DÖNEM : 20 CİLT : 4 YASAMA YILI :
1 T. B. M. M. TUTANAK DERGİSİ 43 üncü Birleşim 22 . 4 . 1996 Pazartesi İ Ç İ N D E K İ L E R I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. – GELEN KÂĞITLAR III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1. – 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/285) (S. Sayısı : 1) 2. – Katma Bütçeli İdareler 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/286) (S. Sayısı : 2) IV. – SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR 1. – Hatay Milletvekili Nihat Matkap’ın, Aydın Milletvekili Yüksel Yalova’nın partilerine sataşması nedeniyle konuşması 2. – Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nahit Menteşe’nin, Trabzon Milletvekili Kemalettin Göktaş’ın, ileri sürmüş olduğu görüşten farklı bir görüşü kendisine atfetmesi nedeniyle konuşması I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 10.00’da açılarak üç oturum yaptı. Birinci ve İkinci Oturum 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarılarının (1/285, 1/286) (S. Sayıları : 1,2), görüşmelerine devam olunarak; Millî Eğitim Bakanlığı, Yüksek Öğretim Kurulu, 50 üniversite, 2 yüksek teknoloji enstitüsü, Galatasaray Eğitim, Öğretim Kurumu, Kültür Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, 1996 malî yılı bütçeleri kabul edildi; Gelir bütçesi üzerindeki görüşmeler tamamlandı ve 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının 14 üncü maddesine kadar kabul edildi. İçel Milletvekili Kültür eski Bakanı Durmuş Fikri Sağlar, Kültür Bakanı Agâh Oktay Güner’in Kültür Bakanlığı bütçesi üzerindeki konuşmasında, kendisinden önceki SHP ve CHP’li Kültür Bakanlarına sataştığı iddiasıyla bir konuşma yaptı. Kamer Genç Başkanvekili Zeki Ergezen M. Fatih Atay Bitlis Aydın Kâtip Üye Kâtip Üye Üçüncü Oturum 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarılarının (1/285, 1/286) (S. Sayıları : 1, 2) görüşmelerine devam olunarak; 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının kalan maddeleri ile Katma Bütçeli İdareler 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının maddelerinin kabul edildiği ve açık oylamalarının 22.4.1996 Pazartesi günkü birleşimde yapılacağı açıklandı. 22 Nisan 1996 Pazartesi günü saat 10.00’da toplanmak üzere, Birleşime 02.33’te son verildi. Hasan Korkmazcan Başkanvekili Mustafa Baş Kadir Bozkurt İstanbul Sinop Kâtip Üye Kâtip Üye II. – GELEN KÂĞITLAR 22 . 4 . 1996 PAZARTESİ Tasarılar 1. – Türkiye Cumhuriyeti ile Moğolistan Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşması ve Eki Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/295) (Dışişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.4.1996) 2. – Ordu Yardımlaşma Kurumu Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/296) (Millî Savunma ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.4.1996) 3. – Türk Ticaret Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Tasarısı (1/297) (Sağlık ve Sosyal İşler ve Adalet komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.4.1996) 4. – Türk Vatandaşları Hakkında Yabancı Ülke Mahkemelerinden ve Yabancılar Hakkında Türk Mahkemelerinden Verilen Ceza Mahkûmiyetlerinin İnfazına Dair Kanunun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı (1/298) (Adalet Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.4.1996) 5. – Emniyet Teşkilatı Uçuş Hizmetleri Tazminat Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/299) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.4.1996) Teklifler 1. – Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner’in; 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/242) (Millî Savunma ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.1996) 2. – Rize Milletvekili Ahmet Kabil’in; Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununun 32 nci Maddesine Bir Fıkra ile Aynı Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (2/243) (Plan ve Bütçe Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.1996) 3. – Rize Milletvekili Ahmet Kabil’in; 28.3.1983 Tarih ve 2809 Sayılı Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanuna Bir Ek Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/244) (Millî Eğitim ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.1996) 4. – Samsun Milletvekili Biltekin Özdemir’in; Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyeliği ile Bağdaşmayan İşler Hakkında Kanunun 3 üncü Maddesinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (2/245) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.1996) 5. – Hatay Milletvekilleri Ali Uyar ve Abdülkadir Akgöl’ün; Üniversiteler Hakkında Kanun Teklifi (2/246) (Adalet ve Millî Eğitim komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.1996) 6. – Samsun Milletvekili Murat Karayalçın’ın; Ankara İli Büyükşehir Belediyesi Sınırları İçinde Batıkent Adıyla Bir İlçe Kurulmasına İlişkin Kanun Teklifi (2/247) (İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.1996) 7. – Kocaeli Milletvekili Necati Çelik’in; 9.3.1988 Tarih ve 3417 Sayılı Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair Kanunun Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Teklifi (2/248) (Sağlık ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.4.1996) 8. – Kocaeli Milletvekili Necati Çelik’in; 11.11.1986 Tarih ve 3320 Sayılı Memurlar ve İşçiler ile Bunların Emeklilerine Konut Edindirme Yardımı Yapılması Hakkında Kanunun Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun Teklifi (2/249) (Sağlık ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.4.1996) 9. – Yozgat Milletvekilleri İsmail Durak Ünlü ve Lutfullah Kayalar ve Yusuf Bacanlı’nın; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında 2809 Sayılı Kanunda ve 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/250) (Millî Eğitim ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.4.1996) Tezkereler 1. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün; Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/237) (Anayasa ve Adalat Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi : 18.4.1996) 2. – Erzurum Milletvekili Abdulilah Fırat’ın; Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/238) (Anayasa ve Adalat Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi : 18.4.1996) 3. – Rize Milletvekili Şevki Yılmaz’ın; Yasama Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/239) (Anayasa ve Adalat Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi : 18.4.1996) BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati: 10.00 BAŞKAN: Başkanvekili Hasan KORKMAZCAN KÂTİP ÜYELER: Mustafa BAŞ (İstanbul), Ali GÜNAYDIN (Konya) BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 43 üncü Birleşimini açıyorum. III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1. – 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/285) (S. Sayısı : 1) 2. – Katma Bütçeli İdareler 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/286) (S. Sayısı : 2) (1) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmelere devam ediyoruz. Programa göre, 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu Tasarıları üzerindeki son görüşmelere başlıyoruz. Komisyon ve Hükümet yerinde. Bu görüşmelerde, gruplar ve Hükümet adına yapılacak konuşmalar 45’er dakika, kişisel konuşmalar ise 10’ar dakikadır. Şimdi, grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin, isimlerini okuyorum: Grupları adına; Doğru Yol Partisi Grubu adına, Elazığ Milletvekili Sayın Cihan Paçacı, Demokratik Sol Parti Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Nami Çağan ve Ankara Miletvekili Sayın Gökhan Çapoğlu; Refah Partisi Grubu adına Konya Milletvekili Sayın Necmettin Erbakan; Anavatan Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Yılmaz Karakoyunlu ve Aydın Milletvekili Sayın Yüksel Yalova. Şahısları adına; lehte, Rize Milletvekili Sayın Şevki Yılmaz; aleyhte, Trabzon Milletvekili Sayın Kemalettin Göktaş. RİFAT SERDAROĞLU (İzmir) – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz alan yok mu? BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan, henüz, söz talebi vaki olmadı. Şimdi, ilk sözü, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Cihan Paçacı’ya veriyorum. Buyurun Sayın Paçacı. (DYP sıralarından alkışlar) Konuşma süreniz 45 dakikadır. DYP GRUBU ADINA CİHAN PAÇACI (Elazığ) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Doğru Yol Partisinin, 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı üzerindeki görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızdayım; şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına, Yüce Meclisi ve televizyonları karşısında bizleri izleyen değerli vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, bütçe görüşmeleri, sadece ekonomik yapının değil, dünya ve Türk siyasal hayatının Yüce Meclis tarafından değerlendirilmesi için, yıllar içinde oluşan gelenekle, bir fır- (1) 1 ve 2 S. Sayılı Basmayazılar 17.4.1996 tarihli 38 inci Birleşim Tutanağına eklidir. sat oluşturmuştur; bir milletin ekonomik yapısı ve siyasal konumu ile gücü arasında doğrudan ilişkiyi algılamanın neticesidir. Dünyamız, sıkıntılı bir siyasal ve ekonomik süreci yaşamaktadır. 1989’dan bu yana, bütün kürede, hızlı bir siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel yeniden yapılanmanın yaşandığını görüyoruz. 1989 öncesi, dünyanın en temel korkusu, komünizm ile kapitalizm arasındaki savaş iken, bugün, onun yerini, dünyaya yayılmış olan ve politikanın AIDS’i diye adlandırılan “mikro milliyetçilik” ve bu akımın kendini ifade ediş şekli olan terörizm almıştır. Ne yazık ki, dünya, henüz, terörizme karşı ciddî bir birliktelik oluşturmaktan uzaktadır. Dünyamız, ekonomik olarak da hızlı; ama, sıkıntılı bir yapılanma içindedir. Bir yandan, dünya ekonomisinin bir bütüne doğru gidişini ifade eden globalleşmenin yanında, globalleşmeyle tam ters bir yapı ifade eden ve özetle bölgecilik olan, ekonomik bloklaşma eğilimleri, hızla gelişmektedir. Avrupa Birliği, Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi olan NAFTA, Asya Pasifik bölgesinin ekonomik örgütü olan Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği Teşkilatı APEC, işte, bu mantık içerisinde kurulmuş yapılardır. Dünyamız, siyasal ve ekonomik dünüşümün yarattığı sıkıntıları yaşarken, Türkiyemiz de, askerî, siyasî, ekonomik mevcut kapasitelerine sahip bir ülkenin karşılaşması gerekenden çok daha büyük bir sorunlar yumağıyla karşı karşıyadır. Bugün, Türkiye’nin uğraşmak zorunda olduğu sorunlarla, matematiksel güç dengeleri açısından bakıldığında, ancak, ya Amerika Birleşik Devletleri gibi bir dünya devleti ya da Almanya, Fransa, Rusya, Japonya ve İngiltere gibi ya askerî ve politik ya da ekonomik olarak büyük devlet kategorisine giren ülkeler boğuşmaktadır. Değerli milletvekilleri, bu durum, ülkemizin üzerinde oturduğu dünya adası diye anılan, Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarının kavşak noktası olan Anadolu’nun coğrafî yapısından ve manevî mirasından kaynaklanmaktadır. Türkiye, bir Balkan gücüdür; Türkiye, bir Karadeniz ülkesidir; Türkiye, Kafkasların ortağıdır; Türkiye, bir Akdeniz memleketidir; Türkiye, bir Ortadoğu gücüdür; Türkiye, değişen dünyanın en sorunlu bölgeleri niteliği taşıyan bu coğrafyanın hepsinin sorunlarıyla, ayrı ayrı, karşı karşıyadır. Bosna-Hersek savaşı, Türkiye’nin tavır almasını gerektirmiştir; ama, ne Gürcistan’ı ilgilendirmiştir ne Ermenistan’ı ne de Suriye’yi. Azerbaycan Türklüğü ile işgalci Ermenistan arasındaki mücadelede, Türkiye, olayların içerisindeyken, Bulgaristan’ın böyle bir sorunu yoktur. Keza, şimdi, yanı başımızda, Ortadoğu’da barış rüzgârlarının kesildiği ve kan ile ateşin tekrar sahneye girdiği şu günlerde, Türkiye, yine, konuyla yakından ilgilidir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yeni dünya düzeni denilen düzensizliğin en yoğun şekilde yaşandığı, Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu’nun kesişme noktası olan Anadolu coğrafyası üzerindeki ülkemiz, komşu coğrafyaların istikrarsız dalgalarının çarptığı bir dalgakıran görevini görmektedir. Kendi halklarını ezen antidemokratik ülkeler ise, Türkiye’nin demokratik yapısını kendileri için tehdit olarak algılamakta, Türkiye’ye yönelik politikalar geliştirmektedir Suriye, Yunanistan, Ermenistan ve zaman zaman İran’ın Türkiye’ye yönelik saldırgan tavırlarını, cumhuriyet hükümetleri, şimdiye kadar, büyük bir ağırbaşlılıkla karşılamışlardır; ancak, bundan böyle, bu ülkelerden, Türkiye’ye yönelik bütün girişimlere, misliyle mukabele edilmelidir. Aksi takdirde, Türkiye’nin gösterdiği ağırbaşlılık, zayıflık olarak algılanabilir. Millî meselelerde, Türkiye’nin çıkarları, partilerin ideolojik yaklaşımlarının üstünde tutulmalıdır. Türkiye’deki bölücü komünist PKK terörünün arkasında olduğunu herkesin bildiği Suriye’den bahsederken, bir sayın liderin, Suriye’nin, Batı tarafından teröristlikle haksız yere suçlandığını açıklaması, dileriz ki, bir dil sürçmesidir. İran ile Türkiye’nin millî menfaatları, zaman zaman ciddî sürtüşmeler yaşamaktadır. İran’ın Türkiye’ye yönelik rejim ve terör ihraç politikaları, İran gibi köklü bir ülkeye, iki ülke arasındaki iyi ilişkilere yakışmamaktadır. Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, bir kolordusunu, denizaşırı bir ülkede, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde; bir tugayını, başka bir kardeş ülkede, Bosna-Hersek’te, barışı korumak için bulunduran bir ülkedir. Yüce Milletimizin bağrından çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri, bu asil görevlerinin yanında, milletinden aldığı destekle, 1984’ten bu yana, terörle yapılan mücadelede, güvenlik güçlerine destek vermektedir. 1991’den itibaren yürürlüğe konulan iç güvenlik harekâtı çerçevesinde, bölücü komünist terör örgütü, indiği şehirlerden, kasabalardan ve köylerden çıkarılarak dağlara kaçmaya zorlanmış; şimdi, dağ zirvelerinde, ülke içinde ve dışında imha veya teslim olmaya zorlanmaktadır. Aziz Başkan, aziz milletvekilleri; 1991 yılına kadar, bölücü komünist terör örgütüyle başa çıkılamayacağını ileri sürüp “ver, kurtul” tezinin savunuculuğunu yapanlar, terör örgütünün ezildiğini görünce “devlet, gücünü ispat etti; artık, rahat rahat taviz verebiliriz; kimse, bizi, örgüt karşısında yenilgiyle suçlayamaz; üstelik, terörü ezmek için, boşu boşuna harcanan 6 milyar doları da harcamaktan kurtuluruz” tezini ileri sürmeyle başlamışlardır. Eğer, devletimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ve Kuvayı Milliye hareketinin önderleri, böyle bir yaklaşımla meseleye yaklaşsaydılar; aziz milletvekilleri, bugün, bizler, burada, bu Parlamentoda oturamazdık; çünkü, bu Parlamento olmazdı. Vatan toprakları üzerinde para pazarlığı yapan bir zihniyetin, milletin bağımsızlık ve onurunu korumasına imkân yoktur. Son dönemde, Türkiye’yle ilgili niyetleri hep kötü olmuş çevrelerin dışında, bazı iyi niyetli dostlarımızın da dahil olduğu çevreler, terörün “Kürtçe eğitim ve televizyon yayınıyla kontrol altına alınabileceği” tezini benimsemiş görünmektedirler. Türkiye, cumhuriyet döneminde, eğitim alanında büyük atılımlar yapmıştır; ancak, halen, ülkemizde, eğitime ayrılan kaynakların, ileri ülkelerin çok arkasında kaldığı bilinmektedir. Çağı yakalamak için mücadele eden Türkiye’nin, tam bir kültürel feodalleşmeyi doğuracak böyle bir girişime evet demesi, küreselleşen ve rekabetçi karakteri her geçen gün daha da artan bir dünyada, kendi çocuklarına yapacağı en büyük kötülük olacaktır. İstanbul’da, Ankara’da yaşayan çocuklar, dünyayla rekabet ettiği için, Türkçenin yanında İngilizce öğrenirken; örneğin, Siirtli yavrularımızı bu rekabetin dışına çekmeye kimsenin hakkı olamaz. 1920’li yılların Kuvayı Milliyesi ve 1923’te cumhuriyeti kuran Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının Tevhidi Tedrisat Kanunuyla bütünleştirdiği eğitimi ve milletimizi parçalamaya giden bu yola giremeyiz, kimse de girmemelidir. Yüce Heyetinizin, Birinci Meclisin sahip olduğu yüksek yurtseverlik duygularına sahip bulunduğundan ve kurulanı koruma yeteneğinde olduğundan, milletimizin asla şüphesi yoktur. Hemen yanı başımızda, kuş uçumu 5 kilometre ilerideki Anadolu Medeniyetleri Müzesinde, Anadolu’da tarih sahnesinden silinmiş olan milletlerden kalıntılar görürüz. Anadolu, aynı zamanda, bir milletler mezarlığıdır. Bu coğrafyada yaşamak için güçlü olmak mecburiyeti vardır. Türk Silahlı Kuvvetleri, milletimizin gücünün ve bağımsızlık iradesinin bir ifadesi, millî benliğimizin timsalidir. Bu ordunun manevî başkomutanı Türkiye Büyük Millet Meclisi; yani, Yüce Heyetinizdir. Değerli milletvekilleri; bu vesileyle, sizlerin ve büyük milletimizin önünde hassas bir konuya daha değinmek istiyorum. Geçen yüz yıl boyunca Türk ordusu birçok bölgeden çekilmek zorunda kaldı. Türk ordusunun çekildiği bölgelerde yaşayan soydaşlarımız ezildiler, millî ve dinî baskılara maruz kaldılar. Türk Milleti, millî ve dinî hayatını; ancak, sınırlarını Türk ordusunun koruduğu Türkiye Cumhuriyeti içinde yaşatabildi. Osmanlıdan 10 bin cami devralan Türk Milleti, bu ordunun kurduğu sınırlar içinde, yetmiş senede 55 bin yeni cami yaptı. Bugün, küçük politik hesaplarla, peygamber ocağı olan, her birisi peygamberin adını taşıyan Mehmetçiklerin oluşturduğu, her gün bir gazi veya bir şehit veren Türk Silahlı Kuvvetlerine din adına yapılan saldırılar, Türk Milleti tarafından tasvip edilmemektedir ve tasvip edilmesi de mümkün değildir. Ordumuz, günlük siyasî tartışmaların dışında tutulmalıdır. Türkiye, ne yazık ki, ilk kez 1968’lerde üniversitelerinde gösterilmeye başlanan bir senaryonun yimisekiz yıl sonra tekrar filme çekilmek istendiğini ibretle izlemektedir. Üniversite gençliği sağ ve sol diye kamplara bölünmeye ve üniversitelere terör sokulmaya çalışılmaktadır. Terör, 12 Eylül öncesinde, Türkiye’ye, oniki yılını ve binlerce insanını kaybettirmişti. Bu senaryonun uygulanmasına Yüce Meclisimiz izin veremez. Üniversitelerin ve üniversite gençliğinin meseleleri, Yüce Meclisimiz tarafından derhal ele alınmalı, Hükümet, üniversitelere sızan terörü önlemek için tedbirler geliştirmelidir. Değerli milletvekilleri, Türkiye, bugün, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Batı Avrupa ve Japonya gibi, gelişmiş ve sanayi sonrası toplum aşamasına geçmiş olan ülkelerin temsil ettikleri seviyeden, ne yazık ki, uzaktadır; ancak, hiçbir zaman, Türk ekonomisinin yetmiş yıl içerisinde geldiği noktayı güçümsemek mümkün değildir. Şevket Süreyya Aydemir’in “Tek Adam” adlı eserinde, Atatürk’ün, 1938’de, hasta yatağında, hep, yeni kurulmakta olan Karabük Demir- Çelik Fabrikasının yüksek isale fırınının çalışmaya başlayıp başlamadığını sorduğunu yazar. Atatürk, Türkiye’nin çelik üretimini görmeden ebediyete intikal etmiştir. Bugün, Türkiye, çelik üretiminde ilk onbeşin içindedir. 13 milyonluk yaşlı, yaralı bir nüfustan, genç, dinamik, 65 milyon nüfusa erişen, üç beyazı üretemezken bugün 20 milyar doları aşan ihracatının yüzde 80’ini sanayi ürünleri oluşturan bir Türkiye’ye ulaşılmıştır. Değerli milletvekilleri, Türkiye nerededir?.. Bu sorunun cevabı, coğrafî sınırlarının durumunu belirlemek değildir. Türkiye, nüfusu 1923’ten bugüne yüzde 500 artmıştır; dünyada bunun bir örneği yoktur. Türkiye, son kırk yıl içinde nüfusunun yüzde 52’sini şehir ve kasabalara taşımış, 80 bin olan köyünü 28 bine indirmiş bir yerleşim modelidir; dünyada bunun da örneği yoktur. Türkiye, 65 milyonluk nüfusunun yüzde 53’ü 0-33 yaşında olan bir ülkedir; araştırabildiğim kadarıyla, bunun da bir örneği yoktur. Türkiye, 780 bin kilometrekarelik ülkesini yol, haberleşme, sağlık ve eğitim hizmetleri ağıyla birbirine bağlamak, bütünleştirmek için uğraşıyor; dünyada bunun da bir örneği hemen hemen yoktur. Türkiye nerededir?.. Türkiye, 3 katrilyon 511 trilyon liralık toplam bütçesini yapmış bir ülke; ancak, bu bütçe içerisinde, yukarıdan beri saydığım özel durumlar var ya; işte, onların doğurduğu veya şekilendirdiği sıkıntılardan dolayı, maalesef, yatırıma kaynak aktarmada sıkıntısı olan bir ülkedir. Aslında, devlet yatırımları, sınırlı sektörlerde, sınırlı büyüklüklerde olmalıdır. Ancak, Türkiye, gelişmekte olan, sosyal bütçe yapmaya mecbur sayılan, kalkınma hızı düzenli artması gereken bir ülkedir. Bunu, genç nüfusumuza, yer, iş, aş ve huzur vermek üzere öncülük etmek anlamında kullanıyoruz. Türkiye’nin, cumhuriyet tarihinden bu yana dış politikasında önemli bir unsur olan Avrupa’yla ilişkilerde büyük yol katedilmiştir. 1 Ocak 1996 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olan gümrük birliği, Avrupa Birliğiyle entegrasyon sürecinde önemli bir basamak taşıdır. Gümrük birliği kanalıyla Avrupa Birliği bünyesinde serbest dolaşıma giren mallarımızın yanı sıra, mevzuat uyum çalışmalarımız da hızla devam etmektedir. Gümrük birliğiyle, 370 milyonluk Avrupa pazarına açılmış olunacak, yabancı sermaye ve ihracat artışı gerçekleşecek, uzun vadede verimlilik ve istihdam artacaktır; ancak, gümrük birliği, Avrupa’yla entegrasyona tam üyelik yolunda atılan önemli bir adımdır. Bundan da anlaşılacağı gibi, esas olan tam üyeliktir. Gümrük birliğini, tam üyelik yoluna giden bir tünel olarak kabul ederek, tüm politikalar, tam üyeliğe göre oluşturulmalıdır. Bu tünelden başarıyla çıkmak, yeni dünya dengeleri içerisinde siyasal ve ekonomik açıdan güçlü ve stratejik öneme sahip bir Türkiye anlamına geleceğinden, üstlenilen sorumlulukların yerine getirilmesinin önemi idrak edilmeli, bu yolda kaydedilecek gelişmelerin, Türkiye’nin gelecek yüzyılda üstleneceği yeni rolleri belirleyecek unsur olacağı unutulmamalıdır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; insanımızın özlemlerine kalıcı ve sürekli bir şekilde cevap verebilmenin yolu, ekonomide verimliliği ve istihdam imkânlarını artırmaktan geçmektedir. Bu çerçevede, insanımızın eğitim seviyesinin hızla yükseltilmesi, girişimcilik ruhunu cezbeden yatırım ortamının muhafazası ve yeni imkânların geliştirilmesi gerekmektedir. Yatırım ikliminin oluşturulmasının birinci şartı, siyasî ve ekonomik istikrar; ikinci şartı ise, günün ihtiyaçlarına uyan yapısal dönüşüm ve değişiklik yapılmasıdır. Bugün, içerisinde bulunduğumuz dönemde, makro ekonomik istikrarın oluşumu yönünde önemli aşamalar kaydedilmiştir. Her ne kadar, 1993 yılı sonunda bir malî kriz yaşanmış olsa da, 5 Nisan 1994 kararlarıyla, ekonomimizin temelinde yatan, yıllardan beri sorunlar yumağı haline gelen makro ekonomik dengesizliklerin giderilmesinde önemli bir adım atılarak, ekonomimizin gideceği yön ve sorunların çözümünde kulanılacak yöntem, açıkça belirlenmiştir. 1986 yılından 1994 yılına kadar sürekli bir artış gösteren kamu açıkları, uygulanan istikrar programının neticesinde, sürdürülebilir bir trende girmiş bulunmaktadır. Kamu açıklarının gayri safî millî hâsılaya oranı, 1993 yılında yüzde 12’ler seviyesinden, bugün, yüzde 6’lar seviyesine gerilemiştir. Genel bütçe, KİT’ler ve birliklerin harcamalarının disipline edilmesine yönelik tedbirlerin sonuçları alınmaya başlamıştır. 1991 -1995 dönemi göz önüne alındığında, faiz dışı bütçe dengesinde açıkların giderek azaldığı, özellikle, son iki yılda fazla verdiği gözlenmektedir. 5 Nisan kararlarıyla ekonomimize verilen istikrar sayesinde, 1994 yılındaki gayri safî millî hâsıla azalışı, 1995 yılında OECD ülkeleri ortalamasının üzerine çıkarak, yüzde 8,1 oranında büyümeye dönüşmüştür. İmalat sanayii kapasite kullanım oranı, ekonomideki büyüme süreciyle yüzde 80’lere ulaşmıştır. Tutarlı ekonomik program sayesinde, toplam yatırımlar içerisindeki özel kesim sabit yatırımlarının payı artmıştır. İçborçlanma faiz oranları, ekonomik istikrarın tesisi ve beklenen enflasyonun bir göstergesi olarak, düşme eğilimine girmiş bulunmaktadır. Bunun yanı sıra, Hazine, daha uzun vadeli borçlanma imkânlarını araştırır ve değerlendirir konumdadır. Bütçe dengeleri göz önünde bulundurulduğunda, faiz ödemelerinden kaynaklanan açığın henüz giderilememiş olması, önümüzdeki dönemde, çözülmesi gereken bir sorun olarak mevcudiyetini sürdürmektedir. Sermaye piyasasındaki hareketlilik, finansal kaynakların verimli alanlarda değerlendirildiğini ve Türk insanının sermaye piyasası araçlarını benimsemiş olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Böylece, sermayeyi tabana yayma amacına giderek ulaşılıyor olması memnuniyet vericidir. Makroekonomik istikrarın sürdürülmesi yanında, Türk insanının dinamizminden azamî faydalanabilmek için kalıcı, yapısal düzenlemelerin bir an önce gerçekleşmesi gerekmektedir. Geçmiş hükümetimiz döneminde, yapısal değişim projelerinin bir kısmı hayata geçirilmiş olmakla birlikte, önümüzde, daha yapılması gereken işler vardır. Bu ve bundan sonraki hükümetlerin bu alanda önemli görevleri olduğuna ve Parlamentomuzun da desteğiyle bu yasa tasarılarının tümünü hayata geçireceğimize inancım tamdır. Değerli milletvekilleri, Türkiye, dünyada yaşanan gelişmeleri en iyi şekilde değerlendirmeyi bilmelidir. Türkiye, yeni kurulan Türk cumhuriyetleri ve Avrupa Birliği ile kurulan gümrük birliği ilişkileri neticesinde, kuvvetli bir rüzgâr yakalamıştır. Bu noktadan sonra yapılacak şey, Türkiye’nin, bu rüzgârla yelkenlerini doldurması ve amaçladığı hedeflere ulaşması olacaktır. Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, bu hedeflere ulaşma yolunda önemli bir araçtır. Nitekim, daha öncekilerden değişik bir yaklaşımla hazırlanmış olan ve Yüce Meclisimizin tasvibine mazhar olan Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, 2000 yılına kadar gerçekleştirilmesi öngörülen yapısal değişim projelerini belirlemiştir. Bu projelerin temel hedefi, Türkiye’nin, 21 inci Yüzyıla, dünya ekonomisine ve Avrupa Birliğine entegre olmuş, dışa açık, rekabetçi piyasa koşullarına ayak uydurmuş ve hak ettiği yeri almış olarak girmesidir. Yedinci Plan, yirmi temel yapısal değişim projesi üzerine inşa edilmiştir. Bunlar, insan kaynaklarının geliştirilmesinden sanayileşmeye, dünyayla bütünleşmeye, ekonomide etkinliğin artırılmasına ve bölgesel dengelerin gözetilmesine kadar uzanan, geniş kapsamlı ve devletin görevlerini yeniden belirleyen ve piyasa ekonomisinin tüm kurum ve kurallarıyla oluşmasının teminine yönelik yüksek öneme sahip projelerdir. Planda öngörülen projelerin, 1996 yılında ve önümüzdeki yıllarda titizlikle uygulanması, büyük önem arz etmektedir. Bu bakımdan, söz konusu uygulamaların sekteye uğratılmadan yürütülmesi, Yüce Meclisimizin fikir birliği içerisinde yasalaştıracağı kanunlarla mümkün olacaktır. Cumhuriyet dönemi başlangıcından itibaren, ülkemiz ekonomisine büyük hizmetler sunan ve bugün gelinen kalkınmışlık seviyesinin en önemli yapı taşlarından biri olan devlet girişimciliğinin, son dönemde dünyada ve ülkemizde yaşanan gelişmeler doğrultusunda, yerini, serbest piyasa koşullarında ve daha verimli hizmetler sunma imkânı bulunan, özel girişimciliğe bırakma zamanı gelmiştir. Gelişmiş ülkelerde de olduğu gibi, devletin, ekonomik hayata doğrudan müdahalesi, en aza indirilmelidir. Kamunun, üretime yönelik faaliyetlerinden giderek çekilmesi ve özel kesim için uygun rekabet şartlarında, yatırım iklimini hazırlaması, ekonominin serbest piyasa koşullarında etkin işleyişi için son derece gereklidir; bu çerçevede, devlet fonksiyonları, düzenleyici ve gözetici faaliyetlerle sınırlı tutulmalıdır. Bu nedenle, devletin ekonomiye doğrudan müdahalesini kaçınılmaz kılan işletmelerin, en uygun koşullarda özelleştirilmesi gerekmektedir. 1992-1995 döneminde gerçekleştirilen 2 milyar dolarlık özelleştirme gelirine, bu yıl -mayıs ayından itibaren- 2 milyar dolarlık ilave öngörülmüş olması, memnuniyet vericidir. Bu konudaki uygulamalar, ilke olarak, sağlam hukukî temeller üzerine oturtulmalı, rekabet ortamının oluşturulması doğrultusunda ve toplumca arzu edilen bir şeffaflık içerisinde yürütülmelidir. Değerli milletvekilleri, sosyal devlet anlayışının bir gereği olan sosyal güvenlik kuruluşlarımızın, zor bir dönemden geçtiği malumdur. Bu kuruluşlar, çalışanlarının primleriyle ayakta durmaları gerekirken, aktuaryel dengelerinde ve prim tahsilatındaki aksaklıklar yüzünden, bütçe üzerinde yük oluşturmaktadırlar. 1996 yılı bütçesinde, sosyal güvenlik kuruluşları için ayrılan pay, cumhuriyet tarihinde gelinmiş en yüksek nokta olup, toplam harcamalar içerisinde, maalesef, yüzde 8 civarındadır. Böyle büyük bir açığın finanse edilmesinin zorluğu ortadadır. Bu kuruluşların bütçe üzerindeki yüklerini azaltmak için, sosyal güvenlik sistemi süratle daha rasyonel bir yapıya kavuşturulmalıdır. Ekonomik ve malî dengelerin sağlanması, bir başka deyişle, bütçe açıklarının ve kamunun borçlanma ihtiyacının azaltılması bakımından, bütçe harcamalarının, gittikçe artan bir oranda vergi gelirleriyle finanse edilmesinde büyük zaruret bulunmaktadır; ancak, vergi gelirleri, düzenli bir şekilde artırılırken, izlenen ekonomik ve malî politikalarla uyumlu olmak zorundadır. Diğer bir ifadeyle, verginin, üretim, yatırım, ihracat ve istihdam üzerinde olumsuz etki yaratmaması bakımından, gerekli yasal ve idarî tedbirlerin zamanında alınması zorunludur. Vergilemede unutulmaması gereken önemli bir husus, verginin, Anayasamızda öngörüldüğü şekilde, adil ve katlanılabilir, mevzuatının ise, basit, mükellefler tarafından anlaşılabilir olmasıdır. Yasal ve idarî düzenlemenin yanı sıra, vergilemedeki başarıya ulaşmanın en önemli yollarından biri de, toplumdaki vergi bilincinin geliştirilerek, mükelleflerin gönüllü katılımlarının sağlanmasıdır. Değerli milletvekilleri, vergilemede etkinlik ve verimliliği artırmaya yönelik olarak, şu anda işbaşında bulunan 53 üncü Hükümetimizin Programında yer alan düzenlemeleri, olumlu gördüğümüzü ve desteklediğimizi belirtmek isterim. Hükümet Programında öngörüldüğü şekilde, ekonomik faaliyetlerin tamamının, zamanla, belge düzeni içerisinde kavranarak, vergilendirilmesine yönelik alınacak her türlü tedbiri de, destekleyeceğimizi belirtmek isterim. Bu amaçla, hazırlanacak çerçeve yasa tasarısının, bir an önce tamamlanarak Meclis gündemine getirilmesinin ve kanunlaştırılmasının Parlamentomuzun ortak arzusu olduğu kanaatindeyim. Değerli milletvekilleri, Türkiye ekonomisindeki önemli rollerinin bilincinde olan sanayicilerimiz ve ihracatçılarımız, ekonomik konjonktürü de iyi değerlendirerek, üzerlerine düşen görevleri büyük ölçüde yerine getirmişlerdir; ihracatımız, 1995 yılında, Türkiye tarihinde ilk kez, 20 milyar doların üzerine çıkarak, 21,6 milyar doları bulmuştur. Bu yıl ve önümüzdeki yıllarda, gümrük birliğinin de etkisiyle, daha iyi bir performans göstereceğimizi tahmin etmekteyim. İthalatta da aynı dönemde artış olmasının, özellikle, ihracata yönelik üretimin neden olduğu ithal girdi talebindeki artıştan kaynaklandığını görmekteyiz. Gelişen, kalkınan ve dünyayla entegre olma yolundaki Türkiye’nin, yurtdışındaki girişimciler için de, giderek, daha cazip yatırım imkânları sunması kaçınılmazdır. Ancak, yabancı sermaye, her şeyden önce istikrarlı bir siyasî ve ekonomik ortam aramaktadır. Kalkınma yolundaki ülkelerin yaşadığı değişimin sancılarını yaşamakta olan Türkiye, bu sebeple yabancı sermayeden beklediği yatırım seviyesine ulaşamamıştır. Yatırım izin taleplerinde geçtiğimiz yıla göre, iki kat artış olmakla birlikte, gerçekleşmenin, ancak yüzde 50 seviyesinde artacağı beklenmektedir. Umudumuz, Türkiye’de son dönemde sağlanan siyasî ve ekonomik istikrarın yabancı sermaye yatırımlarına olumlu etki yapmasıdır. Değerli milletvekilleri, Türkiye’de, son dört yıl içinde, toplam 39 milyar dolarlık fizikî altyapı yatırım harcaması gerçekleştirilmiştir. Sulamaya 3 milyar dolar, elektrik üretimine 2,2 milyar dolar, dağıtımına 1,8 milyar dolar, otoyollara 4,7 milyar dolar, karayollarına 3,6 milyar dolar, haberleşmeye 3,4 milyar dolar, içmesuyu ve kanalizasyona 1,6 milyar dolar, belediye hizmetlerine 2,3 milyar dolar harcama yapılmıştır. Gerçekleştirilen bu yatırımlar oldukça önemli seviyede olmakla beraber, ülkemizin ihtiyaçları çok daha fazladır. Ülkemiz insanının, daha iyi yol ve ulaşım imkânını, daha kaliteli içmesuyunu, daha kolay ve ucuz haberleşme imkânını ve daha nitelikli hizmetler sunulmasını talep etmek hakkıdır. Bunu gerçekleştirmek de bizim görevimizdir. Daha önceki hükümetlerin yaptıklarını, 53 üncü Hükümet ve sonrakiler de devam ettirmek zorundadır. Önümüzdeki dönemde, karşımızda olan en büyük sorun, elektrik enerjisinde görülmektedir. Türkiye’nin enerji ihtiyacı, gelişmişlik düzeyine bağlı olarak artmaktadır. 1992-1995 döneminde 3 942 megavat ilave kurulu güç yatırımı yapılmış olmakla birlikte, ihtiyaçlarımız, bu değerin üzerine çıkmaktadır. Bir darboğazla karşılaşmamak için, başlatılmış olan projeler süratle tamamlanmalı ve Türkiye’nin uzun vadeli enerji ihtiyacını karşılamaya yönelik yeni projeler geliştirilmelidir. Diğer taraftan, büyük bir turizm potansiyeline sahip olan ülkemiz, bu konudaki avantajını giderek daha iyi kullanılır hale getirmektedir. Bunun göstergesi, turizm gelirlerinin, 1995 yılında, bir önceki yıla nazaran, yüzde 15 artarak, 5 milyar dolara yaklaşmış olmasıdır. 2000 yılına gelindiğinde, turizmde elde edilen gelirin 10 milyar doların üzerinde gerçekleşmesi hiç de hayal değildir. Geçtiğimiz dönemde, açılan yeni sınır kapılarıyla birlikte, artan sınır ticareti ve yöresel ekonomilere vazgeçilmez bir aktivite kazandıran gayri resmî dışticaretin, alınacak tedbirlerle giderek kayıtlı hale getirilerek geliştirilmesinde büyük yarar vardır. BAŞKAN – Sayın Paçacı, konuşmanızın son 5 dakikalık süresi kaldı, toparlayın efendim. CİHAN PAÇACI (Devamla) – Bu konuda Türkiye’nin rakibi olabilecek ülkelere bu ticaretin kayması fırsatını vermememiz gerekmektedir. Ülkemizin Güneydoğu Bölgesinin kalkınmasına büyük katkı sağlayacak olan ve dünyada mevcut sayılı entegre projeler içerisinde bulunan, GAP Projesi kapsamında başlatılan ve bir bölümü tamamlanan faaliyetlerin, süratle sonuçlandırılması da, 53 üncü Hükümetimizin öncelik vereceği alanlardan biri olmalıdır. Ekonomik ve sosyal hayatımızın vazgeçilmez istikrar unsuru olan esnaf ve sanatkârlarımızın her bakımdan desteklenmesi büyük önem taşımaktadır. Girişimciliğin yaygınlaştırılması, özellikle, kadın ve gençlerimizin teşebbüs gücünün geliştirilmesi için özel programların yürütülmesine devam edilmesi gerekmektedir. İstihdam yaratma kapasitesi ve konjonktürel değişimlere uyum sağlama kapasitesi yüksek, esnek üretim yapısına sahip olan küçük ve orta ölçekli işletmelerimiz, globalleşen dünya ekonomisi içerisinde, Türkiye’nin elindeki en büyük kozlardan biridir. Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, KOBİ’lerin yeterli finansman kaynaklarına kavuşturulması, üretim ve yönetim teknolojileriyle donatılması, işgücü niteliğinin yüksetilmesi, bilgiye erişim, işbirliği ve ihracat imkânlarının artırılması, bu işletmeleri geliştirici mevzuat düzenlemelerinin yapılması, geciktirilmeden gerçekleştirilmelidir. Toplumumuzun en büyük kesimini oluşturan çiftçi ve köylülerimizin hayat standardını yükseltmek en büyük amacımızdır. Artan nüfusumuzun dengeli ve yeterli beslenmesinin sağlanması ve ihracatta, karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğumuz ürünlere ağırlık verilerek, verimliliğin, üretimin ve ihracatın artırılması, tarıma yönelik politikalarımızın belkemiğini oluşturmaktadır. Rasyonel büyüklükte tarımsal işletmelerin kurulması, tarla içi geliştirme hizmetlerinin etkinleştirilmesi sağlanmalıdır. Tarımsal destekleme sisteminin iyileştirilmesi de, önümüzdeki günlerde ele alınması gereken önemli yapısal değişimlerden biridir. Bu amaçla, Yedinci Planda da öngörüldüğü gibi, fiyat müdahaleleri ve girdi sübvansiyonları azaltılarak, üreticiye doğrudan gelir desteği sistemi yaygınlaştırılmalıdır. Ürün borsaları geliştirilmeli, birliklerin, serbest piyasa koşullarında faaliyet göstermeleri sağlanmalıdır. Değerli milletvekilleri; Türkiye’yi, 2000’li yıllarda ulaştırmak istediğimiz hedefleri, belirli bir bilgi seviyesine eriştirmeden ve teknoloji kültürüne sahip olmadan gerçekleştirmek mümkün değildir. Çağımız, bilgi ve teknoloji çağıdır. Yoğun bir rekabetin yaşandığı dünya pazarlarında, mevcut bilgiye ulaşabilen ve bunun yanı sıra bilgi üretebilen ekonomiler başarılı olacaklardır. Bugün, gelişmiş ülkeler sınıfında yer alan ülkelerin tamamı, daha önceki dönemlerde bu aşamalardan geçmiştir. Türkiye, yeniliklere açık genç nüfusuyla, çok kısa zamanda bu sınavdan başarıyla geçecektir. Araştırma geliştirme faaliyetlerinin gayri safî millî hâsılaya oranının yüzde 1,5 seviyesinin üzerine çıkarılması hedef olmalıdır. Değerli milletvekilleri, 1996 yılı bütçesi vesilesiyle, sizlere, ülkemizin içerisinde bulunduğu durumu kısaca özetlemeye çalıştım. Hepimizin de üzerinde mutabık kalacağı gibi, önümüzdeki dönem, Türkiye’nin 2000’li yıllarda özlenen refah seviyesine ulaştırılması amacıyla, ekonomik ve sosyal dengeler gözetilerek başlatılan yapısal reformların, daha da ileriye götürülmesi gereken bir dönemdir. Bu reformları, şu veya bu hükümetin yapması önemli değildir. Önemli olan husus, bunları yapmadan ekonominin orta ve uzun vadede sağlıklı bir büyüme temeline oturtulmasının mümkün olmadığıdır. Bu nedenle, Hükümete gerekli desteği vererek, yardımcı olarak ve yönlendirerek, elbirliğiyle ülkemizi gelecek yüzyıla taşıyacağımıza olan inancım tamdır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; daha önce de belirttiğim gibi, Türkiye, Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla oluşan Türk cumhuriyetleri ve Avrupa Birliği ile kurulan gümrük birliği ilişkileriyle çok önemli tarihî bir fırsatı yakalamış bulunmaktadır. Önümüzdeki günler, bu fırsatların en iyi şekilde değerlendirilip, Yüce Meclisimizin de çabalarıyla, ülkemiz açısından önemli sonuçların gerçekleştirileceği dönem olacaktır. Bu dönem, özellikle devletin tüm fonksiyonlarının eksiksiz ve gerektiği seviyede yerine getirilebilmesini teminen, yeniden yapılandırılması yönünde, köklü değişikliklerin uygulamaya konulduğu bir dönem olacaktır; ancak, ülkemizi, gelişmiş ülkeler seviyesine çıkaracak bu atılımlar gerçekleştirilirken, yurtiçinden ve yurtdışından kaynaklanan ve geleceğimizi etkileyecek boyutta olan tehditleri ortadan kaldırabilmemiz ve komşu ülkelerle olan problemleri en kısa sürede çözebilmemiz için, birlik, beraberlik içinde, güçlü olmamız gerekmektedir. İşte, tüm bu geleceğe yönelik beklentiler ve umutların gerçekleşmesi, aynı zamanda, siyasî istikrar ve özverili çalışmaya bağlı bulunmaktadır. Tüm partilerimiz, Yüce Meclisimizin siyasî istikrarını bozacak teşebbüslerden uzak durmalı, Hükümet, üzerine düşen görevi eksiksiz yerine getirmeli, muhalefet, yıkmaya değil, yapmaya uğraşmalı, yapıcı ve yol gösterici eleştirilerle, Hükümetimize destek olmalıdır; çünkü, milletimizin, Yüce Meclisten beklentilerine en iyi şekilde cevap verebilmenin yolu, geçmişe ait, gereksiz tartışmalarla vakit kaybetmekten değil, el ele vererek özverili çalışmaktan geçmektedir. Bu vesileyle, 1996 yılı bütçesinin, ülkemize hayırlı, uğurlu olmasını Allah’tan niyaz eder, şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına, hepinize saygılar sunarım. (DYP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Doğru Yol Partisi Grubu adına konuşan Elazığ Milletvekili Sayın Cihan Paçacı’ya teşekkür ederim. Sayın milletvekilleri, bildiğiniz gibi, Genel Kurulda, konuşmalar, Başkanlığa ve Genel Kurula hitaben yapılır. Bazı arkadaşlarımız, önemli oturumlarda, Genel Kurulu selamladıktan sonra, televizyonları başındaki izleyicileri de selamlama ihtiyacı duyuyorlar. Aslında, Genel Kurulu selamlayan her arkadaşımız, toptan, bütünüyle Türk Milletini selamlamış olmaktadır; hatta, bu konuşmalar, tutanaklara geçtiğine göre, gelecek kuşakları da selamlamış olmaktadır. Onun için, selamlanan kitleyi, fazla cümlelerle daraltmama hususuna özen gösterelim. Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Genel Başkan, Antalya Milletvekili Sayın Deniz Baykal söz talebinde bulunmuşlardır. Buyurun Sayın Baykal. (CHP sıralarından ayakta alkışlar) Konuşma süreniz 45 dakika Sayın Genel Başkan. CHP GRUBU ADINA DENİZ BAYKAL (Antalya) – Teşekkür ederim. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1996 malî yılı konsolide bütçe tasarısıyla ilgili, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda yapılan genel görüşmelerde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun düşüncelerini dile getirmek için huzurunuzdayım; bu vesileyle, hepinizi -Sayın Meclis Başkanımızın uyarısını da dikkate alarak- Sayın Başkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin sayın üyelerini ve onların şahsında bütün milletimizi, sevgilerle, saygılarla selamlıyorum. Değerli arkadaşlarım, bütçemiz, Plan ve Bütçe Komisyonunda, sonra da, altı günden beri Genel Kurulumuzda tartışılıyor; bu tartışmaların, bütçemizin gelişmesine önemli bir katkı getirme durumunda olmadığını üzüntüyle saptıyoruz. Hazırlanmış olan bütçe, aşağı yukarı aynı anlayışla, aynı çerçevede Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda da ele alınıp kabul görmüş bulunuyor; fakat, bu görüşmelerin, Türkiye’nin sorunlarının anlaşılmasına, doğru değerlendirilmesine ve önümüzdeki günlerde ilk fırsatta yeni ve etkin çözümler getirilmesine yardımcı olacağını; sorunların ortaya çıkıp kavranmasına, o sorunların çözümünün nasıl sağlanacağı konusundaki arayışlara, katkı getirmiş olacağını umut ediyorum. O nedenle, yapılmış olan tartışmaların bir yararı olduğundan hiç kuşku duymuyorum. 1996 bütçesinin müzakereleri sonucunda artık anlaşılmıştır ki, 1996 yılına bakarken, yeni bir ekonomik yaklaşım, yeni bir politika, yeni bir çözüm perspektifi sunulması kesinlikle sözkonusu değildir. Alışkanlıkların gösterdiği doğrultuda bir çalışma yapılmış, iyiniyetle yapılmış, önemli siyasî tercihler göze alınmadan, durumu idare etmeye, çarkı çevirmeye yönelik, giderek daralan bir tünelin kısıtlanan olanakları içinde, ne yapılabilirse o yapılmaya gayret edilmiş; ama, bizim 20 nci Parlamentonun bu ilk bütçesinden, bir seçim sonrasında ortaya çıkan bir yeni hükümet anlayışından, millet olarak, ülke olarak beklediğimiz büyük atılımı, yeni bir siyasî iradeyi, yeni bir politikayı sergilemek kesinlikle sözkonusu olmamıştır. Bundan üzüntü duyuyoruz. Bir fırsatın heba edilmekte olduğunu, bir şansın kaçırılmakta olduğunu, Türkiye’nin sorunlarını çözecek bir yeni politikanın, 20 nci Parlamento Döneminde de sergilenmesinin, giderek uzaklaşan bir ihtimal haline gelmekte olduğunu üzüntüyle görüyoruz. Bu bütçe, alışılmış, klasik, giderek daha büyük sıkıntılarla karşılaşan ve o sıkıntılar karşısında giderek etkisizleşen, zaafa uğrayan bir bütçe niteliğinde ortaya çıkmıştır. Bazı arkadaşlarımız, bu bütçeye, bir borç ve faiz ödeme bütçesi diyorlar. Anlaşılmıştır ki, bu doğru bir niteleme değildir. Keşke, bu bütçe, bir borç ve faiz ödeme bütçesi olsaydı. Maalesef, bu, bir borç ve faiz ödeme bütçesi değil, tam tersine, borcu ve faizi artırma, biriktirme bütçesidir; borca ve faize daha çok teslim olma bütçesidir; borcun ve faizin karşısında etkisizleşme bütçesidir. Keşke, ona karşı, bir borç ve faiz ödeme bütçesi olarak çıkıp da, borcu ve faizi törpüleyebilseydik, azaltabilseydik; onu yeneceğimizin işaretlerini keşke verebilmiş olsaydık; maalesef, o da değil. O nedenle, bu bütçeye “borç ve faiz ödeme bütçesi” demek, gerçeği görmemek demektir. Maalesef, bu, borç ve faizi artırma, hatta, borç ve faizi patlatma bütçesidir. Değerli arkadaşlarım, bu bütçede açıkça görülmüştür ki, Türkiye’de artık borçlar ve faizler, bir kartopu gibi katlanarak, Türk ekonomisinin olanaklarını, malî sistemimizin, finansman sistemimizin gücünü, takatını aşan bir biçimde çoğalmaktadır. Yüzde 150’ye yakın bir biçimde borç ve faiz stoku artmıştır. Bu yıl sonunda 3,5 katrilyona yönelen bir borç stokuna doğru gitmekteyiz. Bunlar, olağanüstü büyük rakamlar ve açıkça görülmüştür ki, bu bütçe açığının ötesinde, bir faiz ödeme durumu ortaya çıkmıştır. Bütçe açığı sadece faizden kaynaklanıyor olsaydı, belki bundan teselli bulmak mümkündü; ama, tam tersi söz konusudur ve bütçe açığının ötesinde bir faiz ödeme noktasına, kırmızı alarm ışığı aşılarak, artık resmen girilmiştir ve yine, ne yazık ki, geride bıraktığımız yılda Türkiye, dışborçlarını da içborçlanma yaparak ödeme durumunda olmuştur. Yine, bu bütçeyle açıkça görülmüştür ki, sıcak para çarkı daha hızlı bir biçimde döndürülecektir. Önümüzdeki yılda sıcak para çarkının döneceği kesinlikle ortadadır. Bakınız, bu bütçenin kabulüne göre, dolar, 1996 yılı için ortalama 75 lira olarak planlanmıştır. En son gelişmeleri izleyemedim; ama, sanıyorum doların değeri 74 civarında. Daha yılın dördüncü ayının içerisindeyiz ve bütün yıl için 75 lirayı hedef alan bir bütçe dengesi, bütçe kabulü söz konusudur; dolar gelmiş 74 liraya, biz, 75 lira varsayımıyla bir denge kurmuşuz. KÂMRAN İNAN (Bitlis) – 75 bin, Sayın Baykal. DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bu da açıkça gösteriyor ki, bütün iyi niyete rağmen, bütün gayrete rağmen, bir yeni siyasî irade, bir cesaretli ekonomik açılım ortaya konulmadığı takdirde, fazla bir şeyi değiştirme imkânı, bu bütçede de olmayacaktır. Bu bütçenin vergi yükü bakımından hiçbir umut verici işaret getirmediği açıktır. Vergiler, yine, az gelirli, sabit gelirli, çalışan, namuslu, dürüst, bir lokma helal ekmek peşinde koşan milyonların sırtına binecektir; yine, havadan para kazananlar vergi vermeyeceklerdir; yine, rant, spekülasyon, köşe dönme himaye altına alınmış gözükmektedir. Bunu değiştirecek bir kararlılığın bu bütçeye yansıyamadığını üzüntüyle görüyoruz. Vergi adaletsizliği ve vergi verimsizliği bir gerçek olmaya devam edecektir. Değerli arkadaşlarım, bu bütçenin yüzde 65’lik bir resmî enflasyon kabulü dahi açıkça gösteriyor ki, enflasyonla mücadeleye dönük bir siyasî irade söz konusu değildir. Bunun, bundan önceki bütçelerde görülen yanılma paylarıyla gerçekleşeceği kabul edilirse, ortaya çıkacak olan enflasyon oranının, artık, geride bıraktığımız dönemde ortaya çıkan yüzde 60-70 bandını da aşma ihtimalinin ciddiyetle söz konusu olabileceğini görüyoruz. Bunlar, ekonomi politikası açısından, maliye politikası açısından, bu bütçenin özünde bir atılımın bulunmadığını, üzüntü verici bir gerçek olarak görmemize neden oluyor. Bu tablo, bu enflasyon, bu vergi adaletsizliği, bu verimsizlik ve bunun doğal sonucu olarak yatırımsızlık, giderek daha da büyüyen yatırımsızlık, geçmiş yıllara göre daha da hızlanan yatırımsızlık, Türkiye’nin sosyal temel sorunlarının, daha da artmasına, çoğalmasına neden oluyor. İşsizlik, en temel konu olarak ortaya çıkıyor. İşsizlik, çok büyük bir olaydır. İşsizliği, sadece, bir gelir kaybı gibi algılamamız mümkün değildir. İşsizlik, çağdaş toplumun bir parçası olmaktan çıkmak anlamına geliyor. Bir anlamda, işsiz insan, modern dünyada, -ortaçağ kiliselerince uygulanan afaroz gibi- sistemin dışına itilen insan haline geliyor. Yüzbinler ve milyonlar, artık, kalıcı, sürekli bir işsizlik tablosuna mahkûm bir görüntüye sürüklendiği takdirde, Türkiye’nin siyasal dengesinden, sosyal dengesinden, demokratik rejiminden, iç barışından geleceğe dönük umutlar besleme olanağı da hızla kayboluyor. Değerli arkadaşlarım, bu bütçe, işsizlik vaat eden bir bütçe halindedir; gelir çarpıklığını artıracak bir bütçedir. Niye artıracaktır; önce yatırımsızlık bunu teşvik edecektir, sonra da, faizin ve rantın bu kadar egemen olmaya devam etmesi, Türkiye’deki gelir dağılımını, illerarası, bölgelerarası, çeşitli toplumsal kesimlerarası uçurumların oluşmasını, teşvik edici biçimde oluşturacaktır. Bugün, Türkiye’de, belli coğrafyalar, artık resmen boşalma noktasındadır; geride bıraktığımız on yıldan beri bu süreç yaşanıyor. Biliyorum; çeşitli nedenleri var, güneydoğu için ayrı bir tablo, doğu ve kuzeydoğu için ayrı bir manzara, Karadeniz illeri için daha değişik bir tablo... Bütün bunlar birleşiyor ve Türkiye coğrafyasının yerleşme kalıbını, bizim için kaygı verici olabilecek, gelecekte sıkıntı doğurabilecek biçimde, oluşturuyor. Bütün bunların altında yatan, bu ekonomik sıkıntılardır. Türkiye, bir an önce, kendi ayakları üzerinde duran, büyüyen, yürüyen bir ekonomiyi şekillendirmek zorundadır. Bunun bedelini, mutlaka, ödemek zorundayız; toplum olarak ödemek durumundayız, toplumsal kesimler olarak ödemek zorundayız... Bu fiyatı ödemeden, herkesin şu andaki tablosunu, aynen idame ettirmeyi vaat ederek, Türkiye’nin, bu bunalımdan çıkışı, mümkün değildir; birilerinin bu faturayı üstlenmesi gerekiyor. Yıllardır, faturayı üstlenenlerin kimler olduğu ortada; devlet, alması gerekenden almıyor, vermesi gerekene de vermiyor. (CHP sıralarından alkışlar) Vermesi gerekene vermeyince denge bozuluyor, çarpıklaşıyor, Türkiye tıkanıyor. Bunu değiştirmek lazımdır. Bu, bir kısır döngüdür; bu kısır döngüyle daha fazla gidemeyiz. Rakamların objektif iyi niyetinin görüntüsü altında, enflasyonun getirdiği şişkinliklerden teselli arayarak, teknokratik iyimserliklerle, karşı karşıya bulunduğumuz sorunun siyasal ve insanî boyutunu görmezlikten gelemeyiz. Türkiye sıkışıyor, tehlikeli biçimde sıkışıyor. Eğer, bir ulusal dayanışma, bir ulusal elbirliği, bir ulusal atılım gerekiyorsa, işte, gün bugündür; böyle bir ekonomiye Türkiye’yi teslim etmemektir, Türkiye’nin insanlarını teslim etmemektedir, Türkiye’nin coğrafyalarını teslim etmemektir. Bugünlerde yapmayacaksak bu fedakârlığı, ne zaman yapacağız?! Yeni bir parlamento bunu denemeyecekse, önünde teorik olarak 5 yılı olan bir parlamento bunu denemeyecekse, bunu kim deneyecektir?! Yıllardan beri, 5 yıllık bir muhalefet dönemi içerisinde, nadasa bırakılmış toprak gibi “hizmet üreteceğiz” diye büyük iddialarla çalışmalar yapan, toplantılar yapan, politikalar, projeler vaat eden, iddialar sergileyen bir siyasal partimiz ile deneyimli başka bir siyasal partimiz aynı siyasal doğrultuda bir araya gelerek bu Hükümeti oluşturduklarında bu denenmeyecekse, bu nasıl denenecek?! Değerli arkadaşlarım, bir yeni yaklaşıma, bir yeni bakış açısına şiddetle ihtiyaç olduğunu, bu vesileyle, bir kez daha ifade etmek istiyorum. Bakınız, alıştık artık; söyleyince sanki görevimizi yapmış gibi hissediyoruz ve ferahlıyoruz, rahatlıyoruz; aslında çok sağlıksız bir ruh haline giriyoruz. “Tarım ve hayvancılık perişan” diyoruz. Tamam, perişanlığı söyledik, bitti. Perişansa niye perişan, nasıl düzelteceğiz; bir yerinden tutmamız gerekmiyor mu bunu, bir şey yapmak lazım değil mi?! Yani, tarım ve hayvancılığa, bir miktar, böyle... “Bunlar, artık, geçmişin parçaları; hâlâ tarımla mı uğraşacağız; dünyada nüfusun yüzde 3’ü tarımla uğraşıyor, bizde büyük bir şişkinlik var; tarımla uğraşacak halimiz yok” yaklaşımını politika diye kabul etmek mümkün mü?! Türkiye nüfusunun yarıya yakını, yüzde 45’i, tarımdan geçiniyor. Tarım, hâlâ, Türk ekonomisinin ihracatının en temel unsurlarından biri olmaya devam ediyor. Değerli arkadaşlarım, buraya yaklaşmak lazım. Tarımın dengesizliğine yol açan temel parametreleri, hep söylüyoruz, propaganda sözü olarak kalıyor; onları değiştirecek yeni bir yaklaşım içine giremiyoruz. Hayvancılık, göz göre göre, böyle, yavaş çevrilmiş bir film gibi, gözümüzün önünde perişan hale geldi, geliyor, gelmeye de devam ediyor. Böyle bir şeyi kabul etmek mümkün mü?! Hayvancılık, tarımın sanayii; tarım içerisinde, katma değeri en yüksek olan üretim türü ve birbirini besleyen yönleri var. Buna sahip çıkmamız gerekiyor. Sahip çıkmak, arada sırada siyasî ihtiyaçlar bastırınca “işte, 5 trilyon vereceğim, 15 trilyon vereceğim, 20 trilyon vereceğim” laflarıyla olmuyor. Politika lazım, politika!.. Değerli arkadaşlarım, bakın, Türkiye, çok güç koşullarda, tarımını derli toplu hale getirmek için geçmiş dönemlerde büyük gayret gösterdi. Bu gayretin kurumsal şekillenmesini hepimiz çok iyi biliyoruz. Birtakım kuruluşlar yaratıldı; Toprak Mahsulleri Ofisi, Zirai Donatım Kurumu, Et ve Balık Kurumu, Yem Sanayii, Gübre Sanayii, Şeker Şirketi, kooperatifler yaratıldı. Bütün bunlar, Türkiye’deki tarımın yapılaşmasının çeşitli kuruluşları. Şimdi, bir süredir iktidarlara egemen olan anlayış şu: “Efendim, bu anlayış değişti artık. Biz, pazar ekonomisi mantığıyla olaya bakıyoruz. Bunlar, pazar ekonomisinin önündeki engeller, bunları tasfiye edelim.” Bunlara olumsuz yaklaşan, bunları ayakbağı gibi gören, onlara karşı husumet ifade eden, onların burnunu sürtmeyi tarım politikası zanneden bir yaklaşımla yıllardan beri politika götürülüyor. İktidarlar, Toprak Mahsulleri Ofisine düşman, Zirai Donatım Kurumuna düşman, SEK’e düşman, Et ve Balık Kurumuna düşman... Peki, bunların sorunları varsa, bunları tasfiye ederek, etkisizleştirerek etkin ve verimli bir tarım politikası koymak mümkün mü?! Dünyanın her yerinde, tarım politikasının kendi mantığına göre bir yapılaşması var. Pazar ekonomisine göre bir tarımsal yapılanma mümkün; onu arıyor muyuz?! Dünyanın her yerinde, en ileri Batı kapitalist ülkelerinde bile, kooperatifçilik, tarımda ve hayvancılıkta çok önemli bir işlev yerine getiriyor; çeşitli birlikler var, kuruluşlar var, bordlar var;hiçbir zaman kendi kaderine teslim edilmiş değil. Biz, bunları törpüleyince, sanki, doğru tarım tercihi koyuyoruz diye düşünüyoruz. Bakınız, dünya, bir süredir, tarım konusundaki yapay destekleri azaltmaya yönelik bir arayış içinde. GATT Antlaşmasıyla ilgili yapılan, yıllarca süren bir çalışma var. Bu çalışma, en son “Uruguay Round” diye bilinen çalışmalarla sonuçlandırıldı ve tarım ürünlerinin ticaretiyle ilgili ilkeler belirlendi. İlkelerin amacı da, tarımı, serbest ticaret anlayışına çekmek. Hedefler konulmuş... Şimdi, bakınız, şu gülünç manzaraya dikkatinizi çekmek istiyorum: GATT Antlaşması çerçevesinde, dünyada, tarımı serbestleştirmek için, gelişmiş, kalkınmış ülkeler, kendi aralarında, önümüzdeki on yıl sonrası için hedefler koymuşlar “tarıma yönelik destekleri, tarım ürününün yüzde 10’unu aşmayacak düzeye indirelim demişler.” Kim demiş; kalkınmış ülkeler... Ne zaman için demiş; 10 yıl sonrası için... Türkiye, daha bugünden o ölçünün altında... Yani, dünyanın on yıl sonra, büyük bir gayretle, çabayla tarımda ulaşmaya çalıştığı kamu desteğinden yoksun kalma hedefini, Türkiye, daha bugünden, çok fazla aşarak gerçekleştirmiş halde. Böyle birşey olur mu; böyle birşey olabilir mi?!. (CHP sıralarından alkışlar) Yani, birbirlerine “ödün verdik” diyorlar, sıkışıyorlar; Avrupa Birliği ile Amerika, Japonya karşılıklı kavgalar içinde “yüzde 9 olsun, 10 olsun, 11 olsun” diye birbirlerine giriyorlar ve nihayet, kendi ilkeleriyle bağlı oldukları için, zorunlu bir mutabakat çıkıyor; onu uygulayalım... Ne zaman?.. On yıl sonra diyoruz; biz, daha bugünden onun altına düşmüşüz. Böyle birşey olmaz! İthalat oranı. On yıl sonrası için yüzde 5’ini ithal etme mecburiyeti var. Türkiye daha şimdiden, daha fazlasını ithal ediyor. Batı ülkelerinin, tarımda, birbirlerine yönelik olarak verdikleri asgarî ithalat taahhüdünün kat kat fazlasını, Türkiye, yıllardır kendi kendisine uyguluyor...Ee, bu, doğru politika mı canım?!. SACİT GÜNBEY (Diyarbakır) – Gümrük birliğiyle alakası var... DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değil, gümrük birliğiyle alakası yok; bu, gümrük birliği içindeki ülkeler bunu kabul ediyor. Hiç yanlış bakmayınız, bunun gümrük birliğiyle hiç alâkası yok.(CHP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım, Türkiye için böyle bir mecburiylet de yok. Bizim başka esnekliklerimiz de var; ona rağmen bu ortaya çıkıyor. Türkiye’de hayvancılığı destekleyeceğiz diye düşünüyoruz. Hayvancılık, böyle arada sırada coşup da para dağıtarak desteklenmez ki! Hayvancılığın kârlı bir uğraş haline dönüşmesini sağlamak lazım; kârlı bir uğraş haline dönüştürmeden canlandıramazsınız. Kârlı bir uğraş haline getirin, besicilik yapanların kendileri, yolunu bulur, hayvancılığı geliştirirler. Bakınız, Türkiye’de, o temel standartlar var, hepsi kaybolmuş. Süt ve yem ilişkisi. 1 kilo süt, 2 kilo yem almak durumunda, almak zorunda; asgari ölçüsü bu; yıllarca böyle olmuş, daha fazlası olmuş. Şimdi, yem16 bin lira; süt, 20 bin liraya daha yeni, son çabalarla, gayretlerle çıkarılabildi; bunun kârlı hale getirilmesi mümkün mü? 1 kilo et için 20 kilo yem harcamak lazım. 320 bin lira yem parası, sadece eti oluşturmak için; diğer çabaların, harcamaların hiçbirisinin bunda yeri yok. E, bu temel dengesizliği bozmadan, değiştirmeden tarımı ve hayvancılığı ayağıya kaldırmak mümkün mü? Bunu kim değiştirecek? (CHP sıralarından alkışlar) Bir yeni yapılanmaya, bir yeni politika yaklaşımına ihtiyaç var; yani, yeni kurumlar lazım. SEK’i kapatacağız... SEK’i kapattınız, süt 16 bin liraydı, 10 bin liranın altına düştü; şimdi yeniden tekrar toparlanıp çıkmaya çalışıyor. SEK’i kapatın. Pazar ekonomisi içinde dağınık üreticiyi, besiciyi bir araya getirip, birbirinden güç alarak piyasa koşullarını değerlendirme imkânını onlara sağlayacak bir yapılanmayı ortaya koymak devletin görevi değil mi?! Bu konuda bir çaba var mı? Et Balık Kurumunu kapattık... Peki, Et Balık Kurumunu kapattın; ne olacak?.. Bingöl’deki üreticiler “Bingöl’de 350 baş mal kesilirdi, şimdi 15 baş mal kesiliyor” diye feryat ediyorlar. Yani orada 280 bin liraya onu satma imkânı var mı? Bütün bölge Bingöl’e bakmış. Bingöl’deki üretici, besici “Bingöl’de bari özelleştirmeyin” diye feryat ediyor . Bunlar ciddi şekilde ele alınması gereken konular. “Bunlar mühim değil, bırakalım; biz faiz konuşalım, biz repo konuşalım, biz borç konuşalım, kredi konuşalım” diyerek Türkiye’yi ayağa kaldırmak mümkün değildir. (CHP sıralarından alkışlar) Yani, artık, çiftçimiz ve besicimiz, kendi arasında, giderek yaygınlaşan bir söylem geliştiriyor; sık sık kulağıma gelen bu söylemi, burada ifade etmek isterim: “Allah, Müslümana bir ay orucu farz kıldı; ama, iktidarlar, bize, bütün bir yıl orucu farz kılmış gibi uygulama yapıyorlar; bunu, kesin kabul etmiyoruz.” (CHP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım, bir yeni yaklaşıma, bir ciddî politikaya ihtiyaç var. Kimse tarımı küçümsemesin, kimse köylüyü küçümsemesin, kimse besiciliği, hayvancılığı küçümsemesin. Türkiye’nin ekonomisi için de, sosyal yapısı için de, iç barışı için de büyük önem taşıyan bir konudur; dengesini bir bozdunuz mu, o sorunlar, desteklemediğiniz için oluşmasına neden olduğunuz sorunlar, gelir, sizi o çok beğendiğiniz kentlerde bulur, kentlerin varoşlarında sizi bulur; sonra trilyonları harcarsınız, ama altından kalkamazsınız. (CHP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım, böyle bir politika, bakış açısı değişimine ihtiyaç olduğu kanısındayım. Bu bütçemizde, maalesef, böyle bir yeni sektör tercihi ortaya koyan, belli bir kesime yönelik bir iddiayı sergileyen, ona sahip çıkan, onun sorununu zaman içinde, üç yıl, beş yıl, altı yıl sonra çözeceği umudunu veren bir yeni işaret, bir yeni yaklaşım, maalesef bulunmuyor; bundan büyük üzüntü duyuyorum. Bütçeden bunları bekliyorduk. Eldeki olanakların kısıtlı olduğu açık, birdenbire bir çözüm olmayacağı da görülüyor; ama, hiç olmazsa, bu konularda, ciddî bir yaklaşıma ihtiyaç vardır. Bakınız, bunca sorun yetmiyor gibi, bir de, son zamanlarda, kendi kendimize bir yapay sorun çıkardık; bir delidana sorunu... Delidana sorunu, pek çok çevre için bir mizah konusu oluyor; ama, bilmenizi istiyorum, Anadolu’da geçimini besicilikle, hayvancılıkla karşılayan yüzbinlerce insan için bir perişanlık yaratıyor. Bu konularda ciddî olmak lazım (CHP sıralarından alkışlar) önce Hükümetin ciddî olması lazım. Yani, bu konuda, ortaya, hiç de güven verici olmayan bir yaklaşım sergileniyor. Türkiye ithalatı açmış... Tarım ithalatı fevkalade önemli bir konu. Bu konuları yakından izleyen arkadaşlarım var, çok iyi bilirler. Amerika’da, bir eyaletten bir başka eyalate, yanınızda meyve ile girerken dahi sizi sınırda denetlerler ve o meyvelerle ilgili sorgulama yaparlar, sokma olanağını vermezler. Amerika dünyanın en liberal ülkelerinden biri. Meyveleri, Nebraska’dan alıp Kaliforniya’ya rahatlıkla götürün de göreyim Türkiye’de et ithalatı serbestleştirilmiş; kim getiriyor, niçin getiriyor, hayvancılıkla ilgisi ne, bunların hiçbirisi söz konusu değil; açılmış meydan, ipini koparmış, parası olan, hesabını yapan alıyor, getiriyor. Sonra, bu konuyla ilgili güven verici bir açıklama da yapılmıyor. Ortada sıkıntılı bir tablo yoksa, gerçekten mübalağa ediliyorsa... Ciddî bir muhatap bekliyoruz; Sağlık Bakanı çıkıyor “et yemeyin” diyor, Tarım Bakanı çıkıyor “bir mesele yok, mübalağa ediliyor” diyor. Bilelim, hangisidir!.. Bunu, sadece tutarlılık özlemi için söylemiyorum, Türkiye’de üreticinin hakkını korumak için söylüyorum; kan ağlıyor besici, kan ağlıyor hayvan yetiştiricileri. Önümüz Kurban Bayramı, satacak olan bir türlü, kurban kesecek olan başka türlü. Hükümetlerin görevi, bu konuda, yurttaşa huzur vermek, güven vermek, doğru bilgi vermek değilse, nedir acaba? Bu konunun bile altında kaldık. Zaten, yıllardır, yanlış politikayla, hayvancılığı ve tarımı perişan ettik, şimdi, bir de, yönetim zafiyeti ve tutarsızlık nedeniyle, bu konuya tuz biber ektik, besicilikle geçinen yurttaşlarımızın yarasına acımasızca tuz ektik. Bunu, bir an önce sona erdirmek gerektiğine inanıyorum. Değerli arkadaşlarım, bu bütçenin ekonomi yaklaşımıyla ilgili genel değerlendirmelerimi kısaca aktardım. Öyle bir mesele vardı ki, paraya pula da bağlı değil; hiç olmazsa onu bu bütçede çözebiliriz diye umut ediyordum. Bu, Anayasaya aykırılık konusudur. Maalesef, Anayasaya aykırılık konusunun, Plan ve Bütçe Komisyonunda da, Genel Kurulda da çözülememiş olmasından büyük üzüntü duyuyorum. Yani, geçmişte “bir kere anayasa ihlalinden bir şey çıkmaz” diyen Özal’a, toplum müthiş tepki göstermişti. Şimdi, ne yapıyoruz; şimdi, o mantığın içine herkesin girdiğine tanık oluyoruz. Herkesin derken, Hükümeti oluşturan siyasal partiler elbette giriyor, ona destek veren Demokratik Sol Partinin de bu anlayışa girişinden büyük üzüntü duyuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) Yani, anayasaya aykırılık, eğer bir ekonomik ya da siyasî oportünite konusu ise “canım bir defalık olmasından bir şey çıkmaz” ya da “kısa bir süre için ihlal edilmesinden bir şey çıkmaz” ya da “halkın yararına bir ihlal canım, bu bütçe başka türlü çıkmaz, oluversin” diyecek isek; yani, siyasî oportünite, hukuku, adaleti, anayasayı rahatsız etmeyecek ise, o zaman, her türlü kapıyı açıyorsunuz demektir. Yani, bir imkânsızlık söz konusu demek mümkün değil. Anayasa Mahkemesi, çok anlayışlı bir yaklaşımla, bir uyarı sadetinde bunu söylemiş. Efendim yayımlanmadı... Şimdi yayımlandı; karar da yayımlandı, aykırılık da ayan beyan ortada, bir çare bir çözüm de mümkün, Parlamento bu konuda işbirliğine de açık... Yol olur değerli arkadaşlarım, yol olur!.. Böyle başlar her şey. Cehenneme giden yol, iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir. İyi niyetle, biz anayasa değişikliğini yapıverelim... (CHP sıralarından alkışlar) Üzüntü duyuyorum!.. Gerçekten, paraya pula da bağlı değil, devlet anlayışına bağlı; konunun önemini kavramaya, bu konuyu ciddiye almaya bağlı; hukuk saygısına bağlı. Muhalefette söylenen hukuk saygısı laflarının ciddî olup olmadığı, işte şu 45 günlük hükümet uygulamasında anlaşılıyor. Tutarlı olmanın yolunu hep birlikte bulmalıyız. Bunu da, lütfen, yine bir suçlama olarak almayın, onu da söylemek istemiyorum; ama, artık, bu yollara girmeyelim, bir çaresini bulalım, elbirliğiyle bu tip sorunların gündemimizden düşmesine yardımcı olalım. Değerli arkadaşlarım, bir bütçe görüşmesinde, ele alınması gereken önemli sorunların bir kısmı da dış konularımızla ilgili. Bu konuda da birkaç değerlendirme yapmak istiyorum: Dış politika konusunda, bir siyasal partinin, muhalefetten iktidara geçişi sürecinde, belki mazur görülmesi gereken, bir doğal intibak dönemi vardır. Çünkü, muhalefet döneminde yapılan değerlendirmeler, çok değişik bir ortamda yapılır; iktidara geldikten sonra gerçekler, kısıtlamalar, zorunluluklar, dengeler daha iyi ortaya çıkar; gene iyi niyetle, sorumlulukla yaklaşılır, yeni bir çizgi ortaya konulabilir. Böyle bir intibak süresinin tanınması gerektiğine inanıyorum ve bu anlayışla da olaya bakıyorum. Bu çerçevede, örneğin, gümrük birliği konusunda muhalefette yapılan değerlendirmelerin, estirilip savrulan lafların hiçbir ciddî içeriği olmadığı, bugünkü uygulamayla, açıkça gözüküyor. Yani “Gümrük Birliği Antlaşmasını yırtacağız, Gümrük Birliği Antlaşmasını Meclise getireceğiz, değiştireceğiz, yeniden bir onay isteyeceğiz” sözlerinin, sıradan, alalade bir muhalefet söylemi olmasının ötesinde bir değer taşımadığı, uygulamayla ortaya çıkmış bulunuyor. Bunu tespit ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar) Bu tespitin yapılmasının da bir hak olduğuna inanıyorum; çünkü, bu iddialara, bu tezlere doğrudan maruz kalmış milletin gözü önünde televizyonlarda maruz kalmış, bir siyaset adamı olarak, yaşadığımız gerçeğe yönelik bu tespiti yapmamı, herkesin anlayışla karşılayacağına inanıyorum. Aynı çizgiye girilmiştir ve Gümrük Birliği Antlaşmasıyla ilgili olarak yetkililerin yaptığı açıklamalar, açıkça, bir politika tutarlılığının bulunduğunu ortaya koymuştur. Şimdi, Çekiç Güç konusunda bunu göreceğiz. İkibuçuk ay sonra, Çekiç Güç ile ilgili olarak, durumu birlikte izleyeceğiz. Daha şimdiden ANAP ve DYP Grubuna verilen bilgilerin, brifinglerin böyle bir hazırlığın altyapısını oluşturmaya yönelik olduğunu anlıyorum. Değerli arkadaşlarım, bunu da yaşayacağız. Çekiç Güç konusundaki arayışların, gayretlerin, çabaların, projelerin, programların, planların neye yönelik olduğunu, ne ürettiğini hep beraber yaşayacağız, göreceğiz. Bunlar, dış politika yaklaşımlarından çok, iç politika yaklaşımları, tribüne yönelik politikaların açmazları olarak değerlendirilebilir; ama, başka bir iki konu var ki, onun daha büyük önem taşıdığı kanısındayım. Bunlardan birisi, bu Türk-Yunan ilişkilerinde başlatılmak istenen yeni dönemle ilgili yaklaşımdan çıkıyor. Hükümet, kuruluşundan kısa bir süre sonra, çok iddialı bir biçimde, bir yeni siyaset deklarasyonu, Türk-Yunan ilişkilerine yönelik yeni bir siyaset, iddialı, işte, otuz yıldan beri yapılmamış, Bayar dömeninden beri denenmemiş bir büyük barış taarruzu anlayışı içinde bir açılım yaptı. Olayın özünde, Lahey Adalet Divanına gitmeye hazır olduğumuzun, çeşitli koşullara bağlanarak da olsa, sonunda, şu ya da bu biçimde, Türkiye’nin Yunanistan ile ilgili ihtilaflarında Lahey Adalet Divanına gitmeye hazır olduğunu taahhüt etmesi dışında, başlangıçta yapılan bir iki küçük teknik hata da bir kenara bırakılırsa, karasularımızın uluslararası hukuka uygun bir biçimde çözülmesini kabul etmeye hazır olduğumuza ilişkin bir yanlış ifade, yine, ayıklanarak değerlendirilecek olursa, çok önemli bir değişme söz konusu değil; ama, sanki, bugüne kadar izlenen politikadan şikâyetçiymişiz, bugüne kadar izlenen politika yanlışmış, büyük hatalar varmış ve yeni bir barışçı açılım yapma noktasına nihayet Türkiye gelmiş gibi bir izlenim verebilecek böyle iddialı bir dış politika açılışının, beklenen amaca hizmet etmekten çok, Türkiye’nin ulusal yararlarına ciddî tehditler getirmesi ihtimali var idi. Şimdi, bunun, yavaş yavaş gerçekleşmekte olduğunu, üzüntüyle görüyoruz. Değerli arkadaşlarım, öyle anlaşılıyor ki, bu yeni Hükümetin dış politika yaklaşımı şu teşhisle yola çıkıyor: Türkiye’nin çok sorunu var; her komşumuzla başımız dertte. Bunca dert, bunca sorunla dış politika götürülmez, başarılı bir ekonomi politikası da götürülmez. Ne yapmak lazım -yeni bir heyet var- azaltalım bu sorunları, bazı konuları sorun olmaktan çıkaralım. Bu kadar çok sorun aynı zamanda Türkiye’nin üzerine gelmemeli, her cephede birden mücadele edecek halimiz yok; daraltalım cepheyi, bazı konuları çıkaralım. Nereleri çıkaralım Türk- Yunan sorununu çözüverelim. Başka ne çözelim; Rusya ile sorunları çözelim. Başka varsa, diğer konuları da çözelim, Suriye ile sorunları çözelim. Çözünüz... Yani, böyle bir yaklaşım, karşı karşıya bulunduğu dış politika sorunlarının Türkiye’nin davranışından kaynaklandığı, Türkiye’nin tercihinden, Türkiye’nin tutumundan kaynaklandığı varsayımına dayanır ve çok tehlikeli bir varsayımdır. Değerli arkadaşlarım, Türkiye çok güç bir coğrafyada yaşıyor. İçinde bulunduğumuz coğrafyanın bizi karşı karşıya bulunmak zorunda bıraktığı çok sorun var, bütün komşularımızla ele almak zorunda olduğumuz sorunlarımız var. Bu sorunları biz yaratmadık, bu sorunların ortaya çıkması için biz dilekçe vermedik, bu sorunların oluşmasına biz talip olmadık. Türkiye “yurtta barış, dünyada barış” diyen bir anlayışa dayalı politika götürüyor. (CHP sıralarından alkışlar) Bizim kimsenin topraklarında gözümüz yok, kimsenin egemenlik haklarına yönelik bir planımız, bir projemiz yok. Biz, vatanımıza, toprağımıza sahip çıkmak istiyoruz, kendi sorunlarımızla uğraşmak istiyoruz, ekonomimizi kalkındırmak istiyoruz, barışımızı kurmak istiyoruz. Yunanistan’a, Suriye’ye, Irak’a, İran’a, Rusya’ya, Bulgaristan’a, Ermenistan’a, Gürcistan’a, Azerbaycan’a... Kimseye karşı bir kötü niyetimiz yok. Tarih boyunca bütün komşularımıza karşı daima dost ve iyi komşu anlayışı içinde davrandık. Kimsenin tavuğuna kış demedik, kimsenin içişlerine karışmadık; ama, gene sorunlarımız varsa -ki var- bu bizden kaynaklanmıyor, bizim anlayışımızdan, bizim yaklaşımımızdan kaynaklanmıyor; komşularımızın bize dönük hesaplarından, planlarından, projelerinden kaynaklanıyor. Bunu böyle kabul etmeyip “geçmiş yanlış, ben yeni politika izleyeceğim, Türkiye’nin etrafında barış çemberi yaratacağım” diyerek yola çıkarsanız, etrafınızdakiler size der ki “ha, bunlar yıldılar, bu sorunların altında ezilmeye başladılar, bu sorunları taşıma takatını kaybetmeye başladılar. Barışa mecbur, uzlaşmaya mecbur, uzlaşmak için de ödün vermeye mecbur, mahkûm bir noktaya doğru geliyorlar.” Momentumunu kaybedersiniz dışpolitikanın, momentumunu; ki, öyle oldu. (CHP sıralarından alkışlar) Yani, size “barış yapın” diyen dostlarımızın gönlü hoş tutulsun diye, birtakım çevrelerin bize önerdiği politikayı biz de uyguluyoruz izlenimini vereceğiz diye iddialarımızı, kararlılığımızı, hedeflerimizi, onları koruma konusundaki irademizi kuşku içine sokacak, bir teslimiyetçi izlenim verecek yaklaşıma girmek, dışpolitika sayılır mı?! (CHP sıralarından alkışlar) Bu konuda, çok ciddî bir yanlışın içine girdiğimizi düşünüyorum. Yani, olayın özünde fazla bir şey yok. Sadece adalet divanı sözü verilmiştir; ama, bu hava, bu yaklaşım, barış yapacağız iddiasıyla yola çıkmak, bizi, daha iddiasız, daha güç bir noktaya çekmiştir. İşin genelinde bu var. Şimdi, bunun işlemediği de, ortaya çıkıyor. Böyle bir şeyin işlemesi mümkün değildir. Türkiye, içinde bulunduğu güç coğrafyada, kimseye düşmanlık yapmadan; ama, kendi haklarını koruma konusunda da en küçük bir ödün vermeyeceği kararlılığını, iradesini ayakta tutarak barışı sağlayabilir. Bu, çok temel bir anlayıştır. Bu anlayışla ilgili, bir hafif kaymanın ortaya çıktığını, bu kaymanın da Türkiye’ye hiçbir şey getirmediğini görüyoruz. Bakınız, bu haksız tablo karşısında, şimdi, daha somut talepler ortaya çıkmaya başlamıştır. “Canım, kabul etmeyeceğiz onu” diyeceksiniz. Ben de kabul edeceğinizi zannetmiyorum. Kabul etmeniz mümkün değildir; size de yakıştırmam, Türkiye Büyük Millet Meclisinin de o kabule izin vermeyeceğinden kuşku duymam; ama, mesele o değil. Artık kontrolümüzden çıkıyor, denge aleyhe dönmeye başlıyor, durum, dinamik, bizim dışımızda şekilleniyor ve buna yol açan da “evet, ben barış yapacağım, büyük yanlışlıklar var” anlayışı içine Türkiye’nin girmiş olmasıdır. Bakınız, daha somut bir biçimde, Türk-Yunan ilişkilerinin bütününe yönelik olarak ortaya çıkan bu yaklaşımın daha özel çerçevede ortaya çıkanını da hepimiz üzüntüyle biliyoruz. Sayın Dışişleri Bakanının, Dışişleri bütçesinde, Yunanistan’la son ihtilafımız konusundaki iddialarımızı, haklılığımızı çok berrak bir biçimde ortaya koymuş olduğunu, memnuniyetle, sevinçle gördüm. Umarım, bir süre sonra, Sayın Başbakan, o iddiaları sergileyen Dışişleri Bakanına da “bürokratlar sizi de aldattı” demek durumunda kalmayacaktır. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) O iddiaları, Sayın Dışişleri Bakanının, Türkiye Büyük Millet Meclisine değil, doğrudan Sayın Başbakana söylemesinin uygun olacağını, yararlı olacağını düşünüyorum. BAŞKAN – Sayın Baykal, 5 dakika süreniz kaldı. DENİZ BAYKAL (Devamla) – Evet, yine aynı çerçevede, bu velâyeti ziyaretine de dokunmak istiyorum. Değerli arkadaşlarım, bakınız, bir süre önce, Türkiye’de bir gerçek ortaya çıktı; Türkiye’de yaşanan terör olaylarının belli bir kesiminin niteliğiyle ilgili, hepimizi üzen, görmeyi kesinlikle istemediğimiz, ama görmezlikten gelemeyeceğimiz, bazı gerçekler ortaya çıktı. Türkiye’de bazı terör olaylarına doğrudan karıştığı artık kanıtlanmış olan bazı insanlar, çıktılar, dediler ki “biz, İran’da eğitildik, yetiştirildik, finanse edildik ve şunu, şunu, şunu, Çetin Emeç’i öldür diye bize hedef verildi; biz de gittik öldürdük.” Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu, fevkalade önemli bir olaydır. Yani, bizim, böyle bir şeyi arzu etmemiz mümkün değildir. İran gibi önemli bir komşumuzla böyle bir ilişki içerisine girmenin bizi mutlu etmesi kesinlikle söz konusu değildir; ama, böyle bir gerçek ortaya çıkınca “İran, önemli bir komşumuzdur; aman bunu görmezlikten gelelim” anlayışı içerisine girmek kadar yanlış bir şey de olamaz. (CHP sıralarından alkışlar) Şimdi, böyle bir olay olmuş mudur, olmamış mıdır; bu doğru mudur, değil midir? İçişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, bunu, artık, yadsınamaz biçimde kanıtlanmış dosyayla görüyorlar. Keşke olmasaydı; ama, olmuş; bu yaşanmış... Şimdi, biz diyoruz ki, daha belli değil, bakalım... Yani, bu, gerçekten bir iyi niyetin ifadesi olsa, bunu anlayacağım; ama, kaytarmanın ifadesi, korkmanın ifadesi. (CHP sıralarından alkışlar) İşte, bu yanlış; böyle dış politika olmaz! Şimdi, bakınız, bugünkü gazetelerde, yine, manşet... Bir başka öldürme olayıyla, yine aynı zincirin ilgili olduğu ortaya çıkıyor. Şimdi, bu ortamda, İran Dışişleri Bakanının Türkiye’ye gelmesi söz konusu. Bizim, Dışişlerimize egemen olan anlayış şu: Acaba, Türkiye’deki yayınlar, İran’ı kızdırır, üzer de, gelmez mi kaygısı içerisinde olaya bakıyorlar ve arkasından Velayeti’nin gelmek istediği ortaya çıkınca, bir ferahlama kendisini gösteriyor. Velayeti geliyor; Sayın Dışişleri Bakanı havaalanında karşılıyor, Başbakan konuşuyor, herkes konuşuyor, Cumhurbaşkanı konuşuyor, eller sıkılıyor; sanki, bu olaylar hiç yok; sanki, Türkiye’ye yönelik, Türkiye’nin iç barışını, güvenliğini, hukukunu, egemenliğini sarsabilecek bir eylemin içinde, bir projenin içinde İran hiç bulunmamış gibi götürüyoruz. Sadece, diplomatik bir dille “Türkiye’nin... Birbirimizin karşılıklı içişlerine karışmayacağız; bu, bizim için çok önemlidir” diyoruz ve dedikten sonra da, yine, geçen defaki gibi, eğer, basın beni yanıltmıyorsa -ki öyle olmasını öğrenmekten büyük mutluluk duyarım, Sayın Başbakan herhalde aydınlık getirecektir- basında yapılan açıklamaya göre, diyoruz ki “bakınız, hata yapmayınız; Türkiye’de Refah yüzde 20’dir, geride de yüzde 80 vardır; hesabınızı ona göre yapınız.” Böyle bir şeyi söylemediğini umut etmek istiyorum; eğer, söylemişse, bunu, kesinlikle kabul etmek mümkün değildir. Yani, Sayın Başbakan ve Sayın Dışişleri Bakanı, Refah Partisinin de Başbakanı ve Dışişleri Bakanı olarak, bir komşu ülkenin temsilcisiyle konuşuyorlar. Kendi içimize dönük tartışmaları, o çerçevede dile getirmiş olmayı, kesinlikle kabul edemiyorum. Böyle bir şeyin olmadığını umut ediyorum (CHP sıralarından alkışlar) Eğer, böyle bir şey konuşuldu, bir Refah dedikodusu, Dışişleri Bakanı düzeyinde yapıldıysa, bunu, Türkiye için çok büyük bir talihsizlik sayarım. Böyle bir şey olabilir mi, böyle bir şey düşünülebilir mi?!. Yüzde 20, yüzde 80... Bir yandan, diyeceksiniz ki, içişlerimize karışmayın; öte yandan, Refah şudur, o budur diye, siz, onlara anlatacaksınız. Kime anlatacaksınız: Doğrudan terör olaylarının içine girdiği resmen kanıtlanmış birisini, karşılıklı dostluk sözlerinin içinde selamlarken anlatacaksınız; olur mu böyle bir şey?!. (CHP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım, Sayın Başkanın hoşgörüsünü fazla suiistimal etmeden, son bir noktaya daha değineyim. Anayasamızda, yaz aylarında bir değişiklik yapıldı; kamu çalışanlarına sendikal hak, anayasal düzeyde tescil edildi. Artık, kamu çalışanlarının da sendika kurması söz konusu. Hâlâ, bunu, tam içimize sindiremiyor olabiliriz, kolay değildir bu. Daha önce, çalışanlara, işçilere sendika hakkı tanınırken de bu tartışmalar yaşanmıştı “olur mu böyle bir şey, kargaşa çıkar, ekonomi allak bullak olur” denilmişti; ama, o konu aşıldı. Şimdi, kamu çalışanlarını aşacağız; aşmak zorundayız; Anayasamıza yerleştirdik. Şimdi, bir yeni bütçe yılı, yeni bir hükümet görev başında. Kamu çalışanlarının tedirginlikleri var, talepleri var; çok büyük gelir zayiatına maruz kalmışlar... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) REFİK ARAS (İstanbul) – Sayenizde... DENİZ BAYKAL (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkan. ...birikmiş enflasyon nedeniyle, çok büyük gelir kayıplarına maruz kalmışlar. Bu konuda, Anayasa düzeyinde de bir düzenleme gelmiş; o düzenleme, yasalara intikal ettirilmemiş, evet ettirilmemiş; ettirilecek inşallah, bir an önce ettirilmesi söz konusu; ama, iyi niyet esas olmak gerekir. Yapılması gereken şey de, çok açık bir biçimde, Anayasada öngörüldüğü gibi, kamu çalışanlarının sendikalarını muhatap olarak almaktır; Hükümetin, onlarla konuşmasıdır, oturmasıdır, onlarla ilişki kurmasıdır; varsa bir güçlüğü, o güçlüğü onlara anlatması gerekir, onların taleplerini onların ağzından dinlemesi gerekir. Artık, anayasal bir kurum sendika, var; yasasını da çıkaracağız, çıkarılmaması bizim eksiğimiz. Görevimizi, şu anda tam yapmadık diye, onların haklarını kullanmalarını engellemek; üstelik, bunu da, çeşitli ağır müeyyidelerle ortaya koymak, kimseye yakışmıyor. Hele, memura, “eğer, memur, içerisinde bulunduğumuz koşullarda isyan etmezse, onun insanlığından kuşku duyuyorum” diyen bir Başbakana hiç yakışmıyor. (CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – Sıfır zam için söylemişti... DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bir yeni anlayışa ihtiyacımız var; birbirimizi anlayacağız; birbirimizden farklı çıkarlarımız, farklı dünya görüşlerimiz, farklı değerlerimiz olabilir; ama, bizi birbirimize bağlayan noktalar, bizi birbirimizden ayıran noktalardan çok daha fazladır ve ayrı olduğumuz noktalara da Türkiye’nin ihtiyacı vardır; bugün şu noktaya ihtiyacı vardır, yarın başka noktaya ihtiyacı vardır. Bunların hepsi, Türkiye’nin rezervinde bir hazır kuvvet olarak bulunmalıdır; hepimiz, bir arada yaşamayı, beraberliği öğrenmek zorundayız; bunun için de, hoşgörü, iyi niyet ve demokrasi, vazgeçemeyeceğimiz temel ilkeler olmalıdır. Gayreti de paylaşarak ,nimeti de paylaşarak bir ortak toplumun insanları olduğumuzu bileceğiz. Değerli arkadaşlarım, Sayın Başkana çok teşekkür ediyorum hoşgörüsü için, sizlere de sabrınız için teşekkürler ediyorum; sevgiler, saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar) BAŞKAN – Sayın Baykal’a teşekkür ediyorum. Gruplar adına üçüncü söz, Demokratik Sol Parti Grubunun. Demokratik Sol Parti Grubunun ilk sözcüsü, Antalya Milletvekili Sayın Metin Şahin. Sayın Şahin, Grubunuza tahsis edilen 45 dakikalık sürenin ne kadarını siz kullanacaksınız? METİN ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkan, yarı yarıya kullanacağız. BAŞKAN – O zaman, 25 dakika. METİN ŞAHİN (Antalya) – 22 -23 dakika. BAŞKAN – 22 dakika; Peki. Buyurun Sayın Şahin. DSP GRUBU ADINA METİN ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı üzerinde Demokratik Sol Parti Grubu adına görüşlerimizi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Şahsım ve Partim adına, sözlerime başlarken, hepinizi saygıyla selamlıyorum. 24 Aralık 1995 genel seçimlerinin neden bir oldubittiye getirildiği ve de ülkemiz sorunlarının bugüne kadar nasıl bir göz boyama ile geçiştirildiğini, bu bütçe açıkça ortaya koymaktadır. Üzerinde konuştuğumuz bütçe tasarısı, tüm parti gruplarının ittifak ettiği ve Sayın Hükümetin de zaman zaman katıldığı üzere, borç ve faiz ödemelerinin tehlikeli boyuta ulaştığı, açığın katrilyonlara ulaştığı, yatırımlar ve üretim için yeterli kaynağın yaratılamadığı bir konumdadır. Bu bütçe nedeniyle dikkatimizi çeken diğer bir önemli husus ise, bu Hükümetin, iktidar olmaya da, iktidar olduktan sonra gerekenleri yapmaya da hazırlıklı ve kararlı olmadığıdır. Bu bütçenin, kadük olan bir eski tasarının devamı olması, seçimler nedeniyle, dört aylık geçici bütçeden sonra ele alınıyor olması önemlidir; ancak, iddialı ve kararlı bir Hükümet için, bunlar, bir mazeret olmamalıdır. Biz, Demokratik Sol Parti olarak, bu bütçe tasarısı üzerinde, gerek Plan ve Bütçe Komisyonunda gerekse bu Genel Kurulda, söz alan 31 sözcü parlamenterimizle, ülkenin içinde bulunduğu zorlukları bilerek, siyasî çıkar hesapları içinde olmadan, zaman zaman yapıcı, zaman zaman eleştirici, gerektiğinde yol gösteren ve çözümler öneren bir tutum içinde olmaya özen gösterdik. Grubumuz, bu tutumun, ülkemiz ve halkımız yararına olduğunun bilinci içindedir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hemen bütün partilerin, bütçede, eleştiriye neden olan konulardaki mutabakatını anlamak mümkündür. Ancak, bütün bu olumsuzlukların sorumlusu kimdir? Bu kötü gidişin hesabını kim verecektir? Bizler, sen-ben çekişmesiyle ülkenin yıllarını tüketirken, demokratik, laik, çağdaş ülkemizin temel konuları üzerinde bile, asgarî mutabakatları sağlayamıyoruz. Ancak, öyle görünüyor ki, halkımız, tüm aldatmacılardan bıktı; kendisini otuz kırk yıldır oyalayanları, yanıltanları, şimdi, daha iyi görmektedir; bunun açık yansıması, son seçimlerdir. Program ve kadrolarının aynı olduğunu söyleyenler, son onbeş onaltı yıllık olumsuzlukların sorumluları olarak, şimdi, kafa kafaya vermişler, hükümet olmuşlar, yanlışlarını düzeltme ve de halk önünde, bir nevi, hesap verme konumuna gelmişlerdir. Tabiî, bu arada, son dört yıldır iktidar ortağı olan bir diğer partimizin (Cumhuriyet Halk Partisinin) şimdi, Genel Başkanlarının biraz önceki ifadesiyle, iktidardan ayrıldıktan sonra ülkenin sorunlarına bakış açılarını değiştirerek, burada, yeni yaklaşım sergilemelerini anlamaya çalışıyoruz. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) ABBAS İNCEAYAN (Bolu) – Ortaklarından öğrenmişler; dün dündür!.. METİH ŞAHİN (Devamla) – Hepinizin bildiği gibi, geçtiğimiz dört yılda, Hükümetin kimler tarafından yönetildiği, toplumca, halkımızca bilinmektedir. Sayın Genel Başkan, siyasî oportüniteden bahsetti; ancak, işsizlik, tarımdaki sorunlar, son dört yılda da katlanarak bugüne gelmiş değil midir? İktidardayken, bunların çözümleri konusunda yeterli çabayı gösterememek, olumlu sonuçları alamamak; ancak, şimdi, iktidardan ayrıldıktan sonra, bunları, sanki yeni sorunlarmış gibi ortaya koymak, bence, siyasî oportünitenin de bir başka şekli olsa gerektir. (DSP ve ANAP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) ABBAS İNCEAYAN (Bolu) – Akılları yeni gelmiş başlarına!.. METİN ŞAHİN (Devamla) – Biz, geçtiğimiz dönemleri biliyoruz, halkımız da biliyor; sıfır zamlar nereden kaynaklandı geldi; 5 Nisan kararlarını kimler aldı?.. ABBAS İNCEAYAN (Bolu) –İmzaları yok muymuş?!. METİN ŞAHİN (Devamla) – O, tarımın düşürüldüğü açmaz durum, çıkmaz durum, 5 Nisan kararlarıyla yürürlüğe konmadı mı? (DSP ve ANAP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Değerli arkadaşlar, bu bütçenin malî yapısı, gelecek için umut vermemektedir. Bütçenin gelir ve gider kalemleri arasındaki açık, giderek büyümektedir. Bu açığın temel nedeni, borçlanmadır. Kartopu gibi büyüyen içborç, 1991’de 97,6 trilyon lira iken, 1995’te 1,4 katrilyon liraya yükselmiştir; dört yılda 12-13 kat artmıştır; içerisinde bulunduğumuz yılda 2,5-3 katrilyon liraya yükselmesi beklenmektedir. Aynı şekilde, dışborç stokumuz da, 1991’de 55 milyar dolar iken, 1995’te 73,3 milyar dolara yükselmiştir. Giderek artan iç ve dışborç stokumuz karşısında, gelirlerimiz, bu borçları, sosyal amaçlı harcamaları, yatırımları, tarıma destekleri karşılamaktan uzaktır. 1996’da beklenen 3,511 katrilyon liralık giderlere karşılık, 2,650 katrilyon liralık gelirlerle, bu yılın 861 trilyon lira açık vereceği ifade edilmektedir. Kâğıt üzerinde belirlenen bu açığın, yıl sonunda daha da büyüyeceği beklenmelidir; çünkü, borçlanma ve faiz ödemeleriyle gelir hedefleri gerçekçi değildir. Hepinizin bildiği gibi, Ekim 1995’te Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan tasarıda, 1996 yılı için öngörülen 410 trilyon liralık açık, daha senenin ilk dört ayında aşılmıştır. O nedenle, bütçe açığı tahminleri, gerçekçi görünmemektedir. ABBAS İNCEAYAN (Bolu) – O geçici bütçeyi kim yapmış?!. METİN ŞAHİN (Devamla) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülkemizin, on yılı aşkın bir süredir enflasyon hastalığını yenemediği görülmektedir. Nitekim, son beş yılda, gerek toptan eşya fiyatları endeksine ve gerekse tüketici fiyatları endeksine göre yıllık artışlar, yani enflasyon yüzde 60 ilâ 80 arasına oturmuştur. Bu bütçedeki, 1996 yılı için öngörülen, yüzde 65’lik enflasyon hedefi, büyük olasılıkla yüzde 80’i aşacaktır; çünkü, ocak, şubat, mart ayları enflasyon değerlerinin toplam yüzde 20 olarak gerçekleştiği dikkate alınırsa, yüzde 80’lik tahminimiz, çok da yanıltıcı olmayacaktır. Türkiye’yi yönetenler, yıllardır, enflasyonun başlıca nedenleri arasında, çalışanlara, memur ve işçilere ödenen ücretler ile tarıma verilen destekleri, yatırımları, KİT’lerin bütçeye yüklerini göstermişlerdir. Bu yaklaşım nedeniyle, çalışanlar ve üreticiler, emeklerinin karşılığını alamamışlardır. Aynı anlayışla, enflasyonun asıl sebebi olan, bu bütçedeki, yüzde 36,9’luk faiz ödemelerinin görmezden gelinerek, kötü gidişin faturasının bu yıl da halkımıza kesilmesi, haksızlık olacaktır. Hükümetin, çalışanlar ile üretenleri gözetmesini bekliyoruz. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu Hükümetin de, öncekiler gibi, bütçe açığının kapatılmasında özelleştirmeyi kurtarıcı gibi görmesi, haklı değildir; asıl olan, adaletli vergi düzenlemeleridir. Açıkları kapatmak için, vergi alma yerine, kolay yol olan borçlanma tercih edilmemelidir. Şu anki borçlarımızın hızı, bütçenin kaldırabilme boyutunu zorlamaktadır. Bu nedenle, yasal bir düzenlemeyle, borçlanmaya sınır getirilmelidir. Türkiye’nin, gecikmeden, kamu maliyesi reformuna ihtiyacı vardır. Özellikle, rantiyelere, vergisiz gelir aktarılışı önlenmelidir. Bu anlamda, faiz gelirlerinin vergi dışında tutulması yanlıştır. Son zamanlarda, dolaylı vergiler niteliğindeki zamlar, halkımızı bunaltmıştır. Kritik düzeyde olan bu tip dolaylı vergilerden kaçınılmalıdır. Hükümetin, özel tüketim vergisi adıyla getirmek istediği yeni vergi sistemi de, bir anlamda dolaylı vergi niteliğindedir. Bu nedenle, özel tüketim vergisi düşüncesi yeniden gözden geçirilmelidir. Ayrıca, özel tüketim vergisinin, KOBİ’lerimize getireceği yükler dikkate alınmalıdır KOBİ’lerin rekabet güçleri kırılmamalıdır. Sayın milletvekilleri, geçmiş hükümetler, özelleştirme uygulamalarıyla, özelleştirme kapsamına aldıkları kuruluşlarla, kamuoyunun desteğini kazanamamışlardır; çünkü, 4046 sayılı Özelleştirme Yasasındaki temel iki ilkeye uyulmamıştır. Temel ilkelerden birincisine göre, Hazineye yük olmayan KİT’ler korunacaktı; ikincisinde ise, özelleştirmeyle, kuruluşlara verimlilik kazandırılacaktı. Uygulamalar, ne yazık ki, sıralanan bu hedeflerle bağdaşmamaktadır. Özelleştirilen işletmelerde verimlilik kaybolmuştur; hatta, bazıları, üretimden çekilmişlerdir. Bu işletmelerde çalışanlar, iş güvenliklerini, işlerini kaybetmişlerdir. Çimento, Sümerbank, ORÜS, SEK, canlı örneklerdir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Demokratik Sol Parti olarak, Hükümete, KİT’lere bakış açılarını gözden geçirmelerini öneriyoruz. Parti olarak, özelleştirmeye karşı olmamakla beraber, öncelikle, KİT’lerin özelleştirilmesi yerine özerkleştirilmelerine, teknolojilerini yenilemelerine, nitelikli personelle takviye edilmelerine, serbest piyasada rekabet edebilmeleri ve düzenleyici rol almalarına destek olunmalıdır diyoruz. (DSP sıralarından alkışlar) Bu yönde, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçesinin görüşülmesi sırasında Bakan Sayın Erez’in KİT’lere yaklaşımı sevindiricidir; bunun, tüm Bakanlar Kurulu üyelerince de benimsenmesini diliyoruz. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk üreticisi, çiftçisi, onbeş yıldır hüsran içindedir. Kalkınmanın sanayileşmeden geçtiği bilinir; ancak, tarım ihmal edilerek bir yere gidilemeyeceğini de unutmamak gerekir. Bugün, dünyanın kalkınmış, sanayide ileri gitmiş hangi ülkesine bakarsanız, tarımda da ileri gittiğini görürsünüz. Üzerinde konuştuğumuz 1996 yılı bütçe tasarısı, nüfusumuzun yüzde 40’ını oluşturan köylümüze, çiftçimize umut vermemektedir. Bu bütçedeki 38 trilyonluk, yaklaşık yüzde 1’lik destekler, gübre, ilaç, tohumluk gibi girdilerin sübvansiyonlarına yetmeyecektir. Bilindiği gibi, 5 Nisan 1994 kararlarıyla, şeker, tütün ve hububat dışında tüm ürünler destekleme kapsamından çıkarılmıştır. Son iki yıldır verilen fiyatlar ve güdülen politikalar başarısız olmuştur. Şekerde geçen yılki 300 bin ton açık, bu yıl 600 bin tona çıkacaktır. Şekerpancarına erken fiyat ilanı yerindedir; ancak, fiyatın 4 400 değil, 5 000 TL olması gerekliydi. Aynı şekilde, bitkisel yağ açığı bu yıl 500 bin tonu bulacaktır. Hububatta, özellikle buğdaydaki üretim düşüşü ciddî boyuttadır. Toprak Mahsulleri Ofisi, silolarının üzerinde yazan “Çiftçinin Dostu” olmaktan çıkarılmıştır. Geleneksel ve kültürel ürünlerimizden tiftik, yaş koza tarihe gömülmektedir. Yaş üzüm, çekirdeksiz kuru üzüm, incir, kayısı, antepfıstığı, zeytin, zeytinyağı üreticileri endişelidir. Fındık üreticisi, söz veren devletini aramaktadır. Pamuk üreticisi, ihracatta kendisine konan kota ve fonlara karşı ithalattaki serbestlik nedeniyle şikâyetçidir. Tütün üreticisi ise, devletin değil, tüccarın, özel sektörün düzenlemelerine bel bağlamıştır. Hayvancılığımız tam bir bunalım yaşamaktadır. Son zamanlarda ortaya çıkan “delidana” telaşı tam bir darbe olmuştur. Pazar güvencesi yaratılamadığı takdirde, ithal edilen damızlıkların ve süt ineklerinin de akıbeti kasaplık olacak, trilyonluk kredi destekleri boşa gidecektir. Batı’nın tarıma yönelik desteklemeleri engelleyen önerilerini sahiplenmekten, onlara özenti göstermekten vazgeçmeliyiz. Sayın milletvekilleri, gerek üreticinin gerekse Türk tarımının esenliği için, Demokratik Sol Parti olarak yıllardır ısrarla önerdiğimiz köy-kent projesini hükümetlerin değerlendirmelerine sunuyoruz; uygulamaya koymalarını diliyoruz. Köy-kentlerle köyler toplulaşırken, ekonomik güçlerini bir araya getirecekler ve ihtiyaçlarını tek elden karşılayan bir servise de kavuşacaklardır. Köy-kentler, köylümüzü köylülükten kurtaracak, onları birer üretici yapacaktır. Köy-kentlerin ve üreticilerin bölgesel ve yöresel olarak, ekonomiye, istihdama ve göçlere karşı olumlu yönde gelişmeler getireceğine inancımız tamdır. Bizi, bu konuda, en çok Anadolu köylülerinin anladığını biliyoruz. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu bütçe müzakereleriyle görüldü ki, ulusal sağlık politikası da yoktur. Sayın Sağlık Bakanının, sağlıkla ilgili kesimlerin ve ilgili meslek örgütlerinin görüşlerini de alarak, bir an önce, ulusal sağlık politikasını oluşturmasını bekliyoruz. Geçim zorluğu çeken insanlarımız için verilen yeşilkart olumludur; ancak, bu kartlardan yararlananların, hastanelerde hak arar olmaktan kurtarılmaları gerekir. Ülkemizin birçok yerinde doktor, birçok hastanesinde uzman hekim yoktur. Doktorların yüzde 50’si, üç büyük kentimizde toplanmıştır. Devlet ve SSK hastanelerinde yeni bir organizasyonla, bu yığılma, dengeli bir şekilde yurdun belirli bölgelerindeki hastanelere kaydırılmalı; halkımıza, yerinde tedavi ve sağlık hizmetleri verilmelidir. Bütçede sağlığa ayrılan paylar yetersizdir. Öyle görünüyor ki, özelleştirmenin cazibesi sağlığı da etkilemekte ve sosyal devlet ilkesi terk edilmektedir. Sayın milletvekilleri, Yüce Önder Atatürk’ün “Hayatta en hakikî mürşit ilimdir” sözü her dönemde önemini korumaktadır. Ülkemizi aydınlığa götüren öğretmenlerimize ve eğitime ne kadar fazla ödenek ayırsak haklarıdır; çünkü, bu yönde yapılacak yatırımlar, gençliğimize ve geleceğimize yatırım olacaktır. Hükümet Programındaki zorunlu eğitimin 8 yıla çıkarılması projesi yerindedir; ancak, bu projede Sayın Başbakanın açıklamalarından ayrıldığımız nokta, bu 8 yıllık eğitimde de öğrencilerin yönlendirilmek istenmesidir. Bu, yanlıştır; eğitim birliğine aykırıdır. Bugüne kadar uygulanan bölünmüş eğitim sisteminin ağır faturasını gençlerimiz ödemektedir. Eğer, 8 yıllık tek programlı eğitimi gerçekleştirebilirsek, bundan, en başta kızlarımız yararlanacaktır. Kızlarımıza verilecek 8 yıllık eğitim, ekonomimize, sosyal ve siyasal hayatımıza büyük bir güç katacaktır. Hükümetimizden, 1997 yılında bu projeyi uygulayamaya koyacak bir bütçeyle gelmesini diliyoruz. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yetmiş yıldır, Atatürk’ün dış politikaya yönelik “yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi, tüm hükümetlerimizin titizlikle uyguladığı ilke olmuştur. Bizim bu duyarlılığımıza rağmen, komşu ülkelerle ilişkilerimiz, ne yazık ki, sorunlarla doludur. Nedenleri farklı da olsa, çoğunlukla demokratik rejime sahip olmayan güney ve doğu komşularımız, İslamı demokrasiyle, çağdaşlıkla ve laikle bağdaştıran Türkiyemize karşı her fırsatta hasmane bir tutum sergilemektedirler. Türkiye’nin rejimini sarsmak için, köktenci veya bağnaz dinsel akımları, PKK terör örgütünü, açıktan veya dolaylı, desteklemektedirler. Bu konuda, İran’ın, Suriye’nin, hatta Irak’ın tutumunu anlamak zor değildir. Anlaşılması zor olan, ABD’nin ve bazı Batılı ülkelerin tutumudur. Irak’ın Kuveyt’i işgal etme girişiminden sonra, Kuzey Irak’ta ABD’nin müdahalesiyle oluşan tampon bölge, Türkiye’nin bütünlüğü için tehlike olmaya başlamıştır. Bu yaklaşım, bölgede otorite boşluğuna neden olmuş ve PKK terör örgütünün Türkiye’ye sızmasına yol açmıştır. BAŞKAN – Sayın Şahin, sürenizin bitimine 2 dakika kaldı. METİN ŞAHİN (Devamla) – Teşekkür ederim. Adı “Huzur Harekâtı” olan bu plan, bölgeye huzur değil, huzursuzluk getirmiştir. Artık bundan böyle, Türkiye, bu bölgedeki tavrını netleştirmeli ve ülkemize zararlı sonuçlar getiren mevcut yapıya son vermelidir. Görüşmekte olduğumuz 1996 yılı bütçesi, bir icraat bütçesi değildir. Zaten, Hükümetin, önündeki sekiz ayda icraat yapmaya yönelik gücü de yoktur; bütçeden anlaşıldığı gibi, parası da yoktur. Öyleyse, bütçeye bağlı olmadan da bazı önemli kararları alabilmeli ve bunları uygulamaya koyabilmelidir. Örneğin, devletin yeniden yapılanması için: Başbakanlıktan başlayarak taşra kuruluşlarına kadar, verimliliği sağlayacak idarî ve hukukî düzenlemeler yapılmalıdır. Kamu çalışanlarının örgütlenme ve hak arayışlarının önündeki hukukî engeller kaldırılmalıdır. Yüksek Denetleme Kurulu, özerkleştirilerek Başbakanlıktan alınmalı, Türkiye Büyük Millet Meclisine bağlanmalıdır. Deneyimli, uzman, dürüst ve namuslu bürokrat ve teknokratlar, partizan anlayışlar ve hukukdışı muamele ve tayinlerle mağdur edilmemelidir. İçgüvenlikten sorumlu güvenlik güçlerimizce, toplumsal olaylarda, gençlerimize, öğretmenlerimize, kamu çalışanlarımıza karşı, kaba kuvvet kullanmadan, yansız, hoşgörülü bir yaklaşım sergilenmelidir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yarın, Yüce Atatürk’ün “en büyük eserim” dediği Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 76 ncı yıldönümüdür. Yüce Atatürk ve arkadaşları, Anadolu’nun dört bir yanından gelen halkımızın temsilcileri, bundan 76 yıl önce, bu Yüce Parlamento çatısı altında toplanarak... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) METİN ŞAHİN (Devamla) – Bir dakikada bitireceğim Sayın Başkanım. BAŞKAN – Buyurun efendim. METİN ŞAHİN (Devamla) – ...laik, demokratik Türkiye Cumhuriyetinin temelini atmışlar, tüm zorluklara rağmen, emperyalist güçlere karşı Ulusal Kurtuluş Savaşını kazanmışlar ve ülkenin her türlü sorununun çözüm yeri olarak Parlamentoyu seçmişlerdir. Dün Sayın Soysal’ın söylediği gibi, parlamentolar, ilericiliğin, gelişmenin, yeniliğin temsilcisidir. Parlamentolara, durağanlık, hele tutuculuk yakışmaz; böyle bir tutum sergilemeleri de beklenmez. Türkiye Büyük Millet Meclisinin, ülkemizin çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmada halkımızla birlikte görev yaptığına inancımız tamdır. Bugünlere gelmemizde, Türkiye’nin laik, demokrat devlet yapısıyla uluslar camiasında saygın bir yer almasında önderlik eden, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, tüm parlamenterlerimizi, Demokratik Sol Parti olarak, saygı ve minnetle anıyoruz. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, sevgili çocuklarımıza kutlu olsun. Ayrıca, bu hafta sonu, sevinçle karşılayacağımız Kurban Bayramımızın tüm ulusumuza kutlu olmasını diliyorum. 1996 malî yılı bütçesinin, ulusumuza, ülkemize yararlı olmasını dileyerek; hepinize saygılar sunuyorum. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Demokratik Sol Parti Grubu adına konuşan Sayın Metin Şahin’e teşekkür ediyorum. Demokratik Sol Parti Grubunun ikinci sözcüsü, Ankara Milletvekili Sayın Gökhan Çapoğlu; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar) Konuşma süreniz 22 dakikadır. DSP GRUBU ADINA GÖKHAN ÇAPOĞLU (Ankara) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1996 yılı konsolide bütçe tasarısının tümü üzerinde Demokratik Sol Parti adına söz almış bulunuyorum; Partim ve şahsım adına sizleri saygılarımla selamlarım. Bütçeler, siyasî iktidarların programlarını somutlaştırdıkları belgelerdir, yapacaklarının bilançosudur. 1996 yılı konsolide bütçe tasarısı da, ANAP-DYP Koalisyonu tercihlerini ve ülke yönetimine yaklaşım anlayışlarını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Tabiî, bunu, biraz daha da genişletmek gerekiyor. Eğer, 24 Aralık 1995 seçimleri olmasaydı, bu bütçe, DYP-CHP Hükümeti tarafından uygulanacaktı. Sayın Baykal’ın yaptığı eleştirilerin hepsi yerindedir; ama, seçim olmasaydı, bu, kendilerinin uygulayacağı bütçeydi. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) Ben, ANAP-DYP Koalisyonuyla DYP-CHP Koalisyonu ve DSP’nin tercihlerini, ülke yönetimine yaklaşımlarındaki farklılıkları ortaya koyarak, aslında, ülke sorunlarını çözmenin mümkün olduğunu, ağırlaşan koşulların ülkenin kaderi olmadığını, örnekleriyle açıklamaya çalışacağım. İlk önce, bütçe rakamlarını açıklamak isterim: Biliyorsunuz, bütçe büyüklüğü; giderler 3,5 katrilyon, gelirler 2,65 katrilyon, açık 861 trilyondur. Şimdi, DYP-CHP Hükümeti tarafından uygulanacak olsaydı, ilk sunulmuş haliyle, o bütçede kur 62 800 lira ve açık 400 trilyon liraydı. O kur, ocak ayının ilk iki haftasında aşıldı. Sayın Maliye Bakanının, Plan ve Bütçe Komisyonuna sunuşunda belirttiği gibi, açık da ilk dört ayda aşılacaktır. İşte, eleştirilen bütçe budur ve ondan sonra geliştirilmiştir. Oradaki rakamların, 75 bin lira kur ortalamasının, yüzde 65 enflasyonun, 861 trilyon lira açığın, biz, aşılacağını bekliyoruz. Şimdi, ana tercihlere gelelim; bakın, tercihler neler: Bütçeden, eğitime yüzde 12; sağlığa yüzde 3,3; adalet ve emniyet hizmetlerine yüzde 3,8; personel giderlerine yüzde 25,9; yatırım harcamalarına yüzde 6,9 ayrılırken, faiz ödemelerine yüzde 36,9 pay ayrılmış. Aslında, bu bütçe, tercihleri bakımından, 1995 yılı bütçesinden o kadar farklı değildir. O açıdan, biraz sonraki eleştirilerim, hem ANAP-DYP koalisyonunun tercihlerine hem de DYP-CHP koalisyonunun tercihlerine olacaktır. (DSP sıralarından alkışlar) Bakın, buradaki en büyük kalem, yaklaşık 1,3 katrilyonla, faiz ödemeleridir ve Hükümetin kontrol altında tutamayacağı tek kalem de faiz ödemeleridir; Sayın Maliye Bakanı da bunu açık bir şekilde belirtmiştir. Şimdi, bütçe içerisinde, faiz ödemeleri, neden o kadar yüksek bir pay almakta; faiz ödemelerinin bütçe içerisindeki yüksekliğinin nedeni, devletin borçlanmasında, reel faizlerin çok yüksek olmasından dolayıdır. Eğer, hükümet programları, istikrara yönelik değilse, bütçe açığını kapatma yönünde inandırıcı değilse, piyasalar, enflasyonun çok üzerinde bir nominal faiz talep edeceklerdir ve bugün olduğu gibi, faiz reel olarak yüzde 40’larda olacaktır. Amerika Birleşik Devletlerinde, Avrupa’da, geçen sene reel faiz yüzde 4’ü geçmemiştir. Şimdi, 1995 yılında, devletin, ortalama borçlanma maliyeti yüzde 122,7 olmuş, enflasyon 64,9 olarak gerçekleşmiş; yani, reel faiz, 1995 yılında yüzde 35 olmuştur. Bunu, bırakın Türkiye, Amerikası da, Almanyası da, Japonyası da kaldıramaz; bunu açık bir şekilde ortaya koymak gerekiyor. Şimdi, bu sene, bütçe açıkları artacağı için, reel faizlerin de artacağını beklemek normaldir; yani, yüzde 40 civarında gerçekleşecektir. Bugüne kadar, ocak başından nisan ortasına kadar, borçlanmada, devletin, ortalama borçlanma faiz haddi yüzde 158,5 olmuştur. Şimdi, onu bırakacağım; çünkü, faizlerde bir düşme var; yüzde 240’la başladık yıla, mart ortasında, mart başındaki borçlanmada bir ara yüzde 112’ye düştü; ama, ondan sonra, mart sonunda, tekrar yüzde 144’e çıktı. Ortalama yüzde 130’la borçlansın Hükümet; eğer, Hükümetin dediği gibi enflasyon yüzde 65 olursa, o zaman reel faizler yüzde 40 olacak; ama, eğer, kamu inandırıcı olabilseydi, bütçe açıklarını kapatabilseydi ve Hükümet, yüzde 9 reel faizle -bırakın yüzde 4 veya yüzde 5’i, yabancıların, gelişmiş ülkelerin yaptığı gibi- borçlanmış olsaydı, sadece, bütçe faiz ödemelerinden, asgarî bir hesaplamayla, 500 trilyonun çok üstünde bir tasarruf sağlayabilecekti. İşte, Demokratik Sol Partinin farkı burada yatmaktadır. (DSP sıralarından alkışlar) Demokratik Sol Parti, ciddiyet ve sorumluluk anlayışı içerisinde uygulayacağı programla, halkımıza ve piyasalara güven verecek; reel faizin, kendiliğinden, piyasa koşulları içerisinde düşmesini sağlayabilecek ve bu sağladığı tasarrufu, eğitim, sağlık, adelet sistemlerinin iyileştirilmesine; yeni iş sahası açacak yatırımlara; gençlere, emeklilere, memura, işçiye, çiftçiye, yani yeniden bozduğunuz gelir dağılımını düzeltmeye ve üretken alanlara yatırmayı tercih edecekti. (DSP sıralarından alkışlar) Beni sakın yanlış anlamayın; biz, 1993 sonbaharındaki ve daha önceki yönetimlerde olduğu gibi, faizlere müdahale edilsin demiyoruz. Faizlere müdahale etmeye başladığınız zaman, 1994’te olduğu gibi, kriz yaratırsınız, ekonomiyi büyük ölçüde geriletirsiniz ve yüzde 400’ler gibi muazzam faizle borçlanarak yeni saadet zincirleri yaratırsınız... Bizim burada söylediğimiz, kadromuzun ve programımızın inandırıcı olmasıdır. DSP olarak biz, bu Hükümetten neleri farklı yapabilirdik, yaklaşımlarımız nasıl farklı olurdu; onları kronolojik olarak açıklamaya çalışacağım. 3 Mart 1996 tarihli Hükümet Protokolünde “Bütçe kanunundan önce çıkarılması gereken kanun tasarıları: Meclis İçtüzüğü, ÖTV, Telekom, SSK ve Bağ-Kur, Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri, Bankalar, Sermaye Piyasası ve Sigorta, Gümrük ve Gümrük Müsteşarlığı Teşkilatı yasalarında değişiklik yapılması ve Ekonomik ve Sosyal Konseyin Kurulması Hakkında Kanun Tasarısı” deniliyor. Tabiî, bizim tercihimiz, ilk önce, Anayasaya uyum yasalarından başlanılmasıydı; ama, onu bir kenara bırakalım, bakın, bu yasaların hiçbirisi çıkarılmamıştır; çıkarılmadığı gibi, bunların 7 tanesinin, ilk önce Plan ve Bütçe Komisyonunda müzakere edilmesi gerekirdi; Plan ve Bütçe Komisyonuna dahi gelmemiştir. Yani, Hükümet kurulduğu zaman, Hükümet Protokolü imzalandığı zaman, kurulacak hükümetin inandırıcılığına darbe gelmiştir. Sonra hükümet kurulmuştur. Tabiî kurulan hükümetin, ülke sorunlarına cevap verecek şekilde ve yapıda kurulmasını beklemek hakkımızdır; fakat, Hükümet -parti içi dengeleri ve koalisyon hesapları yüzünden- Başbakan dahil 34 bakanlıkla kurulmuştur. Plan ve Bütçe Komisyonu çalışmaları sırasında açıkça ortaya çıkmıştır ki, devletin, hükümetlerin, kişilere bakanlık dağıtarak soktukları dağınıklıktan bir an önce çıkarılması gerekiyor. Devlet hizmetlerinde verimliliği sağlamak, başka türlü mümkün olmayacak ama, ne yazık ki bu Hükümet 34 bakanlıkla kurulmuştur. Düşünün; bu Hükümet 34 bakanlık yerine, 24 bakanlıkla kurulmuş olsa ve devletteki dağınıklığı toplayıp, bir işlevsel bütünlük kazanmış olsaydı, o zaman hepimiz “demek ki bunlar ciddîler, bunlar ülke sorunlarına ciddi bir şekilde yaklaşıyorlar, ülke sorunlarını, parti içi dengelerin ve koalisyon hesaplarının üzerinde tutabiliyorlar” diyebilecektik. Aslında bizim iktidar hazırlığımız, devlette israfı azaltacak, hizmette verimliliği artıracak işlevsel bütünlüğe çok büyük önem vermektedir. Değerli milletvekilleri “Bu, böyle gelmiş böyle gider” anlayışı artık devam edemez. Bunun böyle geldiği ama böyle gidemeyeceği, açık bir şekilde ortada; ekonomi kötü durumda, toplum büyük bir yılgınlık içerisinde. Hükümet bütçeyi hazırlarken, acil bütün ihtiyaçlar dışında kalan harcamaları, belirli oranda azaltsaydı, bunun, piyasalar üzerindeki olumlu psikolojik etkisi, yaptıkları indirimden çok daha fazla olacaktı. Nitekim, Demokratik Sol Parti olarak biz, Plan ve Bütçe Komisyonundaki çalışmaların başında, böyle bir öneride bulunduk, ancak muhatap bulamadık. Hükümet halihazırda süren, 4 239 adet yatırım projesinden, öncelikli olanları seçerek ve bu yıl içinde bitirmeye çalışarak, ülke ekonomisini, yıllardır devam eden büyük bir israftan kurtarabilirdi. Devlet Planlama Teşkilatı verilerine göre, projelerin bitme süresi, öngörülenden ortalama iki katına ulaşmakta ve maliyetler de buna göre iki katından fazla olmaktadır. Gelir hanesine bakınca, Hükümetin vergi reformu yapma gereği ortadadır. Ancak Hükümet, vergi reformu yapmak yerine, devlet kağıtları gelirlerinin, 1 Ocak 1997 tarihinden itibaren vergilendirilmesini içeren hükmü -Sayın Maliye Bakanının dün belirttiği gibi- erteleme tartışmasına girmiştir; bu, sadece Hükümetin inandırıcılığını değil, devlet ciddiyetini de zedeleyen bir davranıştır. Türkiye’de bütün gelirler vergi kapsamına alınmalıdır; vergi kapsamına alınması daha önce yasalaşmış bir gelir türünü, vergi dışına çıkarma çabası, vergi adaleti ve kayıt dışı ekonomiyi kapsam içerisine alma ve devlet ciddiyetiyle bağdaşmaz. Bunun, “faizler artar” gibi ekonomik gerekçesi de doğru değildir. Devlet, ne zaman ki, borç almak yerine vergi almakta kararlı olduğunu gösterirse, faizler kendiliğinden düşecektir. Sosyal güvenlik sistemimiz, geçmiş hükümetlerin sorumsuz uygulamaları sonucu, 1996 yılında 300 trilyon lira açık verecek duruma gelmiştir. Sosyal güvenlik sisteminin içerisinde bulunduğu bunalımdan çıkması için, son iki ay içerisinde, çözüm yolunda çok önemli girişimlerde bulunulabilirdi; bunların en önemlisi, işçi ve memur sendikalarını, işverenleri, emeklileri bir araya getirerek, toplumsal uzlaşma sağlanabilirdi; ancak, Hükümet, toplumsal uzlaşmayı bir yasa olarak görmektedir. Gerçi, DYP-CHP Hükümeti, ekonomik sosyal konseyi kullanmıştır; ama, bir defa kullanmıştır, o da, işçilere baskı yapmak için kullanmıştır. (DSP sıralarından alkışlar) Ekonomik sosyal konsey, bir yasanın adı olmamalıdır. Ekonomik sosyal konsey, toplumsal uzlaşma anlayışının en önemli araçlarından biridir ve ülke sorunlarının çözümü, toplumsal uzlaşma olmadan sağlanamaz. İşte, bu anlayışladır ki, biz, ANAP-DYP Azınlık Koalisyonunun kuruluşuna destek verdik. Demokratik Sol Parti olarak biz, ülkemizde demokratik uzlaşma kültürünün yerleşmesini gerekli görüyoruz ve bunu gerçekleştirmek için elimizden geleni yapıyoruz. Bizi anlamak istemeyenler veya yanlış anlayanlar, demokratik uzlaşma kültüründen nasibini almamış olanlardır. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) Bu kişilerin bilmesi gerekir ki, toplumsal uzlaşma sağlanmadan ülkemizin sorunlarını çözmek ve demokrasimizi geliştirmek mümkün değildir. ANAP, DYP ve CHP ile Demokratik Sol Partinin anlayış farklılıkları, diğer konularda da ortaya çıkmaktadır; buna, bu Hükümetin, 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısına eklediği 29 uncu madde örnek gösterilebilir. Bizim uyarılarımız doğrultusunda Hükümetin Anayasaya aykırılığı düzeltecek girişimlerde bulunmasını memnuniyetle karşıladık; ancak -Sayın Baykal çok haklılar- Anayasaya aykırı bazı maddelere fazla bir şey diyemedik. Fazla bir şey diyemedik; çünkü, Hükümete dedik ki, “çıkaralım bundan” o kadar fazlaydı ki, karşı çıksaydık, bütçe diye bir şey kalmayacaktı; çünkü, 1995 yılı bütçesinin Anayasaya aykırı olan, iptal edilen maddeleri perşembe günü yayımlandı; 87 sayfa tutuyor. (DSP sıralarından alkışlar) Sizin, bilfiil uygulamacısı olduğunuz bütçenin 4, 6, 12, 14, 15, 32, 41, 47, 48, 49, 50, 62, 65, 67, 72 nci maddeleri Anayasaya aykırıydı. (DSP sıralarından alkışlar) ÖNDER SAV (ANKARA) – Siz ne yaptınız burada, onun hesabını verin; kaçtınız buradan. GÖKHAN ÇAPOĞLU (Devamla) – Biz, Anayasaya aykırılığı, ülke sorunu içinde düzeltmeye çalıştık; ancak, 29 uncu maddenin özü değişmedi. 29 uncu madde, merkez sağ partiler, CHP ve Demokratik Sol Parti arasında özelleştirme, piyasa ekonomisi ve devlet yönetimi konusunda farklılıkları açık bir şekilde göstermektedir. Sayın Bakan, demiştir ki “29 uncu maddeyi, biz, bugün uygulamaya koymuyoruz” ama, 1994’ten beri uygulanmaktadır -yanılmıyorum değil mi Sayın Bakan? - ve o madde demektedir ki “devlet, Türk Telekom A.Ş’nin gayri safî hâsılasının yüzde 10’una ve TEDAŞ’ın da yüzde 8’ine el koyacaktır” Şimdi, bu maddeleri tek tek ele alalım: Hükümet, bir yandan Türk Telekom’un yüzde 49’unu özelleştireceğini söylüyor, öbür yandan da gayri safî hâsılasının yüzde 10’una el koyuyor. Bakınız, ANAP ve DYP içerisinde işadamı olan birçok milletvekili var, onlara sormak istiyorum, siz, gayri safi hâsılasının -kârına da değil; çünkü, biliyorsunuz kâr gayri safî hâsılayla gider arasında farktır- yüzde 10’una el konulan bir şirketi satın almak ister misiniz?.. ALİ COŞKUN (istanbul) – Almayız... GÖKHAN ÇAPOĞLU (Devamla) – Almazsınız... Veya satın alırsanız, çok ucuz fiyata alırsınız. İşte bu örnek, Hükümetin, özelleştirme konusunda bir mirasyedi gibi, sadece gelir elde etme kaygısı taşıdığını göstermektedir. Eğer, Türk Telekom verimli değilse, hizmetinde aksaklıklar varsa, o zaman, gelirlerini bu alana yatırın ki, Türk Telekom kendini yenileyebilsin. Hem Hükümet Programı hem de bütçe, özelleştirmeye son on yıldır egemen olan bağnaz yaklaşımı sürdürmeye devam etmektedir. Özelleştirme, eğer rekabeti, verimliliği arttırıyorsa, siyasî talan ve yağmaya son veriyorsa yararlı olur; ama, özelleştirmenin kendisi talan ve yağma konusu olursa, özel tekeller ve haksız kazanç sağlıyorsa, zarar verir. 1985 yılından beri sürdürülen propagandaya rağmen, 31 Aralık 1995 tarihi itibariyle, özelleştirmeden sadece 2,6 milyar dolarlık gelir sağlanmıştır; ama, Aktaş’larda, ÇEAŞ’larda yapılan vurgunların yanında, örnek gösterilen çimento fabrikalarında bile bölgesel tekeller yaratılmış, haksız kazançlar elde edilmiştir. Demokratik Sol Parti, mülkiyetin değil, rekabetin ve verimliliğin önemli olduğu inancındadır ve özelleştirmenin, verimlilik ve rekabet artışı sağlamak, mülkiyeti tabana yaymak için yapılmasından yanadır; özelleştirme adı altında yapılan talana da, yağmalamaya da karşıdır. (DSP sıralarından alkışlar) 29 uncu maddeyle ilgili olarak, onun gösterdiği, ortaya koyduğu bir anlayış farkıysa, piyasa ekonomisi anlayışı farkıdır. ANAP ve DYP, bu maddeyle görüldüğü üzere -bırakın özel sektörü, devletin bile keyfî hareket ettiği- istediği zaman salma salabildiği, güçlünün sözü geçtiği serbest piyasa ekonomisinden yanadır. Demokratik Sol Parti, devlet dahil, herkesin kurallara uyduğu, verimlilik ve üretkenliğin ve rekabetin önplana çıktığı, sosyal devletin işlevlerini yerine getirdiği rekabetçi piyasa ekonomisinden yanadır. 29 uncu maddenin ortaya çıkardığı diğer bir konu ise, devlet anlayışındaki farklılığı göstermektedir. ANAP ve DYP Hükümeti, geçmiş hükümetlerin Anayasaya ve en temel ticaret yasalarına aykırı uygulamalarını devam ettirmekte bir sakınca görmemişlerdir. Bu keyfî devlet yönetim anlayışı, tabiî, insan hakları dahil, diğer konularda da kendini göstermektedir. Demokratik Sol Parti, Türkiye’de, hukuk devletinin yerleştirilmesinin, insan haklarını güvence altına almak, demokrasiyi geliştirmek ve ekonomik sistemin düzenli çalışmasını sağlamak için gerekli olduğu inancındadır; her türlü keyfîliğe karşıdır, bu keyfîliklerin yarattığı belirsizliğin ekonomik ve toplumsal maliyetinin çok yüksek olduğu görüşündedir. Görüldüğü üzere, Türkiye, sorunları çözülebilecek niteliktedir. Bugün tartıştığımız 1996 yılı bütçesinin tercihleri, ANAP-DYP Hükümetinin tercihleridir; faiz yükünün yüksekliği ise, bu partilerin yönetim zaaflarından dolayıdır. ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Destek verecek misiniz?.. GÖKHAN ÇAPOĞLU (Devamla) – Demokratik Sol Parti, ülkemizde, israfı ve yolsuzluğu önleyecek, hukuk devletini yerleştirecek, rekabetçi piyasa ekonomisini geliştirecek, devlet yapısını içinde bulunduğu dağınıklıktan kurtaracak, toplumsal uzlaşmayı gerçekleştirecek anlayış ve kadrolara sahiptir. BAŞKAN – Sayın Çapoğlu, 2 dakikalık süreniz kaldı. GÖKHAN ÇAPOĞLU (Devamla) – Bizim ekonomik hedeflerimiz, daha fazla üretim, daha fazla iş, daha fazla rekabet, daha fazla verimlilik ve artan verimliliğin adaletli paylaşımıdır. Demokratik Sol Parti, güneydoğu sorunundan Huzur Harekâtına kadar, bütün konulardaki girişimciliğe öncülük etmekte ve Türkiye’ye sahip çıkmaktadır. Türkiye’nin en önemli sorunlarından olan güneydoğuda, terörün belini kırarken, halkın gönlünü kırmayın diyoruz. Önemli olan, Güneydoğu Bölgemizde ekonomik ve toplumsal gelişmeyi sağlamaktır. Bunun için de, bölgenin aşiret yapısını güçlendiren değil, aşan çözümler ve işsizliği, evsizliği azaltan yatırımlar önplana çıkarılmalıdır. Türkiye’de, 1980’lerden beri, toplumsal değerlerin hızla yozlaşmasına şahit olmaktayız. Yapanın, yaptığının yanına kâr kaldığı, çalarsan daha büyük çal anlayışı, Türkiye’de, topluma egemen olmaya başlamıştır. Türkiye’de, toplumsal değerlerin yozlaşmasını önleyecek, yolsuzluklar dengesine çomak sokacak tek parti, Demokratik Sol Partidir. (DSP sıralarından alkışlar) Demokratik Sol Parti, izlediği politikalarla, ürettiği çözümlerle, Türkiye’ye sahip çıktığı için, halkımız, giderek artan bir şekilde, Demokratik Sol Partiye sahip çıkmaktadır. Bizim özlemimiz, yakın bir gelecekte tek başına iktidara gelerek, Türkiye’nin yüksek potansiyelini harekete geçirmek, Türkiye’de demokratik ve toplumsal gelişmeyi hızlandırmak ve toplumsal adaleti sağlamaktır. (DSP sıralarından alkışlar) (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Toparlayın efendim. GÖKHAN ÇAPOĞLU (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. 1996 bütçesinin, ülkemize hayırlı olmasını diliyor, hepinize, Partim ve şahsım adına saygılarımı sunuyorum. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Demokratik Sol Parti Grubu adına konuşan Ankara Milletvekili Sayın Gökhan Çapoğlu’na teşekkür ediyorum. Şimdi, Refah Partisi Grubu adına Genel Başkan, Konya Milletvekili Sayın Necmettin Erbakan konuşacaklardır. (RP sıralarından ayakta alkışlar) Sayın Erbakan, konuşma süreniz 45 dakikadır. OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) – Sayın Başkan, Sayın Genel Başkanımın konuşması, sabahki çalışma süremizi aşacağı için, muhtemeldir ki süre uzatımına gideceksiniz. Bu nedenle, bu hususu şimdiden oylarsanız, konuşmayı da bölmemiş olursun efendim. BAŞKAN – Uyarınız için teşekkür ederim Sayın Asiltürk. Değerli arkadaşlarım, sayın sözcünün konuşmaları, çalışma süremizi aşan bir süre olabilir; onun için, konuşma tamamlanıncaya kadar, sürenin uzatılması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Buyurun Sayın Erbakan. RP GRUBU ADINA NECMETTİN ERBAKAN (Konya) – Muhterem Başkan, Yüce Meclisin sayın üyeleri, Hükümetin sayın mensupları, ülkemizin kıymetli evlatları; bugün 22 Nisan 1996, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, 1996 yılı bütçesinin son müzakerelerini yapıyoruz. Bu bütçe hakkında Refah Partimiz Grubunun görüşlerini bir kere daha arz etmek üzere huzurlarınızda bulunuyorum; sözlerime başlarken, Refah Partimiz Grubu adına hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor, muhabbetle kucaklıyorum, bu müzakerelerin, bütün ülkemiz evlatlarına ve ülkemize hayırlı olmasını bir kere daha diliyorum. Çok aziz ve muhterem kardeşlerim, bundan önce, 17 Nisan günü bütçemiz üzerinde konuşma yaparken, hatırlanacağı üzere, şu konuların üzerinde durmuştum. Önce, bir defa, bütçenin hukukîliği açısından meseleye baktığımız zaman, bütçe, Anayasanın pek çok maddelerine aykırıdır. Bunları, geçen sefer 7 grupta topladım ve saydım; bir kere daha, huzurlarınızı, bu bakımdan işgal edecek değilim. Geçen sefer yapmış olduğum konuşmada, şunu belirtmeye çalıştım. Biz, burada, 550 kardeşiz ve ülkemizin halkına hizmet için varız, halkımızın refahı ve mutluluğu için de, huzuru için de, yemin etmiş insanlarız; yemin etmiş olsak da olmasak da, zaten, bunu temin etmek, hepimizin gayesidir. İşte, bu gayeyi yerine getirmek için, önümüze getirilmiş olan bütçeye bir bakış yaptık. Gördük ki, 3,6 katrilyonluk bütçe, üçte biri açık, üçte biri faiz, içerisinde, hiçbir yatırım yok. Bu durum, âdeta, vücudunun üçte ikisi felçli bir kimsenin hizmet etmesine benziyor. Geriye kalan üçte bir de, memur maaşını bile verebilecek yapıda değil. Buna, devletin iflası derler, devletin batırılmış olması derler; önce, bu gerçeği kabul etmek mecburiyetindeyiz; halbuki, halkımız, bizden hizmet bekliyor, devletin görevlerini yapmasını bekliyor. Ülkemizde, bilindiği gibi, terör var; Güneydoğu Anadolumuzda, pek çok kardeşimiz mağdur olmuştur. Ülkemizde işsizlik var; ülkemizde, köylümüz, işçimiz, memurumuz, esnafımız, işadamlarımız, emeklilerimiz, büyük müşküllerin, ıstırapların içindedir; bunlara, 65 milyon memleket evladına hizmet etmek mecburiyetindeyiz. Bendeniz, geçen konuşmamda, bu insanlarımıza hizmet edebilmek için, ayrı ayrı, bütçede, en az, daha hangi hizmetlerin karşılıklarının yer alması gerektiğini belirttim ve ifade ettim ki, bu 47 milyar dolarlık bütçeye, devletin halkımıza karşı hizmetlerini yapabilmesi için, en aşağı, 32 milyar dolar daha ilave etme mecburiyeti vardır. Bu 32 milyar doların da, ne tesadüftür ki, ülkemizdeki, takriben 2 bin kişiyi toplayan bir rantiyeci grubuna haksız olarak aktarıldığını, yine, kalem kalem ifade ettim; bu rantiye zihniyetli yönetimlerin ortaya getirdikleri bir hastalıktır. Eğer, reel ekonomiyi yürütecek zihniyetli bir yönetime kavuşacak olursak, bu 32 milyar dolarlık haksız gelir, rantiyecilerin verilmeyecek -onların 47 milyar dolarının 15 milyar doları haklı kazanç telakki edilebilir- haksız olanlar, onlardan alınacak, halkımıza, işçimize, köylümüze, memurumuza, esnafımıza verilecek; Türkiye’deki bu yanlış gidişat düzelmiş olacaktır. Bu bütçeyle, halkımızın hizmetlerinin görülmesi mümkün değildir. Türkiye, yıllardan beri, aynı yanlış zihniyetlerden dolayı, diğer ülkelere nazaran geri bıraktırılmıştır. Bir İspanya’nın bütçesi 180 milyar dolardır; bir İtalya’nın bütçesi 520 milyar dolardır; Türkiye, 65 milyon nüfusuyla, bu 47 milyar dolarlık bütçelerle yönetilemez. Bu gerçeği, geçen sefer belirtmiş ve bunların düzeltilmesi için, temel çare 46 ruhudur -solcu kardeşlerimiz sonradan intikal etmek üzere, ilave edilmek üzere; çünkü, biz, 65 milyonu kardeş biliyoruz- böylece, bütün ülkemizi kucaklayacak bir zihniyetle, geliniz, Türkiyemizi kurtaralım, halkımızı kurtaralım” demiştim. Bendenizin bu maruzatı arkasından, Sayın Başbakan bu kürsüye geldiler ve söylediklerimin büyük kısmına iştirak ettiklerini çeşitli cümlelerle ifade ettiler; ancak, iki nokta üzerinde değişik fikir ifade ettiler. Bu noktalardan bir tanesi şuydu: “Efendim, siz, gerçek bütçenin önemli birkısmının, Türkiye Büyük Millet Meclisinden gizli tutulduğunu ifade ediyorsunuz, bir aysberk var diyorsunuz; halbuki, hiçbir şey Meclisten gizli tutulmuyor. İşte Maliye Bakanımızın açıklaması: Türkiye’nin şu kadar içborcu var, bu kadar dışborcu var. Bu borçların şu kadarı orta vadeli, bu kadarı kısa vadelidir. Borçlar muhasebesini ayrı olarak tutuyoruz, bunun sadece faizlerini bütçeye koyuyoruz” demişlerdir. Önce, çok kısaca, birkaç cümleyle, bu mütalaanın isabetli olmadığını belirtmek istiyorum. Çünkü, bu borçlar için, herşeyden evvel, bu Meclise, aynen diğer bütçe kitapları gibi bir kitabın getirilmesi gerekir. Zira, dışborçlar, çeşitli zamanlarda çeşitli şartlarla alınmış. Meclisin, bunları ne zaman, nasıl ödeyeceğini bilmesi gerekir. Bu, ülkenin borcudur. Böyle bir kitap ortada yok. Geçen sefer söyledim, Sayın Başbakan bu kitabı hazırlattıramaz, gerçek olarak. Neden; çünkü, devletin kendisi de bu hesabı bilmiyor. Bilmediğini ben nereden biliyorum; çünkü, Yüksek Denetleme Kurulu, Hazineyi inceledi; ne gördü orada; birtakım paralar iki kere ödenmiş dışarıya, birtakım paralar alınmış zannediliyor, alınmamış Devletin hali acıklıdır. Onun için, Sayın Başbakanın dikkatini çekiyorum; bürokratların, biz bunları biliyoruz demesine itimat etmesinler. Şu devlet, yukarıdan aşağıya, kuruşu kuruşuna, ciddî bir şekilde kendisine sahip olsun. Ben bunu, ayrıca, bizim belediyelerimizdeki eski yönetimlerden de, aynı şekilde hareket ettikleri denemesiyle de biliyorum. Onlar da parayı aldık zannediyorlarmış; halbuki, almamışlar. Sonradan yapılan incelemeyle bunlar tespit edilmiştir. Maalesef, ülkemizin durumu budur. Bakın, bütçenin bu Meclise getirilirken, 3,6 katrilyon lira olarak getirilmesi doğru değil; çünkü, bütün bu borçların taksitlerinin hepsi, birer giderdir ve bunları karşılamak için yapılacak olan yeni borçlanmalar birer gelirdir. Bundan dolayıdır ki, siz, bu çizginin üzerindeki kısmı buraya getirmekle yetinemezsiniz; bunun altında - geçen sefer aysberk diye tarif ettiğim- 5,6 katrilyonluk iç ve dışborç taksitleri var, bunlar için yapılacak yeni ödemeler var; 74 milyar dolarlık kısmı da beraber getirmeniz lazım; yani, bütçeyi, buraya, 121 milyar dolar olarak getirmeniz ve bunların, önümüzdeki yılda, hangi tarihte, hangi şartlarla ödeneceği hususunda da Meclisten izin almanız lazım. Halbuki, programınıza yazmışsınız “Biz, borçlanmaları, faizleri, serbest piyasaya göre yapacağız...” Doların değerini de 7 tane özel banka tespit ediyor. Bugün Merkez Bankası ilan ediyor; ama, o da, 7 bankanın alış fiyatının ortalamasını alıyor. İşte o 7 tane bankanın arkasında, bir lordlar meclisi var, bir rantiyeciler meclisi var. (RP sıralarından alkışlar) Dolayısıyla, doların değerini onlar tespit ediyor; devlet, hangi tarihte ne kadar borç alacak, hangi faizle borç alacak, onlar tespit ediyor. Halbuki, bunu, bu Yüce Meclisin tespit etmesi lazım. Bu sebepten dolayıdır ki, asıl katrilyonları ihtiva eden borç ödeme, yani, rantiyecilere ait olan bütçe Meclise getirilmemektedir. “Şu kadar borcumuz var, bu kadarı kısa, bu kadarı orta vadeli” demek yetmez. O borçları bu sene nasıl ödeyeceksiniz? Hangi tarihte, ne kadar faizle, ne kadar borç alacaksınız? Alacağınız borcun vadesi ne olacak? Muhasebenin en önemli kısmı bu, bütçenin en önemli kısmı bu; bu hususda Meclisin hiçbir haberi, malumatı yok; bunlara, başkaları karışıyor. Diğer yandan, Sayın Başbakan, geçen sefer yapmış olduğu konuşmada, “hayalî hedefler”, “uygulama imkânı yok”, “niye Türkiye’yi deneme tahtası yapıyorsunuz” gibi ifadeler kullanarak, reel ekonomiye geçerek, bizim getirmiş olduğumuz asıl gerçekçi bütçeyi, bir türlü kabul etmeye hâlâ istekli olmadıklarını, âdeta, orta yere koydular. Hemen kendilerine ifade ediyorum ki, Sayın Başbakan, asıl hayal, sizin bu rantiyeci ekonomiyi devam ettireceğinizi zannetmenizdir; hayır, asıl hayalcilik budur. (RP sıralarından alkışlar) Bakın, demin, DSP’li kardeşim de buraya geldi ve “buraya kadar böyle geldi; ama, bundan sonra böyle gitmez” dedi. Evet, doğrudur; bunun böyle gideceğini zannetmek, işte, asıl hayalcilik odur; bu rantiyecilik yürümez. (RP sıralarından alkışlar) Bakınız, önce, bir defa, ben, size hayal konuşmadım geçen sefer. Rantiyeciler, 32 milyor doları, nereden haksız olarak alıyorlar, bu dolar niçin halkımıza verilmiyor; bunları, kuruş kuruş, burada belirttim. Bunun nesi hayal Allah aşkına?.. Bakınız, şunları yapmak mümkün değil mi; şimdi, size, hemen, 10 maddeyle, bir reel ekonomiye geçiş programı takdim ediyorum: Para politikası IMF’ye bağlılıktan kurtarılmalıdır. Türkiye’de, para, planlı olarak dar tutuluyor. Döviz kurları, enflasyona uygun lineer trent takip etmeli; böylece, sunî para ihtiyacı, faizlerin yükselmesi, ithalatın artması, ihracatın azalması, yatırım ve üretimin artırılması suretiyle sıcak döviz problemi ortadan kaldırılmalıdır. Hali hazırda tatbik edilmek istenen düzende faize üst sınır getirilmeli. Tabiî, biz, bunu sizin için tavsiye ediyoruz; yoksa, bize kalsa, faizlerin hepsini kaldırırız. (RP sıralarından alkışlar) Faiz gelirlerinden vergi alınmalı, böylece, kaynaklar, yatırım ve üretime yönlendirilmeli ve bu husustaki vergilendirme işi, ileriki yıllara aktarılmamalı. Siz geldiniz, rantlardan, hükümet borçlarından alınmış olan kazançlardan vergi alınması konusu görüşülürken “bunu 97’ye, bunu 2 000’e aktaralım” dediniz. Neden; çünkü, ranticilerin hipnotik sahası içerisindesiniz de, onun için. (RP sıralarından alkışlar) Şu reklam ve yanlış promosyon furyası kalkmalıdır; bu bir nevi, halkın sömürülmesidir. Özelleştirmede, peşkeş fikrinden vazgeçilmelidir. Kredilendirmede, üretim, istihdam, yeni teknoloji, bölgesel kalkınma, ihracat esasları getirilerek adil bir kredi dağıtımı yapılmalıdır. Mevduattan fazla kredi kullanılması önlenilmelidir. Faizler de gidere yazılmamalıdır. Batık kredi olmamalıdır. İşte, size, 10 maddelik bir, reel ekonomiye geçiş programı. Şu söylediklerimin içerisinde hangisi hayal?.. Bir insan, eğer, rantiyecilerin büyüsü altındaysa, bu gerçekleri hayal zanneder (RP sıralarından alkışlar) Halbuki, tekrar ifade ediyorum, asıl hayal, rantiyecilerin düzeninin devam ettirilebileceğinin zannedilmesidir. Kaldı ki, adil düzen, bizim tarihimizde, daha ikiyüz sene öncesine kadar tatbik edilmiş olan düzendir. Biz, Viyana’yı, adil düzenle kuşattık; biz, İstanbul’u, adil düzenle fethettik. (RP sıralarından alkışlar) İnsanlık da, 16 ncı Asra gelinceye kadar hep adil düzenle yaşıyordu. Bu kapitalizm, bu komünizm, sadece, son 3-4 asrın hastalığıdır. Diğer yandan -bakınız, biz bunları konuşmuyoruz, yapıyoruz- 1974- 1978 yılları arasında hükümette bulunduk; ortaklara rağmen, reel ekonomi uyguladık; reel ekonominin ideali, adil düzendir. Ortaklarımız dolayısıyla, tam idealini uygulayamadık, uyguladıkda ne yaptık; işte, Türkiye’nin kırk senesi... Siz, şimdi yatırıma, gayri safî millî hâsılanın yüzde 1’ini ayıramıyorsunuz, biz, o zaman gayrî safi millî hâsılanın yüzde 7,4’ünü ayırdık. Niçin; üretelim diye...(RP sıralarından alkışlar) Biz, 1977 senesinde, o günkü, 250 milyar liralık bütçenin 44 milyar lirasını ağır sanayie ayırdık -devlet bütçesi bu, yüzde 20’sini- demek ki, yapınca oluyormuş. Biz Edirne’den Kars’a, Van’dan Muğla’ya, bugün en büyük 70 tesisi iki senede kurduk; bu fabrikalar hayal değil. Öbür taraftan, buğday üretimini 10 milyon tondan 18 milyon tona çıkarmıştık, şimdi, bu rantiyeci zihniyetlerle 14 milyon tona inmiştir; et üretimini 125 bin tondan 625 bin tona çıkarmıştık, şimdi, 380 bin tona inmiştir- HACI FİLİZ ( Kırıkkale) – Siz ne zaman Başbakanlık yaptınız?.. NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Biz, yine, bir reel ekonomiyi, bugün, 400 tane belediyemizde uyguluyoruz; çünkü, bilindiği gibi, yerel yönetimlerde iktidardayız. Bakın, biz, 400 belediyede ne yaptık, bir tek rakamla ifade edeyim: Bu belediyelerimizin 1994 bütçeleri -400 trilyon borçla aldığımız halde- 200 trilyondu, 60 trilyonluk yatırım yaptık; 1995 bütçesi 500 trilyondur, 200 trilyonluk yatırım yapıyoruz. Ne demek bu; reel değerlerle, biz, belediyelerimizde, yıllık, yüzde 20’den fazla kalkınma yapıyoruz; Uzakdoğu’dan daha büyük kalkınmayı yapıyoruz; neyle; adil düzenle. (RP sıralarından alkışlar) Biz konuşmuyoruz, yapıyoruz. Bakın, şuraya gidin, Söğütözü’ndeki üst geçidin fotoğrafını alın, bu rantiyeci zihniyetin perişanlığını görün; iki senedir çamur... Bir üst geçidi yapamaz bu rantiyeci yönetim. Bir de, şu Ankara’da, bizim, bir yılda yaptığımız 4 tane üst geçide bakın. İstanbul’da Sazlıdere Barajına bakın; dört senedir 2 trilyon harcanmış; çamur deryası; bir de, bizim, Istrancalarda dört ayda bitirdiğimiz barajlara bakın, hem de, temelini atarken, hangi ay hangi gün değil, hangi saatte işletmeye açacağımızı da belirterek yaptığımız tatbikata bakın. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Hiç uzağa gitmeye lüzum yok, buyurun dışarıya çıkalım; işte, rantiye; sizin bakkalınızda ekmek 15 bin lira, bizim reel ekonomimizde ekmek 7 500 lira. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Hayal mi?! Şimdi, bu isabetsiz konuşmalar üzerine gereken açıklamaları yaptıktan sonra, yüksek müsadelerinizle, bugün, konuşmak istediğim asıl konulara geçiyorum. Çok aziz ve muhterem kardeşlerim, geçen seferki konuşmamda, halkımızın ihtiyaçlarına cevap vermeyen bir bütçeyle karşı karşıya olduğumuzu belirtmiştim, en az 32 milyar dolarlık ilave yapılması icap ettiğini söylemiştim. Şimdi, bugün, devlet, görevlerini yapamıyor; devletin aslî görevleri sağlık, eğitim, millî savunma ve adalet. Devlet, bu görevleri yapamıyor; çünkü, bütçe iflas etmiştir. Sağlık hususunda, halkımızın beklediği asgarî hizmetleri yapmak için bu bütçenin nasıl olması lazım; millî savunmada ne olması lazım, eğitimde ne olması lazım, adalette ne olması lazım; bugün, önce, bunlar üzerinde birkaç dakika durmak istiyorum; çünkü, bilindiği gibi, vaktimiz fevkalade sınırlıdır. Çok aziz ve muhterem arkadaşlarım; sağlık bakımından ülkemizdeki durumun nasıl feci bir durum olduğunu hepimiz biliyoruz. Halkımızın yüzde 40’ının sağlık sigortası yoktur. Ülkemizde, hastaneler, doktorlar dengeli bir şekilde dağılmamıştır. Sağlık Bakanlığımız sahipsizdir. Bir yerde hastane var, doktor yok, öbür yerde, doktor var, alet yok, hastane yok, öyle hastanelerimiz var ki, hastayı taşıyacak sedyesi yok. Öbür taraftan, halkımız, bugünkü fakirlik yüzünden gittikçe hastalanmaktadır; tüberküloz hastalığı kaybolmuştu, şimdi, rantiye yönetimi sayesinde yeniden ortaya çıktı ve hızla yayılıyor. Dünyaya tıbbı biz öğretmişizdir ve doktorlarımız, bugün dahi, bütün bu imkânsızlıklara rağmen, dünyanın en ön safında gelen, takdir edilecek ilim adamlarıdır. Bugünkü tıpta dahi, son yıllarda dahi en büyük keşifleri yine bizim kıymetli doktorlarımız yapmıştır; ancak, ne yazık ki, ülkenin sağlığı hakikaten bir hercümerç içerisindedir. 65 milyonluk Türkiye’ye 96 trilyonluk sağlık bütçesi ayrılmış; bu, 1,3 milyar dolar yapıyor ve 9,6 trilyonluk yatırım ayrılmış sağlığa, 130 milyon dolar yapıyor. Bununla, asla, Türkiye’nin sağlık meselesini çözmemiz mümkün değildir; çünkü, Türkiye’de, hakikaten, sağlık bakımından durum acıklıdır. Bebeklerin ölüm oranı yüzde 0,53, gelişmiş ülkelerde bu oran yüzbinde 6; Türkiye’de anne ölüm oranı yüzbinde 150, gelişmiş ülkelerde ise yüzbinde 10. Doktorlar açısından da, bizde 1 000 kişiye 1 doktor düşüyor, halbuki, gelişmiş ülkelerde 250 kişiye 1 doktor düşüyor; bizde, 3 yatağa 1 hemşire düşüyor, gelişmiş ülkelerde ise 1 yatağa 1 hemşire düşüyor. Sözü uzatacak değilim; Türkiye’de sağlık hizmetlerinin ciddî bir şekilde yapılabilmesi için, bu yeşil kart uygulamasından, bu çocukça fikirlerden vazgeçelim. (RP sıralarından alkışlar) Bakınız, o yeşil kart dediğiniz, sadece, bir ıstırap kaynağı olmaktan başka bir işe yaramamıştır; yeşil kart, âdeta, devlet adına verilen geçersiz bir çektir; vatandaş, hastaneye gidemez, ilacını alamaz, kapıdan kovulur; böyle sağlık hizmeti yapılmaz. Bu sağlık hizmetlerinin yapılabilmesi için -teferruata girmiyorum- bugün, bütçeye konulmuş olan bu miktar, yani, 1,3 milyar dolar, fevkalade yetersizdir; sağlık hizmetleri için, bu miktara en az 4 milyar dolar daha ilave etmek mecburiyetimiz vardır. Ne yapacağız bu parayla; ilçe bazında hastaneler yapacağız; köylerdeki hastalarımızı buralara ambulansla veya helikopterlerle getireceğiz; hastanelerimiz tam teşekküllü olacak ve buralara yeteri kadar doktor koyacağız; doktorlarımıza yeteri kadar ücret vereceğiz. Bugün, doktorlarımız, hakikaten, hastaneden çok, dışarıda hasta muayene etmek mecburiyetiyle karşı karşıya kalıyorlar ve yukarıdan aşağıya kadar, bütün sağlık sistemini, yeniden organize etmek mecburiyetindeyiz. Vaktimizin ölçüsü nispetinde, sadece, bu kadar temas edebiliyorum. Şimdi, birkaç kelimeyle de, çok önemli olan Millî Eğitim Bakanlığımız bütçesi üzerinde durmak istiyorum, 65 milyon nüfusumuz var; Yunanistan’ın nüfusu kadar öğrenciye sahibiz; ancak, ne yazık ki, sağlıktaki perişanlığımız, eğitimde de, aynen, mevcuttur. Önce, bir defa, ilköğretimde 70-80 kişilik sınıflar; 3-4 öğrencinin bir sırada oturduğu yerler; 3-5 sınıfın, aynı oda içerisinde ders gördüğü okullar ve tabiî, bundan daha acıklısı, binlerce okulumuz, bugün, eğitime açılmış değil, onbinlerce de öğretmen açığımız bulunmaktadır. Dolayısıyla, ilköğretimimiz, baştan sona kadar, yurdun her tarafına verimli bir şekilde yayılacak tarzda geliştirilmek mecburiyetindedir. Ortaöğretime geldiğimiz zaman; ortaöğretimde de bir program kargaşası devam etmektedir. Bir okulun içerisinde 7 çeşit eğitim görülüyor; hocalar ve talebeler dahi nasıl sınıf geçeceğini bilemiyor. Bütün bunlar, bu kargaşalık ortada dururken, bizim Millî Eğitim Bakanlığımız, ne hikmetse, ille ilköğretimi 8 yıla çıkartacağım, imam hatip okullarının orta kısmını kapatacağım; bütün aklı fikri bu. Bunun için parası yok çok şükür, yapamıyor. (RP sıralarından alkışlar) Gidip, efendim Dünya Bankasından para... Evet, Dünya Bankası size bunun için para verir; çünkü, onların planları var, onlar bizim gibi değilki; alırsınız; ama, yazık günah değil midir?.. Mesleğe küçük yaştan başlaması lazım, 4 yaşından 6 yaşından itibaren. Bu, bir meslekî okuldur. Ne istiyorsunuz bu imam hatip okullarının orta kısmından Allah aşkına?.. Hazır bina var, halk yapmış, sizden de bir şey istememiş, çocuklar okuyor; bunu kapatacak, buraya getirecek.Şu hale bakın, halkla savaşılıyor ! Bugünkü Hükümetin programında da; şimdi sözde orta bir yol... Efendim, birleştireceğiz; ama, meslek derslerini de burada yavaş yavaş başlatacağız. Niçin mevcut imam hatip okulu korunmuyor da bir araya getiriliyor da burada yavaş yavaş... Mevcut okul niçin kapatılıyor?!. Bu ne zihniyettir Allah aşkına!.. Bu ne haldir!.. Bırakın şu halkla savaşmayı, yeter artık, yeter! (RP sıralarından “Bravo”sesleri, alkışlar) Yükseköğretim, aynı şekilde, bugün, tamamen darmadağınık durumdadır. Bugün, bilindiği gibi, 56 tane üniversitemiz var. Bu üniversitemiz var; bu üniversitelerimizde yeterli öğretim üyesi yok; yetiştirilmemiş kırk senedir. YÖK, bu üniversitelerimize, onların muhtariyeti çerçevesi içerisinde yardımcı olacağı yerde, o da, getirmiş şimdi kanun değişikliği, aklı fikri nedir; bu üniversitelere öğretim üyesi yetiştirmek için dış ülkelere göndereceğimiz çocukları objektif bir şekilde seçmeyecekmişiz, bu ÖSYM gibi, imtihan edip de, kim başarılı olacak; bu seçilmeyecekmiş; ya; birkaç tane beyefendi, bunlarla mülakat yapacak, hangisini isterse onu götürecek... Bu ne zihniyet Allah aşkına!.. Kimi aldatıyorsunuz!.. (RP sıralarından alkışlar) Objektif ölçüler varken, bunlar yerine sübjektif ölçü... Neden; çünkü, imtihanların birincilerine bakıyorlar ki, millî ve manevî değerlere bağlı insan; Ooo, üniversiteler bu insanların elinde kalırsa, biz, yandık... Siz, zaten yandınız!.. (RP sıralarından alkışlar) Allah sizi yanmaktan kurtarsın. Vaktimiz çok ölçülü olduğu için teferruata girmiyorum. Çok aziz ve muhterem arkadaşlarım, bakınız, bugünkü millî eğitime ayrılmış olan 4 milyar dolar fevkalade yetersizdir, eğitim en mühim meselemizdir. Başka ülkelerle mukayese ettiğimiz zaman, onların, bütçelerinden çok büyük pay ayırdıklarını, çok büyük meblağlar ayırdıklarını görüyoruz. Şu 65 milyonluk Türkiyemizin gerçek bir eğitime kavuşması için -bir yılda kavuşamaz- en aşağı, bu yıl, 14 milyar dolar koymamız lazım. Bende, bunun, detaylı dökümleri var; ama, zaman müsait değil; sadece neticeyi arz edip, geçiyorum. Çok aziz ve muhterem arkadaşlarım, çok önemli bir konu da, tabiî, adaletimizdir; devletin en önemli görevidir. “Adalet mülkün temelidir.” Ne olması lazım; adaletin, önce mevzuatı kolay anlaşılır, adaleti tesis edecek olan dairelerin, yurdumuzun her yerine yaygın olması, adlî hizmetlerin, basit, kolay, süratli, ucuz, adlî hizmetlerde çalışan hâkim, savcı ve diğer personelin çok iyi yetişmiş, adlî dairelerin her bakımdan çok iyi teçhiz edilmiş, Adlî hizmetlerde kullanılacak vasıtaların elverişli ve yeterli olması, hâkim kadrolarının ihtiyaçla orantılı olması, adlî hizmetlerde çalışan hâkim, savcı ve diğer personelin malî imkânlarının tatminkâr ve özlük haklarının teminat altına alınmış olması, suç ve cezaların toplum bünyesine uygun ve caydırıcı nitelikte olması lazım gelirken, bugün, halimiz çok acıklıdır; çünkü, şu anda mahkemelerimizde 10 milyon dosya var. Bu 10 milyon dosya demek, 30 milyon insanın mahkeme kapısında beklemesi demektir. Gelişmiş ülkelerde, bir hâkim, yılda en çok 200 tane dosyaya baktığı halde, bizde, bu adet 1 000-1 500 civarındadır. Hâkimlerimizin hangi müşkülat altında olduğunu görelim. Hâkim kadro sayısı 7 bindir; şu anda, bunun da yüzde 25’i boştur. Halbuki, bugün, Türkiye’nin hâkim ihtiyacı, en az 40 bindir. Bunları, yine, bir bir sayacak değilim. Maalesef, bizim millî bütçemizden adalete ayırmış olduğumuz paralar gittikçe azalmaktadır. Bu paylar, 1992 yılında yüzde 1,5 iken, şimdi, binde 8’e düşmüştür. Düşününüz, bütün adalet mekanizmasına sadece 400 milyon dolar ayrılıyor; yani 29 trilyon lira. Halbuki, demin söylediğim şekilde, adalet hizmetinin yayılması, hâkimlerimizin tatminkâr özlük hizmetlerine kavuşması, adalet binalarımızın hizmetlerini yapar hale getirilmesi için -yine dökümünü ayrı ayrı sayacak değilim- adalet mekanizmasına, toplam olarak en aşağı 3 milyar dolar verme mecburiyetimiz vardır. Nihayet, çok aziz ve muhterem kardeşlerim, hiç şüphesiz ki, en önemli konumuz güvenlik konusudur. Vatanımızın birliğinin, bütünlüğünün ve bölgemizde barışın korunması için, öncü, lider bir ülke olarak son derece güçlü silahlı kuvvetlere sahip olma mecburiyetimiz vardır. Bugün, silahlı kuvvetlerimize, sadece 4,3 milyar dolar; yani, 325 trilyon lira ayrılmış bulunmaktadır; bunun, silah alımı için bunun, sadece 1,3 milyar doları söz konusudur. Ne silah alımı için ayrılan para yeterlidir ne savunma sanayiine yatırım yapmak için konulan paralar yeterlidir ne silah ihtiyacımızın modernizasyonu için ihtiyaç duyulan paralar bakımından konulan paralar yeterlidir. Bundan dolayıdır ki -fazla teferruata girmeden hemen ifade etmek istiyorum- millî savunma bütçemiz, ne yazık ki, yıldan yıla azalıyor; halbuki, etrafımızdaki ülkelerinki hızla artmaktadır. Modernizasyon için silahlı kuvvetlerimiz, on yıl için 67 milyar dolar istiyor, yani, yılda, takriben 7 milyar dolar; ancak, bu bütçeye sadece 2 milyar dolar konulmuş; modernizasyon parasında 5 milyarlık bir eksiklik vardır. Dünyada pek çok ülke 7-8 milyar 10 milyar dolarlık silah ihraç ediyor. Bizim de, o silah ihraç eden ülkeler arasında olmamız gerekir. Kardeş Müslüman ülkelerin silahlarını bizim imal edip vermemiz lazım; ama, ne yazık ki, biz, yılda 7 milyar, 8 milyar dolarlık, silah ithalatçılarının başında geliyoruz; ne acıklı bir durumdur!.. Onun için, bu yanlış politikaların hepsinin değiştirilmesi lazım gelir. Savunma sanayiine bir ülkenin kendisi sahip olmalı; araştırmalar yaparak, kendi silahlarını kendisi yapmalı. Bakın, biz, bunun acısını Kıbrıs Barış Harekâtında çektik; bizim gemimizi bize vurdurdular. Çünkü, radarımızı onlar imal etmişlerdi, radarımızın içerisine hileyle girdiler ve kendi gemimizi vurduk. Irak savaşında da -yine, bilindiği gibi- Irak, silahlarını başka yerlerden aldığı için, bir anda, bütün silahları felç oldu. Bundan dolayıdır ki, savunma sanayiinin araştırma kısmına, mutlaka, başka ülkelerde olduğu kadar önem vermeliyiz. Onlar bizim bütçemiz kadar araştırmaya para ayırıyor, bir o kadar da savunma sanayiine ayırıyor. Amerika, araştırmaya bizim ayırdığımızın 4 misli fazla para ayırıyor. Savunma araştırmaları için, en aşağı, 1 milyar dolar ayırmamız lazım ve savunma sanayiinin, uçak sanayiinin, tank sanayiinin, güdümlü füze sanayiinin desteklenmesi için de en az 1 milyar dolar ayırmamız lazım. Özet olarak ifade edecek olursam, bugün, konulmuş olan 4,3 milyar dolara ilaveten, en az, 7 milyar doların daha ilave edilmesi gerekmektedir. Muhterem arkadaşlarım, böylece, devletin, dört temel hizmetini yapabilmesi için sağlığa 4, millî eğitime 14, adalete 3, millî savunmaya 7 olmak üzere 28 milyar dolar daha bu bütçeye ilave edilmesi lazımgelirdi. Halk için de 32 milyar dolar ilave edilmesi icap ettiğini geçen konuşmamda söylemiştim. Devletin, Karayollarının parası yok, elindeki yatırımları bitirmesi mümkün değil, israftan başka bir şey yapmıyor, 5 bin tane yatırım var, ayrılan paralar hiçtir. Bu yatırımları ciddî bir şekilde desteklemek için de en az 13 milyar dolar ilave etmek lazım. Bunları toplayacak olursak, Türkiye’nin bütçesi 120 milyar dolardan aşağı olamaz. Bir İspanya’nın bütçesi 180 milyar dolarsa, 44 milyon nüfuslu bir Kore’nin bütçesi 120 milyar dolarsa, bizim de elbet 120 milyar dolarlık bütçeye sahip olmamız lazım. Neden olamıyoruz; çünkü, bütçe, millî gelire bağlı. Bizde üretim yok, halk fakir, devlet fakir. Neden millî gelirimiz artmıyor; işte, bu rantiyeci politikalar yüzünden. Dolayısıyla, lütfen, şu yaptığım toplamaya dikkat buyurunuz. Bakınız, rantiyecilik ne demek? Biz, neyin düzelmesini istiyoruz? Bugün ülkemizde 2 bin tane rantiyeci var. Bunların bir eli -geçen sefer de söyledim- devletin kasasındadır, öbür eli de devletin direksiyonundadır; istedikleri gibi her şeyi tanzim ediyor, devletin kasasını istediği gibi kullanıyor. Bundan dolayıdır ki, halkın 32 milyar dolarını almış, kendisi kullanıyor. Ayrıca da, ülkemizde, kendileri zengin olsun diye faizleri yüksek tutuyorlar, üretim olmuyor, gelişme olmuyor. Onun için bir elleriyle devlet kasasından 32 milyar dolar alırken, öbür elleriyle 40 milyar dolarlık millî gelir artışını da engelliyor. Eğer, bu rantiyeci politika değişirse, bu 32 milyar haksız kazançları halka döner, ülkenin gelişmesini engellemek suretiyle mâni oldukları 41 milyar dolarlık millî gelir artışı da, söylediğim gibi, devletin millî savunmasında, devletin, eğitiminde sağlıkta ve adalet hizmetlerinde projelerini canlı bir şekilde yürütmesine yeter. Türkiye’nin, bugün bu imkânları var; her şey, yönetimdeki hataya geliyor. İşte, Sayın Mesut Bey, 22 Şubat günü, aslında, demokrasinin arkasından, bir görünmeyen ihtilal yaptı; vaktiyle, 12 Şubatta, demokrasiye karşı ihtilal yapıldı. Şimdi, Sayın Mesut Bey de, 22 Şubatta, bayramın üçüncü günü, tuttu, demokrasiye karşı; hayır, bu rantiyeci düzen devam edecektir; bırakalım, bu rantiyecilerin bir eli devletin cebinde olsun, 32 milyar dolar haksız kazanç devam etsin; bırakalım, bir eli direksiyonda olsun; millî gelirin 41 milyar dolar artışını engelleyelim demişlerdir. Bunu, elbette, isteyerek yapmadıklarını biliyorum. Neden yapıyor; haberi yok!.. (RP sıralarından alkışlar) Haberi yok!.. İşte, bizim, bu konuşmaları yapmakta maksadımız bu. Biz, hepimiz kardeşiz; Türkiye, 7 milyar dolara bir büyük, modern uçak fabrikası kursa, Suudi Arabistan’ın, bir senede aldığı 7 milyar dolarlık uçaklarını Türkiye’den göndersek; benim kadar, sizin de sevineceğinizi biliyorum. Gelin, bunu yapalım Allah aşkına!.. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Çok aziz ve muhterem kardeşlerim; şimdi, bütün bu ekonomik konular kadar mühim olan dış politika mevzularına geliyorum. Ah! ah! kaç cephede çarpışmaya mecburuz bir bilseniz!... (RP sıralarından alkışlar) Çok aziz ve muhterem kardeşlerim; dış politikamızda, üç tane büyük noksanımız ve hatamız var; birincisi, Türkiyemizde, dış politika stratejilerini oluşturacak strateji enstitülerimiz yok, beyin takımımız yok. Geçende, Sayın Başbakan “efendim, bürokrasi, hükümete yanlış bilgi verdi” dediler; o bürokrasi, bu alternatifleri üretmeyecek, o alternatifler, beyinlerde üretilecek, beyinlerde; o bürokrasi, onları takip edecek; faydaları, mahzurlarıyla hükümete sunacak. Ee, bizde, böyle bir araştırma müessesesi yok. Bakanlık, şimdi kurmaya çalışıyor. Bakanlığın emrindeki müesseseden hayır gelmez; çünkü, o müesseseye Hükümet bir görev verdiği zaman, “gümrük birliğinin faydalarını hazırla da şu Erbakan’a cevap verelim” diyecek. (RP sıralarından alkışlar) Halbuki, objektif, mücerret olarak, bu gümrük birliği ne getiriyor ne götürüyor, bunu araştıracak. Serbest düşünceleri araştırmaya ihtiyacımız var. Beyin yok... Bundan başka, bizde, millî politikaların yürütülmesi ne Parlamentoda ne Bakanlar Kurulunda olmuyor. Bu nasıl demokrasi Allah aşkına?!. Bakın, daha geçenlerde, bizim Abdullah Gül Bey, bu kürsüye geldi, gündemdışı konuştu; “yahu, siz İsrail ile çok muazzam bir anlaşma yapmışsınız; nedir bu anlaşma?” dedi. Bakan Bey, buraya çıktılar, geldiler; “Efendim, bana da zarf yeni geldi; açayım bakayım neymiş bu anlaşma” dedi, burada zarfı açtı. (RP sıralarından alkışlar) Bu nasıl ülkedir!.. Bu nasıl yönetim!.. BAŞKAN – Sayın Erbakan, konuşma sürenizin 5 dakikalık bölümü kaldı efendim NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Aman! yapmayın; ben 12.30’da başladım, şimdi saat 13.05. BAŞKAN – Ben izliyorum efendim. NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – İşte, benim saatim önümde... MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – Sizinki alaturka!.. BAŞKAN – Bu saate tabiyiz Sayın Erbakan. NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Saatim önümde. Çok aziz ve muhterem arkadaşlarım, bakınız, üçüncü büyük eksiğimiz işte buradan doğuyor; bizim dışpolitikamızın arkasında milletimiz yok. İşte, 65 milyon insan... İsrail ile yapılan bu anlaşma için ortalık fokur fokur kaynıyor, bizim yöneticilerimizden ses çıkmıyor!.. Arkasında halk olmayan bir dış politikanın muvaffak olması mümkün değildir. (RP sıralarından alkışlar) Onun için, temeldeki bu yanlışların mutlaka düzeltilmesi lazım. Asıl, en mühim mesele; bizim, dış politikada oluşmuş millî bir politikamız yok. Önüne gelen, bir günde, bin yıllık temel politika esaslarımıza, aykırı yola saptırmaya kalkışıyor. Bu, çocuk oyuncağı değil. Bu nasıl ülke yönetimi!.. Bu nasıl dış politika!.. Bu nasıl öncü devlet olma hali Allah aşkına!.. Bakınız, bizdeki bu felaketlere rağmen, etrafımızda 3 tane istilacı ülke, planlarını adım adım yürütüyor. Birisi, Yunanistan gayesi var. Nedir bu; megali idea; yani, Doğu Roma İmparatorluğuna sahip olacak, yeniden Bizans’ı diriltecek; “ben buraya sahip olacağım...” Öyle, Kıbrıs mıbrıs değil onun gayesi, bütün Anadolu’yu almak... İlkokul çocuklarına da bunlar okutturuluyor. Bunu temin etmek için, şimdi, gitmiş, Balkanlardaki ülkelere diyor ki: “Sizi, ben Avrupa Birliğine sokacağım.” Haydaa!.. Onlar bizim kardeşlerimiz, onları kendi safına çekmiş... Rusya’yla birleşmiş, etrafımızda bir kenet kurmuş... Lozan mozan dinlediği yok; adaları tahkim etmiş. Kıbrıs’ın tamamını istiyor. Adım adım adım, kendi megalo idiasını yürütmek için hareket ediyor. Biz ne yapıyoruz; bakın, Sayın Başbakan zeytin dalı uzattılar, bu zeytin dalı fevkalade zamansız uzatılmıştır, yeni bir taviz isteklisi görünmekten başka hiçbir işe yaramamıştır. Bizim fiiliyatta yaptığımız bir şey yok, iyi ki, onlar bunu reddediyor; “Evet” deseler, masaya gelseler, kolumuzu, bacağımızı alacaklar!.. Açık denizlerde bile dolaşamıyoruz, manevra yapamıyoruz, adaların tahkimatını söktüremiyoruz. Bakın, Kıbrıs’ta, daha önceki yönetim, Avrupa Birliğine girmek için müracaatlarını engellemesi lazım gelirken, engellememek suretiyle, büyük bir hata yapmıştır, inisiyatif onlardadır, biz bekliyoruz... Aynı şekilde, Batı Trakya’da her türlü zulüm yapılıyor, biz sesimizi çıkarmıyoruz. Onlar, orada bizim halkın seçtiği müftüyü reddediyor, kendisi müftü tayin ediyor; biz, burada, halkın seçtiği patriğe, gidip selam duruyoruz... Bizans’ı kurmak için, onlar, patriği, Bizans kralı haline getirmek istiyor; bizim de, bakanlarımız gidiyor, Patrikhanede merasimlere iştirak ediyor... Halimiz, bu kadar acıklıdır, bu kadar zavallıdır; onlara karşı yaptığımız şey, sadece, onların planlarını desteklemekten ibarettir. Etrafımızda ikinci emperyalist ülke Ermanistan’dır. Büyük Ermenistan ideali var. “Ta, Sıvas’a kadar Doğu Anadolu benimdir” diyor “Azerbaycan’ın da büyük kısmı benimdir” diyor ve Azerbaycan’ın yüzde 25’ini işgal etmiştir, Karabağ’ı yutmak için planlar hazırlıyor ve de 24 Nisanı “Soykırım Günü” olarak ilan ediyor, kendi ideallerine kavuşmak için. Bizimkiler ne yapıyor; Azerbaycan’a bir helikopter vermediği halde, Ermenistan’a 50 bin ton buğday, bir daha 50 bin ton buğday; elektrik, hava koridoru, liman, kapı... Bütün, onların gayelerine hizmet ediliyor. Böyle millî politika olmaz... Ve etrafımızdaki asıl üçüncü emperyalist ülke, İsrail’dir. İsrail, planını 1897’de yapmıştır. Dünya hâkimiyetidir gayeleri ve Basel’de, Thedor Herzl’in başkanlığında yaptıkları toplantıda, buna üç adımda ulaşacaklarını tespit etmişlerdir; en geç elli senede İsrail’i kuracağız, yüze senede de arzı mev’uda sahip olacağız.” Azrı mevud, Fırat ile Nil arası; bizim topraklarımızı da istiyor. Elli senede İsrail’i kurdular. Bayraklarının üzerine koydukları üstteki mavi çizgi -İsrail bayrağında- Fırat’ı temsil eder; alttaki mavi çizgi, Nil’i temsil eder. Fırat ile Nil’in arası, siyon hâkimiyetinde olacak; ortadaki yıldız da budur; bayrakları bile budur. Şimdi, böylece, kendi planlarını yapmış ve bütün... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Erbakan, bir saniye efendim... Kürsüde hazırlanmak için harcadığınız süreyi, tekrar tanıyorum. Buyurun efendim. NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Sağ olun. Bakınız, işte, bu İsrail... Şimdi, bu sene 1996’tı, gelecek sene 1997; yüzüncü yıl geliyor. Arzı mevud, yani büyük İsrail’in gerçekleşmesi lazım. İsrail’i kurduktan beri, elli yıldır, haksız tecavüzlerini yaptı... Yaptı... Yaptı... Ancak, Allah’a şükürler olsun, silahla gayesine ulaşamadı. Bu sefer, barış yoluyla gayesine ulaşma hilesine saptı; onların barış dedikleri budur; yine, arzı mevudu, barış yoluyla elde etmektir. Arzı mevudu barış yoluyla elde etmek isterken, ne görüyor önünde; önce, Irak; bu politikaya mani oluyor; öyleyse, onu yerle bir edeceğim. Şimdi neyi görüyor; İran’ı; yerle bir etmek istiyor. İşte, İsrail devlet sözcüsünün The Times gazetesindeki makalesi “evet, yeni hedefimiz İran’dır. İran’ı, aynen Irak gibi, yerle bir edeceğiz” diyor; devlet sözcüsü, laf değil... Yine, aynı şekilde, İsrail Savunma Bakanı “evet, hedefimiz İran’dır” diyor ve “biz, Türkiye’yle anlaşmayı bunun için yaptık; uçaklarımız bunun için gidiyor, silahlarımızı götüreceğiz” diyor, açıkça. Bizim bilmediğimiz anlaşmayı, onlar, bütün gazetelerinde, açık, açık söylüyorlar. Bakınız,hadise şudur: ABD, Kuveyt’te, İran’a karşı bir büyük adayı almıştır, üç dört ay önce; burayı, şimdi, bir üs olarak tahkim ediyor. Etiyopya, İsrail’in kontrolündedir. Hyniş Adası var Kızıldeniz’de; bu ada’yı, iki ay önce, Etiyopya’ya işgal ettirdi İsrail. Burayı, Sudan’a karşı ve Kızıldeniz’deki kendi ikmal hatlarını korumak için tahkim ediyor. Şimdi, aynı İsrail, bugünlerde anlaşma yaptı Güney Kıbrıs’la. Güney Kıbrıs’taki bütün üslerden, İsrail uçakları istifade edecek. Aynı İsrail, Türkiye ile anlaşma yaptı. Sorarım size: Şu yaptığımız anlaşmayı biz mi yapıyoruz Allahaşkına, yoksa, birileri “yap” dediği için mi altına imza atıyoruz?!. (RP sıralarından “Bravo sesleri” alkışlar) Adam, orada, planını yürütüyor; sadece Türkiye çapında değil, bütün bölge çapında. Ne bu: İran’ı kuşatıyor... Şimdi, kendilerinin en modern silahları var bildiğimiz gibi; bu fire finder; gidiyor, istediği noktayı vuruyor, istediği evi vuruyor ve karşı taraftan atılmış olan füzeleri, havada yakalayıp düşürüyor. Bütün bu silahlarını getirecek, İran hududuna yerleştirecek ve böylece, sözde, biz, savunma anlaşması yapmış olacağız. Bunların hepsi, büyük İsrail planından ibarettir. Sayın Hükümete sesleniyorum: Bu anlaşmayı siz yapmadınız; bu anlaşma, biz, sizinle hükümet konuşması yaptığınız sırada yapıldı; ama, şimdi, bu gizli anlaşma size gönderiliyor, aldığımız malumata göre. Bunu, tasdik edemezsiniz. Bunu, her şeyden evvel Meclise getirmeniz lazım. Bunu Bunu onaylayamazsınız. Bu, bizim, 65 milyon insanımızın, bütün tarihimizin inkârı manasına gelir. (RP sıralarından alkışlar) Biz, böyle bir oyuna alet olamayız. Bugün, Güney Lübnan’daki bombardımanın manevî mesulü, Türkiye’nin o günkü yöneticileridir; çünkü, bunlar İsrail’e yüz verdikleri için, İsrail bu planları tatbik ediyor. Ondan dolayıdır ki, bütün Müslüman ülkeler aleyhimize dönmüştür ve bütün halkımız aleyhimize dönmüştür. Böyle, tarihimize, miletimize, inancımıza karşı, bu ihanet yapılamaz. Bakın -sözümü kapatıyorum- bütün bu konuştuklarım ne gösteriyor: Rantiyeci zihniyet, Türkiye’de, işte elimdeki şu belgede görüldüğü gibi, açlıkları doğurmuştur; komşumuz ülkelerde, yine, görüldüğü gibi, bu ceset hangarlarını doğurmuştur; bu, İsrail bombardımanında vefat eden çocukları için, anaların gözyaşlarını doğurmuştur. Bütün bunların, temelde müsebbibi, Türkiye’deki rantiyeci zihniyettir. Geliniz, lütfen, dünyanızı düşününüz, ahiretinizi düşününüz; bu yanlış yoldan dönelim. Sözlerimi kapatıyorum ve bir kere daha ifade ediyorum ki, Türkiyemizi kurtaralım, halkımızı kurtaralım. Allah’a emanet olun. (RP sıralarından ayakta alkışlar) BAŞKAN – Refah Partisi Grubu adına konuşan Konya Milletvekili ve Genel Başkan Necmettin Erbakan’a teşekkür ediyorum. Değerli milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Sayın Nihat Matkap’ın bir müracaatı var; burada, Demokratik Sol Parti sözcüsünün konuşmasında, bazı bölümlerin, Gruplarının görüşlerindeki açıklamalara ters düştüğünü ve gerçek dışı olduğunu iddia ediyorlar. Bu konuda, İçtüzüğün 70 inci maddesine göre söz istemleri var; ancak, ben, talebi, İçtüzüğün 70 inci maddesine göre karşılama imkânı bulamıyorum; çünkü, Demokratik Sol Parti Grubunun açıklamalarında bir sataşma yoktur. Ayrıca, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun ifadelerinde yer alan bir sözün başka bir şekle dönüştürülmesi de yoktur. Sadece, Demokratik Sol Partinin, bir durumu kendine göre yorumlaması vardır. Bu kürsüye gelen bütün hatipler, bu türlü yorumlamaları yapabilirler. Başka vesilelerle, bu yorumlar, Cumhuriyet Halk Partisinin yorumuyla karşılanabilir. Onun için, bu geç süre içerisinde sataşmadan dolayı söz verme imkânı bulamıyorum. NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, günlerdir Meclis yönetimi, Grubumuza karşı objektif davranmıyor, bunun üzüntüsünü yaşıyoruz. BAŞKAN – Saat 14.00’te tekrar toplanmak üzere, oturumu kapatıyorum. Kapanma Saati :13.17 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati : 14.00 BAŞKAN : Mustafa KALEMLİ KÂTİP ÜYELER : Mustafa BAŞ (İstanbul), Ali GÜNAYDIN (Konya) BAŞKAN – Değerli milletvekileri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 43 üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum. III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 1. – 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/285) (S. Sayısı : 1) (Devam) 2. – Katma Bütçeli İdareler 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/286) (S. Sayısı : 2) (Devam) BAŞKAN – 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları üzerindeki son konuşmalara, kaldığımız yerden devam ediyoruz. Komisyon ve Hükümet yerinde. Söz sırası, Anavatan Partisi Grubunun. Anavatan Partisi Grubu adına, önce, Sayın Yılmaz Karakoyunlu; buyurun. ANAP GRUBU ADINA YILMAZ KARAKOYUNLU (İstanbul) – Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; 1996 yılı bütçesi üzerinde, Anavatan Partisinin görüşlerini arz etmek üzere huzurunuzdayım. Bu vesileyle, Grubum ve şahsım adına hepinize saygılar sunarım. Anavatan Partisi Grubuna ayrılmış bulunan zamanı, Aydın Milletvekili Sayın Dr. Yüksel Yalova ile, eşit ölçüde paylaşarak kullanacak ve görüşlerimizi arz edeceğiz. 1996 bütçesi, malî terminolojiyle ifade edersek, eksik zamanlı bütçedir. Bu terminolojinin siyasetteki ifadesine de “aksak bütçe” diyoruz. Dolayısıyla, bugün, eksik zamanlı aksak bir bütçeyi tartışmaktayız. Bütçenin ilk dört aylık uygulaması, bir önceki hükümetçe -yani, bir başka siyasî irade tarafından- nasıl oluşacağı kendisi tarafından kestirilemeyen bir başka hükümete -yani, bir diğer siyasî iradeye- âdeta, elini kolunu bağlayan bir telaş içerisinde hazırlanmış ve devredilmiş olduğu için, kaynak tahsisleri dengesine, ihtiyaçların gereklerine ve plan hedeflerine uygun olup olmadığı konusuna yeteri kadar özen gösterilmemiştir. Bugün tartıştığımız bütçe, bu zaafına rağmen, gerek Plan ve Bütçe Komisyonunda gerekse Yüce Meclisinizin müzakerelerinde, hem sayısal değerleri hem de siyasal içerikleri bakımından, fevkalade zenginleştirilmiş ve iyileştirilmiştir. Bu nedenle, sayısal dengelerinden daha çok, aritmetik tahsis ve tahminlerinden çok, bir bütçenin bünyesinde bulunan ekonomik kimlik, sosyolojik değerler ve siyaset bilimi açısından ele alınabilir noktaları üzerinde yoğunlaşacağız; çünkü, toplumun omurgasında yakalamak ve sorunlarına çözüm üretebilmek, artık, bütçenin, sayısal dengelerindeki muhasebe kültüründen çıkarılıp, politika değerlerine egemen olan noktalardaki sosyolojik ve siyaset biliminin değerlerine bağlı olarak vermek gerekir. Bu nedenle, bütçenin tartışmasını da, bu söylediğimiz temel ilkeler çerçevesinde ikiye ayırıyoruz: İşin ekonomik kimliği ve siyaset sosyolojisi açısından ele alınabilecek değerlerini, bendeniz; siyaset bilimine ilişkin bahislerini ise, Aydın Milletvekilimiz Sayın Dr. Yüksel Yalova sunacaktır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1996 bütçesi, bugünkü Hükümeti oluşturan siyasî partilerin, malî ve ekonomik tercihlerini, politika ortamında somutlaştıran, kâmil anlamda bir belge değildir. Bu nedenle, Hükümeti oluşturan partilerin siyaset taahhütleri ve telakkileri açısından kendilerine sorumluluk izafe edeceğimiz kaynak olarak da değerlendirilemez. Bir örnek isterseniz, eğer bir bütçe, ekonomik şahsiyetinde, fert başına düşen millî gelirinin 2 300 dolar olduğu dönemde, eğer bütçeyle, bu bütçeyle fert başına isabet eden borç miktarı 1 700 dolara getirilmişse, bu tıknefes ekonomiye maliye dehlizlerinde çare üretmeniz mümkün değildir; ama, bütçe profili üzerindeki her vicdanlı düşünce, bu tespitin doğruluğuna da ittifak edecektir. Bu ittifakın siyaset lisanındaki itirafı ve kabulü de açıktır. Bu itirafın kabul ettiği gerçek, bu işin sorumlusunun Sayın Mesut Yılmaz Başbakanlığında teşekkül eden 53 üncü Hükümetin olmadığıdır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu bütçenin hazırlığında, eksik zamanlı aksak bütçe olmaktan kaynaklanan bazı ciddî ekonomik maluliyet bahisleri de vardır. Bütçenin, fiziksel veya parasal olarak ölçülebilir aktifleri ekonomi politikalarını tam kavrayamıyorsa, malî açıdan etkinlik sağlayacak seviyeye ulaştırılması da mümkün değildir ve ekonomik hedeflerimiz açısından belki de en ciddî sorun buradadır; çünkü, uluslararası rekabete dayanıklı olmayan bir ekonomik yapıda, kaçınılmaz biçimde otarşik gelişmelere yönelen bütçe disiplinlerine gidilir ve böylelikle de, uluslararası pazar ekonomilerinin getirdiği verimlilikten yararlanma imkânı olmaz. Eğer, uluslararası ekonomilerin sağladığı verimliliği yakalayamayan ulusal ekonomi sistemleri içerisinde bakarsak, yurttaşa refah sağlamak da mümkün olmaz. Son dört yılda benimsenen politikalar, çok ciddî ölçüde, ekonomik ve sosyal yapı yıpranmaları getirmiştir ve eğer, bu yıpranmalar kısa sürede telafi edilmezse, Türk ekonomisi, bu uluslararası verimliliğe talip olacak ehliyette de olamayacaktır; çünkü, reformlar ve istikrar çelişkisinde beliren, giderilmesi gerekli disiplin hazırlanışı, bu bütçede, bu anlayışla benimsenmiş olmasına rağmen, ekonomi politikalarına yansıyacak özelliklerle donatılamamıştır. Bu konularda benimsenmiş politikaların uygulama cesaretlerinin ve bütçeyle ilgili hükümlere ilişkin tartışma düzeninin yeteri kadar olmayışından kaynaklanan meseleler de, yine, ekonomi politikalarına yansıyamayan bütçe büyüklükleri olarak kalmaya mahkûmdur. Meseleye, sadece, bütçe hazırlama tekniği veya maliye pratiği olarak da bakamayız. Gelecek yüzyıla ilişkin taleplerimizin haklılık kazanması ve onların uygulanabilir düzeylere ulaştırılması, bu ekonominin, bu verimliliğe talip olma ehliyetini kazanmasına bağlıdır. Aslında, bugün, burada tartışmamız gereken en önemli başlık da bu olmalıydı. Siyaset sosyolojisi ve ekonomi politiği açısından Türk ekonomisini en darboğazda sıkıştırmış bulunan “ipotek koordinatları” dediğimiz husus, işte bu düzlemde teşekkül etmiştir ve ekonomimiz, entegre olmayı planladığı sistemin özelliklerine talip olma ehliyetinde, henüz istenilen noktaya ulaşmamıştır. İnşallah, 1996 bütçesi, bu darboğazı aşacak ve bu ülkeyi düzlüğe çıkaracak rasyonel, gerçekçi, adil çözümleri ve buna bağlı olarak radikal reformları gerçekleştirme fırsatını arayabilecektir. Türk ekonomi vicdanı ve Türk maliye ahlakı, bu sorunlar ortamında, bu Hükümetin kaçınılmaz güçlüklerle karşılaşma gerçeğini, bir siyasî müsamaha idrakiyle bugünden hoş görecek adalettedir; çünkü, bu bütçe, bu Hükümetin kendi hazırladığı bütçe değildir. Nitekim, Sayın Başbakan, bütçenin tümü üzerindeki eleştirilere cevap verirken, bu zaafa işaret eden spesifik bir eleştiri ve soru bulunmamasına rağmen, önemine binaen, konuya resen temas etmek ihtiyacını duymuş ve aynen kendi ifadelerini okuyorum: “Yeni yüzyılın gereklerini karşılayacak reformları gerçekleştirecek ekonomik yapı sağlanmadıkça, bütçelerle önemli politika kararlarını uygulamaya koymanın mümkün olamayacağını” ifade etmiştir. Size bir örnek veriyorum; 53 üncü Hükümetin kendinden bir evvelki Hükümetin, yani, bir önceki siyasî iradenin hazırlayıp kendisine devrettiği bütçenin teknik detaylarına fazla girmeksizin, sadece, politika kararlarını etkileyen dengeleri açısından bir örnek veriyorum: Eğer, bir bütçe, alınan verginin iki katını “faiz” adıyla gelir olarak dağıtıyorsa, o bütçenin, Türkiye’yi, gelişen dünya standartlarına ulaştıracak altyapıyı oluşturması; otoyollar, telekomünikasyon, havalimanları gibi ciddî altyapı yatırımlarını gerçekleştirmesi mümkün değildir. O zaman da, böyle bir bütçeyi zorunlu olarak devralan 53 üncü Hükümete fatura çıkarmak, siyaset ahlakı açısından mümkün değildir. Bu gerçeğin bugünden tescil edilmesi bakımından, bu örneğe ve bu hususiyete işaret ediyorum. Çünkü, bütçenin içerdiği büyüklüklerle, geleceğimizin istenilen ölçüde planlanamayacağı açıktır. Eski hükümet tarafından hazırlık aşamasında öngörülen hedeflerin gerçekçi olmadığı, bir önemli başlık olarak ortaya çıkmıştır; ancak, Bütçe Komisyonu, benimsediği gerçekçi yaklaşımla, bu bütçeyi, oturması gereken zemine oturtmuş; fakat, önümüze kimliği değişmiş bir bütçe getirme şansını kullanamamıştır. Örneğin; faiz ve personel ödemelerindeki artış harcamaları sağlam kaynaklara dayanmamaktadır. Örneğin; bu bütçenin yatırımları hiç mesabesindedir ve dört yıllık geleneğini sürdürerek hazırlanmış olan bu bütçe, sadece bir prosedür zaruretiyle, bu sevimsiz alışkanlıkla bugünkü Hükümete devredilmiştir. Nitekim, Sayın Başbakan, bütçenin tümü üzerindeki görüşmelere cevap arz ederken, bu konunun da altını çizme ihtiyacını duymuş ve sıkıntısını şöyle ifade etmiştir: Kaynak yetersizliğinin sınırladığı yatırım bütçesiyle iktifa ediyoruz. Sayın Başbakanın nezaketindeki üslup zarafetiyle açıkladığı bu ifadenin, gündelik dilde; yani, sizin, benim, bizi televizyondan izleyenlerin anladığı manada, o dilde kullanırsak; Mesut Yılmaz Hükümeti, kaynakları yönünden hadım edilmiş bir yatırım bütçesi devralmıştır. Bunun sebebi açıktır; 1993 yılından itibaren konsolide bütçe açıklarının sürdürülebilirliği imkânı kalmamış olmasına rağmen, o anlayış içerisinde uygulamaya devam edilmesi, netice itibariyle, ekonomiyi 1994 Nisanına getirmiştir. O tarihteki tehlike çanlarının feryadı hâlâ kulaklarımızdadır. Yine, maliye terminolojisinin sevimli ifadesiyle, içborç servisi ya da açık anlatımıyla; yani, sizin, benim ve bizi televizyon başında izleyenlerin anladığı deyimle bakarsak, 1 yıllık borç mükellefiyetimiz bütün vergiler toplamını aşan bir orana; yani, yüzde 105’e ulaşmıştır. 5 Nisan kararlarını aldıran alarm buydu. 5 Nisan kararlarından bugüne kadar bu alarm hâlâ devam etmiş ve Mesut Yılmaz Hükümetine devredildiğinde, bu oran, yüzde 182 seviyesine getirilmiştir. Hatta, dışborçtan da belli bir miktarını koyduğunuz ve gerçek rakamı elde etmek istediğinizde, bu oran yüzde 200’e ulaşmaktadır. Bu sonuçların yarattığı çözümsüzlüğün giderilmesindeki sıkıntıyı, yine Sayın Başbakan, herhangi bir spesifik sual de teveccüh etmek veya bir eleştiriye cevap vermek gereği olmaksızın, sadece karşılaşılmış soruna işaret etmekten kaynaklanan ihtiyaçla durumu açıklamış ve nazik bir ifadeyle şöyle demiştir: “Hazinemizi 45 günlük borçlanmaya mecbur eden acılı finansman talebini nihayet 7 aya çıkarabildik.” Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçe görüşmelerinin son gününde bunları söyleyişimin tek bir sebebi var. Amacım, siyaset ihtiyacıyla geçmişin eleştirilmesi değil, teknisyen duyarlılığıyla geleceğin endişelerini gündeme getirmektir; çünkü, Yüce Meclisimizin çok önemli katkılarıyla iyileştirilmiş bulunan bu bütçe, her türlü isabetli müdahale ve tanziminize rağmen, bekleyişlerimiz doğrultusunda malî ve ekonomik sonuçlar almamıza imkân verecek yapıya ulaşmamıştır. Cankurtaran simidi gibi sarıldığımız ekonomik önlemler uygulama planı, bizi bu noktaya getirmiştir. Geldiğimiz noktada işaret etmek istediğim sadece bir örnek vardır. Yüce Meclisiniz ve bizi izleyenler bilmelidirler ki, 1966 yılı için öngörülen yatırım seviyesi, 1992’de Mesut Yılmaz’ın devrettiği bütçedeki yatırım seviyesinin gerisindedir. Geçmiş dört yıl içerisindeki malî ve ekonomik politikalarda maharet seviyesi ve uygulamadaki yönetim başarısı düzeyi üzerinde bir tartışma noktasında değilim; ancak, karşılaştığımız talihsizliğin 21 nci Yüzyıla hazırlanışımızda ciddî bir ayak bağı olduğunu ve bu talihsizliğin ekonomik ve sosyal yapının geliştirilmesini kösteklediğini ve bu talihsizliğimizin; örneğin, yurttaşı hastane kapısında; örneğin, oğlumuzu, kızımı okul yerine kahvehane köşesinde ve bunların her birini mahzun ve çaresiz noktada bırakan yerdedir. Bu talihsizlik, belki de yakın bir gelecekte karanlıkta kalabileceğimiz ihtimaliyle, sanayimizi, ülkemizi, yurttaşımızı tehdit eden bir tehlike kaynağına da gelmiştir. Mesut Yılmaz Hükümetine devredilen bu bütçe, Plan ve Bütçe Komisyonunda gerçekçi bir baza oturtulmuştur. Bu nedenle, Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanını, Plan ve Bütçe Komisyonu üyelerini, başta Planlama ve Maliye olmak üzere, bütün bakanlıkların bürokratlarını, bütün siyasî partilerimize mensup milletvekillerini ve bütün parti milletvekillerini teşekkürle tebrik ediyor ve bu görevin içerisinde mesuliyet almış olmalarının cesaretini de saygıyla burada ifade ediyorum. Ancak, bu olumlu katkının bütçe büyüklüklerini değiştirdiğini, dolayısıyla, bütçe açığını da yükselttiğini ifade etmek zorundayım. Zira, bu değişiklikler nedeniyle bütçede öngörülen enflasyon oranının, dolayısıyla deflatörün, takdim edilmiş sayıyı aşacağını, ortalama dolar kurunun yükseleceğini ve faiz fiyatının yeniden yükselmeye geçebileceğini ifade etmek durumundayım. Ancak, bu aksak ve eksik zamanlı bütçe, bir evvelki hükümet tarafından hazırlandığı için, hükümetin ortak başkanı olarak Sayın Deniz Baykal’ın “bu bütçe enflasyonu artıracaktır” tarzındaki işaretlerinin, aslında kendilerinin tanzim etmiş olduğu bütçe düzeninden kaynaklandığını ifade etmek de zorundayım. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; eskiden, Maliye, bir disiplin içinde yürütülürdü. Devlet Planlama Teşkilatında yıllık programlar hazırlanır, yıllık programlar, beş yıllık kalkınma planları içerisinde öngörülmüş olan hedeflere en kısa sürede nasıl ulaşılabileceğinin temel değerlerini alırdı; o değerlere uygun olarak da bütçe dengelerinin kurulmasına gidilirdi. Yaklaşık yirmi yıldan fazla bir zaman, bütçe hazırlama tekniği bu disiplin içerisinde yürütüldü ve bu disipline riayet edilmediği zamanlarda da çok ciddî problemlerle karşılaşıldı. Ancak, bu defa, son derece ilgi çekici bir gelişmeyle karşı karşıyayız. Bütçe, bugün, oylarınızla kabul edilecek ve yürürlüğe girecek; ama, Maliye ile Planma disiplini içerisinde yaklaşık otuz yıldan beri sürdürmekte olduğumuz bu gelenek, bu bütçe uygulamasında ihmal edildi. Bütçe, kabul edildikten sonra, buna uygun olarak bir yıllık program düzenlemesine gidileceğini de ifade etmek zorundayım; çünkü, bu beş yıllık plan fevkalade önemlidir. Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, 1996 yılını ilk uygulama yılı olarak seçmiştir ve dolayısıyla, bu bütçe fevkalade önemlidir; bitme tarihi ise 2000’dir. Dolayısıyla, 2000’li yıllara giderken kullanabileceğimiz son beş yıllık eşik, eğer, arzu ettiğimiz 2000’li yıllardaki ekonomik ve sosyal yapıya ulaşmamız için önem taşıyorsa, en fazla üzerinde durulması ve hassasiyet gösterilmesi gereken bütçe de 1996 yılı bütçesi olmalıdır. Şimdi, bu bütçe, bu anlayış içerisinde baktığınız zaman, eksik zamanlı ve aksak bütçe olmaktan kaynaklanan zaaflarıyla, beş yıllık kalkınma planının ilk yılını teşkil ediyor gerekçesinden uzak tutularak izah edilemez; çünkü, yararlar ve yükümlülükler ilişkisinde, yine, Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planında öngörülmüş hedeflerin gerçekleşmesi için kâfi değerleri içermemektedir. Bu nedenle de, önemli meseleleri ele almak fırsatını bulamamıştır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu, eksik zamanlı aksak bütçenin getirdiği ve eleştirilmesi gerekli önemli bir konusu da şudur: Böyle bütçeler, hızlı tartışılmak zorundadır; ancak, 1996 yılı bütçesini, yani, bu, eksik zamanlı aksak bütçeyi hızlı tartışalım derken -Komisyon da dahil, Meclis müzakereleri de dahil olmak üzere- kendimizi telaşa kaptırdık. Dolayısıyla, söylenebilecek çok şeyi, anlatılabilecek çok meseleyi açıklama fırsatlarını da ellerimizden kaçırdık. Bizi izleyen yurttaşlarımızın, bu hususu dikkate almalarını bilhassa ifade etmek istiyorum; çünkü, bu ifade, bütçenin detaylarına yeteri kadar ehemmiyet vermediği tarzda doğması muhtemel bir yanlış kanaati düzeltmek için başlangıçta açıklanması gerekli olan hatırlatma notudur. Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; bizim, bu yılki bütçeyle, içerisinde bulunduğumuz Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı dönemi bakımından çok ciddî bir sorumluluğumuz var. Bu sorumluluk, en derin ölçeğiyle, Yüce Meclisimizin çatısı altında gerçekleştirilebilecek bir sorumluluktur. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri ve 53 üncü Hükümetin sayın bakanları; lütfen, bir dakika, beni çok büyük bir dikkatle dinleyiniz. Beş yıl sonra bilgi çağına giriyoruz. Yirmi yıldan beri büyük ivme kazanmış bulunan veri iletişim teknolojilerindeki gelişmeler, insanoğluna tarihte görülmemiş boyuttaki veriyi ve bilgiyi, âdeta ışık hızına yakın bir hızla derlemekte, aktarmakta, işlemekte ve saklamakta insanoğluna büyük kabiliyet kazandırmıştır. Böylece, gelişmiş ülkelerde bilgi, sermaye, enerji, doğal kaynaklar da dahil olmak üzere bütün kaynaklar listesinin başına geçmiş ve hepsinden daha önemli kaynak haline gelmiştir, kaynak konumuna gelmiştir. Teknoloji de, artık sanayide değildir; teknoloji, millî geliri oluşturan bütün sektörlerde geçerli noktadadır ve ülkemizin gelişmesi için son derece özel niteliklerle yer almaktadır. 2000’li yılların eşiğindeki Türkiye’nin gelişmesini hızlandırmak için, bilgi ve teknoloji konularına gereken önemi veren, bu alanda, stratejik planlamalar yapan ve politikalar belirleyen bir yetkili ve güçlü kuruma ihtiyaç vardır. Bugün, çok büyük, talihli, bir oturum idrak ediyoruz. Bu oturumu, Türkiye Büyük Millet Meclisimizin Değerli Başkanı yönetmektedir. Onun da bulunduğu bu toplantıda, sizlerin takdirine arz etmek istiyorum: Ülkemizin geleceğiyle ilgili bütün meseleleri en iyi ölçekte değerlendirebileceğimiz bilgi ve teknolojiyi kavrayan bir bilgi ve teknoloji komisyonu kurulmasını, bunun için gerekli yasal ve yönetsel hazırlıkların yapılmasını, şimdiden takdirlerinize sunuyorum ve Sayın Başbakanın bu ülkeye yapabileceği hizmetlerin başında geleceğini ifade ediyorum ve Sayın Meclis Başkanımızın Meclise yapabileceği en önemli görevlerden birisinin, bu bilgi ve teknoloji komisyonunun kurulmasına gerekli tavassutta bulunması olacağını ifade ediyorum. (ANAP ve DSP sıralarından alkışlar) Aynı şekilde, meseleleri, sadece bilgi ve teknoloji gibi somut meseleler üzerinde yoğunlaştırarak değerlendirmeye almakla, sorunları çözemeyiz. Bir bütçenin, bütçe bünyesinde, aritmetik dengeler kadar estetik dengeler de vardır. Yeni yüzyıla bu estetik dengelerle de gitmek zorundayız. Bu nedenle, bunun yanı sıra, bir de, bilim ve sanat komisyonu öneriyorum; bir müstakil kültür komisyonu kurulmasını öneriyorum ve bunu da, Sayın Meclis Başkanımıza arz ediyorum. Sayın Hükümetin dikkatine sunuyorum. Değerli arkadaşlar, bahsettiğim şu iki konuyla ilgili, fevkalade önemli bir açıklama getirmek ihtiyacını hissetmekteyim. Bu fikri, Meclis çatısı altında ilk defa gündeme getiren ve grubu adına bütçe eleştirisi yaparken, konu olarak tartışmaya açan, Demokratik Sol Parti İstanbul Milletvekili Sayın Prof. Dr. Ziya Aktaş’ın konuşmasından ilham aldım. (DSP sıralarından alkışlar) Dolayısıyla, bilgi ve teknoloji komisyonuyla ilgili olarak yaptığım önerinin bütün ilhamını aldığım insana, bu değerli arkadaşımıza, huzurunuzda, fikir namusunun sahibi bir insan olarak şükranla arz ederken, kendisinin bu bahisteki gayretine de devam etmesini istirham ediyorum. (DSP sıralarından alkışlar) Aynı, şekilde, bilim ve sanatla ilgili olanı da, Sayın Dr. Yüksel Yalova’yla yaptığımız bir konuşmada ortaya koyduğu görüşlerden aldığım ilham çerçevesinde getirdim. Yine, aynı şekilde, kendilerine de söylüyorum; önemli olan, bir fikrin bu kürsüde kimin tarafından söylendiği değil, kimin tarafından yaratıldığı, kimin tarafından seslendirildiği, kimin tarafından uygun görülüp karara, kimin tarafından da uygulamaya geçirildiğindeki bütünlüktür. Hepimiz, bu bütünlüğün içerisinde yer alabilecek değerde insanlarız ve hepinizi bu değerin içerisinde görmekten büyük mutluluk duyduğumu ifade ediyorum. BAŞKAN – Sayın Karakoyunlu, 23 dakikayı geçtiniz. YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) – Bana bir iki dakika müsamaha eder misiniz efendim? BAŞKAN – Seve seve... YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) – Teşekkür ederim. Değerli arkadaşlarım, zamanımın bir bölümünü, tekrar, bütçenin ekonomik kimliği üzerinde kullanmayı düşünmüştüm; ama, biraz evvel arz ettiğim gibi, böyle, eksik zamanlı, aksak bütçelerle karşı karşıya kalındığı zaman, meselenin hızlı tartışma düzeyine girdiğinizde, telaşınız, söyleneceklerin çoğunu elinizden alıp götürür. Dolayısıyla, sözümün büyük bir kısmını anlatabilmek imkânından mahrum kaldım; ancak, bir noktaya işaret etmek istiyorum. İnsan merkezli ekonomi politikalarının oluşturulması, modern, örgütlü ve çoğulcu demokrasi tariflerinin en önemli başlıklarını teşkil eder. Bu tarifler, ekonomik ve malî yapının oluşmasında, en az aynı derecede önem taşıyan ahlakîlik değerlerinin de gündeme getirilmesini zorunlu kılar. Bu zarif ve demokratik siyaset görgüsünden hareketle ifade etmek istiyorum ki; ekonomik ve malî uygulamaların ahlakîliği, politika tercihlerinin etkinliğinden çok daha önemli değerlere sahiptir. Nitekim, bu Hükümetin oluşmasına ruh veren Koalisyon Protokolü, bu bordo belge, bu meseleyi son derece ciddî başlık altında incelemiş ve konu, devletin yeniden yapılanmasının aslî şartları arasında yer almıştır. Yüzyirmi yıllık anayasal yönetim geleneğimiz içerisinde, bu düzenleme ilk defa benimsenmektedir. Dolayısıyla, Koalisyon Protokolünün “4F” başlığındaki temel düzenlemenin, siyasî ahlak açısından kapsadığı kavram genişliği ve zenginliği, Anayasamızın 100 üncü maddesindeki düzenlemeyle kesin paralellik içerisindedir. Değerli arkadaşlar, parlamento geleneğimizde siyasî ahlak pratiği, her devirde son derece önemli olmuş ve bu konudaki ihlallerin en ağır biçimde eleştirildiği zeminlerin başında bütçe müzakereleri gelmiştir. Türkiye’nin bu bahisteki tarihsel deneyimi ve siyasal erdem anlayışı, bazılarının dudak büktüğü melankolik fazilet iptilası gibi değerlendirilemez. Yönetim yetkisini kendi hür irademizle tevdi ettiğimiz yöneticilerin, bu yetkiyi, yasal disiplinlere bağlı olduğu kadar, moral değerlere de bağlı kalarak kullanmaları sorumluluğu vardır. Bu sorumluluğun ihlal edilip edilmediği iddialarını araştırmak, gerekirse soruşturmak hakkı, münhasıran, bu yetkiyi tevdi eden otoritenin, yani Yüce Meclisinizin hakkıdır ve bu hak, egemenlik tarifinden kaynaklanır; hiç kimseye, hiçbir kuruma devredilemez. Bunu, şu amaçla söylüyorum: 832 sayılı Sayıştay Kanununa yapılan ek bir maddeyle, birtakım soruşturmaların, Anayasanın 100 üncü maddesinden çıkarılıp, Sayıştay bünyesinde tetkik edilmesine ilişkin bazı tedbirler alınması istenmektedir. Meclisin bu konudaki Anayasal yetkisini -hani, o cep kitaplarına sıkıştırdığımız- Murphy veya Peter yasalarıyla karıştırmamak gerekir. Birisi, Amerika’nın ticaret iştihasının aforizmalarıdır; ama, ötekisi ise, demokrasi idrakinin ve Anayasadaki denetim ahlakını kapsar. Dolayısıyla, siyasetimizi, bilgi ve safiyet iddiası, kendinden menkul bir keramet gibi gösteremeyiz; sorumluluğumuz buradadır. Bu nedenle, huzurunuzda, Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanını ve üyelerini, bir noktada aydınlatarak, kendilerinin bilgilerine sunarak, ikaz etmek istiyorum: Şu anda Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmekte olan 832 sayılı Sayıştay Kanununa yapılacak ek maddeyle ilgili olarak, Plan ve Bütçe Komisyonu, mutlaka Anayasa Komisyonundan görüş almalıdır; hatta, başka hukuk kurumlarında, bu bahiste “uygunluk” ifade edilse bile, Meclisimizin geleneği ve komisyonlar otoritesi açısından bu görüşü almak zorundadır. Yönetimin ahlakî değerleriyle ilgili olarak söyleyeceğim çok şey var; ancak, zaman kısıtlı; Sayın Başkanın müsamahasını da fazlaca suiistimal etmek istemiyorum; yalnız, söyleyeceğim birkaç cümlem var; onlara müsaade ediniz. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Halkı, siyasetçisine daima saygılıdır; siyasetçisinin haklarını savunmada mükemmel örnekler sergiler; ancak, Türk Halkı, siyasetçinin ahlakıyla da yakından ilgilidir. Bu ilgi, dürüst düşüncenin, namuslu davranışın ve hesap veren cesaretin örnekleriyle doyurulabilir. Türk Halkı, siyasetçinin alnının yüksekliğiyle değil, aklığının seviyesiyle ilgilidir. Bu nedenle, önümüzdeki bütün günlerde, bu konunun içerisinde olduğumuzu ifade etmek istiyorum; çünkü, siyaset ahlakının idrakiyle ilgilidir. Değerli milletvekilleri, bizi televizyondan izleyenler; Kutlu Doğum Haftasını yaşıyoruz. Kutlu Doğum Haftası, Peygamberimizin dünyayı teşrifinin miladî takvimdeki 1425 inci yılının idrakidir. Bu idrak, bu tartıştığım siyasî ahlak ve değerlendirme metodolojisinin kutsiyetinde ayrıca önem taşır ve onu ayrıca bir hükme ulaştırmıştır. Buna, kamu vicdanındaki hüküm cümlesi denir ve o hüküm, ilahi adalete hacet kalmadan, mülkün adaletinde verilmelidir. Bu vesileyle, hepinize saygılar, sevgiler sunuyor; bütçenin ülkemize, milletimize hayırlı olmasınıYa Rabbim, senden diliyorum; teşekkür ederim. Arz ederim. (ANAP, DYP, RP ve DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Karakoyunlu. Sayın Yalova, süreyi durdurdum efendim, telaş buyurmayın; bir konuda Yüce Meclisi aydınlatmam lazım. Sayın Karakoyunlu, yaptıkları güzel konuşmalarında, bir noktada Meclis Başkanlığını da uyararak, milletin önünde bir istemde bulundular. Yüce Milletimiz, bugün, bu görüşmeler vesilesiyle bizi dinleyip, takip ettiğine göre, bu isteğin cevabını Meclis Başkanlığı olarak arz etmek durumundayım. Sayın Karakoyunlu, bilim ve teknoloji komisyonunun kurulması konusunda, Meclis Başkanlığını uyardınız; Yüce Meclise arz ediyorum: Yeni düzenleyip, Yüce Meclise sunduğumuz İçtüzük değişiklikleri sırasında, bu teklif tarafımızdan yapılmıştır. Bu İçtüzük değişiklikleri sırasında, Sanayi ve Ticaret Komisyonumuzun yapısında bir değişiklik yapılmış, isim, Sanayi, Ticaret, Bilim ve Teknoloji Komisyonu olarak düzenlenmiş ve yeniden yapılandırılmıştır. Bu konu Komisyonda görüşüldü, Genel Kurulun bilgisine ve tasdikine arz edilmek üzere aşağıya iniyor; sayın milletvekilleri, elbette, kendi takdir ölçüleri içerisinde, bunun münakkaşasını yapacaklardır. Takdir ölçüleri bu yönde olursa, böyle geçer; takdir ölçüleri teklif yönünde daha değişik olursa, o yönde geçer. Yüce Meclisin Başkanlık Divanı, kendisine düşen görevi, bu alanda yapmıştır; bilgilerinize arz ederim. Şimdi, kalan süreyi kullanmak üzere, Sayın Yüksek Yalova; buyurun. (ANAP sıralarından alkışlar) ANAP GRUBU ADINA YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bütçe kanunu tasarısının tümü üzerinde, bana düşen vakit içerisinde, Anavatan Partisinin görüşlerini sunmaya devam edeceğim. Umarım, Sayın Yılmaz Karakoyunlu arkadaşımın teorik seviyesinden pek uzaklaşma bahtsızlığına ulaşmam. Yüce Meclisi, şahsım ve Partim adına en üstün saygılarımla selamlıyorum. Yarın, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız; izniniz olursa, tüm Anavatan Partisi Grubu mensubu arkadaşlarım adına, tüm vatandaşlarımızın Ulusal Egemenlik Bayramını yürekten kutluyorum. Özellikle, bütçenin bitişine rastlaması da, bizim için ayrı bir tesadüf olsa gerek; çünkü, bu yüce çatının en arka duvarında, ulusal egemenlikle ilgili, egemenliğin kayıtsız şartsız ulusa ait olmasıyla ilgili, Büyük Atatürk’ün bir sözü var. “İktidarın, gökyüzünde mi, gökyüzündeki iktidarın yeryüzündeki temsilciler adına mı kullanıldığı; yoksa, yeryüzündeki, yani millete ait mi kullanıldığı” sorusunun, yüzyıllarca süren teorik kavgasına, en somut çözümü getirdiği için de, Büyük Atatürk’ü bir kez daha rahmetle ve minnetle anıyorum. Yine, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanımız Sayın Mustafa Kalemli Beyefendiye, ilk kez bu yıl, bütçe görüşmeleri münasebetiyle, yasama teknolojisine getirdikleri bu hızlı, verimli çalışma yöntemi nedeniyle, Grubum ve şahsım adına, teşekkürlerimin ötesinde minnetlerimi sunmayı görev sayıyorum. Yasama-yürütme ilişkisinde, bildiğiniz gibi, özellikle, son yıllarda, belki son onyıllarda, ülkemizde, Batı’da olduğu gibi, yasama aleyhine seyreden bir gelişim çizgisi vardı. İşte, üç günlük bir çalışma temposunun yeterli olmadığından, siz sayın milletvekilleri de yakınırdınız; ama, yıllardır, o İçtüzük bahanesinin dışında, yeni bir yaklaşımla, nasıl böylece kısa bir süre içerisinde, yine aynı verimlilikte, belki daha fazla bir verimlilik elde ederek, aynı bütçe kanunu tasarısının görüşülebileceğini de, bu vesileyle görmüş olduk. Onun için, kendilerine şükranlarımı arz ediyorum. Yine, bu bütçe görüşmeleri sırasında, ben, bir gözlemde bulunmaya çalıştım. Konuşmacılarda, hangi partiye mensup olursa olsun, hangi bakanlığın bütçesinde konuşmacı olursa olsun, ortak bir paydayı gözlemledim. Var olan durumun tespiti ve olması gerekenler hususunda, sanıyorum, hep pozitif bir yaklaşım olduğunu söylemek, bir hakkı teslim etmek olur. O nedenle, bu, pozitif yaklaşımları nedeniyle de, tüm konuşmacıları kutlamak istiyorum. Ancak, Sayın Karakoyunlu’nun da işaret buyurdukları gibi, mademki, ben, kendisinin çizdiği çerçeve içerisinde, konunun siyaset bilimine yönelik bir kısmını irdelemekle yüksek huzurlarınızda görevli isem, o zaman, bu üç beş yıllık, önümüzdeki döneme ilişkin var olan sorunların çözümünden ziyade, o sorunların gerisinde yatan sosyolojik sebepleri, bir parça devlet sosyolojisine girerek, yüksek dikkatlerinize sunmaya çalışacağım. Grubumuzdan önce konuşan değerli konuşmacılar arasında Sayın Baykal’a cevap vermek zorundayım; çünkü, kendileri böyle bir talepte bulundular. Dediler ki, bu bütçe borç ve faizi artırma bütçesidir. Bir tespittir, kendi düşünceleridir. Tarım ve hayvancılıkla ilgili görüşlerini de sunduktan sonra “ama, bu tarım ve hayvancılığın perişan halini söylemek yetmez; niye böyle perişandır, niye perişandır bunu söylemek lazım” dediler; şimdi, onu cevapsız bırakamam. Cumhuriyet Halk Partisi -sevinmiyorum- niye perişansa, tarım ve hayvancılık da onun için perişandır demek zorundayım. NİHAT MATKAP (Hatay) – Ne ilgisi var!.. İSMET ATALAY (Ardahan)– Ayıp!.. YÜKSEL YALOVA (Devamla) Çünkü, eğer burası bir yargılama yeri olsaydı; tartışma yeri, konuşma yeri, bütçe üzerinde değerlendirme yapma yeri değil de, burası bir yargılama yeri olsaydı; ben, sadece Sayın Baykal’ın buradaki konuşmalarını alarak -çünkü, sonuçta, ceza hukukunda buna “ikrar” derler, hem zımnî de değildir, açıktır- sadece onu alarak, hâkimin takdirine bırakır ve davayı kazanırdım; çünkü, 1991 yılında bir traktörün 50 milyon lira olduğu, Türkiye’de bilinen bir gerçek; 1995 seçimlerinde de -herhalde 30 milyon lira filan değil, 20 milyon lira değil, 40 milyon lira değil- 1 milyar lira... Ha, şimdi, Sayın Baykal’ın görüşlerinde katıldığım noktaya geleceğim. O görüşün mantığını paylaşmam; ama, bir doğru tarafı var. Ne oluyor da, hangi parti olursa olsun, şunlar şunlar yapılsın dileğinde ortak paydayı tuttururlarken, ne oluyor da, bu ülkede enflasyon, âdeta, devletin resmî ideolojisi halini alabiliyor; işte, oraya bakmak lazım. Eğer, bakarsak, o da bizim alanımızdır dersek, var olan siyasî partilerin görüşlerindeki zihniyet benzeşmesi, var olan siyasî partilerin, daha doğrusu siyasal iktidarların -sosyal sınıflar sözcüğünü pek benimseyen bir kişi değilim- sosyal katmanlar karşısında, tercih konusundaki müteredditliği diyebilmemiz lazım. Şimdi, geçen dört yılda da politika vardı. Sayın Baykal “politika yok” diyor. Politika yok olur mu; bin sene önce de -yönetim hangi modeli taşırsa taşısın- yine, politika vardı. Ha, olmayan neydi; geçen dört yılda da politika vardı; ama, o politikada, bu söylediğim kitleler karşısında kendi politika yürütücülerinin ideolojileriyle tenakuzu vardı, müteredditliği vardı. Özetle söyleyeyim; demin, Doğru Yol Partisinden bir sayın milletvekili, Sayın Yılmaz Karakoyunlu konuşurken, âdeta, dört yılı eleştirdiğini zannederek “onun öncesi de vardır” dedi. Doğru söyledi; öncesi de var. Neresi o öncesi; 1983 öncesine bakarsanız -öyle, 1980 öncesi tabirini kullanmıyorum- zihniyet konusunda, insanlardaki çelişik tutumlar; yani, açık piyasa, serbest piyasa zihniyetinin, etatizm karşısındaki, devletçi zihniyet karşısındaki mücadele gücü... İşte, 1983 yılının tartışmalarını hatırlayın. Yani, bu ülkede “köprüyü sattırmam” demek, solculuğun simgesel tanımıydı, “köprüyü satarım” demek de, açık, serbest piyasa düşüncesinin. Şimdi, bu iki düşünceyi sağlıklı bir şekilde değerlendirmemiz için, Cumhuriyet Halk Partisinin yaptığı gibi, siyasî liberalizmde Jakobenizmi üstlenip de, o 1789 felsefesinin ekonomik liberalizm kısmındaki özel mülkiyet ve ticaret özgürlüğünü bırakarak, şimdi, yeni politika üretelim diyemeyiz, politikasızlığı terk edelim diyemeyiz. Sayın Baykal’ın konuşmasının bir noktasına daha değineceğim izninizle; Yunanistan, Rusya, Suriye meselesi... Hükümetin girişimleri konusunda “sorunları biz çıkarmadık” diyor. Doğru “sorunları biz çıkarmadık” sözü doğru; ama, sorunlar çıkmışsa, sorunlara çözüm bulmak zorunda olan da biziz. O sorunun başka taraftan çıkmış olmasının, sorunun ortadan kalması anlamına gelmediğini de tespit etmemiz lazım. Ancak, “komşularımız karşısında barışçı olursak ‘yıldılar’ derler” sözünü kullandılar; o zaman, şimdi, mefhumu muhaliften soralım; savaşçı mı olmamız lazım?.. Şimdi, buradan bir şey çıkıyor: Dış politikaya ilişkin yepyeni açılımlar meselesi. Neden?.. 1980’li yılların başına kadar; yani, bundan onbeş yıl öncesine kadar, uluslararası ilişkilerde, sınırlar, ülkeleri birbirlerinden ayıran unsurlar olarak algılanırdı. Oysa, yepyeni bir versiyon ortaya çıktı; sınırlar, ülkeleri birleştiren unsurlar olarak algılanıyor. Şimdi, siz, bu unsurlar kavramına böyle yaklaşıyorsanız, kendi iç sınırlarımız içerisinde de, anayasa hukukunda, devletin en önemli özelliklerinden birisi olan egemenlik hakkının kullanılmasına bakıyorsanız; eğer, biz, Anavatan Partisi olarak dört yılı eleştirme durumunda kalırsak, yapılamayan, ertelenen konuları, mesela, 24 Aralık milletvekilleri seçimlerini, biz, bu egemenlik hakkının kullanamayışı meselesinde daha iyi kullanırız, daha iyi örnek olarak ortaya getiririz; ama, sorun o değil. Neden o değil; çünkü, siz, bu ülkede tapu sorununu halledememişseniz... Neyi söylüyorum; bir tarafta devlet, bir tarafta birey, vatandaş. Bakıyorsunuz, vatandaş ile devlet ilişkisine -devlet soyut bir kavram, vatandaş somut bir kavram- devletin organlarına bakıyorsunuz -adı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüdür, adı Orman Genel Müdürlüğüdür, adı Vakıflar Genel Müdürlüğüdür, adı Millî Emlak Genel Müdürlüğüdür, adı Arsa Ofisi Genel Müdürlüğüdür- birçok ihtisaslaşmış kurum; ama, yüzbinlerce -örneğin- orman davası... Ee, şimdi bunun adı, adalet sistemine yepyeni sorunlar üretmek değil midir; tabiî ki öyledir. O zaman, eğer beş yıl sonra biz, Türkiye olarak, istesek istemesek de, bilgi çağına gireceksek, yapmamız gereken bir iş var; nedir o; kent bilgi sistemleri kurmak. İşte, bizim Belediye Başkanımız Aydın’da yaptı. Kent bilgi sistemlerini kurarak, bizim, devlet bilgi sistemini oluşturmamız lazım. Düşünün, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün kullandığı aletlerdeki teknolojinin, Orman Genel Müdürlüğündekilerden farklı model olması nedeniyle, vatandaş mahkeme kapılarında sürünüyor. Biz, şimdi, Sayın Başbakanın talimatıyla -haydi, buyurun gelin, bunu da yapalım dedik; o çalışmayı ben yürütüyorum; bir anlamda bütçe buna da imkân verecek- çalışmalara başladık. Bu noktada, tüm hukukçu arkadaşlarımıza, milletvekillerimize sesleniyorum -hangi partiye mensup olursa olsun- vatandaşı -altını çizerek söylüyorum- sırf, devleti yönetenlerin bilgi çağına ayak uyduramayışları nedeniyle ortaya çıkan devletin bu zulmünden kurtaralım. Nedir bu zulüm; ya mahkeme kapısında ya o bürokrat karşısında, git gel... Kırk yıllık tapusu var, tapu benim mi, değil mi... Milyonlarca insan, babasından kalmış, dedesinden kalmış, - yarın- tapunun sahibi olabilecek miyim olamayacak mıyım endişesini yaşıyor. Basit bir mürekkep reformuyla, basit bir iki idarî kararla, belki de basit bir iki yasa tasarısı ya da teklifiyle bu işi çözmek lazımdır. Sayın Erbakan Hocamıza, bütçenin hukukîliği meselesinde bir itirazım var. 7 noktadan Anayasaya aykırı olduğunu düşündüklerini söylediler. Geçen konuşmada da aynı şekilde söylemişlerdi. Eğer, bu 7 noktadan, bu bütçenin Anayasaya aykırılığı meselesini Refah Partisinin tüzüğüne bakarak değerlendirdilerse, o kanaate buradan vardılarsa, bir şey diyemem. İSMAİL İLHAN SUNGUR (Trabzon) – Anayasaya... YÜKSEL YALOVA (Devamla) – Ama, Anayasaya diyorsanız, ben, o zaman, 1982 Anayasasının, mesela “vergi ödevi” başlığını taşıyan 73 üncü maddesini, Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkilerini belirleyen 87 nci maddesini, “kanunların teklif edilmesi ve görüşülmesi” başlığını taşıyan 88 inci maddesini sadece söyleyerek -tabiî “başlangıç” kısmındaki temel hükümleri de buna eklemek mümkün- bu bütçe kanunu tasarısının Anayasaya aykırılığının- ileri sürülemeyeceğini demiyorum, ileri sürersiniz- düşünülemeyeceğini yüksek dikkatlerinize sunmak zorundayım; çünkü, adı üzerinde, kanun tasarısı... Kanun tasarısı dediğiniz zaman, herhangi bir kanun tasarısıdan hiç farkı yok. Haa, yasama-yürütme ilişkisi içerisinde, biz nereye bakmalıyız, yasama organının üyeleri olarak, o noktaya geleyim. Biz, yasama organı olarak, yürütme organına, adı bütçe olan bu kanun tasarısıyla, belirli işlemleri, belirli sürelerle yapma iznini veriyoruz, sonra da, kendi elimizde, denetim mekanizmasını bulunduruyoruz. O izni, Genel Kurul yüksek tensipleriyle verirken de bakacak... Bir bütçe profesörünün sözüdür, bütçede, bütçe dışı her şey konuşulur; doğal; bir politika oluşturma platformu... Biz, şimdi, bütçede, bu anlamda, bütçenin sadece hukukî niteliğiyle bir değerlendirme yapacaksak, bu bütçe kanunu tasarısı, Anayasaya aykırı mıdır, değil midir diye, neye bakacağız; Anayasanın maddelerine... Neye tabi tutacağız; diğer kanun tasarılarının tabi olduğu prosedüre bakacağız. Eğer onlardan herhangi birinden bir ayrıcalığı, farklılığı, yasadışılığı yoksa, anayasallık dışı bir unsur taşımıyorsa, o zaman, kanun tasarısıyla o izni verdiğimiz yürütmeyi de... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Yalova, mahkeme kararı varmış... BAŞKAN – Buyurun Sayın Yalova; lütfen tamamlayın efendim. YÜKSEL YALOVA (Devamla) – Sayın Karakoyunlu, onun gerisindeki felsefeyi de söyledi ve yüzde yüz katılıyorum; sadece, o kanun tasarısının -ki, sonra kanun olacak yüksek tensiplerinizle- o kanunun, sadece hukukîliği meselesini değil, aynı zamanda- meşruiyetini oluşturan iki temel unsurdan biri hukukîliğidir, kabul; ama, öteki boyutu da, Weberian teoriye göre siyasîliğidir- Sayın Karakoyunlu’nun söylediği ahlakîliği meselesini de... Yani, bir hükümet düşününüz ki, Yüce Heyetin huzuruna gelmiş; ben, şunları şunları, şu işlemleri yapma iznini alıyorum, yetki talep ediyorum demiş; Yüce Heyet vermiş... Şimdi, gelin, Türkiye’de ortak sancısını çektiğimiz, yıllardır sancısını çektiğimiz bir uygulamayı, şu bütçe görüşmeleri sırasında, ortak payda diye andığım pozitif yaklaşımla, o denetim mekanizmasını da, sene sonunda, yine, aynı ortak paydayı elde ederek tekrar gündeme getirelim; başka ulusların, böylesi bütçe kanunları karşısındaki parlamentolarının tutumları nasıl olmakta; neye bakmaktalar; biz, nasıl bakmaktayız; o zaman mukayesesini yapalım... 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının Hükümete başarılar getirmesini diliyor; Yüce Meclisin siz saygıdeğer üyelerini, şahsım ve Grubum adına teker teker, en üstün saygılarımla selamlıyor; bütçenin ülkemize hayırlar getirmesini Yüce Tanrıdan temenni ediyor; Sayın Başkanıma da çok teşekkür ediyorum. (ANAP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Güzel konuşmanız için teşekkür ederim Sayın Yalova. IV. – SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR 1. – Hatay Milletvekili Nihat Matkap’ın, Aydın Milletvekili Yüksel Yalova’nın partilerine sataşması nedeniyle konuşması. BAŞKAN – Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Sayın Nihat Matkap’ın Başkanlığa bir müracaatı var; onu arz edeceğim. Sayın Matkap, müracaatında, şunu ifade ediyorlar: “ANAP Grubu Sözcüsü, konuşmasının bir bölümünde, bu bütçe tasarısının, DYP- CHP Hükümeti tarafından tanzim edildiğini söyledi. Oysa, görüşmekte olduğumuz bütçe tasarısını, 51 inci DYP Azınlık Hükümeti hazırlamıştır” diye zabıtlara geçmesini istediler. İtirazınızı zabıtlara geçiriyorum efendim. NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, sabah da benzer bir durum oldu. Kamuoyu bu konuda yanıltılıyor. Eğer izin verirseniz, iki üç dakika içerisinde, bu konuyu aydınlatmak istiyorum. BAŞKAN – Bu, zabıtlara geçirdiğim hususun dışında ilave edeceğiniz başka bir şey var mı efendim? NİHAT MATKAP (Hatay) – Sabah, Demokratik Sol Parti de benzer bir iddiayı ileri sürdü; şimdi de, Anavatan Partisinin değerli sözcüsü... Kamuoyu yanıltılmış oldu. BAŞKAN – Efendim, iki cümleyle ilave edeceğiniz bir şey varsa, size söz veririm; çünkü, yanlış bir beyanda bulunulduğunu ifade ediyorsunuz; bu yanlış beyanı düzeltme, en tabiî hakkınız. Söz verdim efendim; buyurun. NİHAT MATKAP (Hatay) – Sağ olun. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gerek sabahki oturumda gerekse şimdiki oturumda, Demokratik Sol Partinin değerli sözcüsü, Anavatan Partisinin değerli sözcüsü, bütçe tasarısı üzerinde görüş açıklarken, özellikle, bu bütçeyi savunmaya yönelik bölümlerde, bu bütçenin, Doğru Yol Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi Hükümeti tarafından hazırlandığını, tanzim edildiğini söyledi. İki grup da benzer şeyi söyleyince, kamuoyu da yanılıyor, Meclisimizin değerli üyeleri de yanılıyor. Bu konuyu mutlaka açmamız gerekiyor. Sayın Başkan, bu açıklamayı yapma fırsatını verdiğiniz için, anlayışınızdan dolayı, size de teşekkür ediyorum. Değerli arkadaşlarım, şimdi, altını çizerek söylüyorum. Bu bütçe tasarısını hazırlayan, Doğru Yol Partisi-Cumhuriyet Halk Partisi 52 nci Hükümeti değil, kurulma cesaretini, vizesini, Demokratik Sol Parti ve Milliyetçi Hareket Partisinden alan 51 inci Azınlık Hükümetidir. (CHP sıralarından alkışlar) Bu tasarının hazırlanmasında da, ne yazık ki, Cumhuriyet Halk Partisinin hiç katkısı olamamıştır. Plan ve Bütçe Komisyonunda Grubumuz adına görev yapan arkadaşlarımızın hiçbir önerisi de değerlendirilmemiştir. Değerli milletvekilleri, “eğer 24 Aralıkta erken seçim olmasaydı, bu bütçeyi Doğru Yol Partisi-Cumhuriyet Halk Partisi uygulayacaktı” demenin, gerçekle uzaktan yakından ilgisi yoktur; çünkü, eğer 24 Aralıkta seçim yapılmayacak olsaydı, 52 nci Doğru Yol Partisi- Cumhuriyet Halk Partisi Hükümeti de kurulamayacaktı. Lütfen, 52 nci Doğru Yol Partisi-Cumhuriyet Halk Partisi Hükümetinin kuruluş koşullarını hatırlayınız. Partimizin 9 Eylülde kurultayı yapıldıktan sonra, 50 nci Hükümetin... BAŞKAN – Sayın Matkap, hiç o bahislere girmesek; o bahisler oldukça uzundur; bu görüşmeler içerisinde de sonuca varmamız mümkün değildir. Siz, itirazınızı yaptınız, kayıtlara geçirdiniz, millet de bu konuda aydınlandı; müsaade buyurursanız, burada toparlayalım bu işi. NİHAT MATKAP (Devamla) – Peki Sayın Başkan. BAŞKAN – Teşekkkür ederim efendim. NİHAT MATKAP (Devamla) – Sayın Başkan, bugün görüştüğümüz bütçesinden şikâyetçi olunan bu Hükümete desteği, çekinser olsa da Demokratik Sol Parti vermektedir. Bu destek, bugün de sürmektedir. Kimse, konuyu, sorunu, gerçeği saptırmaya lütfen kalkışmasın. Gerçekler, halkın, kamuoyunun ve Meclisin gözleri önünde yaşanıyor. Bütçeden ve Hükümetten rahatsız iseniz, bunu göstermenin yolu açıktır; biraz sonra vereceğiniz oylarla tavrınız netleşecektir. GÖKHAN ÇAPOĞLU (Ankara) – Sayın Başkan, sataşma yapıyor; cevap vermiyor ki... BAŞKAN – Sayın Çapoğlu, müsaade ederseniz sataşmanın ne zaman yapıldığına, ne zaman yapılmadığına ben karar vereyim. NİHAT MATKAP (Devamla) – Sayın Başkan, anlayışınızı suiistimal etmek istemiyorum; size teşekkür ediyorum, Yüce Meclise saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Matkap. III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 1. – 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/285) (S. Sayısı : 1) (Devam) 2. – Katma Bütçeli İdareler 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/286) (S. Sayısı : 2) (Devam) BAŞKAN – Bu aşamada, Sayın Hükümete söz veriyorum. Hükümet adına, Başbakan Yardımcısı Sayın Nahit Menteşe konuşacaklar. Buyurun Sayın Menteşe. ZEKERİYA TEMİZEL (İstanbul) – Efendim, bir konunun açıklığa kavuşturulması için izninizi rica ediyoruz. BAŞKAN – Efendim, şimdi Hükümeti kürsüye çağırdım. Eğer, hâlâ, bu konuda ısrarınız varsa, Sayın Grup Başkanvekiliniz bu konuşmanın sonunda müracaat eder; değerlendiririm efendim; lütfen buyurun. Süreniz 45 dakika Sayın Menteşe. DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT MENTEŞE (Aydın) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; 1996 yılı konsolide bütçesi, uzun süre Komisyonda tartışılmış; nihayet, Yüce Meclis de geceli gündüzlü çalışmak suretiyle, Yüce Meclisin değerli katkılarıyla, bütçe görüşmelerinin sonuna gelinmiştir. Konuşmama başlamadan önce, Yüce Meclisin Değerli Başkanını ve değerli milletvekillerini saygıyla selamlıyorum. Aynı zamanda -biraz evvel arkadaşlarımızın da belirttiği gibi- yarın, 23 Nisan; 76 yıl önce, 1920 yılının 23 Nisanında Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulmuştur ve İstiklal Harbini, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, bu Türk Milleti yapmıştır. Birinci Büyük Millet Meclisinin değerli üyelerini ve Büyük Atatürk’ü, huzurunuzda, rahmet ve minnetle anıyorum. Çok zor şartlarda mücadele verilmiştir. Hepinizin bildiği gibi, galip devletler, Türkiye’de, Sevr’i uygulamışlardır. Türk orduları, Çanakkale’de menkıbe yazmış olmalarına rağmen, müttefikleri mağlup olduğu için, Mondros -silah bırakma- Mütarekesiyle savaş sona ermiştir. Ancak, galip devletler, Türkiye’yi bölmek, parçalamak maksadıyla Sevr’i uygulatmışlar ve hepinizin de bildiği gibi, hepimizin de tarihten acı sayfalarını okuduğumuz gibi, Türkiye, âdeta paramparça olmuştur. Ama, Türk Milleti, esarete dayanamaz; onun için, Büyük Atatürk’ün önderliğinde, âdeta, bütün yokluklara, imkânsızlıklara rağmen, Türk Milleti şahlanmış ve ülkenin çeşitli yerlerinde büyük zaferler kazanmak suretiyle, düşmanı, Türkiye’den kovmuştur; ama, Büyük Atatürk, bir ekiple bunu yapmamış, millete dayanmak istemiş; onun için, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, bu savaş, günbegün tartışılmış ve istikamet verilmiştir. Yurdun dört bir tarafından gelen milletvekilleri, korkusuzca, büyük cesaretle görevlerini ifa etmişlerdir. Düşman orduları, Ankara civarına kadar gelmiş “acaba, Kayseri’ye intikal edelim mi” şeklinde fikirler beyan edilmiştir; ama, bir doğulu milletvekili kalkmış “hayır, burada devam edeceğiz” demiş. Bu mücadele cesaretle verilmiştir; onun için, tekrar, bu Birinci Büyük Millet Meclisinin kahraman üyelerini, rahmet ve minnetle anıyorum. Bakınız, değerli hatipler, terörden bahsettiler. Geçen sefer de, Refah Partisinin Sayın Başkanı, terörün dinmesi gerektiğini, birtakım metotlar tavsiye etmek suretiyle huzurunuza getirdiler. Barış yoluyla terörü sona erdirmek... Değerli arkadaşlarım, bir hatırlayınız, PKK, 1977’de kurulmuş illegal bir örgüt. Türkiye’yi bölmek, parçalamak için kurulmuş. Kanlı eylemlerini 1984’te başlatmış; Eruh ve Şemdinli’de masum vatandaşları katletmek suretiyle vahşetini, vahşet örgütü olduğunu dünyaya ilan etmiş. Dış ülkelerde, devletin, âdeta, bu terörü ihdas ettiği veyahut bu mücadeleyi ihdas ettiği şeklinde beyanlar devamlı şekilde ortaya atılmaktadır. Acaba, 10 Ağustos 1984’te Eruh ve Şemdinli’de katliam, devletin teşvikiyle mi olmuş?! Hayır; bu vahşet örgütü, o yörenin halkını sindirmek, korkutmak suretiyle hedefine ulaşmak istemiştir. Güvenlik güçleri, bugün, Türkiye’yi parçalamak, bölmek isteyenlere karşı kahramanca bir mücadele vermektedir, Türk Milleti aynı zamanda, oradaki masum halkı korumak için şehit vermektedir. Bu kürsüden defaatle söyledik; bu vahşet örgütü PKK, beşikteki çocuklarımızı hedef almış, küçücük yavrularımızı hedef almış; genç- ihtiyar demeksizin, büyük Türk Milletinin fertlerini öldürmüş, öldürmeye de devam etmiş. Siyasî çözüm veyahut başka türlü bir yaklaşım acaba mümkün mü?. Biliyorsunuz, 1992’de Abdullah Öcalan, barış ilan etmiş, gelin silahları bırakalım demiş. Nitekim, mücadele, bir müddet, orada durmuş; ama, esasında, kendisini toparlamak için böyle bir taktik uygulamış Abdullah Öcalan. Nitekim, aradan zaman geçmiş, Elazığ- Bingöl yolunda 33 silahsız vatandaşımız katledilmiştir; hadise bu. Yine, bakıyorsunuz, geçenlerde, yine aynı taktiklerle karşımıza çıkıyor, dünya kamuoyunun karşısına çıkıyor, güya, barış ilan ediyor; ama, geçen gün, Diyarbakır Sağgöze mevkiinde, 30’dan fazla askerimiz şehit olmuştur. Görüyorsunuz, değerli arkadaşlarım, hedef, Türkiye’yi parçalamaktır, bölmektir; bu amacına ulaşıncaya kadar PKK terör örgütü mücadelesini sürdürecektir; ama, artık, PKK terör örgütü -şimdi, rakamlarını vereceğim- gittikçe gücünü kaybetmektedir. Bakınız, Türkiye genelinde, 1984 yılında başlamış olan terör hareketleri, 1989 yılına kadar ortalama yüzde 43 oranında bir artış hızıyla yükselmiştir. 1990 yılında yüzde 39 olan artış hızı, 1991 yılında tekrar tırmanarak yüzde 62’ye ulaşmıştır. Terörün en yüksek seviyeye tırmandığı 1991 yılı içerisinde, hükümet değişikliği sonucu gösterilen tavır ve kararlılıkla birlikte, olayların 1992 yılında, bir önceki yıla göre artış hızı yüzde 28’lere düşmüştür.1993 yılında olay artış hızı yüzde 22 olmuştur. 1994 yılı olaylarında ise 1993 yılına oranla yüzde 5 nispetinde gerileme olduğu görülmüştür. 1995 yılı nisan ayı itbariyle Türkiye genelinde meydana gelen olaylar, 1994 yılının aynı dönemine oranla yüzde 21’lik bir azalma göstermiştir. İstatistiki rakamlar değerlendirildiğinde, terörün etkisi, mücadeleyle birlikte kontrol altına alınmıştır. Artık mukavemet döneminden çıkılmış, devlet, aktif hale gelmiştir. Geçen gün Diyarbakır Sağgöze’de yapılan da budur; ama, üzülerek ifade edelim ki, gerçekten şehit verdik. Devletinin, milletinin yanında ve her şartta vatandaşını koruyabilecek güven verilerek bugün, güneydoğuda vatandaşımız pesimist halden kurtulmuştur. Görüyorsunuz; bugün, Diyarbakır’da, Şırnak’ta, Hakkari’de, Bitlis’te, Bingöl’de ve Tunceli’de vatandaşımız rahatlıkla sokaklarda dolaşabilmektedir. Görüyorsunuz, devlet gücü karşısında PKK örgütünün mukavemeti kırılmıştır; ama, bu mücadele bir müddet daha devam edecektir değerli arkadaşlarım. Yabancı odaklar, arzuladıkları Sevr’i hiçbir surette uygulayamayacaklardır. Birkaç gün önce Sayın Başbakan Hatay’a gitti. Ben de İçişleri Bakanı olarak birkaç defa gitmiştim. PKK, Suriye’den Hatay’a sızmaktadır. Gazeluşağı Köyüne gittiğim zaman yine küçücük yavrularımızı ve çok, ihtiyar, yaşlı vatandaşlarımızı PKK terörü öldürmüştü. Şimdi, Suriye, Arap dünyasında -güya, su meselesi olarak takdim etmektedir- sudan hak alabilmek için mücadele verdiğini iddia etmektedir ve güya, PKK’yı himaye ettiğini, doğrudan doğruya olmasa da, kamufle etmek istemektedir. Esasında, su meselesi diye bir problem yoktur; çünkü, istediğinden fazla, ihtiyacından fazla suyu, Suriye almaktadır. Nasıl, biraz evvel Sayın Erbakan, Yunanistan’ın megali ideasından bahsetmişse, aynı şekilde, Suriye’nin de büyük Suriye ideali vardır. Onun için, su meselesi bahanedir, başka emelleri vardır; ama, bu emelleri kursağında kalmaya mahkûmdur; Suriye’ye, icabında gerekli ders verilecektir. Nitekim, bunu, Sayın Başbakan da -Suriye’ye yakın olan- Hatay’da ifade etmiş bulunmaktadır. Bakınız, ne diyor Türk Devleti: Orada, karargâhı himaye etme. Çünkü, biliyorsunuz, dünya âlem biliyor, her zaman itiraz ederler; ben de, Suriye’ye gittim, Sayın Hafız Esat’la belki üç saat görüştüm, devamlı şekilde PKK’nın himaye edilmediğini hep ifade etmektedir; yani, Apo’nun orada olmadığını ifade etmektedir; ama, Apo, zaman zaman Lübnan’dadır, zaman zaman Suriye’dedir; PKK’nın karargâhı oradadır; onun için, müsamahayla bakmamız mümkün değildir. Dışişleri Bakanlığı tarafından, gerekli demarş yapılmıştır, sonucu, elbette alınacaktır; Abdullah Öcalan için de -iade edilmek üzere- NATO ile Suriye makamlarına gerekli demarş yapılmış bulunmaktadır. Bu arada, İran ile olan münasebetlerimiz bakımından, burada, Sayın Baykal tarafından, Sayın Başbakana atfen beyanda bulunulmuştur. Cumhuriyet hükümetleri tarafından, İran ile münasebetlerimiz hep iyi seviyede tutulmak istenmiştir. Bizim, asırlarca, İran ile bir hudut ihtilafımız olmamıştır; hemen hemen ihtilafımız olmamıştır; ama, İran’ın, PKK konusunda hassas olması hususunda devamlı şekilde kendilerine ihtar yapılmıştır; yaptığımız müzakerelerde, bu husus hep dile getirilmiştir. Yine, Hizbullah örgütünün orada himaye gördüğü ve himaye edilmemesi hususu, devlet olarak, tarafımızdan hep ifade edilmiştir; çünkü, PKK da terör örgütüdür, Hizbullah da terör örgütüdür. Onun için, nereden olursa olsun, Türk Devletinin, terör örgütlerine karşı tolerans göstermesi mümkün değildir. Başbakan Sayın Mesut Yılmaz’ın İran Dışişleri Bakanını kabulü sırasında, Sayın Baykal’ın ifade ettiği şekilde, Refah Partisinin adı gündeme dahi gelmemiştir. Kendileriyle biraz evvel, bu müzakereler cereyan ederken görüştüm, Refah Partisi sureti katiyede gündeme getirilmemiştir denmiştir. Sayın Başbakan, İranlı Bakana “İran’ın Türkiye’deki rejimi değiştirme hevesine kapılmaması gerektiğini, Türkiye’de laiklik ilkesinin, dışarıda zannedildiğinden çok daha köklü olduğunu” ifade etmiş ve “son seçimlerin de bunu gösterdiğini” belirtmiştir. O bakımdan, yeri gelmişken bu hususu açıklamayı zarurî görmekteyim. Sayın milletvekilleri, 24 Aralık seçimleri nedeniyle, 1996 yılı konsolide bütçesinin müzakerelerinin tamamlanması ve yürürlüğe girmesindeki zorluklar sonucu, geçici bütçe yürürlüğe girmiştir. Onun için, hani, Azınlık Hükümeti mi sevk etti, yoksa CHP-DYP Hükümeti mi sevk etti gibi bir hususun müzakerisini zait addediyorum. Çünkü, bütçeler bir anda hazırlanmaz; bütçeler, ta yazdan itibaren, ağustostan itibaren hazırlanmaya başlar. Evet, bir seçim sathı mailinde, istediğimiz şekilde bütçe kanun tasarısı sevk edilememiştir, bunu ifade ediyorum; ama, hani, sorumluluk almamak gibi bir keyfiyeti de doğru görmemekteyim; hep beraber yaptık bu bütçeyi. Nitekim, seçime girme kararı alınınca, 4 aylık bir geçici bütçe Türkiye Büyük Millet Meclisinden geçmiştir, Türkiye Büyük Millet Meclisinin malı olmuştur. Ondan sonra, Sayın Başbakan da geçen defa ifade etti; Bakanlar Kurulunda da “acaba, yine bir geçici bütçe mi sevk edelim iki aylık, yoksa, bu bütçeyi sevk etmek suretiyle üzerinde tadilatlar mı yapalım” hususu uzun uzun müzakere edildi; onun üzerine, geçici bütçe yerine, sene sonuna kadar uygulanacak bir bütçe yapılması kararlaştırıldı, huzurunuzdaki bütçe budur. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – 51 inci Hükümet mi hazırladı bu bütçeyi Sayın Bakan? DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT MENTEŞE (Devamla) – Onun münakaşasına girmek istemiyorum dedim. Bütçeler, hemen, bir anda... Takdimi tahkik edemedim şimdi, takdimi belki Azınlık Hükümeti zamanında olmuş olabilir. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Hazırlığı... DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT MENTEŞE (Devamla)– Ama, hazırlığı hep beraber yaptık; hep beraber hazırlamıştık. MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Onu belirtin... AHMET UYANIK (Çankırı) – Komisyon değişiklikleri dışındakiler beraber hazırlandı. DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT MENTEŞE (Devamla)– Şimdi, tekrar ifade ediyorum. 24 Aralık seçimlerinden sonra ortaya çıkan tablo sonucunda Türkiye Büyük Millet Meclisinin aritmetiği hiçbir siyasî partiye tek başına iktidar olma şansı tanımamıştır. Bu seçimlerin sonucunun ortaya çıkardığı tablo, daha önce uygulanan hükümet modellerinden daha farklı bir modelin uygulama zorunluluğunu doğurmuştur. Ayrıca, seçimlerin hemen akabinde mevcut Hükümetin her iki kanadı da, birlikte bir hükümet kurmaları gerektiği konusunda kamuoyunun yoğun bir baskısına muhatap olmuşlardır. Bu yoğun baskı, yine bu Hükümetin devamı şeklinde arzulanmaktadır. Değerli milletvekilleri, Koalisyonun her iki kanadı, kamuoyunun taleplerini ve isteklerini dikkate alarak, ülke sorunlarının bir an önce çözülmesi amacına uygun olarak, fedakârlıklarda bulunmuş ve mevcut Hükümeti oluşturmuştur. Mevcut Hükümet, sorunların çözümü için hızla yola koyulmuştur. Gerek basınımızda yer alan gerekse sunî olarak yaratılmaya çalışılan ve sürekli olarak bir anlaşmazlık, problem varmış havasının oluşturulmak istenmesini anlamakta, gerçekten güçlük çekmekteyim. Esasen, siyaset yapmak, hükümet etmek ve bir koalisyonu yürütmek zor iştir; zorluk, işin tabiatında vardır. Ancak, eğer biz demokrasiye inanıyorsak, konuşarak, görüşerek anlaşmak zorundayız. Tek parti hükümetinde bile işlerin yerine getirilmesi veya üst seviyede bürokrat atamaları, belli bir süreç ve müzakere dönemini kapsar. Bunu, uzun yıllardır siyaset alanındaki tecrübelerime dayanarak ifade etmek istiyorum. Kaldı ki, mevcut Hükümet, bir koalisyondur; bütün her şeyi danışarak, görüşerek belli bir düzen içinde götürmekteyiz. Muhtemel bazı zorlukların ortaya çıkması kaçınılmazdır. Bunların da mutlaka çözüm yöntemleri vardır. Burada, bir değerli arkadaşım, 5 Nisan kararlarından bahsetti. İstikrar tedbirleri veyahut stabilizasyon kararlarını almak o kadar kolay değildir. Bakınız, 1958’de stabilizasyon kararları alınmış; 1957 seçimlerine giderken alınması icap eder; 1956’da. Demek ki, zor... Ondan sonra, 1970 yılına gelinmiş; 10 Ağustos 1970’te de, yine stabilizasyon kararları alınmıştır; 1980 yılının 24 Ocağında da, yine, bildiğiniz gibi, bu ekonomik kararlar alınmıştır. Kolay kararlar değil. 5 Nisan kararları, elbette, geç kalmış kararlardır; esasen, 1991 seçimlerine girilmeden önce alınması icap ederdi; ama, 5 Nisan 1994’e kadar beklemiş, ondan sonra alınmış. Değerli arkadaşlarım, yani, şimdi, haklı olarak, Sayın Baykal, vergi konusunda da, gerçekten radikal kararların alınmasını temenni ettiler; biz de arzuluyoruz. Yeni vergiler getirmekten ziyade, vergileri tabana yaymak suretiyle, vatandaşı fazla rahatsız etmeden açığı kapatmak, elbette, Hükümet olarak bizim düşündüğümüz hususlardır. O bakımdan, tenkit ederken, eleştirirken, arkadaşlarımızın, bunun zorluklarını dikkate almaları icap etmektedir. İşte, burada bazı değerli arkadaşlarımız vardır; biz, 10 Ağustos 1970’te paketle geldik; ama, muhalefet, bir taraftan bizi devamlı şekilde eleştirdi; çünkü, hoşa gitmeyen kararlardır bu radikal kararlar; ama, biz, Hükümet olarak, yine de bu kararları alacağız; çünkü, bütçenin açığı, hepimizce bellidir; başlangıçta, 400 trilyon olan bütçe açığı, 861 trilyon lira açıkla huzurunuza gelmiş bulunmaktadır. Söylediğim gibi, kötümser olmaya hiç gerek yok; elbette zorluklar aşılacaktır. Burada, arkadaşlarımız uzun uzun konuştular, faizlerin yüksek olduğundan bahsettiler; iştirak etmemek mümkün değil. 1995 yılı ortalama faizi yüzde 122,67’dir; bu rakam 1996 yılı Ocak ayında yüzde 199,9, Şubatta yüzde 153, Martta yüzde 127,8 ve Nisanda yüzde 124,5 olmuştur. Demek ki, faiz nispetleri düşmeye başlamış bulunmaktadır. Bugünkü ihaleden beklenen faiz oranı aynı. Bayram öncesi ve vergi ayı olmasına rağmen, faizler düşüş göstermektedir; bu sevindirici bir olaydır, bunu kaydetmek istiyorum. ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Vergi ayı olmasından kaynaklanıyor Sayın Bakan, millet vergisini ödüyor. DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT MENTEŞE (Devamla) – Bu arada, Sayın Erbakan, sağlık meselesini uzun uzun dile getirdiler. Hükümetimizin -aynı şekilde, daha evvelki Hükümetin de- en çok üzerinde durduğu konu, eğitim konusudur, sağlık konusudur. Görüyorsunuz, kötümser olmaya gerek yok; büyük atılımlar yapılmış bulunmaktadır. Eğer, Anadolu’yu dolaşırsanız göreceksiniz, köylere gittiğiniz zaman göreceksiniz; sağlık evleri en ücra köylere kadar ulaşmış bulunmaktadır. Yine, doktoru olan sağlık ocakları da, birçok köyümüze yayılmış bulunmaktadır. Meseleyi bir anda halletmek mümkün değil... ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – 30 senede halledemediniz. DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT MENTEŞE (Devamla) – Biz, Sayın Erbakan ile beraber hükümet ettik; ama, bugün, gördük ki, gerçekten sağlık alanında büyük atılımlar yapmış bulunmaktayız. Yeşil kart meselesi, gerçekten önemli bir hadisedir. Sağlık sigortasına kavuşturmak, ta eski hükümetlerden beri, bizim hedefimizdir; ama, bu, bu sene, bu Hükümet zamanında gerçekleşecektir ümidindeyim. Millî eğitim konusuna değinmek istiyorum. Sayın Erbakan’ın belirttiği gibi, bugün, 15 milyon gencimiz okumakta; bu bizim için iftihar vesilesi, yabancı odakların da korkusu, çığ gibi bir gençlik. İşte, bunların, iyi eğitim görmesi önemli hadise; ama, fizikî yetersizlikleri bir anda gidermek mümkün değil; söyledikleri gibi, 80, 90 hatta 100 kişilik sınıflar var. Bütçeden ayırdığımız, önemli bir paydır. Ayrıca, Plan ve Bütçe Komisyonu da 10,5 trilyonluk bir ilave yapmıştır. Üniversitelere 5,5 trilyon bir ilave yapmıştır; ama, yetecek mi değerli arkadaşlarım; yetmeyecek. Onun için, hayır sahiplerini, varlıklı vatandaşlarımızı teşvik etmek mecburiyetindeyiz. Ben, Millî Eğitim Bakanı olarak, hep bunu teşvik etmişimdir. Hatta, teşvik olsun diye, koşmuşum, gitmişimdir. Bugün, Cumhurbaşkanı da, devamlı şekilde -kendisiyle görüştük- belki kamunun yaptığı okullara gitmiyor; ama, teşvik olsun diye, özel sektörün, kişilerin yaptığı okullara gitmektedir. Onun için değerli arkadaşlarım, elbette, bütçe imkânları nispetinde yetişmeye çalışmaktayız; ama, söylediğim gibi, nüfusumuz -övünçle söylüyorum- her sene artmaktadır, büyük çapta artmaktadır. Buna yetişebilmek elbette zordur; ama, yine de bütün imkânlar zorlanacaktır. Sayın Erbakan, sekiz yıllık eğitim konusundan yakınarak bahsettiler. Sekiz yıllık eğitim, Millî Eğitim Temel Kanununda öngörülmüştür. Esasında, hedef, sadece sekiz yıl değil; hedef, onbir yıldır. Bakınız kalkınan ülkelere, Japonya’ya bakınız; acaba, orada ilköğretim kaç sene? Hani övüyoruz, daha doğrusu gıptayla bakıyoruz ya Japonya’nın kalkınma hızına, kalkınmışlığına; ama, orada, eğitime büyük önem verilmiştir. Bakınız Kore’ye, aynı şekilde; bakınız Almanya’ya, aynı şekilde; hepsi, eğitime önem vermek suretiyle kalkınmışlardır. Sekiz yıllık eğitim, elbette, Türkiye’de de zorunlu hale getirilecektir. Sayın Erbakan, çok programlı lise konusunda, burada beyanda bulundular. Okullarımızda program kargaşası olduğu görüşüne katılmıyorum. Bir çatı altında birden fazla programın uygulanması, Millî Eğitim Temel Kanununun 29 uncu maddesine uygun bulunmaktadır. Bu uygulamaya, yani çok programlı lise uygulamasına, özellikle nüfusu az yerleşim birimlerinde yer verilmektedir; ki, böylece, kaynakların rasyonel kullanımı gerçekleştirilmiş olacaktır. Sonra, şunu ifade etmek isterim Sekiz yıllık eğitim, bizim tarihimizde var. Bakınız, 1863’te, yani, Sultan Aziz döneminde; ne imam hatip lisesi var o zaman ne ortaokul var; ama, sekiz yıllık eğitim uygulanmıştır. İBRAHİM ERTAN YÜLEK (Adana) – Aynı sisteme razıyız; var mısınız? DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT MENTEŞE (Devamla) – Ben, Millî Eğitim Bakanıyken -sevgili hocam biliyorlar- imam hatip okulu açtık. İmam hatip okulunun maksadı ne?.. ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – İmam yetiştirmek. DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT MENTEŞE (Devamla) – Bilgili hoca yetiştirmek, bilgili imam yetiştirmek; hedef bu. Bunun telaşına hiç kapılmayınız değerli arkadaşlarım. İmam hatip okullarını, hep siyasetin dışında tutma... Ben, söylüyorum. Millî Eğitim Bakanı olarak, imam hatip okulunun altında imzam var; ancak, hiç bir surette, bu din müesseselerine politika sokulmamasını temenni etmekteyim; ısrarla istemekteyim. Bir defa biz, din gibi bir mukaddes müesseseyi, kışlaya sokmayacağız, okula sokmayacağız değerli arkadaşlar. ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Orası okul Sayın Bakan, kışla değil; bir okul. DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT MENTEŞE (Devamla) – Yani, din istirmarı için değil. Bu müesseseleri geliştireceğiz; ama, Allah rızası için yapacağız bunu, Allah rızası için. (DYP, RP ve ANAP sıralarından alkışlar) ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Orada beraberiz. DEVLET BAKANI VE DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT MENTEŞE (Devamla) – Ortadoğu’daki Arap- İsrail ihtilafının süratle sona ermesi, Hükümetin, büyük Türk Milletinin temennisidir. Bir an önce oraya da barış sürecinin ulaşması, hepimizin arzusudur. Yine, Lübnan’da uygulanan insanlık dışı muameleye de, Hükümet olarak, millet olarak, gerçekten, üzüntüyle bakıyoruz; Türk Milleti olarak, Hükümet olarak, bunun, bir an önce sona erdirilmesini istiyoruz. Değerli arkadaşlarım, burada, bütçe kanunlarında yer alan Anayasaya aykırı hükümler, Sayın Erbakan tarafından dile getirildi; Sayın Aydın Milletvekili Yüksel Yalova da, bu hususta beyanda bulundu. Bütçe kanunlarında, bütçeyle ilgili olmayan hükümlere yer verilemeyeceği kuralı, hem 1961 hem de 1982 Anayasalarında yer almıştır. Bilindiği gibi, kanunların anayasaya aykırılıklarının Anayasa Mahkemesi vasıtasıyla kontrolü de, 1961’den sonra başlamıştır. Bütçe kanunlarına bütçeyle ilgili olmayan kurallar konulduğu ve düzenlemeler yapıldığı iddiasıyla 1970’li yıllarda çok sayıda iptal davası açılmış ve Anayasa Mahkemesince iptal kararları alınmıştır. Buna göre, 1971, 1972, 1974, 1975, 1976, 1977, 1978 ve 1979 yıllarının bütçe kanunlarının bazı hükümleri, Refah Partisinin hükümet ortağı olduğu dönemlerde, vakıflarla ilgili kararlar dahil, bu nedenlerle, Anayasa Mahkemesince iptal edilmiştir. 1982 Anayasası dönemindeyse, 1989 ve 1991 yılları bütçe kanunlarının bazı hükümleri de Anayasaya aykırı bulunarak iptal edilmiş, bunun üzerine, bu aykırılıkların giderilmesi, düzenlemelerin ilgili kanunlarda yapılması ve yılı içinde yapılacak değişiklikler için, bütçe kanunlarıyla düzenleme yapma yetkisi sağlayacak kanun tasarısı Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulmuş, 20 inci maddesine kadar Genel Kurulda görüşülmüş; ancak, tamamlanmadan kadük olmuştur. Bütçe kanunlarıyla ilgili son iptal kararı, bilindiği üzere, 1995 Yılı Bütçe Kanunu maddeleriyle ilgili olarak 13.6.1995 tarihinde verilmiş ve 18.4.1996 tarihli Resmî Gazetede neşredilmiştir. Anayasa Mahkemesinin iptal kararını 13.6.1995 tarihinde açıklamasını takiben, bir yandan aykırılıkların giderilmesi için Eylül 1995 tarihinde bir tasarı hazırlanmış, öte yandan 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısında önemli ayıklamalar yapılmıştır. Nitekim, 1995 yılı bütçesinin 41 hükmü iptal edilmişken, bunların 29 adedi 1996 Bütçe Kanunu Tasarısına konulmamış, sadece, gelir ağırlıklı ve kamu kuruluşları arasında gelir - gider ilişkilerini düzenleyen fonlar ve döner sermayelerle ilgili 12 adet hüküm konulmuştur. 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısında mevcut aykırı hükümlerin ilgili kanunlarda düzenlenmesi ve böylece Anayasaya aykırı görülen tüm hükümlerin ayıklanması amacıyla Maliye Bakanlığınca bir kanun tasarısı hazırlanmış olup, mayıs ayı başında Yüce Meclise sunulacaktır. Değerli arkadaşlarım, çok ifade edildiği için, bu şekilde geniş bilgi arz etmek lüzumunu hissettim. Sayın Baykal, kamu çalışanlarından bahsettiler. Sayın Baykal, kamu çalışanlarının sendikal hakları konusunu buraya tekrar getirdiler. Biz, Hükümet olarak, bu soruna, Anayasa sınırları içinde çözüm bulmak zorundayız. Bu çözümü ararken, evvela, devletin aslî ve sürekli görevlerini yürüten memur kimdir, kamu çalışanı ve işçi kimdir, bunların belirlenmesi gerektiğine inanıyoruz. Ayrıca, 657 sayılı Kanun ile 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname arasındaki farklılıkların giderilmesi gerekir. Memurin Muhakematı Hakkında Kanunu Muvakkati ve Türk Ceza Kanunun ilgili hükümleri de gözden geçirilmektedir. Bunlar yapılmadan, Sayın Baykal’ın önerdiği gibi, sadece, bir Sendikalar Kanunuyla sorunların çözümlenmesi mümkün değildir. Gene, bu arada, sosyal güvenlik kuruluşlarının sorunlarından, değerli arkadaşlarım, bahsettiler. Biliyorsunuz, hep dile getirildi. Bugün, önümüzde, büyük bir problem olarak durmaktadır sosyal güvenlik kurumları; 200 trilyondan fazla açık vermektedir. Erken emeklilik, hepimizin arzusuydu. Yani, erken emekli edilmek suretiyle istihdam imkânları sağlansın ve bu suretle, işsiz gençlerimize iş bulalım; ama, görüldü ki, değerli arkadaşlarım, bu, müesseseleri zor duruma soktu. Sosyal Sigortalar Kurumu, Bağ-Kur ve hatta Emekli Sandığı -çok iyi noktada olmasına rağmen- bu erken emeklilik sebebiyle, oldukça zor durumdadır. Onun için, önümüzdeki günlerde, bunları da, hep birlikte ele alacağız; çünkü, bu müesseseleri çökertmemek icap etmektedir. Burada, övünerek, Sayın Erbakan, belediyelerinin, Refah Partili belediyelerin başarılarından bahsettiler... SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – İftihar ederiz!.. DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT MENTEŞE (Aydın) – Ben, bundan, büyük memnuniyet duyarım. Ancak, bunlara, devlet bütçesinden, büyük nispette imkân sağlanmakta olduğunu ifade etmek isterim. (RP sıralarından “Hayır, hayır” sesleri) Ben, bunu, biraz evvel, Maliye Bakanlığından rakamlarla ifade edecektim; önümüzdeki günlerde, bunu, rakamlarla huzurunuza getireceğiz. (RP sıralarından “yüzde 80 oranında kesinti var” sesleri) Biraz sonra -belki yetiştirebilirler- bunların hesaplarını da huzurunuza getireceğiz. Yabancı memleketlerden borç almışsınız. Belediyeler alıyor... Belediyeler bu kadar layüsel mi?.. (RP sıralarından “O belediyeler devlete kaynak yaratıyor” sesleri) Nereden bulacaksınız başka türlü?.. Nereden bulmaktasınız bu parayı? RAMAZAN YENİDEDE (Denizli) – Arabistan’dan geliyor (!) DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT MENTEŞE (Devamla) – Ama, bunları, Hükümet olarak, huzurunuza getireceğiz. (RP sıralarından gürültüler) Elbette, belediyeler, amme hizmeti görmektedirler; ama, büyük borç... Tabiatıyla, başka türlüsünü ifade etmek mümkün değil. Çok değerli milletvekili arkadaşlarım tarımın önemine değindiler. Elbette, Türkiye, sanayileşecek; sanayileşiyor. Gerçekten, bugün, hemen hemen 20 milyar dolarlık ihracatımızda, sanayi malları mühim yer işgal etmektedir; ama, mutlak surette, en ileri sanayi memleketlerinde dahi, tarım, himaye görmektedir, Türkiye’de de görecektir. Hayvancılık konusunda, mutlak surette, zorluklar var. Gerçekten, hayvancılıkla uğraşan çiftçilerimiz, her gün bunu dile getirmektedirler. Hepimiz, sütün sudan ucuz olduğunun idraki içindeyiz. Bunun için, daha önceki hükümet zamanında da birtakım tedbirler alınmıştı; bu tedbirlere devam edilecektir değerli arkadaşlarım. ALAADDİN SEVER AYDIN (Batman) – Hayvancılık kredilerini kimlere verdiniz? DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT MENTEŞE (Devamla) – Birlikleri de gerçek sahiplerine devredeceğiz. Bu, Hükümet Programında da yer almış bulunmaktadır. Bakınız, biraz evvel belediyelerden bahsederken... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Bakanım, süreniz bitti; devam edecek misiniz efendim? DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT MENTEŞE (Devamla) – Evet, kısaca arz etmek istiyorum. BAŞKAN – Buyurun efendim, tamamlayın. DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT MENTEŞE (Devamla) – Belediye garantili borçları, 1996 Mart ayı itibariyle, 881,5 milyon dolar mertebesine ulaşmış ve bunlar, bu tarihe kadar Hazine tarafından ödenmiş bulunmaktadır. Bu meblağ içerisinde, 384 milyon doları Ankara Belediyesine ait bulunmaktadır; 384 milyon doları... (RP sıralarından “Karayalçın’a ait” sesleri) 228,9 milyon doları Büyükşehir Belediyesine, 150 milyon doları EGO’ya, 5,4 milyon doları ASKİ’ye ait bulunmaktadır. Hazinenin üstlendiği toplam kamu kurumları garantili dışborçlar, 3,4 milyar dolar mertebesindedir. Değerli arkadaşlarım, görüyorsunuz ki, devlet, her türlü imkânını, Refah Partili de olsa, her partiye sağlamaktadır. (RP sıralarından gürültüler) Değerli arkadaşlarım, bunlar resmî rakamlar, niye itiraz ediyorsunuz? (RP sıralarından “borçlanma tarihlerini açıklayın” sesleri) Hepsi kendisine verilecektir değerli arkadaşlarım, hiç merak etmeyin. Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; vaktimin dolduğunu biliyorum; onun için, sözlerimi burada keseceğim. Değerli arkadaşlarımızın beyanları vardı, bunları da cevaplandırmak için hazırlık yapmıştım; ancak, vaktimiz yetmemektedir. Şunu ifade edeyim ki, bugün, geniş kamuoyu desteğiyle kurulan bu Hükümet, bir koalisyon hükümetidir. Esasen, seçimler sonrasında, Hükümet ortağı iki parti yöneticileri, hükümet kurma konusunda, sözlerimin başlangıcında da ifade ettiğim gibi, yoğun baskıyla karşılaşmışlardır. (RP sıralarından gürültüler) Koalisyonda uzlaşmak kolay değil; ama, bu metodu uygulayacağız. Sayın RP Liderimiz oradan tebessümle bakıyorlar; ama, bunu vaktiyle biz uyguladık, hem de, bir tarafta yüzde 40’ın üzerinde oy almış bulunan CHP vardı; biz de, Adalet Partisi, Millî Selamet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi ve Güven Partisi birlikte -bunlar da yetmedi; Demokratik Partinin desteğiyle- demin de bahsettiği, gerçekten büyük yatırımları gerçekleştirdik. Bu başarı hepimizindir, Demirel Hükümetinindir. ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Şimdi niye yapamıyorsunuz? DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT MENTEŞE (Devamla) – Bu Hükümetin içinde, söylediğim gibi, Sayın Erbakan da vardı, Sayın Türkeş de vardı ve rahmetli Feyzioğlu da vardı; bu da yetmedi, Demokratik Partiden ayrılan arkadaşların da desteğiyle bunları gerçekleştirdik. ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Ondan evvel de olmadı, ondan sonra da olmadı... DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT MENTEŞE (Devamla) – Yani, bu koalisyonların zorluğunun idraki içindeyiz. Başka çaremiz yok. Millet, gözümüzün içine bakıyor “aman bu Hükümet devam etsin; bu problemleri aşınız, bu problemlerin hakkından geliniz” diyor. Geleceğiz değerli arkadaşlarım. (RP sıralarından gürültüler) Hep birlikte... Elbette, sizin de desteğiniz, katkınız olacaktır. Demokrasilerde muhalefet vardır. Elbette, muhalefetin eleştirileri, bizim için katkı olacaktır, rehber olacaktır. Bu bütçenin, hepinize, bütün Türk Milletine hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum ve değerli arkadaşlarım, Yüce Meclisin, devam etmesi için bu Hükümete desteğini esirgemeyeceğine inanıyorum. Tekrar, hepinize ve Yüce Meclisin Değerli Başkanına saygılarımı arz ediyorum. (DYP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan. Son iki söz, sayın milletvekillerinin. Lehinde, Sayın Şevki Yılmaz; aleyhinde, Sayın Kemalettin Göktaş. Önce, lehinde söz veriyorum. Sayın Şevki Yılmaz... (RP sıralarından alkışlar) Sayın Yılmaz, süreniz 10 dakika; buyurun. HASAN GÜLAY (Manisa) – Atatürk’ün adını ağzına alma!.. ŞEVKİ YILMAZ (Rize) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime başlarken, yetmişaltı yıl evvel “bismillah” diyerek, duayla, Fatihayla açılan... YALÇIN GÜRTAN (Samsun) – Camide değilsin. ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – ... Millet Meclisimizin 76 ncı yıldönümünü ve Egemenlik Bayramımızı kutluyorum; saygılar sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar) Ayrıca, önümüzdeki Kurban Bayramını tebrik ediyorum; televizyonları ekranında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımın Egemenlik Bayramını ve Kurban Bayramını tebrik ediyorum. Doğumuyla dünyaya nur saçan, 1425 inci yıldönümünü idrak ettiğimiz, Sevgili Peygamberimizin doğum yıldönümünü de tekrar tebrik ediyorum. Huzurunuza kardeşiniz olarak çıktım. 550 milletvekili, bu milletin temsilcileri olarak hepimiz kardeşiz; bu devlet, bu ülke hepimizindir. Bu münasebetle, kardeşlik görevini yerine getirmek ve başarılı olabilmenin sırlarını arz etmek için çıkmış bulunmaktayım. Hükümete, bu bütçeden sonra, bazı önerilerim ve tavsiyelerim olacaktır. Birincisi; bu bütçeyi, artık, IMF’nin kontrolünden mutlaka çıkarmamız lazım. IMF’in kontrolündeki bir bütçe, fakiri -yoksulu sevindiremez, işçiyi- garibi sevindiremez. İki sene evvelki Hürriyet Gazetesinin başlığını göstermek istemiyorum; vaktim yok “Yenge Geliyor, Yandık” diye başlık atmıştı. Dünya Bankasından Maria Yengenin, Türkiye’nin Maliye Bakanına “işçiye neden fazla ücret verdin; memurun katsayısını niçin yükselttin; çayın, fındığın, pamuğun taban fiyatını niçin yüksek tuttun” diye hesap soracağı devri kapatmak istiyoruz bu ülkede. Bu ülkede, doların her gece Türk parasını kıskacına almak suretiyle, millî paramızı yok etme oyununa bundan sonra son vermeyi millî bir görev olarak hatırlatıyorum. Tarihçi İbni Haldun’un dediği gibi, devletler, insanlar gibidir. Biraz evvel Başbakan Yardımcısının da ifade ettikleri gibi, düşmanlar, Türkiyemizin düşmanları, yedi devlet olarak ülkemizi işgale geldiler. Tam bin yıl haçlı ordularıyla bizi işgal edemeyen güçler, devletimizin üç noktasını içeriden çökertmeye çalışmışlardır. Millî Egemenlik Bayramını kutladığımız şu günlerde, bu işi, bayramda, sadece törenlerde değil; eylemini yapabilmek için, lütfen, şu üç noktada, devletin üç önemli ana unsurunu korumak mecburiyetindeyiz. Devlet insana benzediğine göre, insanın üç tane uzvu çok önemlidir. Gözsüz, kulaksız, ayaksız insan yaşar; ama, beyinsiz, kalpsiz ve midesiz insanın yaşaması mümkün değildir. İşte, bu devletin beyni, dış politikasıdır. Dışarıdan aldığı talimatlar ve telefonlarla bir ülke yönetiliyorsa, o ülkenin beyninde ur var demektir, kanser var demektir. (RP sıralarından alkışlar) Ona karşı, devletimizin, mutlaka tedbir alma zarureti vardır. Biraz evvel, Sayın Başbakan Yardımcısı, Suriye’den bahsettiler, Apo’dan bahsettiler. Suriye’nin, orada, PKK’yı beslemesini hiçbirimizin tasvip etmesi mümkün değildir; ama, bugün, ordumuzun, askerimizin, mazlum doğulumuzun katili PKK eşkıyasını, bu Parlamentonun desteğini alarak, Çekiç Güç’ün himayesinde desteklediğimizi ne çabuk unutuyoruz. (RP sıralarından alkışlar) Bugün, hâlâ, Abdullah Öcalan, Türk vatandaşıdır. Hâlâ, vatandaşlıktan çıkarılmasına dair bir çalışma yapılmaması, bizi derinden üzmektedir. Yine, Türkiyemizde Avrupa Birliğine girme sevdasından vazgeçmeyi, kardeşleri olarak öneriyorum. Avrupa Birliğinin bir Hıristiyan birliği olduğunu, geçen günkü konuşmamda gösterdiğim şu İncil’de bulunan haritadaki gerçekleri ortaya koyarak arz etmiştim. Türkiye bölünmüş!.. Kilisedeki haritadır bu İncil’deki harita. İsrail, Bizans, Ermenistan ve Pontus-Rum diye Türkiye’yi dörde bölen bu haritanın bulunduğu İncil’in içinden bir ayeti, bugün sizlere, burada, okuyacağım... YALÇIN GÜRTAN (Samsun) – O İncil’i okuma, çarpılırsın. NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Bütçeyle ne alakası var. ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – Fransa’nın en meşhur La Provaritée Dergisinde, bir yazar, Kitab-ı Mukaddesin peygamberliği, son günlerde Avrupa’da idarî yönden merkezileşmiş siyasî ve ekonomik bir sistemin ortaya çıkacağını önceden haber veriyor diyor. Bu, yeni akdin son kitabı Apokles’in 18 inci bölümünde yazılıdır ve Roma İmparatorluğunun yeniden canlanmasını müjdelemektedir. İşte bir kilisedeki İncil ayetinde, Türkiye’nin yutulması, plan olarak gösterilmiştir. Şimdi, burada, sizlere birçok belgeyi takdim etme imkânına sahip değilim; ama, kardeşiniz olarak söylüyorum. Yetmişaltı yıl evvel bu Parlamentoda oturan hocalarımız, alimlerimiz, paşalarımız, hep birlikte “hakkıdır, Hak’ka tapan milletimin istiklal” diyerek istiklal mücadelesini vermişse, gelin, devletin beynindeki uru, devletin midesi olan ekonomideki ülseri ve devletin kalbi olan aile yapımızın içindeki - kalpteki- yüksek tansiyonu hep birlikte ortadan kaldırmak için mücadele edelim. Siz de biliyorsunuz ki, Mustafa Kemal Paşa “beni Türk hekimlerine emanet edin” diyor. Parmağındaki tırnağını bile yabancılara teslim etmeyen o İstiklal Savaşı paşalarından sonra, biz, hâlâ, ekonomimizi IMF’e, paramızı dolara, ahlak ve kültürümüzü UNESCO’ya, siyasî bağımsızlığımızı Birleşmiş Milletlere nasıl teslim ediyoruz; bunu merak ediyorum. (RP sıralarından alkışlar) Yine, Mustafa Kemal Paşa “benim karakterim bağımsızlıktır” derken, silahlı kuvvetlerimizin güneydoğuyu koruma imkânı, kudreti ve kuvveti varken, Çekiç Güç’e Türkiye’nin topraklarını, Türkiyemizin bağımsızlığını teslim etmek de, kanaatimce, çok yanlış bir harekettir. Sözlerimi toparlarken, Rizeli hemşerim ve Başbakanımızdan, Rize adına bazı isteklerim olacak. İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Bütçe hakkında konuş, bütçe hakkında... ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – Kendisi de, biz de, seçim propagandasında Rizelilere söz vermiştik. Çayımızın değerini korumak istiyoruz. Onüç sene evvel bir kilo çayla 100 kilo ot alınırken, bugün 2 kilo çayla 1 kilo ot alınacak kadar, çayımız, değer kaybetmiştir; fındık da böyledir, pamuk da böyledir. İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Lehte konuş! ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – Lehte konuşuyorum. Doktorun ilacı acı da olsa lehtedir. İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Bunun bütçeyle ne ilgisi var?! BAŞKAN – Müdahale etmeyin efendim. Lütfen... Siz devam edin Sayın Yılmaz. ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – Şimdi, yine, Rizeliler olarak, Sayın Başbakandan, Rizemizin serbest bölge içerisine alınması, kalkınmada öncelikli iller arasına alınmasını talep etmekteyiz. Yine, Karadeniz’de her gün olan trafik facialarına son vermek için, Karadeniz yolunun bir an evvel ıslahını ve otoban yolu yapımının bir an önce başlatılmasını, Sayın Başbakandan, hemşerim olarak talep etme hakkına sahibim. (RP sıralarından alkışlar) İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Seçmene bu kadar selam yeter. ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – Bizden evvel konuşan Sayın Başbakan Yardımcısının Allah rızası için hizmet ettiğine ilişkin sözlerini takdir ve tebrik etmemek mümkün değil. Yalnız, kendisinden, Allah rızası için bazı isteklerim var. (RP sıralarından gülüşmeler ve alkışlar) Bunlardan birincisi; Kurban Bayramı gelmiş... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Bir dakika Sayın Yılmaz. Size vakit veriyorum; toparlayın lütfen. ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – Kurban Bayramı geldi. Şimdi, kurban derilerine yeniden el konulacaktır. Şu Parlamentoda, devlet bale okullarına, opera balesine 2 trilyon 250 milyar para ayrılmıştır; ama, 40 bin köyümüzün camiine kuruş ayrılmadı. ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – 22 trilyon ayrıldı. M. FATİH ATAY (Aydın) – Tarım Bakanlığına 20 trilyon ayrıldı. ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – Hayır, inşaatını kastediyorum. Sizden, Allah rızası için, bu Kurban Bayramında, halkın kurban derilerine müdahale etmemenizi temenni ve tavsiye ediyorum. (RP sıralarından alkışlar, DSP ve CHP sıralarından gürültüler) Yine, Sayın Başbakan Yardımcısından, Allah rızası için temennim : Demin, kışlaya, okula, din istismarını karıştırmamak gerektiğini söylediler, aynen katılıyoruz; ama, bu ülkede, işte, şu Parlamentoda, şu anda, 138 imam hatip okulu mezunu vardır. Türkiye’de, imam-hatip mezunları arasından, ne devletine ne bayrağına ne ülkesine ne polisine ne de devletin malına kastedecek hiçbir cani çıkmamıştır. Bu müesseselere sahip çıkmak lazım. (RP sıralarından alkışlar) Bitiriyorum Sayın Başkan, hoşgörünüze sığınarak. İşte, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız, 250 milyar dolarlık... YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Mesaji bırak... ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – ...Siemens Firmasının ihalesi önüne geldiği zaman, 16 milyon dolarlık ikramiyeyi; geçmiş dönemdeki vurgunların, talanların devamını isteseydi, çok rahat, 16 milyon doları cebellezi yapardı; ama, beni gören Allah var; ben mahkemesine güveniyorum, ahirete inanıyorum inancıyla, tüyü bitmemiş yetimin hakkını koruyan bu idarelere ihtiyacımız vardır... (DSP sıralarından gürültüler) NABİ POYRAZ (Ordu) – Mercümek’e gel, Mercümek’e... ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – Şimdi, bu kadrolara ihtiyacımız vardır. Bilhassa belediyelerle ilgili, yine, Allah rızası için, bir temennim var. Rize Belediyesinde bu sıkıntıları çektim; üç yıl, belediyelerin İller Bankası payı kesildikten sonra, ayrıca 1984 döneminin işçi tasarruf fonları bile, iki ayrı dönemin fonları bile, bizden istendikten sonra... İşte, dün akşam, burada, üzülerek gördük; çıkarılan tasarıda, su paraları da düşürülmek suretiyle, belediyelere büyük bir ambargo getirildi; ama, gemileri dağdan yürüten bir milletin evladı olarak, bu namüsait şartlar içerisinde, geçmiş dönemin on yıllık icraatını birbuçuk yılda yapmanın mutluluğunu yaşamaktayız. (RP sıralarından alkışlar) Ve yine, Sayın Başbakandan, Allah rızası için, bir talebim var. (Gürültüler) NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Cami kapısına... ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – O da, bu ülkede, yaya olarak serbestçe Atina’ya gidebiliyor her vatandaş, Brüksel’e de gidiyor; ama, maalesef, henüz, Kâbe’ye karayoluyla gitme imkânı yoktur. Ne olur, Atina yollarını karayollarına açtığımız gibi; bu milletin yüzde 99’u Müslümandır; gelin, bu millet yaya da karayoluyla da, hacca gitme hürriyetine ve hakkına sahip olsun. Kendilerinden, bunu rica ediyorum. (RP sıralarından alkışlar) Ve, yine... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Yılmaz, süremizi çok aştık. Lütfen, son cümlenizi söyleyin. Size, mikrofonu tekrar açıyorum. MUSTAFA YILDIZ (Erzincan) – Bu taviz nereden geliyor?! BAŞKAN – Efendim, müdahale etmeyin. Bir dakika... Bitiriyor... ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – Muhterem kardeşlerim, muhterem millevekili arkadaşlarım ve televizyonlarından bizi izleyen vatandaşlarım; bütçenin son konuşmacısı olarak, bizden sonra gelecek arkadaşa imkân tanımak için, sözlerimi burada toparlıyorum. Şu, Sağlık Bakanının bu kürsüden yaptığı konuşmanın özetidir; ben, buna da değinerek sözlerimi bitiyorum. Avrupa’da, her tarafta, nüfus planlamaları, kürtajlar yasaklanmışken, Sağlık Bakanlığı, aile planlamasında, modern yöntem payının yüzde 70’e çıkarılmasını ve yıllık nüfus artış hızının yüzde 1,5’e indirilmesini hedef görmüştür ve ABD parasıyla bedava, Türkiye’de, doğum kontrolü için, 1,5 milyar lira yardım geliyor. Fabrikalarımıza yardım yapmayanlar, anaların, kızkardeşlerin karnındaki mehmetlerin, ayşelerin öldürülmesi için, neden bu ülkeye yardım yapıyorlar? (DSP sıralarından “Ne alakası var” sesleri, RP sıralarından alkışlar) Dünyanın hiçbir ülkesinde... Oniki yılım Avrupa’da geçmiştir; Avrupa’da, doğum yapan anaya, onsekiz ay, ayda bin mark doğum yardımı yapılır. Japonya’nın nüfusu 125 milyon; Türkiye topraklarının üçte biri kadar toprağı varken, Japonya’da planlama yasak iken, bu Parlamentoda planlamanın yapılmasını üzüntüyle karşılıyorum. Bu bütçeye, maalesef, Başbakan da sahip çıkmadı. DYP, ANAP ve diğer grupların da konuşmalarını dinledim “bütçe, hedeflediğimiz bir bütçe değildir” diye konuştular. Kimsenin sahip çıkmadığı bu bütçe, cami avlusuna bırakılan bir yavruya benziyor. GÖKHAN ÇAPOĞLU (Ankara) – Sen sahip çıksana! ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – İşte, Allah’ın izniyle, ben, burada, kardeşiniz olarak, lehte, acı gerçekleri söyledim; dost acı söyler; bu sözlere uymaya mecburuz. Devletin beynini urdan, midesini ülserden ve devletin kalbi olan aile yapımızı televizyonların ahlaksız saldırılarından korumak için, Türkiye’nin bizleri beklediğine yürekten inanıyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yılmaz. Son söz, aleyhinde, Sayın Kemalettin Göktaş’ın; buyurun. (RP sıralarından alkışlar) MALİYE BAKANI LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Sayın Başkan, kısa bir açıklama yapmama müsaade eder misiniz?.. BAŞKAN – Şimdi mi, bitince mi?.. MALİYE BAKANI LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Şimdi efendim. BAŞKAN – Kemalettin Bey, bir dakika... Mikrofonunuzu açmıyorum; Sayın Maliye Bakanı bir açıklama yapmak istediler. Buyurun Sayın Bakan. MALİYE BAKANI LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Sayın konuşmacı, biraz önce, bu bütçeden, camilerimize bir lira dahi yardım yapılmadığı veya ödenek ayrılmadığını ifade ettiler; bu, gerçeği yansıtmamaktadır. Vakıflar Genel Müdürlüğümüz bütçesi içerisinden 106 milyar lira ayrılmış bir ödenek vardır; bu bir. İkincisi, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğümüz bütçesinde de camilerimizle ilgili yardımlar yapılmaktadır. Üçüncüsü, valilikler ve il genel meclislerine gönderilen paralardan da, ayrıca, camilere yardım yapılmaktadır. Dördüncüsü, Diyanet İşleri Başkanlığımızın bütçesi, tüm bütçeler, kurumlar içerisinde, 20 trilyon liranın üzerinde bütçeye sahip olan önemli bir kuruluşumuzdur. Bu konuda, Hükümetimiz, bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da hassasiyetle davranmaya devam edecektir. Açıklama imkânı verdiğiniz için teşekkür ediyorum. (ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan. Kemalettin Bey, süreniz 10 dakikadır; buyurun efendim. KEMALETTİN GÖKTAŞ (Trabzon) – Teşekkür ediyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri arkadaşlarım; 1996 bütçesi üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan önce hepinize saygılar sunuyorum. Konuşmamın ana kısmına geçmeden önce, az önce konuşan Sayın Başbakan Yardımcımızı, burada, dikkatle dinledim ve özellikle, konuşmasından şu iki cümleyi, yazarak aldım: Sayın Başbakan Yardımcımız “dini okula sokmayacağız, dini kışlaya sokmayacağız” dedi. Ben, kendisinden... MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – İstismarını!.. DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT MENTEŞE (Aydın) – “Din istismarını” dedim... Bunu söylemek mümkün değil!.. KEMALETTİN GÖKTAŞ (Devamla) – Sayın Bakanım, kelime aynen böyleydi. Ben yazdım ve eminim ki, o niyetle kullanmamışsınızdır... HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Afyon) – “Siyaseti” dedi... DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT MENTEŞE (Aydın) – “Dini politikaya sokmayacağız” dedim. KEMALETTİN GÖKTAŞ (Devamla) – Bunu, dil sürçmesi olarak değerlendiriyorum, siz de düzelttiğiniz için, cevap vermiyorum. Değerli arkadaşlar, 24 Aralık seçimlerinden sonra yapılan hükümet görüşmeleri esnasında, ANAP Genel Başkanı Sayın Mesut Yılmaz Beyefendi, ille de ben Başbakan olacağım arzusu doğrultusunda bugün Başbakan olmuştur ve Hükümetin başı olarak, ülkemizi yönetmektedir. Ben, kendisinin Başbakan olma arzusunu, koltuk hevesi olarak görmüyorum, ülkeye hizmet etme aşkı olarak değerlendiriyorum. Sayın Yılmaz’ın Başbakan olmasından sonra, ülkeyi teslim aldıktan sonra ülkenin genel durumunu kısa başlıklara değerlendirmek istiyorum ve hatırlatmak istiyorum: 1,5 katrilyon içborcun, 5 katrilyon dışborcun, yüzde 75 enflasyonun, toplam vergilerin yüzde 140’ının faize gittiği bir Türkiye; işçisinin, köylüsünün, memurunun, çiftçisinin, dul ve yetiminin ekonomik bunalımlar içerisinde kıvrandığı Türkiye; öğrencileri sokağa dökülen Türkiye; ucuz ekmek almak için saatlerce kuyrukta bekleyen insanların bulunduğu bir Türkiye; karnını doyurmak için yiyeceklerini çöplükte arayan insanların bulunduğu bir Türkiye; çocuklarını doyuramadığı için, iki yavrusuyla beraber, kendini trenin altına atan anaların bulunduğu bir Türkiye; bürokrasisi hantal ve vatandaşın en basit işlerinin dahi torpille görüldüğü bir Türkiye; terörü bir türlü bitmeyen bir Türkiye. İşte Sayın Başbakan, ortağınızdan devraldığınız ülkemizin hali budur; bu sorunları çözmeniz lazım; Başbakanlığınız bittiğinde, halkımız, bu sorunlara çare bulmanıza göre sizi değerlendirecektir. Hükümetteki kırk günlük uygulamalarınızda, Çiller Hükümetinden farklı bir şey yapmadınız. Sanki 4 üncü Çiller Hükümeti... Zamlar otomatiğe bağlanmış... Bakınız, ismini burada açıklamayacağım bir milletvekiliniz bu konuda ne diyor: “Bunlar oturdukça, benim partim kaybediyor; onu bırak, ülkem kaybediyor; ona üzülüyorum, onun için isyan ediyorum. İş yapacaksan yap, yapmayacaksan yapamıyorum de; yapacak olan gelsin. On ay süren kaldı, bunca zamanda sen hiçbir şey yapmadın, yapacağın da meçhul”. Kendi milletvekiliniz sizden ümidini kesti, ya millet ne yapacak?! Bakınız, 5 Nisan kararlarından iki yıl sonra, halkımızın ekonomik durumu ne hale geldi: Dört kişilik ailede gıda harcamaları yüzde 28 azaldı; asgarî ücrette yüzde 40,4; işçi ücretlerinde -ortalama- yüzde 59; memur maaşlarında yüzde 46; memur emekli maaşlarında -ortalama- yüzde 55 azalma oldu. Alınan ekonomik kararların faturası da, dar gelirli halkımıza çıkarıldı. Şimdi sizin uyguladığınız ekonomik uygulamalar da, halkımızı daha perişan edecektir. Ücretliye temmuz ayında yüzde 25 oranında yapılacak olan artış, yaptığınız zamlarla şimdiden geri alınmıştır; halkımızın dayanacak hali kalmamıştır. 5 Nisan kararlarıyla kolu kanadı kırılmış olan halkımızın, yaptığınız zamlarla şimdi de beli bükülmüştür; artık halkımızı anlamamız gerekir. İki yıl önce İsviçre’ye gitmiştim; sohbet esnasında, bir gün önce İsviçre’de referandum olduğunu söylediler. Ne referandumu olduğunu sorunca “benzine 10 kuruş zam yapalım mı yapmayalım mı” referandumu yapıldığını söylediler. “Bunun da referandumu olur mu?!” dedim. “Burada bu referandumu yapmasalar, halk sokağa dökülür” dediler. Oysa, bizde, her gün halkımızın cebinden binlerce lira alınıyor, sofrasından her gün ekmeği alınıyor; ama, halkımız, devletine ve milletine olan saygısı ve bağlılığından sesini çıkaramaz durumdadır. Devletin imkânları, birkısım medyaya âdeta peşkeş çekilmektedir. Bundan önceki DYP-CHP Hükümeti zamanında, medyaya, devletin imkânları kredi yoluyla ve reklam yoluyla, âdeta peşkeş çekilmiştir. Bakınız değerli arkadaşlarım, şu anda elimde belgesi var, yalnızca Sayın Çiller’in borazanlığı yapan bir gazetenin, İstanbul’daki Halk Bankasından temmuz ve aralık aylarında almış olduğu kredi miktarı 4,5 trilyon liradır; diğer bankalardan aldığı krediler ve reklamlar hariç. Şimdi, hal böyleyken, Sayın Başbakan, Hükümet Programı üzerindeki konuşmasında, Yaşar Kemal’den özür diledi ve bir bakanımız da, rakıya yaptığı zamdan dolayı, akşamcılardan özür diledi. Doğrusu, buna çok üzüldüm; asıl, sofrasından her gün ekmeğini aldığınız insanımızdan özür dilemeniz gerekirdi. (RP sıralarından alkışlar) Güneydoğuda şehit edilen askerin annesinden, dul eşinden, yetim kalan yavrusundan özür dilemeniz gerekirdi; Yaşar Kemal’den özür diliyorsunuz!.. Haziranda seçime gideceksiniz, Bingöl’de aday gösteriyorsunuz. Bingöl’de acaba neden seçim yapılıyor, hiç sordunuz mu Sayın Başbakan? Bingöl Belediye Başkanı, hırsızlık mı yaptı, rüşvet mi yedi, adam mı vurdu, neden görevden alındı, neden ceza yedi?!. “Şeriata başım feda olsun” dedi, ceza yedi ve görevinden alındı; şimdi seçim yapılıyor... Eğer, özür dilenmesi gerekiyorsa, Bingöl Belediye Başkanımızdan özür dilemeniz gerekirdi. (RP sıralarından alkışlar) Sayın Başbakan, siz özür dilemeyi öğrenememişsiniz, kalkıp, milleti idare etmeye kalkıyorsunuz. (ANAP sıralarından “olmaz; ayıp” sesleri; sıra kapaklarına vurmalar) METE BÜLGÜN (Çankırı) – Terbiyeli ol, terbiyeli!.. İLKER TUNCAY (Ankara) – Sen de konuşmayı öğrenip kürsüye çık! BAŞKAN – Sayın Göktaş, iki şeyi hatırlatmak durumundayım: Birincisi, Genel Kurula hitap edeceksiniz; ikincisi, konuşmanızda kimseyi yaralamayacaksınız. Lütfen... KEMALETTİN GÖKTAŞ (Devamla) – Özür diliyorum Sayın Başkanım. BAŞKAN – Özür dilediyseniz mesele kapandı. Buyurun. KEMALETTİN GÖKTAŞ (Devamla) – Değerli milletvekili arkadaşlarım, az önce, burada, Sayın Başbakan Yardımcısı tarafından belediyelere yapılan yardımlardan bahsedildi. Gerçekten, Sayın Başbakan, burada kendisi de, geçmiş dönemde muhalefet belediyelerine yardım yapılmadığını ikrar etti, söyledi; elimde belgesi var; bakınız “ANAP’lı olmayan belediyeye para yok” diyor. Yani, bu yazının muhtevasında; geçmiş dönemde muhalefet belediyelerine yardım yapılmadı, bu dönemde, biz, o açığı kapatacağız ve yalnızca ANAP’lı belediye başkanlarına yardım yapacağız deniliyor. Arkadaşlar, bakınız, elimde, hangi belediyelere yardım yapıldığına dair Maliye Bakanlığının bir listesi var. Evet, bu yardımlar içerisinde, Refah Partili belediyelere yardım yapıldı; ama, ne kadar; bir ilçe belediyesine 125 milyon lira, bir belde belediyesine 125 milyon lira, bir DSP’li belediyeye 500 milyon lira, ANAP’lı belediyelere ise, 1 milyarla 2 milyar lira arasında yardım yapıldı. Eğer yardım yapılacaksa, adaletli yardım yapılmalıdır. Sayın Başbakandan da bunu beklerdik. Sayın Başbakan Yardımcısı, belediyelere yardım yapıldığını söylüyor ve “bizim dönemimizde belediyelerin borçları ödendi” diyor. Sayın Bakanım. biz, Refah Partili belediyeler olarak dışborç almadık. Ankara Büyükşehir Belediyesince alınan ve Hazinenin ödediği tüm paralar, Büyükşehir Belediyesinin Refah Partisine geçmesinden önce, Karayalçın zamanında alınan dışborçlardır. Anavatan Partisiyle beraber, o zaman, yine, burada, bu kanunlar çıkmasın diye muhalefet ettik. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Göktaş, size de süre veriyorum. Lütfen, bitirin efendim... KEMALETTİN GÖKTAŞ (Devamla) – İller Bankası payı yüzde 8,55’ten 7,55’ e düşürüldü; hal gelirleri düşürüldü; Elektrik Tüketim Vergisi yüzde 1,2’den binde 8’e düşürüldü; Akaryakıt Tüketim Vergisinden pay verilmiyor. Önceki dönemden kalan borçları, bugün, Refah Partili belediyeler ödüyor. Arkadaşlar, belediye gelirlerine 2005 yılına kadar haciz konuldu ve şimdi, burada, belediyelere yardım yapıldığı söyleniyor; bu, doğru değildir. Evet, belediyelere yardım yapıldı; ama, hakkaniyet ölçüsü içerisinde değildir, kendi yandaşlarına yardım yapıldı. Bundan sonra, eğer adaletli yardım yapılacaksa, her partinin belediye başkanına, devlet baba şefkati içerisinde yapılmalıdır. Şimdi, Sayın Başbakan, 51 inci Hükümet Programı görüşmelerinde Sayın Çiller’e aynen şöyle diyordu arkadaşlarım: “İşçi size güvenmiyor, memur size güvenmiyor, emekli size güvenmiyor, çiftçi size güvenmiyor.” Söylediğiniz doğruydu; işçi, memur, çiftçi güvenmiyor; şimdi, siz güveniyor musunuz Sayın Başbakanım; üç yıl güvenmediğiniz bir insana bu ülkeyi nasıl teslim edeceksiniz?.. Değerli arkadaşlar, Karadeniz Bölgesi, yatırımlardan en az pay alan bölgemizdir -elimde belgeleri vardır- yatırım itibariyle sonuncu sıradadır. Benden önce konuşan arkadaşım birkaç konuya değindi ve ben özellikle, Sayın Başbakanımızın -bu seçim döneminde “vaat değil, taahhütname dağıtıyorum” dedi- burada imzalı taahhütnamesi vardır; bu taahhütnameleri yerine getirmelerini kendisinden bekliyorum. Özellikle, kurban bayramı öncesinde, Fiskobirlik’in borçlarını ödemesini bekliyorum; çünkü, fındık üreticisinin durumu perişandır. Fındık üreticilerinin kurban kesebilmeleri için, paralarının bir an evvel ödenmesi gerekir. Yine, Sayın Başbakanın bir taahhüdü, Trabzon’la ilgili taaahhüdü vardı. Sayın Başbakanım, Hayrat’a gittiğinizde “Hayrat yolunu yaptıracağım” dediniz; oralılar, sizden, o yolun yapılmasını bekliyor. Trabzon, kamu yatırım harcamaları itibariyle, 58 inci sıradadır arkadaşlarım. Son üç yılda 10,5 trilyon lira vergi alınmış Trabzon’dan, buna karşılık, 4 trilyon liralık yatırım yapılmış; yani, 6 trilyon lira, bizden, Trabzon’dan alınmış, rantiyecilere ve birkısım medyaya verilmiş. Şimdi, bu paraların, Trabzon’a yatırım olarak gelmesini bekliyor, hepinize saygılar sunuyor, bütçenin hayırlı olmasını diliyorum. (RP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Göktaş. MALİYE BAKANI LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Sayın Başkan, uygun görürseniz... BAŞKAN – Bir dakika Sayın Bakan... Bir soru soracağım; ondan sonra söz vereceğim efendim. Sayın Çapoğlu, deminden, bir söz alma isteğiniz vardı; devam ediyor mu efendim isteğiniz? GÖKHAN ÇAPOĞLU (Ankara) – Vazgeçtim Sayın Başkan. DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT MENTEŞE (Aydın) – Sayın Başkan... BAŞKAN – Sayın Başbakan Yardımcım, önce Maliye Bakanı işaret buyurdular; önce Maliye Bakanını bir dinleyelim. Buyurun Sayın Bakan. MALİYE BAKANI LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Sayın konuşmacının, sayın hatibin kürsüde ifade ettiği görüşlerin yanlış anlamaya meydan vermemesi için bir küçük açıklamak yapmak istemekteyim. Maliye Bakanlığı bütçesinden belediyelere yapılan yardımlarda, 53 üncü Hükümetimiz tarafından, şu anda, sadece bir parti veya daha açık ifadesiyle Anavatan Partisine bağlı belediyelere değil, bütün siyasî partilerimize bağlı belediyelere, bir aylık uygulama içerisinde, yardım yapılmaktadır. Bu cümleden olarak, Refah Partisinin 104 belediyesine yeni yardım yapılmıştır, DSP’nin belediyelerine yapılmıştır, Büyük Birlik Partimizin belediyelerine yapılmıştır. (RP sıralarından “ne kadar” sesleri, gürültüler) BAŞKAN – Bir dakika efendim... MALİYE BAKANI LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partimizin de, velhasıl, Mecliste yer alan siyasî partilerimizin de belediyelerine yardım yapılmıştır, yapılmaya devam edilecektir; ayrıca, bağımsız belediyelerden de yardım yapılanlar vardır. (CHP sıralarından “CHP’ye yok mu” sesleri, gürültüler) Tabiî ki, CHP’li belediyelere de... Mecliste grubu olan tüm siyasî partilerimizin belediyelerine yardım yapılmaktadır; ama, hepsine aynı anda yardım yapabilme imkânımızın olmadığı da ayrı bir gerçektir. Yıl içerisinde de, bu yardımlara, bütçe imkânları ölçüsünde devam edilecektir. Ayrıca, sayın hatip, biraz önce, Ankara ve İstanbul Belediyelerimizden bahsederek, bu borçları biz almadık veya belediyeler almadı şeklinde bir ifadede bulundular. Bilindiği gibi, devlette de, belediyelerde de devamlılık esastır. Bizim, bugün, 53 üncü Hükümet olarak, bu bütçe görüşmeleri içerisinde şunu diyebilme imkânımız yoktur: “Devletin borçları vardır, bunu bizden önceki hükümetler yapmıştır; biz bu borçları ödemeyeceğiz.” Burada, kısaca, açıklık getirmek için ifade ediyorum; Ankara ve İstanbul Belediyelerimizin 1996 ve 1997’de -iki yıl içerisinde-1 milyar 400 milyon dolar, ödenecek, Hazine garantili borçları bulunmaktadır. Bu belediyelerimiz, bu borçları ödememektedir, Hazine ödemektedir. Dolayısıyla da, bu konuda bütçeye belli bir yük binmektedir. Bunu da, kamuoyuna duyurmak ve Meclisimizin bilgilenmesi açısından arz ettim. BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan. IV. – SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam) 2. – Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nahit Menteşe’nin, Trabzon Milletvekili Kemalettin Göktaş’ın, ileri sürmüş olduğu görüşten farklı bir görüşü kendisine atfetmesi nedeniyle konuşması BAŞKAN – Sayın Başbakan Yardımcısı, buyurun efendim, bir talebiniz oldu galiba. DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT MENTEŞE (Aydın) – Sayın Başkan, Sayın Göktaş, biraz önceki konuşmasında, maksadımı aşan ifadelerde bulundu; bu nedenle söz istiyorum. BAŞKAN - Söylemediğiniz bir konuda beyanda mı bulundular?.. Buyurun Sayın Başbakan Yardımcısı; yalnız, lütfen, yeni bir sataşma yaratmayalım. DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT MENTEŞE (Aydın) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; biraz evvel Trabzon Milletvekili Sayın Kemalettin Göktaş, maksadımı aşan beyanda bulundular. Ben ne diyorum; imam hatip okullarından bahsederken, camiden bahsederken, kışladan bahsederken, buralarda, dinin politik istismar konusu yapılmamasını ifade ediyorum. Elbette, Türk Milletinin, yüzde 99,5’i Müslümandır; ama, din istismarı suretiyle politik amacı ben hep kınadım, hep kınamaya da devam ediyorum. AHMET DOĞAN (Adıyaman) – Biz de kınamaya devam ediyoruz. DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT MENTEŞE (Devamla) – Ve diyorum ki, dine hizmet, Allah rızası için yapılır; bunu ifade ediyorum. Yoksa, dine hizmet, siyasî amaç için yapılmaz; siyasî amaç için yapıldığı zaman, Allah’ın da gücüne gider ve Müslümanlığa da aykırı hareket etmiş olursunuz. Bunu belirtmekte zaruret görüyorum. Tekrar huzurunuza geldiğim için özür diliyor, saygılarımı arz ediyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan. ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Başkan... Sayın Başkan... BAŞKAN – Efendim... ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Bakan, arkadaşımızın kürsüde dile getirdiği bir konuyu, yanlış anlamaya sebep olmasın diye tavzih etti; ancak, tavzih ederken, sayın arkadaşımızın temas ettiği bir noktaya açıklık getirmediler. Aslında, bu konu üzerinde bir tezkere var; bu tezkere, diğer partiye mensup bir arkadaşımıza verilmiş yazılı bir cevaptır. Bizim arkadaşımızın söylediği şudur: Şimdi, burada, Refah Partili belediyelere yapılan yardım -yukarıdan aşağıya, burada 40 tane belediye var- 125 milyon!.. (Gürültüler) BAŞKAN – Sayın Kazan, bir dakika... ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Lütfen dinleyin... Biz, adaleti, burada tesis edeceğiz. BAŞKAN – Tamam efendim. ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Evet, Refah Partili belediyelere 125 milyon yardım yapılırken... (ANAP sıralarından “Milyar, milyar” sesleri) BAŞKAN – Bir dakika efendim... ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Hayır efendim, milyon... (Gürültüler) BAŞKAN – Sayın Kazan, müsaade eder misiniz... Bir dakika efendim... ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, henüz rakam okumasını unutmadık... BAŞKAN – Efendim, bir dakikanızı diliyorum... Şimdi, bu münakaşa sürer gider... ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Hayır efendim, ben zapta geçiriyorum... BAŞKAN – Efendim, zapta geçti zaten... ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Geçmedi efendim... BAŞKAN – Her iki taraf da, birbirine itiraz etti... ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Hayır efendim... Ben daha sözümün yarısındayım Sayın Başkan... BAŞKAN – Siz, milyarı, milyon olarak mı düzeltmek istiyorsunuz? ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Hayır efendim... Refah Partili belediyelere 125 milyon yardım yapılırken, DSP’li belediyelere 750 milyon ve diğer ANAP’lı belediyelere de 1,5-2 milyar yardım yapılıyor demek istiyorum. BAŞKAN – Geçti efendim zapta. ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Adaletsizliğin giderilmesini istedim. BAŞKAN – Zapta geçti efendim. ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Bakanın açıklaması, bunu tavzih etmiyor ki... Ayrıca, bugün, Ankara Belediyesinin de, İstanbul Belediyesinin de, devlet dairelerinden alacakları var; sadece, verdiklerinden bahsediyorlar, alacaklarından bahsetmiyorlar... Bunlar da zapta geçsin ki, kim haksızlığa uğruyor görülsün... BAŞKAN – Geçti efendim, zapta geçti; merak buyurmayın. Bunlar gayet kolay konular... Bir soru açarsınız, bakan cevap verir, zapta daha çok geçer veyahut da gündemdışı bir konuşma yaparsınız; bakan gelir, burada izahat verir; ama, böyle karşılıklı konuşmaya başlarsak, bunun sonunu alamayız. Daha başka usullerimiz var; niye onları kullanmıyorsunuz? NECMİ HOŞVER (Bolu) – Sayın Başkan, zabıtlara geçirsinler; ileride, biz de bu zabıtları kullanacağız. III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 1. – 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/285) (S. Sayısı : 1) (Devam) 2. – Katma Bütçeli İdareler 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/286) (S. Sayısı : 2) (Devam) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi, 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile Katma Bütçeli İdareler 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının açık oylama işlemini yapacağız. Her iki kanun tasarısının açık oylamasının bir arada ve adı okunan sayın milletvekilinin kürsü önüne konulacak iki ayrı oy kutusuna oylarını atması suretiyle yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... (ANAP ve DYP sıralarından “Hangisi oylanıyor” sesleri) Bir dakika efendim... Sayın Grup Başkanvekilleri beni takip ederler mi lütfen... Bir daha okuyorum efendim: Her iki kanun tasarısının açık oylamasının bir arada ve adı okunan sayın milletvekilinin kürsü önüne konulacak iki ayrı oy kutusuna oylarını atması suretiyle yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... (ANAP ve DYP sıralarından “anlaşılmadı” sesleri) Sayın milletvekilleri, bir daha anlatıyorum: Bu kanun tasarıları açık oylamaya tabidir. (RP sıralarından gürültüler) Efendim, tereddüt var. Tereddüt olunca, açıklama yapmak zorundayım, açıklama yapacağım tabiî. OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) – Sayın Başkan, bir şey arz etmek istiyorum. BAŞKAN – Bir dakika efendim... Sayın milletvekilleri, her iki kanun tasarısı, açık oylamaya tabidir. Açık oylamanın usulleri belli; ben, bir tanesini oylarınıza sunuyorum; onu kabul etmezseniz, diğerlerini sunacağım. Onun için, beni takip edin diyorum. Bakın, tekrar oylarınıza sunuyorum: Her iki kanun tasarısının açık oylamasının bir arada ve adı okunan sayın milletvekilinin kürsü önüne konulacak iki ayrı oy kutusuna oylarını atması suretiyle yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Kupalar kürsüye konulsun. Oylamaya Adana İlinden başlayacağım. Ondan önce, yarın Avrupa’da yapılacak bir toplantıya iştirak etmek için hemen havaalanına hareket etmek zorunda olan sayın milletvekilleri var; bunların isimlerini okuyacağım; önce, bu isimlerini okuduğum sayın milletvekilleri oylarını kullanacaklar; sonra, Adana İlinden okumaya devam edeceğiz. İsimleri okuyorum: Sayın İrfan Demiralp, Sayın Cevdet Akçalı, Sayın Ali Dinçer, Sayın Sedat Aloğlu, Sayın Cefi Kamhi, Sayın8 Sedat Aloğlu, Sayın Şükrü Gürel, Sayın Suha Tanık, Sayın İsmail Cem, Sayın Abdullah Gül, Sayın Lale Aytaman, Sayın Şükrü Yürür, Sayın Sabri Tekir, Sayın Bülent Akarcalı. Oylamaya Adana İlinden başlıyoruz efendim. (Oylar toplandı) BAŞKAN – Oyunu kullanmayan sayın üye var mı? Yok. Oy kullanma işlemi tamamlanmıştır. Kupalar kaldırılsın. (Oyların ayırımı yapıldı) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, açık oylama sonuçlarını Yüce Meclise arz etmeden önce, Yüce Meclise karşı bir görevimi yerine getirmek istiyorum. Sayın milletvekilleri, bu bütçe, hepinizin bildiği gibi, yeni bir prosedürle, yeni bir usulle görüşüldü. Başkanlık olarak, bunu, Yüce Meclise arz ettik; kabul ve tasvip gördü. Kısa bir zaman dilimi içinde, yoğun bir çalışma gösterdiniz. Başta, Plan ve Bütçe Komisyonunun değerli üyeleri olmak üzere, Yüce Meclisin tüm üyelerine teşekkürlerimi ve şükranlarımı sunuyorum. Ümit ederim ki, önümüzdeki bütçelerde de bu anlayış ve hızlı çalışmayı benimser ve bizim için çok önemli olan zamanımızı daha ekonomik, daha hızlı ve yararlı kullanma imkânına kavuşuruz. Görüldü ki, bu Meclis, konsensüs sağlandığında, her meseleyi en iyi ve en faydalı bir şekilde çözebilmektedir. Kuruluşumuzun 76 ncı yılında, bu davranışın çok önemli olduğuna inanıyor ve hepinize, tekrar, teşekkürlerimi arz ediyorum. (Alkışlar) Sayın milletvekilleri, tasarıların açık oylama sonuçlarını açıklıyorum: 1996 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısının açık oylamasının sonuçları: İştirak eden sayın milletvekili sayısı : 451 Kabul : 249 Ret : 194 Geçersiz : 3 Mükerrer : 5 Kabul edilmiştir. 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının açık oylamasının sonuçları: İştirak eden milletvekili sayısı : 447 Kabul : 252 Ret : 190 Geçersiz : 2 Mükerrer : 3 Kabul edilmiştir. Sayın milletvekilleri, Yüce Heyetinizce kabul edilerek kanunlaşmış bulunan Bütçe Kanunlarının, milletimiz ve memleketimiz için hayırlı olmasını temenni ederim. (Alkışlar) Teşekkür konuşması yapmak üzere, Sayın Başbakan söz istemişlerdir. Buyurun Sayın Başbakan. (ANAP sıralarından ayakta alkışlar, DYP sıralarından alkışlar) BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Rize) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1996 Yılı Bütçe Kanunu, Yüce Heyetinizin oylarıyla kabul edilmiş bulunmaktadır. Ben, bu bütçe kanunu tasarısının Meclisteki görüşmelerine nezaret eden Meclisin Sayın Başkanına, Başkanlık Divanına, bu bütçenin hazırlanmasında emeği geçen değerli bürokratlarımıza, Plan ve Bütçe Komisyonunun Sayın Başkanına ve üyelerine, bütçe kanunu tasarısının Genel Kuruldaki görüşmeleri sırasında, eleştirileriyle, görüşleriyle, dilekleriyle katkıda bulunan siyasî partilerimizin değerli sözcülerine ve oylamaya katılan bütün milletvekillerine şükranlarımı sunuyorum. Bu bütçeyi, azamî disiplin anlayışı içerisinde uygulayacağımızı ve bize verdiğiniz bu yetkiye dayanarak, sarf edeceğimiz her kuruşa özen göstereceğimizi, bir defa daha tekrarlıyorum. Hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından ayakta alkışlar, DYP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Başbakan. Değerli milletvekilleri, alınan karar gereğince, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının kutlanması ve günün önem ve anlamının belirtilmesi amacıyla yapılacak görüşmeler için, 23 Nisan 1996 Salı günü saat 14.00’te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum. Teşekkür ederim. (Kapanma Saati: 17.09) 1996 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarılarına Verilen Oyların Sonucu : (Kanunlaşmıştır.) Üye Sayısı : 550 Kullanılan Oy : 451 Kabul Edenler : 249 Reddedenler : 194 Çekinserler : – Geçersiz Oylar : 3 Oya Katılmayanlar : 104 Açık Üyelikler : – Mükerrer Oylar : 5 (Kabul Edenler) |
|