Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular
DÖNEM : 20 CİLT : 4 YASAMA YILI :
1


T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ

43 üncü Birleşim
22 . 4 . 1996 Pazartesi



İ Ç İ N D E K İ L E R
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. – GELEN KÂĞITLAR
III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1. – 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/285) (S. Sayısı : 1)
2. – Katma Bütçeli İdareler 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/286) (S. Sayısı : 2)
IV. – SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR
1. – Hatay Milletvekili Nihat Matkap’ın, Aydın Milletvekili Yüksel
Yalova’nın partilerine sataşması nedeniyle konuşması
2. – Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nahit Menteşe’nin,
Trabzon Milletvekili Kemalettin Göktaş’ın, ileri sürmüş olduğu
görüşten farklı bir görüşü kendisine atfetmesi nedeniyle konuşması
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ

TBMM Genel Kurulu saat 10.00’da açılarak üç oturum yaptı.
Birinci ve İkinci Oturum
1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu
Tasarılarının (1/285, 1/286) (S. Sayıları : 1,2), görüşmelerine devam
olunarak;
Millî Eğitim Bakanlığı,
Yüksek Öğretim Kurulu,
50 üniversite,
2 yüksek teknoloji enstitüsü,
Galatasaray Eğitim, Öğretim Kurumu,
Kültür Bakanlığı,
Maliye Bakanlığı,
1996 malî yılı bütçeleri kabul edildi;
Gelir bütçesi üzerindeki görüşmeler tamamlandı ve 1996 Malî Yılı
Bütçe Kanunu Tasarısının 14 üncü maddesine kadar kabul edildi.
İçel Milletvekili Kültür eski Bakanı Durmuş Fikri Sağlar, Kültür
Bakanı Agâh Oktay Güner’in Kültür Bakanlığı bütçesi üzerindeki
konuşmasında, kendisinden önceki SHP ve CHP’li Kültür Bakanlarına
sataştığı iddiasıyla bir konuşma yaptı.
Kamer Genç
Başkanvekili
Zeki Ergezen M. Fatih Atay
Bitlis Aydın
Kâtip Üye Kâtip Üye

Üçüncü Oturum
1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu
Tasarılarının (1/285, 1/286) (S. Sayıları : 1, 2) görüşmelerine devam
olunarak;
1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının kalan maddeleri ile Katma
Bütçeli İdareler 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının
maddelerinin kabul edildiği ve açık oylamalarının 22.4.1996 Pazartesi
günkü birleşimde yapılacağı açıklandı.
22 Nisan 1996 Pazartesi günü saat 10.00’da toplanmak üzere, Birleşime
02.33’te son verildi.

Hasan Korkmazcan
Başkanvekili
Mustafa Baş Kadir Bozkurt
İstanbul Sinop
Kâtip Üye Kâtip Üye


II. – GELEN KÂĞITLAR
22 . 4 . 1996 PAZARTESİ
Tasarılar
1. – Türkiye Cumhuriyeti ile Moğolistan Arasında Gelir Üzerinden
Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi
Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşması ve Eki Protokolün
Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Tasarısı (1/295)
(Dışişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi :
17.4.1996)
2. – Ordu Yardımlaşma Kurumu Kanununun Bazı Maddelerinde
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/296) (Millî Savunma
ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.4.1996)
3. – Türk Ticaret Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılması
Hakkında Kanun Tasarısı (1/297) (Sağlık ve Sosyal İşler ve Adalet
komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.4.1996)
4. – Türk Vatandaşları Hakkında Yabancı Ülke Mahkemelerinden ve
Yabancılar Hakkında Türk Mahkemelerinden Verilen Ceza
Mahkûmiyetlerinin İnfazına Dair Kanunun Bazı Maddelerinde
Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı (1/298) (Adalet
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.4.1996)
5. – Emniyet Teşkilatı Uçuş Hizmetleri Tazminat Kanununun Bazı
Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı (1/299)
(İçişleri ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi :
17.4.1996)
Teklifler
1. – Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner’in; 926 Sayılı Türk Silahlı
Kuvvetleri Personel Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/242) (Millî Savunma ve Plan ve
Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.1996)
2. – Rize Milletvekili Ahmet Kabil’in; Türkiye Cumhuriyeti Emekli
Sandığı Kanununun 32 nci Maddesine Bir Fıkra ile Aynı Kanuna Bir
Geçici Madde Eklenmesine Dair Kanun Teklifi (2/243) (Plan ve Bütçe
Komisyonuna) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.1996)
3. – Rize Milletvekili Ahmet Kabil’in; 28.3.1983 Tarih ve 2809 Sayılı
Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41 Sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulüne Dair Kanuna Bir Ek
Madde Eklenmesi Hakkında Kanun Teklifi (2/244) (Millî Eğitim ve Plan
ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.1996)
4. – Samsun Milletvekili Biltekin Özdemir’in; Türkiye Büyük Millet
Meclisi Üyeliği ile Bağdaşmayan İşler Hakkında Kanunun 3 üncü
Maddesinin Değiştirilmesi ve Bu Kanuna Bir Geçici Madde Eklenmesine
Dair Kanun Teklifi (2/245) (Anayasa Komisyonuna) (Başkanlığa geliş
tarihi : 16.4.1996)
5. – Hatay Milletvekilleri Ali Uyar ve Abdülkadir Akgöl’ün;
Üniversiteler Hakkında Kanun Teklifi (2/246) (Adalet ve Millî Eğitim
komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.1996)
6. – Samsun Milletvekili Murat Karayalçın’ın; Ankara İli Büyükşehir
Belediyesi Sınırları İçinde Batıkent Adıyla Bir İlçe Kurulmasına
İlişkin Kanun Teklifi (2/247) (İçişleri ve Plan ve Bütçe
komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 16.4.1996)
7. – Kocaeli Milletvekili Necati Çelik’in; 9.3.1988 Tarih ve 3417 Sayılı
Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların
Değerlendirilmesine Dair Kanunun Yürürlükten Kaldırılmasına Dair
Kanun Teklifi (2/248) (Sağlık ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe
komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.4.1996)
8. – Kocaeli Milletvekili Necati Çelik’in; 11.11.1986 Tarih ve 3320
Sayılı Memurlar ve İşçiler ile Bunların Emeklilerine Konut Edindirme
Yardımı Yapılması Hakkında Kanunun Yürürlükten Kaldırılmasına
Dair Kanun Teklifi (2/249) (Sağlık ve Sosyal İşler ve Plan ve Bütçe
komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi : 17.4.1996)
9. – Yozgat Milletvekilleri İsmail Durak Ünlü ve Lutfullah Kayalar ve
Yusuf Bacanlı’nın; Yükseköğretim Kurumları Teşkilatı Hakkında 41
Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü
Hakkında 2809 Sayılı Kanunda ve 78 ve 190 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi (2/250)
(Millî Eğitim ve Plan ve Bütçe komisyonlarına) (Başkanlığa geliş tarihi
: 17.4.1996)
Tezkereler
1. – İzmir Milletvekili Sabri Ergül’ün; Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/237) (Anayasa ve
Adalat Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona)
(Başkanlığa geliş tarihi : 18.4.1996)
2. – Erzurum Milletvekili Abdulilah Fırat’ın; Yasama
Dokunulmazlığının Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi
(3/238) (Anayasa ve Adalat Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma
Komisyona) (Başkanlığa geliş tarihi : 18.4.1996)
3. – Rize Milletvekili Şevki Yılmaz’ın; Yasama Dokunulmazlığının
Kaldırılması Hakkında Başbakanlık Tezkeresi (3/239) (Anayasa ve
Adalat Komisyonları Üyelerinden Kurulu Karma Komisyona)
(Başkanlığa geliş tarihi : 18.4.1996)

BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati: 10.00
BAŞKAN: Başkanvekili Hasan KORKMAZCAN
KÂTİP ÜYELER: Mustafa BAŞ (İstanbul), Ali GÜNAYDIN (Konya)


BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 43 üncü Birleşimini
açıyorum.

III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER
1. – 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/285) (S. Sayısı : 1)
2. – Katma Bütçeli İdareler 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/286) (S. Sayısı : 2) (1)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 1996 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçe Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmelere devam ediyoruz.
Programa göre, 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçe Kanunu
Tasarıları üzerindeki son görüşmelere başlıyoruz.
Komisyon ve Hükümet yerinde.
Bu görüşmelerde, gruplar ve Hükümet adına yapılacak konuşmalar
45’er dakika, kişisel konuşmalar ise 10’ar dakikadır.
Şimdi, grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin, isimlerini
okuyorum:
Grupları adına; Doğru Yol Partisi Grubu adına, Elazığ Milletvekili
Sayın Cihan Paçacı, Demokratik Sol Parti Grubu adına, İstanbul
Milletvekili Sayın Nami Çağan ve Ankara Miletvekili Sayın Gökhan
Çapoğlu; Refah Partisi Grubu adına Konya Milletvekili Sayın Necmettin
Erbakan; Anavatan Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın
Yılmaz Karakoyunlu ve Aydın Milletvekili Sayın Yüksel Yalova.
Şahısları adına; lehte, Rize Milletvekili Sayın Şevki Yılmaz; aleyhte,
Trabzon Milletvekili Sayın Kemalettin Göktaş.
RİFAT SERDAROĞLU (İzmir) – Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına söz alan yok mu?
BAŞKAN – Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan, henüz, söz talebi vaki
olmadı.
Şimdi, ilk sözü, Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Cihan Paçacı’ya
veriyorum.
Buyurun Sayın Paçacı. (DYP sıralarından alkışlar)
Konuşma süreniz 45 dakikadır.
DYP GRUBU ADINA CİHAN PAÇACI (Elazığ) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Doğru Yol Partisinin, 1996 Malî Yılı Bütçe
Kanunu Tasarısı üzerindeki görüşlerini arz etmek üzere
huzurlarınızdayım; şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına, Yüce
Meclisi ve televizyonları karşısında bizleri izleyen değerli
vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bütçe görüşmeleri, sadece ekonomik yapının
değil, dünya ve Türk siyasal hayatının Yüce Meclis tarafından
değerlendirilmesi için, yıllar içinde oluşan gelenekle, bir fır-
(1) 1 ve 2 S. Sayılı Basmayazılar 17.4.1996 tarihli 38 inci Birleşim
Tutanağına eklidir.
sat oluşturmuştur; bir milletin ekonomik yapısı ve siyasal konumu ile
gücü arasında doğrudan ilişkiyi algılamanın neticesidir.
Dünyamız, sıkıntılı bir siyasal ve ekonomik süreci yaşamaktadır.
1989’dan bu yana, bütün kürede, hızlı bir siyasal, sosyal, ekonomik ve
kültürel yeniden yapılanmanın yaşandığını görüyoruz. 1989 öncesi,
dünyanın en temel korkusu, komünizm ile kapitalizm arasındaki savaş
iken, bugün, onun yerini, dünyaya yayılmış olan ve politikanın AIDS’i
diye adlandırılan “mikro milliyetçilik” ve bu akımın kendini ifade ediş
şekli olan terörizm almıştır. Ne yazık ki, dünya, henüz, terörizme karşı
ciddî bir birliktelik oluşturmaktan uzaktadır. Dünyamız, ekonomik
olarak da hızlı; ama, sıkıntılı bir yapılanma içindedir. Bir yandan,
dünya ekonomisinin bir bütüne doğru gidişini ifade eden globalleşmenin
yanında, globalleşmeyle tam ters bir yapı ifade eden ve özetle bölgecilik
olan, ekonomik bloklaşma eğilimleri, hızla gelişmektedir. Avrupa
Birliği, Kuzey Amerika Serbest Ticaret Bölgesi olan NAFTA, Asya
Pasifik bölgesinin ekonomik örgütü olan Asya Pasifik Ekonomik
İşbirliği Teşkilatı APEC, işte, bu mantık içerisinde kurulmuş
yapılardır.
Dünyamız, siyasal ve ekonomik dünüşümün yarattığı sıkıntıları
yaşarken, Türkiyemiz de, askerî, siyasî, ekonomik mevcut kapasitelerine
sahip bir ülkenin karşılaşması gerekenden çok daha büyük bir sorunlar
yumağıyla karşı karşıyadır. Bugün, Türkiye’nin uğraşmak zorunda
olduğu sorunlarla, matematiksel güç dengeleri açısından bakıldığında,
ancak, ya Amerika Birleşik Devletleri gibi bir dünya devleti ya da
Almanya, Fransa, Rusya, Japonya ve İngiltere gibi ya askerî ve politik ya
da ekonomik olarak büyük devlet kategorisine giren ülkeler
boğuşmaktadır.
Değerli milletvekilleri, bu durum, ülkemizin üzerinde oturduğu dünya
adası diye anılan, Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarının kavşak noktası
olan Anadolu’nun coğrafî yapısından ve manevî mirasından
kaynaklanmaktadır.
Türkiye, bir Balkan gücüdür; Türkiye, bir Karadeniz ülkesidir; Türkiye,
Kafkasların ortağıdır; Türkiye, bir Akdeniz memleketidir; Türkiye, bir
Ortadoğu gücüdür; Türkiye, değişen dünyanın en sorunlu bölgeleri
niteliği taşıyan bu coğrafyanın hepsinin sorunlarıyla, ayrı ayrı, karşı
karşıyadır.
Bosna-Hersek savaşı, Türkiye’nin tavır almasını gerektirmiştir; ama,
ne Gürcistan’ı ilgilendirmiştir ne Ermenistan’ı ne de Suriye’yi.
Azerbaycan Türklüğü ile işgalci Ermenistan arasındaki mücadelede,
Türkiye, olayların içerisindeyken, Bulgaristan’ın böyle bir sorunu
yoktur.
Keza, şimdi, yanı başımızda, Ortadoğu’da barış rüzgârlarının
kesildiği ve kan ile ateşin tekrar sahneye girdiği şu günlerde, Türkiye,
yine, konuyla yakından ilgilidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yeni dünya düzeni denilen
düzensizliğin en yoğun şekilde yaşandığı, Balkanlar, Kafkaslar ve
Ortadoğu’nun kesişme noktası olan Anadolu coğrafyası üzerindeki
ülkemiz, komşu coğrafyaların istikrarsız dalgalarının çarptığı bir
dalgakıran görevini görmektedir. Kendi halklarını ezen antidemokratik
ülkeler ise, Türkiye’nin demokratik yapısını kendileri için tehdit olarak
algılamakta, Türkiye’ye yönelik politikalar geliştirmektedir
Suriye, Yunanistan, Ermenistan ve zaman zaman İran’ın Türkiye’ye
yönelik saldırgan tavırlarını, cumhuriyet hükümetleri, şimdiye kadar,
büyük bir ağırbaşlılıkla karşılamışlardır; ancak, bundan böyle, bu
ülkelerden, Türkiye’ye yönelik bütün girişimlere, misliyle mukabele
edilmelidir. Aksi takdirde, Türkiye’nin gösterdiği ağırbaşlılık, zayıflık
olarak algılanabilir.
Millî meselelerde, Türkiye’nin çıkarları, partilerin ideolojik
yaklaşımlarının üstünde tutulmalıdır. Türkiye’deki bölücü komünist
PKK terörünün arkasında olduğunu herkesin bildiği Suriye’den
bahsederken, bir sayın liderin, Suriye’nin, Batı tarafından teröristlikle
haksız yere suçlandığını açıklaması, dileriz ki, bir dil sürçmesidir.
İran ile Türkiye’nin millî menfaatları, zaman zaman ciddî sürtüşmeler
yaşamaktadır. İran’ın Türkiye’ye yönelik rejim ve terör ihraç
politikaları, İran gibi köklü bir ülkeye, iki ülke arasındaki iyi ilişkilere
yakışmamaktadır.
Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye, bir kolordusunu,
denizaşırı bir ülkede, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde; bir tugayını,
başka bir kardeş ülkede, Bosna-Hersek’te, barışı korumak için
bulunduran bir ülkedir.
Yüce Milletimizin bağrından çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri, bu asil
görevlerinin yanında, milletinden aldığı destekle, 1984’ten bu yana,
terörle yapılan mücadelede, güvenlik güçlerine destek vermektedir.
1991’den itibaren yürürlüğe konulan iç güvenlik harekâtı çerçevesinde,
bölücü komünist terör örgütü, indiği şehirlerden, kasabalardan ve
köylerden çıkarılarak dağlara kaçmaya zorlanmış; şimdi, dağ
zirvelerinde, ülke içinde ve dışında imha veya teslim olmaya
zorlanmaktadır.
Aziz Başkan, aziz milletvekilleri; 1991 yılına kadar, bölücü komünist
terör örgütüyle başa çıkılamayacağını ileri sürüp “ver, kurtul” tezinin
savunuculuğunu yapanlar, terör örgütünün ezildiğini görünce “devlet,
gücünü ispat etti; artık, rahat rahat taviz verebiliriz; kimse, bizi, örgüt
karşısında yenilgiyle suçlayamaz; üstelik, terörü ezmek için, boşu
boşuna harcanan 6 milyar doları da harcamaktan kurtuluruz” tezini ileri
sürmeyle başlamışlardır.
Eğer, devletimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk ve Kuvayı Milliye
hareketinin önderleri, böyle bir yaklaşımla meseleye yaklaşsaydılar; aziz
milletvekilleri, bugün, bizler, burada, bu Parlamentoda oturamazdık;
çünkü, bu Parlamento olmazdı.
Vatan toprakları üzerinde para pazarlığı yapan bir zihniyetin, milletin
bağımsızlık ve onurunu korumasına imkân yoktur. Son dönemde,
Türkiye’yle ilgili niyetleri hep kötü olmuş çevrelerin dışında, bazı iyi
niyetli dostlarımızın da dahil olduğu çevreler, terörün “Kürtçe eğitim ve
televizyon yayınıyla kontrol altına alınabileceği” tezini benimsemiş
görünmektedirler.
Türkiye, cumhuriyet döneminde, eğitim alanında büyük atılımlar
yapmıştır; ancak, halen, ülkemizde, eğitime ayrılan kaynakların, ileri
ülkelerin çok arkasında kaldığı bilinmektedir.
Çağı yakalamak için mücadele eden Türkiye’nin, tam bir kültürel
feodalleşmeyi doğuracak böyle bir girişime evet demesi, küreselleşen ve
rekabetçi karakteri her geçen gün daha da artan bir dünyada, kendi
çocuklarına yapacağı en büyük kötülük olacaktır. İstanbul’da,
Ankara’da yaşayan çocuklar, dünyayla rekabet ettiği için, Türkçenin
yanında İngilizce öğrenirken; örneğin, Siirtli yavrularımızı bu
rekabetin dışına çekmeye kimsenin hakkı olamaz. 1920’li yılların
Kuvayı Milliyesi ve 1923’te cumhuriyeti kuran Mustafa Kemal Atatürk
ve arkadaşlarının Tevhidi Tedrisat Kanunuyla bütünleştirdiği eğitimi ve
milletimizi parçalamaya giden bu yola giremeyiz, kimse de girmemelidir.
Yüce Heyetinizin, Birinci Meclisin sahip olduğu yüksek yurtseverlik
duygularına sahip bulunduğundan ve kurulanı koruma yeteneğinde
olduğundan, milletimizin asla şüphesi yoktur.
Hemen yanı başımızda, kuş uçumu 5 kilometre ilerideki Anadolu
Medeniyetleri Müzesinde, Anadolu’da tarih sahnesinden silinmiş olan
milletlerden kalıntılar görürüz. Anadolu, aynı zamanda, bir milletler
mezarlığıdır. Bu coğrafyada yaşamak için güçlü olmak mecburiyeti
vardır. Türk Silahlı Kuvvetleri, milletimizin gücünün ve bağımsızlık
iradesinin bir ifadesi, millî benliğimizin timsalidir. Bu ordunun manevî
başkomutanı Türkiye Büyük Millet Meclisi; yani, Yüce Heyetinizdir.
Değerli milletvekilleri; bu vesileyle, sizlerin ve büyük milletimizin
önünde hassas bir konuya daha değinmek istiyorum. Geçen yüz yıl
boyunca Türk ordusu birçok bölgeden çekilmek zorunda kaldı. Türk
ordusunun çekildiği bölgelerde yaşayan soydaşlarımız ezildiler, millî ve
dinî baskılara maruz kaldılar. Türk Milleti, millî ve dinî hayatını;
ancak, sınırlarını Türk ordusunun koruduğu Türkiye Cumhuriyeti
içinde yaşatabildi. Osmanlıdan 10 bin cami devralan Türk Milleti, bu
ordunun kurduğu sınırlar içinde, yetmiş senede 55 bin yeni cami yaptı.
Bugün, küçük politik hesaplarla, peygamber ocağı olan, her birisi
peygamberin adını taşıyan Mehmetçiklerin oluşturduğu, her gün bir
gazi veya bir şehit veren Türk Silahlı Kuvvetlerine din adına yapılan
saldırılar, Türk Milleti tarafından tasvip edilmemektedir ve tasvip
edilmesi de mümkün değildir. Ordumuz, günlük siyasî tartışmaların
dışında tutulmalıdır.
Türkiye, ne yazık ki, ilk kez 1968’lerde üniversitelerinde gösterilmeye
başlanan bir senaryonun yimisekiz yıl sonra tekrar filme çekilmek
istendiğini ibretle izlemektedir. Üniversite gençliği sağ ve sol diye
kamplara bölünmeye ve üniversitelere terör sokulmaya çalışılmaktadır.
Terör, 12 Eylül öncesinde, Türkiye’ye, oniki yılını ve binlerce insanını
kaybettirmişti. Bu senaryonun uygulanmasına Yüce Meclisimiz izin
veremez. Üniversitelerin ve üniversite gençliğinin meseleleri, Yüce
Meclisimiz tarafından derhal ele alınmalı, Hükümet, üniversitelere
sızan terörü önlemek için tedbirler geliştirmelidir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye, bugün, Amerika Birleşik Devletleri,
Kanada, Batı Avrupa ve Japonya gibi, gelişmiş ve sanayi sonrası toplum
aşamasına geçmiş olan ülkelerin temsil ettikleri seviyeden, ne yazık ki,
uzaktadır; ancak, hiçbir zaman, Türk ekonomisinin yetmiş yıl içerisinde
geldiği noktayı güçümsemek mümkün değildir.
Şevket Süreyya Aydemir’in “Tek Adam” adlı eserinde, Atatürk’ün,
1938’de, hasta yatağında, hep, yeni kurulmakta olan Karabük Demir-
Çelik Fabrikasının yüksek isale fırınının çalışmaya başlayıp
başlamadığını sorduğunu yazar. Atatürk, Türkiye’nin çelik üretimini
görmeden ebediyete intikal etmiştir.
Bugün, Türkiye, çelik üretiminde ilk onbeşin içindedir. 13 milyonluk
yaşlı, yaralı bir nüfustan, genç, dinamik, 65 milyon nüfusa erişen, üç
beyazı üretemezken bugün 20 milyar doları aşan ihracatının yüzde
80’ini sanayi ürünleri oluşturan bir Türkiye’ye ulaşılmıştır.
Değerli milletvekilleri, Türkiye nerededir?.. Bu sorunun cevabı, coğrafî
sınırlarının durumunu belirlemek değildir. Türkiye, nüfusu 1923’ten
bugüne yüzde 500 artmıştır; dünyada bunun bir örneği yoktur. Türkiye,
son kırk yıl içinde nüfusunun yüzde 52’sini şehir ve kasabalara
taşımış, 80 bin olan köyünü 28 bine indirmiş bir yerleşim modelidir;
dünyada bunun da örneği yoktur. Türkiye, 65 milyonluk nüfusunun yüzde
53’ü 0-33 yaşında olan bir ülkedir; araştırabildiğim kadarıyla, bunun da
bir örneği yoktur. Türkiye, 780 bin kilometrekarelik ülkesini yol,
haberleşme, sağlık ve eğitim hizmetleri ağıyla birbirine bağlamak,
bütünleştirmek için uğraşıyor; dünyada bunun da bir örneği hemen
hemen yoktur.
Türkiye nerededir?.. Türkiye, 3 katrilyon 511 trilyon liralık toplam
bütçesini yapmış bir ülke; ancak, bu bütçe içerisinde, yukarıdan beri
saydığım özel durumlar var ya; işte, onların doğurduğu veya
şekilendirdiği sıkıntılardan dolayı, maalesef, yatırıma kaynak
aktarmada sıkıntısı olan bir ülkedir. Aslında, devlet yatırımları,
sınırlı sektörlerde, sınırlı büyüklüklerde olmalıdır. Ancak, Türkiye,
gelişmekte olan, sosyal bütçe yapmaya mecbur sayılan, kalkınma hızı
düzenli artması gereken bir ülkedir. Bunu, genç nüfusumuza, yer, iş, aş
ve huzur vermek üzere öncülük etmek anlamında kullanıyoruz.
Türkiye’nin, cumhuriyet tarihinden bu yana dış politikasında önemli bir
unsur olan Avrupa’yla ilişkilerde büyük yol katedilmiştir. 1 Ocak 1996
tarihi itibariyle yürürlüğe girmiş olan gümrük birliği, Avrupa Birliğiyle
entegrasyon sürecinde önemli bir basamak taşıdır. Gümrük birliği
kanalıyla Avrupa Birliği bünyesinde serbest dolaşıma giren
mallarımızın yanı sıra, mevzuat uyum çalışmalarımız da hızla devam
etmektedir. Gümrük birliğiyle, 370 milyonluk Avrupa pazarına açılmış
olunacak, yabancı sermaye ve ihracat artışı gerçekleşecek, uzun vadede
verimlilik ve istihdam artacaktır; ancak, gümrük birliği, Avrupa’yla
entegrasyona tam üyelik yolunda atılan önemli bir adımdır. Bundan da
anlaşılacağı gibi, esas olan tam üyeliktir.
Gümrük birliğini, tam üyelik yoluna giden bir tünel olarak kabul ederek,
tüm politikalar, tam üyeliğe göre oluşturulmalıdır. Bu tünelden
başarıyla çıkmak, yeni dünya dengeleri içerisinde siyasal ve ekonomik
açıdan güçlü ve stratejik öneme sahip bir Türkiye anlamına
geleceğinden, üstlenilen sorumlulukların yerine getirilmesinin önemi
idrak edilmeli, bu yolda kaydedilecek gelişmelerin, Türkiye’nin gelecek
yüzyılda üstleneceği yeni rolleri belirleyecek unsur olacağı
unutulmamalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; insanımızın özlemlerine kalıcı
ve sürekli bir şekilde cevap verebilmenin yolu, ekonomide verimliliği ve
istihdam imkânlarını artırmaktan geçmektedir. Bu çerçevede,
insanımızın eğitim seviyesinin hızla yükseltilmesi, girişimcilik ruhunu
cezbeden yatırım ortamının muhafazası ve yeni imkânların
geliştirilmesi gerekmektedir. Yatırım ikliminin oluşturulmasının
birinci şartı, siyasî ve ekonomik istikrar; ikinci şartı ise, günün
ihtiyaçlarına uyan yapısal dönüşüm ve değişiklik yapılmasıdır.
Bugün, içerisinde bulunduğumuz dönemde, makro ekonomik istikrarın
oluşumu yönünde önemli aşamalar kaydedilmiştir. Her ne kadar, 1993
yılı sonunda bir malî kriz yaşanmış olsa da, 5 Nisan 1994 kararlarıyla,
ekonomimizin temelinde yatan, yıllardan beri sorunlar yumağı haline
gelen makro ekonomik dengesizliklerin giderilmesinde önemli bir adım
atılarak, ekonomimizin gideceği yön ve sorunların çözümünde
kulanılacak yöntem, açıkça belirlenmiştir.
1986 yılından 1994 yılına kadar sürekli bir artış gösteren kamu
açıkları, uygulanan istikrar programının neticesinde, sürdürülebilir bir
trende girmiş bulunmaktadır. Kamu açıklarının gayri safî millî hâsılaya
oranı, 1993 yılında yüzde 12’ler seviyesinden, bugün, yüzde 6’lar
seviyesine gerilemiştir.
Genel bütçe, KİT’ler ve birliklerin harcamalarının disipline edilmesine
yönelik tedbirlerin sonuçları alınmaya başlamıştır.
1991 -1995 dönemi göz önüne alındığında, faiz dışı bütçe dengesinde
açıkların giderek azaldığı, özellikle, son iki yılda fazla verdiği
gözlenmektedir. 5 Nisan kararlarıyla ekonomimize verilen istikrar
sayesinde, 1994 yılındaki gayri safî millî hâsıla azalışı, 1995 yılında
OECD ülkeleri ortalamasının üzerine çıkarak, yüzde 8,1 oranında
büyümeye dönüşmüştür.
İmalat sanayii kapasite kullanım oranı, ekonomideki büyüme süreciyle
yüzde 80’lere ulaşmıştır.
Tutarlı ekonomik program sayesinde, toplam yatırımlar içerisindeki özel
kesim sabit yatırımlarının payı artmıştır.
İçborçlanma faiz oranları, ekonomik istikrarın tesisi ve beklenen
enflasyonun bir göstergesi olarak, düşme eğilimine girmiş
bulunmaktadır.
Bunun yanı sıra, Hazine, daha uzun vadeli borçlanma imkânlarını
araştırır ve değerlendirir konumdadır.
Bütçe dengeleri göz önünde bulundurulduğunda, faiz ödemelerinden
kaynaklanan açığın henüz giderilememiş olması, önümüzdeki dönemde,
çözülmesi gereken bir sorun olarak mevcudiyetini sürdürmektedir.
Sermaye piyasasındaki hareketlilik, finansal kaynakların verimli
alanlarda değerlendirildiğini ve Türk insanının sermaye piyasası
araçlarını benimsemiş olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
Böylece, sermayeyi tabana yayma amacına giderek ulaşılıyor olması
memnuniyet vericidir.
Makroekonomik istikrarın sürdürülmesi yanında, Türk insanının
dinamizminden azamî faydalanabilmek için kalıcı, yapısal
düzenlemelerin bir an önce gerçekleşmesi gerekmektedir. Geçmiş
hükümetimiz döneminde, yapısal değişim projelerinin bir kısmı hayata
geçirilmiş olmakla birlikte, önümüzde, daha yapılması gereken işler
vardır. Bu ve bundan sonraki hükümetlerin bu alanda önemli görevleri
olduğuna ve Parlamentomuzun da desteğiyle bu yasa tasarılarının
tümünü hayata geçireceğimize inancım tamdır.
Değerli milletvekilleri, Türkiye, dünyada yaşanan gelişmeleri en iyi
şekilde değerlendirmeyi bilmelidir. Türkiye, yeni kurulan Türk
cumhuriyetleri ve Avrupa Birliği ile kurulan gümrük birliği ilişkileri
neticesinde, kuvvetli bir rüzgâr yakalamıştır. Bu noktadan sonra
yapılacak şey, Türkiye’nin, bu rüzgârla yelkenlerini doldurması ve
amaçladığı hedeflere ulaşması olacaktır.
Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, bu hedeflere ulaşma yolunda
önemli bir araçtır. Nitekim, daha öncekilerden değişik bir yaklaşımla
hazırlanmış olan ve Yüce Meclisimizin tasvibine mazhar olan Yedinci
Beş Yıllık Kalkınma Planı, 2000 yılına kadar gerçekleştirilmesi
öngörülen yapısal değişim projelerini belirlemiştir. Bu projelerin temel
hedefi, Türkiye’nin, 21 inci Yüzyıla, dünya ekonomisine ve Avrupa
Birliğine entegre olmuş, dışa açık, rekabetçi piyasa koşullarına ayak
uydurmuş ve hak ettiği yeri almış olarak girmesidir.
Yedinci Plan, yirmi temel yapısal değişim projesi üzerine inşa
edilmiştir. Bunlar, insan kaynaklarının geliştirilmesinden
sanayileşmeye, dünyayla bütünleşmeye, ekonomide etkinliğin
artırılmasına ve bölgesel dengelerin gözetilmesine kadar uzanan, geniş
kapsamlı ve devletin görevlerini yeniden belirleyen ve piyasa
ekonomisinin tüm kurum ve kurallarıyla oluşmasının teminine yönelik
yüksek öneme sahip projelerdir.
Planda öngörülen projelerin, 1996 yılında ve önümüzdeki yıllarda
titizlikle uygulanması, büyük önem arz etmektedir. Bu bakımdan, söz
konusu uygulamaların sekteye uğratılmadan yürütülmesi, Yüce
Meclisimizin fikir birliği içerisinde yasalaştıracağı kanunlarla mümkün
olacaktır.
Cumhuriyet dönemi başlangıcından itibaren, ülkemiz ekonomisine
büyük hizmetler sunan ve bugün gelinen kalkınmışlık seviyesinin en
önemli yapı taşlarından biri olan devlet girişimciliğinin, son dönemde
dünyada ve ülkemizde yaşanan gelişmeler doğrultusunda, yerini, serbest
piyasa koşullarında ve daha verimli hizmetler sunma imkânı bulunan,
özel girişimciliğe bırakma zamanı gelmiştir.
Gelişmiş ülkelerde de olduğu gibi, devletin, ekonomik hayata doğrudan
müdahalesi, en aza indirilmelidir. Kamunun, üretime yönelik
faaliyetlerinden giderek çekilmesi ve özel kesim için uygun rekabet
şartlarında, yatırım iklimini hazırlaması, ekonominin serbest piyasa
koşullarında etkin işleyişi için son derece gereklidir; bu çerçevede,
devlet fonksiyonları, düzenleyici ve gözetici faaliyetlerle sınırlı
tutulmalıdır. Bu nedenle, devletin ekonomiye doğrudan müdahalesini
kaçınılmaz kılan işletmelerin, en uygun koşullarda özelleştirilmesi
gerekmektedir. 1992-1995 döneminde gerçekleştirilen 2 milyar dolarlık
özelleştirme gelirine, bu yıl -mayıs ayından itibaren- 2 milyar dolarlık
ilave öngörülmüş olması, memnuniyet vericidir. Bu konudaki
uygulamalar, ilke olarak, sağlam hukukî temeller üzerine oturtulmalı,
rekabet ortamının oluşturulması doğrultusunda ve toplumca arzu edilen
bir şeffaflık içerisinde yürütülmelidir.
Değerli milletvekilleri, sosyal devlet anlayışının bir gereği olan sosyal
güvenlik kuruluşlarımızın, zor bir dönemden geçtiği malumdur. Bu
kuruluşlar, çalışanlarının primleriyle ayakta durmaları gerekirken,
aktuaryel dengelerinde ve prim tahsilatındaki aksaklıklar yüzünden,
bütçe üzerinde yük oluşturmaktadırlar. 1996 yılı bütçesinde, sosyal
güvenlik kuruluşları için ayrılan pay, cumhuriyet tarihinde gelinmiş en
yüksek nokta olup, toplam harcamalar içerisinde, maalesef, yüzde 8
civarındadır. Böyle büyük bir açığın finanse edilmesinin zorluğu
ortadadır. Bu kuruluşların bütçe üzerindeki yüklerini azaltmak için,
sosyal güvenlik sistemi süratle daha rasyonel bir yapıya
kavuşturulmalıdır.
Ekonomik ve malî dengelerin sağlanması, bir başka deyişle, bütçe
açıklarının ve kamunun borçlanma ihtiyacının azaltılması
bakımından, bütçe harcamalarının, gittikçe artan bir oranda vergi
gelirleriyle finanse edilmesinde büyük zaruret bulunmaktadır; ancak,
vergi gelirleri, düzenli bir şekilde artırılırken, izlenen ekonomik ve malî
politikalarla uyumlu olmak zorundadır. Diğer bir ifadeyle, verginin,
üretim, yatırım, ihracat ve istihdam üzerinde olumsuz etki yaratmaması
bakımından, gerekli yasal ve idarî tedbirlerin zamanında alınması
zorunludur.
Vergilemede unutulmaması gereken önemli bir husus, verginin,
Anayasamızda öngörüldüğü şekilde, adil ve katlanılabilir, mevzuatının
ise, basit, mükellefler tarafından anlaşılabilir olmasıdır. Yasal ve idarî
düzenlemenin yanı sıra, vergilemedeki başarıya ulaşmanın en önemli
yollarından biri de, toplumdaki vergi bilincinin geliştirilerek,
mükelleflerin gönüllü katılımlarının sağlanmasıdır.
Değerli milletvekilleri, vergilemede etkinlik ve verimliliği artırmaya
yönelik olarak, şu anda işbaşında bulunan 53 üncü Hükümetimizin
Programında yer alan düzenlemeleri, olumlu gördüğümüzü ve
desteklediğimizi belirtmek isterim.
Hükümet Programında öngörüldüğü şekilde, ekonomik faaliyetlerin
tamamının, zamanla, belge düzeni içerisinde kavranarak,
vergilendirilmesine yönelik alınacak her türlü tedbiri de,
destekleyeceğimizi belirtmek isterim. Bu amaçla, hazırlanacak çerçeve
yasa tasarısının, bir an önce tamamlanarak Meclis gündemine
getirilmesinin ve kanunlaştırılmasının Parlamentomuzun ortak arzusu
olduğu kanaatindeyim.
Değerli milletvekilleri, Türkiye ekonomisindeki önemli rollerinin
bilincinde olan sanayicilerimiz ve ihracatçılarımız, ekonomik
konjonktürü de iyi değerlendirerek, üzerlerine düşen görevleri büyük
ölçüde yerine getirmişlerdir; ihracatımız, 1995 yılında, Türkiye
tarihinde ilk kez, 20 milyar doların üzerine çıkarak, 21,6 milyar doları
bulmuştur. Bu yıl ve önümüzdeki yıllarda, gümrük birliğinin de
etkisiyle, daha iyi bir performans göstereceğimizi tahmin etmekteyim.
İthalatta da aynı dönemde artış olmasının, özellikle, ihracata yönelik
üretimin neden olduğu ithal girdi talebindeki artıştan kaynaklandığını
görmekteyiz. Gelişen, kalkınan ve dünyayla entegre olma yolundaki
Türkiye’nin, yurtdışındaki girişimciler için de, giderek, daha cazip
yatırım imkânları sunması kaçınılmazdır. Ancak, yabancı sermaye,
her şeyden önce istikrarlı bir siyasî ve ekonomik ortam aramaktadır.
Kalkınma yolundaki ülkelerin yaşadığı değişimin sancılarını
yaşamakta olan Türkiye, bu sebeple yabancı sermayeden beklediği
yatırım seviyesine ulaşamamıştır.
Yatırım izin taleplerinde geçtiğimiz yıla göre, iki kat artış olmakla
birlikte, gerçekleşmenin, ancak yüzde 50 seviyesinde artacağı
beklenmektedir. Umudumuz, Türkiye’de son dönemde sağlanan siyasî ve
ekonomik istikrarın yabancı sermaye yatırımlarına olumlu etki
yapmasıdır.
Değerli milletvekilleri, Türkiye’de, son dört yıl içinde, toplam 39 milyar
dolarlık fizikî altyapı yatırım harcaması gerçekleştirilmiştir. Sulamaya
3 milyar dolar, elektrik üretimine 2,2 milyar dolar, dağıtımına 1,8
milyar dolar, otoyollara 4,7 milyar dolar, karayollarına 3,6 milyar dolar,
haberleşmeye 3,4 milyar dolar, içmesuyu ve kanalizasyona 1,6 milyar
dolar, belediye hizmetlerine 2,3 milyar dolar harcama yapılmıştır.
Gerçekleştirilen bu yatırımlar oldukça önemli seviyede olmakla beraber,
ülkemizin ihtiyaçları çok daha fazladır.
Ülkemiz insanının, daha iyi yol ve ulaşım imkânını, daha kaliteli
içmesuyunu, daha kolay ve ucuz haberleşme imkânını ve daha nitelikli
hizmetler sunulmasını talep etmek hakkıdır. Bunu gerçekleştirmek de
bizim görevimizdir. Daha önceki hükümetlerin yaptıklarını, 53 üncü
Hükümet ve sonrakiler de devam ettirmek zorundadır.
Önümüzdeki dönemde, karşımızda olan en büyük sorun, elektrik
enerjisinde görülmektedir. Türkiye’nin enerji ihtiyacı, gelişmişlik
düzeyine bağlı olarak artmaktadır. 1992-1995 döneminde 3 942 megavat
ilave kurulu güç yatırımı yapılmış olmakla birlikte, ihtiyaçlarımız, bu
değerin üzerine çıkmaktadır. Bir darboğazla karşılaşmamak için,
başlatılmış olan projeler süratle tamamlanmalı ve Türkiye’nin uzun
vadeli enerji ihtiyacını karşılamaya yönelik yeni projeler
geliştirilmelidir.
Diğer taraftan, büyük bir turizm potansiyeline sahip olan ülkemiz, bu
konudaki avantajını giderek daha iyi kullanılır hale getirmektedir.
Bunun göstergesi, turizm gelirlerinin, 1995 yılında, bir önceki yıla
nazaran, yüzde 15 artarak, 5 milyar dolara yaklaşmış olmasıdır.
2000 yılına gelindiğinde, turizmde elde edilen gelirin 10 milyar doların
üzerinde gerçekleşmesi hiç de hayal değildir. Geçtiğimiz dönemde,
açılan yeni sınır kapılarıyla birlikte, artan sınır ticareti ve yöresel
ekonomilere vazgeçilmez bir aktivite kazandıran gayri resmî
dışticaretin, alınacak tedbirlerle giderek kayıtlı hale getirilerek
geliştirilmesinde büyük yarar vardır.
BAŞKAN – Sayın Paçacı, konuşmanızın son 5 dakikalık süresi kaldı,
toparlayın efendim.
CİHAN PAÇACI (Devamla) – Bu konuda Türkiye’nin rakibi olabilecek
ülkelere bu ticaretin kayması fırsatını vermememiz gerekmektedir.
Ülkemizin Güneydoğu Bölgesinin kalkınmasına büyük katkı sağlayacak
olan ve dünyada mevcut sayılı entegre projeler içerisinde bulunan, GAP
Projesi kapsamında başlatılan ve bir bölümü tamamlanan faaliyetlerin,
süratle sonuçlandırılması da, 53 üncü Hükümetimizin öncelik vereceği
alanlardan biri olmalıdır.
Ekonomik ve sosyal hayatımızın vazgeçilmez istikrar unsuru olan esnaf
ve sanatkârlarımızın her bakımdan desteklenmesi büyük önem
taşımaktadır. Girişimciliğin yaygınlaştırılması, özellikle, kadın ve
gençlerimizin teşebbüs gücünün geliştirilmesi için özel programların
yürütülmesine devam edilmesi gerekmektedir.
İstihdam yaratma kapasitesi ve konjonktürel değişimlere uyum sağlama
kapasitesi yüksek, esnek üretim yapısına sahip olan küçük ve orta ölçekli
işletmelerimiz, globalleşen dünya ekonomisi içerisinde, Türkiye’nin
elindeki en büyük kozlardan biridir.
Gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, KOBİ’lerin yeterli finansman
kaynaklarına kavuşturulması, üretim ve yönetim teknolojileriyle
donatılması, işgücü niteliğinin yüksetilmesi, bilgiye erişim, işbirliği ve
ihracat imkânlarının artırılması, bu işletmeleri geliştirici mevzuat
düzenlemelerinin yapılması, geciktirilmeden gerçekleştirilmelidir.
Toplumumuzun en büyük kesimini oluşturan çiftçi ve köylülerimizin
hayat standardını yükseltmek en büyük amacımızdır. Artan
nüfusumuzun dengeli ve yeterli beslenmesinin sağlanması ve ihracatta,
karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğumuz ürünlere ağırlık verilerek,
verimliliğin, üretimin ve ihracatın artırılması, tarıma yönelik
politikalarımızın belkemiğini oluşturmaktadır.
Rasyonel büyüklükte tarımsal işletmelerin kurulması, tarla içi geliştirme
hizmetlerinin etkinleştirilmesi sağlanmalıdır. Tarımsal destekleme
sisteminin iyileştirilmesi de, önümüzdeki günlerde ele alınması gereken
önemli yapısal değişimlerden biridir. Bu amaçla, Yedinci Planda da
öngörüldüğü gibi, fiyat müdahaleleri ve girdi sübvansiyonları
azaltılarak, üreticiye doğrudan gelir desteği sistemi
yaygınlaştırılmalıdır. Ürün borsaları geliştirilmeli, birliklerin, serbest
piyasa koşullarında faaliyet göstermeleri sağlanmalıdır.
Değerli milletvekilleri; Türkiye’yi, 2000’li yıllarda ulaştırmak
istediğimiz hedefleri, belirli bir bilgi seviyesine eriştirmeden ve teknoloji
kültürüne sahip olmadan gerçekleştirmek mümkün değildir. Çağımız,
bilgi ve teknoloji çağıdır. Yoğun bir rekabetin yaşandığı dünya
pazarlarında, mevcut bilgiye ulaşabilen ve bunun yanı sıra bilgi
üretebilen ekonomiler başarılı olacaklardır.
Bugün, gelişmiş ülkeler sınıfında yer alan ülkelerin tamamı, daha
önceki dönemlerde bu aşamalardan geçmiştir. Türkiye, yeniliklere açık
genç nüfusuyla, çok kısa zamanda bu sınavdan başarıyla geçecektir.
Araştırma geliştirme faaliyetlerinin gayri safî millî hâsılaya oranının
yüzde 1,5 seviyesinin üzerine çıkarılması hedef olmalıdır.
Değerli milletvekilleri, 1996 yılı bütçesi vesilesiyle, sizlere, ülkemizin
içerisinde bulunduğu durumu kısaca özetlemeye çalıştım. Hepimizin de
üzerinde mutabık kalacağı gibi, önümüzdeki dönem, Türkiye’nin 2000’li
yıllarda özlenen refah seviyesine ulaştırılması amacıyla, ekonomik ve
sosyal dengeler gözetilerek başlatılan yapısal reformların, daha da
ileriye götürülmesi gereken bir dönemdir. Bu reformları, şu veya bu
hükümetin yapması önemli değildir. Önemli olan husus, bunları
yapmadan ekonominin orta ve uzun vadede sağlıklı bir büyüme temeline
oturtulmasının mümkün olmadığıdır. Bu nedenle, Hükümete gerekli
desteği vererek, yardımcı olarak ve yönlendirerek, elbirliğiyle ülkemizi
gelecek yüzyıla taşıyacağımıza olan inancım tamdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; daha önce de belirttiğim gibi,
Türkiye, Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla oluşan Türk cumhuriyetleri
ve Avrupa Birliği ile kurulan gümrük birliği ilişkileriyle çok önemli
tarihî bir fırsatı yakalamış bulunmaktadır. Önümüzdeki günler, bu
fırsatların en iyi şekilde değerlendirilip, Yüce Meclisimizin de
çabalarıyla, ülkemiz açısından önemli sonuçların gerçekleştirileceği
dönem olacaktır. Bu dönem, özellikle devletin tüm fonksiyonlarının
eksiksiz ve gerektiği seviyede yerine getirilebilmesini teminen, yeniden
yapılandırılması yönünde, köklü değişikliklerin uygulamaya konulduğu
bir dönem olacaktır; ancak, ülkemizi, gelişmiş ülkeler seviyesine
çıkaracak bu atılımlar gerçekleştirilirken, yurtiçinden ve yurtdışından
kaynaklanan ve geleceğimizi etkileyecek boyutta olan tehditleri ortadan
kaldırabilmemiz ve komşu ülkelerle olan problemleri en kısa sürede
çözebilmemiz için, birlik, beraberlik içinde, güçlü olmamız
gerekmektedir.
İşte, tüm bu geleceğe yönelik beklentiler ve umutların gerçekleşmesi,
aynı zamanda, siyasî istikrar ve özverili çalışmaya bağlı bulunmaktadır.
Tüm partilerimiz, Yüce Meclisimizin siyasî istikrarını bozacak
teşebbüslerden uzak durmalı, Hükümet, üzerine düşen görevi eksiksiz
yerine getirmeli, muhalefet, yıkmaya değil, yapmaya uğraşmalı, yapıcı
ve yol gösterici eleştirilerle, Hükümetimize destek olmalıdır; çünkü,
milletimizin, Yüce Meclisten beklentilerine en iyi şekilde cevap
verebilmenin yolu, geçmişe ait, gereksiz tartışmalarla vakit
kaybetmekten değil, el ele vererek özverili çalışmaktan geçmektedir.
Bu vesileyle, 1996 yılı bütçesinin, ülkemize hayırlı, uğurlu olmasını
Allah’tan niyaz eder, şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına, hepinize
saygılar sunarım. (DYP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Doğru Yol Partisi Grubu adına konuşan Elazığ Milletvekili
Sayın Cihan Paçacı’ya teşekkür ederim.
Sayın milletvekilleri, bildiğiniz gibi, Genel Kurulda, konuşmalar,
Başkanlığa ve Genel Kurula hitaben yapılır. Bazı arkadaşlarımız,
önemli oturumlarda, Genel Kurulu selamladıktan sonra, televizyonları
başındaki izleyicileri de selamlama ihtiyacı duyuyorlar. Aslında, Genel
Kurulu selamlayan her arkadaşımız, toptan, bütünüyle Türk Milletini
selamlamış olmaktadır; hatta, bu konuşmalar, tutanaklara geçtiğine
göre, gelecek kuşakları da selamlamış olmaktadır. Onun için,
selamlanan kitleyi, fazla cümlelerle daraltmama hususuna özen
gösterelim.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Genel Başkan, Antalya
Milletvekili Sayın Deniz Baykal söz talebinde bulunmuşlardır.
Buyurun Sayın Baykal. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)
Konuşma süreniz 45 dakika Sayın Genel Başkan.
CHP GRUBU ADINA DENİZ BAYKAL (Antalya) – Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 1996 malî yılı konsolide bütçe
tasarısıyla ilgili, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda yapılan
genel görüşmelerde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun düşüncelerini
dile getirmek için huzurunuzdayım; bu vesileyle, hepinizi -Sayın Meclis
Başkanımızın uyarısını da dikkate alarak- Sayın Başkanı, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin sayın üyelerini ve onların şahsında bütün
milletimizi, sevgilerle, saygılarla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bütçemiz, Plan ve Bütçe Komisyonunda, sonra da,
altı günden beri Genel Kurulumuzda tartışılıyor; bu tartışmaların,
bütçemizin gelişmesine önemli bir katkı getirme durumunda
olmadığını üzüntüyle saptıyoruz. Hazırlanmış olan bütçe, aşağı
yukarı aynı anlayışla, aynı çerçevede Türkiye Büyük Millet Meclisi
Genel Kurulunda da ele alınıp kabul görmüş bulunuyor; fakat, bu
görüşmelerin, Türkiye’nin sorunlarının anlaşılmasına, doğru
değerlendirilmesine ve önümüzdeki günlerde ilk fırsatta yeni ve etkin
çözümler getirilmesine yardımcı olacağını; sorunların ortaya çıkıp
kavranmasına, o sorunların çözümünün nasıl sağlanacağı konusundaki
arayışlara, katkı getirmiş olacağını umut ediyorum. O nedenle,
yapılmış olan tartışmaların bir yararı olduğundan hiç kuşku
duymuyorum.
1996 bütçesinin müzakereleri sonucunda artık anlaşılmıştır ki, 1996
yılına bakarken, yeni bir ekonomik yaklaşım, yeni bir politika, yeni bir
çözüm perspektifi sunulması kesinlikle sözkonusu değildir.
Alışkanlıkların gösterdiği doğrultuda bir çalışma yapılmış, iyiniyetle
yapılmış, önemli siyasî tercihler göze alınmadan, durumu idare etmeye,
çarkı çevirmeye yönelik, giderek daralan bir tünelin kısıtlanan
olanakları içinde, ne yapılabilirse o yapılmaya gayret edilmiş; ama,
bizim 20 nci Parlamentonun bu ilk bütçesinden, bir seçim sonrasında
ortaya çıkan bir yeni hükümet anlayışından, millet olarak, ülke olarak
beklediğimiz büyük atılımı, yeni bir siyasî iradeyi, yeni bir politikayı
sergilemek kesinlikle sözkonusu olmamıştır. Bundan üzüntü duyuyoruz.
Bir fırsatın heba edilmekte olduğunu, bir şansın kaçırılmakta
olduğunu, Türkiye’nin sorunlarını çözecek bir yeni politikanın, 20 nci
Parlamento Döneminde de sergilenmesinin, giderek uzaklaşan bir ihtimal
haline gelmekte olduğunu üzüntüyle görüyoruz.
Bu bütçe, alışılmış, klasik, giderek daha büyük sıkıntılarla karşılaşan
ve o sıkıntılar karşısında giderek etkisizleşen, zaafa uğrayan bir bütçe
niteliğinde ortaya çıkmıştır.
Bazı arkadaşlarımız, bu bütçeye, bir borç ve faiz ödeme bütçesi
diyorlar. Anlaşılmıştır ki, bu doğru bir niteleme değildir. Keşke, bu
bütçe, bir borç ve faiz ödeme bütçesi olsaydı. Maalesef, bu, bir borç ve
faiz ödeme bütçesi değil, tam tersine, borcu ve faizi artırma, biriktirme
bütçesidir; borca ve faize daha çok teslim olma bütçesidir; borcun ve
faizin karşısında etkisizleşme bütçesidir. Keşke, ona karşı, bir borç ve
faiz ödeme bütçesi olarak çıkıp da, borcu ve faizi törpüleyebilseydik,
azaltabilseydik; onu yeneceğimizin işaretlerini keşke verebilmiş
olsaydık; maalesef, o da değil. O nedenle, bu bütçeye “borç ve faiz
ödeme bütçesi” demek, gerçeği görmemek demektir. Maalesef, bu, borç
ve faizi artırma, hatta, borç ve faizi patlatma bütçesidir.
Değerli arkadaşlarım, bu bütçede açıkça görülmüştür ki, Türkiye’de
artık borçlar ve faizler, bir kartopu gibi katlanarak, Türk ekonomisinin
olanaklarını, malî sistemimizin, finansman sistemimizin gücünü,
takatını aşan bir biçimde çoğalmaktadır. Yüzde 150’ye yakın bir
biçimde borç ve faiz stoku artmıştır. Bu yıl sonunda 3,5 katrilyona
yönelen bir borç stokuna doğru gitmekteyiz. Bunlar, olağanüstü büyük
rakamlar ve açıkça görülmüştür ki, bu bütçe açığının ötesinde, bir faiz
ödeme durumu ortaya çıkmıştır. Bütçe açığı sadece faizden
kaynaklanıyor olsaydı, belki bundan teselli bulmak mümkündü; ama,
tam tersi söz konusudur ve bütçe açığının ötesinde bir faiz ödeme
noktasına, kırmızı alarm ışığı aşılarak, artık resmen girilmiştir ve
yine, ne yazık ki, geride bıraktığımız yılda Türkiye, dışborçlarını da
içborçlanma yaparak ödeme durumunda olmuştur.
Yine, bu bütçeyle açıkça görülmüştür ki, sıcak para çarkı daha hızlı bir
biçimde döndürülecektir. Önümüzdeki yılda sıcak para çarkının
döneceği kesinlikle ortadadır.
Bakınız, bu bütçenin kabulüne göre, dolar, 1996 yılı için ortalama 75
lira olarak planlanmıştır. En son gelişmeleri izleyemedim; ama,
sanıyorum doların değeri 74 civarında. Daha yılın dördüncü ayının
içerisindeyiz ve bütün yıl için 75 lirayı hedef alan bir bütçe dengesi,
bütçe kabulü söz konusudur; dolar gelmiş 74 liraya, biz, 75 lira
varsayımıyla bir denge kurmuşuz.
KÂMRAN İNAN (Bitlis) – 75 bin, Sayın Baykal.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Bu da açıkça gösteriyor ki, bütün iyi
niyete rağmen, bütün gayrete rağmen, bir yeni siyasî irade, bir cesaretli
ekonomik açılım ortaya konulmadığı takdirde, fazla bir şeyi değiştirme
imkânı, bu bütçede de olmayacaktır.
Bu bütçenin vergi yükü bakımından hiçbir umut verici işaret getirmediği
açıktır. Vergiler, yine, az gelirli, sabit gelirli, çalışan, namuslu, dürüst,
bir lokma helal ekmek peşinde koşan milyonların sırtına binecektir;
yine, havadan para kazananlar vergi vermeyeceklerdir; yine, rant,
spekülasyon, köşe dönme himaye altına alınmış gözükmektedir. Bunu
değiştirecek bir kararlılığın bu bütçeye yansıyamadığını üzüntüyle
görüyoruz. Vergi adaletsizliği ve vergi verimsizliği bir gerçek olmaya
devam edecektir.
Değerli arkadaşlarım, bu bütçenin yüzde 65’lik bir resmî enflasyon
kabulü dahi açıkça gösteriyor ki, enflasyonla mücadeleye dönük bir
siyasî irade söz konusu değildir. Bunun, bundan önceki bütçelerde
görülen yanılma paylarıyla gerçekleşeceği kabul edilirse, ortaya çıkacak
olan enflasyon oranının, artık, geride bıraktığımız dönemde ortaya
çıkan yüzde 60-70 bandını da aşma ihtimalinin ciddiyetle söz konusu
olabileceğini görüyoruz.
Bunlar, ekonomi politikası açısından, maliye politikası açısından, bu
bütçenin özünde bir atılımın bulunmadığını, üzüntü verici bir gerçek
olarak görmemize neden oluyor. Bu tablo, bu enflasyon, bu vergi
adaletsizliği, bu verimsizlik ve bunun doğal sonucu olarak
yatırımsızlık, giderek daha da büyüyen yatırımsızlık, geçmiş yıllara
göre daha da hızlanan yatırımsızlık, Türkiye’nin sosyal temel
sorunlarının, daha da artmasına, çoğalmasına neden oluyor. İşsizlik,
en temel konu olarak ortaya çıkıyor. İşsizlik, çok büyük bir olaydır.
İşsizliği, sadece, bir gelir kaybı gibi algılamamız mümkün değildir.
İşsizlik, çağdaş toplumun bir parçası olmaktan çıkmak anlamına
geliyor. Bir anlamda, işsiz insan, modern dünyada, -ortaçağ kiliselerince
uygulanan afaroz gibi- sistemin dışına itilen insan haline geliyor.
Yüzbinler ve milyonlar, artık, kalıcı, sürekli bir işsizlik tablosuna
mahkûm bir görüntüye sürüklendiği takdirde, Türkiye’nin siyasal
dengesinden, sosyal dengesinden, demokratik rejiminden, iç barışından
geleceğe dönük umutlar besleme olanağı da hızla kayboluyor.
Değerli arkadaşlarım, bu bütçe, işsizlik vaat eden bir bütçe halindedir;
gelir çarpıklığını artıracak bir bütçedir. Niye artıracaktır; önce
yatırımsızlık bunu teşvik edecektir, sonra da, faizin ve rantın bu kadar
egemen olmaya devam etmesi, Türkiye’deki gelir dağılımını, illerarası,
bölgelerarası, çeşitli toplumsal kesimlerarası uçurumların oluşmasını,
teşvik edici biçimde oluşturacaktır. Bugün, Türkiye’de, belli coğrafyalar,
artık resmen boşalma noktasındadır; geride bıraktığımız on yıldan
beri bu süreç yaşanıyor. Biliyorum; çeşitli nedenleri var, güneydoğu için
ayrı bir tablo, doğu ve kuzeydoğu için ayrı bir manzara, Karadeniz illeri
için daha değişik bir tablo... Bütün bunlar birleşiyor ve Türkiye
coğrafyasının yerleşme kalıbını, bizim için kaygı verici olabilecek,
gelecekte sıkıntı doğurabilecek biçimde, oluşturuyor. Bütün bunların
altında yatan, bu ekonomik sıkıntılardır. Türkiye, bir an önce, kendi
ayakları üzerinde duran, büyüyen, yürüyen bir ekonomiyi şekillendirmek
zorundadır. Bunun bedelini, mutlaka, ödemek zorundayız; toplum olarak
ödemek durumundayız, toplumsal kesimler olarak ödemek zorundayız...
Bu fiyatı ödemeden, herkesin şu andaki tablosunu, aynen idame
ettirmeyi vaat ederek, Türkiye’nin, bu bunalımdan çıkışı, mümkün
değildir; birilerinin bu faturayı üstlenmesi gerekiyor. Yıllardır, faturayı
üstlenenlerin kimler olduğu ortada; devlet, alması gerekenden almıyor,
vermesi gerekene de vermiyor. (CHP sıralarından alkışlar) Vermesi
gerekene vermeyince denge bozuluyor, çarpıklaşıyor, Türkiye
tıkanıyor. Bunu değiştirmek lazımdır. Bu, bir kısır döngüdür; bu kısır
döngüyle daha fazla gidemeyiz. Rakamların objektif iyi niyetinin
görüntüsü altında, enflasyonun getirdiği şişkinliklerden teselli arayarak,
teknokratik iyimserliklerle, karşı karşıya bulunduğumuz sorunun siyasal
ve insanî boyutunu görmezlikten gelemeyiz. Türkiye sıkışıyor, tehlikeli
biçimde sıkışıyor. Eğer, bir ulusal dayanışma, bir ulusal elbirliği, bir
ulusal atılım gerekiyorsa, işte, gün bugündür; böyle bir ekonomiye
Türkiye’yi teslim etmemektir, Türkiye’nin insanlarını teslim
etmemektedir, Türkiye’nin coğrafyalarını teslim etmemektir.
Bugünlerde yapmayacaksak bu fedakârlığı, ne zaman yapacağız?! Yeni
bir parlamento bunu denemeyecekse, önünde teorik olarak 5 yılı olan bir
parlamento bunu denemeyecekse, bunu kim deneyecektir?! Yıllardan
beri, 5 yıllık bir muhalefet dönemi içerisinde, nadasa bırakılmış toprak
gibi “hizmet üreteceğiz” diye büyük iddialarla çalışmalar yapan,
toplantılar yapan, politikalar, projeler vaat eden, iddialar sergileyen bir
siyasal partimiz ile deneyimli başka bir siyasal partimiz aynı siyasal
doğrultuda bir araya gelerek bu Hükümeti oluşturduklarında bu
denenmeyecekse, bu nasıl denenecek?!
Değerli arkadaşlarım, bir yeni yaklaşıma, bir yeni bakış açısına
şiddetle ihtiyaç olduğunu, bu vesileyle, bir kez daha ifade etmek
istiyorum. Bakınız, alıştık artık; söyleyince sanki görevimizi yapmış
gibi hissediyoruz ve ferahlıyoruz, rahatlıyoruz; aslında çok sağlıksız
bir ruh haline giriyoruz. “Tarım ve hayvancılık perişan” diyoruz.
Tamam, perişanlığı söyledik, bitti. Perişansa niye perişan, nasıl
düzelteceğiz; bir yerinden tutmamız gerekmiyor mu bunu, bir şey
yapmak lazım değil mi?! Yani, tarım ve hayvancılığa, bir miktar,
böyle... “Bunlar, artık, geçmişin parçaları; hâlâ tarımla mı uğraşacağız;
dünyada nüfusun yüzde 3’ü tarımla uğraşıyor, bizde büyük bir şişkinlik
var; tarımla uğraşacak halimiz yok” yaklaşımını politika diye kabul
etmek mümkün mü?! Türkiye nüfusunun yarıya yakını, yüzde 45’i,
tarımdan geçiniyor. Tarım, hâlâ, Türk ekonomisinin ihracatının en
temel unsurlarından biri olmaya devam ediyor.
Değerli arkadaşlarım, buraya yaklaşmak lazım. Tarımın dengesizliğine
yol açan temel parametreleri, hep söylüyoruz, propaganda sözü olarak
kalıyor; onları değiştirecek yeni bir yaklaşım içine giremiyoruz.
Hayvancılık, göz göre göre, böyle, yavaş çevrilmiş bir film gibi,
gözümüzün önünde perişan hale geldi, geliyor, gelmeye de devam ediyor.
Böyle bir şeyi kabul etmek mümkün mü?! Hayvancılık, tarımın sanayii;
tarım içerisinde, katma değeri en yüksek olan üretim türü ve birbirini
besleyen yönleri var. Buna sahip çıkmamız gerekiyor. Sahip çıkmak,
arada sırada siyasî ihtiyaçlar bastırınca “işte, 5 trilyon vereceğim, 15
trilyon vereceğim, 20 trilyon vereceğim” laflarıyla olmuyor. Politika
lazım, politika!..
Değerli arkadaşlarım, bakın, Türkiye, çok güç koşullarda, tarımını
derli toplu hale getirmek için geçmiş dönemlerde büyük gayret gösterdi.
Bu gayretin kurumsal şekillenmesini hepimiz çok iyi biliyoruz. Birtakım
kuruluşlar yaratıldı; Toprak Mahsulleri Ofisi, Zirai Donatım Kurumu,
Et ve Balık Kurumu, Yem Sanayii, Gübre Sanayii, Şeker Şirketi,
kooperatifler yaratıldı. Bütün bunlar, Türkiye’deki tarımın
yapılaşmasının çeşitli kuruluşları.
Şimdi, bir süredir iktidarlara egemen olan anlayış şu: “Efendim, bu
anlayış değişti artık. Biz, pazar ekonomisi mantığıyla olaya bakıyoruz.
Bunlar, pazar ekonomisinin önündeki engeller, bunları tasfiye edelim.”
Bunlara olumsuz yaklaşan, bunları ayakbağı gibi gören, onlara karşı
husumet ifade eden, onların burnunu sürtmeyi tarım politikası zanneden
bir yaklaşımla yıllardan beri politika götürülüyor.
İktidarlar, Toprak Mahsulleri Ofisine düşman, Zirai Donatım
Kurumuna düşman, SEK’e düşman, Et ve Balık Kurumuna düşman...
Peki, bunların sorunları varsa, bunları tasfiye ederek, etkisizleştirerek
etkin ve verimli bir tarım politikası koymak mümkün mü?! Dünyanın
her yerinde, tarım politikasının kendi mantığına göre bir yapılaşması
var. Pazar ekonomisine göre bir tarımsal yapılanma mümkün; onu
arıyor muyuz?! Dünyanın her yerinde, en ileri Batı kapitalist ülkelerinde
bile, kooperatifçilik, tarımda ve hayvancılıkta çok önemli bir işlev
yerine getiriyor; çeşitli birlikler var, kuruluşlar var, bordlar var;hiçbir
zaman kendi kaderine teslim edilmiş değil. Biz, bunları törpüleyince,
sanki, doğru tarım tercihi koyuyoruz diye düşünüyoruz.
Bakınız, dünya, bir süredir, tarım konusundaki yapay destekleri
azaltmaya yönelik bir arayış içinde. GATT Antlaşmasıyla ilgili yapılan,
yıllarca süren bir çalışma var. Bu çalışma, en son “Uruguay Round”
diye bilinen çalışmalarla sonuçlandırıldı ve tarım ürünlerinin
ticaretiyle ilgili ilkeler belirlendi. İlkelerin amacı da, tarımı, serbest
ticaret anlayışına çekmek. Hedefler konulmuş...
Şimdi, bakınız, şu gülünç manzaraya dikkatinizi çekmek istiyorum:
GATT Antlaşması çerçevesinde, dünyada, tarımı serbestleştirmek için,
gelişmiş, kalkınmış ülkeler, kendi aralarında, önümüzdeki on yıl
sonrası için hedefler koymuşlar “tarıma yönelik destekleri, tarım
ürününün yüzde 10’unu aşmayacak düzeye indirelim demişler.” Kim
demiş; kalkınmış ülkeler... Ne zaman için demiş; 10 yıl sonrası için...
Türkiye, daha bugünden o ölçünün altında... Yani, dünyanın on yıl
sonra, büyük bir gayretle, çabayla tarımda ulaşmaya çalıştığı kamu
desteğinden yoksun kalma hedefini, Türkiye, daha bugünden, çok fazla
aşarak gerçekleştirmiş halde. Böyle birşey olur mu; böyle birşey olabilir
mi?!. (CHP sıralarından alkışlar) Yani, birbirlerine “ödün verdik”
diyorlar, sıkışıyorlar; Avrupa Birliği ile Amerika, Japonya karşılıklı
kavgalar içinde “yüzde 9 olsun, 10 olsun, 11 olsun” diye birbirlerine
giriyorlar ve nihayet, kendi ilkeleriyle bağlı oldukları için, zorunlu bir
mutabakat çıkıyor; onu uygulayalım... Ne zaman?.. On yıl sonra
diyoruz; biz, daha bugünden onun altına düşmüşüz. Böyle birşey olmaz!
İthalat oranı. On yıl sonrası için yüzde 5’ini ithal etme mecburiyeti var.
Türkiye daha şimdiden, daha fazlasını ithal ediyor. Batı ülkelerinin,
tarımda, birbirlerine yönelik olarak verdikleri asgarî ithalat taahhüdünün
kat kat fazlasını, Türkiye, yıllardır kendi kendisine uyguluyor...Ee, bu,
doğru politika mı canım?!.
SACİT GÜNBEY (Diyarbakır) – Gümrük birliğiyle alakası var...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değil, gümrük birliğiyle alakası yok;
bu, gümrük birliği içindeki ülkeler bunu kabul ediyor. Hiç yanlış
bakmayınız, bunun gümrük birliğiyle hiç alâkası yok.(CHP sıralarından
alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, Türkiye için böyle bir mecburiylet de yok. Bizim
başka esnekliklerimiz de var; ona rağmen bu ortaya çıkıyor.
Türkiye’de hayvancılığı destekleyeceğiz diye düşünüyoruz.
Hayvancılık, böyle arada sırada coşup da para dağıtarak desteklenmez
ki! Hayvancılığın kârlı bir uğraş haline dönüşmesini sağlamak lazım;
kârlı bir uğraş haline dönüştürmeden canlandıramazsınız. Kârlı bir
uğraş haline getirin, besicilik yapanların kendileri, yolunu bulur,
hayvancılığı geliştirirler.
Bakınız, Türkiye’de, o temel standartlar var, hepsi kaybolmuş. Süt ve
yem ilişkisi. 1 kilo süt, 2 kilo yem almak durumunda, almak zorunda;
asgari ölçüsü bu; yıllarca böyle olmuş, daha fazlası olmuş. Şimdi,
yem16 bin lira; süt, 20 bin liraya daha yeni, son çabalarla, gayretlerle
çıkarılabildi; bunun kârlı hale getirilmesi mümkün mü? 1 kilo et için 20
kilo yem harcamak lazım. 320 bin lira yem parası, sadece eti oluşturmak
için; diğer çabaların, harcamaların hiçbirisinin bunda yeri yok.
E, bu temel dengesizliği bozmadan, değiştirmeden tarımı ve
hayvancılığı ayağıya kaldırmak mümkün mü? Bunu kim değiştirecek?
(CHP sıralarından alkışlar) Bir yeni yapılanmaya, bir yeni politika
yaklaşımına ihtiyaç var; yani, yeni kurumlar lazım.
SEK’i kapatacağız... SEK’i kapattınız, süt 16 bin liraydı, 10 bin liranın
altına düştü; şimdi yeniden tekrar toparlanıp çıkmaya çalışıyor. SEK’i
kapatın. Pazar ekonomisi içinde dağınık üreticiyi, besiciyi bir araya
getirip, birbirinden güç alarak piyasa koşullarını değerlendirme
imkânını onlara sağlayacak bir yapılanmayı ortaya koymak devletin
görevi değil mi?! Bu konuda bir çaba var mı?
Et Balık Kurumunu kapattık... Peki, Et Balık Kurumunu kapattın; ne
olacak?.. Bingöl’deki üreticiler “Bingöl’de 350 baş mal kesilirdi, şimdi
15 baş mal kesiliyor” diye feryat ediyorlar. Yani orada 280 bin liraya onu
satma imkânı var mı? Bütün bölge Bingöl’e bakmış. Bingöl’deki
üretici, besici “Bingöl’de bari özelleştirmeyin” diye feryat ediyor .
Bunlar ciddi şekilde ele alınması gereken konular. “Bunlar mühim
değil, bırakalım; biz faiz konuşalım, biz repo konuşalım, biz borç
konuşalım, kredi konuşalım” diyerek Türkiye’yi ayağa kaldırmak
mümkün değildir. (CHP sıralarından alkışlar)
Yani, artık, çiftçimiz ve besicimiz, kendi arasında, giderek yaygınlaşan
bir söylem geliştiriyor; sık sık kulağıma gelen bu söylemi, burada ifade
etmek isterim: “Allah, Müslümana bir ay orucu farz kıldı; ama,
iktidarlar, bize, bütün bir yıl orucu farz kılmış gibi uygulama
yapıyorlar; bunu, kesin kabul etmiyoruz.” (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, bir yeni yaklaşıma, bir ciddî politikaya ihtiyaç
var. Kimse tarımı küçümsemesin, kimse köylüyü küçümsemesin, kimse
besiciliği, hayvancılığı küçümsemesin. Türkiye’nin ekonomisi için de,
sosyal yapısı için de, iç barışı için de büyük önem taşıyan bir konudur;
dengesini bir bozdunuz mu, o sorunlar, desteklemediğiniz için
oluşmasına neden olduğunuz sorunlar, gelir, sizi o çok beğendiğiniz
kentlerde bulur, kentlerin varoşlarında sizi bulur; sonra trilyonları
harcarsınız, ama altından kalkamazsınız. (CHP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, böyle bir politika, bakış açısı değişimine ihtiyaç
olduğu kanısındayım. Bu bütçemizde, maalesef, böyle bir yeni sektör
tercihi ortaya koyan, belli bir kesime yönelik bir iddiayı sergileyen, ona
sahip çıkan, onun sorununu zaman içinde, üç yıl, beş yıl, altı yıl sonra
çözeceği umudunu veren bir yeni işaret, bir yeni yaklaşım, maalesef
bulunmuyor; bundan büyük üzüntü duyuyorum. Bütçeden bunları
bekliyorduk. Eldeki olanakların kısıtlı olduğu açık, birdenbire bir
çözüm olmayacağı da görülüyor; ama, hiç olmazsa, bu konularda, ciddî
bir yaklaşıma ihtiyaç vardır.
Bakınız, bunca sorun yetmiyor gibi, bir de, son zamanlarda, kendi
kendimize bir yapay sorun çıkardık; bir delidana sorunu... Delidana
sorunu, pek çok çevre için bir mizah konusu oluyor; ama, bilmenizi
istiyorum, Anadolu’da geçimini besicilikle, hayvancılıkla karşılayan
yüzbinlerce insan için bir perişanlık yaratıyor. Bu konularda ciddî olmak
lazım (CHP sıralarından alkışlar) önce Hükümetin ciddî olması lazım.
Yani, bu konuda, ortaya, hiç de güven verici olmayan bir yaklaşım
sergileniyor. Türkiye ithalatı açmış... Tarım ithalatı fevkalade önemli
bir konu. Bu konuları yakından izleyen arkadaşlarım var, çok iyi
bilirler. Amerika’da, bir eyaletten bir başka eyalate, yanınızda meyve ile
girerken dahi sizi sınırda denetlerler ve o meyvelerle ilgili sorgulama
yaparlar, sokma olanağını vermezler. Amerika dünyanın en liberal
ülkelerinden biri. Meyveleri, Nebraska’dan alıp Kaliforniya’ya rahatlıkla
götürün de göreyim Türkiye’de et ithalatı serbestleştirilmiş; kim
getiriyor, niçin getiriyor, hayvancılıkla ilgisi ne, bunların hiçbirisi söz
konusu değil; açılmış meydan, ipini koparmış, parası olan, hesabını
yapan alıyor, getiriyor. Sonra, bu konuyla ilgili güven verici bir açıklama
da yapılmıyor. Ortada sıkıntılı bir tablo yoksa, gerçekten mübalağa
ediliyorsa... Ciddî bir muhatap bekliyoruz; Sağlık Bakanı çıkıyor “et
yemeyin” diyor, Tarım Bakanı çıkıyor “bir mesele yok, mübalağa
ediliyor” diyor. Bilelim, hangisidir!.. Bunu, sadece tutarlılık özlemi için
söylemiyorum, Türkiye’de üreticinin hakkını korumak için söylüyorum;
kan ağlıyor besici, kan ağlıyor hayvan yetiştiricileri. Önümüz Kurban
Bayramı, satacak olan bir türlü, kurban kesecek olan başka türlü.
Hükümetlerin görevi, bu konuda, yurttaşa huzur vermek, güven vermek,
doğru bilgi vermek değilse, nedir acaba? Bu konunun bile altında kaldık.
Zaten, yıllardır, yanlış politikayla, hayvancılığı ve tarımı perişan
ettik, şimdi, bir de, yönetim zafiyeti ve tutarsızlık nedeniyle, bu konuya
tuz biber ektik, besicilikle geçinen yurttaşlarımızın yarasına
acımasızca tuz ektik. Bunu, bir an önce sona erdirmek gerektiğine
inanıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bu bütçenin ekonomi yaklaşımıyla ilgili genel
değerlendirmelerimi kısaca aktardım. Öyle bir mesele vardı ki, paraya
pula da bağlı değil; hiç olmazsa onu bu bütçede çözebiliriz diye umut
ediyordum. Bu, Anayasaya aykırılık konusudur. Maalesef, Anayasaya
aykırılık konusunun, Plan ve Bütçe Komisyonunda da, Genel Kurulda
da çözülememiş olmasından büyük üzüntü duyuyorum. Yani, geçmişte
“bir kere anayasa ihlalinden bir şey çıkmaz” diyen Özal’a, toplum
müthiş tepki göstermişti. Şimdi, ne yapıyoruz; şimdi, o mantığın içine
herkesin girdiğine tanık oluyoruz. Herkesin derken, Hükümeti oluşturan
siyasal partiler elbette giriyor, ona destek veren Demokratik Sol Partinin
de bu anlayışa girişinden büyük üzüntü duyuyorum. (CHP sıralarından
alkışlar) Yani, anayasaya aykırılık, eğer bir ekonomik ya da siyasî
oportünite konusu ise “canım bir defalık olmasından bir şey çıkmaz” ya
da “kısa bir süre için ihlal edilmesinden bir şey çıkmaz” ya da “halkın
yararına bir ihlal canım, bu bütçe başka türlü çıkmaz, oluversin”
diyecek isek; yani, siyasî oportünite, hukuku, adaleti, anayasayı rahatsız
etmeyecek ise, o zaman, her türlü kapıyı açıyorsunuz demektir. Yani,
bir imkânsızlık söz konusu demek mümkün değil. Anayasa Mahkemesi,
çok anlayışlı bir yaklaşımla, bir uyarı sadetinde bunu söylemiş.
Efendim yayımlanmadı... Şimdi yayımlandı; karar da yayımlandı,
aykırılık da ayan beyan ortada, bir çare bir çözüm de mümkün,
Parlamento bu konuda işbirliğine de açık...
Yol olur değerli arkadaşlarım, yol olur!.. Böyle başlar her şey.
Cehenneme giden yol, iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir. İyi niyetle, biz
anayasa değişikliğini yapıverelim... (CHP sıralarından alkışlar) Üzüntü
duyuyorum!.. Gerçekten, paraya pula da bağlı değil, devlet anlayışına
bağlı; konunun önemini kavramaya, bu konuyu ciddiye almaya bağlı;
hukuk saygısına bağlı. Muhalefette söylenen hukuk saygısı laflarının
ciddî olup olmadığı, işte şu 45 günlük hükümet uygulamasında
anlaşılıyor.
Tutarlı olmanın yolunu hep birlikte bulmalıyız. Bunu da, lütfen, yine
bir suçlama olarak almayın, onu da söylemek istemiyorum; ama, artık,
bu yollara girmeyelim, bir çaresini bulalım, elbirliğiyle bu tip sorunların
gündemimizden düşmesine yardımcı olalım.
Değerli arkadaşlarım, bir bütçe görüşmesinde, ele alınması gereken
önemli sorunların bir kısmı da dış konularımızla ilgili. Bu konuda da
birkaç değerlendirme yapmak istiyorum:
Dış politika konusunda, bir siyasal partinin, muhalefetten iktidara geçişi
sürecinde, belki mazur görülmesi gereken, bir doğal intibak dönemi
vardır. Çünkü, muhalefet döneminde yapılan değerlendirmeler, çok
değişik bir ortamda yapılır; iktidara geldikten sonra gerçekler,
kısıtlamalar, zorunluluklar, dengeler daha iyi ortaya çıkar; gene iyi
niyetle, sorumlulukla yaklaşılır, yeni bir çizgi ortaya konulabilir. Böyle
bir intibak süresinin tanınması gerektiğine inanıyorum ve bu anlayışla
da olaya bakıyorum.
Bu çerçevede, örneğin, gümrük birliği konusunda muhalefette yapılan
değerlendirmelerin, estirilip savrulan lafların hiçbir ciddî içeriği
olmadığı, bugünkü uygulamayla, açıkça gözüküyor. Yani “Gümrük
Birliği Antlaşmasını yırtacağız, Gümrük Birliği Antlaşmasını Meclise
getireceğiz, değiştireceğiz, yeniden bir onay isteyeceğiz” sözlerinin,
sıradan, alalade bir muhalefet söylemi olmasının ötesinde bir değer
taşımadığı, uygulamayla ortaya çıkmış bulunuyor. Bunu tespit
ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar) Bu tespitin yapılmasının da bir
hak olduğuna inanıyorum; çünkü, bu iddialara, bu tezlere doğrudan
maruz kalmış milletin gözü önünde televizyonlarda maruz kalmış, bir
siyaset adamı olarak, yaşadığımız gerçeğe yönelik bu tespiti yapmamı,
herkesin anlayışla karşılayacağına inanıyorum. Aynı çizgiye girilmiştir
ve Gümrük Birliği Antlaşmasıyla ilgili olarak yetkililerin yaptığı
açıklamalar, açıkça, bir politika tutarlılığının bulunduğunu ortaya
koymuştur. Şimdi, Çekiç Güç konusunda bunu göreceğiz. İkibuçuk ay
sonra, Çekiç Güç ile ilgili olarak, durumu birlikte izleyeceğiz. Daha
şimdiden ANAP ve DYP Grubuna verilen bilgilerin, brifinglerin böyle
bir hazırlığın altyapısını oluşturmaya yönelik olduğunu anlıyorum.
Değerli arkadaşlarım, bunu da yaşayacağız. Çekiç Güç konusundaki
arayışların, gayretlerin, çabaların, projelerin, programların, planların
neye yönelik olduğunu, ne ürettiğini hep beraber yaşayacağız, göreceğiz.
Bunlar, dış politika yaklaşımlarından çok, iç politika yaklaşımları,
tribüne yönelik politikaların açmazları olarak değerlendirilebilir; ama,
başka bir iki konu var ki, onun daha büyük önem taşıdığı
kanısındayım. Bunlardan birisi, bu Türk-Yunan ilişkilerinde
başlatılmak istenen yeni dönemle ilgili yaklaşımdan çıkıyor. Hükümet,
kuruluşundan kısa bir süre sonra, çok iddialı bir biçimde, bir yeni siyaset
deklarasyonu, Türk-Yunan ilişkilerine yönelik yeni bir siyaset, iddialı,
işte, otuz yıldan beri yapılmamış, Bayar dömeninden beri denenmemiş
bir büyük barış taarruzu anlayışı içinde bir açılım yaptı. Olayın
özünde, Lahey Adalet Divanına gitmeye hazır olduğumuzun, çeşitli
koşullara bağlanarak da olsa, sonunda, şu ya da bu biçimde, Türkiye’nin
Yunanistan ile ilgili ihtilaflarında Lahey Adalet Divanına gitmeye hazır
olduğunu taahhüt etmesi dışında, başlangıçta yapılan bir iki küçük
teknik hata da bir kenara bırakılırsa, karasularımızın uluslararası
hukuka uygun bir biçimde çözülmesini kabul etmeye hazır olduğumuza
ilişkin bir yanlış ifade, yine, ayıklanarak değerlendirilecek olursa, çok
önemli bir değişme söz konusu değil; ama, sanki, bugüne kadar izlenen
politikadan şikâyetçiymişiz, bugüne kadar izlenen politika yanlışmış,
büyük hatalar varmış ve yeni bir barışçı açılım yapma noktasına
nihayet Türkiye gelmiş gibi bir izlenim verebilecek böyle iddialı bir dış
politika açılışının, beklenen amaca hizmet etmekten çok, Türkiye’nin
ulusal yararlarına ciddî tehditler getirmesi ihtimali var idi. Şimdi, bunun,
yavaş yavaş gerçekleşmekte olduğunu, üzüntüyle görüyoruz.
Değerli arkadaşlarım, öyle anlaşılıyor ki, bu yeni Hükümetin dış
politika yaklaşımı şu teşhisle yola çıkıyor: Türkiye’nin çok sorunu var;
her komşumuzla başımız dertte. Bunca dert, bunca sorunla dış politika
götürülmez, başarılı bir ekonomi politikası da götürülmez. Ne yapmak
lazım -yeni bir heyet var- azaltalım bu sorunları, bazı konuları sorun
olmaktan çıkaralım. Bu kadar çok sorun aynı zamanda Türkiye’nin
üzerine gelmemeli, her cephede birden mücadele edecek halimiz yok;
daraltalım cepheyi, bazı konuları çıkaralım. Nereleri çıkaralım Türk-
Yunan sorununu çözüverelim. Başka ne çözelim; Rusya ile sorunları
çözelim. Başka varsa, diğer konuları da çözelim, Suriye ile sorunları
çözelim. Çözünüz...
Yani, böyle bir yaklaşım, karşı karşıya bulunduğu dış politika
sorunlarının Türkiye’nin davranışından kaynaklandığı, Türkiye’nin
tercihinden, Türkiye’nin tutumundan kaynaklandığı varsayımına
dayanır ve çok tehlikeli bir varsayımdır.
Değerli arkadaşlarım, Türkiye çok güç bir coğrafyada yaşıyor. İçinde
bulunduğumuz coğrafyanın bizi karşı karşıya bulunmak zorunda
bıraktığı çok sorun var, bütün komşularımızla ele almak zorunda
olduğumuz sorunlarımız var. Bu sorunları biz yaratmadık, bu
sorunların ortaya çıkması için biz dilekçe vermedik, bu sorunların
oluşmasına biz talip olmadık. Türkiye “yurtta barış, dünyada barış”
diyen bir anlayışa dayalı politika götürüyor. (CHP sıralarından
alkışlar) Bizim kimsenin topraklarında gözümüz yok, kimsenin
egemenlik haklarına yönelik bir planımız, bir projemiz yok. Biz,
vatanımıza, toprağımıza sahip çıkmak istiyoruz, kendi sorunlarımızla
uğraşmak istiyoruz, ekonomimizi kalkındırmak istiyoruz, barışımızı
kurmak istiyoruz. Yunanistan’a, Suriye’ye, Irak’a, İran’a, Rusya’ya,
Bulgaristan’a, Ermenistan’a, Gürcistan’a, Azerbaycan’a... Kimseye karşı
bir kötü niyetimiz yok. Tarih boyunca bütün komşularımıza karşı daima
dost ve iyi komşu anlayışı içinde davrandık. Kimsenin tavuğuna kış
demedik, kimsenin içişlerine karışmadık; ama, gene sorunlarımız varsa
-ki var- bu bizden kaynaklanmıyor, bizim anlayışımızdan, bizim
yaklaşımımızdan kaynaklanmıyor; komşularımızın bize dönük
hesaplarından, planlarından, projelerinden kaynaklanıyor. Bunu böyle
kabul etmeyip “geçmiş yanlış, ben yeni politika izleyeceğim,
Türkiye’nin etrafında barış çemberi yaratacağım” diyerek yola
çıkarsanız, etrafınızdakiler size der ki “ha, bunlar yıldılar, bu
sorunların altında ezilmeye başladılar, bu sorunları taşıma takatını
kaybetmeye başladılar. Barışa mecbur, uzlaşmaya mecbur, uzlaşmak
için de ödün vermeye mecbur, mahkûm bir noktaya doğru geliyorlar.”
Momentumunu kaybedersiniz dışpolitikanın, momentumunu; ki, öyle
oldu. (CHP sıralarından alkışlar)
Yani, size “barış yapın” diyen dostlarımızın gönlü hoş tutulsun diye,
birtakım çevrelerin bize önerdiği politikayı biz de uyguluyoruz
izlenimini vereceğiz diye iddialarımızı, kararlılığımızı, hedeflerimizi,
onları koruma konusundaki irademizi kuşku içine sokacak, bir
teslimiyetçi izlenim verecek yaklaşıma girmek, dışpolitika sayılır mı?!
(CHP sıralarından alkışlar) Bu konuda, çok ciddî bir yanlışın içine
girdiğimizi düşünüyorum. Yani, olayın özünde fazla bir şey yok. Sadece
adalet divanı sözü verilmiştir; ama, bu hava, bu yaklaşım, barış
yapacağız iddiasıyla yola çıkmak, bizi, daha iddiasız, daha güç bir
noktaya çekmiştir. İşin genelinde bu var.
Şimdi, bunun işlemediği de, ortaya çıkıyor. Böyle bir şeyin işlemesi
mümkün değildir. Türkiye, içinde bulunduğu güç coğrafyada, kimseye
düşmanlık yapmadan; ama, kendi haklarını koruma konusunda da en
küçük bir ödün vermeyeceği kararlılığını, iradesini ayakta tutarak
barışı sağlayabilir. Bu, çok temel bir anlayıştır. Bu anlayışla ilgili, bir
hafif kaymanın ortaya çıktığını, bu kaymanın da Türkiye’ye hiçbir şey
getirmediğini görüyoruz.
Bakınız, bu haksız tablo karşısında, şimdi, daha somut talepler ortaya
çıkmaya başlamıştır. “Canım, kabul etmeyeceğiz onu” diyeceksiniz.
Ben de kabul edeceğinizi zannetmiyorum. Kabul etmeniz mümkün
değildir; size de yakıştırmam, Türkiye Büyük Millet Meclisinin de o
kabule izin vermeyeceğinden kuşku duymam; ama, mesele o değil. Artık
kontrolümüzden çıkıyor, denge aleyhe dönmeye başlıyor, durum,
dinamik, bizim dışımızda şekilleniyor ve buna yol açan da “evet, ben
barış yapacağım, büyük yanlışlıklar var” anlayışı içine Türkiye’nin
girmiş olmasıdır.
Bakınız, daha somut bir biçimde, Türk-Yunan ilişkilerinin bütününe
yönelik olarak ortaya çıkan bu yaklaşımın daha özel çerçevede ortaya
çıkanını da hepimiz üzüntüyle biliyoruz. Sayın Dışişleri Bakanının,
Dışişleri bütçesinde, Yunanistan’la son ihtilafımız konusundaki
iddialarımızı, haklılığımızı çok berrak bir biçimde ortaya koymuş
olduğunu, memnuniyetle, sevinçle gördüm. Umarım, bir süre sonra,
Sayın Başbakan, o iddiaları sergileyen Dışişleri Bakanına da
“bürokratlar sizi de aldattı” demek durumunda kalmayacaktır. (CHP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) O iddiaları, Sayın Dışişleri
Bakanının, Türkiye Büyük Millet Meclisine değil, doğrudan Sayın
Başbakana söylemesinin uygun olacağını, yararlı olacağını
düşünüyorum.
BAŞKAN – Sayın Baykal, 5 dakika süreniz kaldı.
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Evet, yine aynı çerçevede, bu velâyeti
ziyaretine de dokunmak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, bakınız, bir süre önce, Türkiye’de bir gerçek
ortaya çıktı; Türkiye’de yaşanan terör olaylarının belli bir kesiminin
niteliğiyle ilgili, hepimizi üzen, görmeyi kesinlikle istemediğimiz, ama
görmezlikten gelemeyeceğimiz, bazı gerçekler ortaya çıktı. Türkiye’de
bazı terör olaylarına doğrudan karıştığı artık kanıtlanmış olan bazı
insanlar, çıktılar, dediler ki “biz, İran’da eğitildik, yetiştirildik, finanse
edildik ve şunu, şunu, şunu, Çetin Emeç’i öldür diye bize hedef verildi;
biz de gittik öldürdük.”
Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu, fevkalade önemli bir olaydır. Yani,
bizim, böyle bir şeyi arzu etmemiz mümkün değildir. İran gibi önemli
bir komşumuzla böyle bir ilişki içerisine girmenin bizi mutlu etmesi
kesinlikle söz konusu değildir; ama, böyle bir gerçek ortaya çıkınca
“İran, önemli bir komşumuzdur; aman bunu görmezlikten gelelim”
anlayışı içerisine girmek kadar yanlış bir şey de olamaz. (CHP
sıralarından alkışlar) Şimdi, böyle bir olay olmuş mudur, olmamış
mıdır; bu doğru mudur, değil midir? İçişleri Bakanlığı, Dışişleri
Bakanlığı, bunu, artık, yadsınamaz biçimde kanıtlanmış dosyayla
görüyorlar. Keşke olmasaydı; ama, olmuş; bu yaşanmış... Şimdi, biz
diyoruz ki, daha belli değil, bakalım... Yani, bu, gerçekten bir iyi niyetin
ifadesi olsa, bunu anlayacağım; ama, kaytarmanın ifadesi, korkmanın
ifadesi. (CHP sıralarından alkışlar) İşte, bu yanlış; böyle dış politika
olmaz!
Şimdi, bakınız, bugünkü gazetelerde, yine, manşet... Bir başka öldürme
olayıyla, yine aynı zincirin ilgili olduğu ortaya çıkıyor.
Şimdi, bu ortamda, İran Dışişleri Bakanının Türkiye’ye gelmesi söz
konusu. Bizim, Dışişlerimize egemen olan anlayış şu: Acaba,
Türkiye’deki yayınlar, İran’ı kızdırır, üzer de, gelmez mi kaygısı
içerisinde olaya bakıyorlar ve arkasından Velayeti’nin gelmek istediği
ortaya çıkınca, bir ferahlama kendisini gösteriyor. Velayeti geliyor;
Sayın Dışişleri Bakanı havaalanında karşılıyor, Başbakan konuşuyor,
herkes konuşuyor, Cumhurbaşkanı konuşuyor, eller sıkılıyor; sanki, bu
olaylar hiç yok; sanki, Türkiye’ye yönelik, Türkiye’nin iç barışını,
güvenliğini, hukukunu, egemenliğini sarsabilecek bir eylemin içinde, bir
projenin içinde İran hiç bulunmamış gibi götürüyoruz. Sadece,
diplomatik bir dille “Türkiye’nin... Birbirimizin karşılıklı içişlerine
karışmayacağız; bu, bizim için çok önemlidir” diyoruz ve dedikten
sonra da, yine, geçen defaki gibi, eğer, basın beni yanıltmıyorsa -ki öyle
olmasını öğrenmekten büyük mutluluk duyarım, Sayın Başbakan
herhalde aydınlık getirecektir- basında yapılan açıklamaya göre,
diyoruz ki “bakınız, hata yapmayınız; Türkiye’de Refah yüzde 20’dir,
geride de yüzde 80 vardır; hesabınızı ona göre yapınız.” Böyle bir şeyi
söylemediğini umut etmek istiyorum; eğer, söylemişse, bunu, kesinlikle
kabul etmek mümkün değildir. Yani, Sayın Başbakan ve Sayın
Dışişleri Bakanı, Refah Partisinin de Başbakanı ve Dışişleri Bakanı
olarak, bir komşu ülkenin temsilcisiyle konuşuyorlar. Kendi içimize
dönük tartışmaları, o çerçevede dile getirmiş olmayı, kesinlikle kabul
edemiyorum. Böyle bir şeyin olmadığını umut ediyorum (CHP
sıralarından alkışlar) Eğer, böyle bir şey konuşuldu, bir Refah
dedikodusu, Dışişleri Bakanı düzeyinde yapıldıysa, bunu, Türkiye için
çok büyük bir talihsizlik sayarım. Böyle bir şey olabilir mi, böyle bir şey
düşünülebilir mi?!. Yüzde 20, yüzde 80... Bir yandan, diyeceksiniz ki,
içişlerimize karışmayın; öte yandan, Refah şudur, o budur diye, siz,
onlara anlatacaksınız. Kime anlatacaksınız: Doğrudan terör olaylarının
içine girdiği resmen kanıtlanmış birisini, karşılıklı dostluk sözlerinin
içinde selamlarken anlatacaksınız; olur mu böyle bir şey?!. (CHP
sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, Sayın Başkanın hoşgörüsünü fazla suiistimal
etmeden, son bir noktaya daha değineyim.
Anayasamızda, yaz aylarında bir değişiklik yapıldı; kamu
çalışanlarına sendikal hak, anayasal düzeyde tescil edildi. Artık, kamu
çalışanlarının da sendika kurması söz konusu. Hâlâ, bunu, tam içimize
sindiremiyor olabiliriz, kolay değildir bu. Daha önce, çalışanlara, işçilere
sendika hakkı tanınırken de bu tartışmalar yaşanmıştı “olur mu böyle
bir şey, kargaşa çıkar, ekonomi allak bullak olur” denilmişti; ama, o
konu aşıldı. Şimdi, kamu çalışanlarını aşacağız; aşmak zorundayız;
Anayasamıza yerleştirdik.
Şimdi, bir yeni bütçe yılı, yeni bir hükümet görev başında. Kamu
çalışanlarının tedirginlikleri var, talepleri var; çok büyük gelir zayiatına
maruz kalmışlar...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
REFİK ARAS (İstanbul) – Sayenizde...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkan.
...birikmiş enflasyon nedeniyle, çok büyük gelir kayıplarına maruz
kalmışlar.
Bu konuda, Anayasa düzeyinde de bir düzenleme gelmiş; o düzenleme,
yasalara intikal ettirilmemiş, evet ettirilmemiş; ettirilecek inşallah, bir an
önce ettirilmesi söz konusu; ama, iyi niyet esas olmak gerekir.
Yapılması gereken şey de, çok açık bir biçimde, Anayasada
öngörüldüğü gibi, kamu çalışanlarının sendikalarını muhatap olarak
almaktır; Hükümetin, onlarla konuşmasıdır, oturmasıdır, onlarla ilişki
kurmasıdır; varsa bir güçlüğü, o güçlüğü onlara anlatması gerekir,
onların taleplerini onların ağzından dinlemesi gerekir. Artık, anayasal
bir kurum sendika, var; yasasını da çıkaracağız, çıkarılmaması bizim
eksiğimiz. Görevimizi, şu anda tam yapmadık diye, onların haklarını
kullanmalarını engellemek; üstelik, bunu da, çeşitli ağır müeyyidelerle
ortaya koymak, kimseye yakışmıyor. Hele, memura, “eğer, memur,
içerisinde bulunduğumuz koşullarda isyan etmezse, onun insanlığından
kuşku duyuyorum” diyen bir Başbakana hiç yakışmıyor. (CHP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – Sıfır zam için söylemişti...
DENİZ BAYKAL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bir yeni anlayışa
ihtiyacımız var; birbirimizi anlayacağız; birbirimizden farklı
çıkarlarımız, farklı dünya görüşlerimiz, farklı değerlerimiz olabilir;
ama, bizi birbirimize bağlayan noktalar, bizi birbirimizden ayıran
noktalardan çok daha fazladır ve ayrı olduğumuz noktalara da
Türkiye’nin ihtiyacı vardır; bugün şu noktaya ihtiyacı vardır, yarın
başka noktaya ihtiyacı vardır. Bunların hepsi, Türkiye’nin rezervinde
bir hazır kuvvet olarak bulunmalıdır; hepimiz, bir arada yaşamayı,
beraberliği öğrenmek zorundayız; bunun için de, hoşgörü, iyi niyet ve
demokrasi, vazgeçemeyeceğimiz temel ilkeler olmalıdır. Gayreti de
paylaşarak ,nimeti de paylaşarak bir ortak toplumun insanları
olduğumuzu bileceğiz.
Değerli arkadaşlarım, Sayın Başkana çok teşekkür ediyorum hoşgörüsü
için, sizlere de sabrınız için teşekkürler ediyorum; sevgiler, saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Baykal’a teşekkür ediyorum.
Gruplar adına üçüncü söz, Demokratik Sol Parti Grubunun.
Demokratik Sol Parti Grubunun ilk sözcüsü, Antalya Milletvekili Sayın
Metin Şahin.
Sayın Şahin, Grubunuza tahsis edilen 45 dakikalık sürenin ne kadarını
siz kullanacaksınız?
METİN ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkan, yarı yarıya kullanacağız.
BAŞKAN – O zaman, 25 dakika.
METİN ŞAHİN (Antalya) – 22 -23 dakika.
BAŞKAN – 22 dakika; Peki.
Buyurun Sayın Şahin.
DSP GRUBU ADINA METİN ŞAHİN (Antalya) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı üzerinde
Demokratik Sol Parti Grubu adına görüşlerimizi açıklamak üzere söz
almış bulunuyorum. Şahsım ve Partim adına, sözlerime başlarken,
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
24 Aralık 1995 genel seçimlerinin neden bir oldubittiye getirildiği ve de
ülkemiz sorunlarının bugüne kadar nasıl bir göz boyama ile
geçiştirildiğini, bu bütçe açıkça ortaya koymaktadır.
Üzerinde konuştuğumuz bütçe tasarısı, tüm parti gruplarının ittifak
ettiği ve Sayın Hükümetin de zaman zaman katıldığı üzere, borç ve faiz
ödemelerinin tehlikeli boyuta ulaştığı, açığın katrilyonlara ulaştığı,
yatırımlar ve üretim için yeterli kaynağın yaratılamadığı bir
konumdadır.
Bu bütçe nedeniyle dikkatimizi çeken diğer bir önemli husus ise, bu
Hükümetin, iktidar olmaya da, iktidar olduktan sonra gerekenleri
yapmaya da hazırlıklı ve kararlı olmadığıdır. Bu bütçenin, kadük olan
bir eski tasarının devamı olması, seçimler nedeniyle, dört aylık geçici
bütçeden sonra ele alınıyor olması önemlidir; ancak, iddialı ve kararlı
bir Hükümet için, bunlar, bir mazeret olmamalıdır.
Biz, Demokratik Sol Parti olarak, bu bütçe tasarısı üzerinde, gerek Plan
ve Bütçe Komisyonunda gerekse bu Genel Kurulda, söz alan 31 sözcü
parlamenterimizle, ülkenin içinde bulunduğu zorlukları bilerek, siyasî
çıkar hesapları içinde olmadan, zaman zaman yapıcı, zaman zaman
eleştirici, gerektiğinde yol gösteren ve çözümler öneren bir tutum içinde
olmaya özen gösterdik. Grubumuz, bu tutumun, ülkemiz ve halkımız
yararına olduğunun bilinci içindedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hemen bütün partilerin, bütçede,
eleştiriye neden olan konulardaki mutabakatını anlamak mümkündür.
Ancak, bütün bu olumsuzlukların sorumlusu kimdir? Bu kötü gidişin
hesabını kim verecektir? Bizler, sen-ben çekişmesiyle ülkenin yıllarını
tüketirken, demokratik, laik, çağdaş ülkemizin temel konuları üzerinde
bile, asgarî mutabakatları sağlayamıyoruz. Ancak, öyle görünüyor ki,
halkımız, tüm aldatmacılardan bıktı; kendisini otuz kırk yıldır
oyalayanları, yanıltanları, şimdi, daha iyi görmektedir; bunun açık
yansıması, son seçimlerdir. Program ve kadrolarının aynı olduğunu
söyleyenler, son onbeş onaltı yıllık olumsuzlukların sorumluları
olarak, şimdi, kafa kafaya vermişler, hükümet olmuşlar, yanlışlarını
düzeltme ve de halk önünde, bir nevi, hesap verme konumuna
gelmişlerdir.
Tabiî, bu arada, son dört yıldır iktidar ortağı olan bir diğer partimizin
(Cumhuriyet Halk Partisinin) şimdi, Genel Başkanlarının biraz önceki
ifadesiyle, iktidardan ayrıldıktan sonra ülkenin sorunlarına bakış
açılarını değiştirerek, burada, yeni yaklaşım sergilemelerini anlamaya
çalışıyoruz. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)
ABBAS İNCEAYAN (Bolu) – Ortaklarından öğrenmişler; dün
dündür!..
METİH ŞAHİN (Devamla) – Hepinizin bildiği gibi, geçtiğimiz dört
yılda, Hükümetin kimler tarafından yönetildiği, toplumca, halkımızca
bilinmektedir.
Sayın Genel Başkan, siyasî oportüniteden bahsetti; ancak, işsizlik,
tarımdaki sorunlar, son dört yılda da katlanarak bugüne gelmiş değil
midir? İktidardayken, bunların çözümleri konusunda yeterli çabayı
gösterememek, olumlu sonuçları alamamak; ancak, şimdi, iktidardan
ayrıldıktan sonra, bunları, sanki yeni sorunlarmış gibi ortaya koymak,
bence, siyasî oportünitenin de bir başka şekli olsa gerektir. (DSP ve
ANAP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
ABBAS İNCEAYAN (Bolu) – Akılları yeni gelmiş başlarına!..
METİN ŞAHİN (Devamla) – Biz, geçtiğimiz dönemleri biliyoruz,
halkımız da biliyor; sıfır zamlar nereden kaynaklandı geldi; 5 Nisan
kararlarını kimler aldı?..
ABBAS İNCEAYAN (Bolu) –İmzaları yok muymuş?!.
METİN ŞAHİN (Devamla) – O, tarımın düşürüldüğü açmaz durum,
çıkmaz durum, 5 Nisan kararlarıyla yürürlüğe konmadı mı? (DSP ve
ANAP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Değerli arkadaşlar, bu bütçenin malî yapısı, gelecek için umut
vermemektedir. Bütçenin gelir ve gider kalemleri arasındaki açık,
giderek büyümektedir.
Bu açığın temel nedeni, borçlanmadır. Kartopu gibi büyüyen içborç,
1991’de 97,6 trilyon lira iken, 1995’te 1,4 katrilyon liraya yükselmiştir;
dört yılda 12-13 kat artmıştır; içerisinde bulunduğumuz yılda 2,5-3
katrilyon liraya yükselmesi beklenmektedir. Aynı şekilde, dışborç
stokumuz da, 1991’de 55 milyar dolar iken, 1995’te 73,3 milyar dolara
yükselmiştir. Giderek artan iç ve dışborç stokumuz karşısında,
gelirlerimiz, bu borçları, sosyal amaçlı harcamaları, yatırımları, tarıma
destekleri karşılamaktan uzaktır.
1996’da beklenen 3,511 katrilyon liralık giderlere karşılık, 2,650
katrilyon liralık gelirlerle, bu yılın 861 trilyon lira açık vereceği ifade
edilmektedir. Kâğıt üzerinde belirlenen bu açığın, yıl sonunda daha da
büyüyeceği beklenmelidir; çünkü, borçlanma ve faiz ödemeleriyle gelir
hedefleri gerçekçi değildir.
Hepinizin bildiği gibi, Ekim 1995’te Türkiye Büyük Millet Meclisine
sunulan tasarıda, 1996 yılı için öngörülen 410 trilyon liralık açık, daha
senenin ilk dört ayında aşılmıştır. O nedenle, bütçe açığı tahminleri,
gerçekçi görünmemektedir.
ABBAS İNCEAYAN (Bolu) – O geçici bütçeyi kim yapmış?!.
METİN ŞAHİN (Devamla) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
ülkemizin, on yılı aşkın bir süredir enflasyon hastalığını yenemediği
görülmektedir. Nitekim, son beş yılda, gerek toptan eşya fiyatları
endeksine ve gerekse tüketici fiyatları endeksine göre yıllık artışlar,
yani enflasyon yüzde 60 ilâ 80 arasına oturmuştur. Bu bütçedeki, 1996
yılı için öngörülen, yüzde 65’lik enflasyon hedefi, büyük olasılıkla
yüzde 80’i aşacaktır; çünkü, ocak, şubat, mart ayları enflasyon
değerlerinin toplam yüzde 20 olarak gerçekleştiği dikkate alınırsa, yüzde
80’lik tahminimiz, çok da yanıltıcı olmayacaktır.
Türkiye’yi yönetenler, yıllardır, enflasyonun başlıca nedenleri arasında,
çalışanlara, memur ve işçilere ödenen ücretler ile tarıma verilen
destekleri, yatırımları, KİT’lerin bütçeye yüklerini göstermişlerdir. Bu
yaklaşım nedeniyle, çalışanlar ve üreticiler, emeklerinin karşılığını
alamamışlardır. Aynı anlayışla, enflasyonun asıl sebebi olan, bu
bütçedeki, yüzde 36,9’luk faiz ödemelerinin görmezden gelinerek, kötü
gidişin faturasının bu yıl da halkımıza kesilmesi, haksızlık olacaktır.
Hükümetin, çalışanlar ile üretenleri gözetmesini bekliyoruz.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu Hükümetin de, öncekiler gibi,
bütçe açığının kapatılmasında özelleştirmeyi kurtarıcı gibi görmesi,
haklı değildir; asıl olan, adaletli vergi düzenlemeleridir. Açıkları
kapatmak için, vergi alma yerine, kolay yol olan borçlanma tercih
edilmemelidir. Şu anki borçlarımızın hızı, bütçenin kaldırabilme
boyutunu zorlamaktadır. Bu nedenle, yasal bir düzenlemeyle,
borçlanmaya sınır getirilmelidir.
Türkiye’nin, gecikmeden, kamu maliyesi reformuna ihtiyacı vardır.
Özellikle, rantiyelere, vergisiz gelir aktarılışı önlenmelidir. Bu anlamda,
faiz gelirlerinin vergi dışında tutulması yanlıştır. Son zamanlarda,
dolaylı vergiler niteliğindeki zamlar, halkımızı bunaltmıştır. Kritik
düzeyde olan bu tip dolaylı vergilerden kaçınılmalıdır. Hükümetin,
özel tüketim vergisi adıyla getirmek istediği yeni vergi sistemi de, bir
anlamda dolaylı vergi niteliğindedir. Bu nedenle, özel tüketim vergisi
düşüncesi yeniden gözden geçirilmelidir. Ayrıca, özel tüketim
vergisinin, KOBİ’lerimize getireceği yükler dikkate alınmalıdır
KOBİ’lerin rekabet güçleri kırılmamalıdır.
Sayın milletvekilleri, geçmiş hükümetler, özelleştirme uygulamalarıyla,
özelleştirme kapsamına aldıkları kuruluşlarla, kamuoyunun desteğini
kazanamamışlardır; çünkü, 4046 sayılı Özelleştirme Yasasındaki
temel iki ilkeye uyulmamıştır. Temel ilkelerden birincisine göre,
Hazineye yük olmayan KİT’ler korunacaktı; ikincisinde ise,
özelleştirmeyle, kuruluşlara verimlilik kazandırılacaktı.
Uygulamalar, ne yazık ki, sıralanan bu hedeflerle bağdaşmamaktadır.
Özelleştirilen işletmelerde verimlilik kaybolmuştur; hatta, bazıları,
üretimden çekilmişlerdir. Bu işletmelerde çalışanlar, iş güvenliklerini,
işlerini kaybetmişlerdir. Çimento, Sümerbank, ORÜS, SEK, canlı
örneklerdir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Demokratik Sol Parti olarak,
Hükümete, KİT’lere bakış açılarını gözden geçirmelerini öneriyoruz.
Parti olarak, özelleştirmeye karşı olmamakla beraber, öncelikle,
KİT’lerin özelleştirilmesi yerine özerkleştirilmelerine, teknolojilerini
yenilemelerine, nitelikli personelle takviye edilmelerine, serbest piyasada
rekabet edebilmeleri ve düzenleyici rol almalarına destek olunmalıdır
diyoruz. (DSP sıralarından alkışlar) Bu yönde, Sanayi ve Ticaret
Bakanlığı bütçesinin görüşülmesi sırasında Bakan Sayın Erez’in
KİT’lere yaklaşımı sevindiricidir; bunun, tüm Bakanlar Kurulu
üyelerince de benimsenmesini diliyoruz.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türk üreticisi, çiftçisi, onbeş yıldır
hüsran içindedir. Kalkınmanın sanayileşmeden geçtiği bilinir; ancak,
tarım ihmal edilerek bir yere gidilemeyeceğini de unutmamak gerekir.
Bugün, dünyanın kalkınmış, sanayide ileri gitmiş hangi ülkesine
bakarsanız, tarımda da ileri gittiğini görürsünüz.
Üzerinde konuştuğumuz 1996 yılı bütçe tasarısı, nüfusumuzun yüzde
40’ını oluşturan köylümüze, çiftçimize umut vermemektedir. Bu
bütçedeki 38 trilyonluk, yaklaşık yüzde 1’lik destekler, gübre, ilaç,
tohumluk gibi girdilerin sübvansiyonlarına yetmeyecektir.
Bilindiği gibi, 5 Nisan 1994 kararlarıyla, şeker, tütün ve hububat
dışında tüm ürünler destekleme kapsamından çıkarılmıştır. Son iki
yıldır verilen fiyatlar ve güdülen politikalar başarısız olmuştur. Şekerde
geçen yılki 300 bin ton açık, bu yıl 600 bin tona çıkacaktır.
Şekerpancarına erken fiyat ilanı yerindedir; ancak, fiyatın 4 400 değil, 5
000 TL olması gerekliydi. Aynı şekilde, bitkisel yağ açığı bu yıl 500
bin tonu bulacaktır. Hububatta, özellikle buğdaydaki üretim düşüşü
ciddî boyuttadır. Toprak Mahsulleri Ofisi, silolarının üzerinde yazan
“Çiftçinin Dostu” olmaktan çıkarılmıştır.
Geleneksel ve kültürel ürünlerimizden tiftik, yaş koza tarihe
gömülmektedir. Yaş üzüm, çekirdeksiz kuru üzüm, incir, kayısı,
antepfıstığı, zeytin, zeytinyağı üreticileri endişelidir. Fındık üreticisi,
söz veren devletini aramaktadır. Pamuk üreticisi, ihracatta kendisine
konan kota ve fonlara karşı ithalattaki serbestlik nedeniyle şikâyetçidir.
Tütün üreticisi ise, devletin değil, tüccarın, özel sektörün
düzenlemelerine bel bağlamıştır.
Hayvancılığımız tam bir bunalım yaşamaktadır. Son zamanlarda
ortaya çıkan “delidana” telaşı tam bir darbe olmuştur. Pazar güvencesi
yaratılamadığı takdirde, ithal edilen damızlıkların ve süt ineklerinin de
akıbeti kasaplık olacak, trilyonluk kredi destekleri boşa gidecektir.
Batı’nın tarıma yönelik desteklemeleri engelleyen önerilerini
sahiplenmekten, onlara özenti göstermekten vazgeçmeliyiz.
Sayın milletvekilleri, gerek üreticinin gerekse Türk tarımının esenliği
için, Demokratik Sol Parti olarak yıllardır ısrarla önerdiğimiz köy-kent
projesini hükümetlerin değerlendirmelerine sunuyoruz; uygulamaya
koymalarını diliyoruz. Köy-kentlerle köyler toplulaşırken, ekonomik
güçlerini bir araya getirecekler ve ihtiyaçlarını tek elden karşılayan bir
servise de kavuşacaklardır. Köy-kentler, köylümüzü köylülükten
kurtaracak, onları birer üretici yapacaktır. Köy-kentlerin ve üreticilerin
bölgesel ve yöresel olarak, ekonomiye, istihdama ve göçlere karşı
olumlu yönde gelişmeler getireceğine inancımız tamdır. Bizi, bu
konuda, en çok Anadolu köylülerinin anladığını biliyoruz.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; bu bütçe müzakereleriyle görüldü
ki, ulusal sağlık politikası da yoktur. Sayın Sağlık Bakanının, sağlıkla
ilgili kesimlerin ve ilgili meslek örgütlerinin görüşlerini de alarak, bir an
önce, ulusal sağlık politikasını oluşturmasını bekliyoruz.
Geçim zorluğu çeken insanlarımız için verilen yeşilkart olumludur;
ancak, bu kartlardan yararlananların, hastanelerde hak arar olmaktan
kurtarılmaları gerekir.
Ülkemizin birçok yerinde doktor, birçok hastanesinde uzman hekim
yoktur. Doktorların yüzde 50’si, üç büyük kentimizde toplanmıştır.
Devlet ve SSK hastanelerinde yeni bir organizasyonla, bu yığılma,
dengeli bir şekilde yurdun belirli bölgelerindeki hastanelere
kaydırılmalı; halkımıza, yerinde tedavi ve sağlık hizmetleri
verilmelidir.
Bütçede sağlığa ayrılan paylar yetersizdir. Öyle görünüyor ki,
özelleştirmenin cazibesi sağlığı da etkilemekte ve sosyal devlet ilkesi
terk edilmektedir.
Sayın milletvekilleri, Yüce Önder Atatürk’ün “Hayatta en hakikî mürşit
ilimdir” sözü her dönemde önemini korumaktadır. Ülkemizi aydınlığa
götüren öğretmenlerimize ve eğitime ne kadar fazla ödenek ayırsak
haklarıdır; çünkü, bu yönde yapılacak yatırımlar, gençliğimize ve
geleceğimize yatırım olacaktır.
Hükümet Programındaki zorunlu eğitimin 8 yıla çıkarılması projesi
yerindedir; ancak, bu projede Sayın Başbakanın açıklamalarından
ayrıldığımız nokta, bu 8 yıllık eğitimde de öğrencilerin yönlendirilmek
istenmesidir. Bu, yanlıştır; eğitim birliğine aykırıdır. Bugüne kadar
uygulanan bölünmüş eğitim sisteminin ağır faturasını gençlerimiz
ödemektedir. Eğer, 8 yıllık tek programlı eğitimi gerçekleştirebilirsek,
bundan, en başta kızlarımız yararlanacaktır. Kızlarımıza verilecek 8
yıllık eğitim, ekonomimize, sosyal ve siyasal hayatımıza büyük bir güç
katacaktır. Hükümetimizden, 1997 yılında bu projeyi uygulayamaya
koyacak bir bütçeyle gelmesini diliyoruz.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yetmiş yıldır, Atatürk’ün dış
politikaya yönelik “yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi, tüm
hükümetlerimizin titizlikle uyguladığı ilke olmuştur. Bizim bu
duyarlılığımıza rağmen, komşu ülkelerle ilişkilerimiz, ne yazık ki,
sorunlarla doludur. Nedenleri farklı da olsa, çoğunlukla demokratik
rejime sahip olmayan güney ve doğu komşularımız, İslamı
demokrasiyle, çağdaşlıkla ve laikle bağdaştıran Türkiyemize karşı her
fırsatta hasmane bir tutum sergilemektedirler. Türkiye’nin rejimini
sarsmak için, köktenci veya bağnaz dinsel akımları, PKK terör örgütünü,
açıktan veya dolaylı, desteklemektedirler. Bu konuda, İran’ın,
Suriye’nin, hatta Irak’ın tutumunu anlamak zor değildir. Anlaşılması
zor olan, ABD’nin ve bazı Batılı ülkelerin tutumudur.
Irak’ın Kuveyt’i işgal etme girişiminden sonra, Kuzey Irak’ta ABD’nin
müdahalesiyle oluşan tampon bölge, Türkiye’nin bütünlüğü için tehlike
olmaya başlamıştır. Bu yaklaşım, bölgede otorite boşluğuna neden
olmuş ve PKK terör örgütünün Türkiye’ye sızmasına yol açmıştır.
BAŞKAN – Sayın Şahin, sürenizin bitimine 2 dakika kaldı.
METİN ŞAHİN (Devamla) – Teşekkür ederim.
Adı “Huzur Harekâtı” olan bu plan, bölgeye huzur değil, huzursuzluk
getirmiştir. Artık bundan böyle, Türkiye, bu bölgedeki tavrını
netleştirmeli ve ülkemize zararlı sonuçlar getiren mevcut yapıya son
vermelidir.
Görüşmekte olduğumuz 1996 yılı bütçesi, bir icraat bütçesi değildir.
Zaten, Hükümetin, önündeki sekiz ayda icraat yapmaya yönelik gücü de
yoktur; bütçeden anlaşıldığı gibi, parası da yoktur. Öyleyse, bütçeye
bağlı olmadan da bazı önemli kararları alabilmeli ve bunları
uygulamaya koyabilmelidir. Örneğin, devletin yeniden yapılanması için:
Başbakanlıktan başlayarak taşra kuruluşlarına kadar, verimliliği
sağlayacak idarî ve hukukî düzenlemeler yapılmalıdır.
Kamu çalışanlarının örgütlenme ve hak arayışlarının önündeki hukukî
engeller kaldırılmalıdır.
Yüksek Denetleme Kurulu, özerkleştirilerek Başbakanlıktan alınmalı,
Türkiye Büyük Millet Meclisine bağlanmalıdır.
Deneyimli, uzman, dürüst ve namuslu bürokrat ve teknokratlar, partizan
anlayışlar ve hukukdışı muamele ve tayinlerle mağdur edilmemelidir.
İçgüvenlikten sorumlu güvenlik güçlerimizce, toplumsal olaylarda,
gençlerimize, öğretmenlerimize, kamu çalışanlarımıza karşı, kaba
kuvvet kullanmadan, yansız, hoşgörülü bir yaklaşım sergilenmelidir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yarın, Yüce Atatürk’ün “en büyük
eserim” dediği Büyük Millet Meclisinin kuruluşunun 76 ncı
yıldönümüdür. Yüce Atatürk ve arkadaşları, Anadolu’nun dört bir
yanından gelen halkımızın temsilcileri, bundan 76 yıl önce, bu Yüce
Parlamento çatısı altında toplanarak...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
METİN ŞAHİN (Devamla) – Bir dakikada bitireceğim Sayın
Başkanım.
BAŞKAN – Buyurun efendim.
METİN ŞAHİN (Devamla) – ...laik, demokratik Türkiye
Cumhuriyetinin temelini atmışlar, tüm zorluklara rağmen, emperyalist
güçlere karşı Ulusal Kurtuluş Savaşını kazanmışlar ve ülkenin her
türlü sorununun çözüm yeri olarak Parlamentoyu seçmişlerdir.
Dün Sayın Soysal’ın söylediği gibi, parlamentolar, ilericiliğin,
gelişmenin, yeniliğin temsilcisidir. Parlamentolara, durağanlık, hele
tutuculuk yakışmaz; böyle bir tutum sergilemeleri de beklenmez.
Türkiye Büyük Millet Meclisinin, ülkemizin çağdaş uygarlık düzeyine
ulaşmada halkımızla birlikte görev yaptığına inancımız tamdır.
Bugünlere gelmemizde, Türkiye’nin laik, demokrat devlet yapısıyla
uluslar camiasında saygın bir yer almasında önderlik eden, başta
Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, tüm parlamenterlerimizi,
Demokratik Sol Parti olarak, saygı ve minnetle anıyoruz. 23 Nisan
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, sevgili çocuklarımıza kutlu olsun.
Ayrıca, bu hafta sonu, sevinçle karşılayacağımız Kurban
Bayramımızın tüm ulusumuza kutlu olmasını diliyorum.
1996 malî yılı bütçesinin, ulusumuza, ülkemize yararlı olmasını
dileyerek; hepinize saygılar sunuyorum. (DSP ve ANAP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Demokratik Sol Parti Grubu adına konuşan Sayın Metin
Şahin’e teşekkür ediyorum.
Demokratik Sol Parti Grubunun ikinci sözcüsü, Ankara Milletvekili
Sayın Gökhan Çapoğlu; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
Konuşma süreniz 22 dakikadır.
DSP GRUBU ADINA GÖKHAN ÇAPOĞLU (Ankara) – Teşekkür
ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1996 yılı konsolide bütçe
tasarısının tümü üzerinde Demokratik Sol Parti adına söz almış
bulunuyorum; Partim ve şahsım adına sizleri saygılarımla selamlarım.
Bütçeler, siyasî iktidarların programlarını somutlaştırdıkları
belgelerdir, yapacaklarının bilançosudur. 1996 yılı konsolide bütçe
tasarısı da, ANAP-DYP Koalisyonu tercihlerini ve ülke yönetimine
yaklaşım anlayışlarını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Tabiî,
bunu, biraz daha da genişletmek gerekiyor. Eğer, 24 Aralık 1995
seçimleri olmasaydı, bu bütçe, DYP-CHP Hükümeti tarafından
uygulanacaktı. Sayın Baykal’ın yaptığı eleştirilerin hepsi yerindedir;
ama, seçim olmasaydı, bu, kendilerinin uygulayacağı bütçeydi. (DSP ve
ANAP sıralarından alkışlar)
Ben, ANAP-DYP Koalisyonuyla DYP-CHP Koalisyonu ve DSP’nin
tercihlerini, ülke yönetimine yaklaşımlarındaki farklılıkları ortaya
koyarak, aslında, ülke sorunlarını çözmenin mümkün olduğunu,
ağırlaşan koşulların ülkenin kaderi olmadığını, örnekleriyle
açıklamaya çalışacağım. İlk önce, bütçe rakamlarını açıklamak
isterim: Biliyorsunuz, bütçe büyüklüğü; giderler 3,5 katrilyon, gelirler
2,65 katrilyon, açık 861 trilyondur.
Şimdi, DYP-CHP Hükümeti tarafından uygulanacak olsaydı, ilk
sunulmuş haliyle, o bütçede kur 62 800 lira ve açık 400 trilyon liraydı.
O kur, ocak ayının ilk iki haftasında aşıldı. Sayın Maliye Bakanının,
Plan ve Bütçe Komisyonuna sunuşunda belirttiği gibi, açık da ilk dört
ayda aşılacaktır. İşte, eleştirilen bütçe budur ve ondan sonra
geliştirilmiştir. Oradaki rakamların, 75 bin lira kur ortalamasının, yüzde
65 enflasyonun, 861 trilyon lira açığın, biz, aşılacağını bekliyoruz.
Şimdi, ana tercihlere gelelim; bakın, tercihler neler: Bütçeden, eğitime
yüzde 12; sağlığa yüzde 3,3; adalet ve emniyet hizmetlerine yüzde 3,8;
personel giderlerine yüzde 25,9; yatırım harcamalarına yüzde 6,9
ayrılırken, faiz ödemelerine yüzde 36,9 pay ayrılmış. Aslında, bu
bütçe, tercihleri bakımından, 1995 yılı bütçesinden o kadar farklı
değildir. O açıdan, biraz sonraki eleştirilerim, hem ANAP-DYP
koalisyonunun tercihlerine hem de DYP-CHP koalisyonunun tercihlerine
olacaktır. (DSP sıralarından alkışlar)
Bakın, buradaki en büyük kalem, yaklaşık 1,3 katrilyonla, faiz
ödemeleridir ve Hükümetin kontrol altında tutamayacağı tek kalem de
faiz ödemeleridir; Sayın Maliye Bakanı da bunu açık bir şekilde
belirtmiştir. Şimdi, bütçe içerisinde, faiz ödemeleri, neden o kadar
yüksek bir pay almakta; faiz ödemelerinin bütçe içerisindeki
yüksekliğinin nedeni, devletin borçlanmasında, reel faizlerin çok yüksek
olmasından dolayıdır. Eğer, hükümet programları, istikrara yönelik
değilse, bütçe açığını kapatma yönünde inandırıcı değilse, piyasalar,
enflasyonun çok üzerinde bir nominal faiz talep edeceklerdir ve bugün
olduğu gibi, faiz reel olarak yüzde 40’larda olacaktır. Amerika Birleşik
Devletlerinde, Avrupa’da, geçen sene reel faiz yüzde 4’ü geçmemiştir.
Şimdi, 1995 yılında, devletin, ortalama borçlanma maliyeti yüzde 122,7
olmuş, enflasyon 64,9 olarak gerçekleşmiş; yani, reel faiz, 1995 yılında
yüzde 35 olmuştur. Bunu, bırakın Türkiye, Amerikası da, Almanyası
da, Japonyası da kaldıramaz; bunu açık bir şekilde ortaya koymak
gerekiyor.
Şimdi, bu sene, bütçe açıkları artacağı için, reel faizlerin de artacağını
beklemek normaldir; yani, yüzde 40 civarında gerçekleşecektir. Bugüne
kadar, ocak başından nisan ortasına kadar, borçlanmada, devletin,
ortalama borçlanma faiz haddi yüzde 158,5 olmuştur. Şimdi, onu
bırakacağım; çünkü, faizlerde bir düşme var; yüzde 240’la başladık
yıla, mart ortasında, mart başındaki borçlanmada bir ara yüzde 112’ye
düştü; ama, ondan sonra, mart sonunda, tekrar yüzde 144’e çıktı.
Ortalama yüzde 130’la borçlansın Hükümet; eğer, Hükümetin dediği gibi
enflasyon yüzde 65 olursa, o zaman reel faizler yüzde 40 olacak; ama,
eğer, kamu inandırıcı olabilseydi, bütçe açıklarını kapatabilseydi ve
Hükümet, yüzde 9 reel faizle -bırakın yüzde 4 veya yüzde 5’i,
yabancıların, gelişmiş ülkelerin yaptığı gibi- borçlanmış olsaydı,
sadece, bütçe faiz ödemelerinden, asgarî bir hesaplamayla, 500 trilyonun
çok üstünde bir tasarruf sağlayabilecekti. İşte, Demokratik Sol Partinin
farkı burada yatmaktadır. (DSP sıralarından alkışlar)
Demokratik Sol Parti, ciddiyet ve sorumluluk anlayışı içerisinde
uygulayacağı programla, halkımıza ve piyasalara güven verecek; reel
faizin, kendiliğinden, piyasa koşulları içerisinde düşmesini
sağlayabilecek ve bu sağladığı tasarrufu, eğitim, sağlık, adelet
sistemlerinin iyileştirilmesine; yeni iş sahası açacak yatırımlara;
gençlere, emeklilere, memura, işçiye, çiftçiye, yani yeniden bozduğunuz
gelir dağılımını düzeltmeye ve üretken alanlara yatırmayı tercih
edecekti. (DSP sıralarından alkışlar)
Beni sakın yanlış anlamayın; biz, 1993 sonbaharındaki ve daha önceki
yönetimlerde olduğu gibi, faizlere müdahale edilsin demiyoruz. Faizlere
müdahale etmeye başladığınız zaman, 1994’te olduğu gibi, kriz
yaratırsınız, ekonomiyi büyük ölçüde geriletirsiniz ve yüzde 400’ler gibi
muazzam faizle borçlanarak yeni saadet zincirleri yaratırsınız... Bizim
burada söylediğimiz, kadromuzun ve programımızın inandırıcı
olmasıdır.
DSP olarak biz, bu Hükümetten neleri farklı yapabilirdik,
yaklaşımlarımız nasıl farklı olurdu; onları kronolojik olarak
açıklamaya çalışacağım. 3 Mart 1996 tarihli Hükümet Protokolünde
“Bütçe kanunundan önce çıkarılması gereken kanun tasarıları: Meclis
İçtüzüğü, ÖTV, Telekom, SSK ve Bağ-Kur, Tarım Satış Kooperatifleri
Birlikleri, Bankalar, Sermaye Piyasası ve Sigorta, Gümrük ve Gümrük
Müsteşarlığı Teşkilatı yasalarında değişiklik yapılması ve Ekonomik
ve Sosyal Konseyin Kurulması Hakkında Kanun Tasarısı” deniliyor.
Tabiî, bizim tercihimiz, ilk önce, Anayasaya uyum yasalarından
başlanılmasıydı; ama, onu bir kenara bırakalım, bakın, bu yasaların
hiçbirisi çıkarılmamıştır; çıkarılmadığı gibi, bunların 7 tanesinin, ilk
önce Plan ve Bütçe Komisyonunda müzakere edilmesi gerekirdi; Plan ve
Bütçe Komisyonuna dahi gelmemiştir. Yani, Hükümet kurulduğu zaman,
Hükümet Protokolü imzalandığı zaman, kurulacak hükümetin
inandırıcılığına darbe gelmiştir.
Sonra hükümet kurulmuştur. Tabiî kurulan hükümetin, ülke sorunlarına
cevap verecek şekilde ve yapıda kurulmasını beklemek hakkımızdır;
fakat, Hükümet -parti içi dengeleri ve koalisyon hesapları yüzünden-
Başbakan dahil 34 bakanlıkla kurulmuştur. Plan ve Bütçe Komisyonu
çalışmaları sırasında açıkça ortaya çıkmıştır ki, devletin,
hükümetlerin, kişilere bakanlık dağıtarak soktukları dağınıklıktan bir
an önce çıkarılması gerekiyor. Devlet hizmetlerinde verimliliği
sağlamak, başka türlü mümkün olmayacak ama, ne yazık ki bu Hükümet
34 bakanlıkla kurulmuştur.
Düşünün; bu Hükümet 34 bakanlık yerine, 24 bakanlıkla kurulmuş olsa
ve devletteki dağınıklığı toplayıp, bir işlevsel bütünlük kazanmış
olsaydı, o zaman hepimiz “demek ki bunlar ciddîler, bunlar ülke
sorunlarına ciddi bir şekilde yaklaşıyorlar, ülke sorunlarını, parti içi
dengelerin ve koalisyon hesaplarının üzerinde tutabiliyorlar”
diyebilecektik. Aslında bizim iktidar hazırlığımız, devlette israfı
azaltacak, hizmette verimliliği artıracak işlevsel bütünlüğe çok büyük
önem vermektedir.
Değerli milletvekilleri “Bu, böyle gelmiş böyle gider” anlayışı artık
devam edemez. Bunun böyle geldiği ama böyle gidemeyeceği, açık bir
şekilde ortada; ekonomi kötü durumda, toplum büyük bir yılgınlık
içerisinde.
Hükümet bütçeyi hazırlarken, acil bütün ihtiyaçlar dışında kalan
harcamaları, belirli oranda azaltsaydı, bunun, piyasalar üzerindeki
olumlu psikolojik etkisi, yaptıkları indirimden çok daha fazla olacaktı.
Nitekim, Demokratik Sol Parti olarak biz, Plan ve Bütçe
Komisyonundaki çalışmaların başında, böyle bir öneride bulunduk,
ancak muhatap bulamadık.
Hükümet halihazırda süren, 4 239 adet yatırım projesinden, öncelikli
olanları seçerek ve bu yıl içinde bitirmeye çalışarak, ülke ekonomisini,
yıllardır devam eden büyük bir israftan kurtarabilirdi. Devlet Planlama
Teşkilatı verilerine göre, projelerin bitme süresi, öngörülenden ortalama
iki katına ulaşmakta ve maliyetler de buna göre iki katından fazla
olmaktadır.
Gelir hanesine bakınca, Hükümetin vergi reformu yapma gereği
ortadadır. Ancak Hükümet, vergi reformu yapmak yerine, devlet
kağıtları gelirlerinin, 1 Ocak 1997 tarihinden itibaren vergilendirilmesini
içeren hükmü -Sayın Maliye Bakanının dün belirttiği gibi- erteleme
tartışmasına girmiştir; bu, sadece Hükümetin inandırıcılığını değil,
devlet ciddiyetini de zedeleyen bir davranıştır. Türkiye’de bütün gelirler
vergi kapsamına alınmalıdır; vergi kapsamına alınması daha önce
yasalaşmış bir gelir türünü, vergi dışına çıkarma çabası, vergi adaleti
ve kayıt dışı ekonomiyi kapsam içerisine alma ve devlet ciddiyetiyle
bağdaşmaz. Bunun, “faizler artar” gibi ekonomik gerekçesi de doğru
değildir. Devlet, ne zaman ki, borç almak yerine vergi almakta kararlı
olduğunu gösterirse, faizler kendiliğinden düşecektir.
Sosyal güvenlik sistemimiz, geçmiş hükümetlerin sorumsuz
uygulamaları sonucu, 1996 yılında 300 trilyon lira açık verecek duruma
gelmiştir. Sosyal güvenlik sisteminin içerisinde bulunduğu bunalımdan
çıkması için, son iki ay içerisinde, çözüm yolunda çok önemli
girişimlerde bulunulabilirdi; bunların en önemlisi, işçi ve memur
sendikalarını, işverenleri, emeklileri bir araya getirerek, toplumsal
uzlaşma sağlanabilirdi; ancak, Hükümet, toplumsal uzlaşmayı bir yasa
olarak görmektedir. Gerçi, DYP-CHP Hükümeti, ekonomik sosyal
konseyi kullanmıştır; ama, bir defa kullanmıştır, o da, işçilere baskı
yapmak için kullanmıştır. (DSP sıralarından alkışlar)
Ekonomik sosyal konsey, bir yasanın adı olmamalıdır. Ekonomik
sosyal konsey, toplumsal uzlaşma anlayışının en önemli araçlarından
biridir ve ülke sorunlarının çözümü, toplumsal uzlaşma olmadan
sağlanamaz. İşte, bu anlayışladır ki, biz, ANAP-DYP Azınlık
Koalisyonunun kuruluşuna destek verdik. Demokratik Sol Parti olarak
biz, ülkemizde demokratik uzlaşma kültürünün yerleşmesini gerekli
görüyoruz ve bunu gerçekleştirmek için elimizden geleni yapıyoruz. Bizi
anlamak istemeyenler veya yanlış anlayanlar, demokratik uzlaşma
kültüründen nasibini almamış olanlardır. (DSP ve ANAP sıralarından
alkışlar) Bu kişilerin bilmesi gerekir ki, toplumsal uzlaşma sağlanmadan
ülkemizin sorunlarını çözmek ve demokrasimizi geliştirmek mümkün
değildir.
ANAP, DYP ve CHP ile Demokratik Sol Partinin anlayış farklılıkları,
diğer konularda da ortaya çıkmaktadır; buna, bu Hükümetin, 1996 Malî
Yılı Bütçe Kanunu Tasarısına eklediği 29 uncu madde örnek
gösterilebilir. Bizim uyarılarımız doğrultusunda Hükümetin Anayasaya
aykırılığı düzeltecek girişimlerde bulunmasını memnuniyetle
karşıladık; ancak -Sayın Baykal çok haklılar- Anayasaya aykırı bazı
maddelere fazla bir şey diyemedik. Fazla bir şey diyemedik; çünkü,
Hükümete dedik ki, “çıkaralım bundan” o kadar fazlaydı ki, karşı
çıksaydık, bütçe diye bir şey kalmayacaktı; çünkü, 1995 yılı bütçesinin
Anayasaya aykırı olan, iptal edilen maddeleri perşembe günü
yayımlandı; 87 sayfa tutuyor. (DSP sıralarından alkışlar) Sizin, bilfiil
uygulamacısı olduğunuz bütçenin 4, 6, 12, 14, 15, 32, 41, 47, 48, 49, 50,
62, 65, 67, 72 nci maddeleri Anayasaya aykırıydı. (DSP sıralarından
alkışlar)
ÖNDER SAV (ANKARA) – Siz ne yaptınız burada, onun hesabını
verin; kaçtınız buradan.
GÖKHAN ÇAPOĞLU (Devamla) – Biz, Anayasaya aykırılığı, ülke
sorunu içinde düzeltmeye çalıştık; ancak, 29 uncu maddenin özü
değişmedi. 29 uncu madde, merkez sağ partiler, CHP ve Demokratik Sol
Parti arasında özelleştirme, piyasa ekonomisi ve devlet yönetimi
konusunda farklılıkları açık bir şekilde göstermektedir. Sayın Bakan,
demiştir ki “29 uncu maddeyi, biz, bugün uygulamaya koymuyoruz”
ama, 1994’ten beri uygulanmaktadır -yanılmıyorum değil mi Sayın
Bakan? - ve o madde demektedir ki “devlet, Türk Telekom A.Ş’nin gayri
safî hâsılasının yüzde 10’una ve TEDAŞ’ın da yüzde 8’ine el
koyacaktır”
Şimdi, bu maddeleri tek tek ele alalım: Hükümet, bir yandan Türk
Telekom’un yüzde 49’unu özelleştireceğini söylüyor, öbür yandan da
gayri safî hâsılasının yüzde 10’una el koyuyor. Bakınız, ANAP ve
DYP içerisinde işadamı olan birçok milletvekili var, onlara sormak
istiyorum, siz, gayri safi hâsılasının -kârına da değil; çünkü,
biliyorsunuz kâr gayri safî hâsılayla gider arasında farktır- yüzde
10’una el konulan bir şirketi satın almak ister misiniz?..
ALİ COŞKUN (istanbul) – Almayız...
GÖKHAN ÇAPOĞLU (Devamla) – Almazsınız...
Veya satın alırsanız, çok ucuz fiyata alırsınız. İşte bu örnek,
Hükümetin, özelleştirme konusunda bir mirasyedi gibi, sadece gelir elde
etme kaygısı taşıdığını göstermektedir. Eğer, Türk Telekom verimli
değilse, hizmetinde aksaklıklar varsa, o zaman, gelirlerini bu alana
yatırın ki, Türk Telekom kendini yenileyebilsin.
Hem Hükümet Programı hem de bütçe, özelleştirmeye son on yıldır
egemen olan bağnaz yaklaşımı sürdürmeye devam etmektedir.
Özelleştirme, eğer rekabeti, verimliliği arttırıyorsa, siyasî talan ve
yağmaya son veriyorsa yararlı olur; ama, özelleştirmenin kendisi talan ve
yağma konusu olursa, özel tekeller ve haksız kazanç sağlıyorsa, zarar
verir.
1985 yılından beri sürdürülen propagandaya rağmen, 31 Aralık 1995
tarihi itibariyle, özelleştirmeden sadece 2,6 milyar dolarlık gelir
sağlanmıştır; ama, Aktaş’larda, ÇEAŞ’larda yapılan vurgunların
yanında, örnek gösterilen çimento fabrikalarında bile bölgesel tekeller
yaratılmış, haksız kazançlar elde edilmiştir.
Demokratik Sol Parti, mülkiyetin değil, rekabetin ve verimliliğin önemli
olduğu inancındadır ve özelleştirmenin, verimlilik ve rekabet artışı
sağlamak, mülkiyeti tabana yaymak için yapılmasından yanadır;
özelleştirme adı altında yapılan talana da, yağmalamaya da karşıdır.
(DSP sıralarından alkışlar)
29 uncu maddeyle ilgili olarak, onun gösterdiği, ortaya koyduğu bir
anlayış farkıysa, piyasa ekonomisi anlayışı farkıdır. ANAP ve DYP,
bu maddeyle görüldüğü üzere -bırakın özel sektörü, devletin bile keyfî
hareket ettiği- istediği zaman salma salabildiği, güçlünün sözü geçtiği
serbest piyasa ekonomisinden yanadır.
Demokratik Sol Parti, devlet dahil, herkesin kurallara uyduğu, verimlilik
ve üretkenliğin ve rekabetin önplana çıktığı, sosyal devletin işlevlerini
yerine getirdiği rekabetçi piyasa ekonomisinden yanadır.
29 uncu maddenin ortaya çıkardığı diğer bir konu ise, devlet
anlayışındaki farklılığı göstermektedir. ANAP ve DYP Hükümeti,
geçmiş hükümetlerin Anayasaya ve en temel ticaret yasalarına aykırı
uygulamalarını devam ettirmekte bir sakınca görmemişlerdir. Bu keyfî
devlet yönetim anlayışı, tabiî, insan hakları dahil, diğer konularda da
kendini göstermektedir.
Demokratik Sol Parti, Türkiye’de, hukuk devletinin yerleştirilmesinin,
insan haklarını güvence altına almak, demokrasiyi geliştirmek ve
ekonomik sistemin düzenli çalışmasını sağlamak için gerekli olduğu
inancındadır; her türlü keyfîliğe karşıdır, bu keyfîliklerin yarattığı
belirsizliğin ekonomik ve toplumsal maliyetinin çok yüksek olduğu
görüşündedir.
Görüldüğü üzere, Türkiye, sorunları çözülebilecek niteliktedir. Bugün
tartıştığımız 1996 yılı bütçesinin tercihleri, ANAP-DYP Hükümetinin
tercihleridir; faiz yükünün yüksekliği ise, bu partilerin yönetim
zaaflarından dolayıdır.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Destek verecek misiniz?..
GÖKHAN ÇAPOĞLU (Devamla) – Demokratik Sol Parti, ülkemizde,
israfı ve yolsuzluğu önleyecek, hukuk devletini yerleştirecek, rekabetçi
piyasa ekonomisini geliştirecek, devlet yapısını içinde bulunduğu
dağınıklıktan kurtaracak, toplumsal uzlaşmayı gerçekleştirecek anlayış
ve kadrolara sahiptir.
BAŞKAN – Sayın Çapoğlu, 2 dakikalık süreniz kaldı.
GÖKHAN ÇAPOĞLU (Devamla) – Bizim ekonomik hedeflerimiz, daha
fazla üretim, daha fazla iş, daha fazla rekabet, daha fazla verimlilik ve
artan verimliliğin adaletli paylaşımıdır.
Demokratik Sol Parti, güneydoğu sorunundan Huzur Harekâtına kadar,
bütün konulardaki girişimciliğe öncülük etmekte ve Türkiye’ye sahip
çıkmaktadır. Türkiye’nin en önemli sorunlarından olan güneydoğuda,
terörün belini kırarken, halkın gönlünü kırmayın diyoruz. Önemli olan,
Güneydoğu Bölgemizde ekonomik ve toplumsal gelişmeyi sağlamaktır.
Bunun için de, bölgenin aşiret yapısını güçlendiren değil, aşan
çözümler ve işsizliği, evsizliği azaltan yatırımlar önplana
çıkarılmalıdır.
Türkiye’de, 1980’lerden beri, toplumsal değerlerin hızla yozlaşmasına
şahit olmaktayız. Yapanın, yaptığının yanına kâr kaldığı, çalarsan
daha büyük çal anlayışı, Türkiye’de, topluma egemen olmaya
başlamıştır. Türkiye’de, toplumsal değerlerin yozlaşmasını önleyecek,
yolsuzluklar dengesine çomak sokacak tek parti, Demokratik Sol Partidir.
(DSP sıralarından alkışlar)
Demokratik Sol Parti, izlediği politikalarla, ürettiği çözümlerle,
Türkiye’ye sahip çıktığı için, halkımız, giderek artan bir şekilde,
Demokratik Sol Partiye sahip çıkmaktadır. Bizim özlemimiz, yakın bir
gelecekte tek başına iktidara gelerek, Türkiye’nin yüksek potansiyelini
harekete geçirmek, Türkiye’de demokratik ve toplumsal gelişmeyi
hızlandırmak ve toplumsal adaleti sağlamaktır. (DSP sıralarından
alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Toparlayın efendim.
GÖKHAN ÇAPOĞLU (Devamla) – Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
1996 bütçesinin, ülkemize hayırlı olmasını diliyor, hepinize, Partim ve
şahsım adına saygılarımı sunuyorum. (DSP ve ANAP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Demokratik Sol Parti Grubu adına konuşan Ankara
Milletvekili Sayın Gökhan Çapoğlu’na teşekkür ediyorum.
Şimdi, Refah Partisi Grubu adına Genel Başkan, Konya Milletvekili
Sayın Necmettin Erbakan konuşacaklardır. (RP sıralarından ayakta
alkışlar)
Sayın Erbakan, konuşma süreniz 45 dakikadır.
OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) – Sayın Başkan, Sayın Genel
Başkanımın konuşması, sabahki çalışma süremizi aşacağı için,
muhtemeldir ki süre uzatımına gideceksiniz. Bu nedenle, bu hususu
şimdiden oylarsanız, konuşmayı da bölmemiş olursun efendim.
BAŞKAN – Uyarınız için teşekkür ederim Sayın Asiltürk.
Değerli arkadaşlarım, sayın sözcünün konuşmaları, çalışma süremizi
aşan bir süre olabilir; onun için, konuşma tamamlanıncaya kadar,
sürenin uzatılması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler...
Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Buyurun Sayın Erbakan.
RP GRUBU ADINA NECMETTİN ERBAKAN (Konya) – Muhterem
Başkan, Yüce Meclisin sayın üyeleri, Hükümetin sayın mensupları,
ülkemizin kıymetli evlatları; bugün 22 Nisan 1996, Türkiye Büyük
Millet Meclisinde, 1996 yılı bütçesinin son müzakerelerini yapıyoruz.
Bu bütçe hakkında Refah Partimiz Grubunun görüşlerini bir kere daha
arz etmek üzere huzurlarınızda bulunuyorum; sözlerime başlarken,
Refah Partimiz Grubu adına hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyor,
muhabbetle kucaklıyorum, bu müzakerelerin, bütün ülkemiz evlatlarına
ve ülkemize hayırlı olmasını bir kere daha diliyorum.
Çok aziz ve muhterem kardeşlerim, bundan önce, 17 Nisan günü
bütçemiz üzerinde konuşma yaparken, hatırlanacağı üzere, şu konuların
üzerinde durmuştum. Önce, bir defa, bütçenin hukukîliği açısından
meseleye baktığımız zaman, bütçe, Anayasanın pek çok maddelerine
aykırıdır. Bunları, geçen sefer 7 grupta topladım ve saydım; bir kere
daha, huzurlarınızı, bu bakımdan işgal edecek değilim.
Geçen sefer yapmış olduğum konuşmada, şunu belirtmeye çalıştım.
Biz, burada, 550 kardeşiz ve ülkemizin halkına hizmet için varız,
halkımızın refahı ve mutluluğu için de, huzuru için de, yemin etmiş
insanlarız; yemin etmiş olsak da olmasak da, zaten, bunu temin etmek,
hepimizin gayesidir. İşte, bu gayeyi yerine getirmek için, önümüze
getirilmiş olan bütçeye bir bakış yaptık. Gördük ki, 3,6 katrilyonluk
bütçe, üçte biri açık, üçte biri faiz, içerisinde, hiçbir yatırım yok. Bu
durum, âdeta, vücudunun üçte ikisi felçli bir kimsenin hizmet etmesine
benziyor. Geriye kalan üçte bir de, memur maaşını bile verebilecek
yapıda değil. Buna, devletin iflası derler, devletin batırılmış olması
derler; önce, bu gerçeği kabul etmek mecburiyetindeyiz; halbuki,
halkımız, bizden hizmet bekliyor, devletin görevlerini yapmasını
bekliyor.
Ülkemizde, bilindiği gibi, terör var; Güneydoğu Anadolumuzda, pek çok
kardeşimiz mağdur olmuştur. Ülkemizde işsizlik var; ülkemizde,
köylümüz, işçimiz, memurumuz, esnafımız, işadamlarımız,
emeklilerimiz, büyük müşküllerin, ıstırapların içindedir; bunlara, 65
milyon memleket evladına hizmet etmek mecburiyetindeyiz. Bendeniz,
geçen konuşmamda, bu insanlarımıza hizmet edebilmek için, ayrı ayrı,
bütçede, en az, daha hangi hizmetlerin karşılıklarının yer alması
gerektiğini belirttim ve ifade ettim ki, bu 47 milyar dolarlık bütçeye,
devletin halkımıza karşı hizmetlerini yapabilmesi için, en aşağı, 32
milyar dolar daha ilave etme mecburiyeti vardır. Bu 32 milyar doların
da, ne tesadüftür ki, ülkemizdeki, takriben 2 bin kişiyi toplayan bir
rantiyeci grubuna haksız olarak aktarıldığını, yine, kalem kalem ifade
ettim; bu rantiye zihniyetli yönetimlerin ortaya getirdikleri bir
hastalıktır. Eğer, reel ekonomiyi yürütecek zihniyetli bir yönetime
kavuşacak olursak, bu 32 milyar dolarlık haksız gelir, rantiyecilerin
verilmeyecek -onların 47 milyar dolarının 15 milyar doları haklı
kazanç telakki edilebilir- haksız olanlar, onlardan alınacak, halkımıza,
işçimize, köylümüze, memurumuza, esnafımıza verilecek; Türkiye’deki
bu yanlış gidişat düzelmiş olacaktır.
Bu bütçeyle, halkımızın hizmetlerinin görülmesi mümkün değildir.
Türkiye, yıllardan beri, aynı yanlış zihniyetlerden dolayı, diğer ülkelere
nazaran geri bıraktırılmıştır. Bir İspanya’nın bütçesi 180 milyar
dolardır; bir İtalya’nın bütçesi 520 milyar dolardır; Türkiye, 65 milyon
nüfusuyla, bu 47 milyar dolarlık bütçelerle yönetilemez. Bu gerçeği,
geçen sefer belirtmiş ve bunların düzeltilmesi için, temel çare 46
ruhudur -solcu kardeşlerimiz sonradan intikal etmek üzere, ilave edilmek
üzere; çünkü, biz, 65 milyonu kardeş biliyoruz- böylece, bütün ülkemizi
kucaklayacak bir zihniyetle, geliniz, Türkiyemizi kurtaralım, halkımızı
kurtaralım” demiştim. Bendenizin bu maruzatı arkasından, Sayın
Başbakan bu kürsüye geldiler ve söylediklerimin büyük kısmına iştirak
ettiklerini çeşitli cümlelerle ifade ettiler; ancak, iki nokta üzerinde
değişik fikir ifade ettiler. Bu noktalardan bir tanesi şuydu: “Efendim, siz,
gerçek bütçenin önemli birkısmının, Türkiye Büyük Millet Meclisinden
gizli tutulduğunu ifade ediyorsunuz, bir aysberk var diyorsunuz; halbuki,
hiçbir şey Meclisten gizli tutulmuyor. İşte Maliye Bakanımızın
açıklaması: Türkiye’nin şu kadar içborcu var, bu kadar dışborcu var. Bu
borçların şu kadarı orta vadeli, bu kadarı kısa vadelidir. Borçlar
muhasebesini ayrı olarak tutuyoruz, bunun sadece faizlerini bütçeye
koyuyoruz” demişlerdir.
Önce, çok kısaca, birkaç cümleyle, bu mütalaanın isabetli olmadığını
belirtmek istiyorum. Çünkü, bu borçlar için, herşeyden evvel, bu
Meclise, aynen diğer bütçe kitapları gibi bir kitabın getirilmesi gerekir.
Zira, dışborçlar, çeşitli zamanlarda çeşitli şartlarla alınmış. Meclisin,
bunları ne zaman, nasıl ödeyeceğini bilmesi gerekir. Bu, ülkenin
borcudur. Böyle bir kitap ortada yok. Geçen sefer söyledim, Sayın
Başbakan bu kitabı hazırlattıramaz, gerçek olarak. Neden; çünkü,
devletin kendisi de bu hesabı bilmiyor. Bilmediğini ben nereden
biliyorum; çünkü, Yüksek Denetleme Kurulu, Hazineyi inceledi; ne
gördü orada; birtakım paralar iki kere ödenmiş dışarıya, birtakım
paralar alınmış zannediliyor, alınmamış Devletin hali acıklıdır. Onun
için, Sayın Başbakanın dikkatini çekiyorum; bürokratların, biz bunları
biliyoruz demesine itimat etmesinler. Şu devlet, yukarıdan aşağıya,
kuruşu kuruşuna, ciddî bir şekilde kendisine sahip olsun. Ben bunu,
ayrıca, bizim belediyelerimizdeki eski yönetimlerden de, aynı şekilde
hareket ettikleri denemesiyle de biliyorum. Onlar da parayı aldık
zannediyorlarmış; halbuki, almamışlar. Sonradan yapılan incelemeyle
bunlar tespit edilmiştir. Maalesef, ülkemizin durumu budur.
Bakın, bütçenin bu Meclise getirilirken, 3,6 katrilyon lira olarak
getirilmesi doğru değil; çünkü, bütün bu borçların taksitlerinin hepsi,
birer giderdir ve bunları karşılamak için yapılacak olan yeni
borçlanmalar birer gelirdir. Bundan dolayıdır ki, siz, bu çizginin
üzerindeki kısmı buraya getirmekle yetinemezsiniz; bunun altında -
geçen sefer aysberk diye tarif ettiğim- 5,6 katrilyonluk iç ve dışborç
taksitleri var, bunlar için yapılacak yeni ödemeler var; 74 milyar dolarlık
kısmı da beraber getirmeniz lazım; yani, bütçeyi, buraya, 121 milyar
dolar olarak getirmeniz ve bunların, önümüzdeki yılda, hangi tarihte,
hangi şartlarla ödeneceği hususunda da Meclisten izin almanız lazım.
Halbuki, programınıza yazmışsınız “Biz, borçlanmaları, faizleri,
serbest piyasaya göre yapacağız...” Doların değerini de 7 tane özel banka
tespit ediyor. Bugün Merkez Bankası ilan ediyor; ama, o da, 7 bankanın
alış fiyatının ortalamasını alıyor. İşte o 7 tane bankanın arkasında,
bir lordlar meclisi var, bir rantiyeciler meclisi var. (RP sıralarından
alkışlar) Dolayısıyla, doların değerini onlar tespit ediyor; devlet, hangi
tarihte ne kadar borç alacak, hangi faizle borç alacak, onlar tespit ediyor.
Halbuki, bunu, bu Yüce Meclisin tespit etmesi lazım. Bu sebepten
dolayıdır ki, asıl katrilyonları ihtiva eden borç ödeme, yani,
rantiyecilere ait olan bütçe Meclise getirilmemektedir. “Şu kadar
borcumuz var, bu kadarı kısa, bu kadarı orta vadeli” demek yetmez. O
borçları bu sene nasıl ödeyeceksiniz? Hangi tarihte, ne kadar faizle, ne
kadar borç alacaksınız? Alacağınız borcun vadesi ne olacak?
Muhasebenin en önemli kısmı bu, bütçenin en önemli kısmı bu; bu
hususda Meclisin hiçbir haberi, malumatı yok; bunlara, başkaları
karışıyor.
Diğer yandan, Sayın Başbakan, geçen sefer yapmış olduğu konuşmada,
“hayalî hedefler”, “uygulama imkânı yok”, “niye Türkiye’yi deneme
tahtası yapıyorsunuz” gibi ifadeler kullanarak, reel ekonomiye geçerek,
bizim getirmiş olduğumuz asıl gerçekçi bütçeyi, bir türlü kabul etmeye
hâlâ istekli olmadıklarını, âdeta, orta yere koydular.
Hemen kendilerine ifade ediyorum ki, Sayın Başbakan, asıl hayal, sizin
bu rantiyeci ekonomiyi devam ettireceğinizi zannetmenizdir; hayır, asıl
hayalcilik budur. (RP sıralarından alkışlar)
Bakın, demin, DSP’li kardeşim de buraya geldi ve “buraya kadar böyle
geldi; ama, bundan sonra böyle gitmez” dedi. Evet, doğrudur; bunun
böyle gideceğini zannetmek, işte, asıl hayalcilik odur; bu rantiyecilik
yürümez. (RP sıralarından alkışlar)
Bakınız, önce, bir defa, ben, size hayal konuşmadım geçen sefer.
Rantiyeciler, 32 milyor doları, nereden haksız olarak alıyorlar, bu dolar
niçin halkımıza verilmiyor; bunları, kuruş kuruş, burada belirttim.
Bunun nesi hayal Allah aşkına?..
Bakınız, şunları yapmak mümkün değil mi; şimdi, size, hemen, 10
maddeyle, bir reel ekonomiye geçiş programı takdim ediyorum:
Para politikası IMF’ye bağlılıktan kurtarılmalıdır. Türkiye’de, para,
planlı olarak dar tutuluyor.
Döviz kurları, enflasyona uygun lineer trent takip etmeli; böylece, sunî
para ihtiyacı, faizlerin yükselmesi, ithalatın artması, ihracatın azalması,
yatırım ve üretimin artırılması suretiyle sıcak döviz problemi ortadan
kaldırılmalıdır.
Hali hazırda tatbik edilmek istenen düzende faize üst sınır getirilmeli.
Tabiî, biz, bunu sizin için tavsiye ediyoruz; yoksa, bize kalsa, faizlerin
hepsini kaldırırız. (RP sıralarından alkışlar)
Faiz gelirlerinden vergi alınmalı, böylece, kaynaklar, yatırım ve üretime
yönlendirilmeli ve bu husustaki vergilendirme işi, ileriki yıllara
aktarılmamalı. Siz geldiniz, rantlardan, hükümet borçlarından alınmış
olan kazançlardan vergi alınması konusu görüşülürken “bunu 97’ye,
bunu 2 000’e aktaralım” dediniz. Neden; çünkü, ranticilerin hipnotik
sahası içerisindesiniz de, onun için. (RP sıralarından alkışlar)
Şu reklam ve yanlış promosyon furyası kalkmalıdır; bu bir nevi, halkın
sömürülmesidir.
Özelleştirmede, peşkeş fikrinden vazgeçilmelidir.
Kredilendirmede, üretim, istihdam, yeni teknoloji, bölgesel kalkınma,
ihracat esasları getirilerek adil bir kredi dağıtımı yapılmalıdır.
Mevduattan fazla kredi kullanılması önlenilmelidir.
Faizler de gidere yazılmamalıdır.
Batık kredi olmamalıdır.
İşte, size, 10 maddelik bir, reel ekonomiye geçiş programı. Şu
söylediklerimin içerisinde hangisi hayal?.. Bir insan, eğer, rantiyecilerin
büyüsü altındaysa, bu gerçekleri hayal zanneder (RP sıralarından
alkışlar) Halbuki, tekrar ifade ediyorum, asıl hayal, rantiyecilerin
düzeninin devam ettirilebileceğinin zannedilmesidir. Kaldı ki, adil
düzen, bizim tarihimizde, daha ikiyüz sene öncesine kadar tatbik edilmiş
olan düzendir. Biz, Viyana’yı, adil düzenle kuşattık; biz, İstanbul’u,
adil düzenle fethettik. (RP sıralarından alkışlar) İnsanlık da, 16 ncı
Asra gelinceye kadar hep adil düzenle yaşıyordu. Bu kapitalizm, bu
komünizm, sadece, son 3-4 asrın hastalığıdır.
Diğer yandan -bakınız, biz bunları konuşmuyoruz, yapıyoruz- 1974-
1978 yılları arasında hükümette bulunduk; ortaklara rağmen, reel
ekonomi uyguladık; reel ekonominin ideali, adil düzendir. Ortaklarımız
dolayısıyla, tam idealini uygulayamadık, uyguladıkda ne yaptık; işte,
Türkiye’nin kırk senesi... Siz, şimdi yatırıma, gayri safî millî hâsılanın
yüzde 1’ini ayıramıyorsunuz, biz, o zaman gayrî safi millî hâsılanın
yüzde 7,4’ünü ayırdık. Niçin; üretelim diye...(RP sıralarından alkışlar)
Biz, 1977 senesinde, o günkü, 250 milyar liralık bütçenin 44 milyar
lirasını ağır sanayie ayırdık -devlet bütçesi bu, yüzde 20’sini- demek
ki, yapınca oluyormuş. Biz Edirne’den Kars’a, Van’dan Muğla’ya,
bugün en büyük 70 tesisi iki senede kurduk; bu fabrikalar hayal değil.
Öbür taraftan, buğday üretimini 10 milyon tondan 18 milyon tona
çıkarmıştık, şimdi, bu rantiyeci zihniyetlerle 14 milyon tona inmiştir; et
üretimini 125 bin tondan 625 bin tona çıkarmıştık, şimdi, 380 bin tona
inmiştir-
HACI FİLİZ ( Kırıkkale) – Siz ne zaman Başbakanlık yaptınız?..
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Biz, yine, bir reel ekonomiyi,
bugün, 400 tane belediyemizde uyguluyoruz; çünkü, bilindiği gibi, yerel
yönetimlerde iktidardayız.
Bakın, biz, 400 belediyede ne yaptık, bir tek rakamla ifade edeyim: Bu
belediyelerimizin 1994 bütçeleri -400 trilyon borçla aldığımız halde-
200 trilyondu, 60 trilyonluk yatırım yaptık; 1995 bütçesi 500 trilyondur,
200 trilyonluk yatırım yapıyoruz. Ne demek bu; reel değerlerle, biz,
belediyelerimizde, yıllık, yüzde 20’den fazla kalkınma yapıyoruz;
Uzakdoğu’dan daha büyük kalkınmayı yapıyoruz; neyle; adil düzenle.
(RP sıralarından alkışlar)
Biz konuşmuyoruz, yapıyoruz. Bakın, şuraya gidin, Söğütözü’ndeki üst
geçidin fotoğrafını alın, bu rantiyeci zihniyetin perişanlığını görün; iki
senedir çamur... Bir üst geçidi yapamaz bu rantiyeci yönetim. Bir de, şu
Ankara’da, bizim, bir yılda yaptığımız 4 tane üst geçide bakın.
İstanbul’da Sazlıdere Barajına bakın; dört senedir 2 trilyon harcanmış;
çamur deryası; bir de, bizim, Istrancalarda dört ayda bitirdiğimiz
barajlara bakın, hem de, temelini atarken, hangi ay hangi gün değil,
hangi saatte işletmeye açacağımızı da belirterek yaptığımız tatbikata
bakın. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Hiç uzağa gitmeye lüzum yok, buyurun dışarıya çıkalım; işte, rantiye;
sizin bakkalınızda ekmek 15 bin lira, bizim reel ekonomimizde ekmek 7
500 lira. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Hayal mi?!
Şimdi, bu isabetsiz konuşmalar üzerine gereken açıklamaları yaptıktan
sonra, yüksek müsadelerinizle, bugün, konuşmak istediğim asıl konulara
geçiyorum.
Çok aziz ve muhterem kardeşlerim, geçen seferki konuşmamda,
halkımızın ihtiyaçlarına cevap vermeyen bir bütçeyle karşı karşıya
olduğumuzu belirtmiştim, en az 32 milyar dolarlık ilave yapılması icap
ettiğini söylemiştim. Şimdi, bugün, devlet, görevlerini yapamıyor;
devletin aslî görevleri sağlık, eğitim, millî savunma ve adalet. Devlet, bu
görevleri yapamıyor; çünkü, bütçe iflas etmiştir. Sağlık hususunda,
halkımızın beklediği asgarî hizmetleri yapmak için bu bütçenin nasıl
olması lazım; millî savunmada ne olması lazım, eğitimde ne olması
lazım, adalette ne olması lazım; bugün, önce, bunlar üzerinde birkaç
dakika durmak istiyorum; çünkü, bilindiği gibi, vaktimiz fevkalade
sınırlıdır.
Çok aziz ve muhterem arkadaşlarım; sağlık bakımından ülkemizdeki
durumun nasıl feci bir durum olduğunu hepimiz biliyoruz. Halkımızın
yüzde 40’ının sağlık sigortası yoktur. Ülkemizde, hastaneler, doktorlar
dengeli bir şekilde dağılmamıştır. Sağlık Bakanlığımız sahipsizdir.
Bir yerde hastane var, doktor yok, öbür yerde, doktor var, alet yok,
hastane yok, öyle hastanelerimiz var ki, hastayı taşıyacak sedyesi yok.
Öbür taraftan, halkımız, bugünkü fakirlik yüzünden gittikçe
hastalanmaktadır; tüberküloz hastalığı kaybolmuştu, şimdi, rantiye
yönetimi sayesinde yeniden ortaya çıktı ve hızla yayılıyor.
Dünyaya tıbbı biz öğretmişizdir ve doktorlarımız, bugün dahi, bütün bu
imkânsızlıklara rağmen, dünyanın en ön safında gelen, takdir edilecek
ilim adamlarıdır. Bugünkü tıpta dahi, son yıllarda dahi en büyük
keşifleri yine bizim kıymetli doktorlarımız yapmıştır; ancak, ne yazık
ki, ülkenin sağlığı hakikaten bir hercümerç içerisindedir.
65 milyonluk Türkiye’ye 96 trilyonluk sağlık bütçesi ayrılmış; bu, 1,3
milyar dolar yapıyor ve 9,6 trilyonluk yatırım ayrılmış sağlığa, 130
milyon dolar yapıyor. Bununla, asla, Türkiye’nin sağlık meselesini
çözmemiz mümkün değildir; çünkü, Türkiye’de, hakikaten, sağlık
bakımından durum acıklıdır. Bebeklerin ölüm oranı yüzde 0,53,
gelişmiş ülkelerde bu oran yüzbinde 6; Türkiye’de anne ölüm oranı
yüzbinde 150, gelişmiş ülkelerde ise yüzbinde 10. Doktorlar açısından
da, bizde 1 000 kişiye 1 doktor düşüyor, halbuki, gelişmiş ülkelerde 250
kişiye 1 doktor düşüyor; bizde, 3 yatağa 1 hemşire düşüyor, gelişmiş
ülkelerde ise 1 yatağa 1 hemşire düşüyor.
Sözü uzatacak değilim; Türkiye’de sağlık hizmetlerinin ciddî bir şekilde
yapılabilmesi için, bu yeşil kart uygulamasından, bu çocukça fikirlerden
vazgeçelim. (RP sıralarından alkışlar) Bakınız, o yeşil kart dediğiniz,
sadece, bir ıstırap kaynağı olmaktan başka bir işe yaramamıştır; yeşil
kart, âdeta, devlet adına verilen geçersiz bir çektir; vatandaş, hastaneye
gidemez, ilacını alamaz, kapıdan kovulur; böyle sağlık hizmeti
yapılmaz.
Bu sağlık hizmetlerinin yapılabilmesi için -teferruata girmiyorum-
bugün, bütçeye konulmuş olan bu miktar, yani, 1,3 milyar dolar,
fevkalade yetersizdir; sağlık hizmetleri için, bu miktara en az 4 milyar
dolar daha ilave etmek mecburiyetimiz vardır. Ne yapacağız bu parayla;
ilçe bazında hastaneler yapacağız; köylerdeki hastalarımızı buralara
ambulansla veya helikopterlerle getireceğiz; hastanelerimiz tam
teşekküllü olacak ve buralara yeteri kadar doktor koyacağız;
doktorlarımıza yeteri kadar ücret vereceğiz. Bugün, doktorlarımız,
hakikaten, hastaneden çok, dışarıda hasta muayene etmek
mecburiyetiyle karşı karşıya kalıyorlar ve yukarıdan aşağıya kadar,
bütün sağlık sistemini, yeniden organize etmek mecburiyetindeyiz.
Vaktimizin ölçüsü nispetinde, sadece, bu kadar temas edebiliyorum.
Şimdi, birkaç kelimeyle de, çok önemli olan Millî Eğitim Bakanlığımız
bütçesi üzerinde durmak istiyorum, 65 milyon nüfusumuz var;
Yunanistan’ın nüfusu kadar öğrenciye sahibiz; ancak, ne yazık ki,
sağlıktaki perişanlığımız, eğitimde de, aynen, mevcuttur. Önce, bir
defa, ilköğretimde 70-80 kişilik sınıflar; 3-4 öğrencinin bir sırada
oturduğu yerler; 3-5 sınıfın, aynı oda içerisinde ders gördüğü okullar ve
tabiî, bundan daha acıklısı, binlerce okulumuz, bugün, eğitime açılmış
değil, onbinlerce de öğretmen açığımız bulunmaktadır. Dolayısıyla,
ilköğretimimiz, baştan sona kadar, yurdun her tarafına verimli bir
şekilde yayılacak tarzda geliştirilmek mecburiyetindedir.
Ortaöğretime geldiğimiz zaman; ortaöğretimde de bir program kargaşası
devam etmektedir. Bir okulun içerisinde 7 çeşit eğitim görülüyor; hocalar
ve talebeler dahi nasıl sınıf geçeceğini bilemiyor.
Bütün bunlar, bu kargaşalık ortada dururken, bizim Millî Eğitim
Bakanlığımız, ne hikmetse, ille ilköğretimi 8 yıla çıkartacağım, imam
hatip okullarının orta kısmını kapatacağım; bütün aklı fikri bu. Bunun
için parası yok çok şükür, yapamıyor. (RP sıralarından alkışlar) Gidip,
efendim Dünya Bankasından para... Evet, Dünya Bankası size bunun
için para verir; çünkü, onların planları var, onlar bizim gibi değilki;
alırsınız; ama, yazık günah değil midir?.. Mesleğe küçük yaştan
başlaması lazım, 4 yaşından 6 yaşından itibaren. Bu, bir meslekî
okuldur. Ne istiyorsunuz bu imam hatip okullarının orta kısmından
Allah aşkına?.. Hazır bina var, halk yapmış, sizden de bir şey
istememiş, çocuklar okuyor; bunu kapatacak, buraya getirecek.Şu hale
bakın, halkla savaşılıyor !
Bugünkü Hükümetin programında da; şimdi sözde orta bir yol...
Efendim, birleştireceğiz; ama, meslek derslerini de burada yavaş yavaş
başlatacağız. Niçin mevcut imam hatip okulu korunmuyor da bir araya
getiriliyor da burada yavaş yavaş... Mevcut okul niçin kapatılıyor?!. Bu
ne zihniyettir Allah aşkına!.. Bu ne haldir!.. Bırakın şu halkla
savaşmayı, yeter artık, yeter! (RP sıralarından “Bravo”sesleri, alkışlar)
Yükseköğretim, aynı şekilde, bugün, tamamen darmadağınık
durumdadır. Bugün, bilindiği gibi, 56 tane üniversitemiz var. Bu
üniversitemiz var; bu üniversitelerimizde yeterli öğretim üyesi yok;
yetiştirilmemiş kırk senedir. YÖK, bu üniversitelerimize, onların
muhtariyeti çerçevesi içerisinde yardımcı olacağı yerde, o da, getirmiş
şimdi kanun değişikliği, aklı fikri nedir; bu üniversitelere öğretim üyesi
yetiştirmek için dış ülkelere göndereceğimiz çocukları objektif bir
şekilde seçmeyecekmişiz, bu ÖSYM gibi, imtihan edip de, kim başarılı
olacak; bu seçilmeyecekmiş; ya; birkaç tane beyefendi, bunlarla mülakat
yapacak, hangisini isterse onu götürecek... Bu ne zihniyet Allah aşkına!..
Kimi aldatıyorsunuz!.. (RP sıralarından alkışlar) Objektif ölçüler
varken, bunlar yerine sübjektif ölçü... Neden; çünkü, imtihanların
birincilerine bakıyorlar ki, millî ve manevî değerlere bağlı insan; Ooo,
üniversiteler bu insanların elinde kalırsa, biz, yandık... Siz, zaten
yandınız!.. (RP sıralarından alkışlar) Allah sizi yanmaktan kurtarsın.
Vaktimiz çok ölçülü olduğu için teferruata girmiyorum.
Çok aziz ve muhterem arkadaşlarım, bakınız, bugünkü millî eğitime
ayrılmış olan 4 milyar dolar fevkalade yetersizdir, eğitim en mühim
meselemizdir. Başka ülkelerle mukayese ettiğimiz zaman, onların,
bütçelerinden çok büyük pay ayırdıklarını, çok büyük meblağlar
ayırdıklarını görüyoruz. Şu 65 milyonluk Türkiyemizin gerçek bir
eğitime kavuşması için -bir yılda kavuşamaz- en aşağı, bu yıl, 14
milyar dolar koymamız lazım. Bende, bunun, detaylı dökümleri var;
ama, zaman müsait değil; sadece neticeyi arz edip, geçiyorum.
Çok aziz ve muhterem arkadaşlarım, çok önemli bir konu da, tabiî,
adaletimizdir; devletin en önemli görevidir. “Adalet mülkün temelidir.”
Ne olması lazım; adaletin, önce mevzuatı kolay anlaşılır, adaleti tesis
edecek olan dairelerin, yurdumuzun her yerine yaygın olması, adlî
hizmetlerin, basit, kolay, süratli, ucuz, adlî hizmetlerde çalışan hâkim,
savcı ve diğer personelin çok iyi yetişmiş, adlî dairelerin her bakımdan
çok iyi teçhiz edilmiş, Adlî hizmetlerde kullanılacak vasıtaların
elverişli ve yeterli olması, hâkim kadrolarının ihtiyaçla orantılı olması,
adlî hizmetlerde çalışan hâkim, savcı ve diğer personelin malî
imkânlarının tatminkâr ve özlük haklarının teminat altına alınmış
olması, suç ve cezaların toplum bünyesine uygun ve caydırıcı nitelikte
olması lazım gelirken, bugün, halimiz çok acıklıdır; çünkü, şu anda
mahkemelerimizde 10 milyon dosya var. Bu 10 milyon dosya demek, 30
milyon insanın mahkeme kapısında beklemesi demektir. Gelişmiş
ülkelerde, bir hâkim, yılda en çok 200 tane dosyaya baktığı halde, bizde,
bu adet 1 000-1 500 civarındadır. Hâkimlerimizin hangi müşkülat
altında olduğunu görelim. Hâkim kadro sayısı 7 bindir; şu anda, bunun
da yüzde 25’i boştur. Halbuki, bugün, Türkiye’nin hâkim ihtiyacı, en az
40 bindir. Bunları, yine, bir bir sayacak değilim. Maalesef, bizim millî
bütçemizden adalete ayırmış olduğumuz paralar gittikçe azalmaktadır.
Bu paylar, 1992 yılında yüzde 1,5 iken, şimdi, binde 8’e düşmüştür.
Düşününüz, bütün adalet mekanizmasına sadece 400 milyon dolar
ayrılıyor; yani 29 trilyon lira. Halbuki, demin söylediğim şekilde, adalet
hizmetinin yayılması, hâkimlerimizin tatminkâr özlük hizmetlerine
kavuşması, adalet binalarımızın hizmetlerini yapar hale getirilmesi için
-yine dökümünü ayrı ayrı sayacak değilim- adalet mekanizmasına,
toplam olarak en aşağı 3 milyar dolar verme mecburiyetimiz vardır.
Nihayet, çok aziz ve muhterem kardeşlerim, hiç şüphesiz ki, en önemli
konumuz güvenlik konusudur. Vatanımızın birliğinin, bütünlüğünün ve
bölgemizde barışın korunması için, öncü, lider bir ülke olarak son
derece güçlü silahlı kuvvetlere sahip olma mecburiyetimiz vardır.
Bugün, silahlı kuvvetlerimize, sadece 4,3 milyar dolar; yani, 325 trilyon
lira ayrılmış bulunmaktadır; bunun, silah alımı için bunun, sadece 1,3
milyar doları söz konusudur. Ne silah alımı için ayrılan para yeterlidir
ne savunma sanayiine yatırım yapmak için konulan paralar yeterlidir ne
silah ihtiyacımızın modernizasyonu için ihtiyaç duyulan paralar
bakımından konulan paralar yeterlidir. Bundan dolayıdır ki -fazla
teferruata girmeden hemen ifade etmek istiyorum- millî savunma
bütçemiz, ne yazık ki, yıldan yıla azalıyor; halbuki, etrafımızdaki
ülkelerinki hızla artmaktadır. Modernizasyon için silahlı kuvvetlerimiz,
on yıl için 67 milyar dolar istiyor, yani, yılda, takriben 7 milyar dolar;
ancak, bu bütçeye sadece 2 milyar dolar konulmuş; modernizasyon
parasında 5 milyarlık bir eksiklik vardır.
Dünyada pek çok ülke 7-8 milyar 10 milyar dolarlık silah ihraç ediyor.
Bizim de, o silah ihraç eden ülkeler arasında olmamız gerekir. Kardeş
Müslüman ülkelerin silahlarını bizim imal edip vermemiz lazım; ama,
ne yazık ki, biz, yılda 7 milyar, 8 milyar dolarlık, silah ithalatçılarının
başında geliyoruz; ne acıklı bir durumdur!.. Onun için, bu yanlış
politikaların hepsinin değiştirilmesi lazım gelir. Savunma sanayiine bir
ülkenin kendisi sahip olmalı; araştırmalar yaparak, kendi silahlarını
kendisi yapmalı.
Bakın, biz, bunun acısını Kıbrıs Barış Harekâtında çektik; bizim
gemimizi bize vurdurdular. Çünkü, radarımızı onlar imal etmişlerdi,
radarımızın içerisine hileyle girdiler ve kendi gemimizi vurduk. Irak
savaşında da -yine, bilindiği gibi- Irak, silahlarını başka yerlerden
aldığı için, bir anda, bütün silahları felç oldu. Bundan dolayıdır ki,
savunma sanayiinin araştırma kısmına, mutlaka, başka ülkelerde olduğu
kadar önem vermeliyiz. Onlar bizim bütçemiz kadar araştırmaya para
ayırıyor, bir o kadar da savunma sanayiine ayırıyor. Amerika,
araştırmaya bizim ayırdığımızın 4 misli fazla para ayırıyor. Savunma
araştırmaları için, en aşağı, 1 milyar dolar ayırmamız lazım ve
savunma sanayiinin, uçak sanayiinin, tank sanayiinin, güdümlü füze
sanayiinin desteklenmesi için de en az 1 milyar dolar ayırmamız lazım.
Özet olarak ifade edecek olursam, bugün, konulmuş olan 4,3 milyar
dolara ilaveten, en az, 7 milyar doların daha ilave edilmesi
gerekmektedir.
Muhterem arkadaşlarım, böylece, devletin, dört temel hizmetini
yapabilmesi için sağlığa 4, millî eğitime 14, adalete 3, millî savunmaya 7
olmak üzere 28 milyar dolar daha bu bütçeye ilave edilmesi lazımgelirdi.
Halk için de 32 milyar dolar ilave edilmesi icap ettiğini geçen
konuşmamda söylemiştim. Devletin, Karayollarının parası yok, elindeki
yatırımları bitirmesi mümkün değil, israftan başka bir şey yapmıyor, 5
bin tane yatırım var, ayrılan paralar hiçtir. Bu yatırımları ciddî bir
şekilde desteklemek için de en az 13 milyar dolar ilave etmek lazım.
Bunları toplayacak olursak, Türkiye’nin bütçesi 120 milyar dolardan
aşağı olamaz. Bir İspanya’nın bütçesi 180 milyar dolarsa, 44 milyon
nüfuslu bir Kore’nin bütçesi 120 milyar dolarsa, bizim de elbet 120
milyar dolarlık bütçeye sahip olmamız lazım. Neden olamıyoruz;
çünkü, bütçe, millî gelire bağlı. Bizde üretim yok, halk fakir, devlet fakir.
Neden millî gelirimiz artmıyor; işte, bu rantiyeci politikalar yüzünden.
Dolayısıyla, lütfen, şu yaptığım toplamaya dikkat buyurunuz.
Bakınız, rantiyecilik ne demek? Biz, neyin düzelmesini istiyoruz?
Bugün ülkemizde 2 bin tane rantiyeci var. Bunların bir eli -geçen sefer
de söyledim- devletin kasasındadır, öbür eli de devletin
direksiyonundadır; istedikleri gibi her şeyi tanzim ediyor, devletin
kasasını istediği gibi kullanıyor. Bundan dolayıdır ki, halkın 32 milyar
dolarını almış, kendisi kullanıyor. Ayrıca da, ülkemizde, kendileri
zengin olsun diye faizleri yüksek tutuyorlar, üretim olmuyor, gelişme
olmuyor. Onun için bir elleriyle devlet kasasından 32 milyar dolar
alırken, öbür elleriyle 40 milyar dolarlık millî gelir artışını da
engelliyor. Eğer, bu rantiyeci politika değişirse, bu 32 milyar haksız
kazançları halka döner, ülkenin gelişmesini engellemek suretiyle mâni
oldukları 41 milyar dolarlık millî gelir artışı da, söylediğim gibi,
devletin millî savunmasında, devletin, eğitiminde sağlıkta ve adalet
hizmetlerinde projelerini canlı bir şekilde yürütmesine yeter.
Türkiye’nin, bugün bu imkânları var; her şey, yönetimdeki hataya
geliyor. İşte, Sayın Mesut Bey, 22 Şubat günü, aslında, demokrasinin
arkasından, bir görünmeyen ihtilal yaptı; vaktiyle, 12 Şubatta,
demokrasiye karşı ihtilal yapıldı. Şimdi, Sayın Mesut Bey de, 22
Şubatta, bayramın üçüncü günü, tuttu, demokrasiye karşı; hayır, bu
rantiyeci düzen devam edecektir; bırakalım, bu rantiyecilerin bir eli
devletin cebinde olsun, 32 milyar dolar haksız kazanç devam etsin;
bırakalım, bir eli direksiyonda olsun; millî gelirin 41 milyar dolar
artışını engelleyelim demişlerdir. Bunu, elbette, isteyerek
yapmadıklarını biliyorum. Neden yapıyor; haberi yok!.. (RP
sıralarından alkışlar) Haberi yok!..
İşte, bizim, bu konuşmaları yapmakta maksadımız bu. Biz, hepimiz
kardeşiz; Türkiye, 7 milyar dolara bir büyük, modern uçak fabrikası
kursa, Suudi Arabistan’ın, bir senede aldığı 7 milyar dolarlık
uçaklarını Türkiye’den göndersek; benim kadar, sizin de sevineceğinizi
biliyorum. Gelin, bunu yapalım Allah aşkına!.. (RP sıralarından
“Bravo” sesleri, alkışlar)
Çok aziz ve muhterem kardeşlerim; şimdi, bütün bu ekonomik konular
kadar mühim olan dış politika mevzularına geliyorum. Ah! ah! kaç
cephede çarpışmaya mecburuz bir bilseniz!... (RP sıralarından alkışlar)
Çok aziz ve muhterem kardeşlerim; dış politikamızda, üç tane büyük
noksanımız ve hatamız var; birincisi, Türkiyemizde, dış politika
stratejilerini oluşturacak strateji enstitülerimiz yok, beyin takımımız
yok. Geçende, Sayın Başbakan “efendim, bürokrasi, hükümete yanlış
bilgi verdi” dediler; o bürokrasi, bu alternatifleri üretmeyecek, o
alternatifler, beyinlerde üretilecek, beyinlerde; o bürokrasi, onları takip
edecek; faydaları, mahzurlarıyla hükümete sunacak. Ee, bizde, böyle bir
araştırma müessesesi yok. Bakanlık, şimdi kurmaya çalışıyor.
Bakanlığın emrindeki müesseseden hayır gelmez; çünkü, o müesseseye
Hükümet bir görev verdiği zaman, “gümrük birliğinin faydalarını
hazırla da şu Erbakan’a cevap verelim” diyecek. (RP sıralarından
alkışlar) Halbuki, objektif, mücerret olarak, bu gümrük birliği ne
getiriyor ne götürüyor, bunu araştıracak. Serbest düşünceleri
araştırmaya ihtiyacımız var. Beyin yok...
Bundan başka, bizde, millî politikaların yürütülmesi ne Parlamentoda ne
Bakanlar Kurulunda olmuyor. Bu nasıl demokrasi Allah aşkına?!.
Bakın, daha geçenlerde, bizim Abdullah Gül Bey, bu kürsüye geldi,
gündemdışı konuştu; “yahu, siz İsrail ile çok muazzam bir anlaşma
yapmışsınız; nedir bu anlaşma?” dedi. Bakan Bey, buraya çıktılar,
geldiler; “Efendim, bana da zarf yeni geldi; açayım bakayım neymiş bu
anlaşma” dedi, burada zarfı açtı. (RP sıralarından alkışlar) Bu nasıl
ülkedir!.. Bu nasıl yönetim!..
BAŞKAN – Sayın Erbakan, konuşma sürenizin 5 dakikalık bölümü
kaldı efendim
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Aman! yapmayın; ben
12.30’da başladım, şimdi saat 13.05.
BAŞKAN – Ben izliyorum efendim.
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – İşte, benim saatim önümde...
MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – Sizinki alaturka!..
BAŞKAN – Bu saate tabiyiz Sayın Erbakan.
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Saatim önümde.
Çok aziz ve muhterem arkadaşlarım, bakınız, üçüncü büyük eksiğimiz
işte buradan doğuyor; bizim dışpolitikamızın arkasında milletimiz yok.
İşte, 65 milyon insan... İsrail ile yapılan bu anlaşma için ortalık fokur
fokur kaynıyor, bizim yöneticilerimizden ses çıkmıyor!.. Arkasında
halk olmayan bir dış politikanın muvaffak olması mümkün değildir.
(RP sıralarından alkışlar) Onun için, temeldeki bu yanlışların mutlaka
düzeltilmesi lazım.
Asıl, en mühim mesele; bizim, dış politikada oluşmuş millî bir
politikamız yok. Önüne gelen, bir günde, bin yıllık temel politika
esaslarımıza, aykırı yola saptırmaya kalkışıyor. Bu, çocuk oyuncağı
değil. Bu nasıl ülke yönetimi!.. Bu nasıl dış politika!.. Bu nasıl öncü
devlet olma hali Allah aşkına!..
Bakınız, bizdeki bu felaketlere rağmen, etrafımızda 3 tane istilacı ülke,
planlarını adım adım yürütüyor. Birisi, Yunanistan gayesi var. Nedir
bu; megali idea; yani, Doğu Roma İmparatorluğuna sahip olacak,
yeniden Bizans’ı diriltecek; “ben buraya sahip olacağım...” Öyle, Kıbrıs
mıbrıs değil onun gayesi, bütün Anadolu’yu almak... İlkokul
çocuklarına da bunlar okutturuluyor.
Bunu temin etmek için, şimdi, gitmiş, Balkanlardaki ülkelere diyor ki:
“Sizi, ben Avrupa Birliğine sokacağım.” Haydaa!.. Onlar bizim
kardeşlerimiz, onları kendi safına çekmiş... Rusya’yla birleşmiş,
etrafımızda bir kenet kurmuş... Lozan mozan dinlediği yok; adaları
tahkim etmiş. Kıbrıs’ın tamamını istiyor. Adım adım adım, kendi
megalo idiasını yürütmek için hareket ediyor.
Biz ne yapıyoruz; bakın, Sayın Başbakan zeytin dalı uzattılar, bu
zeytin dalı fevkalade zamansız uzatılmıştır, yeni bir taviz isteklisi
görünmekten başka hiçbir işe yaramamıştır. Bizim fiiliyatta yaptığımız
bir şey yok, iyi ki, onlar bunu reddediyor; “Evet” deseler, masaya
gelseler, kolumuzu, bacağımızı alacaklar!.. Açık denizlerde bile
dolaşamıyoruz, manevra yapamıyoruz, adaların tahkimatını
söktüremiyoruz.
Bakın, Kıbrıs’ta, daha önceki yönetim, Avrupa Birliğine girmek için
müracaatlarını engellemesi lazım gelirken, engellememek suretiyle,
büyük bir hata yapmıştır, inisiyatif onlardadır, biz bekliyoruz...
Aynı şekilde, Batı Trakya’da her türlü zulüm yapılıyor, biz sesimizi
çıkarmıyoruz. Onlar, orada bizim halkın seçtiği müftüyü reddediyor,
kendisi müftü tayin ediyor; biz, burada, halkın seçtiği patriğe, gidip
selam duruyoruz... Bizans’ı kurmak için, onlar, patriği, Bizans kralı
haline getirmek istiyor; bizim de, bakanlarımız gidiyor, Patrikhanede
merasimlere iştirak ediyor... Halimiz, bu kadar acıklıdır, bu kadar
zavallıdır; onlara karşı yaptığımız şey, sadece, onların planlarını
desteklemekten ibarettir.
Etrafımızda ikinci emperyalist ülke Ermanistan’dır. Büyük Ermenistan
ideali var. “Ta, Sıvas’a kadar Doğu Anadolu benimdir” diyor
“Azerbaycan’ın da büyük kısmı benimdir” diyor ve Azerbaycan’ın
yüzde 25’ini işgal etmiştir, Karabağ’ı yutmak için planlar hazırlıyor ve
de 24 Nisanı “Soykırım Günü” olarak ilan ediyor, kendi ideallerine
kavuşmak için.
Bizimkiler ne yapıyor; Azerbaycan’a bir helikopter vermediği halde,
Ermenistan’a 50 bin ton buğday, bir daha 50 bin ton buğday; elektrik,
hava koridoru, liman, kapı... Bütün, onların gayelerine hizmet ediliyor.
Böyle millî politika olmaz...
Ve etrafımızdaki asıl üçüncü emperyalist ülke, İsrail’dir. İsrail,
planını 1897’de yapmıştır. Dünya hâkimiyetidir gayeleri ve Basel’de,
Thedor Herzl’in başkanlığında yaptıkları toplantıda, buna üç adımda
ulaşacaklarını tespit etmişlerdir; en geç elli senede İsrail’i kuracağız,
yüze senede de arzı mev’uda sahip olacağız.”
Azrı mevud, Fırat ile Nil arası; bizim topraklarımızı da istiyor. Elli
senede İsrail’i kurdular. Bayraklarının üzerine koydukları üstteki mavi
çizgi -İsrail bayrağında- Fırat’ı temsil eder; alttaki mavi çizgi, Nil’i
temsil eder. Fırat ile Nil’in arası, siyon hâkimiyetinde olacak; ortadaki
yıldız da budur; bayrakları bile budur. Şimdi, böylece, kendi planlarını
yapmış ve bütün...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Erbakan, bir saniye efendim... Kürsüde hazırlanmak
için harcadığınız süreyi, tekrar tanıyorum.
Buyurun efendim.
NECMETTİN ERBAKAN (Devamla) – Sağ olun.
Bakınız, işte, bu İsrail... Şimdi, bu sene 1996’tı, gelecek sene 1997;
yüzüncü yıl geliyor. Arzı mevud, yani büyük İsrail’in gerçekleşmesi
lazım. İsrail’i kurduktan beri, elli yıldır, haksız tecavüzlerini yaptı...
Yaptı... Yaptı... Ancak, Allah’a şükürler olsun, silahla gayesine
ulaşamadı. Bu sefer, barış yoluyla gayesine ulaşma hilesine saptı;
onların barış dedikleri budur; yine, arzı mevudu, barış yoluyla elde
etmektir.
Arzı mevudu barış yoluyla elde etmek isterken, ne görüyor önünde;
önce, Irak; bu politikaya mani oluyor; öyleyse, onu yerle bir edeceğim.
Şimdi neyi görüyor; İran’ı; yerle bir etmek istiyor. İşte, İsrail devlet
sözcüsünün The Times gazetesindeki makalesi “evet, yeni hedefimiz
İran’dır. İran’ı, aynen Irak gibi, yerle bir edeceğiz” diyor; devlet
sözcüsü, laf değil... Yine, aynı şekilde, İsrail Savunma Bakanı “evet,
hedefimiz İran’dır” diyor ve “biz, Türkiye’yle anlaşmayı bunun için
yaptık; uçaklarımız bunun için gidiyor, silahlarımızı götüreceğiz”
diyor, açıkça. Bizim bilmediğimiz anlaşmayı, onlar, bütün
gazetelerinde, açık, açık söylüyorlar.
Bakınız,hadise şudur: ABD, Kuveyt’te, İran’a karşı bir büyük adayı
almıştır, üç dört ay önce; burayı, şimdi, bir üs olarak tahkim ediyor.
Etiyopya, İsrail’in kontrolündedir. Hyniş Adası var Kızıldeniz’de; bu
ada’yı, iki ay önce, Etiyopya’ya işgal ettirdi İsrail. Burayı, Sudan’a
karşı ve Kızıldeniz’deki kendi ikmal hatlarını korumak için tahkim
ediyor. Şimdi, aynı İsrail, bugünlerde anlaşma yaptı Güney Kıbrıs’la.
Güney Kıbrıs’taki bütün üslerden, İsrail uçakları istifade edecek. Aynı
İsrail, Türkiye ile anlaşma yaptı. Sorarım size: Şu yaptığımız
anlaşmayı biz mi yapıyoruz Allahaşkına, yoksa, birileri “yap” dediği
için mi altına imza atıyoruz?!. (RP sıralarından “Bravo sesleri”
alkışlar) Adam, orada, planını yürütüyor; sadece Türkiye çapında değil,
bütün bölge çapında. Ne bu: İran’ı kuşatıyor...
Şimdi, kendilerinin en modern silahları var bildiğimiz gibi; bu fire
finder; gidiyor, istediği noktayı vuruyor, istediği evi vuruyor ve karşı
taraftan atılmış olan füzeleri, havada yakalayıp düşürüyor. Bütün bu
silahlarını getirecek, İran hududuna yerleştirecek ve böylece, sözde,
biz, savunma anlaşması yapmış olacağız. Bunların hepsi, büyük İsrail
planından ibarettir.
Sayın Hükümete sesleniyorum: Bu anlaşmayı siz yapmadınız; bu
anlaşma, biz, sizinle hükümet konuşması yaptığınız sırada yapıldı;
ama, şimdi, bu gizli anlaşma size gönderiliyor, aldığımız malumata
göre. Bunu, tasdik edemezsiniz. Bunu, her şeyden evvel Meclise
getirmeniz lazım. Bunu Bunu onaylayamazsınız. Bu, bizim, 65 milyon
insanımızın, bütün tarihimizin inkârı manasına gelir. (RP sıralarından
alkışlar) Biz, böyle bir oyuna alet olamayız. Bugün, Güney Lübnan’daki
bombardımanın manevî mesulü, Türkiye’nin o günkü yöneticileridir;
çünkü, bunlar İsrail’e yüz verdikleri için, İsrail bu planları tatbik
ediyor. Ondan dolayıdır ki, bütün Müslüman ülkeler aleyhimize
dönmüştür ve bütün halkımız aleyhimize dönmüştür. Böyle, tarihimize,
miletimize, inancımıza karşı, bu ihanet yapılamaz.
Bakın -sözümü kapatıyorum- bütün bu konuştuklarım ne gösteriyor:
Rantiyeci zihniyet, Türkiye’de, işte elimdeki şu belgede görüldüğü gibi,
açlıkları doğurmuştur; komşumuz ülkelerde, yine, görüldüğü gibi, bu
ceset hangarlarını doğurmuştur; bu, İsrail bombardımanında vefat
eden çocukları için, anaların gözyaşlarını doğurmuştur.
Bütün bunların, temelde müsebbibi, Türkiye’deki rantiyeci zihniyettir.
Geliniz, lütfen, dünyanızı düşününüz, ahiretinizi düşününüz; bu yanlış
yoldan dönelim.
Sözlerimi kapatıyorum ve bir kere daha ifade ediyorum ki, Türkiyemizi
kurtaralım, halkımızı kurtaralım.
Allah’a emanet olun. (RP sıralarından ayakta alkışlar)
BAŞKAN – Refah Partisi Grubu adına konuşan Konya Milletvekili ve
Genel Başkan Necmettin Erbakan’a teşekkür ediyorum.
Değerli milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili
Sayın Nihat Matkap’ın bir müracaatı var; burada, Demokratik Sol Parti
sözcüsünün konuşmasında, bazı bölümlerin, Gruplarının
görüşlerindeki açıklamalara ters düştüğünü ve gerçek dışı olduğunu
iddia ediyorlar. Bu konuda, İçtüzüğün 70 inci maddesine göre söz
istemleri var; ancak, ben, talebi, İçtüzüğün 70 inci maddesine göre
karşılama imkânı bulamıyorum; çünkü, Demokratik Sol Parti Grubunun
açıklamalarında bir sataşma yoktur. Ayrıca, Cumhuriyet Halk Partisi
Grubunun ifadelerinde yer alan bir sözün başka bir şekle dönüştürülmesi
de yoktur. Sadece, Demokratik Sol Partinin, bir durumu kendine göre
yorumlaması vardır. Bu kürsüye gelen bütün hatipler, bu türlü
yorumlamaları yapabilirler. Başka vesilelerle, bu yorumlar, Cumhuriyet
Halk Partisinin yorumuyla karşılanabilir. Onun için, bu geç süre
içerisinde sataşmadan dolayı söz verme imkânı bulamıyorum.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, günlerdir Meclis yönetimi,
Grubumuza karşı objektif davranmıyor, bunun üzüntüsünü yaşıyoruz.
BAŞKAN – Saat 14.00’te tekrar toplanmak üzere, oturumu kapatıyorum.
Kapanma Saati :13.17



İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati : 14.00
BAŞKAN : Mustafa KALEMLİ
KÂTİP ÜYELER : Mustafa BAŞ (İstanbul), Ali GÜNAYDIN (Konya)



BAŞKAN – Değerli milletvekileri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 43
üncü Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.

III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
1. – 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/285) (S. Sayısı : 1) (Devam)
2. – Katma Bütçeli İdareler 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/286) (S. Sayısı : 2) (Devam)
BAŞKAN – 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe
Kanunu Tasarıları üzerindeki son konuşmalara, kaldığımız yerden
devam ediyoruz.
Komisyon ve Hükümet yerinde.
Söz sırası, Anavatan Partisi Grubunun.
Anavatan Partisi Grubu adına, önce, Sayın Yılmaz Karakoyunlu;
buyurun.
ANAP GRUBU ADINA YILMAZ KARAKOYUNLU (İstanbul) –
Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; 1996 yılı bütçesi üzerinde,
Anavatan Partisinin görüşlerini arz etmek üzere huzurunuzdayım. Bu
vesileyle, Grubum ve şahsım adına hepinize saygılar sunarım.
Anavatan Partisi Grubuna ayrılmış bulunan zamanı, Aydın Milletvekili
Sayın Dr. Yüksel Yalova ile, eşit ölçüde paylaşarak kullanacak ve
görüşlerimizi arz edeceğiz.
1996 bütçesi, malî terminolojiyle ifade edersek, eksik zamanlı bütçedir.
Bu terminolojinin siyasetteki ifadesine de “aksak bütçe” diyoruz.
Dolayısıyla, bugün, eksik zamanlı aksak bir bütçeyi tartışmaktayız.
Bütçenin ilk dört aylık uygulaması, bir önceki hükümetçe -yani, bir
başka siyasî irade tarafından- nasıl oluşacağı kendisi tarafından
kestirilemeyen bir başka hükümete -yani, bir diğer siyasî iradeye- âdeta,
elini kolunu bağlayan bir telaş içerisinde hazırlanmış ve devredilmiş
olduğu için, kaynak tahsisleri dengesine, ihtiyaçların gereklerine ve plan
hedeflerine uygun olup olmadığı konusuna yeteri kadar özen
gösterilmemiştir.
Bugün tartıştığımız bütçe, bu zaafına rağmen, gerek Plan ve Bütçe
Komisyonunda gerekse Yüce Meclisinizin müzakerelerinde, hem sayısal
değerleri hem de siyasal içerikleri bakımından, fevkalade
zenginleştirilmiş ve iyileştirilmiştir. Bu nedenle, sayısal dengelerinden
daha çok, aritmetik tahsis ve tahminlerinden çok, bir bütçenin bünyesinde
bulunan ekonomik kimlik, sosyolojik değerler ve siyaset bilimi
açısından ele alınabilir noktaları üzerinde yoğunlaşacağız; çünkü,
toplumun omurgasında yakalamak ve sorunlarına çözüm üretebilmek,
artık, bütçenin, sayısal dengelerindeki muhasebe kültüründen çıkarılıp,
politika değerlerine egemen olan noktalardaki sosyolojik ve siyaset
biliminin değerlerine bağlı olarak vermek gerekir.
Bu nedenle, bütçenin tartışmasını da, bu söylediğimiz temel ilkeler
çerçevesinde ikiye ayırıyoruz: İşin ekonomik kimliği ve siyaset
sosyolojisi açısından ele alınabilecek değerlerini, bendeniz; siyaset
bilimine ilişkin bahislerini ise, Aydın Milletvekilimiz Sayın Dr. Yüksel
Yalova sunacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1996 bütçesi, bugünkü Hükümeti
oluşturan siyasî partilerin, malî ve ekonomik tercihlerini, politika
ortamında somutlaştıran, kâmil anlamda bir belge değildir. Bu nedenle,
Hükümeti oluşturan partilerin siyaset taahhütleri ve telakkileri açısından
kendilerine sorumluluk izafe edeceğimiz kaynak olarak da
değerlendirilemez.
Bir örnek isterseniz, eğer bir bütçe, ekonomik şahsiyetinde, fert başına
düşen millî gelirinin 2 300 dolar olduğu dönemde, eğer bütçeyle, bu
bütçeyle fert başına isabet eden borç miktarı 1 700 dolara getirilmişse,
bu tıknefes ekonomiye maliye dehlizlerinde çare üretmeniz mümkün
değildir; ama, bütçe profili üzerindeki her vicdanlı düşünce, bu tespitin
doğruluğuna da ittifak edecektir. Bu ittifakın siyaset lisanındaki itirafı
ve kabulü de açıktır. Bu itirafın kabul ettiği gerçek, bu işin
sorumlusunun Sayın Mesut Yılmaz Başbakanlığında teşekkül eden 53
üncü Hükümetin olmadığıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu bütçenin hazırlığında, eksik
zamanlı aksak bütçe olmaktan kaynaklanan bazı ciddî ekonomik
maluliyet bahisleri de vardır. Bütçenin, fiziksel veya parasal olarak
ölçülebilir aktifleri ekonomi politikalarını tam kavrayamıyorsa, malî
açıdan etkinlik sağlayacak seviyeye ulaştırılması da mümkün değildir
ve ekonomik hedeflerimiz açısından belki de en ciddî sorun buradadır;
çünkü, uluslararası rekabete dayanıklı olmayan bir ekonomik yapıda,
kaçınılmaz biçimde otarşik gelişmelere yönelen bütçe disiplinlerine
gidilir ve böylelikle de, uluslararası pazar ekonomilerinin getirdiği
verimlilikten yararlanma imkânı olmaz. Eğer, uluslararası ekonomilerin
sağladığı verimliliği yakalayamayan ulusal ekonomi sistemleri içerisinde
bakarsak, yurttaşa refah sağlamak da mümkün olmaz.
Son dört yılda benimsenen politikalar, çok ciddî ölçüde, ekonomik ve
sosyal yapı yıpranmaları getirmiştir ve eğer, bu yıpranmalar kısa
sürede telafi edilmezse, Türk ekonomisi, bu uluslararası verimliliğe talip
olacak ehliyette de olamayacaktır; çünkü, reformlar ve istikrar
çelişkisinde beliren, giderilmesi gerekli disiplin hazırlanışı, bu bütçede,
bu anlayışla benimsenmiş olmasına rağmen, ekonomi politikalarına
yansıyacak özelliklerle donatılamamıştır.
Bu konularda benimsenmiş politikaların uygulama cesaretlerinin ve
bütçeyle ilgili hükümlere ilişkin tartışma düzeninin yeteri kadar
olmayışından kaynaklanan meseleler de, yine, ekonomi politikalarına
yansıyamayan bütçe büyüklükleri olarak kalmaya mahkûmdur.
Meseleye, sadece, bütçe hazırlama tekniği veya maliye pratiği olarak da
bakamayız. Gelecek yüzyıla ilişkin taleplerimizin haklılık kazanması
ve onların uygulanabilir düzeylere ulaştırılması, bu ekonominin, bu
verimliliğe talip olma ehliyetini kazanmasına bağlıdır. Aslında, bugün,
burada tartışmamız gereken en önemli başlık da bu olmalıydı.
Siyaset sosyolojisi ve ekonomi politiği açısından Türk ekonomisini en
darboğazda sıkıştırmış bulunan “ipotek koordinatları” dediğimiz
husus, işte bu düzlemde teşekkül etmiştir ve ekonomimiz, entegre
olmayı planladığı sistemin özelliklerine talip olma ehliyetinde, henüz
istenilen noktaya ulaşmamıştır. İnşallah, 1996 bütçesi, bu darboğazı
aşacak ve bu ülkeyi düzlüğe çıkaracak rasyonel, gerçekçi, adil çözümleri
ve buna bağlı olarak radikal reformları gerçekleştirme fırsatını
arayabilecektir. Türk ekonomi vicdanı ve Türk maliye ahlakı, bu
sorunlar ortamında, bu Hükümetin kaçınılmaz güçlüklerle karşılaşma
gerçeğini, bir siyasî müsamaha idrakiyle bugünden hoş görecek
adalettedir; çünkü, bu bütçe, bu Hükümetin kendi hazırladığı bütçe
değildir.
Nitekim, Sayın Başbakan, bütçenin tümü üzerindeki eleştirilere cevap
verirken, bu zaafa işaret eden spesifik bir eleştiri ve soru bulunmamasına
rağmen, önemine binaen, konuya resen temas etmek ihtiyacını duymuş
ve aynen kendi ifadelerini okuyorum: “Yeni yüzyılın gereklerini
karşılayacak reformları gerçekleştirecek ekonomik yapı sağlanmadıkça,
bütçelerle önemli politika kararlarını uygulamaya koymanın mümkün
olamayacağını” ifade etmiştir.
Size bir örnek veriyorum; 53 üncü Hükümetin kendinden bir evvelki
Hükümetin, yani, bir önceki siyasî iradenin hazırlayıp kendisine
devrettiği bütçenin teknik detaylarına fazla girmeksizin, sadece, politika
kararlarını etkileyen dengeleri açısından bir örnek veriyorum: Eğer, bir
bütçe, alınan verginin iki katını “faiz” adıyla gelir olarak dağıtıyorsa, o
bütçenin, Türkiye’yi, gelişen dünya standartlarına ulaştıracak altyapıyı
oluşturması; otoyollar, telekomünikasyon, havalimanları gibi ciddî
altyapı yatırımlarını gerçekleştirmesi mümkün değildir. O zaman da,
böyle bir bütçeyi zorunlu olarak devralan 53 üncü Hükümete fatura
çıkarmak, siyaset ahlakı açısından mümkün değildir. Bu gerçeğin
bugünden tescil edilmesi bakımından, bu örneğe ve bu hususiyete işaret
ediyorum. Çünkü, bütçenin içerdiği büyüklüklerle, geleceğimizin
istenilen ölçüde planlanamayacağı açıktır. Eski hükümet tarafından
hazırlık aşamasında öngörülen hedeflerin gerçekçi olmadığı, bir
önemli başlık olarak ortaya çıkmıştır; ancak, Bütçe Komisyonu,
benimsediği gerçekçi yaklaşımla, bu bütçeyi, oturması gereken zemine
oturtmuş; fakat, önümüze kimliği değişmiş bir bütçe getirme şansını
kullanamamıştır. Örneğin; faiz ve personel ödemelerindeki artış
harcamaları sağlam kaynaklara dayanmamaktadır. Örneğin; bu bütçenin
yatırımları hiç mesabesindedir ve dört yıllık geleneğini sürdürerek
hazırlanmış olan bu bütçe, sadece bir prosedür zaruretiyle, bu sevimsiz
alışkanlıkla bugünkü Hükümete devredilmiştir. Nitekim, Sayın
Başbakan, bütçenin tümü üzerindeki görüşmelere cevap arz ederken, bu
konunun da altını çizme ihtiyacını duymuş ve sıkıntısını şöyle ifade
etmiştir: Kaynak yetersizliğinin sınırladığı yatırım bütçesiyle iktifa
ediyoruz. Sayın Başbakanın nezaketindeki üslup zarafetiyle açıkladığı
bu ifadenin, gündelik dilde; yani, sizin, benim, bizi televizyondan
izleyenlerin anladığı manada, o dilde kullanırsak; Mesut Yılmaz
Hükümeti, kaynakları yönünden hadım edilmiş bir yatırım bütçesi
devralmıştır. Bunun sebebi açıktır; 1993 yılından itibaren konsolide
bütçe açıklarının sürdürülebilirliği imkânı kalmamış olmasına rağmen,
o anlayış içerisinde uygulamaya devam edilmesi, netice itibariyle,
ekonomiyi 1994 Nisanına getirmiştir. O tarihteki tehlike çanlarının
feryadı hâlâ kulaklarımızdadır. Yine, maliye terminolojisinin sevimli
ifadesiyle, içborç servisi ya da açık anlatımıyla; yani, sizin, benim ve
bizi televizyon başında izleyenlerin anladığı deyimle bakarsak, 1 yıllık
borç mükellefiyetimiz bütün vergiler toplamını aşan bir orana; yani,
yüzde 105’e ulaşmıştır. 5 Nisan kararlarını aldıran alarm buydu. 5
Nisan kararlarından bugüne kadar bu alarm hâlâ devam etmiş ve Mesut
Yılmaz Hükümetine devredildiğinde, bu oran, yüzde 182 seviyesine
getirilmiştir. Hatta, dışborçtan da belli bir miktarını koyduğunuz ve
gerçek rakamı elde etmek istediğinizde, bu oran yüzde 200’e
ulaşmaktadır. Bu sonuçların yarattığı çözümsüzlüğün giderilmesindeki
sıkıntıyı, yine Sayın Başbakan, herhangi bir spesifik sual de teveccüh
etmek veya bir eleştiriye cevap vermek gereği olmaksızın, sadece
karşılaşılmış soruna işaret etmekten kaynaklanan ihtiyaçla durumu
açıklamış ve nazik bir ifadeyle şöyle demiştir: “Hazinemizi 45 günlük
borçlanmaya mecbur eden acılı finansman talebini nihayet 7 aya
çıkarabildik.”
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütçe görüşmelerinin son gününde
bunları söyleyişimin tek bir sebebi var. Amacım, siyaset ihtiyacıyla
geçmişin eleştirilmesi değil, teknisyen duyarlılığıyla geleceğin
endişelerini gündeme getirmektir; çünkü, Yüce Meclisimizin çok önemli
katkılarıyla iyileştirilmiş bulunan bu bütçe, her türlü isabetli müdahale
ve tanziminize rağmen, bekleyişlerimiz doğrultusunda malî ve ekonomik
sonuçlar almamıza imkân verecek yapıya ulaşmamıştır. Cankurtaran
simidi gibi sarıldığımız ekonomik önlemler uygulama planı, bizi bu
noktaya getirmiştir.
Geldiğimiz noktada işaret etmek istediğim sadece bir örnek vardır. Yüce
Meclisiniz ve bizi izleyenler bilmelidirler ki, 1966 yılı için öngörülen
yatırım seviyesi, 1992’de Mesut Yılmaz’ın devrettiği bütçedeki
yatırım seviyesinin gerisindedir. Geçmiş dört yıl içerisindeki malî ve
ekonomik politikalarda maharet seviyesi ve uygulamadaki yönetim
başarısı düzeyi üzerinde bir tartışma noktasında değilim; ancak,
karşılaştığımız talihsizliğin 21 nci Yüzyıla hazırlanışımızda ciddî bir
ayak bağı olduğunu ve bu talihsizliğin ekonomik ve sosyal yapının
geliştirilmesini kösteklediğini ve bu talihsizliğimizin; örneğin, yurttaşı
hastane kapısında; örneğin, oğlumuzu, kızımı okul yerine kahvehane
köşesinde ve bunların her birini mahzun ve çaresiz noktada bırakan
yerdedir. Bu talihsizlik, belki de yakın bir gelecekte karanlıkta
kalabileceğimiz ihtimaliyle, sanayimizi, ülkemizi, yurttaşımızı tehdit
eden bir tehlike kaynağına da gelmiştir.
Mesut Yılmaz Hükümetine devredilen bu bütçe, Plan ve Bütçe
Komisyonunda gerçekçi bir baza oturtulmuştur. Bu nedenle, Plan ve
Bütçe Komisyonu Başkanını, Plan ve Bütçe Komisyonu üyelerini, başta
Planlama ve Maliye olmak üzere, bütün bakanlıkların bürokratlarını,
bütün siyasî partilerimize mensup milletvekillerini ve bütün parti
milletvekillerini teşekkürle tebrik ediyor ve bu görevin içerisinde
mesuliyet almış olmalarının cesaretini de saygıyla burada ifade
ediyorum.
Ancak, bu olumlu katkının bütçe büyüklüklerini değiştirdiğini,
dolayısıyla, bütçe açığını da yükselttiğini ifade etmek zorundayım.
Zira, bu değişiklikler nedeniyle bütçede öngörülen enflasyon oranının,
dolayısıyla deflatörün, takdim edilmiş sayıyı aşacağını, ortalama dolar
kurunun yükseleceğini ve faiz fiyatının yeniden yükselmeye
geçebileceğini ifade etmek durumundayım. Ancak, bu aksak ve eksik
zamanlı bütçe, bir evvelki hükümet tarafından hazırlandığı için,
hükümetin ortak başkanı olarak Sayın Deniz Baykal’ın “bu bütçe
enflasyonu artıracaktır” tarzındaki işaretlerinin, aslında kendilerinin
tanzim etmiş olduğu bütçe düzeninden kaynaklandığını ifade etmek de
zorundayım.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; eskiden, Maliye, bir disiplin içinde
yürütülürdü. Devlet Planlama Teşkilatında yıllık programlar hazırlanır,
yıllık programlar, beş yıllık kalkınma planları içerisinde öngörülmüş
olan hedeflere en kısa sürede nasıl ulaşılabileceğinin temel değerlerini
alırdı; o değerlere uygun olarak da bütçe dengelerinin kurulmasına
gidilirdi. Yaklaşık yirmi yıldan fazla bir zaman, bütçe hazırlama tekniği
bu disiplin içerisinde yürütüldü ve bu disipline riayet edilmediği
zamanlarda da çok ciddî problemlerle karşılaşıldı. Ancak, bu defa, son
derece ilgi çekici bir gelişmeyle karşı karşıyayız. Bütçe, bugün,
oylarınızla kabul edilecek ve yürürlüğe girecek; ama, Maliye ile Planma
disiplini içerisinde yaklaşık otuz yıldan beri sürdürmekte olduğumuz bu
gelenek, bu bütçe uygulamasında ihmal edildi. Bütçe, kabul edildikten
sonra, buna uygun olarak bir yıllık program düzenlemesine gidileceğini
de ifade etmek zorundayım; çünkü, bu beş yıllık plan fevkalade
önemlidir. Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, 1996 yılını ilk
uygulama yılı olarak seçmiştir ve dolayısıyla, bu bütçe fevkalade
önemlidir; bitme tarihi ise 2000’dir. Dolayısıyla, 2000’li yıllara
giderken kullanabileceğimiz son beş yıllık eşik, eğer, arzu ettiğimiz
2000’li yıllardaki ekonomik ve sosyal yapıya ulaşmamız için önem
taşıyorsa, en fazla üzerinde durulması ve hassasiyet gösterilmesi
gereken bütçe de 1996 yılı bütçesi olmalıdır.
Şimdi, bu bütçe, bu anlayış içerisinde baktığınız zaman, eksik zamanlı
ve aksak bütçe olmaktan kaynaklanan zaaflarıyla, beş yıllık kalkınma
planının ilk yılını teşkil ediyor gerekçesinden uzak tutularak izah
edilemez; çünkü, yararlar ve yükümlülükler ilişkisinde, yine, Yedinci
Beş Yıllık Kalkınma Planında öngörülmüş hedeflerin gerçekleşmesi
için kâfi değerleri içermemektedir. Bu nedenle de, önemli meseleleri ele
almak fırsatını bulamamıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu, eksik zamanlı aksak bütçenin
getirdiği ve eleştirilmesi gerekli önemli bir konusu da şudur: Böyle
bütçeler, hızlı tartışılmak zorundadır; ancak, 1996 yılı bütçesini, yani,
bu, eksik zamanlı aksak bütçeyi hızlı tartışalım derken -Komisyon da
dahil, Meclis müzakereleri de dahil olmak üzere- kendimizi telaşa
kaptırdık. Dolayısıyla, söylenebilecek çok şeyi, anlatılabilecek çok
meseleyi açıklama fırsatlarını da ellerimizden kaçırdık. Bizi izleyen
yurttaşlarımızın, bu hususu dikkate almalarını bilhassa ifade etmek
istiyorum; çünkü, bu ifade, bütçenin detaylarına yeteri kadar ehemmiyet
vermediği tarzda doğması muhtemel bir yanlış kanaati düzeltmek için
başlangıçta açıklanması gerekli olan hatırlatma notudur.
Sayın Başkanım, değerli milletvekilleri; bizim, bu yılki bütçeyle,
içerisinde bulunduğumuz Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı dönemi
bakımından çok ciddî bir sorumluluğumuz var. Bu sorumluluk, en derin
ölçeğiyle, Yüce Meclisimizin çatısı altında gerçekleştirilebilecek bir
sorumluluktur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri ve 53 üncü Hükümetin sayın
bakanları; lütfen, bir dakika, beni çok büyük bir dikkatle dinleyiniz. Beş
yıl sonra bilgi çağına giriyoruz. Yirmi yıldan beri büyük ivme kazanmış
bulunan veri iletişim teknolojilerindeki gelişmeler, insanoğluna tarihte
görülmemiş boyuttaki veriyi ve bilgiyi, âdeta ışık hızına yakın bir
hızla derlemekte, aktarmakta, işlemekte ve saklamakta insanoğluna
büyük kabiliyet kazandırmıştır. Böylece, gelişmiş ülkelerde bilgi,
sermaye, enerji, doğal kaynaklar da dahil olmak üzere bütün kaynaklar
listesinin başına geçmiş ve hepsinden daha önemli kaynak haline
gelmiştir, kaynak konumuna gelmiştir. Teknoloji de, artık sanayide
değildir; teknoloji, millî geliri oluşturan bütün sektörlerde geçerli
noktadadır ve ülkemizin gelişmesi için son derece özel niteliklerle yer
almaktadır.
2000’li yılların eşiğindeki Türkiye’nin gelişmesini hızlandırmak için,
bilgi ve teknoloji konularına gereken önemi veren, bu alanda, stratejik
planlamalar yapan ve politikalar belirleyen bir yetkili ve güçlü kuruma
ihtiyaç vardır.
Bugün, çok büyük, talihli, bir oturum idrak ediyoruz. Bu oturumu,
Türkiye Büyük Millet Meclisimizin Değerli Başkanı yönetmektedir.
Onun da bulunduğu bu toplantıda, sizlerin takdirine arz etmek istiyorum:
Ülkemizin geleceğiyle ilgili bütün meseleleri en iyi ölçekte
değerlendirebileceğimiz bilgi ve teknolojiyi kavrayan bir bilgi ve
teknoloji komisyonu kurulmasını, bunun için gerekli yasal ve yönetsel
hazırlıkların yapılmasını, şimdiden takdirlerinize sunuyorum ve Sayın
Başbakanın bu ülkeye yapabileceği hizmetlerin başında geleceğini ifade
ediyorum ve Sayın Meclis Başkanımızın Meclise yapabileceği en
önemli görevlerden birisinin, bu bilgi ve teknoloji komisyonunun
kurulmasına gerekli tavassutta bulunması olacağını ifade ediyorum.
(ANAP ve DSP sıralarından alkışlar)
Aynı şekilde, meseleleri, sadece bilgi ve teknoloji gibi somut meseleler
üzerinde yoğunlaştırarak değerlendirmeye almakla, sorunları çözemeyiz.
Bir bütçenin, bütçe bünyesinde, aritmetik dengeler kadar estetik dengeler
de vardır. Yeni yüzyıla bu estetik dengelerle de gitmek zorundayız. Bu
nedenle, bunun yanı sıra, bir de, bilim ve sanat komisyonu öneriyorum;
bir müstakil kültür komisyonu kurulmasını öneriyorum ve bunu da,
Sayın Meclis Başkanımıza arz ediyorum. Sayın Hükümetin dikkatine
sunuyorum.
Değerli arkadaşlar, bahsettiğim şu iki konuyla ilgili, fevkalade önemli bir
açıklama getirmek ihtiyacını hissetmekteyim. Bu fikri, Meclis çatısı
altında ilk defa gündeme getiren ve grubu adına bütçe eleştirisi
yaparken, konu olarak tartışmaya açan, Demokratik Sol Parti İstanbul
Milletvekili Sayın Prof. Dr. Ziya Aktaş’ın konuşmasından ilham aldım.
(DSP sıralarından alkışlar) Dolayısıyla, bilgi ve teknoloji
komisyonuyla ilgili olarak yaptığım önerinin bütün ilhamını aldığım
insana, bu değerli arkadaşımıza, huzurunuzda, fikir namusunun sahibi
bir insan olarak şükranla arz ederken, kendisinin bu bahisteki gayretine
de devam etmesini istirham ediyorum. (DSP sıralarından alkışlar)
Aynı, şekilde, bilim ve sanatla ilgili olanı da, Sayın Dr. Yüksel
Yalova’yla yaptığımız bir konuşmada ortaya koyduğu görüşlerden
aldığım ilham çerçevesinde getirdim. Yine, aynı şekilde, kendilerine de
söylüyorum; önemli olan, bir fikrin bu kürsüde kimin tarafından
söylendiği değil, kimin tarafından yaratıldığı, kimin tarafından
seslendirildiği, kimin tarafından uygun görülüp karara, kimin tarafından
da uygulamaya geçirildiğindeki bütünlüktür. Hepimiz, bu bütünlüğün
içerisinde yer alabilecek değerde insanlarız ve hepinizi bu değerin
içerisinde görmekten büyük mutluluk duyduğumu ifade ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Karakoyunlu, 23 dakikayı geçtiniz.
YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) – Bana bir iki dakika müsamaha
eder misiniz efendim?
BAŞKAN – Seve seve...
YILMAZ KARAKOYUNLU (Devamla) – Teşekkür ederim.
Değerli arkadaşlarım, zamanımın bir bölümünü, tekrar, bütçenin
ekonomik kimliği üzerinde kullanmayı düşünmüştüm; ama, biraz evvel
arz ettiğim gibi, böyle, eksik zamanlı, aksak bütçelerle karşı karşıya
kalındığı zaman, meselenin hızlı tartışma düzeyine girdiğinizde,
telaşınız, söyleneceklerin çoğunu elinizden alıp götürür. Dolayısıyla,
sözümün büyük bir kısmını anlatabilmek imkânından mahrum kaldım;
ancak, bir noktaya işaret etmek istiyorum.
İnsan merkezli ekonomi politikalarının oluşturulması, modern, örgütlü
ve çoğulcu demokrasi tariflerinin en önemli başlıklarını teşkil eder. Bu
tarifler, ekonomik ve malî yapının oluşmasında, en az aynı derecede
önem taşıyan ahlakîlik değerlerinin de gündeme getirilmesini zorunlu
kılar. Bu zarif ve demokratik siyaset görgüsünden hareketle ifade etmek
istiyorum ki; ekonomik ve malî uygulamaların ahlakîliği, politika
tercihlerinin etkinliğinden çok daha önemli değerlere sahiptir. Nitekim,
bu Hükümetin oluşmasına ruh veren Koalisyon Protokolü, bu bordo
belge, bu meseleyi son derece ciddî başlık altında incelemiş ve konu,
devletin yeniden yapılanmasının aslî şartları arasında yer almıştır.
Yüzyirmi yıllık anayasal yönetim geleneğimiz içerisinde, bu düzenleme
ilk defa benimsenmektedir. Dolayısıyla, Koalisyon Protokolünün “4F”
başlığındaki temel düzenlemenin, siyasî ahlak açısından kapsadığı
kavram genişliği ve zenginliği, Anayasamızın 100 üncü maddesindeki
düzenlemeyle kesin paralellik içerisindedir.
Değerli arkadaşlar, parlamento geleneğimizde siyasî ahlak pratiği, her
devirde son derece önemli olmuş ve bu konudaki ihlallerin en ağır
biçimde eleştirildiği zeminlerin başında bütçe müzakereleri gelmiştir.
Türkiye’nin bu bahisteki tarihsel deneyimi ve siyasal erdem anlayışı,
bazılarının dudak büktüğü melankolik fazilet iptilası gibi
değerlendirilemez. Yönetim yetkisini kendi hür irademizle tevdi ettiğimiz
yöneticilerin, bu yetkiyi, yasal disiplinlere bağlı olduğu kadar, moral
değerlere de bağlı kalarak kullanmaları sorumluluğu vardır. Bu
sorumluluğun ihlal edilip edilmediği iddialarını araştırmak, gerekirse
soruşturmak hakkı, münhasıran, bu yetkiyi tevdi eden otoritenin, yani
Yüce Meclisinizin hakkıdır ve bu hak, egemenlik tarifinden
kaynaklanır; hiç kimseye, hiçbir kuruma devredilemez.
Bunu, şu amaçla söylüyorum: 832 sayılı Sayıştay Kanununa yapılan ek
bir maddeyle, birtakım soruşturmaların, Anayasanın 100 üncü
maddesinden çıkarılıp, Sayıştay bünyesinde tetkik edilmesine ilişkin
bazı tedbirler alınması istenmektedir. Meclisin bu konudaki Anayasal
yetkisini -hani, o cep kitaplarına sıkıştırdığımız- Murphy veya Peter
yasalarıyla karıştırmamak gerekir. Birisi, Amerika’nın ticaret
iştihasının aforizmalarıdır; ama, ötekisi ise, demokrasi idrakinin ve
Anayasadaki denetim ahlakını kapsar. Dolayısıyla, siyasetimizi, bilgi ve
safiyet iddiası, kendinden menkul bir keramet gibi gösteremeyiz;
sorumluluğumuz buradadır. Bu nedenle, huzurunuzda, Plan ve Bütçe
Komisyonu Başkanını ve üyelerini, bir noktada aydınlatarak,
kendilerinin bilgilerine sunarak, ikaz etmek istiyorum: Şu anda Plan ve
Bütçe Komisyonunda görüşülmekte olan 832 sayılı Sayıştay Kanununa
yapılacak ek maddeyle ilgili olarak, Plan ve Bütçe Komisyonu, mutlaka
Anayasa Komisyonundan görüş almalıdır; hatta, başka hukuk
kurumlarında, bu bahiste “uygunluk” ifade edilse bile, Meclisimizin
geleneği ve komisyonlar otoritesi açısından bu görüşü almak
zorundadır.
Yönetimin ahlakî değerleriyle ilgili olarak söyleyeceğim çok şey var;
ancak, zaman kısıtlı; Sayın Başkanın müsamahasını da fazlaca
suiistimal etmek istemiyorum; yalnız, söyleyeceğim birkaç cümlem var;
onlara müsaade ediniz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Halkı, siyasetçisine daima
saygılıdır; siyasetçisinin haklarını savunmada mükemmel örnekler
sergiler; ancak, Türk Halkı, siyasetçinin ahlakıyla da yakından ilgilidir.
Bu ilgi, dürüst düşüncenin, namuslu davranışın ve hesap veren cesaretin
örnekleriyle doyurulabilir. Türk Halkı, siyasetçinin alnının yüksekliğiyle
değil, aklığının seviyesiyle ilgilidir. Bu nedenle, önümüzdeki bütün
günlerde, bu konunun içerisinde olduğumuzu ifade etmek istiyorum;
çünkü, siyaset ahlakının idrakiyle ilgilidir.
Değerli milletvekilleri, bizi televizyondan izleyenler; Kutlu Doğum
Haftasını yaşıyoruz. Kutlu Doğum Haftası, Peygamberimizin dünyayı
teşrifinin miladî takvimdeki 1425 inci yılının idrakidir. Bu idrak, bu
tartıştığım siyasî ahlak ve değerlendirme metodolojisinin kutsiyetinde
ayrıca önem taşır ve onu ayrıca bir hükme ulaştırmıştır. Buna, kamu
vicdanındaki hüküm cümlesi denir ve o hüküm, ilahi adalete hacet
kalmadan, mülkün adaletinde verilmelidir.
Bu vesileyle, hepinize saygılar, sevgiler sunuyor; bütçenin ülkemize,
milletimize hayırlı olmasınıYa Rabbim, senden diliyorum; teşekkür
ederim.
Arz ederim. (ANAP, DYP, RP ve DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Karakoyunlu.
Sayın Yalova, süreyi durdurdum efendim, telaş buyurmayın; bir konuda
Yüce Meclisi aydınlatmam lazım.
Sayın Karakoyunlu, yaptıkları güzel konuşmalarında, bir noktada
Meclis Başkanlığını da uyararak, milletin önünde bir istemde
bulundular. Yüce Milletimiz, bugün, bu görüşmeler vesilesiyle bizi
dinleyip, takip ettiğine göre, bu isteğin cevabını Meclis Başkanlığı
olarak arz etmek durumundayım.
Sayın Karakoyunlu, bilim ve teknoloji komisyonunun kurulması
konusunda, Meclis Başkanlığını uyardınız; Yüce Meclise arz
ediyorum:
Yeni düzenleyip, Yüce Meclise sunduğumuz İçtüzük değişiklikleri
sırasında, bu teklif tarafımızdan yapılmıştır. Bu İçtüzük
değişiklikleri sırasında, Sanayi ve Ticaret Komisyonumuzun yapısında
bir değişiklik yapılmış, isim, Sanayi, Ticaret, Bilim ve Teknoloji
Komisyonu olarak düzenlenmiş ve yeniden yapılandırılmıştır.
Bu konu Komisyonda görüşüldü, Genel Kurulun bilgisine ve tasdikine
arz edilmek üzere aşağıya iniyor; sayın milletvekilleri, elbette, kendi
takdir ölçüleri içerisinde, bunun münakkaşasını yapacaklardır. Takdir
ölçüleri bu yönde olursa, böyle geçer; takdir ölçüleri teklif yönünde daha
değişik olursa, o yönde geçer.
Yüce Meclisin Başkanlık Divanı, kendisine düşen görevi, bu alanda
yapmıştır; bilgilerinize arz ederim.
Şimdi, kalan süreyi kullanmak üzere, Sayın Yüksek Yalova; buyurun.
(ANAP sıralarından alkışlar)
ANAP GRUBU ADINA YÜKSEL YALOVA (Aydın) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; bütçe kanunu tasarısının tümü üzerinde, bana
düşen vakit içerisinde, Anavatan Partisinin görüşlerini sunmaya devam
edeceğim. Umarım, Sayın Yılmaz Karakoyunlu arkadaşımın teorik
seviyesinden pek uzaklaşma bahtsızlığına ulaşmam. Yüce Meclisi,
şahsım ve Partim adına en üstün saygılarımla selamlıyorum.
Yarın, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız; izniniz
olursa, tüm Anavatan Partisi Grubu mensubu arkadaşlarım adına, tüm
vatandaşlarımızın Ulusal Egemenlik Bayramını yürekten kutluyorum.
Özellikle, bütçenin bitişine rastlaması da, bizim için ayrı bir tesadüf olsa
gerek; çünkü, bu yüce çatının en arka duvarında, ulusal egemenlikle
ilgili, egemenliğin kayıtsız şartsız ulusa ait olmasıyla ilgili, Büyük
Atatürk’ün bir sözü var. “İktidarın, gökyüzünde mi, gökyüzündeki
iktidarın yeryüzündeki temsilciler adına mı kullanıldığı; yoksa,
yeryüzündeki, yani millete ait mi kullanıldığı” sorusunun, yüzyıllarca
süren teorik kavgasına, en somut çözümü getirdiği için de, Büyük
Atatürk’ü bir kez daha rahmetle ve minnetle anıyorum.
Yine, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanımız Sayın Mustafa Kalemli
Beyefendiye, ilk kez bu yıl, bütçe görüşmeleri münasebetiyle, yasama
teknolojisine getirdikleri bu hızlı, verimli çalışma yöntemi nedeniyle,
Grubum ve şahsım adına, teşekkürlerimin ötesinde minnetlerimi
sunmayı görev sayıyorum.
Yasama-yürütme ilişkisinde, bildiğiniz gibi, özellikle, son yıllarda, belki
son onyıllarda, ülkemizde, Batı’da olduğu gibi, yasama aleyhine
seyreden bir gelişim çizgisi vardı. İşte, üç günlük bir çalışma
temposunun yeterli olmadığından, siz sayın milletvekilleri de
yakınırdınız; ama, yıllardır, o İçtüzük bahanesinin dışında, yeni bir
yaklaşımla, nasıl böylece kısa bir süre içerisinde, yine aynı verimlilikte,
belki daha fazla bir verimlilik elde ederek, aynı bütçe kanunu
tasarısının görüşülebileceğini de, bu vesileyle görmüş olduk. Onun için,
kendilerine şükranlarımı arz ediyorum.
Yine, bu bütçe görüşmeleri sırasında, ben, bir gözlemde bulunmaya
çalıştım. Konuşmacılarda, hangi partiye mensup olursa olsun, hangi
bakanlığın bütçesinde konuşmacı olursa olsun, ortak bir paydayı
gözlemledim. Var olan durumun tespiti ve olması gerekenler hususunda,
sanıyorum, hep pozitif bir yaklaşım olduğunu söylemek, bir hakkı
teslim etmek olur. O nedenle, bu, pozitif yaklaşımları nedeniyle de, tüm
konuşmacıları kutlamak istiyorum. Ancak, Sayın Karakoyunlu’nun da
işaret buyurdukları gibi, mademki, ben, kendisinin çizdiği çerçeve
içerisinde, konunun siyaset bilimine yönelik bir kısmını irdelemekle
yüksek huzurlarınızda görevli isem, o zaman, bu üç beş yıllık,
önümüzdeki döneme ilişkin var olan sorunların çözümünden ziyade, o
sorunların gerisinde yatan sosyolojik sebepleri, bir parça devlet
sosyolojisine girerek, yüksek dikkatlerinize sunmaya çalışacağım.
Grubumuzdan önce konuşan değerli konuşmacılar arasında Sayın
Baykal’a cevap vermek zorundayım; çünkü, kendileri böyle bir talepte
bulundular. Dediler ki, bu bütçe borç ve faizi artırma bütçesidir. Bir
tespittir, kendi düşünceleridir. Tarım ve hayvancılıkla ilgili görüşlerini
de sunduktan sonra “ama, bu tarım ve hayvancılığın perişan halini
söylemek yetmez; niye böyle perişandır, niye perişandır bunu söylemek
lazım” dediler; şimdi, onu cevapsız bırakamam.
Cumhuriyet Halk Partisi -sevinmiyorum- niye perişansa, tarım ve
hayvancılık da onun için perişandır demek zorundayım.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Ne ilgisi var!..
İSMET ATALAY (Ardahan)– Ayıp!..
YÜKSEL YALOVA (Devamla) Çünkü, eğer burası bir yargılama yeri
olsaydı; tartışma yeri, konuşma yeri, bütçe üzerinde değerlendirme
yapma yeri değil de, burası bir yargılama yeri olsaydı; ben, sadece
Sayın Baykal’ın buradaki konuşmalarını alarak -çünkü, sonuçta, ceza
hukukunda buna “ikrar” derler, hem zımnî de değildir, açıktır- sadece
onu alarak, hâkimin takdirine bırakır ve davayı kazanırdım; çünkü,
1991 yılında bir traktörün 50 milyon lira olduğu, Türkiye’de bilinen bir
gerçek; 1995 seçimlerinde de -herhalde 30 milyon lira filan değil, 20
milyon lira değil, 40 milyon lira değil- 1 milyar lira...
Ha, şimdi, Sayın Baykal’ın görüşlerinde katıldığım noktaya geleceğim.
O görüşün mantığını paylaşmam; ama, bir doğru tarafı var. Ne oluyor
da, hangi parti olursa olsun, şunlar şunlar yapılsın dileğinde ortak
paydayı tuttururlarken, ne oluyor da, bu ülkede enflasyon, âdeta, devletin
resmî ideolojisi halini alabiliyor; işte, oraya bakmak lazım. Eğer,
bakarsak, o da bizim alanımızdır dersek, var olan siyasî partilerin
görüşlerindeki zihniyet benzeşmesi, var olan siyasî partilerin, daha
doğrusu siyasal iktidarların -sosyal sınıflar sözcüğünü pek benimseyen
bir kişi değilim- sosyal katmanlar karşısında, tercih konusundaki
müteredditliği diyebilmemiz lazım.
Şimdi, geçen dört yılda da politika vardı. Sayın Baykal “politika yok”
diyor. Politika yok olur mu; bin sene önce de -yönetim hangi modeli
taşırsa taşısın- yine, politika vardı. Ha, olmayan neydi; geçen dört
yılda da politika vardı; ama, o politikada, bu söylediğim kitleler
karşısında kendi politika yürütücülerinin ideolojileriyle tenakuzu vardı,
müteredditliği vardı.
Özetle söyleyeyim; demin, Doğru Yol Partisinden bir sayın milletvekili,
Sayın Yılmaz Karakoyunlu konuşurken, âdeta, dört yılı eleştirdiğini
zannederek “onun öncesi de vardır” dedi. Doğru söyledi; öncesi de var.
Neresi o öncesi; 1983 öncesine bakarsanız -öyle, 1980 öncesi tabirini
kullanmıyorum- zihniyet konusunda, insanlardaki çelişik tutumlar; yani,
açık piyasa, serbest piyasa zihniyetinin, etatizm karşısındaki, devletçi
zihniyet karşısındaki mücadele gücü... İşte, 1983 yılının
tartışmalarını hatırlayın. Yani, bu ülkede “köprüyü sattırmam” demek,
solculuğun simgesel tanımıydı, “köprüyü satarım” demek de, açık,
serbest piyasa düşüncesinin. Şimdi, bu iki düşünceyi sağlıklı bir şekilde
değerlendirmemiz için, Cumhuriyet Halk Partisinin yaptığı gibi, siyasî
liberalizmde Jakobenizmi üstlenip de, o 1789 felsefesinin ekonomik
liberalizm kısmındaki özel mülkiyet ve ticaret özgürlüğünü bırakarak,
şimdi, yeni politika üretelim diyemeyiz, politikasızlığı terk edelim
diyemeyiz.
Sayın Baykal’ın konuşmasının bir noktasına daha değineceğim
izninizle; Yunanistan, Rusya, Suriye meselesi... Hükümetin girişimleri
konusunda “sorunları biz çıkarmadık” diyor. Doğru “sorunları biz
çıkarmadık” sözü doğru; ama, sorunlar çıkmışsa, sorunlara çözüm
bulmak zorunda olan da biziz. O sorunun başka taraftan çıkmış
olmasının, sorunun ortadan kalması anlamına gelmediğini de tespit
etmemiz lazım.
Ancak, “komşularımız karşısında barışçı olursak ‘yıldılar’ derler”
sözünü kullandılar; o zaman, şimdi, mefhumu muhaliften soralım;
savaşçı mı olmamız lazım?.. Şimdi, buradan bir şey çıkıyor: Dış
politikaya ilişkin yepyeni açılımlar meselesi. Neden?.. 1980’li yılların
başına kadar; yani, bundan onbeş yıl öncesine kadar, uluslararası
ilişkilerde, sınırlar, ülkeleri birbirlerinden ayıran unsurlar olarak
algılanırdı. Oysa, yepyeni bir versiyon ortaya çıktı; sınırlar, ülkeleri
birleştiren unsurlar olarak algılanıyor. Şimdi, siz, bu unsurlar kavramına
böyle yaklaşıyorsanız, kendi iç sınırlarımız içerisinde de, anayasa
hukukunda, devletin en önemli özelliklerinden birisi olan egemenlik
hakkının kullanılmasına bakıyorsanız; eğer, biz, Anavatan Partisi
olarak dört yılı eleştirme durumunda kalırsak, yapılamayan, ertelenen
konuları, mesela, 24 Aralık milletvekilleri seçimlerini, biz, bu egemenlik
hakkının kullanamayışı meselesinde daha iyi kullanırız, daha iyi örnek
olarak ortaya getiririz; ama, sorun o değil. Neden o değil; çünkü, siz, bu
ülkede tapu sorununu halledememişseniz... Neyi söylüyorum; bir tarafta
devlet, bir tarafta birey, vatandaş. Bakıyorsunuz, vatandaş ile devlet
ilişkisine -devlet soyut bir kavram, vatandaş somut bir kavram- devletin
organlarına bakıyorsunuz -adı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğüdür,
adı Orman Genel Müdürlüğüdür, adı Vakıflar Genel Müdürlüğüdür, adı
Millî Emlak Genel Müdürlüğüdür, adı Arsa Ofisi Genel Müdürlüğüdür-
birçok ihtisaslaşmış kurum; ama, yüzbinlerce -örneğin- orman davası...
Ee, şimdi bunun adı, adalet sistemine yepyeni sorunlar üretmek değil
midir; tabiî ki öyledir. O zaman, eğer beş yıl sonra biz, Türkiye olarak,
istesek istemesek de, bilgi çağına gireceksek, yapmamız gereken bir iş
var; nedir o; kent bilgi sistemleri kurmak. İşte, bizim Belediye
Başkanımız Aydın’da yaptı. Kent bilgi sistemlerini kurarak, bizim,
devlet bilgi sistemini oluşturmamız lazım. Düşünün, Tapu ve Kadastro
Genel Müdürlüğünün kullandığı aletlerdeki teknolojinin, Orman Genel
Müdürlüğündekilerden farklı model olması nedeniyle, vatandaş
mahkeme kapılarında sürünüyor. Biz, şimdi, Sayın Başbakanın
talimatıyla -haydi, buyurun gelin, bunu da yapalım dedik; o çalışmayı
ben yürütüyorum; bir anlamda bütçe buna da imkân verecek- çalışmalara
başladık. Bu noktada, tüm hukukçu arkadaşlarımıza,
milletvekillerimize sesleniyorum -hangi partiye mensup olursa olsun-
vatandaşı -altını çizerek söylüyorum- sırf, devleti yönetenlerin bilgi
çağına ayak uyduramayışları nedeniyle ortaya çıkan devletin bu
zulmünden kurtaralım. Nedir bu zulüm; ya mahkeme kapısında ya o
bürokrat karşısında, git gel... Kırk yıllık tapusu var, tapu benim mi,
değil mi... Milyonlarca insan, babasından kalmış, dedesinden kalmış, -
yarın- tapunun sahibi olabilecek miyim olamayacak mıyım endişesini
yaşıyor. Basit bir mürekkep reformuyla, basit bir iki idarî kararla, belki
de basit bir iki yasa tasarısı ya da teklifiyle bu işi çözmek lazımdır.
Sayın Erbakan Hocamıza, bütçenin hukukîliği meselesinde bir itirazım
var. 7 noktadan Anayasaya aykırı olduğunu düşündüklerini söylediler.
Geçen konuşmada da aynı şekilde söylemişlerdi. Eğer, bu 7 noktadan,
bu bütçenin Anayasaya aykırılığı meselesini Refah Partisinin tüzüğüne
bakarak değerlendirdilerse, o kanaate buradan vardılarsa, bir şey
diyemem.
İSMAİL İLHAN SUNGUR (Trabzon) – Anayasaya...
YÜKSEL YALOVA (Devamla) – Ama, Anayasaya diyorsanız, ben, o
zaman, 1982 Anayasasının, mesela “vergi ödevi” başlığını taşıyan 73
üncü maddesini, Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkilerini
belirleyen 87 nci maddesini, “kanunların teklif edilmesi ve görüşülmesi”
başlığını taşıyan 88 inci maddesini sadece söyleyerek -tabiî
“başlangıç” kısmındaki temel hükümleri de buna eklemek mümkün- bu
bütçe kanunu tasarısının Anayasaya aykırılığının- ileri
sürülemeyeceğini demiyorum, ileri sürersiniz- düşünülemeyeceğini
yüksek dikkatlerinize sunmak zorundayım; çünkü, adı üzerinde, kanun
tasarısı... Kanun tasarısı dediğiniz zaman, herhangi bir kanun
tasarısıdan hiç farkı yok. Haa, yasama-yürütme ilişkisi içerisinde, biz
nereye bakmalıyız, yasama organının üyeleri olarak, o noktaya geleyim.
Biz, yasama organı olarak, yürütme organına, adı bütçe olan bu kanun
tasarısıyla, belirli işlemleri, belirli sürelerle yapma iznini veriyoruz,
sonra da, kendi elimizde, denetim mekanizmasını bulunduruyoruz. O
izni, Genel Kurul yüksek tensipleriyle verirken de bakacak... Bir bütçe
profesörünün sözüdür, bütçede, bütçe dışı her şey konuşulur; doğal; bir
politika oluşturma platformu... Biz, şimdi, bütçede, bu anlamda, bütçenin
sadece hukukî niteliğiyle bir değerlendirme yapacaksak, bu bütçe kanunu
tasarısı, Anayasaya aykırı mıdır, değil midir diye, neye bakacağız;
Anayasanın maddelerine... Neye tabi tutacağız; diğer kanun
tasarılarının tabi olduğu prosedüre bakacağız. Eğer onlardan herhangi
birinden bir ayrıcalığı, farklılığı, yasadışılığı yoksa, anayasallık
dışı bir unsur taşımıyorsa, o zaman, kanun tasarısıyla o izni
verdiğimiz yürütmeyi de...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Yalova, mahkeme kararı
varmış...
BAŞKAN – Buyurun Sayın Yalova; lütfen tamamlayın efendim.
YÜKSEL YALOVA (Devamla) – Sayın Karakoyunlu, onun gerisindeki
felsefeyi de söyledi ve yüzde yüz katılıyorum; sadece, o kanun
tasarısının -ki, sonra kanun olacak yüksek tensiplerinizle- o kanunun,
sadece hukukîliği meselesini değil, aynı zamanda- meşruiyetini
oluşturan iki temel unsurdan biri hukukîliğidir, kabul; ama, öteki boyutu
da, Weberian teoriye göre siyasîliğidir- Sayın Karakoyunlu’nun söylediği
ahlakîliği meselesini de... Yani, bir hükümet düşününüz ki, Yüce Heyetin
huzuruna gelmiş; ben, şunları şunları, şu işlemleri yapma iznini
alıyorum, yetki talep ediyorum demiş; Yüce Heyet vermiş...
Şimdi, gelin, Türkiye’de ortak sancısını çektiğimiz, yıllardır sancısını
çektiğimiz bir uygulamayı, şu bütçe görüşmeleri sırasında, ortak payda
diye andığım pozitif yaklaşımla, o denetim mekanizmasını da, sene
sonunda, yine, aynı ortak paydayı elde ederek tekrar gündeme getirelim;
başka ulusların, böylesi bütçe kanunları karşısındaki
parlamentolarının tutumları nasıl olmakta; neye bakmaktalar; biz, nasıl
bakmaktayız; o zaman mukayesesini yapalım...
1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının Hükümete başarılar
getirmesini diliyor; Yüce Meclisin siz saygıdeğer üyelerini, şahsım ve
Grubum adına teker teker, en üstün saygılarımla selamlıyor; bütçenin
ülkemize hayırlar getirmesini Yüce Tanrıdan temenni ediyor; Sayın
Başkanıma da çok teşekkür ediyorum. (ANAP ve DYP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Güzel konuşmanız için teşekkür ederim Sayın Yalova.

IV. – SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR

1. – Hatay Milletvekili Nihat Matkap’ın, Aydın Milletvekili Yüksel
Yalova’nın partilerine sataşması nedeniyle konuşması.
BAŞKAN – Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi Grup Başkanvekili Sayın
Nihat Matkap’ın Başkanlığa bir müracaatı var; onu arz edeceğim.
Sayın Matkap, müracaatında, şunu ifade ediyorlar: “ANAP Grubu
Sözcüsü, konuşmasının bir bölümünde, bu bütçe tasarısının, DYP-
CHP Hükümeti tarafından tanzim edildiğini söyledi. Oysa, görüşmekte
olduğumuz bütçe tasarısını, 51 inci DYP Azınlık Hükümeti
hazırlamıştır” diye zabıtlara geçmesini istediler. İtirazınızı zabıtlara
geçiriyorum efendim.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sayın Başkan, sabah da benzer bir durum
oldu. Kamuoyu bu konuda yanıltılıyor. Eğer izin verirseniz, iki üç
dakika içerisinde, bu konuyu aydınlatmak istiyorum.
BAŞKAN – Bu, zabıtlara geçirdiğim hususun dışında ilave edeceğiniz
başka bir şey var mı efendim?
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sabah, Demokratik Sol Parti de benzer bir
iddiayı ileri sürdü; şimdi de, Anavatan Partisinin değerli sözcüsü...
Kamuoyu yanıltılmış oldu.
BAŞKAN – Efendim, iki cümleyle ilave edeceğiniz bir şey varsa, size
söz veririm; çünkü, yanlış bir beyanda bulunulduğunu ifade ediyorsunuz;
bu yanlış beyanı düzeltme, en tabiî hakkınız.
Söz verdim efendim; buyurun.
NİHAT MATKAP (Hatay) – Sağ olun.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gerek sabahki oturumda gerekse
şimdiki oturumda, Demokratik Sol Partinin değerli sözcüsü, Anavatan
Partisinin değerli sözcüsü, bütçe tasarısı üzerinde görüş açıklarken,
özellikle, bu bütçeyi savunmaya yönelik bölümlerde, bu bütçenin, Doğru
Yol Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi Hükümeti tarafından
hazırlandığını, tanzim edildiğini söyledi. İki grup da benzer şeyi
söyleyince, kamuoyu da yanılıyor, Meclisimizin değerli üyeleri de
yanılıyor. Bu konuyu mutlaka açmamız gerekiyor.
Sayın Başkan, bu açıklamayı yapma fırsatını verdiğiniz için,
anlayışınızdan dolayı, size de teşekkür ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, şimdi, altını çizerek söylüyorum. Bu bütçe
tasarısını hazırlayan, Doğru Yol Partisi-Cumhuriyet Halk Partisi 52 nci
Hükümeti değil, kurulma cesaretini, vizesini, Demokratik Sol Parti ve
Milliyetçi Hareket Partisinden alan 51 inci Azınlık Hükümetidir. (CHP
sıralarından alkışlar)
Bu tasarının hazırlanmasında da, ne yazık ki, Cumhuriyet Halk
Partisinin hiç katkısı olamamıştır. Plan ve Bütçe Komisyonunda
Grubumuz adına görev yapan arkadaşlarımızın hiçbir önerisi de
değerlendirilmemiştir.
Değerli milletvekilleri, “eğer 24 Aralıkta erken seçim olmasaydı, bu
bütçeyi Doğru Yol Partisi-Cumhuriyet Halk Partisi uygulayacaktı”
demenin, gerçekle uzaktan yakından ilgisi yoktur; çünkü, eğer 24
Aralıkta seçim yapılmayacak olsaydı, 52 nci Doğru Yol Partisi-
Cumhuriyet Halk Partisi Hükümeti de kurulamayacaktı.
Lütfen, 52 nci Doğru Yol Partisi-Cumhuriyet Halk Partisi Hükümetinin
kuruluş koşullarını hatırlayınız. Partimizin 9 Eylülde kurultayı
yapıldıktan sonra, 50 nci Hükümetin...
BAŞKAN – Sayın Matkap, hiç o bahislere girmesek; o bahisler oldukça
uzundur; bu görüşmeler içerisinde de sonuca varmamız mümkün
değildir. Siz, itirazınızı yaptınız, kayıtlara geçirdiniz, millet de bu
konuda aydınlandı; müsaade buyurursanız, burada toparlayalım bu işi.
NİHAT MATKAP (Devamla) – Peki Sayın Başkan.
BAŞKAN – Teşekkkür ederim efendim.
NİHAT MATKAP (Devamla) – Sayın Başkan, bugün görüştüğümüz
bütçesinden şikâyetçi olunan bu Hükümete desteği, çekinser olsa da
Demokratik Sol Parti vermektedir. Bu destek, bugün de sürmektedir.
Kimse, konuyu, sorunu, gerçeği saptırmaya lütfen kalkışmasın.
Gerçekler, halkın, kamuoyunun ve Meclisin gözleri önünde yaşanıyor.
Bütçeden ve Hükümetten rahatsız iseniz, bunu göstermenin yolu açıktır;
biraz sonra vereceğiniz oylarla tavrınız netleşecektir.
GÖKHAN ÇAPOĞLU (Ankara) – Sayın Başkan, sataşma yapıyor;
cevap vermiyor ki...
BAŞKAN – Sayın Çapoğlu, müsaade ederseniz sataşmanın ne zaman
yapıldığına, ne zaman yapılmadığına ben karar vereyim.
NİHAT MATKAP (Devamla) – Sayın Başkan, anlayışınızı suiistimal
etmek istemiyorum; size teşekkür ediyorum, Yüce Meclise saygılar
sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Matkap.

III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)

1. – 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/285) (S. Sayısı : 1) (Devam)
2. – Katma Bütçeli İdareler 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/286) (S. Sayısı : 2) (Devam)
BAŞKAN – Bu aşamada, Sayın Hükümete söz veriyorum.
Hükümet adına, Başbakan Yardımcısı Sayın Nahit Menteşe
konuşacaklar.
Buyurun Sayın Menteşe.
ZEKERİYA TEMİZEL (İstanbul) – Efendim, bir konunun açıklığa
kavuşturulması için izninizi rica ediyoruz.
BAŞKAN – Efendim, şimdi Hükümeti kürsüye çağırdım. Eğer, hâlâ, bu
konuda ısrarınız varsa, Sayın Grup Başkanvekiliniz bu konuşmanın
sonunda müracaat eder; değerlendiririm efendim; lütfen buyurun.
Süreniz 45 dakika Sayın Menteşe.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT
MENTEŞE (Aydın) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri;
1996 yılı konsolide bütçesi, uzun süre Komisyonda tartışılmış;
nihayet, Yüce Meclis de geceli gündüzlü çalışmak suretiyle, Yüce
Meclisin değerli katkılarıyla, bütçe görüşmelerinin sonuna gelinmiştir.
Konuşmama başlamadan önce, Yüce Meclisin Değerli Başkanını ve
değerli milletvekillerini saygıyla selamlıyorum. Aynı zamanda -biraz
evvel arkadaşlarımızın da belirttiği gibi- yarın, 23 Nisan; 76 yıl önce,
1920 yılının 23 Nisanında Türkiye Büyük Millet Meclisi kurulmuştur
ve İstiklal Harbini, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, bu Türk Milleti
yapmıştır.
Birinci Büyük Millet Meclisinin değerli üyelerini ve Büyük Atatürk’ü,
huzurunuzda, rahmet ve minnetle anıyorum.
Çok zor şartlarda mücadele verilmiştir. Hepinizin bildiği gibi, galip
devletler, Türkiye’de, Sevr’i uygulamışlardır. Türk orduları,
Çanakkale’de menkıbe yazmış olmalarına rağmen, müttefikleri mağlup
olduğu için, Mondros -silah bırakma- Mütarekesiyle savaş sona ermiştir.
Ancak, galip devletler, Türkiye’yi bölmek, parçalamak maksadıyla Sevr’i
uygulatmışlar ve hepinizin de bildiği gibi, hepimizin de tarihten acı
sayfalarını okuduğumuz gibi, Türkiye, âdeta paramparça olmuştur.
Ama, Türk Milleti, esarete dayanamaz; onun için, Büyük Atatürk’ün
önderliğinde, âdeta, bütün yokluklara, imkânsızlıklara rağmen, Türk
Milleti şahlanmış ve ülkenin çeşitli yerlerinde büyük zaferler kazanmak
suretiyle, düşmanı, Türkiye’den kovmuştur; ama, Büyük Atatürk, bir
ekiple bunu yapmamış, millete dayanmak istemiş; onun için, Türkiye
Büyük Millet Meclisinde, bu savaş, günbegün tartışılmış ve istikamet
verilmiştir. Yurdun dört bir tarafından gelen milletvekilleri, korkusuzca,
büyük cesaretle görevlerini ifa etmişlerdir. Düşman orduları, Ankara
civarına kadar gelmiş “acaba, Kayseri’ye intikal edelim mi” şeklinde
fikirler beyan edilmiştir; ama, bir doğulu milletvekili kalkmış “hayır,
burada devam edeceğiz” demiş. Bu mücadele cesaretle verilmiştir; onun
için, tekrar, bu Birinci Büyük Millet Meclisinin kahraman üyelerini,
rahmet ve minnetle anıyorum.
Bakınız, değerli hatipler, terörden bahsettiler. Geçen sefer de, Refah
Partisinin Sayın Başkanı, terörün dinmesi gerektiğini, birtakım metotlar
tavsiye etmek suretiyle huzurunuza getirdiler. Barış yoluyla terörü sona
erdirmek...
Değerli arkadaşlarım, bir hatırlayınız, PKK, 1977’de kurulmuş illegal
bir örgüt. Türkiye’yi bölmek, parçalamak için kurulmuş. Kanlı
eylemlerini 1984’te başlatmış; Eruh ve Şemdinli’de masum
vatandaşları katletmek suretiyle vahşetini, vahşet örgütü olduğunu
dünyaya ilan etmiş.
Dış ülkelerde, devletin, âdeta, bu terörü ihdas ettiği veyahut bu
mücadeleyi ihdas ettiği şeklinde beyanlar devamlı şekilde ortaya
atılmaktadır. Acaba, 10 Ağustos 1984’te Eruh ve Şemdinli’de katliam,
devletin teşvikiyle mi olmuş?! Hayır; bu vahşet örgütü, o yörenin
halkını sindirmek, korkutmak suretiyle hedefine ulaşmak istemiştir.
Güvenlik güçleri, bugün, Türkiye’yi parçalamak, bölmek isteyenlere
karşı kahramanca bir mücadele vermektedir, Türk Milleti aynı zamanda,
oradaki masum halkı korumak için şehit vermektedir.
Bu kürsüden defaatle söyledik; bu vahşet örgütü PKK, beşikteki
çocuklarımızı hedef almış, küçücük yavrularımızı hedef almış; genç-
ihtiyar demeksizin, büyük Türk Milletinin fertlerini öldürmüş, öldürmeye
de devam etmiş. Siyasî çözüm veyahut başka türlü bir yaklaşım acaba
mümkün mü?. Biliyorsunuz, 1992’de Abdullah Öcalan, barış ilan etmiş,
gelin silahları bırakalım demiş. Nitekim, mücadele, bir müddet, orada
durmuş; ama, esasında, kendisini toparlamak için böyle bir taktik
uygulamış Abdullah Öcalan. Nitekim, aradan zaman geçmiş, Elazığ-
Bingöl yolunda 33 silahsız vatandaşımız katledilmiştir; hadise bu.
Yine, bakıyorsunuz, geçenlerde, yine aynı taktiklerle karşımıza
çıkıyor, dünya kamuoyunun karşısına çıkıyor, güya, barış ilan ediyor;
ama, geçen gün, Diyarbakır Sağgöze mevkiinde, 30’dan fazla askerimiz
şehit olmuştur.
Görüyorsunuz, değerli arkadaşlarım, hedef, Türkiye’yi parçalamaktır,
bölmektir; bu amacına ulaşıncaya kadar PKK terör örgütü mücadelesini
sürdürecektir; ama, artık, PKK terör örgütü -şimdi, rakamlarını
vereceğim- gittikçe gücünü kaybetmektedir.
Bakınız, Türkiye genelinde, 1984 yılında başlamış olan terör
hareketleri, 1989 yılına kadar ortalama yüzde 43 oranında bir artış
hızıyla yükselmiştir. 1990 yılında yüzde 39 olan artış hızı, 1991
yılında tekrar tırmanarak yüzde 62’ye ulaşmıştır. Terörün en yüksek
seviyeye tırmandığı 1991 yılı içerisinde, hükümet değişikliği sonucu
gösterilen tavır ve kararlılıkla birlikte, olayların 1992 yılında, bir
önceki yıla göre artış hızı yüzde 28’lere düşmüştür.1993 yılında olay
artış hızı yüzde 22 olmuştur. 1994 yılı olaylarında ise 1993 yılına
oranla yüzde 5 nispetinde gerileme olduğu görülmüştür. 1995 yılı nisan
ayı itbariyle Türkiye genelinde meydana gelen olaylar, 1994 yılının
aynı dönemine oranla yüzde 21’lik bir azalma göstermiştir. İstatistiki
rakamlar değerlendirildiğinde, terörün etkisi, mücadeleyle birlikte kontrol
altına alınmıştır. Artık mukavemet döneminden çıkılmış, devlet, aktif
hale gelmiştir. Geçen gün Diyarbakır Sağgöze’de yapılan da budur; ama,
üzülerek ifade edelim ki, gerçekten şehit verdik.
Devletinin, milletinin yanında ve her şartta vatandaşını koruyabilecek
güven verilerek bugün, güneydoğuda vatandaşımız pesimist halden
kurtulmuştur. Görüyorsunuz; bugün, Diyarbakır’da, Şırnak’ta,
Hakkari’de, Bitlis’te, Bingöl’de ve Tunceli’de vatandaşımız rahatlıkla
sokaklarda dolaşabilmektedir. Görüyorsunuz, devlet gücü karşısında
PKK örgütünün mukavemeti kırılmıştır; ama, bu mücadele bir müddet
daha devam edecektir değerli arkadaşlarım. Yabancı odaklar,
arzuladıkları Sevr’i hiçbir surette uygulayamayacaklardır.
Birkaç gün önce Sayın Başbakan Hatay’a gitti. Ben de İçişleri Bakanı
olarak birkaç defa gitmiştim. PKK, Suriye’den Hatay’a sızmaktadır.
Gazeluşağı Köyüne gittiğim zaman yine küçücük yavrularımızı ve çok,
ihtiyar, yaşlı vatandaşlarımızı PKK terörü öldürmüştü.
Şimdi, Suriye, Arap dünyasında -güya, su meselesi olarak takdim
etmektedir- sudan hak alabilmek için mücadele verdiğini iddia etmektedir
ve güya, PKK’yı himaye ettiğini, doğrudan doğruya olmasa da, kamufle
etmek istemektedir. Esasında, su meselesi diye bir problem yoktur;
çünkü, istediğinden fazla, ihtiyacından fazla suyu, Suriye almaktadır.
Nasıl, biraz evvel Sayın Erbakan, Yunanistan’ın megali ideasından
bahsetmişse, aynı şekilde, Suriye’nin de büyük Suriye ideali vardır.
Onun için, su meselesi bahanedir, başka emelleri vardır; ama, bu
emelleri kursağında kalmaya mahkûmdur; Suriye’ye, icabında gerekli
ders verilecektir. Nitekim, bunu, Sayın Başbakan da -Suriye’ye yakın
olan- Hatay’da ifade etmiş bulunmaktadır.
Bakınız, ne diyor Türk Devleti: Orada, karargâhı himaye etme. Çünkü,
biliyorsunuz, dünya âlem biliyor, her zaman itiraz ederler; ben de,
Suriye’ye gittim, Sayın Hafız Esat’la belki üç saat görüştüm, devamlı
şekilde PKK’nın himaye edilmediğini hep ifade etmektedir; yani,
Apo’nun orada olmadığını ifade etmektedir; ama, Apo, zaman zaman
Lübnan’dadır, zaman zaman Suriye’dedir; PKK’nın karargâhı oradadır;
onun için, müsamahayla bakmamız mümkün değildir. Dışişleri
Bakanlığı tarafından, gerekli demarş yapılmıştır, sonucu, elbette
alınacaktır; Abdullah Öcalan için de -iade edilmek üzere- NATO ile
Suriye makamlarına gerekli demarş yapılmış bulunmaktadır.
Bu arada, İran ile olan münasebetlerimiz bakımından, burada, Sayın
Baykal tarafından, Sayın Başbakana atfen beyanda bulunulmuştur.
Cumhuriyet hükümetleri tarafından, İran ile münasebetlerimiz hep iyi
seviyede tutulmak istenmiştir. Bizim, asırlarca, İran ile bir hudut
ihtilafımız olmamıştır; hemen hemen ihtilafımız olmamıştır; ama,
İran’ın, PKK konusunda hassas olması hususunda devamlı şekilde
kendilerine ihtar yapılmıştır; yaptığımız müzakerelerde, bu husus hep
dile getirilmiştir.
Yine, Hizbullah örgütünün orada himaye gördüğü ve himaye edilmemesi
hususu, devlet olarak, tarafımızdan hep ifade edilmiştir; çünkü, PKK da
terör örgütüdür, Hizbullah da terör örgütüdür. Onun için, nereden olursa
olsun, Türk Devletinin, terör örgütlerine karşı tolerans göstermesi
mümkün değildir.
Başbakan Sayın Mesut Yılmaz’ın İran Dışişleri Bakanını kabulü
sırasında, Sayın Baykal’ın ifade ettiği şekilde, Refah Partisinin adı
gündeme dahi gelmemiştir. Kendileriyle biraz evvel, bu müzakereler
cereyan ederken görüştüm, Refah Partisi sureti katiyede gündeme
getirilmemiştir denmiştir.
Sayın Başbakan, İranlı Bakana “İran’ın Türkiye’deki rejimi
değiştirme hevesine kapılmaması gerektiğini, Türkiye’de laiklik
ilkesinin, dışarıda zannedildiğinden çok daha köklü olduğunu” ifade
etmiş ve “son seçimlerin de bunu gösterdiğini” belirtmiştir. O bakımdan,
yeri gelmişken bu hususu açıklamayı zarurî görmekteyim.
Sayın milletvekilleri, 24 Aralık seçimleri nedeniyle, 1996 yılı konsolide
bütçesinin müzakerelerinin tamamlanması ve yürürlüğe girmesindeki
zorluklar sonucu, geçici bütçe yürürlüğe girmiştir. Onun için, hani,
Azınlık Hükümeti mi sevk etti, yoksa CHP-DYP Hükümeti mi sevk etti
gibi bir hususun müzakerisini zait addediyorum. Çünkü, bütçeler bir anda
hazırlanmaz; bütçeler, ta yazdan itibaren, ağustostan itibaren
hazırlanmaya başlar. Evet, bir seçim sathı mailinde, istediğimiz şekilde
bütçe kanun tasarısı sevk edilememiştir, bunu ifade ediyorum; ama,
hani, sorumluluk almamak gibi bir keyfiyeti de doğru görmemekteyim;
hep beraber yaptık bu bütçeyi.
Nitekim, seçime girme kararı alınınca, 4 aylık bir geçici bütçe Türkiye
Büyük Millet Meclisinden geçmiştir, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
malı olmuştur. Ondan sonra, Sayın Başbakan da geçen defa ifade etti;
Bakanlar Kurulunda da “acaba, yine bir geçici bütçe mi sevk edelim iki
aylık, yoksa, bu bütçeyi sevk etmek suretiyle üzerinde tadilatlar mı
yapalım” hususu uzun uzun müzakere edildi; onun üzerine, geçici bütçe
yerine, sene sonuna kadar uygulanacak bir bütçe yapılması
kararlaştırıldı, huzurunuzdaki bütçe budur.
MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – 51 inci Hükümet mi hazırladı bu
bütçeyi Sayın Bakan?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT
MENTEŞE (Devamla) – Onun münakaşasına girmek istemiyorum
dedim. Bütçeler, hemen, bir anda... Takdimi tahkik edemedim şimdi,
takdimi belki Azınlık Hükümeti zamanında olmuş olabilir.
MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Hazırlığı...
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT
MENTEŞE (Devamla)– Ama, hazırlığı hep beraber yaptık; hep beraber
hazırlamıştık.
MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Onu belirtin...
AHMET UYANIK (Çankırı) – Komisyon değişiklikleri dışındakiler
beraber hazırlandı.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT
MENTEŞE (Devamla)– Şimdi, tekrar ifade ediyorum. 24 Aralık
seçimlerinden sonra ortaya çıkan tablo sonucunda Türkiye Büyük Millet
Meclisinin aritmetiği hiçbir siyasî partiye tek başına iktidar olma şansı
tanımamıştır. Bu seçimlerin sonucunun ortaya çıkardığı tablo, daha
önce uygulanan hükümet modellerinden daha farklı bir modelin
uygulama zorunluluğunu doğurmuştur.
Ayrıca, seçimlerin hemen akabinde mevcut Hükümetin her iki kanadı
da, birlikte bir hükümet kurmaları gerektiği konusunda kamuoyunun
yoğun bir baskısına muhatap olmuşlardır. Bu yoğun baskı, yine bu
Hükümetin devamı şeklinde arzulanmaktadır.
Değerli milletvekilleri, Koalisyonun her iki kanadı, kamuoyunun
taleplerini ve isteklerini dikkate alarak, ülke sorunlarının bir an önce
çözülmesi amacına uygun olarak, fedakârlıklarda bulunmuş ve mevcut
Hükümeti oluşturmuştur. Mevcut Hükümet, sorunların çözümü için
hızla yola koyulmuştur. Gerek basınımızda yer alan gerekse sunî olarak
yaratılmaya çalışılan ve sürekli olarak bir anlaşmazlık, problem
varmış havasının oluşturulmak istenmesini anlamakta, gerçekten
güçlük çekmekteyim.
Esasen, siyaset yapmak, hükümet etmek ve bir koalisyonu yürütmek zor
iştir; zorluk, işin tabiatında vardır. Ancak, eğer biz demokrasiye
inanıyorsak, konuşarak, görüşerek anlaşmak zorundayız. Tek parti
hükümetinde bile işlerin yerine getirilmesi veya üst seviyede bürokrat
atamaları, belli bir süreç ve müzakere dönemini kapsar. Bunu, uzun
yıllardır siyaset alanındaki tecrübelerime dayanarak ifade etmek
istiyorum. Kaldı ki, mevcut Hükümet, bir koalisyondur; bütün her şeyi
danışarak, görüşerek belli bir düzen içinde götürmekteyiz. Muhtemel
bazı zorlukların ortaya çıkması kaçınılmazdır. Bunların da mutlaka
çözüm yöntemleri vardır.
Burada, bir değerli arkadaşım, 5 Nisan kararlarından bahsetti. İstikrar
tedbirleri veyahut stabilizasyon kararlarını almak o kadar kolay değildir.
Bakınız, 1958’de stabilizasyon kararları alınmış; 1957 seçimlerine
giderken alınması icap eder; 1956’da. Demek ki, zor... Ondan sonra,
1970 yılına gelinmiş; 10 Ağustos 1970’te de, yine stabilizasyon
kararları alınmıştır; 1980 yılının 24 Ocağında da, yine, bildiğiniz
gibi, bu ekonomik kararlar alınmıştır. Kolay kararlar değil.
5 Nisan kararları, elbette, geç kalmış kararlardır; esasen, 1991
seçimlerine girilmeden önce alınması icap ederdi; ama, 5 Nisan 1994’e
kadar beklemiş, ondan sonra alınmış.
Değerli arkadaşlarım, yani, şimdi, haklı olarak, Sayın Baykal, vergi
konusunda da, gerçekten radikal kararların alınmasını temenni ettiler;
biz de arzuluyoruz. Yeni vergiler getirmekten ziyade, vergileri tabana
yaymak suretiyle, vatandaşı fazla rahatsız etmeden açığı kapatmak,
elbette, Hükümet olarak bizim düşündüğümüz hususlardır.
O bakımdan, tenkit ederken, eleştirirken, arkadaşlarımızın, bunun
zorluklarını dikkate almaları icap etmektedir. İşte, burada bazı değerli
arkadaşlarımız vardır; biz, 10 Ağustos 1970’te paketle geldik; ama,
muhalefet, bir taraftan bizi devamlı şekilde eleştirdi; çünkü, hoşa
gitmeyen kararlardır bu radikal kararlar; ama, biz, Hükümet olarak, yine
de bu kararları alacağız; çünkü, bütçenin açığı, hepimizce bellidir;
başlangıçta, 400 trilyon olan bütçe açığı, 861 trilyon lira açıkla
huzurunuza gelmiş bulunmaktadır. Söylediğim gibi, kötümser olmaya
hiç gerek yok; elbette zorluklar aşılacaktır. Burada, arkadaşlarımız
uzun uzun konuştular, faizlerin yüksek olduğundan bahsettiler; iştirak
etmemek mümkün değil. 1995 yılı ortalama faizi yüzde 122,67’dir; bu
rakam 1996 yılı Ocak ayında yüzde 199,9, Şubatta yüzde 153, Martta
yüzde 127,8 ve Nisanda yüzde 124,5 olmuştur. Demek ki, faiz nispetleri
düşmeye başlamış bulunmaktadır. Bugünkü ihaleden beklenen faiz
oranı aynı. Bayram öncesi ve vergi ayı olmasına rağmen, faizler düşüş
göstermektedir; bu sevindirici bir olaydır, bunu kaydetmek istiyorum.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Vergi ayı olmasından kaynaklanıyor
Sayın Bakan, millet vergisini ödüyor.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT
MENTEŞE (Devamla) – Bu arada, Sayın Erbakan, sağlık meselesini
uzun uzun dile getirdiler. Hükümetimizin -aynı şekilde, daha evvelki
Hükümetin de- en çok üzerinde durduğu konu, eğitim konusudur, sağlık
konusudur. Görüyorsunuz, kötümser olmaya gerek yok; büyük atılımlar
yapılmış bulunmaktadır. Eğer, Anadolu’yu dolaşırsanız göreceksiniz,
köylere gittiğiniz zaman göreceksiniz; sağlık evleri en ücra köylere kadar
ulaşmış bulunmaktadır. Yine, doktoru olan sağlık ocakları da, birçok
köyümüze yayılmış bulunmaktadır. Meseleyi bir anda halletmek
mümkün değil...
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – 30 senede halledemediniz.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT
MENTEŞE (Devamla) – Biz, Sayın Erbakan ile beraber hükümet ettik;
ama, bugün, gördük ki, gerçekten sağlık alanında büyük atılımlar
yapmış bulunmaktayız. Yeşil kart meselesi, gerçekten önemli bir
hadisedir. Sağlık sigortasına kavuşturmak, ta eski hükümetlerden beri,
bizim hedefimizdir; ama, bu, bu sene, bu Hükümet zamanında
gerçekleşecektir ümidindeyim.
Millî eğitim konusuna değinmek istiyorum. Sayın Erbakan’ın belirttiği
gibi, bugün, 15 milyon gencimiz okumakta; bu bizim için iftihar vesilesi,
yabancı odakların da korkusu, çığ gibi bir gençlik. İşte, bunların, iyi
eğitim görmesi önemli hadise; ama, fizikî yetersizlikleri bir anda
gidermek mümkün değil; söyledikleri gibi, 80, 90 hatta 100 kişilik
sınıflar var.
Bütçeden ayırdığımız, önemli bir paydır. Ayrıca, Plan ve Bütçe
Komisyonu da 10,5 trilyonluk bir ilave yapmıştır. Üniversitelere 5,5
trilyon bir ilave yapmıştır; ama, yetecek mi değerli arkadaşlarım;
yetmeyecek. Onun için, hayır sahiplerini, varlıklı vatandaşlarımızı
teşvik etmek mecburiyetindeyiz. Ben, Millî Eğitim Bakanı olarak, hep
bunu teşvik etmişimdir. Hatta, teşvik olsun diye, koşmuşum,
gitmişimdir. Bugün, Cumhurbaşkanı da, devamlı şekilde -kendisiyle
görüştük- belki kamunun yaptığı okullara gitmiyor; ama, teşvik olsun
diye, özel sektörün, kişilerin yaptığı okullara gitmektedir.
Onun için değerli arkadaşlarım, elbette, bütçe imkânları nispetinde
yetişmeye çalışmaktayız; ama, söylediğim gibi, nüfusumuz -övünçle
söylüyorum- her sene artmaktadır, büyük çapta artmaktadır. Buna
yetişebilmek elbette zordur; ama, yine de bütün imkânlar zorlanacaktır.
Sayın Erbakan, sekiz yıllık eğitim konusundan yakınarak bahsettiler.
Sekiz yıllık eğitim, Millî Eğitim Temel Kanununda öngörülmüştür.
Esasında, hedef, sadece sekiz yıl değil; hedef, onbir yıldır. Bakınız
kalkınan ülkelere, Japonya’ya bakınız; acaba, orada ilköğretim kaç
sene? Hani övüyoruz, daha doğrusu gıptayla bakıyoruz ya Japonya’nın
kalkınma hızına, kalkınmışlığına; ama, orada, eğitime büyük önem
verilmiştir. Bakınız Kore’ye, aynı şekilde; bakınız Almanya’ya, aynı
şekilde; hepsi, eğitime önem vermek suretiyle kalkınmışlardır. Sekiz
yıllık eğitim, elbette, Türkiye’de de zorunlu hale getirilecektir.
Sayın Erbakan, çok programlı lise konusunda, burada beyanda
bulundular. Okullarımızda program kargaşası olduğu görüşüne
katılmıyorum. Bir çatı altında birden fazla programın uygulanması,
Millî Eğitim Temel Kanununun 29 uncu maddesine uygun
bulunmaktadır. Bu uygulamaya, yani çok programlı lise uygulamasına,
özellikle nüfusu az yerleşim birimlerinde yer verilmektedir; ki, böylece,
kaynakların rasyonel kullanımı gerçekleştirilmiş olacaktır.
Sonra, şunu ifade etmek isterim Sekiz yıllık eğitim, bizim tarihimizde
var. Bakınız, 1863’te, yani, Sultan Aziz döneminde; ne imam hatip lisesi
var o zaman ne ortaokul var; ama, sekiz yıllık eğitim uygulanmıştır.
İBRAHİM ERTAN YÜLEK (Adana) – Aynı sisteme razıyız; var
mısınız?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT
MENTEŞE (Devamla) – Ben, Millî Eğitim Bakanıyken -sevgili hocam
biliyorlar- imam hatip okulu açtık. İmam hatip okulunun maksadı ne?..
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – İmam yetiştirmek.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT
MENTEŞE (Devamla) – Bilgili hoca yetiştirmek, bilgili imam
yetiştirmek; hedef bu. Bunun telaşına hiç kapılmayınız değerli
arkadaşlarım. İmam hatip okullarını, hep siyasetin dışında tutma...
Ben, söylüyorum. Millî Eğitim Bakanı olarak, imam hatip okulunun
altında imzam var; ancak, hiç bir surette, bu din müesseselerine politika
sokulmamasını temenni etmekteyim; ısrarla istemekteyim. Bir defa biz,
din gibi bir mukaddes müesseseyi, kışlaya sokmayacağız, okula
sokmayacağız değerli arkadaşlar.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Orası okul Sayın Bakan, kışla değil; bir
okul.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT
MENTEŞE (Devamla) – Yani, din istirmarı için değil. Bu müesseseleri
geliştireceğiz; ama, Allah rızası için yapacağız bunu, Allah rızası için.
(DYP, RP ve ANAP sıralarından alkışlar)
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Orada beraberiz.
DEVLET BAKANI VE DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN
YARDIMCISI NAHİT MENTEŞE (Devamla) – Ortadoğu’daki Arap-
İsrail ihtilafının süratle sona ermesi, Hükümetin, büyük Türk Milletinin
temennisidir. Bir an önce oraya da barış sürecinin ulaşması, hepimizin
arzusudur. Yine, Lübnan’da uygulanan insanlık dışı muameleye de,
Hükümet olarak, millet olarak, gerçekten, üzüntüyle bakıyoruz; Türk
Milleti olarak, Hükümet olarak, bunun, bir an önce sona erdirilmesini
istiyoruz.
Değerli arkadaşlarım, burada, bütçe kanunlarında yer alan Anayasaya
aykırı hükümler, Sayın Erbakan tarafından dile getirildi; Sayın Aydın
Milletvekili Yüksel Yalova da, bu hususta beyanda bulundu. Bütçe
kanunlarında, bütçeyle ilgili olmayan hükümlere yer verilemeyeceği
kuralı, hem 1961 hem de 1982 Anayasalarında yer almıştır. Bilindiği
gibi, kanunların anayasaya aykırılıklarının Anayasa Mahkemesi
vasıtasıyla kontrolü de, 1961’den sonra başlamıştır.
Bütçe kanunlarına bütçeyle ilgili olmayan kurallar konulduğu ve
düzenlemeler yapıldığı iddiasıyla 1970’li yıllarda çok sayıda iptal
davası açılmış ve Anayasa Mahkemesince iptal kararları alınmıştır.
Buna göre, 1971, 1972, 1974, 1975, 1976, 1977, 1978 ve 1979 yıllarının
bütçe kanunlarının bazı hükümleri, Refah Partisinin hükümet ortağı
olduğu dönemlerde, vakıflarla ilgili kararlar dahil, bu nedenlerle,
Anayasa Mahkemesince iptal edilmiştir.
1982 Anayasası dönemindeyse, 1989 ve 1991 yılları bütçe kanunlarının
bazı hükümleri de Anayasaya aykırı bulunarak iptal edilmiş, bunun
üzerine, bu aykırılıkların giderilmesi, düzenlemelerin ilgili kanunlarda
yapılması ve yılı içinde yapılacak değişiklikler için, bütçe kanunlarıyla
düzenleme yapma yetkisi sağlayacak kanun tasarısı Türkiye Büyük
Millet Meclisine sunulmuş, 20 inci maddesine kadar Genel Kurulda
görüşülmüş; ancak, tamamlanmadan kadük olmuştur. Bütçe
kanunlarıyla ilgili son iptal kararı, bilindiği üzere, 1995 Yılı Bütçe
Kanunu maddeleriyle ilgili olarak 13.6.1995 tarihinde verilmiş ve
18.4.1996 tarihli Resmî Gazetede neşredilmiştir. Anayasa Mahkemesinin
iptal kararını 13.6.1995 tarihinde açıklamasını takiben, bir yandan
aykırılıkların giderilmesi için Eylül 1995 tarihinde bir tasarı
hazırlanmış, öte yandan 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısında
önemli ayıklamalar yapılmıştır. Nitekim, 1995 yılı bütçesinin 41
hükmü iptal edilmişken, bunların 29 adedi 1996 Bütçe Kanunu
Tasarısına konulmamış, sadece, gelir ağırlıklı ve kamu kuruluşları
arasında gelir - gider ilişkilerini düzenleyen fonlar ve döner sermayelerle
ilgili 12 adet hüküm konulmuştur.
1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısında mevcut aykırı hükümlerin
ilgili kanunlarda düzenlenmesi ve böylece Anayasaya aykırı görülen tüm
hükümlerin ayıklanması amacıyla Maliye Bakanlığınca bir kanun
tasarısı hazırlanmış olup, mayıs ayı başında Yüce Meclise
sunulacaktır. Değerli arkadaşlarım, çok ifade edildiği için, bu şekilde
geniş bilgi arz etmek lüzumunu hissettim.
Sayın Baykal, kamu çalışanlarından bahsettiler. Sayın Baykal, kamu
çalışanlarının sendikal hakları konusunu buraya tekrar getirdiler. Biz,
Hükümet olarak, bu soruna, Anayasa sınırları içinde çözüm bulmak
zorundayız. Bu çözümü ararken, evvela, devletin aslî ve sürekli
görevlerini yürüten memur kimdir, kamu çalışanı ve işçi kimdir,
bunların belirlenmesi gerektiğine inanıyoruz. Ayrıca, 657 sayılı Kanun
ile 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname arasındaki farklılıkların
giderilmesi gerekir. Memurin Muhakematı Hakkında Kanunu
Muvakkati ve Türk Ceza Kanunun ilgili hükümleri de gözden
geçirilmektedir. Bunlar yapılmadan, Sayın Baykal’ın önerdiği gibi,
sadece, bir Sendikalar Kanunuyla sorunların çözümlenmesi mümkün
değildir.
Gene, bu arada, sosyal güvenlik kuruluşlarının sorunlarından, değerli
arkadaşlarım, bahsettiler. Biliyorsunuz, hep dile getirildi. Bugün,
önümüzde, büyük bir problem olarak durmaktadır sosyal güvenlik
kurumları; 200 trilyondan fazla açık vermektedir.
Erken emeklilik, hepimizin arzusuydu. Yani, erken emekli edilmek
suretiyle istihdam imkânları sağlansın ve bu suretle, işsiz gençlerimize
iş bulalım; ama, görüldü ki, değerli arkadaşlarım, bu, müesseseleri zor
duruma soktu. Sosyal Sigortalar Kurumu, Bağ-Kur ve hatta Emekli
Sandığı -çok iyi noktada olmasına rağmen- bu erken emeklilik
sebebiyle, oldukça zor durumdadır. Onun için, önümüzdeki günlerde,
bunları da, hep birlikte ele alacağız; çünkü, bu müesseseleri
çökertmemek icap etmektedir.
Burada, övünerek, Sayın Erbakan, belediyelerinin, Refah Partili
belediyelerin başarılarından bahsettiler...
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – İftihar ederiz!..
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT
MENTEŞE (Aydın) – Ben, bundan, büyük memnuniyet duyarım. Ancak,
bunlara, devlet bütçesinden, büyük nispette imkân sağlanmakta olduğunu
ifade etmek isterim. (RP sıralarından “Hayır, hayır” sesleri)
Ben, bunu, biraz evvel, Maliye Bakanlığından rakamlarla ifade
edecektim; önümüzdeki günlerde, bunu, rakamlarla huzurunuza
getireceğiz. (RP sıralarından “yüzde 80 oranında kesinti var” sesleri)
Biraz sonra -belki yetiştirebilirler- bunların hesaplarını da huzurunuza
getireceğiz.
Yabancı memleketlerden borç almışsınız. Belediyeler alıyor...
Belediyeler bu kadar layüsel mi?.. (RP sıralarından “O belediyeler
devlete kaynak yaratıyor” sesleri) Nereden bulacaksınız başka türlü?..
Nereden bulmaktasınız bu parayı?
RAMAZAN YENİDEDE (Denizli) – Arabistan’dan geliyor (!)
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT
MENTEŞE (Devamla) – Ama, bunları, Hükümet olarak, huzurunuza
getireceğiz. (RP sıralarından gürültüler) Elbette, belediyeler, amme
hizmeti görmektedirler; ama, büyük borç... Tabiatıyla, başka türlüsünü
ifade etmek mümkün değil.
Çok değerli milletvekili arkadaşlarım tarımın önemine değindiler.
Elbette, Türkiye, sanayileşecek; sanayileşiyor. Gerçekten, bugün, hemen
hemen 20 milyar dolarlık ihracatımızda, sanayi malları mühim yer işgal
etmektedir; ama, mutlak surette, en ileri sanayi memleketlerinde dahi,
tarım, himaye görmektedir, Türkiye’de de görecektir.
Hayvancılık konusunda, mutlak surette, zorluklar var. Gerçekten,
hayvancılıkla uğraşan çiftçilerimiz, her gün bunu dile getirmektedirler.
Hepimiz, sütün sudan ucuz olduğunun idraki içindeyiz. Bunun için, daha
önceki hükümet zamanında da birtakım tedbirler alınmıştı; bu
tedbirlere devam edilecektir değerli arkadaşlarım.
ALAADDİN SEVER AYDIN (Batman) – Hayvancılık kredilerini
kimlere verdiniz?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT
MENTEŞE (Devamla) – Birlikleri de gerçek sahiplerine devredeceğiz.
Bu, Hükümet Programında da yer almış bulunmaktadır.
Bakınız, biraz evvel belediyelerden bahsederken...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bakanım, süreniz bitti; devam edecek misiniz
efendim?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT
MENTEŞE (Devamla) – Evet, kısaca arz etmek istiyorum.
BAŞKAN – Buyurun efendim, tamamlayın.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT
MENTEŞE (Devamla) – Belediye garantili borçları, 1996 Mart ayı
itibariyle, 881,5 milyon dolar mertebesine ulaşmış ve bunlar, bu tarihe
kadar Hazine tarafından ödenmiş bulunmaktadır. Bu meblağ içerisinde,
384 milyon doları Ankara Belediyesine ait bulunmaktadır; 384 milyon
doları... (RP sıralarından “Karayalçın’a ait” sesleri) 228,9 milyon
doları Büyükşehir Belediyesine, 150 milyon doları EGO’ya, 5,4 milyon
doları ASKİ’ye ait bulunmaktadır. Hazinenin üstlendiği toplam kamu
kurumları garantili dışborçlar, 3,4 milyar dolar mertebesindedir.
Değerli arkadaşlarım, görüyorsunuz ki, devlet, her türlü imkânını,
Refah Partili de olsa, her partiye sağlamaktadır. (RP sıralarından
gürültüler)
Değerli arkadaşlarım, bunlar resmî rakamlar, niye itiraz ediyorsunuz?
(RP sıralarından “borçlanma tarihlerini açıklayın” sesleri) Hepsi
kendisine verilecektir değerli arkadaşlarım, hiç merak etmeyin.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; vaktimin dolduğunu biliyorum;
onun için, sözlerimi burada keseceğim. Değerli arkadaşlarımızın
beyanları vardı, bunları da cevaplandırmak için hazırlık yapmıştım;
ancak, vaktimiz yetmemektedir.
Şunu ifade edeyim ki, bugün, geniş kamuoyu desteğiyle kurulan bu
Hükümet, bir koalisyon hükümetidir. Esasen, seçimler sonrasında,
Hükümet ortağı iki parti yöneticileri, hükümet kurma konusunda,
sözlerimin başlangıcında da ifade ettiğim gibi, yoğun baskıyla
karşılaşmışlardır. (RP sıralarından gürültüler)
Koalisyonda uzlaşmak kolay değil; ama, bu metodu uygulayacağız.
Sayın RP Liderimiz oradan tebessümle bakıyorlar; ama, bunu vaktiyle
biz uyguladık, hem de, bir tarafta yüzde 40’ın üzerinde oy almış
bulunan CHP vardı; biz de, Adalet Partisi, Millî Selamet Partisi,
Milliyetçi Hareket Partisi ve Güven Partisi birlikte -bunlar da yetmedi;
Demokratik Partinin desteğiyle- demin de bahsettiği, gerçekten büyük
yatırımları gerçekleştirdik. Bu başarı hepimizindir, Demirel
Hükümetinindir.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Şimdi niye yapamıyorsunuz?
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT
MENTEŞE (Devamla) – Bu Hükümetin içinde, söylediğim gibi, Sayın
Erbakan da vardı, Sayın Türkeş de vardı ve rahmetli Feyzioğlu da
vardı; bu da yetmedi, Demokratik Partiden ayrılan arkadaşların da
desteğiyle bunları gerçekleştirdik.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Ondan evvel de olmadı, ondan sonra da
olmadı...
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT
MENTEŞE (Devamla) – Yani, bu koalisyonların zorluğunun idraki
içindeyiz. Başka çaremiz yok. Millet, gözümüzün içine bakıyor “aman
bu Hükümet devam etsin; bu problemleri aşınız, bu problemlerin
hakkından geliniz” diyor. Geleceğiz değerli arkadaşlarım. (RP
sıralarından gürültüler) Hep birlikte... Elbette, sizin de desteğiniz,
katkınız olacaktır. Demokrasilerde muhalefet vardır. Elbette,
muhalefetin eleştirileri, bizim için katkı olacaktır, rehber olacaktır.
Bu bütçenin, hepinize, bütün Türk Milletine hayırlı ve uğurlu olmasını
diliyorum ve değerli arkadaşlarım, Yüce Meclisin, devam etmesi için bu
Hükümete desteğini esirgemeyeceğine inanıyorum.
Tekrar, hepinize ve Yüce Meclisin Değerli Başkanına saygılarımı arz
ediyorum. (DYP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Son iki söz, sayın milletvekillerinin. Lehinde, Sayın Şevki Yılmaz;
aleyhinde, Sayın Kemalettin Göktaş.
Önce, lehinde söz veriyorum. Sayın Şevki Yılmaz... (RP sıralarından
alkışlar)
Sayın Yılmaz, süreniz 10 dakika; buyurun.
HASAN GÜLAY (Manisa) – Atatürk’ün adını ağzına alma!..
ŞEVKİ YILMAZ (Rize) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri;
sözlerime başlarken, yetmişaltı yıl evvel “bismillah” diyerek, duayla,
Fatihayla açılan...
YALÇIN GÜRTAN (Samsun) – Camide değilsin.
ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – ... Millet Meclisimizin 76 ncı
yıldönümünü ve Egemenlik Bayramımızı kutluyorum; saygılar
sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar)
Ayrıca, önümüzdeki Kurban Bayramını tebrik ediyorum; televizyonları
ekranında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımın Egemenlik Bayramını ve
Kurban Bayramını tebrik ediyorum. Doğumuyla dünyaya nur saçan,
1425 inci yıldönümünü idrak ettiğimiz, Sevgili Peygamberimizin doğum
yıldönümünü de tekrar tebrik ediyorum.
Huzurunuza kardeşiniz olarak çıktım. 550 milletvekili, bu milletin
temsilcileri olarak hepimiz kardeşiz; bu devlet, bu ülke hepimizindir. Bu
münasebetle, kardeşlik görevini yerine getirmek ve başarılı olabilmenin
sırlarını arz etmek için çıkmış bulunmaktayım.
Hükümete, bu bütçeden sonra, bazı önerilerim ve tavsiyelerim olacaktır.
Birincisi; bu bütçeyi, artık, IMF’nin kontrolünden mutlaka çıkarmamız
lazım. IMF’in kontrolündeki bir bütçe, fakiri -yoksulu sevindiremez,
işçiyi- garibi sevindiremez.
İki sene evvelki Hürriyet Gazetesinin başlığını göstermek
istemiyorum; vaktim yok “Yenge Geliyor, Yandık” diye başlık atmıştı.
Dünya Bankasından Maria Yengenin, Türkiye’nin Maliye Bakanına
“işçiye neden fazla ücret verdin; memurun katsayısını niçin yükselttin;
çayın, fındığın, pamuğun taban fiyatını niçin yüksek tuttun” diye hesap
soracağı devri kapatmak istiyoruz bu ülkede. Bu ülkede, doların her gece
Türk parasını kıskacına almak suretiyle, millî paramızı yok etme
oyununa bundan sonra son vermeyi millî bir görev olarak hatırlatıyorum.
Tarihçi İbni Haldun’un dediği gibi, devletler, insanlar gibidir. Biraz
evvel Başbakan Yardımcısının da ifade ettikleri gibi, düşmanlar,
Türkiyemizin düşmanları, yedi devlet olarak ülkemizi işgale geldiler.
Tam bin yıl haçlı ordularıyla bizi işgal edemeyen güçler, devletimizin
üç noktasını içeriden çökertmeye çalışmışlardır.
Millî Egemenlik Bayramını kutladığımız şu günlerde, bu işi,
bayramda, sadece törenlerde değil; eylemini yapabilmek için, lütfen, şu
üç noktada, devletin üç önemli ana unsurunu korumak
mecburiyetindeyiz. Devlet insana benzediğine göre, insanın üç tane uzvu
çok önemlidir. Gözsüz, kulaksız, ayaksız insan yaşar; ama, beyinsiz,
kalpsiz ve midesiz insanın yaşaması mümkün değildir. İşte, bu devletin
beyni, dış politikasıdır. Dışarıdan aldığı talimatlar ve telefonlarla bir
ülke yönetiliyorsa, o ülkenin beyninde ur var demektir, kanser var
demektir. (RP sıralarından alkışlar) Ona karşı, devletimizin, mutlaka
tedbir alma zarureti vardır.
Biraz evvel, Sayın Başbakan Yardımcısı, Suriye’den bahsettiler,
Apo’dan bahsettiler. Suriye’nin, orada, PKK’yı beslemesini hiçbirimizin
tasvip etmesi mümkün değildir; ama, bugün, ordumuzun, askerimizin,
mazlum doğulumuzun katili PKK eşkıyasını, bu Parlamentonun
desteğini alarak, Çekiç Güç’ün himayesinde desteklediğimizi ne çabuk
unutuyoruz. (RP sıralarından alkışlar)
Bugün, hâlâ, Abdullah Öcalan, Türk vatandaşıdır. Hâlâ, vatandaşlıktan
çıkarılmasına dair bir çalışma yapılmaması, bizi derinden üzmektedir.
Yine, Türkiyemizde Avrupa Birliğine girme sevdasından vazgeçmeyi,
kardeşleri olarak öneriyorum. Avrupa Birliğinin bir Hıristiyan birliği
olduğunu, geçen günkü konuşmamda gösterdiğim şu İncil’de bulunan
haritadaki gerçekleri ortaya koyarak arz etmiştim. Türkiye bölünmüş!..
Kilisedeki haritadır bu İncil’deki harita. İsrail, Bizans, Ermenistan ve
Pontus-Rum diye Türkiye’yi dörde bölen bu haritanın bulunduğu
İncil’in içinden bir ayeti, bugün sizlere, burada, okuyacağım...
YALÇIN GÜRTAN (Samsun) – O İncil’i okuma, çarpılırsın.
NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Bütçeyle ne alakası var.
ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – Fransa’nın en meşhur La Provaritée
Dergisinde, bir yazar, Kitab-ı Mukaddesin peygamberliği, son günlerde
Avrupa’da idarî yönden merkezileşmiş siyasî ve ekonomik bir sistemin
ortaya çıkacağını önceden haber veriyor diyor. Bu, yeni akdin son kitabı
Apokles’in 18 inci bölümünde yazılıdır ve Roma İmparatorluğunun
yeniden canlanmasını müjdelemektedir. İşte bir kilisedeki İncil
ayetinde, Türkiye’nin yutulması, plan olarak gösterilmiştir.
Şimdi, burada, sizlere birçok belgeyi takdim etme imkânına sahip
değilim; ama, kardeşiniz olarak söylüyorum. Yetmişaltı yıl evvel bu
Parlamentoda oturan hocalarımız, alimlerimiz, paşalarımız, hep birlikte
“hakkıdır, Hak’ka tapan milletimin istiklal” diyerek istiklal
mücadelesini vermişse, gelin, devletin beynindeki uru, devletin midesi
olan ekonomideki ülseri ve devletin kalbi olan aile yapımızın içindeki -
kalpteki- yüksek tansiyonu hep birlikte ortadan kaldırmak için mücadele
edelim.
Siz de biliyorsunuz ki, Mustafa Kemal Paşa “beni Türk hekimlerine
emanet edin” diyor. Parmağındaki tırnağını bile yabancılara teslim
etmeyen o İstiklal Savaşı paşalarından sonra, biz, hâlâ, ekonomimizi
IMF’e, paramızı dolara, ahlak ve kültürümüzü UNESCO’ya, siyasî
bağımsızlığımızı Birleşmiş Milletlere nasıl teslim ediyoruz; bunu
merak ediyorum. (RP sıralarından alkışlar)
Yine, Mustafa Kemal Paşa “benim karakterim bağımsızlıktır” derken,
silahlı kuvvetlerimizin güneydoğuyu koruma imkânı, kudreti ve kuvveti
varken, Çekiç Güç’e Türkiye’nin topraklarını, Türkiyemizin
bağımsızlığını teslim etmek de, kanaatimce, çok yanlış bir harekettir.
Sözlerimi toparlarken, Rizeli hemşerim ve Başbakanımızdan, Rize
adına bazı isteklerim olacak.
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Bütçe hakkında konuş, bütçe
hakkında...
ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – Kendisi de, biz de, seçim
propagandasında Rizelilere söz vermiştik. Çayımızın değerini korumak
istiyoruz. Onüç sene evvel bir kilo çayla 100 kilo ot alınırken, bugün 2
kilo çayla 1 kilo ot alınacak kadar, çayımız, değer kaybetmiştir; fındık
da böyledir, pamuk da böyledir.
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Lehte konuş!
ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – Lehte konuşuyorum. Doktorun ilacı acı
da olsa lehtedir.
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Bunun bütçeyle ne ilgisi var?!
BAŞKAN – Müdahale etmeyin efendim. Lütfen...
Siz devam edin Sayın Yılmaz.
ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – Şimdi, yine, Rizeliler olarak, Sayın
Başbakandan, Rizemizin serbest bölge içerisine alınması, kalkınmada
öncelikli iller arasına alınmasını talep etmekteyiz. Yine, Karadeniz’de
her gün olan trafik facialarına son vermek için, Karadeniz yolunun bir an
evvel ıslahını ve otoban yolu yapımının bir an önce başlatılmasını,
Sayın Başbakandan, hemşerim olarak talep etme hakkına sahibim. (RP
sıralarından alkışlar)
İLYAS YILMAZYILDIZ (Balıkesir) – Seçmene bu kadar selam yeter.
ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – Bizden evvel konuşan Sayın Başbakan
Yardımcısının Allah rızası için hizmet ettiğine ilişkin sözlerini takdir
ve tebrik etmemek mümkün değil. Yalnız, kendisinden, Allah rızası için
bazı isteklerim var. (RP sıralarından gülüşmeler ve alkışlar)
Bunlardan birincisi; Kurban Bayramı gelmiş...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Bir dakika Sayın Yılmaz. Size vakit veriyorum; toparlayın
lütfen.
ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – Kurban Bayramı geldi. Şimdi, kurban
derilerine yeniden el konulacaktır. Şu Parlamentoda, devlet bale
okullarına, opera balesine 2 trilyon 250 milyar para ayrılmıştır; ama, 40
bin köyümüzün camiine kuruş ayrılmadı.
ALİ ILIKSOY (Gaziantep) – 22 trilyon ayrıldı.
M. FATİH ATAY (Aydın) – Tarım Bakanlığına 20 trilyon ayrıldı.
ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – Hayır, inşaatını kastediyorum. Sizden,
Allah rızası için, bu Kurban Bayramında, halkın kurban derilerine
müdahale etmemenizi temenni ve tavsiye ediyorum. (RP sıralarından
alkışlar, DSP ve CHP sıralarından gürültüler)
Yine, Sayın Başbakan Yardımcısından, Allah rızası için temennim :
Demin, kışlaya, okula, din istismarını karıştırmamak gerektiğini
söylediler, aynen katılıyoruz; ama, bu ülkede, işte, şu Parlamentoda, şu
anda, 138 imam hatip okulu mezunu vardır. Türkiye’de, imam-hatip
mezunları arasından, ne devletine ne bayrağına ne ülkesine ne polisine
ne de devletin malına kastedecek hiçbir cani çıkmamıştır. Bu
müesseselere sahip çıkmak lazım. (RP sıralarından alkışlar)
Bitiriyorum Sayın Başkan, hoşgörünüze sığınarak.
İşte, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız, 250 milyar dolarlık...
YAŞAR OKUYAN (Yalova) – Mesaji bırak...
ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – ...Siemens Firmasının ihalesi önüne
geldiği zaman, 16 milyon dolarlık ikramiyeyi; geçmiş dönemdeki
vurgunların, talanların devamını isteseydi, çok rahat, 16 milyon doları
cebellezi yapardı; ama, beni gören Allah var; ben mahkemesine
güveniyorum, ahirete inanıyorum inancıyla, tüyü bitmemiş yetimin
hakkını koruyan bu idarelere ihtiyacımız vardır... (DSP sıralarından
gürültüler)
NABİ POYRAZ (Ordu) – Mercümek’e gel, Mercümek’e...
ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – Şimdi, bu kadrolara ihtiyacımız vardır.
Bilhassa belediyelerle ilgili, yine, Allah rızası için, bir temennim var.
Rize Belediyesinde bu sıkıntıları çektim; üç yıl, belediyelerin İller
Bankası payı kesildikten sonra, ayrıca 1984 döneminin işçi tasarruf
fonları bile, iki ayrı dönemin fonları bile, bizden istendikten sonra...
İşte, dün akşam, burada, üzülerek gördük; çıkarılan tasarıda, su
paraları da düşürülmek suretiyle, belediyelere büyük bir ambargo
getirildi; ama, gemileri dağdan yürüten bir milletin evladı olarak, bu
namüsait şartlar içerisinde, geçmiş dönemin on yıllık icraatını birbuçuk
yılda yapmanın mutluluğunu yaşamaktayız. (RP sıralarından alkışlar)
Ve yine, Sayın Başbakandan, Allah rızası için, bir talebim var.
(Gürültüler)
NEJAT ARSEVEN (Ankara) – Cami kapısına...
ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – O da, bu ülkede, yaya olarak serbestçe
Atina’ya gidebiliyor her vatandaş, Brüksel’e de gidiyor; ama, maalesef,
henüz, Kâbe’ye karayoluyla gitme imkânı yoktur. Ne olur, Atina
yollarını karayollarına açtığımız gibi; bu milletin yüzde 99’u
Müslümandır; gelin, bu millet yaya da karayoluyla da, hacca gitme
hürriyetine ve hakkına sahip olsun. Kendilerinden, bunu rica ediyorum.
(RP sıralarından alkışlar)
Ve, yine...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yılmaz, süremizi çok aştık. Lütfen, son cümlenizi
söyleyin.
Size, mikrofonu tekrar açıyorum.
MUSTAFA YILDIZ (Erzincan) – Bu taviz nereden geliyor?!
BAŞKAN – Efendim, müdahale etmeyin. Bir dakika... Bitiriyor...
ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – Muhterem kardeşlerim, muhterem
millevekili arkadaşlarım ve televizyonlarından bizi izleyen
vatandaşlarım; bütçenin son konuşmacısı olarak, bizden sonra gelecek
arkadaşa imkân tanımak için, sözlerimi burada toparlıyorum. Şu, Sağlık
Bakanının bu kürsüden yaptığı konuşmanın özetidir; ben, buna da
değinerek sözlerimi bitiyorum. Avrupa’da, her tarafta, nüfus
planlamaları, kürtajlar yasaklanmışken, Sağlık Bakanlığı, aile
planlamasında, modern yöntem payının yüzde 70’e çıkarılmasını ve
yıllık nüfus artış hızının yüzde 1,5’e indirilmesini hedef görmüştür ve
ABD parasıyla bedava, Türkiye’de, doğum kontrolü için, 1,5 milyar lira
yardım geliyor. Fabrikalarımıza yardım yapmayanlar, anaların,
kızkardeşlerin karnındaki mehmetlerin, ayşelerin öldürülmesi için,
neden bu ülkeye yardım yapıyorlar? (DSP sıralarından “Ne alakası var”
sesleri, RP sıralarından alkışlar) Dünyanın hiçbir ülkesinde... Oniki
yılım Avrupa’da geçmiştir; Avrupa’da, doğum yapan anaya, onsekiz ay,
ayda bin mark doğum yardımı yapılır. Japonya’nın nüfusu 125 milyon;
Türkiye topraklarının üçte biri kadar toprağı varken, Japonya’da
planlama yasak iken, bu Parlamentoda planlamanın yapılmasını
üzüntüyle karşılıyorum.
Bu bütçeye, maalesef, Başbakan da sahip çıkmadı. DYP, ANAP ve
diğer grupların da konuşmalarını dinledim “bütçe, hedeflediğimiz bir
bütçe değildir” diye konuştular. Kimsenin sahip çıkmadığı bu bütçe,
cami avlusuna bırakılan bir yavruya benziyor.
GÖKHAN ÇAPOĞLU (Ankara) – Sen sahip çıksana!
ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – İşte, Allah’ın izniyle, ben, burada,
kardeşiniz olarak, lehte, acı gerçekleri söyledim; dost acı söyler; bu
sözlere uymaya mecburuz. Devletin beynini urdan, midesini ülserden ve
devletin kalbi olan aile yapımızı televizyonların ahlaksız
saldırılarından korumak için, Türkiye’nin bizleri beklediğine yürekten
inanıyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yılmaz.
Son söz, aleyhinde, Sayın Kemalettin Göktaş’ın; buyurun. (RP
sıralarından alkışlar)
MALİYE BAKANI LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Sayın
Başkan, kısa bir açıklama yapmama müsaade eder misiniz?..
BAŞKAN – Şimdi mi, bitince mi?..
MALİYE BAKANI LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Şimdi
efendim.
BAŞKAN – Kemalettin Bey, bir dakika... Mikrofonunuzu açmıyorum;
Sayın Maliye Bakanı bir açıklama yapmak istediler.
Buyurun Sayın Bakan.
MALİYE BAKANI LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Sayın
konuşmacı, biraz önce, bu bütçeden, camilerimize bir lira dahi yardım
yapılmadığı veya ödenek ayrılmadığını ifade ettiler; bu, gerçeği
yansıtmamaktadır. Vakıflar Genel Müdürlüğümüz bütçesi içerisinden
106 milyar lira ayrılmış bir ödenek vardır; bu bir. İkincisi, Köy
Hizmetleri Genel Müdürlüğümüz bütçesinde de camilerimizle ilgili
yardımlar yapılmaktadır. Üçüncüsü, valilikler ve il genel meclislerine
gönderilen paralardan da, ayrıca, camilere yardım yapılmaktadır.
Dördüncüsü, Diyanet İşleri Başkanlığımızın bütçesi, tüm bütçeler,
kurumlar içerisinde, 20 trilyon liranın üzerinde bütçeye sahip olan
önemli bir kuruluşumuzdur. Bu konuda, Hükümetimiz, bugüne kadar
olduğu gibi, bundan sonra da hassasiyetle davranmaya devam edecektir.
Açıklama imkânı verdiğiniz için teşekkür ediyorum. (ANAP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Kemalettin Bey, süreniz 10 dakikadır; buyurun efendim.
KEMALETTİN GÖKTAŞ (Trabzon) – Teşekkür ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri arkadaşlarım; 1996 bütçesi
üzerinde şahsım adına söz almış bulunuyorum; sözlerime başlamadan
önce hepinize saygılar sunuyorum.
Konuşmamın ana kısmına geçmeden önce, az önce konuşan Sayın
Başbakan Yardımcımızı, burada, dikkatle dinledim ve özellikle,
konuşmasından şu iki cümleyi, yazarak aldım: Sayın Başbakan
Yardımcımız “dini okula sokmayacağız, dini kışlaya sokmayacağız”
dedi. Ben, kendisinden...
MEHMET CAVİT KAVAK (İstanbul) – İstismarını!..
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT
MENTEŞE (Aydın) – “Din istismarını” dedim... Bunu söylemek
mümkün değil!..
KEMALETTİN GÖKTAŞ (Devamla) – Sayın Bakanım, kelime aynen
böyleydi. Ben yazdım ve eminim ki, o niyetle kullanmamışsınızdır...
HALİL İBRAHİM ÖZSOY (Afyon) – “Siyaseti” dedi...
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT
MENTEŞE (Aydın) – “Dini politikaya sokmayacağız” dedim.
KEMALETTİN GÖKTAŞ (Devamla) – Bunu, dil sürçmesi olarak
değerlendiriyorum, siz de düzelttiğiniz için, cevap vermiyorum.
Değerli arkadaşlar, 24 Aralık seçimlerinden sonra yapılan hükümet
görüşmeleri esnasında, ANAP Genel Başkanı Sayın Mesut Yılmaz
Beyefendi, ille de ben Başbakan olacağım arzusu doğrultusunda bugün
Başbakan olmuştur ve Hükümetin başı olarak, ülkemizi yönetmektedir.
Ben, kendisinin Başbakan olma arzusunu, koltuk hevesi olarak
görmüyorum, ülkeye hizmet etme aşkı olarak değerlendiriyorum.
Sayın Yılmaz’ın Başbakan olmasından sonra, ülkeyi teslim aldıktan
sonra ülkenin genel durumunu kısa başlıklara değerlendirmek istiyorum
ve hatırlatmak istiyorum:
1,5 katrilyon içborcun, 5 katrilyon dışborcun, yüzde 75 enflasyonun,
toplam vergilerin yüzde 140’ının faize gittiği bir Türkiye; işçisinin,
köylüsünün, memurunun, çiftçisinin, dul ve yetiminin ekonomik
bunalımlar içerisinde kıvrandığı Türkiye; öğrencileri sokağa dökülen
Türkiye; ucuz ekmek almak için saatlerce kuyrukta bekleyen insanların
bulunduğu bir Türkiye; karnını doyurmak için yiyeceklerini çöplükte
arayan insanların bulunduğu bir Türkiye; çocuklarını doyuramadığı
için, iki yavrusuyla beraber, kendini trenin altına atan anaların
bulunduğu bir Türkiye; bürokrasisi hantal ve vatandaşın en basit
işlerinin dahi torpille görüldüğü bir Türkiye; terörü bir türlü bitmeyen bir
Türkiye.
İşte Sayın Başbakan, ortağınızdan devraldığınız ülkemizin hali
budur; bu sorunları çözmeniz lazım; Başbakanlığınız bittiğinde,
halkımız, bu sorunlara çare bulmanıza göre sizi değerlendirecektir.
Hükümetteki kırk günlük uygulamalarınızda, Çiller Hükümetinden
farklı bir şey yapmadınız. Sanki 4 üncü Çiller Hükümeti... Zamlar
otomatiğe bağlanmış...
Bakınız, ismini burada açıklamayacağım bir milletvekiliniz bu konuda
ne diyor: “Bunlar oturdukça, benim partim kaybediyor; onu bırak, ülkem
kaybediyor; ona üzülüyorum, onun için isyan ediyorum. İş yapacaksan
yap, yapmayacaksan yapamıyorum de; yapacak olan gelsin. On ay süren
kaldı, bunca zamanda sen hiçbir şey yapmadın, yapacağın da meçhul”.
Kendi milletvekiliniz sizden ümidini kesti, ya millet ne yapacak?!
Bakınız, 5 Nisan kararlarından iki yıl sonra, halkımızın ekonomik
durumu ne hale geldi: Dört kişilik ailede gıda harcamaları yüzde 28
azaldı; asgarî ücrette yüzde 40,4; işçi ücretlerinde -ortalama- yüzde 59;
memur maaşlarında yüzde 46; memur emekli maaşlarında -ortalama-
yüzde 55 azalma oldu. Alınan ekonomik kararların faturası da, dar
gelirli halkımıza çıkarıldı. Şimdi sizin uyguladığınız ekonomik
uygulamalar da, halkımızı daha perişan edecektir.
Ücretliye temmuz ayında yüzde 25 oranında yapılacak olan artış,
yaptığınız zamlarla şimdiden geri alınmıştır; halkımızın dayanacak
hali kalmamıştır. 5 Nisan kararlarıyla kolu kanadı kırılmış olan
halkımızın, yaptığınız zamlarla şimdi de beli bükülmüştür; artık
halkımızı anlamamız gerekir.
İki yıl önce İsviçre’ye gitmiştim; sohbet esnasında, bir gün önce
İsviçre’de referandum olduğunu söylediler. Ne referandumu olduğunu
sorunca “benzine 10 kuruş zam yapalım mı yapmayalım mı”
referandumu yapıldığını söylediler. “Bunun da referandumu olur mu?!”
dedim. “Burada bu referandumu yapmasalar, halk sokağa dökülür”
dediler. Oysa, bizde, her gün halkımızın cebinden binlerce lira alınıyor,
sofrasından her gün ekmeği alınıyor; ama, halkımız, devletine ve
milletine olan saygısı ve bağlılığından sesini çıkaramaz durumdadır.
Devletin imkânları, birkısım medyaya âdeta peşkeş çekilmektedir.
Bundan önceki DYP-CHP Hükümeti zamanında, medyaya, devletin
imkânları kredi yoluyla ve reklam yoluyla, âdeta peşkeş çekilmiştir.
Bakınız değerli arkadaşlarım, şu anda elimde belgesi var, yalnızca
Sayın Çiller’in borazanlığı yapan bir gazetenin, İstanbul’daki Halk
Bankasından temmuz ve aralık aylarında almış olduğu kredi miktarı
4,5 trilyon liradır; diğer bankalardan aldığı krediler ve reklamlar hariç.
Şimdi, hal böyleyken, Sayın Başbakan, Hükümet Programı üzerindeki
konuşmasında, Yaşar Kemal’den özür diledi ve bir bakanımız da,
rakıya yaptığı zamdan dolayı, akşamcılardan özür diledi. Doğrusu,
buna çok üzüldüm; asıl, sofrasından her gün ekmeğini aldığınız
insanımızdan özür dilemeniz gerekirdi. (RP sıralarından alkışlar)
Güneydoğuda şehit edilen askerin annesinden, dul eşinden, yetim kalan
yavrusundan özür dilemeniz gerekirdi; Yaşar Kemal’den özür
diliyorsunuz!..
Haziranda seçime gideceksiniz, Bingöl’de aday gösteriyorsunuz.
Bingöl’de acaba neden seçim yapılıyor, hiç sordunuz mu Sayın
Başbakan? Bingöl Belediye Başkanı, hırsızlık mı yaptı, rüşvet mi
yedi, adam mı vurdu, neden görevden alındı, neden ceza yedi?!. “Şeriata
başım feda olsun” dedi, ceza yedi ve görevinden alındı; şimdi seçim
yapılıyor... Eğer, özür dilenmesi gerekiyorsa, Bingöl Belediye
Başkanımızdan özür dilemeniz gerekirdi. (RP sıralarından alkışlar)
Sayın Başbakan, siz özür dilemeyi öğrenememişsiniz, kalkıp, milleti
idare etmeye kalkıyorsunuz. (ANAP sıralarından “olmaz; ayıp” sesleri;
sıra kapaklarına vurmalar)
METE BÜLGÜN (Çankırı) – Terbiyeli ol, terbiyeli!..
İLKER TUNCAY (Ankara) – Sen de konuşmayı öğrenip kürsüye çık!
BAŞKAN – Sayın Göktaş, iki şeyi hatırlatmak durumundayım:
Birincisi, Genel Kurula hitap edeceksiniz; ikincisi, konuşmanızda
kimseyi yaralamayacaksınız. Lütfen...
KEMALETTİN GÖKTAŞ (Devamla) – Özür diliyorum Sayın
Başkanım.
BAŞKAN – Özür dilediyseniz mesele kapandı.
Buyurun.
KEMALETTİN GÖKTAŞ (Devamla) – Değerli milletvekili
arkadaşlarım, az önce, burada, Sayın Başbakan Yardımcısı tarafından
belediyelere yapılan yardımlardan bahsedildi. Gerçekten, Sayın
Başbakan, burada kendisi de, geçmiş dönemde muhalefet belediyelerine
yardım yapılmadığını ikrar etti, söyledi; elimde belgesi var; bakınız
“ANAP’lı olmayan belediyeye para yok” diyor. Yani, bu yazının
muhtevasında; geçmiş dönemde muhalefet belediyelerine yardım
yapılmadı, bu dönemde, biz, o açığı kapatacağız ve yalnızca ANAP’lı
belediye başkanlarına yardım yapacağız deniliyor.
Arkadaşlar, bakınız, elimde, hangi belediyelere yardım yapıldığına
dair Maliye Bakanlığının bir listesi var. Evet, bu yardımlar içerisinde,
Refah Partili belediyelere yardım yapıldı; ama, ne kadar; bir ilçe
belediyesine 125 milyon lira, bir belde belediyesine 125 milyon lira, bir
DSP’li belediyeye 500 milyon lira, ANAP’lı belediyelere ise, 1 milyarla
2 milyar lira arasında yardım yapıldı. Eğer yardım yapılacaksa, adaletli
yardım yapılmalıdır. Sayın Başbakandan da bunu beklerdik.
Sayın Başbakan Yardımcısı, belediyelere yardım yapıldığını söylüyor
ve “bizim dönemimizde belediyelerin borçları ödendi” diyor.
Sayın Bakanım. biz, Refah Partili belediyeler olarak dışborç almadık.
Ankara Büyükşehir Belediyesince alınan ve Hazinenin ödediği tüm
paralar, Büyükşehir Belediyesinin Refah Partisine geçmesinden önce,
Karayalçın zamanında alınan dışborçlardır. Anavatan Partisiyle
beraber, o zaman, yine, burada, bu kanunlar çıkmasın diye muhalefet
ettik.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Göktaş, size de süre veriyorum. Lütfen, bitirin
efendim...
KEMALETTİN GÖKTAŞ (Devamla) – İller Bankası payı yüzde
8,55’ten 7,55’ e düşürüldü; hal gelirleri düşürüldü; Elektrik Tüketim
Vergisi yüzde 1,2’den binde 8’e düşürüldü; Akaryakıt Tüketim
Vergisinden pay verilmiyor. Önceki dönemden kalan borçları, bugün,
Refah Partili belediyeler ödüyor.
Arkadaşlar, belediye gelirlerine 2005 yılına kadar haciz konuldu ve
şimdi, burada, belediyelere yardım yapıldığı söyleniyor; bu, doğru
değildir. Evet, belediyelere yardım yapıldı; ama, hakkaniyet ölçüsü
içerisinde değildir, kendi yandaşlarına yardım yapıldı. Bundan sonra,
eğer adaletli yardım yapılacaksa, her partinin belediye başkanına, devlet
baba şefkati içerisinde yapılmalıdır.
Şimdi, Sayın Başbakan, 51 inci Hükümet Programı görüşmelerinde
Sayın Çiller’e aynen şöyle diyordu arkadaşlarım: “İşçi size
güvenmiyor, memur size güvenmiyor, emekli size güvenmiyor, çiftçi size
güvenmiyor.” Söylediğiniz doğruydu; işçi, memur, çiftçi güvenmiyor;
şimdi, siz güveniyor musunuz Sayın Başbakanım; üç yıl
güvenmediğiniz bir insana bu ülkeyi nasıl teslim edeceksiniz?..
Değerli arkadaşlar, Karadeniz Bölgesi, yatırımlardan en az pay alan
bölgemizdir -elimde belgeleri vardır- yatırım itibariyle sonuncu
sıradadır.
Benden önce konuşan arkadaşım birkaç konuya değindi ve ben özellikle,
Sayın Başbakanımızın -bu seçim döneminde “vaat değil, taahhütname
dağıtıyorum” dedi- burada imzalı taahhütnamesi vardır; bu
taahhütnameleri yerine getirmelerini kendisinden bekliyorum.
Özellikle, kurban bayramı öncesinde, Fiskobirlik’in borçlarını
ödemesini bekliyorum; çünkü, fındık üreticisinin durumu perişandır.
Fındık üreticilerinin kurban kesebilmeleri için, paralarının bir an evvel
ödenmesi gerekir.
Yine, Sayın Başbakanın bir taahhüdü, Trabzon’la ilgili taaahhüdü vardı.
Sayın Başbakanım, Hayrat’a gittiğinizde “Hayrat yolunu yaptıracağım”
dediniz; oralılar, sizden, o yolun yapılmasını bekliyor.
Trabzon, kamu yatırım harcamaları itibariyle, 58 inci sıradadır
arkadaşlarım. Son üç yılda 10,5 trilyon lira vergi alınmış Trabzon’dan,
buna karşılık, 4 trilyon liralık yatırım yapılmış; yani, 6 trilyon lira,
bizden, Trabzon’dan alınmış, rantiyecilere ve birkısım medyaya
verilmiş. Şimdi, bu paraların, Trabzon’a yatırım olarak gelmesini
bekliyor, hepinize saygılar sunuyor, bütçenin hayırlı olmasını
diliyorum. (RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Göktaş.
MALİYE BAKANI LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Sayın
Başkan, uygun görürseniz...
BAŞKAN – Bir dakika Sayın Bakan... Bir soru soracağım; ondan sonra
söz vereceğim efendim.
Sayın Çapoğlu, deminden, bir söz alma isteğiniz vardı; devam ediyor
mu efendim isteğiniz?
GÖKHAN ÇAPOĞLU (Ankara) – Vazgeçtim Sayın Başkan.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT
MENTEŞE (Aydın) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Sayın Başbakan Yardımcım, önce Maliye Bakanı işaret
buyurdular; önce Maliye Bakanını bir dinleyelim.
Buyurun Sayın Bakan.
MALİYE BAKANI LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Sayın
konuşmacının, sayın hatibin kürsüde ifade ettiği görüşlerin yanlış
anlamaya meydan vermemesi için bir küçük açıklamak yapmak
istemekteyim.
Maliye Bakanlığı bütçesinden belediyelere yapılan yardımlarda, 53
üncü Hükümetimiz tarafından, şu anda, sadece bir parti veya daha açık
ifadesiyle Anavatan Partisine bağlı belediyelere değil, bütün siyasî
partilerimize bağlı belediyelere, bir aylık uygulama içerisinde, yardım
yapılmaktadır. Bu cümleden olarak, Refah Partisinin 104 belediyesine
yeni yardım yapılmıştır, DSP’nin belediyelerine yapılmıştır, Büyük
Birlik Partimizin belediyelerine yapılmıştır. (RP sıralarından “ne
kadar” sesleri, gürültüler)
BAŞKAN – Bir dakika efendim...
MALİYE BAKANI LUTFULLAH KAYALAR (Yozgat) – Anavatan
Partisi ve Doğru Yol Partimizin de, velhasıl, Mecliste yer alan siyasî
partilerimizin de belediyelerine yardım yapılmıştır, yapılmaya devam
edilecektir; ayrıca, bağımsız belediyelerden de yardım yapılanlar
vardır. (CHP sıralarından “CHP’ye yok mu” sesleri, gürültüler) Tabiî ki,
CHP’li belediyelere de... Mecliste grubu olan tüm siyasî partilerimizin
belediyelerine yardım yapılmaktadır; ama, hepsine aynı anda yardım
yapabilme imkânımızın olmadığı da ayrı bir gerçektir. Yıl içerisinde
de, bu yardımlara, bütçe imkânları ölçüsünde devam edilecektir.
Ayrıca, sayın hatip, biraz önce, Ankara ve İstanbul Belediyelerimizden
bahsederek, bu borçları biz almadık veya belediyeler almadı şeklinde
bir ifadede bulundular. Bilindiği gibi, devlette de, belediyelerde de
devamlılık esastır. Bizim, bugün, 53 üncü Hükümet olarak, bu bütçe
görüşmeleri içerisinde şunu diyebilme imkânımız yoktur: “Devletin
borçları vardır, bunu bizden önceki hükümetler yapmıştır; biz bu
borçları ödemeyeceğiz.” Burada, kısaca, açıklık getirmek için ifade
ediyorum; Ankara ve İstanbul Belediyelerimizin 1996 ve 1997’de -iki
yıl içerisinde-1 milyar 400 milyon dolar, ödenecek, Hazine garantili
borçları bulunmaktadır. Bu belediyelerimiz, bu borçları ödememektedir,
Hazine ödemektedir. Dolayısıyla da, bu konuda bütçeye belli bir yük
binmektedir. Bunu da, kamuoyuna duyurmak ve Meclisimizin
bilgilenmesi açısından arz ettim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.
IV. – SATAŞMALARA İLİŞKİN KONUŞMALAR (Devam)
2. – Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nahit Menteşe’nin,
Trabzon Milletvekili Kemalettin Göktaş’ın, ileri sürmüş olduğu
görüşten farklı bir görüşü kendisine atfetmesi nedeniyle konuşması
BAŞKAN – Sayın Başbakan Yardımcısı, buyurun efendim, bir
talebiniz oldu galiba.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT
MENTEŞE (Aydın) – Sayın Başkan, Sayın Göktaş, biraz önceki
konuşmasında, maksadımı aşan ifadelerde bulundu; bu nedenle söz
istiyorum.
BAŞKAN - Söylemediğiniz bir konuda beyanda mı bulundular?..
Buyurun Sayın Başbakan Yardımcısı; yalnız, lütfen, yeni bir sataşma
yaratmayalım.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT
MENTEŞE (Aydın) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; biraz evvel
Trabzon Milletvekili Sayın Kemalettin Göktaş, maksadımı aşan
beyanda bulundular. Ben ne diyorum; imam hatip okullarından
bahsederken, camiden bahsederken, kışladan bahsederken, buralarda,
dinin politik istismar konusu yapılmamasını ifade ediyorum. Elbette,
Türk Milletinin, yüzde 99,5’i Müslümandır; ama, din istismarı suretiyle
politik amacı ben hep kınadım, hep kınamaya da devam ediyorum.
AHMET DOĞAN (Adıyaman) – Biz de kınamaya devam ediyoruz.
DEVLET BAKANI VE BAŞBAKAN YARDIMCISI NAHİT
MENTEŞE (Devamla) – Ve diyorum ki, dine hizmet, Allah rızası için
yapılır; bunu ifade ediyorum. Yoksa, dine hizmet, siyasî amaç için
yapılmaz; siyasî amaç için yapıldığı zaman, Allah’ın da gücüne gider
ve Müslümanlığa da aykırı hareket etmiş olursunuz. Bunu belirtmekte
zaruret görüyorum.
Tekrar huzurunuza geldiğim için özür diliyor, saygılarımı arz ediyorum.
(DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Başkan... Sayın Başkan...
BAŞKAN – Efendim...
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Bakan, arkadaşımızın kürsüde
dile getirdiği bir konuyu, yanlış anlamaya sebep olmasın diye tavzih etti;
ancak, tavzih ederken, sayın arkadaşımızın temas ettiği bir noktaya
açıklık getirmediler. Aslında, bu konu üzerinde bir tezkere var; bu
tezkere, diğer partiye mensup bir arkadaşımıza verilmiş yazılı bir
cevaptır. Bizim arkadaşımızın söylediği şudur: Şimdi, burada, Refah
Partili belediyelere yapılan yardım -yukarıdan aşağıya, burada 40 tane
belediye var- 125 milyon!.. (Gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Kazan, bir dakika...
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Lütfen dinleyin...
Biz, adaleti, burada tesis edeceğiz.
BAŞKAN – Tamam efendim.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Evet, Refah Partili belediyelere 125
milyon yardım yapılırken... (ANAP sıralarından “Milyar, milyar”
sesleri)
BAŞKAN – Bir dakika efendim...
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Hayır efendim, milyon... (Gürültüler)
BAŞKAN – Sayın Kazan, müsaade eder misiniz... Bir dakika efendim...
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Başkan, henüz rakam okumasını
unutmadık...
BAŞKAN – Efendim, bir dakikanızı diliyorum...
Şimdi, bu münakaşa sürer gider...
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Hayır efendim, ben zapta geçiriyorum...
BAŞKAN – Efendim, zapta geçti zaten...
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Geçmedi efendim...
BAŞKAN – Her iki taraf da, birbirine itiraz etti...
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Hayır efendim... Ben daha sözümün
yarısındayım Sayın Başkan...
BAŞKAN – Siz, milyarı, milyon olarak mı düzeltmek istiyorsunuz?
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Hayır efendim... Refah Partili
belediyelere 125 milyon yardım yapılırken, DSP’li belediyelere 750
milyon ve diğer ANAP’lı belediyelere de 1,5-2 milyar yardım yapılıyor
demek istiyorum.
BAŞKAN – Geçti efendim zapta.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Adaletsizliğin giderilmesini istedim.
BAŞKAN – Zapta geçti efendim.
ŞEVKET KAZAN (Kocaeli) – Sayın Bakanın açıklaması, bunu tavzih
etmiyor ki...
Ayrıca, bugün, Ankara Belediyesinin de, İstanbul Belediyesinin de,
devlet dairelerinden alacakları var; sadece, verdiklerinden bahsediyorlar,
alacaklarından bahsetmiyorlar... Bunlar da zapta geçsin ki, kim
haksızlığa uğruyor görülsün...
BAŞKAN – Geçti efendim, zapta geçti; merak buyurmayın.
Bunlar gayet kolay konular... Bir soru açarsınız, bakan cevap verir, zapta
daha çok geçer veyahut da gündemdışı bir konuşma yaparsınız; bakan
gelir, burada izahat verir; ama, böyle karşılıklı konuşmaya başlarsak,
bunun sonunu alamayız. Daha başka usullerimiz var; niye onları
kullanmıyorsunuz?
NECMİ HOŞVER (Bolu) – Sayın Başkan, zabıtlara geçirsinler; ileride,
biz de bu zabıtları kullanacağız.
III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
1. – 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/285) (S. Sayısı : 1) (Devam)
2. – Katma Bütçeli İdareler 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve
Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/286) (S. Sayısı : 2) (Devam)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, 1996 Malî Yılı Genel ve Katma
Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmeler
tamamlanmıştır.
Şimdi, 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ile Katma Bütçeli
İdareler 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının açık oylama
işlemini yapacağız.
Her iki kanun tasarısının açık oylamasının bir arada ve adı okunan
sayın milletvekilinin kürsü önüne konulacak iki ayrı oy kutusuna
oylarını atması suretiyle yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... (ANAP ve DYP sıralarından “Hangisi oylanıyor” sesleri)
Bir dakika efendim... Sayın Grup Başkanvekilleri beni takip ederler mi
lütfen...
Bir daha okuyorum efendim:
Her iki kanun tasarısının açık oylamasının bir arada ve adı okunan
sayın milletvekilinin kürsü önüne konulacak iki ayrı oy kutusuna
oylarını atması suretiyle yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... (ANAP ve DYP sıralarından “anlaşılmadı” sesleri)
Sayın milletvekilleri, bir daha anlatıyorum: Bu kanun tasarıları açık
oylamaya tabidir. (RP sıralarından gürültüler)
Efendim, tereddüt var. Tereddüt olunca, açıklama yapmak zorundayım,
açıklama yapacağım tabiî.
OĞUZHAN ASİLTÜRK (Malatya) – Sayın Başkan, bir şey arz etmek
istiyorum.
BAŞKAN – Bir dakika efendim...
Sayın milletvekilleri, her iki kanun tasarısı, açık oylamaya tabidir. Açık
oylamanın usulleri belli; ben, bir tanesini oylarınıza sunuyorum; onu
kabul etmezseniz, diğerlerini sunacağım. Onun için, beni takip edin
diyorum.
Bakın, tekrar oylarınıza sunuyorum:
Her iki kanun tasarısının açık oylamasının bir arada ve adı okunan
sayın milletvekilinin kürsü önüne konulacak iki ayrı oy kutusuna
oylarını atması suretiyle yapılmasını oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Kupalar kürsüye konulsun.
Oylamaya Adana İlinden başlayacağım. Ondan önce, yarın Avrupa’da
yapılacak bir toplantıya iştirak etmek için hemen havaalanına hareket
etmek zorunda olan sayın milletvekilleri var; bunların isimlerini
okuyacağım; önce, bu isimlerini okuduğum sayın milletvekilleri
oylarını kullanacaklar; sonra, Adana İlinden okumaya devam edeceğiz.
İsimleri okuyorum: Sayın İrfan Demiralp, Sayın Cevdet Akçalı, Sayın
Ali Dinçer, Sayın Sedat Aloğlu, Sayın Cefi Kamhi, Sayın8 Sedat
Aloğlu, Sayın Şükrü Gürel, Sayın Suha Tanık, Sayın İsmail Cem,
Sayın Abdullah Gül, Sayın Lale Aytaman, Sayın Şükrü Yürür, Sayın
Sabri Tekir, Sayın Bülent Akarcalı.
Oylamaya Adana İlinden başlıyoruz efendim.
(Oylar toplandı)
BAŞKAN – Oyunu kullanmayan sayın üye var mı? Yok.
Oy kullanma işlemi tamamlanmıştır.
Kupalar kaldırılsın.
(Oyların ayırımı yapıldı)
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, açık oylama sonuçlarını Yüce
Meclise arz etmeden önce, Yüce Meclise karşı bir görevimi yerine
getirmek istiyorum.
Sayın milletvekilleri, bu bütçe, hepinizin bildiği gibi, yeni bir prosedürle,
yeni bir usulle görüşüldü. Başkanlık olarak, bunu, Yüce Meclise arz
ettik; kabul ve tasvip gördü. Kısa bir zaman dilimi içinde, yoğun bir
çalışma gösterdiniz. Başta, Plan ve Bütçe Komisyonunun değerli üyeleri
olmak üzere, Yüce Meclisin tüm üyelerine teşekkürlerimi ve
şükranlarımı sunuyorum. Ümit ederim ki, önümüzdeki bütçelerde de bu
anlayış ve hızlı çalışmayı benimser ve bizim için çok önemli olan
zamanımızı daha ekonomik, daha hızlı ve yararlı kullanma imkânına
kavuşuruz. Görüldü ki, bu Meclis, konsensüs sağlandığında, her
meseleyi en iyi ve en faydalı bir şekilde çözebilmektedir.
Kuruluşumuzun 76 ncı yılında, bu davranışın çok önemli olduğuna
inanıyor ve hepinize, tekrar, teşekkürlerimi arz ediyorum. (Alkışlar)
Sayın milletvekilleri, tasarıların açık oylama sonuçlarını açıklıyorum:
1996 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarısının açık
oylamasının sonuçları:
İştirak eden sayın milletvekili sayısı : 451
Kabul : 249
Ret : 194
Geçersiz : 3
Mükerrer : 5
Kabul edilmiştir.
1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısının açık oylamasının
sonuçları:
İştirak eden milletvekili sayısı : 447
Kabul : 252
Ret : 190
Geçersiz : 2
Mükerrer : 3
Kabul edilmiştir.
Sayın milletvekilleri, Yüce Heyetinizce kabul edilerek kanunlaşmış
bulunan Bütçe Kanunlarının, milletimiz ve memleketimiz için hayırlı
olmasını temenni ederim. (Alkışlar)
Teşekkür konuşması yapmak üzere, Sayın Başbakan söz istemişlerdir.
Buyurun Sayın Başbakan. (ANAP sıralarından ayakta alkışlar, DYP
sıralarından alkışlar)
BAŞBAKAN A. MESUT YILMAZ (Rize) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; 1996 Yılı Bütçe Kanunu, Yüce Heyetinizin oylarıyla
kabul edilmiş bulunmaktadır. Ben, bu bütçe kanunu tasarısının
Meclisteki görüşmelerine nezaret eden Meclisin Sayın Başkanına,
Başkanlık Divanına, bu bütçenin hazırlanmasında emeği geçen değerli
bürokratlarımıza, Plan ve Bütçe Komisyonunun Sayın Başkanına ve
üyelerine, bütçe kanunu tasarısının Genel Kuruldaki görüşmeleri
sırasında, eleştirileriyle, görüşleriyle, dilekleriyle katkıda bulunan siyasî
partilerimizin değerli sözcülerine ve oylamaya katılan bütün
milletvekillerine şükranlarımı sunuyorum.
Bu bütçeyi, azamî disiplin anlayışı içerisinde uygulayacağımızı ve bize
verdiğiniz bu yetkiye dayanarak, sarf edeceğimiz her kuruşa özen
göstereceğimizi, bir defa daha tekrarlıyorum.
Hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından ayakta alkışlar,
DYP, DSP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Başbakan.
Değerli milletvekilleri, alınan karar gereğince, Ulusal Egemenlik ve
Çocuk Bayramının kutlanması ve günün önem ve anlamının
belirtilmesi amacıyla yapılacak görüşmeler için, 23 Nisan 1996 Salı
günü saat 14.00’te toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum.
Teşekkür ederim.
(Kapanma Saati: 17.09)

1996 Malî Yılı Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarılarına
Verilen Oyların Sonucu :

(Kanunlaşmıştır.)
Üye Sayısı : 550
Kullanılan Oy : 451
Kabul Edenler : 249
Reddedenler : 194
Çekinserler : –
Geçersiz Oylar : 3
Oya Katılmayanlar : 104
Açık Üyelikler : –
Mükerrer Oylar : 5
(Kabul Edenler)


Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.