlet işi, millet işi var. Yakışmıyor Sayın Yılmaz... (ANAP sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Sayın Gönül... Sayın Gönül... A. MESUT YILMAZ (Devamla) – "Refah Partisiyle koalisyon, ülkenin geleceğini satmaktır" demiş Sayın Çiller. Ben, şimdi, size soruyorum: Siz, şimdi, ülkenin geleceğini satıyor musunuz?! (ANAP sıralarından alkışlar) "Erbakan, Apo gibi bölücü" demiş; şimdi, siz, bölücülerle koalisyon mu kurdunuz?! Bu söylediklerine katıldığım için söylemiyorum... KADİR BOZKURT (Sinop) – Türk Bayrağı kimin zamanında indirildi?!.. A. MESUT YILMAZ (Devamla) – ...bu söylediklerini ayıp bulduğum için söylüyorum. (ANAP sıralarından alkışlar) "Erbakan, gerici; benim ülkem satılık değil" demiş; siz, şimdi, ülkeyi mi satıyorsunuz?! "Erbakan'a güvenilmez" demiş. Şimdi, soruyorum sizlere: Sayın Çiller, bu sözleri söyledi mi, söylemedi mi? Bu sözleri tekrarladığım için, beni eleştiremezsiniz. Bu sözleri eleştiri hakkınız var; ama, onun muhatabı ben değilim; o, bugünkü genel başkanınızdır. Hani göğsünü siper edecekti; hani gerekirse 20 nci kattan atlayacaktı?!. (ANAP sıralarından gülüşmeler) Sizi, bölücü dediğiniz, gerici dediğiniz insanlarla ortaklık kurmaya iten sebepleri, gelin, buradan anlatın; demogojiyi bırakın, yalanı bırakın, hangi sebepten bu yanlışa ortak oluyorsunuz; gelin, buradan millete onu anlatın. Yoksa, bu sözünü ettiğiniz, Sayın Çiller'in sözünü ettiği tehditlere boyun eğmek zorunda mısınız? Çok mu korkuyorsunuz? AHMET İYİMAYA (Amasya) – Kimse korkmaz efendim... Lüfen yapmayın... A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Ama, şunu bilin ki, korkunun ecele faydası yoktur. Korkunun ecele faydası yoktur... AHMET İYİMAYA (Amasya) – Korkmayız, cesuruz... A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Onu pazartesi göreceğiz. Şimdi, muhterem Hocam, size geliyorum: Siz değil miydiniz Erzurum'da "Çiller sinsi bir din düşmanı" diyen? Siz değil miydiniz "Çiller gavur aşığı, gavur gelini" diyen? "Sayın Çiller din düşmanlığı rejimini sürdürmek istemektedir. Kendisi, Cumhuriyet Halk Partilidir -sanki Cumhuriyet Halk Partili olmak hakaret gerektirir- böyle bir insanın, Doğru Yol Partisi tabanı ve milletvekilleri tarafından tasvip edilmesi mümkün değildir. Sayın Çiller hiçbir şeyi beceremez; eline yüzüne bulaştırır ve bırakır. Her işi böyledir. Bunu tutturuyor gidiyor, hiçbir zaman olgun bir insan gibi davranmıyor" diyen siz miydiniz, değil miydiniz Sayın Erbakan? Bakın, bu sözün üstünden öyle altı ay filan da geçmemiş; bu sözü 8 Temmuz 1995'te söylemişsiniz. Şimdi, size sormazlar mı Sayın Erbakan... HACI FİLİZ (Kırıkkale) – Bir sene geçmiş... A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Ortaklık kurduğunuz Sayın Çiller'in Başbakanlığında... Bakın, bu programda ne deniliyor: Şahsiyet... KAMER GENÇ (Tunceli) – Sen kaç trilyon verdin? Sizler kaç trilyon verdiniz, onu söyleyin. A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Yahu, ayıp, ayıp... Başkan Yardımcısı olacaksınız bir de, ayıp yahu! KAMER GENÇ (Tunceli) – Sen Rize'nin valiliğini yap; oldu mu kardeşim... BAŞKAN – Sayın Genç... Sayın Genç... Sayın Genç... KAMER GENÇ (Tunceli) – Yahu, devletin bütün parasını Rize'ye götürdü, yatırdı... BAŞKAN – Sayın Genç... Rica ediyorum... Rica ediyorum... Sayın Yılmaz, siz buyurun efendim . A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Şimdi, bakın, bu programda bir iddia daha var. Bu Hükümet -54 üncü Hükümet- şahsiyetli bir dış politika izleyecekmiş!.. (DYP sıralarından gürültüler) Şimdi, bu Hükümet, şahsiyetli bir dış politika izleyecekmiş! Sayın Erbakan, şimdi, size, çıkıp sormazlar mı bu kürsüden: Ortaklık kurduğunuz Sayın Çiller'in başında olduğu, Başbakan olduğu 50 nci Hükümet, 51 inci Hükümet, 52 nci Hükümet, eğer şahsiyetsiz dış politika izlemişlerse -siz öyle demiştiniz- şimdi, aynı şahıs, o hükümetlerin başında olan Sayın Çiller, sizin hükümetinizde Dışişleri Bakanlığı yaparsa, bu Hükümet, nasıl şahsiyetli dış politika izleyecek?! Peki "hiçbir şey beceremez" dediğiniz Sayın Çiller'le mi şahsiyetli dış politika yürüteceksiniz?! Peki, bir şey daha soracağım. Kapı kapı dolaşıp, sizi dünyaya şikâyet eden, hakkınızda olmadık şeyler söyleyen, benim burada tekrarlamaktan hicap duyduğum şeyleri, üstelik, gidip yabancı devlet adamlarına söyleyen o ortağınız, şimdi, Dışişleri Bakanı olarak gidecek, o yabancılara diyecek ki "ben, bir sene önce yanılmışım" diyecek -yani, sizi övecek- onlar da ona güvenecek, ona inanacak ve bunun adı da şahsiyetli dışpolitika olacak! (ANAP sıralarından alkışlar) Şimdi, eğer, siz, bu milletin buna inanmasını bekliyorsanız, rüya görüyorsunuz. Buna, insanların inanması bir yana, kargalar bile güler değerli arkadaşlarım. 54 üncü Hükümetin, ekonomi alanında yapacağını vaat ettiği icraatları ise, tam anlamıyla bir çelişkiler yumağıdır. Bakın, ne deniliyor bu Hükümet Programında: Bankalar Kanunu, gelişmiş ülke standartlarında ve Avrupa Birliği normlarına uygun olarak düzenlenecekmiş. Şimdi, bu ne demek? Sayın Erbakan, bugüne kadar, kendi dışındaki partilerin Batı taklitçisi partiler olduğunu söylemedi mi?! Şimdi ne oldu; yoksa, Sayın Hocamız da mı Batı taklitçisi oldu?! (ANAP sıralarından alkışlar) Bugüne kadar "faizci" dediği "sömürücü" dediği Batı, şimdi ne oldu da normları örnek alınacak hale geldi?! Bakın, bir koltuk, bir makam hırsı insana neler söyletiyor; daha doğrusu, insanı ne duruma düşürüyor. (ANAP sıralarından gülüşmeler) İki ihtimal var sayın milletvekilleri; Sayın Erbakan, ya 30 yıldan beri seslendiği kendi tabanını aldatmaktadır ya da şimdi sizi aldatmaya çalışmaktadır. AHMET İYİMAYA (Amasya) – Biz aldanmayız efendim; korkmayın. A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Aldanıp aldanmayacağınızı pazartesi günü göreceğiz. Bir de bu işe bir kılıf bulmuşlar, bir toplumsal boyut kazandırmaya çalışıyorlar. Neymiş; güya, Türkiye'deki laik ve dindar kesimler arasında bir uzlaşma sağlıyorlarmış. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sadece bu sebeple, kamuoyu önündeki beyanlarıyla, topluma bu kategorilerle baktıkları, yani toplumumuzu en azından laik - dindar diye adlandırarak böldükleri için, bu Hükümet, halkımızın tepkisini çekmeye müstahaktır ve sadece bu nedenle güvenoyu alamasa yeridir. Bu tutumlarıyla bu koalisyon ortakları, suçüstü yakalanmışlardır; yıllardan beri süregeldikleri suiistimali, Hükümet Programlarında itiraf etmişlerdir. Ne demektir toplumsal uzlaşma? Ülkemizde özlenen devlet - millet kaynaşması ne demektir? Hiç kimse unutmamalıdır ki, Türk toplumu, kendi tarihinin hiçbir döneminde, ne dinî ne de sınıfsal esaslara bölünmüş, kategorize olmuş bir toplum olmamıştır. Hele hele, devlet - millet kaynaşması gibi bir problem, bizim tarihimizde hiç olmamıştır. Tarihimiz boyunca kurduğumuz bütün devletleri, medeniyetleri, bu millet, kendisi kurmuştur. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Ordusu da, askeri de, çalışanı da, üreteni de, yöneteni de bu milletin kendi öz evlatlarıdır. Ne zaman böyle bir çelişki olmuştu ki, siz, bu uzlaşmayı temin edeceksiniz? Bu ifadenin arkasında yatan psikoloji acaba nedir, ne demek istiyorsunuz? Laik-dindar meselesine, yani şu toplumsal uzlaşma meselesine gelince: Bu meseleyi yoktan var edenler -amiyane tabiriyle- icat edenler, böyle bir çelişkiyi suiistimal ederek bundan siyasî çıkar umanlardır. Birileri bir taraftan "dindarlık" söylemini tutturarak, diğerleri öteki yanda "laiklik elden gidiyor" yaygaralarıyla çok tehlikeli oyunlar oynadılar, oynamaya devam ediyorlar ve bundan siyasî çıkar elde ettiler, etmeye devam ediyorlar. İftiharla ve iddia ile söylüyorum: Anavatan Partisi bu çirkin suiistimale hiçbir zaman tenezzül etmemiştir; ne dindarlığın ne de laikliğin birbiriyle çelişkili olmadığını, her zaman tekrar etmiştir; toplumun gerçekte böyle bir probleminin olmadığını her zaman iddia etmiştir. Türkiye'de inanç ve fikir özgürlüğünün tekâmül etmesi bizim eserimizdir. 141'i, 142'yi, 163'ü kaldıran biziz -bunları yaptık da ülke geriye mi gitti; hayır- ama, hiçbir zaman, bunu oya tahvil etmek için insanların inançlarını sömürmedik ve hiçbir zaman da, tersine, laikperestlik yapmadık. Çağdaşlığı, içi boş laf kalabalığından öteye üretmek, ihracat yapmak, dünyaya açılmak, kalkınmak olarak anladık ve böyle uyguladık. Bunları yapınca ne oldu; din elden mi gitti; Sayın Erbakan'ın dediği gibi, evliyalar mı çarptı; hayır. Biz bunları yapınca, Türkiye rahat bir nefes aldı; ama, çatışmayı körükleyenler, vatandaşın siyasî iradesine ipotek koyarak siyasî ve -utanarak söylüyorum- ekonomik çıkar elde ettiler. Ne pahasına; Türkiye'nin huzuru ve istikrarı pahasına. Sanki bu problemi yaratmakta hiç sorumlulukları yokmuş gibi, şimdi, bir de kalkmışlar, toplumsal uzlaşmadan, devlet-millet kaynaşmasından söz ediyorlar. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; mademki, söz, devlet-millet kaynaşmasına gelmiştir, öyleyse, milletimizin yüzyıllardır imbiklerden süzdüğü engin devlet-millet kültüründen bazı örnekleri, bazı ibret levhalarını hatırlamakta ve hatırlatmakta fayda vardır. "Adalet mülkün temelidir." Hazreti Ali'nin bu sözü, devlet-millet ilişkisinin bizim kültürümüzdeki temelidir. Yine, aynı Hazreti Ali "şahsınıza kötülük eden bir düşmanı affediniz; lakin, vatanınıza ve milletinize kötülük eden bir kimseyi, asla affetmeyiniz" buyuruyor. Şimdi, söyler misiniz, bu nasıl adalettir ki, beytülmala yapılan tecavüzleri iddia edeceksiniz, bu kürsüye getireceksiniz, ondan sonra da koltuk uğruna affedeceksiniz. Yoksa "beytülmala uzanan el, kızım Fatıma'nın eli de olsa keserim" diyen Hazreti Peygamberin sözü sizi bağlamıyor mu?!. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) – Bağlıyor... Bağlıyor... A. MESUT YILMAZ (Devamla) – "Beytülmala uzanan el, kızım Fatıma'nın eli de olsa keserim" diyen Hazreti Peygamberin sözü, sizi bağlamıyor mu? İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) – Bizi bağlıyor... Bizi bağlıyor... Sen istismar ediyorsun. A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Öyle, yerinizden bağırmayın. Sizi bağlamıyorsa bile bizi bağlıyor. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Onun için, bizi bağladığı için, sizin oturmaya çok heves ettiğiniz bu koltuğu, biz terk ettik. İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) – Kurban ol sen Peygambere!.. A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Sayın milletvekilleri, yine, devlet geleneğimizin şahikalarından Kanunî Sultan Süleyman, bakınız ne diyor: "Her iyiliğin kaynağı adalettir. Adil olmayan kişinin elinden çıkan iş kötüdür. Öyle insanlar var ki, ellerinde fırsat yokken, salih, âbid ve zahid görünürler; ellerine fırsat geçince, nemrut kesilirler. Hizmetinde kullandığın adamların dış hallerine aldanma. Mala muhabbet göstereni devlet hizmetinde kullanma." Tekrar okuyorum: "Mala muhabbet göstereni devlet hizmetinde kullanma.(ANAP sıralarından alkışlar) Zira, o adamlardır ki, Allah'ın bana emanet ettiği halkı ezerler; ama, kıyamet günü sorumlu olan benim." Böyle bir gelenekten gelen bir topluma, siz mi adaleti, devlet-millet bütünleşmesini öğreteceksiniz?! Bu millet size inanacak, sizin anlattıklarınıza kanacak; öyle mi sanıyorsunuz?! İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) – Birinci parti yaptı bizi... A. MESUT YILMAZ (Devamla) – "Adil düzen" diye toplumun tertemiz duygularını sömürdükleri bugün bu Koalisyonla bir defa daha ortaya çıkanlar, şimdi, size, son bir ibret levhası takdim ediyorum: Yeryüzünde adaletin ve adil devlet yönetiminin sembolü olan, devlet işini yaparken ayrı mum, kendi işini yaparken ayrı mum kullanan Hazreti Ömer, bakınız ne diyor: "Dicle kıyısında bir koyun kuzusunu kaybetse, hesabını Ömer'den sorarlar." (RP sıralarından alkışlar [!]) Nerede Dicle kıyısında kuzusunu kaybeden koyun, nerede sizin trilyonluk yolsuzluklarınız? Nerede o hassas terazi? (ANAP sıralarından alkışlar) Nerede sizin, işbirliği, engelleme, vesaire gibi safsatalalarınız? Bu mudur adil düzeniniz? (RP sıralarından gürültüler) Değerli arkadaşlarım, gerçekten, tarihî bir gün idrak ediyoruz. Bana göre bu Parlamento, pazartesi günü, güvenoylamasında, sadece bu Hükümeti değil, Türkiye'de, merkez sağın kaderini de oylayacaktır. HACI FİLİZ (Kırıkkale) – Sebebi o... A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Pek çok kez zikrettiğim gibi, Türkiye, karşısında bulunan devasa problemleri çözümlemek zorundaysa, önce, istikrarlı bir hükümete kavuşmaya mecburdur. Merkez sağdaki bu parçalanmışlık devam ettiği sürece, bu istikrarsızlığı gidermek mümkün değildir. Anayol Hükümeti, bu bütünleşme için, gerçekten bir şans olabilirdi; nitekim, Kabinenin uyumlu çalışması, buna işaret ediyordu. Ne zaman ki, Sayın Çiller'in, hesabını bir türlü veremediği, vermek istemediği soruşturmalar, teftişler, örtülü ödenek gibi konular gündeme geldi; işte o noktada, kişisel çıkarlar, kaygılar, endişeler, Türkiye'nin istikrarının önüne geçti. ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Hiç alakası yok. A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Doğru Yol Partisindeki milletvekili arkadaşlarımın çoğunun, benim bu düşünceme katıldığını biliyorum. Bugüne kadar, parti içi disiplin mekanizmalarının ve seçim kaygılarının yol açtığı engellemelerle, bu düşüncelerini dışa vuramadıklarını biliyorum. Türkiye'nin kaderinin söz konusu olduğu böyle bir dönemeçte, Parlamentonun kendi kendisini, kendi ahlakî ilkelerini sınadığı bu karar noktasında, bu inançlarının ışığında, hür iradeleriyle, doğru olanı yapacaklarına, Türkiye'yi ve merkez sağı istikrara kavuşturacak doğrultuda oy kullanacaklarına inanıyorum. Değerli arkadaşlarım, değerli Refah Partililer; biz, Anavatan Partisi olarak, Refah Partisini hiçbir zaman sistem dışı ilan etmediğimiz gibi, sistem için bir tehlike olarak da görmedik; ama, bakın, bugün gelinen noktada, Refah Partisini değil, Refah Partisinin bu koalisyon konusundaki tutumunu büyük bir tehlike olarak görüyoruz. Bunun gerekçesi, Refah Partisinin klasik, Batı karşıtı, gümrük birliği karşıtı, faiz karşıtı söylemi ya da bugün işbaşına gelince, hepsinden ani bir dönüşle çark etmesi falan değildir. Biz, böyle bir değişimin kaçınılmaz olduğunu, yönetim sorumluluğunu taşıma tecrübesi olan bir siyasî parti olarak zaten biliyor ve öngörüyorduk. Nitekim, Sayın Erbakan, seçim meydanlarında söylenen sözleri fazla ciddiye almamamız gerektiğini defalarca tekrarladı. Bana süre verecek misiniz Sayın Başkan? BAŞKAN – Efendim, siz buyurun; daha 2 dakikanız var... A. MESUT YILMAZ (Devamla) – 10 dakika süre verecek misiniz? BAŞKAN – Hayır efendim. Siz buyurun... Ben ne kadar süre vereceğimi... A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Ona göre konuşmamı planlayacağım efendim. BAŞKAN – Efendim, size, sürenize ilaveten 4 dakika süre vereceğim. A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Teşekkür ederim. Değerli milletvekilleri, başta söyledim: Burada, aslında, Hükümet Programının tartışılması lazım. Hükümet Programı tartışılmadı; çünkü, bu Hükümetin nasıl bir zemin üzerinde kurulduğu belli; sadece o zemin tartışıldı. Ama, hiç gereği yokken, aslında bu Hükümetle hiç ilgisi yokken, Sayın Baykal bizim tutumumuzla ilgili bir eleştiri getirdi. Yeri olmasa da, mademki söylendi, cevaplamak zorundayım. Bizim tutarsız davrandığımızı söyledi. Seçim öncesi Refah Partisiyle koalisyon yapmayacağımızı taahhüt ettiğimizi, Refah Partisiyle seçimlerden sonra koalisyon müzakeresi yaptığımızı ifade etti. Benim söylediğim aynen şudur -benim sözümü Sayın Baykal'ın benden daha net hatırlaması da mümkün değildir- ben dedim ki: Refah Partisi seçim öncesinde bize karşı kullandığı söylemi değiştirmedikçe, biz Refah Partisiyle müzakereye oturmayız. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Yılmaz, size 4 dakika süre verdim. EMİN KUL (İstanbul) – 4 dakika sataştılar zaten. A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Teşekkür ederim. Bu sözümün geçerli olduğunu da seçimden sonra tekrar ettim; ama, şimdi, bir hatırlayın, Sayın Erbakan ne dedi; Sayın Erbakan -bırakın söylemini değiştirmeyi- dedi ki: "Seçimden önce söylediğimiz hiçbir şeyi ciddiye almayın, onların hepsi siyaset icabı söylenmiştir; o zaman söylenenler siyaset icabıdır." Şimdi, biz, bir hükümet kuracaksak, milletin menfaatını düşüneceğiz; daha önce hiçbir şey söylememiş gibi, bir uzlaşma sağlayabiliyor muyuz sağlayamıyor muyuz, birlikte yönetim kurabilir miyiz kuramayacak mıyız, buna bakacağız. Evet, burada tekrar söylüyorum; bizi, Anavatan Partisini, burada, Mecliste temsil edilen bütün partilerden ayıran bir özellik var; biz hiçbir partiyi dışlamadık; ama, insaf için söyleyin, Refah Partisiyle koalisyon müzakeresi yaptığımız zaman, bir koalisyon protokolü imzalamaya en yakın olduğumuz noktada dahi, kamuoyuna şunu söyledim: Görüşleri itibariyle, bu Mecliste, Anavatan Partisine en uzak olan parti Refah Partisidir, görüşleri itibariyle en yakın olan parti Doğru Yol Partisidir. Ben bunu, Refah Partisiyle görüşürken söyledim. MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Seçimlerde de söylediniz, meydanlarda da... A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Bunu bize bir eleştiri olarak ileri sürmek mümkün değil; çünkü, Anavatan Partisi olarak bizim anlayışımız şudur: Bu Mecliste, milletin oyuyla gelen her parti, koalisyona girmeye layık partidir. (ANAP sıralarından alkışlar) Bu Meclise milletin oyuyla gelen her partinin bu koalisyon müzakerelerine aynı anlayışla katılması beklenir. Biz, aramızda bütün farklılıkların bilincinde olmamıza rağmen, bizimle en uzak görüşleri, en aykırı görüşleri temsil ettiğini bilmemize rağmen, Refah Partisiyle bu müzakereyi yaptık; Doğru Yol Partisiyle de yaptık, Demokratik Sol Partiyle de yaptık, Cumhuriyet Halk Partisiyle de yaptık. Neden yaptık; şunun için yaptık: Bu görüşmeler, bu müzakereler bir uzlaşmayı yakalamak için yapılır. Refah Partisinin bizimle uzlaşmayan görüşlerini biz biliyoruz. Siz hiçbiriniz Refah Partisiyle görüşmeye yanaşmadığınız için, o müzakerede Sayın Erbakan'a ben hatırlattım; dedim ki: Bunun müsebbibi sizsiniz; siz, kendi karşınızdaki herkesi suçlayarak bugün ortak bulamaz hale geldiniz; kimse sizinle koalisyonu görüşmeye bile yanaşmıyor; onun için bana taviz vermeye mecbursunuz; yani, bu uzlaşmayı bizim istediğiniz noktada kurmaya mecbursunuz. Sayın Erbakan burada; eğer ben doğru söylemiyorsam, benden sonra o konuşacak; ama, bakın, şurada 2 dakikam var, süremi yemeyin... ALİ RIZA GÖNÜL (Aydın) – Sayın Yılmaz, o zaman, bir saattir ne anlattınız? A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Şimdi, bakın, söylediğim şudur: Biz her partiyle görüşürüz; ülke yararına olduğuna inandığımız, ülkeye zarar getirmeyeceğine inandığımız, riskleri konusunda gerekli emniyet supapları alınmış, güvenceleri sağlanmış hangi uzlaşmayı hangi partiyle kurarsak, onunla koalisyon oluruz; hiç kimseye önşartımız yok; hiç kimseyle olmazımız yok. Ama, Sayın Erbakan benden özür diledi; dedi ki: "Sizinle ilgili söylediğimiz sözler, parti adına söylenmemiştir; o, bir gazetede söylenmiştir." Seçim öncesi bizimle ilgili söylediklerini biliyorsunuz. Meydanlarda söylediklerinden rücu ettiler, kendi parti organlarının seçimden bir gün önce benimle ilgili yaptığı manşet iftiralardan dolayı da özür dilediler. Ben o gazeteyi dava ettim, tazminat aldım. Sayın Erbakan'la, bu ortamda, görüşmemden tabiî bir şey olamazdı; ama, sonunda söyledim; o uzlaşmanın Türkiye yararına olduğuna inanmadım; o geldiğimiz noktada, bu uzlaşmanın, Türkiye için en iyi uzlaşma olacağına inanmadım. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Yılmaz, 2 dakika daha verdim; son cümlenizi söyleyin, toparlayın lütfen. A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Teşekkür ederim. Türkiye için en iyi uzlaşma olduğuna inanmadım. O sırada Doğru Yol Partisinden bize teklif geldi, aynı şartlarla koalisyon kurma teklifi geldi. Onu müzakere ettik, tercihimizi Doğru Yol'dan yana kullandık. Bunu kapalı kapılar ardında yapmadık, bunu gizli protokollerle yapmadık, bunu milletin önünde yaptık. Şimdi, bakın, dün televizyonda, bir programda, bir partinin sayın genel başkan yardımcısı çıktı -Doğru Yol Partisinin Genel Başkan Yardımcısı- dedi ki: "Bizim sözcümüz yarın çıkacak, Sayın Erbakan'a -benim imzamla- verilmiş bir doküman olduğunu açıklayacak. Sayın Erbakan da çıkacak, bu dokümanı ibraz edecek." Ben de şimdi buradan söylüyorum; eğer böyle bir doküman varsa, Sayın Erbakan bunu sizden gizliyorsa, o zaman, bu iftiranın üzerinde başbakanlık yapamaz, o sandalyede oturamaz. O arkadaşıma da söylüyorum; bugüne kadar, benimle ilgili, olmadık, akla hayale gelmedik bütün iftiraları söylediniz; burada Hükümet Programıyla ilgili müzakereleri, sırf benimle ilgili demagojiler için, çamur atmalar için kullandınız; bütün bunlar sizin meseleniz; ama, bakın, ben, size bir şey söylüyorum, bunu Sayın Ecevit'e de söylüyorum: Sayın Ecevit'in söylediği doğrudur; 53 üncü Hükümete dışarıdan destek verirken, bize hiçbir şart koşmamışlardır, hiçbir zorluk çıkarmamışlardır; her zaman yapıcı destek vermişlerdir. Bundan dolayı, kendilerine buradan şükranlarımı sunuyorum. (DSP sıralarından alkışlar) Ama, bir hususu açıklığa kavuşturmak zorundayım: Anavatan Partisi olarak, hükümet müzakerelerinde, hiçbir partiyi, hiçbir partiye karşı şantaj unsuru olarak filan kullanmadık, tehdit olarak kullanmadık; en tutarlı çizgiyi biz izledik. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Yılmaz... A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Herhalde, konuşturmayacaksınız... BAŞKAN – Aman, istirham ederim Sayın Yılmaz "konuşturmayacaksınız" derken... (ANAP sıralarından "Bitiriyor; bırakın konuşsun" sesleri) A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Herhalde, ek süre vermeyeceksiniz diyorum. BAŞKAN – Efendim, buyurun; bir kez daha eksüre verdim size; ama, lütfen, bu defa bitirin... Lütfen... (ANAP sıralarından "Genel Başkandır; konuşsun" sesleri) Sayın Anavatanlılar, hayırdır inşallah!.. Buyurun efendim; lütfen, toparlar mısınız... A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Sayın milletvekilleri, daha söyleyecek çok sözüm var; ama, maalesef, vakit yeterli değil. Şimdi, asıl söyleyeceğim husus; hangi sebeple olursa olsun, bu gayri meşru mutabakata güvenoyu veren, rıza gösteren bütün milletvekillerinin, bu mesuliyeti paylaşacaklarını unutmayın. Halbuki, bu Parlamentoda, daha pek çok iktidar alternatifi vardır. AHMET İYİMAYA (Amasya) – Hiç yok, hiç yok!.. A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Refah Partisi-Doğru Yol Partisi Koalisyonunun, başından beri izah ettiğim bütün bu mahzurların giderilmesi halinde, bir alternatif olmasına bizim bir itirazımız yok. Ben, Sayın Erbakan'a da söyledim; eğer aranızda anlaşırsanız, sayısal çoğunluğunuz da yeterli, biz Anavatan olarak, memnuniyetle muhalefet görevimizi yaparız dedim. Bizim itirazımız, bu koalisyonun ahlakî bir zeminde kurulmamış olmasınadır; bizim itirazımız, bu koalisyonun gayri ahlakî olmasınadır. (ANAP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Değerli milletvekilleri, bu Parlamento, bu Yüce Makam, 54 üncü Hükümet gibi, örtülü yolsuzluk hükümetlerinin kurulacağı bir yer olamaz. 54 üncü Hükümetin alternatifi vardır; bu alternatif de hazırdır. İRFETTİN AKAR (Muğla) – Nedir, nedir?!. CEMİL ERHAN (Ağrı) – Nedir; söyle!.. A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Bu örtülü yolsuzluk hükümetinin bu Meclis tarafından reddedilmesinden sonra, bu reddi gerçekleştirecek olan Parlamento, bu kez, gerçekten sağlam esaslara dayanan, hem milletin iradesini temsil eden hem de ahlakî esaslara dayanan güçlü ve temiz bir hükümeti kurdurmaya muktedirdir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Yılmaz, lütfen, Genel Kurulu selamlar mısınız efendim... A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Tabiî... MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkan, süre verin; çok önemli bir konuşma yapıyor... BAŞKAN – Lütfen... Süre verdim efendim... Lütfen... Genel Kurulu selamlayın. İRFETTİN AKAR (Muğla) – Çok iyi!.. Bir saat daha konuşsun!.. Gayet iyi konuşuyor!.. Buyurun, gayet memnun oluruz!.. AHMET KABİL (Rize) – Biraz daha süre verin... BAŞKAN – Ee, insaf edin lütfen... Lütfen, insaf edin... Sayın Yılmaz, buyurun efendim. A. MESUT YILMAZ (Devamla) – Sayın milletvekilleri, pazartesi günü, burada, aslında bu Hükümeti değil, bu Parlamentonun faziletini oylayacaksınız. Hepinizi vicdanınızla baş başa bırakmak istiyorum. Eğer, temeli yolsuzlukları örtmeye dayanan bir Hükümete güvenoyu vermeyi aklınıza, vicdanınıza, ahlakınıza sığdırabiliyorsanız; halk acaba ne der, bana oy veren seçmenin yüzüne nasıl bakarım diye bir endişeniz yoksa, bu Hükümete güvenoyu verin. Yok, eğer, benim böyle bir vebalde payım olmasın diyorsanız, yapacağınız bellidir. O gün, Meclisin, sizleri seçip buraya yollayan topluma olan borcunu ödeme günüdür. O gün, Parlamentonun üzerine örtülmek istenen örtüyü, oylarınızla yırtmanın günüdür. O gün, toplumun karşısına, gerçekten alnı açık, başı dik, temiz, faziletli bir Parlamento çıkarmanın günüdür. Allah hepinizin yardımcısı olsun. Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından ayakta alkışlar) BAŞKAN – Sayın Yılmaz, teşekkür ediyorum. NEVFEL ŞAHİN (Çanakkale) – Sayın Başkan... BAŞKAN – Buyurun efendim. NEVFEL ŞAHİN (Çanakkale) – Sayın Başkan, eski Başbakanımız Sayın Mesut Yılmaz konuşmalarında, Umurbey Barajından bahsettiler; gerçek dışı bir beyanda bulundular. Umurbey Barajı, 1994 yatırım programına alınmış, 1995 Ocağında ihalesi yapılmış ve 1995 yılında inşaatına başlanmıştır. Zatı âlileri,18 Martta Çanakkale'yi ziyaretlerinde, inşaatına başlanmış bir bir barajın temelini atmışlardır. Bu barajın temeli, uzaktan yakından Anavatan Partisiyle ilişkili değildir. Her mühendis arkadaş bilir ki, Umurbey Barajı 1994 yatırım programına alınmış,1995 Ocağında ihalesi yapılmış ve 1995 yılında inşaatına başlanmıştır. Kendi hükümetleri,1995 mart ayı başında güvenoyu almış bir hükümettir. Gerçek dışı beyanat olduğunu Çanakkaleliler biliyor; ama, kamuoyunun da duyması açısından... EMİN KUL (İstanbul) – Bilmeden konuşuyorsun. BAŞKAN – Sayın Şahin, barajımız, Çanakkalemize hayırlı uğurlu olsun efendim. Sayın Başbakan, efendim, zatı âlinize söz vereceğim; ancak, iki sayın üyeye söz verme durumundayım. Acaba, zatı âliniz, üyeleri de dinledikten sonra mı görüşmek istersiniz, yoksa önce mi görüşürsünüz efendim? BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Konya) – Birinci konuşmacıdan sonra konuşacağım. BAŞKAN – Peki efendim. KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Başkan, Sayın Mesut Yılmaz yaptığı konuşmada "Doğru Yol Partili milletvekilleri korkuyorlar, iradelerini beyan etmiyorlar" dedi. (ANAP sıralarından gürültüler) Bir dakika efendim... Bir dakika... AHMET KABİL (Rize) – Sen DYP'li değilsin... BAŞKAN – Efendim, müsaaade buyurun lütfen... (DYP ve ANAP sıralarından gürültüler) Sayın Genç... Sayın Kabil... Bırakın efendim. (ANAP sıralarından gürültüler) Efendim, müsaade buyurun da ben alayım. KAMER GENÇ (Tunceli) – Sayın Mesut Yılmaz "Doğru Yol Partili milletvekilleri korkuyorlar" dedi. BAŞKAN – Efendim, ben, korkmadığınızı biliyorum... KAMER GENÇ (Tunceli) – Ben, Sayın Mesut Yılmaz'a, Meclis Başkanvekili olarak 4 defa telefon ettim, randevu istedim, ilimdeki sıkıntıları kendisine anlatmak için... (DYP ve ANAP sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Sayın Genç... KAMER GENÇ (Tunceli) – Bir dakika Sayın Başkan... (ANAP sıralarından gürültüler) Cavit Kavak kanalıyla 2 defa randevu istedim, kendi ilimin sorunlarını anlatmak için... (ANAP sıralarından gürültüler) Sayın Yılmaz hangi yüzle gelip burada konuşuyor?! (ANAP sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Sayın Genç, oturur musunuz efendim... KAMER GENÇ (Tunceli) – Ama, bana sataşma var efendim; ben korkmadığımı belirtmek istiyorum. BAŞKAN – Efendim, zatı âlinize nasıl sataşayım ben?! (ANAP sıralarından gürültüler) KAMER GENÇ (Tunceli) – Benim köyümde insanlar aç, çıplakken, bir başbakanın burada böyle konuşmasını...(ANAP ve DYP sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Sayın Genç, oturur musunuz lütfen... AHMET KABİL (Rize) – Sen DYP'li bile değilsin. (ANAP ve DYP sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Sayın Kabil, yerinize buyurun efendim... (DYP ve ANAP sıralarından gürültüler) Sayın milletvekilleri, kişisel söz talepleri... (DYP ve ANAP sıralarından gürültüler) Sayın milletvekilleri... KAMER GENÇ (Tunceli) –Ne hakkınız... (ANAP sıralarından gürültüler) NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Sayın Başkan... BAŞKAN – Efendim, buyurun; ne var?..(DYP ve ANAP sıralarından gürültüler) NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Sayın Başkan, Sayın Başbakan milletvekillerinin kişisel konuşmalarını da dinledikten sonra konuşmalarını yapacaklar. BAŞKAN – Evet... (DYP ve ANAP sıralarından gürültüler) NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Siz demin öyle bir soru sordunuz Sayın Başbakana, onu sizden rica etmek için buradan konuşmak ihtiyacını duydum. BAŞKAN – Nereden konuşmak?..Söz mü istiyorsunuz efendim?.. (DYP ve ANAP sıralarından gürültüler) NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Şu anda... BAŞKAN – Sayın Genç...Sayın İdare Amirleri...Sayın Kabil... Efendim, oturur musunuz lütfen... Bir sayın üyenin talebi var, alamıyorum. Buyurun efendim. NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Sayın Başkan, biraz önce, grup adına konuşmaların bittiğini ve iki üyenin konuşacağını belirttiniz ve Sayın Başbakana da, o üyeler konuştuktan sonra mı, daha önce mi konuşacağını sordunuz. Zannediyorum, Sayın Başbakanın, hem nezaketi hem Genel Kurula ve bir milletvekilinin şahsına olan saygısı, onları da dinledikten sonra konuşmasını gerektirir. Ben bu hususu, hem zatı âlinize hem de Sayın Başbakana arz ediyorum. Saygılar sunarım. BAŞKAN – Efendim, onun takdiri Sayın Başbakana ait ve takdirlerini de izhar buyurdular; istirham ederim efendim, yeni bir usul ihdas etmeyelim. Efendim, kişisel söz talebinde bulunanları birleşimin başında okumuştum. 1 inci sırada Sayın Abdulkadir Öncel; ancak, Sayın Öncel'in bir talebi var: Daha önce 27 nci sırada söz talebinde bulunan Sayın Muhsin Yazıcıoğlu'na söz sırasını verdiğini ifade ediyorlar. Bu suretle, 1 inci sırada, Sayın Abdulkadir Öncel Beyefendinin yerine Muhsin Yazıcıoğlu Beyefendiye söz vereceğim; arkasından Sayın Başbakan görüşlerini ifade buyuracaklar ve daha sonra da Sayın Nejat Arseven Beyefendiye söz vereceğim. Sayın Yazıcıoğlu, buyurun efendim. Sayın Yazıcıoğlu, efendim, bilginizi yenileme açısından süreyi ifade ediyorum; 15 dakikadır süreniz. Buyurun. MUHSİN YAZICIOĞLU (Sıvas) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bilindiği üzere, ülkemiz, artık, kronikleşmiş sinyalleri veren hükümet kriziyle karşı karşıyadır. Söz konusu kriz, ülkemizin sadece bugününü etkilemekle kalmamakta, büyük ümitler beslediğimiz 2000'li yıllara hazırlıklarımızı da olumsuz şekilde etkilemektedir. Türkiye, içte ve dışta çok büyük problemlerle karşı karşıyadır. Dışarıda Türkiye aleyhine oluşturulmuş olan ittifaklar, ülkemizi bir ateş çemberi içerisine almaktadır. İçeride vatandaşlarımızın karşı karşıya bulunduğu ekonomik sorunlar, gelir dağılımındaki bozukluklar ve süratle çürüyen değerler, siyasetteki yozlaşmalar, ülkemizin insanını her geçen gün daha çok sıkıntıya sokmaktadır. Milletimizin ufkunu karartan, ekonomisini istikrardan uzaklaştıran, tarihî ve coğrafî avantajlarını zayıflatan bu siyasî istikrarsızlıkların son bulması için, sorumluluk hisseden herkese büyük görevler düşmektedir. Büyük Birlik Partisi, bu sorumluluk ve görev şuurunun bilinci içerisinde olan bir partidir. Biz, Büyük Birlik Partisi olarak, Programını tartıştığımız bu Hükümetin, ne resmî ne de gayri resmî ortağı değiliz. Meclis aritmetiğinin Partimizi kilit duruma getirmesi, kendilerini kabulcü ya da retçi diye tanımlayan taraflar ve onların medyadaki destekçilerinin farklı yorumlarına yol açmış; fakat, Partimiz, hiçbir pazarlığın içerisinde olmamıştır. Bugünkü noktaya getiren biz değiliz. Refah Partisi de, Doğru Yol Partisi de bu ülkenin gerçekleridir. Bizim, Büyük Birlik Partisi olarak, bu iki partiyle, ortak noktalarımız olduğu kadar, ayrı noktalarımız da vardır. Türkiye Cumhuriyetinin Anayasasına göre kurulmuş olan Cumhuriyet Halk Partisinden Refah Partisine kadar bütün siyasî partiler, demokrasimizin vazgeçilmez unsurları olarak değerlendirdiğimiz, ülkenin hakikatleridir. Biz, ne retçilerin ne de kabulcülerin oluşturmuş olduğu atmosferin içerisinde bulunmak istemedik. Ne yazık ki, ülkeyi bu hale getirdiler. Kim getirdiyse, asıl sorumluluk onların üzerindedir. Birkaç gündür, âdeta, bir vicdan girdabı içerisine bizi sevk etmiş olan bugünkü ortam; maalesef, sorumluluk duygusu içerisinde olan, ülke manfaatlarını düşünen, parti çıkarlarının, kişisel çıkarlarının üzerinde memleketini düşünen bir insanın karşı karşıya olduğu bugünkü girdaptan çok daha kolay çıkmak isterdim. Ben, bugüne kadar, insanlarımızın, bu kilit noktaya gelmiş olan partinin nasıl tavır göstererek sonucu ne şekilde etkileyeceğini düşünerek bize bakmış olmasına ve bu kararı geciktirirken, acaba insanlarımızı üzüyor muyum, diye büyük endişelerime rağmen, ne yazık ki, bizim hassasiyetimiz, pazarlıkçılık olarak değerlendirilmiştir. Buradan, medyamıza da üzüntülerimi ifade etmek istiyorum. Türkiye'nin süratle sivil toplum olmaya ihtiyacı var, sivil toplum öncülerinin kendi inisiyatifleri doğrultusunda siyaseti yönlendirme hakları var; ama, bu hakkı hiçbir zaman kullanmadılar. Kapılar arkasında iki kişinin, üç kişinin meydana getirmiş olduğu oldubittilere, önce partiler, sonra millet, razı olmak mecburiyetinde kaldı. Ortak değerlerimiz olmasına rağmen, birçok ortak yönümüz olmasına rağmen, Refah Partisinin iktidar olma noktasındaki aşırı hevesliliğinin, belki de iktidar olma noktasındaki açık olmayan, şeffaf olmayan şu anki koalisyon görüşmelerinin meydana getirdiği ortam, hepimizi sıkıntıya sokmuştur; ama, bugünkü noktaya ben getirmedim. Her şey şeffaf olmalıydı, millet huzurunda olmalıydı. Mecbur muyduk, biz bugün, yolsuzlukları örtmek üzere kurulan bir koalisyonu tartışmak, belki de onu desteklemeye mecbur kalmak... (BBP ve ANAP sıralarından alkışlar) Ama, bu havayı -bu noktaya gelmiş olmasına rağmen- bu noktaya biz getirmedik. Ben, Anavatan Partisiyle beraber seçimlere girmiş birisi olarak, istiyorum ki, Anavatan Partisinin daha etkin olmuş olduğu bir koalisyon kurulsun. Başından itibaren, bu noktada, üzerimize düşeni yaptığımıza inanıyorum. Anavatan Partisi ile Refah Partisi arasında bir koalisyon kurulmuş olsaydı, ne Refah Partililer bugün rahatsız olacak ne Anavatan Partililer rahatsız olacak ne de biz, bugünkü vicdan muhasebesiyle bu kadar karşı karşıya kalmayacaktık. Efendim, bu en güzelidir diye demiyorum; demokrasinin akışı istikametinde, demokratik geleneklere uygun olarak, sandıktan çıkana razı olma anlayışı yerine getirilseydi, hiçbirimiz rahatsız olmayacaktık. Evet, belki, Cumhuriyet Halk Partililerin arzusuna uygun söylemiyorum; ama, unutmayınız ki, siz de, demokrasinin akışına, sandıktan çıkana razı olsaydınız, bugünkü çelişkiyle karşı karşıya kalmazdık. Eğer demokrasi diyorsak, o zaman, sandıktan çıkana razı olacaktık. Burada, Sayın Çiller'in, dünya ahret hiçbir görüşüne iştirak etmiyorum. Her şeyden evvel, adalet anlayışına inanmıyorum. Seçimler boyunca, sadece, rakibi olan Anavatan Partisini vurmak için, sadece, Anavatan Partisine karşı avantaj sağlamak için, zamanında, bağımsız mahkemelerde beraat etmiş olan Ökkeş Şendiller arkadaşımıza, hiçbir insaf ölçüsü ortaya koymadan, maalesef, bir hanımefendinin zarafetine asla uydurmadığımız bir şekilde, yakıştıramadığımız bir şekilde saldırıda bulunmuştur; beraat etmiş olan arkadaşımızı, katliamcı olarak takdim etmiştir. Halbuki, bütün partilerde ülkücüler vardı; bütün partilerin içerisinde şu anda ülküdaşlarım var. Evet, sizin "katliamcı" diye -ancak totaliter rejimlerde görülen bir anlayışla- beraat ettiği halde suçladığınız arkadaşımızın arkadaşları kendi partinizde de vardı; ama, ne yazık ki, araştırma yapmadan, diyor ki "ben, araştırma yapamamışım gerekli şekilde..." Nasıl, bir devleti idare eden Başbakan, araştırma yapma lüzumunu duymadan, önüne getirilmiş olan bir bilgiyi, hiç adalet ölçüsü duymadan, gelir, kürsülerde, siyasî avantaj kazanabilmek için kullanabilir? Evet, o davranışınızla, belki, şu Meclisin babayiğit seslerinden birisini Meclis dışı bırakmış olabilirsiniz; hiç önemli değil; arkadaşımız, aynı gururla, aynı haysiyetle, mücadelesine dışarıda da devam edebilir; ama, ne yazık ki, adaletsizliği hiçbir şey affedemez. Değerli arkadaşlarım, işte bugün, maalesef ki üzülerek ifade etmek zorundayım, bugün, benim burada bir davranışımı... Sadece, programı dedik, protokölü dedik, öbür tarafta kabinesi dedik; ama, ne yazık ki, şu Meclise geldiğimiz zaman, Programın tartışılmadığını görüyoruz. Bu Mecliste, ileriye dönük, hangisinin ne yapacağı hususunun tartışılmadığını görüyoruz. Evet, halen bir laik-antilaik cepheleşme gibi ve sair gibi bir konuya doğru sürüklenen ve hele hele, demokrasi dışı birtakım güçlerin, filanlar geldiği zaman ülkeyi sıkıntıya sokacağı... Refah Partisi geldiği zaman Refah Partisi ülkeyi sıkıntıya sokacaksa, ona karşı mücadeleye hazırım; zaten, mücadele ediyorum. Refah Partisi ile ayrı olan yanlarımız dolayısıyla ayrı bir siyasî partiyiz ve bu noktadaki mücadelemi sonuna kadar sürdüreceğim; ama, Anayasaya göre kurulmuş bir partinin iktidar olması halinde birtakım güçlerin Türkiye'yi sıkıntıya sokacağı teziyle, maalesef, bugün, bizi, demokrasi mi, yoksa, demokrasi dışında totaliter baskılar mı gibi bir tercihle karşı karşıya bıraktınız. Bugün, bizi, acaba, millet iradesi mi, yoksa, bir kısım medyanın iradesi mi diye bir tercihe zorladınız. İşte bu noktada, ben, milletin iradesinden yana tavrımı koymak istiyorum. (RP sıralarından alkışlar) Öbür tarafta bir şeyi söylüyorum: Sizin iktidar olmanızı engellemek suretiyle "efendim, Müslümanların iktidarını önlediniz" sözünü size söyletmeyeceğim; ama, bugün ortaya çıkmış olan Koalisyonu, vicdan rahatlığıyla... (CHP sıralarından "Biz Müslüman değil miyiz" sesleri) Evet, bu kürsüye gelmiş, bu memlekette başbakanlık yapmış herkes Müslümandır. Medyanın ortaya koymuş olduğu ifadeyi söylüyorum, istismarlara yol açmak istemediğimi ifade ediyorum. İşte, bugün ortaya çıkmış olan Koalisyonu, şeffaflığı yeterince sağlamadığı ve bu noktada, yeterince tartışma zemini oluşturmadığı için -Sayın Erbakan'ın, siyaset tarihimize geçmiş olan deyimiyle söylemek istiyorum- kerhen de olsa engellemeyeceğim. (RP ve DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Yalnız, burada, şunu da ifade etmeden geçemeyeceğim... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) MUHSİN YAZICIOĞLU (Devamla) – Hemen toparlıyorum efendim. Koalisyon partileri, kendilerine, kerhen vermiş olduğunuz bu avantajı, limitsiz bir avantaj veya destek olarak görmemelidir. Biz, asla, sizin Çekiç Güç ile ilgili tavrınızla alakalı değiliz. Biz, İsrail ile yapmış olunan anlaşmanın takipçisi olacağız. (RP sıralarından "Biz de olacağız sesleri") Evet... Biz, büyük hassasiyetleri olduğuna inandığım Refah Partisi tabanı ve birçok milletvekilinin hassasiyetine rağmen, Koalisyon Programında muğlak ifade edilmiş olması dolayısıyla, yolsuzluklar konusunda açıklık, kararlılık istemekteyiz. Eğer, Sayın Erbakan, iddia edildiği gibi -alınmak, gücenmek yok- yolsuzlukların üzerine sünger çekmek maksadı taşıyan bir koalisyon oluştuysa, burada, bizim de bir katkımız sözkonusuysa, dünyada ve ahirette, elbette, bunun bir hesabı vardır; bu hesap, sizin omuzlarınızdadır. Bu sebeple, açıklıkla bir şey ifade ederek sözlerimi tamamlamak istiyorum. Başında, koalisyon ortaklığıyla alakalı gelmiş olan birtakım teklifler dolayısıyla... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Lütfen toparlar mısınız... MUHSİN YAZICIOĞLU (Devamla) – Çok özür dileyerek, iki taraftan da rica ederek, birkaç dakika istirham etmek istiyorum. BAŞKAN – Lütfen... Buyurun. MUHSİN YAZICIOĞLU (Devamla) – Koalisyon ortaklığı teklifi Sayın Erbakan'dan gelmiştir. Daha sonra, iki partili bir koalisyon yapılmış; ama, içerisine, biz, yandan dahil edilmek istenilmişizdir. Bunu, siyaset anlayışımıza uygun olmadığı için reddettik. Daha sonra, medyamızda çıkan koalisyon pazarlıklarını -ki bunlar, gayet meşru olan şeylerdir- nasıl iki parti birbiriyle oturup, masasına koyuyor, tartışıyorsa, gerekirse biz de tartışırdık. Biz, iki bakanlık, üç bakanlık, beş bakanlıkla ilgili bir tartışma içerisinde asla olmadık. "Programını, protokolünü başından tartıştığımız takdirde ancak içerisinde oluruz, yoksa olmayız" dedik ve olmadık. Şu andan itibaren de, bu anlamda, Hükümetle hiçbir menfaat ilişkisi içerisinde, partisel anlamda da menfaat ilişkisi içerisinde olmadık. Öbür tarafta da, eline çantayı almış, herkesi satılık zanneden, her iki taraflı... (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Hayır, bunu alkışlamaya hakkınız yok. Şu, iki taraflı gelip giden, son zamanlardaki milletvekili transferleri -ki bu milletvekillerinin de kendilerinden af dileyerek ifade ediyorum- hepimizin midesini bulandırmıştır. Bunların içerisinde yokuz. Bu memlekette, onuruyla ayakta kalacak siyasetçiler de olmalıdır. Biz, burada, sadece... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Yazıcıoğlu, toparlar mısınız efendim. MUHSİN YAZICIOĞLU (Devamla) – ...şu anda meydana gelmiş olan koalisyonun, olmaması halinde, karşısında meydana gelecek alternatifin muğlaklığı dolayısıyla esnafın, işçinin, insanlarımızın bir an evvel hükümet olma, hükümete kavuşma ihtiyaçlarına karşı alternatifi sağlıklı getiremedikleri için şu güne kadar, sadece memleket düşüncesiyle, millet menfaatı düşüncesiyle bu hareketi yapıyorum; ne ret cephesine ne kabul cephesine yakınlık ifade ederek bunu koymuyorum. Hepinize saygılar, sevgiler sunuyorum. (BBP, RP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Yazıcıoğlu, teşekkür ediyorum. Sayın Başbakan, buyurun efendim. Hükümet adına, Sayın Başbakan; buyurun.(RP sıralarından ayakta alkışlar, DYP sıralarından alkışlar) BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Konya) – Meclisin saygıdeğer üyeleri; hepinizi hürmetle, muhabetle selamlıyorum. Aynı zamanda şu anda bizi bütün vatan sathında televizyonlarından takip eden vatanımızın aziz evlatlarına da sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. Bilindiği gibi, 6 Haziran günü bundan önceki Hükümet Türkiye Büyük Millet Meclisinden güvenoyu alamamış olduğu için görevi iade etmiştir; Sayın Cumhurbaşkanı 7 Haziran günü yeni Hükümet kurulması görevini Türkiye Büyük Millet Meclisinde en çok üyeye sahip olduğu için Refah Partisine tevdi etmiştir. 7 Haziran gününden sonra yeni Hükümetin kurulması için takriben üç haftalık bir çalışma yapıldı; 28 Haziran günü Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi koalisyonunun 54 üncü Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti kuruldu. Bu Hükümet kurulur kurulmaz, vatana millete hizmet için kollarını sıvadı, 3 Temmuz günü Yüce Meclise Programını sundu ve Anayasa mucibince, bugün, 6 Temmuz günü, Hükümet Programının Türkiye Büyük Millet Meclisinde müzakeresini yapıyoruz. Bu müzakere mucibince, Hükümetimizin görüşlerini Yüce Meclise arz etmek üzere, şu anda, huzurlarınızda bulunuyorum ve sözlerime başlarken, yeni Hükümetimizin milletimize hayırlı olmasını, bu Programın, milletimize en faydalı, en hayırlı hizmetlerin yapılmasına vesile olmasını diliyorum. Yine, sözlerime başlarken, bugün, Yüce Meclisin bu salonunda, yeni Hükümetin Programı üzerinde fikirlerini arz etmiş olan bütün partilerimizin kıymetli sözcülerine, başkanlarına teşekkürü bir vazife sayıyorum; kendilerinin konuşmaları esnasında, bizim yararlanacağımız pek çok faydalı fikirler ve tavsiyeler ortaya koymuşlardır; bu fikir ve tavsiyelerinden dolayı da kendilerine teşekkürlerimi sunuyorum ve hemen ifade ediyorum ki, Türkiye Cumhuriyetinin 54 üncü Hükümeti olarak, bu Yüce Mecliste yapılmış olan konuşmalardaki tavsiyelerden, tekliflerden yararlanmak, her zaman bizim şiarımız olacaktır; bugünkü teklif ve tavsiyelerden de aynı şekilde yararlanmayı şiar edineceğiz. Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; şimdi, müsaade buyurursanız, Hükümet Programı üzerinde asıl yapılması icap eden müzakereye geçmeden önce, bundan önce konuşmuş olan kıymetli parti sözcüleri ve genel başkanlarının yaptıkları konuşmalar üzerinde, kısaca, birkaç cümleyle durmak istiyorum; sonra, asıl mevzua geçmek istiyorum. Önce, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal Beyefendi, burada, konuşmaları esnasında, Türkiye'nin durumu hakkında, son derece faydalı, yararlı ve isabetli bir tahlil yaptılar; kendilerine teşekkür ederim; ülkemizin meselelerini açık bir şekilde ortaya koyarak konuşmalarına başladılar. Ancak, ne var ki, hemen bunun arkasından, Türkiye'nin bu meselelerini nasıl çözeceğiz, sosyal demokrat bir parti olarak bunların çözümleri hakkında bu Programda getirilmiş olan çözümlere alternatif çözümlerini merakla bekleyip dinlemek isterken, ne yazık ki, birden bire, bugün asıl konuşulması icap eden Hükümet Programı değil rejimdir şeklinde, ana mevzudan saparak, konuşmayı, Yüce Meclisin denetleme görevinin üzerine getirdiler. Halbuki, Yüce Meclisin denetleme görevleri apayrı bir konudur, hükümet programı apayrı bir konudur. Biz, kendilerinden, Hükümet Programı üzerindeki görüşlerini takdim etmelerini rica ediyorduk; dolayısıyla, konunun dışına çıkmış olmaları sebebiyle, ne yazık ki, konuşmalarının büyük bir kısmından yararlanma imkânını bulamadık. (RP sıralarından alkışlar) Söyledikleri sözler üzerinde durmak istediğim konu sadece şudur: Dediler ki: "Bugüne kadar sosyal demokrat zihniyete sahip insanlar iktidarlara gelmiştir ve bu iktidarlar da muvaffak olamamıştır. Bu iktidarların muvaffak olamamasının sebebi sosyal demokrasi politikalarında değil, bu politikaları temsilen iş başına gelen kimselerin kendi kusurundan ileri gelmiştir." Hakikaten, bunların muvaffak olamadıkları -kendilerinin de ifade ettikleri gibi- milletçe de bilinen bir gerçektir; ama, bu söylendikten sonra kendilerinden beklerdik ki, peki, Türkiye'nin meselelerini çözecek olan bu sosyal politikalar neymiş; şunları ortaya koysunlar, bunlardan yararlanalım. Ne yazık ki, bu söylendi; ama, Türkiye'nin meselelerine çare olacak olan sosyal politikalar hakkında herhangi bir açıklamaya şahit olamadık. Yine, kendileri itiraf ediyorlar "Türkiye'nin bu noktaya gelmesinin sebebi biziz; çünkü, biz, bir çıkış yolu gösteremedik" diyorlar. NİHAT MATKAP (Hatay) – Hayır, öyle demedi... BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bu da doğru bir tespittir; zaten, bugüne kadar hep böyle olmuştur; sosyal demokratlar, hakikaten, Türkiye'ye ne bir çıkış yolu gösterebilmişlerdir ne de Türkiye'nin meselelerini çözecek bir politikayı orta yere koyup, onu düzgün bir şekilde uygulayabilmişlerdir. Kendilerinin bu itiraflarını çok kıymetli bir özeleştiri olarak sayıyorum ve inşallah bu özeleştiriden yararlanırlar; bunu temenni ediyorum, ümit ediyorum. (RP sıralarından alkışlar) Her halükârda, yaptıkları konuşmadan -bununla beraber- bizim yararlanacağımız pek çok nokta olduğu için, bir kere daha kendilerine huzurlarınızda teşekkürlerimi sunuyorum. Sayın Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Ecevit Beyefendi, geldiler, burada -evet, filvaki Hükümet Programı üzerinde de birtakım mütalaalar ileri sürdüler ama- yine itiraf edeyim ki, ne yazık ki, konuşmalarının büyük bir kısmını denetleme konularına ayırdılar ve bazı yerlerde, ben, kendilerinin seviyesine -doğrusu- mütenasip görmediğim kelimeler de kullandılar "utanma" vesaire gibi. Bana sorarsanız, suçu sabit olmamış bir insanı suçlu kabul etmek asıl utanılacak bir vasıftır. (RP ve DYP sıralarından alkışlar) Medenî ülkelerde, medeniyet ve insan seviyesi onu gerektirir ki, bütün insanların haysiyet ve şereflerine saygı gösterilsin. Bunu yapmamak bir noksanlıktır, bir eksikliktir ve asıl ayıp olan budur. Konuşmaları esnasında, çok garipsediğim bazı atmosfer içerisinde kendilerini buldum "Refah Partisi yüzde 21 küsur oy almıştır; ama, bunun karşısında yüzde 79'luk başka bir kütle vardır..." Tabiî, her partinin karşısında böyle bir kütle var. Demokratik Sol Parti de, 24 Aralıkta yüzde 14 oy aldı, 2 Haziran'da yüzde 6 oy aldı, onun da karşısında yüzde 94'lük başka bir kütle var; ne ifade eder!.. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Çok garipsediğim bir şey: Konuşmaları esnasında sık sık "büyük çoğunluk şöyle söylüyor", "büyük çoğunluk böyle söylüyor" gibi ifadeler kullandılar. Kim bu büyük çoğunluk ve siz bu büyük çoğunluğun temsilciliğini hangi sıfatla üzerinize alıyorsunuz? (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Şu, 2 Haziranda aldığınız yüzde 6 oyla mı büyük çoğunluğun temsilcisisin? (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bir hayal âleminin içindesiniz, etrafınızdaki üç beş kişiyi büyük çoğunluk zannediyorsunuz. Türkiye'de 65 milyon insan var ve bir büyük çoğunluk var. İşte, o büyük çoğunluğun en büyük partisi Refah Partisi. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Yine, konuşmaları esnasında yadırgadığım bazı sözler oldu: Kendileri, Anavatan Partisi adına kararlar verdiler, Doğru Yol Partisine yol gösterdiler, Refah Partisi hakkında konuştular. Bu yetkileri nereden alıyorlar, şaşırdım; kendi kendime düşündüm, olsa olsa dedim, Sayın Yılmaz Beyin ikidebir bir benzin istasyonuna uğrarmış gibi, kendisinden fikir sorma alışkanlığı karşısında kendilerini, bütün partilere fetva veren bir fetva makamı zannediyorlar. (RP ve DYP sıralarından alkışlar) Halbuki, burada her partinin kendi fikri var ve önemli olan başka partilere fetva vermek değil, başka partilerin doğru fikirlerinden yararlanmaktır; bunu hepimiz yapmaya gayret etmeliyiz. Sayın Ecevit'in konuşması esnasında dikkatimi çeken bir diğer husus da -hâlâ anlayamadım- şudur: Kendileri, bu hükümet kurulmasın diye "başka alternatif vardır" diyorlar. Neymiş bu alternatif acaba diye merakla dinliyoruz; hemen arkasından "efendim biz, Cumhuriyet Halk Partisiyle bir araya gelemeyiz" diyor, hatta Deniz Baykal Beyefendi, 123 rakamını söyler söylemez yüzleri geriliyor, iki partinin aritmetik toplamına bile tahammül edemiyorlar ve "biz, bunlarla bir araya gelemeyiz" diyor. Peki, bu hükümet nasıl çıkacak Allah aşkına?.. DYP ile ANAP bir araya gelemez, DSP ile CHP bir araya gelemez ve hem de alternatif varmış. Bu alternatifi hâlâ ne millet anlamıştır, ne de biz anlayabildik. Bir başka önemli konu da "Türkiye'nin meselelerini çözmek için, ülkenin meselelerini çözmek için güçlü bir hükümete ihtiyaç yoktur" dediler; şaşırdım tabiî. Halkımız da bunu dinliyor. Türkiye bu hale gelecek ve Türkiye, bu halden, güçlü olmayan bir hükümetle kurtulacak(!) Herhalde, hiçbir zaman, güçlü bir hükümet olmaya niyetleri yok veya olma ümitleri yok; bu işi, güçsüz hükümetler de çözer fikrini, olsa olsa, böyle bir düşünceden ileriye sürüyor olsalar gerek. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Şimdi, tabiî, kendileri, Hükümet Programında birtakım noktalara dokundular; dokunma şekillerindeki genel üslupları şu oldu: Yani, bunlar, her ne kadar, Hükümet Programında yer almışsa da, şu açıklamalar olmalıydı. Evet, işaret ettikleri noktalar, Hükümet Programında yer almıştır; ancak, hükümet programları, prensipleri vaz eder malum olduğu gibi, detay tatbikatları, ayrı, ayrı, ayrı belirtmez ve önemli olan da, bunların hükümet programında belirtilmesi değil; asıl, hükümet ne yapacak; mühim olan odur; onu da, inşallah, bekleyeceksiniz ve memnuniyetle göreceksiniz. (RP sıralarından alkışlar) Kendilerinin teşekkürüne ben de teşekkür ediyorum; "İlk metinde, ekonomik konsey yoktu; herhalde, bizimle görüşmesinin etkisiyle sonradan ilave ettiler" dediler; evet, sizinle görüşmemin etkisi oldu; teşekkür ediyorum. İlk hükümet programında, biz, bunu zaten, zımnen var sayıyorduk; ama, Sayın Ecevit önemle üzerinde duruyorlar ve bu faydalı bir şeydir; bunu, açıkça, sarahaten belirtelim dedik; inşallah, hoşunuza gitmiştir. (RP sıralarından alkışlar) HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) – Benzin istasyonuna uğradılar!.. BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Ve ANAP'a, kıymetli kardeşimiz Mesut Beyefendiye geliyorum. Şimdi, ben, Mesut Beyefendiden, bizim daha önce yapmaya çalıştığımız gibi –ne derece muvaffak olabildik; bunun takdiri, tabiî, aziz milletimize ve Yüce Meclise aittir– yapıcı bir anamuhalefet örneği ortaya koyacaklarını bekliyordum. Halbuki, baştan sona kadar bütün konuşmaları yolsuzluk, yolsuzluk, yolsuzluk. Bir saat sadece bunun üzerinde durdular. Ben kendi kendime düşündüm; Sayın Mesut Beyin, bu bir saatlik "yolsuzluk, yolsuzluk" konuşmasını, şu anda kahvede oturan binlerce işsiz gencimiz dinlerken ne düşünüyor acaba dedim; hasta anasını doktora götüremeyen onbinler, bu yolsuzluk laflarının tekrar tekrar söylenmesinden nasıl etkileniyor diye düşündüm. Milyonlarca... ERKAN MUMCU (Isparta) – Çalınan paralar onların paraları. BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Çok doğru söylediniz; bunlar onların parasıdır ve "beytülmale dokunan eller kesilmelidir" dediniz. Önce, hemen şunu ifade edeyim ki, bak görüyorsunuz, biz, sol partilerin muhalefette kalmasını saygıyla karşıladık; çünkü, onların üretecekleri alternatif görüşler inşallah bizim daha iyi hareketimize vesile olacaktır. Demokrasilerde muhalefet de en az iktidar kadar şerefli bir hizmettir. Sol partiler biz muhalefet yapalım dediler; kendilerine teşekkür ediyorum, saygıyla anıyorum; ama, biz, onların sağındaki dört tane partinin bir araya gelerek bu Hükümetin kurulmasını istedik. Burada, biraz evvel -Büyük Birlik Partisi Genel Başkanına huzurlarınızda teşekkür ediyorum- halkımızın, ülkemizin durumunu düşünerek, açıkladıkları mülahazalarla, bu yeni Hükümetin kurulmasına mani olmayacaklarını... Zaten baştan beri yapıcı bir şekilde hareket ettiklerini görüyorduk. Biz kendilerini bu topluluğumuzun her bakımdan, kerhen de olsa, bir destekçisi olarak görüyoruz. Eksiklik Anavatandadır; ama, biz Anavatanın da bir müddet sonra bu topluluğa katılacağını bekliyoruz. Onun için, biz kardeşiz; şimdi söyleyeceğim şeyleri lütfen kardeşane bir şekilde dinlemenizi rica ediyorum. Ben bunları, demin sizinki gibi, hakikaten böyle biraz sinirli ve asabî bir üslupla söylemeyeceğim. Siz neden bugünlerde sinirli ve asabi bir üslubun içine düştünüz?..(RP ve DYP sıralarından alkışlar) Onun değerlendirmesini aziz milletimize bırakıyorum. Görüyorsunuz ki kardeşane bir şekilde konuşuyorum. Şimdi, Sayın Mesut bey, Türkiye Büyük Millet Meclisinin KİT Komisyonunda yapılmış olan resmî tespite göre, bundan önceki, sizin değil, sizden önceki ve bir kısmında da sizin bulunduğunuz ANAP yönetiminde, 9 devlet bankası batmıştır. Bu bankalarda 2,5 milyar dolar ve 200 trilyon lira devletin parası batmıştır. İşte o saçı bitmedik yetimin parasıdır ve bunlar, ne yazık ki, sizin yönetiminiz döneminde batmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi KİT Komisyonunun raporundan söylüyorum: 266 adet hayali ihracat yapılmıştır, 1993 yılı rakamlarıyla bu 80 trilyon lira yapıyordu, şimdi katrilyonu bulurdu. Yine, sadece Toprak Mahsulleri Ofisinde, KİT Komisyonunda yapılan tespite göre, 13 trilyonluk yolsuzluk yapılmıştır ve KİT Komisyonunda bunlar tespit edilmiştir. Bunlar, ANAP yönetimi döneminde olmuştur. Şimdi, hiç uzatmadan -çünkü, vaktimiz çok kıymetli- son üç aylık tatbikatınızda siz ne yaptınız konusuna geliyorum. Bakın, sizin ne yaptığınızı, çok kısaca birkaç kelimeyle belirtmek istiyorum. Siz, şimdi tuttunuz Çevre Fonunundan -Sayın Taşar buradadırlar, herhalde hatırlayacaklardır- belediyelere yardım yaptınız. Ne yardımı yaptınız?..Bakın liste elimde, grafiğini de çıkarttım; belki aceleyle ne yaptığınızı görmemişsinizdir; ama, şimdi size gösteriyorum, bir nüshasını da takdim edeceğim.( RP sıralarından alkışlar) Ne yazık ki bu, siz görevi iade ettikten sonra yapılıyor. Görevi iade ettikten sonra siz, bu hesaptan, tam 2 trilyon lirayı ANAP'lı belediyelere gönderdiniz. NEVZAT KÖSE (Aksaray) – İşte adalet bu, adalet. BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Çevre Fonundan, bu hesaptan siz, ANAP'lı belediyelere 2 trilyon lira gönderirken, Refah Partili belediyelere sadece 22 milyar gönderdiniz. Refah Partili belediyelerin nüfusunu hesaplarsanız, 65 milyonluk Türkiye'nin 45 milyon insanının yaşadığı illerin belediyeleri Refah Partisindedir; yalnız İstanbul'da 13 milyon insan var. Siz, nasıl ANAP belediyelerine 2 trilyon gönderirsiniz de, Refah Partili belediyelere sadece 22 milyar gönderirsiniz? "Adil düzen nedir, bir türlü anlayamıyorum" diyorsunuz; bak, adil düzen demek, herkese eşit muamele etmek demektir. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) İşte, adil düzen bu. Şimdi, diyorsunuz ki; "Saçı bitmedik yetimin parasına, beytülmalin parasına uzanan eli kesmek lazım." Bak, siz, bundan bir ay önce Rize Belediyesine 100 milyar lira gönderdiniz. Bundan biz memnunuz, Rize bizim ilimiz, keşke, trilyonlar gönderin; ama, başkasına göndermeden oraya gönderirseniz, işte, bu, o zaman adaletsizlik olur. 24.6'da yani Hükümet düştükten sonra, bir 100 milyar daha gönderdiniz ve 28.6'da da bir 100 milyar daha gönderdiniz; bu iki tane son parayı haksız gönderdiğiniz için, beytülmale uzanan eli kestik ve bu paraları durdurduk. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bir de, tabiî, Maliye Bakanlığındaki fonu gönderdiniz. Maliye Bakanlığı fonundan 7 trilyon 132 milyar Türk Lirası gönderdiniz. Bu gönderdiğiniz paranın, 5 trilyon 113 milyarı ANAP belediyelerine gönderilmiştir. Burada, Maliye Bakanlığının kendi listesi, Muhterem Maliye Bakanınız da yanınızda oturuyorlar. Bütün yardımın yüzde 71'ni gönderdiniz ve bunu da, siz, son gece -büyük kısmını- gönderdiniz aynı zamanda. 6 Haziran günü, istifadan sonra dahi, 93 milyar lira gönderdiniz; bu haksızlıklara rağmen, hâlâ haksızlığa devam ettiniz. Şimdi, keşke vaktimiz müsait olsa... Burada, biz, Hükümet Programını müzakere edeceğiz, haksızlıkları değil. Uygun görürseniz haksızlıklar için ayrı bir oturum yapalım; bakalım, ANAP döneminde ne haksızlık yapılmış, DYP döneminde ne haksızlık yapılmış, yukarıdan aşağıya ortaya koyalım; onun yeri ayrı; ama, şimdi, biz, Hükümet Programını görüşeceğiz, bundan dolayıdır ki, bunlara ayıracak vaktimiz yok. Demin, bir şeyi çok garipsedim, bizim zamanımızda şu kadar kararname çıktı dediniz. Ben, onları tespit ettirdim, bir de baktım ki, bunların yüzde 90'ı seyahat kararnamesiymiş! (RP ve DYP sıralarından alkışlar) Bir de, biz ne yaptık diyorsunuz; seyahat etmişsiniz, hayırlı olsun. (Gülüşmeler) Bu iş, pırasa tartarmış gibi, kiloyla tartılmaz Mesut Bey! Ben, şu kadar adet kararname çıkardım, Meclise bu kadar adet kanun sevk ettim... Bunlar, bir şey ifade etmez. Sonuç ne; işte millet... Gel, kahvede oturana soralım. Sorduk; 2 Haziranda da millet, ne olduğunu söyledi. Bu sebepten dolayı, böyle, bunları, pırasa tartarmış gibi, kilolarla ölçmeye kalkışmayalım lütfen; çünkü, milletimiz, hakikaten, asıl, gerçek hizmetleri bekliyor. Biz, burada, bu hizmetleri, daha iyi nasıl yapabileceğimizi konuşursak, zannediyorum, çok daha hayırlı iş yaparız. 2 Haziranda seçim vardı; Rize'ye gittik -siz de gittiniz, biz de gittik- Rize'de, belediye hududu içerisindeki köylümüze çay parası ödeniyor; ama, seçim olmadığı için, belediyenin yanındaki köyün parası ödenmiyor... EYÜP AŞIK (Trabzon) – Yalan! AHMET KABİL (Rize) – Yanlış Hocam! BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Oradan geliyorum... EYÜP AŞIK (Trabzon) – Vallahi yalan! BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Oradan geliyorum... AHMET KABİL (Rize) – Yalan... BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Şimdi, bakın, bunları, burada söyleyebilirsiniz; ama, bunlar, kaybolmaz. Bunların hepsi... EYÜP AŞIK (Trabzon) – Vallahi yalan... Vallahi yalan... BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Keşke yalan olsa... Bizim, Rize seçiminde, halktan dinlediğimiz budur... AHMET KABİL (Rize) – Tahkik edin... BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Tahkik ederiz... Tahkik edelim... EYÜP AŞIK (Trabzon) – Vallahi yalan... BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Keşke, siz haklı olsanız, keşke siz haklı olsanız... Şimdi, Sayın Mesut Yılmaz Bey kardeşimize bir şeyi daha hatırlatmak istiyorum: "Efendim, bu Hükümet Programı, bizim programımızın aynı" diyor. İyi ya, ne güzel; öyleyse destekleyin. (RP ve DYP sıralarından alkışlar; ANAP sıralarından alkışlar[!], gülüşmeler) Ben, altı aydan beri ne diyorum; şu Meclisimizdeki partilerin hepsine, Türkiye'nin dertlerini alt alta yazdırsak, ne bir tane eksik olur ne de bir tek sırası dahi değişir; Türkiye'nin meseleleri belli; çözümler hakkındaki tekliflerimizi de alt alta yazsak, yüzde 80 aynı şeyleri söyleriz. Bu da, çok doğaldır; çünkü, buradaki partililerimizin hepsi, yıllarca ülke meseleleri içerisinde yoğrulmuş kardeşlerimiz, hepsi Türkiye'nin meselelerinin çözümüne vâkıflar; ama, tabiî, değişik partiler olduğu için, elbette, hiç değilse, yüzde 20'lik bir fark var. Ancak, burada, çok mühim bir mesele var -haa, bak, bu da kiloyla ölçülmez- o arada gördüğünüz yüzde 20 var ya, bu füzeyi Ay'a götüreceğine Merih'e götürür o yüzde 20 fark. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bu ülke, fakirlikten inleyeceğine zengin, güçlü bir ülke olur. Onun için, önemli olan, bu Hükümet Programıyla sizin hükümet programı arasındaki o yüzde 20 farkın ne kadar önemli olduğunu kavrayabilmektir. Çok aziz ve muhterem kardeşlerim, bir kere daha, şu noktaya geldiğimiz zaman ifade ediyorum ki, 24 Aralık seçimleri, çok önemli bir tarihî noktadır. Bütün partilerimizin çok kıymetli milletvekilleri var; bu Meclis, hakikaten Türkiye'nin çıkaracağı en kaliteli Meclistir; buna, kesinlikle inanıyoruz, her partide de çok kıymetli kardeşlerimizin bulunduğunu biliyoruz. Öyleyse, hepimizin müşterek bir görevi var; geliniz, şu Meclisin seviyesini elbirliğiyle muhafaza edelim. Gündemimiz, hükümet programıyken, hükümet programını bırakıp, buraya gelip, bir saat "yolsuzluk, yolsuzluk, yolsuzluk" dersek, bu, seviyeli bir Meclisin çalışması olmaz... YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Hiç yolsuzluk yok mu?!. BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Söylüyorum, onu konuşacaksak, ayrı bir gündem maddesi yapalım, enine boyuna sekiz saat konuşalım... MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Konuşturmuyorsunuz ki... BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – ...ama, şimdi, bir hükümet harekete geçmiş, bütün Meclisin kıymetli tavsiyelerini bekliyor. Şu anda hepimizin yapacağı şey, böyle bir hükümete elimizden gelen fikir katkısında bulunmaktır. Bundan dolayıdır ki -rica ediyorum- bundan sonraki toplantılarımızda -inşallah- memleketimize, milletimize faydalı olmaya çalışalım; birbirimize, halkımıza hizmet yolunda yarışalım. "11 milyon işsizimiz var; bu meseleleri biz çözeriz" dediniz; her birimiz de dedik. Nasıl çözeceksiniz; biz, bugün, bunu söylemenizi beklerdik. Bu, yolsuzlukla çözülmez. Onun için, bunu nasıl çözeceğimizi, burada, gelip konuşmamız lazım. İşte, Meclis, seviyeli bir Meclistir. Bu Meclisin seviyesini... ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Çözülür... BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bak, bütün bu konuşmaları, 65 milyonun önünde yapıyoruz. Halkımız bizden, şu Meclis, benim derdimi nasıl çözecek; bunu bekliyor, kısır çekişme beklemiyor. Bundan önceki dönemde bu yapıldı; halkımız bundan hiç hoşlanmadı, hiç hoşlanmadı; hepimiz bunu biliyoruz. Gelin, halkımızın reaksiyonundan ders alalım. Hakikaten, halkımıza hizmet edecek, faydalı bir şekilde fikir yarışında bulunalım. Bu fikir yarışı için, hangi partimiz, hangi fikri getirirse, şimdiden teşekkürlerimizi arz ediyoruz; çünkü, bu Hükümet, sizin hizmetkârınızdır; önemli olan, halkımıza hizmet etmektir. Kim bir fikir getirirse ona teşekkür edeceğiz ve bu fikri, bu parti verdi diye teşekkürümüzü bildireceğiz; sadece sizin hizmetkârınız olarak o fikrin icrası yapılacak. Gelin, şu Türkiye'yi, halkımızın özlediği bir Türkiye haline getirelim ve fikir yolunda yarışmak suretiyle, Meclisimizin seviyesini, halkımızın beklediği, özlediği noktaya getirelim. Şimdi, bu noktaya işaret ettikten sonra, müsaade ederseniz, hemen, şunu ifade etmek istiyorum. Bugünkü müzakeremiz de, asıl, Türkiye'nin meselelerini nasıl çözeceğimizi konuşmak idi. Bir kere daha, bu hususta fikirlerini orta yere koymuş olan kardeşlerimize teşekkür ediyorum. Bir daha, hükümet programı konuşulurken, halkımıza herhangi bir hizmet konuşulurken, bugünkü manzaranın tekerrür etmemesi için, kısacık da olsa, şu noktaların üzerinde durmakta yarar görüyorum: Kıymetli sözcüler, parti başkanları, burada, konuşmalarının büyük kısmını, o ona bunu dedi, bu buna bunu dedi listelerini okumakla geçirdiler. Bunu, milyon kere görüştük; bu, yanlış bir davranıştır. Bir kere daha ifade ediyorum ki, seçimler esnasında, partilerin, birbirleri hakkında kanaatlerini samimî olarak söylemeleri görevdir. Nasıl söyler... Bizi kim tenkit ettiyse teşekkür ediyorum. Keşke, o tenkitlerden ders alabilsek. Haa, seçimden sonra söylemek de bir görevdir; niçin... ŞADAN TUZCU (İstanbul) – O da mı görev? BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Evet. ...çünkü, Siyasî Partiler Kanununun 1 inci maddesinde, Refah Partisi sözcümüzün açıkça ifade ettiği gibi, siyasî partinin tarifi şöyle yapılıyor: "Ülke meselelerini etkilemek" Siyasî partilerin görevi bu. ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Şahsiyet yaparak mı?!. BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Hayır. Bakınız, şunu ifade edeyim... HASAN HÜSAMETTİN ÖZKAN (İstanbul) – Dava ederek mi?!. HİLMİ DEVELİ (Denizli) – Örterek mi?!. BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – ... şimdi, diyelim ki, Doğru Yol Partisi, seçimden sonra, seçimden önce de söyledi; biz, hiç üzerinde durmuyoruz, hepsi kardeşimiz; bizi gördünüz, kucaklaştık. AHMET KABİL (Rize) – Kim diyor Hocam? BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bunu, hemen seçimlerin arkasında... Şu ana kadar değiştirmedik, hep aynı şeyi söyledik. ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Samimî değil miydi?.. BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Efendim, seçimden sonra da söyledi; ben, söylediklerinden dolayı da teşekkür ediyorum; neden; şimdi, istiyor ki, Refah Partisi olmayan bir hükümet olsun, başka bir alternatifi istiyor. "Refah Partisinin olmaması için, bu partiyle katiyen koalisyon yapılmamalı; bu parti, Türkiye'yi karanlığa götürür" diyor. Gayesi ne bundan; bu partiyle koalisyon yapılmasını önlemek, etkilemek; bu da bir görevdir. Niye biz bu işe, bu anlayışla bakmıyoruz? Söyler... Söyler; ama, sonunda... NABİ POYRAZ (Ordu) – Sonunda tersi olur! BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – ...65 milyon insan hizmet beklerken, söylediklerimizi kapının dışında bırakırız, odanın içinde bir araya geliriz bu ülkenin evlatları olarak, şimdi, şu işsizimize nasıl iş bulacağız, şu köyümüzün yolunu nasıl yapacağız... ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Hocam, siz anlatın bakalım nasıl?.. BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – ... şu hasta insanımızı nasıl tedavi edeceğiz... Hepimiz bu ülkenin evlatlarıyız, bunları da kardeş gibi konuşuruz, çözeriz ve halkımıza da hizmet ederiz. Aksi takdirde, seçimde bunu söyledi, seçimden sonra bunu söyledi... Tamam, elimize bir liste alalım, o halde, Refah Partisi ile Doğru Yol Partisi koalisyon yapamaz. Eee, ANAP'la da birbirimize çok şey söyledik, o da yapamaz; DSP ile de söyledik, CHP ile de, o da, o da yapamaz; kim yapacak bu işi Allah aşkına yahu, kim yapacak?.. Yani herkesin birbirine söylemediği söz mü var?.. Bunlar, birer görevdir, bundan dolayı hiç birbirimizi kınamayalım, hatta teşekkür edelim ve bunlardan istifade etmeye çalışalım. Bunları mesele yaparak, şu hizmet bekleyen 65 milyon ülke evladını bekletip, onların gözü önünde kısır çekişmelere dalarsak, ne Meclisimiz, halkımızı memnun eder, ne biz, halkımıza hizmet edebiliriz. Onun için, bunların hepsinin üzerine çıkmasını bilmemiz lazım. İşte bu Hükümet, bunların üzerine çıkarak kurulmuş bir Hükümettir, ondan dolayı hepimiz sevinmeliyiz, hepimiz takdir etmeliyiz. Böyle isabetli, böyle uygun bir hareket yapılmış olduğundan dolayı, hepimiz, hepimiz bundan dolayı memnun olmalıyız. Yani bir araya gelip, halka hizmet için beraber olmak, takdir edilecek güzel bir şey iken, bunu, bir kusurmuş gibi göstermek ne kadar yanlış bir düşünce Allah aşkına, ne kadar yanlış bir düşünce!.. Elbette, bizim asıl temelimiz halka hizmet için var olmaktır. Bakın, ben DYP'li kardeşlerime, gösterdikleri bu büyük olgunluktan dolayı kalpten teşekkürlerimi sunuyorum ve kendilerini tebrik ediyorum. (RP, DYP sıralarından alkışlar, ANAP sıralarından alkışlar [!]) Çünkü, halkımızın beklediği, özlediği bir hareketi yapmışlardır ve hepimizin bildiği gibi, Refah Partimizin sözcüsünün de ifade ettiği gibi, Refah Partisiyle koalisyon kurmak her babayiğidin harcı değildir. (RP sıralarından alkışlar, gülüşmeler) DYP bunu başardı, onun için, bu koalisyonun kurulmasında en büyük pay DYP'nindir, Sayın Çiller Hanımefendinindir, DYP Grubuna mensup bütün kıymetli arkadaşlarımızındır... Bakın, Sayın Mesut Yılmaz'ın eline kadar kuş geldi, kaçırdı. (RP sıralarından alkışlar, gülüşmeler) Muhterem arkadaşlarım, önce, bir defa medenî olmanın, seviyeli insan olmanın önşartı, önyargılardan vazgeçmektir. ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Takıyye yapma!.. BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bu önyargılar nedir: Demin bir tanesini söyledik, bir kimsenin suçu sabit olmadıkça beraet-i zimmet esastır; bu, hepimiz için geçerli bir formüldür. Şu salondaki her insan şerefli bir insandır; kaldı ki, bu ülkenin milletvekilidir, bu da, tabiî, en büyük şereftir. Bu sebepten dolayıdır ki, ülkemizin bu kıymetli evlatları, bu en şerefli evlatları için birtakım önyargılarla, birtakım şeyleri kendimiz kabul edeceğiz, o kabul ettiğimiz şeyin doğru olduğunu farz edeceğiz, sonra da buna dayanarak hüküm vereceğiz... Hayır, bu, medenî bir insanın, seviyeli bir insanın davranışı olamaz. Bu önyargı, sadece denetleme görevleri üzerinde söz konusu değil. Bakın, bugün, kıymetli arkadaşımız Sayın Bülent Ecevit Beyefendi "efendim, Refah Partisi sansür koyacak" dedi. Kim demiş bunu; bu bir önyargı. İşte programımız, ne yapacağımızı söylemişiz. Şimdi, şu memlekette, hatta basının içerisindeki insanlar dahil ve bizzat Sayın Ecevit Beyefendi, bir kısım basın, birtakım şerefli insanları, kim olursa olsun, baştan yargısız infaz yapacak, suçlu sayacak, günlerce bunun hakkında manşetler atacak ve bu manşetleri halka okutmak için de cıncık boncuk, tabak çanak dağıtacak (Gülüşmeler) ve bu tabakları çanakları da, haksız bir şekilde, devlet bankasından aldığı parayla, KDV'ler MDV'ler ödemeden, özel muameleyle -bu rantiyecilerin bir eli devletin kasasında dediğimiz bu; kendilerine bu kolaylıkları göstermek için yönetimi etkilediler şeklinde "bir elleri devletin direksiyonunda" diyoruz- Allah aşkına, bu ülkeyi bu Parlamento mu yönetecek, üç tane rantiyeci gazeteci mi yönetecek?.. (RP ve DYP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Türkiye'de rejimin yerine oturması hepimizin temel meselesi değil mi; ama, bu, hiçbir zaman, protokolümüzde de yazdığımız gibi, haber alma hürriyetini, haber yayma hürriyetini kısıtlamak değil. Onlara her türlü teknik yardımı yapalım, devlet olarak. Biz, Sayın Ecevit'le beraber Hükümetken, bu gazetelere "geliniz, devlet olarak beraber dağıtım teşkilatı kuralım; birtakım küçük gazeteler gelişemiyor" demiştik; kendileri hatırlayacaklar; Orhan Birgit Bey de basın yayından sorumlu Bakanımızdı. Böyle bir şey yapılması, elbette, ülke için son derece faydalı olur. Yani, iki tane tröst, bunların dağıtım teşkilatını eline alacak, yüzde 30'unu vermezsen senin gazeteni dağıtmam diyecek. Eee, sonra da art maksatlı olarak kendi bildiği propagandaları yapacak. Şimdi, bakın, takip edin; o gazeteler, üç gün sonra bizi, nasıl methetmeye başlayacaklar; göreceksiniz. (RP sıralarından alkışlar) Takip edin, hele bir methetmesinler bakalım! Ödeyin şu bankalara borçlarınızı dediğimiz zaman ne olacak?! ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Demeyecek misiniz Hocam?! BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bak... Bak... Onlar, pazartesi gününe kadar, aman bu Refah Hükümeti kurulmasın; çünkü, bunlar, bu parayı bize ödettirir mi ödettirir diye bildikleri için çırpındı, durdu; ama, şimdi, güçleri yetmeyince, göreceksiniz, yüzseksen derece dönecekler. Meğer bu Refah Partisi ne büyük nimetmiş de bizim haberimiz yok!.. Göreceksiniz. ŞADAN TUZCU (İstanbul) – Ödeyecekler mi onlar?.. BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – İşte, basınımızın hali budur. Bunu, Meclis... MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – Siz affedersiniz Hocam. BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bu devlet işi, hükümet işi değil. Bunların düzene konması için, medenî bir ülkede olması icap eden hale gelmesi için hep beraber, bu kanun maddelerini tanzim edeceğiz. Eğer, burada, basın özgürlüğünü haleldar yapacak bir madde varsa, hangimiz bu yola tevessül ederse, beraberce önleyeceğiz; ama, insanların haysiyet ve şerefiyle oynanacak noktalarda da yine, beraberce gereken tedbirleri alacağız ve ülkemizi medenî ülkelerdeki duruma getireceğiz. Hepimiz, Batı ülkelerini biliyoruz; Batı ülkelerinde hangi gazete tabak çanak dağıtıyor; Batı ülkelerinde hangi gazete insan haysiyetiyle bu kadar rahat oynayabiliyor ve hangisi oynadığı zaman müeyyidesiz kalıyor... Türkiye'de öyle bir basın durumu var ki, efendim, isterseniz yargı var; üç senede yargıdan bir sonuç aldığınız yok! Neye yarar o yargı, neye yarar?!. Onun için, hep beraber "basın davaları bir ayda sonuçlanacak" diye kanuna madde koyacağız. (RP sıralarından alkışlar) Öyle, üç sene... Çocuk oyuncağı değil; böyle şey mi olur? İstediği gibi, istediğini yazsın çizsin, insanların haysiyetiyle oynasın ve bunun bir müeyyidesi olmasın; hayır... Bu ülke hepimizin; bunları, elbirliğiyle düzelteceğiz ve işte, bizim koyduğumuz bu maddeler, bunları hatırlatacak maddelerdir; yoksa, bu kanunların hepsini, beraberce hazırlayacağız. Bu önyargılar, birtakım ön kabuller; işte, bilmem, soruşturmalar örtbas edilecekmiş, basın susturulacakmış, şu yapılacakmış, bu yapılacakmış... Bunların hepsi, bu konuşmalar neden dolayı yapılıyor; çok samimi olarak söylüyorum, ben, bu konuda iki sebep görüyorum: Bir tanesi, bu Hükümetin muvaffak olmasından korkuluyor. Söylenecek başka söz yok; aman, bunları söyleyerek önleyelim.... Demin kardeşlerim ifade ettiler; işadamlarından da, çıkıp, bunu açıkça konuşanlar oldu. Demin ne gösterdi "ben, Refah Partisinin kadrolaşmasından değil, muvaffak olmasından korkuyorum" diyor. Niye korkuyor; 400 belediyede bu muvaffakiyet ispat edilmiş de onun için. (RP sıralarından alkışlar) Ama, boşu boşuna korkuyor; çünkü, biz, o sözü söyleyen insanın da hizmetkârıyız, onun saadeti için de çalışacağız, o da "Allah razı olsun ki, böyle bir hükümet geldi" diyecek; birinci sebep bu. İkinci sebep nedir: Bu Hükümet Programında çözümler getirilmiş. Şimdi, bunların alternatiflerini ortaya koymak lazım. Nerede o babayiğit bakayım; şu programda getirilen teklifin alternatifini ortaya koysun da, onunla, şurada, saatlerce, o meseleyi bir tartışalım bakalım. YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Program aynı... MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – Kopya edilmiş... BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bu fikir yok; bu fikir olmayınca, iş, geliyor, bu şekilde önyargılara dayanıyor ve iş geliyor, gündemi değiştirmeye. Hayır, tekrar ifade ediyorum, bu ülke hepimizindir; hep beraber, bütün herkesin memnun kalacağı seviyeli bir Parlamento yapacağız ve inşallah, hep beraber, halkımızın hizmetlerini yapacağız. AHMET KABİL (Rize) – Yolsuzluklar ne olacak Hocam? BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Çok aziz ve muhterem arkadaşlarım, bakınız, hakikaten -Refah Partili kardeşlerim ifade ettiler- 24 Aralık ile 28 Haziran arasında, biz ne yaptık bir Anamuhalefet Partisi olarak; yaptığımız şey ortadadır: Önce, ilk hükümetin kurulmasında, bütün partilere kollarımızı açtık, gene de açıyoruz. Bugün, biz, DSP ve CHP ile beraberce koalisyon kurarız, bu memlekete en hayırlı hizmetleri yaparız; zaten yaptık, zerre kadar şüphemiz yok. Böyle, birtakım önyargılarla, yanlış bir şekilde, uzlaşma yerine, bizi, birbirimizden uzaklaştırma tavrını takınacak olursak, bu, fayda getirmez. Bundan dolayıdır ki, biz -hepiniz şahitsiniz- bu yanlışlığı yapmadık; bizim dışımızdaki partiler, az çok bu yanlışlığın içerisine düştüler. Sonra, denetleme bu Meclisin bir görevidir. İlk önce bu denetleme dosyalarını biz getirdik. Biz, bu Meclisin en büyük partisiyiz, Anamuhalefet Partisiyiz. Halkın zihninde birikmiş birtakım teşevvüşler var; çeşitli basınla, çeşitli konuşmalarla meydana getiriliyor. Bunlar böyle kalmamalı; bunlar, hakikaten, gerçek neyse aydınlığa kavuşmalı. Getirdik; sonuna kadar da tabiî takip edeceğiz, hep beraber takip edeceğiz. Dolayısıyla, denetleme görevimizi yaptık; ama, biz, üç buçuk ay sadece denetlemeyle uğraşmadık -şte Meclis arşivi- 90'a yakın kanun teklifi getirdik; bunları bir bir saymaya lüzum yok. Demin, Mesut Bey "36 tane getirdik" dedi; biz, 90 tane getirdik; kiloyla tartarsak 3 misli. Bu kanun tekliflerinin bir de muhtevasına bakarsak, ne getirmişiz biz: Önce, şu asgarî ücreti şu vergiden kurtaralım demişiz. Şimdi, bakın, onu yapacak mevkie geldik; inşallah, hep beraber yapmaya çalışacağız; çünkü, bu, en tabiî insan hakkıdır. YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Programda yok Hocam. BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bunun kaç trilyona mal olduğunu hepimiz biliyoruz; ama... A. MESUT YILMAZ (Rize) – Niye koymadınız?.. BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Var orada... Rica ederim... Var... Lütfen, dikkatli okuyunuz. A. MESUT YILMAZ (Rize) – Nerede Hocam?.. BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Biz, bu kanun tekliflerini verdik ve aynı zamanda, bakınız, başka şeyler, esnafımız için hayat standardını kaldıralım; esnafımız için peşin vergiyi kaldıralım. Köylü borçlarının faizlerini affedelim, köylümüz nefes alsın. İmkân bulursak... (ANAP sıralarından "Kaynak, kaynak" sesleri) Ha, kaynağa geleceğim, azıcık sabredin. İşte, bizim farkımız orada, yüzde 20 diyoruz ya, o yüzde 20 kaynağın musluğu, sizde o yok. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Mesele bu. Yüzde 80'miz aynı, giderlerde aynıyız; ama, kaynak deyince, sizde kaynak yok; fark burada. Geleceğim oraya müsaadenizle. Şimdi, bakınız, bundan başka, neden memurumuz, işçimiz enflasyondan inim inim inlesin; bunlar yönetimin hatasıdır, onun suçunu neden memur çekecek. Bunun yolu ne; bütün bu enflasyonla mücadele edip, iyi bir sonuca ulaşıncaya kadar eşel mobil sistemini tatbik etmektir; biz, bunu getirdik. Şimdi, sizin bunu bizden istemeniz hakkınızdır. Bizim getirdiklerimizi bizden isteyin; yakamıza yapışın. Niye ben bunu böyle söylüyorum; çünkü, halkımıza hizmet için varız da onun için. Keşke bizi bu istikamete iten bir güç olsa. O güç ne kadar güçlüyse, halkımıza hep beraber o kadar iyi hizmet etmiş olacağız. Görüldüğü gibi, 90 tane kanun teklifimiz dahi, hakikaten hep fakir fukarayı kurtarmak için olmuşuzdur. Diğer yandan bir şeyin de şahidisiniz: Hanginiz bizim Anayasa ve hukuka saygı için yaptığımız mücadeleyi görmezlikten gelebilirsiniz?.. Biz, güvenoyu almamış bir hükümetin, güvenoyu almadığını ispat etmek için az mı mücadele ettik; Meclis Başkanlığıyla mücadele ettik, diğer birtakım yerlerle Başbakanlıkla mücadele ettik... Niçin yapıyoruz biz bu mücadeleyi: Türkiye bir hukuk devleti olmalıdır, bu hepimizin görevidir, hepimiz hukuka saygılı olmalıyız. Bundan dolayıdır ki, biz, bu mücadeleleri yaptık ve arkadaşlarımızın işaret ettiği gibi, biz, bir bütçe konuşması yaptık, bu konuşmayı takip etmeyen kardeşlerimize ben bunun video bandını hediye edeceğim. Buraya bir anamuhalefet partisi olarak geldik de biz, herhangi bir şekilde, kızgın bir şekilde sadece saldırdık mı; hayır. Ne yaptık biz; efendice, hükümette bulunan kardeşimize yardımcı olmak için; bak, köylünün şu, şu, şu hizmetlerinin bu getirdiğiniz bütçede hiçbir karşılığı yok; bunun yapılması için, en aşağı şu kadar parayı buraya ayırmanız lazımdı, ayırmamışsınız; şu memlekette milyonlarca çocuğumuz öğretmensiz; onun için, millî eğitime 7 milyar dolar para koymak lazım; sağlık hizmetleri yapılamıyor, şu kadar koymak lazım; savunma ihtiyacımızı millî kaynaklardan karşılamalıyız, bu kadar koymak lazım... Biz söyledik bunları, önümüze getirilmiş olan bütçenin alternatifini kalem kalem ortaya koyduk; ama, bunu lafla söylemedik. Peki, bu paraları nereden bulacağız; kuruş kuruş onu da gösterdik. Nasıl gösterdik; bak, rantiyeciler bir senede 47 milyar dolar kazanç elde etti. Bu 47 milyar doların 15 milyar doları haklarıdır; ama, 32 milyar doları haksızdır. Neden KOBİ'ye mahsus bir insan yüzde 150 faizle iş görürken, siz, falanca holdinge nasıl faizsiz teşvik veriyorsunuz; neden?.. (RP sıralarından alkışlar) Devleti mahsus parasız bırakacaksın -bak, bu söylediğim sözün altında ciltler var- devleti büyük faizlerle borç almaya mecbur tutacaksın, ondan sonra da yüzde 120 yüzde 130 yıllık faizlerle, sen, devletin bütün kasasını sömüreceksin, o parayı da köylü, işçi, memur, esnaf ödeyecek... Bu nasıl düzen Allah aşkına?! Adil düzen dediğiniz nedir anlamıyoruz diyenlere sesleniyorum, işte bu rantiyecilerden bu haksız 32 milyar doları alıp işçiye, köylüye, memura, esnafa vermenin adıdır adil... (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Niçin bunlara vergi konulmuyor; neden? Bak, işte onlara adil bir şekilde hareket edildiği zaman, burada fakir fukaranın hakkı kurtulur ve buradan alıp buraya verelim diye nereden alıp nereye konacağını da gösterdik. Biz, bunları, gördüğünüz gibi, kalem kalem sayarak, tabloları buraya getirdik. işte, bunu, ben sadece, muhalefet partileri olarak nasıl çalışmalıyız, gönlümüzde ne var, bunu ifade etmek için açıklıyorum. Yoksa, buraya gelip, bir saat, yolsuzluk, ahlak, fazilet deyip konuşursak, kimsenin karnını bu laflarla doyuramayız. Elbette, onlar da önemli konular; ama, her şeyin bir yeri var; şimdi, Hükümet Programı konuşulurken, onlar konuşulmaz. YAŞAR OKUYAN (İstanbul) – Programda yok Hocam!.. BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bakınız, biz, şu Hükümetin kuruluşuna kadar geçen dönemde, işte, bu söylediğim hususlara uygun olarak hareket ettiğimiz için, 24 Aralıkta yüzde 22'ye yakın oy aldığımız halde, 2 Haziranda yüzde 34 oy aldık. Neden; çünkü, halkımız, bu davranışları takdir ediyor; hepimizden böyle davranmamızı bekliyor; ispatı da ortadadır. Bu Hükümeti kurarken, hepinizin bildiği gibi, yine, kollarımızı şefkatle bütün kardeşlerimize açtık; 46 ruhu dedik; hep beraber bir araya gelelim, istikrarlı, sağlam, hamleci bir hükümet kuralım dedik ve çoğulcu demokrasiye önem verdik. Bu çoğulcu demokrasiye, iki şeye huzurlarınızda kesinlikle inanarak ifade ediyorum ki, çok önem verin: Bir tanesi, Meclis, her zaman bizim Hükümetimizin üstünde olacaktır. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bu, bizim rejimimizin temeli; biz, bunu, şurada yazan "Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir" sözünün en doğal sonucu sayıyoruz. Milletin temsilcisi, bu Yüce Meclis, sizlersiniz. Sizin güvenoyunuza mazhar olduğu müddetçe, bu Hükümet, sadece, hizmet edecek; biz, garson hükümetiz. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bizim şiarımız budur; çünkü, biz, halka hizmet hakka hizmettir; halka hizmet en büyük ibadettir; bunu biliyoruz da onun için böyle yapacağız; inanarak böyle yapacağız ve biz bunu ispat ettik. Bakınız, biz, İçtüzük değişirken, bugüne kadar, yıllardan beri, onbeş seneden beri bu İçtüzük yürürlükte, düşünün halimizi... Yalnız, komisyon başkanı komisyonu toplayabilir; komisyon başkanı sadece gündemi tespit edebilir. Komisyon başkanı da partisinin başkanına bağlı. Muhalefet ne yapacak; hiiç... Gelip gidecek. Nasıl çoğulcu demokrasi bu? Biz mücadele ettik, bunu değiştirdik. dedik ki: Komisyonlar üçte birle toplanır -isterse iktidar partisinin üyeleri gelmesin- ve toplananın yarıdan bir fazlasıyla da karar alır, gündemi de kendi tespit eder. Niçin; çünkü, Meclis, elbette, hükümetin üstünde olmalıdır, hükümetin üstünde olmanın şartı budur. Yoksa, Meclisin bütün komisyonları hükümetin emrinde olursa, Meclis kilitlenirse, nasıl çoğulcu demokrasi olacak? Bak, geçen dönemde hepimiz şunları yaşadık: Buraya öyle kanun teklifleri geldi ki, her bir paragraf için dörtten fazla değişiklik yapılamayacağından, dört tane değişiklik teklifi de dosyanın içine konuldu, öyle geldi. Neymiş; virgül şuraya değil buraya konulsunmuş, şu kelime öyle değil böyle olsunmuş!.. Bunları hep yaşadık ve biz, yıllarca bunların acısını çekerek geldik buraya; bu acıları da unutmadık. Onun için, iki şeyi huzurlarınızda hatırlatıyorum: Bu Meclis, hükümetin üstünde olacak. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Zaten öyle... BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Aksini gördüğünüz zaman yakamıza yapışın. Zaten böyledir; ama, tatbikatın böyle olması mühim. İkinci bir önemli husus da, bütün bakanlarımız emrinizdedir, istediğiniz şeyi sorabilirsiniz, en kısa zamanda bu sorularınıza cevap verilecek, bir tek cevapsız mesele kalmayacak. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Bu söylediğim şeye çok önem veriyorum; neden; çünkü, biz, hükümete gelmeden önce, şu belediyelere nasıl yardım yapılmış; kırk tane yazı yazdık, bir tanesinin cevabını alamadık -daha bunun gibi ne yazılarımız vardır- şu birtakım medyaya, hangi krediler verildi; hangi bankalardı; kırk tane yazımız var, hiçbirinin cevabı yok. Ama, şimdi, ne sorarsanız, bu Hükümet sizin emrinizdedir; bütün bu sorularınızın cevapları, size, en doğru bir şekilde takdim edilecektir. Siz, milletin temsilcisisiniz, her şeyi bileceksiniz ve her şeyde, milleti temsilen egemen olacaksınız. Bu söze, hep beraber sadık olacağız. İşte, muhterem arkadaşlarım, bundan dolayıdır ki, bu inançla, tam demokratik esaslara uygun şekilde, Türkiye'nin en büyük iki partisi bir araya gelerek bu Hükümeti kurdu. Bu Hükümetin kurulmasına hepimiz sevinmeliyiz; çünkü, yedi aydan beri hükümet krizi içindeyiz. Bu Hükümetin kurulmaması halinde bunan alternatifi sadece seçimdir. Seçim ne halleder! Hepimiz biliyoruz, seçim demek altı ay sonra yine bu noktaya gelmek demektir; sadece, Refah Partisi daha fazla büyümüş olacak, o kadar; ama, mesele çözülmeyecek; halkımız, altı ay ne yapacak!.. Ondan dolayıdır ki, bu Hükümet, hakikaten tek çözümdü, bunun dışında çözüm yoktur. O "vardır" diyenler, kendileri de inanmıyor. Ben bir araya gelemem; ama, çözüm vardır. Buna inanmak mümkün mü?!. Seçime gitmek demek fasit daire demektir ve unutmayalım ki pazartesiden sonra sadece 12 gün kalmıştır. Bunu, sakın ha, bazı milletvekillerimiz, aman, seçime gitmemek için güvenoyu versin diye söylemiyorum; çünkü, herkesin ne oy vereceğini biliyoruz ve biz bu Hükümetin çok açık bir farkla güvenoyu alacağını da biliyoruz. Bunu söylememin sebebi şudur ki, bu Hükümetin kurulmasına hakikaten yürekten sevinelim, nasıl halkımız seviniyorsa, biz de, halkın temsilcisi olarak, aynı şekilde sevinelim. Bu Hükümet, altı aylık bir krize son vermiştir; Türkiye'nin zaman kaybına son vermiştir. Bu Hükümet, demokrasinin bir zaferidir. Bu Hükümet, bağımsızılğın bir sembolüdür. Neden; çünkü, daha geçenlerde -ben ihtimal vermiyorum; ama, gazetelerde yazan haberleri hep beraber okuduk- İsrail Cumhurbaşkanı Türkiye'ye hükümet tayin etmeye kalkışmadı mı? Öbür taraftan, bilmem, Fransız Cumhurbaşkanı Türkiye'ye hükümet tayin etmeye kalkışmadı mı? Sayın Yılmaz, demin "Çiller Hanım gitti, sizi Avrupa'ya böyle böyle şikayet etti" dedi. Şimdi, kendilerine soruyorum: Chirac bu sözü söylediği zaman siz ne yaptınız Başbakan olarak; İsrail Cumhurbaşkanı bu sözü söylediği zaman siz ne yaptınız? (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Gazetelerde yazılan doğruysa "Korkmayın, Refah Partisi iktidara gelemez" dediniz. Bu muydu bunun cevabı? MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – Cevap verdik Hoca; sizi savunduk. BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bak, huzurlarınızda ifade ediyorum, şu söze saygılı olalım. Bu 65 milyonluk ülkenin hükümetini, ancak 65 milyonluk halkımız tayin eder, (RP sıralarından alkışlar) ne Chırac ne Weizman, hiçbirisi tayin edemez: İşte bu Hükümet bunu ispat etmiş olduğu için millî bir hükümettir ve şurada yazan yazının sembolü bir hükümettir. Bu Hükümet hakikaten bir uzlaşma hükümetidir. Bu, doğru bir sözdür. Uzlaşmanın tarifi şu kelimeyle bu kelimeyle yapılmış, kelime oyunlarının önemi yok. Şu memlekette iki tane en büyük parti; ayrı ayrı tabanları var; şimdi, samimi bir şekilde, halkımıza hizmet için bir araya gelmiştir. Bizim bu kardeşlerimizle kucaklaşmamız, 65 milyon insanın kucaklaşmasıdır. Bakın size şunu söyleyeyim: Bu, devlet-millet kaynaşmasını da temin edeceği gibi, bizim bu beraberliğimiz Türkiye hudutları içinde kalmayacak, göreceksiniz. Bir yandan, Müslüman ülkelerle Batı hep birbirine düşmanlık yapmaya çalışıyor, suni düşmanlıklar üretiyorlar. Bu Hükümet, elbirliğiyle, Batı'da da çalışacağız, Müslüman ülkelerde de çalışacağız, yeryüzündeki gerginliği ortadan kaldıracağız ve bütün dünyada yeni bir yumuşamanın, yeni bir uzlaşmanın sembolü olacağız. Bu, böyle bir uzlaşmadır. (RP sıralarından alkışlar) Bakınız, Sayın Mesut Beyin elinin işaretini görüyorum ve ben Sultan Fatih'in bir sözünü hatırlıyorum: Bizim yapacağımız işlere onların hayalleri bile yetişemez. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Halkımız bayram etmektedir. Bu Hükümet rastgele bir hükümet değildir; kötülerin iyisi değildir, bu Hükümet iyilerin iyisidir. Bu sözleri ben tescil ettiriyorum. İnşallah, burada hep beraber olacağız, adım adım halkımıza yaptığımız hizmetleri gördükçe, şu sözlerin ne demek olduğunu birlikte yaşayacağız. Bu Hükümet bir çözüm hükümetidir. Bu Hükümet bir değişim hükümetidir. Bu Hükümet laf değil iş hükümetidir. Bu Hükümet icraat hükümetidir; rantiyeci değil üretici hükümetidir, halk hükümetidir. Bu Hükümet, halkımıza, inancına ve tarihine saygılı bir hükümettir; halkımızın özlenen ve beklenen hükümetidir. İşte Türkiye'nin, bütün, her türlü engellemelere rağmen böyle bir Hükümete kavuşmasında en büyük katkısı olduğu için -samimiyetle söylüyorum- Doğru Yol Partisinin bütün yöneticilerini ve bütün grup üyelerini, sevgiyle, muhabbetle selamlıyorum, teşekkürlerimi sunuyorum; çünkü, halkımızın meselelerinin çözülmesi için, Türkiye'yi krizden kurtardınız... AHMET KABİL (Rize) – Ormancı Hasan'ın iddia ettiği belgeleri söyleyecek misiniz? BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – ...uzlaşmayı temin ettiniz ve aynı şekilde, muhalefette kalan partilerimize de aynı teşekkürleri sunacağım; çünkü, halkımıza hizmetleri, inşallah, hep beraber yapacağız. Ve size bir şey belirteyim; kardeşlerimiz de çok iyi biliyorlar ki, bu Hükümetin temel esası, göreceksiniz inşallah, uyum, uyum, uyum olacak. Neden; çünkü... MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – İyi uykular! BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Uyumak başka... O, eski hükümetin özelliğiydi. (RP sıralarından alkışlar) Bu Hükümet, uyum Hükümeti; arada büyük fark var. Yüzde 80'i benziyor; ama, yüzde 20'si farklı; her şey de o yüzde 20'nin içinde. Bakınız, neden, bunu bilerek, inanarak yapacağız; çünkü, Türkiyemizin bir istikrara ihtiyacını hepimiz biliyoruz. Bu istikrarı teminin... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) AHMET KABİL (Rize) – Hocam, ormancı Hasan'ın iddia ettiği belgeleri söyleyecek misiniz? BAŞKAN – Efendim, müsaade buyurun. Sayın Başbakan, 10 dakika süre veriyorum. MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Niye 4 değil de 10?.. BAŞKAN – Efendim, onu Sayın Yılmaz'a sorun, yakınca... Buyurun efendim. BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkan. Çok aziz ve muhterem arkadaşlarım, bir kere daha, kısaca, bu Hükümetin özelliklerini saymak istiyorum: Önce, demokratik eseslara uygun bir Hükümettir ve geniş tabanlı bir Hükümettir. YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Ahlakî esaslar?!. BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Ülkemizdeki istikrarı temin edecek bir Hükümettir ve bu Hükümet, hakikaten, uyum içerisinde, bütün vatanımızın saadetinin teminatı olacak, temeli olacak. Bu Hükümet, Türkiye'nin meselelerini artırmak için değil, çözmek için gelmiştir ve meseleleri vukufla ele almıştır. Programımızın dördüncü sayfasında bunlar tekrar tekrar sayılmıştır. Hükümetimiz, bu Programda belirtmiş olduğu halkımızın meselelerini kararlı, inançlı, heyecanlı, azimli bir şekilde çözecek olan bir Hükümet. Hemen haber veriyorum, halkımıza, bürokrasimize ve bütün üretim kesimlerine; yani, köylümüz, işçimiz, memurumuz, ihracatçımız, bütün üreticilerimiz ve sanayicilerimizin hepsine şevk vereceğiz, aşk vereceğiz, heyecan vereceğiz ve ülkemizin bütün meselelerini, bütün bu üretici kardeşlerimizle beraber, yapacağımız seferberlikle çözeceğiz. Bu Hükümet, Programımızda da belirttiğimiz gibi, bir rantiye Hükümeti değil, bir üretim Hükümetidir; ama, bu Hükümetin en büyük vasfı, demin kardeşlerimizin hatırlattığı gibi, bu Program bir "cek, cak..." Programı değil "şu yapılacak, bu yapılacak..." Programı değil, bu Program, dikkatle incelendiği zaman, en büyük ağırlığın kaynak teminine verildiğini görürsünüz. Bu kaynak nasıl temin edilecek; lafta bırakılmamış, Programımızda açık bir şekilde belirtilmiştir. Programımızın 11 inci sayfasına bakıldığı zaman "gelişmenin önündeki engelleri kaldıracağız" denilmiş. Bunlar para istemez; ama, tanınmış bir yabancının söylediği gibi "Türkiye büyük devlet olacak; ama, ne yapalım ki, mevzuatı müsait değil." Bu, çok doğru bir söz. Onun için, önce bir büyük seferberlik yapacağız, mevzuatımızda, gelişmemizi engelleyici hususları hep beraber ortadan kaldıracağız; şimdiden haber veriyorum. Bundan başka, israfları önleyeceğiz. Hepimiz biliyoruz ki, ülkemizde ne sayısız israflar var. Bakın, hemen bir tanesini -daha ilk geldiğim gün gördüm, heyecanını taşıyorum- haber vereyim: Şu Habitat var ya, yapıldı, edildi, ne olduğunu hâlâ anlamadım; bu Habitat yapılırken, yabancı misafirleri taşımak için, Başbakanlığa 200 tane araba alınmış. Düşünün, bir haftalık misafir gelecek, misafiri taşımak için araba satın alınıyor... Neden araba kiralanmıyor, anlamak mümkün değil. Şimdi, gelmişler "bu 200 arabayı ne yapacağız" diyorlar. Her bir arabanın şoförü, mazotu, bakımı, yedek parçası; trilyonlara varan masrafı var. Bu, sadece bir misal; bunların, elbette önlenmesi lazım. İsraf, israf, israf... Ondan sonra, bakın, her sahada verimliliği artıracağız. Ben, bütçe konuşmalarında söyledim, şu ilimizde hastane var doktor yok, burada doktor var hastayı taşıyacak sedye yok. Bunların hepsine sahip olmak mecburiyetindeyiz. En mühim işimiz, kaynakları geliştirmek. Bu ülkede sayısız kaynak var. Bizden daha zengin ülke yok. İnşallah göreceğiz, biz bu kaynakları seferber ettiğimiz zaman, Türkiye, adım adım nasıl güçleniyor; bu imkânlar var. Bakın, biz, günlerden beri hazırlık yapıyoruz arkadaşlarımızla beraber; 68 tane kaynak tespit etmişiz; her birinde trilyonlar var, trilyonlar... Bir oturup dikkatli incelendiği zaman, bu ülkenin sayısız zenginlikleri var. Biz bu zenginlikleri harekete geçireceğiz. Nasıl; bu Hükümetin bünyesini görmüyor musunuz, bu Hükümette 20 devlet bakanı var. Birisi bakar, bu 20 devlet bakanı ne olacak... Biz bu kaynakları geliştirmek için üç tane beş tane devlet bakanını gece gündüz uyutmayacağız. Biz konuşmaya gelmedik... Dur bakalım ne olacak... Onun ne olacağını ben şimdiden hissediyorum. Bakın, şimdi israfları önlemek... Bunun sahibi kim; yok. Evet, bunun bir takipçisi olacak. Verimliliği artırmak; bunlar lafla olmaz... Sahipsiz iş olmaz. Bizim esnafın sahibi kim; yok. Kimdir bu ülkede esnafın sahibi; oraya gider, oraya gider, oraya gider... MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – Halk Bankası. BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Halk Bankasından sahip mi olur Allah aşkına; böyle şey mi olur...Şimdi, bu Hükümette esnafın sahibini bulacaksınız, işçinin sahibini bulacaksınız, köylünün sahibini bulacaksınız, işsizin sahibini bulacaksınız, düşkünün sahibini bulacaksınız. Evet, o yüzde 20 değişiklik var ya, işte o 20 çok mühim. Biz, Bakanlar Kurulunun şeklini değiştiriyoruz. Bizim için önemli olan, insan. Klasik şekillerden çıkıyoruz, insana hizmet için, size yepyeni bir Bakanlar Kurulu takdim ediyoruz. Bundan dolayıdır ki, bu Hükümet, bundan öncekilerin benzeri bir Hükümet değildir. Devleti yeniden yapılandıracağız. Bunu yirmi senedir konuşuyoruz; ama, biz bunun sahibini koyacağız ve bilhassa, yerel yönetimlere yetkilerin devredilmesine adım adım başlayacağız, adım adım... Şimdi, bakın, size hemen söyleyeyim -daha bunu Bakanlar Kurulumuzda olgunlaştıracağız, şahsî, ham fikrim olarak söylüyorum-: Biz, bütün illerimizdeki trafiği belediyelerimize versek, çok daha güzel olmaz mı? MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Eskiden de öyleydi zaten. BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Bütün illerimizdeki spor faaliyetlerini belediyeye versek çok daha güzel olmaz mı?!. Birçok illerimizde hizmetler var ki, bu hizmetlerin, elbette belediyelerimiz tarafından yapılması, seçilmiş insanlar tarafından yapılması çok daha uygun olur ve bunları, hemen bir kalemde vermememiz için ne sebep var?!. Sonra, tabiî, sağlık ve eğitim kuruluşlarını da -eğer yerel yönetimlerimiz bunları dirayetle yönetecek imkânlara ve kadroya kavuşacak olursa- adım adım yerel yönetime vereceğiz ve devleti, hepimizin bildiği, istediği aslî görevlere çekeceğiz. 20 tane hükümet programı okunmuştur, hepsinde bunlar vardır; ama, şimdi bir fark var. Nedir o; biz, konuşmaya gelmedik; biz, Allah'ın izniyle, yapmaya geldik. Bizim Hükümetimizin çok önemli bir hususiyeti de ülkenin meselelerine sahip olmasıdır ve şahsiyetli bir dış politika takibidir. Sayın Bülent Beyefendiye teşekkür ediyorum; eskiden beri, şahsiyetli dış politika için hassasiyetini biliriz, her zaman da kendilerini bu hususta takdir ederiz. Şimdi, efendim, buraya geldiniz "bütün uluslararası anlaşmalara aynen uyacağız diyorsunuz" dediniz; ama, bu, tıpkı Bektaşinin "namaza yaklaşmayınız" sözüne benziyor, üstteki ayeti okumadan söylenmiş bir söze benziyor. Cenabı Hak "alkollü iken namaza yaklaşmayın" diyor. Bizim de Programımızda "bu anlaşmalar, millî menfaata aykırı olarak tatbik ettirilmeyecek" diye onun altında çok mühim bir cümle var. (RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) YAŞAR OKUYAN (Yalova) – İsrail Anlaşması ne olacak?.. BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – O cümlenin içerisinde her şey var, her şey var... Ve bunları da, tabiî, yine, hep beraber gerçekleştireceğiz; çünkü, dış politika devlet işidir, hükümet işi değildir. Bunları, beraberce olgunlaştıracağız ve böylece, hakikaten şahsiyetli bir dış politika yürüteceğiz ve biz, Programımızda yazdığımız gibi, bütün ülkelerle münasebetlerimizi geliştireceğiz. Bu arada, huzurlarınızda açıkça ifade ediyorum ki, özenle, kardeş Müslüman ve Türk cumhuriyetleriyle de münasebetlerimizi geliştireceğiz; lafla değil... Bizim şu komşularımızla ticaretimiz 4 milyar dolar idi; bu hacme gelmişti; Irak'la, İran'la, Suriye'yle, diğer ülkelerle; şimdi nedir: 100 milyon dolar. 65 milyonluk Türkiye ile 60 milyonluk Mısır arasındaki yıllık ticaret hacmi 200 milyon dolar. Bir tüccarın satacağı bir araba bu meblağı karşılar. Peki, biz, şimdi, bütün bu kardeş Müslüman ülkelerle bir araya gelsek "sen bizden ne alırsan al, biz de senden ne alırsak alalım" desek, süratle eski hacme gelsek, şu andaki 21 milyarlık ihracatımız 30-40 milyar dolara çıksa, bundan ne kaybederiz?! Bunları konuşmak marifet değil, bunları yapmak marifet; ama, işte, bilesiniz ki, bu Hükümet bu azimle geliyor. Bugünkü konuşmamızda bunları ifade ediyoruz; adım adım da bunların hepsini, elbirliğiyle tatbik edeceğiz inşallah. Demin, Mesut Bey "vatandaşın beyanına güven esas alınacak ifadesi bizim Programımızdan alınmış" dedi. Ne güzel bir şey; güzel şeyi nerede bulursak alırız. Programınıza koyduğunuz için teşekkür ediyoruz. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) A. MESUT YILMAZ (Rize) – Yolsuzluklarla mücadeleyi niye yazmadınız? MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Yolsuzlukları beğenmediğiniz için almadınız herhalde. BAŞKAN – Sayın Başbakan, efendim, toparlar mısınız lütfen. BAŞBAKAN NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Çok teşekkür ediyorum, toparlıyorum. Programımızda çok önemli bir konu yeniden yapılanmadır, mahallî idarelerin güçlendirilmesidir. Hanımlarımıza ve gençliğe ne kadar büyük önem verdiğimiz, Programdan görülmektedir. Bunlar, laf olsun diye yazılmamıştır. Ne yazık ki, ülkemizde de, gençliğimizin uyuşturucu tehlikesi, yavaş yavaş, okullarda başlamıştır. Bunları bir an evvel engellemek ve ülkemizin bütün fertlerine ve gençlerimize, manevî varlıklarını geliştirmek için her türlü hizmeti hazırlamak temel görevimiz olacak. Bu, zaten, Anayasanın devlete verdiği en önemli bir görevdir. Muhterem Başkan, muhterem milletvekilleri; Programımız, Yüce Meclisin huzurlarında arz edilmiştir. Bugün de, Programımızın müzakeresini yapmış olduk. Şimdi, inşallah, pazartesi günü, Hükümetimiz, Yüce Meclisin açık bir farkla desteğine mazhar olacaktır. Zaten kollar sıvanmıştır; gece gündüz çalışılarak bu hizmetler yerine getirilecektir ve bu çalışmayı hep beraber yapacağız, Türkiyemizi, kısır çekişmelerden kurtaracağız, Türkiyemizi, mesut insanlar diyarı haline getireceğiz. Hepinize, bugünkü konuşmalarınızdaki her türlü ikaz ve katkılarınızdan dolayı, bütün kıymetli Hükümet üyelerimiz adına, teşekkürlerimizi sunuyorum. Yeni Hükümetimizin ve onun Programının, aziz milletimize ve bütün insanlığa hayırlı olmasını diliyorum. Hepinizi, Allah'a emanet ediyorum.Sağolun, varolun. (RP sıralarından ayakta alkışlar, DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Başbakan, teşekkür ediyorum. Sayın milletvekilleri, kişisel söz talebinde bulunan Sayın Nejat Arseven Beyefendiye söz veriyorum. Sayın Arseven, buyurun efendim. LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Sayın Başkan, bir müracaatımız vardı... MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) –Yanlış anlamaları önlemek için bir yazılı müracaatımız vardı. BAŞKAN – Efendim, var. Sayın Taşar, zatı âlinizin şifahî müracaatı dahi yazılı müracaat kadar etkilidir. Zabıtları getirttim; bakacağım efendim. MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Çok teşekkür ederim. Sonuç ne? BAŞKAN – Efendim, sonucu biraz sonra arz edeceğim. LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Sayın Başkanım... BAŞKAN – Buyurun Sayın Kayalar. LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Sayın Başkanım, Sayın Başbakanın konuşmasıyla ilgili, yanlış anlaşılmalara meydan vermemek için, açıklama yapmak üzere, Sayın Başbakan aramızdayken... BAŞKAN – Efendim zatı âlinizin de müracaatı var; zabıtları getirttim efendim. LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Usul olarak, şimdi söz verilmesi gerekir Sayın Başkanım. BAŞKAN – Efendim, müsaade edin ben takdir edeyim. Sayın Arseven... MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Efendim, bir dakika... "Beylütmale el uzatıldı"diye "belediyelere para gönderildi" diye Sayın Başbakan tarafından, bu kürsüden, milletin kürsüsünden suçlama yapıldı. Belediyelere gönderilmiş paraların beytülmal ile ilgisi yoktur; bunun açıklamasını yapmam lazım. BAŞKAN – Efendim müsaade buyurun... Sayın Arseven, kürsüye buyurur musunuz lütfen. MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Sayın milletvekillerimize, diğer arkadaşlarımıza söz verdiğiniz gibi, aynı şekilde söz istiyorum. BAŞKAN – Sayın Arseven, söz talebi... MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Sayın Şevket Kazan'a nasıl söz verdiyseniz aynı şekilde söz istiyorum. BAŞKAN – Efendim, ben o konudaki kararımı ifade edeceğim. Sayın Arseven, buyurun efendim. MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Adil düzeniniz bu mu sizin?! (RP sıralarından "sen adil düzenden ne anlarsın?" sesleri) BAŞKAN – Buyurun efendim. Sayın Arseven, süreniz 15 dakikadır efendim. NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bugün, burada, iki gün önce huzurunuzda Sayın Başbakan tarafından okunan Hükümet Programı üzerinde, şahsî görüşlerimi ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, sizlereve televizyonları başında, hayretle, ibretle ve kaygıyla bu görüşmeleri izlediklerine inandığım değerli vatandaşlarıma da saygılar sunuyorum. Bu konuyla ilgili konuşmama girmeden önce, biraz önce Sayın Başbakanın burada ifade etmiş olduğu, Habitat toplantısı nedeniyle ilgili 200 araba alımıyla ilgili kısa bir açıklama yapmak istiyorum. Bu arabalar, devlet tarafından alınan arabalar olmayıp, sponsorların, bu işle ilgili olarak devlete vermiş oldukları arabalardır ve bunlar, bizim, Başbakanlığı devretmemizden önce de Emniyete devredilmiş vasıtalardır. Eğer, devlet tarafından alınmış arabalar olsa idi, zaten bunlar devletin malı olurdu, devlet de bunlar üzerinde her türlü tasarruf hakkına sahip olurdu. Böyle bir sorunun sorulmuş olması dahi bu arabaların ne yolla alındığının en açık ifadesidir. EMİN KUL (İstanbul) – Bağıştır, bağış. NEJAT ARSEVEN (Devamla) – Bağışlanmıştır, evet düzeltiyorum. Ve yine, tabiî, burada, dün akşam yapılan bir televizyon programında, burada Sayın Başbakan tarafından açıklanacağı ifade edilen belgenin açıklanmamış olmasını da, o belgenin yok olduğu olarak değerlendirdiğimizi ifade ediyorum. YILMAZ KARAKOYUNLU (İstanbul) – O zaman, iddia edeni de müfteri diye tutanaklara geçirtin. NEJAT ARSEVEN (Devamla) – Evet, iddia edeni de müfteri olarak buradan ilan etmenin hiçbir sakıncası olmadığını ifade ediyorum. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şahsı adına söz almış bir arkadaşınız olarak, burada, geçen hafta, Türkiye'nin hemen birçok bölgesinde, Ankara'da ve Ankara'nın taşra ilçelerinde sadece Doğru Yol Partisi teşkilatlarından tanımış olduğum ve benim teşkilatlarımın bulunduğu bölgelerde Doğru Yol Partili ve Refah Partili olduklarını bana ifade etmiş olan vatandaşlarla yapmış olduğum temaslarım ve değerlendirmelerimi açıklayarak sözlerime devam etmek istiyorum. İşte, konuşmamın başında, vatandaşlarımızın, bu görüşmeleri hayretle, ibretle ve kaygıyla izledikleri yolundaki ifadem de bu değerlendirmemden kaynaklanıyor. Sayın milletvekilleri, Sayın Çiller'e inanan, seçim öncesi onların beyanlarıyla Doğru Yol Partisine oy veren birçok vatandaşımız, hemen hemen Doğru Yol Partisine oy verenlerin tamamı, o gün yaptıkları yanlışın altında eziliyorlar. Bakın, açık söylüyorum; ben, sizlerin -Doğru Yol Partililerden bahsediyorum- Sayın Mesut Yılmaz'ın kapısına gönderdiğiniz "Refah Partisi ile koalisyon yapma" diye bağırtıp, çağırtıp, çığlıklar attırdığınız hanımefendilerle konuştum, öyle geliyorum buraya. Onlar ne diyorlar biliyor musunuz "tekrar toplanarak gidip Sayın Mesut Yılmaz'dan özür dileyeceğiz" diyorlar. Ne için mi "Refah Partisi ile hükümet görüşmelerini Meclis soruşturmalarından, şaibelerden, TOFAŞ'tan, TEDAŞ'tan, mal varlılğından aklanmak için değil, o görüşmeleri, Refah Partisine oy veren ve hepsi bizim kardeşimiz olan, bizim insanımız olan milyonlara duyduğu saygı dolayısıyla yaptığı için, Refah Partisini bizimle aynı zeminde yarışan ve milletten oy isteyen bir parti olarak kabul ettiği için, sistemin partisi olarak kabul ettiği için, bundan dolayı görüştüğü için Sayın Mesut Yılmaz'dan özür dileyeceğiz" diyorlar. Aziz milletvekilleri, Refah Partisine oy veren insanlar da bir şeyler söylüyor. Onlar ne mi söylüyor; onları da size burada ifade edeceğim: "Keşke on sene daha muhalefette kalsaydık" diyorlar; "keşke, o gün savunduğumuz ve Refah Partisinin vazgeçilmezleri olarak kabul ettiğimiz mukaddes değerleri savunmaya devam edebilseydik ve keşke, o namuslu, dürüst olarak yaptığımız politikayı bugün de devam ettirebilseydik; keşke, kendi getirdiğimiz, en yetkili ağızlar tarafından ifade edilen, ortaya atılan iddiaların altında kalmasaydık ve koltuk için, bir yarım iktidar için, milletin içine çıkamaz hale gelmeseydik" diyorlar. CAFER GÜNEŞ (Kırşehir) – Sizin hakkınızda da var... NEJAT ARSEVEN (Devamla) – Değerli milletvekilleri, benim bu tespitlerim, Anavatanın değil, bizim partimizin değil, bugün Hükümet olan; ama, nasıl ve ne şekilde, ne yolla ve hangi gizli anlaşmalarla Hükümet oldukları artık gün ışığına çıkmış olan ve sizin ifadenizle, 65 milyon insanın da bildiği; ama, asıl önemlisi -bakın, burası çok önemli- sizlerin; yani, Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi tabanının ve oy verenlerinin çok iyi bildiği bir tespittir. Değerli milletvekilleri, bu Hükümetin, güvenoyu alsa, hatta, millete hizmet etse de, işte, bu ayıplı hali ve kuruluş biçimi dolayısıyla, millet önünde kabul görmesi ve inandırıcı olması mümkün değildir; çünkü, herkes, yapılacak her icraatın ve tasarrufun altında, aynı kuruluşunda olduğu gibi, bir gizli pazarlık, bir ayrı hesap arayacaktır. Sayın milletvekilleri, bakın, burada, Doğru Yol Partisinin, tabiî, her zaman olduğu gibi, kendi Hükümet Programları üzerinde yapılmakta olan görüşmeleri dahi izleme cesaretini gösteremeyen Doğru Yol Partisinin, seçim öncesi gazetelere vermiş olduğu ilanı gösteriyorum size: "Doğru Yol Partisiyle, ANAP arasındaki fark" diyor "ve laiklik" altında da ifade ediyor: "Mesut Yılmaz, Erbakan'ı durduramaz; Erbakan'ı durdurmak için, geriye gidişi önlemek için, ileriye gitmek için DYP'de birleşin; DYP birinci parti olacak, Erbakansız, ülkenin önünü -yani, Sayın Başbakanın önünü- açacak en iyi hükümet kurulacaktır." Evet, hakikaten, Tansu Çiller, Erbakan'ın önünü açtı. Erbakan'ı durduracak cesaret ve inançda -Sayın Başbakanı durduracağından bahsediyor- sadece Sayın Çiller'de varmış. Bakın, şimdi, size bir şey daha göstereceğim, karikatür gibi bir ilan; tabiî, altında "Haydi Türkiyem ileri" deniyor. Sayın Mesut Yılmaz'ın sırtında Sayın Erbakan, daldaki armudu almaya çalışan Sayın Erbakan, Tansu Hanım da elini açmış "Mesut, hep bunu yapıyor" diyor; ama, ne hikmetse, bugün, armudu Sayın Erbakan yiyor. (RP sıralarından gürültüler) Değerli milletvekilleri, bakın, bu da, sizin. Dikkat edin, bakın, burada "ahlakî çözülme duracak" diyorsunuz seçimden önce. Evet, ahlakî çözülmeyi hakikaten durdurdunuz ve diyorsunuz ki "Refah, ahlakî yapısı güçlü bir Türkiye için iktidara geliyor." Siz, bu ahlakî yapı için mi iktidara geliyorsunuz, bunları düzeltmek için mi; bu yolsuzlukların, bu TOFAŞ'ın, bu TEDAŞ'ın üstünü örtmek için mi iktidara geliyorsunuz? Bu ilanı onun için mi verdiniz, ahlakî çözülmeyi böyle mi durduracaksınız?!. (RP sıralarından gürültüler) Bakın, Sayın Erbakan yine ne diyor: "Bu kadın gâvur aşığı." Zannediyorum, daha önce de burada ifade edildi, "Erbakan, Çiller'in, Müslüman oylarıyla din düşmanlığı yaptığını öne sürdü 'gâvur aşığı, eteklerine zil takmış oynuyor' dedi. Çiller'e bakın, Erzurum'a başörtüsüyle geliyor, türban meselesini sorduğumuzda da yüzünü aktris gibi buruşturuyor." Haydi bunu değerlendirin!.. Yüreğiniz yetiyorsa, Erzurum'a tekrar gidin. Bu beyanlarda bulunduğunuz Erzurum'a bir daha gittiğiniz zaman acaba ne diyeceksiniz, çok merak ediyorum. Değerli milletvekilleri, Sayın Çiller'in ve Sayın Erbakan'ın seçim öncesi, şimdi sizlere burada ifade etmiş olduğum, bu açık ve kamuoyu önünde kendilerini bağlayan beyanları ve taahhütleri olmasaydı belki çok iyi olurdu. Değerli milletvekilleri, şimdi, daha önemli ve işin facia tarafına -bana göre- yani, her iki liderin, seçim sonrası -bakın, burası çok önemli- çıkan tablo, Refah-Doğru Yol koalisyonu yapılmasını da muhtemel kılıyorken, birbirleriyle ilgili söylediklerine gelelim: "Sayın Çiller 'bu ortaklığa izin vermezler. ANAP ile RP arasında hükümet kurma çalışmalarına izin verilmez. ANAP'a bir daha açıkça sesleniyorum, kendi parti ve ülkeni karanlığa gömme' dedi, devamla 'bu ortaklık, ülkeyi karanlığa mahkûm etmektedir, Sayın Yılmaz, sakın ola buna izin verme, Türk genci buna müsaade etmez, Türk kadını etmez, ülkenin aydınları müsaade etmez; karşına geçerler. Kim mi geçer; halkın yüzde 70'i geçer" falan. CAFER GÜNEŞ (Kırşehir) – Bu lafları siz de çok söylediniz. NEJAT ARSEVEN (Devamla) – Şimdi, bakın, size soruyorum: Burada, karanlık kim, mahkûm eden kim, bu işin altında kalan kim?!. (RP sıralarından "siz, siz" sesleri) Müsaade etmeyecek olan gençler, Tansu Hanımın çok değer verdiği Türk hanımları, aydınlar nerede "yüzde 70'den fazlası karşınıza geçer" dediğiniz "halk, yakanıza yapışır" dediğiniz kimseler nerede?!. Tarih, bu aziz millet, bugün, kimin yakasına yapışacak, çok iyi biliyor sayın milletvekilleri. Yine, Sayın Çiller'in bir beyanı var, bakın "gümrük birliğine 'uşaklık antlaşması' denildiğini söylüyor. Bunu, siyasî tarihimizin en büyük oportünizmi olarak görüyorum. Bugün böyleyse, yarın nasıl olacak; herkesi uyarmak istiyorum. Liderlerin seçim öncesi taahhütleri olmuştur 'RP'yi iktidar yapmayacağız' denilmiştir..." Sizler söylemişsiniz. "...Herkesin, bunun gereğini yapacağına inanıyorum" diyor, yani sizlere söylüyor, Doğru Yol Partisine ifade ediyor. Siz, bunun gereğini hakikaten yapıyorsunuz!.. Değerli arkadaşlarım, Refah Partisiyle Doğru Yol Partisi, seçimlerden hemen sonra, Sayın Erbakan'ın, hükümet kurmakla görevlendirildiği sırada, eğer, bu Koalisyonu, bu tablo ve Programla kurmuş olsalardı, o zaman, bu Hükümetin, 65 milyon memleket evladı önünde göreceği kabul ve destek bugünkünden çok daha yüksek olabilirdi. Sayın milletvekilleri, bugün, üzerinde görüşmeler yaptığımız Refah-Doğru Yol Hükümeti Programı, aslında -bakın, Program için konuşuyorum, burası çok önemli- Doğru Yol Partisinin milletvekili ve Grubu, Parti tabanıyla, tüm ülkede, bu Hükümete oluşacak tepkileri asgariye indirmek için hazırlanmış bir Hükümet Programıdır. Bu Programın uygulanması sırasında, Refah Partisinin, bu Programda yer almayan hakiki düşünce ve niyetlerini hayata geçirmek ve uygulamaya koymak gayreti içerisinde olacağına da inanıyorum; ama, maalesef, işin acı tarafı, bu Program dışı yapılacak ve ülkede büyük sıkıntı yaratacağına inandığım uygulamaları, Doğru Yol Partisi milletvekilleri, bakanları, ancak üzüntüyle ve çaresizlikle seyredeceklerdir. Çünkü, Gruptan veya Bakanlar Kurulundan vaki olabilecek en ufak bir itiraz karşısında Sayın Çiller ile ilgili olarak açılmış bulunan soruşturma önergeleri ile ilgili Refah Partisinin komisyon üyelerinin ve Grubunun tavırlarındaki olumsuz değişiklik tehdidiyle, yani, Yüce Divan tehdidiyle karşılaşacaklardır. Değerli milletvekilleri, bu, bugün görüşülmekte olan Programın zahirî ve açık görüntüsüdür. Bunu, Sayın Başbakan da burada ifade etti. Bu Programın görülmeyen tarafı. Refah ağırlıklı yönü ise, aysberg gibi, suyun altındadır ve bugün görünmemektedir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, bugün, burada, birbirleri aleyhinde saatlere sığdıramayacağım ifade ve beyanlar, açılan soruşturma önergeleri, yolsuzluk iddiaları, ülkeyi karanlığa gömme avazelerinden sonra, sadece, Başbakanlık uçağını beraber kullanmak uğruna kurulduğunu zannettiğim bu Hükümeti kurmak, 65 milyon memleket evladını kandırmak, yanıltmak ve inkâr etmek demektir. Hepinize saygılar sunuyorum. Bizi, ekranları başında, gecenin bu saatine kadar dinleyen aziz vatandaşlarımızı da, bir kere daha, en içten duygularımla selamlıyor, saygılarımı sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Arseven, teşekkür ediyorum efendim. III. – SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam) 3. – Yozgat Milletvekili LutfullahKayalar'ın, Başbakan Necmettin Erbakan'ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması BAŞKAN – Sayın Taşar ve Sayın Kayalar, talepleriniz üzere tutanakları getirttim. Sayın Başbakan, listeleri de göstermek... Yani, daha önce zatı âlilerinizin başında bulunduğu Bakanlığın başında bulunan birer Bakan olarak, sorumluluk hissi içerisinde ve gecenin bu saatinde, değerli milletvekillerini sıkıntıya sokmadan kısa birer açıklama yapacağınızı umuyorum. Sayın Kayalar, kısa bir açıklama yapacağınızı buyurdunuz, onun için, önce, çok kısa ve bir sataşmaya meydan vermemeniz ricasıyla zatı âlinize söz veriyorum. LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekileri; 54 üncü Hükümetin Programı üzerindeki müzarekeler sırasında Sayın Başbakanın, 53 üncü Hükümetin, belediyelere, bütçe imkânları içerisinde yapılan yardımlarla ilgili olarak verdiği rakamlar var.Yanlış anlaşılmalara meydan verilmemesi için bu konuda açıklama yapmak üzere huzurlarınızdayım; saygılar sunuyorum Yüce Meclisimize, Sayın Başkana da teşekkür ediyorum. Sayın Başbakan, biraz önce yaptığı açıklamalarda, belediyelere, 7 trilyon lira yardım yapıldığını ve bunun 5 trilyon lirasının, Anavatan belediyelerine yapıldığını ifade ettiler. 7 trilyon liralık rakamlar, kendilerinin de ifade ettikleri gibi, genel rakamlardır - bunların küsuratları vardır- ben de, genel olarak ifade etmek istiyorum. 7 trilyon liralık rakam, şu ana kadar yapılan yardımlarla ilgili olan rakam doğrudur; ancak, bunda açıklanmasını arzu ettiğim husus şudur: Bilindiği gibi, 53 üncü Hükümetimiz, 6 Martta kurulmuş, 12 Martta da güvenoyu almıştır. O zamana kadar, bizden önce, 52 nci Hükümet, bir sonraki hükümet kuruluncaya kadar göreve devam etmiştir. Bu süre içerisinde, belediyelere, yaklaşık 2 trilyon liraya yakın yardım yapılmıştır. Gerek bu süre içerisinde yapılan yardımlar, gerekse daha önceki hükümetler döneminde; yani, beş yıllık dönem içerisinde yapılan yardımlarda, maalesef, 800'ün üzerindeki, Anavatan Partisi belediyelerine ve tahmin ediyorum, Refah Partisi belediyelerine de, hemen hemen hiç denecek düzeyde yardım yapılmıştır; daha doğru ifadeyle, hemen hemen hiç yardım yapılmamıştır. 53 üncü Hükümetimiz kurulduktan sonra, Sayın Başbakan, o günkü Hükümet ortağı olan DYP'nin Sayın Genel Başkanıyla bu konuyu görüştüler ve hiç değilse, 12 Marta kadar geçen dönem içerisinde yapılan yardımlara eşitlik sağlamak bakımından, 2 trilyon liraya yaklaşan bir paranın belediyelere dağıtılması hususunda anlaştılar. A. MESUT YILMAZ (Rize) – ANAP'lı belediyelere. LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Dolayısıyla, ANAP'lı belediyelere dağıtılması hususunda anlaştılar. Dolayısıyla, bu, o günkü bir anlaşmadır. Ben, görevde bulunduğumuz süre içerisindeki her türlü sorumluluğumuzu ve vebal duygusu içerisinde hareket etme şeklinde yürüttüğümüz görevimizi ve icraatımızı tüm açıklığıyla ifade etmek istiyorum. 2 trilyon lirası bu şekildedir; yani, 7 trilyon liranın 4 trilyon lirasının dağıtımı bu şekilde olmuştur. Geriye kalan 3 trilyon lira içerisinde, imkânlar ölçüsünde, Meclisimizde grubu bulunan beş siyasî partimizin hemen hemen tamamından gelen talepler -belki cüzi bir kısmı karşılanamamış olabilir- Maliye Bakanlığınca değerlendirilmiştir. Artı, Mecliste grubu bulunmayan ve Mecliste temsil edilmeyen siyasî partilerimize mensup olan belediyelere de, ayrıca, yine buradan, imkânlar ölçüsünde yardım yapılmıştır.Yani, Sayın Başbakanın ifade ettiği gibi, 5 trilyon lira, sadece Anavatan belediyelerine verilmiş değildir; bu 5 trilyon lira, Mecliste grubu bulunan siyasî partiler içerisinde değişik oranlardadır. Burada, Anavatan Partisine mensup olan belediyelere daha fazla yardım yapıldığı noktasının, o günkü koalisyon hükümeti içerisinde yapılan anlaşma gereği olarak doğru olduğunu da ifade ediyorum; ben ifade ediyorum.(RP sıralarından " Ne adalet değil mi? " sesleri, gürültüler) Ayrıca, dörtbuçuk yıllık adaletsizliğin ve dörtbuçuk yıllık yanlış uygulamanın, esasında, sonraki hükümetleri de sıkıntıya soktuğunu ifade etmek istiyorum. Nasıl; burada, şu anda hayatta olmayan, daha önceki... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Kayalar, lütfen, toparlayın efendim. LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Anavatan Partisi hükümetleri döneminde, tüm belediyelerin nüfus yoğunluklarına göre, tespit edilmiş olan kriterlere göre, sekiz sene dağıtım uygulanmış bulunmaktadır. Eğer, burada bir fazlalık olduğu ifade ediliyorsa -ki, fazlalığın olduğunu ben de kabul ediyorum- bu fazlalık, beş yıllık açığın kapatılmasıyla ilgili, görüşülürek, konuşularak yapılmış olan bir uygulamadır.(RP sıralarından gürültüler) Buna, şunu ilave ediyorum: Şu anda uygulamakta olduğumuz bütçe içerisinde öngörülmüş olan fonlardan, yasal olarak tahakkukları yapılmış olan ve bekleyen ödemeler vardır. Sayın Başbakan, bunları durdurduklarını ifade ettiler. Böyle bir durdurma yetkileri yoktur. TEMEL KARAMOLLAOĞLU (Sıvas ) – Bunlar cevap değil Sayın Başkan. LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Bu, sadece belediyelerle ilgili değil. Ayrıca, 55 vilayetimize, gene Maliye Bakanlığı bütçesi içerisindeki Kentleşme Fonundan, valilerimiz ve il genel meclislerimizin emrine gönderilmiş olan birtakım paraların da geri alınacağı veya ödenmeyeceği ifade edilmektedir. Dilerim ki, bu doğru değildir. Bunların da durdurulması yasal değildir. (RP sıralarından gürültüler, "süresi geçti" sesleri) BAŞKAN – Müsaade buyurun... LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Burada, usulüne uygun, kanuna uygun, takdir yetkisi içerisinde kullanılmış olan yetkiler vardır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Kayalar... LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Bağlıyorum efendim. BAŞKAN – Sayın Kayalar, bir hususu açıklamak üzere size söz verdim; rica ediyorum... LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Bu hususun hiç dışına çıkmadım Sayın Başkan. Burada atılan veya attığımız her imzanın sahibiyiz. Durdurma şeklinde bir usul bulunmamaktadır. Bu şekilde bir uygulamaya gidildiği takdirde, bunun, Yüce Meclis içerisinde, her türlü tartışmasının yapılacağını ve sadece Meclis içinde değil, Meclisin dışında da yapılacağını ifade etmek istemekteyim. (RP sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Sayın Kayalar... Sayın Kayalar... LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Sözlerimi bağlıyorum efendim... Müsaade edin, sözlerimi bağlıyorum. (RP sıralarından gürültüler, "Yeter... Yeter..." sesleri) BAŞKAN – Ee, bağlayın efendim...Bağlayın efendim... LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Ama, müsaade edin Sayın Başkan. BAŞKAN – Bağlayın efendim. Sözünüzü kesmeye zorlamayın Sayın Kayalar... LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Sükunet sağlansın, sözlerimi bağlıyorum. (RP sıralarından gürültüler "Sayın Başkan, süresini aştı" sesleri) Sayın Başbakan, biraz önce, asgarî ücretin vergiden muaf olacağını ifade ettiler. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Efendim, başka süre uzatma imkânım yok Sayın Kayalar; buyurun. LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Şu Hükümet Programı içerisinde asgarî ücretin vergiden muaf olacağına dair tek bir kelime yoktur. (RP sıralarından gürültüler, sıra kapaklarına vurmalar) BAŞKAN – Sayın Kayalar, bırakın Hükümet Programını... LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – ...Şunun içerisinde yoktur. (RP sıralarından gürültüler sıra kapaklarına vurmalar) BAŞKAN – Sayın Kayalar... Sayın Kayalar... LUTFULLAH KAYALAR (Devamla) – Saygılar sunuyorum Sayın Başkan. BAŞKAN – Sayın Kayalar, çok üzgün olduğumu ifade edeyim. CEMALETTİN LAFÇI (Amasya) – Adaletten bahsediyorsunuz; işte sizin adaletiniz bu... BAŞKAN – Müsaade buyurun efendim... Sayın milletvekilleri, gecenin bu saatinde rica ediyorum... Kendi şartlarınıza göre değerlendirmeyin kürsüyü. Lütfen... 4. – Gaziantep Milletvekili Mustafa Rüştü Taşar'ın, Başbakan Necmettin Erbakan'ın şahsına sataşması nedeniyle konuşması BAŞKAN – Sayın Taşar, size de çok kısa bir açıklama imkânı veriyorum. Lütfen, çok kısa ve yeni bir sataşmaya meydan vermeden konuşunuz. Gecenin bu saatinde stres yükselmesine sebebiyet verirseniz sözünüzü keserim, kusura bakmayın. Lütfen ne açıklayacaksanız, buyurun; ama, bir açıklamadır... MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Sayın Başkan, öncelikle, Yüce Meclisi ve zatı âlinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Başbakan, Sayın Mesut Yılmaz'ın "beytülmala uzanan eli keserim" dediğini; ama, Çevre Bakanının, giderayak, ANAP'lı belediyelere 2 trilyon lira gönderdiğini ve Refahlı belediyelere de, şu kadar miktar gönderdiğini, bu kürsüden ifade ettiler. Öncelikle, şunun bilinmesi için ifade ediyorum ki, Çevre Bakanlığı Çevre Kirliliğini Önleme Fonundan, vidanjör, çöp kamyonu ve itfaiye araçlarının alınabilmesini teminen gönderilen bu paraların, gönderilebilmesinin usulleri vardır. Bu usule göre, öncelikle, ilgili belediye, belediye meclisi kararı alacaktır. Belediye meclisi... (RP sıralarından "gitti mi gitmedi mi" sesleri) Bir dakika efendim.. Müsaade buyurun efendim... (RP sıralarından gürültüler) Sayın Başkanım... BAŞKAN – Sayın Taşar, müsaade buyurun efendim... Siz, o kadar para gönderdiniz mi, göndermediniz mi, onu açıklayın lütfen. MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Ben, o kadar parayı gönderdim; ama, ne suretle gönderdiğimi açıklayacağım... BAŞKAN – Ne suretlesini bırakın siz... MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Hayır efendim... BAŞKAN – Gönderip göndermediğinizi ifade edin yeter... MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – Mahkeme mi burası... Soruşturma mı yapıyorsun... MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – O kadar parayı gönderdim. Nasıl gönderildiğini ve hangi süreç içerisinde gittiğini anlatmamız lazım... (RP sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Efendim, müsaade buyurun... MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Bu kürsüde beni konuşturmazsanız, il il gezer, her yerde konuşurum... Hiçbir şekilde beni susturamazsınız...( RP sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Sayın Taşar... Sayın Taşar... MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Sayın Başkan, lütfen, sözümün kesilmesine mani olunuz... BAŞKAN – Sayın Taşar, lütfen... MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Müsaade buyurunuz, açıklamamı yapayım. BAŞKAN – Gönderip göndermediğinizi ifade edin efendim... Lütfen efendim... Süreyi kullanın... MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Sayın Başkanım... MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkanım... BAŞKAN – Sayın Başesgioğlu, buyurun... MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Sayın Başkanım, nasıl gönderildiğini izah etmemiz lazım.. Müsaade buyurur musunuz... (RP sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Efendim, siz, sürenizi orada kullanın lütfen... Efendim, orada kullanın lütfen... Orada kullanın...(RP sıralarından gürültüler) MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Müsaade edin de konuşalım... Bağırmakla çağırmakla meseleleri halledemezsiniz; hele beni hiç susturamazsınız; onun için, lütfen dinleyin... (RP sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Sayın Taşar, siz, görüşünüzü ifade edin efendim... (Gürültüler) Buyurun... MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Lütfen dinleyiniz... (RP sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri... MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Efendim, müsaade buyurunuz... Bu müracaatlar, belirli silsile içerisinde, Bakanlığımıza ulaştıktan sonra, ödeneklerinin serbest bırakılması çerçevesinde, müracaat sırasına göre peyderpey gönderilir. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Sayın Deniz Baykal'ın müracaatları, Demokratik Sol Partinin müracaatları, Milliyetçi Hareket Partisinin müracaatları, Doğru Yol Partisinin müracaatları, bizzat bana gelen müracaatların tamamı karşılanmıştır. Refah Partisinden de müracaat eden bütün belediyelere para gönderilmiştir (RP sıralarından gürültüler) Aksini ispat edene, burada söz hakkı vardır; o söz hakkını veriyorum. Ancak, şunu ifade etmek istiyorum; ben, bu paraları, ne Amerika'ya ne Rusya'ya ne Çin'e ne de Sayın Başbakanın evinin önü temizlensin diye, sabunlu sularla yıkansın diye büyükşehir belediyesine... BAŞKAN – Sayın Taşar... MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – ...arazöz almak için göndermedim. (ANAP sıralarından alkışlar; RP sıralarından gürültüler, sıra kapaklarına vurmalar) BAŞKAN – Sayın Taşar... Sayın Taşar... MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Milletin arzusu istikametinde... (RP sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Sayın Taşar... Sayın Taşar... MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – ...milletin hizmetine gönderdim. Beytülmalı, beytülmala gönderdim... BAŞKAN – Sayın Taşar... Sayın Taşar... MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – ...Hiçbir şekilde bu suçlamayı kabul etmiyorum. BAŞKAN – Sayın Taşar... Sayın Taşar... MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – ...İşte, hizmet yapacağım diyen kadroların, daha gelir gelmez, nasıl yıkıcı bir işlem yaptığını, burada, huzurlarınızda ifade ediyorum... (RP sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Sayın Taşar... MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – ...Gönderilen bu paraların geri çekilmesinin suç olduğunu ifade ediyorum. Sayın Lutfullah Kayalar'ın ifade ettiği gibi, gerek Meclis içerisinde gerekse hukukî zeminlerde bu işin hesabını da mutlaka soracağız... (RP sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Sayın Taşar... MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – ...ve özellikle de şunu ifade etmek istiyorum: Bu Hükümet Programında da, Sayın Başbakan herhalde unuttular... BAŞKAN – Sayın Taşar, sözünüzü... MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – ...asgari ücretin vergi dışı bırakılması yer almamıştır... BAŞKAN – Sayın Taşar... MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Devamla) – Saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar, RP sıralarından gürültüler) MEHMET ALİ YAVUZ (Konya) – Sayın Başkan... 5. – Maliye Bakanı Abdüllatif Şener'in, kendilerine sataşılması nedeniyle söz alan,Yozgat Milletvekili Lutfullah Kayalar ve Gaziantep Milletvekili Mustafa Rüştü Taşar'ın konuşmalarıyla ilgili açıklaması MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan... (Gürültüler) BAŞKAN – Efendim, müsaade buyurun... Buyurun Sayın Bakanım. MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan, sayın eski bakanlar tarafından yapılan açıklamalarda bazı yanlışlıklar vardır. Elimde, devletin en son dokümanları vardır; bunları izah etmek istiyorum. BAŞKAN – Buyurun. (RP sıralarından alkışlar) Lütfen, Sayın Bakan, kısa... Elinizdeki listeyi okuyun ve lütfen, kürsüden inin efendim. Rica ediyorum... MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Bizde de liste var... BAŞKAN – Efendim, müsaade buyurun... MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Sıvas) – Sayın Başkan... MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan, bu sözü neye istinaden verdiniz? BAŞKAN – Efendim, müsaade buyurun... MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Başkan, izah eder misiniz; neye istinaden söz verdiniz? BAŞKAN – Efendim, Sayın Taşar ile Sayın Kayalar'ın ifadeleri karşısında, devletin kayıtlarındaki listeyi ifade edip inecek... MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Onlar ifade edildi Sayın Başkan; taraflı davranıyorsunuz. BAŞKAN – O açıklama imkânını verdim; buyurun. MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Onlar izah edildi. BAŞKAN – Sayın Şener, kısaca efendim... MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Refah Partili belediyeler müracaat etselerdi onlara da gönderilirdi. BAŞKAN – Sayın Şener, siz buyurun efendim. MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Her isteyen bakana burada söz veremezsiniz, taraflı davranmayın Sayın Başkan. BAŞKAN – Buyurun... Kısa kesin lütfen... MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Sayın Başkan, Sayın milletvekilleri... MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Müracaat etmeyen belediyeye nasıl para göndereceğim ben?. BAŞKAN – Sayın Taşar, oturur musunuz efendim... İfade ettiniz onu... MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – ... bu müzakereler... MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Yerinde yatacaksın, oturacaksın, ondan sonra parayı alamadım diyeceksin... BAŞKAN – Efendim siz onu ifade ettiniz... İfade ettiniz efendim... MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – ...saat 24.00'ü geçtiği takdirde... (ANAP sıralarından gürültüler) Sayın Başkanım... BAŞKAN – Siz buyurun Sayın Şener... Lütfen, kısa keser misiniz... MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Sayın Başkan, bir noktayı hatırlatmak istiyorum. Anavatan Partili sayın milletvekilleri ve eski bakanları, belli bir taktik içerisindedirler... Bugünkü müzakereler... BAŞKAN – Kardeşim, niye o zaman?.. Lütfen toparla... (ANAP sıralarından "Bravo Başkan" sesleri) MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Ne alakası var?... MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – ...saat 24.00'ü geçtiği takdirde güven oylaması salıya kalacağı için, yersiz yere hırçınlık yapmaktadırlar; ancak, şunu ifade ediyorum. MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Sen konuşma, in aşağıya... MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Şunu ifade ediyorum: Sayın bakanlar, aslında itiraf etmişlerdir bir haksızlık yaptıklarını; hatta, son gün, Sayın Cumhurbaşkanı, yeni Hükümeti, Kabineyi onayladıktan sonra, gece geç saatlere kadar, haksız yere bu kalemden para aktardıklarını ifade etmişlerdir. (ANAP sıralarından gürültüler, sıra kapaklarına vurmalar) MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkan... BAŞKAN – Oturun yerinize lütfen... Efendim lütfen oturun yerinize... MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Ama, bu kadar da taraflı davranılmaz... Sadece listeyi okuyacaklar... MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – ...Bu bir itiraftır. (ANAP sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Efendim, oturur musunuz... Sayın Şener... MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – ...İtiraflarından dolayı kendilerine teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Ben teşekkür ediyorum. MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Sayın Başkan, müsamaha ediyorsunuz; yorum yapıyor; listeyi okuyacak o kadar. Bu kadar taraflı olunmaz. MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – İtiraf ettiniz, teşekkür ediyorum. (ANAP sıralarından gürültüler) BAŞKAN – Ben teşekkür ediyorum Sayın Bakan. MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Hiçbir itiraf yok. Sırası geldikçe gönderilmiştir. MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Evet, Maliye... BAŞKAN – Sayın Bakan... MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Gönderilen paralar da DYP'nin, CHP'nin, DSP'nin, bütün partilerin paralarıdır. BAŞKAN – Sayın Taşar, siz, ifade ettiniz... MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Usulümüzde böyle bir şey yok Sayın Başkanım... Lütfen... MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Ancak, şunu ifade edeyim... MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Yapılan hizmet, sırasıyla yapılmıştır. BAŞKAN – Sayın Taşar... ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Yorum yapmaya hakkı yok. MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – ... Suçluluk duygusu içerisinde, bağırarak ... BAŞKAN – Sayın Şener... MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – ...suçluluk bastırılamaz... BAŞKAN – Sayın Bakan... Sayın Bakan... ZEKİ ÇAKAN (Bartın) – Yorum yapıyor... Cevap verecek, yorum yapmayacak. BAŞKAN – Sayın Bakan, teşekkür edip iner misiniz efendim... Lütfen... MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Bitiriyorum... BAŞKAN – Efendim, ifade ettiniz... MURAT BAŞESGİOĞLU (Kastamonu) – Sataşmadan dolayı bize de söz verin o zaman Sayın Başkan. MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – Evet, süreyi geçirmemek için, sayın bakanlar da, zaten, haksız dağıtımı itiraf etmiş oldukları için... MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Haksız dağıtım falan yok kardeşim... MALİYE BAKANI ABDÜLLATİF ŞENER (Devamla) – ... teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar) MUSTAFA RÜŞTÜ TAŞAR (Gaziantep) – Ne haksız dağıtımı... Haksız dağıtım falan yok... BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın başkanlığında kurulmuş bulunan 54 üncü Hükümetin Programı üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Güvenoylamasının, Anayasanın 110 ve İçtüzüğün 124 üncü maddeleri gereğince, görüşmelerin bitiminden bir tam gün geçtikten sonra yapılması gerekmektedir. Buna göre, güvenoylaması, 8 Temmuz 1996 Pazartesi günü yapılacaktır. Sayın milletvekilleri, Başbakan Sayın Prof. Dr. Necmettin Erbakan tarafından kurulan Bakanlar Kurulu hakkında güvenoylaması yapmak için, 8 Temmuz 1996 Pazartesi günü saat 15.00'te toplanmak üzere -saat 23.28 şu anda- birleşimi kapatıyorum. Kapanma Saati: 23.28 IV. —SORULAR VE CEVAPLAR A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI 1. —Yozgat Milletvekili Kâzım Arslan’ın, ÖSYM sınavının Yozgat’da da yapılmasının düşünülüp düşünülmediğine ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam’ın yazılı cevabı (7/836) Türkiye Büyük MilletMeclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın Millî Eğitim Bakanı Sayın Turhan Tayan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını talep etmekteyim. Gereğini saygılarımla arz ederim. 15.5.1996 Dr. Kâzım Arslan Yozgat 1. ÖSYM tarafından yapılan Üniversite 2 nci basamak sınavı diğer illere ilaveten Yozgat İlinde de yapılamaz mı? 2. Sınav sebebiyle başka illere gitmeleri zaten yetersiz olan hizmeti aksattığı için sağlık personelinin açıköğretim sınavları Yozgat’ta yapılamaz mı? T. C. Millî Eğitim Bakanlığı Araştırma Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı 4.7.1996 Sayı :B.08.0.APK.0.03.01.00-022/1748 Konu :Soru Önergesi. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına İlgi :T.B.M.M. Başkanlığının 30.5.1996 tarih ve GNS.0.10.00.02-2049 sayılı yazısı. Yozgat Milletvekili Sayın Kâzım Arslan’ın “ÖSYM sınavının Yozgat’ta yapılmasının düşünülüp düşünülmediğine ilişkin” yazılı soru önergesi incelenmiştir. 1. Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sınavının yapılacağı merkezler; o merkezde sınava girecek aday sayısı, merkezin diğer merkezlere uzaklığı ve ulaşım imkânları, merkezde bulunan yükseköğretim kurumlarının imkânları ve o merkezde sınav yapılması durumunda karşılaşılacak ek maliyetler düşünülerek Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığınca Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına önerilmektedir.Aday sayısının az olduğu küçük sınav merkezleri, yöredeki adaylar ve sınavda görev alacak öğretmenlerin birbirlerini tanıma imkânlarının artması nedeniyle uygun görülmemektedir. Bilhassa ikinci basamak sınavlarının aday sayısının fazla olacağı büyük merkezlere alınması sınav güvenliğinin bir gereğidir. Nitekim önümüzdeki yıllarda ikinci basamak sınavına girecek aday sayısı azaltılarak daha az sınav merkezinde sınav yapılması düşünülmektedir. 2. Açıköğretim Fakültesi sınavları yurt çapında 63 il merkezinde yapılmakta ve mevcut bürolar yeterli hizmeti vermektedir. Öte yandan, her il merkezinde sınav yapılabilmesi için belirli sayıda öğrenci ve öğretim elemanının bulunması gerekmektedir. Arz ederim. Prof. Dr. Mehmet Sağlam Millî Eğitim Bakanı 2. —İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın, TDİ’ne bağlı bir yolcu gemisine aşırı yolcu alınmak suretiyle tehlikeli bir yolculuk yaptırıldığı iddiasına ilişkin sorusu ve Ulaştırma Bakanı Ömer Barutçu’nun yazılı cevabı (7/872) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın Ulaştırma Bakanı Sayın Ömer Barutçu tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını rica ederim. Bülent Akarcalı İstanbul Kurban Bayramında Arife günü ilgililer izdiham olacağına dair önceden uyarılmasına rağmen, 900 kişilik Avşa gemisine Sarayburnu’ndan 2 000 kişi bindirilmiş; Boğaz’da demirlemiş bulunan Mavi Marmara gemisi ise boş bekletilmiştir. TDİ Genel Müdürü ve Deniz Yolları Müdürü ise, bu arada Akdeniz gemisiyle Akdeniz turuna çıkmıştır. 1. Önceden uyarıya rağmen neden vatandaşların 6 saatlik yolu çok tehlikeli ve izdiham içinde gitmelerine yol açılmıştır? 2. 900 kişilik gemiye 2 000 kişiyi bindirerek bunca insanın hayatını tehlikeye atan Türk Denizcilik İşletmelerinin yöneticileri hakkında ne gibi işlem yapmayı düşünürsünüz? T. C. Ulaştırma Bakanlığı Araştırma Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı 4.7.1996 APK :B.11.0.APK.010.00.00.A-71/905-17230 Konu :İstanbul Milletvekili Bülent Akarcalı’nın Yazılı Soru Önergesi Hakkında. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına İlgi :TBMM Başkanlığının 28 Haziran 1996 tarih A.01.0.GNS.0.10.00.02.7/872-1917/5185 sayılı yazısı. İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Akarcalı’nın 7/872-1917 sayılı yazılı soru önergesi, 10.8.1993 tarih ve 93/4693 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile özelleştirilmek üzere Başbakanlığa bağlanmış bulunan TDİ Genel Müdürlüğünü ilgilendirmektedir. Bakanlığımız görev alanına girmeyen ve önergede yer alan hususlarla ilgili olarak Bakanlığımızca herhangi bir işlem yapılması mümkün bulunmamakta olan sözkonusu yazılı soru önergesi 13 Haziran 1996 tarih ve B.11.0.APK.010.00.A-7/794 sayılı yazımız ile Türkiye Denizcilik İşletmeleri Genel Müdürlüğüne intikal ettirilmiştir. Bilgilerinize arz ederim. Ömer Barutçu Ulaştırma Bakanı 3. — Karaman Milletvekili Zeki Ünal’ın, elektrik enerjisi sıkıntısını aşmak için alınması gereken tedbirlere ilişkin sorusu ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı M. Recai Kutan’ın yazılı cevabı (7/888) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Sayın Hüsnü Doğan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim. 22.5.1996 Zeki Ünal Karaman 1. Önümüzdeki günlerde elektrik enerjisi sıkıntısı olacağı ifade edilmektedir. Bu doğru mudur? Doğruysa sebepleri nelerdir? 2. Yıllar itibariyle son 10 yıldaki elektrik enerjisine yapılan yatırım miktarları nedir? 3. elektrik enerjisi üretiminde nükleer enerjiden faydalanmak cihetine gidilecek midir? 4. Biten Termik Santraller işletmeye açılacak mıdır? 5. Elektrik enerjisi darboğazını önümüzdeki 20 yılda aşmak için yılda yapılması gereken yatırım miktarı nedir? T. C. Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı Araştırma, Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı 5.7.1996 Sayı :B.15.0.APK.0.23-300-855-11250 Konu :Yazılı Soru Önergesi. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına İlgi :T.B.M.M. Başkanlığının 10 Haziran 1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-2221 sayılı yazısı. Karaman Milletvekili Sayın Zeki Ünal’ın Bakanlığıma tevcih ettiği ve Millet Meclisi İç Tüzüğünün 99 uncu maddesi gereğince cevaplandırılması istenen, 7/888 esas no.lu yazılı soru önergesi ile ilgili bilgiler hazırlanarak ekte sunulmuştur. Bilgilerinize arz ederim. M. Recai Kutan Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı Karaman Milletvekili Sayın Zeki Ünal’ın Yazılı Soru Önergesi Cevabı (7/888-1982) Soru 1 : Önümüzdeki günlerde elektrik enerjisi sıkıntısı olacağı ifade edilmektedir. Bu doğru mudur?Doğruysa sebepleri nelerdir? Cevap : Ülkemizin 1996 yılı için üretimden kaynaklanan enerji açığı söz konusu değildir. Yapılan planlama çalışmalarına göre toplam enerji tüketimimizin 95 900 milyon Kwh olması beklenmektedir. 1996 yılı içinde devreye alınacak toplam 491 Mw’lık üretim tesisi ile yıl sonunda kurulu gücümüz 21 442 Mw’a, üretim kapasitemiz ise, mevcut santralların tam kapasite ile çalışacağı esasına göre, 108 669 milyar Mwh’a ulaşacaktır. Soru 2 : Yıllar itibariyle son 10 yıldaki elektrik enerjisine yapılan yatırım miktarları nedir? Cevap : 1985-1996 yılları kamu ve özel sektör elektrik enerjisi yatırım miktarlarını gösterir tablo ekte sunulmuştur. (Ek-2) Soru 3 : Elektrik enerjisi üretiminde nükleer enerjiden faydalanmak cihetine gidilecek midir? Cevap : Bilindiği üzere, tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de artan nüfus, sanayileşme ve refah düzeyinin yükselmesi nedenleriyle, hızla artan elektrik enerjisi talebinin güvenli, yeterli, çevre faktörü de göz önünde tutularak ekonomik koşullarda karşılanması ana hedeflerimizden birisidir. Bu çerçevede; gerek sistemin güvenilirliğini sağlamak için kaynak açısından çeşitlendirilmeye gidilmesi, gerekse kömür ve hidrolik dışındaki kaynaklarımızın kısıtlılığı ile dış kaynaklara bağımlılığın en aza indirilmesi, ülkemizde ortalama %8-10 oranında artmakta olan elektrik enerjisi talebinin karşılanmasında, alternatif çözümlerden biri olan nükleer santralların kurulmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Değişen koşullara ve değişik alternatif senaryolar halinde yapılan planlama çalışmaları sonuçlarına göre, nükleer santrallara 2 000’li yıllarda ihtiyaç duyulmakta olup, sistemin 2003 yılından itibaren yoğunlaşarak 2 ile 5 arasında değişen sayılarda nükleer santrallara ihtiyaç göstereceği anlaşılmaktadır. TEAŞ tarafından yapılan ülkemiz uzun dönem elektrik enerji planlama çalışmalarına göre 2005 ve 2008 yılında işletmeye girecek şekilde her biri 1000 MW gücünde iki nükleer santralın yapılması programlanmış bulunmaktadır. Akkuyu’da kurulması planlanan ilk nükleer santral projesinin ihale hazırlık çalışmaları istenildiği an kısa sürede ihaleye çıkılacak duruma getirilmiştir. Soru 4 : Biten Termik Santraller işletmeye açılacak mıdır? Cevap : Çevreye vereceği olumsuz etkiler minimuma indirilerek mevcut 20952 MW kurulu kapasiteye ilave olarak Bakanlığım TEAŞ Genel Müdürlüğü Yatırım Programında yer alan projeler ile Yap-İşlet-Devret, Yap-İşlet modeli kapsamında yürütülen üretim tesisleri ve otoprodüktör santrallar tamamlandıkları zaman işletmeye açılacaklardır. Soru 5 : Elektrik enerjisi darboğazını önümüzdeki 20 yılda aşmak için yılda yapılması gereken yatırım miktarı nedir? Cevap : Giderek artan elektrik enerjisi talebini karşılamak üzere, 2010 yılı sonuna kadar yaklaşık 40 000 MW’lık kapasitenin sisteme ilave edilmesi gerekmektedir. Bu da yılda ortalama 2500-3000 MW kurulu güç ilavesi, diğer bir deyişle her yıl 3 milyar $’lık bir yatırım ihtiyacını ortaya çıkarmaktadır. C E T V E L G İ R E C E K deki 20 yı 4. —Konya Milletvekili Mustafa Ünaldı’nın, Hollanda’da çalışan işçilerimizin çocuklarının bir Anadolu İmam-Hatip Lisesine kayda zorlandıkları iddiasına ilişkin sorusu ve Millî Eğitim Bakanı Mehmet Sağlam’ın yazılı cevabı (7/946) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın Millî Eğitim Bakanı Sayın Turhan Tayan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını delaletlerinize arz ederim. Saygılarımla. Prof. Dr. Mustafa Ünaldı Konya Sorular: Hollanda’da çalışan vatandaşlarımızın ifadelerine göre; Hollanda’da çalışan işçilerimiz çocuklarını Anadolu İmam Hatip Liselerine kaydettirmek istediklerinde memleketleri hangi ilimiz olursa olsun; Millî Eğitim Bakanlığınca Mersin Bozyazı Anadolu İmam Hatip Lisesine kayda zorlanmaktadır. 1. Bu iddia doğru mudur? 2. Doğru ise böyle bir yönlendirmeyi nasıl izah ediyorsunuz? 3. Bu yönlendirmenin Hollanda Din Ateşesi Hamdi Mert’le ilgisi var mıdır? T. C. Millî Eğitim Bakanlığı Araştırma Planlama ve Koordinasyon Kurulu Başkanlığı 4.7.1996 Sayı :B.08.0.APK.0.03.01.00-022/1747 Konu :Soru Önergesi. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına İlgi :T.B.M.M. Başkanlığının 20.6.1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-2259-7/946 sayılı yazısı. Konya Milletvekili Sayın Prof. Dr. Mustafa Ünaldı’nın “Hollanda’da çalışan işçilerimizin çocuklarının İçel-Bozyazı Anadolu İmam-Hatip Lisesine kayda zorlandıkları iddiasına ilişkin” yazılı soru önergesi incelenmiştir. İçel Bozyazı Anadolu İmam-Hatip Lisesine 16.11.1993 tarihli Onay çerçevesinde hazırlık sınıfından başlamak üzere Hollanda’da ikâmet eden vatandaşlarımızın çocuklarından Hollanda Lâhey Eğitim Müşavirliğinin koordinatörlüğünde mahallen yapılan sınavla öğrenci alınmaktadır. Söz konusu okulun hazırlık sınıfına 1996 yılında da yine aynı Onay çerçevesinde aynı sistemle öğrenci alınmıştır. Çocuğunu İçel Bozyazı Anadolu İmam-Hatip Lisesinin dışındaki diğer Anadolu İmam Hatip Liselerinde okutmak isteyenler “Bazı Derslerin Öğretimini Yabancı Dille Yapan Resmî Okullar Yönetmeliği’’ nin 15 inci maddesi çerçevesinde istedikleri Anadolu İmam-Hatip Lisesinde okutma hakkına sahiptirler. Hollanda’da ikâmet eden Türk çocuklarının İçel-Bozyazı Anadolu İmam-Hatip Lisesine kayıtları ile ilgili hiç bir zorlama yapılmamıştır. Bütün bu işlemler 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu Çerçevesinde Hollanda Lâhey Eğitim Müşavirliği kanalıyla yürütüldüğünden Hollanda Din Hizmetleri Müşaviri Hamdi Mert’le herhangi bir ilgisi bulunmamaktadır. Arz ederim. Prof. Dr. Mehmet Sağlam Millî Eğitim Bakanı Türkiye Büyük MilletMeclisi GÜNDEMİ 72 NCİ BİRLEŞİM 6 . 7 . 1996 CUMARTESİ Saat : 15.00 1 BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI 2 ÖZEL GÜNDEMDE YER ALACAK İŞLER 1. — BaşbakanNecmettin Erbakan tarafından kurulan Bakanlar Kurulunun Programının görüşülmesi. 3 SEÇİM 4 OYLAMASI YAPILACAK İŞLER 5 MECLİS SORUŞTURMASI RAPORLARI 6 GENEL GÖRÜŞME VE MECLİS ARAŞTIRMASI YAPILMASINA DAİR ÖNGÖRÜŞMELER 7 SÖZLÜ SORULAR 8 KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER TUTANAĞIN SONU |
|