Yazılı ve Sözlü Sorular Araştırma Komisyonları Soruşturma Komisyonları
                                                                      Son Tutanak Tutanak Sorgu Tutanak Metinleri Gizli Oturum Tutanakları
                                                                                                                                            Uluslararası Komisyonlar Dostluk Grupları
                                                                                      Genel Sekreterlik Mevzuat Telefon Rehberi Etik Komisyon Duyurular
DÖNEM : 20 CİLT : 3 YASAMA YILI :
1


T. B. M. M.
TUTANAK DERGİSİ

40 ıncı Birleşim
19 . 4 . 1996 Cuma



İ Ç İ N D E K İ L E R
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
II. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. – Rusya Federasyonuna gidecek olan Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanı H. Hüsnü Doğan'a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Rüşdü
Saracoglu'nun vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin
Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/231)
2. – Romanya'ya gidecek olan Devlet Bakanı Yaman Törüner'e,
dönüşüne kadar, Adalet Bakanı Mehmet Ağar'ın vekâlet etmesinin
uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/232)
3. – Romanya'ya gidecek olan Dışişleri Bakanı Emre Gönensay'a,
dönüşüne kadar, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nahit
Menteşe'nin vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin
Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/233)
4. – Ölüm cezasına hükümlü Taner Keleşoğlu hakkındaki dava
dosyasının geri verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/234)
5. – Ölüm cezasına hükümlü Murat Katrağ hakkındaki dava dosyasının
geri verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/235)
6. – Konya Milletvekili Mehmet Keçeciler'in, (2/84), (2/85), (2/57),
(2/58), (2/56), (2/55) ve (2/68) esas numaralı kanun tekliflerini geri
aldığına ilişkin önergesi (4/9)
7. – Cenevre'de yapılan 82 nci Uluslararası Çalışma Konferansında
kabul edilen 176 sayılı Sözleşme ve 81 sayılı İş Teftişi Hakkında
Sözleşmenin genişletilmesini öngören ek protokolle ilgili olarak,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından, bütçe müzakereleri
sırasında, Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi sunulacağına ilişkin
Başbakanlık tezkeresi (3/236)
III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER
1. – 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu
Tasarıları (1/285), 286) (S. Sayıları : 1, 2)
A) VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1. – Vakıflar Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Bütçesi
B) DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
2. – Diyanet İşleri Başkanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
C) GENÇLİK VE SPOR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1. – Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Bütçesi
D) DEVLET METEOROLOJİ İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1. – Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Bütçesi
E) ADALET BAKANLIĞI
1. – Adalet Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
F) YARGITAY BAŞKANLIĞI
1. – Yargıtay Başkanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
G) ÇEVRE BAKANLIĞI
1. – Çevre Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
H) MİLLÎ SAVUNMA BAKANLIĞI
1. – Millî Savunma Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
I) SANAYİ VE TİCARET BAKANLIĞI
1. – Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
İ) İÇİŞLERİ BAKANLIĞI
1. – İçişleri Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
a) Emniyet Genel Müdürlüğü
1. – Emniyet Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Bütçesi
b) Jandarma Genel Komutanlığı
1. – Jandarma Genel Komutanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
c) Sahil Güvenlik Komutanlığı
1. – Sahil Güvenlik Komutanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
J) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI
1. – Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
IV. – SORULAR VE CEVAPLAR
A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya'nın, Niğde meyvesuyu
fabrikasının satışıyla ilgili olarak ileri sürülen iddialara ilişkin
Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Rüşdü Saracoglu'nun yazılı
cevabı (7/4)
2. – Kahramanmaraş Milletvekili Ahmet Dökülmez'in, son milletvekili
seçimlerinde aday adayı olup istifa eden bir kamu görevlisinin görevine
iade edilmemesinin nedenine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet
Bakanı Ali Talip Özdemir'in yazılı cevabı (7/176)
3. – Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in, Başbakanlık konutu girişine
ve makam otosuna takılan forsa ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet
Bakanı Ali Talip Özdemir'in yazılı cevabı (7/231)
4. – Elazığ Milletvekili Ahmet Cemil Tunç'un, Türkiye Halk Bankası
A.Ş.'nin bazı harcamalarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet
Bakanı Rüşdü Saracoglu'nun yazılı cevabı (7/363)
5. – Kocaeli Milletvekili Şevket Kazan'ın, Dışişleri konutuna ilişkin
Başbakandan sorusu ve Dışişleri Bakanı Emre Gönensay'ın yazılı
cevabı (7/469)
I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ
TBMM Genel Kurulu saat 10.00'da açılarak üç oturum yaptı.

Birinci ve İkinci Oturum
Romanya'ya gidecek olan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in
dönüşüne kadar, Cumhurbaşkanlığına, TBMM Başkanı Mustafa
Kalemli'nin vekalet edeceğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi Genel
Kurulun bilgisine sunuldu.
Genel Kurulun 16.4.1996 tarihli 37 nci Birleşiminde okunmuş bulunan,
eski Başbakan Tansu Çiller hakkındaki (9/3) esas numaralı Meclis
soruşturması önergesinin, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak
İşler" kısmında yer almasına ve Anayasanın 100 üncü maddesi
gereğince soruşturma açılıp açılmaması hususundaki görüşmelerin
9.5.1996 Perşembe günkü birleşimde yapılmasına ilişkin Danışma
Kurulu önerisi kabul edildi.
1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu
Tasarılarının (1/285, 1/286) (S. Sayıları : 1, 2) görüşmelerine devam
olunarak;
Türkiye Büyük Millet Meclisi,
Cumhurbaşkanlığı,
Sayıştay Başkanlığı,
Anayasa Mahkemesi Başkanlığı,
1996 malî yılı bütçeleri kabul edildi.
Başbakanlık,
Denizcilik Müsteşarlığı,
Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü,
1996 Malî Yılı bütçeleri üzerinde bir süre görüşme yapıldı.

H. Uluç Gürkan
Başkanvekili
Ali Günaydın Mustafa Baş
Konya İstanbul
Kâtip Üye Kâtip Üye

Üçüncü Oturum
1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu
Tasarılarının (1/285, 1/286) (S. Sayıları : 1, 2) görüşmelerine devam
olunarak;
Başbakanlık,
Denizcilik Müsteşarlığı,
Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü,
Hazine Müsteşarlığı,
Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı,
Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü,
Danıştay Başkanlığı,
Dış Ticaret Müsteşarlığı,
Gümrük Müsteşarlığı,
Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı,
Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü,
1996 malî yılı bütçeleri kabul edildi.
19 Nisan 1996 Cuma günü saat 10.00'da toplanmak üzere, birleşime
23.35'te son verildi.

Hasan Korkmazcan
Başkanvekili
Ünal Yaşar Kâzım Üstüner
Gaziantep Burdur
Kâtip Üye Kâtip Üye





BİRİNCİ OTURUM
Açılma Saati :10.00
BAŞKAN : Başkanvekili H. Uluç GÜRKAN
KÂTİP ÜYELER : Salih KAPUSUZ (Kayseri), M. Fatih ATAY
(Aydın)


BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 40 ıncı Birleşimini
açıyorum.
Sayın milletvekilleri, 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler
Bütçe Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz;
ancak, görüşmelere başlamadan önce Cumhurbaşkanlığı tezkereleri
vardır; okutuyorum
II. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
A) TEZKERELER VE ÖNERGELER
1. – Rusya Federasyonuna gidecek olan Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanı H. Hüsnü Doğan'a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Rüşdü
Saracoglu'nun vekâlet etmesinin uygun görüldüüne ilişkin
Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/231)
16.4.1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşmelerde bulunmak üzere, 17 Nisan 1996 tarihinde Rusya
Federasyonuna gidecek olan Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı H.Hüsnü
Doğan'ın dönüşüne kadar; Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığına,
Devlet Bakanı Rüşdü Saracoğlu'nun vekâlet etmesinin, Başbakanın
teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.
Süleyman Demirel
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Diğer tezkereyi okutuyorum:
2. – Romanya'ya gidecek olan Devlet Bakanı Yaman Törüner'e,
dönüşüne kadar, Adalet Bakanı Mehmet Ağar'ın vekâlet etmesinin
uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/232)
16.4.1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşmelerde bulunmak üzere 18 Nisan 1996 tarihinde Romanya'ya
gidecek olan Devlet Bakanı Yaman Törüner'in dönüşüne kadar; Devlet
Bakanlığına Adalet Bakanı Mehmet Ağar'ın vekâlet etmesinin,
Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize
sunarım.
Süleyman Demirel
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Diğer tezkereyi okutuyorum:
3. – Romanya'ya gidecek olan Dışişleri Bakanı Emre Gönensay'a,
dönüşüne kadar, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nahit
Menteşe'nin vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin
Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/233)
16.4.1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşmelerde bulunmak üzere, 18 Nisan 1996 tarihinde Romanya'ya
gidecek olan Dışişleri Bakanı Emre Gönensay'ın dönüşüne kadar;
Dışişleri Bakanlığına, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nahit
Menteşe'nin vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun
görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım.
Süleyman Demirel
Cumhurbaşkanı
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
Başbakanlığın geri isteme tezkereleri vardır; okutuyorum:
4. – Ölüm cezasına hükümlü Taner Keleşoğlu hakkındaki dava
dosyasının geri verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/234)
17.4.1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : a) 1.2.1996 gün ve B.02.0.PPG.0.12.301/1785 sayılı yazımız.
b) Adalet Bakanlığının 5.4.1996 gün ve B.03.0.CİG.0.00.00.0-
1.134.1.1996/007028 sayılı yazısı.
Ölüm cezasına mahkûm edilen Taner Keleşoğlu hakkında ilgi (a)
yazımın ekinde makamlarına sunulan dava dosyasında, hükümlünün
vekili Avukat Necati Yakışırer tarafından verilen karar düzeltme
talebini havi günsüz dilekçesine istinaden söz konusu hüküm dosyasının
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca tetkik edilmesi için Adalet
Bakanlığına tevdi edilmek üzere Başbakanlığa iade edilmesini arz
ederim.
A. Mesut Yılmaz
Başbakan
BAŞKAN – Adalet Komisyonunda bulunan tezkere ve eki dosya,
Hükümete geri verilmiştir.
17.4.1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
5. – Ölüm cezasına hükümlü Murat Katrağ hakkındaki dava dosyasının
geri verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/235)
İlgi: a) 10.11.1995 gün ve B.02.0.PPG.0.12.301/16124 sayılı yazımız.
b) Adalet Bakanlığının 5.4.1996 gün ve B.03.0.CİG.0.00.00.0-
1.134.4.1995/007035 sayılı yazısı.
Ölüm cezasına hükümlü Murat Katrağ'a ait olup ilgi (a) yazımız ekinde
sunulan dosyada yer alan, adam öldürme, adam öldürmeye teşebbbüs,
gasp ve hırsızlık suçlarından hükümlü sanık Osman Yıldırım'ın karar
düzeltme talebinin incelenebilmesi için; Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığının örneği ekli 29.2.1996 tarih ve 16 687 sayılı yazısı
gereğince, hüküm dosyasının onaylı örneğinin Adalet Bakanlığına
sunulmak üzere Başbakanlığa iade edilmesini arz ederim.
A. Mesut Yılmaz
Başbakan
BAŞKAN– Adalet Komisyonunda bulunan tezkere ve eki dosya,
Hükümete geri verilmiştir.
Kanun tekliflerinin geri alınmasına dair bir önerge vardır; okutuyorum:
6. – Konya Milletvekili Mehmet Keçeciler'in, (2/84), (2/85), (2/57),
(2/58), (2/56), (2/55) ve (2/68) esas numaralı kanun tekliflerini geri
aldığına ilişkin önergesi (4/9)
17.4.1994
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Ekte esas numaraları ve özetleri belirtilmiş olan kanun tekliflerini geri
çekiyorum.
Gereğini bilgilerinize arz ederim.
Saygılarımla.
Mehmet Keçeciler
Bakan
Esas No: Özeti:
(2/84) Sivil Savunma Kanun Teklifi
(2/85) İller Bankası Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Teklifi
(2/57) Büyükşehir Belediye Kanun Teklifi
(2/58) Belediye Kanun Teklifi
(2/56) 2380 Sayılı Belediyelere ve Özel İdarelerine Genel
Bütçeden Pay Verilmesine Dair Kanun Teklifi
(2/55) İl Özel İdaresi Kanun Teklifi
(2/68) Köy Kanun Teklifi
BAŞKAN – Komisyonlarda bulunan kanun teklifleri geri verilmiştir.
Sayın milletvekilleri, şimdi bütçe görüşmelerine geçiyoruz.
III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN
DİĞER İŞLER
1. – 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu
Tasarıları (1/285, 286) (S. Sayıları : 1, 2)
A) VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1. – Vakıflar Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Bütçesi
B) DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
2. – Diyanet İşleri Başkanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
C) GENÇLİK VE SPOR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1. – Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Bütçesi
D) DEVLET METEOROLOJİ İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1. – Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Bütçesi
(1)
BAŞKAN – Beşinci tur görüşmeleri yapacağız.
Komisyon ve Hükümet yerinde.
Beşinci turda Vakıflar Genel Müdürlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı,
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü, Devlet Meteoroloji İşleri Genel
Müdürlüğü bütçeleri yer almaktadır.
Beşinci turda, grupları ve şahısları adına söz alan Sayın üyelerin
isimlerini okuyorum:
Doğru Yol Partisi Grubu adına; İstanbul Milletvekili Sayın Tayyar
Altıkulaç, Adana Milletvekili Sayın Veli Andaç Durak.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına; Tokat Milletvekili Sayın Şahin
Ulusoy, İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Sevigen.
Demokratik Sol Parti Grubu adına; Edirne Milletvekili Sayın Erdal
Kesebir, Karaman Milletvekili Sayın Fikret Ünlü.
Refah Partisi Grubu adına; Erzurum Milletvekili Sayın Ömer Özyılmaz,
Manisa Milletvekili Sayın Bülent Arınç.
Anavatan Partisi Grubu adına; Nevşehir Milletvekili Sayın Abdülkadir
Baş, Ordu Milletvekili Sayın Bahri Kibar.
Şahısları adına; lehinde, İstanbul Milletvekili Sayın Mukadder
Başeğmez; aleyhinde, Çankırı Milletvekili Sayın İsmail Coşar.
Şimdi, Gruplar adına konuşmalar için, Doğru Yol Partisinin birinci
sözcüsü Sayın Tayyar Altıkulaç'ı kürsüye çağırıyorum; buyurun
efendim. (DYP sıralarından alkışlar)
Sayın Altıkulaç, süreyi arkadaşınızla eşit mi paylaşacaksınız?
TAYYAR ALTIKULAÇ (İstanbul) – Evet efendim.
BAŞKAN – Süreniz 10 dakikadır.
Buyurun.
DYP GRUBU ADINA TAYYAR ALTIKULAÇ (İstanbul) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakıflar
Genel Müdürlüğü bütçeleri üzerinde, DYP Grubu adına görüşlerimizi
arz etmek üzere huzurlarınızda bulunuyor; sözlerime başlamadan önce
hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Hemen belirtmeliyim ki, inanma duygusu insanın fıtratında mevcuttur
ve her medeniyetin temelinde bir iman kıvılcımı vardır. Din, insan
kimliğinin önemli bir parçası, hayatı anlamlı ve yaşanabilir kılan temel
değerler bütünüdür; sosyal bir terbiye ve disiplindir; hatta, bazı
durumlarda bir millî kimlik göstergesidir. Her ülke, toplum menfaatları
bakımından din kurumundan yararlanmak zorundadır. Toplum
hakkında fikir yürüten hiçbir aydın, iktidara talip olan hiçbir siyasî
kadro, din olgusunu görmezlikten gelemez. Nitekim, tüm ileri ülkelerde
bu olgu, modern toplumsal var oluşun vazgeçilmez bir unsuru,
korunması ve güçlendirilmesi gereken ortak bir değeri olarak
görülmekte, halk arasında, ahlaklı olmak, dindar olmakla aynı anlamda
kullanılmaktadır. İlahî bir kaynaktan beslenmeyen ahlakî değerler de
hiçbir devirde doyurucu ve kalıcı olamamıştır.
Dinlerin sonuncusu olan İslam, maddî manevî her alanda, insanlığın
gidişatını değiştirmiştir; çünkü, o, ilmin zaruretine işaret ederek işe
başlamış, en güzel ahlakı tamamlama misyonunu yüklenmiştir.
Diğer taraftan, toplum içinde tefrika yaratmak, insanları birbirine
düşürmek, terör ve anarşiye yol açmak, İslamın şiddetle yasakladığı
davranışlardır. Türk Devleti, mezhep ayırımı yapmadan, milletimizin
Müslüman kimliğini bir toplum gerçeği olarak kabul etmiş; Anayasamız,
laik devlet anlayışıyla, din hürriyetini, en geniş anlamda teminat altına
almıştır.
Yüzde 100'e yakın oranda bir çoğunluğu Müslüman olan milletimizin,
dinî ihtiyaçlarının karşılanması görevini de devletimiz üstlenmiş;
ülkemizde, sade bir vatandaşla Cumhurbaşkanının aynı safta, yan yana
ibadet edebildiği mutlu bir tablo gerçekleşebilmiştir.
Milletimiz için büyük önem taşıyan din hizmetlerini yürütme ve toplumu
din konusunda aydınlatma görevi, anayasal bir kuruluş olan Diyanet
İşleri Başkanlığına verilmiştir. Bu kuruluş, mezhepler üstü bir
yaklaşımla, bu ülkede yaşayan ve Müslümanım diyen herkesin
"başkanlığı" konumundadır.
Zaman zaman gündeme getirilen, Alevilerin de bu kuruluşta temsil
edilmesi şeklindeki düşünceyi saygıyla karşılamakla birlikte, İslamın
birleştirici ve caminin bir araya getirici özelliğiyle
bağdaştıramadığımızı belirtmek istiyorum. Zira, bir dinî idarede
temsil, ancak değişik dinler için söz konusu olabilir. Nitekim, bunun
örnekleri, bazı ülkelerde vardır. Alevi ve Sünnisiyle, yaratanı bir, camisi
bir, kitabı ve peygamberi bir olan milletimiz için bu tür bölünmelere
gerek yoktur. Bu kurum, ne tek başına Hanefilerin ne de bir başka
mezhep mensuplarının başkanlığıdır.
Alevi Müslümanlara hizmet ve yaklaşım konusunda, bu Başkanlığın
eksiklikleri ya da yanlış uygulamaları varsa, bunların, elbette
düzeltilmesi gerekir. Alevi kardeşlerimizi istismar eden bazı çevrelerin,
Alevi geleneğinde var olan cemevini camiye alternatif olarak
göstermelerini ise, iyi niyetle izah etmek güçtür ve dinî birliğimizi
bozacak bir yaklaşımdır; çünkü, cami, her Müslümanın ortak
mabedidir.
Sayın milletvekilleri, yurtiçinde ve dışında milyonlarca insanımıza din
hizmeti vermek, önümüzde açılan Türk dünyasındaki kardeşlerimize bu
konuda rehberlik etmek gibi çok önemli bir sorumluluğa omuz veren bu
Başkanlık, bugünkü statüsüyle, ne yazık ki kaygan bir zemin üzerinde
ve günlük siyasetin etki alanı içerisinde yer almaktadır. Din gibi ulvî bir
konunun her çeşit siyasî düşüncenin dışında ele alınmasında, din
görevlilerinin, bu ulvî hizmeti yerine getirirken siyasî tercihlerini
kendilerine saklamalarında zaruret vardır. Aksi halde, arkalarında saf
tutan ve değişik siyasî görüşlere sahip olan müminlerin, o safta huzur
bulmaları ve o din görevlisine saygı duymaları mümkün değildir. Diğer
taraftan, siyasetin de, dinin yönetimine müdahale etmemesi gerekir.
Başkanlık, her çeşit dinî, ilmî ve idarî iş ve işlemlerinde, günlük
siyasetin müdahalesi olmadan, elindeki yasa ve yönetmelikler
çerçevesinde çalışabilir bir statüye kavuşturulmalı; din görevlisi, basit,
kişisel konular için siyasî kişi ve makamlara başvurma gereğini
duymaktan kurtarılmalıdır.
Kısacası, siyaset üstü onurlu bir Başkanlık, onurlu bir din hizmeti, tüm
halkımızın ortak arzusudur. Milletimizin bu kuruluşa olan güvenini
sarsacak dikkatsizliklerden sakınmak, tüm siyasetçilerimiz için önemli
bir sorumluluktur. Zira, bu kuruluşu siyasetin etki alanı içerisinde
görmek, vatandaşlarımızı başka arayışlara sevk edecek, bu da millî ve
dinî bütünlüğümüz için sakıncalı sonuçlar doğuracaktır.
Sayın milletvekilleri, din ve diyanet hizmetlerini, eğitim, sağlık, terör,
ekonomi gibi öncelikli ve önemli konular arasında ele almamızın
gerekli olduğuna inanıyoruz. Aksi halde, bu ulvî hizmetin istismar
edileceğinden ve ehliyetsiz ellerde kalabileceğinden endişe ettiğimizi;
Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluş kanununun yirmi yıla yakın bir
zamandan bu yana çıkarılamamış olmasını esefle değerlendirdiğimizi
belirtmek istiyorum. Her yıl, bütçe müzakereleri sırasında, dinin ve
diyanetin öneminden söz eden siyasî kadrolarımızın, bu gecikmeyle
ilgili olarak söyleyebilecekleri makul bir gerekçe bulunmadığına
inanıyorum. O halde, bu müessesenin kuruluş yasası daha fazla
gecikilmeden ele alınmalı, biraz önce sözünü ettiğim kaygan zeminden
onu kurtaracak ve siyasetin etki alanı dışına çekecek bir statüyle bir an
önce yürürlüğe konulmalıdır.
Kurumun öncelikli konularından biri de hizmet içi eğitimdir. Din
görevlilerinin değişen ve gelişen dünya şartları karşısında eğitimine
süreklilik kazandırılması şarttır; ancak, ne yazık ki, ödenek yetersizliği
yüzünden, bu kuruluşun eğitim merkezleri, yılın üç dört ayı istisna
edilecek olursa, kapalı kalmaktadır. Başkanlık bu konuda
desteklenmelidir.
Hac konusundaki uygulamayı seyahat hürriyetini kısıtlayıcı bir
uygulama olarak görmüyoruz; aksine, her yıl 60 - 70 bin insanımızın
belirli bir süre içerisinde ve 2 - 3 milyon Müslümanla birlikte ve belirli
zeminlerde yapacağı bu göreviyle ilgili düzenlemelerin devlet için bir
görev ve sorumluluk olduğunu düşünüyoruz. Hatta, ilgili kararnamede
açılan gediğin de kapatılması gerektiğine inanıyoruz. Artık, dünya,
dönüşü olmayan bu yola girmiş, hacısını kaderiyle başbaşa bırakan
ülkeler iyice azalmıştır.
Sayın milletvekilleri, camilerimizi imamsız bırakmamak, yurt içinde ve
dışında vatandaşlarımızı manevî iklimlerinde yalnızlığa terk
etmemek, sesli, basılı ve görüntülü yayınlarla toplumumuzu din
konusunda aydınlatmak, Diyanetimizin başlıca görevleri arasındadır.
BAŞKAN – Sayın Altıkulaç, 2 dakika süreniz kaldı.
TAYYAR ALTIKULAÇ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Diyanet İşleri Başkanlığının, bu konularda kendinden bekleneni yerine
getirebilmesi için desteklenmesi şarttır. Çeşitli hizmetlerinin
gerçekleşmesinde bu kuruma büyük destekler sağlayan, Plan ve Bütçe
Komisyonunda 10 milyar Türk Lirası ödenek talebini bile reddettiğimiz
başkanlık hizmet binası için birkaç yüz milyar lira harcama yapmayı
üzerine alan Türkiye Diyanet Vakfı ve yöneticilerine de bu vesileyle
burada teşekkür etmek istiyorum.
Vakıf anlayışının temelinde insan sevgisi feragat ve fedakârlık
duygusu vardır. Tarihimizde gelir dağılımı dengesizliklerinin
giderilmesinde ve sosyal adaletin sağlanmasında, vakıf müesseseleri
büyük görevler ifa etmiştir. Diğer yandan, yurdumuzun her köşesi,
ecdadımızdan kalma vakıf eserleriyle doludur. Ancak, tarihi korumak,
onu yazmak kadar önemlidir. 1982 Anayasamız, 63 üncü maddesindeki
"Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin
korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri
alır" ifadesiyle, bu anlayışa sahip çıkmış; Vakıflar Genel
Müdürlüğümüz de, bu tarihî dokumuzun yaklaşık yüzde 80'ini oluşturan
eserleri korumak ve onarmakla görevlendirilmiştir.
Camilerimizde bulunan antik halı ve kilimlerin korunmaları, temizlik ve
bakımları yapılarak güvenli ortamlarda sergilenmeleri ayrı bir ciddî
hizmet konusudur. Bu topraklar üzerinde varlığımızın tapu belgeleri
olan vakıf eserlerimizi yok sayarak Anadolu kültüründen söz etmek
mümkün değildir.
Genel Müdürlük içinde yer alan yaklaşık 500 milyar lira ödenekle bu
kadar eski eserin ve bu zengin tarihî dokunun bakım ve onarımlarının
yapılabileceğini düşünmek, elbette imkânsızdır. Uygulanan yanlış
politikalar sebebiyle, ne yazık ki, birçok gelir kaynakları da kurumun
elinden çıkarılmıştır. O halde, vakıf eserlerinin geleceğe intikalini
sağlamak için, devletin daha çok desteğine...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Altıkulaç, sözünüzü tamamlamanız için 1 dakikalık
ek süre veriyorum.
TAYYAR ALTIKULAÇ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
... ayrıca, her şeyin devletten beklenemeyeceği anlayışından hareketle,
ilgili hayır kurumlarımızın bu konuda üstlenecekleri görevlere ihtiyaç
vardır.
Vakıflar Genel Müdürlüğünün, anılan hizmetleri daha etkili bir şekilde
yürütebilmesini sağlamak üzere, evvela devletin yeniden
yapılandırılması çalışmaları kapsamına bu kurum mutlaka
alınmalıdır. Eski eserlerin restorasyonuyla ilgili projelerin Kültür
Bakanlığının ilgili kurullarından geçirilmesi zorunluluğu ortadan
kaldırılmalı; kurum, kendi içinde oluşturacağı bir karar organıyla bu
işe sürat ve işlerlik kazandırmalıdır.
Bütçelerinin, bu iki kurumumuza hayırlı olmasını diliyor; hepinize
saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Altıkulaç.
Doğru Yol Partisinin ikinci sözcüsü, Sayın Veli Andaç Durak; buyurun
efendim.
DYP GRUBU ADINA VELİ ANDAÇ DURAK (Adana) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ile
Meteoroloji Genel Müdürlüğü bütçeleri üzerinde, Grubum adına söz
almış bulunmaktayım. Sözlerime başlamadan evvel, Yüce Meclisin
Sayın Başkanını ve üyelerini saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, 1977-1991 yılları arasında Gençlik ve Spor Genel
Müdürlüğünün Adana Bölge Müdürü olarak ondört yıl hizmet etmenin
neticesinde, 1991'de aranıza katılmış bulunmaktaydım. Bu güzel Genel
Müdürlüğün, ondört yıl gibi uzun bir devre hizmet ettiğim değerli Genel
Müdürlüğün bütçesinde, Grubum bana söz verdiği için Grubuma da
müteşekkirim; duyduğum gururu da ifade ederek sözlerime devam etmek
istiyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Gençlik ve Spor Genel
Müdürlüğünün gençlik hizmetlerine değinerek sözlerimi sürdürmek
istiyorum. Bugün, ülkemizde mutlu olunacak, güven duyulacak gençlik
kadrosuna sahibiz. Yaklaşık 21 milyon genci olan ülke olarak, Avrupa'da
birinci sırayı teşkil etmekteyiz; Türkiye Cumhuriyeti Devleti için büyük
bir şanstır. Bu şansı iyi değerlendirdiğimizde, yarınlarımızın müreffeh
ve mutlu olmasında büyük katkılar sağlayacaktır. Bu nedenle,
geçliğimize daha çok önem vermemiz gerektiğine inanmaktayız.
1996 yılı itibariyle, 0-11 yaş grubunda 17 milyon çocuğumuz, 12-27 yaş
grubunda ise 19 milyon civarında gencimiz bulunmaktadır. Toplam
olarak 36 milyon genç ve çocuk nüfusumuz mevcuttur. Bu nüfus, Belçika
ve Avusturya'nın toplam nüfusundan fazladır. Bu, çocuk ve gençlik
potansiyelimizin bulunması, bütün dünyanın özlediği bir durumdur.
Doğru Yol Partisi olarak, gençlik politikamız, gençlerimizin bugünlerini
en iyi şekilde değerlendirerek, ülkemizin yarınlarına daha iyi
hazırlanmasını temin etmektir. Gençlerimizin, gönül gönüle,
vatanımızın ve milletimizin bölünmez bütünlüğüne yürekten inanmış;
Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda, irfanı hür; ilmi hür, vicdanı
hür, yapıcı ve yaratıcı yetenekleri geliştirilmiş, millî değerlerimize
bağlı, ancak, çağdaş gelişime açık olmaları, bizim temel hedefimizdir.
Ülkemizde, sporla ilgili pek çok kanun, tüzük ve yönetmelik olmasına
rağmen, aynı teşkilatın gençlik hizmetlerinde, maalesef, gençlikle ilgili
olarak ne bir mevzuat vardır ne bir yönetmelik vardır ne de bir yasa
vardır.
Grup olarak, gençlerimizin tamamını kapsayacak, onların korunması ve
teşkilatlanması hususunda, millî politikamıza uygun bir gençlik kanunu
çıkarılması gerektiğine inanmaktayız. Halen, merkez teşkilatı sadece
yedi kişiden oluşan ve illerde sayısı az bir personel ile küçük bütçesi
bulunan Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün, 21 milyon gencimizin
hizmetlerinin koordinasyonunu istenilen düzeyde yapabileceği kanaatinde
değilim. Bu nedenle, Genel Müdürlüğümüzde, gençlerimize sahip
çıkabilmek, geleceğimizin teminatı olan değerli varlığımıza en güzel
hizmetleri yürütebilmek için, müstakil bir gençlik spor, gençlik genel
müdürlüğü veyahut da gençlik spor müsteşarlığının kurulması
gerektiğine inanmaktayım. Bu yöndeki çalışmaları olan Genel
Müdürlüğü de takdirle karşılamaktayız.
Müsteşarlık içerisinde yer alacak Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün,
daha fazla finans ayrılacağından, daha çağdaş ve verimli hizmetler
üreteceğine inanmaktayız.
Bugün ülkemiz ve dünya geleceğinin en mükemmel ve popüler sahası
olan sporla sözlerimi sürdürmek istiyorum.
Spora ülke olarak değer vermekteyiz ve Grup olarak da bu değerin
önünde gitmekteyiz; çünkü, spor, insana, yenilmeyi, yenmeyi öğreten en
güzel olaydır. Spor, aynı zamanda, insanlara, yardımlaşmayı öğretir,
liderlik vasfı kazandırır, kendi vücudunu tanımasını öğretir; insan
bedenine zindelik, zarafetine güzellik katar; asrımızın bunalımı denilen
stres hastalığından kurtulmasında, en ucuz ilaçtır; insanların ruhen ve
bedenen geliştirilmesinin yanında, ülkeleri birbirlerine kaynaştırarak,
ülkelerin tanıtılmasında en etkili eğitim aracıdır.
İşte, bu gerçekler karşısında, ülkeler spora büyük önem vermektedirler.
Bugün, 60 milyondan fazla nüfusu olan ülkemizde, lisanslı sporcu
sayımız 110 bin, sağlık için spor yapan insanlarımızın sayısı 200 bin;
tüm spor yapanların sayısı 350 bini bulmaktadır. Buna karşın, spor
kulüplerinin sayısı 5 714, olimpik spor tesislerinin sayısı 1 378 olup,
antrenör sayısı ise, 25 bindir. Aynı nüfusa sahip olan Almanya ve
Fransa'da, 350 bin sporcumuza karşılık 22 milyon insanın spor
yaptığını görmekteyiz. Antrenörlerimizi branşlarına göre tesislere
ayırdığımızda ve branşlarına göre tesislerimizdeki hizmetlerini sıkı
bir şekilde murakabe ederek onları da sistem içerisine almaya
çalıştığımız sistemi getirdiğimizde, bizim ülkemizde de, bu rakamın
350 binden 10 milyona çıkarılacağı kanaatindeyim.
Bu tespitleri yaptıktan sonra, 1996 yılında Gençlik ve Spor Genel
Müdürlüğü hizmet ve faaliyetleri için verilen ödenek miktarına bir göz
atmak gerekirse, spor faaliyetleri için 1995 yılında 560 milyar lira
harcayan Genel Müdürlük, 1996 yılı için 1 trilyon 483 milyar lira talep
etmesine karşın, verilen ödenek 183 milyar liradır. Katma bütçe gelirleri
de dikkate alınırsa, bu ödenekle, arzu edilen hizmetlerin yapılacağına
inanmak mümkün değildir. Ayrıca, sporda, her organizasyon kendinden
sonra gelen organizasyonların hazırlığını meydana getirmektedir. Bu
bakımdan, spor hizmetlerinin yıllık programları, bu anlayışla
hazırlanır.
1996 yılının olimpiyat yılı olması ve 2004 yılının olimpiyat
oyunlarına talip ülke olmamız açısından, içinde bulunduğumuz bu yıl,
çok önem arz etmektedir. Son yıllarda elde edilen başarıların devam
ettirilmesi için, spora daha çok kaynak verilmesi gerekmektedir.
BAŞKAN – Sayın Durak, 2 dakikanız kaldı.
VELİ ANDAÇ DURAK (Devamla) – Sporda, en önde gelen
hizmetlerden birisi de eğitimdir. Eğitim, her alanda olduğu gibi, sporda
da başarının temelidir. Sporda anarşi ve şiddetin önlenebilmesinin
panzehirinin eğitim olduğuna inanmaktayız. Başta hakem olmak üzere,
antrenör, sporcu, idareci ve hatta, spor yazarlarının da eğitilmesi
gerektiğine inanmaktayız. Eğitimi iyi olmayan spor adamlarımızın,
yönetimi de başarısız olur. Genel Müdürlüğün, bu konuda, seminer, kurs
ve konferansları başarıyla yürüttüğüne inanmaktayız.
Ülkemizde, aşağı yukarı onbeş yıldır, spor eğitimi başarıyla
sürdürülmektedir. İşte, gelmiş geçmiş iktidarlar, spora politika üstü yer
verdiği için, bu eserlerinin neticesi güzel bir temel atıldığından, spor
eğitim merkezleri bugün başarılı halde yürümektedir. 11-13 yaş
projesini desteklemekteyiz. Spor eğitim merkezlerinde yetişen
sporcuların, bugün, sporumuzda büyük yer tuttuğunu memnuniyetle
görmekteyiz. Yaz spor okullarının çalıştırılmasında, Genel Müdürlüğü
takdirle karşılıyoruz; bu çalışmalarının devam etmesini istiyoruz.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şehir imar planlarının değiştirilip,
belediyelerle protokol yapılarak, ucuz, basit semt spor sahası yapımına
hız verilmesi gerektiğine inanmaktayız; çünkü, sporun halkımıza
sevdirilmesi, yaygınlaştırılması ve tabana inilmesinde, geniş halk
kitlelerinin spor alanlarına çekilmesinde çok önemli bir unsur olduğuna
inanmaktayız. Genel Müdürlüğün, seyircisiz spor salonları tesisleri
yapma çalışmalarını da desteklemekteyiz. 1996-1997 yıllarında bu işe
daha çok önem vermesini istemekteyiz. Spor yatırımları için verilen 229
milyar TL ödenekle, bugün devam eden 400'ün üzerinde işi bitirmek için,
kırk veya elli yıllık bir süreye ihtiyaç olmaktadır.
BAŞKAN – Sayın Durak, 1 dakikalık ek süre içerisinde lütfen
toparlayın.
VELİ ANDAÇ DURAK (Devamla) – Bağlıyorum Sayın Başkanım.
Bu anlayışla yürütülen yatırım hizmetlerini kabul etmek mümkün
değildir. Katma bütçe gelirlerinden öngörülen 1 trilyon ile yedek
ödeneğin ve bu yıl verilen 1 trilyon ödeneğin de artırılarak, çarpık
yatırım politikasının en kısa sürede düzeltilmesi gerektiğine
inanmaktayız
Sayın Başkan, sayın millletvekilleri; Meteoroloji Genel Müdürlüğü,
herkesi ve her kesimi yakından ilgilendiren, geniş hizmet alanı olan
önemli bir genel müdürlüktür; bir taraftan, ulaştırma, tarım, ormancılık,
enerji, turizm, doğal afetler, sağlık gibi alanlarda önemli hizmet veren ve
yurt ekonomisinde de önemli temeli olan bir kuruluştur; diğer yandan da,
savaşta ve barışta, Silahlı Kuvvetlerimize sağladığı desteklerde...
BAŞKAN – Sayın Durak, süreniz doldu.
Teşekkür ediyorum.
VELİ ANDAÇ DURAK (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
(DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Cumuhuriyet Halk Partisi Grubunun ilk sözcüsü Sayın
Şahin Ulusoy; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Ulusoy, süreyi eşit mi kullanacaksınız efendim?
ŞAHİN ULUSOY (Tokat) – Efendim, ben konuşmamı bitireceğim,
kalan süreyi arkadaşım kullanacak. 13-14 dakika civarında...
BAŞKAN – Eşit mi?..
ŞAHİN ULUSOY (Tokat) – Hayır; 13-14 dakika civarında ben
kullanacağım.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Ulusoy.
CHP GRUBU ADINA ŞAHİN ULUSOY (Tokat) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığı ile Vakıflar Genel
Müdürlüğü 1996 malî yılı bütçesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi, Grubum ve şahsım
adına saygıyla selamlıyorum.
Her iki kurumun bütçesi üzerinde konuşmaya başlamadan önce, son
zamanlarda sürekli yıpratılmaya çalışılan laiklikten söz etmek
istiyorum.
Laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrı tutulmasıdır. Bir başka
anlatımla, devletin, belli bir din, mezhep ve tarikata bağlı olmaması,
herhangi bir din, mezhep ve tarikatın savunuculuğunu ve yayıncılığını
yapmaması, karışmaması demektir. Devlet, nasıl dinsel alana
karışmamak yükümlülüğündeyse, din kurumu ve örgütleri de, dünyevî
ve siyasal alana giremez ve müdahalede bulunamaz. Yine laik devlet
düzeni, din ve ibadet, inanma, inanmama hak ve özgürlüklerini de
güvence altına alır. Bir başka deyişle, laik devlet, herhangi bir dine,
mezhebe dayanmadığı gibi, her din, mezhep karşısında saygılı, yansız
olan, dolaylı ya da dolaysız olarak, bunlardan herhangi birine üstünlük
ve ayrıcalık tanımayan bir devlettir. Bu tanıma göre, şeriata dayalı bir
devlet kadar resmî olarak ateist olan bir devlet de laik değildir.
1982 Anayasasının, din kültürü ve ahlak öğretimini, ilk ve ortaöğretimde
zorunlu dersler arasında sayması, laikliğin özünü oluşturan "devlet,
herhangi bir inancın savunucusu ve yayıncısı olamaz" ilkesiyle,
kişilerin vicdan özgürlüğünü zedelemiştir; bu da toplumsal tepkilere yol
açmıştır.
Buna paralel olarak, Diyanet İşleri Başkanlığı, 20 nci Yüzyılın ikinci
yarısı içinde gelişmelerini yoğunlaştıran yoz, yobaz, bağnaz tarikatların
şeyhleri, vakıf ve derneklerinin legal ve illegal örgütlenmeleri
karşısında yetersiz ve çaresiz kalarak, susma yolunu seçmiştir;
politikayla iç içe olan bu tarikatları dizginleyememiştir,
eleştirememiştir, malî kaynaklarını araştıramamıştır. Oysa, inançsal
farklılıkları birleştirici, kaynaştırıcı bir organ olarak düşünülüp, aynı
amaçla Anayasaya alınmıştı; ancak Başkanlık, bu görev ve işleyişini
tam olarak yerine getiremediği gibi, zaman zaman yaptığı talihsiz
açıklamalarla da, bu Kuruluşun, Sünnî mezheplerin başkanlığı
olduğunu, Alevî ve Bektaşi gerçeğini benimsemekten de, kabulden de
uzak olduğunu göstermiştir.
Üzülerek belirtmek istiyorum; Diyanet İşleri Başkanlığının devam
eden bu tavrıyla, farklı inançlar arasındaki toplumsal barışı devam
ettirebilmek, gittikçe güçleşmektedir. Bütün dinlere, mezheplere, yani
farklı inançlara saygılı ve hoşgörülü olan laiklik sistemi, toplumsal
barışı sürdürecek tek yoldur. Laiklik, inançlara karşı değildir; üstelik
inançlar arasında farklılık gözetmeksizin, hepsine saygılıdır. Laiklik,
dinsizlik de değildir; bence, inançlara son derece saygılı olan bu sisteme
karşı olmak, din istismarcılığının bir göstergesidir. Bu oluşumlar da
açıkça gösteriyor ki, Diyanet İşleri Başkanlığının içinde bulunduğu bir
sistem, hem laikliğe terstir hem de sorunları bitiremez. Devletin çok sıkı
denetiminde, inanç gruplarının kendi inançsal sistemlerini
oluşturmaları, kendi toplum yapımıza ve laiklik kavramına en uygun
olanıdır; inançsal bazda, toplumsal barışın ve bütünlüğün devam
etmesi, ancak böyle sağlanabilir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; biraz da, din işleriyle ilgili
harcamalar için yaratılan kaynaklardan söz etmek istiyorum. Bunları,
bütçe içi ve dışı kaynaklar olmak üzere ikiye ayırabiliriz; bütçe içi
kaynakları da, dolaysız ve dolaylı olarak görmekteyiz.
Bunlardan dolaysız olanları şunlardır: Diyanet İşleri Başkanlığına,
bütçeden ayrılan ödenekler; imam hatip liselerine, Millî Eğitim
Bakanlığı bütçesinden ve ilahiyat fakültelerine, ilgili katma bütçeli
üniversitelerin bütçesinden ayrılan ödenekler.
Dolaylı olanlar ise; üniversitelere ayrılan ödenekten sağlanan kaynaklar,
kamu kuruluşlarına ayrılan ödenekten sağlanan kaynaklar. Böylece,
kamu kuruluşlarının bazıları, bu olanağı kullanarak cami
yapabilmişlerdir. Kamu kuruluşlarına, bünyeleri içerisindeki binalarda
mescit ve namazgâh olanağı getirilmiştir.
Bütçe içi sağlanan kaynakların yanı sıra, bir de bütçe dışı kaynaklar
yaratılmıştır. Bunlar da, Diyanet İşleri Başkanlığı içerisindeki döner
sermaye, camilerini yaptıracak köylere yardım fonu, Vakıflar Kanununa
göre Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesinden yapılan yardımlar, sosyal
yardımlaşma ve dayanışma vakıfları aracılığıyla sağlanan yardımlar,
Medenî Kanuna göre kurulan dinî mahiyetteki vakıflar. Bunlar iki
türlüdür: Bir kısmı, cami yaptırma vakıfları şeklinde örgütlenirken;
diğerleri, dinî yardımlaşma vakıfları şeklindedir. Bu vakıflara da vergi
muafiyeti sağlanmaktadır. Bu nedenle, devletin, bunlar tarafından
sağlanan hizmetlerin finansmanına dolaylı bir katkısı söz konusudur.
Camiler ve vakıflar, Kur'an kursları açmaktadırlar; hatta, bazı okullar
bünyesinde de Kur'an kursları açılmaktadır. Bunların finansmanında da
belli miktarlarda kamu kaynakları kullanılmaktadır. İmar mevzuatına
aykırı camilerin yarattığı rantlar; cami yaptırma maskesi altında, üstü
cami, altı ticarethane şeklinde camiler yaptırılarak imar mevzuatına
aykırı önemli şehir rantları elde edilmektedir.
Bunların dışında, saymakla bitiremeyeceğimiz, din hizmetlerine akan
sayısız kaynaklar vardır; kısa başlıklarla değinmeye çalışacağım.
Yerel yönetimlerin, bütçelerinden, yukarıda bahsettiğim vakıflara
yaptığı yardımlar ve arsa tahsisleri, ilk ve ortaöğretimde din ve ahlak
kültürü dersleri için görevlendirilen din öğretmenlerine yapılan
harcamalar, camilerden elektrik ve su parasının alınmaması sonucu
kamudan harcanan, ama, hiç gözükmeyen yardımlar, belediye
mezarlıklarında çalışan din görevlilerinin maliyeti, hastaneler ve diğer
kurumlarda görevlendirilen din görevlilerinin maliyeti, Köy Hizmetleri
Genel Müdürlüğünün cami yapımındaki harcamaları...
Sayın milletvekilleri, gördüğünüz gibi, olay, sadece Diyanet İşleri
Başkanılığına ayrılan 21 trilyon lirayla bitmiyor; dinsel bir
imparatorluk yaratılmıştır; bu da, din adı altında, her türlü
örgütlenmeye yol açmış; bunlar da, kamu kaynaklarından daha fazla pay
alır konuma gelerek, ülke bütünlüğüne de zarar vermeye başlamışlardır.
İç ve dışborç altında inleyen, milyonlarca yoksulu olan, daha, temel
ihtiyaçları bile karşılanamayan köylerimizin ve şehirlerimizin en temel
yatırımlarını gerçekleştiremeyen ülkemizde, bu harcamaları yapmak
günah değil mi; sizlere soruyorum... Bütün bu olanları bilerek, çıkıp,
bunların yapılamamasını politik olarak eleştirenlerin, fakir fukara
edebiyatına sığınanların yaptığı, ikinci bir günah değil midir?..
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, şimdi soruyorum: Yukarıda
anlattığım bu din imparatorluğunun dev bütçesi, bir başka inanç grubu
için, mesela, Alevî ve Bektaşiler için, bunların inançsal yapılanmaları
için kullanılsaydı, yalnız, cemevleri yapılsaydı, dedelere kadro
verilerek maaşa bağlansaydı...
HÜSEYİN ARI (Konya) – Hepsi Müslüman onların...
ŞAHİN ULUSOY (Devamla) – Yorumları değişik...
MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) – Ayırım yapmayın; hepsi
Müslüman...
BAŞKAN – Sayın milletvekili...
ŞAHİN ULUSOY (Devamla) – Müslüman değil diyen yok, hepsi
Müslüman, yorumları değişik; tıpkı diğer mezhepler gibi...
BAŞKAN – Sayın Ulusoy, karşılıklı konuşmayın lütfen...
Lütfen, hatibi sükûnetle dinleyin..
ŞAHİN ULUSOY (Devamla) – ...dede okulları açılsaydı ve bunlara
benzer uygulamalar, bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının
vergileriyle yapılsaydı, Sünnî inanç grubunda olan insanlara haksızlık
olmaz mıydı?.. Lütfen, bunun cevabını samimî olarak verin;
inanıyorum ki, buna, hepiniz evet diyeceksiniz. (CHP sıralarından
alkışlar)
ÖMER EKİNCİ (Ankara) – Bize ne söylüyorsun, Hükümete söyle...
BAŞKAN – Sayın Ekinci, sözcünüz konuşacak, lütfen sükûnetle
dinleyiniz.
ŞAHİN ULUSOY (Devamla) – Öyleyse, şu andaki uygulama da
haksızlıktır; milyonlarca kişinin insan haklarının ihlalidir; bu,
topumsal bir yaradır; bu haksızlıkları önlemek de Yüce Heyetinize
düşer. İleride pişmanlık duymamak için, olabilecek toplumsal
rahatsızlıkları önleyebilmek için, şimdiden, bu yanlış uygulamalara
çözüm getirmeliyiz. Benim önerebileceğim çözüm, başta da söylediğim
gibi, cemaatlerin, kendi inançsal olaylarını kendilerinin yürütmesidir.
Devlet, kesinlikle bu işin içerisinde olmalalıdır; yapacağı tek iş, ulusal
bütünlüğe zararlı olunmaması için, ciddî ve sıkı bir denetimdir.
Vatandaşlarımızın büyük bir çoğunluğu, bu konunun, önerdiğim
şekilde düzeltilmesini istiyor; ama, uygulama, maalesef, bu yanlış
şekliyle, hızla devam ediyor. Şimdi, bu insanların vergi katkılarıyla din
hizmetlerini yürüteceksin, bütün din görevlilerine, ibadet yapsın ve
yaptırsın diye maaşını ödeyeceksin, cami ve benzeri hizmetleri
gerçekleştireceksin, yüzlerce trilyon lirayı her yıl harcayacaksın; bu,
haksızlığın devam etmesidir; buna, kimse rıza göstermez.
Benim bildiğim ve herkesin bildiği bir Tanrı buyruğu var: Allah,
kullarına, müminlerine "küçük günahlarından arınıp temizlendikleri
zaman cennete girerler; ama, ehl-i cennetten hiçbirinin, üzerinde kul
hakkı olduğu halde cennete girmesi helal olmaz" diye buyurmuştur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ulusoy, 13 dakikanız doldu; 1 dakikalık ek süre
içinde mi toparlayacaksınız?..
ŞAHİN ULUSOY (Devamla) – Evet Sayın Başkan.
Şimdi, cennetten parselasyon yapanlara, kendilerini dinin sahibi gibi
göstermek isteyenlere, dini politikaya alet edenlere, bu haksız
uygulamaya katkı verenlere soruyorum: Ben, kul hakkımı helal
etmediğim sürece, Tanrının bu buyruğu gereği, ne yaparsanız yapın,
cennete gidebilecek misiniz?
Alevisiyle Sünnisiyle milyonlarca insan, kul hakkını helal edecek mi?
Demek ki, cennetin anahtarı, bu yanlış uygulamaya karşı olan
milyonlarca insanımızın elinde. Tanrı böyle buyurmuş; bu, Tanrının
buyruğu...
ÖMER EKİNCİ (Ankara) – Allah buyurdu.
ŞAHİN ULUSOY (Devamla) – Konuşmamı burada tamamlarken, Yüce
Meclisin bu işi çözmesini, toplum şartlarına uygun laik bir sistem
getirmesini öneriyorum...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ŞAHİN ULUSOY (Devamla) – 20 nci Dönemde, siyasî parti grupları
yöneticilerinin bir araya gelerek, bu konuyu çözüme ulaştıracaklarına
inanıyorum.
Saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ulusoy.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun ikinci sözcüsü, Sayın Mehmet
Sevigen; buyurun.
Sayın Sevigen, süreniz 7 dakikadır.
CHP GRUBU ADINA MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Sayın
Başkan, değerli milletvekillerimiz; Şahin Ulusoy iyi bir ders verdi, değil
mi efendim... Aslında, Şahin Bey bu konuda çok dolu, çok deneyimli bir
arkadaşımız; Diyaneti çok iyi bilen, çok başarılı bir arkadaş; gerekli
dersi aldığınızı umuyorum.
ÖMER EKİNCİ (Ankara) – Belli belli!
RAMAZAN YENİDEDE (Denizli) – Biraz kitap okusun, kitap!
MEHMET SEVİGEN (Devamla) – O, Allah ile kulun arasında;
Müslümanlık, Allah ile kulun arasındadır. Benim annem de hacı babam
da hacı; hacılık başka bir şey, insanlık başka bir şey. Buraya dini
getirmeyin, siyaseti buraya getirmeyin...
BAŞKAN – Sayın Sevigen... Sayın Sevigen...
MEHMET SEVİGEN (Devamla) – Onu camide yapacaksınız, gücünüz
varsa, camiye gidin, camide yapın.
HASAN DİKİCİ (Kahramanmaraş) – Mehmetciğim, Bakan öbür
tarafta!..
MEHMET SEVİGEN (Devamla) – Siz laf atıyorsunuz.
İnsanlar sindirecek...
BAŞKAN – Sayın Sevigen, lütfen karşılıklı konuşmayın.
MEHMET SEVİGEN (Devamla) – Peki Sayın Başkanım.
Sevgili Başkanım, insanların, her inanç grubuna saygılı olması gerekir.
Bu saygıyı, bu Meclis aşılayamazsa, Meclis kabul edemezse, topluma
nasıl kabul ettiririz...
RAMAZAN YENİDEDE (Denizli) – Önce siz öğrenin.
MEHMET SEVİGEN (Devamla) – Barışı nasıl sağlarız... Siz,
oturduğunuz yerde konuştuğunuz müddetçe, bu barışı
sağlayamazsınız...
REMZİ ÇETİN (Konya) – Yanlı davranıyorsunuz.
BAŞKAN – Sayın milletvekili, lütfen, sessiz olarak dinleyin.
MEHMET SEVİGEN (Devamla) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini açıklamak üzere
huzurlarınızdayım; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğümüzün bütçesi, bize göre çok
yetersiz; yaptığı hizmetleri ve genelde yapısını düşünürsek, aldıkları
paralar çok az ve bu paralardan elde ettikleri geliri -döner sermaye
olmadığı için- kendi yatırımlarına doğru kullanmadıkları endişesi var
arkadaşlarımın içerisinde. Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü,
1 trilyon 715 milyar 200 milyon lirayla bu seneki hizmetine devam
edecektir. Ben, bu konuda, görev yapan arkadaşlarıma başarılar
diliyorum; genel müdürlerimizin de, bu paranın çoğaltılması için, yeni
fonlar, yeni kaynaklar bulmaları gerekir diye düşünüyorum.
Bugün, gençlik ve spor üzerine de bir iki kelime söylemek istiyorum;
çünkü, son yıllarda gençliğimiz oldukça yoğun. Türkiye'nin meselelerine,
maalesef, milletvekilleri, Meclis sahip çıkmazsa, gençlik sahip çıkıyor.
Spordan sorumlu Devlet Bakanımızın yukarıda yapmış olduğu bütçe
konuşmasını okudum, izledim; hep spordan bahsetmiş; şöyle birbuçuk,
iki sayfa gibi konuşması var; ama, tek bir kelimeyle gençlikten
bahsetmemiş Sayın Bakan. Sporu da gençler yapıyor, Türkiye'nin yüzde
50'si genç; ama, futbol maçlarına gitmekle spor bakanlığı yapılmıyor
Sayın Bakanım. Başbakanın yanına gidersiniz, oturursunuz; ama,
Türkiye'de, insanlar dövülüyor sokakta, babaları işsiz diye çocuklar
yürüyüş yapıyorlar. Gençlik ve spordan sorumlu Devlet Bakanına en az
elli tane faks, mektup geliyor; Bakan, lütfedip, o insanlara tek bir cevap
vermiyor. Sayın milletvekilleri, haklı veya haksız, çocuklar içeriye
alınıyor. Bu konuda fazla demagoji yapmak istemiyorum; ama, eğer, o
gençlerin anne ve babaları "çocuklarımız üniversitede eylem yaparken
karakola düştü, çocuklarımızın adreslerini bulamıyoruz,
çocuklarımızın nerede olduğunu bilmiyoruz, çocuklarımız
hapishanelerüde işkence görüyor" diye, gençlik ve spordan sorumlu
bakana mektup yazıyorsa, o da cevap vermiyorsa, bana göre durum çok
vahimdir.
İnsan eti ağırdır Sayın Bakanım; insanlar gelip birbirlerine muhtaç
olmazlar. Eğer, bir insan gelip size muhtaç oluyorsa, demek ki, o insan
çaresiz kalıyor da geliyor size... Siz, o insanların oylarıyla
seçiliyorsunuz ve o insanlara cevap vermiyorsunuz. Böyle bir
kargaşanın, böyle bir ortamın içerisinde nasıl oturacaksınız o koltukta
merak ediyorum?! Sporu, gençlerle yapacaksınız, Türkiye'nin yüzde
50'si genç!.. Gençlerle yapacaksınız sporu, gençlerle oturacaksınız...
Basketbolda, voleybolda, futbolda, övündüğünüz bütün konumlardakiler,
genç insanlar. Genç insanları siz üniversitede, lisede, ortaokulda
koruyamazsanız, sırf maçlara giderseniz, amatör spor yapan o fakir
mahallelerdeki çocukların, köylerdeki çocukların sağlığıyla, onların
spor sorunlarıyla ilgilenmezseniz; o zaman, siz, yalnız, İstanbul'daki,
Ankara'daki, büyük şehirlerdeki büyük kulüplerin gençlik ve spor
bakanısınız demektir. Ben, öyle yorumluyorum, öyle uygun görüyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 4 trilyon gibi bir paranın gençlik
ve spora ayrılması, bana göre çok az, çok vahim ve çok düşündürücü bir
olay. Bunlarla hiçbir şey yapamazsınız; eliniz kolunuz bağlı kalır.
Türkiye'de, 60 milyon nüfusun 25 milyonu spor yapıyor. Bu, spor yapan
25 milyon insanın çoğu, mahallelerde ve köylerde; yani, bu seneki
bütçenin içerisinde, tek bir köy sahası, tek bir mahalle sahası yok; o
yöreye yönelik, havuz gibi, kapalı basketbol sahası gibi, tenis kortu gibi
-bunlar çok lüks onlar için- tek bir yatırımdan, tek bir kelime bile
bahsedilmiyor.
Sayın Bakanın kendi sözleriyle, aldığımız paranın... 36 yılda ancak...
29 proje var; 18 trilyon para gidiyor ve eğer, bu parayla idare edersek;
bizim bu 29 projemiz, ancak 36 yılda biter diyor; doğru söylüyor; bu
parayla bunun bitmesi mümkün değil. Bana göre, çok ciddî katkılar elde
edilecek yerler vardır.
Birinci ligteki, ikinci ligteki, üçüncü ligteki şehir kulüplerimizin,
statlarımızın altı dükkân olmaya çok müsait; yani, eğer, spor
bakanımız, o kulüplerimizin, o futbol sahalarımızın altlarını onararak,
değişik spor dükkânları yaparak, onları, yörelerin futbol kulüplerine
verebilirseniz, onları kendileri çalıştırır; hiç olmazsa, o futbol
kulüpleri, o yörenin altyapısını, yani, sporla ilgili altyapısını, kendi
imkânlarıyla kendileri sağlamış olurlar diye düşünüyorum.
BAŞKAN – Sayın Sevigen, 1 dakikanız kaldı.
MEHMET SEVİGEN (Devamla) – Peki efendim, bitiriyorum.
Efendim, konuşulacak o kadar çok şey var; olimpiyatlara
hazırlanıyoruz; özürlü gençlerimiz var; özürlü gençlerimizle ilgili, spor
bakanlığının ne gibi çalışması var, tam bilemiyoruz; fonda neler var,
bilemiyoruz; üniversitedeki yurtların... Sayın milletvekilleri,
göreceksiniz, önümüzdeki günlerde yaşayacaksınız; yurtlarda yer
bulmak için, kredi bulmak için yüzlerce öğrenci kapınızı çalacaktır; bu
tür sorunlar o kadar çok ki; ama, maalesef, biz burada bu bütçeyi, böyle
beş dakikalık sürelerle, hatır gönül işiyle, rica ederek bitirmek zorunda
kalıyoruz.
Ben, fazla suiistimal etmek istemiyorum; ama, gençlik ve spordan
sorumlu Devlet Bakanı olarak kalmak istiyorsanız Sayın Bakanım,
gençlerin sözüne kulak vermek zorundasınız. Bu işi, gençlerle beraber
götürmek zorundasınız. Siz, gençlerle oturup konuşamazsanız,
gençlerin sorunlarına kulak veremezseniz ve onların ailelerinden gelen
isteklere cevap veremediğiniz müddetçe de, sizin, gençlerle barışmanız
mümkün olmaz diye düşünüyorum.
Bu bakımdan, beni dinlediğiniz için, Yüce Meclise, sevgiler, saygılar
sunuyorum ve çok teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Sevigen.
Demokratik Sol Parti Grubunun ilk sözcüsü, Sayın Erdal Kesebir;
buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)
Sayın Kesebir, süreyi eşit mi kullanacaksınız?
ERDAL KESEBİR (Edirne) – Paylaşacağız efendim.
BAŞKAN – Buyurun, süreniz 10 dakikadır.
DSP GRUBU ADINA ERDAL KESEBİR (Edirne) – Yüce Meclisin
değerli üyeleri; Vakıflar Genel Müdürlüğünün ve Diyanet İşleri
Başkanlığının 1996 malî yılı bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Parti
Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla
selamlarım.
Vakıflar Genel Müdürlüğü, 3 Mart 1924 tarihinde 424 sayılı Yasayla
kurulmuştur. 227 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve 2762 sayılı
Yasa ile hizmetlerini sürdürmektedir. 1967 yılında Medenî Kanunda
yapılan bir değişiklikle, 903 sayılı Yasayla, yeni vakıfların
kurulmasına olanak verilmiştir. 13 Nisan 1954 tarihinde, özel bir
yasayla, Vakıflar Bankası kurulmuş, bankanın sermayesinin yüzde 75'
ini Vakıflar Genel Müdürlüğü karşılamıştır.
Vakıflar Genel Müdürlüğü, vakıf mallarını ekonomik bir şekilde
işletmek, eski eser ve yapıları korumak ve onarmak, mülhak vakıfların
denetim hizmetleri ile yönetimleri boşalan vakıfların idare ve temsilini
gerçekleştirmek, vakfiyelerde yazılı sosyal, kültürel ve ekonomik
hizmetleri yerine getirmek, yeni kurulan vakıfların tescil işlemleri ile
denetimlerini yapmakla görevli ve yetkili bir kuruluşumuzdur.
Vakıflar, ayrıca, kişilerin sahip oldukları olanaklarını, kendi istek ve
iradeleriyle, kamunun hizmetine sunulmasını öngören, sosyal ve kültürel
yönü olan hukukî kurumlardır.
Vakıflar Genel Müdürlüğünün faaliyetleri içerisinde bulunan, yoksul ve
kimsesiz öğrencilerin eğitimlerinin sağlanması amacıyla, ücretsiz
barınma ve beslenme gibi hizmetleri yerine getiren bazı vakıf öğrenci
yurtlarının, değişik amaçlarla, amaç dışı kullanıldığı görülmektedir.
Biz, Demokratik Sol Parti Grubu olarak, devletin, tüm öğrenci yurtlarını
denetim altında tutabilmesi için, vakıf öğrenci yurtlarının da Millî
Eğitim Bakanlığına bağlı Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğüne
devrini öngörmekteyiz.
İzinsiz, ruhsatsız ve aynı zamanda tapusuz olarak iskân tutulmuş olan
vakıf arazilerinin, durumlarına uygun olarak yasallaştırılması
gereklidir. Bu nedenle, yalnız İstanbul'da, 20 bin vakıf arsası, otuz
yıldır işgal altındadır. İstanbul Ok Meydanı, vakıf mallarının
işgaline en somut örnektir. Ok Meydanı semtinin tamamı, Vakıflar'a
aittir. Vakıflar Kanunu, bir an önce gözden geçirilmeli, yeniden
düzenlenmelidir. Hayrat vakıf statüsündeki vakıf gayrî menkullerinin
satışı, mümkün hale getirilmelidir. 16 Kasım 1995 tarihli Resmî
Gazetede yayımlanan, Mazbut ve Mülhak Vakıf, Cami ve Mescitlerdeki
Teberrugat Eşyası Hakkındaki Yönetmeliğin 24 üncü maddesini
değiştiren devlet bakanlığı yönetmeliğine göre, camilerdeki halı ve
kilimler ile diğer kullanılabilir eşyanın, ihtiyaç fazlası veya antik
değerinin olup olmadığına, bir müftünün başkanlığında üçlü
komisyonla karar verilerek, satışı uygun görülmüştür. Bu uygulama,
öncelikle hayır sahibine, vakıf sahibine, ölüye saygısızlıktır. Birçok
tarihî eserimizin yurtdışına kaçırıldığı bir dönemde, İslam eser
kaçakçılığına ve cami antikaları yağmacılığına yol açacak bu
hareketten vazgeçilmelidir.
Vakıflar, 5 300 mazbut vakıflar, 365 mülhak vakıflar, 166 cemaat ve
esnaf vakıfları olmak üzere sınıflandırılmıştır. Türk-İslam
geleneğinde vakıf anlayışı, yalnız Türk-İslam eserlerini değil,
Hıristiyanların, Musevilerin; yani, diğer dinlerin de vakıflarını
korumuştur. Ancak, önümde kötü bir örnek vardır: 12 Eylül 1983'te
Hatay-Samandağı Hıristiyan Cemaat Vakfının tüm gayri menkulleri,
cemaatin karşı koymasına rağmen, Vakıflar Genel Müdürlüğüne
devredilmiştir. Bu devir, Türk-İslam anlayışına, vakıf geleneğine
terstir. Bu yanlış düzeltilmelidir.
Edirne-Alipaşa Çarşısı yangınından sonra, gösterdikleri maddî-manevî
ilgiden dolayı, Vakıflar Genel Müdürlüğünün tüm yetkililerine
şükranlarımızı sunarız. Çarşımız bitmek üzeredir, yalnız, çarşı
esnafının iki konuda endişeleri vardır; birincisi, kira tespitinin, malî
bilirkişiler tarafından günün rayiç bedeline göre yapılmasını, ayrıca,
dükkanların, yangını yaşayan esnafa aynen iadesini istemektedirler. Bu
konuda da, devletin, yangın esnasında esnafa sözü vardır.
Edirne'de restorasyonu devam eden Eski Cami ve Üç Şerefeli Camiin
tamamlanmasını, kale içerisindeki sinagog ile İtalyan kilisesinin
onarılmasını, kale içerisinin tekrar canlandırılmasını, tarihin
uyandırılmasını beklemekteyiz.
Yetkililerden, ayrıca, dünyanın en uzun taş köprüsü olan 1 700 metrelik
Uzunköprü'nün, yanına ikinci bir köprü yapılarak, karayolu trafiğine
kapatılmasını, köprünün, gözlerinin Ergene Nehrinin çamurundan
temizlenerek korunmasını ve ışıklandırılmasını beklemekteyiz.
Ayrıca, Sayın Bakan, geçen dönem vakıflarla ilgili Bakanın, Bosna'daki
Mostar Köprüsünün onarılmasıyla ilgili sözü vardır; bu sözün
tutulmasını arz ediyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cumhuriyet demek, uyruklarını
sadece vatandaş olarak gören, vatandaşlığı da din, mezhep, etnik köken,
anadil farklarının ötesinde insan sıfatıyla bütünleştiren yönetim
demektir. Başka deyişle, cumhuriyetçi yönetim, bu çeşit farklılıklarla
ilgilenmez, onları yok sayar; uyruklarıyla ilişkilerini, vatandaş
eşitliğinin soyut güzelliğine göre düzenler. Farklılıklar, ancak devletin
koruması altında bulunması gereken özgürlükler alanının konusudur.
633 sayılı Kanunun 1 inci maddesi "Diyanet İşleri Başkanlığı, İslam
inanç ve ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütecek, din konusunda
toplumu aydınlatacak, ibadet yerlerini yönetecektir" der; ama,
uygulamada, Diyanet İşleri Başkanlığının, sanki bir İslam mezhebinin
temsilcisi imiş gibi hareket etmesi, diğer mezhep ve tarikatlardaki
yurttaşlarımızı rahatsız etmektedir.
Geçen yıl 20 trilyon lira bütçeye sahip Diyanet İşleri Başkanlığının
denetiminde 69 523 cami, 5 949 Kur'an kursu, 8 eğitim merkezi
bulunmaktadır ve burada 77 bin personel çalışmaktadır.
Diyanet İşleri Başkanının yetkisinde olmasına karşın, Eylül 1995
tarihinde çeşitli basın organlarında Sayın Başkan Mehmet Nuri
Yılmaz, öz eleştiride bulunarak "Kur'an kurslarımızın ne yaptığını
bilmiyoruz, müftülerimiz de bilmiyor; çünkü, o kadar dağınık ki, kontrol
etmek mümkün değildir" demiştir. Bu kurslarda, bu kursların
bazılarında, maalesef, demokrasi ve laikliği yıkmayı hedefleyen
hareketlerin içinde bulunduğu gözlemlenmektedir.
BAŞKAN – Sayın Kesebir, 2 dakikanız var.
ERDAL KESEBİR (Devamla) – Bu nedenle, Kur'an kursları, mutlaka,
Diyanet İşleri Başkanlığının kontrolü altına girmeli ve
denetlenmelidir.
Yine, Diyanet İşleri Başkanının ifadesine göre, her yıl ülkemizde, 1
000 ila 2 000 arasında cami yapılmakta; yani, her 6 saatte bir 1 camiin
temeli atılmaktadır. Gelişigüzel, projesiz, ihtiyaç olmayan yerlere cami
yapılması yerine, okul ve hastanelerin yapılması da hayır işidir.
Diyanet İşleri Başkanlığının, İmar Yasasında düzenleme yaptırarak,
belirli yerlere ve nüfus oranlarına göre cami yapılması için değişiklik
yapması gereklidir. Türk Diyanet Vakfının 20 Kasım 1995'te, İslamî
esaslara göre bankacılık yapmak üzere kurulan İhlas Finans Grubu
Anonim Şirketine -yüzde 8 oranında bile olsa- ortak olması hoş değildir.
Türkiye'de din ve devlet hizmetlerinin yeniden yapılanması
tartışılmalıdır. Alevî yurttaşlarımız da Diyanet İşleri Başkanlığında
temsil edilmelidir; dinadamı kadrosu alabilmelidir; inançlarını,
geleneklerini gelecek nesillerine anlatabilecek, öğretebilecek
ibadethanelerini, cemevlerini Diyanet İşleri Başkanlığının
denetiminde açabilmelidir ve bunları yapabilmek için maddî yardım
alabilmelidir. Türkiye, bunları, kendi içindeki Keldanîlere, Süryanîlere,
bin kişilik cemaatlere, tarikatlara hoşgörürken 20-25 milyon kardeşini
görmezden gelemez...
BAŞKAN – Sayın Kesebir, 1 dakika içinde, lütfen tamamlayınız...
ERDAL KESEBİR(Devamla) – Tabiî efendim.
İnançlar yok edilebilseydi, Hitler ederdi; o başaramadı kimse
başaramaz. Toplumsal barış, saygıdan, sevgiden geçer.
Din ve vicdan özgürlüğüne, inançlara saygılı, laik, hukukun üstünlüğüne
inanan, Atatürk ilkelerine bağlı, çağdaş dünyayla bütünleşmeye çalışan
bir Türkiye'de yaşamanın coşkusuyla, Yüce Meclise saygılarımı
sunarım. (DSP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kesebir.
Demokratik Sol Parti Grubunun ikinci sözcüsü Sayın Fikret Ünlü;
buyurun efendim.(DSP sıralarından alkışlar)
DSP GRUBU ADINA FİKRET ÜNLÜ (Karaman) – Sayın Başkan,
Yüce Meclisin sayın üyeleri; Demokratik Sol Parti Grubu adına, Gençlik
ve Spor Genel Müdürlüğüyle Devlet Meteoroloji İşleri Genel
Müdürlüğünün bütçeleri üzerindeki görüş ve düşüncelerimizi açıklamak
üzere, huzurunuzda bulunuyorum; sözlerime başlarken hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Sonunda bir haksızlıkla karşı karşıya kalmamak için, izninizle, önce
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü bütçesi üzerindeki kısa
değerlendirmemi yapmak istiyorum.
Sayın Başkan, sayın üyeler; Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü
dünyadaki gelişmelere paralel olarak oluşturduğu telekomünikasyon ve
bilgisayar donanımıyla tarımdan ulaştırmaya, sanayiden çevreye kadar
birçok temel yatırım konusunda planlama ve uygulama aşamalarında
bilgi merkezi görevini üstlenen bir kurum haline gelmiştir. Ayrıca,
ürettiği bilgileri hava meydanlarına, denizyollarına, basın, yayın
organlarına satarak para kazanan bir kuruma dönüşmüştür. Genel
müdürlük, bu yönleriyle takdir edilecek bir başarı içerisinde
gözükmektedir.
Ne var ki, bu bilgileri üreten, dağıtan ve kurumun başarısında en büyük
payı bulunan personelin, her devlet memuru gibi, ekonomik ve sosyal
sıkıntılardan kurtarılmamış olması, üzüntü kaynağımız olmaya
devam edeceğe benzemektedir. Aynı kurumda çalışan, aynı kadrolara
sahip ve aynı görevleri yapan personel arasındaki ücret farklılıklarının
giderilmesi gerekmektedir. Ayrıca, kuruma eleman yetiştiren Anadolu
Meteoroloji Teknik Lisesine, 1995 yılı geçiş programı icra planı gereği,
1996 yılından itibaren burslu veya yatılı öğrenci alınmaması
durumunun yeniden gözden geçirilmesini diliyoruz.
Sayın Bakan, sayın milletvekilleri; benden önce spor konusunda
değerlendirme yapan arkadaşlarımın, tahmin ettiğim gibi, sporun yalnız
altyapı sorunlarına eğildiklerini gördüğüm için ve bunu dediğim gibi
tahmin ettiğim için izninizle ben, sporun yalnız felsefî boyutlarına
dikkatinizi çekmek istiyorum. Konuşmamı bu çerçeve içerisinde
değerlendirmenizi rica ediyorum.
Devlet, Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda tüm insanlarımızın
bedenen ve ruhen sağlıklı yetişmesini amaçlarken ve bunu bir hizmet
olarak üstlenirken ya Büyük Atatürk'ün görüş ve düşüncelerini doğru
kavrayamamış ya da gereğini yerine getirememiştir. Atatürk, "Türk
sosyal bünyesinde spor hareketlerini düzenlemekle görevli olanlar, Türk
çocuklarının spor hayatını yükseltmeyi düşünürken, salt gösteriş için
herhangi bir yarışmada kazanmak dileğiyle spor çizmezler. Önemli olan
her yaştaki bütün insanlarımız için beden eğitimini sağlamaktır"
demişti.
Devlet ise, bu amaçla kurulan Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğünü, salt
yarış organizasyonlarını gerçekleştiren bir kuruma dönüştürdü; üstelik,
böyle bir amacı hangi kurumlarda, kaç yaşındaki çocuklara nerede ve ne
kadarlık bir süre içerisinde uygulamaya koyacağına dahi 40 yıl karar
veremedi; hâlâ verebilmiş değiliz. İkokullara beden eğitimi öğretmeni
yetiştirme kurslarına, -o da yarım yamalak- ancak 1970'li yıllarda
başlayabildik.
Aslında, temel yanlışlık, Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğüne daha
1938'de tüm bireyleri ruhen ve bedenen eğitmek gibi yüce bir görev
verilirken, çocuk ve gençlerin eğitimiyle sorumlu Millî Eğitim
Bakanlığıyla bu kurum arasında, sağlıklı ve işlerliği olan bir iletişimin
yıllarca gerçekleştirilememiş olmasında yatıyordu. İşte, bu uzun süreç
içinde, tüm insanlarımızın, bedenen ve ruhen güçlü yetişmesinin
önündeki kurumsal engeller kaldırılamadığından, ne yazık ki hedefe
ulaşmamız sağlanamadı.
Her konuda olduğu gibi, beden eğitimi ve spor alanında da, çağı
zamanında yakalayan ve bu yönde uyarılarını yerinde yapan Büyük
Atatürk'ün, amaç ve ilkelerini doğru tahlil edememiş olduğumuzdan,
bugünkü hizmet açığı doğmuş oldu. Spor olgusunun özünü kavrama
çabasına giremediğimiz için, spor faaliyetlerimiz, gösteriş niteliğinden
öteye gidemedi.
Diyanet İşleri Başkanlığımızın bizlere gönderdiği rapordan
öğreniyoruz ki, bugün, Türkiye'de, yılda 1 000 cami hizmete
açılmaktadır. Biz, ulus olarak, aynı toplumsal bilinci spor alanında da
yaratıp, halkın değer yargıları arasına sporu da katabilmiş olsaydık,
inanıyorum ki, bugün ülkemizin, ne sağlık ne çevre ne tesis ne terör ne
de çağdaşlık sorunu olacaktı. İşin püf noktası, spor olgusunda
saklıydı; ama, yıllarca göremedik, bedelini de ağır ödemekteyiz. Beden
eğitimi ve sporun insanlara kazandıracağı hoşgörü, sabır, sevgi ve barış
gibi temel yeteneklerden yoksun kitleler, bu süreçte böyle oluştu.
Daha 1938 yılında çıkarılan, 3530 sayılı Yasanın 21 inci maddesine
göre, 500 kişiden fazla personel çalıştıran işyerleri, tesis yapmak,
antrenör bulundurmak zorunda kaldıkları halde, salt, kâr amacını ön
planda tuttuklarından, bu görevlerini yarım yüzyıl savsakladılar. Bugün,
tüm dünyada spor en büyük reklam aracı durumuna gelince, gözleri fal
taşı gibi açıldı; ama, artık isteseler de, kötü kentleşme sonucu, tesis
yapacak boş alanları dahi kalmadı.
Hızla gelişen teknoloji sayesinde, iletişim araçları, televizyon ve yayın
organları her eve girmeye başlayınca, aynı derecede oluşan toplumsal
bilinç, çocuk ve gençlerin eğitiminde beden eğitimi ve sporun yararlarını
görüp algıladığı için, devleti, özel ve resmî kuruluşları, spor alanları
yaratmaya zorlar bir noktaya getirdi.
Plan ve Bütçe Komisyonunda değerli milletvekili arkadaşlarımız da
açıkladılar, ileri ülkelerdeki tesis ve sporcu sayılarıyla ülkemizi
kıyasladılar. Almanya'da bugün, kapalı ve açık 72 bin spor tesisi var.
Bu rakam, Türkiye'de bin civarındadır. Nüfusu 5 milyon olan
Danimarka'da 3 500, Hollanda'da 6 742 spor tesisi var; bunların yarıya
yakını kapalı yüzme havuzudur. İtalya'da 45 500 spor tesisi var. Bu
tempoyla bu ülkelere -onlar yerinde saysalar bile- 100 yılda
ulaşamayacağımız çok açık bir gerçektir. Bu sonucun doğmasındaki
neden, o ülkelerin spor gerçeğini yüz yıllar öncesinden görüp
benimsemelerinden ve toplumsal bir bilinç yaratmış olmalarındandı.
2530 yıl önce Solon "yüksek fikir değeri taşıyan görevleri üstlenenler
spor yapmalıdırlar" diyordu. Bir Olimpiyat oyuncusu da olan Platon,
2426 yıl önce "vücudun hareketi, çoğu zaman düşüncelerin
uyanıklığıyla bağlantılıdır" diyordu. Yine, Solon, 2530 yıl önce
"Beden alıştırmalarını gençliğe, yalnız yarışmaların hatırı için
tavsiye etmiyoruz, onları salt yarışmalara katılsınlar diye bu işe
zorlamıyoruz. Gençler, bu çalışmalar sonunda kendileri ve vatandaşları
için büyük değer taşıyan erdemler kazanırlar" diyordu.
Yüzlerce, binlerce yıl önce ortaya konulan bu şaşmaz doğrulardan
esinlenerek bugünlere gelen ileri toplumlar hâlâ uluslararası beden
eğitimi ve spor yasalarıyla, yıllar öncesinden oluşturdukları Avrupa
Spor Bakanları Konferansları ve Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu
Toplantılarında alınan kararlarla, beden eğitimi ve sporun gerçek amaç
ve ilkeleriyle toplumlara empoze edebilmenin yol ve yöntemlerini
arıyorlar.
Yüzlerce yıldır tüm dünya, spora, bir eğitim ve propaganda aracı olarak
bakmaya başlayıp, olabildiğince olanaklar hazırlayıp, yönetimlerini, en
usta öğreticilere ve bilimsel niteliklerle donatılmış spor adamlarına
teslim ederken, bizler, politik ve ticarî çıkar uğruna göz göre göre bu
yanlış yolda yürüyemeyiz, yürümemeliyiz.
Bilindiği gibi, spor, evrensel bir kurumdur ve uluslararası ortak
kurallarla işlemektedir. Dünyada, spor gibi uluslararası ortak kurallarla
işleyen bir başka kurum gösterilemez. Dil, din, ekonomi, politika, hukuk,
tümü kendi uluslarının inanç ve değerlerine uygun kurallarla işler.
BAŞKAN – Sayın Ünlü, 2 dakikanız var.
FİKRET ÜNLÜ (Devamla) – Yalnız, spor, saha ölçülerinden zaman
ölçüsüne, oyuncu sayısından maç fikstürlerine, hakem sayılarından
yedek oyuncu sayılarına varıncaya değin, aklımıza ne gelirse, tümüyle
uluslararası ortak kurallarla işlemektedir.
Şimdi, kendi yapısı içinde hiçbir güç ve baskıdan etkilenmeyen
böylesine evrensel bir olgunun, iş, yönetmeye gelince, siyasî, ekonomik
ve kültürel her olaydan ve baskıdan etkilenebilecek bir yapıya teslim
edilmesi kadar tutarsız bir davranış olamaz. Yapılması gereken, beden
eğitimi ve spor örgütünü, tüm spor federasyonlarıyla birlikte özerk hale
getirmektir. Bu noktada olumlu bir gelişmeyi, Bakan Sayın Ersin
Taranoğlu'nun, Bütçe Komisyonunda yaptığı konuşması içinde net
olarak görmek, umutlarımızı artırmıştır.
Özerklik, yıllardır savunageldiğimiz bir spor politikasıdır. Bu konuda
kendilerine her alanda ve her zaman yardımcı olmaya hazırız. Bugün,
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün ve bağlı federasyonların temel
sorunu, ne malî kaynakların kıtlığı ne de tesis yokluğudur; temel sorun
yönetim modelidir; çözümü de özerklikten geçmektedir. Artık, bu
aşamada bunu sağlamak zorundayız.
Değerli arkadaşlarım, sporun içinden yetişmiş, spor eğitimi almış ve
Spor Teşkilatının Genel Müdürlüğünü yapmış, beden eğitimi öğretmeni
olarak çeşitli okullarda görev yapmış bir spor adamı olarak, amatör
kulüplerimizin ve sporcularımızın, kıt kaynaklarla hangi zorluklar
içerisinde çırpınıp durduklarını; beden eğitimi öğretmenlerimizin yaz
kış demeden, yağmura çamura aldırmadan, öğrencilerini yetiştirmek
için, uğruna ne özverilerde bulunduklarını; özellikle futbol dalı
dışındaki yerli antrenörlerimizin ve hakemlerimizin hangi zorluklara
göğüs germekte olduklarını, mesai saatlerine bile bakmadan, hafta
sonlarında ve tatil günlerinde dahi komik bir ücretle çalışan teşkilat
personelinin uğradığı haksızlıkları; çim sahalardan yoksun amatör
sporcularımızın toprak sahalarda verdikleri mücadeleyi bir yana
bırakalım, toprak bir sahayı dahi bulamayan binlerce köy ve
kasabalarımızdaki gençlerimizin iç burukluğunu, düş kırıklığını; ödül
yönetmeliğindeki çelişkilerden, sağlık ve eğitim sorunlarımıza kadar,
her şeyin eksikliğini ve acısını duyarak bugünlere geldiğimizin bilinci
içinde söylüyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ünlü, lütfen 1 dakika içinde toparlayın.
FİKRET ÜNLÜ (Devamla) – Bitiriyorum.
Spor Teşkilatımız özerk bir yapıya kavuşmadan, kendi malî
kaynaklarını kendi potasında oluşturmadan, kendi yöneticilerini kendi
kurum ve kuruluşları içinden seçilmiş insanlardan oluşturmadan, bu acı
gerçeklerin sürüp gitmesini önleyemeyiz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ünlü.
Refah Partisi Grubu adına, birinci sözcü, Sayın Ömer Özyılmaz;
buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar)
Sayın Özyılmaz, süreyi eşit mi kullanacaksınız?
ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum) – Evet efendim.
BAŞKAN – Buyurun.
RP GRUBU ADINA ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum) – Sayın Başkan,
muhterem milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakıflar Genel
Müdürlüğünün 1996 yılı bütçelerini görüşüyoruz; bu görüşmelerimizin
hayırlara vesile olmasını Cenabı Hak'tan temenni ediyorum. Bendeniz,
Refah Partimiz Grubunun görüşlerini sunmak üzere söz almış
bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisinizi ve bizleri televizyonları
başında izleyen aziz vatandaşlarımızı saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Vakıf, ergenlik çağına erişmiş bir Müslümanın kendi mülkü olan
kıymetli ve dayanıklı mal ve servetinin faydasını, başka hiçbir şarta
bağlamadan, Müslüman veya zimnî, yani gayrimüslim vatandaşlara
bırakmasıdır.
Vatandaşa vakıf anlayışını, Kur'an ve sünnet yerleştirmiştir. Vakıf,
İslamî bir kavramdır ve bunu ortaya çıkaran da, geliştiren de İslamdır.
Vakıfların, bir sistem olarak İslam'ın anlaşılmasına, uygulanmasına
ve yaşanmasına destek olmak, fakir insanların sosyal ve ekonomik
ihtiyaçlarının giderilmesine katkıda bulunmak, hatta, tabiattaki canlılara
yardım ve destek olmak gibi pek çok gayelerinin yanında, çevre
temizliğinin sağlanması da, yine önemli gayelerindendir.
Malını vakfeden insan, ahiretten önce dünyayı düşünür. Onu, yani
dünyayı Allah'ın rızasına uygun olarak imar etmek ve bir düzen içine
sokmak, hem dünyada hem de ahirette huzur ve saadet içerisinde
yaşamak ister.
Bu cümleden olarak, 20 nci Asrı hariç tutarak, geçen onüç asırlık İslam
tarihine bakarsak, aslında, İslam medeniyetinin, bir vakıf ve sevgi
medeniyeti olduğunu görürüz. Eğitimden sağlığa, ekonomiden
teknolojiye, insandan tabiata, her alanda, vakfın çok büyük bir yerinin ve
işlevinin olduğuna şahit oluruz. Bütün bu tarihî eserlerimiz, insan, çevre
ve hayvana yönelik gönüllü hizmetlerimiz, hep bu vakıf anlayışının
eserleridir.
Hepimizin bildiği gibi, kaynağını Kur'an, hadis, asrı saadet
uygulamaları ve çağının doğru bilgilerinden alan, Emevi-Abbasi,
Selçuklu-Osmanlı çizgisindeki birinci İslam medeniyeti, bu asrın
başında yıkıldı. Bu yıkılışa paralel olarak, ortaya yeni bir medeniyet
çıktı; bu medeniyet, insana sunduğu ve bizim de çok büyük bir bedel
ödeyerek aldığımız bazı güzel teknoloji ürünlerine rağmen, sevgi ve
fedakârlık duygusundan tamamen yoksun olan Batı medeniyetidir.
Rahmetli Âkif'in haklı olarak "tek dişi kalmış canavar" dediği Batı
medeniyeti, birinci İslam medeniyetinin zıddına, kin, nefret ve kanla
beslenmektedir. Yaklaşık iki asırdır dünyayı kana bulayan Batı
medeniyeti, insan ve eşyayı harap etmiştir. Bundan en büyük payı,
bizim sevgi ve vakıf medeniyetimiz almıştır.
Birinci Dünya Savaşında, binlerce insanımızın yanında, yine binlerce
vakıf eserlerimiz mahvolmuştur. 1920'li yıllardan sonra da, kendi
toplumundan kopan ve kendisini Batı medeniyetinden sayan ve
devletimize hâkim olan kadrolar, vakıf eserlerimizi, âdeta talan ve yağma
etmişlerdir.
Bu konuyla ilgili olmak üzere, son olarak şunu söylemek istiyorum: Her
düzen, kendi insanını yetiştirir. İnşallah, çok yakın zamanda, adil
düzen kurulacak ve dünyaya yeniden sevgi ve vakıf medeniyeti hâkim
olacaktır. (RP sıralarından alkışlar)
Değerli kardeşlerim, dine inanmak, onu benimsemek, öğrenmek,
yaşamak ve yaymak hakkı, temel insan haklarının en önemlilerindendir.
Bundan dolayı, insan haklarından bahseden her bilgi ve belgede, inanma
ve bir dine inanma, bağlanma hakkı, hak sahiplerine, yani insana verilir.
Ülkemiz insanının yüzde 98'inin bağlı olduğu din, bilindiği gibi İslam
dinidir; Alevîsiyle, Sünnîsiyle, biz bir bütünüz ve hepimiz bu yüzde 98'in
içerisindeyiz. (RP sıralarından alkışlar) Bu büyük çoğunluğun bağlı
olduğu dini öğrenme, yaşama ve yayma hakkı da, elbette, en temel
haklarındandır. Yine, bilindiği gibi, öğrenme, yaşama ve onu yayma
faaliyeti, örgün ve yaygın eğitim yoluyla gerçekleştirilir.
İşte, ülkemizde, kamu kesiminde yaygın din eğitimi çalışması, Diyanet
İşleri Başkanlığı tarafından yürütülmektedir. Evvela, şunu hepimiz
biliriz ki, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kuruluşun bulunması, hem
yüce dinimizin temel referansları olan Kur'an ve sünnet hem psikososyal
yani fıtrat kanunları, hem de mevcut hukukî belgeler, yani, Anayasa ve
kanunlar tarafından emredilir -zamanın darlığından dolayı bunların
ayrıntısına girmiyorum- ayrıca, şunu biliriz ki, hepimizin, ortak
gücümüz olan devletimizin en mutena yerinde Diyanet İşleri
Başkanlığının yer alması, o kuruluşumuzun şanına layık olan bir
husustur.
Bütün bu tespitleri yaptıktan sonra, şu hususa yönelelim: Peki, bu kadar
önem verdiğimiz bu teşkilatımız, acaba, kendisinden beklenilen işlevi
yerine getirebilmiş midir? Maalesef, bu soruya müspet cevap vermemiz
mümkün değildir. Diyanet işleri Başkanlığının kendisinden beklenilen
görevi yerine getiremeyişi, onun mensuplarından kaynaklanmamaktadır
-özellikle, bunun altını çiziyorum- tam aksine, sorun, Diyanet İşleri
Başkanlığının yapısından ve ona etki eden dış sebeplerden
kaynaklanmaktadır. (RP sıralarından alkışlar)
Evvela şunu bilelim ki, Diyanet İşleri Başkanlığı, 1920'li yılların
şartlarına göre kurulmuş ve o yapı, bugüne kadar da pek
değiştirilmemiştir. Halbuki, çağımızda, toplumlar çok hızlı bir
değişme süreci içerisindedirler. Her gün yeni yeni fikir ve yaşam tarzları
ortaya çıkmakta, olumlu ya da olumsuz bazı etkiler yaptıktan sonra,
yerini bir başkasına bırakmaktadır. Değişen ve gelişen ihtiyaçlara
paralel olarak ya yeni kurumlar önerilmekte ya da mevcut kurumlarda
bazı yeniliklere gidilmesi gerekmektedir.
Öte yandan, 1920'li yıllardaki anlayış, dünyanın içerisinde bulunduğu
şartlar ve o yıllardaki kadroların İslama bakışları, Diyanet İşleri
Başkanlığının kuruluş amacını, görev ve sorumluluklarını
belirlemiştir.
BAŞKAN – Sayın Özyılmaz, 2 dakikanız var.
ÖMER ÖZYILMAZ (Devamla) – Teşekkürler.
Halbuki, dünyanın gelişim çizgisinde ve ülkemizin belirtilen şartları
çerçevesinde, özellikle de İslamın anlaşılması hususunda, 72 yıl
öncesine göre, çok büyük değişiklikler olmuştur.
Ayrıca, ülkemizde İslamın bir bütün olarak yeniden keşfedilmesi ve
onun hayata geçirilmesi anlamındaki bir sosyal değişimin dinamikleri ve
onu hedefe ulaştıracak rehberlik faaliyetleri arasında, Diyanet İşleri
Başkanlığının yeri neresidir ve katkısı ne olmuştur, bundan sonra ne
olabilir... Bütün bu hususlar göz önüne alınarak, Diyanet İşleri
Başkanlığı, bir bütün olarak yeniden düzenlenmelidir.
Diğer bir ifadeyle, Diyanet İşleri Başkanlığının, görevinden başlamak
üzere yeniden yapılanması ve mensuplarının durumu gibi hususların,
tepeden tırnağa, günümüz şartlarına göre yeniden düzenlenmesi
gerektiğine inanmaktayız. Bu cümleden olarak, önce, Diyanet İşleri
Başkanlığının görevine yönelmek gerekir.
Değerli milletvekilleri, hepimizin bildiği gibi, Müslüman Türk Milleti
olarak hem bizim hem de diğer İslam milletlerinin, bu asırda, maddî-
manevî pek çok sıkıntılarımız oldu. Buna paralel olarak, bazılarımız,
dinimizi ya hiç öğrenemedi ya da çok eksik öğrendi. Üstelik, bir
kısmımız, eksik öğrendiğimizi de fark edemedik. Sonra da, bu eksik
bilgilerimiz doğruymuş gibi bir kanaata vardık. Sonra, birkısım iç ve
dış odaklar bundan yararlanarak, bizleri değişik anlayış ve
uygulamalara çektiler; bundan dolayı problemlerimiz arttı. Diyanet
İşleri Başkanlığını düzenleyen kanundaki mevcut anlayış, mevcut
yanlış anlayış, bilgi apaçık ortadadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Özyılmaz, 1 dakika ek süreniz var.
ÖMER ÖZYILMAZ (Devamla) – Aslında, hayatın bütününü kucaklayan
ve onun ekonomi, hukuk, eğitim, yönetim gibi tüm alanlarını düzenleyen
yüce dinimiz, burada sadece bir inanç ve bazı ibadetlerle, birkısım
ahlakî davranışlardan ibaret sayılmaktadır. Halbuki, Diyanet İşleri
Başkanlığı sadece inanç, ibadet ve birkısım ahlakî davranışları
yaymak değil, dinin bütününü önüne almalı ve onu halkımıza anlatma
görevini üstlenmelidir. (RP sıralarından alkışlar) Bu, fevkalade önemli
bir husustur.
Ayrıca, Diyanet İşleri Başkanlığı bugünkü yapısıyla tamamen siyasal
iktidarların etki alanı altındadır. Bunun önüne geçilmek için..
İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) – Özerk olmalı.
ÖMER ÖZYILMAZ (Devamla) – ...Diyanet İşleri Başkanlığı özerk bir
yapıya kavuşturulmalıdır. (RP sıralarından alkışlar)
Ayrıca, özerk bir yapıya kavuşan Diyanet İşleri Başkanlığında
demokratik süreçler işlemeye başlamalı; müftülerden başlayıp, Diyanet
İşleri Başkanına varıncaya kadar yöneticiler seçimle işbaşına
gelmelidirler. (RP sıralarından alkışlar)
Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığının...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ÖMER ÖZYILMAZ (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN – Arkadaşınızın süresinden almak kaydıyla söz verebilirim.
ÖMER ÖZYILMAZ (Devamla) – 1 dakika yeterli.
BAŞKAN – Buyurun.
ÖMER ÖZYILMAZ (Devamla) – Sayın Başkan, seçimle işbaşına gelen
müftüler, ilahiyat fakültesi öğretim üyelerinden iki temsilci, imam hatip
okulundan iki temsilciyle toplanarak, 50 kişilik Din İşleri Yüksek
Kurulunu seçmeli; Din İşleri Yüksek Kurulundan da, Diyanet İşleri
Başkanı seçilmelidir. Böylece seçimle işbaşına gelen bu kadro, hem
daha dinamik bir yapıya kavuşacak hem daha iyi çalışacaktır.
Ayrıca Başkanlığın maddî imkânları da bugün fevkalade kısıtlıdır.
Özellikle maaş alan memurlar, imam, vaiz ve müftüler fevkalade sıkıntı
içerisindedirler. Halbuki bunlar, toplumun önüne geçen insanlardır.
Bunlardan beklenen görevi yerine getirmeleri için,maddî planda iyi
desteklenmesi lazım. Bunun için de, biz, Diyanet İşleri Başkanlığında
imam, vaiz, müftü gibi görevlerde bulunanların...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Teşekkürler Başkan. (RP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Özyılmaz.
Refah Partisinin ikinci sözcüsü Sayın Bülent Arınç; buyurun efendim.
(RP sıralarından alkışlar)
Sayın Arınç, 9 dakika süreniz kaldı.
RP GRUBU ADINA BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ile Devlet Meteoroloji
Genel Müdürlüğü bütçeleri üzerinde, Refah Partisi Grubunun görüşlerini
arz etmek üzere söz aldım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu kısa süre içerisinde, iki önemli bütçeyi görüşeceğiz; zamanı
ekonomik kullanmak istiyorum. Öncelikle, pek sorunlu görünmeyen
Devlet Meteoroloji Genel Müdürlüğü bütçesinden birkaç cümleyle
bahsedeceğim.
Arkadaşlarımın da ifade ettikleri gibi, 1937 yılında kurulan bu
müessese, 60 yıldan bu yana faydalı hizmetler yapıyor. Şu anda, millî
savunmadan tarıma, çevreden ulaştırmaya ve enerjiye kadar, ürettiği
bilgilerle çok yararlı hizmetleri ifa ediyor. Aynı zamanda, ulusal ve
uluslararası pek çok kuruma da bu bilgileri satarak para kazanıyor.
Son yıllarda, döner sermayesini de kurmuş olan bu kurumun, bugün,
teknolojik imkânlarıyla daha yararlı hizmetler yapması için, kendilerine
destek olunması gerektiğine inanıyorum.
1995 yılı bütçesinin 1 trilyon lira civarında, bu yıl, bütçesinin, 1 trilyon
700 milyar lira civarında olduğunu öğrendim. Bunun 1,2 trilyonunu
personel ve cari giderler, 300 milyarını da takriben yatırım gideri
tutmaktadır.
4 bin civarında kadrosu, 1 200 istasyonu bulunan Devlet Meteoroloji
Genel Müdürlüğünün, çağın yeni şartlarına da uygun olarak, daha üstün
donanımlarla takviye edilmesi ve gerçekten, çok büyük ihtiyaç duyulan
meteorolojik rasatların tahmininde daha güçlü olunması, elbette,
dileğimizdir. Bütçenin, bu kuruma hayırlı olmasını diliyorum.
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü bütçesinde ise, söylenecek sözler var.
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünde, gençlik, âdeta unutulmuştur.
Sayın Bakanın, Plan ve Bütçe Komisyonundaki ifadesine göre de -
değerlendirmesini çok haklı bulduğum bir ifade- sporun parıltısı
karşısında, gençlik, maalesef, unutulmuştur. Bugün, gençlik konusu,
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü içerisinde, maalesef, bir şube
müdürlüğü seviyesine indirilmiştir.
Spor denince de akla, sadece futbol gelmekte; bütün konuşmalar, bütün
yatırımlar, bütün çalışmalar, bütçeye konulan pekçok paralar,
tesislerinden, sporcu yetiştirmeye varıncaya kadar, bu spor dalı için
harcanmaktadır. Elbette, medya da bunu kışkırtmaktadır. 22 kişinin
oynadığı bir futbolu, 25-30 bin kişi seyredince, sanıyorum, herkesin
spor yaptığı zannedilmektedir. Oysa, Anayasanın -bildiğiniz gibi, 9
uncu başlık gençlik ve sporla ilgilidir- 58 inci maddesi, gençliğin
korunmasını; 59 uncu maddesi de sporun geliştirilmesini
öngörmektedir. Gençliğin korunması, aynen, analığın da korunması
gibi, Anayasada yer almıştır "Devlet, gençleri alkol düşkünlüğünden,
uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü
alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır."
Aynı zamanda, gençler, millî ve manevî değerlerle mücehhez olarak
yetiştirilecektir. Bu, gençlik konusunun ne kadar önemli olduğunun,
Anayasada yer almış olan ifadesidir.
Sporun geliştirilmesinde de, 59 uncu maddede "Devlet, her yaştaki Türk
vatandaşlarının beden ve ruh sağlığını geliştirecek tedbirleri alır"
denilmektedir.
53 üncü Hükümet de, Hükümet Programının 25 inci sayfasında, bu
konuyu, aynen kabul etmiş ve programına almıştır.
Değerli arkadaşlarım, elbette, sporun, sadece bir beden gelişmesi olarak
değil, bir kafa, kalp ve bir ruh gelişmesi olarak da algılanması gerekir.
Nüfusumuzun yarıya yakını gençtir; fakat, maalesef, bu gençlerin sportif
çalışmaları için, beden sağlıkları için tahsis edilen spor salonlarının,
alanlarının, yüzme havuzlarının hepsinin toplamı sadece 1 200
civarındadır. Nüfusumuzun yarısının genç olması ve bunun
karşılığında, onlara tahsis edilen bu alanların küçüklüğü, Avrupa'yla
kıyaslandığında, yüz misli daha geride olduğumuzu ortaya
koymaktadır. Maalesef, bu konuda, geçmiş dönemlerde ve bugün de
söylenen bir tek söz var: Ödeneklerimiz azdır; bu ödeneklerle ancak,
bunları yapabiliyoruz. Gerçekten, bugün, Gençlik ve Spor Genel
Müdürlüğü bütçesi 3,5 trilyon lira olarak geldi, komisyonda 1 trilyon lira
daha eklendi, 4,5 trilyon lira civarına çıktı. Bunun 2 trilyon lirası
personel ödemeleri, geri kalanının da yatırım olduğu söylenmektedir.
Elde şu anda 291 proje vardır; 1996 fiyatlarıyla bunların bitirilmesi için,
takriben yirmi yıla daha ihtiyaç bulunmaktadır.
Sporda malî kaynak sorunu, evet, bugün, maalesef mevcuttur. Şu anda,
hepinizin bildiği gibi, bu malî kaynak sorunlarının bu bütçe
imkânlarıyla karşılanması mümkün değildir. Sayın Bakan,
komisyondaki konuşmalarında, yenilikler yapılması gerektiğini, bir
tüccar gibi düşünülmesi gerektiğini ifade ettiler. Bu konuda, Beden
Terbiyesi Genel Müdürlüğüne ait olduğu söylenen Falez Otelin
satışından bahsettiler, aynı zamanda, maç biletlerine reklam
alacaklarını söylediler.
Elbette bunlar yerindedir ve doğrudur; ancak, malî kaynakların kesin
çözümü için, özellikle kanunla sağlanmış olan birtakım kaynakların
hayata geçirilmesi gerekmektedir. 3289 sayılı Kanunun 14 üncü maddesi
gereğince, belediyeler gelirlerinin yüzde 1'ini gençlik ve spor il
müdürlüklerine aktarmak zorundadırlar. Yıllardan beri, maalesef,
özellikle son on yıldan bu yana, bu kaynak çalıştırılmamaktadır.
Yine 3289 sayılı Kanuna göre, büyük sanayi kuruluşlarının da spor
tesisi yapma ve yaptırma zorunluluğu olmasına rağmen, çok büyük
kuruluşlar -bir kısmını tenzih ediyorum- bu gereğe riayet
etmemektedirler. Özellikle, amatör spor dallarında kurulan ve
gençlerimizin tabanda yayılmasına vesile olan birtakım çalışmalar da
bugüne kadar destek görmemiştir.
Hiçbir sosyal güvencesi olmayan amatör sporcuların sosyal güvenliğe
kavuşturulmasına, belediyeler ve il özel idarelerinden semt kulüplerine
ve amatör kulüplere destekte bulunulmasına; hatta, okul salonlarının
kulüplere zaman zaman tahsis edilerek, okul ve kulüp işbirliğinin
başlatılmasına da gerek bulunmaktadır.
Değerli arkadaşlarım, gençlikle ilgili kısma geçmeden önce, spor
konusunda birkaç cümleyi daha ifade etmek istiyorum. Son yıllarda, her
sahada sporcularımızın kazandıkları başarılar yüzümüzü
güldürmektedir. Ancak, spor ve ahlak ilişkisinin de göz önünde
tutulması gerekir. Sporcunun da ahlaklı olanı elbette iyidir ve güzeldir.
BAŞKAN – Sayın Arınç, 2 dakikanız kaldı.
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Yoksa, birkısım dallarda başarılı olan
sporcuların, daha sonra, maalesef, içki veya fuhuş yolunda bütün
enerjilerini kaybettiklerini görmekteyiz. Dolayısıyla, spor sahalarına
ayrılan miktar kadar, gençlikle ilgili yatırımlara da pay ayrılması ve bu
konuya fevkalade önem verilmesi gerekir.
Değerli milletvekilleri, gençlerimizi, istikbalimiz ve geleceğimiz olarak
görüyoruz; onlara, bayramlar tahsis ediyoruz, onlar için şölenler
yapıyoruz; ama, çok zaman da şikâyetler ediyoruz ve "gençlerimize ne
oluyor; annesini, babasını kesenler, anarşi ve teröre karışanlar,
uyuşturucu yolunda gidenler, birbirlerini boğazlayanlar, üniversiteleri
kan gölüne çevirenler." diye, zaman zaman üzüntü ve hayretlerimizi de
ifade ediyoruz. Anayasanın da gösterdiği ölçüler içerisinde,
gençlerimizin, mutlaka, fikren de müspet yetiştirilmesi gerekmektedir.
Tüketimin kamçılandığı bir ortamda, baş döndürücü israfın teşvik
edildiği bir ortamda, lüks hayat özleminin bütün magazin basınına
yansıdığı bir dönemde, kumar, içki, uyuşturucu gibi pırıltılı bir
dünyanın gençlerimizin önüne serildiği bir günde, içki tüketiminde ilk üç
devlet arasına girmiş Türkiye'nin gençlerle ilgili sorunlarının
bulunmaması elbette mümkün değildir. Bugünkü eğitimin, taklitçi ve
materyalist bir yönde ilerlemesiyle, bu gençlerimizi inançtan uzak
tuttuğumuz müddetçe, gençlerimizin fikirlerini, kalplerini, dimağlarını
doyurmadığımız müddetçe, rüzgâr ekenin fırtına biçtiği gibi, maalesef,
bu sıkıntıların devam edeceğini ifade etmek istiyorum. (RP
sıralarından alkışlar)
Böyle, koşar gibi konuşmaya mecburum.
Bugün, maalesef, Türkiye'de, sigaraya başlama yaşı 9'a, içkiyle tanışma
yaşı 14'e, uyuşturucuyla merhabalaşma yaşı da 17'ye inmiştir...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı.)
BAŞKAN – Sayın Arınç, 1 dakika ek süre veriyorum.
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Böylesine, yaşların küçüldüğü ve bu
küçük yaşlarda, gençlerimizin, maalesef, birtakım kötü alışkanlıklara
merhaba dediği bir Türkiye'de, gençlerimizin bu sıkıntılarına uzak
kalmamız, elbette mümkün olmayacaktır.
1980 öncesi, terörden şikâyet edenlerin, 1980 sonrası depolitizasyon
uygulamaları sonunda "savaşma, seviş" sloganlarıyla gençlere
gösterdikleri örnekler de, yeni dünya ve yeni hayatta geçerli olmamıştır.
Bugün, 1980 öncesinin sıkıntılarını tekrar çekiyorsak, elbette,
temeldeki bir yanlışlığı, hiç olmazsa bugün görmemiz gerekmektedir.
Söz sürem çok kısıtlı; ancak, üç konu var: Gençlerimizin mutlaka, din,
dil ve tarih şuuru içerisinde yetiştirilmesi gerekir. (RP sıralarından
alkışlar) Bu üç konu, zaten, Anayasanın, insanın maddî ve manevî
varlığının geliştirilmesiyle ilgili hükümlerine de uygundur.
Gençlerimizi başıboş bir hayatın kurbanı yapamayız; dağ başlarındaki
otlar gibi köksüz de sayamayız...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Arınç, teşekkür ediyorum.
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Bir selam vermek için 1 dakika
lütfederseniz...
BAŞKAN – Hiç açmıyoruz.
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Peki efendim.
Değerli arkadaşlarım, söyleyeceklerimin büyük bir kısmını ifade
edemedim.
BAŞKAN – Sayın Arınç, lütfen...
BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Sayın Başkanın ikazı üzerine, hepinizi
saygıyla selamlıyorum; bütçenin hayırlı olmasını diliyorum. (RP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum.
Anavatan Partisi Grubu adına ilk konuşma için, Sayın Abdülkadir Baş;
buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)
ANAP GRUBU ADINA ABDÜLKADİR BAŞ (Nevşehir) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Diyanet
İşleri Başkanlığı 1996 yılı bütçesiyle ilgili olarak, Anavatan Partisi
Grubu adına söz almış bulunuyorum; Heyetinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bilindiği gibi, Diyanet İşleri Başkanlığı, Anayasamızın 136 ncı
maddesinde ifadesini bulan anayasal bir kuruluş olarak, İslam dininin
inançları, ibadet ve ahlak anlayışıyla ilgili işleri yürütmek, din
konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmekle
görevlendirilmiştir.
Bu kuruluşumuzun önemi, görev alanına giren konulardan
kaynaklanmaktadır. Kuruluşun ilgi alanı olan dinin, toplum hayatındaki
önemini ve yerini izaha gerek yoktur. Din, milleti millet yapan
unsurlardan biri, belki de en önemlisidir. İnsanın yaradılışında var
olan inanma duygusunu ortadan kaldırmak mümkün olmadığı gibi,
toplumda, dinin yerine başka değerler ikame etmek de mümkün değildir.
Bir zamanlar dünyanın yarısına hükmeden komünist ideolojiler, tüm
baskılarına rağmen, dini ve inanma duygusunu yok edememişlerdir;
ama, güzel ahlakın, millî birlik ve beraberliğin kaynağı olan dinin baskı
altında tutulduğu bu memleketlerde, toplumsal değerlerdeki bozulma, bu
devletlerin dağılmasındaki önemli sebeplerden biri olmuştur. Bu gerçeği
kavrayarak, dine gerekli önemi vermenin şart olduğu kanaatindeyiz.
Sayın milletvekilleri, toplumumuzda bir süreden beri dinî konularda
münakaşalar yaşanmaktadır; ancak, bu, sadece bize mahsus bir tartışma
da değildir; Batı'da da benzer tartışmalar yapılmakta ve insanlık, bir
kuşku çağını geride bırakarak, dini yeniden tanımaya ve anlamaya
yönelmektedir. Ne yazık ki, bizdeki tartışmalar, daha ziyade az okuyan
bir toplum oluşumuzdan dolayı, dini bilmemekten veya yanlış
yorumlamaktan kaynaklanmakta ve din mevzuunda netice alınması
mümkün olmayan bu münakaşalar, zaman zaman millî birlik ve
beraberliğimiz için zarar veren boyutlara ulaşmaktadır. Bu itibarla, dinî
gerçekler hususunda toplumu doğru bilgilendirmek ve dini kaynağından
öğretmek, gereksiz münakaşalara da son verecektir.
Bilindiği gibi, İslam dini, bir inanç ve amel bütünlüğünü ifade eder.
Samimî olarak inanan ve inancını yaşamak isteyen insanımıza sahip
çıkmalıyız; onu istismar etmek isteyenlerin sahiplenmesine meydan
bırakmamalıyız.
Bugün, dinî konularda ciddî bir eser okumadan, dinî kavramların ne
mana ifade ettiğini bilmeden din adına konuşulmakta, dinî kaynaklar
yerli yersiz kullanılarak toplumda gereksiz münakaşalar
başlatılmaktadır. Toplumumuzda huzursuzluklar yaratan bu konularda
medyanın ve maalesef, bazı siyasîlerin de sorumsuzca davrandıklarını
görmekten büyük üzüntü duymaktayız.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; laik bir devlette ve özgür bir
toplumda yaşıyoruz. Düşünce özgürlüğünden de inanç özgürlüğünden de
vazgeçmemiz mümkün değildir. Aykırı düşüncelere sahip olunabilir;
herkes aynı inanca sahip olmayabilir; ancak, yüzde 99'u inanan bir
toplumda yaşıyorsanız, siyasîler olarak, medya olarak, dinî kavramları
doğru ve yerinde kullanmak zorundasınız; yoksa, toplumda sıkıntı
yaratırsınız, inanan insanları kırarsınız ve tepki saflarında
toplanmalarına sebep olursunuz. İşte, bugün, ülkemizde yaşanan
kargaşanın çoğu bundan kaynaklanmaktadır.
Bugün, Türkiye'de, ilmî toplantılarda, akademik mekânlarda
tartışılması ve açıklığa kavuşturulması gereken konular, maalesef,
rastgele, yetkisiz ve yetersiz kişilerce, uluorta tartışılmakta ve bu
durum, toplumumuzda huzursuzluklara sebebiyet vermektedir.
Burada, şu hususa da değinmek istiyorum: Alevî ve Sünnî
vatandaşlarımız, asırlarca, bu topraklarda beraber yaşamışlardır. Aynı
Allah'a inanan, aynı Peygamberi rehber edinen, aynı dine inanan bu
insanlarımız arasında ve ibadet mahallerinde ayrılıklar yaratılmasını
doğru bulmuyoruz. (ANAP, DYP ve RP sıralarından alkışlar) Alevî ve
Sünnî cemaatlerin arasını açmayı ve yeni çatışmalar çıkarmayı
amaçlayan şer mihraklara dikkat etmeliyiz. Bu cemaatler arasında
düzenlemeler yapmakta zaruret varsa, bunları ilmî mekânlarda ve ehil
ellerde tartışmalı ve çözüm yolları bulmalıyız.
Bunun yanında, aynı hassasiyeti din görevlilerinin de göstermesi
gerekmektedir. Bu görevlilerin, kamu vicdanındaki saygın yerini
koruyabilmeleri için, her çeşit siyasî anlayışın ve tercihin dışında
hizmetlerini ifa etmeleri gerekmektedir; görevlerinin kendilerine
yüklediği sorumluluk bunu icap ettirmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu açıklamalarımız karşısında,
din işlerinin, dinî inanç ve prensiplere uygun tarzda yerine getirilmesi,
dinin, toplum için manevî bir disiplin olmasının sağlanması, taassup ve
hurafelerden korunması, din hizmetlerinin yetkili ve ehil kimseler
tarafından verilmesinin temini bakımından, Diyanet İşleri
Başkanlığının devlet yapısı içinde yer almasının sağlanması ve bu
hizmetler için devlet bütçesinden harcama yapılmasının önemi açıktır.
Bugün, Türk cumhuriyetleriyle, Balkan ve Kafkas ülkelerindeki Türk ve
Müslüman topluluklarından gelen din hizmetleriyle ilgili talepleri
karşılama durumunda kalan Diyanet İşleri Teşkilatının, nasıl önemli
bir millî hizmet gördüğünü izaha gerek yoktur.
Bunun yanında, eğitim, irşat, hac, yayın, uluslararası ilişkiler, ibadet
yerleri ve yurtdışı hizmetleri gibi çok geniş bir alanda hizmet veren
Teşkilatın, mevcut bütçeyle bu işlerin altından kalkmasının zorluğu da
ortadadır.
BAŞKAN – Sayın Baş, 2 dakikanız kaldı.
ABDÜLKADİR BAŞ (Devamla) – 20 trilyon 940 milyar TL olan
bütçenin, yüzde 97,5'i personel giderlerini, yüzde 1,3'ü diğer cari hizmet
ödemelerini, yüzde 0,8'i yatırım harcamalarını, yüzde 0,4'ü transfer
harcamalarını teşkil etmektedir.
Teşkilatın 17 bin kadroya ihtiyacı bulunmaktadır. Verimli hizmet için,
bu kadro ihtiyacının bir an önce giderilmesi gerekmektedir. Ayrıca,
teşkilat kanununun bir an önce çıkarılmasında da zaruret
bulunmaktadır.
Yine, hac kotası yüzünden hac ibadetini yerine getiremeyen ve bundan
rahatsız olan vatandaşlarımızın sayısı gittikçe artmaktadır. Hac
kotalarının artırılması hususunda gerekli gayret gösterilmelidir.
Ehliyetli din adamı yetiştirilmesi için de hizmet içi eğitime önem
verilmelidir. Okuma alışkanlığı olmayan toplumumuzda, gerekli olan
dinî bilgilerin doğru olarak verilebilmesi için, TRT ve özel
televizyonlarda Diyanet İşleri Başkanlığına yayın tahsisi hususu
düşünülmelidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sürenin kâfi gelmemesi sebebiyle,
Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesiyle ilgili konuşmamı burada
bağlamak ve Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesiyle ilgili görüşlerimizi
Grubum adına arz etmek istiyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Baş, yalnızca 1 dakika... Sözünüzü toparlamanız
için...
ABDÜLKADİR BAŞ (Devamla) – Bilindiği gibi, Vakıflar Genel
Müdürlüğünün en önemli görevi, ecdat yadigârı olan eserleri ihya etmek
ve vakıfların, maksadına uygun bir şekilde verimli çalışmalarını
denetlemektir. Bunun yanında, Vakıflar Genel Müdürlüğü, abide ve eski
eserlerin onarımı, fakir ve kimsesiz öğrenciler için öğrenci yurdu
yapımı, gelir getirici yatırımlar, vakıf zeytinliklerini işletmek, vakıf
hastanelerini çalıştırmak, cami yapımı ve yaptırımına yardımcı
olmak gibi işlerle de uğraşmaktadır.
1996 yılı hizmetleri için, bütçeye, 2 trilyon 116 milyar Türk Lirası
ödenek konulmuştur. Bu ödenek, geçen yıla göre önemli miktarda
artırılmıştır. Vakıf mallarının özenle korunması, vakıf eserlerinin
restorasyonu için de mutlaka yeni imkânlar bulunmalıdır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ABDÜLKADİR BAŞ (Devamla) – Değerli üyeler, bütçenin bu
kurumlara hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum.
(ANAP ve RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Baş.
Anavatan Partisi Grubu adına, ikinci sözcü, Sayın Bahri Kibar; buyurun
efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakika.
ANAP GRUBU ADINA MUSTAFA BAHRİ KİBAR (Ordu) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; huzurlarınızda Gençlik ve Spor Genel
Müdürlüğü ve Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün bütçe
görüşmeleri nedeniyle bulunuyorum. Gündem gereği, önce, Gençlik ve
Spor Genel Müdürlüğünün bütçesi üzerindeki görüşlerimi ifade etmek
istiyorum. Sözlerime başlamadan önce, Yüce Meclise en derin sevgi ve
saygılarımı sunarım.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yüksek malumlarınız olduğu üzere,
bugün, dünyada zafer ve başarılar sonucu olarak, ülkelerin bayrakları
başka ülkelerde iki nedenle göndere çekilmektedir: Biri askerî zafer ve
başarılar, diğeri ise, sporda kazanılan başarılardır.
Spor, bugün, kitle iletişim araçlarıyla, bütün dünyada evlerin içine kadar
girmiş olup, ülkelerin tanıtılmasında ve propagandasında çok önemli
yer işgal etmektedir; ama, sporun yukarıda arz ettiğim evrensel
rollerinden çok daha önemli bir rolü vardır, o da, ülkeler arasındaki
dostluk, barış ve kardeşliği sağlaması ve geliştirmesidir. Ayrıca,
hepimiz biliyoruz ki, spor, temel olarak ferdin bedenî yeteneklerini
artırması ve kuvvetlendirmesi yanında, toplu yaşayış, anlaşma,
kaynaşma, arkadaşlık ve yurt sevgisini geliştirme, kötü alışkanlıklardan
korunma, sportmenlik ruh ve davranışlarını geliştirme fonksiyonlarını
kazandırır.
Görülmektedir ki, spor artık yaşamımızın ayrılmaz bir parçası
olmuştur. O halde, sorulmalıdır, bu kadar önemli toplumsal olgu
karşısında Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri ne yapmıştır?
Cumhuriyet Hükümetleri, cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllardan beri
sporun büyüklüğünü ve önemini kavramışlar ve imkânları ölçüsünde
spora va sporcuya destek olmuşlardır; ama, bu çabalar, hızla değişen ve
gelişen dünya sporu karşısında yetersiz kalmıştır.
Sporda ilk büyük ve çağdaş atılımlar, rahmetli Turgut Özal ve Anavatan
Partisi İktidarları döneminde başlamıştır. Anavatan Hükümetlerinin
göreve geldiği 1983 yılı sonundan itibaren spora verilen imkân ve
destekler, gerek Türk Sporunu Teşvik, gerekse Destekleme Fonundan
aktarılan kaynaklar sayesinde, spor tesisi yapımına hız verilmesi
suretiyle, bugün elde edilen dünya ve Avrupa şampiyonluklarının
kazanılmasında büyük pay sahibi olduğunu ifade etmek istiyorum. 1984
yılı ortalarına kadar gelindiğinde, nizamî zeminli, bir tek İzmir Atatürk
Stadı varken; bugün, birinci, ikinci ve hatta, üçüncü Türkiye liglerinin
oynandığı sahaların da yemyeşil çim alanlar haline getirilmesi,
futbolumuzdaki sıçramanın en etkin sebebi olmuşlardır.
Sporda tabana yayılma, kaynak yaratma, tesisleşme ve özerkleşmenin
adımları atılmış, hızla mesafe alınmıştır. Bakınız, hafızalarımızı
tazelersek, o devirde, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün kanunu
değiştirilmiş ve bu kanunla, özetle; başarılı sporcular ile bunların
çalıştırıcılarının ödüllendirilmesi, sözleşmeli olarak yerli ve yabancı
antrenör çalıştırılabilmesi, federasyon faaliyetlerinde sürat ve
verimliliği artırmak için Federasyonlar Fonu kurulması, federasyon
başkanlarının seçimle işbaşına getirilmesi, federasyonların 5'er yıllık
kalkınma planları yapması, belediyeler ve özel idareler ile içki ve
sigaradan spora pay ayrılması, kulüplere yardım yapılabilmesi, memur
ve işçi sayısı 500'den fazla olan kuruluşlara spor tesisi yapma
zorunluluğu getirilmesi, millî takım sporcularının özel sigorta sistemi
içerisine alınabilmeleri, beden eğitimi öğretmenlerinin ücretli olarak,
resmî mesailerinin dışında, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünde
antrenörlük ve uzmanlık yapabilmeleri, spor eğitimi, sağlık ve araştırma
merkezleri kurulması yenilikleri getirilmiştir.
1988 yılında, rahmetli Turgut Özal'ın girişimleriyle başlatılan,
futbolumuzdaki "özerklik" kavramı ve bunun 3461 sayılı Yasayla
gerçekleştirilmesi sonucu, futbolumuz, bugün, ülkemizdeki çim
sahaların çoğaltılması da eklenince, Avrupa Kupası finallerine
katılabilcek seviyeye gelmiştir.
İşte, sporda, son yıllardaki başarılarımızın temelleri bunlardır; ancak,
daha sonra, yeniliklerin durması, kaynakların azalması, kuruması ve
dengeli kullanılmaması nedeniyle hamleler durmuş ve statükocu bir
döneme girilmiştir. Oysa, sporda reorganizasyon, yeniden yapılanma
bisiklete binmeye benzer; durursanız, düşersiniz. Bugün, Genel
Müdürlük, maalesef, sanki, yalnızca ihaleler yapan bir genel müdürlük
haline gelmiştir. Sporda en büyük temel unsur, insanın, eğitimine,
malzemesine, kampına, antrenörüne, aşağıdan yenilerini yetiştirmeye
gereken önemin verilmeyişi nedeniyle, sporun kaynakları kurumak
üzeredir. İhalesi yapılan tesisleri, bugünkü bütçe imkânlarıyla
bitirebilmek için otuz otuzbeş sene lazımdır. Genel Müdürlüğün,
bugünkü yapısı içerisinde geleceği ipotek edilmiştir; ama, yılmamak
lazımdır. Sayın Bakanımın da, çeşitli vesilelerle belirttikleri gibi,
yeniden yapılanma şarttır. Bu yapılanmada, kaynak yaratma ve özerklik
esas olmalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütün bu olumsuz şartlara ve
gelişmelere rağmen, yukarıda da ifade ettiğim gibi, atılan tohumlar,
dikilen fidanlar meyvelerini vermiş ve son yıllarda sporumuzda çok
önemli başarılar elde edilmiştir. Dünya şampiyonalarında, Avrupa
şampiyonalarında, Balkan şampiyonalarında ve katıldığımız diğer
uluslararası turnuvalarda, 1995 yılında, 311 altın, 279 gümüş ve 318
bronz olmak üzere, toplam 908 madalya kazanılmıştır. Madalyalar
dışında, bugün, 44 temsilcimiz, uluslararası spor organizasyonlarında
görev almışlardır. Artık, sporda, yabancı ülkelerde sesimiz daha gür
çıkmakta, bayrağımız daha sık gönderlere çekilmektedir; Efes Pilsen
Basketbol Takımımız ile Grekoromen Milli Takımımızın, kendi spor
tarihlerinde aldıkları ilk ve en büyük başarıları örnek gösterebiliriz.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; futbol dışındaki, özellikle ferdî
spor dallarından güreş, halter ve bokstaki kıpırdanmaya, Doğu Bloku
ülkelerinin dağılmalarından sonra ülkemize göç eden Türk asıllı
sporcularımızın katkılarından, burada, övgüyle bahsetmeliyiz. Ancak,
ferdî spor dallarımızın bu branşları dışında kalan, yüzme, atletizm ve
jimnastik gibi ana spor dallarındaki gerilemenin sebeplerini
araştırmalıyız. Bu üç spor dalında başarılı olmayan ülkelerin, sporda
uzun vadeli bir başarısından bahsetmek de mümkün olamamaktadır.
Bugün, futbol ve basketbol sporlarımızdaki başarıların, bize, yarın için
bir ümit olmadığı gerçeğini gözardı etmememiz lazımdır. Sporda köklü
çözüm ve başarının, tesis, işletme, bakım, onarım, eğitici ve
çalıştırıcıdan geçtiğinin unutulmaması gerekir. Bu gerçeğe rağmen,
bahsettiğim bu hususlara temel olarak eğilmek gerekmektedir. Ancak, arz
ettiğim gibi, artık çok dikkatli olmak zorundayız; yeni yapılanma, yeni
kaynaklar, kaynakların dengeli dağılımı, eğitim, yeni sporcuların
yetiştirilmesi gibi hususlar ihmal edildiği takdirde, bu başarıları, uzun
yıllar, bir daha, görmemiz mümkün olmayacaktır. Bu bakımdan, Sayın
yeni Bakanımızın düşünce ve hamlelerini yürekten destekliyorum.
Sayın Bakanımın belirttikleri gibi, artık üçüncü hamle zamanı
gelmiştir. Birinci hamle, cumhuriyetin ilk yıllarındaki ilk teşkilat
kanunu -tabiî ki devlet ağırlıklı- ikinci hamle, Anavatan Partisinin ilk
iktidar yıllarındaki hamlesi -kanunun liberalleştirilmesi ve devlet
ağırlığının azaltılması- şimdi, artık üçüncü hamle zamanı gelmiştir.
Devlet, sporda sadece yönlendirici ve destekleyici olmalıdır,
desteklediği ölçüde de denetlemelidir. Mahallî idarelere çok daha büyük
görevler verilmelidir, federasyonlar daha da özerkleştirilmelidir. Halkın
ve mahallî idarelerin, bu yeni yapılanmaya destekleri ve katkıları
sağlanmalı, yeni ve büyük kaynaklar yaratılmalıdır.
Evet, Sayın Bakanım, bu fikirlerinizi ve hamlelerinizi yürekten
destekliyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Parlamentosu ve siyasî partileri, iki
ana politikada daima birlikte hareket etmişlerdir: Dış politika ve spor.
BAŞKAN – Sayın Kibar, son dakikanız!..
MUSTAFA BAHRİ KİBAR (Devamla) – Sayın Başkanım, müsaade
ederseniz, Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü hakkında da kısaca
konuşmak istiyorum ve iki dakika da avans rica ediyorum.
BAŞKAN – Mümkün değil, biliyorsunuz!..
MUSTAFA BAHRİ KİBAR (Devamla) – Bu duygu ve düşüncelerle,
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün 1996 bütçesinin, Türk gençliğine
ve sporuna hayırlı olmasını dilerken, Meteoroloji İşleri Genel
Müdürlüğü bütçesi üzerindeki görüşlerimi de kısaca arz etmek
istiyorum.
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, özellikle bilgisayar ve
telekomünikasyon alanlarında ortaya çıkan gelişmelere paralel olarak,
özellikle son yıllarda, önemli sayılabilecek bir ilerleme göstermiştir.
Klimatolojik verilerin kalite kontrolleri, veri bankasının geliştirilmesi,
hava ve deniz tahminlerinin sayısal analiz yöntemleriyle daha
mükemmele ulaştırılması yönündeki çalışmalar, titizlikle
sürdürülmektedir.
Döner sermaye işletmesi ve buradan elde edilen gelirler, Genel
Müdürlüğün modernizasyonu...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kibar, 1 dakika içinde lütfen toparlayınız.
MUSTAFA BAHRİ KİBAR (Devamla) – Teşekkür ederim.
...meteorolojik hizmetlerin daha iyi yapılabilmesi açısından, önemli bir
adım olmuştur. Gözlem ve araştırma sonuçlarına ilişkin çalışmaların
büyük bir bölümü, düzenli olarak yayınlanmakta ve kullanıcıların
hizmetine sunulmaktadır. Bu çalışmaların bir bölümü, bu alanda ortaya
çıkan yeni ihtiyaçları karşılamaya yöneliktir.
Örneğin, Genel Müdürlüğün, hava, deniz tahminleri konusuyla,
klimatolojik ve hidrometeorolojik amaçlı olarak hazırlayıp
kullanıcılara sunduğu bazı hizmetleri, vaktin dar olması nedeniyle
sıralayamıyorum.
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü bütçesinin de, vatanımıza,
milletimize hayırlı olmasını diliyorum, Yüce Meclise saygılar
sunuyorum.
Sayın Bakanıma da, Fatsa kapalı spor salonunun bu yıl bitirilmesi
nedeniyle, çok teşekkür ediyorum. (ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Kibar.
Beşinci turda, gruplar adına yapılan görüşmeler tamamlanmıştır.
Şahısları adına, lehinde, Sayın Mukadder Başeğmez ?..Yok.
İkinci sırada, Sayın Lütfi Doğan; buyurun. (RP sıralarından alkışlar)
Sayın Doğan, süreniz 10 dakikadır efendim.
LÜTFİ DOĞAN (Gümüşhane) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Muhterem Başkan, muhterem milletvekilleri; Vakıflar Genel
Müdürlüğümüz, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğümüz, Devlet
Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğümüz ile Diyanet İşleri
Başkanlığımızın bütçeleriyle ilgili, lehte olan görüşlerimi Yüksek
Heyetinize arz etmek üzere söz almış bulunuyorum. Hepinizi en derin
saygılarımla selamlıyorum. Bu bütçelerin, milletimize, memleketimize
ve bu değerli müesseselerimize hayırlı olmasını Allahü Teâlâdan
diliyorum.
Kıymetli konuşmacılar, Diyanet İşleri Başkanlığı, Gençlik ve Spor
Genel Müdürlüğü, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü ve
ayrıca, Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçeleriyle ilgili görüşlerini arz
ederken, hakikaten, çok değerli bilgiler takdim ettiler. İnşallah, bu
müesseselerimizin değerli mensupları, gruplarımızın takdim ettiği bu
güzel görüşler içerisinde en güzellerinden yararlanarak, milletimize, daha
büyük, daha hayırlı ve daha faydalı hizmetler yaparlar.Kendilerine
başarılar dilerim.
Bendeniz, Vakıflar Genel Müdürlüğüyle ilgili şu cümleleri arz etmek
istiyorum. Vakıflar Genel Müdürlüğümüzün, şimdiye kadar yaptığı
hayırlı hizmetlere, şu hizmetleri de ilave etmesinde fayda görüyorum:
Büyük illerimizde olduğu gibi, küçük illerimizde de, hatta, büyük
ilçelerimizden küçük ilçelerimize kadar, her birisinde, fakir öğrenciler
için mutlaka yurtlar yaptırmalı ve köylerden, kentlerden gelen malî
durumu müsait olmayan müstaid gençlerimiz bu yurtlarda barınmalı ve
bu yurtlara da, en yetişkin eğitimcilerimizi idareci olarak vermelidir.
Eğer, diğer hizmetlerinin yanında bunu, Türkiyemizin bütün il ve
ilçelerinde tamamlayacak olurlarsa, eminim ki, milletimize,
kendilerinden beklenen büyük hizmetleri yapmış olurlar; birinci
maruzatım bu.
İkincisi; geçmişte, sosyal hizmetler, içtimaî hizmetler vakıflar yoluyla
meydana getiriliyordu, mahallî vakıflar kuruluyordu; sonra, vaktiyle
bakanlık oldu, şu anda Genel Müdürlüktür. Yine, böyle bir sosyal
hizmetin milletimize verilmesinde, Vakıflar Genel Müdürlüğümüz elden
gelen gayreti göstermelidir ve bu büyük hayırlı hizmetleri
omuzlamalıdır.
Yüksek Heyetinize bir defa daha arz etmiştim; halen bir üniversitemizde
öğretim görevlisi olan bir profesörümüz, bendenize şu hatırasını
anlatmıştı: "Amerika'da, küçük bir kasabada -üniversitesi olan bir yerde,
belki de küçük bir vilayette- ihtisas yapıyordum. Bir hasta geldi, elinde
bir kâğıt vardı. O kâğıdı, köy idare heyeti vermiş hastanın eline.
Yazıda, hastane idaresine 'bu yazıyı getiren hastamızı tedavi ediniz;
sıhhatine kavuşsun. Yapılan masraflar ne ise, faturasını gönderin,
tarafımızdan sizlere ödenecektir' deniliyordu." Aslında, böyle bir
hizmeti, Türkiyemizde, her hayır müessesemizin, derneklerimizin; ama,
başta Vakıflar Genel Müdürlüğümüzün yapmasında, şahsen, bendeniz,
büyük yarar görüyorum. Biz, onlara örnek olmalıyız, onlar bize değil;
maruzatım bu.
Efendim, tabiî, vakıf malıyla ilgili herhangi bir şeyi söylemeye gerek
yok. Hepiniz biliyorsunuz; bir ailenin, bir cemiyetin, bir milletin mahvı,
vakıf mallarını uhdesine geçirip heder etmesiyle mümkündür. Bu
itibarla, bu konuda yeterli hassasiyeti göstereceklerinden eminim. Biz de
kendilerine yardımcıyız.
Diyanet İşleri Başkanlığımıza gelince; Diyanet İşleri
Başkanlığımız, bu büyük milletimize dinî sahada hizmet vermektedir;
elbette, verdiği hizmetleri takdirle anmak bizim vazifemizdir. Bununla
birlikte, devletimiz de, Diyanet İşleri Başkanlığına elden geldiği kadar
destek olmaktadır.
Filhakika, bazı olumsuzluklar var. Bu olumsuzlukları bertaraf etmek de,
Hükümetimizin ve başta da Sayın Bakanımızın görevidir; eminim ki,
Diyanet İşleri Başkanlığı mensupları, bu husustaki aydınlatmaları
büyük bir memnuniyetle karşılayacak ve şimdiye kadar olduğu gibi,
kendilerine emanet edilen mukaddes hizmeti yerine getirmekte fevkalade
itina göstereceklerdir.
Olumsuzluklar şunlar: Birincisi, mesela, Diyanet İşleri Başkanlığında
görev yapan din hizmetlileri, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa
göre memur sayıldığı halde, Sayıştay ve Yargıtayın bir içtihat
kararıyla, memur sayılmamakta, bir şikâyet üzerine, derhal mahkemeye
sevkedilmekte. Bu olumsuzluğun giderilmesinde zaruret vardır.
İkincisi, hac konusuyla alakalı. Elbette, faydalı hizmetler
yapılmaktadır; ama, bununla birlikte, birtakım sıkıntıların olduğu da
ortaya konulmaktadır. Mesela, hac -bilemiyorum, devletin; yani,
Hükümetin düşüncesi olarak- karayoluyla, emniyet olmadığı için yasak
edilmektedir. Bence, bu durum ortadan kaldırılmalı. Mesela,
Türkiyemizden, zannediyorum, geçtiğimiz yılda, bin kadar otobüsümüz
gitti orada hizmet yaptı, işçiler gitti. Onlar için emniyetli olan yol,
hacılarımız için de elbette emniyetlidir. Ya hepsine vardır ya hepsine
yoktur... (RP sıralarından alkışlar)
Bir başka konu şu: Diyanet İşleri Başkanlığı hakkında, zannediyorum
değerli Kesebir arkadaşımız, güzel sözlerinin yanında bazı sitemâmiz
sözler de söyledi. Müsaade ederlerse, o konuyu, bendeniz, yüksek
huzurunuza bir daha getirmek istiyorum, hepinizin bildiği hususlar.
Diyanet İşleri Başkanlığı, bir teşkilatın; yani, bir mezhebin, bir
zümrenin değildir; Diyanet İşleri Başkanlığı bütün Türkiye'nindir;
Alevîsiyle, Sünnîsiyle hepsinin müessesesidir (RP sıralarından alkışlar)
Dileyen kardeşimiz, Alevîdir, ehlilbeyte bağlıdır, başımızın üstünde
taçtır ve Diyanet İşleri Başkanlığı, onlara hizmet vermekle
yükümlüdür. Sünnîdir, yine öyledir...
Hangi mezhebi, neyi benimserlerse benimsesinler, millet olarak iftihar
edeceğimiz, hakikaten sevinç duyacağımız bir nokta şudur: Alevisiyle
Sünnisiyle Kur'an-ı Kerim'in hükümlerine bağlıyız, aramızda hiçbir
ayırım yok. Kim, Diyanet İşleri Başkanlığının, İslamiyete zıt bir
beyanda bulunduğunu söylerse veya İslama zıt bir fetva verdiğini
gösterirse, biz ona birlikte karşı dururuz "bu yanlışlığı düzelt" deriz,
yanlışlıktan dönmek de fazilet olur...
BAŞKAN – Sayın Doğan, 1 dakikanız kaldı.
LÜTFİ DOĞAN (Devamla) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Netice itibariyle, Alevîsi, Sünnîsi, Şafîisi, Hanefisi, hepsi bir bütündür ve
Kur'an hepsinindir, İslamiyet de hepsinindir. Diyanet İşleri Başkanlığı
da, İslam dininin itikat, ibadet, ahlak esaslarıyla ilgili, topluma hizmet
etmekle yükümlüdür... (RP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)
Sunî ayrılıkları, lütfen ortadan kaldıralım, bunlara imkân vermeyelim.
Şunu düşünelim: Birliğimizi, kardeşliğimizi bize Kur'an emretmiştir,
müminlerin hepsi kardeştir. Alevî, benim kardeşim; Sünnî, benim
kardeşim; Şafîi... Ne olursa olsun... Bir mesele var; biri "Sünnete uymak
istiyorum" diyor, Peygamber Efendimizin sünnetini yaşıyor; başüstüne...
Biri de, "Ben Peygamber Efendimizin ehlilbeyti -yani, Hazreti Ali,
Hazreti Hasan, Hazreti Hüseyin, diğer 12 imamlar- gibi, temiz bir hayat
yaşamak istiyorum" diyor; Allah razı olsun... Eğer, o hayatı yaşarsanız -
kim yaşarsa yaşasın- ben, herkesten ziyade, o gibi muhterem insanları
takdir ederim...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Doğan, 1 dakika içerisinde toparlayın lütfen.
LÜTFİ DOĞAN (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkanım...
Lütfettiniz, çok memnun oldum.
Tek maruzatım şu: Benden önce konuşan arkadaşımız, Diyanet İşleri
Başkanlığı veya Vakfın, İhlas Holdingle ilgili bir anlaşmasından
bahsederek, çok haklı bir tenkit yaptı. Diyanet İşleri veya Vakıf, özel
bir televizyon kursun, dini, bu büyük millete, olduğu gibi anlatsın,
Alevîsine, Sünnîsine Kur'an'ın hükmünü anlatsın; hepsi kendisini
takdirle anacaktır.
Saygılarımı arz ediyorum. (RP, DYP, ANAP, BBP ve DSP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Doğan.
Hükümet adına, buyurun Sayın Taranoğlu.
Efendim, herhalde, siz de, konuşma hakkınızı Sayın Bakanla eşit
paylaşacaksınız...
DEVLET BAKANI ERSİN TARANOĞLU (Sakarya) – Evet Sayın
Başkan.
BAŞKAN – Konuşma süreniz 10 dakikadır.
DEVLET BAKANI ERSİN TARANOĞLU (Sakarya) – Sayın Başkan,
değerli arkadaşlarım; bugün, görüşülmekte olan Hükümetimize ait
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ile Devlet Meteoroloji İşleri Genel
Müdürlüğü bütçeleri üzerinde görüşlerimizi ifade etmek için huzurunuza
çıktım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. 10 dakikalık bir zaman
içerisinde bu iki kuruluşla ilgili görüşlerimizi, ancak başlıklar halinde
ifade edebileceğim. Bu konuda, hoşgörünüze sığınıyorum.
Öncelikle, Devlet Meteoroloji teşkilatı, aslında, bana göre ve size göre
de olduğuna inandığım, fevkalade başarılı hizmetler yapan bir
kuruluştur. Bütçesinin küçüklüğü konusundaki karşı görüşleri, sevgi ve
saygıyla kabul ediyorum; ancak, başında bulunduğumuz Meteoroloji
Genel Müdürlüğü, bu konudaki zaafını da aşacak bilgi ve beceriyi
haizdir; çünkü, kurmuş olduğu döner sermaye teşkilatıyla -şu anda,
Sayıştayda tasdik edilmek üzere bekleyen bu döner sermaye
uygulamasıyla- konsolide bütçeden aldığı paranın birkaç katını, kendi
imkânlarıyla elde edebilecek bir kuruluş haline gelmiştir. Bu yılın
sonunda, hep beraber göreceğiz, döner sermayeden birkaç trilyon lira
kaynak sağlayan bir kuruluş olacaktır. Bu kuruluş, önümüzdeki yıllarda,
denizcilerden, gemicilerden, yat limanlarından, yatçılardan, turizm
operatörlerinden, 4 ve 5 yıldızlı otellerden, karayollarından, organize
sanayi bölgelerinin kuruluşu esnasında ve ÇED raporlarından,
meteoroloji bilgilerinin bedelini tahsil etmek suretiyle kendisine kaynak
sağlayacak ve dünya çapındaki teknolojik yatırımlarını da kendi
kendine yapan bir kuruluş haline gelecektir.
Spor konusundaki görüşlerimi şöyle ifade etmek istiyorum: Gençlik ve
Spor Genel Müdürlüğünün bugünkü yapısı itibariyle, dünyada partneri
tek ülkedir; komünizmin yıkıldığı Rusya'da dahi kalmayan bu
teşkilatın partnerinin tek karşılığı, Castro'nun Kübasındadır. Bu
yapısı itibariyle, sayın konuşmacıların ifade ettiği sporun ve gençliğin
meselelerini çözmek mümkün değildir. Bunu, açık yüreklilikle ifade
etmek mecburiyetindeyim.
İdaeli şudur: Gençlik ve spor ikiye ayrılmalıdır; ayrı ayrı dizayn
edilmelidir; üzerine, bir gençlik ve spor müsteşarlığı şemsiyesi
konulmak suretiyle, gençliğe gereken önem verilmelidir. Spor tarafında
ise, yalnız düzenleyici olan, teknoloji, bilgi transfer eden, bunu
yönlendiren bir kuruluş olmalıdır. Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü,
sporun faaliyetiyle uğraşmamalıdır. Devletin, ekonomide, ticarette
olduğu gibi, kültürde, sanatta olacağı gibi, spordan da elini, ayağını
çekmesi lazımdır.
Bunun için yapılması gerekenler şunlardır: Öncelikle, Türkiye'de,
kulüpler yasası, federasyonlar yasası, konfederasyon yasası ve
sponsorluk yasası çıkmalıdır. 2000'li yıllara yaklaştığımız şu
günlerde, bizim hayalimizdeki spor dünyası şudur: Devlet, spordan
çıkmıştır; bütün federasyonlar özerk hale gelmiştir; bu federasyonların
başında bir Türk spor federasyonu, konfederasyonu kurulmuştur ve
sivildir; seçimle gelmiştir; kendi malî ve yönetim özerkliği vardır. İşte,
bu model, Türk sporunu, dünyayla rekabet edebilecek ve Türk
gençliğinin kabiliyetini de, dünya gençliğiyle yarışabilecek performansa
ulaştıracak modeldir. Hedefimiz budur; görevimiz müddetince, bu
hedefe ne kadar yaklaştığımızı hep beraber göreceğiz ve görevimizin
sonunda da, kamuoyu, bu konudaki takdirini veya tenkitini devam
ettirecektir; dolayısıyla, sporun yapılanması değişmelidir.
Değerli arkadaşlarım, amatör spora önem vermek mecburiyetindeyiz.
İlim ve bilim, Batı'da, olmayan kabiliyetleri geliştirmek için kullanılan
bir yoldur; ancak, bizim kabiliyetli çocuklarımız, Allah'ın kendisine
verdiği o fıtratla oluşan büyük kabiliyetler, o çamurlu sahalarda yok olup
gitmektedir. İşte, bizim, Batıyla aramızdaki başarısızlıktaki esas
sebep de budur.
Türkiye, aslında, kaynakları olan, imkânları olan; ama, bunu akılcı
yolla kullanamayan; zenginlikler üzerinde oturup, fukaralık çeken bir
ülkedir. Bunun için,bazı düşüncelerimiz vardır, inşallah, bunları
görevimiz içerisinde gerçekleştireceğiz. Bunlardan bir tanesi de,
üniversitelerin münferiden yaptığı spor tesislerinin, spor
komplekslerinin, halka açılmasıdır, amatör sporlara açılmasıdır.
Türkiye'de, 52 tane üniversite söz konusudur. Hepsinin içerisinde olimpik
yüzme havuzları, futbol sahaları, kapalı salonlar... Hepsi koloni hayatı
yaşamaktadır. Bunların, halka açılması ve amatör sporlara açılması,
hedeflerimizden bir tanesidir.
Ben, Plan ve Bütçe Komisyonunda da ifade ettim; bize verilen kaynak
azdır; doğrudur; ama, tenkit etmek istemiyorum. Biz yöneticilere düşen
görev, mazeret üretmek değil, meseleyi çözmektir. Türk sporunu, bu
kaynaklarla, sizlerin özlediği yere ve sizlerin, illerinizde verdiğiniz
vaatlerinizi yerine getirmek mümkün değil. Bunun için, üzerimize düşeni
yapmamız lazım diye düşünüyorum ve ilk fedakarlığa da kendimizden
başlıyoruz; Refah Partili arkadaşımızın da ifade ettiği gibi, Antalya'da
Falez Otelin yanındaki Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğüne ait oteli
satıyoruz. Çünkü, benim Partimin siyasî anlayışına göre, devletin oteli
filan olmaz. Yanında, özel sektörün oteli var, milyarlar kazanıyor; benim
otelim zarar ediyor... Bunlar, milletin parasıyla yapılmış tesislerdir,
zarar ettirmeye biz yöneticilerin hakkı yoktur. Bunları satıp Türk
sporuna kaynak olarak getireceğiz.
Aynı şekilde, eğitim merkezlerimizi satacağız. Bunları tek tek
inceledik; doluluk oranları yüzde 5, yüzde 10 gibi... Ben, bunları
satarsam ve bunları satarken, alan adama "yılda, şu kadar adam, şu
kadar gün gelip, bu tesiste bedava kalacak" diye şart koşarsam, işletme
maliyetlerinden kurtulurum, bugünkü zararlardan kurtulurum ve bunları
da amatör sporlara finans yaparım.
Aynı şekilde, Spor-Toto'nun, bugünkü haliyle Türk sporuna kaynak
sağlaması mümkün değildir. Spor-Toto'dan, işin taraftarları olan
kulüpler, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ve bütün kamuoyu
şikâyetçidir; çünkü, elde ettiği ciro 1.8 trilyon liradır. Bunun az bir
kısmını, kulüplere, isim hakkı olarak; büyük bir kısmını da sporun
dışındaki yerlere kaynak olarak aktarmaktadır. Mesele, 1.8 trilyonu
artırma meselesidir; paylaşma meselesi değildir.
Biz, Bakanlık olarak, görev aldığımız 6 Marttan bugüne kadar hergün,
Spor-Toto'nun bilgisayara geçmesi, on-line'a geçmesi için gayret
içerisindeyiz. Tahmin ediyorum, önümüzdeki bir ay içerisinde karar
verip, Spor-Toto'yu, dünyadaki, Batı'daki emsalleri seviyesine
getireceğiz. Yani, Spor-Toto, Türkiye'de, maçın başlamasından 5 dakika
önce oynanabilir hale gelecektir. Bunun bize sağlayacağı fayda şu
olacaktır: Spor-Toto'nun cirosu 10 trilyona çıkacaktır. Dolayısıyla,
burada, büyük bir pasta hâsıl olacak, bu da, Türk sporunun kaynak
meselesini çözecektir.
Yatırımlar konusunu da hemen ifade ediyim: Şu andaki yatırımlar,
bizim Hükümetimize, daha önceden hazırlanıp, devredilen bir yatırım
programıdır. Açıklıkla ifade edeyim, stratejimiz şu olacaktır:
Konsolide bütçeden 420 milyar lira para ayrılmıştır, Bütçe ve Plan
Komisyonu üyeleri teveccüh gösterip, 1 trilyon lira ilave para vermiştir.
Sizin ve kamuoyunun huzurunda açıklıyorum: Bu 1 trilyon 420 milyar
lirayı şöyle kulanacağız: 400 küsur tane proje vardır. Bunların bir
kısmı ihale edilmiş, bir kısmı ihale edilmemiş, bir kısmı yüzde 5, bir
kısmı yüzde 10, bir kısmı yüzde 15 seviyelerindedir. Gençlik ve Spor
Genel Müdürlüğü, bir Bayındırlık Bakanlığı görüntüsünü vermektedir.
Bayındırlık Bakanlığında olmayan proje sayısı...
BAŞKAN – Sayın Bakan, son dakikanız.
DEVLET BAKANI ERSİN TARANOĞLU (Devamla) – Bitiriyorum.
... Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünde vardır. Bu meseleyi, bu şekilde,
götüremeyiz. Yapacağımız iş şudur: Milletin, 1 trilyon 420 milyar
liralık parasını, en rantabl şekilde kullanacağız. Yaptığımız iş,
verdiğimiz karar şudur: Bu sene içerisinde, 400 projeden 62 tanesini
bitireceğiz. Bu 62 projeyi seçerken de, şöyle adaletli bir kriter seçtik:
Yukarıdan aşağıya gerçekleşme oranı yüzde 99'dan geriye düşmek
suretiyle, nerede kaldıysa, o kadar orandaki projeyi bitireceğiz, geri
kalanına da, bir kuruş para ayırmayacağız; çünkü, bunlara üçer beşer
milyar ayırıp, 400 tane projeyi seneye devredeceğimize, hiç olmazsa, 62
projeyi bu sene bitirip, halkın huzuruna, hizmetine sunmamız lazım.
Vaktin kısalığı dolayısıyla isimlerini saymak istemiyorum.
Bir de 2004 Olimpiyatlarıyla ilgili bir iki cümle söyleyip, sözlerimi
bitireceğim.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – 1 dakika içerisinde lütfen, tamamlayınız Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI ERSİN TARANOĞLU (Devamla) – Türkiye, 2004
Olimpiyatlarına taliptir. Bu talep, hepinizin bildiği gibi, İstanbul İli
Belediye Başkanı tarafından yapılmıştır. 1997 Mart ayında, müracaat
eden 11 il, 5'e düşecektir. Türkiye Millî Olimpiyat Komitesi, üzerine
düşen görevi, şu anda fevkalade yapmıştır. Proje ihalelerini yapmıştır
ve 1996 Ağustos ayında ilk iş makinelerini sokacaktır. Emsalleri
içerisinde fevkalade öndeyiz. Bu olimpizm ruhunun ve 2004 meselesinin
tabana yayılması konusunda, başta medya olmak üzere, Parlamentonun
bugüne kadar olan desteğinin devamını talep ediyorum.
Yüce Meclisinizin teveccühüne mazhar olan bu bütçemizi, en son
kuruşuna kadar helal ettirerek, içerisine tek bir menfaat gölgesi
düşürmeksizin harcayacağımızı ifade ediyor, güveninizi bekliyor,
saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Buyurun Sayın Bakan.
DEVLET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün, hayırlı bir cuma günü, Diyanet İşleri Başkanlığının ve
Vakıflar Genel Müdürlüğünün bütçelerini konuşuyoruz. Yarın da,
inşallah, mutlu ve kutlu bir doğumu, Peygamberimizin doğumunu
kutlamış olacağız. Bu düşüncelerle, Diyanet ve Vakıflar bütçelerinin
milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum.
Diyanet İşleri Başkanlığıyla ilgili olarak burada söz alan değerli
arkadaşlarımızın, gruplar adına bir taahhüdü oldu; onu, şükranla
burada ifade etmek istiyorum. Bilindiği gibi, Diyanet İşleri
Başkanlığımızın elinde, halen uygulanabilir, o ihtiyaçlara cevap
verebilecek bir teşkilat kanunu yoktur. Bunlar, partiler adına verilmiş
söz ise, taahhüt ise, inşallah, bize düşen, en kısa sürede, Diyanet İşleri
Başkanlığıyla ilgili bir teşkilat kanun tasarısını Yüce Meclisin
huzuruna getirmek ve din hizmetlerinin daha verimli bir tarzda
yürütülmesine imkân verecek bir kanunlaşmayı gerçekleştirmektir. Buna
şiddetle ihtiyaç vardır; çünkü, din, artık, çağımızın tartışılmaz bir
gerçeğidir. Geçen iki asırda, bir reaksiyonel fikrî akım olarak,
rasyonalist ve pozitivist felsefî akımların tesiriyle ve ortaçağda din
adına ortaya konan olumsuz uygulamaların tesiriyle geçen iki asır,
insanların, dine karşı biraz şüpheyle baktığı, biraz şaşı gözle baktığı
bir dönem olmuştur; ama, geldiğimiz noktada, artık, bu, gerilerde
kalmıştır.
Bütün sosyologların, bütün ilim adamlarının ifade ettiği gibi, 21 inci
Yüzyıl, kuşku çağından, yeniden, maneviyata dönüş çağıdır. Bu
gerçeği herkesin çok iyi kavraması lazım gelir.
Bu geçmiş iki asırlık dönem, kuşku dönemi, genel karakteri itibariyle
insanların, din ile akıl ve ilim arasında bir tercihe zorlandığı, hatta
çatıştığı bir dönemdir; ancak, aradan geçen zaman, bu çatışmanın ve
tercih zorlamasının doğru olmadığını; din ile akıl ve ilmin biribirinin
yerine ikâme edilemeyeceğini ortaya koymuştur. Çünkü, din, bir ihtimal
değil, gerçektir; toplumların en önemli dinamiğidir; onu yönlendiren,
şekillendiren, birbirine bağlayan ya da ayıran sosyolojik, tarihî, fıtrî ve
aklî bir gerçektir, bütün medeniyetlerin de özüdür. Bizim
bakımımızdan, bunlara ilaveten, millî bütünlüğümüzün çimentosudur.
Dini yok farz ederek, hayatı, insanı ve toplumu tanzim etmek mümkün
değildir, olmamıştır; Çünkü, yokluk, yetersizlikle ikâme edilemez.
(ANAP, DYP ve RP sıralarından alkışlar)
Bu sebeple, birçok ilim adamı, iki asır sonra gelinen bu noktayı,
insanlık açısından, sosyolojik bir ifade olarak, bir idrak gecikmesi
olarak değerlendirmektedir. Toplumumuzun, böyle bir idrak gecikmesine
de tahammülü yoktur.
Şimdi, üzerinde durmamız gereken bir başka husus, Müslüman
topluluklar ve özellikle bizim toplumumuz, bir taraftan, küreselleşmenin
tesirlerini yaşıyor, öbür taraftan da, çağın getirdiği birtakım şartları,
imkânları ya da zorlukları anlamaya, kendi kültürüyle, kendi inancıyla
bağdaştırmaya çalışıyor. Yani, bir taraftan, küreselleşme, öbür taraftan,
sosyolojik anlamda modernleşmeyi sentez etmenin gayreti içerisindedir.
Bunun anlamı şudur; böylesine zor bir görevin başarılabilmesi
açısından, bazı arkadaşlarımın kanaati hilafına, Diyanet İşleri
Başkanlığına şiddetle ihtiyaç vardır. Yani, Diyaneti, devletin dışına
çıkarmak yerine, tam tersi bir kanaatle, Diyanete daha fazla rol, daha
fazla fonksiyon kazandırmak lazımgelir diye düşünüyorum.
Günümüzün temel meselesi, evvela doğru bilgi -İslam açısından da bu
böyledir- doğru yorum, doğru kullanım ve İslamileşmiş bilgiden
geçmektedir. (ANAP ve RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Eğer,
siz, İslamı bilmede, anlamada doğru bilgiye ulaşamıyorsanız, doğru
yorum yapamıyorsanız, doğru kullanımda bulunamıyorsanız ve çağın
bilgilerini bu noktada İslamileştiremiyorsanız, o takdirde, din adına
neye inandığınızı münakaşa etmek gerekir.
Bu sebeple, bütün bu zaruretlerin yerine getirilebilmesi açısından,
Diyanet teşkilatına şiddetle ihtiyaç vardır, onun fonksiyon
kazanmasına,ona daha fazla imkân tanınmasına ihtiyaç vardır. Bu, bizi,
hem slogancılıktan kurtaracak hem din adına istismardan kurtaracak
hem de, nihayet, bizi, çift gerçekli toplum olmaktan kurtaracaktır. (RP
sıralarından alkışlar)
Bir başka husus: Maalesef, din konusu, zaman zaman, siyaset öncesi
açıklanan bir taban fiyat gibi mütalaa edilmiştir. Halbuki, din, bir
hayattır; din, bir inanıştır; din, bir süreçtir. (RP sıralarından
"Bravo"sesleri, alkışlar) Normal ve sağlıklı bir insanı ve toplumu
meydana getirmenin temel unsurudur. Bu nereden çıkıyor; Dünya
Sağlık Teşkilatının "normal insan nedir, normal toplum nedir" diye bir
tarifi var -bunun altını özellikle çizerek arz ediyorum- Dünya Sağlık
Teşkilatı diyor ki, kendisiyle, etrafıyla, aile çevresiyle, milletiyle, bütün
insanlık âlemiyle, daha sonra da Allah'ı ile uyum içinde olan insan ya da
toplum normal insandır, normal toplumdur. (ANAP, RP ve DYP
sıralarından alkışlar) Peki, şimdi, siz, hem kendisiyle hem etrafıyla
hem milletiyle hem de bütün insanlık âlemiyle uyumlu bir toplum
meydana getirmek istiyorsanız, Diyanet Teşkilatına ihtiyacınız vardır.
O halde, Diyanete çok farklı bakmak gerekir; bu bir.
Bir başka husus; Diyanetin, bizim toplumumuza sunduğu hizmetlere yeni
talepler eklenmiştir. Özellikle Marksizmin iflasından sonra, Sovyetlerin
dağılmasından sonra, Türk cumhuriyetlerinde, Balkanlarda, Diyanet
İşlerinin hizmetlerine şiddetle ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaçların
karşılanması, sadece, bir dinî hizmetin yerine getirilmesi açısından
değil -altını bir defa daha çizerek ifade etmek istiyorum- Türkiye'nin
güvenliği açısından, Türkiye'nin birlik ve bütünlüğü açısından da önem
arz etmektedir. Eğer, siz, oralardaki dinî boşluğu dolduramazsanız,
doğru dolduramazsanız; oralara, doğru İslamî bilgileri, doğru hizmet
anlayışını, din anlayışını götüremezseniz; İslamı siyasallaştırmış ve
İslamı bir ölçüde kavga aracı haline getirmeye çalışmış başka
devletlerin, başka toplumların, o boşluğu doldurmasına fırsat vermiş
olursunuz. Belki, yirmisene sonra, otuz sene sonra, elli sene sonra
geldiğimiz bu kötü noktadan, bu kötü gidişten şikâyetle karşı karşıya
kalırız.
BAŞKAN – Sayın Bakan, 2 dakikanız kaldı.
DEVLET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – O sebeple, Diyanet
konusunda söylemek istediğim şudur: Bizim için temel mesele dine
karışmak ve onu tartışmak yerine, onunla barışmak ve onu sevmektir.
(ANAP, RP ve DYP sıralarından alkışlar) Sevmek için bilmek, bilmek
için de, tanımak gerekir. O halde, hepimizin görevi, bu lâzimeyi yerine
getirmektir. Diyanet İşleri Başkanlığının temel görevi de budur.
Üzerinde durmak istediğim ikinci husus, Vakıflar Genel Müdürlüğüyle
ilgilidir. Vakıf kurumu -bir ilim adamının da ifade ettiği gibi- insan
aklının bulabildiği en hayırlı kurumdur ve tarihte, bunu en güzel
şekilde gerçekleştiren bizim milletimizdir. Şimdi, o geleneği
sürdürmemiz lazım. Vakıflar Genel Müdürlüğüne de, bu anlamda
bakmış olmamız lazım gelir diye düşünüyorum.
Maalesef, toplumumuzda, bir tarafta vakıflaşma gayreti var -bunu,
şayanı takdir bir gelişme olarak görüyorum- ama, öbür tarafta, vakıf
eserlerinin korunması noktasında, Türkiye, bir süreden beri, bir
ilgisizliği, bir sorumsuzluğu da yaşamaktadır. Şu dönem, bu dönem; bu
mallara hepimizin sahip çıkması lazımdır. Vakıf mallarına sahip
çıkmak demek, bu vatana sahip çıkmak demektir; buranın, ebedî, bizim
yurdumuz, bizim vatanımız olduğuna sahip çıkmak demektir; bu
iddiayı, ebediyete kadar sürdürmek demektir; çünkü, bu mallar, bu
eserler, bu milletin tapusudur, bizim kültürümüzün, bizim
medeniyetimizin olaylara insanlara nasıl baktığını gösteren en sağlam
delillerdir. (ANAP, RP ve DYP sıralarından alkışlar) Dolayısıyla,
toplumda bu şuurun gelişebilmesi açısından, sadece Vakıflar Genel
Müdürlüğüne değil, teker teker hepimize, siyasî partilerimize, mahallî
idarelerimize, özellikle belediyelerimize, bu eserlerin korunması,
yaşatılması, gelecek nesillere...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bakan, lütfen 1 dakika içerisinde toparlayın.
DEVLET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – ...aktarılabilmesi
bakımından böyle bir millî şuurun gelişmesi noktasında hepimize görev
düştüğü kanaatini taşıyorum.
Bu düşünce ve duygularla, hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP, RP ve
DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Şahsı adına, aleyhte, Sayın İsmail Coşar; buyurun
efendim. (RP sıralarından alkışlar)
İSMAİL COŞAR (Çankırı) – Sayın Başkan, cuma namazı vaktimize
15 dakika kaldı. Benim de konuşmam halinde, Yüce Meclis üyeleri
cuma namazına gitmekten mahrum kalacaklar, yahut da hiç kimse
kalmayacak. Nasıl olsa ara verilecektir; eğer, mümkünse, o aradan sonra
konuşmama başlayayım.
BAŞKAN – Hayır efendim, bu bütçeyi bitireceğiz.
İSMAİL COŞAR (Çankırı) – Mümkün değilse, cuma namazına
yetişmek için konuşmamdan vazgeçiyorum; ancak, bir istirhamım var.
Sayın Devlet Bakanına yazılı olarak sormuş olduğum soruların
okunmasını arz ediyorum.
Teşekkür ediyorum.
BAŞKAN – Konuşmuyorsunuz veya yerinizden konuşmuş kabul
ediyoruz sizi.
Sağ olun.
Sayın milletvekilleri, beşinci turdaki görüşmeler tamamlanmıştır.
Sorulara geçiyoruz:
Sayın Hakan Tartan?.. Burada.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aracılığınızla aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Cemil
Çiçek tarafından cevaplandırılmasını saygılarımla arz ve talep ederim.
Hakan Tartan
İzmir
Soru:
1. Diyanet İşleri Başkanlığı, imam nikaâhının, resmî nikâh yerine
geçmesi konusuna nasıl bakıyor?
2. Diyanet İşleri Başkanlığının denetimi dışında cami var mıdır?
3. Türk-İslam sentezci bazı vakıflar dışında, hoşgörü ve sevgiyi esas
alan vakıf ve derneklere de yardım yapılıyor mu?
BAŞKAN – Sayın İsmail Coşar?.. Burada.
HAKAN TARTAN (İzmir) – Sayın Başkan, sorularımıza cevap
verilecek mi acaba?
BAŞKAN – 10 dakika, soruları okuyacağız, ondan sonra...
Sayın İsmail Coşar'ın sorusunu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Cemil Çiçek tarafından
cevaplandırılmasına delaletlerinizi arz ederim.
Saygılarımla.
İsmail Coşar
Çankırı
Sorular:
1. Henüz birçok ilde vakıf öğrenci yurdu yok iken ve Ordu İlinde iki
yurt mevcut olduğu halde ihtiyaç olmamasına rağmen, Ordu'nun üç
ilçesine daha yurt yapılmasının sebebi nedir; bu yurtlar kaç liraya ve
kimlere ihale edilmiştir?
2. Ankara İmam-Hatip Lisesi öğrenci yurdu yüzde kaç indirimle ihale
edilmiştir; bu kadar düşük fiyatla verilmesinin sebebi nedir?
3. Uzun yıllardır vakıflarda hizmet veren çok iyi yetişmiş kalifiye,
deneyimli, çalışkan ve dürüst üst yönetici elemanları (idare meclis
üyeleri, genel müdür yardımcıları, teftiş kurulu başkanı, daire
başkanları, şube müdürleri) hiçbir sebep ve gerekçe olmadan, sadece,
devletten yana olmaları ve Vakıflar Genel Müdürlüğüne sahip
çıkmaları sebebiyle mi bu görevlerden alındılar; yoksa, keyfî olarak
mı? Bunların hepsi, mahkemelerden müteaddit defalar idare aleyhine
karar aldıkları halde, bu kararlar neden uygulanmamıştır?
4. Görevden alınan üst yönecilerin yerine son dört yıl içinde atananların,
maalesef, çoğunun sicilleri bozuk, yüz kızartıcı suçlardan teftiş görmüş,
mahkemeye gitmiş oldukları halde, bunlar, nasıl ve neden önemli
görevlere getirilmişlerdir?
5. Hiçbir sebep yok iken, görevden alınmış eski yöneticilerin, görevleri
olmadığı halde, ne sebeple, Bitlis, Diyarbakır, Gaziantep, Erzurum,
Trabzon illerinde ve bu illere bağlı yerlerde gereksiz yere
görevlendirilerek devlete maddî zarar verilmesi ve bu personele eziyet
edilmesindeki maksat ne idi acaba?
6. Anafartalar Caddesindeki Vakıf İşhanının girişinde bulunan ve
Öğretmenler Bankasının başlattığı yere, Kuveyt Türk Evkaf Finans
Kurumu Ankara Şubesi, aylık 100 milyon lira kira teklif ettiği halde, özel
bir hükmî şahıs olan Pervak'a, bu yer, 5 milyon liraya aylık kira ile ihale
yapılmadan nasıl verilmiştir; bu usulsüz işlemi yapanlar hakkında ne
gibi işlemler yapılmıştır?
7. Vakıflar Genel Müdürlüğünün işlerinde, geçen yıllara nazaran bir
artış olmamasına rağmen, son dört yıl içinde açıktan ve naklen 400
kadar yeni personel alınmasının sebebi ve hikmeti nedir; alınan bu
kişiler, neden sadace Ordulu ve Şanlıurfalıdır?
8. Hiçbir devlet hizmeti yokken, imtihan yapılmadan, Sayın Ekrem
Ceyhun'un yeğeni, Genel Müdür Yardımcısı Enver Çolakoğlu, Devlet
Memurları Kanununa uymayan bir şekilde açıktan nasıl atanmıştır;
yoksa, bu kişi, Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına tabi değil midir?
9. Vakıflar Eski Genel Müdürü ve Vakıflar Bankası Yönetim Kurulu
Başkanı Fadıl Ünver, Vakıflar Bankasından yılbaşı hediyesi olarak
kaç yüz paket hediye yaptırmıştır; kimlere ne sıfatla bu hediyeler
verilmiştir; Kamu kuruluşu, böyle, milyonlarca liralık hediye dağıtabilir
mi?
Genel Müdürün, şahsına ait sigaraları dahi Vakıflar Genel Müdürlüğü
ve Vakıflar Bankasına karşılattığı söylenmekteydi.. Bu iddialar doğru
mudur? Bu konuda, Bakanlık Teftiş Kuruluna ulaşan şikâyetler üzerinde
durulmuş mudur?
10. Fadıl Ünver'in bizzat kurduğu Fiyat Tespit Komisyonu tarafından,
İstanbul Mecidiyeköy'deki bir arsaya 1 trilyon lira, ikinci arsaya 700
milyar lira değer biçildiği halde, 1995 yılı içinde, bu arsalardan birincisi,
onda bir bedeli olan 100 milyar liraya, 700 milyar lira değer biçilen diğer
arsada 37 milyar liraya satılmıştır.. Ayrıca, Üsküdar'daki bir arsaya da,
Vakıflar Bankası 60 milyar lira teklif etttiği halde, bu arsa da,
müşterisinin teklif ettiğinden daha aşağı bir fiyat olan 54 milyar liraya
verilmek üzere mukavele yapılmış ve satış işlemi tamamlanmıştır.
Vakıflar Genel Müdürlüğü neden böyle bir zarara kasıtlı olarak
sokulmuştur; bu satış bedelleri tahsil edilmiş midir, bu usulsüz satışlar
ve idareyi zarara sokan bu fiiller hakkında bir işlem yapılmış mıdır?
11. Bütün bunlardan sonra Vakıflar eski Genel Müdürü Fadıl Ünver,
siyaset için istifa etmiş iken, eski görevine dönmek istiyor mu; dönerse, o
teşkilatta, bu iddialara rağmen hizmet verebilir mi; otorite sağlayabilir
mi?
12. Vakıf taşınmazlarını üçüncü şahıslara ve müteahhitlere, Devlet
İhale Kanununa aykırı olarak işgal ettiren ve tahsis eden İstanbul
Vakıflar Bölge Müdürü mezkûr şahıs hakkında tanzim olunan
tezkerelerden kaç tanesi ilgili idare kuruluna sevkedilmiştir; sevk
edilmemişse, neden sevk edilmemiştir?
13. Vakıf İnşaat ve Restorasyon A.Ş. Genel Müdürü ve 24 Aralık 1995
seçimlerinde DYP'den Kars İli milletvekili adayı olan Vehbi Koç'un,
İstanbul Beyoğlu İlçesi Pürtelaşhasan Mahallesi Cihangir Sokak
No:32'de kayıtlı vakıf taşınmazı işgal etmesi ve bilahara bu şahsın
adına, Raşit Erenas adı kullanılarak, aylık 1,5 milyon TL bedel
üzerinden, İhale Kanununa aykırı olarak tahsis işlemi yapılmasıyla
ilgili herhangi bir soruşturma açılmış mıdır? Akabinde, adı geçen
işgalciler hakkında idarece yasal bir işleme tevessül olunmuş mudur?
14. Devletin milyarlarca lira zarara sokulmasına sebebiyet verilen
Ayvalık Zeytin İşletmeleri ve Taşdelen Vakıf Memba Suları
İşletmesinin 1994-1995 yılları faaliyetleriyle ilgili olarak, yetkililer
hakkında adlî ve idarî bir soruşturma açılmış mıdır? Açılmışsa, bu
soruşturmaların sonucunda düzenlenen fezleke ve raporlar işleme
konulmuş mudur?
15. Fenerbahçe Spor Kulübüne Vakıflar Genel Müdürlüğünce kaç bin
metrekare arsa, hangi şartlarla ve kaç yıllığına tahsis edilmiştir?
16. Fadıl Ünver tarafından Vakıflar Genel Müdürlüğünün değişik
birimlerine, Ünver soyadlı kaç tane akrabası atanmıştır?
BAŞKAN – Sayın Mehmet Bedri İncetahtacı?.. Buradalar.
Sorularını okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.
Mehmet Bedri İncetahtacı
Gaziantep
1. Diyanet İşleri Başkanlığının özerkleştirilmesi konusunda yapılan
herhangi bir çalışma var mıdır?
2. Din görevlilerine yeni kadroların ihdası söz konusu mudur?
3. Din görevlilerinin statüleri hakkında herhangi bir çalışma var mıdır?
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim.
Mehmet Bedri İncetahtacı
Gaziantep
1. Her geçen gün boyutları büyüyen futbol terörü hakkında ne gibi
tedbirlerin alınması düşünülmektedir?
2. Kamuoyunda, gerek Futbol Federasyonunun ve gerekse Futbol Merkez
Hakem Komitesinin, İstanbul kulüplerini, Anadolu kulüpleri karşısında
kayırdığına dair bir kanaat vardır. Bu durum, kulüplerin rekabetini
engellemektedir. Bakanlığımızın bu konuda ne gibi bir düşünce ve
tedbirleri vardır?
3. Amatör spor kulüplerinin durumlarının iyileştirilmesi konusunda yeni
bir çalışma var mıdır?
BAŞKAN – Sayın Hasan Dikici?.. Buradalar.
Sorusunu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Ersin Taranoğlu
tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını, saygılarımla arz ederim.
Hasan Dikici
Kahramanmaraş
1. Kahramanmaraş Spor İl Müdürlüğü binası 1996 yatırım
programında var mıdır; varsa, hangi tarihte bitirilecektir?
2. 12 Şubat Stadı tribün inşaatına ne zaman başlanacaktır?
3. Merkez ilçeye, gençlik merkezi ile yeni bir kapalı spor salonun
yapımına hangi tarihte başlanacaktır?
4. Güreş Eğitim Merkezi, ihtiyacı karşılamaktan çok uzaktır. Yatak
kapasitesinin artırılması ne zaman mümkün olacaktır?
5. 1996 Programında, Afşin, Elbistan, Göksun güreş eğitim merkezleri
var mıdır; varsa, hangi tarihte bitirilecektir?
BAŞKAN – Sorular için ayrılan süre dolmuştur.
Sayın Bakanlar, soruları nasıl cevaplayacaksınız?
DEVLET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Sayın Başkan, yazılı
olarak cevap vereceğiz.
BAŞKAN – Bu durumda, uygulamamız, sürenin bitimine kadar soruları
okutmak; ama, 86 adet soru var. Benim görüşüm şu; dilerseniz soru
sahiplerinin sadece isimlerini okuyayım: Sayın Mikail Korkmaz, 2 adet
soru; Sayın Sıtkı Cengil, 4 adet soru; Sayın Hasan Dikici, Sayın Musa
Demirci, 2 adet soru; Sayın Abdullah Örnek, Sayın Yakup Budak, 2 adet
soru; Sayın Kâzım Arslan, 2 adet soru; Sayın Ramazan Yenidede,
Sayın Boray Baycık 2 adet soru; Sayın Musa Uzunkaya, 3 adet soru;
Sayın Yakup Hatipoğlu, Sayın İsmail Coşar, Sayın Mehmet Sıddık
Altay 11 adet soru; Sayın Memduh Büyükkılıç 2 adet soru; Sayın
Ertuğrul Yalçınbayır, 5 adet soru Sayın Naci Terzi, Sayın Osman Hazer
birbiri ardına 3 soru; Sayın Mehmet Salih Katırcıoğlu, Sayın Mehmet
Altan Karapaşaoğlu 2 adet soru; Sayın Abdulkadir Öncel, Sayın Remzi
Çetin, 4 adet soru; Sayın Tevhit Karakaya 2 adet soru; Sayın Mustafa
Yünlüoğlu, Sayın Ersönmez Yarbay 3 adet soru; Sayın Mustafa Kemal
Ateş, Sayın Muhammet Polat, 2 adet soru; Sayın Bülent Arınç 2 adet
soru; Sayın Aslan Polat, Sayın Fethullah Erbaş, Sayın Maliki Ejder
Arvas, Sayın Mehmet Elkatmış 2 adet soru; Bülent Arınç, Sayın Cafer
Turan Yazıcıoğlu, Sayın Mehmet Aykaç, 2 adet soru; Sayın Abdullah
Gencer 3 adet soru; Sayın Hüseyin Kansu, Sayın Arif Ahmet
Denizolgun, Sayın Mahmut Işık, 2 adet soru, Sayın Suat Pamukçu,
Sayın Kemalettin Göktaş.
MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Yazılı cevap verilecek mi efendim?
BAŞKAN – Efendim, sorulara ayrılan süre içerisinde, maalesef, bunları
işleme koyamadık. Dilerseniz, ayrıca soru önergesi olarak, Bakanlara
verebilirsiniz.
Sayın milletvekilleri, sırasıyla, beşinci turda yer alan bütçelerin
bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı ayrı okutup
oylarınıza sunacağım.
Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesinin bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
A) VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1. – Vakıflar Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Bütçesi
A – CETVELİ
Program
Kodu A ç ı k l a m a Lira
101 Genel yönetim ve destek hizmetleri 539 561 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Program
Kodu A ç ı k l a m a Lira
111 Vakıf işlemlerinin yürütülmesi 117 655 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
112 Sosyal yardım ve kültürel işlemler 1 389 779 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
900 Hizmet programlarına dağıtılamayan transferler 69 006
000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
TOPLAM 2 116 001 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelini okutuyorum :
B – CETVELİ
Gelir
Türü A ç ı k l a m a Lira
2 Vergi dışı normal gelirler 1 299 999 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
3 Özel gelirler, Hazine yardımı ve devlet katkısı 816
002 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
TOPLAM 2 116 001 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Vakıflar Genel Müdürlüğü 1996 malî yılı bütçesinin bölümleri
kabul edilmiştir. Hayırlı olmasını temenni ederim.
Şimdi, Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinin bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
B) DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI
2. – Diyanet İşleri Başkanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
A – CETVELİ
Program
Kodu A ç ı k l a m a Lira
101 Genel yönetim ve destek hizmetleri 3 274 399 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
111 Toplumun dinî konularda aydınlatılması ve ibadet
yerlerinin
yönetimi 17 617 601 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
900 Hizmet programlarına dağıtılamayan transferler 73 000
000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
TOPLAM 20 965 000 000 000
BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Diyanet İşleri Başkanlığı 1996 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir. Hayırlı olmasını diliyorum.
Şimdi, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
C) GENÇLİK VE SPOR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1. – Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Bütçesi
A – CETVELİ
Program
Kodu A ç ı k l a m a Lira
101 Genel yönetim ve destek hizmetleri 2 401 200 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
111 Türk sporunun idamesi ve geliştirilmesi hizmetleri 2 026
100 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
900 Hizmet programlarına dağıtılamayan transferler 27 100
000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
TOPLAM 4 454 400 000 000

BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
(B) cetvelini okutuyorum :

B – CETVELİ
Gelir
Türü A ç ı k l a m a Lira
2 Vergi dışı normal gelirler 152 015 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
3 Özel gelirler, Hazine yardımı ve devlet katkısı 4 302
385 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
TOPLAM 4 454 400 000 000

BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü 1996 malî yılı bütçesinin bölümleri
kabul edilmiştir. Ülkemiz ve ulusumuz için hayırlı olmasını diliyorum.
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:

D) DEVLET METEOROLOJİ İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
1. – Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Bütçesi

A – CETVELİ
Program
Kodu A ç ı k l a m a Lira
101 Genel yönetim ve destek hizmetleri 425 185 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
111 Türk sporunun idamesi ve geliştirilmesi hizmetleri 1 080
015 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
900 Hizmet programlarına dağıtılamayan transferler 210
000 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
TOPLAM 1 715 200 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1996 malî Yılı bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir. Ülkemiz ve ulusumuz için hayırlı olmasını
diliyorum. (Alkışlar)
Saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum.

Kapanma Saati:12.53



İKİNCİ OTURUM
Açılma Saati : 14.00
BAŞKAN : Başkanvekili H. Uluç GÜRKAN
KÂTİP ÜYELER : Salih KAPUSUZ (Kayseri), M. Fatih ATAY
(Aydın)



BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 40
ıncı Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum.
III. — KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
1. — 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu
Tasarıları (1/285, 286) (S. Sayıları : 1, 2) (Devam)
E) ADALET BAKANLIĞI
1. — Adalet Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
F) YARGITAY BAŞKANLIĞI
1. — Yargıtay Başkanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
G) ÇEVRE BAKANLIĞI
1. — Çevre Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
BAŞKAN – Altıncı tur görüşmelere başlıyoruz.
Komisyon?.. Buradalar.
Hükümet?.. Buradalar.
Altıncı turda, Adalet Bakanlığı, Yargıtay Başkanlığı ve Çevre
Bakanlığı bütçeleri yer almaktadır.
Altıncı turda, grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin
isimlerini okuyorum:
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Kahramanmaraş Milletvekili
Sayın Ali Şahin, Ankara Milletvekili Sayın Yılmaz Ateş.
Demokratik Sol Parti Grubu adına, Hatay Milletvekili Sayın Ali Günay,
Karabük Milletvekili Sayın Erol Karan.
Refah Partisi Grubu adına, Trabzon Milletvekili Sayın Şeref Malkoç,
Kocaeli Milletvekili Sayın Osman Pepe.
Anavatan Partisi Grubu adına, İzmir Milletvekili Sayın Metin Öney,
Kırşehir Milletvekili Sayın Mehmet Ali Altın.
Doğru Yol Partisi Grubu adına, Adana Milletvekili Sayın Cevher
Cevheri, Çanakkale Milletvekili Sayın Hamdi Üçpınarlar.
Şahısları adına; lehinde, Adana Milletvekili Sayın Orhan Kavuncu;
aleyhinde -sırasıyla okuyorum- Kahramanmaraş Milletvekili Sayın
Ahmet Dökülmez, İzmir Milletvekili Sayın Sabri Ergül,
Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mustafa Kamalak, Bursa Milletvekili
Sayın Ertuğrul Yalçınbayır, Hatay Milletvekili Sayın Atila Sav.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, ilk konuşma için, Sayın Ali
Şahin. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Şahin, sürenizi eşit mi paylaşacaksınız ?
ALİ ŞAHİN (Kahramanmaraş) – Ben, süremi bir iki dakika geçeceğim;
arkadaşımın haberi var.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Şahin.
CHP GRUBU ADINA ALİ ŞAHİN (Kahramanmaraş) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına,
Adalet Bakanlığı ve Yargıtay bütçesi hakkında görüşlerimizi bildirmek
için söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, Yüce Meclise saygılar
sunarım.
Devletimizin yeni oluşumu sırasında, hukuksal düzenlemeye özel bir
önem verilmiştir; çünkü, hukuk sistemi, niteliği ve niceliği itibariyle, bir
devletin, bir rejimin karakterini; yargılama düzeni de, o devletin sosyal
ve toplumsal yapısını belirler; bu nedenle, devlet ve rejimle doğrudan
ilişkilidir.
Cumhuriyet hükümeti, bu konuda, yetmiş küsur yıl önce Batı’ya
yönelerek, çağdaş hukuk ve onun gerektirdiği yargı sistemini ve düzenini
seçmiştir. Bu doğru tercih, aslında, sonraki aşamalarda ve
uygulamalarda, yargının yapılanmasıyla ilgili bütün sorunları çözmek
anlamına gelmemektedir. Nitekim, cumhuriyetin kuruluşundan
günümüze kadar, yargının yapısı, işleyişi, yargı bağımsızlığı, yargı
üzerindeki idarî ve siyasî baskılar konusu, hep konuşulmuştur,
konuşulmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; adalet duygusu, insanların insanca
yaşaması, toplum içerisinde huzur, güven ortamında bulunması,
devletine ve milletine sahip çıkması için yüce ve manevî bir olgudur.
Adalet denince akla, hak, hukuk, tek kelimeyle devlet gelir. Adaletin
güvencesi, hukukun üstünlüğü, hâkim ve savcı teminatıdır. Eğer bir
hukuk devletinde hâkim ve savcı teminatı yoksa, yargı bağımsız
değilse, o ülkede haksızlığa ve zulme uğramış kişilerin başvuracakları
yer adaletin kapısı değil, ihkak yolu veya mafya kapısıdır.
Eğer, bir ülkede yargı bağımsızlığı, savcı, hâkim ve savunma teminatı
yoksa, bu haklar kısıtlıysa, hırsızlıkları, rüşvetçiliği, köşe
dönücülüğünü önlemeniz mümkün değildir. Keza, yargı, bağımsız,
güçlü, adil ve süratli değilse, yargısız infazları, toplum içerisinde
karışıklığı, adalete olan güvensizliği asla önleyemezsiniz.
Ülkemizde yargının sorunları, hiçbir dönemde, bir bütün olarak makro
düzeyde ele alınmamış; kısa, orta ve uzun vadeli çözümler
planlanmamış ve programlanmamıştır. Bu nedenle, kurumlar ve
kurallar eskimiş, yapı hantallaşmış ve gereksinmelere yanıt vermede
güçlük çeker hale gelmiştir. 65 milyona varan nüfus ve bunun sonucu
yıldan yıla çığ gibi artan sorunlar karşısında, gerek mahkemenin nitelik
ve niceliği ve gerekse hâkim, savcı ve yardımcı personel gereksinmeleri
yönünden acil ve objektif çözümlere gidilmemiş, mevcut düzeni koruma
anlayışı, yönetimlere egemen olmuştur. Adalette gecikme, hak almada
güçlük, infazda zorluk, ekonomide yük, yargıya güveni azaltmış; yargı,
âdeta zenginlerin ve güçlülerin başvuracağı, hak alacağı bir kurum
görünümüne gelmiştir.
Sayın Başkan değerli milletvekilleri; Anayasamızın 141 inci maddesi,
ayrıca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5 ve 6 ncı maddeleri,
yargının makul sürede neticeye ulaşmasını öngörmüştür. Amerika
Barolar Birliği, ceza davalarının yüzde 90’ının işlem ve bitirme
sürecini, tutuklamadan itibaren 120 gün olarak saptamıştır. Ülkemizde
ise, yıllardır eleştirilmesine rağmen değiştirilemeyen ceza ve hukuk usul
yasaları, işlemleri gereksiz yere uzattığından, davaların, 120 günde
değil 1 200 günde dahi bitirilmesi mümkün olmamaktadır.
Bütün bunlarla, Türk adaletini, hâkimini ve savcısını eleştirmek
istemiyorum; sistemin bozukluğundan bahsediyorum; adaletin yürümesi
için gerekli ortamı hazırlamayanları eleştiriyorum.
Büyük bir gayretle çalışan, 50-100 dosyayla duruşmalara çıkan, gece
evinde, gündüz adalet dairesinde davalarla uğraşan hâkim ve
savcılarımızı, buradan, yürekten kutluyor, saygılar sunuyorum.
Türkiye’de, bütün eleştirilere, siyasetin ve idarenin müdahalesine rağmen
ayakta dimdik duran müesseselerimizin başında yargı gelir.
Anayasamızın, 138 ve 139 uncu maddeleri, mahkeme ve yargıç
bağımsızlığından, hâkim ve savcı teminatından bahseder; fakat,
uygulamada, bu bağımsızlık ve teminatı görmek mümkün değildir.
Anayasamız, yasama, yürütme ve yargıyı birbirinde ayırmıştır.
Bunların birbirine müdahalesi, hukuk düzeninde kopukluk, toplumda
sorun yaratır. Anayasamızda olmasına rağmen, uygulamada, Hâkimler
ve Savcılar Yüksek Kurulunu tam bağımsız saymak mümkün değildir.
1961 Anayasasıyla oluşturulan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu
1982’de değiştirilmiş; hâkim, savcı ve yargının teminatı olan bu
müessese, idarî bakımdan yürütmenin içinde olan ve siyasî kadrodan
gelen Adalet Bakanının ve atadığı müsteşarın içinde bulunduğu bir
kurulun inisiyatifine verilmiştir. Adalet Bakanı, Hâkimler ve Savcılar
Yüksek Kurulunun başkanı, müsteşarı üyesi, personel genel müdürü de
sekreteridir. Diğer üyelerden üçü Yargıtaydan, ikisi Danıştayın teklifi
üzerine Cumhurbaşkanınca seçilir. Bu, son derece yanlıştır; ülkenin her
köşesinde görev yapan, adalet dağıtan kürsü hâkimlerinin ve
savcılarının, kendilerini idare edecek kurulun oluşumuna katılmaması,
son derece sakıncalı ve yanlıştır.
Yargıda hiyerarşi yoktur. Bu nedenle, Anayasanın ilgili maddesi
değiştirilmeli ve hâkimler ve savcılar, kendilerini idare edecek kadroyu,
kendi aralarından, siyasî görüşle değil, tam bir tarafsızlık içinde, bilgi,
görgü ve çalışma kapasitesine göre seçmeli; hâkimliğe alma, hâkim ve
savcıların tayin, terfi, özlük işleri, tahkikat ve denetimi bu kurula
bırakılmalıdır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; her iktidar değişikliği ve bakan
değişikliklerinde, sübjektif ölçülerle, birtakım suçlamalarla, alelacele,
yıllardır kamu görevi yapan müsteşarı, genel müdürleri ve bürokrat
kadroyu değiştirirseniz, bunlara haksızlık yapmış olursunuz. Fakat,
Türkiye bir hukuk devletidir; noksanları da olsa, hukukun içerisinde,
hakkın isteneceği merciler vardır. Bu nedenle, idarenin tasarruflarına
karşı idarî yargının vereceği karar, kamu görevlilerinin en büyük
teminatıdır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; buradan, Danıştay ve idarî
mahkemelerden verilen hak ve hukuku korumaya yönelik kararları ve bu
kararları verenleri kutluyorum.
Öğrendiğimize göre, Adalet Bakanlığı Müsteşarı ve bazı genel
müdürlerle ilgili atamalar için, Danıştayımızın yürütmeyi durdurma
kararı verdiği saptanmıştır. Bu kararın acilen uygulanması, Sayın
Adalet Bakanının, hukukun üstünlüğüne ve yargıya olan saygısını
gösterecektir. Sayın Adalet Bakanının bu uygulaması, diğer bakanlıklar
için de örnek teşkil edecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; günümüz koşulları ve
gereksinimleri değişmesine ve gelişmesine karşın, adalet mekanizması
yeni olanaklar ve çözümlerle desteklenmemiştir. Adlî ve idarî yargıda,
toplam 8 bin civarında hâkim ve savcı kadrosu bulunmaktadır. Bu
kadrolarda, ancak, toplam 5 500 hâkim ve savcı fiilen görev yapmakta,
kadronun yüzde 55’i dolu, yüzde 45’i noksan olarak yürümektedir. Bu ise
davaları uzatmakta, hâkim ve savcıların verimini düşürmekte,
hâkimlerin inceleme ve araştırma imkânlarını yok etmektedir.
Adliyenin yardımcı sınıfı olarak anılan yazı işleri müdürleri, kâtipler,
mübaşirler ve hizmetliler, adaletin bir düzen içerisinde gelişmesine,
hâkim ve savcıların en doğru kararları vermesine katkıları olan
saygıdeğer kişilerdir.
Eldeki istatistikî bilgilere göre, tüm mahkeme ve icra dairelerinin iş
sayısı 10 milyonun üzerindedir. Bu işi götürebilmek için 40 bin zabıt
kâtibine ihtiyaç vardır; halbuki, bu iş, 10 bin kâtip tarafından
yapılmaktadır; bunları kutlamak gerekir. Kutlamak yetmez; ekonomik
ve sosyal bakımdan bunlara sahip çıkmak, hâkimine, savcısına,
kâtibine, mübaşirine, hizmetlesine, günün koşullarına göre her türlü
ekonomik hak ve sosyal imkânları yaratmak gerekir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye’deki tüm mahkemelerin
temyiz edilen kararları Yargıtaydan geçmektedir. Yargıtayımızda, bu
görevi, 10’u ceza, 20’si hukuk dairesi olmak üzere, toplam 30 daire,
büyük bir özveriyle çalışarak yürütmektedir. İş durumuna göre,
Yargıtayımızın da, ceza, hukuk ve icra dairesi bakımından, mahkeme
sayıları bakımından artırılması, yeni hâkim kadrolarıyla
desteklenmesinde yarar vardır. Memnuniyetle görüyor ve izliyoruz ki,
Yargıtaya gelen işler, bazı dairelerimizde, bir iki ay içerisinde karara
bağlanarak mahalline gönderilmektedir. Kadro ve teknik imkânlar
verildiğinde, Yargıtayımızın en adil ve seri kararları vereceğine bütün
kalbimizle inanıyoruz.
Avrupa Konseyinin bir üyesi olan ülkemiz, insan haklarına gereken
önemi vermiş olup; Anayasamızın 17 nci maddesindeki “kimseye eziyet
ve işkence yapılamaz, kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya
veya muameleye tabi tutulamaz” hükmü karşısında, hürriyetten mahrum
bırakılan insanların dahi cezaevlerinde insanca yaşama hakkı vardır.
Ülkemizde yeni bir infaz sisteminin benimsenmesi ortaya çıkmıştır. Bu
konuda Türkiye Büyük Millet Meclisine daha önce sunulmuş bulunan
infaz kanunu tasarısının acilen geçirilmesinde yarar görüyoruz.
Adliye binalarının çoğu kiralık yerler olup, adalete yakışacak nitelik ve
yapıda değildir. İçindeki döşeme, hâkimlik mesleğine uygun olmayan
görünümdedir. Bu nedenle, yeni adlî binaların, yapılmasında,
kiralanacak binaların masraftan kaçmadan, uygun nitelikte olmasında,
gerekli döşeme ve demirbaşla donatılmasında yarar vardır.
Hâkim ve savcı, giyimiyle, kuşamıyla ve davranışıyla topluma örnek
olmalıdır; bu imkân yaratılmalıdır.
BAŞKAN – Sayın Şahin, son 2 dakikanız.
ALİ ŞAHİN (Devamla) – Adaletin geçikmesinde en büyük neden,
yetmiş yıl önce çıkarılan kanunların bugüne kadar değiştirilmemiş
olmasıdır. Bu konuda, geçmişte, Adalet Bakanlığımız tarafından 13
yasa teklifi hazırlanmış, bunlar, hükümetten ve ilgili komisyonlardan
geçmiş ve Meclisin gündemine girmiştir. Bunların acilen tetkik
edilmesi, karara bağlanması ve Meclisten geçirilmesinde yarar vardır.
Adaletin gecikmesindeki en büyük nedenlerden birisi de ödeneklerdir. Bu
yılki bütçede Adalet Bakanlığına 29 trilyon 848 milyar, Yargıtay’a 611
milyar 500 milyon ödenek ayrılmıştır. Bu, son derece yetersizdir, birçok
genel müdürlüğün bütçesinin yarısından daha azdır. Kaldı ki, Maliye
Bakanlığı, ayrılan ödenekleri dahi zamanında serbest bırakmamak
suretiyle harcama yaptırmamak gayreti içindedir; mahallî savcılara
suçüstü tahsisatından ödenek vermediği için keşifler yapılamamaktadır.
Cumhuriyet Savcılığının, kasaba, bakkala, fırıncıya borcu
bulunmaktadır, yakıt parası bulamamaktadır. Kendi ilim
Kahramanmaraş’ta da bunu her gün yaşıyor ve görüyorum. Kaldı ki,
Adalet Bakanlığı bütçeye yük değildir. Hukuk davalarının masrafı
taraflardan, ceza davalarının masrafı sanıklardan alınıyor. Ayrıca,
vatandaş çok büyük harç ödüyor. Kaldı ki, şimdi, dosya, vesair, tüm
basılı kâğıtların masrafı taraflardan alınıyor. Ayrıca, ceza
mahkemelerince verilen tüm para cezaları genel bütçeye aktarılıyor. Bu
nedenle, yargının özelliği de göz önüne alınarak, her türlü ödeneğin
zamanında ulaştırılmasında yarar vardır.
Sonuç olarak, adaletin doğumunda yargının ve hâkimlerin en büyük
yardımcısı olan savunmanın, yani avukatlarımızın yaptıkları kamu
görevi nazara alınarak, bunlarla ilgili yasaların acilen çıkarılarak,
bunların ekonomik ve sosyal güvenceye kavuşturulmasında yarar
görüyoruz.
Meclisimizin, mahkemelerin kapılarında bekleyen milyonlarca
yurttaşımızın sorununa çözüm bulunmasını, Adalet Bakanlığı ve
bağımsız yargıda binbir zorlukla görev yapan değerli hâkim ve
savcılarımızın, yardımcı personelimizin ekonomik ve sosyal haklarına
sahip çıkılmasını istiyoruz...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Şahin, lütfen toparlayınız...
ALİ ŞAHİN (Devamla) – “Adalet mülkün temelidir” ilkesine ve bunu
uygulayanlara sahip çıkmanın hepimizin görevi olduğunu ifade ederken,
Adalet Bakanlığı bütçesinin ülkemize, milletimize, adalet mensuplarına
ve adalet bekleyen, adalet kapısında hak, hukuk bekleyen insanlarımıza
hayırlı uğurlu olmasını diliyor; hepinize saygılar sunuyorum. (CHP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Şahin.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun ikinci sözcüsü, Sayın Yılmaz Ateş;
buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 8 dakikadır Sayın Ateş.
CHP GRUBU ADINA YILMAZ ATEŞ (Ankara) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; hepinizi şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu
adına, saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, en temel hak olarak kabul edilen yaşama hakkı
kadar, son yıllarda öne çıkan bir başka temel hak da çevre hakkıdır.
Sağlıklı bir çevre oluşturmadan, yaşamın olamayacağı bilinci,
kitlelerin hızla ortak bir tutkusuna dönüşmektedir. İnsanlarımız,
yaşamak istedikleri, çocuklarına bırakmak istedikleri dünyanın,
koydukları katkı oranında gerçekleşeceği doğrultusunda hızla
bilinçlenmektedirler. O nedenle, üretirken kirletmemek; kalkınmayı,
ekonomik, sosyal, kültürel ve çevresel bütünlük içinde ele almak
durumundayız. Aksi takdirde, kalkınıyoruz diye, ülkemiz, yaşanmaz
hale gelecektir. Çevreye önem verilmeden daha hızlı kalkınma sağlanır
düşüncesi, Türkiye’nin kabul edeceği bir düşünce, bir politika
olmamalıdır. Enerjiyi bulabiliriz, makineyi bulabiliriz, teçhizatı
bulabiliriz; ama, bir Gökova’yı, bir Akkuyu’yu, ne ithal etme
olanağımız ne de yeniden yaratma olanağımız olur.
Sayın milletvekilleri, 26 Nisan Çernobil faciasının yıldönümüdür. O
nedenle, -bütün insanlığı yakından ilgilendiren bu olayın, Türkiye’deki
etkilerini de hepimiz birlikte yaşadık-çevreyi, doğayı tahrip edecek
böyle bir yatırımı, böyle bir enerji politikasını Türkiye tercih
etmemelidir.
Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından da zaman zaman sözü edilen ve
işletmeye açılmayacağı doğrultusunda söz verilen Gökova Termik
Santralının mutlaka devreden çıkarılmasını bekliyoruz.
Su kaynaklarımızı, denizlerimizi, akarsularımızı, bitki örtülerimizi,
kuş türlerimizi, hayvan türlerimizi korumak durumundayız.
Kentleşmeyi, çevre düşmanı olmaktan kurtarmak durumundayız.
Sevgili milletvekilleri, istediğimiz çevrede, beklediğimiz çevrede
yaşamanın olanağını, önce mahallemizde, sokağımızda ve kentimizde
yürütmek durumundayız.
Son yıllarda, Ankaramızda, maalesef, üzülerek belirtmek gerekirse, hava
kirliliği yeniden hortladı. Ankara’daki çevre kirliliği, yalnız hava
kirliliğiyle değil, 1989 döneminde başlatılan ulaşımı kolaylaştırıcı
projelerin -her nedendir bilemiyoruz- bekletilmesi, devreye sokulmaması
da, Ankaralılar için, Ankara’yı yaşanmaz hale getirmektedir.
Son yıllarda, çok önceden bitmesi gereken Mamak- Çankaya viyadüğü,
Ankaray, Ankara metrosu, maalesef, halen beklemekte ve beklediği kadar
da, Ankaralıları, çevre ve sağlık koşullarından ötürü rahatsız
etmektedir.
Sayın milletvekilleri, Ankara’nın en temel sorunlardan biri de, hepimizi
rahatsız eden çöp sorunudur. Ankara’da, her gün, 40 bin ton çöp, şehrin
bir ucundan gidip gidip gelmekte; bu 40 bin ton çöp, her gün, Ankara’da,
mikrop saçmaktadır. Oysa, başlatılan bu çöp projesi, eğer, süresinde
tamamlanmış olsaydı, Ankaralılar böylesine bir havayı solumamış
olacaklardı.
Sayın milletvekilleri, bir diğer konu da şudur: Hemen Ankara’nın
burnunun dibinde olan Mogan ve Eymir Göllerimiz var. Bu göllerimiz,
hastaneye gelmiş, ama, doktorların müdahalesini bekleyen bir konumda
beklemektedir. Korkuyorum ki, bu müdahalesizlikten, hangi doktorun
yetki alanına gireceği tespiti yapılana kadar can verme noktasına
geleceklerdir. Bir yetki kargaşasıdır almış başını gidiyor. Önümüzdeki
dönem, sanırım, bu yetki sorununa bir çözüm bulunması gerekir.
Sayın milletvekilleri, Çevre Bakanlığımız çok genç bir bakanlıktır. Bu
nedenle, Sayın Bakanımıza çok kısaca bir iki önerimi yaptıktan sonra,
Sayın Başkanın da uyarısını almadan kürsüden inmek istiyorum.
Çevreyi, Çevre Bakanlığının sorunu olmaktan kurtarıp, bütün
vatandaşlarımızın sorunu olmaya dönüştürmeliyiz.
Eğitime önemli bir katkı koymak durumundayız. Çevre eğitimini
geliştirmemiz gerekir.
Doğayı korumayı, yöre insanı için bir gelir alanı olmaya dönüştürmek
durumundayız. Yöre halkını, doğa ve kültürel zenginliklerimiz
hakkında rehber ya da kılavuz haline getirmek durumundayız.
Çevre Bakanlığı, yatırımcı bir bakanlık değil, ilkeleri belirleyen,
denetleyen, organize eden bir işleve kavuşturulmalıdır.
Yerel yönetimlere yapılan yardımlardaki ölçü siyasî olmaktan çıkarılıp,
çevrenin kendi konumu içerisindeki bir statüde oluşturulmalıdır.
Erozyona karşı bitki ve ağaçlandırmayı teşvik etmeliyiz,
özendirmeliyiz.
Amerika’da 30 milyon insanın gönüllü kuruluşlara üye olduğunu dikkate
aldığımızda, Sayın Bakanımızın, mutlaka, gönüllü kuruluşları teşvik
edici yeni programlar, yeni projeler ortaya koymasını bekliyoruz.
Sayın Bakanımızın lüks otel lobilerinde gösterdiği kongre kazanma
başarısını, çevre bilinci yaymasında da göstermesini bekliyoruz.
Hepinizi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, sevgi ve saygıyla tekrar
selamlıyorum. (CHP, DYP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ateş.
Demokratik Sol Parti Grubu adına, ilk konuşmacı, Sayın Ali Günay;
buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
Sayın Günay, süreyi eşit mi paylaşacaksınız?
ALİ GÜNAY (Hatay) – Eşit olarak paylaşacağız.
BAŞKAN – Buyurun.
DSP GRUBU ADINA ALİ GÜNAY (Hatay) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; görüşülmekte olan Adalet Bakanlığı ve Yargıtay
bütçeleri üzerinde, Demokratik Sol Partinin görüşlerini sunmak üzere söz
almış bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce, sizleri, Demokratik
Sol Parti Grubu adına saygıyla selamlıyorum.
Demokratik Sol Parti, güncel bir sorun olarak sürekli tartışılagelen yargı
bağımsızlığı ve hâkim teminatı üzerindeki tartışmaların sona
erdirilmesi için gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasını ve adaletin,
hızlı, adil ve doğru işlemesi için gerekli önlemlerin alınarak, bu
husustaki eksikliklerin giderilmesini gerekli görmektedir.
Yargı yetkisi, Türk Milleti adına, bağımsız mahkemelerce
kullanılmaktadır. Bu mahkemelerden biri olan Yargıtay, adliye
mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adlî yargı merciine
bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme yeridir.
Vatandaşlarımızın haklarını aramak için başvurabilecekleri en son
kapı olan Yargıtaya gerekli önemin verilmesi, her türlü kuşkudan uzak
bir yapıya kavuşturulması gerekir. Yargıtay üyelerini seçen Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu başkanının Adalet Bakanı olması ve Adelet
Bakanı müsteşarının da Kurulun tabiî üyesi olması, kuvvetler ayrılığı
ilkesine aykırılık teşkil etmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olup,
hukuk devletinin teminatını,kuvvetler ayrılığı prensibi
oluşturmaktadır. Yasama, yürütme ve yargı olarak belirlenen bu
kuvvetlerden hiçbiri, diğerinin gücünü paylaşmaz. Aksi halde,
Anayasanın, aralarında aradığı denge bozulmuş olur.
Kuvvetler ayrılığı ilkesinin benimsendiği ülkemizde, mahkemelerin ve
hâkimlerin bağımsızlığı ve hâkimlerin özlük hakları konusunda karar
vermeye yetkili olarak oluşturulan ve Yargıtay üyelerini de seçen
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun Adalet Bakanının
başkanlığında olması, bir çelişkidir. Bu Kurul, hâkim ve savcıların
özlük hakları konusunda karar vermekte ve Kurul kararlarına karşı
yargı mercilerine başvurulamamaktadır. Hâkim ve savcıların atanması
ve özlük işlerinde yetkili tek kurul olan mevcut Yüksek Kurulun
kararlarının yargı denetimi dışında bırakılmasıyla, bir bakıma, hâkim
teminatı ve yargı bağımsızlığı ciddî biçimde yara almış olmaktadır.
Yargı bağımsızlığı, Anayasanın 9 uncu, 138 inci ve 139 uncu
maddelerinde, hiçbir duraksamaya neden olmayacak bir biçimde yer
almıştır; ne var ki, güncel bir sorun olarak, sürekli tartışılmaktadır.
Adalet Bakanının, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun Başkanı
olması, Yüksek Kurulun bağımsız bir idarî yapıya, sekreteryaya sahip
olmaması, Kurul işlerinin doğrudan doğruya Adalet Bakanlığına bağlı
idarî birimlere gördürülmesi, Yüksek Kurulun bağımsızlığını
etkilemektedir.
Yargıçların idarî görevleri yönünden Adalet Bakanlığına bağlı olması;
Adalet Bakanının yargıçlar üzerinde gözetim hakkına sahip olması;
yargıçlar hakkında her türlü soruşturmanın Adalet Bakanlığının iznine
tabi olması ve soruşturmanın, Bakanın atadığı müffettişler eliyle
yapılması; yükselme, yer ve görev değiştirme, Yüksek Mahkeme
üyeliğine seçilme kaygısı, yargıçları memurlaştıran etkenler
olmaktadır. Günümüzde, devletten beklenen ve en önemli görevlerden
birisi, adalet hizmetlerinin çağdaş hukuk devletine yakışır bir şekilde
yerine getirilmesidir. Devletin üç temel organından biri olan yargının
görevi, etkin, doğru ve güvenli yargılama yapmaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, memleketimizde, yargı
hizmeti, süratli ve etkin biçimde sürdürülememektedir. Yeterli sayıda
mahkeme kurulamadığından ve kadro eksikliğinden dolayı, bugün için,
mahkemelerimiz aşırı bir iş yükü altında boğulmuş durumdadırlar.
Çoğu kere, geciken adalet, adalet olmaktan çıkmakta, bu yüzden de
insanlar, yargı sistemine başvurma yerine diğer yollara başvurmaktadır.
Hâkim, savcı, mahkeme sayıları günün gereksinimlerini karşılamaktan
uzak kaldığı gibi; yargıda, personel eksikliği ve araç-gereç ihtiyacı
vardır.
Yargının, fizikî çalışma yeri sorunları da vardır. Birkaç tane adalet
sarayımız hariç, diğer adalet binaları, hizmete elverişli ve mesleğin
onuruna yakışır olmaktan uzaktır.
Bugün, memleketimizde, cezaevlerinde de sorunlar, sıkıntılar vardır.
Bir yandan, cezaevlerinin belli grupların eğitim alanı haline gelmesini,
diğer yandan da, tutukluların ve hükümlülerin cezaevlerinde kendilerini
tutsak olarak görmelerini, cezaevlerini yönetenlerin ve gardiyanların,
tutukluları ve hükümlüleri insanlık dışı muamelelere tabi tutmalarını
önleyici tedbirlerin alınması ve cezaevlerinin gerekli olan bütün
ihtiyaçlarının karşılanması gerekir.
Bugün yaşanan sıkıntıların nedeni, bugüne kadar adalet hizmetlerine
gereken önemin verilmemesi ve Adalet Bakanlığı bütçesinin, geçmiş
yıllara göre, genel bütçe içerisindeki payının sürekli azalmasındandır.
Yargının sorunlarının çözülmesi için, ödeneklerde kısıntıya
gidilmemesi; yargının, araç-gereç, bina ihtiyaçları ile hâkim, savcı ve
personel eksikliklerinin acilen giderilmesi; yargının bağımsızlığının
ve hâkim teminatının sağlanması; adalet mensuplarının özlük
haklarının iyileştirilmesi; adlî kolluğun kurulması; adlî tıbba gerekli
önemin verilmesi; cezaevlerinin iyileştirilmesi ve bilgisayara geçilmesi
konusunda çalışmalar yapılması gerekir.
Türkiye’de, adlî yargının üç kademeli yapılması ve istinaf
mahkemelerinin kurularak Yargıtayın iş yükünün azaltılması
konusunda zaman zaman fikir beyan edenler olmaktadır. Yedinci Beş
Yıllık Kalkınma Planında da, istinaf mahkemelerinin kurulması
gerektiği belirtilmiştir; ancak, şimdiye kadar, istinaf mahkemeleri
hakkında Yargıtaya mal edilebilecek bir görüş mevcut değildir.
Yargıtayın, bugün için, iş yükü fazladır; ancak, eski yıllarda olduğu
gibi bir iş birikimi kalmamıştır. Yargıtayın bünyesinde bilgisayar ağı
kurmak ve hukuk daireleriyle ceza dairelerinin sayısını artırmak
suretiyle, iş birikimi ortadan kaldırılmıştır. Bununla birlikte,
Yargıtayın, iş yükünün azaltılması ve tam bir içtihat mahkemesi
durumuna gelebilmesi için, istinaf mahkemelerinin bir an önce kurulması
yararlı olacaktır.
Adalet Bakanlığı bütçesinin Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmesi
sonrasında, Sayın Adalet Bakanı, yaptığı konuşmada, yargının
sorunlarının çözümü hususunda olumlu yaklaşımda bulunmuş ve
“Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun tam bağımsızlığının
sağlanması, burada, seçilmişler dışında görev yapan Adalet Bakanı ve
Müsteşarının Kurul haricinde olması, yargıda görev yapan değerli
yargı mensuplarımızın, arzu edilen ölçüler içerisinde tam bağımsızlığa
kavuşmasını sağlama gayreti içinde olacağını” ifade etmiştir. Sayın
Adalet Bakanının, mahkemelerin bağımsızlığına ve hâkim teminatına
yürekten inandığını göstermesi için, önünde kaçırılmaması gereken bir
fırsat durmaktadır.
BAŞKAN – Sayın Günay, son 2 dakikanız.
ALİ GÜNAY (Devamla) – Peki efendim.
Adalet Bakanının, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna katılması
zorunlu bir durum değildir. Bakanın katılmaması halinde, Yargıtay
veya Danıştaydan seçilen kıdemli üye ile Yüksek Kurul
toplanabilmektedir. Bu olanak ve mahkemelerin bağımsızlığı, hâkim
teminatının taşıdığı büyük önem ve Yüksek Kurulda yapılacak
değişikliğin zaman alacağı dikkate alınarak, Sayın Adalet Bakanının,
törensel toplantılar dışında, Kurula katılmamasını, bu hususta bir
gelenek oluşturmasını, Anayasal bir zorunluluk olan, yargı kararlarına
uyulması hususunda gerekli titizliği göstermesini diliyor, hepinize
saygılar sunuyorum. (DSP, CHP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Günay.
Demokratik Sol Parti Grubu adına, ikinci sözcü, Sayın Erol Karan;
buyurun.
Sayın Karan, 11 dakika süreniz var.
DSP GRUBU ADINA EROL KARAN (Karabük) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Çevre Bakanlığı bütçesi üzerindeki görüşlerimizi
sunmak amacıyla, Demokratik Sol Parti adına söz almış bulunuyorum;
şahsım ve partim adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Hızla artan dünya nüfusu, plansız sanayileşme ve çarpık kentleşme,
nükleer denemeler, bölgesel savaşlar, verimi artırmak amamcıyla
kullanılan tarım ilaçları, yapay gübreler ve deterjan gibi kimyasal
maddeler, giderek çevreyi kirletmeye başlamış, bunun sonucu olarak,
büyük oranda kirlenen hava, su ve toprak, canlılar için zararlı olabilecek
boyutlara ulaşmıştır.
Bilindiği gibi çevre, insan ve başka bir canlının yaşamı boyunca
ilişkilerini sürdürdüğü dış ortamdır. Doğada canlıların kendi
aralarındaki ve fiziksel çevreleriyle olan ilişkileri, canlıların sağlıklı
gelişmesine imkân veriyorsa, doğal denge sağlanmış demektir; aksine
bir durum ise, bu dengenin bozulduğunu gösterir. Özellikle 20 nci
Yüzyılda, doğal dengeyi süratle bozarak, çevre sorunları yaratan insan,
bu sorunların kendisine dönmesi ve sağlığını olumsuz yönde etkilemesi
üzerine, çevre bilincine varabilmiştir. Doğa dengesinin ve çevrenin
korunması, ülkemizin ve insanlığın geleceğinin korunmasıyla
eşanlamlıdır; ancak, var olan yasal ve kurumsal düzenlemeler, istenenin
ve beklenenin çok gerisindedir. Bunun için kısa, orta ve uzun vadeli bir
ulusal çevre planı yapılarak, çevre sorunlarının ortaya çıkmadan
engellenmesi sağlanmalıdır.
Yine ülke genelinde, erozyon, çarpık kentleşme ve buna bağlı altyapı
sorunları yoğun olarak görülmekte, özellikle batı bölgelerimizde,
sanayileşmeden kaynaklanan çevre kirlenmesi yaşanmaktadır. Yine
ülkemizin büyük bir bölümünde, bitki örtüsü ve ormanlar hızla
azalmaktadır. Yapılan araştırmalar, böyle gittiği takdirde, ülkemizin elli
yıl içinde çölleşeceği gerçeğini vurgulamaktadır. Büyük kentlerimizdeki
hava kirliliğinin önlenebilmesi için, doğalgazla ısınma yanında, semtler
halinde toplu ısınma ünitelerinin kurulması özendirilmeli ve
desteklenmelidir. Bu yöntemle, bir yandan enerji savurganlığı ve
kayıpları en aza indirilirken, diğer yandan, bilinçli yakmayla, hava
kirliliğinin ısınmadan kaynaklanan boyutu denetim altına alınacaktır.
Sanayi projelerinde ise, doğa ve çevre dostu teknolojiler seçilmesi,
özendirme olanaklarından yararlanmada önkoşul olarak aranmalıdır.
Ayrıca, işler durumdaki sanayi kuruluşlarının, süratle, doğa ve çevre
koruyan gereçleri kullanmaları sağlanmalıdır. Örneğin, bacalara filtre
takılması ve arıtma tesisleri kurulması gibi.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde yoğun bir çevre sorunu
yaşandığı bir gerçektir. Bu konuda, iki yöremizden somut örnekler
vermeye çalışacağım. Bunlardan birincisi: Muğla’nın Bodrum İlçesi
Mumcular-Sazköy ve Kurudere mevkiinde bir orman katliamı
yaşanmaktadır. İçerisinde 15 köyün de barındığı 21 500 dönüm birinci
sınıf orman arazisine, orman bölge müdürlüğünce fundalık raporu
tanzim edilerek, komik bir ücret karşılığı (407 milyon Türk Lirası)
SEM-KUM isimli kum-çakıl firmasına kiraya verilmiş. Güya, “dolomit
madeni arıyorum” diye, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığından 9
Ekim 1995 tarihinde maden arama ruhsatı alınmıştır. Oysa, bu firma
oradan, yani, turizm bölgemizin tam ortasından kum-çakıl
çıkarmaktadır. 15 köyün geçimini temin ettiği o genç ormanları yok
ederek, köylünün feryadını hiçe sayarak, bununla da kalmayıp, eleme-
yıkama tesislerini birinci sınıf sulu tarım arazisi üzerine kurmuş ve
köylünün diğer geçim kaynağını da böylece hiçe saymıştır. Kaldı ki,
ikinci bir başvuruyla 43 370 dönümlük bir orman alanının da tahsisini
talep etmiştir.
Bunların ötesinde, halen, maden arama ruhsatıyla, Gayri Sıhhî
Müesseseler Kanunu ve Çevre Kanununa muhalefetten, Valilikçe
faaliyeti durdurulmak istenmişse de, ilgili maden kanunlarının doğaya
yaşam hakkı tanımaması dolayısıyla, firmanın başvurduğu Aydın
İdare Mahkemesinin kararıyla, faaliyetlerine devam etmiştir. Nihayet, 4
Nisan 1996 günü, polis kalkanlı jandarmalar ile orman köylüleri
arasında tam bir arbede yaşanmış; 4 jandarma eri atılan taşlarla ve 6
vatandaş da dipçik darbeleriyle yaralanmıştır. Ayrıca, 20 vatandaşımız
gözaltına alınmıştır; bunların 6’sı halen tutuklu olarak
yargılanmaktadır.
Orman, sadece köyümüzün değil, bütün Türkiye’nin, bütün dünyanın
malıdır. Yaşama alanları giderek azalan dünyamızın dolomit
madeninden daha çok, ormana ihtiyacı vardır. Kaldı ki, buradaki esas
amaç, kum çakıl çıkarmaktır. Zaten, dolomit madeni ekonomik değeri
fazla olmayan, kullanım alanı az; fakat, tabiatta çok bol bulunan bir
madendir; bu maden başka yerlerden de çıkarılabilir. Orada yaşayan
köylülerin, jandarmaya karşı eylemlerinin dışında, gösterdikleri
duyarlılığa katılmamak mümkün değildir.
Ancak, şunu da gözardı edemeyiz: Ormanlarımız, Anayasamızın
koruması altındadır. Anayasa, diğer bütün yasaların üstünde olacağına
göre, kanaatimce, burada bir çelişki mevcuttur; yani, ya Anayasamıza
rağmen, verilen ruhsat yanlıştır ya da, ruhsatta bir yanlışlık yoksa,
Maden Yasasında bir yanlışlık vardır. O halde, Maden Yasasında
köklü bir reform yapmalıyız, yapmalıyız ki, Muğla İlimizin Bodrum
İlçesinin Mumcular Beldesi Kurudere ve Sazköy mevkiindeki 15 köyle
birlikte, tüm dünyanın malı olan ormanlarımızı, bir kişinin çıkarları
uğruna feda etmeyelim. Aksi halde, bütün dünyaca turizm yönünden çok
iyi bilinen başka bir Bodrum bulamayız.
Bu konuda, Çevre Bakanlığının, Orman Bakanlığının ve Enerji ve
Tabiî Kaynaklar Bakanlığının dikkatlerini çekiyor, ivedi bir çözüm
getireceklerini ümit ediyoruz.
İkinci olarak, hava kirliliği konusunda, ülkemizin en büyük ağır sanayi
tesislerinden birinin bulunduğu Karabük İlimizden de somut bir örnek
vermek istiyorum. Karabük İlindeki hava kirliliğinin tespit edilmesi
amacıyla, 13.3.1996 ve 21.3.1996 tarihleri arasında, Çevre Bakanlığı
Çevre Kirliliği Önleme ve Kontrol Genel Müdürlüğü elemanları
tarafından hava kalitesi ölçümleri yapılmıştır. Yapılan ölçümler,
genellikle, birinci uyarı kademesi olan 400 mikrogram/metreküp değerini
aşmıştır. Özellikle, 1 500 civarında er ve erbaşın eğitim gördüğü tabur
cıvarında, dördüncü uyarı kademesi olan 1 000 mikrogram/metreküp
değerinin üstüne çıkılması, sağlık açısından son derece tehlikelidir.
Ayrıca, Kardemir’in, tarafından, atıklarını yıllardır, Yenice Irmağına
bırakması sonucu, bu bölge için hayatî önemi olan Yenice Irmağında
doğal denge bozulmuş ve hiçbir canlı yaşamamaktadır. Sayın Çevre
Bakanımızın bu sorunlara ciddî olarak eğileceğini ümit ediyoruz.
Ülkemizde, erozyon dolayısıyla ve çarpık kentleşme nedeniyle yaşanan
felaketler artmaktadır. Bu felaketlerin ortaya çıkma olasılığı olan
yerlerde, yerleşim düzeninin ve ağaçlandırmanın buna göre yapılması
gerekmektedir. Bu düzenlemeler, sel, erozyon ve benzeri çevre
felaketlerini kader olmaktan çıkaracaktır.
Çevre kirliliğinin diğer bir boyutu da gürültü kirliliğidir. Büyük yerleşim
merkezlerindeki sanayi bölgeleri, taşıt araçları ve müzikli eğlence
yerleri gürültü kirliliğinin başlıca odak noktalarıdır. Gürültü kirliliğinin
önlenmesinin yolu ise, Gürültü Kontrol Yönetmeliğini gerektiği şekilde
uygulamaktır. Çevre Bakanlığı, ilgili kuruluşlarla tam bir koordinasyon
ve denetim işlevini üstlenmelidir. Yapılacak yasal düzenlemelerle, yerel
yönetimlerin görevlerini yerine getirip getirmediğini bizzat
denetlemelidir. Çevre Bakanlığının denetimi sadece yerel yönetimlerle
sınırlı kalmamalı, gerektiğinde, ormanlarımızı ve bitki örtüsünü
gereğince koruyamayan Orman Bakanlığına; aşırı gübre kullanımı
nedeniyle yeraltı sularının kirlenmesine neden olabilecek Tarım
Bakanlığına karşı da, denetim görevini yerine getirerek yaptırım
uygulayabilmelidir.
BAŞKAN – Sayın Karan, son 2 dakikanız.
EROL KARAN (Devamla) – Yeni kurulmuş, örgütlülüğünü
tamamlayamamış Çevre Bakanlığının, nitelikli personele gereksinimi
vardır. İyi yetişmiş, işsiz çevre ve ziraat mühendislerine istihdam
konusunda öncelik verilmelidir diye düşünüyoruz.
Çevre Bakanlığı bütçesinin ülkemize hayırlı olmasını diler, sağlıklı
bir çevre ümidiyle, şahsım ve partim adına hepinize saygılar sunarım.
(DSP ve CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Karan.
Refah Partisi Grubu adına, ilk konuşmacı, Sayın Şeref Malkoç.
Buyurun efendim.
Sayın Malkoç, söz hakkınızı eşit mi paylaşacaksınız?
RP GRUBU ADINA ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) Evet sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1996 yılı Adalet Bakanlığı ve
Yargıtay bütçesi üzerinde, Refah Partisi Grubunun görüşlerini sunmak
üzere huzurlarınızda bulunmaktayım. Bu vesileyle, Grubum ve şahsım
adına hepinize saygılarımı sunuyorum.
Hepimizin bildiği gibi, adalet, bir güneştir, onun olmadığı yerde
karanlıklar, huzursuzluklar, kargaşa, anarşi ve terör vardır. Adalet ve
hukuk, iç içe olan kavramlardır. İşte, bu sebeple, ilk insan olan ve ilk
Peygamber olan Hazreti Adem’i, Cenabı Hak dünyaya gönderirken, ona,
adaletle hükmetmesi için 10 sayfalık bir kitap, bir hukuk metni vermiştir.
Yani, adaletin tarihi, hukukun tarihi, insanlığın tarihiyle eşittir; adalet ile
insanlık iç içedir.
Bugün görüştüğümüz Adalet Bakanlığının 1996 yılı bütçesine 29
trilyon lira ayrılmıştır. Oysa, biraz önce konuşan arkadaşlarımın da
ifade ettiği gibi, icra dairelerinde, hukuk mahkemelerinde, ceza
mahkemelerinde ve diğer mahkemelerde görülen 10 milyon dava vardır;
her bir davanın 1 davalısı 1 de davacısı olduğunu kabul edersek, bu 20
milyon vatandaş yapar. Bu vatandaşların 1’er de tanığı olduğunu
düşünürsek, bu davalar, toplam 40 milyon vatandaşımızı ilgilendirir.
Türkiye’nin nüfusu 65 milyondur, bunun 25 milyonu henüz reşit değildir,
18 yaşın altındadır; yani, öyle bir yargı sistemimiz var ki, reşit olan
bütün vatandaşlar adliye kapılarına muhtaç olmuştur.
Bu durumdan, yargının bütün unsurları, hâkimi, savcısı, kâtibi,
mübaşiri, icra müdürü, avukatı, herkes şikâyetçidir. Hatta, bırakın
adliyenin unsurlarını, Başbakan bile şikâyetçidir. Ünlü bir yazarımıza
verilen cezadan dolayı, Başbakan, kendisinden özür dilemiştir. Bu
davranışı, Başbakanlık makamında bulunan bir arkadaşımıza
yakıştıramıyoruz; çünkü, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının, hiçbir
hükümlüden özür dilememesi gerekir; ama, kanunlarda yanlışlık
olabilir; Başbakana düşen görev, kanunlardaki o yanlışlığı
düzeltmektir, dolayısıyla özür dilemesine gerek kalmaz. Eğer,
Başbakan, hükümlülerden, sanıklardan özür dilerse, o memlekette kararı
veren hâkimlerin, o memleketteki vatandaşın adalete olan güven
duygusu sarsılır.
Toplumda, adalete duyulan ihtiyacı, yargı karşılayamazsa, bunu
karşılayacak başka teşekküller meydana gelir. Maalesef, bugün,
basından ve medyadan izlediğimiz kadarıyla, adaletin gecikmesi ve
dosyaların yığılması neticesinde, vatandaş, kendi açısından, adaleti
aramak için, başka yollara tevessül etmektedir ve bu şekilde, halkımız
tarafından “mafya” olarak adlandırılan 1 500 tane büro oluşmuştur.
Eğer, biz, yargıyı güçlendirmezsek, bütçeden gerekli ödeneği
aktarmazsak, öyle endişe ediyorum ki, çek-senet için oluşan bu yasadışı
örgütler, yakında, ceza mahkemeleri için de oluşacaktır. İnşallah,
gerekli çözümü, bu Meclis, bu noktada bulur.
Bu tespitlerimden sonra, bazı önerilerde bulunmak istiyorum: Birincisi,
kanunlarımız yeniden gözden geçirilmeli ve Türk Milletinin inancına,
ruh köküne uygun olan kanunlar çıkarılmalıdır. Örnek vermek
istiyorum: Biz, ceza kanununu İtalya’dan aldık ve adına Türk Ceza
Kanunu dedik. 1930’lu yıllarda, Mussolini’nin iktidara gelmesi sonucu,
İtalya’da, ceza kanununda değişiklikler yapıldı ve buna uygun olarak,
1936 yılında, Türk Ceza Kanununun 148 maddesini değiştirdik. Bu
maddeler halen yürürlüktedir; ama, İtalya’da, Mussolini’nin faşist
yönetimi devrilince, yeni bir ceza kanunu yapılmıştır. Yani, İtalya’nın
Mussolini dönemindeki faşist ceza kanununa göre, Türk vatandaşlarını
yargılamaya hakkımızın olmadığı kanaatindeyim; bunu da, bu Meclis,
inşaallah düzeltecektir.
Adliye sistemimiz, hukuk sistemimiz, sürekli ihtilaf üretmektedir. Bu
ihtilaf üreten sistemi, yeniden gözden geçirmek gerekir. Örneğin;
önümüzdeki günlerde Kurban Bayramı var; her yıl olduğu gibi, Kurban
Bayramında, vatandaş ile devletin polisi karşı karşıya gelecek ve
kurban postu kavgası verilecektir. Ben, bunu, Türk Milletine yapılmış
olan bir haksızlık olarak görüyorum. Kurban derisi, bir mülkiyet
hakkıdır; mülkiyet hakkına sahip olan insan, onu, dilediği gibi tasarruf
edebilmelidir.
İkinci önerimiz, Türk Ceza Kanununda bulunan “kanunu bilmemek
mazeret sayılmaz” hükmünün değiştirilmesidir. Çağdaş ülkeler, artık,
bu prensipten vazgeçmiştir.
Diğer bir husus, başörtülü öğrencilerin ve memurların, üniversitelerde ve
devlet dairelerinde bulunması sebebiyle, haklarında lüzumsuz yere
soruşturma açılması ve mahkemelerin işgal edilmesidir. Bu hususu,
inşallah, bu Meclis düzeltecektir.
Üçüncü önerimiz, şu anda görev yapan hâkim ve savcılarla ilgilidir.
Hâkim ve savcı sayımız 7 042’dir; 2 000’e yakın boş kadro vardır.
Gelişmiş ülkelerde, bir hâkim, yılda 200 civarında dosyaya bakarken,
Türkiye’de, maalesef, bir hâkimimiz, 1 000 dolayında dosyaya
bakmaktadır ve en az 8 000 hâkime ihtiyacımız vardır. Adalet
Bakanımıza teşekkür ediyorum; bu konuyu, Plan ve Bütçe
Komisyonundaki konuşmasında açıkyüreklilikle gündeme getirmiştir.
İnşaallah, bu Meclise, gerekli düzenlemeler için teklifler hazırlar; biz
de, uygun görülen teklifleri destekleriz; çünkü, adalet, hepimizin ihtiyaç
duyduğu bir olaydır; herkesin adalete ihtiyacı vardır ve bir an önce
düzeltilmesi gerekir.
Dördüncü önereceğimiz husus, devletin resmî yargı organlarının
dışında hukukî ihtilaflarının çözülmesi için, Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanununun 519 ile 539 uncu maddesi arasında
düzenlenen tahkim; yani, hakemlik müessesesinin yeniden gözden
geçirilmesidir. Eğer, bu, yeniden gözden geçirilirse, mahkemeye
gitmeden, öyle zannediyorum ki, 10 milyon dolayındaki davanın en az
yüzde 25’i hakem vasıtasıyla halledilebilir; bu inancım, Türkiye’nin
geleneklerine de uygundur.
Beşinci önerimiz, hâkimlik müessesesinin yeniden gözden geçirilmesidir.
Karar hâkimlerinin yanı sıra, mutlaka, raportör hâkimlik müessesesi
ihdas edilmelidir.
Altıncı önerimiz ise, adlî polisin kurulmasıdır; bunun, yargıyı
hızlandıracağı kanaatindeyim ve bu adlî polisin, doğrudan savcılık
makamına bağlanması gerekir.
Yedinci önerimiz, adalet meslek yüksekokulları ve adalet meslek
liselerinin mutlaka açılmasıdır.
Hâkimlerin, savcıların, kâtiplerin ve mübaşirlerin maddî durumunun
iyileştirilmesi gerekir; çünkü, devlet memurları içerisinde, en çok
çalışan, en çok yorulan, adliye mensuplarıdır. Meslek mensubu
olduğum için biliyorum; sabah 08.00’den, akşam 18.00’e kadar bozuk
daktilonun başında gününü geçiren, yorulan binlerce kâtibimiz vardır.
Bunların, maddî durumlarının -hâkimlerin yanı sıra- mutlaka
düzeltilmesi gerekir. Bilirkişilik müessesesi kanayan bir yara haline
gelmiştir; bunun da yeniden ele alınması lazımdır.
Bütün bunları niçin öneriyoruz; çünkü, “bütçede ödenek yok” deniyor;
belki doğrudur; ama, biraz sonra ifade edeceğim rakamları aktarabilirsek,
bu düzelir. Belki, Antalya-Alanya yolunu üç sene sonra yapsak fazla
zarar gelmez; ama, bu önerdiğimiz şeyleri bir an önce ele almazsak,
yargıyı hızlandırmazsak, toplumun yargıya olan güvenini yeniden
sağlamazsak, öyle zannediyorum, yasa dışı örgütler, mafya diye
adlandırılan örgütler daha da güçlenecektir.
BAŞKAN – Sayın Malkoç, son dakikanız.
ŞEREF MALKOÇ (Devamla) – Eskiden, haksızlığa uğrayan kişiler
“bak sizi mahkemeye veririm” diyerek, haksızlık yapanı tehdit
ederlerdi; ama bugün öyle değil; maalesef, haksızlığa uğrayan kişi “seni,
mafyaya veririm” diye tehdit etmektedir.
Biraz önce yargı bağımsızlığından bahsetti değerli arkadaşlarım;
aynen katılıyorum. Ancak, Cumhuriyet Halk Partisinin Sayın
Sözcüsüne, buradan bir cümle söylemek istiyorum: Eleştirdiğiniz
hususları en çok rencide eden, en çok çiğneyen sizler değil miydiniz?
Bay-pas yasasını bu ülkeye, bu memlekete sizler getirmediniz mi? (RP
sıralarından alkışlar; CHP sıralarından “Kanunu oku’’ sesleri) Yani,
hukukta çifte standart olmaz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Malkoç, 1 dakika içerisinde lütfen tamamlayınız.
ŞEREF MALKOÇ (Devamla) – Efendim, dört önerim daha var; ancak,
zaman yeterli değil.
Parayı nereden bulacağız; hemen ona geçiyorum. Gayet kolay;
mahkemelerde, binlerce dosya vardır ve bunlardan alınan harçlar vardır.
Bu harçları, Adalet Bakanlığının bütçesine aktarırsak, meselenin
önemli bir kısmı hallolur; vatandaş mafyaya gitmez, devletin dairelerine
daha çok harç öder.
Diğer bir husus; 1,5 katrilyon faiz ödeyen bir ülkenin bütçesinde, Adalet
Bakanlığı bütçesine 50 trilyon daha ayırmak fazla bir şey değildir;
bunu, bütün arkadaşlarımın vicdanına ve duygularına seslenerek hitap
ediyorum.
Yargıtayımıza da değinmek isterdim; ancak, zamanımız yeterli
olmadığı için, burada, sözlerimi noktalıyorum ve 1996 yılı Adalet
Bakanlığı bütçesinin, Yargıtay bütçesinin, memleketimiz için hayırlı
olmasını diliyor, hepinizi saygılarımla hürmetlerimle selamlıyorum.
(RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Malkoç.
Refah Partisinin ikinci sözcüsü, Sayın Osman Pepe; buyurun. (RP
sıralarından alkışlar)
RP GRUBU ADINA OSMAN PEPE (Kocaeli) – Muhterem Başkan,
değerli milletvekillerim; hepinizi hürmetle, muhabbetle selamlıyorum.
Görüşmekte olduğumuz Çevre Bakanlığı bütçesi, hayırlı olsun
diyorum.
Çevre, bizim için gerekli; ancak, bu şuur, bu anlayış ailedeki eğitimle
başlar, okul, medya ve toplumda devam eder. Çevre, dışımızdaki her
şeydir. Dağ, dere... Tabiat diye tanımladığımız her şey, çevrenin bizzat
kendisidir. Çevre ve tabiat diye tanımladığımız bu şeyler bize, Allah
tarafından, bir nimet olarak, bir emanet olarak verilmiştir. Biz, tabiatı,
çevreyi miras olarak bulmadık; tabiat ve çevre, bizim için, gelecek
kuşaklara, gelecek nesillere, torunlarımıza devredecek olduğumuz bir
emanettir. Toplum, bu bilinç içerisinde, bu görüş ve düşünce içerisinde,
eğitim müessesesini, bütün müesseselerini tanzim ettiği zaman, işte,
çevre yaşanabilir olur. Tabiatta bir denge vardır. Havanın yüzde 78’i
azot, yüzde 21’i oksijen, arta kalanı da diğer gazlardan ibarettir; oksijen
miktarında sadece yüzde 2’lik bir artış meydana gelse, bu, dünyada
insan yaşantısını sona erdirir. Diğer bölümlerdeki dengede de aynı
hassasiyeti görmek mümkündür. Bu muazzam denge, bu muazzam
ahenk, insan aklının sınırlarını zorlayacak kadar mükemmeldir.
Çünkü, bugün, kendiliğinden oluşmuş, kurulmuş olan bu dengeyi
bozacak şekilde fazla avcılık yapılsa, bir hayvan nesli tüketildiği
zaman, mahsulün azaldığını, tarlalardaki verimin düştüğünü; fazla tilki
avlandığı zaman farelerin sayısının arttığını, bunun da buğday
üretimine tesir ettiğini herkes bilir.
Herkesin sağlıklı bir çevrede yaşaması, anayasal bir haktır. Devletin en
temel görevi, işte, herkese sağlıklı bir ortamda yaşayacağı bu imkânı
sağlamaktır. Tabiî, çevre çevre deyince, çevre konusu gündeme çok
gelince, zannediyoruz ki, insan çevre içindir; halbuki, çevre ve dünyadaki
her şey insanın bizzat kendisi içindir. Çevrenin, bugün, alabildiğine,
hoyratça kirletildiğini ve talan edildiğini ne yazık ki, acı bir şekilde
görüyoruz ve bundan üzüntü duyuyoruz. Bizim elem ve üzüntümüzü
artıran esas önemli şey, kirleticilerin başında devletin bizzat kendisinin
gelmesidir; yani, çevreyi koruması gereken devlet, kirleticilerin başında
gelmektedir. Bunun en çarpıcı örneği İzmit Körfezidir. Bugün, eğer,
İzmit Körfezinde hayat sona ermişse, bunun sebebini, devletin, bölgede
arıtma tesislerini kurmadan ve bir sanayi planlamasına başvurmadan
gerçekleştirmiş olduğu yatırımlarda aramak gerekir. Tabiî, devletin
yanında, aşırı kâr amacı güden özel sektörün katkısını da, elbette ki,
burada görmezden gelmek mümkün değildir.
Evsel ve sanayi atıklarının çevre kirliliğine katkısını ve savaşların da
çevre üzerindeki olumsuz etkilerini, hepimiz, çok yakından bilmekteyiz.
Esas önemli olan, çevreyi ve dünyadaki bütün imkânları israf etmeden
kullanmasını bilebilmektir. Bu, bir kültür meselesidir; bu, ahlak ve
eğitimle son derece iç içe olan bir meseledir. Tabiî, bizim, medeniyet ve
kültür birikimimiz içerisinde, çevreye olan saygının geçmişteki birkaç
misalini burada zikretmek istiyorum: Fatih Sultan Mehmet’in, İstanbul’u
fethettikten sonra, çevrenin korunması için, Haliç’e bakan yamaçlarda
mandıra kurdurmaması; ormanlardan ağaç kesilmesinin önüne geçen
kanunnameler çıkarılması; yine, bizim, geçmiş medeniyetimiz
içerisinde sokağa tükürenlerin tükürüklerinin üzerini örtmek için kül
döken özel bir teşkilatın bulunması, bundan yüzyıllarca önce, çevreye,
tabiata duyulan saygının bir inançtan kaynaklandığını göstermektedir.
Tabiî, çevrenin önemini, biz, Sakarya Nehrindeki balıklar öldüğü zaman,
Çernobil faciası olduğu zaman veyahut da tabiî bir afet olduğu zaman
ancak fark edebiliyoruz. Heyecanlarımız yükseliyor; ama, birkaç gün
sonra herşey aslına rücu ediyor.
Tabiî, bugün esas mantık şudur: Önce kirlet sonra arıtmak, temizletmek
için trilyonlar harca. Bu mantık çıkış değildir, doğru değildir. Tabiî,
bugün rantiyecilerin, herşeyde ortaya koymuş oldukları
vurdumduymazlığı, çevre konusunda da ortaya koyduklarını ifade
etmekte fayda mütalaa ediyorum.
Tabiî, çevrenin sınırları, bugün artık, ulusal sınırları aşan bir boyuta
gelmiştir; çünkü, Almanya’nın sanayi atıkları, Tuna yoluyla, bugün,
Karadenize, oradan da Trabzon’a, Rize’ye... Yine, Ankara’nın,
Eskişehir’in kirleri de -sanayi atıkları da, evsel atıkları da- Karadenize,
Sakarya Nehri vasıtasıyla taşınmaktadır.
Batıda sadece özel sektörün, Almanya’da yaklaşık 29 milyar dolar,
Fransa’da 16 milyar dolar, İngiltere’de 13 milyar dolar gibi bir rakamı
çevre koruma projelerine ayırdıklarını düşünecek olursak ve bunların
karşısında da Türkiye’de körfezleri, denizleri ve gölleri mahveden
mantığın, İstanbul’un 2000’li yıllarda su rezervuarı olarak görülen, su
havzası olarak görülen Melen Nehri kenarına -İzmit Körfezini katleden,
fabrikalardır- şimdi yeni fabrikalar kuruyorlar....
BAŞKAN – Sayın Pepe, son 2 dakikanız...
OSMAN PEPE (Devamla) – Tabiî, şehirlerin kanalizasyonlarının
denizlere arıtılmadan bırakılması, nehirlere ve göllere arıtılmadan
bırakılması, Türkiye’nin kanıksadığı, günübirlik, sıradan olaylardır.
Tuz Gölüne akan kanalizasyon, Afyon’dan Eber Gölüne akan
kanalizasyon, Sapanca Gölünün yine çevredeki evsel ve sanayi atıkları
vasıtasıyla alabildiğine kirletilmesi, hepimizin yüreğini sızlatmaktadır.
Tabiî, denizlerin kirletilmesinde sintinelerin çok önemli katkısı vardır.
Biz, sadece, sintinesini boşaltan gemilere, ancak yüklü miktarda ceza
kesmekle meseleyi çözdüğümüzü zannediyoruz. Ne mobil ne de sabit,
sintine boşaltabilecek yeterince istasyonlarımız mevcuttur.
Bir de, tabiî, adam 3 bin mil mesafeden gelmiş; kardeşim, hangi
limanlara uğradın, ne kadar sintine boşalttın diye soran bir
mekanizmayı bugün oluşturabilmiş ve bunu da uygulamaya koyabilmiş
değiliz. Sadece sahile döktükleri sintinelerin hesabını sorabiliyoruz.
Karadenizin ve Marmara’nın açığına döküyor; işte o zaman, Marmara
ve Karadeniz, birer ölü deniz haline geliyor.
Tabiî, yayla turizmi, şimdi, biraz moda; denizler, göller bitti, sıra,
memleketin akciğerleri mesabesindeki ormanlarına geldi; betonlaşma
şimdi buralara sirayet etti. Temenni ediyorum ki, Çevre Bakanımızın ve
teşkilatının kıymetli gayretleri neticesinde, inşallah, yaylalarımız hiç
değilse kurtulur.
( Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Pepe, 1 dakika içinde lütfen tamamlayınız.
OSMAN PEPE (Devamla) – Teşekkür ederim Başkan.
Tabiî, çevreyi korumak için, bakanlığıyla, gönüllü kuruluşlarıyla,
vakıflarıyla, hepimizin elbirliği, gönülbirliği yapma mecburiyeti vardır;
havza sorumlusu oluşturma, bu müessesenin kurulma mecburiyeti
vardır.
Sözlerimi bağlarken, bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum. Çevrenin
kirliliği kadar, ondan daha tehlikeli olan, bugün insanımızda meydana
getirilmiş olan kirliliktir, yönetimdeki kirlenmedir, siyasetteki
kirlenmedir. Halkımızın Yüce Meclisten beklediği, elbirliği içerisinde,
toplumdaki, siyasetteki, yönetimdeki kirlenmenin önüne geçmek ve
milletimizin güvenini kazanan ve çözümün yeri olan bu Meclisin... (RP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Pepe.
Sayın milletvekilleri, bir konuda uyarmak istiyorum: Lütfen,
sorularınızı, görüşmekte olduğumuz turla ilgili olarak gönderin; sonraki
turlarla ilgili olarak gönderilen yazılı soruları burada kabul etme
olanağımız yok. Bu konuya dikkat edilmesini rica ediyorum.
Şimdi, ANAP Grubu adına, ilk konuşmacı, Sayın Metin Öney. (ANAP
sıralarından alkışlar)
Sayın Öney, süreyi eşit mi paylaşacaksınız?
METİN ÖNEY (İzmir) — Evet efendim.
BAŞKAN — Buyurun.
ANAP GRUBU ADINA METİN ÖNEY (İzmir) – Sayın Başkan,
muhterem milletvekilleri; 1996 yılı bütçesinin Adalet Bakanlığı ve
Yargıtaya ait bölümüyle ilgili Anavatan Partisinin düşüncelerini,
tekliflerini ve tespitlerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum; bu
vesileyle, hem Yüce Meclisi hem de adalet camiasını saygıyla
selamlıyorum.
Hukuk, bir toplumun en önemli varlık sebebidir. Bu sebepledir ki, bütün
ülkeler, eğitim devleti, kültür devleti veya sağlık devleti yerine, en
azından hukuk devleti olduklarını iddia ederler. Yine, bu sebepledir ki
“adalet mülkün temelidir” vecizesi hem kalbimizde yer alır hem de
hâkimlerimizin arkasındaki duvarda yazılı durur. Hukuk temelleri
sağlam olmayan bir milletin ve devletin, değil hayatta kalması, ayakta
durabilmesi bile mümkün değildir. İşte, ben, bu düşüncelerle, Türkiye
Cumhuriyeti Anayasasının, Türk Devleti, bir hukuk devletidir emrine
rağmen, içinde bulunulan noksanlıkları, eksiklikleri, bu dönemde
giderileceği ümit ve inancıyla, bilginize sunmak istiyorum.
Öncelikle, binalardan işe başlamak gerekir. Eğitimde okul, sağlıkta
hastane ne ise, adalette de bina odur. Her ne kadar “adliye sarayı”
deniyorsa da, ya işhanlarına ya da hükümet konağına sığınmış yerlere
saray demek şöyle dursun, adaletin bile nasıl dağıtıldığını düşünmek
en doğru davranış olsa gerektir. Bu nedenledir ki, bilgisayarlı,
kütüphaneli ve evraklarının korunduğu mahzenleri olan yeni binaların
yapılmasında zaruret görmekteyiz. İzmir gibi üçüncü büyük vilayette
bile, yıllar önce temeli atılmış adliye binasının hâlâ o temelde
kaldığını düşünürsek, meselenin önemi bir kez daha dikkat çekecektir.
Değerli milletvekilleri, yine çok önemli gördüğüm bir başka konu, hiç
şüphesizdir ki, cezaevleriyle ilgilidir. Bu konuda, arkadaşlarımla birlikte
bir Meclis araştırması önergesi vermiş bulunuyoruz. Cezaevlerinde olup
bitenler herkesçe biliniyor. Şimdiki Adalet Bakanımızın bu konudaki
hassasiyetini ve gayretlerini de takdirle karşılıyoruz. Üzülerek ifade
ediyorum ve meslekten gelmiş biri olarak söylüyorum ki, cezaevlerinde
can ve mal güvenliği yoktur. Cezaevleri ıslah edici nitelik taşıması
gerekirken, suçluları daha iyi eğiten bir yer haline dönüşmüştür; hem
yöneticiler hem tutuklular hakkında ciddî sorunlar vardır.
Unutulmamalıdır ki, orada bulunan insanların hürriyetleri,
mahkemelerin kararlarıyla bağlanmıştır. Bu insanların hak ve
hürriyetlerinin, mal ve can güvenliklerinin sağlanması da, hiç şüphesiz,
devletin önemli görevlerindendir. İlk çare olarak, koğuş sisteminden
vazgeçilmesi de doğru bir hareket olsa gerektir.
Değerli arkadaşlarım, bir başka konu -benden önce konuşan
arkadaşlarımız da temas ettiler- hâkim ve savcılarla ve onların
teminatıyla ilgilidir. Bana sorarsanız, hâkim ve savcılarımızın her biri,
bir Di Pietrodur. Hatta, çalışma şartlarını dikkate alarak, Di Pietro,
bizim hâkim ve savcılara benziyor desek, daha doğru bir söylemde
bulunmuş oluruz. Teminatları, içinde bulundukları maddî ve manevî
şartların düzeltilmesi, Hükümetimizin ve Adalet Bakanlığımızın
görevi olsa gerektir. Anayasal bağımsızlık ve teminat, mutlaka ruha
uygun olarak yerine getirilmelidir.
Adliye personelini de bu cümlenin ve duygunun içinde düşünmenin
gerektiğine inanıyorum.
Önemli bir konu, savunma meselesidir. Bakın, dünyanın her yerinde
iktidar vardır, sadece demokrasilerde muhalefet vardır. Dünyanın her
yerinde iddia ve yargı vardır; ama, müdafaa, sadece adaletin olduğu
yerde vardır. Ancak, bizim adliye binalarına bakın, iddia makamı
kürsüdedir, savunmayı temsil eden avukat ilkokul sıralarında durur. Bu
çelişki bile, savunmaya verdiğimiz önemi gösteriyor. Bu itibarla,
Avukatlık Yasası, Adalet Bakanlığı, hukukçular, hukuk fakülteleri ve
barolarla birlikte yeniden düzenlenmelidir.
Yine, bir başka önemli konu, hiç şüphesiz, yavaş adalettir. Aylarca,
yıllarca, hele tezyîdi bedel gibi parasal müddea bihe dayanan davaların
sürüp gitmesi, hak ve adalet duygularını da önemli ölçüde sarsmaktadır.
Bu itibarla, asliye-sulh ayırımı kaldırılmalı, temyiz müddeti bir
müddet şekline dönüştürülmeli ve tahkim sistemi, hakem sistemi
getirilmelidir diye düşünüyoruz.
Yine, pahalı yargı da, adalete, önemli ölçüde gölge düşürmektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, bir de, ekonomik enflasyon gibi,
Türkiye’de, kanunlar enflasyonu vardır. Bir sade vatandaşın değil,
hukukçunun bile takip edemeyeceği kadar çok kanun yığılmıştır.
Bakanlığın, bu konularda bir tedvin hareketi başlatarak,
uygulanamayanları, uygulama alanı kalmayanları, metrukiyete
uğrayanları ortadan kaldırmak suretiyle, kanunları, anlaşılır bir dille,
topulumun hizmetine tekrar sunulması hususunda ciddî gayret
göstermesinde zaruret görüyoruz.
Yine bir başka mesele, ceza infaz yasasıyla ilgili düşüncelerimizdir.
Şimdi, ceza infaz yasaları, bütün modern ülkelerde ve çağdaş hukukta
vardır; ancak, Türkiye’de bu sistem, artık, cezanın tesir kabiliyetinin
azalmasına yol açmaktadır. Suç işleyen, ne kadara mahkûm olacağını
değil, kaç sene yatacağını düşünmektedir. Hal böyle olunca, kanunda
yazılı olanla uygulanan arasındaki büyük fark, ciddî bir biçimde
cezanın müessiriyetini ortadan kaldırmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son olarak temas edeceğim konu,
işkenceyle ilgilidir. Bu konu, Türkiye’nin gündeminde ne yazık ki,
sürekli yer almaktadır. İşkence, bir insanlık suçudur; işkence, hukuka
da, ahlaka da, inançlara da, insanlığa da aykırı bir durumdur. Bu
sebepledir ki, bu konuda, yasal düzenlemeler daha müessir hale
getirilmeli, Cumhuriyet savcıları, böylesine iddialar üzerine, başkaca bir
prosedüre bakmadan doğrudan gidebilmelidir.
Yargıtayımıza gelince: Anayasamıza göre, adlî yargılamanın son
mercii olarak tarif edilir; ancak, 79 vilayet ve yüzlerce ilçeden gelen
dosyalar, Yargıtayda, fevkalade ciddî bir sorun teşkil etmektedir. Bu
husus, yeniden düzenlenebilmeli, daireler artırılmalı ve benden önceki
arkadaşlarımızın da ifade ettiği gibi, istinaf mahkemeleri kurulmak
suretiyle, adliyeye, adalete daha güzel bir işlev kazandırılmalıdır.
Sonuç olarak, adliye ve adalet üzerine, 10 dakika içinde ve çok süratli
konuşmak suretiyle, ancak bunları söyleyebiliyorum; ama, son cümlem
şudur: Adalet, herkese ve her zaman gereklidir.
Adalet Bakanlığı bütçesinin hayırlı olmasını diliyor; Grubum adına,
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Öney.
Anavatan Partisi Grubunun ikinci sözcüsü, Sayın Mehmet Ali Altın...
Yok.
MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Altın’ın yerine
Sayın Ünal Yaşar Bey konuşacak efendim.
BAŞKAN – Buyurun Sayın Ünal.
ANAP GRUBU ADINA ÜNAL YAŞAR (Gaziantep) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Çevre Bakanlığının 1996 malî yılı bütçesine
ilişkin görüşlerimizi arz etmeden önce, hepinizi saygılarımla
selamlarım.
21 inci Yüzyıla yaklaştığımız bu dönemde, dünyanın gelişmiş
toplumları “21 inci Yüzyılda ne yapacağız” sorusuyla ilgileniyorlar, 21
inci Yüzyıldaki yaşam için başlatılan hazırlıkları ara vermeksizin
sürdürüyorlar.
21 inci Yüzyıla ilişkin olarak ülkemize bakarsak, 2000 yılında,
yaklaşık 70 milyon nüfusu, kişi başına 3 500 dolar düzeyinde millî
geliri , kişi başına 2 bin kilovatsaat elektrik enerjisi tüketimi olan bir
Türkiye görüyoruz; ihtiyaçları artmış, bu ihtiyaçlarının yiyeceklerle
ilgili bölümünü ithal etmek zorunda olan bir Türkiye ile karşılaşıyoruz;
artan ithal ihtiyaçlarını karşılamak için, giderek daha fazla ihracat
yapmak zorunda olan bir Türkiye görüyoruz. 2000 yılındaki Türkiye,
eğer, 70 milyona ulaşacak nüfusunu, bu toplum içinde mutlu olarak
yaşatmak istiyorsa, mevcut sorunlarına, daha da ağırlaşmadan, çözüm
bulmak zorundadır.
Ben, 21 inci Yüzyılın başında şu sorunların çözüme kavuşmasını
arzuluyorum: Nüfus artış hızının düşürülmesi gerekmektedir. Nüfus
artış hızının yüzde 2’ler düzeyinden, yüzde 1’ler düzeyine indirilmesini
diliyorum. Diğer ülkelerde görülen, gündem oluşturan işsizlik, gençlik
ve çevre gibi sorunlar, ülkemizde de büyük ölçüde vardır. Türkiye,
maalesef, bu sorunların bir kısmını henüz tribünden seyrediyor.
Türkiye’nin, 21 inci Yüzyılın başında bu sorunları çözüme
kavuşturmuş olduğunu görmek istiyorum.
Türkiye’nin -gündeminde olması gereken; ancak, bulunmayan- bir
dengesizlik sorunu var: Orman, mera ve tarım toprakları arasındaki
dengesizlik dolayısıyla akıp giden topraklar; yani, erozyon. Bu sorunlara
da, önümüzdeki yüzyılın başlarında büyük ölçüde çözüm getirmiş
olmamızı ümit etmek istiyorum.
Günümüzün sıkça kullanılan sihirli sözcüğü, teknoloji -nedir- çok
yanlış anlaşılan bir kavramdır; daha doğrusu, eksik anlaşılan bir
kavramdır. Teknoloji, her türlü üretim bilgisinin, her türlü araç ve
gerecin ve insan ögesinin bir arada olduğu üretim olgusudur; dolayısıyla,
sadece, bilgiler kümesi, araştırma geliştirme sonuçları ya da bilgilerin
üretime yöneltilmesi değildir.
Neyi, hangi teknolojiyle üretelim sarmalını çözebilmek için, araştırma
geliştirmenin maliyetini işin hemen başında belirlemeliyiz. Günümüz
büyük kuruluşları, ticarî sanayi kuruluşları, firma bazında, yılda,
onlarca milyon dolar, ülke bazındaysa onlarca milyar dolar ölçeğindeki
fonları araştırmaya ayırabilmektedirler. Söz gelimi, Japonya’nın bir
yılda araştırma geliştirmeye ayırdığı para, Türkiye’nin millî gelirinin
üçte biri oranındadır; dolayısıyla, araştırma geliştirme çalışmaları,
günümüzde, büyük harcamaları gerektiren boyutlara ulaşmıştır.
2000 yılında, 70 milyon Türk’ün ihtiyaçları öylesine büyüyecektir ki,
bunları, ancak ve ancak, yurtdışındaki pazarlara yönelik üretim yapan
bir sanayinin ihracat potansiyeliyle karşılayabiliriz. Bu nedenle, Türkiye
gibi ülkelere ve Türkiye’ye “küçük güzeldir” şeklindeki reçeteleri
çıkarmak, Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda değildir.
Aynı zamanda, teknoloji seçiminde giderek büyük önem kazanan “nasıl
üretirsen üret; ama kirli, ama temiz. Varsın kirli olsun, yeterki üret”
düşüncesi de, geri kalmış bir teknoloji reçetesidir. Bu da, bizim
önümüze sunulan bir teknoloji türüdür. 70 milyon Türk’ün, kirleterek
üretim yapmasını düşünemeyiz ve düşünmemeliyiz.
Teknoloji seçimine geçmeden evvel, bir de, uygun teknolojiyle uygun
ürün arasında bir ayırım yapmak zorundayız. Uygun ürün nedir; uygun
ürün, pazarın her türlü ihtiyacına optimum düzeyde cevap veren
üründür.
Neden temiz teknolojiyi seçeceğiz; neden temizlik üzerinde duracağız?
Bunun cevabı çok basit: Çünkü, kirli teknolojiyle üretim yaparsak -itiraf
etmek gerekir ki- kirliliği temizleyecek paramız yok. Oysa, Amerika
Birleşik Devletlerinin, kirliliği temizleyecek yıllık bütçesi 20 milyar
dolar. Amerika Birleşik Devletlerinde olduğu gibi, bir taraftan kirletelim,
bir taraftan temizleriz diyemeyiz; çünkü, temizleyecek paramız yok.
Türkiye gibi ülkeler, sanayi devriminin birçok aşamasını gerilerden
seyretmiş, ondan sonra birden uyanmışlardır. Bugün de, dünyada temiz
teknolojiyle üretim yapma yönünde bir gelişme vardır. Bugün, her ne
pahasına olursa olsun üretim değil, çevreyi en az ölçüde kirleten üretim
geçerli olmaya başlamıştır. Türkiye bu gelişmeyi de tribünlerden
seyrettiği takdirde, temizleyecek parası olmayacağı için, kirletilen, kirli
olarak karşımızda kalacaktır. İşte, bu nedenle “her ne pahasına olursa
olsun üretelim” sloganından kesinlikle vazgeçmek durumundayız.
Bir örnek arz etmek istiyorum: Yatağan Termik Santralı gibi bir termik
santralın tek ünitesi, 220 megawatt kapasitededir; maliyeti, 220 milyon
dolar dolayındadır. Eğer, bu bacalara kükürtdioksit yıkama tesisleri
inşaat esnasında kurulursa, bunun 30 milyon dolarlık bir maliyeti
vardır; eğer, iş işten geçtikten sonra, baca inşa edildikten ve bir miktar
kirlilikle karşılaşıldıktan sonra kurulursa, 30 milyon dolara mal olacak
tesis, 75 milyon dolara mal olacaktır.
2000 yılının yolundayız, 2000 yılına bir soluk mesafe kalmıştır. Bu
bir soluk mesafede, bahsettiğim sorunlara çözüm aramak zorundayız.
Bunları, teknoloji seçimi ve çevre ilişkisi açısından özetlersek, kısaca,
rekabetçi teknoloji ve temiz üretim şeklinde algılayabiliriz.
Dışarıdan ülkemize gelen bazı telkinler, teknoloji seçiminde
emek/yoğun teknoloji kullanılması, modası geçmiş teknoloji
kullanılması, kirliliğe yeteri kadar önem vermeyen teknoloji
kullanılması şeklinde olmaktadır. Aynı zamanda, ülkemize çevreyle
ilgili birtakım telkinler de gelmektedir, gelecektir. Gerek teknoloji seçimi
gerekse çevre ilişkileri konusunda, yerleşik siyasî partilere görev
düşmektedir. Bu görevin özeti de şudur: Bu konular, özellikle çevre
konuları, uç kuruluşlara bırakılmamalıdır, yerleşik siyasî partiler
tarafından benimsenmelidir. Çözümü, uç kuruluşlarda değil, kendi
içimizdeki yerleşik siyasî partilerin gündeminde aramak gibi bir arayış
içinde bulunmamız gerekmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önümüzdeki yüzyıla
aktaracağımız bir başka önemli olgu da, kentleşme konusudur.
Ülkemizde kırk yıldan beri hız kazanarak süregelmekte bulunan
kentleşme olgusu, temel bir kültür değişimi sorununu da gündeme
getirmiştir.
BAŞKAN – Sayın Yaşar, 2 dakikanız kaldı.
ÜNAL YAŞAR (Devamla) – Tamam Sayın Başkanım.
Kente göç eden nüfusun kent yaşamına uyum sağlayamaması,
kentleşememe sorunları, farklı bir kültüre geçişte yaşanan gecikme ve
direnişler, kalkınma ve gelişme çabalarını yavaşlatan sosyal sorunları
doğurmaktadır. Bu bakımdan, konuyu, kentlerin artan hizmet ve altyapı
yatırım ihtiyaçlarının ötesinde, çok daha geniş kapsamlı bir geçiş
sürecinin yapısal sorunları olarak algılamak ve bu yönüyle konuya
çözüm aramak gerekmektedir.
Kentlerimize, ekonomilerinin talep ettiğinden daha fazla nüfusun göç
etmesiyle, işsizlik, gecekondu, altyapı eksiklikleri, çevre kirliliği, arsa ve
arazi spekülasyonu oluşmuş, bunların yanı sıra, yeni bir kültürle
karşılaşmanın yarattığı sarsıntılar, iç çatışmalar, bunalımlar gibi,
birey ve toplumları derinden etkileyen sorunlar da bunlara eklenmiştir.
Bu oluşumlar, kente göç edenleri, özellikle gençleri, içlerine kapanmaya
ya da tam tersine radikal örgütlenmelere, yasadışı işlere ve suça eğilime
yöneltmektedir. Hiç kuşkusuz, konunun bu yönüne de mutlaka eğilmek
ve özellikle genç neslin kentsel kültüre geçişini kolaylaştırıcı önlemleri
geliştirmek ve uygulamak, yaşamsal bir zorunluluktur.
Büyük ümitlerle başlatılan çalışmalar ve gösterilen çabalar, kırsal
kalkınmanın süreklilik ve kalıcılık temellerine kavuşturulmasını
sağlayamamış, olumsuz gelişmeler, kır-kent arasındaki refah düzeyi
farkının giderek açılmasına ve kırsal nüfusun büyük kentlere
yığılmasına neden olmuştur. Böylece, kentlerde yaşama arzusu artmış,
sanayi, ticaret ve hizmetler metropollerde yoğunlaşmış ve dolayısıyla,
iş bulma olasılığının metropollerde daha yüksek olması, bu kentlerde
aşırı nüfus birikimine yol açmıştır. Metropol özelliği taşıyan kentlerin
mevcut sorunlarından arındırılması ve özellikle İstanbul’un
uluslararası düzeyde bir metropol haline getirilmesi ihtiyacı doğmuştur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yaşar, ek süreniz 1 dakika.
ÜNAL YAŞAR (Devamla) – Bu yönüyle, sürdürülebilir kalkınma
yaklaşımı çerçevesinde, çevre politikalarının tüm ekonomik ve sosyal
politikalara entegrasyonunun önemi giderek artmaktadır; ancak,
ülkemizde, gerek 2872 sayılı Çevre Kanununun gerek bu kanun
doğrultusunda yürürlüğe giren yönetmeliklerin ve çevreyle ilgili mevcut
diğer mevzuatın uygulanmasında ilgili kuruluşlar arasındaki yetki ve
sorumluluk paylaşımındaki belirsizlik ve yetersizlikler, maalesef, çevre
yönetiminde etkinliği azaltmaktadır.
Aynı konuyla ilgili olarak, birden fazla kuruluşun yetkili olması,
koordinasyon ve işbirliği konusunda yaşanan sorunlar bir araya
geldiğinde, hizmetin etkili bir şekilde yerine getirilmesi güçleşmektedir.
Bu nedenle, çevre alanında, mevcut mevzuattaki uyumsuzlukların
giderilmesine ihtiyaç vardır. Çevre Kanunu ve diğer çevre mevzuatıyla
öngörülen denetimlerin yapılması ve yaptırımların uygulanması
konusunda, mülkî amirlik ve yerel yönetimler, kendilerine verilen
yetkileri tereddütsüz kullanmalı ve bu yönetimlere, bu...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
Bitiriyorum efendim... Bağlıyorum...
BAŞKAN – Hiç yapmadık, hiç uygulamadık...
İzninizle Sayın Yaşar.
A.HAMDİ ÜÇPINARLAR (Çanakkale) – Bir önceki konuşmacıdan 1
dakika alacağı var Sayın Başkan.
BAŞKAN – Yok efendim, tutuyoruz...
ÜNAL YAŞAR (Devamla) – Genel Kurula saygılar sunuyorum. (ANAP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yaşar.
Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Cevher Cevheri; buyurun. (DYP
sıralarından alkışlar)
Sayın Cevheri, süreyi eşit mi paylaşacaksınız?
İ. CEVHER CEVHERİ (Adana) – Süre artarsa, bir sonraki sözcüye
ilave etmenizi istirham ediyorum.
BAŞKAN – Tabiî, onu ilave ediyoruz.
DYP GRUBU ADINA İ. CEVHER CEVHERİ (Adana) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Adalet Bakanlığı ve Yargıtay Başkanlığı
bütçeleri üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek
üzere söz almış bulunuyorum. Şahsım ve Grubum adına, Yüce
Heyetinize saygılarımı sunarım.
Demokratik hukuk devleti olma iddiasını ısrarla sürdüren, millet
iradesinin, Anayasanın, kanunların üstünlüğünü ve devlet dahil herkes
için bağlayıcılığını vazgeçilmez bir hayat tarzı olarak benimseyen
Türk Milleti, içinde yaşadığı bölgeye ve bütün dünyaya karşı bir
demokrasi imtihanı vermektedir.
Bir yandan “adalet mülkün temelidir” düsturundan ilham ve feyiz
alırken, bir yandan da gecikmiş adaletin, insanların hukuk devletine olan
inancını sarsacağının idraki içerisindeyiz.
Geciken adaletin, hak arayışında olan vatandaşları, başka kişiler
nezdinde çare aramaya ya da bizzat ihkakı hak yoluna iteceği aşikârdır.
O halde, yargı reformundan söz ederken, adalet mekanizmasının
işleyişindeki aksaklık ve eksikliklerin ele alınması gerekir.
Mahkemelerimizin, bina, araç ve yardımcı personel bakımından
yetersizlikleri apaçık ortadadır. Bu fizikî eksikliklerin, mevcut bütçe
imkânları içinde mutlaka giderilmesi icap etmektedir. Adliye
binalarının, bilgisayarlarla donatılmış, özlük haklarından doğan
sıkıntılarını çözmüş ve güler yüzle hizmet edebilen personelin
bulunduğu adliye sarayları haline getirilmesi öncelikli
hedeflerimizdendir.
Hâkimlik ve savcılığın yeniden özenilen bir meslek haline getirilmesi,
yargı mensuplarının gelir ve sosyal hakları bakımından kamu
çalışanlarının en iyilerinden olması büyük bir zarurettir.
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu, Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu
ve İcra İflas Kanunundaki bazı hükümlerin sebep olduğu gecikmeler
giderilmeli, bilirkişilik müessesesinin adlî mekanizma içerisindeki
önemine binaen, başta, Adlî Tıp Kurumu olmak üzere, uzman
kadroların eksiklikleri süratle telafi edilmelidir. Birçok hukukî ihtilafın
mahkemeler dışında tahkim yoluyla çözülebilmesi için, usul hukukuyla
ilgili revizyonların gerçekleştirilmesini teklif etmekteyiz.
Değerli milletvekilleri, birçoğumuzun mensubu olduğu ve yargı
mekanizmasının vazgeçilmez unsuru olan avukatlık mesleği önemli
sıkıntılar içindedir. SSK topluluk sigortasının primlerini dahi ödemekte
zorlanan pek çok meslektaşımız, hastalık ve analık sigortasından
yararlanamamaktadır.
Hayat standardı esasının getirdiği ağır vergi külfetinin azaltılması bir
zorunluluk haline gelmiştir.
Devletin trilyonlarca liralık hukukunu savunmaya çalışan kamu
avukatlarının ücret ve özlük hakları bakımından birçok kamu
personelinin gerisinde olduğunu itiraf etmemiz gerekir. 1136 sayılı
Avukatlık Kanunuyla yaptıkları görevin kamu hizmeti olduğu vazedilen
avukatların, hizmetin bu niteliği göz önünde tutularak, hak ettikleri
itibara kavuşturulması elzemdir. Unutulmamalıdır ki, herkesin, bir gün,
bir avukata ihtiyacı olabilir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; cezaevleri ve ceza infaz sistemi,
yeni baştan ele alınması gereken bir konu olarak karşımızda
durmaktadır. Cezaların İnfazı Hakkındaki Kanunun getirdiği
uygulamalarla, cezanın caydırıcılığı hususunda çok ciddî tereddütler
vardır.
Elbette ki, tutuklu ve hükümlüler de, bizim insanlarımızdır. Gerek iç
hukuktan gerekse beynelmilel hukuktan kaynaklanan hakları, devletin
himaye ve teminatı altındadır.
Cezalandırma müessesesinin, suçlunun ıslah edilip topluma yeniden
kazandırılması amacına yönelik olmasına rağmen, birçok
cezaevimizin, mevcut yapısıyla, bu fonksiyonunu yerine getirmesi
mümkün değildir.
Herhangi bir suça feri nitelikte iştirak etmiş bir tutuklu veya hükümlü
bile, cezaevinden, ıslah edilmiş olarak değil de, daha da bilenmiş olarak
çıkabilmektedir.
Çocuk tutuklu ve hükümlülerinin şartları, önemli bir problem olarak
karşımızda durmaktadır.
Bütün bu konularda gerekli her türlü idarî düzenlemeler yapılacak, kanun
değişikliğini gerektiren hususlar, Yüce Meclisin önüne getirilecektir.
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Yargıtayımız, Türk yargı
sisteminin gözbebeğidir; hakkını arayan, savunma hakkını kullanan kişi
ve kurumların kapısını çalabileceği en son mercidir. Hukukî ihtilafların
çok büyük bir bölümü adlî yargıya ilişkin olduğundan, bu
uyuşmazlıkların varacağı son nokta olan Yargıtay’ın önemi,
kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Ülkenin en seçkin hâkimlerinin görev
yaptığı bu kurumun, üzerine düşeni layıkı veçhile yerine getirebilmesi
için ne gerekiyorsa yapılmalı, ne talep ediliyorsa, her türlü bütçe
kaygılarının dışında, karşılanmalıdır. Onbinlerce dosya arasında ve
fizikî şartlarındaki yetersizliklere rağmen, en ufak bir kuşkuya yer
vermeden görevini yapan Yargıtayımız, her türlü siyasî tartışmanın da
dışında kalabilmeyi başarmıştır.
İlk derece mahkemeleri ile temyiz mahkemesi arasında görev yapacak
olan istinaf mahkemeleriyle ilgili kanun ve kanun değişiklikleri Yüce
Meclise getirilecek, bu suretle, Yargıtay, asıl yapması gereken içtihat
mahkemesi görevini ifa etme imkânına kavuşacaktır.
Yargının bağımsızlığı ve hâkim teminatı, hukuk devletinin en önemli
unsurudur. Adalet Bakanı ve müsteşarının bulunmadığı bir Hâkimler
Yüksek Kurulunun yeniden ihdası, Hükümetimizin önemli projeleri
arasındadır.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; gerek bu kürsüde gerekse Plan ve
Bütçe Komisyonunda söz alan bütün grupların sözcülerinin, adalet
camiasının sorunlarının tespitinde ve çözüm yollarında ciddî bir
mutabakat içinde olduklarını, memnuniyetle müşahede ediyoruz; ancak,
burada asıl olan, bunların hayata geçirilmesi, uygulamaya
konabilmesidir. İşte, tespit ve ikrar ettiğimiz bu aksaklıkları, 53 üncü
Hükümet olarak, Yüce Meclisin de desteğiyle, Adalet Bakanlığının 29
trilyon 848 milyarlık, Yargıtay Başkanlığının 611 milyarlık ödeneği
çerçevesinde, reformcu bir anlayışla ve ihlasla çözmek üzere yola
çıkmış buluyoruz.
Bütçemizin, adalet camiasına ve memleketimize hayırlara vesile
olmasını diler; şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına, Yüce Meclisi
saygıyla selamlarım. (DYP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN –Teşekkür ediyorum Sayın Cevheri.
Sayın Hamdi Üçpınarlar.
Süreniz 11 dakikadır; arkadaşınızın süresinden 1 dakika kaldı.
Buyurun.
DYP GRUBU ADINA A. HAMDİ ÜÇPINARLAR (Çanakkale) –
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım ve televizyonları
başında bizleri dinleme imkânı bulunan değerli vatandaşlarım; Çevre
Bakanlığının bütçesi üzerinde, Grubum adına konuşma yapmak üzere
görevlendirilmiş bulunuyorum. Konuşmalarıma başlarken, hepinize
saygılar sunuyorum.
Üzerinde yaşamış olduğumuz dünyanın tek olduğunu düşündüğümüz
zaman, çevre konusunun da, tüm dünyamızı ve bu dünya üzerinde
yaşayan tüm insanlığı ilgilendirdiğini kabullenmemek mümkün değildir.
O nedenle, günümüz dünyasında çevre konumunun, doğrudan insan
sağlığıyla bağlantılı olması nedeniyle, en önemli bakanlıklardan birisi
olması gereğini de kabullenmemiz gerekmektedir.
Nitekim, teknolojinin ilerlediği, sanayinin geliştiği bir dünyada, 1972
yılında Stockholm’de ve 1992’de Rio’da yapılan zirvelerde, devlet
başkanları seviyesindeki bu toplantılarda çevrenin önemi ve konumu
gündeme getirilmiş ve dünya devletlerinin birbirleriyle de yardımlaşarak
çevre konusunu en ön plana almaları gereği ifade olunmuştur.
1991 yılına kadar Çevre Müsteşarlığı adı altında faaliyet gösteren ve
1991 yılında Çevre Bakanlığı olarak ihdas olunan bakanlığımızın
bugüne kadar yaptığı faaliyetlerin yeterli olduğunu iddia etmek mümkün
değildir. Ama, artık, sanayinin, günümüzde ekonomimizin merkezi ve
büyümenin itici gücü olduğunu kabul edersek ve getirmiş olduğu
ekonomik katılımların yanında çevreye verdiği zararları göz önüne
alırsak çevrenin -biraz evvel de ifade ettiğim gibi- tüm insanlarca ele
alınması gerektiğini ve bugüne kadarki çevreci-sanayici, gönüllü
kuruluşlar - yatırımcılar savaşını bir tarafa bırakıp, Türkiye’nin, el ele
vererek birlikte üretim yapma ve çevreyi temiz tutma mecburiyetinin
ortaya çıktığını kabul etmemiz gerekir.
Nitekim, 1993 yılında, Çevre Bakanlığı, otomotiv ve çimento
sanayiiyle uyum protokolleri yapmış ve bu protokollerin diğer alanlarda
da tahakkuk etmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Temennim, Çevre
Bakanlığımızın, bundan sonraki çalışmalarda, diğer kuruluşlarla da bu
uyum protokollerini yaparak, çalışmalarına hız vermesidir.
Sanayi kuruluşlarımızın dikkat etmesi gereken bir konum, şudur: Hiç
kimse, para kazanma işini, insan ve diğer canlıların sağlığı üzerine
kurmamak; bazı kişiler, doğayı tahrip ederek, doğayı kemirerek, doğayı
yok ederek gelirlerine gelir katma gafletinden vazgeçmek
mecburiyetindedir.
Bunların yanında, buradan, yerel yönetimlere de seslenmek istiyorum.
Maalesef, Türkiyemizde, gecekondu ve çarpık yapılaşmalara karşı
önlem alınamamaktadır. Biz, siyasîler ve yerel yönetimlerdeki belediye
reisleri, maalesef, önümüzdeki seçimlerde alacağımız oyun hesabını
yapınca, o çarpık yapılaşmalara müsaade edilmekte, hatta, altyapıların
götürülmesi temin edilerek oralarda doğabilecek felaketlere izin
verilmektedir. Nitekim, İstanbul’da vuku bulan çöplük hadisesinin ve
İzmir’de vuku bulan sel hadisesinin altında yatan gerçek, bu felaketlerin
ihmallerden doğduğudur. Felaketler başımıza geldikten sonra önlem
almak, bir işe yaramamaktadır. O nedenle, yerel yönetici
arkadaşlarımızın, bilhassa şehirleşmede ve çarpık yapılaşmadaki
hassasiyetlerinin gereğini burada vurgulamak istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, şurada bir iddiada daha bulunmak istiyorum:
Türkiye’de, bugün, insan başına, günde aşağı yukarı 1 kilograma yakın
çöp üretilmektedir. Nüfusumuza oranladığınız zaman, Türkiye’deki çöp
üretimi günde 60 milyon kilograma yakındır. Bütün kuruluşlarımız,
bütün bakanlıklarımız ve bilhassa Çevre Bakanlığımız, çöp konusunda
gerekli tedbirleri almadığı takdirde, Türkiye, çok yakında, önümüzdeki
beş on yıl zarfında, çöplerden doğacak felaketleri önleme imkânına
sahip olamayacaktır.
Dünya üzerinde, çöp sorununa, Avrupa ülkeleri, düzenli depolama,
yakma ve kompost şeklinde çare aramaktadır. Türkiyemizde de en
yaygın olan tedbirlerden bir tanesi düzenli depolama olmasına rağmen,
maalesef, Çevre Bakanlığı ile Orman Bakanlığı arasındaki
uyuşmazlıktan dolayı, yeterli derecede yerine getirilememektedir. Bazı
ülkelerde kompost formülüyle çareler aranmaktadır... Bunların, Çevre
Bakanlığı tarafından, en kısa süre içerisinde araştırma yapılmak
suretiyle, Türkiye’ye de uygulanması zarureti olduğunu buradan ifade
etmek istiyorum.
Söylemiş olduğum bu konularla ilgili, Çevre Bakanlığı yaptığım çok
kısa bir devre zarfında, gerekli çalışmaları ve araştırmaları
yaptırmıştım. Şimdi, önerim, görevi devralmış olan Sevgili
Bakanımın bu konuları bir an evvel gündeme getirerek hayatiyete
geçirmesi olacaktır.
İnsan sağlığıyla çok yakinen ilgili olduğunu ifade ettiğimiz çevre
konumunda, Türkiye’nin en fazla dikkat etmesi gereken konulardan bir
tanesi de, dünya üzerinde ve bilhassa Türkiye’de, son zamanlarda çok
vuku bulan erozyon hadisesidir. Bu yönde tedbir alan ve çok ciddî
çalışmalar yapan kuruluşlarımız mevcuttur. Ben, buradan, bu gönüllü
kuruluşlarımızın bugüne kadar yapmış oldukları çalışmalardan ve
bundan sonraki yapacakları çalışmalardan dolayı, bu kuruluşlarda görev
alan gönüllü insanları kutlamak istiyorum, tebrik etmek istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Üçpınarlar, 2 dakikanız kaldı.
A.HAMDİ ÜÇPINARLAR (Devamla) – ... ve, bakanlığım döneminde
gönüllü kuruluşlarla, sanayicilerle müşterek başlatmış olduğum diyalog
çalışmalarının, şu anda görev yapan arkadaşım tarafından da
devamında fayda mülahaza ettiğimi ifade etmek istiyorum.
Ve, bu konuda benden evvel konuşmalarını ifa eden arkadaşlarımın da
ifade buyurdukları gibi, en önemli unsurlardan bir tanesi, eğitim
konusudur. Bakanlığın, belediyelere çöp arabası, vidanjör ve traktör
dağıtan bakanlık unvanını bir kıyıya bırakıp, gerekli çalışmalara ve
bilhassa eğitim çalışmalarına büyük önem vermesini buradan bir kez
daha ifade etmek istiyorum ve diyorum ki, Peygamber Efendimizin
buyurduğu gibi “Kıyamet anını hissettiğiniz an dahi elinizde bir fidan
varsa, onu dikiniz.”
ALİ OĞUZ (İstanbul) – Bravo!..
A.HAMDİ ÜÇPINARLAR (Devamla) – Ve diyorum ki, solunabilir
hava, içilebilir su ve ekilebilir toprak aradığımız günlere muhtaç
olmayalım. Bunları aramamamız için de, geliniz, çevre bilincini, yeni
yetişen nesillerimize ve tüm insanlığa...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Üçpınarlar, 1 dakika içinde lütfen toparlayın...
A. HAMDİ ÜÇPINARLAR (Devamla) – ...eğitim vermek suretiyle,
onlara insanoğlunun hoşuna gidecek tarzdaki eğitim tarzlarını
uygulamak suretiyle aşılamaya çalışalım.
Allah hepimizin yardımcısı olsun; bütçemiz hayırlı uğurlu olsun
diyorum. Saygılar sunuyorum Sayın Başkan. (DYP, ANAP ve RP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Üçpınarlar.
Gruplar adına konuşmalar tamamlandı.
Şahısları adına, lehinde, Sayın Orhan Kavuncu; buyurun.
Sayın Kavuncu, süreniz 10 dakikadır.
ORHAN KAVUNCU (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri;
Çevre Bakanlığı bütçesiyle ilgili kişisel görüşlerimi açıklamak üzere
söz almış bulunuyorum. Konuşmama başlarken, Büyük Birlik Partisi ve
şahsım adına, hepinizi hürmetle selamlarım.
Sevgili Çevre Bakanımızın sunuş konuşmasında ifade buyurduğu,
sürdürülebilir kalkınma ve kalkınmayı engellemeyecek çevre duyarlığı
konusundaki ilkelerine destek veriyor, bunları hayata geçirmek için
elinden gelen gayreti göstereceğini biliyor, kendisine, bütçesinin
azlığıyla ilgili şikâyetlerinde de hak vererek başarılar diliyorum. Ancak,
Maliye Bakanımızın sunuş konuşmasında, yatırım programları
içerisinde çevre projelerinin payının ifade dahi edilmemiş olması, hatta
“çevre’’ kelimesinin, bir tane dahi geçmemiş olması, Hükümetin çevre
duyarlığı bakımından hassasiyetinin olmadığı noktasında da, beni
tereddüte sevk ediyor.
Küreselleşme kavramı içerisinde çevre meselesini ele almak gerekiyor.
Çevre meselesi, bilhassa ekolojik bozulmayı ön plana çıkararak
düşündüğümüzde, ulusal bir mesele olmaktan ziyade, dünya
boyutlarında, insanlığı, tabiatı tehdit eden bir mesele olarak karşımıza
çıkıyor.
Bu küreselleşme kavramı içerisinde çevre problemini düşündüğümüzde,
iki boyutlu olarak tezahür ettiğini görüyoruz. Çevreyi bugünkü durumuna
sokan ülkeler, şimdi, çevre koruma endüstrisinde yaptıkları ihracatla
dünyayı sömürmeye devam ediyorlar. Çevre koruma endüstrisinin
toplam ihracattaki payı, Almanya’da 27 milyar dolar, Amerika Birleşik
Devletlerinde 80 milyar dolar, Japonya’da 30 milyar dolar, Fransa’da 12
milyar dolar, İngiltere’de 9 milyar dolardır.
Çevre meselesinin küreselleşme kavramı içerisinde ikinci boyutu ise,
biraz önce de ifade ettiğim gibi, çevre kirliliğinin bizzat kendisinin dünya
boyutlarında bir problem olmasıdır. Bu noktada, Çevre Bakanlığının,
Kafkasya ve Orta Asya Bölgesel Çevre Merkezinin TİKA’yla birlikte bir
an önce hayata geçirilmesi konusunda yeterli duyarlılığı göstereceğini
ümit ediyorum.
Gelecek bütçelerde, uluslararası kuruluşlara ve ülkemizdeki gönüllü
kuruluşlara yapılacak ödemeler, imkânlarımız ölçüsünde elbette
artırılmalıdır.
Sayın Bakanın bir tereddütü var; katılmamak elde değil. Sayın Bakan
“Orta Asya ve Balkanlar için Gündem-21’in ilgili ülkeler tarafından
benimseneceğini ümit ediyorum” diyor. Bu ümit ifadesinin arkasındaki
endişeye katılıyorum; uluslararası kuruluşlara ayırdığımız payla, biz,
bu endişeyi taşımakta haklıyız.
Sevgili arkadaşlar, küreselleşme boyutlarıyla ele aldığımız zaman,
ekolojik bozulmalar, yeryüzünde, en fazla Türk dünyasını tehdit eden
boyutlarda bir tehlikedir. Türkistan’da, ekolojik bozulma, tam bir
insanlık faciasıdır. Türkistan, Asya’nın ortasında bir coğrafyadır. Orta
Asya diye, kasıtlı olarak, Türklükle bölgenin ilgisini unutturmak
maksadıyla ifade edilen bölgenin Herodot’tan beri nomadik ismi
Türkistan’dır. Sıkıntılar, insanlara, suya, toprağa ve diğer canlılara
verilen zararlar, Birleşmiş Milletler ve başka uluslararası kuruluşların
gündemindedir.
Kazakistan’ın Semipalatinski yöresinde yapılan yeraltı nükleer
denemeler, Türkistan’ın münbit arazilerinde pamuk monokültürünün yol
açtığı çoraklaşma ve zehirlenme, Aral’ın suyunun azalması, Hazar
Denizinde petrol endüstrisi, Lop Nor’da Çinlilerin yaptığı nükleer
denemeler, Kazakistan’da Baykonur Uzay Üssünden atılan roketlerin
yaptığı tahribat; yine, insan ve canlı hayatını hiçe sayan acımasız ve
sorumsuz bir merkezî planlamanın meraları tarla arazisi yapma
kararıyla çobanlığın ve Kazakların neredeyse tamamı demek olan
çobanların yok olması, Türk ülkelerini, Türkistan cumhuriyetlerini
mahvetmiştir.
Kazakistan’da nükleer denemeler, çocuk ölümlerini, kanserli oranını,
genetik bozuklukları çok artırmış; Semey Vadisinde, gerek tarla arazisi
gerek koyun ve yılkı -yani, at- sürülerinin beslendiği geniş meralar
tamamen çoraklaştığı için, ekincilik ve hayvancılık tamamen ölmüştür.
Özbekistan ve Türkmenistan, bugün, bir yaşından küçük ölümlerin,
düşüklerin ve ölü doğumların en yüksek oranda olduğu ülkeler
arasındadır.
Pamuk ziraatı, çok su, gübre, ilaç ve sık çapalanma gerektirir, entansif
bir ziraattır; toprağı ve insanı yoran bir ziraat kültürüdür. Kullanılan
gübre ve bilhassa tarlada pamuk hasat eden kadın ve çocuk işçiler
varken, bunların üzerine, hasatı kolaşlaştırsın diye uçakla atılan
kimyevî çözücülerle, insanlarda sürekli rahatsızlıklar meydana gelmiştir.
Hiç ara vermeden yıllardır süregelen pamuk ekimi toprağı yormuş,
sulama için kurulan dev barajlar -Kazak soydaşlarımız “su koyması’’
Özbek soydaşlarımız “su ambarı’’ diyorlar; ne güzel değil mi- ve
sulama kanalları, Seyhun ve Ceyhun’un Aral’a ulaşmadan kurumasına
yol açmış ve Aral’ın derinliğinde 14 metre, sahillerinde 114 kilometre
çekilmeye yol açmıştır.
Değerli milletvekilleri, Türkiye, yaşlı dünyanın 21 inci Yüzyıla girmek
üzere olduğu şu günlerde, değişme trendlerini yakalamak, daha doğrusu,
nelerin değişmesi gerektiğini belirleyerek, bu değişme trendlerini kontrol
altına almak mecburiyetindedir. Türkiye, cihanşümul politikalar
uygulamak zorundadır. Belli bir büyüklüğe gelinceye kadar ayakta
durmak için, kendi kabuğumuza çekilmemiz gerekiyordu; ama, artık o
kabuktan çıkacak büyüklüğe geldiğimizi fark etmek mecburiyetindeyiz.
BAŞKAN – Sayın Kavuncu, son 2 dakikanız...
ORHAN KAVUNCU (Devamla) – Elzem değişikliklerin başında,
ekonomik değerlendirme ile ekolojik değerlendirmenin önem sırası
gelmektedir. Bugüne kadar, modern dünyanın insanı ve kurumları, bir
endüstriyel veya ziraî faaliyeti planlarken “bu işten ne kadar kâr ederim”
sorusunu öncelikle cevaplamaya çalışmış ve hatta, bu tür faaliyetlerin
ismi “iktisadî faaliyet” olarak anılagelmiştir. Bu arada, ekolojik
duyarlılığı olan insanların “aman, ekolojiye zarar vermeyelim”
şeklindeki ikazları, çok nadir zamanlarda ciddiye alınmıştır.
Bugün, artık, iktisadî faaliyetleri, ekolojiyi bozmayacak şekilde değil,
ekolojiyi düzeltmek şeklinde düzenlemeliyiz. Bugün, sürdürülebilir
üretim (sustainable production), sürdürülebilir kalkınma (sustainable
development) gibi kavramlar, aslında, işte, bunu ifade etmektedir; yani,
mesela, tabiat ana, o topraktan neyin ne kadar zamanda yetişmesini
organize edecekse, toprağı yormadan, o şekilde planlanan bir tarımsal
faaliyet. Türkiye, cihanşümul politikalarını, bu tip meselelerin üzerine
inşa etmelidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kavuncu, eksüreniz 1 dakikadır.
ORHAN KAVUNCU (Devamla) – Teşekkür ederim Başkan.
20 nci Asırda, bir yanda, daha fazla kazanma hırsıyla teneffüs ettiğimiz
havayı, bir yanda balıkların ve çocuklarımızın yüzdüğü suyu,
yediğimiz ekmeği ve domatesi besleyen, bağrında olgunlaştıran toprağı
kirleten zenginlerin kapitalist düzeni; öbür yanda, süper güç olduğunu
ispatlama hırsıyla havayı, suyu ve toprağı en umursamaz ve en utanmaz
tavırlarla kirleten komünist sistem. Rusya’nın işi şimdilik bitmiş
görünüyor.
Şimdi “küreselleşme” yani “yeni dünya düzeni” diyorlar. Ben, şahsen,
daha çok kazanma hırsıyla kirletmeye devam edeceklerine, dolayısıyla,
nimet ve külfetlerin paylaşılmasındaki dengesizliğe, bu yeni dünya
düzeninin de son vermeyeceğine inanıyorum; buna “dur” diyecekse,
cihanşümul politikalarla, sadece Türk dünyasına değil, bütün ezilen
ülkelere mesajlar veren bir Türkiye “dur” diyecektir.
Hepinize saygılar sunuyorum. (BBP ve RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kavuncu.
Hükümet adına Çevre Bakanı Sayın Mustafa Taşar; buyurun efendim.
(ANAP sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakikadır.
ÇEVRE BAKANI MUSTAFA R. TAŞAR (Gaziantep) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; çevreyle ilgili konuların 10 dakikada
konuşulmasının zorluğunu takdir edersiniz. Bu konudaki,
Bakanlığımızın ve Hükümetimizin görüşlerini bir kitapçık halinde
bastırarak, Başkanlığımıza ve sayın milletvekili arkadaşlarımıza
dağıtmış bulunuyoruz.
Bakanlığımızın 1996 malî yılı bütçesinin görüşülmesi nedeniyle
huzurlarınızda bulunuyorum; konuşmama başlamadan önce hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Bilindiği gibi, çevre konusu, bizim, önem, öncelik ve duyarlılıkla ele
aldığımız bir konudur. Nitekim, bu yaklaşım doğrultusunda, daha önce,
Başbakanlığa bağlı müsteşarlık olarak teşkilatlandırılan kurum, 1991
yılında, -benim de üyesi bulunduğum- Sayın Mesut Yılmaz
Başbakanlığındaki Anavatan Partisi Hükümeti tarafından bakanlık
düzeyine yükseltilmiştir.
Konuya verdiğimiz önemin gereği, Anavatan Partisi olarak, çevre
konusundaki çalışmalarımıza muhalefet döneminde de devam ettik.
Muhalefet döneminde, Pamukkale’de düzenlediğimiz “2000’e Beş Kala
Türkiye’nin Hedefleri ve Yeniden Yapılanma’’ konulu siyaset belirleme
ve geliştirme toplantısında, çevreyi, başlıbaşına bir konu olarak ele
aldık ve irdeledik; bu çalışmaların sonucunu da bir kitap halinde
yayımladık.
Şimdi, 53 üncü Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin Programında,
“çevrenin korunmasının ekonomik, ticarî, sosyal ve siyasî açılardan,
birbiriyle uyumlu ve bütünleşmiş bir yaklaşımla ele alınacağı; çevrenin
kirletilmesi sonucunda alınacak onarıcı politikalar yanında, öncelikle,
kirletilmeden korumasını sağlayacak önleyici politikalar tercih edileceği
ve çevre politikalarının tüm ekonomik ve sosyal politikalarla
bütünleştirilerek, ekonomik araçlardan azamî düzeyde istifade edileceği,
toplumda çevre bilincinin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması için,
kamu kurum ve kuruluşları, gönüllü kuruluşlar ve yerel yönetimler
arasında koordinasyon sağlanarak eylem planları yapılacağı, kent
planlamasının çevre düzeni, imar planlarına uygun olarak
hazırlanacağı” hususları temel politikalar olarak belirlenmiştir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; çevre, ihtiyaçlarımızı
karşıladığımız, her canlının neslini devam ettirdiği, sürekli olarak
tükettiği ve ürettiği, gezdiği, dinlendiği, yaşamını geçirdiği doğal,
kültürel sınırları her zaman kontrol edilemeyen büyük bir ortamdır.
İnsanoğlunun yaşamı, bu mekân içerisinde, bazen kolaylaştırılmış,
bazen de -elde olmayan nedenlerle- zorlaştırılmış vaziyette
geçmektedir. İnsanoğlu, hayatın ilk yıllarından beri çevreyle beraber
olmasına karşın, 19 uncu Yüzyıla kadar bu ortamın önemini pek
kavrayamamış; çevre de, kendi doğal yapısı içerisinde şekillenmiştir.
20 nci Yüzyılda ülkelerin temel hedefi, ekonomik kalkınma olmuş. Bu
hedefe ulaşılmasında, sanayileşme başlıca araç olarak görülmüştür.
Başka bir ifadeyle, birçok ülke için kalkınma sanayileşmeyle özdeş
kabul edilmiş ve bütün çabalar bu yönde yoğunlaştırılmıştır.
Ülkemiz, kalkınma sürecinde belli düzeye ulaşmış, sanayileşme ve
kentleşme çabalarını sürdüren bir ülke olarak, ciddî çevre sorunlarına
sahiptir. Bu sorunlara, bir sistem dahilinde, kısa, orta ve uzun vadeli bir
programla yaklaşılması gerekmektedir. Burada vurgulamamız gereken
husus, yaşadığımız çevrenin önemi yanında, yapılanları ve yapılması
gerekenleri yapmak, uygulamak, uygulamaya yardımcı olmak ve bu işte,
her şeyden önce samimi olmaktır. Kural ve kaideleri, nerelere, nasıl
yazarsanız yazınız, uygulamalardaki aksaklık ne çevreyi korur, ne tabii
zenginlikleri korur.
Çevre, bir hükümet, bir bakanlık işi diye geçiştirilecek bir şey değildir;
çevre, hem devletin, hem hükümetlerin, hem de en başta bizlerin, yani
vatandaşların, çevreyi kullananların, insanların, koruması altında
olabilecek bir olgudur. Bu amaçtan yola çıkarak, siyasî parti
liderlerimizin, çevreyle ilgili konularla yakinen ilgilenmelerini sağlamak
üzere, demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsurları olan siyasî
partilerde de, çevre komisyonları oluşturulması için çağrıda bulundum
ve bu konuda bir yönetmenlik taslağını da kendilerine takdim ettim.
Buna, bütün siyasî partilerimizin duyarlılıkla yaklaşacağını ümit
ediyorum.
Yine, aynı şekilde, hepinizin yakinen içinde yaşadığınız olaylar
olmaktadır; bunlardan en basit birisini burada söylemek istiyorum:
Sayın genel başkanlar, sayın bakanlar, sayın milletvekilleri, siyasî
geziler yaptıkları zaman, dinimizce de uygun olmayan şekilde kurbanlar
kesilmektedir -halbuki, kurban Allah’a kesilir, kullara kesilmez- böylece
orada bir cinayet işlenmekte, vahşice hayvanlar katledilmektedir. Bunun
önlenebilmesi için sayın genel başkanlarımıza bir mektup göndererek,
karşılamalarda ve uğurlamalarda, kurban kesme hadiselerine son
verilmesi hususunda yardımlarını talep ettim; ilk uygulamayı
Gaziantep’e yaptığım gezide ben başlattım. Benim Bakan olarak
yapacağım ziyaretlerde, kurban kesmek isteyen vatandaşlardan, valilik
kanalıyla Çevre Koruma Vakfında, tam 310 milyon Türk Lirası bağış
toplandı; böylece hem hayvanlar telef edilmemiş oldu hem de çevrenin
güzelleştirilmesi ve ağaçlandırılması için -bir miktar da olsa- para
toplanmış oldu. Gaziantep’deki bu uygulamanın, diğer illerimize de
örnek olmasını diliyorum.
Yine aynı şekilde, yarın, basın toplantısıyla açıklayacağım bir husus
var: Hepimiz, birbirimize yılbaşlarında ve bayramlarda tebrik kartı
gönderiyoruz. Bu tebriklerin tamamını topladığınız zaman, maliyeti
tam 2,8 trilyon lirayı bulmaktadır. Ben, bana gelen kartlardan ve
gönderdiğim kartlardan gördüğümü söylüyorum; bu gelen kartları ne biz
okuruz ne de gönderdiğimiz okur, altına imza bile atmayız, imzalar
matbaada basılır, sekreterler yorulur sadece burada, bir de onları
dağıtan postacılar. Bu bir kanun meselesi değildir; bu meselenin sona
erdirilmesi için de, herkesi duyarlılığa davet ediyorum. En azından,
binlerce ağacın kesilmesine ve oksijen ihtiyacımızı karşılayan orman
varlığımızın yok olmasına neden olan bu fuzuli uygulamanın sona
erdirilmesi gerekmektedir. Bu konuda, zaten, çok yakın dostlar
telefonla, bayramlarda birbirlerini ziyaret ederek veya mektuplaşarak
meseleyi halletmektedirler. Onun için, bu meseleye de bir son verilmesi
gerekir diye düşünüyorum. (Alkışlar)
Ülke genelinde erozyon, çarpık kentleşme ve buna bağlı altyapı
sorunları yoğun olarak görülürken, batı bölgelerimizde, sanayileşmeden
kaynaklanan hızlı bir çevre kirlenmesi yaşanmaktadır. Türkiye’nin
büyük bir bölümünde bitki örtüsü ve ormanlar hızla azalmaktadır.
Erozyon nedeniyle yılda 500 milyon ton verimli toprak heba olmaktadır.
Bu topraklar heba olmakla kalmayıp aynı zamanda, barajlarımızın
dolmasına da sebebiyet vermektedirler... Ülkenin ekonomik büyüme
sürecinde, gerekli önlemlerin alınmaması ve çevre koruma
politikalarının ihmal edilmesi, bu sorunları, maalesef, gündeme
getirmiştir.
Ülkemizin gündeminden hiç inmeyen bir diğer konu, hava kirliliğidir;
yoğun yerleşim merkezlerinde ve sanayi bölgelerinde, kömüre dayalı
enerji tesislerinin yer aldığı yörelerde görülmektedir. Taşıtlardan
kaynaklanan hava kirliliği ise, apayrı bir içler acısıdır ve büyük
şehirlerimizde önemli boyutlara ulaşmıştır. Gölleri, akarsuları, yeraltı
su kaynakları ve sulak alanları zengin ve üç tarafı denizlerle çevrili
ülkemizde, su kirliliği ve hava kirliliğinde olduğu gibi, çarpık yerleşme
ve arıtma tesisi kullanılmadan yapılan atık deşarjlarından da
kaynaklanan bu kirliliklere son verilmesi için gerekli çalışmalar
yapılacaktır.
BAŞKAN – Sayın Taşar, son dakikanız içerisindesiniz.
ÇEVRE BAKANI MUSTAFA R. TAŞAR (Devamla) – Sayın
Başkanım, daha okuyacak ve söyleyecek çok şeyim var; yalnız, son
dakikada şunu söylemek istiyorum: Benden önce bu Bakanlık görevinde
bulunmuş olan Sayın Çevre Bakanımız, biraz önce “Çevre
Bakanlığının bir, itfaiye, çöp aracı dağıtan kurum haline geldiğini”
ifade etti; aynen katılıyorum, eğer bu uygulamalar ileriye doğru devam
edecek olursa, Çevre Bakanlığının adını, “çevre malzeme ofisi’’
olarak değiştirmek gerektiğine inanıyorum; çünkü, çevre fonunun
işlevleri arasında, çevre kirliliğini önleyici araştırma faaliyetleri,
çevrenin temizlenmesi için yapılacak faaliyetler, çevre kirliliğini
önlemeye yönelik eğitim faaliyetleri ve personel yetiştirilmesi...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bakan, ek süreniz 1 dakikadır.
ÇEVRE BAKANI MUSTAFA R. TAŞAR (Devamla) – ...çevre
kirliliğinin giderilmesi ve önlenmesiyle ilgili teknoloji ve projelerin satın
alınması, çevre kirliliğini önleyici ve çevreyi iyileştirici faaliyetlerde
kullanılacak olan araç ve gereçlerin satın alınması, hayvan ve bitki
ıslahı ve çevre kirliliğini önlemeye yönelik ağaçlandırma faaliyetleri ve
arıtma tesisleri yapılması için, gerçek ve tüzelkişilere kredi yardımları
konuları vardır; ama, bunlardan hiçbirisi yapılamamaktadır; sadece,
belediyelere arozöz, çöp kamyonu vermekle yükümlü bir Bakanlık
halindedir, bir imkânsızlıklar Bakanlığıdır, bütçesi, Türkiye bütçesinin
onbinde yedisidir. Onbinde yedi bütçeyle, bu Bakanlıkta, ne
yapılabilecekse azamîsini yapmaya gayret edeceğiz ve Bakanlar Kurulu
içerisinde, ben, kendimi Bakanlar Kurulunun bir üyesi gibi değil, çevre
gönüllülerinin bir temsilcisi olarak görüyorum; çevre kirliliğinin
önlenmesinde, çevrenin kirletilmeden korunmasında ve çevreyle ilgili
her türlü çalışmada onlarla birlikte olacağım.
Beni dinlediğiniz için, hepinize sevgi ve saygılar sunuyorum; bütçemiz
hayırlı olsun. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Adalet Bakanı Sayın Mehmet Ağar; buyurun.
ADALET BAKANI MEHMET AĞAR (Elazığ) – Sayın Başkanım, çok
değerli milletvekilleri; hepinizi içten saygılarımla selamlıyorum.
Sayın Başkanım ve değerli milletvekillerimiz; müsaadeniz olursa,
sözlerime, Türkiye’nin her tarafında büyük sıkıntılar içerisinde hizmet
üretmeye gayret eden, insanlarının tasasına, sıkıntısına koşan; kendi
bütün problemlerini bir kenara itmiş, küçük yerlerde yok denilebilecek
binalarda, büyük yerlerde de bodrum ve merdiven altlarına ilave edilmiş
odalarda görev üretmeye çalışan hâkim ve savcılarımıza, Yüce
Meclisimizin selam, saygı ve şükranlarını sunmak suretiyle başlamak
istiyorum.
Çok değerli grup sözcüleri, gerçekten, hepimizin, tespitte ve bilgi sahibi
olmada müştereklik içerisinde olduğumuz birçok konuyu, büyük bir
vukufiyetle dile getirdiler. Türkiye’de, yıllardan beri, adalet
mekanizması konusunda sadece konuşulmuştur; konuşulan da,
eksikliklerin, sıkıntıların, problemlerin dile getirilmesi olmuştur.
Bunlar, zaten, bilinen gerçekler; sokakta, günlük yaşam içerisinde bu
problemlerle karşı karşıya olan insanlar bunu biliyor, görevliler biliyor,
parlamento biliyor... Peki, bu arada, hiçbir şey yapılmadı mı; elbette,
birçok mesafe alındı, cumhuriyetin kurulduğundan bu yana
bakıldığında, gelinen nokta içerisinde çok şeylerin yapıldığını
görmemek mümkün değil; ama, görünen o ki, toplumun gelişmesine,
büyümesine ayak uyduracak süratte ve aynı paralellikte değil. O zaman,
aradaki mesafenin giderek -özellikle, Türkiye’nin büyük bir kentleşme
süreci içerisinde olduğu göz önüne alındığında- büyük ölçüler içerisinde
açılması, artık, baş edilemez noktaya doğru geldiğini göstermekte; yani
tıkanmıştır. Bunun, bu dönem içerisinde -inşallah, bu Parlamentoya
nasip olacaktır- önemli meselelerinin mutlaka çözülmesi gereği vardır.
Tabiî, meseleyi, bir seçim dönemi perspektifi içerisinde ele aldığınız
vakit, dönem dönem yetiştirilecek, yapılacak işler vardır; aciliyeti
olanların, öncelikle, değerli Parlamentomuzun gündemine getirilmesi
mecburiyeti vardır. Hiç şüphesiz ki, bütün bu meselelerin başta geleni,
fiziksel anlamda söylediğimiz -binaydı, araçtı, gereçti, teçhizattı,
bilgisayardı- modern teçhizatlanma dediğimiz, modern teknoloji
dediğimiz olayın gerçekleşmesidir; bunun için kaynağın büyük
boyutlarda olması mecburiyeti var; ki, bütün arkadaşlarımız da bunu
söylüyor. Bunun için, kaynak bulucu bir kanuna ihtiyacımız var. Bu
kaynakları, süratle gündeme getirip bulmak ve kullanmak
mecburiyetimiz vardır. Geçmiş dönemde hepinizin yakinen hatırladığı
Yetki Kanunu çerçevesi içerisinde çıkarılmış bir kanun hükmünde
kararname vardı, bunun iptali sonucu, bu kararnameden istifade etme
imkânı kalmamıştır. O zaman, yakın bir zaman içerisinde getireceğimiz
bu iptal edilen kararnameyle ilgili redakte çalışmaları, son aşamadadır.
Çok kısa bir zaman içerisinde, muhtemelen hemen bütçeden sonra,
herkesin burada büyük bir içtenlikle şikâyet ve sıkıntılar içerisinde
bulunduğunu söylediği adalet camiamızı, bu sıkıntıdan kurtaracak
çözümü, Yüce Meclisimizin gündemine getireceğiz. Eksikler,
yanlışlıklar olabilir, Parlamento, hiç şüphesiz ki, ona son şeklini
verecektir. Kaldı ki, konu gündeme gelmeden evvel, değerli grup
başkanvekillerimizle ve komisyon üyelerimizle görüşülecektir ve
bildiğiniz prosedür içerisinde Genel Kurula getirilmesi sağlanacaktır.
Bugün, devletin temeli olan bir müessesedeki böylesine sıkıntılar ve
problemler, insanların, bu müesseseye karşı var olan büyük saygı ve
güvenlerini âdeta aşınmaya tabi tutmaktadır. Bunun, hepimiz için
üzerinde çok ciddiyetle düşünülmesi, önemle ve süratle çözülmesi lazım
gelen bir problem olduğunu söylemenin fazla olacağı kanaatindeyim.
Şüphesiz, bunun arkasından, hemen süratle gündeme gelecek diğer bir
olay, İnfaz Kanunudur. Bugün, kamu vicdanını ciddî şekilde rahatsız
eden, cezaların caydırıcılık vasfının kaybolduğu, infaz sisteminin,
âdeta infaz etmeme sistemi biçimine döndüğü şeklindeki şikâyetler ve
bundan dolayı bizatihi yargının içerisinde hizmet eden insanlarımızın
son derece rahatsız olmaları, artık bizim için dayanılmaz boyutlara
geldiği aşikârdır. Verilen ceza mutlaka infaz edilmelidir ve bu infaz
edilme içinde, hiç şüphesiz, yine gözden ırak tutmayacağımız bir başka
önemli ölçü de, bu infaza tabi kılınan insanın, bizim insanımız olduğu
ve onun yeni baştan topluma kazandırılması konusunda, sistemin içinde
gerekli mekanizmaların var olması sonucunun doğurulmasıdır.
Tabiî ki, suçlu da insandır, onun da insan haklarının bütün
güvencelerinden istifade etmek hakkı vardır da, peki mağdur ne
olacaktır?!. Mağdurlar, âdeta korunamaz hale gelmiş ve bir suçun
işlenmesinden dolayı mağduriyeti olan insanların, devlete duymuş
olduğu güven, güvence ve adalet mekanizmasına karşı duymuş
oldukları güvencede, maalesef, aşınmalar meydana gelmektedir.
Bunları, şunun için sıralamaya tabi tutuyorum: Çok şey söyleyip de
hiçbir şey yapmamak gibi bir eylemin sahibi olabilmemiz mümkün
değildir; konuştuklarımızı mutlaka yapmak durumundayız.
Parlamentonun iş trafiğini, çalışma tekniğini de göz önüne getirdiğimiz
vakit, bu sorunları tek tek çözebilmek için -tabiî sizin tasvibinize
sunulacaktır- keşke zamanımız daha fazla olsa, bunları, süratlendirerek
çıkarabilsek. Hukukumuzda, adlî sistemimizde, gerçekten, bugün,
herkesin ihtiyaç duyduğu reform dediğimiz olayı, ardı ardına, mutlak
gerçekleştirmek, realize etmek durumundayız. Hukuk sistemimizdeki
bütün bu gelişimler, elbette ki, milletimizin örf, âdet ve gelenekleri
yanında -dünyanın bugün bir bütünleşme süreci içerisinde olduğu bu
yüzyılımızda- dünya standartlarını da gözden ırak tutmamız mümkün
değildir. Bütün bunları meczederek, günümüze, yaşayışımıza ve
toplumumuzun gelişimine ayak uyduracak yeni bir yapılanmayı ortaya
koyacağız.
Cezaevleri meselesi, tabiî ki çok konuşulan, çok spekülasyona neden
olan bir konudur. Çok açıkça ifade etmek gerekiyor ki, bugün, hakikaten
kanayan bir yara; dünün, evvelki günün, bugüne getirmiş olduğu bir
konudur. Çok net bir tespitle diyebilirim ki, -ki, arkadaşlarımızın bütün
ifadelerine katılmamak mümkün değil- devlet eliyle, bugün, örgütlere,
sıfır maliyetle bir yeni üs kazandırılmış durumdadır. Bütün faaliyetler
hızla devam etmektedir; bunların, masrafı da devlet tarafından
karşılandığı için, örgütler açısından maliyeti sıfır haline gelmiş ve
iddia edildiği gibi, burada yaşayanlara, devletin veya onun görevlilerinin
değil, bizatihi örgüt mensuplarının baskıları sonucu, cezaevleri, bazı
insanlar için yaşanılmaz hale gelmiştir. İşte, insan hakları ihlali, bence,
bu noktada başlamaktadır.
Tabiî, hangi şartlar içerisinde olursa olsun, bu sınırlar içerisinde yaşayan
herkes, bu ülkenin vatandaşıdır. Dolayısıyla, bundan doğan -gerek
beynelmilel hukukta gerek millî hukukumuzda- varolan hakları neyse,
bunlar da, hiç şüphesiz ki, devlet tarafından titizlikle korunacaktır;
ancak, bütün buralara ait olan, kanun, tüzük ve yönetmelik neyse, bunlar
da uygulanacaktır; bunları da uygulamadığımız takdirde, buraların, o
zaman, özelliği olan bir cezaevi olabilmesi, bir tutukevi olabilmesi
imkânı ortadan kalkmıştır; bu, yerli yerine konulacaktır.
BAŞKAN – Sayın Bakan, son dakika içerisindesiniz.
ADALET BAKANI MEHMET AĞAR (Devamla) – Sayın Başkan,
teşekkür ederim.
Tabiî, dar bir zamanda, bütün bunların hepsini anlatabilmek mümkün
değil; ancak, bir konu var -tabiî, tenkite uğradığımız- bu, malum,
tayinler konusu. Her zaman söylediğim gibi, memurlarla ilgili bir
meseleye girmem; konu, hukuk çerçevesi içerisinde halledilecektir.
Yargı kararları vardır; bunlara karşı bizim itiraz haklarımız vardır;
bütün hepsi, kanunî zaman süreleri içerisinde yapılmıştır. Bir de,
elbette, takdir hakkı vardır. Bugüne kadar burada konuşan insanlar, bu
işlerin pek düzgün gitmediğinden şikâyet etmektedirler. Ben, yine, en
halisane niyetimle söylüyorum ki, bu konularda hizmet etme durumunda
olan herkes, mutlaka iyi niyet içerisinde olmuş; ancak, bu noktaya da
gelmiştir. O zaman, bu noktada artık bir ekip değişikliğine ihtiyaç
olduğu da, açık ve mantıklı bir gerçektir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bakan, ek süreniz 1 dakikadır.
ADALET BAKANI MEHMET AĞAR (Devamla) – Burada yapılan iş,
olaya siyasî bir gölge düşürmek değil, tam tersine, eğer, böyle bir zehap
var ise, onu kaldırmak, tamamıyla teknik seviyede ehliyetini, kariyerini
tespit etmiş insanlarla, bu hizmeti, cesaretle ve kararlılıkla yüklenmek
meselesidir. Aksi takdirde, bu görevlilerin hiç değişmez olduğunu kabul
etmek, bu Bakanlık bünyesinde, her noktada büyük bir başarı ve
feragatla hizmet etme durumunda olan insanların hiç birisinin, bu
görevlere gelememesi sonucunu doğurur ki, dünyadaki hiçbir memuriyet
sisteminde de böylesine bir olayın varlığı ve olasılığı da kabul
edilemez gibi bir yorumla meseleyi ortaya koymak istiyorum.
Sonuç olarak, konu, halen idarî yargıdadır; daha derinlemesine girmek
istemiyorum; ama, söyleyeceğim şudur ki, her şey hukuk kuralları
içerisinde cereyan etmektedir; zamanaşımı neyse, zaman süreleri
neyse...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ADALET BAKANI MEHMET AĞAR (Devamla) – ...onlara dikkat
edilir ve kanunî hakları, şahıslarda olduğu gibi idare de kullanır.
Derin saygılarımla, tekrar, teşekkür ederim. (DYP ve ANAP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Şimdi son söz, bütçenin aleyhinde, Sayın Ahmet Dökülmez.
Buyurun. (RP sıralarından alkışlar)
Sayın Dökülmez, süreniz 10 dakikadır.
AHMET DÖKÜLMEZ (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; Adalet Bakanlığı, Yargıtay ve Çevre Bakanlığı bütçesi
üzerinde, şahsım adına söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken
hepinizi hürmetle ve sevgiyle selamlarım.
Ben, aslında, sadece Adalet Bakanlığı bütçesi üzerine konuşacaktım;
ancak, Çevre Bakanımızı biraz önce burada dinlerken, ister istemez, bir
cümle de olsa Çevre Bakanlığı konusunda bir şeyler söyleyeyim istedim.
Geçen dönemde değerli bir bakanımız, Kahramanmaraş’a çöp aracı
olarak 9 tane traktör gönderdi; baktık, tamamı da Doğru Yol Partisine
mensup belediyelere ait; Refah Partili 18 belediye var. Bakan beye gittim
-çok şık olmuyor- ve “Niye böyle yapıyorsunuz?” dedim. “Sayın
milletvekilim, bundan sonra size de gönderelim, bir yanlışlık olmuş”
dediler; ama, o fırsat bir türlü eline geçmedi; temenni ediyorum ki,
bundan sonra, bu türlü haksızlıklar yapılmaz. (RP sıralarından
alkışlar)
Şimdi, Adalet Bakanlığı bütçesi üzerindeki düşüncelerime, mümkün
mertebe, zamanımın elverdiği ölçüde değinmeye çalışacağım. Kırsal
kesimde -nüfusu 5 bin olan bir ilçede- hâkimlik yapan bir hâkim arkadaş
diyor ki “Fen memuru yok, orman mühendisi yok, inşaat mühendisi yok;
üç senedir bir tezyidi bedel davasının keşfini yapamıyorum. Odalar,
gönderdikleri tarifelerde, bilirkişiler için çok yüksek rayiç istiyorlar;
yoksa gelmiyorlar. Bu rayici vermeme rağmen, bilirkişileri çoğu zaman
müzekkerelerle zorla getirtiyorum.”
Odalar derken, bilirkişi tarifeler derken, çoğu kimsenin dikkatini
çekmedi; ama, ben, pratikten gelen bir kişi olarak, özellikle
karşılaştığım bir durum olarak söylüyorum; meslek odaları, illere ve
ilçelere gönderdikleri bilirkişi listelerinde, genellikle, kendilerine en iyi
aidat ödeyen bilirkişileri teknik bilirkişi olarak gösteriyorlar. Bir süre
sonra, arazide, keşif mahalinde ve yargılama aşamasında, gelen
dosyada, raporda bakıyorsunuz ki, gelen bilirkişiler çok yetersiz; bu
yüzden yargıtay dosyaları bozuyor, kararları bozuyor; dünya kadar
yargılama masrafı, vatandaşın sırtına biniyor. O açıdan, bilhassa,
Yargıtaydaki değerli arkadaşların dikkatini çekmek istiyorum, odaların
bilirkişileri, karar vermede, tek bir kaynak olarak ele alınmasın
değerlendirmeye tam olarak alınmasın; onun dışında, mesleğini çok
güzel yapan, mahkemedeki çekişme olayını en sağlıklı şekilde çözecek,
buna uygun şekilde rapor verecek insanlar da gözönünde tutulsun
istiyorum.
Davalı olmak, davacı olmak, artık, bugün, kimsenin kendi elinde değil.
Şuradan çıkarsınız, bir trafik kazasına uğrarsınız, davalı olursunuz;
yahut da, oturduğunuz bir eve, bir gayrî menkule veya herhangi bir
eşyaya biri sahip çıkar “bu benim” der; senelerce sizi, mahkeye götürür,
getirir... Böyle bir durumda, malî bakımdan müsait olan insan, avukat
tutuyor veya başka imkânlarla kendini savunuyor; ama, durumu müsait
olmayan insanların muhatap oldukları ıstıraplara küçük bir paragraf
halinde değinmek istiyorum.
Bugün, yargılama masrafları, maalesef, çok yüksek. Harçlar, onun
dışında, keşif ücretleri... Bakın, bugün, bir mahkeme heyetinin şehir
dışındaki yolluğu 1 milyon 800 bin lira. Hele, birtakım teknik uzman
gerektiren, birkaç tane bilirkişi gerektiren dosyalarda -her birini en
azından 5-6 milyon liradan hesap ederseniz- bir keşfin, 20 milyon
liranın altında yapılması mümkün değildir. Ortalama aylık ücreti 10
milyon lira civarında olan bir insanın, yıllık kazancının altıda birini,
arzu etmediği, gönlünden geçirmediği halde muhatap olduğu bir dava
uğruna, harcaması da mümkün değil; onun için ben, bu yargılama
ücretlerinin düşürülmesi konusunda, elde ne imkân varsa
kullanılmasını istiyorum.
Değerli arkadaşlar, yine, taşrada bir vatandaş, hâkim arkadaşa diyor ki
“Hâkim bey, ne olur, keşfi altı ay sonra yapalım, şu kış geçsin, Kurban
Bayramında birkaç tane davar satacağım, koyun satacağım, keşfi
yaptıracak güce ancak ondan sonra ulaşırım.” Ben, bu acı manzarayı,
özellikle sizlere anlatmak zorunda kaldım.
Bilhassa, kırsal kesimlerdeki adliyelerde fotokopi ve bilgisayarın
olmaması ciddî sıkıntılara sebep oluyor. Araçlar yok; savcıların
genellikle araçları var; ama, adliyenin bir aracı yok; bu açıdan, hâkimler
piyasadan araç tutmak zorunda kalıyorlar, piyasadan tutulan araçlar
günlük rayiç üzerinden gitmek istemiyor, diyor ki “ben, paramı beş-altı
ay sonra alacağım, beş-altı ay sonra bu parayı aldığımda, bundan zarar
edeceğim; onun için, ne yapalım, mutlaka, bir hile yapalım, bunu biraz
yüksek gösterelim.” Hem dürüstlüğün timsali olması gereken bir
mercideki insanlara böylesine yanlışları yaptırıyorlar hem de devletimiz
bu yönden zarara uğruyor.
Değerli arkadaşlar, 647 sayılı Yasanın 4 üncü maddesinde,
biliyorsunuz, birkısım cezaların paraya çevrilmesi öngörülüyor -ben,
bir-iki kere Genel Kurul salonundan dışarı çıktığım için, belki, değinen
arkadaşlardan haberim olmamıştır- ama, bugün, paraya çevrilen cezalar,
günlüğü 5 000 lira üzerinden çevriliyor. Günlük 5 000 lira ne demek; 365
gün çarpı 5 000, 1 825 000 lira yapıyor. Zaman zaman duyuyoruz,
birkısım suça muhatap olan ve bu yüzden cezaları paraya çevrilen
kişiler “üstü kalsın’’ demek suretiyle adliyemizi, adalet
mekanizmamızı, rencide edecek birkısım tavırlara muhatap yapıyorlar.
Onun için, trafik cezası dahil birçok ceza artırılıyor; ama, bu paraya
çevrilmede esas alınan ceza miktarları, günün koşullarına uygun, her
gün değişmesine gerek kalmayacak şekilde otomatik bir sisteme
bağlanırsa, sanıyorum, yargıda müeyyide denen olay daha iyi
karşılığını bulmuş olur.
Özel Dedektiflik Kanunu, 19 uncu Dönemde komisyonumuzu ve Meclisi
bir süre işgal etti; ama, hayata geçirilemedi. Meslek hayatım sırasında
birçok dosyayı elime aldığımda, âdeta saçlarımı yolardım, derdim ki
“şu noktayı niye araştırmamışlar, şu insanı niye çağırıp sormamışlar”
arkasından, bakardık ki, ya güçlü bir insan yahut da başka bağlantısı
olan bir insan... Neticede, olay ya faili meçhul olur yahut da başka bir
noktaya çekilir; dosya sürüncemede kalır, netice de biterdi.
BAŞKAN – Sayın Dökülmez, son 2 dakikanız.
AHMET DÖKÜLMEZ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Onun için, Özel Dedektiflik Yasası, adlî mekanizmanın içerisine,
kısmen, özel sektörün girmesi manasında faydalı olacaktır
kanaatindeyim.
Adalet çok yavaş işliyor; onun için, yargı reformunun yapılması ve
hızlandırma işlemlerinin bir an önce hayata geçirilmesi lazım.
Almanya’da otobanda bir trafik kazası yaparsanız, 3,5 saat içerisinde her
türlü dava biter; tüm masraflar, alacak verecekler, hesabınıza geçer,
ondan sonra da herkes işine gücüne gider. Türkiye’de ise, bir trafik
kazası, taraflar davaya asılmışsa, maalesef, 3,5 seneden önce bitmiyor.
Bazı arkadaşlarımız bahsetti, adlî kolluğun bir an önce devreye girmesi
lazım. Sayın Bakanımızın da söylediği gibi, maalesef, cezaevleri,
yasadışı örgüt merkezleri haline gelmiş, cinayet talimatlarının verildiği
yer haline gelmiş. Bunun için, 38 kişilik koğuşlar yerine, 3 kişilik, 8
kişilik koğuşlar, ilk aşamada bir çözüm olacaktır diye düşünüyorum.
Geçen dönemde, bir değerli bakanımız “2 bin hâkim alındığını,
bunların hepsinin de parti teşkilatlarından gelen talimatlara göre
alındığını’’ ifade eden birtakım sözler söyledi; basından duyduk.
Bunlar, ülkemizi, bizleri, sizleri, hepimizi rencide ediyor; ülkemizdeki
otoriteyi ve devleti zaafa uğratıyor ve halkın, bu konudaki güven
duygusunu rencide ediyor.
Bu arada, geçen hâkimlik sınavlarında, imam hatip mezunu olanların,
özellikle, adlî yargıda hâkim sınıfına alınmamak için özel gayret
sarfedildiğine muhatap olduk. Bunlardan dolayı da çok üzüntü
duyuyoruz, bunlar yanlış şeylerdir. Bir devlet, küfürle yaşayabilir; ama,
zalimlikle asla yaşayamaz.(RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Değerli arkadaşlar “Adalet, Kutup Yıldızı gibidir’’ der büyüklerimiz,
“yolunu kaybedenler o yıldıza bakmak suretiyle, yolunu bulur’’ derler.
Adalet, bu ülkede her şeyden çok dikkat etmemiz gereken bir şey. Her
şey bozulabilir, her mekanizma ve her müessese bozulabilir; ama, adalet
bozulduğu anda, ondan sonra o işin düzeltilmesi, bir düzene girmesi
mümkün değildir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Dökülmez, 1 dakika içinde lütfen toparlayınız.
AHMET DÖKÜLMEZ (Devamla) – Ben bu duygular içinde, yeni
bakanlarımızın geçmişte gördüğümüz birkısım yanlışları
tekrarlamamaları hususunda temennilerimizi, ümitlerimizi burada ifade
ederek, hepinizi hürmetle selamlıyorum.(RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Dökülmez.
Altıncı turdaki görüşmeler tamamlanmıştır; sorulara geçiyorum.
Şimdi isimlerini okuyacağım sayın milletvekilleri tarafından 51 soru
kâğıdı gönderilmiştir Başkanlığa: Atila Sav, Boray Baycık, Şerif Çim,
Hasan Gülay, Ertuğrul Yalçınbayır, Yaşar Canbay, Mehmet Bedri
İncetahtacı, Fikret Uzunhasan, Sacit Günbey, Cafer Tufan Yazıcıoğlu,
Hüseyin Arı, Ersönmez Yarbay, Mustafa Yünlüoğlu, Osman Hazer,
Mahmut Işık, Metin Perli, Mustafa Yünlüoğlu, Mustafa Kemal Ateş,
Turhan Güven, Necati Albay, Necdet Tekin, Sema Pişkinsüt, Salih
Katırcıoğlu, Ekrem Erdem, Kahraman Emmioğlu, Remzi Çetin, Atilla
Mutman, Güven Karahan, Ahmet İyimaya, Sıddık Altay, Musa
Uzunkaya ve son olarak Mustafa Köylüoğlu.
Süresi içinde okunabilen sorular işileme konulacaktır.
Sorular, çok uzun olduğu için ve 20 dakika süreceğinden soruları Divan
Üyemizin oturarak okuması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul
edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Soruları işleme koyuyorum:
Sayın Atila Sav?... Burada.
Buyurun.
Sayın Sav’ın iki sorusunu birleştirerek okuyacağız.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Adalet Bakanlığı Bütçesinin görüşülmesi sırasında yanıtlanması
dileğiyle aşağıdaki sorularımın Sayın Adalet Bakanına yöneltilmesini
arz ederim.
Saygılarımla.
Atila Sav
Hatay
Soru : Ankara Kapalı Cezaevinde çocuk tutukluları bulunduğu ve
“sübyan koğuşu’’ diye anılan bölümün yetersizliği nedeniyle birden çok
(üç hatta dört) çocuğun bir yatağı paylaşmak zorunda kaldığı
belirtilmektedir. Hem insan haklarına hem de infaz hukukuna aykırı bir
durumun önümüzdeki dönemde önlenmesi için ne gibi girişimlerde
bulunulacaktır? Bu meyanda, tutukluların da ıslahevinde tutulması
olanağı düşünülemez mi?
Soru : 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununda 3825 sayılı
Kanunla Yapılan Değişiklik Anayasa Mahkemesince iptal edildiği halde,
Hükümetçe, uygulanmasına gidilmiş ve Adalet Bakanlığı Müsteşarıyla
Bakanlığın yüksek aşamalı 8 görevlisi ikili kararnameyle görevden
alınmıştı. Bu işlemin hukuka aykırılığı, idarî yargı kararıyla da belli
olmuştur.
Öğrendiğimize göre, Müsteşardan sonra, Hukuk İşleri Genel Müdürü
de, yürütmenin durdurulması kararı almıştır. Bakanlığın bu işlemleri
düzeltmesi için tümünün yargı kararına bağlanmasını beklemesi
zorunlu mudur? Yanlış idarî işlemin, bir başka idarî işlemle onarılması
ve atamaların düzeltilmesi düşünülemez mi? Bunun, Bakanlıkla
bürokrasi arasındaki davaları ortadan kaldırmasına ve çalışmanın
verimliliğine yol açacağı düşünülemez mi?
BAŞKAN – Sayın Boray Baycık?..Burada.
Sayın Baycık’ın da iki sorusunu birleştirerek okuyacağız.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın ilgili Sayın Bakan tarafından yazılı olarak
cevaplandırılmasını saygılarımla arz ve talep ederim.
T.Boray Baycık
Zonguldak
Zonguldak İli, Alaplı İlçesinde, kiralık binada ve eksik kadroyla
hizmet vermekte olan, 1993 yılından bugüne kadar hiçbir kırtasiye
ödeneği dahi verilmeyen, bir fotokopi makinesi dahi bulunmayan adliye
ve ihtiyaçları hakkında düşünceleriniz nedir?
Diğer soru :
1. Zonguldak Belediyesinin, 12.03.1996 tarih ve 172 sayılı yazısıyla
talep ettiği 3 adet itfaiye aracı,
2. Kozlu Belediyesinin, 16.01.1995 tarih 92 sayılı yazıyla talep ettiği 1
adet traktörün,
3. Armutçuk Belediyesinin, 07.04.1993/103-16/03/1995/84 tarih ve
sayıyla talep ettiği 1 adet itfaiye aracı,
4. Gökçeler Belediyesinin talep ettiği 1 adet itfaiye aracı,
5. Sivriler Belediyesinin talep ettiği 1 adet çöp kamyonu,
6. Kilimli Belediyesinin talep ettiği 2 adet çöp kutusu,
7. Gülüç Belediyesinin 27/3/1996 tarih 81 sayılı yazısıyla talep ettiği 1
adet çöp kamyonu,
8. Elvancık Belediyesinin talep ettiği, vidanjör ve çöp kamyonu
isteklerinin, 1996 yılı içinde karşılanıp karşılanmayacağının tarafıma
yazılı olarak bildirilmesini istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Şerif Çim?.. Burada. Türkiye Büyük Millet Meclisi
Başkanlığına
Aracılığınızla, aşağıdaki soruların Çevre Bakanı Sayın Mustafa Taşar
tarafından yanıtlanmasını bilgilerinize arz ederim.
Saygılarımla.
Şerif Çim
Bilecik
1. Bilecik’teki fabrikaların çevreye zarar vermesinin önlenmesi için bir
çalışma düşünülüyor mu?
2. Sakarya Nehri ve Karasu Çayı çevresinde tarımsal etkinlik yapılamaz
hale gelmiştir; bu konuda ne tür önlemler alıyorsunuz?
BAŞKAN – Sayın Hasan Gülay?.. Burada.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Görüşülmekte olan Çevre Bakanlığı bütçesi hakında, seçim çevrem
Manisa İli dahilinde, aşağıda belirteceğim sorulara yazılı olarak cevap
verilmesini arz ederim.
Saygılarımla.
Hasan Gülay
Manisa
1. Sizden önceki dönemde, Hacırahmanlı, İshakçelebi, Beyoba,
Alibeyli Beldeleri Belediyelerine, Bakanlığınızdan sıkıştırmalı çöp
kamyonu, vidanjör, çöp konteynırı yardımı hiç yapılmamıştır. Diğer
belediyelere yapılan, ancak, adı geçen belediyelere yapılamayan
yardımları, neyle, hangi mantıkla izah ediyorsunuz?
2. Bakanlığınızın bu yeni döneminde Hacırahmanlı, İshakçelebi,
Beyoba, Alibeyli Beldeleri ile bu yardımları alamayan diğer
belediyelere, Bakanlığınızdan yardım yapacak mısınız, yardım
yapmayı düşünüyor musunuz?
BAŞKAN – Sayın Ertuğrul Yalçınbayır?.. Burada.
Üç sorusu birleştirilerek okunacak.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Çevre Bakanına aşağıdaki sorularımın yöneltilmesini arz ederim.
Ertuğrul Yalçınbayır
Bursa
1. Mevzuatımızın en demokratik ürünü olan Çevresel Etki
Değerlendirme Yönetmeliği hükümleri, her nedense gereği gibi
uygulanamamaktadır. Bu dönemde, il çevre müdürlüklerini ve
teşkilatınız birimlerini daha etkin biçimde harekete geçirecek misiniz?
2. Bursa İli Demirtaş Belediyesi sınırları içerisinde kalan Bursalı
Devlet eski Bakanlarından birinin eşine ait olan arazi üzerinde “yeşil
şehir’’ kurulması için, belediyeden, 4.10.1995 tarihinde ruhsat
alınmıştır. Ruhsat alınan faaliyet, ÇED uygulanacak faaliyetler
listesinde olduğu halde, Bakanlığınız, ruhsatın dayanağı düzenleyici
işlem olan imar planının yapılma tarihini esas alarak, faaliyetin ÇED
Yönetmeliğinin çıkış tarihi olan 7.2.1993 tarihinden önce olduğunu
kabul ederek, faaliyet hakkında Yönetmeliğin geçici 1 inci maddesinin
uygulanmasına ve bu suretle faaliyetin ÇED raporuna tabiî olmadığına
karar vermek suretiyle bazı kişilere imtiyaz sağlamıştır. Geçici 1 inci
maddede düzenleyici işlem mi, yoksa ruhsat işlemi mi esas alınır?
3. Bursa Barosu, Tabip Odası, Mühendis Odaları, Çevre Derneği gibi
kuruluşlar, sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkını tehdit eden
Orhaneli Termik Santralının, baca gazı kükürt arıtma tesisi kurulup
çalıştırılmadan faaliyete geçmemesi için dava açmışlar ve dava, tüm
derecelerden geçerek 7.12.1995 tarihinde kesinleşmiştir. Davalılar
arasında Çevre Bakanlığı da bulunmaktadır.
Mahkeme kararı gereği santral, 24.6.1994 tarihinden beri
çalışmamaktadır. Hukuk devletinin ve Anayasanın gereği budur. Ancak,
son zamanlarda diğer davalılar ve ayrıca Sayın Başbakan Mesut
Yılmaz, mahkeme kararına rağmen santralı çalıştıracaklarını beyan
etmiş ve bu konuda çalışmalara başlandığını ifade etmiştir.
Çevreyi kirleteceği ilmen ve yargı kararıyla tespit edilen bu durum
karşısında siz, santralın açılması kararına uyacak mısınız? Çevre
kirliliğinin yanında, mahkeme kararına uymamak suretiyle, siyasal
kirliliğe ortak olacak mı sınız?
BAŞKAN – Sayın Yaşar Canbay?.. Burada.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun Adalet Bakanı tarafından cevaplandırılmasını
delaletlerinizi arz ederim.
Yaşar Canbay
Malatya
Soru: 2 Haziran 1996 mahallî araseçimlerinin yapılacağı yerlere başka
bölgelerden seçmen transferi yapılmaya çalışılmaktadır. Bu işlemin
mümkün olmadığını belirten hâkimler olduğ gibi, olabileceğini belirten
hâkim ve seçim müdürleri de bulunmaktadır.
Bu konuya açıklık getirilmesini arz ederim.
BAŞKAN – Sayın Ertuğrul Yalçınbayır’ın, sıradaki bir başka sorusunu
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Adalet Bakanına aşağıdaki sorularımın yöneltilmesini saygılarımla arz
ederim.
Ertuğrul Yalçınbayır
Bursa
Soru: Anayasamız, mahkeme kararlarının, yasama, yürütme ve idare
organlarıyla herkesi bağlayacağını amirdir. Bu hükme rağmen, zaman
zaman, anılan kurumların yargı kararlarını neticesiz ve tesirsiz hale
getirmeleri, örneğin, Orhaneli Termik Santralı, yargı kararına rağmen,
açılmak istenmektedir. Yasama, Anayasa Mahkemesince iptal edilen
kanun veya kanun hükmünde kararnameleri yeniden çıkarmaktadır.
İdarî yargı kararları özüyle ve sözüyle uygulanmamaktadır. Bu
iddiaların yoğunlaştığı bu dönemde mahkeme kararlarının
bağlayıcılığını sağlamak için ne gibi tedbirler
BAŞKAN – Sayın Mehmet Bedri İncetahtacı?.. Burada.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın cevaplandırılmasını arz ederim.
Mehmet Bedri İncetahtacı
Gaziantep
1. Geçen dört yıl içerisinde Adalet Bakanlığı kadrolarına ilave edilen
personel sayısı kaçtır?
2. Bu personelin alımında takip edilen yolun meşruiyeti konusunda
Bakanlığınızın fikri nedir?
BAŞKAN – Sayın Bakanlar, nasıl yanıtlamak istersiniz; yazılı olarak
mı, yoksa, şu an, sözlü olarak mı?
ÇEVRE BAKANI MUSTAFA R. TAŞAR (Gaziantep) – 1996 malî yılı
bütçesiyle ilgili, sayın milletvekillerine dağıtmış olduğum kitapçıkta,
bu sorulan soruların çoğunun cevabı bulunmaktadır; ancak, yine de,
soru soran sayın milletvekillerine, ayrıca, yazılı olarak cevap takdim
edeceğim.
Arz ederim.
ADALET BAKANI MEHMET AĞAR (Elazığ) – Sayın Başkanım,
bazı konular, tabiî, buradan cevaplandırılabilir; ama, bazısı da detayı
gerektiyor. Bu bakımdan, biz de yazılı cevap vereceğiz.
BAŞKAN – O zaman, süremiz dahilinde soruları okumaya devam
ediyoruz.
Sayın Fikret Uzunhasan?.. Yok.
Sayın Uzunhasan’ın sorusunu işleme koyamıyoruz.
Sayın Sacit Günbey?.. Burada.
İki soru birleştirilerek okunacak.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun Sayın Çevre Bakanı tarafından
cevaplandırılmasını arz ederim.
Sacit Günbey
Diyarbakır
Yıllardan beri Diyarbakır’da üretim yapan Shell Firmasının, çevreyi ve
Diyarbakır içme suyunu kirlettiğinin Greenpeace tarafından tespit
edildiği basına yansıtıldı.
Bu konuda, Bakanlığınızın aldığı ve uyguladığı tedbirleri bildirmenizi
istirham ediyorum.
Yıllardan beri yapımı devam eden Diyarbakır adliye sarayı ne zaman
bitirilecektir?
BAŞKAN – Sayın Ertuğrul Yalçınbayır’ın bir sorusu daha var:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Adalet Bakanına aşağıdaki sorularımın yöneltilmesini arz ederim.
Ertuğrul Yalçınbayır
Bursa
Sorular:
1. Anayasamızda veya mevzuatımızda “mevzuatın, hak ve ödevlerin
anlatımı” hususunda düzenlemeler yoktur. Bu hususta yaygın bir eğitim
programının düzenlenmesinde yarar umar mısınız? Çalışmalarınız
var mı?
2. Adliye binalarımız, imar mevzuatı gereğince, halkın, içinde uzun
süre birlikte kalamayacakları yerlerdendir. Bu nedenle, birçoğu
belediyelerce mühürlenecek niteliktedir. Bursa’da adliye hizmetleri 9
ayrı ve gayri sıhhî yerlerde yürütülmektedir. Bursa adliye binası ne
zaman bitirilecektir?
3. Adliye hizmet binalarıyla ilgili olarak -Milî Eğitimde olduğu gibi-
gönüllü katılım kampanyası düzenlemeyi düşünüyor musunuz?
BAŞKAN – Sayın Cafer Turan Yazıcıoğlu?.. Burada.
2 soru birleştirilerek okunacaktır, soruları okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun Sayın Adalet Bakanı tarafından yazılı olarak
cevaplandırılmasını saygılarımla arz ve talep ederim.
Cafer Tufan Yazıcıoğlu
Bartın
Soru: Bartın İli Amasra İlçe Adliyesinde mübaşir ve kâtip kadrosunda
belediye geçici işçileri çalıştırılmaktadır. Bu ilçemiz adliyesine ne
zaman kadro verilecektir?
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun Sayın Çevre Bakanı tarafından yazılı olarak
cevaplandırılmasını saygılarımla arz ve talep ederim.
Cafer Tufan Yazıcıoğlu
Bursa
Soru: Çevre Kirliliğini Önleme Fonundan Bartın İli dahilinde
belediyelere 1996 yılında aynî ve nakdî ne gibi yardımlar yapılması
planlanmaktadır?
BAŞKAN – Sayın Ertuğrul Yalçınbayır’ın müteakip sorusunu
okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Çevre Bakanına aşağıdaki sorumun yöneltilmesini arz ederim.
Ertuğrul Yalçınbayır
Bursa
Soru: 1992 Haziran Rio Çevre ve Kalkınma Konferans sonuçlarından
olan Gündem 21’in Türkiye’de Urla ve Bursa Büyükşehir Belediye
Başkanlığınca “Yerel Gündem 21’’ olarak uygulandığını biliyoruz.
Çevre hakkının vardığı en üst düzeydeki çalışmalardan olan Gündem
21’in yaygınlaştırılması konusunda çalışmalarınız var mı?
Bursa Büyükşehir Belediyesince uygulanan Gündem 21’e özel
katkılarınız olacak mı?
BAŞKAN – Sayın Hüseyin Arı?.. Burada.
Soruları okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun Çevre Bakanı Sayın Mustafa Taşar tarafından
cevaplandırılmasına delaletlerinizi saygılarımla arz ederim.
Hüseyin Arı
Konya
Soru: Konya-Ereğli Şeker Fabrikası 1989 yılında üretime başlamıştır.
Maalelesef aynı yıl arıtma tesisinin de devreye girmesi gerekirken, bu
konu, -bilmiyorum hangi zihniyetledir ki- çevre ihmal edilerek
yapılmamıştır.
Altı yıldan beri, fabrikanın atık ve pis kokulu suları 3 köyümüzün
(Sazgeçit, Alhan ve Kargacı) başta meralarına zarar vermiştir ve aynı
zamanda, pis koku da insan sağlığı için olumsuz neticelere sebep
olmaktadır. Bir an evvel bu tesisin yapılabilmesi için, ilgili bakanlıkça
gerekli ödeneğin gönderilmesi zorunludur. Bakanlığımızın, çevre ve
insan sağlığı için, bu konuda ne gibi bir tedbir alacağını, yöre insanları
merakla beklemektedir.
BAŞKAN – Sayın Ertuğrul Yalçınbayır’ın diğer sorusunu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Çevre Bakanına, aşağıdaki sorumun yöneltilmesini arz ederim.
Ertuğrul Yalçınbayır
Bursa
Soru: Tarım alanlarının, tarım dışı amaçlarla kullanılmamasını
öngören mevzuat hükümleri yeterince uygulanmamaktadır. Belirtilen
konuda, daha sert hükümler taşıyan yasal düzenlemeler, 2863 sayılı
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu benzeri, tarım alanlarını
ve tarımsal varlıkların korunması kanununun çıkarılması hususunda,
ilgili diğer bakanlarla birlikte çalışmalarınız var mı?
BAŞKAN – Sayın Bakanların, şu ana kadar yöneltilen sorulardan
cevaplandırmak istedikleri var mı?
ÇEVRE BAKANI MUSTAFA R. TAŞAR (Gaziantep) – Sayın Başkan,
sorulara yazılı cevap vereceğiz.
BAŞKAN – Peki.
Sayın Ersönmez Yarbay?.. Buradalar.
Sorusunu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın, Adalet Bakanlığında sorumlu Bakan tarafından
cevaplandırılmasını delâletlerinizle, saygılarımla arz ederim.
Ersönmez Yarbay
Ankara
Sorular:
1. Önceki Hükümet döneminde, Adalet Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri
Hakkında Kanunda değişiklik yapılarak kurulan genel müdürlük ve
daire başkanlıkları halen mevcut mudur? Çünkü, bunlar Anayasa
Mahkemesince iptal edilmişti. Bunlar halen kadrolarını muhafaza
etmekte midirler?
2. Halen varlığını devam ettiren Uluslararası Hukuk ve Dışilişkiler
Genel Müdürlüğündeki işlerin aksaması nedeniyle, mahkemelerin
işlerini zamanında bitiremediği ve adaletin istenilen ölçüde
gerçekleştirilemediği yakınmaları doğru mudur? Bazı evrakların, bir
yıl gibi beklediği yakınmaları duyulmaktadır.
3. Adalet Teşkilatını Güçlendirme Vakfı tarafından, önceki İktidar
zamanında kaç daire alınmıştır? Lojmanda oturduğu halde, yeni alınan
bu lojmanlara kaç hâkim ve savcı taşınmıştır?
BAŞKAN – Sayın Mustafa Yünlüoğlu?.. Burada.
Sorusunu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın, Çevre Bakanı Sayın Mustafa Taşar tarafından
cevaplandırılmasını arz ve talep ederim
Mustafa Yünlüoğlu
Bolu
Sorular:
1. Bolumuzda bulanan meşhur Abant, Yedigöller ve Gölcük gibi
göllerin, içerisinde bulunduğu kirlilikten kurtarılması için, Çevre
Bakanlığınca ne yapılabilir?
2. Yaylaların betonlaşması, ormanlarımızın tahribatı karşısında
Çevre Bakanlığının fonksiyonu nedir?
3. Geçmişte Çevre Bakanlığı Fonundan belediyelere dağıtılan para,
adilane bir şekilde mi dağıtılmış; hangi belediyelere ne miktarda
verilmiştir?
BAŞKAN – Sayın Osman Hazer?.. Burada.
İki sorusu vardır; birleştirerek okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki soruların, Adalet Bakanı Sayın Mehmet Ağar tarafından
cevaplandırılmasına delaletinizi saygıyla arz ederim.
Osman Hazer
Afyon
1. İki yıldır boş olan Afyon’un Sincanlı, İscehisar ve İhsaniye
İlçelerinin İcra Müdürlüklerine ne zaman tayin yapılacaktır?
2. İscehisar’daki kâtip eksikliği ne zaman giderilecektir?
3. Afyon merkez ve ilçe adliyelerinde mescit yoktur; adliye personeli ve
adliyede işi olan halk, namaz kılmakta zorluk çekmektedir. Bu eksiğin
giderilmesi düşünülmekte midir?
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Çevre Bakanı Sayın Mustafa Taşar tarafından
yazılı olarak cevaplandırılmasına delaletinizi saygıyla arz ederim.
Osman Hazer
Afyon
1. Afyon Eber Gölünde, SEKA için hammadde olan kamış ve saz
üretildiği malumdur; ancak, artan çevre kirliliğiyle, kamış ve saz üretimi
düşmüştür. Bunun ne gibi tedbirleri düşünülmektedir?
2. Yine bu bölge, kaymağıyla meşhurdur; ancak, gölün kirlenmesiyle
manda yetiştiriciliği azalmıştır. Bu olumsuz durumun çaresi
düşünülmekte midir?
3. Eber Gölüne, Afyon ve çevre ilçelerden gelen evsel ve atık suları
kirlilik yükünün azaltılması için tedbirler düşünülmekte midir?
4. Bölgenin evsel ve endüstriyel atıklarının başka alanlara
kaydırılması düşünülmekte midir?
5. Eber Gölü çevresinde, iklimsel, jeolojik, hidrojeolojik ve yeraltı suyu
yapısı açısından özel bir havza çalışması düşünülmekte midir?
BAŞKAN – Sayın Yaşar Canbay?.. Burada.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun Sayın Çevre Bakanı tarafından
cevaplandırılmasına delaletinizi arz ederim.
Yaşar Canbay
Malatya
Soru: Malatya’nın bütün kanalizasyonu, doğrudan Karakaya Baraj
Gölüne akmaktadır. Çevreyi çok feci şekilde kirleten bu durumu ıslah
etmek için bir çalışmanız var mıdır? Malatya Belediyesinin bu
konudaki projesine Bakanlığınızın desteği olacak mıdır?
BAŞKAN – Sayın Mahmut Işık?.. Burada.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun Sayın Çevre Bakanı tarafından
cevaplandırılmasını arz ederim.
Mahmut Işık
Sıvas
Soru: Sıvas Divriği İlçesinde bulunan Demir-Çelik İşletmeleri Divriği-
Pelet tesislerinin atıkları, Çaltı Irmağına verilmektedir. Yıllarca
yazılıp söylenmesine rağmen, maalesef, ırmak, atıkların
arıtılmadığından kirlenmektedir. Kredilendirerek, bir arıtma tesisi
düşünüyor musunuz? Yazılı arz ediyorum.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, soru işlemleriyle ilgili süremiz
tamamlanmıştır.
Şimdi, sırasıyla, altıncı turda yer alan bütçelerin bölümlerine
geçilmesini ve bölümleri ayrı ayrı okutup, oylarınıza sunacağım.
Adalet Bakanlığı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
E) ADALET BAKANLIĞI
1. — Adalet Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
A — CETVELİ
Program
Kodu Açıklama Lira
101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 3 377 453 000
000
BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
111 Yargılama İşleri 13 597 552 000 000
BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
112 Hükümlülerin Eğitimi, Cezalarının İnfazı
ve Tutukluların Muhafazası 10 174 935 000 000
BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
113 Resmî Bilirkişilik Hizmetlerinin Yürütülmesi 423
066 000 000
BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
114 Yüksek Seçim Kurulu 1 014 994 000 000
BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Trans-
ferler 1 260 000 000 000
BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
TOPLAM 29 848 000 000 000
BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Adalet Bakanlığı 1996 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir;
ülkemiz ve ulusumuz için hayırlı olmasını diliyorum. (Alkışlar)
Yargıtay Başkanlığı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
F) YARGITAY BAŞKANLIĞI
1. — Yargıtay Başkanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
A — CETVELİ
Program
Kodu Açıklama Lira
101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 259 800 000
000
BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
111 Yargı Hizmetleri 337 450 000 000
BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
112 Cumhuriyet Başsavcılığı Hizmetleri 10 250 000
000
BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Trans-
ferler 4 000 000 000
BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
TOPLAM 611 500 000 000
BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Yargıtay Başkanlığı 1996 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir; ülkemiz ve ulusumuz için hayırlı olmasını diliyorum.
(Alkışlar)
Çevre Bakanlığı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
G) ÇEVRE BAKANLIĞI
1. — Çevre Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
A — CETVELİ
Program
Kodu Açıklama Lira
101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 895 166 000
000
BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
111 Çevre Hizmetlerinin Yürütülmesi 339 400 000 000
BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Trans-
ferler 3 036 700 000 000
BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
TOPLAM 4 271 266 000 000
BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
Çevre Bakanlığı 1996 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir.
Ülkemiz ve ulusumuz için hayırlı olmasını diliyorum. (Alkışlar)
Sayın milletvekilleri, altıncı tur görüşmeler tamamlanmıştır.
Yedinci tur görüşmelere başlıyoruz.
H) MİLLÎ SAVUNMA BAKANLIĞI
1. — Millî Savunma Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
I) SANAYİ VE TİCARET BAKANLIĞI
1. — Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
BAŞKAN – Bu turda, Millî Savunma Bakanlığı ile Sanayi ve Ticaret
Bakanlığı bütçeleri yer almaktadır.
Komisyon ve Hükümet hazır.
Yedinci turda, grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin
isimlerini okuyorum.
Gruplar: Demokratik Sol Parti Grubu adına Karabük Milletvekili Sayın
Erol Karan, Edirne Milletvekili Sayın Mustafa İlimen; Refah Partisi
Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Ahmet Bilge, Gaziantep
Milletvekili Sayın Kahraman Emmioğlu; Anavatan Partisi Grubu adına
İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Akarcalı, İstanbul Milletvekili
Sayın Refik Aras; Doğru Yol Partisi Grubu adına Kırklareli Milletvekili
Sayın Sezal Özbek, Kayseri Milletvekili Sayın Osman Çilsal;
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Muğla Milletvekili Sayın Zeki
Çakıroğlu, Sıvas Milletvekili Sayın Mahmut Işık.
Şahıslar: Lehinde, Ankara Milletvekili Sayın Mehmet Ekici, Konya
Milletvekili Sayın Hüseyin Arı.
Aleyhinde, Bursa Milletvekili Altan Karapaşaoğlu.
Sayın milletvekilleri, gruplar adına konuşmalara başlıyoruz.
Lütfen, tebrikleri kuliste yapalım.
Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın Erol Karan; buyurun efendim.
(DSP sıralarından alkışlar)
Sayın bakanlar, lütfen, tebrikleri kuliste kabul edin.
Sayın Karan, süreyi eşit mi kullanacaksınız?
EROL KARAN (Karabük) – Evet efendim.
BAŞKAN – Süreniz 10 dakikadır.
EROL KARAN (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Millî
Savunma Bakanlığı bütçesi üzerinde görüşlerimizi sunmak üzere,
Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum. Şahsım ve
Partim adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bilindiği gibi, birkaç gündür, Meclisteki bütçe görüşmelerinde, en çok
duyduğumuz sözcükler içborç, dışborç, enflasyon ve devalüasyondur.
Özellikle, 1980 sonrasında, gelen hükümetler, enflasyonu düşürmek,
pahalılığı yok etmek, yolsuzlukları önlemek gibi sloganlarla işbaşına
gelmişler, ancak, tam tersini yaparak, ülkeyi bu hale getirmişler ve daha
önceki hükümetleri suçlamışlardır.
Türkiye Cumhuriyetinin, kurulduğu yıllarla, bugün, içerisine düşülen
durum arasındaki farkı ortaya koymakta yarar olduğunu düşünüyoruz.
Hepimizin bildiği gibi, Birinci Dünya Savaşından ve Ulusal Kurtuluş
Savaşından yıkık ve perişan çıkan, aynı zamanda, büyük bir asker ve
devlet adamı olan Atatürk’ün önderliğinde kurulan genç Türkiye
Cumhuriyeti, dışborç ve yardım olmadan, temel sanayiini kurmuş ve
üstelik, Osmanlı Devletinin borçlarını ödemiştir.
Atatürk’ün başkanlığındaki Türkiye Cumhuriyeti, bugün, yaşantımızın
bir parçası olan enflasyon, devalüasyon ve hayat pahalılığı sözcüklerini
hiç kullanmamıştır. Aksine, 1923-1938 yılları arasında, Amerikan
Doları, Türk Lirası karşısında yüzde 30 değer kaybetmiştir; yine, bu
sürede, fiyatlar, yüzde 32 oranında düşmüştür. Bunu başaran Atatürk ve
silah arkadaşları askerdi; ekonomist değildi. Gerek ekonomik gerekse
siyasî olarak bağımsızlığı savunmuşlardı. Atatürklü Cumhuriyet
yıllarıyla, bugün düştüğümüz durum arasındaki farkın yorumunu, Yüce
Meclise ve halkımıza bırakıyoruz.
Değerli milletvekilleri, ülkemiz, konumu gereği, önemli bir stratejik
coğrafyada bulunmaktadır; Batı ile Doğu arasında, adeta bir köprü
görevini görmektedir; Doğunun, Avrupa’ya açılan kapısıdır. Bununla
birlikte, bize çok yakın olmayan ülkelerle de komşuluk ilişkilerimiz
sürmektedir. Kuzeyde Rusya, güneyde Suriye ve Irak, doğuda İran,
batıda Yunanistan... Bu ülkelerle dostane bir ilişkiden söz edilemez. Son
günlerde basında çıkar yazıları gözden geçirdiğimizde, bunların
birçoğunun, ülkemize terör ihraç eder duruma geldiğini görürüz.
Ulusumuz, doğal güzellikleriyle ve zengin kaynaklarıyla iyi bir alana
sahip olmasına karşın, sorunların yoğun olarak yaşandığı, birçok
belalarla, her an karşı karşıya gelebileceği coğrafyada bulunmaktadır.
Böyle sorunlu bir bölgede var olmak ve varlığını sürdürebilmek için
silahlı kuvvetlerin önemi artmaktadır. Ayrıca, 1974 Kıbrıs Barış
Harekâtından sonra uygulanan ambargo nedeniyle de, kendi iç
dinamiklerimizi geliştirmemiz zorunluluğu gündeme gelmektedir; yani,
savunma sanayimizi geliştirmek için sürekli yatırımlar yapmak,
öncelikli konular arasında yer almalıdır.
Değerli milletvekilleri, temel amacımız, Türkiye’nin tüm sorunlarının
barışçı yollarla çözümlenmesidir. Dünyada ve çevremizde gelişmekte
olan olaylar karşısında, ulusal güvenliğimizi geliştirmek amacıyla
atılan adımlardan ödün vermeksizin, ulusal Önderimiz Atatürk’ün
“Yurtta barış, dünyada barış” anlayışına, dün olduğu gibi, bugün de
sahip çıkılmalıdır. Barış adına atılan tüm adımlara sahip çıkılmalı,
savaşa hayır denilmelidir.
Türkiye, dış güvenliğini sağlarken, dünya barışına yönelen tehlikeleri
artırmayan; azaltan, böylece bölge ve dünya barışına katkı sağlayan bir
tutum izlemelidir. Uluslararası silahlanma yarışının önlenmesi sürecine
sürekli katkı sağlanmalıdır. Dış güvenliğin önemli bir gereği de, bütün
komşu ülkelerle karşılıklı güvene dayanan dostluk ilişkilerinin
geliştirilmesidir. Bu yönde çaba harcanmalı, dış yardıma ve desteğe
bağımlı olunmamalıdır.
Bu amaçla, ülke güvenliğinin sağlanmasının temel ilkeleri şunlar
olmalıdır: Yurt savunması bir bütündür. Yurdun her yöresi, ulusal ortak
duyarlılıkla her an hazırlıklı ve duyarlı olmalıdır. Ulusal güç, ulusal
güvenlikle olanaklıdır. Onun için, ekonomik gücümüz, eğitim, bilgi ve
teknolojik düzeyimiz dış güvenliğimizi sürekli geliştirecek düzeyde
olmalıdır. Dış güvenlik kavramımız, ekonomimize bilgi ve teknolojik
birikimimize etkin katkılar sağlamalıdır.
Değerli milletvekilleri, Anayasamızın 2 nci maddesi, Türkiye
Cumhuriyetinin niteliklerini belirtmektedir. Cumhuriyetimizin nitelikleri
de kısaca; demokratik, laik, insan haklarına saygılı, Atatürk
milliyetçiliğine bağlı, sosyal hukuk devleti olarak tanımlanmaktadır.
Türk Silahlı Kuvvetleri, Anayasanın 2 nci maddesinde tanımlanan bu
Cumhuriyetin Silahlı Kuvvetleridir. Dolayısıyla, bu ilkelere bağlı
olmasını, bu ilkeleri sürdürebilmek için de, kendi iç yapısında gerekli
önlemleri almasını çok doğal karşılamak gerekir. Kendi iç
dinamiklerini oluştururken, anayasal düzenlemeye göre hareket etmesi
yadsınamaz; en doğal ve yaşamsal hakkıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1996 bütçesinin yaklaşık yüzde
10’u Millî Savunmaya ayrılmış durumdadır. Bu sınırlı kaynağın en
verimli bir şekilde kullanılacağından eminiz. Şimdiye kadarki
uygulamalar -gerek yurtiçi ve gerek yurtdışı- bunu açıkça
kanıtlamıştır. Kıbrıs ve Bosna’da olduğu gibi.
Ülkemizde, devlet örgütü ve kamu kurumları yeterince örgütlenmemiş
olduğundan, Türk Silahlı Kuvvetleri, birçok alanda, kendi temel
işlevinin ve görevinin dışına çıkmaktadır; bu da, zorunluluktan
kaynaklanmaktadır; örneğin, depremlerde, orman yangınlarında, sel
felaketlerinde hemen görev üstlenmektedir.
Ulusal sınırlar içindeki terörle mücadele de, silahlı kuvvetlerin temel
işlevlerinin dışındadır. Terörle mücadele, özel eğitilmiş birimlerin
oluşturulmasıyla olanaklıdır. Terörle mücadele etmiş ya da etmekte
olan bütün ülkeler, ayrı birimler oluşturarak bu sorunun üstesinden
gelmeye çalışmaktadırlar. En akılcı yolun da, bu olduğunu
düşünmekteyiz.
Bu nedenle, Silahlı Kuvvetlerimizi, dünyadaki gelişmelere paralel
olarak, küçük; fakat, çok etkin bir güç haline getirmek zorunluluğu
ortadadır. Temel amacımız, Silahlı Kuvvetleri, dışa bağımlılıktan
kurtararak, kendi gereksinmelerini karşılayacak duruma getirmek
olmalıdır. Umudumuz, devletin, bütün bu görevleri yerine getirebilecek
düzeyde örgütlenmesi ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin de, aslî görevini
yapmasıdır.
BAŞKAN – Sayın Karan, son 2 dakikanız...
EROL KARAN (Devamla) – Ayrıca, millî savunma işkolunda çalışan
30 bin kadar işçi ve 20 bine yakın sivil memurun, çalışma yaşamından
kaynaklanan sorunları vardır. Çalışanlar arasında büyük faklılıklar ve
ücret dengesizliği, yetersizliği vardır. Bunların düzeltilmesi
gerekmektedir. Bunun için de, ayrıca bir çalışma yapılması,
Bakanlığın saygınlığını daha da artıracaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, laik, çağdaş, demokratik Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin sınırları içerisinde, günün yirmidört saati,
insanların özgür ve mutlu olması temel amacımız olmalıdır.
Bu duygularla, Millî Savunma Bakanlığı bütçesinin ülkemize yararlı
olmasını diler, Partim ve şahsım adına hepinize saygılar sunarım.
(DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Karan.
Demokratik Sol Parti Grubu adına ikinci sözcü, Sayın Mustafa İlimen;
buyurun. (DSP sıralarından alkışlar)
Sayın İlimen, 11 dakika süreniz var.
DSP GRUBU ADINA MUSTAFA İLİMEN (Edirne) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçesi üzerinde,
Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış
bulunuyorum. Bu nedenle, Yüce Meclisi ve televizyonları başında
bizleri izleyen yurttaşlarımızı, Grubum adına saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, sanayi üretimi, hepimizin gayet iyi bildiği gibi,
kendi başına olan bir olgu değildir; hammaddeden pazara kadar uzanan
bir zinciri kapsar; tarladan, fabrikalara kadar uzanan bir zinciri
gözetmemiz gerekir.
Bugün, sanayileşmenin ulaştığı boyutlar itibariyle ve yeryüzündeki
doğal kaynakların mevcut rezervleri dikkate alındığında, dengeli ve
uzun vadeli politikalar oluşturulmadığı takdirde, sanayileşme sürecini
yakalamış ülkelerin sanayilerinin ayakta kalması mümkün değildir. O
nedenle, sanayi politikalarımızı oluştururken, dünyanın bugüne kadar
uyguladığı politikaların uygulanış biçimi ve felsefelerinden ders almak
zorundayız. Bugüne kadar yaptığımız hatalardan ders almazsak,
özellikle, gümrük birliği içerisinde ve onun ötesinde, giderek keskinleşen
uluslararası rekabet piyasalarında Türk sanayiinin yer edinebilmesi,
edindiği yeri koruyabilmesi mümkün değildir.
Sanayi ve Ticaret Bakanlığının temel işlevi, yatırımların gelişmesi ve
dengeli bir şekilde dağılımı için temel altyapı yatırımlarını
gerçekleştirmektir. Bakanlık, yönlendirici altyapı yatırımlarını
gerçekleştirip, sanayi yatırımlarını yönlendirecek yerde, olayların
gerisinde kalmıştır. Bakanlığın ismi ve konumuyla paralellik
taşımayan görüntüler vardır. Bunlara zaman içerisinde sahip çıkılıp,
sığınmış, birtakım himayelere muhtaç görüntülerden kurtulmak gerekir.
Yıllardır, ulusal politika oluşturma bakımından, sanayide ciddî
hataların işlendiği yerlerden bir tanesi de, küçük ve orta büyüklükteki
işletmelerimizdir. Kısaca KOBİ’ler olarak adlandırılan bu kuruluşlar,
gelişmiş ekonomilerin omurgasını teşkil eder. KOBİ’lerimizin ve
sanayi sitelerimizin çoğu, yirmi yıl, otuz yıl öncesinin makine ve
teçhizatıyla donanımlıdır. Sıfır hata marjıyla çalışan bilgisayar
destekli makineleri alıp, koyabileceği imkânlar yoktur. İstihdamda
yüzde 50’yi aşan boyutta, imalatlar arasında, sanayiler arasındaki mal
akımında çok önemli boyuta sahip olan KOBİ’lerin, kredilerden aldığı
pay yüzde 3,6’dır.
Gümrük birliği görüşmeleri sırasında, bu konuda, Türkiye’nin
çıkarlarına yönelik bir müzakere yapılmamıştır. KOBİ’lerin, gümrük
birliği sürecine uyum sağlayabilmeleri için alınabilecek kaynaklar
alınmamıştır. Bu aşamada Türkiye’nin aldığı kaynaklar 3,5 milyar
dolar civarındadır ve büyük bir kısmı kredi şeklindedir. Oysa, Avrupa
Birliği ülkelerinde bu rakam 50 milyar olup, KOBİ’lere aktarılacak pay
tamamen hibe şeklindedir.
Demokratik Sol Parti olarak, gümrük birliği antlaşmalarını eleştirirken
bu gerçekleri görerek eleştirdik “Türkiye’nin çıkarlarına tam hitap eden
antlaşma olarak imzalanmamıştır; aceleye getirilmiştir” dememizin
altında yatan unsurlar bunlardı.
KOBİ’lerin sorunlarına, özellikle finansman, teşvik, teknoloji yenileme
ve işgücü kapasitesini artırmayla ilgili olanlara ciddî yaklaşılmalıdır.
KOSGEB için ayrılan fon tamamen bu kuruma aktarılmalıdır. Devleti
yöneten insanların KOSGEB yönetiminde yer almaması gerekir;
sanayiciler, ticaret erbabı, küçük işletmeciler ve esnaf olmalıdır.
Organize sanayi bölgeleri ve küçük sanayi sitelerindeki yapım artık
siyasî çekişmelerin çok ötesinde kalmalı; ihtisaslaşmaya yönelik
organize sanayi bölgesi ve küçük sanayi sitelerine önem verilmelidir;
fizikî olarak desteklenirken, eğitim-öğretim yönünden de
desteklenmelidir.
Değerli milletvekilleri, devlet, özel sektörün kârsız ve güvensiz bulduğu
için yatırım yapmaktan kaçındığı bazı bölgelerde, gelişmeyi ve
sanayileşmeyi bütün yurda dengeli bir biçimde ve hızla yaygınlaştırmak
amacıyla, gerektiğinde zararı da göze alarak öncü ve doğurgan
yatırımları yapmak zorundadır. İleride ortamın değişmesiyle birlikte
bu fabrikalar kâr edebilir duruma gelince de, devlet, bunları, özel
girişimcilere ya da yöre halkının kuracağı ortaklıklara sunabilir.
Değerli milletvekilleri, Türkiye’de, gerçekten değerini bulmayan,
sahipsiz bir kesim vardır; esnaf ve sanatkârlar... Ülkemizin ekonomik,
sosyal ve çalışma hayatında, nitelik itibariyle en dinamik ve ağırlıklı
kesimini oluşturmaktadır. Sayıları yaklaşık 4 milyondur. Geçen yasama
döneminde geçmeyen ve kadük olan 507 sayılı Esnaf Yasamızla ilgili
teklif, bir an evvel, değişiklikleriyle hayata geçirilmelidir. Bunun
destekçisi olacağız.
Peşin vergi nedeniyle, sayısı yüzbinleri bulan esnaf ve sanatkârlar,
icralık olmuş, malına, tezgâhına ve evine haciz konulmuştur.
Esnafımız kredi faiz borçlarının affını isteyecek duruma gelmiştir.
Peşin vergi ve hayat standardı esası kaldırılmalıdır.
Bu kesimin toplam kredilerden aldığı pay yüzde 4’ler düzeyindedir. Bu
oran, Hindistan’da dahi yüzde 15’tir. Esnaf ve sanatkârlara verilecek
işyeri, işletme, ticarî ve pazarlama gibi çeşitli uzun süreli krediler, günün
koşullarına uygun, düşük faizle verilmelidir. Türkiye Halk Bankası,
esnaf ve sanatkârlar yönetimine devredilmelidir.
Değerli milletvekilleri, tüketicinin korunması konusundaki uygulamalara
hız kazandırılmasında sayısız fayda vardır. Bu konuda, sivil toplum
örgütlerini desteklemeliyiz.
Aralık 1994’te Rekabet Kanunu Meclisten geçti; ama, rekabet kurulu
hâlâ oluşturulamadı. Bu kurulun, gerçekten uzman kişilerle yönetilmesi
gerekir. İlk defa kurulacak ve ülkedeki tekelleşmeyi, rekabeti disiplin
altına alacaktır. Bu bakımdan, kurulun, uzman, yetişkin kişilerden
oluşmasına özen gösterilmelidir.
Bakanlığın bünyesinde yer alan KİT’lerin kendine özgü özellikleri
vardır; hem üreticiyi doğrudan ilgilendirir hem tüketiciyi. Örnek; gübre
ve şeker gibi... Bu müesseselerin kısa vadede özelleştirilmeleri söz
konusu olmadığına göre, bunların daha verimli çalışmaları için,
bakım, onarım, makine ve teçhizat yenilenmesine ihtiyaçları vardır.
Gübre konusunda, İGSAŞ, ürenin yüzde 50’si dolayındaki ihtiyacı tek
başına karşılamaktadır. Özel sektör veya kamu sektörü aracılığıyla üre
yatırımlarına şiddetle ihtiyaç vardır. Yine, TÜGSAŞ, yüzde 25-30
dolayında, ülke ihtiyacını karşılıyor. Gübreye zam, bu aşamada
düşünülmemelidir. Hatta, destekleme iade ödemesi altı aya kadar uzayan
gübre satış politikası derhal terk edilmelidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’nin yıllık şekerpancarı
ihtiyacı 15 milyon tondur. 1994-1995 yıllarında şekerpancarına verilen
fiyat, ülkemizi, ithalatçı ülke konumuna getirmiştir. Şeker ihtiyacı 2
milyon tondur. Geçmiş yıllardan ders alınarak, Türk çiftçisinden
esirgenen 18-20 trilyonu, Amerika, Avrupa çiftçisinin cebine, 1996
yılında da koymamamız için, ekim öncesi açıklandığına sevindiğimiz
pancar taban fiyatının, avans fiyat ve bunun da en az 5 500 lira olması
gerekirdi.
BAŞKAN – Sayın İlimen, son 2 dakikanız...
MUSTAFA İLİMEN (Devamla) – Havaların yağışlı gitmesi
nedeniyle birçok yörede pancar ekimi yapılmamıştır. Geç ekilen
pancarda verim az olur. Bu nedenle, bu yıl ekim alanlarının
artırılmasından başka çare yoktur. Bu da, ancak, fiyatın cazip
olmasıyla gerçekleşir. Hasatta, tekrar bir fiyat açıklanmalı ve ödemeler,
hasattan başlayarak, yeni yıla girmeden tamamlanmalıdır.
Değerli milletvekilleri, şimdi, önemli bir konuyu biraz ağırlıklı bir
şekilde açıklamak isterim: Ülkemizde, 725 bin aktif ortağı ve 20 bin
dolayında çalışanı olan 16 adet tarım satış kooperatifi birlikleri
konusunda, bilen bilmeyen herkes bir şeyler söylüyor. Hatta, geçmişte,
bunların özelleştirilmesi gerektiğini söyleyen Başbakanımız vardı.
Değerli milletvekilleri, bunlar özel kanunla kurulmuş birer kooperatif
kuruluşudur; devletin değildir. Devletin olmayan bir kurumu, devlete,
sattırmaya kalkmak, bilgisizlikten başka bir şey değildir. (DSP
sıralarından alkışlar)
Bu kuruluşlar, son iki yıla kadar, 1969 yılından beri destekleme
kapsamındaydı. İki yıldır, devlet, tarım satışlara destek yapmıyor;
ama, bu kuruluşlar, yirmiye yakın ürünün altından kalkıyor. Bu yıl, 25
trilyonun üzerinde para ödeyerek ürün aldılar. Seçim atmosferine
girildiğinde, hibe değil, borç olarak, devlet, faizle, bu kuruluşlara 3,5
trilyonluk kaynak kullandırabildi. Bazı birlik ortakları çok mağdur oldu.
Ürün tesliminden altı ay geçmesine rağmen, parasını alamayan ayçiçek,
fındık ve pamuk üreticileri perişan olmuştur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın İlimen, 1 dakika içerisinde lütfen toparlayın.
MUSTAFA İLİMEN (Devamla) – Hükümetler, bu kuruluşları yıllarca
arpalık gibi kullanıp siyasî çıkarlarına alet ettiler. Destekleme
alımlarıyla görevlendirilmelerinden dolayı, Ziraat Bankasına olan ve
konsolide edilmesi gereken borçların anaparası 8-9 trilyon olmasına
rağmen, 1992 yılından beri sağlıklı bir tahkim yapılamaması
nedeniyle, yüzde 130’lara varan faiz tahakkuklarıyla, borçlar, 138
trilyona ulaşmıştır.
Hükümet Programında yer alan, birliklerin demokratikleşmesi
gerçekleşirken, bu kuruluşların çiftçimize hizmet ettikleri göz önüne
alınarak, muhakkak surette, tarım kredi kooperatiflerine sağlanan ucuz
kredi imkânları bu kuruluşlara da sağlanmalı, konsolide edilmesi
gereken, Ziraat Bankasına olan borçları ile özel banka borçları Hazinece
tasfiye edilmeli, personel kadrosunun şişkin olmasında hükümetlerin de
etkisi olduğu gerçeğinden hareketle, ayrılacak personelin
tazminatlarının bir bölümü ödenmelidir. Ayrıca, çiftçimizin mağdur
olmaması için, Avrupa Birliği ülkelerinde olduğu gibi, ürün bazında
destekleme devam etmelidir. Bu, pamukta...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın İlimen.
MUSTAFA İLİMEN (Devamla) – Saygılar sunarım Sayın Başkan.
(DSP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN — Refah Partisi Grubu adına, Sayın Ahmet Bilge; buyurun.
(RP sıralarından alkışlar)
Sayın Bilge, sürenizi eşit mi paylaşacaksınız?
AHMET BİLGE (Ankara) – Evet efendim.
BAŞKAN – Buyurun.
Süreniz 10 dakika.
RP GRUBU ADINA AHMET BİLGE (Ankara) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; 1996 malî yılı Millî Savunma Bakanlığı bütçesi
hakkında Refah Partisi Grubu adına yapacağım konuşmaya başlamadan
önce, Yüce Heyetinizi ve televizyonları başında bizi izleyen aziz
milletimizi en derin saygılarımla selamlıyorum ve vatan savunmasında
şehit olan güvenlik kuvvetleri mensuplarımıza Allah’tan rahmet,
ailelerine başsağlığı diliyorum.
Bilindiği gibi, bütçe, hükümetin bir yıllık faaliyet planının özetidir.
Sayın milletvekilleri, Türkiye’nin savunma politikasının bir yansıması
olan savunma bütçesini değerlendirirken, dünyada ve bölgemizdeki
askerî ve siyasî gelişmeler ile ülkemizin jeopolitik ve jeostratejik
konumunu gözden uzak tutmamak gerektiğini düşünüyoruz.
Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla kurulan yeni cumhuriyetlerde yaşanan
ekonomik, yapısal ve sosyal problemler, Dağlık Karabağ sorunu ve
Azerî topraklarının yüzde 25’inin Ermeniler tarafından istila edilmiş
olması, Osmanlı Devletinin Avrupa’daki son kalesi olan Bosna-
Hersek’te üç yıl boyunca yaşanan insanlık dramı sonrasında
oluşturulmaya çalışılan barış, Arnavutluk ve Makedonya’nın tehdit
altında bulunması, Ortadoğu’da barışa indirilmeye devam edilen
darbeler ve silahlanma yarışı, Türkiye’yi çevreleyen risk ve potansiyel
tehdidin bir bölümüdür.
Rusya’nın, arka bahçesi olarak gördüğü Kafkasya’yı, AKKA kararlarına
rağmen silah deposu haline getirme girişimleri karşısında, Türkiye’nin
yeterince caydırıcı olmamasına dikkatleri çekmek isterim.
Körfez Savaşı sonrası Irak’ın durumundaki belirsizliğin devam etmesi,
bölge ülkelerinin, uzun menzilli füzeler ve kitle imha silahları dahil,
silahlanma yarışı, Türkiye’nin, sürekli, dikkatli ve tedbirli olmasını
gerektirmektedir.
Yakın komşumuz ve NATO müttefikimiz olan Yunanistan’ın, en son,
Kardak krizinde olduğu gibi, Türkiye’ye karşı politikasını sürdürmesi
ve kendisine yönelik tehdidin Türkiye’den geldiğini her fırsatta ileri
sürmesi karşısında, gerekli tedbirlerin, zaman kaybedilmeden alınması
gerekmektedir.
Kısaca arz etmeye çalıştığım gibi, dünyanın en problemli, Balkanlar,
Kafkasya ve Ortadoğu bölgelerinin ortasında yer alan Türkiye’nin,
bunlara ilave olarak, iç barış ve Misakımillî hudutlarını korumak
amacıyla, PKK terör örgütüyle yaptığı mücadeleye ve dünya barışına
katkıda bulunmak üzere, gerek Birleşmiş Milletler gerekse NATO Barış
Gücü içerisinde yer almakta olması durumları göz önünde tutulduğunda,
güçlü, caydırıcı, moral düzeyi yüksek bir orduyu idame ettirmesindeki
zorlukları, kolaylıkla ortaya koyabiliriz.
Bir taraftan, jeopolitik konum, diğer taraftan, sadece sınırların
korunmasına dayanan savunma politikası yerine, bölgesel bir güç
olmanın gereklerini yerine getirmek durumunda olan Türkiye’nin,
Balkanlarda, Kafkasya’da, Ortadoğu’da askerî ve politik bir güç
olmasının, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yüksek teknoloji ürünü silah
sistemleriyle, iyi eğitilmiş personele sahip olmasıyla mümkün olacağı,
bu özelliğin kazanılmasının da, yüksek maliyet gerektirdiği aşikârdır.
Ancak, 1985 yılından bu yana, Türk Silahlı Kuvvetlerine bütçeyle
sağlanan malî kaynaklara baktığımızda, ihtiyaçları ölçüsünde
artırılmadığı, aksine, gayri safî millî hâsıla ile konsolide bütçeden
ayrılan pay itibariyle, azaldığı görülmektedir. Son on yılda, Millî
Savunma Bakanlığı bütçesinin gayri safî millî hâsıla içerisindeki payı,
yüzde 3’lerden yüzde 2’lere düşmüştür. Ayrıca, Millî Savunma
Bakanlığı bütçesinin, konsolide bütçe içerisindeki payı yüzde 18’lerden,
maalesef yüzde 9’lara kadar gerilemiştir. Bu nedenle, bu bütçeyle, Türk
Silahlı Kuvvetlerinin, modernizasyon programında belirtilen hedeflere
ulaşabilmesi ve harbe hazırlık gücünü teknolojik gelişmeler paralelinde
yürütebilmesi mümkün olmayacaktır.
Borç, anapara ve faiz ödemeleri girdabına giren Hükümete, ordumuzun
modernizasyonunun gecikmesinden doğacak büyük riski hatırlatmayı bir
görev biliyorum.
Sayın milletvekilleri, Türk Silahlı Kuvvetleri personeli hakkında bazı
hususları belirtmek istiyorum: Silahlı Kuvvetler personelinin özlük
haklarında, ivedi olarak, günümüzün sosyal ve ekonomik şartlarına
uygun iyileştirmeler yapılması gerekmektedir. Türk Silahlı Kuvvetleri
personelinin zor görev şartları karşısında aldıkları maaşların
yetersizliği hepimizin malumudur. Maaşlarda meydana gelen reel
azalışı açıklamak amacıyla, dolar cinsinden bir mukayese yaparsak, bir
albayın 1993 yılı temmuz ayında eline geçen aylığı 1 217 dolara
karşılık gelirken, 1996 yılı mart ayında 672 dolara; bir teğmenin
aylığı ise, 649 dolardan 381 dolara düşmüştür.
Her geçen gün artan iç ve dış tehlikelere karşı, büyük özveriyle, canı
pahasına görev yapan Türk Silahlı Kuvvetleri personeline, yaptıkları
ağır görevlerle mütenasip ve statülerine uygun bir hal sağlayacak
seviyede maaş verilmesi, hizmet etkinliğinin artırılması bakımından
elzem görülmektedir.
Subay ve astsubayların mecburî hizmet yükümlülüklerinin, günün
şartlarına uygun bir şekilde, sürelerinin indirilmesi, hizmetlerin daha
etkin bir şekilde ifa edilmesini sağlayacaktır.
Ayrıca, 205 sayılı Ordu Yardımlaşma Kurumu Kanununun, Kurumun,
kendinden beklenen hizmetleri yapabilmesi için, günümüzün ekonomik
şartlarına uygun olarak yeniden tanzimi ve OYAK emeklilik sisteminin
ihdası bir zaruret olarak görülmektedir.
Askerî okullarımızda eğitim gören kardeş Türk cumhuriyetleri
öğrencilerinin, sadece teknik bilgi ve becerilerle değil, müşterek millî ve
manevî değerlerle de mücehhez kılınması, ilişkilerimizin
kuvvetlendirilmesinde önem arz etmektedir.
Sayın milletvekilleri, bütün dünya ordumuzun iman gücünü bilmektedir.
En son teknolojiye sahip, asker sayıları bizden daha fazla olan ordular
karşısında, geçmişte müteaddit defalar kazandığımız zaferlerin
temelinde, ordumuzun disiplini, moral değerleriyle, onun iman ve inancı
bulunmaktadır. Erinden en büyük komutanına kadar, Türk Ordusunun
her mensubu, dinimizin en büyük rütbe olarak kabul ettiği şehitlik
mertebesine inanmaktadır. Bu inanç ve iman, dünyanın hiçbir ordusunda
mevcut değildir. Bunun için, erimize “Mehmetçik” bu kutsal ocağa da
“peygamber ocağı” demekteyiz. (RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Sayın Bilge, son dakikanızı kullanıyorsunuz.
AHMET BİLGE (Devamla) – Bu sebeple, ordumuzla ne kadar iftihar
etsek azdır.
Sayın milletvekilleri, güvenlik ihtiyaçlarımız için, savunma
harcamalarından fazla fedakârlık yapmamız mümkün olmamakla
birlikte, tahsis edilen kaynakların, rasyonel şekilde, verimli alanlarda ve
projelerde kullanılmasının da takipçisi olmak mecburiyetindeyiz.
Netice itibariyle, Millî Savunma Bakanlığının 1996 malî yılı
bütçesinin, bu şekliyle, Silahlı Kuvvetlerimizin modernizasyonunun
gerçekleştirilmesinde, yurtiçi ve yurtdışında üstleneceği görevlerin
ifasında zorluklarla karşı karşıya geleceğini, Millî Savunma Bakanlığı
bütçesinin yeterli seviyeye çıkarılması ve Silahlı Kuvvetler
mensuplarımızın özlük haklarının iyileştirilmesi yönünde, Hükümet
tarafından yapılacak düzenlemelere, tam destek vereceğimizi belirtmek
istiyorum.
Millî Savunma Bakanlığı 1996 yılı bütçesinin, aziz milletimize ve
kahraman ordumuza hayırlı olmasını Yüce Allah’tan diliyor, heyetinize
saygılar sunuyorum. (RP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bilge.
Sayın Kahraman Emmioğlu; buyurun efendim. (RP sıralarından
alkışlar)
Grubunuz adına kalan süreniz 10 dakikadır.
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – 2 dakika da ilave var, 12
dakika...
BAŞKAN – İlave, 1 dakikadır efendim.
Buyurun.
RP GRUBU ADINA KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Sayın
Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; sizleri ve ekranı başında
bizleri seyreden değerli vatandaşlarımı, saygı ve muhabbetle
selamlıyorum. Refah Partisi Grubu adına, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı
bütçesi hakkında, görüşlerimi arz ediyorum.
Artık, herkes tarafından, klasikleşen bir deyimle kabul edilen gerçek
şudur: Bir ülkenin gücünü, üretim; üretimler içinde ise, sanayi üretimi
tayin etmektedir. Tabiatıyla, hizmet ve tarım sektörlerinin değerini inkâr
etmiyoruz, ancak, gelişmenin, sanayileşme ile eşanlamlı kullanıldığını
da hepimiz biliyoruz.
Diğer önemli bir husus da şudur; yıllara göre sanayi mamüllerinin fiyat
artışı, neredeyse, diğer sektör fiyat artışının iki misli olmaktadır.
Bilhassa tarıma nispet edildiğinde, bu, açıkça görülmektedir. Böylece
de, ülkeler arası yarış tarımda değil, kim ne derse desin, esas, sanayide
olmaktadır.
Peki, biz bu yarışta ne noktadayız; hangi noktadayız?.. Maalesef, sahip
olduğumuz durum, coğrafyamızın, insanımızın, tarihimizin hak
etmediği bir noktadır.
Birkaç misal vermek istiyorum: Bizimle beraber, 1870’lerde sanayileşme
hamlesine başlayan İsveç’te, yıl içi sanayi üretimi hâsılası, fert başına
8 bin doları bulmaktadır; bu rakam, Japonya’da 16 bin doları geçmek
üzeredir. Bizden çok sonra başlayan ve 1970’lerde sanayileşme
hamlesine girişen Güney Kore’de bu rakam 3 bin, Tayvan’da 3 500
dolardır; Türkiye’de ise bu rakam çok zavallıdır ve 800 dolar
civarındadır.
Ne yazık ki, 1938’lerden sonra, sanayi yatırımları ya durdu veya çok
yavaş devam etti. Bu durum 1965’lere kadar sürdü. 1965-1970 arası bir
heyecan vardı ve birçok sanayi tesisi teşviklerle kuruldu. 1970-1974
arası, yine, yavaş bir gidişe sahne oldu.
1974’te eğer, o zamanki koalisyonda bulunan Millî Selamet Partisinin
sanayi heyecanına koalisyon ortağı da iştirak etseydi, -o sırada, ülke
konjonktürü böyle bir sanayi atılımının yapılmasına çok müsait bir
konumdaydı- çok ciddî atılımlar yapılırdı; ama, maalesef olmadı. O
devirde, Millî Selamet Partisinin elinde olan KİT’lerin kârda olduğunu
da bu münasebetle aktarmak istiyorum.
1977 yılında, Millî Selamet Partisinin Sanayi Bakanlığı dönemi,
Türkiye tarihinde en şuurlu sanayileşme atılımlarının yapıldığı
dönemlerden biri olmuştur. Bu dönemde 200 büyük proje hedeflenmiş,
ülkenin ihtiyaçlarına cevap verecek tesisler, birbirleriyle ilgisi de dikkate
alınarak, bölgeler arası gelişmişlik dengesizliğini giderecek şekilde
yaygın bir planlama yapılmıştı. O zaman bu atılım olmasaydı, bugün,
belki, şekersiz ve çimentosuz kalacaktık.
Şunu da belirtmek istiyorum, ne yazık ki, 200 projeden ancak 70’i o
devirde bitirilebildi ve 1978 sonlarında koalisyon bozuldu; sonraki
hükümetlerde de kahrolası meşhur bir hastalık “benim başlamadığımı
ben bitirmem” hastalığı, bu tesisleri öksüz bıraktı. Halbuki, özellikle,
güneydoğuya sanayi havasını getirmek ve ora halkını kalkındırmanın
yolu, mutlaka ve mutlaka sanayiden geçmekteydi ve bu konuda, şu anda
da başka yolumuz yoktur. Güneydoğuyu kalkındırmanın yolu, oraya
sanayii taşımamızdır; ancak, bunu, yeni moda akımıyla özel sektöre
nasıl yaptırırız; devlet olmaksızın oraya nasıl sanayi gider? Bu konuda
ciddî çalışmaların, Hükümet canibinden yapıldığı konusunda bilgimiz
yok. İnşallah, yanılıyoruz ve inşallah, ciddî bir çalışmaya
girişmişlerdir.
Bakınız, güneydoğuya, özellikle Diyarbakırımıza getirdiğimiz bir
kuruluş, kurucusu ve genel müdürü olduğum Türkiye Elektromekanik
Sanayii -ki, bu kuruluş, türbinleri, jeneratörleri, şalt cihazlarını,
kazanları, büyük motorları imal edecekti- eğer, ithalatla ceplere girecek
masa altı paraların cazibesi olmasaydı, bu kuruluş imalatını, artırarak
devam edecekti. (RP sıralarından alkışlar) Bugün de, enerji diye bir
problemimiz olmayacaktı; çünkü, bugünkü enerji problemi, yapılacak
olan yatırımların Türk parası cinsinden olmayışından
kaynaklanmaktadır. Eğer, TEMSAN, yatırımlarını tamamlamış
olsaydı, bugün, bütün enerji makineleri yurtta imal ediliyor olacaktı.
Ben, buradan hemen sesleniyorum: Bu fabrikaya sahip çıkınız; eğer,
Diyarbakır’dan Ergani’ye giderken, 6 ncı kilometrede göreceğiniz 8 500
dönüm arazide kurulmuş olan bu fabrikaya güç verirseniz ve zaman
içerisinde, oraya bir sanayi atmosferi getirirseniz, emin olun, oradaki
eşkıyanın beli o zaman kırılacaktır. (RP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar) Geçmişte olmadı, inşallah, bundan sonra olur.
Sanayileşmeyi, Gaziantebimizden hareketle, Şanlıurfa’ya, buradan
Batmanımıza, Şırnakımıza, Vanımıza, Muşumuza, Hakkârimize,
diğerlerine taşımamızın birinci şartı, asayişi süratle sağlamak ve
paralelinde de, Irak amborgosunu kaldırmaktır. Böylece, kalkınmış bir
bölgeye sahip olunması, diğer birçok şehirleri de altüst eden göç
olgusunu önleyecektir.
Tabiî, yeni kuruluşların ayakta kalması ve yeni kuruluşların hayata
geçirilmesi için, gümrük birliğinin çok ciddî engeller oluşturacağını
söylemem lazım; zira, gümrük birliği kararınca, teşviklerin, artık, oraya
gitmesi kolay olmayacaktır. Zaten, 1996 yılı bütçesiyle böyle bir
yatırım hamlesini ne özel ne de devletin yapması mümkündür. Neden
mi; geçenlerde, Hocamızın gösterdiği aysbergin üzerindeki bütçenin
açığı bile, bildiğiniz gibi, 861 trilyon Türk Lirası olarak ifade ediliyor;
bunun gerçek değeri, nereden baksanız 1,2 veya 1,4 katrilyon Türk
Lirasına ulaşacaktır.
BAŞKAN – Sayın Emmioğlu, 2 dakikanız kaldı.
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Devamla) – Anaparaları hariç, yalnız faiz
ödemelerine 1,2 katrilyon Türk Lirası ve yeni gelecek faizlerle de 2
katrilyon lirayı bulacak. Sen, borcu borçla ödeyeceksin başka çaren yok
ve özel sektörün elinde olan bütün imkânları da, bu borcun ödenmesi
için yeni bonolar çıkararak alacaksın. Bir taraftan sıcak para
operasyonunun cazibesiyle, bir taraftan da bonolardaki cazip faizlerle
özel sektörden aldığınız bu kaynak, sanayie değil, doğrudan doğruya
faiz ödemelerine gidecek.
Evet, sanayicilerimizin içerisinde helal para kazanmak isteyenlere
buradan selam göndermek, onları tebrik etmek istiyorum; zira, bu kadar
cazip gelirlere rağmen, bunlar, sanayinin çilesine talip olmuşlardır ve
yatırım yapacaklardır. Bunları, ben, şu zamanımızın kahramanları
olarak ilan ediyor ve tebrik ediyorum.
Özelleştirme rezaletimize, son günlerde, Özelleştirme İdaresi
Başkanlığı teşhisini iyi koymuştur; tebrik ediyorum. Keşke, daha önce
akılları başlarına gelseydi; tabiî, ulus çıkarını kollayan aklı
kastediyorum. Böylece, işçilerimizi kollayan, şeffaflığı sağlayan, gerçek
bedeli tahsil eden bir özelleştirme yapılırdı. Geçen birbuçuk aya yakın
zamanda, bu konuda da ciddî bir şey yapılamadı. Artık yeter..
Özelleştirilecek müesseselerimizi daha fazla hasta etmeyin, hasta
kuruluşlar haline getirip, kelepir satışlar yapmayın; ya bitsin bu iş ya da
vazgeçin...
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu bütçeyle ciddî yatırımlar
yapılamayacağı hepimizce malum. Mesela, organize sanayi ve küçük
sanayi hizmetleri için 3,7 trilyon lira ayrılmıştır. Hiç değilse, bu eldeki
kıt imkânları savup savurmayalım ve bunları, mesela, Gaziantepimizin
yarım kalmış olan ikinci...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Devamla) – 2 dakikam daha var herhalde
efendim.
BAŞKAN – Sayın Emmioğlu, 1 dakika içinde sözlerinizi tamamlayın.
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Devamla) –Öbür arkadaştan kalan 1
dakikamı da almak istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Emmioğlu, o, Grubunuz için hak edilmiş bir süre
değildir, Başkanlığın toleransıdır ve kişiye özeldir...
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Devamla) – O toleransı lütfetmenizi
istirham ediyorum.
BAŞKAN – Hayır, o tolerans kişiye özeldir.
Lütfen... 1 dakika içinde konuşmanızı tamamlayın.
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Devamla) – Efendim, öyleyse, müsaade
edin; bunu izah etmem lazım.
BAŞKAN – Hayır efendim... Lütfen...
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Devamla) – Zira, siz, bütün partilere, hep,
2 dakika, yani, yüzde 10 ek süre verdiniz, bize de yüzde 10 ek süre
vermeniz lazım.
BAŞKAN – Sürenizden harcıyorsunuz Sayın Emmioğlu.
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Devamla) – Peki efendim, biz, yüzde
10’un yüzde 5’ini kaybetmiş oluyoruz; teşekkür ederiz.
Bu paralar, mutlaka, Gaziantep’in, bilhassa eksik olan organize sanayi
bölgelerine -ikinci ve yapılacak olan üçüncü organize sanayi bölgelerine-
aktarılmalı ve bilhassa küçük sanayi sitelerinin -mesela, Kunduracılar,
25 Aralık ve KOSGEB gibi- ihyasına harcanmalıdır.
Evet, sanayileşme ve sanayi ile ilgili birçok meselelerimiz var;
KOBİ’lerimiz var, KOSGEB’in ciddî problemleri var, eğitimi var...
Bütün bunlarla ilgili çalışmalara, yeni Bakanımızın çok ciddî şekilde
eğileceğini ümit ediyor ve kendilerine başarılar da diliyorum; ama, şunu
söyleyeyim...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Emmioğlu.
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Devamla) – Peki efendim, teşekkür
ederim.
BAŞKAN – Anavatan Partisi Grubu adına Sayın Bülent Akarcalı;
buyurun efendim.
Sayın Akarcalı, süreyi eşit mi kullanacaksınız?
ANAP GRUBU ADINA BÜLENT AKARCALI (İstanbul) – Evet Sayın
Başkan.
Sayın Başkan, değerli üyeler, Millî Savunma Bakanlığının değerli
mensupları, bizleri izleyen sevgili vatandaşlarım; hepinizi en içten
duygularla selamlarım.
Ulusumuzun hür ve bağımsız olması, ülkemizin tek ve bütün kalması
uğruna bu topraklar için şehit olmuş bütün vatan evlatlarımızı da
saygıyla anıyor, kendilerine Allah’tan rahmet diliyorum.
Değerli arkadaşlarım, Millî Savunma Bakanlığı bütçesi demek, Türk
Silahlı Kuvvetlerinin bütçesi ve askerî politikalarımız demektir. Bunun
da, ülkemizin içinde bulunduğu coğrafî konumu ve siyasî rejimiyle direkt
bir bağlantısı vardır; şöyle ki, ülkemiz, bir yandan, hassas coğrafî
konumu; yani, Doğu ve Batı arasında bir geçiş noktası olması
itibariyle, diğer yandan da demokratik, hür ve laik düzeninden rahatsız
olan komşu ve bölge ülkelerinden kaynaklanan, saldırgan, taciz ve tehdit
edici bir ortamda yaşamaktadır.
Türkiye, Balkanlarda, Kafkaslarda, Ortadoğuda kaynayan bir kazanın
ortasındadır. Dün Bosna’da, bugün Lübnan’da, Kahire’de katledilen
insanlar, bu acı gerçeği, maalesef belgelemektedir.
Bütün bunlara karşın, Türkiye, hiçbir zaman, hiçbir komşu veya bölge
ülkesine bir devrim, siyasî yapı ihraç etmeye kalkmamış, terör
organizasyonları kurmamış, barındırmamış, mütecaviz olmamıştır.
Bir ülkenin siyasetçisine, diplomatına, gazetecisine, yazarına ve buna
benzer temsilcilerine menfur cinayetler düzenlememiş,
düzenlettirmemiştir. Türkiye, hiçbir zaman, bir komşu ülkenin
zaaflarından yararlanmaya da kalkmamıştır.
Türkiye’nin ciddî devlet anlayışına, cumhuriyetimizin ve demokratik
rejimimizin tüm hoşgörüsüne ve iyiniyetlerine karşın, maalesef, sürekli
olarak karşı karşıya kaldığımız tehdit ve tacizlere karşı, tedbirli ve
hazırlıklı olmak durumundayız. Bu da, ancak ve ancak, güçlü bir ordu
sayesinde mümkündür. Bir ordunun gücü de, iyi yetişmiş subay, astsubay
ve askerinden oluşmuş insangücü, çağdaş teknolojilerle donatılmış
silah ve teçhizatından oluşur.
Son onbeş yıl içerisinde, her iki yönde de, iyileşmelerin sağlanması için
çok büyük çabalar harcanmış ve Türkiye, denizaltısından, F-16 uçağına
kadar ihtiyaçlarını, kendi üretimini gerçekleştiren ender ülkeler arasına
girebilmiştir; ancak,tüm bu gelişmelere rağmen, meseleye basit bir
şekilde yaklaştığımızda, örneğin; kara ve deniz sınırlarımızın
uzunluğuna, ülkemizin büyüklüğüne bakınca ve diğer ülkelerle
kıyaslayınca, korunması gereken sınır uzunluğu ve toprak
bütünlüğünün, kilometre ve kilometrekareye düşen asker, tank, uçak
vesaire gibi araç-gereç açısından kıyasladığımızda, ihtiyaçlarımızın
çok daha büyük olduğunu görmekteyiz.
Yine, bunun yanında, askerî teçhizat ve silah temininde her türlü gayret
ve fedakârlıklara rağmen, haddini bilmeyen bir Kıbrıs Rum Kesiminin
dahi nasıl silahlandığına bakınca, ister istemez, yaptıklarımızla
yetinemeyeceğimizi görüyor ve eksikliklerimizi, daha titiz bir incelemeye
almak gerektiğine inanıyoruz.
Ayrıntılara girmeden, akıllarda kalsın diye, temel bir iki noktayı
belirteceğim: Tanklarımız eskimiştir; F-4 ve F-5 uçaklarımız
yaşlanmıştır. Son dört beş yıldır da, Savunma Sanayi Müsteşarlığı, iç
üretimi teşvik etme yerine, dışalımlara yönelmiştir; yani, ihtiyaçların
kalıcı değil, geçici tatminine yönelmiştir; dolayısıyla, harcamaların
çoğu da dışarıya gider olmuştur; ancak, son zamanlarda, yerli sanayii
buraya çekmek için yapılmış olan çabaları da takdirle karşılamak
gerekir.
Değerli arkadaşlarım, ordumuzun, bu dış kaynakta olan tehdit ve
tacizlere karşı hazır olması yanında, aslında, Türkiye’ye yönelik bir
dış saldırının iç uzantısı olan PKK terörüne ayırdığı ve ayırması
gerektiği personel, teçhizat ve diğer silah ihtiyaçlarını da ayrı bir şekilde
mütalaa etmek gerekir.
Bu arada, geçmişte kalan bir kavramı hatırlatmak isterim: Beşinci kol
kavramı... Düşman, bir ülkeyi yıkmak için, o ülkenin içerisinde kendine
yarayacak adamları yetiştirirdi. PKK, aslında, komünistlerin, İspanya iç
savaşında ortaya çıkardıkları beşinci kolun, Türkiye’de yeni bir
formülünden başka bir şey de değildir.
Bu ihtiyaçlara karşın, bizim neler yapılabileceğine dair önerilerimiz
şunlardır:
Değerli arkadaşlarım, 1997 bütçesinde savunma harcamalarımızda
önemli bir artış için, şimdiden gerekli hazırlıklara başlanmalıdır.
1997 bütçesinin hazırlıkları, ister istemez, yakın bir süre sonra
başlayacaktır ve yeni kaynakların yaratılması için ciddî zekâ pırıltısı
gerektiren çalışmalar başlatılmalıdır.
Savunma Sanayi Müsteşarlığı yeniden yapılanmalıdır ve geleceğin
askeri sanayii için yeni hedef ve politikalar geliştirilmeli; yüksek
teknoloji gerektiren projeler için, yerli girişimcilere, araştırma-
geliştirme ve yatırımlar için imkânlar tanınmalı, destekler
oluşturulmalıdır.
Silahlı Kuvvetlerin faaliyetleri, yapısı, ihtiyaçları ve sorunları
hakkında kamuoyunu bilgilendirmek için, Dışişleri Bakanlığında olan
bakanlık sözcüsü ve sürekli bilgi verme uygulamasının, Millî Savunma
Bakanlığınca örnek alınmasında yarar olacağına inanmaktayım.
Bu arada, her beldemizde, şehit ailelerine, gazilere ve gazilerin ailelerine
devlet yardımı konusunda yapılabilecek bazı işlemler olduğuna
inanmaktayım. Aslında, devletimiz, gerek şehit ailelerine gerekse
gazilere ve gazilerin ailelerine çok geniş kapsamlı bir şekilde yardım
yapmaktadır. Ben, son üç yıldır, bu konuya, gerek yazılı soru
önergeleriyle gerekse diğer çalışmalarla epey eğildim.
Değerli arkadaşlarım, buradan sizlere şu broşürleri göstermek istiyorum.
Bunlar, Kara Kuvvetlerinin, şehit olanların vârislerine sağlanan hakların
broşürleri; bu da, yine, Kara Kuvvetlerinin, yaralanan, sakatlanan
gazilerin kendilerine ve ailelerine, devletin sağladığı imkânların
broşürleridir. Devletimizin, bu imkânları, halka daha çok duyurmasında
yarar vardır; çünkü, çocuğu şehit olmuş, kocası şehit olmuş ailelerimiz,
o acısını vatan için gönlüne gömerken, gidip devlettten para istemenin
zül olduğunu, ayıp olduğunu düşünmektedir. Bu, onun haysiyetinden
ileri gelmektedir; ama, bize düşen görev, devletin sağladığı imkânların,
vârislere ve gazilere, en ayrıntılı bir şekilde, en adil bir şekilde
dağıtılmasıdır.
BAŞKAN – Sayın Akarcalı, 1,5 dakikanız kaldı.
BÜLENT AKARCALI (Devamla) – Burada, gerek TRT’nin gerekse
diğer televizyon kuruluşlarının önemli bir görevi olduğuna
inanmaktayım.
Diğer bir husus; Silahlı Kuvvetlerdeki sivil personelin, askerî personelin
haklarına sahip olmadan; cezaî açıdan, askerin tabi olduğu hükümlere
göre yargılanma zorunda kalmaları düzeltilmelidir. Ta, 1930’lardan
kalan, yargı anlayışına aykırı bu durumu düzeltmekde yarar olacaktır.
Değerli arkadaşlarım, bildireceğim son husus da şudur: Subay ve
assubayların maaş durumları da diğer memurlarınki gibi hızla
bozulmuştur. Devlet memuru olan subay ve assubaylar, durumlarını
kamuoyuna duyurmak için eylem yapmıyorlarsa, aldıkları maaş veya
diğer yan gelirlerin yeterli olduğu sanılmamalıdır. Bugün, sivil kesimde,
4 ilâ 5 bin dolar olan bir pilot aylığı, 25-30 milyon dolarlık bir askerî
uçağı teslim ettiğimiz askerî pilot için 500-600 dolar mertebesindedir.
Deniz Kuvvetlerinden bir örnek vereyim: Burada, 4 500 subay, 9 500
assubay vardır; son bir yıl içerisinde 1 200’ e yakın subay ve assubay
geçim sıkıntısından dolayı istifa etmek zorunda kalmıştır.
İşte, yakında hazırlamamız gereken ve 1997 bütçesinde ele almamız
gerekeceğine inandığım temel hususları da burada belirtiyorum.
1996 Millî Savunma bütçesinin, ülkemize ve aziz milletimizin en değerli
müessesesi olan şanlı ordumuza hayırlı olmasını dilerim.
Saygılar sunarım.(ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akarcalı.
Sayın Refik Aras; buyurun.
Süreniz 10 dakikadır.
ANAP GRUBU ADINA REFİK ARAS (İstanbul) – Sayın Başkan,
Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyeleri; hepinizi saygılarımla
selamlıyorum.
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçesi üzerinde Anavatan Partisi Grubunun
görüşlerini arz etmek için huzurlarınızda bulunuyorum.
Bugün, bütçesini görüşmekte olduğumuz Sanayi ve Ticaret Bakanlığı,
1957 yılında kurulan ve şimdiye kadar oniki defa isim değiştirmiş olan
bir bakanlıktır. Bakanlığın kuruluşundan bugüne kadar, Türk
ekonomisini sadece tarıma bağlı olmaktan kurtarıp, sanayi ekonomisine
geçmesini sağlamaya çalışan gelmiş geçmiş tüm hükümetleri, sayın
bakanlarını ve çalışanlarını saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; işsizliğin ve fukaralığın önlenmesi,
zengin milletin ve zengin devletin oluşturulması, ancak, sanayileşmeyle
gerçekleşecektir.
Bakanlığın ana görevi; ülkenin sanayi politikasını belirleyerek sanayiin
geliştirilmesini temin etmek, gelişen dünya şartlarına uygun teknolojiyi
sağlamak, kişilerin kendi işlerini kurmalarını, küçük esnaf ve
sanayicinin desteklenmesini, küçük ve büyük sanayi ile ticaretin
bütünleşmesini sağlayarak, ülke ekonomisine hizmet etmektir.
Bakanlık, bu ana görevlerini yerine getirirken, evvela çevreyi, sonra,
4054 sayılı Yasanın gereği olarak rekabet şartlarını ve 4077 sayılı
Yasanın gereği olarak da tüketiciyi koruyacaktır.
21 inci Yüzyıla girerken ve gümrük duvarları kalkarken, dünya
ülkeleriyle ticaretinizi artırabilmeniz için, rekabet edebilir kaliteye ve
fiyata sahip olacaksınız; bunun için de, teknoloji üreteceksiniz ve bu
teknolojiyi, özel sektör eliyle hizmete sokacaksınız.
Türkiye olarak biz, her türlü üretimimizi, katlayarak büyütmek
zorundayız. Sanayi üretimini, büyük ve rantabilitesini kaybetmiş
kuruluşlar yerine, çok dinamik ve esnek küçük ve orta boy işletmelerin
müthiş uyum ve süratiyle yapmak zorundayız.
Türkiyemizin müteşebbis ve yaratıcı insan gücü ve potansiyeli -devletin
önünü açması halinde- bütün zorlukları aşabilecek güçtedir.
Küçük ve orta ölçekli sanayii geliştirmek ve desteklemek için kurulmuş
olan KOSGEB’e ve KOBİ’lere, mutlaka, destek sağlanmalıdır. Küçük
işletmelerin, kredilerden alabildiği yüzde 3,5’lar civarındaki pay
fevkalade yetersizdir. Eğer, sanayi ve üretim istiyorsak, bu payı, mutlaka
artırmamız gerekiyor.
Bakanlık, mutlaka, sanayi ve üniversite ilişkilerini güçlendirerek, Ar-Ge
çalışmalarını çoğaltmalı ve hızlandırmalıdır; 551 sayılı Patent
Haklarının Korunması Hakkında Kanun Hükmündeki Kararnamenin
gereklerine uyulmalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1930’lu yıllardan itibaren
kurulmuş olan kamu iktisadî teşebbüsleri, elbette, Türk sanayiine çok
büyük faydalar sağlamışlardır. Bakanlığa bağlı İGSAŞ, Makine
Kimya, SEKA, TUGSAŞ ve Türkiye Şeker Fabrikaları gibi beş adet
KİT bulunmaktadır. Ülkemiz sanayi ve ticaretinin bugünlere
ulaşmasında en büyük pay, millî bir heyecanla, seneler senesi büyük
çabalar sarf eden KİT’lere ait olmuştur.
Bir yandan dünya ekonomik şartlarının değişmesi diğer yandan
siyasîlerin sebep olduğu yanlış politika ve uygulamalar, artık, bu dev
kuruluşların belli bir zaman diliminde ve makul şartlar içerisinde
özelleştirilmesini gerektirmektedir. Bu güzide kuruluşlar, Türk sanayiine
ve ekonomisine, bundan böyle, herhalde, özel sektörün yönetiminde
hizmet edebileceklerdir.
Türkiye, bugün, içine düşürüldüğü ve Türk halkını bezginliğe düşüren,
büyük halk kitlelerinin mutlu olmadığı bu ekonomik şartlardan bir an
evvel kurtarılmalıdır ve de kurtarılacaktır. Ülkenin ekonomik alandaki
kurtuluşu, ancak borç-faiz girdabından çıkıp, yatırım-üretim sürecine
girmesiyle mümkün olacaktır. Üretim için, devlet, küçük ve orta boy
işletmelere, organize sanayi bölgeleri ve küçük sanayi sitelerini kurmak
suretiyle yön vermelidir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sanayi ve Ticaret Bakanlığımızın,
kanunun kendisine yüklediği bu görevleri yürütebilmesi, tabiî ki,
Bakanlığa vereceğimiz bütçe imkânlarıyla mümkün olacaktır. Bakınız,
bu Bakanlığın öngörülen 1994 yılı bütçesi 1,946 trilyon, o yılki
bütçenin yüzde 2,2’si; 1995 yılı bütçesi 2,588 trilyon, o yılki bütçenin
1,9’u; 1996 yılı bütçesi 6,025 trilyon, bu yılki bütçenin 1,7’si.
Görüldüğü gibi, Bakanlığımızın bütçesi giderek küçülüyor. Kaldı ki,
bu yılki önerilen 6,025 trilyonluk bütçenin 1,138 trilyonluk bölümü
transfer harcamalarına, 1,12 trilyonluk bölümü cari harcamalara tahsis
edilmiş olup, ancak 3,875 trilyon yatırım harcamalarına ayrılmış
bulunmaktadır. İşte, bu rakamlarla Bakanlık, hizmet üretmeye
çalışacaktır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bizim görüşümüze göre, Bakanlık,
bütçesine yeni yatırımlar koymak yerine, yarım kalan sanayi bölgeleri
ve küçük sanayi sitelerini tamamlamalıdır. Mesela, yüzde 75’lik bölümü
gerçekleşmiş bulunan Erzincan Organize Sanayi Bölgesi bunlardan
biridir ve acilen tamamlanması gerekmektedir. Bu cümleden olarak,
Sayın Sanayi ve Ticaret Bakanımızın da her safhasını yakından takip
ettiği, Türkiye’de GAP’tan sonra ikinci büyük proje olan İstanbul
İkitelli Organize Sanayi Bölgesini sizlere bir nebze hatırlatmak
istiyorum.
1986 yılında, 33 adet kooperatifin 18 750 ortağına ait 30 000 işyerinde,
250 000 işgücü sağlayacak olan ve 6 milyon metrekarelik sahada 6,5
milyon metrekare kapalı alan, 1,5 milyon metrekare açık ve kapalı
sosyal tesis ve iç yollar uzunluğu 125 kilometre olan ve senede 900
milyon kilovat enerjinin kullanılacağı Avrupa’nın en büyük sanayi
sitesi, gereksiz birtakım inatlaşmalar ve formalitelerin ihmalinden sonra,
nihayet, 1994 yılında sonuçlandırılan revize projenin artıkson
aşamasına gelinmiştir. Kooperatiflere 1986 yılında başlanmıştır,
üzerinden on yıl geçmiştir.
Sayın Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere, tüm devlet ve hükümet
kadrolarının yakından bildiği ve takip ettiği bu İkitelli Projesinin,
kooperatif alanları dışındaki altyapı ve bağlantı yollarının ikmali için
İstanbul Valisi başkanlığında kurulan müteşebbis heyetin, ihtiyaç
gösterdiği 600 milyar liralık ödeneğin, 1996 yılı bütçesinden mutlaka
sağlanması gerekmektedir.
BAŞKAN – Sayın Aras, son 2 dakikanız.
REFİK ARAS (Devamla) – Teşekkür ederim.
Gümrük birliğine girmiş olmamız nedeniyle başka türlü teşvik etme
imkãnı da kalmadığına göre, destek verilebilecek tek teşvik, organize
sanayi bölgeleridir.
Türkiye ve İstanbul sanayiinin gözbebeği olan bu İkitelli Projesinin bir
an önce ikmalinin, 53 üncü Hükümetin yatırım anlayışının göstergesi
olacağını burada önemle vurguluyorum. Ayrıca, şahsen, her aşamada,
bu projenin takipçisi olacağımı da özenle belirtiyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anavatan Partisi Grubu adına,
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçesinin milletimize ve ülkemize hayırlı
olmasını diliyor, Yüce Meclisin siz değerli üyelerini saygılarımla
selamlıyorum efendim. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Aras.
Doğru Yol Partisi Grubu adına Sayın Sezal Özbek, buyurun.
DYP GRUBU ADINA AHMET SEZAL ÖZBEK (Kırklareli) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; 1996 yılı Millî Savunma Bakanlığı
bütçesi üzerinde Doğru Yol Partimiz Grubunun görüşlerini arz etmek
için söz almış bulunuyorum. Yüce Heyetinizi, televizyonları başında
bizleri izleyen tüm vatandaşlarımızı, Bakanlığımızın değerli
bürokratlarını, değerli komutanlarımızı en derin saygılarımla
selamlıyorum.
Bir hususu, müsaade ederseniz, açıklamak istiyorum. Burada, gruplar
adına ayrılan 10’ar dakikalık süre içerisinde, gönlümüz öyle arzu ederdi
ki, sırasıyla, önce 10’ar dakika, Millî Savunma Bakanlığı bütçesi
üzerinde görüşler arz edilsin, bilahara da, aynı zaman dilimi içerisinde
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçemiz üzerinde konuşulsun. Benden
önce söz alan çok değerli milletvekili arkadaşlarımızın tüm
düşüncelerine aynen katılıyorum; ama, takip etmekte de hakikaten
zorlandığımı ve bu nedenle de, verdikleri çok değerli bilgileri eğer
tekraren verirsem, kusurumuzu bağışlamanızı arz ediyorum.
Gönül arzu eder ki, tüm dünya ülkeleri dostluk, kardeşlik ve karşılıklı
saygı içerisinde olsun ve bu suretle, savunma ve silahlı kuvvetler
ihtiyaçlarına harcanan milyarlarca dolar, tüm dünya insanlarının refahı
ve gelişimi için harcanabilsin; ama, ne mümkün.. Bugün, ülkemizin
sınır komşuları olarak bilinen devletler başta olmak üzere birçok devlet,
maalesef, ülkemizin kalkınmasına ve gelişmesine balta vurabilmek için
âdeta birbirleriyle yarışmaktadırlar.
Bu bağlamda, Varşova Paktı ve Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla,
çevremizde arzu ettiğimiz kalıcı barış ve güvenliğimiz, maalesef, tesis
edilememiştir. Birleşmiş milletlerin dünya barışı için arz ettiği önem
inkâr edilemez; ancak, artan etnik ve bölgesel çatışmaların
durdurulmasında, bu teşkilat, son zamanlarda, kendisinden beklenen
etkinliği gösterememektedir.
Çevremizdeki ülkeleri incelediğimizde; Balkanlar, Ege ve Kıbrıs’ta hak
ve menfaatlarımızın en çok çatıştığı ülke olan Yunanistan, her alanda
ülkemize karşı hasmane davranışlarını planlı bir şekilde
sürdürmektedir.
Bulgaristan ile, mevcut gelişmelerin ışığında ilişkilerimizin daha da
gelişeceği umudunu taşımaktayız.
Rusya Federasyonu, Batı’dan da gördüğü anlayış sonucu, Türkiye’nin
doğusunda azaldığı düşünülen Rus askerî tehdidini yeniden oluşturma
gayretindedir.
İran, büyük bir silahlanma çabası içerisinde olup, maalesef,
Balkanlardan Orta Asyaya kadar uzanan bölgede, ülkemizin menfaatlerini
olumsuz yönde etkilemeye çalışmaktadır.
Irak, Amerika Birleşik Devletleri ve Batı’nın ekonomik ve politik büyük
bir baskısı altındadır. Kuzey Irak’taki 3,5-4 milyonluk Kürt
potansiyeli, ülkemizi yakından ilgilendirmektedir.
Suriye, ihanet şebekeleriyle âdeta kuçak kucağa, yarın büyük bir
pişmanlık duyacağını tahmin ettiğim tutum ve davranışlarını devam
ettirmektedir.
Bunlara bir de, hızlı bir silahlanma sürecine giren Güney Kıbrıs’ı dahil
ederseniz, dünyada hiçbir ülkenin Türkiyemiz kadar etrafı çepeçevre
tehdit altında olduğunu göremezsiniz.
Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; çok kısa olarak arz
etmeye çalıştığım nedenlerle, Millî Savunma Bakanlığı bütçemiz,
daima güçlü, caydırıcı bir Silahlı Kuvvetlere sahip olmamız
bakımından hayatî bir önem taşımaktadır. Bu mecburiyet, Türk Silahlı
Kuvvetlerinin, modern silah sistemleri ve iyi eğitilmiş personele sahip
olmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Böyle bir güce sahip olmak da, doğal
olarak, yüksek maliyet gerektirmektedir.
Millî Savunma Bakanlığının son on yıllık bütçelerini incelediğimizde,
son senelerde Bakanlık bütçemiz oransal olarak artmış gibi
gözükmesine rağmen, maalesef, ekonomik dalgalanmalar nedeniyle reel
olarak aynı düzeyde kalmıştır.
Bir de buna, Türk Silahlı Kuvvetlerine tahsis edilen Amerika Birleşik
Devletleri güvenlik yardımı, Alman dilim yardımı ve NATO altyapı
fonlarındaki büyük azalmalar eklendiğinde, bu durum, hesaplarımızı
daha da işin içinden çıkılmaz hale getirmiştir. Bütün temennimiz,
ülkemiz kaynaklarının, giderlerimizi tamamen karşılayacak düzeye
getirilebilmesidir.
Şehit kanlarıyla sulanmış ülkemizin korunmasında ve savunmasında
üstün gayret sarf eden Silahlı Kuvvetlerimize her türlü imkânın
sağlanmasını, boynumuzun borcu olarak kabul ediyoruz. Bu nedenle,
bütçe gelirlerimizi artıracak tedbirlerle, 1997 Millî Savunma Bakanlığı
bütçemizin daha tatmin edici bir düzeye getirilmesini Hükümetimizden
bekliyoruz.
Malumlarınız olduğu üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin modernizasyon
projeleri, yüksek teknoloji ve yüksek maliyet gerektirmektedir. Genelde,
iki yılda bir, on yıllık planlanan bu projelere ayrılan ödenekler bu
düzeyde seyrederse, projelerin tamamlanması yirmibeş otuz yıla
sarkacak, bu suretle, modernize edilmeye başlanılan silah sistemleri,
modernize edilemeden demode duruma düşecektir. Bu nedenle, gerekli
hassasiyetin gösterilmesini önemle rica ediyoruz.
Önemli diğer bir husus da, son yıllardaki uluslararası askerî ve politik
gelişmelere bağlı olarak, Türkiyemizin, askerî açıdan yardım alan bir
ülke konumundan çıkıp, yardım yapan ülke statüsüne girmeye
başlamasıdır. Bu durum, uluslararası ilişkilerin geliştirilmesi açısından
olumlu bir adımdır; ancak, Türkiye’nin çeşitli ülkelere sağladığı askerî
yardımlar için, Millî Savunma Bakanlığımız bütçesinde özel bir kaynak
bulunmamaktadır.
Bosna-Hersek’te barışı tesis etmek üzere oluşturulan Güç’e, tugay
seviyesinde katkı veren Türk Silahlı Kuvvetlerimize, bu gayretleri için
de şükranlarımızı sunuyoruz.
Yurt savunmasında canlarını feda eden kahramanlarımıza, aziz
şehitlerimize, Cenabı Allah’tan rahmet niyaz ediyoruz, yaralılarımıza
acil şifalar temenni ediyoruz.
Konuşmamın son bölümünde -Sayın Bakanımızın da malumları olan-
önem verdiğim bir iki konuyu arz etmek istiyorum.
Sayın Bakanım, biliyorsunuz, geçen dönem, Meclis İçişleri Komisyonu
Başkanlığı görevini ifa etmeye çalıştım. O dönemde, yurtiçinde birçok
polisimiz ve polis şefimiz, gerek maaş durumlarını dile getiriyorlar ve
gerekse, özellikle de, sayıları 40 bine yaklaşan, askerliğini yapmamış;
ama, yine, belinde ve elinde silahla yurt savunmasında görev yapan
polislerimizin, askerlik hizmetinde özel bir statü kazanmalarını; örneğin,
er öğretmenlik gibi, bir hakkın kendilerine verilmesini ısrarla arzu
ediyorlardı. Milli Savunma Komisyonuna -lütfetti arkadaşlarımız-
Başkanvekili seçilmemden sonra, birçok emekli subay ve
astsubayımızın, ordumuzdan -Sayın Bülent Akarcalı’nın da ifade ettiği
gibi- erken emeklilik; yani, zamanını doldurur doldurmaz hemen
ayrılma, hatta, üzülerek ifade edeyim, istifalarla, Silahlı Kuvvetlerimiz
ve emniyet teşkilatımızda hızlı bir boşalma olduğunu müşahede ettim.
Bu konudaki gayretlerinizi yakinen biliyoruz ve Bakanımız olarak
sizlere de güveniyoruz. Hükümetimizde yaptığınız çalışmalara ilaveten
-buradaki değerli komutanlarımızın da- bu işe pratik bir çözüm
getirmek için gayret sarf edeceğinize olan inancımızı ve güvenimizi
yineliyoruz.
BAŞKAN – Sayın Özbek, son 1 dakika içerisindesiniz...
AHMET SEZAL ÖZBEK (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bu, hakikaten çok önemli bir konu. Bu polislerimiz askerlik görevini
şerefle yapmaya hazırlar. Evli barklı, birçoğu da kirada oturan bu
polislerimizi er olarak askere gönderdiğimizde, maaşları kesiliyor ve
oradaki süre içerisinde, kendi hayatlarını ve geride bıraktığı ailelerinin
hayatlarını idame ettirme imkânları, maalesef ellerinde kalmıyor. Çok
hayatî bir konu...
Diğer meslek grupları da (mühendislerimiz, memurlarımız,
öğretmenlerimiz) bütünüyle hepsi de bu işin içerisinde olmak üzere -
gönlümüz, tabiî, bütçemizin bütün yurt ihtiyaçlarına yeterli düzeyde
olabilmesi- inşallah, 1997 yılı bütçesinde, Hükümetimizin de alacağı
tedbirlerle bu gelirlerimiz artar ve polisimize ve askerimize...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Özbek, 1 dakika içerisinde tamamlarsanız...
AHMET SEZAL ÖZBEK (Devamla) – Sağ olun Sayın Başkanım.
Bu düşüncelerimi tekrar etmek durumunda kalıyorum; polisimizin ve
Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarımızın günün şartlarına göre uygun
bir maaşla aileleriyle, hayatlarının idamesin,de sıkıntı çekmeden,
huzur içerisinde görev yapmasını temenni ediyorum.
Değerli Başkanıma hoşgörüsünden dolayı teşekkür ediyor; Yüce
Heyetinize saygılarımı arz ediyorum. (DYP ve ANAP sıralarından
alkışlar)
BAŞKAN – Ben de teşekkür ederim Sayın Özbek.
Doğru Yol Partisi Grubunun ikinci sözcüsü, Sayın Osman Çilsal;
buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)
Sayın Çilsal, Grubunuzun10 dakika süresi kaldı.
DYP GRUBU ADINA OSMAN ÇİLSAL (Kayseri) – Sayın Başkan,
değerli milletvekilleri; Doğru Yol Partimizin, Sanayi Bakanlığı
bütçesiyle ilgili görüşlerini arz etmeden önce, Yüce Heyetinizi ve sayın
izleyicilerimizi en derin saygılarımla selamlıyorum.
Dünyada çok önemli değişikliklerin meydana geldiği bir dönemde
yaşıyor ve tarihî dönemeç olarak vasıflandırılabilecek bir dönemden
geçiyoruz. Ekonomik, sosyal ve kültürel yapılardaki yavaş seyreden
değişimler son beş on yıl içinde yeni bir ivme kazanmış, dünya, âdeta
birbirine zorunlu bağlarla bağlı, aşağı yukarı aynı değerler ve
anlayışları taşıyan, karşılıklı etkileşim içerisinde bulunan
toplulukların bir arada yaşadığı bir bütün haline dönüşmüştür.
Dış dünyaya bu kadar duyarlı hale gelmiş olan Türkiyemizde, bugün,
vatandaşlarımızın çeşitli kesimlerinin, bu dinamik ortama kendi
canlılıklarını da katarak, devletten birçok bağın kaldırılmasını, çeşitli
alanlarda yeni örgütlenmeler geliştirilmesini, yeni destekler verilmesini
bekler hale geldiklerini görüyoruz.
Tanımlamaya çalıştığımız bu ortamda hükümet olmanın getirdiği
sorumlulukların ne kadar büyük olduğunu da takdir ediyoruz; ancak, bu
canlı ortam, bize bir karmaşa ve belirsizlik duygusu vermemektedir.
Gerek partimizin demokrasi deneyimi, siyasî geçmişi, gerekse
Türkiyemizin eğitimli, kültürlü, birikimli, dinamik nüfusu ve dinamiği,
ilerideki 2000’li yıllara, 2001’lere giden ülkemizin sanayi alananında
yapacağı atılımların en büyük işareti, habercisi kabul etmekteyiz .
Bugün, Sanayi ve Ticaret Bakanlığımızın da, ülke sanayiine önderlik
edecek yeni grişimlerin içerisinde olduğunu memnuniyetle görüyoruz.
Yüksek teknolojiye dayalı bir rekabet gücü olgusunu değerlendirerek
hazırlanmış olan teknoloji geliştirme bölgeleri kanun tasarısının, ülke
sanayii için yararlı olduğuna inanıyoruz.
Günümüzde, bilim ve teknolojinin, pazar ekonomisinin sürekliliği için
mutlak bir şart haline geldiğini hepimiz bilmekteyiz. İleri teknolojilerin,
mevcut teknolojilerle kaynaşarak, üretim ve organizasyon metotlarında
köklü yenilikler doğurduğunu, teknolojinin, artık, bütün ekonomik
süreçlere etkide bulunduğunu, gelişmiş ülke örneklerinden izlemekteyiz.
Yeni bilgi ve teknolojinin -ekonomik hayata ne kadar kısa sürede
aktarılırsa- getirdiği ucuz maliyetlerle, ekonomiyi o kadar rekabete hazır
hale getirdiğini görmekteyiz.
Hazırlanmış olan kanun tasarısının, Yüce Meclisimizde tartışılarak,
daha uygulanabilir bir hale getirilerek, memleket sanayiine yarar
getireceğinden en ufak bir kuşku duymamaktayız.
Bu vesileyle, Sanayî ve Ticaret Bakanlığımızın, ülke sanayiinin
yönlendirilmesi konusunda gerekli araçlardan yoksun bırakıldığı
yolundaki genel kanaatin de, hazırlanmış olan bu kanun tasarısının
Mecliste görüşülmesi safhasında, daha yakından irdelenme imkânını
bulacağına inanıyoruz.
Bilindiği gibi, girişimci Anadolu insanımızın zekâ ve becerisiyle var
olan sanayi kuruluşlarımızın verimliliklerinin artırılması amacıyla,
devletimiz, organize sanayi bölgeleri ile, küçük sanayi sitelerini, otuz
yıldan beri kaynak tahsis ederek desteklemeye çalışmaktadır. Bu
desteğin yeterli olmadığını, hemen hepimiz biliyoruz. Ancak, Hükümet
Programımızda da belirtildiği gibi, bu kesime verilen desteğin, gümrük
birliği görüşmeleri sonucu, KOBİ’lere tahsisi öngörülen kaynaklarla ve
oluşturulacak risk sermaye şirketleri kanalıyla, yatırıma dönük, kârlı ve
verimli projeleri hayata geçirerek, kolay kredi teminine imkân veren
Kredi Garanti Fonu uygulamasıyla ve bu işletmelerin çok ortaklı
şirketler halinde örgütlendirilmesi yoluyla sürdürülmesi gerektiğini tespit
etmek istiyorum.
Bu amaca yönelik olarak, Bakanlıkça hazırlanan organize sanayi
bölgelerinin, birer tüzelkişilik olarak çalışmalarına imkân tanıyacak
olan ve bu kuruluşlara kolaylıklar getiren organize sanayi bölgeleri
kanunu tasarısını da destekliyoruz. Belirtilen konuda, Kayserimizin
İkinci Organize Sanayi Bölgesinin kurulduğu TAKSAN yöresindeki,
TAKSAN ile bağlantılı olarak, hem bir tesisin aktif hale gelmesi hem de
savunma sanayiine uygun olan bölgede bir ihtisas sanayi bölgesi
oluşturulması, en güzel örneklerden birini teşkil edecektir.
Bakanlığımızla ilgili konularda, Sayın Bakanımızın, kendisinin
bugüne kadarki tecrübesi ve birikimi, bizlerin güvenini, daha fazlasıyla,
memnuniyet haline dönüştürmektedir. Önümüzdeki dönemde,
Bakanlığımızdan isteğimiz, sanayiyle ilgili temel stratejilerimizin
belirlenmesiyle, bu kesime sürekli temel stratejik hammadde sağlayacak
uzun süreli anlaşmaların yapılması gibi önemli konularda etkin bir
çalışma içine girilmesidir.
Bu temel politikalar dışında, özelleştirme çalışmalarında gereken önem
ve dikkatin gösterilmesi, özellikle millî savunmamızı ilgilendiren kritik
madde üretimi yapan kuruluşlarımızın özelleştirilmesinde, ülke
menfaatının mutlaka gözetilmesi, ayrı bir temennimiz, inancımız ve
güvencimizdir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Bakanlığın, ülke ticaretinin
geliştirilmesi için yaptığı çalışmalarda, tarımsal üretime ilişkin
konularda da bazı önlemler alması gerektiğini düşünmekteyiz. Tarımsal
ürün fiyatlarının devletin destekleme fiyat uygulamalarıyla belirlenmesi
politikalarının, bütün dünyada terk edildiği bir dönemdeyiz. Ayrıca,
Türkiyemizde uygulanan politikaların esas amacı olan tarımsal gelirdeki
dalgalanmaları azaltmada etkili olduğunu söylemek de güçtür.
Destekleme politikalarının, kısa dönemli siyasal hedeflerden çok
etkilendiği bilinmektedir. Bu uygulamalar sonucunda, bir yandan
tarımsal gelirlerde arzulanan istikrar sağlanamazken, öte yandan da
tarımsal desteklemenin maliyeti giderek yükselmektedir.
Tarımda sağlıklı bir fiyat oluşumunu sağlayacak olan ihtisas
borsalarının, tarım kesiminde gelirlerin istikrara kavuşması için tek
başına yeterli olmayacağını bilmemize rağmen, bu kuruluşların
varlığının, ilgili kamu otoritelerinin, üreticilerin gelirlerindeki
dalgalanmaları daha yakından izlemesine, bu amaçla alınacak
önlemlerin realist politikalara dönüşmesine ve bütçe yükünü azaltmaya
yarayacağını düşünüyoruz.
Bu nedenle, Bakanlığın, tarımsal ürün borsalarının geliştirilmesi
çalışmalarını destekliyor ve bu amaçla yapılan ihtisas borsacılığı
çalışmalarının devamını bekliyoruz. Özellikle, pamuğa dayalı, vadeli
ve opsiyonlu işlemler kuruluş ve işleyişine ilişkin çalışmaların, bu
konuda yeni açılımlar sağlayacağını umut ediyoruz.
Dünya Ticaret Örgütünün, tarımsal üretim ve ticaretinde giderek piyasa
mekanizmasını egemen kılma mantığının söz konusu olduğu bir
dönemde, bu çalışmaların bilinçli bir biçimde yönlendirilmesi, özellikle
önem arz etmektedir.
Ayrıca, ülkemizin, gümrük birliğinin gereği olarak, tarım politikalarını,
ortak tarım politikasıyla uyumlaştırma yükümlülüğü bulunduğu göz
önüne alındığında, GATT ülkelerinin, Türkiye tarımı açısından önemi
açıkça ortaya çıkmaktadır.
Belirttiğimiz nedenlerden dolayı, ticarete açılmış tarım kesimimizin
önemli örgütleri olan tarım satış kooperatifleri ve birliklerinin, serbest
ticaret düzeni içerisinde, kendi kaynaklarını sağlayan ve kullanan yapıya
kavuşturulmaları amaçlarını da içeren tarım satış kooperatifleri
birliklerinin özerkleştirilmesi kanununun, bir an önce çıkarılması
gerektiğini, buradan vurgulamak istiyorum.
BAŞKAN – Sayın Çilsal, son dakikanızın içerisindesiniz.
OSMAN ÇİLSAL (Devamla) – Teşekkür ederim Başkanım.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülke işletmelerinin yüzde 98’ini,
toplam istihdamın yüzde 50’sini ve üretimin yüzde 37’sini gerçekleştiren
ve toplam katma değere yüzde 30 katkı sağlayan esnaf ve
sanatkârlarımızın önemini hepimiz bilmekte ve çalışmalarını,
üretimlerini takdirle izlemekteyiz.
Bu kesimin sorunlarını çözmeye yönelik olarak, 507 sayılı Esnaf ve
Küçük Sanatkârlar Kanununda 3741 sayılı Kanunla yapılan
değişikliklerin yeterli görülmemesi üzerine, Bakanlıkça hazırlanan yasa
tasarısının desteklenmesi yanında, bu kesime daha kapsamlı
politikalarla el uzatılması gereğine inanıyoruz. Daha önce yapılan pek
çok çalışmayla sorunları aşağı yukarı tespit edilmiş olan bu değerli
insanlarımıza, esnafımıza...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Çilsal, 1 dakika içerisinde toparlamanızı istiyorum.
OSMAN ÇİLSAL (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan.
... daha etkin çözümler üreterek el uzatmamız, kaçınılmaz bir borçtur.
Bu konuda ve belirttiğimiz diğer konularda yapılacak hizmetlerin
destekçisi ve takipçisi olacağız.
Bu görüş ve başarı dileklerimizle, Sanayi ve Ticaret Bakanlığımızın
1996 yılı bütçesinin, milletimize, Bakanlığımıza hayırlı ve uğurlu
olmasını diliyor; Yüce Heyetinizi en derin saygılarımla selamlıyorum.
(DYP ve ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çilsal.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Zeki Çakıroğlu. (CHP
sıralarından alkışlar)
Buyurun efendim.
CHP GRUBU ADINA ZEKİ ÇAKIROĞLU (Muğla) – Sayın Başkan,
sayın milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım adına,
hepinizi saygıyla selamlıyor; tüm yurttaşlarımıza saygılar sunuyor,
esenlikler diliyorum. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin vatanı ve
milletiyle bölünmez bütünlüğünü koruma görevini yürütürken şehit olan
vatan evlatlarımıza rahmet, ailelerine başsağlığı diliyorum; yaralanan,
sakat kalan gazilerimize geçmiş olsun diyor, acil şifalar diliyorum.
Sorunlarının çözümlenmesinin, Hükümetimiz tarafından yerine
getirilmesini bekliyoruz.
Millî Savunma Bakanlığı 1996 malî yılı bütçe tasarısı üzerinde
Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini sunmak üzere
huzurlarınızdayım. Teknik ve rakamsal boyutuna girmeden, ana ilkeler
üzerindeki görüşlerimizi belirteceğiz.
Millî Savunma Bakanlığı, ulusal güvenliğimizin sağlanması, dünya ve
bölgesel barışa katkı verilmesi amaçlarıyla kurulmuştur. Yapısal
özelliği ve işlevleri gereği, ülkemizin diğer sektör ve kurumlarıyla çok
yakından ilgili ve etkilidir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ulusal güvenliğimizin sağlanması
ve ödünsüzce yerine getirilmesi, partilerüstü kavram ve değerler
taşımaktadır. Ulusal güvenliğin barışçı yollarla çözümlenmesi ana
ilkemizdir. Mustafa Kemal Atatürk “yurtta sulh cihanda sulh”
özdeyişiyle, bu ilkemizi en canlı bir biçimde yaşama geçirmiş,
anlatmış, tüm dünya ülkelerine duyurmuş ve gelecek nesillere yol
göstermiştir. Ülke güvenliğimizin sağlanmasında en etkili yöntemin,
komşularımızla, bölgesel ve dünya ülkeleriyle iyi ve dostça
ilişkilerimizi sürdürmek, ulusal yararlarımızı onurlu bir şekilde,
barışçıl yolla savunmak olduğu görüşündeyiz. Silahlanma girişimlerinin
tırmanışını durdurmak, silahsızlanma çalışmalarına katkı sağlamak,
yön vermek temel ilke olmalıdır. Gündemde bulunan ve taraflarının
birisi Rusya Federasyonu olan AKKA silahsızlanma anlaşmasının,
ülkemizi ilgilendiren yönüyle, müzakere aşamasına gelinmeden, ikili
görüşmelerle çözümlenmesinin önemini belirtiyor ve hükümetimizden
bunun yerine getirilmesini bekliyoruz.
Barıştan yana olan ülkemiz, bağımsızlığını ve haklarını korumada,
gerektiğinde, savaşçı yeteneklerini kanıtlamıştır. Kahramanlıkla
insanlığı bağdaştıran ulusal ordumuz, ülkemizin bağımsızlığını ve
güvenliğini korurken, dünya barışına da katkıda bulunmaya özen
göstermiştir. Varşova Paktının dağılması, soğuk harbin sona ermesi,
dış güvenlik sorunlarının boyutunu azaltır beklentisi getirmiştir. Ne var
ki, takip eden süreçte, mikro milliyetçilik ve etnik duyarlılık
akımlarından kaynaklanan sürtüşme, savaş ve belirsizlik odaklarının
oluşması, beklenen rahatlığın yerine, yeni kaygılar ortaya çıkarmıştır.
Barışın egemen olduğu bir dünyada yaşamak en büyük isteğimizdir,
idealimizdir; çünkü, savaş, insanları, canından, vücut bütünlüğünden,
yakınlarından, malından, evinden yurdundan etmekte, insanları
yoksullaştırmaktadır; ancak, ne yazık ki, bu idealin gerçekleşmesi
sağlanamamıştır.
Ülkemizin jeopolitik konumu nedeniyle, ne yazık ki, komşularımızla
ilişkilerin, istenilen düzeyde sürdüğünü söylemek pek mümkün değildir.
Batı komşumuzun ve güney komşumuzun, bugüne kadar ürettiği
siyasetler ve ülkemiz üzerinde oynamaya çalıştığı oyunlar tüm
kamuoyunca bilinmektedir. Yakın tarihte, bu iki komşumuz, karşılıklı
askerî yararlanma anlaşması yaparak, ülkemizi kuşatma emellerini su
yüzüne çıkarmıştır.
Öte yandan, laik ve demokratik tek İslam ülkesi olan devletimizin, bu
özelliğini hazmedemeyen bazı ülkeler de, beslediği terör örgütleriyle,
içgüvenliğimizi tehdit edici davranışlarda bulunmaktadır. Kafkasyada,
Balkanlarda, Bosna-Hersek’te yaşanan acı olayları, dikkatle izlemek ve
barışçıl katkı yapmak durumundayız.
Türkiye, tüm bu gelişmeler ve olumsuz tablo karşısında, ulusal güvenlik
açısından, riskli olmadığı söylenemez konumdadır. Bu nedenle,
dikkatli ve tedbirli olunması gereklidir. Savunmamız için, ulusal
güvenliğimiz için gerekli olan, savunma ve caydırıcılık gücü yüksek,
ateş ve manevra yeteneği üstün, teknolojik donanımlı bir sistemi
mutlaka gerçekleştirmek zorunluluğu vardır. Bunun gerçekleşmesinde,
kendi öz gücümüzü, sanayimizi oluşturmak zorundayız. Savunma
sanayimiz, teknolojik yenilik ve dönüşüme uygun, savunma
gereksinimini karşılayacak nitelikte, ulusal eğitim, bilgi ve teknolojik
birikimimizi sürekli geliştirecek ve sağlamlaştırmaya altyapı
oluşturacak şekilde planlanmalıdır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, dış güvenliğimiz için kurulmuş
bulunan ordumuz, ne yazık ki, son zamanlarda, dıştan destekli, ülkemiz
içinde faaliyet gösteren terörle mücadele etmek durumunda kalmıştır.
Terör ve iç barış kanayan bir yara halinde devam etmektedir. Bu yolda
ülke ekonomisi darda kalmış, daha da önemlisi vatan evlatları
canlarından olmaktadır. Doğu ve güneydoğuda akan kanın mutlaka
durdurulması zorunludur. Yaşanan deneyler, çözümün, sadece askerî
tedbirlerle gerçekleşmeyeceğini göstermiştir.
BAŞKAN – Sayın Çakıroğlu, son 2 dakikanın içerisindesiniz.
ZEKİ ÇAKIROĞLU (Devamla) – Bu gerçeği kavrayarak, askerî
harekâtın mutlak başarıya ulaşması yanında, toplumsal, sosyo
ekonomik ve kimlik sorunlarının yasama ve yürütme organlarınca
çözüme kavuşturulması gerekmektedir. Güvenlik gerekçesi, terör
baskısı, ortamın getirdiği ekonomik darlık nedeniyle boşaltılan
köylerden ayrılmak zorunda kalan vatandaşlarımızın sorunlarının
mutlaka çözümlenmesi gerekmektedir.
Tüm bu çözümlerin, sosyal hukuk devleti ilkesi göz önünde tutularak
gerçekleştirilmesi gereklidir. Ulusal barış ve uluslararası
saygınlığımız açısından buna özen göstermeliyiz.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, demokratik, laik cumhuriyetin
korunması ve kollanmasında üzerine düşen görevi yapan ordumuza,
laiklik karşıtı köktendinci güçlerce dil uzatılmasını ve bunun Çetin
Emeç cinayetinin katilinin yakalandığı tarihlerde yapılmasını,
düşündürücü bulmaktayız. Ordumuz, bu tür polemiklere konu edilemez,
bundan kaçınılmalıdır. Bir olay ve araştırma nedeniyle elde edilen
bilgileri, ilgili makamlarca gereği yapılması yaklaşımını, maksadı
aşan bir tutumla kavranılmasını önyargılı bir davranış olarak
niteliyoruz.
Ülkemiz, yurttaşları, tüm kurum ve kuruluşlarıyla bölünmez bir
bütündür. Devletimiz...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Çakıroğlu, 1 dakika ek süreniz var.
ZEKİ ÇAKIROĞLU (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
...siyasî bilinç devletidir. Bu gerçeği gözden kaçırmamalıyız. Barış
ortamında, laik ve demokrasi içinde, yaşamamız dileğiyle saygılar
sunuyorum. 1996 malî yılı bütçesinin, ülkemize, ülke güvenliğimize ve
görev yapan ordumuza hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum.
Saygılarımla. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çakıroğlu.
Sayın Mahmut Işık; buyurun efendim.
CHP GRUBU ADINA MAHMUT IŞIK (Sıvas) – Sayın Başkan, değerli
milletvekili arkadaşlarım, bizi, televizyonları başında izleyen sevgili
yurttaşlarım; Cumhuriyet Halk Partisinin Sanayi ve Ticaret Bakanlığı
bütçesi üzerindeki görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızdayım.
Sanayileşme, bir ülkenin kalkınmasında en önemli sektörlerin başında
gelmektedir. Sanayileşen bir ülke, bunu, ticaretiyle de tamamladığında,
işte, o zaman, o ülke, istikrarlı, itibarlı, kalkınmış demektir. Bunu
sağlayacak bakanlık da, Sanayi ve Ticaret Bakanlığımızdır.
Bakanlığı, bu çerçevede değerlendirecek olursak, iki fonksiyonunun var
olduğunu görürüz. Bunları kısaca açmak gerekirse, Bakanlığın
düzenleyici, yönlendirici fonksiyonları olarak, sanayide düzenleme ve
yönlendirme yapacak genel müdürlükleri.
Sanayi Genel Müdürlüğü; kuruluşunda belirtilen birçok görev elinden
alınarak, Devlet Planlama Teşkilatına verilmiş ve bu Genel
Müdürlüğün, âdeta, içi boşaltılmıştır. Bugün, sadece, sanayi sicil
belgeleri vermenin ötesinde bir işlevi kalmamıştır.
Sanayi Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü; Bakanlıkta, âdeta,
sürgün yeri olan, kuruluş yasasında çok işlev sayılmasına rağmen, bu
Genel Müdürlük de araştırma yapamaz duruma gelmiştir. Halbuki,
araştırmanın sonu sınırsızdır; sayısız da faydaları vardır.
Ölçüler ve Kalite Kontrol Genel Müdürlüğü de, kanunla verilen benzer
hizmetleri yapmaktadır.
İçticaret Genel Müdürlüğü: 70 bin anonim, 250 bin civarında limited
şirketin ve 5590 sayılı Kanuna göre, 236 adet meslek odası ve bunların
üyelerine, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin kuruluş ve sair iş ve
işlemlerine bakmaktadır. Ticaret Sicil Memurlukları da, yapılan bir
düzenlemeyle, Adalet Bakanlığından alınarak, bu birime bağlanmış;
ancak, maalesef, çok ilkel bir çalışma düzeninde olup, kısa sürede
bilgisayar sistemine geçmesi gerekmektedir; çünkü, ticaret sicili, en az
tapu kadar geçerlidir. Ne yazık ki, şirketlerin iş ve işlemleri, bu Genel
Müdürlük kanalıyla, çok eski olan Ticaret Kanununa göre
yürütülmektedir; bu Yasa da, yine, günün koşullarına göre, derhal,
yeniden düzenlenmelidir.
Teşkilatlandırma Genel Müdürlüğü, Türkiye çapında, 1995 yılı sonu
verilerine göre, kurulmuş 61 bin kooperatifin ve 4 milyon ortağının hak
ve menfaatını korumakla görevli bir Genel Müdürlüktür. Ayrıca, bu
Genel Müdürlüğe, 13 genel müdürlük konumundaki birlik, 3 de tarım
satış kooperatifleri genel müdürlükleri bağlı olup, icra kuruluşları gibi
görev yapmaktadırlar. Bir kısmı, bizzat üretim yapmakta, bir kısmı da
düzenleyici ve yönlendirici görevler yapmaktadırlar. Bu tarım satış
kooperatifleriyle ilgili düzenleme, 3186 sayılı Yasayla, kooperatiflere
demokratiklik getirmelidir.
Patent Enstitüsü, yine, yasayla verilen görevleri yapmaktadır; o da,
düzenleyicidir.
Esnaf ve Sanatkârlar Genel Müdürlüğünün kuruluş yasası çıkmamış
olup, 507 sayılı Kanuna göre kurulmuş, 4 bine yakın meslekî kuruluş
ve Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonunun iş ve işlemlerine
bakmaktadır. Yani, Türk esnaf ve sanatkârı, kuruluş yasası olmayan bir
Genel Müdürlüğe bağlı olarak yönetilmektedir. Halbuki, Sayın
Başbakanın, benim de olduğum Dedeman Otelinde yapılan bir
toplantıda esnaf ve sanatkârlar bakanlığı kurulacağını vaat etmesini,
ben de tutanaklara geçmiştim. Ondan vazgeçtik de, bu Genel
Müdürlüğün kuruluş yasasını çıkarın lütfen, yeter diyoruz.
Bakanlığın icracı fonksiyonlarını yürüten genel müdürlükleri:
Küçük Sanayi Siteleri-Küçük Sanatlar ve Organize Sanayi Bölgeleri
Genel Müdürlüğü, küçük sanayi sitelerine, küçük sanatlara bakmaktadır.
Makine Kimya Genel Müdürlüğüne toplam 19 genel müdürlük bağlı
olup, genelde harp sanayi ağırlıklı bir genel müdürlüktür.
Türkiye Gübre Sanayiine, yine 4 genel müdürlük iştirakler şeklinde
bağlıdır.
Türkiye Şeker İşletmeleri Genel Müdürlüğüne, 2 genel müdürlük, 25
müessese bağlıdır.
SEKA Genel Müdürlüğü toplam 8 müesseseden oluşmaktadır.
KOSGEB, fonları elinden alındıktan sonra, icracı mı, yoksa
yönlendirici mi olduğu belli olmayan bir konuma büründürülmüştür.
Sayın milletvekilleri, yukarıda tek tek ve kısaca değindiğim yönlendirici
ve icracı kuruluşlar adı altında küçük büyük, sorunlu sorunsuz genel
müdürlük olarak, 47 genel müdürlük ve bu genel müdürlükler
büyüklüğünde de 2 enstitü, 3 birlik, 6 daire başkanlığı bir tek Bakana
bağlı olarak görev yapmaktadır. Bu kadar fazla genel müdürlüğü ve
bağlı birimleri olan bir Bakanlığımız daha yoktur. Sayın Bakan bunlara
günde 20’şer dakika zaman ayırsa, mesaisinin tamamı yetmiyor.
Soruyorum, bu bakanlık verimli çalışabilir mi?
Ayrıca, bakınız, bu genel müdürlüklerin bir kısmı yönlendirici, bir
kısmı düzenleyici, bir kısmı da çeşitli dallarda icracı kuruluşlardır.
Tabiî, bunlar yetmiyormuş gibi, 4 bin civarında esnaf ve sanatkâr
teşkilatı, 336 civarında Tükiye Odalar ve Borsalar Birliğine bağlı
meslek kuruluşu, 300’ün üzerinde de şirket ve kooperatifin bağlı olduğu
bir bakanlığımızdır. Görünürde herşeyi yapıyor; ama, maalesef, esnaf,
tüccar ve sanayici iç içe girmiş, şirket ile kooperatifin işi birbirine
karışmış, yönlendirme ile icra yer değiştirmiş; sonuçta, ortaya neyin ne
zaman yapılacağı, hangi kesime hizmet verileceği belli olmayan bir
tablo ortaya çıkmıştır.
Peki, bu durumda ne yapılmalıdır:
Esnaf ve Sanatkârlar Genel Müdürlüğünün kuruluş yasası kısa sürede
çıkarılarak, bu Genel Müdürlüğün kuruluş yasa taslağında belirtilen
“sermaye kurulu araçlarından istifade etmek” hükmünden yararlanarak,
bakanlığın tasdiki, Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonunun
kefaleti ile esnaf ve sanatkârdan alınacak senetlerle oluşturulacak
sermayeyle, esnaf bankasının -yönetimi meslek teşkilatında olmak
üzere- kurulması,
Küçük Sanayi Siteleri Genel Müdürlüğünün, Organize Sanayi Bölgeleri
Genel Müdürlüğünden ayrılarak, bunların, iki genel müdürlük olarak
yeniden düzenlenmesi,
KOSGEB’in, fonları ve kendi içinde oluşturulacak döner sermayeyle
genel müdürlük haline getirilmesi,
Halk Bankasının yüzde 50’si esnaf ve sanatkâra devredilerek, banka
statüsünün geçici bir süre öyle muhafaza edilmesi,
Çıraklık Eğitim Genel Müdürlüğünün de dahil edilmesiyle, bir esnaf ve
sanatkârlar bakanlığının kurulması gerekmektedir.
Ayrıca, İçticaret Genel Müdürlüğünün Kuruluş Yasasına bir madde
eklenerek, Bakanlığın tasdiki, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin
kefaletiyle, sermaye kurulu araçlarından yararlanarak, Türkiye Odalar ve
Borsalar Birliği yönetimi ağırlıklı TOBB-Bank, yine, bu Bakanlık
Kuruluş Yasasına bir madde ilave edilerek, Teşkilatlandırma Genel
Müdürlüğüne, sadece idarî yönden bağlı olacak şekilde, kooperatifler
bankası kurulmalıdır. Böylelikle, esnaf ve sanatkârlar bakanlığıyla,
teşkilat yasasında yeni düzenlemeler yapılacak Sanayi Bakanlığı ve bu
bakanlıklara bağlı olarak kurulacak bankalar, üretimde, kredide, kendi
meslekî eğitimlerinde, birbirleriyle rekabet eder duruma getirileceklerdir.
BAŞKAN – Sayın Işık, son 2 dakikanın içindesiniz.
MAHMUT IŞIK (Devamla) – Sayın milletvekilleri, Almanya’da, esnaf
ve küçük sanatkâra, çeşitli aşamalarda kredi veren 341 kredi bankası, 11
ciro merkezi, 771 tasarruf sandığı, 4 kooperatif sermayeli merkez
bankası, 3 392 kredi kooperatifi, 36 ipotek bankası, 18 kredi enstitüsü,
20 yapı tasarruf kuruluşu ve 16 posta ciro ve tasarruf şubesi
bulunmaktadır.
Bu yeni düzenlemeler yapılınca, inanıyorum ki, esnaf ve sanatkârlar
bakanlığının temelinden yetişen esnaf ve küçük sanatkâr, tacir ve
sanayici olduğunda daha başarılı olacak ve ülkemiz, çekirdekten
yetişme çok Vehbi Koç’lar yetiştirecektir. Çünkü, her iki Bakanlığa da
bağlı büyük sivil toplum örgütlerimiz vardır; bu örgütler, iki bakanlığı
da en iyi şekilde, baskı gruplarıyla yönlendireceklerdir. Yönetimin
kendilerinde olacağı 4 banka da, bu sivil toplum örgütlerince kısa sürede
desteklenerek büyüyecek ve hem esnafı ve küçük sanatkârı hem
sanayiciyi hem de kooperatifçiyi kredilendirecek, kalkındıracak; kendi
kaynaklarının tamamı, kendi yönetiminde üretime yansıyacak, istihdam
ve yatırım da o oranda artacaktır. Kendi kuracakları bankalarla,
toplumumuzun diğer katmanlarına da örnek olacaklardır.
Ayrıca, Bakanlıkta kurulan sendikanın örgütlü bir şekilde büyümesini
ve tüm memurlarımıza, toplusözleşmeli grevli sendika hakkının da
verilmesini istiyor ve bekliyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Işık, 1 dakikalık ek süreniz var.
MAHMUT IŞIK (Devamla) – Hay hay Sayın Başkan.
Bu duygu ve düşüncelerle, 1996 yılı Sanayi ve Ticaret Bakanlığı
bütçemizin ve Millî Savunma Bakanlığı bütçemizin, her iki Bakanlığın
bürokratlarına, çalışanlarına, milletimize hayırlı olmasını diliyor,
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP, DYP ve ANAP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Işık.
Gruplar adına görüşmeler tamamlanmıştır.
Hükümet adına söz talebi vardır.
Önce siz mi konuşacaksınız Sayın Bakan?
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU
(Gümüşhane) – Evet...
BAŞKAN – Millî Savunma Bakanı Sayın Oltan Sungurlu; buyurun
efendim. (ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)
Sayın Bakan, Hükümetin süresini 10’ar dakika olarak eşit
paylaşıyorsunuz her halde.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU
(Gümüşhane) –
10 dakikadan önce bitirirsem, kalan süreyi arkadaşım kullanacak; ama,
azamî 10 dakika...
BAŞKAN – Tabiî efendim.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU
(Gümüşhane) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; Millî
Savunma Bakanlığı bütçesi üzerinde konuşurken, Yüce Meclisi
saygılarımla selamlıyorum.
Muhterem milletvekilleri, gerek dün gerek bugün, ülkemizin gerek iç
gerek dış güvenliğinde, canları pahasına çarpışan ve bu ülkenin
selameti için hayatlarını feda eden şehitlerimizin manevî huzurunda
saygıyla eğiliyorum; şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum;
yaralılarımıza şifa,, ailelerine sabır diliyorum; gazilerimize
huzurlarınızda teşekkür ediyorum ve bütün bu duygularımı sizin
adınıza da yapıyor ve sizinle paylaşıyorum.
Muhterem milletvekilleri, Millî Eğitim Bakanlığı Bütçesinin Plan ve
Bütçe Komisyonunda görüşülmesi esnasında, muhterem
milletvekillerinin konuşmalarıyla yaptıkları fikrî desteğe ve daha sonra
bütçeye ilave ettikleri 25 trilyonluk ek için huzurunuzda, Plan ve Bütçe
Komisyonu Başkanı ve üyelerine teşekkür ediyorum.
Bugün, Yüce Meclisteki konuşmalarıyla bize ışık tutan, yol gösteren
sayın parlamenterlerimize de teşekkür ediyorum.
Muhterem arkadaşlar, Millî Savunma Bakanlığının problemleri,
ülkemizin etrafındaki riskler, genellikle milletvekillerimiz tarafından
dile getirildi. Ben de konuşma yerine küçük bir kitapçığı sizlere
dağıttım. Burada arkadaşlarımızın dokunduğu, dokunmadığı birkaç
hususa zaman çerçevesinde değinmeye çalışacağım.
Muhterem milletvekilleri, bölgemizdeki tehlike ve risk bellidir. Dünyada
riskin, tehlikenin, savaş ihtimalinin azaldığı her ne kadar söyleniyorsa
da, yine, birçok bölgede sıcak çatışmalar devam ediyor. Batı Avrupa’da
silahların azaltıldığı veya silahlara yatırılan paraların azaltıldığı
söylenebilirse de, ülkemizle kıyas edildiğinde, Batı Avrupa’nın en
küçük ülkesinin dahi silahlara yatırdığı paranın çok yüksek miktarda
olduğunu görürüz. İşin enteresan tarafı, dünyanın her tarafındaki
ülkeler silahlanma merakını âdeta salmış; Pasifik’e kadar varan
ülkelerde, çok astronomik rakamlarla, silahlanma yarışı âdeta
başlamıştır. Dünyada risk azaldı derken, hepinizin de belirttiği gibi,
Türkiye’deki riskin azaldığından bahsetmemiz mümkün değildir.
Aksine, çevremizdeki olaylara baktığımızda, Türkiye’deki riskin,
tehlikenin arttığını çok çıplak gözle bile görebilecek durumdayız.
Maalesef, bizim irademiz dışında, bizim arzumuz dışında, çevremizde
bu oluşum olmuş; Balkanlarda, Kafkasya’da, Orta Asya’da, hatta
müttefikimiz Yunanistan’da ve Kıbrıs’ta.
Bütün bu meselelere baktığımızda, bizim de, ülkemizin emniyeti ve
savunmamız açısından, Silahlı Kuvvetlerimize çok değer vermemiz,
kıymet vermemiz ve güçlendirmemiz lazım geldiğini bir daha idrak
ediyoruz; ama, hemen, burada, şuna dokunmak istiyorum: Bizim,
Atatürk’ten beri “yurtta sulh, cihanda sulh” esasına bağlı
dışpolitikamıza dayalı olarak, komşularımızın üzerinde hiçbir
emelimiz olmadığını, hiçbir kötü niyetimiz olmadığını belirtmek
istiyorum. Bizim bu niyetimize mukabil, komşularımızdan da aynı
niyeti, aynı garantiyi, aynı emniyeti gördüğümüzde, mutlak ki,
ülkemizdeki risk, ülkemizdeki tehlike azalacaktır; ama, son günlerde, en
çok emin olmamız gereken, aynı ittifakın içerisindeki komşumuz
Yunanistan’la olan meselelerin Kardak Krizinde hangi noktaya kadar
geldiğini hep birlikte gördük.
Biz, bütün bunlara rağmen, gerek Türk kamuoyuna gerek
komşularımıza sükunet tavsiye ediyoruz ve diyoruz ki, biz, sizlerle,
meseleleri, barış içinde çözüme götürmeye ve bugün, bir başka ülkeyle
yaptığımız askerî anlaşmanın çok ötesinde olanı, diğer
komşularımızla yapmaya hazırız ve onlara, bu emniyeti vermek
istiyoruz...
Sanayi Bakanlığıyla birlikte, bizim Bakanlığın politikası, bütçesi
görüşülürken “sanayi ile millî savunmanın ne alakası var” denildi.
Bazıları bu soruyu sordular. Dünyadaki gelişmeler, sanayi ile millî
savunmayı yan yana getirmiş. Bakınız, iki müsteşarı olan
Bakanlığımızın, müsteşarlarından birisi klasik Bakanlığımız
müsteşarıyken, diğeri Savunma Sanayi Müsteşarıdır; yani,
savunmamız, tamamen sanayiyle ve yüksek teknolojiyle iç içedir ve bu
da çok yüksek bedellere baliğdir, çok yüksek teknoloji istemektedir.
Bunun için, ülkemiz, şu anda, kısmen dış kaynaklara mahkûmdur ve
dış kaynaklardan silah temin etmektedir. Ama, savunma sanayimizin de
çok gelişmiş olduğunu kabul etmemiz lazım. Bir ülke, eğer, kendi
savunmasını kendisi yapabiliyorsa, başkasına muhtaç değilse,
savunması açısından emniyette demektir. Bizim de ülkemiz olarak,
savunmamızı kendi sanayimizle yapmak için bir çaba içerisindeyiz.
Ümit ediyorum ki, bugüne kadarki gelişmeler müspet olduğu gibi,
bugünden sonra da Türkiye, kendi savunmasını, kendi silahlarını yüzde
yüze varan bir ölçüde değilse bile, ona yaklaşan bir ölçüde kendi
sanayiiyle yapmak şansına sahip olacaktır.
Silaha bunca para veriliyor. Savunma için bunca para harcanıyor. Bütün
bunların ülke ekonomisine verdiği zararlar meydanda; ancak,
biliyorsunuz ki, atalarımızdan gelen bir sözümüz var “hazır ol cenge,
eğer istersen sulhü salah” diyoruz.
Türkiye, bu kadar riske, bu kadar tehlikeye, etrafındaki bunca
silahlanmaya rahmen, bütün hudutlarını koruyacak, ülkeyi her
istikamette muhafaza edebilecek bir güce, bir Silahlı Kuvvetlere
mensuptur. Bu bakımdan, Silahlı Kuvvetlerimizle iftihar ediyoruz ve
Yüce Meclisimize, bu noktada teminat vermekten haz duyduğumuzu
ifade etmek istiyoruz.
Muhterem milletvekillerimiz, iki hususa daha dokunup, konuşmamı
bitireceğim. Şehit aileleri mevzuunda, muhterem arkadaşlarımızdan
Bülent Akarcalı, bilgi verilmesi, televizyonlarda program yapılması
lazım geldiğini söyledi; doğrudur. Bakanlığımız, o noktada broşürler
hazırlamış, bütün şehit ailelerine ve gazilere, nerelere, nasıl
başvurabileceklerini, nelerden istifade edebileceklerini bildirmiştir. Yine,
Bakanlığımızda, sırf şehit ailelerine bu meseleyi götürmek için bir
birim oluşturulmuştur; kendilerine bilgi verilmekte, müracaatları halinde
her türlü yardım yapılmaktadır; ama, televizyonlarda bu hususta
program yapılması da yeni bir düşüncedir; onu da değerlendirmek lazım
geldiğini biz de kabul ediyoruz.
Diğeri polis meselesidir; o meselenin gündeme gelebileceğini
düşündüğüm için onun tablosunu getirdim. Bizdeki bilgilere göre, 23 360
polis -polis ve amirleri- askerlik görevini yapmamıştır. Şu anda, askerlik
görevini yapan 2 005 kişi silah altındadır. Ayrıca 517 yoklama kaçağı,
224 de bakaya vardır. Bunları da dahil edersek, demek ki, silah altında
olması lazım gelen miktar 2 750 civarındadır. Bu, her defasında aynı
şekilde tekrar edilirse, polisimizin gücüne acaba zarar verir mi vermez mi
meselesi var. Parlamentomuza verilmiş kanunlar var. Şimdi, bütün
meslek erbaplarının da aynı istikamette talepleri var; yani, onlar da
askerliklerini kendi mesleklerinde yapmak istiyorlar. Türkiye’nin bunca
kritik bir bölgede ve bunca tehlikeyle karşı karşıya olduğu bir günde,
asker kaynağımızı artırmak zarureti varken, bu kaynakları meslek
gruplarına göre azaltmanın doğru olup olmayacağını takdirlerinize
bırakıyorum.
Biz, bu meseleyi Hükümet içinde de çözmeyi düşünüyoruz; çünkü, her
ikisi de, Hükümetin iki Bakanlığı da, bu ülkenin meselelerine bakan
Bakanlıklardır ve güvenlikle ilgili Bakanlıklardır. Yarın mesele
Parlamentoya da gelecektir. Bu meselelerin şu anda münakaşasına
girmek istemiyorum...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bakan, 1 dakikalık ek süre var.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU
(Devamla) – ... ancak, Silahlı Kuvvetlerin de iç güvenlikte görevli
olduğunu, Silahlı Kuvvetlerimizin, bu ara, üzerine, ayrıca, Türkiye’nin
dışında görevler de yüklendiğini, birçok görev yüklendiğini ve bunları
da gerek ekonomik açıdan gerekse asker gücü açısından karşılamak
zorunda olduğunu bilgilerinize sunmak istiyorum. Türkiye için,
yurtdışında Silahlı Kuvvetlerimizin görev yapması, mutlak ki, bir şeref
meselesidir; ama, bunun getirdiği yükler de vardır. Biz, bu yükleri seve
seve kabul ediyoruz, Silahlı Kuvvetlerimiz kabul ediyor.
Ben, Yüce Parlamentonun Silahlı Kuvvetlerin bütçesine gösterdiği
alakadan ve bütün milletvekillerinin Silahlı Kuvvetlerimize gösterdiği
destekten dolayı Parlamentonun tümüne teşekkür ediyor, hepinize
saygılar sunuyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Sanayi ve Ticaret Bakanı Sayın Yalım Erez; buyurun efendim. (DYP,
ANAP ve RP sıralarından alkışlar)
SANAYİ VE TİCARET BAKANI ENİS YALIM EREZ (Muğla) –
Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin değerli milletvekilleri; Bakanlığımın
bütçesi üzerindeki sözlerime başlamadan, hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Bakanlığımın bütçesiyle ilgili olarak, gerek Plan ve Bütçe
Komisyonunda olsun gerek Genel Kurulda olsun, konuşan milletvekili
arkadaşlarımın hepsine teşekkür ediyorum. Arkadaşlarımın tüm
görüşleri, bu yıl içerisindeki çalışmalarımızda yerine getirilen hususlar
olacaktır; bundan emin olmalarını istiyorum.
Değerli arkadaşlarım, bilindiği üzere, Bakanlığıma verilen ödenekler
çok sınırlıdır. Biraz evvel, değerli arkadaşım Sayın Refik Aras Beyin
de belirttiği gibi, geçen yılki ödeneklerimiz tüm bütçenin binde 19’u
iken, bu oran, bu yıl daha da düşmüştür. Bu durumu, yine de bir eksiklik
ve engel olarak görmüyorum. Zor yıllar yaşıyoruz. Önemli olan, böylesi
zor yıllarda görev yapmaktır. Mevcut koşullarla, güç olanı, sizlerin
desteğiyle başarmaya çalışacağız. Her şeyden önce, kıt ödeneklerimizin
tek bir kör kuruşu bile israf edilmeyerek, en uygun şekilde
harcanacaktır; buna emin olmanızı istiyorum. Özellikle bitirilme
aşamasına gelen iş ve yatırımlarımıza öncelik tanınarak, bunlardan bir
an önce verim alınmaya çalışılacaktır.
Bakanlığımın bazı yetkilerinin geçmiş yıllarda, başka kuruluşlara
dağıtılmış olması da, eleştirilere konu olmuştur. Bu eleştirilere
katılıyorum; ancak, bu durum, bizim, sanayi ve ticaret konularında
yaratıcı çalışmalarımızı engellemeyecektir. Bakanlığımız kuruluş
yasasının bize verdiği 18 görev arasında, özellikle ilk 2’si,
Bakanlığıma geniş görev ve yetkiler tanımaktadır. Diğer görevlerimizi
aksatmadan, bu geniş ufuklu, iki ana hedef içerisinde yürüyeceğiz.
Önümüzdeki aylarda, Sanayi ve Ticaret Bakanlığının, işlevsiz, eli kolu
bağlı bir Bakanlık olmadığını herkes görecektir.
Değerli arkadaşlarım, ülkemizde, yeni sanayileşme politikalarına, yeni
sanayi stratejilerine büyük ihtiyaç bulunmaktadır. Yeni sanayileşme
politika ve stratejileri, Türkiye’nin ekonomik potansiyelini artıracak,
sanayinin Anadolu’ya yayılarak sermayenin tabana yayılmasını,
bölgelerarası kalkınma farklılıklarını azaltarak sanayimizin dünyayla
rekabet etmesi olanağını sağlayacaktır.
Bugün, ülkemizin en temel sorunu, üretimin azlığıdır. Bunun da,
başlıca nedenleri, üretime yeterli kaynağın ayrılmaması, ayrılan
kaynakların bir kısmının verimli kullanılmaması, emek ve sermayenin
faize mahkûm edilmesidir. Türkiye, bir an önce, bu çemberi kırmak
zorundadır. Bunun en önemli çözüm yolu önümüzde durmaktadır.
Anadolu’yu gezen herkesin gördüğü gibi, Anadolu, yeni bir sanayi
devrimini yaşamaktadır. Buradaki sanayicilere, küçük ve orta boy
işletmelere verilecek destekler ve önlerindeki bürokratik engelleri
azaltmak bile, bu sanayi devrimi hamlesini hızlandırmaya yetecektir. Bu
konularda, sanayicilerimize yardımcı olarak, diğer bakanlıklarla
ilişkilerinde de koordinasyonu sağlamaya çalışacağız.
Küçük ve orta boy işletmeler konusunda, arkadaşlarımızın bütün
görüşlerine katılıyorum. Gerçekten, bugün, gelişmiş olan Japonya,
Kore, hatta İtalya gibi ülkelere baktığımızda, bunların, küçük ve orta
boy işletmelere verdikleri destekle, şimdiki gelişmişlik seviyelerine
gelmiş olduklarını görüyoruz. Biz de, aynı politikaları uygulamak ve
bunlara gerekli desteği vermek zorundayız; ancak, burada, üzülerek ifade
edeyim ki, bugüne kadar, bırakın destek vermeyi, küçük ve orta boy
işletmelerin ekonomiden hak ettikleri kaynakları bile almaları mümkün
olmamıştır. İşte, bu nedenle, önümüzdeki dönemde, KOSGEB’le daha
yakından ilgileneceğiz; KOSGEB’in gerçekten daraltılmış olan
kaynaklarını artırmaya ve yeniden yapılanmasına çaba göstereceğiz.
Organize sanayi bölgeleri ve küçük sanayi siteleri için de,
Bakanlığımıza verilen ödenek sınırları içerisinde, en verimli şekilde
ne yapılacaksa o yapılacak; bitirilme aşamasına gelenlere öncelik
tanınacak ve kaynaklar dengeli bir şekilde dağıtılacaktır.
Değerli arkadaşlarım, bundan sonra, KİT’lere ve bana bağlı birliklere
siyasetin girmeyeceğinden emin olmanızı istiyorum. Bunlar, en verimli
şekilde çalıştırılacaktır.
Ayrıca, tarım satış kooperatifleri ve birliklerinin, ortaklarına daha iyi
hizmet verebilecek, kooperatifçilik faaliyetlerini daha etkin bir biçimde
yerine getirecek demokratik bir yapıya kavuşturulabilmeleri için de,
3186 sayılı Yasadaki değişiklikler yeniden hazırlatılarak birliklere
gönderilmiştir. Onlardan gelecek görüşler de göz önünde tutularak, ilgili
yasa teklifi en kısa sürede Yüce Meclisimize sunulacaktır. Böylece,
ülkemizde demokratik kooperatifçilik yapamayan tek tür olarak kalmış
bu kooperatifler de, serbest ticaret düzeni içerisinde, kendi kaynaklarını
yaratıp, bizzat kullanan kuruluşlar olarak, ekonomideki gerçek yerlerini
alacaklardır. Bu yolla, istihdam yükleri azaltılacak, devlete yük olmaları
da önlenecektir.
Bakanlığıma bağlı KİT’ler en verimli şekilde çalıştırılarak, kaynak
ve iş olanağı yaratan, yarattığı kaynağı yatırıma dönüştüren,
özelleştirilecekse, bu şekliyle özelleştirilecek olan KİT’ler durumuna
getirilecektir, yoksa, hurdalık haline sokulup özelleştirilecek KİT’ler
olmayacaklardır.
Değerli arkadaşlarım, tekelleşme, yıllarca mücadele ettiğim bir
konudur. Bakanlıkta bulunduğum sürece, ne devlet tekelline ne özel
tekelleşmeye izin verilmeyeceğini bilgilerinize sunmak istiyorum.
Rekabet kurulu en kısa sürede oluşturulacak, kuruluş ve personel seçimi,
tümüyle, objektif ölçüler içinde yapılacaktır.
Değerli milletvekilleri, gazete promosyonları konusu, Bakanlığım
tarafından yeniden ele alınmıştır. Gazetelerin satışlarını yükseltmek
amacıyla başlattıkları girişimler, kabul edilebilir düzeyin çok ötesine
geçmiş, basın kuruluşlarımızı, âdeta, birer dayanıklı tüketim malları
pazarlayıcısı yapmıştır. Bu durum, ticaret özgürlüğü diye
savunulamaz. Bu kampanyalar, halkın ana haber kaynaklarından biri
olan basını, ana işlevinden uzaklaştırmaktadır.
BAŞKAN – Sayın Bakan, son 2 dakikanız..
SANAYİ VE TİCARET BAKANI ENİS YALIM EREZ (Devamla) –
Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Bu, Anayasamızın “Basın hürriyeti” başlıklı 28 inci maddesiyle güven
altına alınan, önceden izin alınmaksızın, malî teminat da yatırılmadan
yerine getirilecek bir görev değildir. Konu, aynı zamanda haksız rekabet
yönüyle, promosyon konusu malları üreten Türk sanayicisini, bunların
ticaretini yapan tacirimizi de yakından ilgilendirmektedir.
Gazeteler arasındaki promosyona dayalı bu rekabeti, daha fazla
büyümeden, düzen altına almak istiyoruz; çözüm getirici gerekli hukukî
düzenlemelerin hazırlığına başlanmıştır; bu konuda yardım ve
desteklerinize ihtiyacım vardır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özetle belirtmem gerekirse,
Bakanlığımız, esnaf ve sanatkârdan tacire, çiftçiden sanayiciye,
tüketiciden şirket ve kooperatif ortaklarına kadar, tüm kesimlere, tüm
vatandaşlara hizmet sunmaktadır. Biz, bütün bu kesimlerin gerçek
bakanlığı olmak istiyoruz; üretken, yepyeni, geçmiş yıllardaki gibi
güçlü bir Sanayi ve Ticaret Bakanlığı olmayı hedefliyoruz; partizanlığa
son vermeyi istiyoruz. Verimlilik, dengeli kalkınma, dürüstlük ana
hedefimiz olacaktır. Bakanlığım ve bağlı kuruluşlarımızda
çalışanların, siyasî görüşleri değil, bilgi, deneyim ve başarıları esas
alınacaktır. Bunlar, sadece benim kişisel düşüncelerim değil, çağdaş
uygarlığın ilkeleridir. Hepimizin çağdaş bürokratlara, çağdaş sanayici
ve tüccara, çağdaş esnaf ve sanatkâra ihtiyacı vardır.
Bu gerçekler, bugünkü gümrük birliği, önümüzde duran Avrupa Birliği,
Dünya Serbest Rekabet Piyasası, demokratik ve özgür bir dünya düzeni...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bakan, 1 dakikalık ek süreniz var.
SANAYİ VE TİCARET BAKANI ENİS YALIM EREZ (Devamla) –
...büyük Türkiye için de bir zorunluluk olarak bizleri beklemektedir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime son verirken, şunları
içtenlikle tekrarlamak listiyorum: Yurdumuzun dört bir yanından feyiz
alan, önemli bilgi ve birikimleriyle tarihsel boyutlu değişik bakış açıları
olan sizlerin eleştirilerine ve desteğine ihtiyaç duyuyorum. Sizlerin
buradaki görüşlerinizin, Bakanlığımı ve ülkemizi zenginleştireceğini
biliyorum. Her türlü sözlü ve yazılı katkılarınızı bekliyor, hepinizi en
içten saygılarla selamlıyor, Bakanlık bütçesinin hayırlı olmasını
diliyorum. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan.
Şahıslar adına görüşmelere geçmeden önce, birleşime, saat 19.30’a
kadar ara veriyorum.

(Kapanma Saati : 19.10)

ÜÇÜNCÜ OTURUM
Açılma Saati: 19.30
BAŞKAN : Başkanvekili Kamer GENÇ
KÂTİP ÜYELER : Ünal YAŞAR (Gaziantep), M. Fatih ATAY (Aydın)



BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 40 ıncı Birleşiminin
Üçüncü Oturumunu açıyorum.
III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
1. – 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu
Tasarıları (1/285, 286) (S. Sayıları : 1, 2) (Devam)
H) MİLLÎ SAVUNMA BAKANLIĞI (Devam)
1. – Millî Savunma Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
I) SANAYİ VE TİCARET BAKANLIĞI (Devam)
1. – Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, programımız gereğince, 1996 Malî
Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarılarının
müzakerelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Komisyon ve Hükümet yerlerini aldılar.
Millî Savunma Bakanlığı ile Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçeleri
üzerinde, gruplar ve Hükümet adına yapılan konuşmalar bitmişti.
Şimdi, kişisel konuşmalara geldik.
Şahısları adına; lehinde, Ankara Milletvekili Mehmet Ekici; buyurun.
Sayın Ekici, süreniz 10 dakika.
MEHMET EKİCİ (Ankara) – Sayın Başkan, değerli Genel Kurul
üyeleri; sözlerime başlarken, hepinizi saygı ve hürmetle selamlıyorum;
aynı zamanda, inançları uğruna, vatanları ve bağımsızlıkları uğruna
şahadet şerbetini içmiş tüm kahramanlarımızı rahmetle yâd ediyorum.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin en eski ve isminin başında “millî”
sıfatını taşıyan bir bakanlığının bütçesini görüşüyoruz. Millî savunma
kavramının önemini, ülkemizin jeostratejik önemini dikkate alarak çok
ciddî bir şekilde incelemeli ve gelip geçen her hükümete göre değişen
politika ve doktrinlerden uzak tutmanın gayreti içerisinde olmalıyız.
Bölgemizde, bölgenin ekonomik ve stratejik konumundan dolayı
meydana gelen ve kısmen değişiklikler gösteren askerî ve siyasî dengeler
çok iyi takip edilmelidir.
Aslında, bugün, Millî Savunma Bakanlığı ile Dışişleri Bakanlığı
bütçeleri bir arada görüşülmeliydi. Zira, bugün, dış politika ve millî
savunma ilişkileri, bir arada değerlendirilmesi gereken unsurlar haline
gelmiştir; millî güvenlik politikası da budur.
Bir NATO ülkesi olmamıza rağmen, savunma politikalarımızı, Batı
ülkelerinin savunma politikalarına bağlamadan, dünya dengelerini, bölge
dengelerini ve Türk menfaatlarının elli ve yüzyıllık planları
noktasındaki hesaplama ve öngörüleri kapsayacak bir savunma
politikasına ihtiyacımız vardır. Bu nedenle, ülkemizin dört bir tarafını
düşmanla çevrili kabul ederek, ekonomik gerçekliklerimize de
uymayacak bir savunma konsepti meydana getirmemiz son derece güç
olacaktır. Potansiyel olarak var olan, ancak enerjiye dönüşmemiş
düşmanca hareketlere karşı politikaları oluştururken, askerî kuvvet
kavramını en son planda ele almak gerektiği kanaatini taşıyoruz.
Dört tarafımızı elbette kollayacağız; ancak, bunu yaparken, özellikle
siyasetçilerimiz dikkatli olmalı ve yeni tehlike unsurları meydana
getirmemeye özellikle dikkat etmelidirler. İç siyasette prim yapma
adına, Kasr-ı Şirin Antlaşmasından beri, savaş manasında hiçbir
münasebetimizin olmadığı, Türk-İran ilişkilerindeki son zamanlardaki
tırmanma eğilimi, Türk Devletinin geleceği açısından son derece
abartılı ve tehlikelidir... (RP sıralarından alkışlar) Bu nedenle,
Türkiye’deki siyasetçiler, bu anlamda, askerî kuvvete gerek kalmaksızın
politika üretmek ve bu tehlikeleri askerî kuvvete gerek kalmaksızın
bertaraf etmek zorunda olduklarının şuurunda ve bilincinde
olmalıdırlar.
Avrupa ve NATO’nun, tehdit unsuru olarak, gözlerini kuzeyden güneye,
Ortadoğu’ya çevirmiş olması, bizim millî savunma doktrinlerimizde
benzer ve eşdeğer değişikliklere neden oluyorsa, -ki bunu hiç temenni
etmem- ileride doğabilmesi her zaman muhtemel olan tehlikeleri,
şimdiden yaşayacağımız gibi bir noktaya gelmiş oluruz. Rusya, Suriye,
İran, hele hele Yunanistan ve Suriye ile ilgili politikalarımızı
oluştururken, tamamen, dış oluşum ve askerî doktrinlerin tesiri dışında
meseleler ele alınmalı ve millî savunma politikalarımız, tamamen kendi
ölçülerimize göre halledilmelidir.
Bu bakımdan, İsrail ile akdedildiği söylenen, ancak bugüne kadar
muhtevasının ne olduğunu anlayamadığımız, bu konudaki bilgi ve
belgeleri de bir türlü elde edemediğimiz bir anlaşmanın varlığının,
komşu ülkeler ve gelecekte oluşturulabilecek politikalar noktasındaki
zararlarının şimdiden ortaya çıktığı dikkate alınırsa, olayın
vahametini kavramış oluruz. Bu anlaşmayı kim imzalamıştır, anlaşma
maddeleri nelerdir ve anlaşmayı imzalayan Türk tarafı, Türkiye Büyük
Millet Meclisinin onayına gerek duyacak mıdır; bu konularda, Millî
Savunma Bakanlığının, daha duyarlı ve dikkatli olmasını temenni
ediyorum. Ayrıca, bu anlaşma, Anayasamızın 90 ıncı maddesine göre,
bir anayasa ihlali de meydana getirmektedir. (RP sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; coğrafyamızın, uluslararası
müdahale bölgelerinden biri olması, bölgedeki olayların önceden de
mevcut olduğu bilinen bir gerçektir; ama, şu anda, bölgemizde, Türk,
Arap, Fars ve Yahudi unsuru dışında, yabancı etkenler hadiseye
karışmaktadır; çünkü, önemli bir enerji kaynağı bölgesi, gizli kapaklı
da olsa, Batılıların kontrolüne bırakılmış durumdadır. Yine, önemli
bir enerji kaynağı olan Çeçenistan için, insan hakları ve saldırmazlık
kavramlarının geçerli olmaması ve Batı’nın kılını kıpırdatmaması,
böyle bir paylaşımın varlığını destekler. Ayrıca, Kuzey Irak’ta görülen
odur ki, Türkiye’nin çıkarlarıyla Batı’nın çıkarları aynı değildir;
çünkü, Türkiye, bölgeye komşudur; çünkü, bölge, Türkiye
hinterlandıdır. Batı çıkarları anlamında doğru olan her şeyin, Türkiye
için doğru olduğu anlamını kabul etmemiz mümkün değildir. Bu
nedenle, bizler, yeni istikrarsızlık unsurlarının ortaya çıkmasını
engellemeli ve istikrarı engelleyen unsurları ortadan kaldırmaya yönelik,
belirleyici rol oynamalıyız ve bu belirleyici politikaları, mutlaka ortaya
koymalıyız. Türkiye’nin komşularıyla iyi geçinmesi, aynı zamanda,
kendi askerî, siyasal ve ekonomik gücüyle de doğru orantılıdır. Türkiye,
güçlendikçe, komşularıyla ilgili problemleri azalacak, bu da, yine, bölge
için, sağlıklı sonuçlar doğuracaktır. Tarih boyunca, bölgemizde,
Türkiye’nin güçlü ve istikrarlı olduğu dönemlerde, bölge istikrarlı
olmuştur.
Bu konuyu böyle kapattıktan sonra, bir şeyi daha söylemek istiyorum:
Kahraman ordumuz ve askerimiz adına çok fazla spekülasyon vardır. Bu
spekülasyonların ortadan kaldırılması için, özellikle, bütün dünya
ülkelerinde olduğunu tahmin ettiğimiz gibi, Millî Savunma Bakanlığı-
Genelkurmay Başkanlığı ilişkilerinin yeni baştan düzenlenmesi gereği
vardır. Ayrıca, ordumuzu polemik unsuru yapmaya çalışan güçlerin
önüne geçmek için, siyasîlerin veya kamuoyunun önüne, temsilen, asker
kişiler değil, Millî Savunma Bakanı çıkmalıdır. Yine, hele hele,
ordumuzun, radyo ve televizyonlardan izlediğimiz kadarıyla “bir askerî
yetkilinin açıklaması” gibi, isimsiz ve imzasız açıklamalardan
kaçınması gerekir. (RP sıralarından alkışlar) Entelektüellerimiz,
siyasetçilerimiz ve askerler dahil, hiç kimse, ordumuzu iç siyaset unsuru
haline getirmemelidir.
Millî savunmada kullanacağımız araç gereç, silah ve teçhizatın, her ne
pahasına olursa olsun, yerli kaynak ve yatırımlara öncelik verilerek
temin edilmesi, esas politika kabul edilmelidir; ancak, son yıllardaki
uygulamalar, bunun tam tersi olarak zuhur etmektedir. Yerli
müracaatların varlığına rağmen, henüz, Hava Kuvvetleri
Komutanlığımızın itirazları münasebetiyle uygulamaya konulamayan
F-4 modernizasyonunun İsrail’e verilme mantığını anlamak mümkün
değildir. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Eğer, yüksek
teknoloji gerektiren haller varsa ve gerekliyse, bu yerli müteşebbis
kuruluşlara ortak bulmak, daha akılcı ve rasyonel olacaktır. Kredi
imkânı sağlamış olması, işin İsrail’e veriliş nedeni olmamalıdır.
BAŞKAN – Sayın Ekici, 1 dakikanız var efendim.
MEHMET EKİCİ (Devamla) – Ayrıca, Millî Savunma Bakanlığı
alımlarının tek merkezden yapılması önemlidir. Komisyonda, silah
araç gereç alımıyla ilgili, 1 milyar dolar gibi bir miktarın ayrılmış
olması bir talihsizliktir. İnşallah, 1997 yılı bütçesinde, bu sıkıntılı
durumun düzeltileceğine inanıyoruz.
Ayrıca, silah üreten Makine ve Kimya, TAI, Aselsan ve ÇANSAŞ’ın
durumlarının yeniden değerlenmeye alınmasıyla, ordumuzun savaş
stoklarını dahi riske etmesini önlememiz gerekmektedir.
Bu arada, ailesinden bir yeğenini Cudi’de şehit vermiş bir kardeşiniz
olarak söylüyorum : Kore ve Kıbrıs savaşlarına katılanlar için özel
kanunlar çıkarılmıştır. Ancak, bugünkü adı konulmamış savaşta, PKK
belasıyla...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET EKİCİ (Devamla) – 1 dakika rica ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Ekici, son cümlenizi söylemek üzere size 1 dakika
veriyorum.
Buyurun.
MEHMET EKİCİ (Devamla) – Bu, adı konulmamış savaştaki
kayıplarımız münasebetiyle, şehitlik ve gazilik kavramları üzerinde
yeni bir çalışma yapmamız gereği vardır. Çok yakında, bu konuda bir
kanun teklifini Meclis gündemine getirmeyi düşünüyoruz. Çünkü, askerî
personel kanunundaki “Harpte ve eşkıya müsademesinde düşman
silahından çıkan kurşunla hayatını kaybedenler” ibaresi bugünkü
ihtiyaçlara cevap vermemektedir. Zira, Gömeç ve Tünekpınar’da çığ
altında kalarak şehit olanlar, henüz, şehit statüsünde sayılmamaktadır.
Ayrıca, Anayasanın 125 inci maddesinin, idarî işlere karşı açılacak
davalarda yazılı bildirimle ilgili düzenlemesi sıkıntıya sebep
olmaktadır. Bir olayda birden fazla kişi şehit olmuş; dava açan aileler
tazminat almış; ama, aynı kararda ismi geçtiği halde, dava açmadığı
için, hiçbir hak verilmeyen şehit ve gazi aileleri vardır. Bu konuda, Yüce
Meclisin ve Sayın Bakanlığın dikkatini çekmek istiyorum.
Millî Savunma Bakanlığımız bütçemiz ile... Ki, Sanayi ve Ticaret
Bakanlığıyla ilgili görüşlerimize zaman kalmadı maalesef; ama,
KOBİ’ler konusunun, mutlaka, Türkiye gündeminde çok ciddî yer
alması gerektiğine inanıyoruz. Portekiz ve Yunanistan, her türlü
yardıma rağmen, KOBİ uygulamasında binlerce işyerini kapatmak
zorunda kalmıştır. Bugün bizim kredi imkânlarımızın olmadığı
bilinmektedir. Sayın Bakanımızdan bu konuda ısrarlı bir gayret
bekliyoruz. Promosyon rezaletinin önüne geçme noktasındaki
çalışmalarını takdirle karşılıyoruz. Çünkü, bu bir rezalet halini
almıştır. Sanayi ve Ticaret Bakanlığımızın da bu konuyu önleyecek...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ekici.
MEHMET EKİCİ (Devamla) – Sayın Başkan, selamlayabilir miyim...
BAŞKAN – Size ek süre de verdim; ama, son cümlenizi söyleyin.
MEHMET EKİCİ (Devamla) – Millî Savunma Bakanlığı ile Sanayi ve
Ticaret Bakanlığı bütçelerinin, milletimize hayırlara vesile olmasını
diliyor, Genel Kurulumuzu saygıyla selamlıyorum. (ANAP ve RP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Mehmet Ekici.
Bütçelerin aleyhinde, Sayın Altan Karapaşaoğlu; buyurun efendim.
Sayın Karapaşaoğlu, süreniz 10 dakikadır.
MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) – Değerli Başkan,
sayın milletvekilleri; önce Millî Savunma Bakanlığıyla ilgili olarak
konuşmak istiyorum; bilahara, süre kalırsa, inşallah, Sanayi
Bakanlığıyla ilgili de konuşacağız.
Ülkemizin dört bir tarafı, çeşitli karışıklıklar ile bir ateş çemberi
içerisinde bulunuyor. Ayrıca, PKK anarşisi de ülke sathında sürüyor.
Şehit olan er, erbaş ve komutanlarımıza, Cenabı Allah’tan rahmet
diliyorum.
Böyle bir ortamda millî savunmamıza ayrılan bütçe, gerçek anlamında
yeterli değildir. Milletin dişinden, tırnağından ve her türlü
imkânsızlıklara göğüs gererek verdiği bu vergilerden en büyük pay,
ordumuza ayrılmıştır. Geçen yıla oranla 1 milyar dolar artış sağlayan
Sayın Bakanımızı da ayrıca tebrik ediyorum. Bu imkânlarla dahi
ordumuzun modernize edilmesi, ileri teknolojiye sahip olması mümkün
değildir. Ancak, ordumuz, bu kıt imkânlara rağmen, milletine olan
inancından dolayı, görevini başarıyla sürdürecektir. Biz, dünyanın en
güçlü ordusuna sahibiz.
Biz Refah Partisi olarak, her türlü dış saldırıya karşı silahlı
kuvvetlerimizin ülkemizi koruyacağına inanıyoruz ve milletçe silahlı
kuvvetlerimizin arkasındayız. Bu nedenle, ülkemizde yabancı güçlerin
ve yabancı uçakların bulunmasını, silahlı kuvvetlerimize saygısızlık
sayıyoruz. (RP sıralarından alkışlar) Özellikle, İsrail ile yapıldığı
söylenen askerî eğitim anlaşmasını da bu şekilde değerlendiriyoruz.
İsrail ile askerî işbirliği anlaşması, aslında Türkiye’ye karşı işlenmiş
bir cinayettir. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Bunun ilk
sonuçları da görülmeye başlanmıştır. İsrail hava, kara ve deniz
birlikleri, Lübnan’da, masum sivil Müslüman halka kan kustururken,
daha bugün 85 kişiyi öldürmüşken, İsrail uçak filosunun eğitim
uçuşları yapmak amacıyla Ankara’da bulunması, cinayetin, diğer ve
fakat daha vahim görüntüsüdür. (RP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar) İsrail’in devlet terörüne eğitim imkânı veren bir ülke
görüntüsü, Türkiye’ye çok mu yakışıyor? (RP sıralarından alkışlar)
Hiç kimse, Hizbullah’a vurulan terörist örgüt damgasının arkasına
sığınmasın. Hizbullah’ın ve diğer direniş örgütlerinin, İsrail işgalinin
sonucu olduğunu asla unutmayalım.
Acaba, Sırplara karşı vatanlarını koruyan Boşnaklar terörist miydi?
Ruslara savaş açan Çeçenler terörist miydi? (RP sıralarından “Bravo”
sesleri, alkışlar) Kıbrıs’ta Rum EOKA’cılarına karşı savaşan
mücahitler terörist miydi? (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Boşnaklar can pazarında vuruşurken, Ankara’da Sırp askerlerine eğitim
imkânı verseydik, yüzümüz kızarmaz mıydı? Çeçenleri boğan Rus
askerleri Ankara’da eğitilmiş olsaydı, üzerimize kan sıçramaz mıydı?
(RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Kıbrıs’ta, EOKA’cılar,
banyoda üç yaşındaki bebeleri katlederken, Yunan uçakları Ankara’da
eğitim uçuşu yapsaydı, kendimizi tarihe nasıl affettirirdik? (RP
sıralarından alkışlar) Yarın, Filistinliler, Lübnanlı Müslümanlar “bizim
bebelerimizi, sizin topraklarınızda eğitim yapan İsrail uçakları
katlediyor” diye çığlıklar attığı zaman, onların ağzını nasıl
kapatacaksınız; tarihin ağzını nasıl kapatacaksınız?
Üzerimize kan sıçrıyor arkadaşlar, kan sıçrıyor... Bunun utanç payını
ortadan kaldırmaya, hiçbirimiz muktedir olamayız.
Şu an uygulanan bölgesel politikanın hiçbir millî temeli yoktur.
Türkiye’de, bu politikaya onay veren yüzde 10’luk bir topluluk bile
bulamazsınız. (RP sıralarından alkışlar) Ayakları havada bir
politikadır bu; Amerika ve İsrail’e eklenme politikasıdır ve tamamen
Türkiye’ye karşı bir politikadır. Bu politika, tarihî bir hatadır ve bunun
bedelini Türkiye, maalesef, çok pahalıya ödeyebilir. İsrail uçakları,
derhal ve bir daha gelmemek üzere, Türkiye’yi terk etmelidir. (RP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) İsrail, işgal ettiği topraklardan
çekilmelidir. İsrail ile yapıldığı söylenen askerî eğitim anlaşması,
derhal iptal edilmelidir. Hiç kimse, Türkiye’yi, bölgenin Amerikan aktörü
yapamaz. (RP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, değerli milletvekilleri; Kıbrıs’a vaki
müdahalelerimiz sırasında, dışa bağlı silahlarımızdan dolayı
başımıza gelenleri, milletimiz çok iyi biliyor; bundan dolayı da,
mutlaka, bir millî harp sanayii kurulması gerekiyor. Sanayi ve Ticaret
Bakanlığımızın, bu konuda da birtakım çalışmalar yapmasını
istiyoruz ve bekliyoruz.
Değerli kardeşlerim, şimdi söz sırası, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı
bütçesine geliyor. Faiz ve enflasyon ile iç ve dışborç ödemelerinin
baskısı altında bulunan bu bütçenin, hiçbir problemi halledemeyeceği
ortadadır; Sanayi ve Ticaret Bakanlığına ayrılan payla, bugün, ancak
düzenlemeler yapılabilir veya yarım kalmış birtakım organizasyonlar
tamamlanabilir veya köylüye, çiftçiye -mahsullerinden dolayı- olan
borçlar ödenebilir. Bilhassa bugünkü yoğun telefon trafiğine istinaden
söylüyorum Sayın Bakanım; Gemlik, Orhangazi, İznik, Mudanya ve
zeytin ürünleri bulunan diğer bölgelerde, zeytin paralarının, daha 900
milyar liralık bölümü ödenmemiş bulunuyor. Aldığımız bilgiye göre,
Cumhurbaşkanımızın önünde, bir kararname imza bekliyor; lütfen, bu
kararnameyi, bayramdan önce müstahsilimize bu ödemeleri yetiştirecek
şekilde gerçekleştirmeye gayret ediniz.
Değerli Bakanım, bu arada, Devlet Planlama Teşkilatının verilerine
göre, şu anda, kamu payı yüzde 50’nin üzerinde olan 58 kuruluşun
özelleştirme planına alındığı söyleniyor. İnşallah, sizin biraz önce
belirttiğiniz gibi, bu özelleştirme planının, kuruluşlar iyileştirildikten
sonra gündeme getirileceğine de inanıyoruz.
Sayın milletvekilleri, bu arada, zamanın kısıtlı olduğunu düşünerek
atladığım bir konuyu da ayrıca gündeme getirmek istiyorum; konu, yine,
Millî Savunma Bakanlığımızla ilgilidir. Basınımızda, orduda ibadetin
sınırlandırıldığı ve dindar subayların resen emekliye sevk edildiği
haberleri yer almaktadır. Bu tür haberler, halkımızı rahatsız etmektedir.
Bizim, peygamber ocağı bildiğimiz ordumuz, bu milletin evlatlarından
oluşuyor; elbette ki, milletin inancının izlerini taşıyacaktır. Eşi
başörtülü olduğu için subay ve astsubayların ordumuzdan
uzaklaştırıldığı, askerî tesislere alınmadığı haberlerini basından
okuyoruz. Bu tür konular hakkında bir soruşturma açılarak, hataların
düzeltilmesi yerinde olacaktır. Türkiye Büyük Millet Meclisi için
hazırlanan, ayrıca hazırlanmak istenen İçtüzükte, Refah Partisi
dışındaki komisyon üyelerinin ittifakıyla, 10 bakanlığın bütçesi
tutarındaki paranın konuşulacağı Millî Savunma Komisyonu ile
Dışişleri Komisyonunun birleştirilmek istendiği söyleniyor. Bu
tutumdan, bu uygulamadan derhal vazgeçilmelidir. Millî Savunma
Bakanlığımızın bütçesi, hatta, daha geniş bir komisyonun iştirakiyle
görüşülmeli ve gerekli şekilde yatırımların yapılması temin
edilmelidir.
BAŞKAN – Sayın Karapaşaoğlu, 1 dakikanız var efendim.
MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Devamla) – Evet Sayın
Başkan, teşekkür ediyorum.
Değerli milletvekilleri, sizleri, bugün, 85 kişinin öldürüldüğü,
katledildiği Filistin’de yapılan zulmün karşısında olmaya davet
ediyorum.
Bu duygu ve düşüncelerle, sizleri saygıyla selamlıyorum efendim. (RP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Karapaşaoğlu.
Sayın milletvekilleri, yedinci turdaki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, soru kısmına gelmiş bulunuyoruz.
Sayın bakanlara sormak istiyorum; isterseniz, önce soruları alalım;
sorulara, yazılı veya sözlü cevap verebilirsiniz; her milletvekilinin
sorusuna ayrı ayrı da cevap verebilirsiniz.
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU
(Gümüşhane) – Sayın Başkan, bir şeyi öğrenmek istiyorum. 20 dakika
süre nasıl olsa kullanılacak; 20 dakika içinde sorulan sualler dışındaki
suallere cevap verme zorunluluğumuz var mı?
BAŞKAN – Hayır efendim, yok. Zaten, soru ve cevaplara ayrılan süre
20 dakikadır.
MİLLî SAVUNMA BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU
(Gümüşhane) – 20 dakika olduğuna göre, 20 dakikayı kullanalım; cevap
vereceğiz efendim.
BAŞKAN – Peki efendim.
1 inci sırada, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Hasan Dikici’nin
soruları vardır.
Sayın Hasan Dikici burada mı? Burada.
Soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sanayi ve Ticaret Bakanı Sayın Yalım Erez
tarafından cevaplandırılmasını arz ederim.
Hasan Dikici
Kahramanmaraş
1. Bugüne kadar organize sanayi bölgelerine ait bir kuruluş kanunu
yoktur. Söz konusu kanunun çıkması için bir çalışmanız var mıdır?
2. 1969 yılından bu yana uygulanan 1163 sayılı Kanunun bazı
maddeleri ihtiyaca cevap vermekten uzaktır. 1163 sayılı Kanunun
güncelleştirilmesi mümkün müdür?
BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan.
SANAYİ VE TİCARET BAKANI ENİS YALIM EREZ (Muğla) –
Yazılı cevap vereceğim.
BAŞKAN – Soru, yazılı cevaplandırılacak.
2 nci sırada, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Ahmet Dökülmez’in
sorusu var.
Sayın Dökülmez burada mı? Yok.
3 üncü sırada, Sayın Hasan Denizkurdu’nun sorusu var.
Sayın Denizkurdu burada mı? Burada.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun Sanayi ve Ticaret Bakanına yöneltilmesi talep
olunur.
10 yıldan beri tamamlanmayan Tire Küçük Organize Sanayi Bölgesine
bu yıl ödenek ayrılıp ayrılmayacağını?..
Hasan Denizkurdu
İzmir
BAŞKAN – Sayın Bakan?..
SANAYİ VE TİCARET BAKANI ENİS YALIM EREZ (Muğla) –
Yazılı cevap vereceğim.
BAŞKAN – Yazılı cevap vereceksiniz; peki.
4 üncü sırada Bursa Milletvekili Sayın Hayati Korkmaz’ın sorusu var.
Sayın Korkmaz burada mı efendim? Burada.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Sanayi ve Ticaret Bakanına aşağıdaki soruların yöneltilmesini arz
ederim.
Saygılarımla.
Hayati Korkmaz
Bursa
Gümrük birliğine giriş öncesi Avrupa Birliğiyle yapılan en büyük
pazarlıklardan biri, kullanılmış araçların ülkemize girişini engelleme
konusunda olmuştu. Varılan mutabakat sonucu, en az 10 yıl,
kullanılmış araç girişi engellenmiştir. Ancak, aldığımız duyumlara
göre, Almanya’da çalışanların kullanılmış araçlarını, kesin dönüş
şartı kaldırılarak, getirmelerine imkân tanıyacak girişimler olduğu
doğrultusundadır.
Soru 1 – Bunun yerli otomotiv endüstrisini nasıl etkileyeceği konusunda
araştırma yapıldı mı?
Soru 2 – 19 Şubat, Avrupa Birliği–Türkiye Ortaklık Konseyi
toplantısında, Avrupa Birliği tarafından dile getirilen kullanılmış
araçların ithal kısıntısına yumuşama getirilmesi yönündeki taleplerine
sizin bu girişiminiz örnek temsil etmeyecek mi?
BAŞKAN – Sayın Bakan?..
SANAYİ VE TİCARET BAKANI ENİS YALIM EREZ (Muğla) –
Yazılı cevap vereceğim.
BAŞKAN – Yazılı cevap vereceksiniz; peki.
5 inci sırada, Sayın Atilla Mutman’ın sorusu vardır.
Sayın Mutman?.. Burada.
Sorusunu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aracılığınızla, aşağıdaki sorumun Millî Savunma Bakanı Sayın Oltan
Sungurlu tarafından cevaplandırılmasını saygıyla arz ederim.
Atilla Mutman
İzmir
Sorum: Fakülte veya yüksekokul mezunu olmasından dolayı,
astsubaylıktan subaylığa geçen ya da halen astsubay olarak görev yapan
fakülte vaya yüksekokul mezunu astsubayların, birinci derecenin
dördüncü kademesine geçirilmesi düşünülüyor mu; bu hususta bir
çalışma yapılmakta mıdır?
BAŞKAN – Sayın Bakan?...
NABİ POYRAZ (Ordu) – Yazılı...
ALİ COŞKUN (İstanbul ) - Yazılı...
BAŞKAN – Efendim, müdahale etmeyin rica ederim; nasıl olsa 20
dakikada... Hem soru hemen cevaplandırılsa belki daha faydalı olur.
ALİ COŞKUN (İstanbul ) - Yardımcı oluyoruz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Bakan işini bilir, siz hiç yardımcı olmayın.
NABİ POYRAZ (Ordu) – Sayın Başkan, vakitten kazanalım dedik...
BAŞKAN – Zaten, siz yardımcı olsaydınız, bakanlık makamında siz
otururdunuz!..
MİLLî SAVUNMA BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU
(Gümüşhane) – Efendim, bu astsubaylıktan subaylığa çıkanlar, birinci
derecenin dördüncü kademesine kadar şu anda -fakülte veya yüksekokul
mezunu olmak kaydıyla- çıkabiliyorlar; onun için yeni bir çalışma
yapmaya lüzum yoktur.
BAŞKAN – Peki, soru cevaplandırılmıştır.
Sayın Hasan Gemici arkadaşımızın sorusu var.
Sayın Gemici?..Burada.
Sorusunu okutuyorum :
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sanayi ve Ticaret Bakanı Sayın Yalım Erez
tarafından cevaplandırılmasını aracılığınızla arz ve talep ederim.
Hasan Gemici
Zonguldak
Soru 1. - Altyapı inşaatı devam eden Zonguldak-Çaycuma Organize
Sanayi Bölgesi 1996 yılı içinde bitirilebilecek mi?
Soru 2. - Kamulaştırma aşamasında olan Zonguldak- Ereğli Organize
Sanayi Bölgesi Altyapı İnsaşaatının ne kadar sürede bitirilmesi
öngörülmektedir?
Soru 3. - Zonguldak’ta yatırım yapmakta çekingen davranan özel
girişimcilere, mevcut teşvik mevzuatı dışında başka özendirici
teşvikler uygulanması düşünülüyor mu?
SANAYİ VE TİCARET BAKANI ENİS YALIM EREZ (Muğla) –
Yazılı olarak cevap vereceğim.
BAŞKAN – Peki, Sanayi Bakanımız yazılı cevap vermeyi daha tercih
ediyor.
Sayın Muhammet Polat?..Burada.
Sayın Polat, üç tane sorunuz var, üçünü birden işleme koyuyoruz.
Sayın Polat’ın sorusunu okutuyorum :
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sanayi ve Ticaret Bakanı Sayın Yalım Erez
tarafından cevaplandırılmasını delaletlerinizle saygıyla arz ederim.
Muhammet Polat
Aydın
35 civarında faal işletmesi olan 122 sanayi parselini içinde barındıran
Aydın Sanayi ve Ticaret İş Merkezi, ASTİM, merkezinin bulunduğu
alanın Aydın Organize Sanayi Bölgesine alınması konusundaki
çalışmalar son olarak Devlet Planlama Teşkilatına aktarılmıştır.
Bahsedilen Aydın Sanayi ve Ticaret İş Merkezi, ASTİM, 1996 yıl
programına alınmış mıdır? Ne kadar ödenek ayrılmıştır ?
Söke ve Nazilli’de müteşebbis teşekkül heyetleri oluşturulan organize
sanayi bölgesinin kurulması ve sanayi kuşağına alınması için yapılan
müracaatlar bakanlığınızca 1996 programına alınmış mıdır ? Nazilli
Organize Bölge Sanayi isteği, Devlet Planlama Teşkilatına yapılmıştır.
Her iki istek için ödenek ayrılmış mıdır ?
Aydın, Denizli ve Muğla illerinde hizmet veren tarım kredi
kooperatifleri, İzmir 4 üncü Bölge Tarım Kredi Kooperatiflerine
bağlıdır. Aydın, Denizli ve Muğla İllerindeki birliklerin sorunlarının
ortadan kaldırılması için Aydın’da tarım kredi kooperatifleri bölge
birliği kurulması bu sorunları ortadan kaldıracak, İzmir’in yükü de
hafifleyecektir. Aydın Tarım Kredi Kooperatifleri Birliğini kurmayı
düşünüyor musunuz?
Tariş’in, ilimiz merkezinde bulunan, şehrin tam ortasında ve yerleşim
alanı içerisindeki 72 dönümlük bir alanı kaplayan bu tesisi şehir dışına
taşımayı düşünüyor musunuz?
Tariş’e ait, İzmir’de işlevini tamalayan ve taşınmasına karar verilen
çiğit yağı kombinasının Aydın’a nakledilmesi düşünülüyor mu;
düşünülüyorsa ne zaman gerçekleşecektir?
18 milyon 307 bin zeytin ağacının bulunduğu ilimizde, Tariş bünyesinde
zeytinyağı rafine tesisi kurmayı düşünüyor musunuz?
BAŞKAN – Sayın Bakan...
SANAYİ ve TİCARET BAKANI ENİS YALIM EREZ (Muğla) –
Tariş konusuna yazılı cevap vereceğim.
Tarım Kredi Kooperatifleri Bakanlığıma bağlı değil; Tarım Bakanlığı
bütçesi görüşülürken, diğer soruya herhalde Sayın İsmet Attila cevap
verecek.
BAŞKAN – Tarım Kredi Kooperatifleri Tarım Bakanlığına bağlı
olduğu için, orada cevaplandırılması gerekiyor; soruyu yanlış
bakanlığa sormuşsunuz.
Tarım Bakanına o soruları yenilersiniz efendim.
EVREN BULUT (Edirne) – Tarım Bakanlığına bağlıydı, özerk kuruluş
oldu.
BAŞKAN – Tamam efendim.
10 uncu sıradaki soru, Sayın M. Sıddık Altay’ın sorusu vardır.
Sayın Altay?..Burada.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun Millî Savunma Bakanı tarafından
cevaplandırılmasını arz ederim.
M. Sıddık Altay
Ağrı
Soru:
Birçok askerî birlikler, özellikle büyükşehirlerin merkezinde yer
almaktadır. Eğitim yapan bu askerî birliklerin, şehir dışına çıkarılması
için, bir plan, program var mıdır; varsa, uygulamaya ne zaman
başlanacaktır?
BAŞKAN – Sayın Bakan...
MİLLî SAVUNMA BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU
(Gümüşhane) – Şimdi, efendim, arkadaşımız çok güzel bir şeye
dokundu. Hakikaten, birçok birliğimiz şehir merkezindedir ve çok
kıymetli arsalardır; Hükümetimiz bu arsaların değerlendirilmesi için
çalışma yapmaktadır. Tabiî ki, bunlar, şehir dışına çıkarıldığında, bu
arsalar değerlendirilmek suretiyle, Silahlı Kuvvetlerimizin modern silah
ihtiyaçlarının da karşılanması düşünülmektedir.
Teşekkür ederim.
BAŞKAN – Soru cevaplandırılmıştır.
11,12,13 ve 14 üncü sıradaki Sıvas Milletvekili Sayın Mahmut Işık’ın
soruları vardır.
Sayın Işık?.. Burada.
Soruları okutuyorum:

Sayın Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sanayi ve Ticaret Bakanı tarafından
cevaplandırılmasını, aracılığınızı saygıyla arz ederim.
Mahmut Işık
Sıvas

Sıvas Organize Sanayi Bölgesi ne zaman ihale edilecektir; ne kadar
ödeneği vardır.
Sıvas Dört 4 Eylül Sanayi Sitesi, Ahşap İşleri Sanayi Sitesi bu yıl
bitirilebilir mi?
Sıvas Divriği ve Zara Küçük Sanayi Sitelerine ilave geri dönüşlerden
para vermeyi düşünüyor musunuz?
Ayrıca, Zara ve Kangal Sanayi Siteleri yüzde 65, Divriği yüzde 98
nispetinde kredilendirilmiştir. Her ne kadar, yasa değişikliğinden
kaynaklanan bir uygulama olsa da, aynı bölgede olmaları nedeniyle bariz
bir haksızlıktır. Düzeltmeyi düşünüyor musunuz?
Gürün Sanayi Sitesi 13 yıldan bu yana programa alınamadı. Elazığ yolu
üzerinde olan bu İlçe sitesini programa almayı düşünüyor musunuz?
Sıvas 4 Eylül Sanayi Sitesi, KOSGEB Müşavirliği kurulması için bir yer
tahsis etmektedir. Bu Müşavirliği, bu yıl içerisinde açmayı düşünüyor
musunuz?
KOSGEB’in fonlarını Maliyeden almayı düşünüyor musunuz?
Sıvas Şeker Fabrikasına ne zaman başlayacaksınız; bu yıl ne kadar
harcama yapılacaktır?
494 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin içinde olan ve
Başbakanlıkça metinden çıkarılan esnaf ve sanatkârlar genel
müdürlüğünün kuruluş yasasını, Hükümet tasarısı olarak Meclise sevk
etmeyi düşünüyor musunuz?
Saygılarımla.
BAŞKAN – Sayın Bakan, yazılı cevap veriyorsunuz?..
SANAYİ VE TİCARET BAKANI ENİS YALIM EREZ (Muğla) –
Yazılı cevap vereceğim.
BAŞKAN – 15 inci sıradaki soru Sayın Boray Baycık’ındır.
Sayın Baycık?.. Burada.
Soruyu okutuyorum :
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın ilgili Sayın Bakan tarafından yazılı olarak
cevaplandırılmasını saygılarımla arz ve teklif ederim.
Tahsin Boray Baycık
Zonguldak
Karadeniz Ereğlisi Organize Sanayi Bölgesi için yer seçimi 200 hektar
olarak kesinleşen Hamzafakılı yöresindeki yerin, kıymet takdir
komisyon raporlarına göre kamulaştırma bedeli 120 milyar Türk
Lirasıdır. Bakanlık ile yapılan görüşmeler sonucu 1996 yılı için 40
milyar Türk Lirası ödenek ayrıldığı, 120 milyar liralık ödeneğin
karşılanması imkânsızlığından bahisle, bölgeden yer talep eden
sanayicilerce arsa sahiplerinden rızaen alınması tezyidi bedel davalarına
meydan verilmemesi ifade edilmiştir. Bu bölge ödeneğinin artırılması
programınızda var mıdır?
BAŞKAN – Sayın Bakan?...
SANAYİ VE TİCARET BAKANI ENİS YALIM EREZ (Muğla) –
Yazılı cevap vereceğim.
BAŞKAN – Sayın Bakan, yazılı cevap verecekler.
16 ncı sırada, Sayın Yusuf Bacanlı’nın sorusu var.
Sayın Yusuf Bacanlı?.. Burada.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sanayi ve Ticaret Bakanının
cevaplandırmasını saygıyla arz ederim.
Yusuf Bacanlı
Yozgat
Soru 1.- Yıllarca bir türlü yapımı ihmal edilen Yozgat-Sorgun Şeker
Fabrikasının yapımı ne zaman gerçekleşecektir? İhmal edilen Sorgun
Şeker Fabrikası hakkındaki düşüncelerinizi açıklar mısınız?
Yozgat İlinde fert başına düşen gayrî sâfi millî hasıla oranı Türkiye
ortalamasının yarısının altındadır. Yozgat İli organize sanayi
bölgesinin bir an önce yapılması için çalışmalarınız var mıdır?
BAŞKAN – Sayın Bakan?..
SANAYİ VE TİCARET BAKANI ENİS YALIM EREZ (Muğla) –
Yazılı cevap vereceğim.
BAŞKAN – Sayın Bakan, yazılı cevap verecek.
17 nci sırada Sayın Hasan Karakaya’nın sorusu var.
Sayın Hasan Karakaya?.. Burada.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sayın Bakanımız Yalım Erez Bey tarafından
cevaplandırılmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Hasan Karakaya
Uşak
Soru 1. - Uşak Deri Organize Sanayi Bölgesinin ödeneğini artırmayı
düşünüyor musunuz?
Soru 2. - Uşak Genel Organize Sanayi Bölgesinin genişletilme
çalışmaları için ne düşünüyorsunuz?
BAŞKAN – Sayın Bakan?..
SANAYİ VE TİCARET BAKANI ENİS YALIM EREZ (Muğla) –
Yazılı cevap vereceğim.
BAŞKAN – Yazılı cevap vereceksiniz.
18 inci sırada Sayın İlyas Arslan’ın sorusu var.
Sayın İlyas Arslan?.. Burada.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın sanayi ile ilgili bakan tarafından
cevaplandırılmasına delaletlerinizi arz ederim.
İlyas Arslan
Yozgat

Soru 1. Yozgat Şeker Fabrikası için bu yıl ne kadar ödenek ayrıldı?
Soru 2. Bu ödenekle fabrika bu sene bitirilebilir mi?
Soru 3. Ülkemizin şeker ithal eder duruma geldiği bir ortamda bu
fabrikanın bir an önce üretime geçmesi gerekmez mi?
Soru 4. Fabrikanın bu sene tamamlanması için ne kadar ödenek
gereklidir ve bu ödenek bu sene tahsis edilebilir mi?
BAŞKAN – Aslında, arkadaşlarımızın -bir kısmı daha yeni olduğu
için- soru sorma usulünü ve tekniğini bilmeleri lazım. Mesela,
Yozgat’taki o fabrika için ne kadar ödenek ayrıldığını bütçe kanun
tasarısına bakarak öğrenmek pekala mümkün; ama, bunun...
İLYAS ARSLAN (Yozgat) – 35 milyar ayrıldığını biliyoruz Sayın
Başkan...
BAŞKAN – Efendim, anladım da, bunu soru olarak soramazsınız. Bütçe
tasarısında var; bunu ayrıca soru olarak sormak mümkün değil; ama, biz
yine de burada okutuyoruz. Tabiî, ayrıntılı şey etmedik...
MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) – Biz onu biliyoruz. Biz, Danışma
Meclisinden gelmedik, halkın arasından geldik.
MAHMUT IŞIK (Sıvas) – Programı biliyoruz, ne kadar para
alacağımızı soruyoruz.
BAŞKAN – Efendim, İçtüzükte soru sormanın bir tekniği var; yani, sırf
bilgi edinmek için olmaz.
YÜCEL SEÇKİNER (Ankara) – Seçmene selam...
SANAYİ VE TİCARET BAKANI ENİS YALIM EREZ (Muğla) –
Yazılı cevap vereceğiz.
BAŞKAN – Sayın Bakan yazılı cevap verecekler.
19 uncu sırada, Kırıkkale Milletvekili Mikail Korkmaz’ın sorusu var.
Sayın Mikail Korkmaz?.. Burada.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki soruların Millî Savunma Bakanı tarafından cevabını
istirham ederim.
Mikail Korkmaz
Kırıkkale
Mahallî basından edinilen bilgilere göre, Kırıkkale’de bulunan tugayın,
Çankırı’ya kaydırılması söz konusu olduğu haberleri yer almaktadır;
bu bağlamda;
1. Tugayın, Kırıkkale’den Çankırı’ya kaydırılmak istenmesi, arazi
yetersizliğinden mi?
2. Askerî bir fabrika olan Makine Kimya Fabrikaları Kırıkkale’de iken,
böyle bir askerî işlemi doğru buluyor musunuz?
3. İsrail ile yapılan anlaşmanın mürekkebi kurumadan, İsrail’in,
Güney Lübnan’ı işgal etmesi, bu anlaşmanın sağladığı avantajlar
gereği midir?
4. Yapılan anlaşmanın içeriğini Yüce Meclis bilmediği gibi, yüce
halkımız da bilmemektedir; acaba, bu anlaşmaya göre, daha başka yerler
işgal edilecek midir?
AHMET UYANIK (Çankırı)– Yunanistan ile Suriye birleşip
edeceklermiş (!)
BAŞKAN – Sayın Bakan...
MİLLÎ SAVUNMA BAKANI M. OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane)
– Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; Kırıkkale’den tugayın
kaldırılması meselesinin mahallî basında çıktığı doğrudur. Askerî
birliklerin, bir yerden bir yere nakli, taktik ve stratejik bir meseledir ve
bir iç düzenlemedir. Askerî birliklerimizin nerede, ne kadar
konuşlandırılacağının, zannediyorum ki, böyle bir açık toplantıda
açıklanması doğru değildir. Ancak, şu aşamada öyle bir şey
olmadığını biliyorum; henüz, öyle bir şey olmadığını biliyorum.
Böyle bir şey olmadığı için, diğer sualler de, buna bağlı sualler de
cevaplanmış oluyor; yani, burada, madem ki, fabrikalar var; niye askerî
birlikler kaldırılıyor deniliyor; kaldırılmadığı için, şu aşamada öyle
bir şey olmadığı için, öteki sualleri de ortadan kalkmış oluyor.
İsrail ile eğitim anlaşması, yeni yapılmış bir anlaşma değil. Eylülde
yapılmış bir anlaşma; demek ki, mürekkebi, herhalde kurumuş olsa
gerek. İsrail’in bugünkü girişimini elbette ki, şiddetle kınıyoruz. (RP
ve ANAP sıralarından alkışlar) Ancak, masum halka karşı girişilen bu
hareketi zaten kimsenin tasvip etmesi söz konusu değildir.
MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) – İnşallah öyledir.
MİLLî SAVUNMA BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU
(Gümüşhane) – Sabah ajansında, İsrail Hükümeti bile bunun bir
yanlışlık olduğunu söylerken, bizim bunu içimize sindirmemiz, bizim
bunu kabul etmemiz zaten söz konusu değildir, mümkün değildir.
Bu anlaşma ile başka nerelerin daha bombalanacağı söyleniyor. Ben
onun cevabını verdiğimi zannediyorum. Bu anlaşmadan gocunan
komşularımızın her birine “gelin, bu anlaşma gibi değil; çok daha ileri
aşamada, askerî anlaşmalar yapalım” diyoruz, bu mevzudaki kapıları
açık tutuyoruz.
ERTUĞRUL ERYILMAZ (Sakarya) – İran ve Suriye...
MİLLî SAVUNMA BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU
(Gümüşhane) – Elbette, İran ve Suriye...
AHMET UYANIK (Çankırı) – Yunanistan ile ilgili bir şey yok mu?
MİLLî SAVUNMA BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU
(Gümüşhane) – “Buyurun, istediğiniz derecede her türlü anlaşmayı
yapalım, bizim size karşı hiçbir kastımız yoktur. Sizin de kastınız
yoksa, bizim bu teklifimize cevap verin” diyoruz.
Arz ederim efendim. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim.
Soru cevaplandırılmıştır.
Sayın Sıddık Altay, bir soru sormuştunuz...
FETHULLAH ERBAŞ (Van) – Sayın Başkan, Sayın Bakan soruyu bize
mi soruyor?
BAŞKAN – Efendim?..
FETHULLAH ERBAŞ (Van) – Sayın Bakan bu soruyu kime soruyor;
sanki karşısında bir adam varmış gibi soruyor da...
BAŞKAN – Efendim, dış ülkelere soruyor; yani, Suriye’ye, İran’a diyor
ki “biz İsrail ile isteyerek anlaşma yapmıyoruz; siz, hepiniz, bize
düşman görünüyorsunuz. Siz dostsanız -hem Müslümanlıktan
bahsediyorsunuz hem din kardeşiyiz diyorsunuz hem de bizi arkadan
vuruyorsunuz- o zaman gelin, sizinle birlikte olalım da şey edelim”
(Alkışlar)
BÜLENT ATASAYAN (Kocaeli) – Yunanistan ile Suriye anlaşmasını
da söyle Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Sıddık Altay, bir sorunuzu sormuştuk. Böyle peş
peşe mükerrer soruyu, ayrı bakanlığa mı sordunuz?
M. SIDDIK ALTAY (Ağrı) – Evet.
BAŞKAN – Ayrı bakanlıksa soralım.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun Millî Savunma Bakanı tarafından
cevaplandırılmasını arz ederim.
M. Sıddık Altay
Ağrı
Doğu Anadolu Bölgemizin hava savunmasıyla ilgili olarak, Erzurum’da
Hava Radar Mevzi Komutanlığı kurulmuştur. Ancak, bu radar doğu
sınırımıza 300 kilometre uzaklıktadır. Erken ihbarın zamanında
alınabilmesi için, sabit veya mobil radar sisteminin, Ağrı İli sınırları
içinde kurulması planlanıyor mu? Planlanıyorsa, ne zaman uygulamaya
konulacak?
MİLLî SAVUNMA BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU
(Gümüşhane) – Sayın Başkan, bizim radar sistemlerimizi ve silah
sistemlerimizi açıklanmamız, en azından, beklenmiyor; ancak, şunu
söylemek isterim ki, bütün hudutlarımız, gelecek her türlü tecavüze
karşı, yeterli miktardaki uzaklıktan radar ve silah sistemleriyle
donatılmış olduğundan arkadaşlarımızın emin olmaları lazım.
Arz ederim efendim.
BAŞKAN – Teşekkür ederim. Soru cevaplandırılmıştır.
21 inci sırada Sayın Aslan Polat’ın sorusu vardır.
Sayın Aslan Polat?.. Burada.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sanayi ve Ticaret Bakanı Sayın Yalım Erez
tarafından cevaplandırılmasına delâletlerinizi, saygıyla arz ederim.
Aslan Polat
Erzurum
Kalkınmada öncelikli illerde ve bilhassa, bu illerin ilçelerinde
yapılmakta olan küçük sanayi sitelerinde;
a) Site inşaatlarının altyapılarıyla beraber bitirilmesi, bunun içinde
siteler bitmeden, altyapılarının da ihale edilmesi yönünde
çalışmalarınız var mı? Bu meyanda, bu yıl bitirilmesi planlanan
Erzurum-Merkez Metal-İş Küçük Sanayi Siteleri ile Erzurum-Oltu
Küçük Sanayi Sitelerinin altyapılarını bu yıl ihalesinin yapılması
düşünülüyor mu?
b) Erzurum-İspir Küçük Sanayi Sitesi inşaatının bu yıl, yer meselesi
halledilerek, ihalesinin yapılması düşünülüyor mu?
c) Sümerbank Genel Müdürlüğünce yapılan Erzurum-İspir Ayakkabı
Fabrikası ve Tortum Şoyak Fabrikaları önce özelleştirilmiş, sonra,
çalıştırılamadığı için geri alınmış ve şu an, arsaları Sümerbank
Holdingte, yetkiyse Özelleştirme İdaresinde olan bu fabrikalar, atıl
halde beklemektedir. Bu fabrikalar, bu bölgelerde sanayinin gelişmesi ve
göçün önlenmesinde son derece etkili olacaklarına göre, işletilmesi için
ne gibi bir çalışma yapılmaktadır?
SANAYİ VE TİCARET BAKANI ENİS YALIM EREZ (Muğla) –
Sorulara yazılı cevap vereceğim.
BAŞKAN – Yazılı cevap vereceksiniz.
Hep Refah Partili milletvekillerinin sorularını sorduk; bir de, 37 ve 38
inci sırada, Cumhuriyet Halk Partisinden Sayın Celal Topkan’ın
soruları vardır. (RP sıralarından “Sayın Başkan, soru sorma süresi
tamamlandı” sesleri)
Efendim, rica ediyorum, olur mu?..
Bakın, biz geçmiş dönemde de böyle yaptık, partilere bir adalet
sağlayacağız. (DYP, ANAP, DSP ve CHP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar; RP sıralarından gürültüler) Olmaz efendim, bu takdir bizim.
(DYP, ANAP, DSP ve CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Sayın Celal Topkan’ın sorularını okuyalım efendim. (ANAP ve DYP
sıralarından “Süre doldu” sesleri)
Arkadaşlar, tamam da, burada her parti soru sorma hakkına sahip
İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sayın Başkan, soruları
milletvekilleri soruyor, partiler değil. Süre doldu.
BAŞKAN – Efendim rica ediyorum... Beyler, adaletten ve haktan
bahsediyoruz; burada adaleti ve hakkı sağlayacağız.
Buyurun, okur musunuz: (ANAP ve DYP sıralarından “Süre doldu,
Sayın Başkan” sesleri)
Efendim, süre doldu; ama, takdir benim. Son soruyu okutuyorum.(ANAP
ve DYP sıralarından “Süre doldu” sesleri) Efendim, süre doldu; fazladan
bir soru okutuyorum. Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarımıza soru
sorma hakkını vermedik; bir tane soru da onlar sorusun efendim. Niye
sizi rahatsız ediyor!.. (RP sıralarından gürültüler)
Buyurun efendim.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığınca aşağıdaki sorumun
cevaplandırılmasını arz ederim.
Celal Topkan
Adıyaman
Bildiğiniz gibi, Adıyaman, GAP Projesi içerisindeki bir ildir. GAP
Projesinin hedefi gereği, bölgenin sanayi altyapısının bir an önce
yapılması gerekir. Bu amaçla, GAP Projesi sınırları içerisinde 1 ilçe
olmak üzere, 85 yerleşim yerini, 60 bin hektarlık ekilebilir toprağını bu
projeye hibe eden Adıyaman Organize Sanayi Sitesine gereken önemi
verip, bitirmeyi düşünüyor musunuz?
Pek çok il, ilçe ve hatta bazı kasabalarda dahi küçük sanayi sitesi
mevcutken, Adıyaman merkez ve ilçeleri dahil hiçbir yerleşim yerinde
küçük sanayi sitesi mevcut değildir. 1988 yılında fiilen yapımına
başlanan ve hâlâ bitirilememiş olan Adıyaman Küçük Sanayi Sitesi ile
Besni, Gölbaşı ve Kâhta küçük sanayi sitelerine gereken kaynağı ayırıp,
bu siteleri bitirme müjdesini Adıyamanlılara vermeyi düşünüyor
musunuz?
Saygılarımla.
BAŞKAN – Sayın Bakan, yazılı mı cevap vereceksiniz?
SANAYİ VE TİCARET BAKANI ENİS YALIM EREZ (Muğla) –
Efendim, Adıyaman Organize Sanayi Sitesine ve Küçük Sanayi Sitesine
gereken önem verilecektir.
BAŞKAN – Peki, teşekkür ederim.
Değerli arkadaşlar, biz, geçmişte de böyle yapıyorduk, hep bir partiden
sorular sordurmuyorduk; yani, bir denge olsun, bütün partili arkadaşlar...
Aslında, biz isterdik ki, zaman bol olsun da, hepinize soru sorduralım.
Şimdi, sırasıyla, yedinci turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi
hususunu ve bölümlerini ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım.
Millî Savunma Bakanlığı Bütçesinin bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümlerini okutuyorum:
H) MİLLÎ SAVUNMA BAKANLIĞI
1. – Millî Savunma Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
A – CETVELİ
Program
Kodu Açıklama Lira
101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 38 702 476
000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
102 Millî Savunma Hizmetleri 286 669 324 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
TOPLAM 325 371 800 000 000

BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Millî Savunma Bakanlığı 1996 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir. Bakanlık mensuplarına, memleketimize ve milletimize
hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. (“Bravo” sesleri, alkışlar)
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçesinin bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
I) SANAYİ VE TİCARET BAKANLIĞI
1. – Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
A – CETVELİ
Program
Kodu Açıklama Lira
101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 260 262 000
000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
111 Sanayi Hizmetleri 4 086 250 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
112 İç Ticaret-Teşkilatlandırma, Tüketicinin ve Rekabetin
Korunması Hizmetleri 111 491 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
113 Merkez Dışı Hizmetleri 508 497 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 565
005 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
999 Dış Proje Kredileri 494 000 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
TOPLAM 6 025 505 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1996 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir. Bakanlık mensuplarına, ülkeye, milletimize hayırlı ve uğurlu
olmasını diliyorum. Başarılar diliyoruz Sayın Bakanlarımıza.
(Alkışlar)
İ) İÇİŞLERİ BAKANLIĞI
1. – İçişleri Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
a) Emniyet Genel Müdürlüğü
1. – Emniyet Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Bütçesi
b) Jandarma Genel Komutanlığı
1. – Jandarma Genel Komutanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
c) Sahil Güvenlik Komutanlığı
1. – Sahil Güvenlik Komutanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
J) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI
1. – Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, çalışmalarımıza devam ediyoruz.
Sekizinci turda, İçişleri Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı bütçeleri müzakere edilecektir.
Komisyon ve Hükümet yerlerini aldılar.
Sekizinci turda söz alan gruplar ve kişileri okuyorum:
Refah Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili Hanifi Demirkol, Kars
Milletvekili Zeki Karabayır; ANAP Grubu adına Aksaray Milletvekili
Sayın Sadi Somuncuoğlu, Balıkesir Milletvekili Sayın Hüsnü
Sıvalıoğlu; Doğru Yol Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın
Hayri Kozakçıoğlu, Trabzon Milletvekili Sayın Yusuf Bahadır;
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Sabri
Ergül, İzmir Milletvekili Sayın Aydın Güven Gürkan; Demokratik Sol
Parti Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Erdoğan Toprak,
Balıkesir Milletvekili Sayın Güven Karahan .
Şahıslar adına: Lehinde, Ordu Milletvekili Hüseyin Olgun Akın
vazgeçmiştir; aleyhinde, Rize Milletvekili Sayın Şevki Yılmaz,
İstanbul Milletvekili Sayın Mustafa Baş .
Biliyorsunuz, konuşma süreleri, gruplar adına 20’şer dakika, şahısları
adına 10’ar dakikadır.
Şimdi, Refah Partisi Grubu adına, Sayın Hanifi Demirkol; buyurun
efendim. (RP sıralarından alkışlar)
Sayın Demirkol, siz, süreyi eşit olarak mı böldünüz efendim?
HANİFİ DEMİRKOL (Eskişehir) – Evet efendim.
BAŞKAN – Peki, o zaman, süreniz 10 dakika.
Buyurun efendim.
RP GRUBU ADINA HANİFİ DEMİRKOL (Eskişehir) – Sayın
Başkan, değerli milletvekilleri; İçişleri Bakanlığı bütçesi hakkında,
Refah Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım
adına hepinizi saygıyla selamlarım.
Bu vesileyle, güvenlik güçlerimizden, öğretmenlerimizden, kamu
görevlilerinden ve vatandaşlarımızdan, terör nedeniyle şehit olanları
rahmetle, gazilerimizi saygıyla anarım.
Bilindiği gibi, İçişleri Bakanlığımız, ifa ettiği görevler bakımından
önemli bakanlıklarımızdan biridir. Devletin en önemli görevlerinden
biri olan emniyet ve asayiş hizmetleriyle, vatandaşın her türlü güvenliği,
bu bakanlığımız tarafından yerine getirilmektedir. Diğer taraftan,
bakanlık, idarenin önemli bir bölümüdür, hatta taşra idaresinin tamamı
denilebilir.
Zaman ölçüsü içerisinde Bakanlığımızın göreviyle ilgili birkaç konuda
düşüncelerimi arz etmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, yıllardır mücadele verildiği halde, terör olayı
hâlâ ülke gündeminin birinci sırasını teşkil etmektedir. Bu konuda arzu
edilen başarının elde edilememesinin önemli nedenlerinden biri, terör
örgütünün gücü, maksadı ve bu maksadı gerçekleştirmek için
uygulamaya koyduğu politikanın iyi teşhis ve tespit edilememesidir.
Tespit iyi yapılamayınca, alınan tedbirler ve verilen mücadele de eksik
olmaktadır. Bu konuda birinci yanlışımız, geçmişte, örgütün gücü
hakkında olmuştur; binlerce militanı eğiterek ülkemize gönderdiği
halde, yetkililer, yeterli bilgi sahibi olmadıklarından, her eylemden sonra
“örgütün son çırpınışı” diye beyanda bulunmuşlardır. Örgütün,
maksadını gerçekleştirmek için uygulamaya koyduğu silahlı eylemle
birlikte, yürüttüğü eğitim, ekonomik ve sosyal politikaları da vardır;
bunlara karşı politika oluşturularak mücadele verilmemiştir. Bu konuda
verdiğimiz tek mücadele silahlı mücadele olmuştur. Ancak, o da, bazı
konularda eksik gerçekleştirilmiştir. Bilindiği gibi, militanlar, dışarıda
eğitilip sınırdan girdikleri halde, sınır güvenliği, bugüne kadar, tam
sağlanamamıştır. Bunun kusuru, hudutta görev yapan güvenlik
görevlilerimizin değil, bu konuda gerekli tedbirleri almak üzere,
hükümetlerin gerekli kaynağı ayırmamasıdır.
Örgütün çok önem verdiği temel politikası, bölgede yaşayan
vatandaşlarımızı maddî ve manevî yönden zayıf düşürmektir; bunun
için, eğitim politikası ve ekonomi politikası oluşturmuştur. Eğitim
politikasının maksadı, millî eğitimi yaptırmamaktır; yüzlerce
öğretmeni şehit etmesinin ve okulları yakmasının sebebi budur.
Esasında, örgüt, bu politikasını uygulamaya, 1980’den önce
başlamıştır. O zaman, buralarda görev yapan öğretmenlerden, kendisi
için zararlı gördüklerine karşı, sindirme ve kaçırma politikası
uygulamış ve bunda da başarılı olmuştur. Buna karşı, yetkililer, bunun
farkında olmadan, öğretmen konusunda da, buraları sürgün yeri olarak
değerlendirerek, ne kadar soruşturmalı ve bölücü öğretmen varsa, bu
konuda takipli öğretmen varsa, buraya göndermiş ve ortam böyle
hazırlanmıştır.
Bölücü terör örgütünün neden bu politikayı uyguladığını sorarsanız,
cevabı şudur: Eğitilmemiş insanları daha kolay kandırıyor ve kendi
yöntemiyle eğitiyor. Bakanlığımızın yaptığı bir araştırmaya göre,
Marksist-Leninist teröristlerin yüzde 61’i lise ve üniversite mezunu
olduğu halde, bölücü terör örgütünde bu oran yüzde 10’dur.
Bugün, bölgede, binlerce okul kapalıdır. Yetkililerden öğrendiğime
göre, şu anda, Muş’ta, 199 okul açık, 225 okul kapalı; Hakkâri’de 59
okul açık, 221 okul kapalı; Diyarbakır’da 230 ve Mardin’de 367 okul
kapalı bulunmaktadır. Bölücü terör örgütünün bu politikasına karşı,
devletimizin etkin bir eğitim politikası uyguladığını söylemek mümkün
değildir. Bu sonuç, örgütün istediği sonuçtur; bu sonuç, hükümetler için
bir ağır kusurdur.
Örgütün uyguladığı ekonomi politikasının maksadı da,
vatandaşlarımızı, ekonomik yönden zayıf düşürmektir; bunun için
hizmete mâni olmak istemekte, yakıp yıkmakta ve göçe zorlamaktadır;
bunda da muvaffak olmuştur. Buna karşı, devletin hazırlanmış bir
ekonomi politikası, programı ve uygulaması bulunmamaktadır. Bundan
önceki Hükümet döneminde, Sayın Başbakan, birsürü vaatlerde
bulunmuş, paket açmış; ancak, bunların hiçbiri uygulamaya
geçirilmemiştir. Doğu Anadolu Kalkınma Projesi, 1993 yılından beri
bekletilmektedir.
Terörden zarar gören vatandaşlarımızın zararının tazmin edilmesi ve
zarar gören köylerin Afet Kanunu kapsamına alınması konusunda
Grubumuzun verdiği 2 kanun teklifi de komisyonlarda bekletilmektedir.
Bu konuda, bundan önceki Hükümetin tek müspet icraatı olmuş, onu da
sonradan yanlış uygulamıştır. Başbakanlığın 1984 gün ve (...) sayılı
genelgesiyle, terörist faaliyetlerin yol açtığı sıkıntıları gidermek
maksadıyla, Acil Destekleme Fonu oluşturulmuştur; ancak, bu fon,
maksadı dışında kullanılmıştır. Toplanan kaynaktan büyük bir kısmı
bölge dışındaki illere ve iktidara mensup belediye başkanlarına
gönderilerek seçime yönelik hizmetlerde kullanılmıştır. Örneğin, bu
fonda, 1995 yılında 3 trilyon liraya yakın para toplandığı halde, Muş
İline 17 milyar lira, koca Diyarbakır’a, göç alan Diyarbakır’a 60 milyar
lira gönderilmiş; buna rağmen, bölge dışında, terörle uzaktan yakından
alakası olmayan Ege’de küçük bir ile daha fazla para gönderilmiştir.
Terör örgütünün bir yayın politikası vardır; MED TV denilen kanalla ve
başka yollarla propaganda çalışması yapmaktadır. Buna karşılık da
etkili bir politikamız olmamıştır.
BAŞKAN – Efendim, 1 dakikanız var.
HANİFİ DEMİRKOL (Devamla) – Değerli milletvekilleri, örgütün bu
politikaları iyi tespit edilerek buna göre mücadele verilmelidir.
Herşeyden önce, silahlı mücadele verilirken, bölgede yaşayan vatandaş
potansiyel suçlu olarak görülmemeli ve kazanılmalıdır. Kandırılmış
küçük bir azınlık dışında, bölgede yaşayan bütün vatandaşlarımız,
ülkenin ve devletin birliğinden yanadır; geçmişte olduğu gibi bugün de,
ülkesi için mücadele verme heyecanını yüreğinde taşımaktadır.
Doğu ve güneydoğu bölgelerimizi ekonomik ve sosyal yönden diğer
bölgelerle bütünleştirici ve farklılığı ortadan kaldırıcı programlar
uygulanmalıdır. Terör örgütü bu çalışmaları istememekte; ancak,
bölgenin farklılığı ve geri kalmışlığı da istismar edilmektedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Demirkol, 1 dakikalık zaman veriyorum; lütfen
konuşmanızı bitirin efendim, uygulama öyle.
HANİFİ DEMİRKOL (Devamla) – Değerli milletvekilleri, bugün,
terörün bu noktaya gelmesinde Kuzey Irak’taki otorite boşluğu, Çekiç
Güç ve Irak’a uygulanan ambargonun çok büyük etkisi olduğunu
sokaktaki vatandaşımız bile bilmektedir. Bu nedenle, bu sorunlar
çözülmelidir.
Ben, bütçemizin ülkemize hayırlı olmasını diliyor, Sayın Bakanımızı
kutluyor, saygılar sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Demirkol.
Refah Partisi Grubu adına ikinci konuşma, Kars Milletvekili Sayın Zeki
Karabayır tarafından yapılacaktır.
ALİ OĞUZ (İstanbul) – Ben konuşacağım Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın Oğuz, hazır kuvvet olarak zatı âliniz geliyorsunuz...
Geçmişte çok güzel konuşmalarınızı dinlemiştik; buyurun efendim.
(RP sıralarından alkışlar)
RP GRUBU ADINA ALİ OĞUZ (İstanbul) – Sayın Başkanım, değerli
arkadaşlarım; Yüce Meclisinizi, Grubum ve şahsım adına, hürmetle ve
muhabbetle selamlıyorum. Bu bütçemizin, Bakanlığımıza ve Bakanlık
çalışanlarına, işçilerimize ve işverenlerimize ve özellikle memleketimiz
ve milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum.
Değerli arkadaşlarım, sosyal güvenlik denildiği zaman, ilgili
Bakanlığımızın, işçi ve işveren münasebetlerini düzenleyen, özel bir
kanunla teşkilatlanmış ve memleketimizdeki iç barışı düzenleme
hususunda en ehemmiyetli bakanlıklarımızdan biri olduğu hepimizin
malumudur; işçi ve işveren münasebetlerinde, iç barışta ve
memleketimizin huzurunda, ne kadar ehemmiyetli bir rolü olduğunu hiç
kimse inkâr edemez.
Bizim inançlarımızda, işçinin alınteri kurumadan hakkının verilmesi
hususu, Hak emridir, ilahî bir emirdir. O sebeple, neredeyse bin yıl,
memleketimizde, işçi ve işveren münasebeti hiçbir zaman bozulmamış,
bir ahenk içeriside devam etmiştir; çünkü, bizim inancımızda, işverenin,
yanında çalıştırdığı işçinin hakkını kâmil manada vermesi,
yediğinden yedirmesi, giydiğinden giydirmesi, hatta, yattığı yerde
yatırması hususunda ilahî emir vardır. Bu, yüzlerce yıl, binlerce yıl hep
böyle devam etmiş, hiçbir surette iç barış bozulmamış, işçi ve işveren
birbirine hiç düşman olmamış ve memleketin üretimi ve hizmetleri
ahenkli bir şekilde devam ettirilmiştir; fakat, dış ülkelerden hukuk
almaya başladığımız andan itibaren işçi ve işveren birbirinin düşmanı
olmuş, kardeşlik yerine düşmanlık hâkim olmuş, grevler, lokavtlar gibi
mevzuatları tam ve kâmil manada tatbik edemememizin neticesi olarak
tam bir çatışma havası ortaya çıkmıştır. Bugün, eğer, işçimiz ve
memurumuz sokaklara dökülüyorsa, Sosyal Sigortalar Kurumu
hastanelerine giden işçimiz tedavisini yaptıramıyorsa; hatta, ay başı
geldiği zaman, emekli, aylığını alamamanın endişesi, telaşı ve
huzursuzluğu içerisindeyse, memlekette bir iç barıştan bahsetmenin
imkânı yoktur.
Günlerden beri, sokaklarda memur yürüyüşüne şahit oluyoruz, işçi
yürüyüşüne şahit oluyoruz, huzursuzluklara şahit oluyoruz. Bunların tek
sebebi, memleketimizdeki ekonomik sıkıntıların getirdiği, yanlış
tatbikatların, yanlış idare ve uygulamaların getirdiği sıkıntılardır.
İşçimiz, hiçbir zaman memleketin huzursuzluğunu istemez; ama, her
şeyden evvel, hakkını ve çalıştığının karşılığını almak hususunda,
tabiî ki, işçimizin arzuları vardır; onu yerine getirmek hususunda bir
mücadele ortaya koymak durumundadır. Biz, bu mücadelenin kardeşçe
yürütülmesinden yanayız; sureti katiyede kırmak, dökmek, mücadeleyi
bir kan gölü haline getirerek, meydanlarda sürdürerek memleketin
huzurunun bozulmasından yana değiliz; ama, gelin görün ki, tatbikatta
hep böyle devam etmektedir; çünkü, hakkını alamadığı zaman “ben
söke söke alırım” alışkanlığını tatbik etme noktasına gelmiştir.
Halbuki, ne davullu zurnalı grevlerle işyerlerinin kapatılmasını ne de
bu milletin alınteriyle, gözyaşıyla kurulmuş o fabrikaların tahrip
edilmesini, imalatını ve istihsalini durdurması noktasındaki gayretlerini
tasvip etmek mümkün; ama, dışarıdaki örnekleri almışız ve diyoruz ki,
ille bu işler böyle halledilir... Biz diyoruz ki, hayır, bu işler böyle
halledilmez, bu işler kardeşçe halledilir. Çünkü, işçi ve işveren
birbirinin kardeşidir; kardeş kardeşi tahrip etmez ve memleketin millî
gelirine müessir olan müesseselerin, fabrikaların; işverenlerin kurmuş
olduğu, emek, gözyaşı ve tasarrufların neticesi olan o fabrikaların o hale
getirilmesini tasvip etmek mümkün değil; ama, gelin görün ki, bu tatbikat
böyle devam ediyor. Biz, ümit ediyoruz ki, inşallah, bizim iktidarımızda
sokaklara işçiler dökülmeyecek; memurlar dökülmeyecek (RP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) ve onları yokluğa mahkûm
etmemek hususunda prensip kararlarımız vardır; ama, bugüne kadar
bunu memleketimizde görme imkânı olmamıştır.
İşçi, bugün, hakikaten sıkıntıdadır, memur sıkıntıdadır; aldığı
ücretle ancak ev kirasını verebilme noktasındadır, evladının ayağına
bir pabuç alamamaktadır; hergün, sofrasından, enflasyon, ya bir dilim
ekmeği yahut da bir tas çorbayı almaktadır. Verdiğimiz zam ise, yüzde
20’ler, yüzde 25’ler mertebesindedir; hep onunla iftihar ederiz; ama,
enflasyonlar yüzde 50’ler, yüzde 100’ler, yüzde 150’ler, hatta yüzde
200’ler noktasına ulaşmıştır. Faizin yüzde 250 olduğu ve devlet
repolarının, hatta devletin himayesindeki faizin, devlet bonolarına
verilen faizin yüzde 245 olduğu, bir gecelik faizin yüzde 1 000 olduğu
memlekette, işçinin hakkının verildiğini ifade etmek, sadece abesle
iştigaldir, başka bir manaya gelmez. (RP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar) Onun için, biz diyoruz ki, memleketi açlığa mahkûm eden bu
politikadan vazgeçmeniz lazım; çünkü, yeni istihdam imkânları
meydana getirecek müesseseleri açamıyorsunuz ve memleket bu yüzden
sıkıntılar çekiyor. Yetmiş yıllık alınteri, gözyaşıyla kurulmuş
fabrikaları da, haraç mezat, özelleştirme namı altında satıyorsunuz ve
peşkeş çekiyorsunuz. Bunun devamına imkân yoktur... Bu sizi
batıracaktır ve batırmıştır da... (RP sıralarından alkışlar) Memleket,
artık ümidini kesti sizden; çünkü, işçi diyor ki “benim hakkımı bunlar
veremez, onun için sokağa dökülüyorum; çoluk çocuğumun hakkını
veremiyorlar.” özelleştirilen müesselerden çıkanlar kapılarının önünde
ağlaşıyorlar. Siz, hâlâ diyorsunuz ki “özelleştirdiğimiz müesseselerdeki
işçilerimizi koruyoruz, başka yerlere naklediyoruz.” Buna kimse
inanmıyor.
Değerli kardeşlerim, eğer böyle olsaydı, bugün, resmî rakamlara göre 12
milyon; ama, herkesin bildiği bir gerçek var ki, 10 milyonu açık işsiz, 10
milyonu da gizli işsiz olmak üzere, memlekette 20 milyon iş bekleyen
insan var. Akşam evine bir ekmek parasını götürememenin ıstırabını
çeken, gözyaşı döken insanlar var. (RP sıralarından “Bravo sesleri,
alkışlar) Siz, lüks otomobillere, lüks harcamalara devamlı olarak
memleketin imkânlarını sarf ediyorsunuz ve lüks üzerine lüksü devam
ettiriyorsunuz; ama, öbür tarafta, işsizin, yoksulun halinden hiç haberdar
değilsiniz; yavaş yavaş tabanınız kayıyor; bir gün bakacaksınız ki,
sizin elinizden tutan kimse kalmamış.
Hastanelerde sürünenlerin halini hepimiz biliyoruz. SSK’ya kimse
gitmiyor. Aç kalayım, yoksul kalayım, öleyim; gitmeyeyim oraya diyor;
gidiyor; kovuluyor, azarlanıyor. Sayın Bakanım bunları benden iyi bilir.
İlacını almak için saatlerce kuyrukta bekliyor; ama, onun derdine deva
olacak hiçbir tedbir yok.
Yabancı ülkelere giden işçilerimiz, haklarını bekliyorlar. Onlara da bir
şey veremiyorsunuz. Onlar da diyorlar ki, bu kadar sıkıntılarımız var.
Gerek resmî seyahatlerimizde gerekse konferans veya ziyaret maksadıyla
yabancı ülkelere gittiğimiz zaman, dertlerini döküyorlar “biz,
memleketimizde bu imkânlara kavuşsak daha güzel değil mi” diyorlar.
Çünkü, insanın saadetinin alameti üçtür. Bizim inancımız bunu böyle
tarif eder. Rahat bir evi, memleketinde işi, saliha bir hanımı; böyle tarif
edilir saadet. Aç kaldığı için memleketi terk etmiş; ekmek parasına yad
ellere gitmiş; oralarda, kovulmuş, sövülmüş, hakaret görmüş; ama, ne
yapsın ki, ekmek parası... Oradan gelme imkânı yok; ama, yine de Türk
işçisini tebrik ediyoruz; gayret etti, çalıştı; bugün, orada, hiç olmazsa,
35 bin kardeşimiz işçi durumundan patron noktasına geldi, iş sahibi
oldu, müessese kurdu. Kendi gayretleriyle oldu, sizin sahip çıkmanızla
değil. Siz, maalesef, onların haklarını da takip edemediniz. (RP
sıralarından alkışlar) Bazı yerlerde çok hakaretler gördüler, çok
ıstıraplar çektiler. Gelin şu...
BAŞKAN – Sayın Oğuz, 1 dakikanız var efendim.
ALİ OĞUZ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Bugün, Bağ-Kur’un hali yürekler acısı. Öyle bir yürekler acısı ki, bir
zaman geldi, Bağ-Kur’lular artık primlerini ödeyemez hale geldiler.
Onları hapishanelere tıkma noktasına getirdik; prim ödeyemeyince
mahkemelere sevk ettik; mahkûmiyetler aldılar. Hapishaneler, onları
istiap edemez hale geldi ve bir noktada, onları aldık, hapishanelerde
kuyruğa koyduk ki, infaz edilsin diye; çünkü, primini ödeyemiyor.
Halbuki, siz, onu, o kadar cazip, o kadar güzel hale getirecektiniz ki, o, o
primlerini seve seve verecekti. Birkısmı ödedi, onları tebrik etme
noktasında oldunuz, sonra bir kısmı ödemedi, onları affederek en büyük
adaletsizliği yaptınız. Adam “yahu, biz enayi miyiz Allahaşkına,
bundan sonra ben de ödemem, nasıl olsa bir af çıkıyor” dedi.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Oğuz, lütfen son cümlenizi söyler misiniz efendim.
ALİ OĞUZ (Devamla) – Onun için, gelin, bu işçi haklarını ve Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızın Teşkilat Kanununda tadat edilen
hizmetleri, kâmil manada yapın, yerine getirin, işçimiz de size dua etsin.
Emekli Sandığının durumunu düzeltin. “SSK bu sene 200 trilyon zarar
edecek” diyor Sayın Bakanım geçen gün “...ve önümüzdeki sene, bu,
600 trilyona çıkacak, daha da büyüyecek” diyor. Bu, kimsenin kabahati
değil, sizin yanlış tatbikatlarınızın kabahati. Sayın Bakanım “efendim,
ben yeni bakan oldum, bu benden evvelkilerin icraatı” diyecek. Sizden
evvelkilerde sizin ortaklarınız... Sizin birbirinizden farkınız da yok...
Yok birbirinizden farkınız... (RP sıralarından alkışlar)
ALİ COŞKUN (İstanbul) – Yok birbirimizden farkımız; ama, biz
Anavatanlıyız...
ALİ OĞUZ (Devamla) – Hepiniz aynı hataları yapıyorsunuz. Gelin, bu
işleri düzeltin, memleketin sağlık, saadet ve refahı için lazım gelen
tedbirleri alın; işçimizin hayır duasını alın. Yoksa, onları, hastane
kapılarında, muayene için, ilaç için süründürürseniz, onlar da, devamlı
olarak sizden ümidini keserler; siz gidersiniz, biz geliriz. Refah gelir,
zulüm biter.
Hepinizi hürmetle selamlıyorum. (RP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Oğuz.
ANAP Grubu adına, Sayın Sadi Somuncuoğlu; buyurun efendim.
(ANAP sıralarından alkışlar)
Sayın Somuncuoğlu, siz de arkadaşınızla süreyi eşit mi paylaştınız
efendim?
SADİ SOMUNCUOĞLU (Aksaray) – Evet.
BAŞKAN – O zaman, süreniz 10 dakika.
Buyurun efendim.
ANAP GRUBU ADINA SADİ SOMUNCUOĞLU (Aksaray) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Anavatan Partisinin, İçişleri Bakanlığı
bütçesi hakkındaki görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızdayım;
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sözlerime başlarken, devletimizin, vatanımızın ve milletimizin
mukaddes bütünlüğü için canını feda eden aziz şehitlerimize Allah’tan
rahmet, yaralılara şifalar diliyorum, gazilerimize minnetlerimi
sunuyorum. Görevi başında bulunan güvenlik görevlilerimize, diğer
bütün görevlilere, Yüce Meclisin kürsüsünden, saygılarımı ve samimî
başarı dileklerimi bildiriyorum. Bizim, burada, vatandaşlarımızın
ülkenin her yerinde rahatlıkla görevlerini yapmalarını sağlayan bu
kahramanlarla bir yürek gibi beraber olduğumuzu ifade etmek istiyorum.
Değerli milletvekilleri, bildiğiniz gibi, İçişleri Bakanlığı, devletimizin
ana iskeletini oluşturan büyük bir kuruluşumuzdur. Bu Bakanlığımıza,
her yıl, ortalama, bütçenin yüzde 6’sı kadar pay ayrılırken, bu yıl, bu
miktarın biraz daha düşürüldüğünü üzülerek görüyoruz. Bunu,
devletimizin malî sıkıntılarıyla izah etmekten başka da çaremiz yoktur.
İçişleri Bakanlığı, kendisine verilen bu bütçeyle, Bakanlık, Emniyet
Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik
Komutanlığı olarak, ülkemizin karşısında bulunan ağır meselelerin
halline çalışacaktır; bölücü terörle uğraşacak, devletimizin yeniden
yapılanması için gerekli çalışmaları yürütecek, trafik canavarı adını
alan trafiğin düzene sokulmasına uğraşacak, çocuklarımızı zehirleyen
her türlü kötülüklerle, özellikle uyuşturucu felaketiyle, yeraltı
dünyasıyla, kaçakçılıkla mücadele edecek, nüfus ve vatandaşlık
işlerini, merkezî nüfus idaresi sistemini kurarak, süratli, etkili ve verimli
bir yapıya kavuşturmak için gayret sarf edecek, borç batağına gömülmüş
bulunan belediyeler ile diğer mahallî idarelerin meselelerine çözümler
arayacak, kamu düzeninin sağlıklı hale getirilmesi ve
vatandaşlarımızın güvenlik içinde, her türlü endişeden uzak bir ortamda
yaşayabilmesi için gerekli tedbirleri arayacaktır.
Değerli milletvekilleri, önemli gördüğümüz ve başlıklar halinde ifade
etmeye çalıştığımız bu hizmetlerle ilgili söylenmesi gereken çok söz
vardır; ancak, zaman son derece kısıtlı. Bu bakımdan, bazı
hatırlatmalar yapmakla yetineceğim.
Devletin yeniden yapılandırılması çok önemli bir konudur. Hevesle ve
aceleyle ortaya çıkarılacak birtakım görüşlerin uygulamasına geçilecek
olursa, korkarız ki, idare büyük bir kargaşaya sürüklenebilir. Bunun için,
köylerden, kasabalardan, ilçe ve illerden alınacak tespit ve görüşler esas
alınarak, merkezde çalışma grupları oluşturulmalı, üniversite ve ilgili
kuruluşların görüşlerine müracaat edilerek, bir metin ortaya çıkarılmalı
ve sonra da, elde edilen bu görüşler kamuoyunda tartışılmalıdır; ortaya
çıkacak sonuçlar, önce pilot uygulamalarla denenmeli, ıslah edilerek,
ülkeye teşmil cihetine gidilmelidir.
Değerli milletvekilleri, trafik meselelerini değerlendirirken, sorumluluğu
sürücülere yükleme rahatlığına düşülmemeli, gelişmiş ülkelerde olduğu
gibi, trafiğin tanziminde başlıbaşına rol oynayan yol çizgileri, bizim
ülkemizde de hayata geçirilmelidir. Aynı şekilde, fizikî şartların
başında yer alan arızalı ve bozuk yollar konusunda duyarlı olmalıyız,
gerekli ıslah çalışmalarını süratle gerçekleştirecek bir mekanizma
kurmalıyız. Bu arada, etkili, ısrarlı ve sürekli bir denetim olmadan,
trafik düzeninden bahsedemeyeceğimizi de unutmamalıyız.
Değerli milletvekilleri, belediyeleri borç batağından kurtarmak için,
belediye sınırları içinde bulunan ve çoğu zaman da sorumsuz kişilerin
yağmaladığı hazine arazi ve arsalarının rayiç bedelle satılarak, elde
edilecek gelirin ilgili belediyelere verilmesi konusu ciddiyetle
incelenmelidir. Şayet böyle bir çözüme gidilebilirse, belediyelerimiz,
sonucu nereye varacağı belli olmayan borç yükünden kurtulmakla
kalmayacak, aynı zamanda, görevlerini dinamik olarak yapacak bir
konuma gelecekler, uzun süre, merkezde kaynak aramaktan
kurtulacaklardır.
Değerli milletvekilleri, bu kısa hatırlatmadan sonra, sözü, bölücü terör
üzerine getirmek istiyorum. Bugün, takdirle karşılamak gerekir ki,
devletimiz, bölücü terörü sunî olarak etnik temele oturtma oyunlarını
önemli ölçüde bozmuştur; ama, terörün dayandığı Marksist, komünist
ideolojiyle, terörü, Türkiye’ye ve Ortadoğu’ya yönelik çok yönlü
politikaların aleti olarak kullanan devletlerin durumlarıyla ilgili olarak
etkili çalışmalar yapılamamış, kamuoyu, bu konularla ilgili olarak
yeterince aydınlatılamamıştır. Aksine, bazı çevrelerde, bölücü terörün
dış boyutu küçümsenmeye çalışılmış, biz içeridekini halledelim,
dışarıya sıra gelsin gibi yanlış görüşler ortaya atılmıştır.
Bütün dünyada bilinen bir gerçek vardır; o da, bir yerde bölücü terör
varsa, onun arkasında mutlaka dış kaynak vardır. Esasen, dış kaynak
olmadan, terör, ya başlayamaz yahut da uzun süremez. Bu sebeple,
meseleyi bütünüyle ele almak gerekir. Bölücü terör, şehirlerden
kovulmuş, kırsala sıkıştırılmıştır; ama, bu güzel gelişmeye karşılık,
PKK, Batılı devletlerin ve kuruluşların gündemine alınmış, böylece,
mesele, devletlerarası zemine kaydırılmıştır. Komşularımızın
tamamı, bölücü teröre topraklarını açmış; Suriye ve Yunanistan gibi
devletlerse, insanlık suçu sayılan terörizmi, açıktan destekler duruma
gelmiştir.
Değerli milletvekilleri, dünyada bir benzeri görülmeyecek açık
düşmanlıkla karşı karşıyayız. Nasıl bir siyaset güttük ki, bütün
komşularımız, vatanımızın bölünmesi için açıktan uğraşabiliyorlar. O
halde, dış politikamızı yeniden masaya yatırmalıyız. Birinci Dünya
Harbinden ve Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasından sonra, ülkeler,
kendi iç meseleleriyle uğraştı. İstiklal Harbini canıyla, dişiyle
kazanmış Türkiye’ye kimse yan bakamıyordu. Daha sonra, NATO’nun
güvenlik şemsiyesi altına girdik; bizim yorulmamıza gerek kalmadığı
düşüncesiyle, güvenliğimizi bu kuruluşa, âdeta, emanet ettik. NATO’lu
yıllarda, Suriye’nin silahlı gerilla yetiştirip ülkemize göndermesi hariç
tutulursa, güvenliğimizi ve toprak bütünlüğümüzü tehdit eden bir
durumla karşılaşmadık; ama, şimdi, dünyadaki dengeler bozulunca,
kendi güvenliğimizi kendimiz sağlamakla karşı karşıya kaldık; kaldık
ama, gerekli politikaları halen geliştiremedik. Dış politikada, sadece
beyanat vermekle, iyi temennilerde bulunmakla, barış istemekle hiçbir
netice alınamayacağına göre, her politikanın bir yaptırım gücüne de
dayanması gerekir. Topraklarımızı parçalamaya matuf saldırıları
caydıracak, Suriye’yi, otuz yıldır sürdürdüğü terörist ihracından
vazgeçirecek araçlarımız ve imkânlarımız nelerdir; işte, meselenin
esası buradadır. O halde, bölücü terörün dış kaynaklarının kurutulması
için, ilgili ülkelerin menfaatlarına halel getirecek araçları, metotları
bulup, vakit geçirmeden uygulamaya koymalıyız.
Değerli milletvekilleri...
BAŞKAN – 1 dakikanız var efendim; ona göre ayarlayın...
SADİ SOMUNCUOĞLU (Devamla) – Eyvah!..
Bu konuda, bugüne kadar üzerinde durulmayan, psikolojik ve sosyolojik
ağırlıklı bazı tespitleri de huzurunuzda ifade etmek isterdim; ancak,
zamanımın bittiği ikazını aldım. Bilmiyorum, arkadaşımızdan bir iki
dakika alabilir miyiz...
BAŞKAN – Buyurun siz devam edin.
SADİ SOMUNCUOĞLU (Devamla) – Değerli milletvekilleri, Çekiç
Güç, bugün, ulaştığı muhteva itibariyle, ülkemizin bütünlüğü ve
güvenliğimiz açısından ciddî endişelerin kaynağı olmuştur. Bu
bakımdan, Çekiç Güç meselesi ihmale bırakılmadan, Türkiye’yi birinci
derecede ilgilendirmesi sebebiyle, Türkiye’nin şartlarına uygun bir
çözüme süratle ulaştırılmalıdır.
İnsan hakları gibi kutsal bir kavram, sömürgecilerin ve bölücü terörün
istismarına konu olmaktan çıkarılmak maksadıyla, her türlü dış tesir
bir tarafa bırakılarak, engin kültürümüz ve yüksek inançlarımız gereği,
millî ölçülerimizle değerlendirilmeli ve geliştirilmelidir. Batılı güçlerin,
ülkemizde olduğu gibi, Bosna- Hersek’te, Çeçenistan’da, Azerbaycan’da,
Batı Trakya’da, Kıbrıs’ta ve Türkmeneli’nde (Kuzey Irak’ta) insan
haklarından ne anladıklarını çok iyi gördük. İnsan hakları meselesi,
başkalarına göre ve başkalarıyla birlikte değil, kendimizce
geliştirilmelidir.
Bölücü terörle mücadelede, tavizin tedbir olamayacağı iyi bilinmelidir.
PKK, nihaî hedefine girebilmek için, uğramak zorunda olduğu ara
istasyonları tespit etmiştir. Uzlaşma ve çözüm adına zaman zaman
ortaya öylesine görüşler atılmıştır ki, kanlı örgütün önceden tespit ettiği
ara istasyonlara uğramasını teminden başka bir sonuç vermeyecek
nitelikte beyanlarda bulunulmaktadır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Efendim, lütfen son cümlelerinizi söyleyin; size ek 1 dakika
daha süre verdim.
SADİ SOMUNCUOĞLU (Devamla) – Arkadaşımın kullanacağı
süreden alacağım.
BAŞKAN – Peki, size, biraz daha müsamaha gösterelim!..
SADİ SOMUNCUOĞLU (Devamla) – Teşekkür ederim.
Onun için, milletimizin fertleri, bölgeleri ve zümreleri arasında farklılık
yaratacak, ayrıcalık meydana getirecek her türlü görüş yanlıştır,
zararlıdır.
Sosyolojinin temel kuralı gereği, bir toplumun fertleri, grupları ve
bölgeler arasındaki iktisadî, siyasî, sosyal ve kültürel farklılıklar ne
kadar fazlaysa o toplumda huzursuzluk, sürtüşme ve çatışma da o kadar
fazla olacaktır; bu farklılıklar ne kadar aza indirilirse huzur, güvenlik,
istikrar ve bütünlük de o kadar çok olacaktır. Hiçbir zaman unutmayalım
ki, 60 milyon nüfusu bulunan Anadoludaki Türk Milleti, bir ailedir; tarih
boyunca da böyleydi. Türk Milleti veya Türk kavramını ırkla
özdeşleştirerek, onu bir milletin ve o millete ait muhtevanın adı
olmaktan çıkarmaya, böylece varlığımızı zayıflatarak, bütünlüğümüzü
bozmaya matuf çalışmalar vardır. Konuyu derinliğine düşünmeden
beyanlarda bulunulmaktadır. Bize “Türkler” diye hitap edenler, bir
muhtevanın adını söylemektedirler. O muhtevada, birbiriyle ahenkli bir
bütünlüğü, bir sosyolojik olguyu ifade eden tarihî, kültürel, sosyal ve
manevî değerler vardır. Bu değerleri, bir sabah erken kalktığımızda, biz
istedik diye kazanmadık, başkaları istemiyor diye de ortadan
kaldıramayız. Bizi, Türk Milleti yapan bu değerler, bilemediğimiz kadar
eski asırlardan beri sürüp gelen müşterek tarihimizden, müşterek
vatanımızdan, devletimizden, müşterek kültürümüzden, dinimizden,
dilimizden; müşterek sanatımızdan, musikimizden, edebiyatımızdan,
şiirimizden, mimarimizden, müşterek halımızdan, kilimimizden,
düğünümüzden, derneğimizden kaynaklanıyor. Onun için...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Efendim, süreniz bitti, lütfen...
SADİ SOMUNCUOĞLU (Devamla) – Arkadaşımdan zaman aldım.
BAŞKAN – Aslında size biraz müsamaha da gösterdim ama, buyurun; 1
dakika daha süre veriyorum.
SAMİ SOMUNCUOĞLU (Devamla) – ... Hiç kimse “ırk = millet”
diyemez; ama, herkes, yukarıda sayılan “müşterek değerler = millet”
der.
Özetle ifade etmek isterim ki, boy ve soy adımız ne olursa olsun,
hepimiz bu milletin evladıyız. Mahallî özelliklerimiz, millî kimliğimizin
ve özelliğimizin önüne ve üstüne çıkarılamaz. Mahallî değerler, millî
kültürümüzü besleyen kaynaklardır. Kimlik tartışmaları da, bu
sosyolojik olgu içinde görülmelidir.
Değerli milletvekilleri, bölücü terörle mücadele, millî bir mesele haline
gelmiştir; çünkü, şehidi olmayan köyümüz, kasabamız ve ilimiz
kalmamıştır. Millete mal olan bir mesele ise, mutlaka sonuca
ulaşacaktır ve Türk Milleti, insanlık alemindeki şerefli yerini alıp,
insanlığa da katkısını yapmak üzere, yoluna devam edecektir. O halde,
geleceğimize emin olarak bakabiliriz ve bakmamız gerekir.
Değerli milletvekilleri, İçişleri Bakanlığı bütçesinin, Bakanlık
mensuplarına, bu yolda hizmeti geçenlere ve büyük Türk Milletine
hayırlı olmasını Cenabı Hak’tan niyaz ediyorum, saygılar sunuyorum.
(ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Somuncuoğlu.
Anavatan Partisi Grubu adına, ikinci konuşmayı yapmak üzere,
Balıkesir Milletvekili Sayın Hüsnü Sıvalıoğlu; buyurun efendim.
(ANAP sıralarından alkışlar)
ANAP GRUBU ADINA HÜSNÜ SIVALIOĞLU (Balıkesir) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
bütçesi üzerinde konuşmak üzere huzurlarınıza çıkmış bulunuyorum.
Şahsım ve Anavatan Partisi Grubu adına, hepinizi saygıyla
selamlıyorum.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, çalışma hayatını, işçi ve
işveren ilişkilerini düzenlemek, denetlemek ve sosyal güvenlik
imkânlarını sağlayıp geliştirmek, yaygınlaştırmak; yurtdışında
yaşayan işçilerimizin çalışma hayatından doğan hak ve menfaatlarını
korumak, izlemek ve geliştirmek amacıyla kurulmuş ve teşkilatlanmış
bir Bakanlıktır. Bu Bakanlık, kendi teşkilatlanması dışında, bağlı
kuruluşlar olarak İş ve İşçi Bulma Kurumu, Sosyal Sigortalar Kurumu,
Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Kurumu Genel
Müdürlükleriyle yardımlaşma sandıklarını kapsamaktadır.
Değerli milletvekilleri, işbaşında bulunan Hükümetimizin, bu süre
içerisinde ön planda tutacağı temel ilke, hoşgörü, uzlaşma, işbirliği ve
dayanışma olacaktır. Bu ilkenin, özellikle, Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığının görev alanına giren, çalışma hayatı, sosyal güvenlik ve
istihdam alanlarında titizlikle uygulanması gerektiğine inanıyoruz.
Bugün ortaya çıkan durumda, geçmişin mukayesesini yaparak bazı
suçlamalar getirmek gibi bir düşüncemiz yoktur; ancak, yıllardan beri
yapılan bazı uygulamalar, çalışma hayatına ve sosyal güvenlik
kuruluşlarına önemli ölçüde zarar vermiştir. Bu bakımdan, doğru bir
değerlendirme yaparak sorunlara çözüm getirmek durumundayız.
Geçen sürede, özellikle, çalışma hayatını düzenleyen yasalarda önemli
bir değişiklik gerçekleştirilememiştir. O dönemde, yedi ILO sözleşmesi
onaylanmış ve Yüce Meclisimizce, Anayasada bazı değişiklikler
yapılmış olmasına karşın, yasalarımızın, gerek ILO sözleşmelerine
gerekse Anayasaya uyumu sağlanamamıştır.
Kamuoyunda yoğun bir şekilde tartışıldığı üzere, sosyal güvenlik
kuruluşları, büyük bir malî darboğaza girmiş bulunmaktadır. Özellikle,
1991 yılında finansal açığı olmayan sosyal güvenlik kuruluşları,
1992’de 5,2 trilyon, 1993’te 23,4 trilyon, 1994’te 39,3 trilyon, 1995
yılında 108 trilyon lira açık vermiş ve 1996 yılında, 200 trilyon liranın
üzerinde bir açıkla karşı karşıya kalmış bulunmaktadır; bu durum,
sosyal güvenlik kuruluşlarındaki acıklı tabloyu ortaya koymaktadır.
İşte, herkesin, bu konuda ciddî bir yaklaşım içerisinde olması
gerektiğini görüyoruz.
Sosyal Sigortalar Kurumu deyince, bugün için, akla, sosyal güvenlik
alanı dışında, hemen sağlık hizmetleri gelmektedir. Bu hizmetlerden
yararlananların memnun oldukları söylenemez. Kurum sağlık
hizmetlerinin yeniden reorganizasyonu gerçekleştirilmelidir. Olay, genel
sağlık sigortası kapsamında düşünülmeli, mevcut sağlık tesisleri,
kurulacak işletmeler eliyle, daha verimli ve kaliteli hizmet veren
kuruluşlar haline getirilmeli, sigortalar, buralardan hizmet satın almalı
ve kaliteli hizmet hakkı da, sağlık hizmeti verdiği kesime
sağlanmalıdır.
Sosyal güvenlik kurumları, her ay, Hazineden önemli miktarlarda pay
aktarılarak hizmetlerini sürdürmeye çalışmaktadırlar.
Ayrıca, İş ve İşçi Bulma Kurumu da, işsizlikle mücadelede ve
istihdamın geliştirilmesinde etkin bir kuruluş olduğu halde, bu işlevine
kavuşturulamamıştır.
Bu bakımdan, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, bu dönemde, bir
yandan hizmetlerini verimli, etkili ve vatandaşlarımızın kolay
ulaşabileceği bir seviyeye getirmeye çalışırken, diğer yandan,
yıpranmış, günümüz şartlarının gerisinde kalan kurumlarımızı çağdaş
bir anlayışla yeniden yapılandırmaya, bunun için gerekli çalışmaları,
sosyal taraflarla sağlıklı bir diyalog ve uzlaşma arayışı içerisinde ve siz
değerli milletvekillerinin ilgi ve desteğiyle yapmaya kararlı olduğuna
inanıyoruz.
Hükümet Programında da belirtildiği gibi, ülkemizde iç barış ve
huzurun sağlanması için, çalışma barışının büyük önem taşıdığına
inanmaktayız. Bu amaçla, devlet, işçi ve işveren üçlüsünün devamlı
diyalog ve uzlaşma arayışı içerisinde olmaları gerekmektedir.
Günümüzde, toplumun tüm kesimlerindeki üyelerin kendilerine düşen
görev ve sorumlulukların bilincinde olması, ülke sorunlarının ilgili
kesimlerce paylaşılması ve bunlara ortak çözümler bulunması büyük
önem taşımaktadır.
Bu nedenle, Bakanlığın, öncelikle, sosyal diyaloğun geliştirilmesine,
ülkemizde ekonomik ve sosyal politikaların tespit ve uygulanmasına,
çalışma barışı ve uzlaşmanın kurumsallaşmasına katkıda
bulunacağına inanılan ekonomik ve sosyal konseye işlerlik
kazandırabilmek ve tüm kesimlerin eşit temsil edildiği yasal bir yapıya
kavuşturabilmek için çalışmalara başlamış olmasından memnunluk
duyduğumu belirtmek isterim.
Bunun yanında, çalışma hayatını düzenleyen kanunlarımızda,
günümüzün gelişen şartlarına uygun düzenlemelerin yapılması,
çalışma hayatının demokratik bir yapı ve işleyişe kavuşturulması da,
ele alınacak sorunlardan birini oluşturmaktadır.
Bu sorunların çözümü için gerekli yasal düzenlemelere azamî gayret
gösterilmesi, çalışma hayatının, barış ortamında sürdürülebilmesi,
yasaların ihlalinin önlenmesi, işyerlerinde çalışma şartlarının
geliştirilmesi amacıyla, denetimlerin etkin ve eğitici olmalarına önem
verilmelidir.
Değerli milletvekilleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının bağlı
kuruluşlarından olan İş ve İşçi Bulma Kurumu, maalesef, işgücü
piyasasını yönlendirecek, ülkemizin en önemli sorunlarından birisi olan
işsizlikle mücadele edebilecek etkinlikten yoksun bulunmaktadır.
Kurulduğu 1946 yılından bu yana, gelişen şartlara uygun yapısal ve
işlevsel bir gelişme gösterememiştir.
Ülkemizin ihtiyacı olan kaliteli ve verimli mal ve hizmet üretecek
nitelikli işgücüne, şeffaf bir işgücü piyasasına, işgücünün, yeteneklerine
uygun işlere yönlendirilmesine, etkin bir iş ve işçi bulma hizmetine, çok
daha fazla ihtiyacın bulunduğu hepimizce bilinmektedir. Bu bakımdan,
kurumun, çağdaş bir kurum haline getirilmesi için yapısal değişimi
sağlayacak yasal düzenlemelere destek vereceğinize inanıyoruz.
Değerli milletvekilleri, yurtdışında, en son verilere göre, yaklaşık, 3
milyon 400 bin yurttaşımız yaşamaktadır. Bu vatandaşlarımızın
sorunlarını, çalışma hayatımızın ayrılmaz bir parçası olarak
değerlendirmekteyiz. Sosyal güvenlik sözleşmemiz olmayan ülkelerle bu
anlaşmaları sağlamaya çalışmalıyız. Ayrıca, bu vatandaşlarımızın,
aile, eğitim, sosyal güvenlik; kesin dönüş yapmaları halindeyse,
kendilerinin ve çocuklarının uyum problemleri için gerekli çalışmalar
yapılmalıdır.
Sosyal güvenlik kuruluşlarımızın içerisinde bulunduğu sıkıntılar,
ülkemizin acilen çözümlenmesi gereken en önemli sorunlarından biri
haline gelmiştir. Özellikle, Sosyal Sigortalar Kurumunun durumu, son
günlerde, basında, kamuoyunda ve ilgili çevrelerde yoğun bir şekilde
tartışılmakta, çeşitli çözüm önerileri ve bunlara ilişkin raporlar
açıklanmaktadır.
Diğer taraftan, geçenlerde, Yüce Mecliste, Sosyal Sigortalar Kurumunun
sorunlarının çözümü ve çözüm yollarının ele alınması amacıyla bir
Meclis araştırması komisyonunun kurulması kabul edilmiş ve
komisyon kurulmuş, çalışmalara başlamıştır. Oysa, iki yıl önce, Sayın
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının verdiği araştırma önergesi
kabul edilmiş olsaydı, bu sorunların çözümü için gerekli tedbirlerin
alınmasına iki yıl önce başlanabilecekti. Bununla beraber, geç de olsa,
gerek Yüce Meclisin gerekse ilgili kesim ve kuruluşların, Sosyal
Sigortalar Kurumuna sahip çıkmalarından memnuniyet duyduğumuzu
belirtmek isterim.
Bilinmelidir ki, Sosyal Sigortalar Kurumunun sorunları, palyatif
tedbirlerle çözülemeyecek bir noktaya gelmiştir. O bakımdan, Kurumun
bu duruma gelmesine neden olan sebepleri ortadan kaldırmak, kalıcı ve
köklü tedbirler almak zorundayız. Bu sorunların çözümü için
hazırlanacak yasa tasarılarında, bütün siyasî parti gruplarının görüşleri
alınmalıdır. Bu konu, kesinlikle bir ideoloji veya siyasî tercih sorunu
değil; tamamen teknik bir sorundur. Bu nedenle, çözüm yolları üzerinde
mutabakat sağlanması da güç olmayacaktır diye düşünüyorum.
Bağ-Kur’un durumu da, Sosyal Sigortalar Kurumundan farklı değildir.
Kurumun kuruluşunda ve tarım sigortasının uygulanmasının başladığı
yıllarda hizmet borçlanması ve hizmet belgeleme yoluyla çok sayıda
kişiye aylık bağlanması...
BAŞKAN – Sayın Sıvalıoğlu, 1 dakikanız var efendim.
HÜSNÜ SIVALIOĞLU (Devamla) – ... 1974 ve 1992 yıllarında
getirilen af uygulamaları, enflasyonun altında tutulan faiz ve gecikme
zamları, bütün bunlara rağmen, Kurumun hiçbir zaman cazip bir
hüviyete kavuşturulamaması, Bağ-Kur’un içinde bulunduğu
sıkıntıların başlıca nedenleri arasındadır.
Sosyal Sigortalar Kurumunda olduğu gibi, Bağ-Kur’da da acil tedbirler
alınması zorunlu hale gelmiştir. Bu nedenle, geçen dönemde Mecliste
3,5 yıl bekletilen Bağ-Kur’la ilgili kanun tasarısı, yeniden, ciddî bir
şekilde etüt edilerek, bu Hükümet döneminde çıkarılmalıdır.
Konuşmamın başında belirtmeye çalıştığım çalışma hayatı ve sosyal
güvenlikle ilgili yasaların ivedilikle Meclise getirilmesi gerektiğini bir
kere daha yineliyorum. Amacımızın, ülkemizde çalışma hayatının,
sosyal güvenlik sisteminin ve istihdam piyasasının, günümüz şartlarına
uygun bir seviyeye getirilmesi; sosyal adaletin sağlanması;
çalışanlarımızın geleceğe güvenle bakabilecek şartlara
kavuşturulması...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Size ek süre veriyorum; buyurun, konuşmanızı bitirin
efendim.
HÜSNÜ SIVALIOĞLU (Devamla) – ... olacağını belirtir, Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesinin hayırlı olmasını diler, Yüce
Heyetinizi saygılarla selamlarım. (ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Sıvalıoğlu.
Doğru Yol Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Hayri
Kozakçıoğlu; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar)
Sayın Kozakçıoğlu, siz de, herhalde süreyi eşit böldünüz değil mi
efendim?..
HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (İstanbul) – Evet efendim.
BAŞKAN – Konuşma süreniz 10 dakikadır efendim.
DYP GRUBU ADINA HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (İstanbul) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; İçişleri Bakanlığı bütçesiyle ilgili olarak,
Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini sunmak üzere huzurunuzda
bulunuyorum. Sayın Başkanı ve sayın milletvekillerimizi saygıyla
selamlarım.
İçişleri Bakanlığı deyince, ülkenin bir ucundan diğer ucuna kadar, çok
geniş bir sahaya uzanan ve çok farklı nitelikler arz eden hizmetler
topluluğu karşımıza çıkıyor. Bu nedenle, İçişleri Bakanlığı bütçesi
hakkında 10 dakika konuşmak, gerçekten çok zor. Ben, mümkün olduğu
kadar, tekrara kaçmadan ve fazla ayrıntıya inmeden, başlıkları, sizlerin
bilgisine ve takdirine sunmaya çalışacağım.
İçişleri Bakanlığı, yurdun iç güvenliğini sağlayacak, millî birlik ve
bütünlüğümüze sahip çıkacak, trafikle ilgilenecek, sivil savunmayla
ilgilenecek, pasaportla ilgilenecek, nüfusla ilgilenecek, kaçakçılıkla
ilgilenecek. Yurda girerken de, çıkarken de, ilk ve son olarak göreceğiniz
personel de, genelde İçişleri Bakanlığı personeli olacak.
Ülkede güvenlik hizmeti sağlanacak ki, diğer hizmetler, ülkenin her bir
köşesine gitsin. Yani, güvenlik hizmeti, diğer hizmetlerin tabanı, diğer
hizmetlerin temelidir. Güvenlik olmayan yere hizmet götüremezsiniz,
güvenlik olmayan yere eleman gönderemezsiniz. Bu nedenle, İçişleri
Bakanlığının hizmetleri, biraz daha değişiklik arz ediyor.
İç güvenlik deyince, millî birlik ve beraberlik deyince de, aklımıza, son
yirmibeş yıldan beri, hemen terör konusu ve terörle mücadele konusu
geliyor. Terörle mücadele, çok kolay bir olay değildir. Bütün dünyada,
incelediğimiz zaman görüyoruz ki, bir ülkeye terör girdiği zaman, çok
çabuk gitmiyor, çok çabuk çıkmıyor. Zira, terör, sadece o ülkenin kendi
iç olayı olmuyor, sadece o ülkenin içerisindeki insanları ilgilendiren bir
mesele olmuyor. Özellikle, Türkiye gibi, coğrafyası çok büyük önem ve
özellikler arz eden bir ülkede terörü bitirmek kolay değil.
Terörle yıllardan beri boğuşuyoruz. Devlet güvenlik güçleri; -polisiyle,
jandarmasıyla- güvenlik hizmeti veren Türk Silahlı Kuvvetleri
mensupları, bunlara yardım eden diğer kuruluş mensupları ve tüm
vatandaşlarımız, yıllardan beri terörle mücadele ediyor. Bu konuda pek
çok şehitler verdik. Ben, şehitlerimizi rahmetle anmak istiyorum;
gazilerimize de saygılar sunmak ve bundan sonraki yaşantılarında,
kendilerine sağlık ve mutluluklar dilemek istiyorum.
Biraz önce belirttiğim gibi, bu güç mücadeleyi, bugüne kadar başarıyla
getirdik. Niye, başarıyla getirdik diyorum; çünkü, terörün amacı, bu
ülkeyi bölmekti; terörün amacı, bu ülkeden toprak koparıp, orada, ayrı
bir bayrak altında, ayrı bir devlet ilan etmekti; başaramadı... Bugüne
kadar başaramadı, bundan sonra da başaramayacak... Terörün amacı, bu
ülkedeki insanlar arasında, kardeşler arasında kavga çıkarmaktı; Alevî
ile Sünnîyi; sağcıyla solcuyu; Türk veya Kürt dediğimiz insanları,
kardeşleri; yıllardan beri aynı kapılarda yaşamış, yan yana ticaret
yapmış insanlarımızı dövüştürmekti; başaramadı...
Bu nedenle diyorum ki, terörle mücadelede, bugüne kadar başarıyla
geldik; bu tempomuzu sürdürdüğümüz zaman, kesin başarıya
ulaşacağız. Bu Meclisin içerisinde olduğu gibi, bu ülkenin içerisinde de
terör isteyen yok... Bu ülkenin içerisinde de, bu Meclisin içerisinde de
teröre destek veren yok... Bu nedenle başaracağız... Çünkü, ülkenin bir
bölümü terör istiyoruz demiyor, vatandaşın bir bölümü terör istiyoruz
demiyor, milletin vekillerinin tamamı terörün karşısında; o nedenle,
başaracağız... Ancak, başarmamız için, biraz daha bir şeyler yapmamız
lazım.
Şimdi, İçişleri Bakanlığının bütçesine bakıyoruz; bundan önceki
bütçelerde olduğu gibi, bu sene de, yine, İçişleri Bakanlığı bütçesinde
istediğimiz ödenek yok. Tabiî, ülkemizin imkânları bu kadar. Ülkemizin
imkânlarıda bu kadar olunca, illâ daha fazla alalım diyemiyoruz; ama,
incelediğimizde görüyoruz ki, dağda, kışta, karda, sıcakta uzaklara
gönderdiğimiz insanlarımızın, uzaklara gönderdiğimiz devlet güvenlik
güçlerimizin, halkımızın tabiriyle, karnının tok, sırtının pek olması
lazım. Yani, hem iaşesini vermemiz hem malzemesini vermemiz hem
erzakını vermemiz lazım.
Her hizmette olduğu gibi, güvenlik hizmetinde de bir altyapı var. Bu
altyapıyı da mutlaka oluşturmamız lazım. O bakımdan, gönül ister ki,
daha fazla ödenek verelim. Benim, bu konuda iki temennim var:
Birincisi, Hükümetimiz bütün imkânını kullanarak, yıl içerisinde,
emniyet güçlerine, jandarma güçlerine ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin iç
güvenlik hizmeti yapan unsurlarına mutlaka ek ödenek sağlasın. Bu
imkânı birlikte sağlayalım.
Bir de, Hükümete ve Maliye Bakanlığına bir önerim var : Biz
alışmışız, ödenekleri hep parça parça, parça parça veriyoruz ve hiçbir
zaman, zamanında gitmiyor. Hiç olmazsa, terörle mücadele ünitelerinin
ödeneklerini, Maliye Bakanlığı yüzde 100 serbest bıraksın. Serbest
bıraksın ki, bu güçler, terörle mücadelede kendilerini daha rahat ve daha
güçlü hissetsinler.
Terörle mücadele, bizim millî bir meselemiz. Bu nedenle, artık, bu
konuda bir millî politika oluşturmamız lazım. Bizim karşımıza,
yabancı devletlerin, yabancı kuruluşların temsilcileri geldiği zaman,
hangi partimizin elemanıyla konuşursa konuşsun, devletin hangi
yetkilisiyle konuşursa konuşsun, kritik sorularda aynı cevapları
verebilmeliyiz. Dostumuz da, düşmanımız da bilmeli ki, Türkiye bir
karar vermiştir. Türkiye, bu kararını, yurtiçine de, bütün dünyaya da
deklare etmelidir. Bilmelidir ki, bütün dünya, Türkiye, bu kararından bir
adım geri dönmeyecektir. Eğer karar vermezsek, millî politika
oluşturmazsak, dostlarımız, Türkiye karar versin diye bekleyecekler,
destekte geç kalacaklar. Düşmanlarımız... ha, daha, bunlar karar
vermemişler; biraz daha üzerlerine gidelim, bunlardan bir şeyler daha
koparalım diyecekler. Farklı farklı cevaplarımız, düşmanlarımızı
sevindirecektir. Bu nedenle, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, gelin,
bir karar verelim.
FETHULLAH ERBAŞ (Van) – Karar verdik efendim.
HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (Devamla) – Teröre karşı hep beraberiz;
bunun, bir de politikasını oluşturalım, bunu bütün dünyaya ilan edelim
ve ondan sonra da, buradan bir adım geriye geçmeyelim.
Terörle mücadelede bu politikayı oluştururken tabiî ki, demokratik
kurallara uyacağız; tabiî ki, insan haklarına saygılı olacağız; ama, bir
taraftan da, oradaki insanımızı huzura kavuşturmak ve oraya hizmet
götürebilmek için, mücadeleyi de aynı tempoyla birlikte götüreceğiz.
Bu nedenle, devlet güvenlik güçlerini takviye edip, onların teknolojisini
geliştirmemiz lazım. Yani, bir ülkede terörde başarıya ulaşabilmek için,
devlet güvenlik güçlerin ellerindeki teknoloji, teröristin teknolojisinden
mutlaka önde olacaktır, hem şehir içerisinde hem de dağda. Bu
teknolojiden geri kaldığımız zaman, terörle mücadelede zorlanırız.
İşte, bu bakımdan, devlet güvenlik güçlerinin maddî yönden
desteklenmesi gerekir diyorum. Bunu başardığımız zaman da, Türk
Silahlı Kuvvetleri aslî görevine dönecektir. Bütün etrafımız ateş
çemberi. Türkiye her zaman bir probleme bulaşabilir. Türk Silahlı
Kuvvetlerinin mutlaka aslî görevine dönmesi, dışarıdan gelecek bir
tehlikeye karşı da hazır olması lazım. Bu, ülkemizin güvenliği
bakımından gereklidir.
Terör konusunda, tabiî ki, söylenecek çok şey var; ancak, zaman çok
geçtiği için, ben, diğer konuları, başlıklarını okumak suretiyle
belirtmek istiyorum:
Efendim, zaman zaman televizyonlara yansıyor; devlet güvenlik
güçlerinin, toplumsal hareketlerdeki davranışları... Bunun temelinde bir
büyük noksanlığımız var; 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri
Kanunu... Artık, bu kanunu değiştirmemiz lazım. Eğer, televizyonlarda
o görüntüleri görmek istemiyorsak, devlet güvenlik güçleri ile gösteri
yürüyüşü yapanların arasında daha sıcak bir hava yaratmak istiyorsak, o
kanunu değiştirmemiz lazım. Zira, o Kanun, devletin polisine,
jandarmasına “kanunsuz gösteri yürüyüşü yapanları zorla dağıt” diyor,
“zor kullanarak dağıt” diyor; böyle bir görevi vermiş; böyle bir görevi
yapmadıkları zaman, onlar da zor durumda kalıyorlar. Bu Kanunu da
Türkiye Büyük Millet Meclisi çıkarmış. Gelin, bu konuyu beraber
inceleyelim, cesaretle bunu değiştirelim ve gencimiz, yürüyüş
yapanımız, sokakta daha rahat etsin ve bunların gösteri yürüyüşleri için
daha rahat bir ortam sağlayalım.
Ayrıca, özel güvenlik teşkilatlarının sayısını çoğaltalım ve
Türkiye’de de özel güvenlik teşkilatı kurulmasını, ayrıca özel polis
kurulmasını sağlayalım ki, devlet güvenlik güçleri üzerindeki, polis
üzerindeki yükün bir kısmı kalksın. Daha önce de buradan arz ettim;
İstanbul’da, sadece koruma görevinde, yüzde 15’e yakın personel
çalıştırıyoruz. Bunlar, terörden aldığımız, diğer hizmletlerden
aldığımız personeldir.
Benden önceki konuşmacı arkadaşlarımızdan Sayın Özbek, askerliğini
yapmayan polisler konusunu gündeme getirdi. Bazı noksanlıklar oldu.
Bu çocukların, bugün, bu duruma düşmelerinin nedeni biziz. Biziz
derken, devleti kastediyorum, İçişleri Bakanlığını kastediyorum. Bu
çocukları, askerliklerini yapmadan polis yaptık. Bu çocuklar “askere
gidelim” diye bizlere müracaat ettiler, göndermedik. Niye göndermedik:
istanbul’da 5 bin kişi var, Ankara’da 3 500 kişi var, İzmir’de 2 200 kişi
var; göndermeye kalktığımızda, bir anda, İstanbul polisinin yüzde 15’i,
yüzde 20’si gidecek... Bu çocukları “bu sene gitme... Bu sene gitme...”
diye diye göndermedik; çocuklar, evlendiler, eşleri var, çocukları oldu;
şimdi, askere göndermekte sıkıntı çekiyoruz. Zaten, yönetmelik değişti;
askere gitmeden almıyoruz.
Amiriyle, memuruyla beraber, elimizde, aşağı yukarı 33 bin civarında
personel var. Özel bir kanun çıkaralım ve bunu beş yıla yayalım. Bu
çocuklar, beş yıl içerisinde, gitsinler, askerliklerini yapsınlar. Temel
eğitimlerini yapsınlar, geri kalan sürede de, yine, polis olarak, Türk
Silahlı Kuvvetleri içerisinde, güvenlik güçleri içerisinde, bu görevlerini
ifa etsinler; çünkü, doğuya da gitse, batıya da gitse, ihtiyaç olduğu anda,
valiler asker istiyor. Asker isteyip de, bu insanları asker üniforması
altında getirmektense, polis olarak çalıştırmakta yarar var; bir...
İkincisi; toplumsal olaylar ve terör, yavaş yavaş, büyük şehirlere
kaymaya başlayacak. Başladığı zaman, İstanbul’da, Ankara’da,
İzmir’de, elimizde toplu güç bulunması lazım. Eğer toplu güç
bulunmazsa, o zaman, yine, askerden yardım isteyeceğiz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kozakçıoğlu, size ek süre veriyorum. Lütfen,
konuşmanızı toparlayın.
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Daha evvel de, konuşma
içerisinde fazladan süre verdiniz zaten.
BAŞKAN – Efendim, biliyorum... Arkadaşımız konunun ehlidir. Sizin
arkadaşlarınıza da o müsamahayı gösterdim.
HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (Devamla) – Efendim, söylemek
istediklerimin dörtte birini bile söyleyemedim.
Bu arada, polisin fazla çalışma süreleriyle ilgili verdiğimiz tazminatlar
çok semboliktir; bunun, artması lazım. Bir de, 1988’den önce emekli
olan polislerle, sonra emekli olan polisler arasında çok büyük bir fark
var; bunun giderilmesi lazım.
Türkiye için önemli bir olay, MERNİS Projesi ve sivil savunma
olayıdır. Yıllardan beri İçişleri Bakanlığında, nüfus ve sivil savunma,
gönlümüzden geçen önlemi alamamıştır. MERNİS Projesini
gerçekleştirmemiz lazım. Her insanımıza, üzerinde bilgisayar numarası
bulunan bir nüfus kağıdı vermemiz lazım; bunu mutlaka sağlamamız
lazım. Nüfus kayıtlarında, ölü ve sağ 100 milyon insan var. Şimdiye
kadar bunun 77 milyonu kodlanabilmiş, diğerlerini de süratle
kodlamamız lazım.
Efendim, elimde Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı var. Beş yıllık
kalkınma planın içerisinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi, mahallî
idarelerin muhtariyetini kabul etmiş. Mahallî idarelerin bugünkü halinin
nedeni olarak da, hizmetlerin merkezde toplanmasını göstermiş ve bir
yıl içerisinde, Köy Kanunu, Belediyeler Kanunu, Büyükşehir Belediyeler
Kanunu, Özel İdare Kanunu, İller İdaresi Kanunu ve bunların gelir
kanunlarının, bir de Mahalle Muhtarları Kanunun çıkarılmasını,
Türkiye Büyük Millet Meclisi kabul etmiş. Bunları bir yıl içerisinde,
mutlaka çıkarmamız lazım. Özellikle, mahalle muhtarlarına önem
vermemizde ve mahalle muhtarlarını, belediye meclisinin tabiî üyeleri
yapmamızda büyük yarar olacaktır.
Son bir konum daha var; özellikle, Sayın İçişleri Bakanına hitap etmek
istiyorum: Bugün, Türkiye nüfusunun yüzde 40’ı yüzde 45’i şehirlerde
yaşıyor, yüzde 55’i kırsal kesimde yaşıyor. Kırsal kesimde yaşayan bu
insanlarımızın evlerinin, işyerlerinin yangınlarını kim söndürüyor;
itfaiye; ama, nerenin itfaiyesi; belediye itfaiyeleri... Dünyanın pek çok
yerinde itfaiye ve sivil savunma hizmetleri birleştirilmiş, genel idarî
hizmet içerisine alınmıştır. Ben demiyorum ki, itfaiye hizmetini, genel
idarî hizmet içerisine alalım; ama, eğer belediye itfaiyelerinin, yüzde
50’sini...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Kozakçıoğlu, lütfen, son cümlenizi söyler misiniz...
HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (Devamla) – ...kırsal kesime gönderiyorsak,
merkezî idare olarak, belediye itfaiyelerini takviye edelim, geliştirelim,
onları her bölgede çok rahat çalıştıralım.
Çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (DYP ve ANAP
sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Çok teşekkür ederim Sayın Kozakçıoğlu.
Doğru Yol Partisi Grubu adına ikinci konuşmayı yapmak üzere,
Trabzon Milletvekili Sayın Yusuf Bahadır; buyurun.
Süreniz 10 dakikadır.
Ben, her milletvekiline 10 dakika süreyi ayrı ayrı veriyorum. Şurada 5-
10 dakika geç gideceğiz, ne olacak arkadaşlar...
KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Sayın Başkan, siz
haklısınız, çok doğru. Keşke, daha önce bize de ek süre verilseydi...
DYP GRUBU ADINA YUSUF BAHADIR (Trabzon) – Sayın Başkan,
sayın milletvekiller; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesi
üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz
almış bulunuyorum. Hepinize şahsım ve Grubum adına saygılar
sunuyorum.
Değerli milletvekilleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, işçisi,
memuru, esnafı, köylüsü, işsizi, emeklisiyle hemen hemen nüfusumuzun
tamamına önemli hizmetler veren bir Bakanlığımızdır. Ülkemizde,
çalışma barışının sağlanması ve sürdürülmesi bakımından,
Bakanlığın önemli sorumlulukları bulunduğu gibi, istihdam hizmetleri
ve nüfusumuzun büyük bir bölümünün sosyal güvenliği, bu Bakanlığa
bağlı kuruluşlarca sağlanmaktadır. Bu bakımdan, Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığımız, bütçesinin küçüklüğünün aksine, hizmetleri,
vatandaşlarımızın ekonomik ve sosyal hayatındaki yeri bakımından
büyük bir öneme sahiptir. Ancak, o alanda, ülkemizde oldukça önemli
sorunlar bulunduğu da bir gerçektir. Çalışma hayatının, gerek haklar
gerekse işleyiş bakımından gelişmiş ülkeler düzeyine yükseltilmesi
önemli bir ihtiyaçtır.
İşsizlik ve istihdamın geliştirilmesi, ülkemizin en önemli
problemlerinden biri olmaya devam etmektedir. Aynı şekilde, sosyal
güvenlik alanında önemli sorunlarımız ve sıkıntılarımız vardır.
Değerli milletvekilleri, bugün, çalışma hayatımızın en önemli
sorunlarından birini işçi sağlığı ve iş güvenliği oluşturmaktadır. Sosyal
Sigortalar Kurumu tarafından hazırlanan istatistiklere göre, her yıl, iş
kazaları ve meslek hastalıkları sonucu 1000’den fazla işçimiz hayatını
kaybetmekte, 3 bin kadar işçimiz ise sakat kalmaktadır. Aynı şekilde, iş
kazaları ve meslek hastalıkları sonucu yılda 2 milyon kadar işgücü
kaybedilmektedir. Dolayısıyla, iş kazaları ve meslek hastalıklarının
hem sosyal hayatımızda hem de ekonomide çok büyük olumsuz etkileri
bulunmaktadır. Bu nedenle, Bakanlığımızın, işçi-işveren kuruluşları,
diğer kamu ve özel kuruluşlarla birlikte, işçi sağlığı ve iş güvenliği
konusuna büyük önem ve ağırlık vermesini bekliyoruz. Bu çerçevede,
İş Kanununda öngörülen ceza miktarları, mutlaka, günümüz
koşullarına uygun düzeye getirilmelidir.
Bakanlığın denetim mekanizması güçlendirilerek, işçi sağlığı ve iş
güvenliği alanında yapılan denetimler etkinleştirilmeli ve
yaygınlaştırılmalıdır. Ancak, sorunun, yalnızca, denetim ve cezaî
uygulamalarla çözülemeyeceği de bir gerçektir. Bu konuda, her şeyden
önce, işçi ve işverenlerimizin bilinçlendirilmesi ve bu amaçla eğitim
hizmetlerine ağırlık verilmesi gerekmektedir.
Bilindiği gibi, geçtiğimiz yıl, Anayasada bazı önemli değişiklikler
yapılmıştır. Bunlardan bazıları da sendikal haklarla ilgilidir.
Anayasada bu yeni düzenlemelerden sonra, Sendikalar Yasası
hükümlerinin bu değişikliklere uygun hale getirilmesi gerekmektedir.
Kamu çalışanlarının, bir başka ifadeyle, memurların, sendikal haklara
kavuşturulması da günümüzün en güncel konularından birisidir. Bu
sorunun, devlet personel rejimiyle doğrudan irtibatlı bulunduğunu ve her
şeyden önce, ülkemizde sağlıklı bir şekilde işçi-memur ayırımı
yapılması gerektiğini ifade etmek isterim. Dolayısıyla, bu sorun, çok
boyutlu bir nitelik taşımakta ve kapsamlı bir çalışmayı
gerektirmektedir. Hükümetimiz, bir an önce bu çalışmayı başlatarak,
söz konusu sıkıntıların giderilmesi için gereken gayreti gösterecektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gümrük birliğine girmiş, Avrupa
Birliğine tam üye olmayı hedeflemiş bir ülkeyiz. Diğer taraftan, dünyada
küreselleşme akımının yaygınlaşması sonucu mal ve hizmet
hareketleri bakımından ulusal sınırlar ortadan kalkmış bulunmaktadır.
Böylesi bir ortamda, Türkiye, dünya piyasalarında rekabet etmek
durumundadır. Bu bakımdan, üretimde verimlilik, son derece önem
taşır hale gelmiştir. Verimliliğin sağlanmasında en önemli şartlardan
birisi, kuşkusuz, nitelikli insangücüdür. Bugün, sanıyorum, Türk iş
dünyasının en önemli sorunlarından birini, yeterince nitelikli eleman
bulunmaması oluşturmaktadır. Bu gerçeğin bir sonucu olarak,
yüzbinlerce, hatta milyonlarca insanımız işsiz beklerken, birçok işletme,
nitelikli eleman eksikliği nedeniyle, düşük kapasitede üretim
yapmaktadır.
Ülkemizin tek istihdam kurumu olan İş ve İşçi Bulma Kurumunun,
işsiz yurttaşlarımıza yönelik olarak düzenlediği işgücü yetiştirme
kurslarını bu nedenle memnuniyetle karşılıyoruz. Ancak, elbette bu
önemli hizmetin daha da yoğunlaştırılması gerekmektedir.
Aynı zamanda, İş ve İşçi Bulma Kurumunu, yalnızca işsize iş,
işverene işçi bulan bir kuruluş olma durumundan çıkarmak zorundayız.
Kurum, Batı’daki örneklerine benzer bir biçimde, işgücü piyasasını
yönlendiren, işsizlikle mücadele eden, istihdamın geliştirilmesi için
politikalar oluşturup uygulayan ve az önce ifade ettiğim gibi, işgücüne
nitelik kazandırabilmek için yoğun faaliyet gösteren bir istihdam kurumu
haline getirilmelidir.
Kurumun çeşitli uluslararası kuruluşlarla ortaklaşa sürdürdüğü
projelerin, önümüzdeki yıllarda semeresini vereceğine inanıyorum.
Ayrıca, kurumun yönetim bakımından yeniden yapılandırılması
amacıyla, gerekli düzenlemelerin yapılabilmesi için hazırlanacak yasa
tasarısının Yüce Meclise sunulmasını beklediğimizi ifade etmek
istiyorum.
Değerli milletvekilleri, kuşkusuz, günümüzün çalışanlar açısından en
önemli sorunlarından birini, sosyal güvenlik kuruluşlarımızın malî
bakımdan önemli bir darboğaz içine düşmüş bulunması
oluşturmaktadır. Gerçekten, ülkemizde, kurumsal sosyal güvenlik
hizmetlerinin verilmeye başlandığı son elli yıl içerisinde, henüz,
ülkemizdeki nüfusun tamamının sosyal güvenlik kapsamına alınmamış
bulunması yanında, kapsam içindeki nüfusa verilen hizmetlerin
yetersizliği ve kurumlarımızın içinde bulunduğu yapısal sıkıntılar
üzüntü vericidir. Ancak, önemli olan, bundan sonra alınacak önlemler
sayesinde sosyal güvenlik kuruluşlarımızın yeniden kendi ayakları
üzerinde durabilecek hale getirilmesidir.
Hiç kuşku yok ki, yapılacak düzenlemelerde işçi ve işveren
kesimlerinin, demokratik kitle kuruluşlarının görüş ve önerileri
değerlendirilmeli ve olabildiğince uzlaşma sağlamaya çalışılmalıdır.
Aynı şekilde, böylesine önemli bir konu üzerinde Meclisteki siyasî parti
grupları arasında da yaklaşım sağlamaya çaba gösterilmelidir. Çalışma
ve Sosyal Güvenlik Bakanımız Sayın Emin Kul’un bu konuda
gösterdiği gayretleri bundan sonra da sürdüreceğine inanıyoruz.
Diğer taraftan, Sayın Bakanın çeşitli beyanlarında, kazanılmış
hakların mutlaka korunacağı yolundaki açıklamaları da çalışanların
yüreğine su serpmiştir. Gerçekten, eğer, emekli yaşının yukarıya
çekilmesi söz konusu olacaksa, emekliliğine çok az süre kalmış
bulunanların da yaş kapsamına alınması önemli bir haksızlık
oluşturur.
Bu nedenle, emeklilik yaşının yükseltilmesi halinde şu anda çalışmakta
olanlar için yumuşak bir geçiş sistemi öngörülmesini gerekli görüyoruz.
BAŞKAN – Sayın Bahadır, 1 dakikanız kaldı.
YUSUF BAHADIR (Devamla) – Sosyal Sigortalar Kurumunun bugünkü
yapısından kurtarılması, vatandaşlarımıza sunulan hizmetin
etkinleştirilmesi bakımından önemli bir zorunluluktur.
Her alanda olduğu gibi, Sosyal Sigortalar Kurumunun da merkezden
yönetim sistemi iflas etmiş durumdadır. Van’daki veya Edirne’deki bir
hastaneye basit bir tıbbî cihazın alımının bile merkezden yapılması
veya bir sağlık tesisine hizmetli atanmasının da genel müdürlük
tarafından yapılması kuşkusuz, büyük zaman ve masraf kaybına neden
olmaktadır.
Bu düşüncelerle, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 1996 Malî
Yılı Bütçesinin bakanlık çalışanlarına, milletimize ve ülkemize hayırlı
uğurlu olmasını diler, hepinize saygılarımı sunarım. (DYP
sıralarından alkışlar )
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bahadır.
Söz sırası Cumhuriyet Halk Partisi Grubunda.
İlk söz, İzmir Milletvekili Sayın Sabri Ergül’de.
Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar)
Sayın Ergül, siz de, herhalde süreyi eşit paylaşıyorsunuz, değil mi?..
SABRİ ERGÜL (İzmir) – Evet.
BAŞKAN – Süreniz 10 dakikadır.
Buyurun.
CHP GRUBU ADINA SABRİ ERGÜL (İzmir) – Sayın Başkan, sayın
milletvekilleri; İçişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde, Cumhuriyet Halk
Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlarken, ülke
bütünlüğü için şehit düşen güvenlik gücü mensuplarını saygıyla
anıyorum.
Sayın milletvekilleri, çağımız, hem moral ve toplumsal değerler
alanında hem de ulusal ve uluslararası siyasal ilişkilerde en önemli
belirleyici unsurun insan hakları olduğu, insan hakları çağıdır
diyebiliriz. Artık, çağımızda, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan
hakları, yalnızca, o ülkelerin iç işi sayılmamaktadır; kişiyi, her alanda
özgür ve yaratıcı kılmak, insanlık haklarının korunmasını sağlamak,
tüm ulusların başta gelen görevi sayılmaktadır.
Bireyi, yaptırım gücü olan devlet ve onun yürütme araçları, idare ve
güvenlik güçleri karşısında, evrensel hukuk kuralları ve insan hakları
temelinde koruyabilmek, çağımızın en önemli idealleri arasındadır.
Bizde, ülkemizde ve dünyanın birçok ülkesinde, en önemli insan hakları
ihlalleri, devletin idarî yapısının omurgası olan İçişleri Bakanlığı
örgütünce, onun polis ve jandarma teşkilatınca yapılmaktadır.
Bizde, hem Osmanlı döneminde hem tek parti döneminde ve demokratik
yaşama geçtiğimiz bu dönemde ve günümüzde, tebaa ile yurttaş ile
devlet arasındaki ilişkiyi belirleyen en önemli unsur, yurttaşın devleti
simgeleştirdiği, polis ve jandarmayla olan ilişkisidir. Kabul etmeliyiz ki,
ülkemizdeki uygulama, geçmişte de, günümüzde de, devleti yurttaşına
yeterince sevdiren, polise ve jandarmaya, istenilen düzeyde, arzu edilen
düzeyde, güven duyulmasını sağlayan düzeyde değildir; bu, henüz
sağlanamamıştır.
Yönetenlerin, iktidarların, güvenlik güçlerini suskun toplum yaratmanın
aracı olarak kullandıkları görülmüştür. Elbette ki, devlet, ülkenin
bütünlüğünü, kamu düzenini, toplumsal barışı ve huzuru korumak,
bunlara karşı çıkan, şiddeti araç olarak benimseyen, ülke bütünlüğünü
tehdit eden, eline silah alan terör örgütü mensuplarıyla mücadele
edecektir.
Hukuk devletinin temel vasfı, terör örgütleri ile devleti ayıran bir önemli
husus, devletin, terörle, bölücülükle mücadele ederken, hukuka ve insan
haklarına saygılı olmasıdır. Güvenlik güçlerinin, görevini yaparken,
sanık ile masumu, terör örgütü mensubu ile günahsız yurttaşı ayırt
etmemesi, edememesi, yanlı davranması ve aşırı şiddet kullanması,
terörü azaltmaz, olayları önlemez; aksine, artırır ve teröre prim vermiş
olur.
Güneydoğudaki tüm yurttaşlarımızı, insanlarımızı, terörle mücadele
ederken potansiyel suçlu gibi görmek, terörü önleyeceğim diye, zorunlu
ve güvenlik sağlama gerekçesiyle de olsa; o insanlarımızı, köyünden,
toprağından etmek; hiçbir önlem almadan, hiçbir bedel ödemeden, iş ve
aş, yeni konut vermeden göçe zorlamak, yurttaşı devletinden
uzaklaştırır. Bu ve benzeri yanlış uygulamalar sonucudur ki, olaylar,
güneydoğuda on yıldır sürmektedir; güneydoğuda onyedi yıldır
sıkıyönetim ve olağanüstü hal uygulanmasına rağmen sürmektedir.
Demek ki, izlenen politikalar doğru değildir, uygulama doğru değildir,
eksiklerimiz vardır.
Güneydoğuda kalıcı çözüm askerî ve polisiye değil, ekonomik ve
demokratiktir.
Feodal yapıyı korumaya yönelik koruculuk sistemi, süratle
kaldırılmalıdır; her uzatıldığında kaldırılacağı söylenen olağanüstü
hal, süratle kaldırılmalıdır.
Değerli arkadaşlarım, özellikle son aylarda, büyük kentlerimizde
meydana gelen öğrenci eylemlerine değinmek istiyorum. Elbette ki,
demokratik bir toplumda, hak arama özgürlüğü, gösteri yapma özgürlüğü,
yurttaşa tanınan temel bir haktır. Şiddete başvurmadan hak aramak,
gösteri yapmak, elbette ki, yurttaşların, kullanması gereken demokratik
haklarıdır. Harçların kaldırılması, eğitimde fırsat eşitliğinin
sağlanması gibi masumane isteklerle, haklı olarak, Türkiye’de, son
zamanlarda, hem ortaöğretimde hem de üniversitede eğitimin paralı hale
gelmiş olması karşısında, bunu protesto etmek, sorunlarını kamuoyuna
duyurmak amacıyla masumane öğrenci eylemlerinde elbette ki,
öğrencilerin arasına karışmış provokatörler, hatta çok az sayıda da olsa
şiddet yanlıları olabilir; ama, bunları önlerken, polisin takındığı tutum
-hepimiz televizyonlarda seyrettik- bu olaylara yaklaşımı, o olayları
önleme uygulamaları; o öğrencilerin, geleceğimiz demek olan gençlerin
bu masumane isteklerini çok da insancıl bir anlayışla karşılar düzeyde
değildi.
Değerli arkadaşlarım, Güney Kore’de, Almanya’da, toplum olayları
karşısında polisin tutumunu görüyoruz. Bizde ise, yeterince eğitimi
olmayan, belli yönde koşullandırılmış, kendisi gibi düşünmeyen
yurttaşı devlet düşmanı gören anlayıştaki bazı polislerin -temel görevi
o eylemler sırasında, yasal hakkını kullanan yurttaşların, hiçbir
saldırıya uğramadan, eylemlerinin barış içerisinde, olaysız bitmesini
sağlamak olan polisin- kendi kişisel tepkilerini de ortaya koyarak,
öğrencilere karşı davranışları, hepimizi üzen olaylara neden olmuştur.
Özellikle, memur eylemlerinde, geçim sıkıntısı içerisinde bulunan
memurun, ev kirasını ödeyemeyen, belki, çocuğuna harçlık veremeyen
memurların, maaş azlığını, geçim sıkıntısını duyurmak, sorunlarına
çözüm bulmak amacıyla yaptıkları, yine, masumane eylemlerde, polis
örgütünün davranışları, insan haklarıyla bağdaşır yönde olmamıştır.
Adana örneğinde gördüğünüz gibi, belki, kendi çocuğunun öğretmenini
coplamak durumunda kalan, belki, kendi öğretmenini coplamak
durumunda kalan polisin tutumu, kamuoyu tarafından tasvip
görmemiştir.
Değerli arkadaşlarım, bunları söylemek, polisin, hukuk kurallarına,
insan haklarına saygılı uygulama içerisinde bulunmasını istemek; polis
örgütünün onurunu zedelemekle hiçbir ilgisi olmadığı halde, bunları
söyleyenlere, polis örgütünün moralini bozmak, polis örgütünün onurunu
zedelemek gibi bir yaklaşımla yaklaşan amirler, özellikle İçişleri
Bakanlığı, esasında, polis örgütüne de büyük kötülük ediyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ergül, 1 dakikanız kaldı efendim.
SABRİ ERGÜL (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım, teşekkür
ederim.
Siz, insanların gözü önünde yargısız infazların yapıldığı Türkiye’de,
binlerle ifade edilen, sayısı bine yaklaşan faili meçhul cinayetlerin
bulunduğu, kayıpların, gözaltında kayıpların bulunduğu bir ülkede, ana
babaların -Dicle’de kaybolan koyunun değil, insanların- yavrularının
hesabını sorduğu bir Türkiye’de, bunlara çözüm getiremiyorsanız; eğer,
devletin polis gücü, çaresiz memura, 14–15 yaşındaki çocuklara geçiyor
da, mafya babalarına, Engin Civanlara geçmiyorsa, toplumsal huzuru
sağlayamazsınız, yurttaşın devlete ve hukuka olan güvenini sarsarsınız.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ergül, size ek süre veriyorum; buyurun.
SABRİ ERGÜL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bu sorunları dile
getirmek, bunlara hep birlikte çözüm aramak durumundayız. Her gün
milyonlarca insanın gözü önünde cereyan eden olaylar karşısında,
polisin tutumunu ve polis devleti anlayışını tasvip eder mahiyetteki
polis amirlerinin demeçleri, maalesef, hem polis örgütüne haksızlıktır
hem de devletine güvenmek isteyen, çağdaş bir toplumda yaşamak
isteyen yurttaşlara güvensizlik ve saygısızlıktır.
Değerli arkadaşlarım, bir başka konuya daha değinmek istiyorum;
elbette ki, polisin de sorunları var; polisin ekonomik sorunları var,
eğitim sorunu var, tayinlerdeki haksızlıklar var. Kendi amirleriyle olan
ilişkilerinde, yapılan haksızlıklar karşısında isyan etme durumunda,
tepki gösterme durumunda olan polislerin psikolojilerinin bozulması var.
Güç koşullarda görev yaptığı halde, hiçbir rehabilitasyona tabi
tutulmadan, önemli kent merkezlerine verilen polislerin sorunları var;
ama, bizim yaklaşımımız, İçişleri Bakanlığının yaklaşımı, bu
sorunlara eğilmek yerine, örneğin; belki, kendince, sorunları olduğu için,
polis örgütünün de sorunlarını dile getiren bir polis memuruna, hatta
amirleriyle ilgili olarak, standart dışı silahların amirler tarafından satın
alınarak, birçok insana ruhsat vaadiyle verildiğini iddia eden, polislerin
ağır koşullarda çalıştığını ifade eden bir polis memuruna
yaklaşımımız, onun aklî dengesinin bozuk olduğu şeklinde tezahür etti.
Elbette ki, polis örgütü içerisinde ağır koşullarda çalışanların,
tepkilerini, kendi sorunlarını ifade edebilme yolları bu olmamalıydı;
ama, bu sorunların çözülmesi için, bu sorunların üzerine gidilmesi için,
böyle davranışlara gerek olmadan, polis örgütünün başındakiler ve
İçişleri Bakanlığı, bu sorunlara çözüm getirmek durumundadırlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Ergül, lütfen son cümlenizi söyleyiniz. Size ek süre de
verdim.
SABRİ ERGÜL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, son yıllarda, insan
hakları ihlalleri ve hukuka uygun olmayan davranışların soruşturulması
konusunda, bunları soruşturma durumunda olan savcılarımızın, 1980
sonrası yapılan uygulamalarla, yargının, idare karşısında güçsüz hale
getirilmiş olduğunu ve bunun düzeltilmesi gerektiğini ifade etmek
istiyorum.
En son olarak, yıllarını mülkî idareye vermiş, valilik sıraları gelmiş
deneyimli insanlar dururken, valinin işlevi yalnızca kolluk kuvveti
görevi yapmakmış gibi, bütün il valiliklerine -hele özellikle son
yıllardaki tayinlerde görüldüğü gibi- polis kökenli kişilerin, emniyet
amirlerinin, emniyet müdürlerinin atanmış olması, hem sakıncalı hem
de mülkî idarede sorun yaratan niteliktedir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan...
BAŞKAN – Sayın Ergül, süreniz bitti. Cümlenizi yarıda kesmemek için
-her arkadaşa da yapıyorum- saniyeyi durdurdum; ama, Refah Partili
arkadaşlarımızın çok zoruna gidiyor.
İSMAİL İLHAN SUNGUR (Trabzon) – 5 dakika süre verdiniz.
BAŞKAN – Hayır efendim, 5 dakika vermedim.
Arkadaşlarımızın cümlesinin bitireceğini hissediyorum; ama,
cümlelerini yarıda kesmemek için saniyeyi durduruyorum. Bu, sizi
rahatsız ediyorsa bundan sonra onu da yapmayayım; ama, bir yönetici
olarak bu kadar da takdir hakkımız olsun.
Buyurun efendim, son cümlenizi söyleyin.
SABRİ ERGÜL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, en son olarak,
öğrenci kuruluşlarında çalışmış, gençlik sorunlarıyla ilgilenmiş bir
insan olarak, Manisa’daki gençlerimizin uğradıkları işkence olaylarını
kamuoyunun gündemine getirmiştim, buraya getirmiştim.
Yüksek Meclisimizin gösterdiği duyarlılığa ve kamuoyunun bu
konudaki duyarlılığına teşekkür ederim; ama, bu konuda duyarlı
olmayanlara da kaygılarımı ifade etmek isterim.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ergül.
Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, ikinci konuşmayı İzmir
Milletvekili Sayın Aydın Güven Gürkan yapacaklardır.
Buyurun Sayın Gürkan. (CHP sıralarından alkışlar)
Süreniz 10 dakikadır.
CHP GRUBU ADINA AYDIN GÜVEN GÜRKAN (İzmir) – Sayın
Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Cumhuriyet Halk Partisi
Grubu adına, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesi üzerinde
konuşacağım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; toplum ve devlet yaşamımızın
başka pek çok alanında olduğu gibi, çalışma ve sosyal güvenlik
alanında da sorunlarımız çok birikmiştir. Kanımca, sorunların
çözümünde başlangıç noktasını, Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığının yeniden düzenlenmesi oluşturmalıdır. Çok sayıda
bakanlıktan oluşan yürütme sistemimiz nedeniyle, aslında bir bütünlük
içerisinde, bir bakanlıkta toplanması gerekli yetkiler, görevler, kurumlar
ve imkânlar, çeşitli bakanlıklar arasında dağıtılarak, bir sistemin
oluşması ve bunun akılcı, etkili ve ucuz çalışması çok zorlaşmaktadır.
Devletimiz, Anayasası gereği, bir sosyal devlettir. Ancak, belli bir
sistematiği olan ve sürekli geliştirilen bir sosyal harcamalar bütçesine,
devlet, bugüne değin hiç sahip olmamıştır. Bu nedenle, devlet, sosyal
niteliği zayıf, etkisiz, adaletsiz, sistemsiz ve pahalı çalışmıştır. Bugün,
herkes bilmektedir ki, sosyal güvenliğe millî gelirden ayırdığımız pay,
Avrupa ülkelerinin en gerisindedir. Bu bağlamda, bir kez daha
vurgulamak isterim ki, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yeniden
düzenlenmelidir ve yeniden düzenlenmiş bu bakanlık, ilk iş olarak,
onbeş yıl perspektifli bir sosyal güvenlik master planı yapmalı ve
sistematiği olan bir sosyal bütçe oluşturmalıdır.
Bir süredir, sosyal sigorta sisteminin verdiği açıklardan söz edilmekte ve
bundan sürekli olarak yakınılmaktadır. Hiç kuşku yok ki, sistemin yeni
bir düzenlemeye ihtiyacı vardır. Ancak, buradan kalkarak, salt, devletin
kaynak aktarımını minimalize etmeyi hedeflemek ya da sosyal
dayanışma ilkesini büyük ölçüde gözardı eden aşırı özelci ve bireyci
yaklaşımlara yönelmek son derece yanlıştır ve kabul edilemez. Sosyal
sigorta sistemimizin bugünkü durumunun asıl nedeni, devletin, sosyal
sigorta sistemimize yapması gereken katkıyı yapmakta, geçmişte, hep
kaçınmış olmasıdır. Devlet, yardım etmek bir yana, aksine, kendini ve
başkalarını, sigorta fonları eliyle, yok pahasına finanse ettirmiştir;
devlet borçludur. Bu sözlerimle, emeklilik yaşı ve prim ödeme gün
sayısıyla ilgili yeni bir düzenleme de yapılmasın demiyorum; ancak,
böyle bir düzenleme, çok makul olmalı, sendikalara elden geldiğince
benimsetilmeli ve emekliliklerine belli bir süre kalmış olanların hakları
saklı tutulmalıdır. Emeklilik maaşları ve sağlık hizmetlerinin giderek
iyileştirileceğinin güvenceleri de mutlaka oluşturulmalıdır. Ayrıca,
böyle bir düzenlemeyi sosyal açıdan dengeleyebilmek için, işsizlik
sigortası, iş güvencesi, kamu çalışanları sendikaları düzenlemeleri de
mutlaka birlikte düşünülmelidir. İş ve İşçi Bulma Kurumunu yeni
işlevlere kavuşturacak olan iş-kur yasa tasarısı da bu kapsam içinde yer
almalıdır. Bu düzenlemelerin bazılarına karşı öne sürülen işveren
itirazlarının giderilebileceğini düşünmekteyiz.
SSK sigortalılarının sağlık hizmetleriyle ilgili yakınmaları çok iyi
bilinmektedir. Bunun temel nedeni, SSK hastanelerinin, bugün, kadro,
bina ve donanım olarak, devlet hastanelerinin bile gerisinde kalmış
olmasıdır; daha doğrusu, gerisinde bırakılmış olmasıdır. Devlet,
yaşlılık sigortasına yaptığı katkıyı azaltmak için, sağlık sigortası
fonlarından, yaşlılık sigortasına aktarma yapagelmiştir. Kanımızca,
sağlık sigortasının yaşlılık sigortasından ayrılmasında yarar vardır.
Ayrıca, hastane işletmeciliği özerkleştirilmeli ve modernleştirilmelidir.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; işsizlik sorunu gibi çok önemli bir
sorun, bugün, ülkemizde, sahipsiz kalmıştır.
Bütçesini görüştüğümüz Bakanlığın adı Çalışma Bakanlığı olmasına
karşın, bu Bakanlığın, istihdamı geliştirici yetkileri, donanımı,
kurumları ve olanakları çok sınırlıdır. Çalışma Bakanlığının, bu
açıdan da yeniden düzenlenmesinde büyük bir zorunluluk vardır.
Örneğin, insangücü planlaması, üretimle eğitimin eşgüdümlenmesi ve
eğitimin sürekli kılınması sorunları, sahipsiz olarak ortalıklarda
durmaktadır. Oysa, kimi çağdaş ülkeler, eğitim ve çalışma
bakanlıklarını tek bir bakanlıkta toplamak gibi bir geniş ufukluluk
göstermektedirler.
İşsizlik sorununun bizden çok daha az hissedildiği ülkelerde bile,
istihdamı geliştirici çeşitli projeler uygulanmakta ve yepyeni çözümler
oluşturulmaktadır.
Bugün, işgücü piyasamız, büyük bir düzensizlik, kararsızlık,
güvensizlik içerisinde ve baskı altındadır. Sendikasız, sigortasız ve
kayıtsız işçi çalıştırmak, neredeyse kurumlaşmak üzeredir. Bunda,
yasal boşlukların, ceza yetersizliklerinin, denetim noksanlıklarının ve
savcıların kayıtsızlıklarının, kuşkusuz, belli bir rolü vardır; ancak,
kayıtlı istihdama getirilen aşırı malî yük de, bu olumsuz gelişmenin
nedenlerinden biridir. Devletin, yük almamak amacıyla, tüm maliyeti işçi
ve işverenin omuzlarına yıkması, kayıtsız istihdamı ve ekonomiyi
teşvik ederek, nihaî tahlilde, devletin kendisine de zarar vermektedir.
SSK’nın aktif ve pasif sigortalı dengesinin bozulmasında da, kayıtsız
istihdam çok önemli bir rol oynamaktadır. Bu sorunu da, kaçak yabancı
işçi çalıştırma sorunu gibi, çözmek zorundayız.
15 yaşından küçük çocukların, kitlesel olarak, çok acımasız koşullarda
çalıştırılıyor olması da, çözmek zorunda olduğumuz sorunlardan
biridir.
İşçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda da, uluslararası
karşılaştırmalarda çok gerilerdeyiz.
Kadınların istihdam içerisindeki payları da yeterli değildir.
Özürlülerin ve eski mahkûmların istihdam sorununa da, daha kapsamlı
bir biçimde yaklaşmak zorundayız. Geçici ve mevsimlik işçilerin
bugünkü durumlarını mutlaka düzeltmeliyiz. Bütün bunları yapmak
olanaklıdır. Bunun için en temel koşul, bu sorunları önemsemek ve bu
sorunlarla birlikte yaşamak yerine, bu sorunları çözmek arzu ve
kararlılığını göstermektir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, geçtiğimiz temmuzda, dar
kapsamlı ve yetersiz olsa da, Anayasanın kimi maddelerinin
değişikliğini yapabildik; ancak, gerekli yasal düzenlemeleri yaparak,
bunlara, henüz işlerlik kazandıramadık. Biz, CHP olarak, bu konudaki
hazırlıklarımızı tamamlamak üzereyiz; Hükümetin de hazırlıklarını
bir an önce tamamlamasını istemekteyiz.
Kamu görevlilerinin belli bir kesimini kapsam dışında bırakmak ve
aşamalı olarak uygulanmak üzere, biz, kamu görevlilerine
toplusözleşmeli ve grevli sendikalaşma hakkını verebilmek için,
bilindiği üzere, büyük çabalar harcadık; ancak, yeterli Meclis desteğini
bulamadık. Çoğunluk, bunun için Anayasa değişikliklerini gerekli saydı.
Büyük uğraşma ve direnmelerle; ancak Anayasanın 53 üncü maddesinde
belirli değişikliklerin yapılmasını sağlayabildik. Bununla, kamu
görevlilerine, adı “sendika” olan bir örgütlenme hakkını verdik. Bu
sendika, bağlayıcı olmayacak bir biçimde toplugörüşme yapabilecektir;
fakat, bunun, kamu görevlilerini hiç tatmin etmediği açık bir biçimde
görülmektedir. Kamu görevlilerinin kitlesel eylemleri sürmektedir.
Memurlarımızı güvenlik güçleriyle karşı karşıya getirmek, onlara, dün,
Adana’da olduğu gibi şiddet uygulamak, soruşturmalarla korku vermek,
kitlesel ceza tehditlerinde bulunmak, çözüm değildir. Üstelik, bunların,
bu eylemlere muhalefette iken destek vermiş bir politikacı tarafından
yapılması, politik güven ortamını da çok zedeler. Çözüm, hızlı ve
kapsamlı bir devlet personel rejimi reformundan geçmektedir. Bu
reformla, kamu görevlilerine hem istihdam güvencesi hem de
toplusözleşme ve grev hakkı tanınmalıdır.
BAŞKAN – Sayın Gürkan, 1 dakikanız var.
AYDIN GÜVEN GÜRKAN (Devamla) – Anayasamız, halen, daha,
başta hak grevi olmak üzere birçok grev türünü yasaklamaktadır. Halen,
daha, hükümetler istedikleri zaman grevleri erteleyebilirler ya da
yasaklayabilirler; halen, daha, bir hükümet isterse, bütün grevleri zorunlu
tahkime götürebilir; halen daha Hükümet, Yüksek Hakem Kurulunu
istediği gibi oluşturabilir. Bu listeyi daha da uzatmak olanaklıdır. Bütün
bu demokrasiye aykırı düzenlemeleri, hızla değiştirmek zorundayız.
Bilindiği üzere, 2821 ve 2822 sayılı Sendikalar Yasası ile Toplu İş
Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası, demokrasinin kesintiye uğradığı
bir dönemde çıkarılmış yasalardır. Biz, CHP olarak, çok uğraşmamıza
karşın, bu temel çalışma yasalarında, ancak, çok sınırlı iyileştirmeler
sağlayabildik.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Size ek süre veriyorum; buyurun.
AYDIN GÜVEN GÜRKAN (Devamla) – Bu yasaların birçok maddesi,
hem Anayasaya hem ILO standartlarına hem de demokratik düzenin ana
ilkelerine aykırıdır.
Değerli arkadaşlarım, ekonomik ve sosyal konsey, ILO’nun evrensel
kabul gören üçlü diyalog, üçlü temsil ilkesi çerçevesinde, çalışanların,
işverenlerin ve devletin eşit temsiline göre oluşturulmalıdır.
Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; başarılı bir özelleştirme, ancak,
bir toplumsal uzlaşmayla olanaklıdır. Bu konuda, çalışanların da temsil
edildiği bir ekonomik ve sosyal konseyin çok yararlı katkıları olabilir.
Ayrıca, Özelleştirme Kurulunun da, yeniden düzenlenerek, bunun içinde,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının yanında, çalışanların ve
işverenlerin temsilcilerinin yer almaları da, kanımızca, mutlaka
düşünülmelidir.
Son olarak, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının, bütçe yasa
tasarısındaki 6 ncı maddeyi; yani, SSK’yı, Maliye Bakanlığı ve Hazine
Müsteşarlığının vesayetine veren Anayasaya aykırı bir düzenlemeyi,
nasıl olup da imzaladığını gerçekten öğrenmek isterim.
Değerli arkadaşlarım, sözlerimi, artık “1 Mayıs”ı resmî tatil günü
olarak kutlamak istediğimizi söyleyerek bitirmek istiyorum. Bu
toplumda, ne mutlu ki, halen, daha, emeğe saygı duyan milyonlar vardır.
Hepinizi, CHP Grubu adına saygıyla selamlıyorum.
Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Gürkan.
DSP Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Erdoğan Toprak;
buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
Sayın Toprak, sizin de süreniz 10 dakika; buyurun.
DSP GRUBU ADINA ERDOĞAN TOPRAK (İstanbul) – Sayın
Başkan, sayın milletvekilleri; İçişleri Bakanlığı bütçesi hakkında,
Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum. Partimin
görüşlerini açıklamadan önce, Yüce Meclisi en derin saygılarımla
selamlar; başarılı çalışmalar dilerim.
Bilindiği üzere, İçişleri Bakanlığı, devletimizin, iç sorunlarıyla
ilgilenen, sükûneti ve huzuru sağlayan, temel omurgasıdır. Bünyesinde,
mülkî amirlerden emniyet müdürlerine kadar üst düzey yöneticileri ve il
özel idarelerinden yerel yönetimlere, Sahil Güvenliğinden Jandarma
Genel Komutanlığına kadar kritik ve geniş kapsamlı kuruluşları
barındıran bir bakanlıktır.
Değerli milletvekilleri, son zamanlarda, yurdumuzun birçok köyü belde,
birçok beldesi de ilçe olmak istemektedir, birçok ilçemiz de il olmak için,
âdeta yarış halindedir. Bunun altında yatan neden ise, bölgelerine,
merkezî yönetimlerin hizmetlerinden biraz daha pay alabilmek
mücadelesidir; çünkü, merkezî yönetimler, yani hükümetler, gelir
dağılımında büyük adaletsizlikler ve hatalar yapmaktadır.
Vatandaşların, bir ilçenin il olduktan sonra, hele, bir de araseçim
oluyorsa, bu bölgelerdeki yatırımların ne kadar önemli olduğunu ve
ilçelerin, il olduktan sonra mezbelelikten nasıl kurtulduğunu gördüklerini
biliyoruz. Burada, o bölgelere hak veriyorum.
Değerli arkadaşlarım, gelir dağılımındaki adaletsizlik, birçok
bölgemizde hayatî sorunlar yaratmaktadır. Bunun en somut örneği,
güneydoğudaki terör belasıdır. Bu bela, o yörede yaşayan insanlarımızı
canından bezdirmiş; bölgede yaşanan bu sıkıntı, yurdumuzun tüm
bölgelerinde de kendisini göstermiştir. Bu sorunu çözmek için
hükümetlerin aldığı önlemler yanlışlarla dolu olduğundan, sorunu
çözmek yerine daha da ağırlaştırmıştır. Sorunun ekonomik boyutu
sürekli gözardı edilmiştir. Ekonomik hiçbir tedbir alınmadığından,
bölge halkı günden güne yoksullaşmıştır. Bir de Irak’a uygulanan
ambargo, bu bölge ticaretine indirilen öldürücü bir balyoz olmuştur.
Hükümetler, terörle mücadelede çözümü sadece güvenlik boyutuyla ele
almış ve ne yazık ki, soruna çözüm getirmek yerine daha da
çözümsüzlüğe sürüklemişlerdir.
Köylerde güvenliği sağlamak için geçici köy koruculuğu sistemi
getirilmiş; insanlarımız, hayvancılıktan, çiftçilikten uzaklaşmıştır.
Ellerine silah verilerek, kendilerini adaletin yerine koyan ayrıcalıklı
birer insan yaratılmıştır.
Sayın milletvekilleri, tek geliri devletten aldığı maaş olan, varlığı
sadece ve sadece teröre bağlı olan böyle bir birliğin terörle mücadelede
etkili olacağına inanıyor musunuz! Terör bittiğinde kendilerine ayrılan
bu nafakanın kesileceğini bilen insanlar, terörün bitmesini ister mi,
soruyorum size! (DSP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlarım, düzenli orduların eğitimi, düzenli muharebe
savaşları içindir. Bu tip terör olaylarında düzenli orduların başarılı
olmadığını biliyoruz. O bölgede, terörle mücadelede bir birliğin
kurulması şarttır. Parti olarak, biz de buna katılıyoruz; ama, ne yazık
ki, o bölgede terörle mücadelede kurulan birliğin eğitimsiz olarak sahaya
sürülmesi, birçok sorunu beraberinde getirmiştir.
O bölgede kurulan birliğin halkla ilişkilerde, psikolojik ve sosyolojik
alanlarda yeterince eğitim almadığını, sahaya sürüldükten sonra çıkan
sonuçlarda hep beraber görmekteyiz. Meselelere çok duygusal
yaklaşarak, kendi dışındaki bölge halkını potansiyel suçlu olarak
görmesi, belli bir siyasî görüşün simgelerini taşıyarak, bölge halkı
nezdinde büyük güvensizlik ortamı yaratmıştır. Bunu, basında,
televizyonlarımızda izledik. Bu birliği, eğitiminden disiplinine kadar,
yöneticilerimizin tekrar gözden geçirmesini rica ediyorum.
Bölgede gözaltına alınanların fazlalığı, buna rağmen tutuklananların
azlığı, karşımıza istihbarat zafiyetini getirmiştir. Devletin istihbarat
mekanizmasının ihbar mekanizmasına dayandırılmamasının gereğini,
bir daha rica ediyorum; çünkü, yoğun gözaltına alınmalar,
insanlarımızın devlete karşı olan güvenini, ne yazık ki, zedelemiştir.
Onun için, yöneticilerimizin, o bölgedeki istihbarat faaliyetlerimizi tekrar
gözden geçirmelerini rica ediyorum.
Değerli milletvekilleri, olağanüstü hal bölgesinde görev yapan güvenlik
güçlerimizin, olağanüstü hal bölgesinde görev yapmayan
meslektaşlarıyla aralarındaki maaş farklarının astronomik olmamasına
dikkat edilmelidir. Bunun, göz önünde bulundurulmasında fayda olacağı
kanaatindeyim.
Demokratik Sol Parti olarak, o bölgede görev yapan tüm güvenlik
güçlerimizin yanında olduğumuzu, onlara başarılar dilediğimizi, terörün
sonuna kadar karşısında olduğumuzu, bir kez daha belirtmek istiyorum.
(DSP sıralarından alkışlar)
Güneydoğu sorununun altındaki ekonomik boyut çözülmediği sürece,
sorunun çözümü daha da zorlaşır. Devletin, o bölgeye -kârlı olmasa
dahi- yatırımlar yapması şarttır. Bütçemiz içerisinde büyük bir pay olan
ve güvenlik için ayrılan paranın belli miktarının yatırımlara
harcanması şarttır. GAP Sulama Projesi tamamlanmadan önce toprak
reformu yapılmalı ya da Hazine arazileri topraksız yöre halkına
dağıtılmalıdır.
Güneydoğudaki feodal yapı kırılmadıkça, üretimler devlet eliyle o
bölgeye kaydırılmadıkça, küçük esnaf desteklenmedikçe, çiftçilik ve
hayvancılık konusunda, besicilerimize, devletin yetişmiş elemanlarıyla
yol gösterilmedikçe, köy kentler kurulmadıkça, Habur Gümrük Kapısı
açılmadıkça, bu sorunları çok uzun bir süre bu Mecliste
tartışacağımızı sanıyorum.
Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Sayın Bülent Ecevit’in güneydoğu
gezisinde, bir genç çıkıp şunu söylüyor değerli arkadaşlarım: “Sayın
Başkanım, bize iş vermiyorlar, bize aş vermiyorlar; bari bir spor sahası
kursalar da avunsak.” Düşünebiliyor musunuz, insanlar avunmaya bile
razı o bölgede.
Duyduğumuz kadarıyla, Sayın Başbakanımız, Bakanlar Kurulunu,
bütçe görüşmelerinden sonra Diyarbakır’da toplayacakmış.
Hatırladığım kadarıyla, daha önce de bir başbakanımız, Bakanlar
Kurulunu o bölgede toplamıştı. Sayın milletvekilleri, o bölgedeki
insanlar artık şov istemiyor; o bölgedeki insanlar iş istiyor, aş istiyor,
artık bununla tanışmak istiyor! (DSP sıralarından alkışlar)
METİN PERLİ (Kütahya) – Çekinser oy da istemiyor.
ERDOĞAN TOPRAK (Devamla) – Evet... Bunun da cevabını
vereceğim; bir dakika... Süremi kısaltmak istemiyorum.
Çıkıp, devletin bütçesi ve imkânları kısıtlı diyebilirsiniz; biz de
istiyoruz, ama, devletin bütçesi bu kadar diyebilirsiniz.
Değerli arkadaşlarım, eğer, bu devlet yüzde 400 faiz veriyorsa, bu devlet
tefecinin eline düşmüşse, o bölgede yaşayan halkın bunda suçu yok.
Eğer, bu devletin milyarlarca lira teşviki yurtdışına gidiyorsa, o bölgede
yaşayan vatandaşlarımızın bunda katkısı yok; suç, o bölgede yaşayan
vatandaşlarımızın değil. Eğer, bu devletin bütçesinden, vurguncular
milyarlarca lira vurgun vuruyorsa, o bölgedeki vatandaşlarımızın suçu
değil.
O bölgede yaşayan vatandaşlarımızın hayatlarını nasıl idame
ettirdiğini, televizyonlarımız başında hep beraber gördük. Hakkâri’deki
çocuklarımız, hayatını idame ettirmek için çöplüklerden ekmek
topluyor. Bu, hepimiz için utanç kaynağıdır; hepimizin, oturup, o
manzarayı bir kez daha gözden geçirmesi lazımdır! (DSP sıralarından
alkışlar)
Değerli milletvekilleri, yurdumuzdaki dengesiz gelir dağılımı
insanlarımızı adım adım büyük şehirlere göçe zorlamıştır.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Toprak, size kısa bir ek süre veriyorum; lütfen
konuşmanızı süratle tamamlayın.
ERDOĞAN TOPRAK (Devamla) – Yerel yönetimlerde daha fazla
yetkiyi biz de savunuyoruz; büyük şehirlerimizdeki sıkıntıları hep
beraber biliyoruz; bu yetkilerin artırılmasını biz de savunuyoruz; ama,
büyük şehirlerimizdeki belediye başkanlarımızın, o bölgeye giren
insanlara vize uygulamasını kınıyoruz. Hasbelkader o yönetime gelen
insanları, bu Meclis çatısı altında bir kez daha kınıyorum. Kimseye, bu
hudutları savunurken, canını ortaya koyan insanlara, canını feda
ederken ayrıcalık tanınmadığı gibi, o yörelere göç etmesini de hiç
kimse kısıtlamamalıdır. O mantıkla hareket eden insanları, o bölgedeki
insanların sandığa gömeceklerine inanıyorum. Oynamaya
kalkışmamalılar bu oyunu; kimseye bu hakkı vermezler. (RP
sıralarından gürültüler)
Değerli arkadaşlarım, dakikada bir bana laf atıyorsunuz; ama, biz
çekinser oyu, bu ülkeyi karanlığa götürmemek için, bu ülkeyi aydınlığa
çıkarmak için verdik! Biz, Demokratik Sol Parti olarak çağı yakalamak
niyetindeyiz; çağın gerisine gitmemek için çekinser oy verdik! (DSP
sıralarından alkışlar) Bizim parti olarak anlayışımız budur.
ŞABAN ŞEVLİ (Van) – Asıl siz çağdışısınız!..
BAŞKAN – Müdahale etmeyelim arkadaşlar.
ERDOĞAN TOPRAK (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, Demokratik
Sol Parti olarak, burada oturan 75 arkadaşım ve deneyimli Genel
Başkanımızla bu ülke yönetimine talibiz ve bu ülke yönetimine mutlaka
da geleceğimize inanıyoruz. Çekinser oyumuz, çağdışı düşünen
insanlara bu ülkeyi teslim etmemek içindir. (DSP sıralarından “Bravo”
sesleri, alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından Kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Toprak, lütfen... Süreniz bitti...
Buyurun, son cümlenizi söyleyin.
ERDOĞAN TOPRAK (Devamla) – Sayın Başkan, tamamalıyorum;
lütfen. Rica edeyim...
METİN PERLİ (Kütahya) – Sayın Başkan, 2 dakika daha verin...
Uzatın, uzatın...
BAŞKAN – Bir dakika... Arkadaşımız sözünü tamamlasın...
ERDOĞAN TOPRAK (Devamla) – Sayın Başkan, değerli
milletvekilleri; aslında, ülke olarak ne zaman atağa kalksak, dış destekli
bir bela başımıza açılıyor; onunla uğraşmak zorunda kalıyoruz; hamle
yapamıyoruz.
Bugünkü terörün dış destekli olduğunu, hatta bizim müttefiğimiz olarak
bildiğimiz ülkelerin de katkısı olduğunu duymaktayız. Evet, bize dost
gözüken müttefik ülkeler için, bölgede nasıl bir Türkiye istedikleri
konusunda karar verme zamanı gelmiştir; ekonomik açıdan dışa
bağımlı, zayıf, iç sorunlarıyla uğraşan, bölgede etkinliği yok olmuş bir
Türkiye mi; yoksa, kendi iç sorunlarını çözmüş, insanları huzurlu,
bölgesinde güçlü bir Türkiye mi? Eğer, birincisini istiyor ve
bekliyorlarsa, yanılırlar; biz, böyle bir müttefiği asla kabul etmeyiz;
ilişkimizi tekrar gözden geçiririz. Eğer, ikincisini istiyorlarsa, bizi
endişeye sevk edecek noktalardan ve hareketlerden, lütfen, uzak
durmalılar.
Sonuç olarak, bütçe gelirlerinin altıda birine yakın bir bölümünü,
güneydoğu sorunu için, değişik kurum ve kuruluşlar kanalıyla, polisiye
ve askerî tedbirler için kullanmak yerine, hiç olmazsa bir bölümünün
ekonomik boyuta yönlendirilmesinde, ülke geleceği açısından fayda
vardır. Bütçenin, önce vatandaşlara, sonra ülke ve devlete hayırlı
olmasını diler; Yüce Meclise saygılarımı sunarım.
Teşekkür ederim. (DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Erdoğan Toprak.
DSP Grubu adına ikinci konuşmayı, Balıkesir Milletvekili Sayın
Güven Karahan yapacaktır.
Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar)
MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın Başkan, saat bozuldu
galiba?..
BAŞKAN – Yok efendim, herkese 10 dakika tanıyoruz artık.
TURHAN GÜVEN (İçel) – 10 dakika mı 1 dakika mı?..
BAŞKAN – Hayır efendim. Yani, herkesi 10 dakika konuşturuyoruz.
(RP sıralarından “13 dakika” sesleri)
BAŞKAN – Efendim, olabilir; sizin arkadaşları da konuşturduk.
MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Niye çifte standart
uyguluyorsunuz?!.
BAŞKAN – Arkadaşlar, çifte standart değil... Ben burada takip
ediyorum... Arkadaş cümlesini bitirmek istiyordu... Sayın Ali Oğuz da
konuştuğu zaman, akıcı konuşmasını kesmemek için süreyi
durdurdum. Niye bu kadar rahatsız oluyorsunuz?.. Konuşmalardan
korkmayın; önemli olan, insanların özgürce konuşması. Bırakın,
özgürce konuşsunlar... (DSP sıralarından alkışlar) Ne olacak; 5 dakika
daha geç gideceğiz...
Buyurun efendim.
DSP GRUBU ADINA MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) –
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1996 malî yılı Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Partinin
görüşlerini sunmak için söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla
selamlarım.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının iki temel görevi vardır.
Bunlardan biri çalışma yaşamı, diğeri sosyal güvenliktir. Önce çalışma
yaşamıyla ilgili görüşlerimizi belirtmek istiyorum.
Çalışma yaşamımızın en önemli sorunu işsizliktir. Devlet Planlama
Teşkilatının verilerine göre, ülkemizde 4 milyonun üzerinde işsiz
bulunmaktadır. Özelleştirme furyası, taşeronlaştırma, keyfî ve toptan
işten çıkarmaların yaygınlaşması, işsizliği artırmaktadır. Kentlere
göçün hızlanması da işsizliği artıran etkenlerden biridir. Köyden kente
göçün önüne geçebilmek için, Demokratik Sol Partimizin, “kalkınma
köylüden başlamalıdır” ilkesine geçerlilik kazandırmak gerekmektedir.
(DSP sıralarından alkışlar) Ayrıca, Hükümetin, özellikle, geri kalmış
ve gelişmekte olan bölgelerimizde istihdamı artırıcı yatırımlara
yönelmesinde büyük yararlar bulunmaktadır.
Değerli milletvekilleri, çalışma yaşamımızın diğer önemli sorunu
geçici işçilerdir. Geçici işçiler, yılda dört ay ya da sanki sosyal güvenlik
haklarından yoksun kalsınlar diye, dört aydan birkaç gün daha az
çalıştırılmaktadırlar. Bu insanlarımızın, yılın kalan sekiz ayında
nasıl geçinecekleri kimsenin umurunda değildir. Ayrıca, onların
geleceğini de düşünen yoktur. Geçici işçilerin dört ay yerine sürekli
çalıştırılmasını talep etmekteyiz.
YAŞAR TOPÇU (Sinop) – Biraz daha işçi alsınlar!
MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar,
nüfusumuzun yaklaşık olarak yüzde 10’unu teşkil eden sakat ve
özürlülere politikacılar tarafından sözlerde verilen önemin, bundan
sonra, uygulamada da gösterilmesini istiyoruz. (DSP sıralarından
alkışlar) Yönetmelik hükümleri arasında kalan hakların icraata
geçirilmesini talep ediyoruz.
Çalışanlarımızın önemli bir kesimini teşkil eden kadınlarımızın bu
işsizlik ortamında yer alması bazı kesimlerin tepkisine neden
olmaktadır; ancak, bu kesimler, demokrasilerin, cinsiyet ayırımı
gözetilmeden işgücüne katıldığı toplumlarda geliştiğini görmezlikten
gelmektedirler. Çalışan kadınlarımızın çalışma koşullarının
iyileştirilmesi ve çağdaş ölçütlere getirilmesi gerekmektedir.
Değerli arkadaşlar, ülkemiz çalışma yaşamının diğer önemli bir sorunu
da çocuk işçilerdir. Bugün, ülkemizde, 12-16 yaş arasında, çalışma
yaşamında, en az 700 bin çocuk bulunmaktadır. Elimizdeki sınırlı
verilere göre, bu çocukların ancak 200 bini çıraklık eğitiminden
geçmiştir. Çocuk işçilerin çalıştığı yerler sağlıksız, çalışma süreleri
uzun ve aldıkları ücret düşüktür. Bu duyarlı konuda, Sayın
Bakanımızdan, titiz çalışmalar yapmasını istiyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yurtdışındaki işçilerimize
gelince... Onlardan, yıllardır, ülke kalkınması için yararlanamadık,
yalnız dövizleriyle ilgilendik, çalışma sorunlarına bile gereken değeri
veremedik. Yurtdışındaki işçilerin en başta gelen demokratik
haklarından biri olan seçimlerde oy kullanma hakkı için doğru düzgün
çaba göstermedik. 1995 yılı haziran ayında yapılan anayasa
değişikliklerini takiben, Genel Başkanım Sayın Bülent Ecevit’in uyum
yasalarının çıkarılması için verdiği büyük mücadele, diğer partilerin
ilgisizliği nedeniyle akim kalmıştır.
Değerli milletvekilleri, ülkemizin uluslararası pazarlarda rekabet
edebilmesi için, işgücü verimliliği önem kazanmıştır. Bunun için,
insangücüne yapılacak verimlilik artırıcı yatırımlara önem verilmesi
yerinde olacaktır.
Enflasyon canavarının pençesi altında ezilen işçi emeklilerinin
mağduriyetlerine, artık son verilmelidir. (DSP sıralarından alkışlar)
Bir yasa çıkarılmasına gerek kalmadan, işçi ve işveren kesimleri
arasındaki çalışma barışını sağlayacak olan ekonomik ve sosyal
konseyin kurulmasında, Demokratik Sol Parti olarak, büyük yararlar
görmekteyiz. Sayın Başbakanın bütçe konuşmasında bu konuda verdiği
söz, bizler için, çok memnuniyet verici olmuştur.
Değerli arkadaşları, kamu çalışanları, yani memurlarımız, son yıllarda
grevli, toplusözleşmeli sendikal haklar için mücadele vermektedirler.
Daha önce söz veren politikacıların sözlerinde durmamaları karşısında,
hak arayan memurlarımız, coplanmakta, adlî takibata uğramakta ve
sürülmektedirler. Çalışma barışının sağlanması için, bu dönemde,
Anayasanın 128 inci maddesinde öngörülen aslî ve sürekli görevlerin,
zaman geçirilmeden belirlenmesi gereklidir. Sayın Başbakandan, konuya
çalışma barışı açısından yaklaşmasını, kamu çalışanlarına, grevli,
toplusözleşmeli sendikal haklarının verilmesi için çaba göstermesini ve
memurlarımızın ücretlerinin, günümüzün koşullarına uydurulmasını
sağlamasını istiyoruz. (DSP sıralarından alkışlar) Kamu
çalışanlarının bu haklarının verilmesi, demokrasimize en büyük hizmet
olacaktır.
Değerli arkadaşlarım, çalışan kesimlerin en büyük sorunlarından biri de
asgarî ücrettir. Son oniki yıldır, yüzde 50-60 arasında seyreden
enflasyonun etkisiyle, asgarî ücret, asgarî ücretle geçinenleri bunalıma
sürüklemektedir. Ayrıca, artık, asgarî ücretin vergi dışı bırakılması
uygulamasına da zaman kaybedilmeden geçilmelidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 12 Eylül askerî darbesinden sonra,
işçilerimizin sendikalaşma, toplusözleşme ve grev haklarına,
demokrasiyle bağdaşmayan sınırlamalar getirilmiştir. Bunlar, 2000’li
yıllara çeyrek kala, mutlaka kaldırılmalıdır. İşçilerin, sendikalar ve
çalıştıkları kurumların yönetimine katılmaları sağlanmalıdır.
Toplusözleşmelerle sağlanan hakların yerine getirilmemesi sonucunda,
işçilerimizin eli kolu bağlıdır. Ülkemizde, hak grevinin olmaması
büyük haksızlıktır. Ayrıca, ILO sözleşmeleriyle sağlanan haklar,
yaşama geçirilememektedir. Toplusözleşmelerle ücretleri yükselen
işçilerin işlerine son vermek, son yıllarda moda olmuştur. Bunlar,
çağdaş hukuk devletinin ayıplarıdır; bunlardan kurtulmamız
gerekmektedir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığının ikinci temel görevi, sosyal güvenliktir. Sosyal güvenlik
kurumları, hiçbir çağdaş devlette, devletin tasfiye edeceği, ortadan
kaldıracağı kurumlar değildir ve bu, asla yapılmamalıdır; çünkü, sosyal
hukuk devleti, tüm yurttaşlarına, asgarî sosyal güvenliği sağlamak
zorundadır.
BAŞKAN – Sayın Karahan, 1 dakikanız var efendim.
MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Devamla) – Demokratik Sol Parti
olarak, sosyal güvenlik kurumlarının aynı çatı ve tek bakanlık altında
toplanması gerektiğine inanmaktayız.
Şimdi, sosyal güvenlik kurumlarıyla ilgili görüşlerimizi, kurumsal
bazda, kısa kısa açıklamak istiyorum.
Sosyal Sigortalar Kurumu, ülkemizin en büyük sosyal güvenlik
kurumudur; 25 milyon insanımıza hizmet vermektedir; hem sosyal
güvenlik hem de sağlık hizmetleri sunmaktadır. SSK, 1991 yılından
sonra malî krize düşmeye başlamıştır. Bunun nedenleri, emeklilik
yaşının indirilmesi, kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınamaması,
primlerin zamanında toplanamaması, sık sık yapılan prim cezası
afları, Kurum gelirlerinin, geçmişte, düşük faizli menkul kıymetlere
yatırılması, sık sık borçlanmaya imkân veren düzenlemelerin
yapılması, iflas eden bankaların personelinin Kurum kapsamına
alınması, kaçak işçi çalıştırılmasıyla ilgili etkin önlemlerin
alınamaması nedeniyle...
BAŞKAN – Sayın Karahan, size de kısa bir süre veriyorum; lütfen,
konuşmanızı bitirin.
MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Devamla) – ... aktif sigortalı
sayısının artırılamaması, 1977 yılından beri, sosyal zamların prim
karşılığı olmaksızın Kurum tarafından ödenmesi ve SSK’daki kadro
şişkinliğidir. SSK’nın, gerçekten özerk bir yapıya kavuşturulması ve
sağlık hizmetleri birimlerinin, rayiç değer üzerinden Sağlık Bakanlığına
devredilmesi, sorunun çözümüne katkıda bulunacaktır.
SSK hastaneleri, ülkemiz sağlık hizmetlerinin yaklaşık olarak yüzde
35’ni vermektedir. SSK hastaneleri, bu yükün altında ezilirken, sağlık
çalışanları büyük bir özveriyle çalışmaktadırlar. Bir hekim olarak, bu
arkadaşlarımızı, burada, takdirle anmayı büyük bir görev biliyorum.
Bağ-Kur’a gelince. Bağımsız çalışanların sosyal güvenlik haklarıyla,
bağımlı çalışanların sosyal güvenlik hakları, günümüzde, ne yazık ki,
karıştırılmaktadır; bu, çok yanlış bir uygulamadır. Bağımsız
çalışanlar, sosyal güvencelerini kendileri sağlarlar; onlara prim ödemiyor
diye reva görülenler yanlıştır. Bağımsız çalışanlara bu konuda eziyet
etmek, işinden gücünden etmek ve hapiste yatmalarına neden olmak,
hem devlet hem de sigortacılık anlayışıyla bağdaşmamaktadır.
Bağımsız çalışanlara, primlerini ödedikten belirli bir süre sonra sosyal
güvenlik hakkı vermek, primlerini yatırmadığı zaman sosyal güvenlik
kapsamından çıkarmak en doğru hareket olacaktır.
Bu arada, Bağ-Kur’lu tarım çalışanlarının da sağlık hizmetleri
kapsamına alınması yerinde olacaktır.
Kıt bütçe olanaklarıyla donatılmış Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı 1996 malî yılı bütçesinin, ülkemize ve ulusumuza hayırlı
olmasını diler, Demokratik Sol Parti Grubu adına saygılarımı sunarım.
(DSP, ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Karahan.
Sayın milletvekilleri, bütçeler üzerinde gruplar adına yapılan
konuşmalar sona ermiştir.
Sayın İçişleri Bakanı, buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar)
Sayın Bakan, konuşma süreniz 10 dakikadır.
İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın Başkan,
muhterem arkadaşlarım; İçişleri Bakanlığının ve bağlı kuruluşlarının
1996 yılı bütçesi üzerindeki görüşlerimizi ve Bakanlığımızın
faaliyetlerini izah etmek için huzurlarınızdayım; bu vesileyle hepinizi
saygıyla selamlıyorum.
Benden önce konuşan çok değerli milletvekillerimize, hem eleştirileri
için hem de Bakanlığımızın bütçesi için getirmiş oldukları önerilerden
dolayı, teşekkür ediyorum.
Muhterem arkadaşlarım, Bakanlığımız, bilindiği gibi, yurdun iç
güvenliğinin ve asayişinin sağlanması, kamu düzeninin korunması,
kaçakçılığın önlenmesi gibi devletin en hayati fonksiyonlarını yerine
getiren bir Bakanlıktır. Ayrıca, mahallî idarelerimiz için yol gösterici,
onlara yön verici olmanın yanı sıra, iyi işleyen bir taşra idaresinin tesisi,
sivil savunma ve nüfus hizmetlerinin yürütülmesi de İçişleri
Bakanlığımızın görev alanları içindedir.
İç güvenliğin ve asayişin sağlanmasında, huzur ve güven ortamının
tesisinde, Bakanlığımızın her kademesindeki mensupları, bu önemli
görevlerinin sorumluluğu ve bilinci içerisindedirler. Yüksek bir disiplin
ve görev anlayışıyla hizmet yarışındadırlar. Bu uğurda, yeri
geldiğinde, kanını, canını vermekten de çekinmemektedirler. Ben, bu
vesileyle, özellikle güneydoğu ve diğer yörelerimizdeki olaylarda,
hayatını kaybeden değerli emniyet ve güvenlik mensuplarımıza,
Cenabı Allahtan rahmet diliyorum ve gazilerimizi de şükranla anıyorum.
Muhterem arkadaşlarım, bu çok kısa süre içerisinde, size, klasik bir
bütçe sunmak mümkün değil; ama, ben, İçişleri Bakanlığının en
önemli sorunlarını ve sizin huzurunuza getirmek istediğimiz, bu
sorunları düzeltecek kanunlar hakkında, çok kısa, satırbaşı halinde
bilgi vermek istiyorum.
Muhterem arkardaşlarım, Plan ve Bütçe Komisyonunda, bütün partilere
mensup arkadaşlarımın ifade ettiği gibi, bugün ülkemizin en önemli
beklentisi, mahallî idareler reformudur. Hükümetimiz, programında da
belirttiği gibi, mahalli idareler reformunu mutlaka yapacaktır. Bunun için
hazırlıklarımız, aşağı yukarı, tamamlanmıştır; çok kısa bir sürede,
mahalli idareler reformu, Yüce Meclise, huzurlarınıza getirilecektir.
Reformdan amaç, merkezî idarede toplanan görev ve yetkilerin, mahallî
yönetimlere devridir; bunun detaylarını, gerek ihtisas komisyonlarında,
gerekse Meclis Genel Kurulunda birlikte görüşeceğiz. Ben şimdiden,
mahallî idareler reformuna, Plan ve Bütçe Komisyonunda bütün
partilerimizin göstermiş oldukları ilgiden dolayı teşekkür etmek
istiyorum.
Sayın Başkan, muhterem arkadaşlarım; ülkemizin en önemli
sorunlarından biri de trafiktir; dikkat ettim, konuşmacılarımız, belki
sürenin kısalığından dolayı, bu konuya girmediler. Düşünebiliyor
musunuz, Türkiye’de, bir yılda, ortalama 295 bin trafik kazası oluyor ve
her gün, ortalama 25-26 vatandaşımız hayatını kaybediyor. Yine,
Türkiye’de, trafik kazalarından dolayı, her yıl 10 trilyon lira zarara
uğruyor ülkemiz. Bu ürkütücü rakamlara baktığımız zaman, bizim,
süratle bu konunun üzerine gitmemiz gerektiğini ve bu konuyla ilgili
gereken kanunu çıkarmamız icap ettiğini düşünmememiz mümkün
değil. İşte, bunun için, bu kanun tasarısını hazırladık, bu ay içerisinde
Yüce Meclise sunacağız. Bu tasarıda, amacımız, gerek
vatandaşlarımıza gerekse trafik polisimize gerekli eğitimi verebilmeyi
sağlamak; aynı zamanda, bugüne kadar yetersiz olan, hele, son
zamanlarda gülünç hale gelen trafik cezalarını artırmak, trafik
altyapısını hazırlamak ve trafik eğitimi için gerekli önlemleri almaktır.
Bunları, en kısa zamanda huzurlarınıza getireceğiz.
Muhterem arkadaşlarım, Hükümet Programında da belirttiğimiz gibi,
biz, olağanüstü hali tedricen kaldıracağız; bunun için, gerekli tasarıları
hazırladık. Bunlar, Köy Kanunu ve İller İdaresi Kanununda yapılacak
değişiklikler ile Kimlik Bildirimi Kanunu ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar
Kanununda yapılacak değişikliklerdir. Bu değişiklikleri hazırladık ve
Bakanlar Kurulumuza sevk ettik. Bu tasarılar da, çok kısa bir süre sonra
huzurlarınıza gelecektir. Bu tasarıların kanunlaşmasıyla, yürürlüğe
girmesiyle, olağanüstü hali de kaldıracağız.
Muhterem milletvekilleri, bugün, terörle ve terörün son durumuyla ilgili
çok konuşmalar yapıldı. Ben, tekrardan kaçınarak, size, sadece şunları
söylemek istiyorum: Son aylar içerisinde, hele son ay içerisinde yapılan
operasyonlarda, hepinizin, basından, radyodan, televizyondan takip
ettiğiniz gibi, güvenlik güçlerimiz büyük başarılar elde etmişlerdir. Size,
şunu hemen ifade edeyim: Son bir ay içerisinde, 100’e yakın terörist
kendiliğinden güvenlik kuvvetlerine teslim olmuştur. Artık, güvenlik
güçlerimiz defansta değildir; artık, güvenlik güçlerimiz eşkıyayı
aramaktadır ve size en güzel vereceğim haber, bugün, Türkiye’de ne
kadar PKK’lının olduğunu bildiğimiz gibi, yerlerini de biliyoruz.
Türkiye Cumhuriyeti, bugün, bunu tespit etmiş durumdadır; yurtdışında
olanların da sayısını biliyoruz ve inancım odur ki, çok kısa bir süre
içerisinde, tespit edilen bu odaklar mutlaka temizlenecektir; ama, burada
çok değerli bir arkadaşım ifade etti : “Terör sıfırlanabilir mi; bu,
dünyanın hiçbir ülkesinde sıfırlanmamıştır, en medenî ülkelerde bile
var.” İşte, bizim hedefimiz, terörü, o medenî ülkelerdeki seviyeye
indirmektir; inancım odur ki, bunu birlikte yapacağız.
Türkiye’deki terör belasını yok etmek sadece Hükümetin görevi
değildir; bu Parlamentonun, Türk Milletinin, hepimizin üzerine gitmesi
icap eden bir görevdir. Ülkenin üniter yapısına yönelik bu tehdide karşı,
hepimizin birleşerek bunun üzerine gitmesi lazımdır ve mutluluk
duyuyorum,bütün partilerimiz, bugün, bu konuda hemfikirdirler.
Muhterem arkadaşlarım, değerli milletvekilleri; bir sorunumuz var; bu
sorunumuzu Sayın Kozakçıoğlu burada ifade etti. Polis ihtiyacımız
nedeniyle, daha önce, sayıları takriben 33 bine yaklaşan askerliğini
yapmamış polisler alındı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Bakan, süreniz doldu, size ek bir süre veriyorum,
lütfen, toparlayınız.
İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Devamla) – Bugün, askerliğini
yapmamış mevcut 33 bin polisimiz var. Şimdi, bu polisler, özellikle,
büyük şehirlerimizde ve güneydoğuda görev yapmaktadırlar. Şimdi, bu
polislerimiz askere çağrılıyor; bizim, polis ihtiyacımız var; ama, onlar,
güvenlik görevini yapıyorlar. Bizim hedefimiz ve hazırlığımız, bunlara,
zamana yayarak, dört aylık temel eğitimi de vermek şartıyla
askerliklerini yaptırmaktır. Hatırlarsınız, 1970’li yıllarda, öğretmenler
için de bu uygulanmıştır. Bunun inancındayız ve bunu yapmalıyız;
çünkü, bunlar, zaten, aynen, güneydoğudaki askerlerimiz gibi güvenlik
görevini yapmaktadırlar. Bu kanunu, yakında, huzurlarınıza getireceğiz.
Muhterem milletvekilleri, burada konuşan çok değerli arkadaşlarıma,
Sayın Başkanın da yüksek müsaadesiyle, çok kısa cevap vermek
istiyorum. Şimdi, polis ve jandarmanın, zaman zaman insan haklarını
ihlal ettiğini, işkence ettiğini, arkadaşımız, bir genelleme şeklinde
burada ifade etti; bunu kabul etmemiz mümkün değildir. Türk polisi,
Türk jandarması ve güvenlik güçlerimiz, hiçbir zaman, insan haklarını
ihlal eden ve aynı zamanda, işkenceye yol açan davranışlar içerisinde
bulunmamışlardır. 135 bin polisimiz içerisinde, belki, buna yönelen çok
münferit vakalar olmuştur, insanlar da olmuştur; bu doğaldır, bu, her
meslekte olur; ama, bunu, bütün polis teşkilatımıza teşmil etmek
yanlıştır.
Diğer bir husus, hepinizin bildiği gibi, son, valiler kararnamesini
çıkardık. İktidarlar değiştiği zaman bunlar doğaldır, bunlar birer nöbet
değişimidir, bunu tabiî karşılamak lazımdır ve bunlar objektif kriterler
içinde yapılmıştır; ama, orada bir ifade beni rahatsız etti: “Polis kökenli
valiler atanıyor” denildi. Arkadaşımızın insaf etmesi lazımdı; 50’den
fazla valinin atandığı bu kararnamede, polis kökenli sadece 2 valimiz
vardır ve bunlar da son derece yetenekli ve değerli insanlardır. Kaldı ki,
İçişleri bir bütündür, o bütün içerisindeki mensupların hepsi, yeri
geldiğinde, vali olmaya layıktırlar ve olabilmelidirler. Yani, bir insanın,
emniyet kökenlidir diye vali olamaması gibi bir şey düşünülemez; bu,
zaten istisnaî bir kadrodur. Ayrıca, ilk defa bir kararnamede bu kadar az
polis kökenli vali atanmıştır. Allah nasip eder, bana bir fırsat daha
verirse -eğer şartlar gerektirirse- hiç düşünmeden, daha çok polis kökenli
vali yaparım. İnsanların kökeni önemli değildir, önemli olan, o insanın
icraatıdır; buna ehemmiyet vermek lazımdır. (ANAP sıralarından
alkışlar)
Muhterem milletvekilleri, köylerin boşaltılması, burada hep ifade edilir.
Zannedilir ki, devlet gitti köyleri boşalttı, kimseyi bırakmadı; ama, biraz
geriye dönüp bakın, acaba bu köyler neden boşaltıldı... Eşkıya köyü
basıyor, eşkıya köyden insan alıyor...
BAŞKAN – Sayın Bakan, lütfen toparlayın efendim.
İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Devamla) – ...ve eşkıya oradan
yiyecek, lojistik destek alıyor. İşte, o köylü bıktı artık, bıktığı için
büyük şehirlere gitti. Ha, acaba, güvenlik nedeniyle boşaltılan yer
olmadı mı; olmuştur, bu da doğaldır; ama, şurası bilinmelidir ki,
köylerin boşaltılmasının asıl nedeni, oradaki eşkıyanın, o insanların
hayatına, ırzına, malına, canına yaptığı sarkıntılıklardan ve
sıkıntıdan ibarettir.
MUSTAFA YILDIZ (Erzincan) – Devlet güvence vermiyor ama.
İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Devamla) – Oraya, öğretmen
gönderiyorsunuz; yaşatmıyor, ebe gönderiyorsunuz; yaşatmıyor, oraya,
iş makinesi gönderiyorsunuz; yakıyor, oradaki insanı yerinde tutmuyor,
o insan göç ediyor. Bir taraftan da “bu insanları, devlet yerlerinden etti”
diyoruz. Devlete karşı bu haksızlığı yapmamalıyız; bunu, hiç kimsenin
söylemeye hakkı yoktur arkadaşlar.
Muhterem arkadaşlarım, aslında, bu konuda söyleyecek çok şeyimiz
var; ama, işte 10 dakikalık sürede ne söyleyebiliriz ki... Ben, tekrar,
bütçemiz üzerinde konuşan ve katkıda bulunan bütün milletvekillerimize
teşekkür ediyorum.
Şunun bilincindeyim, bu bütçe, yerinde ve kuruşuna kadar en iyi şekilde
değerlendirilerek harcanacaktır. Bundan, hiçbir milletvekilimizin
şüphesi olmasın. Bu bütçe için katkıda bulunanlara tekrar teşekkür
ediyorum.
Bütçemizin, ülkemize ve camiamıza hayırlı olmasını diliyor, hepinize
en derin saygılarımı sunuyorum. (ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Sayın milletvekilleri, şimdi, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanına söz
vereceğim; yalnız, Sayın Bakana söz vermeden önce, Başbakanlığın bir
tezkeresi vardır; okutacağım.
Bu tezkere, ülkemizin de üyesi bulunduğu Uluslararası Çalışma
Teşkilatı (ILO) Anayasasının 19 uncu maddesinin 5 (b) ve 6 (b) bentleri
gereğince, hükümetlerin, Uluslararası Çalışma Konferanslarında kabul
edilen tavsiye kararları hakkında yasama organına bilgi sunmasına
dairdir.
Başbakanlık tezkeresini okutuyorum:
II. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam)
A) TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam)
7. – Cenevre’de yapılan 82 nci Uluslararası Çalışma Konferansında
kabul edilen 176 sayılı Sözleşme ve 81 sayılı İş Teftişi Hakkında
Sözleşmenen genişletilmesini öngören Ek Protokolle ilgili olarak,
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından, bütçe müzakereleri
sırasında, Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi sunulacağına ilişkin
Başbakanlık tezkeresi (3/236)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
12.4.1996
İlgi : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 9.4.1996 tarihli ve
B.13.0.APK.0.12.00-00/4010-996/008246 sayılı yazısı.
5-23 Haziran 1995 tarihlerinde Cenevre’de yapılan 82 nci Uluslararası
Çalışma Konferansında kabul edilen “Madenlerde Güvenlik ve Sağlığa
İlişkin 176 Sayılı Sözleşme” ve “81 Sayılı İş Teftişi Hakkındaki
Sözleşme”nin ticaret dışı sektörlere de uygulanması amacıyla
genişletilmesini öngören Ek Protokolle ilgili olarak, Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanı tarafından bütçe müzakereleri sırasında Türkiye
Büyük Millet Meclisine bilgi sunulması hakkındaki ilgi yazı ile ekinin
suretleri ilişikte gönderilmiştir.
Gereğini arz ederim.
Mesut Yılmaz
Başbakan
BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur.
III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN
GELEN DİĞER İŞLER (Devam)
1. – 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu
Tasarıları (1/285, 286) (S. Sayıları : 1, 2) (Devam)
İ) İÇİŞLERİ BAKANLIĞI (Devam)
1. – İçişleri Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
a) Emniyet Genel Müdürlüğü (Devam)
1. – Emniyet Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Bütçesi
b) Jandarma Genel Komutanlığı (Devam)
1. – Jandarma Genel Komutanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
c) Sahil Güvenlik Komutanlığı (Devam)
1. – Sahil Güvenlik Komutanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
J) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI (Devam)
1. – Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Emin Kul; buyurun efendim.
(ANAP ve DYP sıralarından alkışlar)
Sayın Bakan, konuşma süreniz 10 dakikadır. Yalnız, o bildiriyi sonra;
yani, sürenizin sonunda okursunuz; o, süreye dahil değil efendim.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI EMİN KUL
(İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığının 1996 yılı bütçesi üzerinde söz alan arkadaşlarımı
aydınlatmak -eleştirilerine cevap vermek üzere değil- ve bilgi sunmak
üzere huzurlarınızdayım; sizleri, saygıyla, sevgiyle selamlarım.
Bütçemiz üzerinde sırasıyla söz alan, Sayın Oğuz’a, Sayın
Sıvalıoğlu’na, Sayın Bahadır’a, Sayın Gürkan’a ve Sayın Karahan’a
şükranlarımı arz ediyorum; eleştirilerinden faydalandım, kendilerine
teşekkürlerimi sunuyorum.
Esasen, Hükümetimiz, arkadaşlarımın işaret ettiği hususlar üzerinde
titizlikle durmakta ve çalışmalarını sürdürmektedir. Her ne kadar
arkadaşlarımın eleştirisi süresince, cevap vermek, izahat vermek imkânı
bulamıyorsam da, bize ayrılan bu 10 dakikalık süre içerisinde, kısaca,
bazı hususlara değinmek istiyorum.
Önce, şunu ifade edeyim: Çalışma hayatının içerisinde, kırkdört yıl
bilfiil işçi olarak çalışmış bir arkadaşınız olarak, Sayın Oğuz’a hak
veriyorum. Sayın Oğuz’un, dışarıdan tespit ettiği veyakendisini bu
derece hüzünlendiren ve hitabet kabiliyetini çok ileri şekilde ortaya
koyan bu konuşmasında haklı yönleri olabilir; ama, ben, bu kırkdört
yılın acısını burada anlatmaya kalksam, inanınız ki, gözleriniz belki
daha fazla yaşarır. O bakımdan, bütçe üzerinde durmayı daha faydalı
görüyorum.
NECMETTİN AYDIN (Zonguldak) – Anlatmaya değil, çözmeye
geldiniz Sayın Bakan.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI EMİN KUL
(Devamla) – Şu hususa da işaret etmek istiyorum. Sosyal güvenlikle ilgili
Hükümet çalışmaları, sadece finansman açığını kapamaya yönelik
çalışmalar değildir. Sosyal güvenliğin bugünkü durumunu daha iyiye
doğru getirmek ve sosyal güvenlik alanında, yurttaşlarımıza,
işçilerimize daha üstün bir hizmet verebilmenin yollarını aramak asıl
amaçtır. Finansman açığı da, tabiî, bu sorunun içinde önemle yer tutan
bir durumu, bir manzarayı ortaya koymaktadır; ama, hiçbir zaman,
sadece finansman açığını kapatmak üzere tedbir almak gibi bir
yaklaşımla Hükümetimiz olaya bakmamaktadır.
Muhalefette kamu çalışanlarına destek verme konusu da, açıklanması
gereken bir husus olarak önümüzdedir. Özellikle, bugün görev alan
Sayın Başbakan, muhalefet sıralarındayken, muhalefet dönemindeyken
kamu çalışanlarıyla en yakından ilgilenmiş bir siyaset adamıdır. Hatta,
partisinin genel merkezinde, ilk kez kamu çalışanlarını bir açık
tartışmaya çağırmış; burada, bilim adamları ile kamu çalışanlarının
temsilcileri saatler süren bir sempozyuma katılıp görüşlerini bildirmişler
ve bugünkü Başbakanımız sempozyumun kapanış konuşmasında,
görüşlerinin, desteğinin ve vaatlerinin neler olduğunu açıkça söylemiştir.
Dolayısıyla, bu desteğin veyahut da vaadin ne olduğunu bilmeden
sadece eleştirisini yapmak, haklı görülecek bir nokta değildir. Sayın
Başbakanın vaatlerinin ne olduğunu bilerek eleştiride bulunmak ancak
haklı görülebilir; ama, bu, bu şekliyle ortaya konulmamıştır.
Bütçenin nasıl imzalanıp gönderilmiş olduğuna gelince. Anavatan
Partisi, bu konuda, geçmiş bütçelerdeki Anayasaya aykırı hükümlerin
büyük bir çoğunluğunu, Anayasa Mahkemesine götürüp -bütün
ikazlarına rağmen, uyarılarına uyulmadığı için- iptal ettirmiş bir
partidir. Dolayısıyla, Hükümetimiz, bütçeyi, sadece Meclise sevk etmek
işlemini yapmıştır. Eğer, Anayasaya aykırı, yasalara aykırı bir husus
varsa, bu konuyla ilgili olarak, Maliye Bakanlığının bütçe müzakereleri
sırasında, bütçenin metninin müzakereleri sırasında, arkadaşlarımız
girişimler yaparlar, Yüce Meclis, kendi konusuna hâkimdir; bu konuda
bir değişiklik istiyorsa, bu da Yüce Meclisçe gerçekleştirilir.
Hemen ifade edeyim ki, Bakanlığımızın Kuruluş Kanununun 2 nci
maddesinin bir fıkrası “bağlı kuruluşların, amaçları ve özel kanunları
gereğince idare edilmesini sağlamak ve denetlemek” görevini
Bakanlığımıza vermiştir.
4792 sayılı Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununun 1 inci maddesinde de,
Kurumun, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına bağlı olduğu
yazılıdır. 11 inci maddesinin (a) ve (b) fıkralarında da, “bütçeyi ve
bütçedeki değişiklikleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının
tasvibine sunmak” ibaresi yer almıştır. Eğer, Bütçe Kanunumuzun 6 ncı
maddesi bunlarla çatışıyorsa, bu hususu Yüce Meclis elbette ki gözden
kaçırmayacaktır, gereğini elbetteki üzerinde yaptığı çalışmayla
şekillendirecektir. Bu konuda, sadece bu açıklamayı yapmakla iktifa
etmek istiyorum; bunu yeterli görüyorum.
Sosyal Sigortalar Kurumunun tasfiyesi diye bir şey de söz konusu
değildir; çünkü, Hükümetin böyle bir niyeti olsaydı, bunu açıkça deklare
ederdi. Özelleştirme diye bir şey söz konusu değildir; çünkü, böyle bir
niyeti olsaydı, deklare ederdi. Bu konuda, henüz seçenekleri
incelemektedir ve bir reform taslağı hazırlamak üzere çalışmaktadır.
İnsan, kötü giden bir işini tasfiye eder, yeni ve daha iyi bir iş kurar.
Hükümet bunu da deklare eder; özelleştirmeden de korkmaz; eğer,
yapmak istiyorsa, sonuç olarak, bütün verilerin karşısına getirdiği nokta
buysa, Hükümet bunu da söyler; ama, ne Bakanlığım ne Başbakan ne de
Bakanlar Kurulumuzun herhangi bir üyesi, tasfiye veya özelleştirme diye
bir hususu kamuoyuna deklare etmiş değildir. Dolayısıyla,
arkadaşlarımızın müsterih olmasını diliyorum.
Şimdi, verilen süre içerisinde, kısaca izahat vermek isterim. Hani, belki
“bütçen kadar konuş” diye aklınızdan geçer; hakikaten, verilen süre,
bütçem kadar.
Bütçemize baktığımız zaman, 3 trilyon 116 milyar lira olduğunu
görüyoruz. Bu 3 trilyon 116 milyar liranın 1 trilyon 190 milyar lirası, İş
ve İşçi Bulma Kurumumuza ayrılan bir ödenektir. Personel giderlerimiz
de 1 trilyon 226 milyar liradır. Elimizde, diğer cari giderler, yatırımlar
ve transferler için 700 milyar 710 milyon liralık bir para kalmaktadır.
İşte, 10 dakikalık süre içerisinde “bütçen kadar konuş” derseniz,
bütçemizin ihata ettiği rakam budur. Bakanlığımız, bu rakamlar
çerçevesinde, Türk çalışma hayatında ve sosyal güvenlik alanında
hizmet yürütmek üzere görevlendirilmiştir.
Bakanlığımızda çalışan değerli bürokrat arkadaşlarımın, değerli
memurlarımın, değerli personelimin, özverili çalışmalarıyla, bütçenin
eksikliklerini ve bu açığı kapatacaklarını ümit ediyorum ve böyle bir
çalışmanın da, önümüzdeki dönemde titizlikle yapılacağını Yüce
Meclise arz etmek istiyorum.
Kısa vadede yapacaklarımız bakımından söyleceklerim şunlar:
Öncelikle, 2821 sayılı Kanun, sosyal güvenlik reformu -bu, belki, kısmî
de olabilir- ve yurtdışında çalışan işçilerimizle ilgili düzenlemeler ele
alınacaktır.
Orta vadede, 2822 sayılı Kanun, 1475 sayılı İş Kanunu, kamu
görevlilerinin sendikalaşmasıyla ilgili kanun ve işsizlik sigortası sorunu
ele alınacak ve bunların hukukî altyapısı düzenlenmeye çalışılacaktır.
Kısa vadede, Ekonomik ve Sosyal Konsey, işçi Sağlığı ve İş Güvenliği
Kanunu, Deniz İş Kanunu, Yabancı Uyruklu Kişilerin Yurtiçinde
Çalışmalarına İlişkin Kanun, İş Güvencesi Kanunu ve ILO
sözleşmelerinin, üç sözleşmenin, onaylanmak üzere Yüce Meclisin
huzuruna getirilmesi vardır. Sakatlar ve eski hükümlülerin istihdamına
ilişkin tüzük de, bu kısa vadede düzenlenecektir. Hakeme ve resmî
arabulucuya başvurma tüzüğü de bu kısa vadede gerçekleştirilecektir.
Asgarî Ücret Komisyonu toplantıya çağırılmıştır. Komisyonlar, 22 ve
24 Nisan tarihleri arasında toplanacaktır ve önümüzdeki aylar içerisinde,
asgarî ücret sorunu üzerinde de çalışmalarımız yürütülecektir.
Bakanlığımız, böyle bir program içerisinde çalışmalarını
başlatmıştır. Bakanlığımıza bağlı kuruluşlardan İş ve İşçi Bulma
Kurumu -hizmetlerini sayamayacağım; çünkü vaktim geçiyor- Söke
hizmet binasını açacaktır, İskenderun, Kayseri eğitim merkezlerini
faaliyete geçirmeye çalışacaktır. 1996’da devam eden ve sağlanan
yatırımlar, istihdam ve eğitim projesiyle ilgili bir çalışmadır. Adana
hizmet binasıyla ilgili ve Şanlıurfa hizmet binasının işgücü yetiştirme
kurslarının organize edilmesi, programımız içerisindedir. 1996 yılı için
planlanan yatırımlar, Samsun, Muş, Çorum hizmet binaları...
BAŞKAN – Sayın Bakan, size de ek süre veriyorum, lütfen
konuşmanızı toparlayın.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI EMİN KUL
(Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
... fakat Devlet Planlama Teşkilatından henüz, bu konuda bir ödenek
ayrılmamış bulunmaktadır.
Sosyal Sigortalar Kurumunun, 1996’nın ilk yarısında hazır duruma
getirilecek hastaneleri, Batman, Erzincan, Malatya kadın doğum,
Malatya Akçadağ Göğüs Hastalıkları Hastanesi, Eskişehir Diyaliz
Merkezi, Iğdır Sigorta Müdürlüğü, Kocaeli Sigorta Müdürlüğü, İstanbul
Merdivenköy Dispanseri ve Siirt Dispanseri veya hastanesi olacaktır.
Yılın sonuna kadar da, Bolu-Düzce hastanesi, Isparta hastanesi, Kocaeli-
Gebze hastanesi, Ankara özel tip dispanseri faaliyete geçirilecektir.
Arada, milletvekillerimizin müracaatları sonucu, bazı mahallelerde
vereceğimiz sağlık hizmetlerini de organize etmeye çalışıyoruz. 1996
yılı sonuna kadar yetiştirmesi kararlaştırılan tevsi inşaatlar da, Afyon
hastanesi, Antalya hastanesi, Balıkesir hastanesi tevsi inşaatlarıdır.
1996 sonuna kadar bitirilecek onarımlar da Eskişehir hastanesi,
Diyarbakır hastanesi, İstanbul Okmeydanı Hastanesi onarımlarıdır.
Devam etmekte olan inşaatlarımız, yüzde 45 ilâ yüzde 85 oranında
bitirilme aşamasında olan 21 adet inşaattır. Ayrıca, hastane, dispanser,
poliklinik, lojman, inşaat tevsii ve sigorta müdürlüğü binaları yapımı
olarak programa alınan 30 ayrı ilde 68 yatırım projemiz mevcuttur.
Bağ-Kur’un da bu konuda yatırımları ve çalışmaları var; 1996’nın
içerisinde, hemen yılın ilk yarısında bitireceğimiz ve başlatacağımız.
Bakanlığımız, çalışma hayatıyla ilgili gelişmeleri bütün tarafların
görüşlerine başvurarak ve ciddî bir diyalog kurarak yürütmeye gayret
edecektir.
Yüce Meclise şunu da arz etmek istiyorum ki, hazırlayacağımız her
hukuksal altyapı, bütün parti gruplarımız önceden haberdar edilerek
kendilerine bilgi sunularak ve görüşleri alınarak hazırlanıp,
komisyonlara ve Yüce Meclise öylece sevk edilecektir. Bu hususu da
bilgilerinize sunmak istiyorum. (RP sıralarından alkışlar)
Bakanlığımızın, bu dar sürede anlatmaya çalıştığım, dar rakamlı
bütçesinin, çalışanlarımıza, ülkemize hayırlar, uğurlar ve verimler
getirmesini Cenabı Hak’tan niyaz eder, teşekkürlerimi, saygılarımı arz
ederim. (Alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Şimdi, herhalde bildiriyi okuyacaksınız.
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI EMİN KUL
(Devamla) – Sayın Başkanım, ILO sözleşmeleri konusunda bilgi
sunmamı işaret buyurdunuz. Bu konudaki görüşlerimi de arz edeyim.
Ülkemizin de üyesi bulunduğu, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)
Anayasasının 19 uncu maddesinin (5/b) ve 6/b) bentleri gereğince,
Uluslararası Çalışma Konferanslarında kabul edilen sözleşme ve
tavsiye kararları hakkında Bakanlığımın Yasama Organına bilgi
sunması ve bu hususun tutanaklara geçirilmesi gerekmektedir.
İşaretiniz üzerine, aşağıdaki bilgileri kısaca sizlere sunmak için
müsadelerinize sığınıyorum; vaktinizi aldığım için de özür diliyorum.
Uluslararası Çalışma Örgütünün, 5-23 Haziran 1995 tarihleri arasında
Cenevre’de yapılan 82 nci Konferansında kabul edilen madenlerde
güvenlik ve sağlık hakkında 176 sayılı Sözleşme ve aynı konudaki 183
sayılı Tavsiye Kararı ile sanayi ve ticarette iş teftişine ilişkin 81 sayılı
sözleşme’nin ticaret dışı sektörlere de uygulanmasını öngören ek
protokol hakkında yetkili makam olan Yüce Meclise aşağıdaki bilgileri
arz ediyorum.
176 sayılı Uluslararası Çalışma Sözleşmesi, esas itibariyle 24
maddeden oluşmaktadır.
Kabul edilen sözleşme, onaylayan ülkelere, madenlerde güvenlik ve
sağlık konusunda uyumlu bir politika oluşturmak, yürütmek ve belli
aralıklarla gözden geçirmek amacıyla işçi ve işveren örgütleriyle
müşaverelerde bulunma ve ulusal yasa ve yönetmeliklere uygulamayı
sağlayacak hükümler koyma yükümü getirmektedir. Alınacak önlemlere,
madenlerin teftiş ve denetimiyle kazaların ve meslek hastalıklarının
bildirilmesine ve soruşturulmasına ilişkin prosedürlerin kurulması ve
işletilmesi de dahildir.
Sözleşme, işverenlere de, kontrolleri altındaki madenlerde güvenlik ve
sağlık risklerini ortadan kaldırmak veya azaltmak için gerekli önlemleri
alma ve ciddî bir tehlikenin söz konusu olması durumunda, işi durdurma
ve işçileri güvenli bir yere götürme yükümü getirmektedir.
Sözleşme, ayrıca, işverenlerin, her bir madene özgü acil durum planı
hazırlamalarını, görünür doğal ve endüstriyel felaketlere karşı kendini
kurtarma teçhizatı, prosedürü ve eğitimi sağlamalarını öngörmektedir.
Sözleşme, işçilere ise, kaza ve tehlikeleri işverenlere ve yetkili
makamlara bildirme yükümü getirirken, sağlık ve güvenliklerini
etkileyen işyeri tehlikelerinden haberdar edilme ve böylesi bir tehlike
ortaya çıktığında da, o mahalden ayrılma hakkını da tanımaktadır.
Sözleşme, işçilerin güvenlik ve sağlığıyla ilgili konulardaki kararlara
iştirak etmek üzere, işçiler tarafından seçilen güvenlik ve sağlık
temsilcilerine ilişkin hükümler de içermektedir.
Madenlerde güvenlik ve sağlık hakkındaki 183 sayılı Tavsiye Kararına
gelince:
183 sayılı Tavsiye Kararı, yukarıda ana ilkeleri özetlenen 176 sayılı
Sözleşmeyi tamamlamakta ve madenlerde güvenlik ve sağlık konusunda,
yukarıda belirtilen hususları daha ayrıntılı bir biçimde
düzenlemektedir.
81 sayılı İş Teftiş Sözleşmesinin ticaret dışı sektörlere
uygulanmasına gelince:
Uluslararası Çalışma Örgütü 81 sayılı İş Teftiş Sözleşmesinin
kapsamının, ticaret dışı hizmet sektörlerini de içerisine alacak şekilde
genişletilmesini öngören 10 maddelik bir ek protokol metnini kabul
etmiştir.
Kabul edilen protokol, ilke olarak 81 sayılı Sözleşmenin kapsamına
girmeyen tüm işyerlerine uygulanacaktır. Ancak, protokolü onaylayan
ülkeler, sosyal taraflara da danışmak suretiyle, onay belgesine
ekleyecekleri bir beyanla, aşağıdaki kategorilere giren hizmetleri
tamamen veya kısmen kapsam dışı tutabilirler : Temel ulusal hükümet
yönetimi, ordu hizmetleri (askerî veya sivil personel) polis veya diğer
kamu koruma hizmetleri, hapisane hizmetleri (hapisane görevlileri veya
çalışan mahkûmlar)
Protokolü onaylayan ve çekince koyan ülkeler, ilk raporlarında çekince
koyma nedenlerini ve bu hizmetlerde oluşturulabilecek alternatif denetim
düzenlemelerini belirteceklerdir. Ayrıca, protokolü onaylayan ülkeler
sosyal taraflarla da müşavere etmek suretiyle, yukarıda belirtilen bu
hizmet kategorileri için iş müfettişlerinin yetkisini özel bir biçimde
düzenleyebilecekler, güvenlik ve kurtarma hizmetlerinde bu yetkiyi
sınırlayabileceklerdir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu bilgileri de Sayın Başkanın
işaret ettiği üzere, sizlere arz etmiş oldum. Bütçemiz üzerinde bize
gösterdiğiniz anlayış, yaklaşım ve eleştirilerinizdeki bizi esirgeyici
tutumunuzu, inşallah, önümüzdeki yıl bütçesinde de görmek imkânına,
vereceğimiz hizmetle kavuşmayı ümit ederek, sizlere eleştileriniz ve
görüşleriniz için tekrar teşekkürlerimi arz ediyor, saygılar sunuyorum.
(ANAP, DYP ve DSP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Bütçenin aleyhinde, Rize Milletvekili Sayın Şevki Yılmaz; buyurun
efendim. (RP sıralarından alkışlar)
Sayın Yılmaz, süreniz 10 dakikadır.
ŞEVKİ YILMAZ (Rize) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri ve
televizyonları başında bizi izleyen kıymetli vatandaşlarım; sözlerime
başlarken, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Önce, 1425 inci Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle, insanların ve
cinlerin, bütün âlemlerin rahmet peygamberi, eşsiz insan Hazreti
Muhammed Mustafa sallallahü teâla aleyhivessellem efendimizin doğum
gününü tebrik ediyorum, kutluyorum; bütün İslam âlemine ve bütün
insanlığa yeni doğumlara, aydınlıklara, kurtuluşa ve özgürlüğe vesile
olmasını da Cenabı Hak’tan niyaz ediyorum. (RP sıralarından alkışlar)
Bugün, İçişleri Bakanlığının, Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığının bütçelerini birlikte görüşüyoruz. Önce, Emniyet Genel
Müdürlüğü, Jandarma, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Mahallî İdareler
Genel Müdürlüğünde görev yapan bütün kadroyu burada bir kere daha
tebrik ediyor, kendilerine başarılar diliyorum. Ayrıca, bu bütçenin
hazırlanmasında Türkiye Büyük Millet Meclisinde emeği geçen bütün
personele de şükranlarımızı, teşekkürlerimizi arz ediyoruz.
Muhterem milletvekili arkadaşlarım, bütün parti gruplarının sözcülerini
dinledik. İçişleri Bakanlığının görevinin, toplumun mal, can ve namus
emniyetini korumak olduğu hususunda hepimiz hemfikiriz. Sosyal
Güvenlik Bakanlığının da, çalışan insanların ve emekli olan Bağ-Kur,
Emekli Sandığı ve sair kurumlardaki insanların haklarını korumakla
görevli olduğu hususunda da hemfikiriz. Hangi partiden olursak olalım -
(A) partisi (B) partisi diye ayırım yapmadan söylüyorum- hepimiz, bu
milletin vekiliyiz; burada, 65 milyon insanın hukukunu korumakla
nöbetteyiz.
Bizden evvel konuşan arkadaşlarımız, çok güzel konulara değindiler.
Terör konusu, Türkiye’nin en büyük sorunlarından biridir; milleti
canından bezdirmiştir. Ama, terör deyince, akla sadece silahlı eylem
gelmemelidir Türkiyemizde ekonomik terör de vardır, ahlak terörü de
vardır.
Türkiyemizde, bu terörün sivrisinekleriyle meşgul oldukça, terörün
önüne geçmek mümkün değildir. Terörün sivrisinekleriyle elli altmış
senedir uğraşıyoruz. 12 Eylülde, terörü önleme bahanesiyle, maksadıyla
yapılan ihtilalden sonra, terörün önlenmediği gerçeği ortadadır.
Sabancı’yı kendi işhanında, oturduğu makamında vuran genç, 20
yaşındadır; 12 Eylül tarihinde bu genç, üç dört yaşında bir çocuktu. Bu
gençleri on sene sonra, onbeş sene sonra, vatanına, bayrağına, ülkesine,
askerine, polisine karşı silaha sevk eden mikrobu bulmadıkça, yaraları
pansuman etmekle hiçbir yere varamayız; mutlaka, bu yaralara neşter
vurmak mecburiyetindeyiz. (RP sıralarından alkışlar) Bataklığı
kurutmadan sivrisinekleri yok etmek, çare değildir; gelin, bataklığı
kurutalım, orada gül bahçesi açalım. Bugün, anasını doğrayan Yusuflar,
babasının katili Ahmetler cezaevindedir. Askerimize, polisimize,
vatandaşımıza silah çeken caniden, kadar, anasını kesen insan, daha
büyük teröristtir. Kendisini dokuz ay karnında taşıyan anaya “Cennet,
anaların ayağının altındadır” düsturunu öğretmeyen bir bataklık,
sivrisinekleri yok ederek kurutulmadıkça, yeni sivrisinekleri yetiştirmeye
devam edecektir. (RP sıralarından alkışlar)
Biz, bu kürsülerden, hep pansuman tedbirlerini gündeme getirdik. İşte,
emniyet kuvvetlerimizin sayısı bellidir; bugün, işçi ve diğer
emeklilerimize ayrılan para da bellidir. Sosyal Güvenlik Bakanı
hemşerimiz, 3 trilyonluk bir bütçeyle sosyal güvenliği nasıl
sağlayacağının acı gerçeklerini bu kürsüde dile getirdi. Emniyet
mensupları, jandarma ve İçişleri Bakanlığımıza bağlı bütün
kurumların bütçesi ise, 158 trilyondur. Terörü niçin önleyemiyoruz.
Polisimizin sayısı azken, hatta polis kuvvetleri ülkemizde yokken, biz,
bin yıl anahtar kullanmadık beyler; anahtar bize geleli yüz yıl olmuştur.
Karadenizliler bilir; Karadenizde, anahtarın, evin kilidinin adı
mandaldır. Tahta mandalla evler kapanırken, bu kadar büyük bütçeyle
oluşturulan emniyet, jandarma teşkilatlarına rağmen, bugün,
vatandaşımız, sekizinci katta, demir kapıların kilitlendiği evde dahi
huzur içinde oturmamaktadır. Memurlara taşınan maaşları, bugün,
devletin polisi, çelik, kurşun geçirmez arabalarla taşımaktadır. Kızılay
Meydanında o arabaları gördükçe utanıyorum. Kimin parasını kimden
koruyoruz. Yüz sene evvel, dedemiz, içinde altın bulunan heybesini
çeşme başına asıp bir ay sonra bıraktığı yerde aynen bulurken, bugün,
Türkiye’de, hırsızlar, vurguncular, devlet müessesesinin içini kemirmeye
devam etmektedir. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) O halde -
vaktim kısa- bu hastalıkların bataklıklarını hep birlikte kurutmaya
mecburuz.
Doğumuzda bir göç var. Şu anda Diyarbakır’da, şu anda Hakkâri’de -ve
sair doğuda- Van’da, Şırnak’ta, çadır altında eksi 10 derece soğukta
battaniyeye sarılan insanlar, bizim insanlarımızdır. İhtilallerle, emniyet
kuvvetleriyle bu işin üstesinden gelinemeyeceği apaçık ortadadır.
Emniyet kuvvetleri, bizim can kardeşlerimizdir. Bugüne kadar vatan için,
bayrak için, ülke için şehit olan bütün güvenlik kuvvetleri
mensuplarımız, asker ve polis şehitlerimizi rahmetle anıyorum,
gazilerimizi minnet ve şükranla anıyorum. Ama, gelin, kan
kaybetmeden, zayiat veremeden de bu işin çözümü vardır. Türkiyemiz
üzerinde oynanan oyunları bilmezsek, niçin PKK var, niçin Çekiç Güç
var, bunu anlamamız mümkün değildir.
Türkiye, dünya insanlığının kilit taşıdır. O kilit taşı köprünün
menziline oturtulduğu zaman, dünyada bir barış köprüsü, bir saadet
köprüsü ve kurtuluş köprüsü kurulacağını bilen çevreler, Türkiye’yi
güçsüz kılabilmek için, ekonomik noktada da sömürüyorlar, siyasî
noktada da sömürüyorlar, sosyal ve ahlak noktasında da sömürüyorlar.
İşte, bugün, Beyrut’ta yüz küsur kardeşimiz şehit olmuştur. Beyrut’taki
Müslüman kadeşlerimize Rabbimden rahmet diliyorum, şehitleri,
şehadeti dolayısıyla tebrik ediyor ve siyonistleri de telin ediyorum. (RP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
Nerede Birleşmiş Milletler? Kıbrıs’ta Türk vatandaşlarının namusunu,
ırzını, canını Makarios ve yandaşlarının zulmünden korumak için
1974 yılında Kıbrıs’ın Beşparmak Dağlarına “Allah, Allah” sesleriyle
inen kahraman Mehmetçiğimizin Kıbrıs harekâtından ikibuçuk saat
sonra toplanıp, Türk Ordusuna ateşkes emrini veren kahpe Birleşmiş
Milletler nerededir bu akşam? (RP sıralarından “Bravo” sesleri,
alkışlar) Türkiye’ye ekonomik ambargo uygulayan, silah ambargosu
uygulayan NATO, AGİK nerededir? Dostumuzu, düşmanımızı
tanımazsak, boşuna, kendi evlatlarımızı kendimiz cani ve eşkıya
olarak yetiştirmeye devam ederiz.
Okulların bahçesinde esrar ve eroin kullanan çocuklar, PKK’nın şehit
ettiği insanlardan daha mazlumdur. Bugün, Türkiye’de ortaöğretimde
okuyan her 100 gençten 15’i esrar ve eroin kurbanıdır. Polisiye
tedbirlerle bunları önleyemezsiniz. Önce, Türkiye’nin düşmanlarını
tanıyacaksınız.
İşte, buyurun... Niçin Filistin’de İsrail’in siyonist emelleri var? Şu
gördüğünüz, Fransa’da, kiliselerde okutulan bir İncil’dir. İncil’den
bahsediyorum. İşte, bu İncil’in arka sayfasında bir harita vardır.
Türkiye’de karanlık güçten bahseden karanlık güçlü kafalılara buradan
sesleniyorum ki...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yılmaz, size de ek süre veriyorum, lütfen
konuşmanızı toparlayınız.
ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – ...işte, şu gerçekleri bilseydiniz, bugün
bizimle uğraşacağınız yerde, Türkiye’nin, Bayrağımızın ve ülkemizin
düşmanları olan karanlık güçle uğraşmayı şeref kabul ederdiniz.(RP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar)
İşte, Türkiye Devletimizin bölünmüş haritası, Fransa’daki kiliselerde
İncil’in arkasındadır. Türkiye’yi dörde bölmüş bu İncil; doğuya
“Ermenistan” Karadenize “Pontus” İstanbul’a “Bizans” Güneydoğu
Bölgemize “İsrail” diyor. Aydan bahsetmiyorum beyler, can
vatanımızdan, 55 milyon şehidin kanıyla emanet edilmiş bir vatan
parçasının üzerinde Batı’nın kirli emellerinden bahsediyorum. İşte, şu
gördüğünüz, Avrupa haçlı devletine bizi sokmak isteyen, hâlâ, Avrupa
Birliğine taraftar olan, dünyasını karanlık içinde geçiren karanlık
güçlere duyurun diye söylüyorum ki şu gördüğünüz, Avrupa birleşik
devletlerinin başkenti Bürüksel’de millî eğitim bakanlığının ilkokul
çocuklarına dağıttığı ajanda kitabındaki bir belgedir. İşte,
Bürüksel’deki çocuklara dağıtılan bu belgenin ikinci sayfasında, dünya
haritası ve o dünya haritası içinde devletler numaralanmış. Türkiye’yi, 2
numara içerisinde “Türkiye” olarak göstermiyor Belçika, “Armenia”
olarak gösteriyor.
İşte, kendi içimizde bir araya gelmezsek, (A) ve (B) partisi diye
bölünürsek, bu ülkeyi, sivrisinekleri yok ederek kurtaramayız. Elele
vermeye mecburuz; kardeş olmaya mecburuz, Müslümanın,
Müslümandan başka dostu olmadığı gerçeğini bilmeye mecburuz. (RP
sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Türkiye’de, bizi birbirimize
düşüren dış güçler, işte bu planlarını tatbik için uğraşıyorlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yılmaz, size 2 dakika verdim; lütfen, son cümlenizi
söyleyin, rica ediyorum.
ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – İnşallah.
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Türkiye’de, bizi birbirimize düşüren güçlerin piyonları vardır; bu
piyonlardan biri de, tarihimize, kültürümüze düşman, Filistin’de bugün
patlayan bombaları o gün hisseden, 33 yıl Devleti Âliyi İslami
Osmaniyeyi ayakta tutan cihan sultanı Sultan Abdülhamit gibi bir sultana
yumurta attıracak kadar şerefsizleşen bu alçak medya, işte, Türkiye’de,
bugünkü sivrisineklerin yetişmesinde en büyük unsurdur. Geceleri
seyrettirilen ahlaksız filmlerle, polisimize, vatandaşlarımıza
düşmanlığı teşvik edici filmlerle Türkiye’yi karıştırmak isteyen bu
medya, Gazi Mahallesindeki Alevi, Sunni kardeşlerimizi birbirine
düşüren asıl katildir. Alevi kahvesinin tarandığı haberini veren bu
televizyonlar...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN – Sayın Yılmaz, 3 dakika fazla süre verdim, yeter artık.
ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – Bitiriyorum.
BAŞKAN – Süre vermiyorum efendim. Rica ediyorum...
ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – Son cümle...
BAŞKAN – Tamam efendim. Zaten, bunlar hep dinlediğimiz konular.
Rica ediyorum... Bütçeyle ilgili de konuşmuyorsunuz. (RP sıralarından
“selamlasın” sesleri)
ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – Selamlayayım.
BAŞKAN – Lütfen saygılarınızı sunun ve inin.
ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – Tamam, bitiriyorum.
Kahvehanenin ne Alevisi ne Sünnisi olur. İşte, bu haberlerle millet,
Gazi Mahallesinde birbirine düşürüldü; ama, Allah’ın izniyle -son
sözlerimle bitiriyorum- Alevisiyle Sünnisiyle, Kürdüyle Türküyle biz
kardeşler topluluğuyuz. Gelin canlar bir olalım, ordu millet kaynaşalım,
taş atana gül atalım, dış güçleri çatlatalım diyerek, hepinize saygılar
sunuyorum; bütçe hayırlı olsun diyorum. (RP sıralarından sürekli
alkışlar)
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yılmaz.
Sayın milletvekilleri, 8 inci turdaki görüşmeler tamamlanmıştır.
Şimdi, sorular bölümüne geçiyoruz.
Biliyorsunuz, sorular da, grupların konuşma sürelerine bağlı olarak, 20
dakikada tamamlanacaktır.
Sayın Tahsin Boray Baycık?.. Burada.
Soruların ikisini beraber okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın ilgili sayın bakan tarafından yazılı olarak
cevaplandırılmasını saygılarımla arz ve talep ederim.
Tahsin Boray Baycık
Zonguldak
Sorular:
1. Türkiye genelinde erken seçim olanağını göz önüne alarak, sıhhatli
bir nüfus sayımı yaptırmayı düşünüyor musunuz?
2. Bar, pavyon, diskotek ve gece kulübü gibi eğlence yerlerinde, bilindiği
gibi, alkollü içki içilmekte ve kapanış saatleri 04.00-05.00 civarlarında
olmaktadır. İçkili olarak bu gibi yerlerden çıkan vatandaşlarımız, içkili
olarak vasıta kullandıklarından dolayı devamlı kazalara neden olmakta
ve birçoğu ölümle sonuçlanmaktadır. Bu gibi eğlence yerlerinin kapanış
saatlerini 24.00-01.00 gibi saatlere almayı düşünüyor musunuz?
3. Karadeniz Ereğli’de görev yapmakta olan Sahil Güvenlik botu,
görevini gereği gibi yapmamaktadır. Büyük balıkçı motorlarını
yeterince denetleyememekte, avlanma sınırlarını kontrol etmemekte,
buna karşılık amatör balıkçıları devamlı tedirgin etmektedir. Bu
konuda duyarlılığınız rica ediyorum.
BAŞKAN – Sayın Bakan, yazılı veya sözlü cevap verebilirsiniz.
İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Yazılı cevap
vereceğim; zaten, talep de öyle efendim.
BAŞKAN – Diğer soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın
Emin Kul tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını, saygılarımla
arz ve talep ederim.
Tahsin Boray Baycık
Zonguldak
1. Zonguldak İli, Karadeniz Ereğli ve Alaplı İlçelerinde toplam 150 bin
civarında sigortalı olduğu tahmin edilmektedir. Karadeniz Ereğlisi SSK
Hastanesi, idarî hizmetlerde 48, sağlık hizmetlerinde 17 eksikle hizmet
vermeye çalışmaktadır. Eczane, otomasyon sisteme geçmiş; ancak,
eczacı eksiği nedeniyle 6 vezne yerine 3 vezneyle çalışmaktadır.
Vatandaşın, ilaç kuyruğunda iki gün beklediği zamanlar olmakta, ilaç
kuyruğunda fenalaşanlar, hatta ölümle sonuçlanan vakalar
olagelmektedir. Bu nedenle, bu eksiklikler hakkındaki yaptırımlarınız
nedir?
2. Bartın ili SSK Hastanesinin yapımına 1996 yılında başlanabilecek
midir?
3. Bağ-Kur’dan aylık alanlara, aylık aldıkları banka şubelerinin her
yerde olmaması nedeniyle, Ziraat Bankası şubelerinden de ödeme
yapılması sağlanamaz mı?
BAŞKAN – Sayın Bakan, yazılı cevap vereceksiniz, zaten, yazılı cevap
isteniyor.
Üçüncü soru İzmir Milletvekili Sayın Hakan Tartan’ın.
Sayın Tartan?.. Yok. Geçiyorum.
Dördüncü sırada İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Aydın’ın sorusu
var.
Sayın Aydın?.. Burada.
Sorusunu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıda yazılı soruların Çalışma Bakanlığı yetkilileri tarafından
cevaplandırılmasını, saygılarımla talep ederim.
Mehmet Aydın
İstanbul
Konu: Yurtdışında çalışan ve Sosyal Sigortalar Kurumundan emekli
olma şartlarını elde eden Türk vatandaşlarının emekli olmalarına
imkân veren mevzuatımıza göre, emekli olmak isteyen kişilerin yurda
kesin dönüş yapmaları zorunluluğu da birlikte getirilmektedir. Kesin
dönüş şartına bağlanmış bulunan bu uygulamanın, yurda döviz
girdisinin azalması ve emekli olacak olan kişilerin işsiz kalmaları gibi
olumsuz sonuçları vardır. Bu nedenle;
Soru 1. Kesin dönüş şartının uygulamadan kaldırılması hususunda
herhangi bir çalışma var mıdır?
Soru 2. Böyle bir çalışma varsa hangi aşamadadır?
BAŞKAN – Sayın Bakan, yazılı mı cevap vereceksiniz efendim?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI EMİN KUL
(İstanbul) – Yazılı cevap vereceğiz.
BAŞKAN – Sayın Bakan, soruya yazılı cevap verecek efendim.
Beşinci sırada, Zonguldak Milletvekili Sayın Hasan Gemici?.. Burada.
Sorusunu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın
Emin Kul tarafından cevaplandırılmasına aracılığınızı saygılarımla
arz ve talep ederim.
Hasan Gemici
Zonguldak
1. Zonguldak SSK Hastanesinin bölge hastanesi olarak hizmet
verebilmesi için, ihtiyaç duyduğu makina ve teçhizat ile personel
gereksinmesinin giderilmesi için yapılan çalışmalar hangi aşamadadır?
2. Zonguldak Çaycuma SSK Hastanesi, Zonguldak Kilimli Dispanseri ve
Zonguldak Devrek Dispanserinin ihaleleri 1996 yılı içerisinde yapılacak
mıdır?
3. Yurt genelindeki SSK sağlık kurumlarında büyük ölçüde doktor ve
sağlık elemanı açığının olduğu bilinmektedir. Bu açığı gidermek
üzere, SKK’ya doktor ve diğer sağlık elemanı alınması düşünülüyor
mu?
BAŞKAN – Sayın Bakan, yazılı mı cevap vereceksiniz?
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI EMİN KUL
(İstanbul) – Yazılı cevap vereceğiz.
BAŞKAN – Sayın Bakan, soruya yazılı cevap verecekler.
Altıncı sırada, Aydın Milletvekili Sayın Muhammet Polat?.. Burada.
Sorusunu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı Sayın Ülkü Güney tarafından
cevaplandırılmasına delaletinizi saygıyla arz ederim.
Muhammet Polat
Aydın
1. Buharkent, Karpuzlu, Köşk ve İncirliova İlçelerinde hükümet
konağı yoktur. Bu ilçelerimizdeki hükümet konakları ne zaman
yapılacaktır?
2. İl Emniyet Müdürlüğünün devam eden inşaatlarının
tamamlanabilmesi, Germencik lojmanlı İlçe Emniyet Müdürlüğü
inşaatına, Nazilli lojmanlı polis karakolu inşaatına, Söke lojmanlı İlçe
Emniyet Müdürlüğü inşaatına, Yenihisar lojmanları inşaatına ne kadar
ödenek ayrılmıştır?
3. Emniyet müdürlüğü ek hizmet binası tevsii inşaatının başlayabilmesi
için ihale talimatı ne zaman çıkarılacaktır?
4. Bölge trafik ve çevik kuvvet hizmet binası işinin 1996 yatırım
programına alınıp alınmadığını?.. Alınmış ise ne zaman
başlanacaktır?
BAŞKAN – Evet, yazılı mı?..
İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Yazılı cevap
vereceğim.
BAŞKAN – Peki efendim.
Sıvas Milletvekili Sayın Musa Demirci’nin sorusunu okutacağım.
Sayın Demirci?.. Buradalar.
Soruyu okutuyorum :
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın, delaletinizle, İçişleri Bakanı Sayın Ülkü
Güney tarafından cevaplandırılmasının teminini saygılarımla arz
ederim.
Musa Demirci
Sıvas
Sıvas İline bağlı ve üç yeni ilçe olan;
1. Altınyayla, Akıncılar, Doğanşar, Gölova, Ulaş İlçelerine hükümet
konağı yapılacak mıdır, ne zaman?
2. Şarkışla İlçesinde trafik tescil bürosu kurmayı düşünüyor musunuz?
3. Yapımları devam eden Kangal, Suşehri, Zara emniyet amirliği
binaları bu yıl bitirilecek midir?
4 - Gölova ve Yıldızeli İlçelerinin jandarma lojman ve binaları ne
zaman bitirilecektir?
BAŞKAN – Sayın Bakan, yazılı mı cevap vereceksiniz?
İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Yazılı cevap
vereceğim.
BAŞKAN – Peki efendim.
Erzincan Milletvekili Sayın Tevhit Karakaya’nın soruları vardır, onları
okutuyorum efendim.
Sayın Karakaya?.. Burada.
Soruyu okutuyorum :
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun ilgili bakan tarafından cevaplandırılmasına
delaletlerinizi saygıyla arz ederim.
Tevhit Karakaya
Erzincan
Erzincan İlimiz Iliç İlçemiz Kapıkaya Köyümüz, 1993 Ağustosunda
teröristler tarafından basılmış, iki vatandaşımız katledilmiş; bilahara
da köyümüz tamemen yakılarak kundaklanmıştır.
1. Köy sakinlerimiz, bu menfur olaydan sonra, ev ve barkları olmadığı
için köylerini terk etmişlerdir.
2. Yakılan ve yıkılan köyümüzün enkazı, bugüne kadar hâlâ
kaldırılmamıştır.
3. Köylümüz köyüne dönmek istiyor; ancak, köyümüz, Tunceli Ovacık
ile İliç İlçemiz uç noktasında bulunması münasebetiyle, terör
yönünden tedbir alınmamış olduğundan, iskân yapılamadığı gibi diğer
komşu köyler de yavaş yavaş boşalıyor.
a) Mezkûr mahal Bahra Gediğine jandarma taburu konulmuş; fakat,
tekrar kaldırılmıştır.
b) Mezkûr mahalde, tekrar jandarma taburu istihdam edilecek midir?
4. Köyümüzün enkazı ne zaman kaldırılacaktır?
5. Köy halkına, bugüne kadar, devlet eli maalesef uzatılmamıştır.
6. Mağdur olan köy halkımıza, tazminat, ne zaman ödenecektir?
BAŞKAN – Sayın Bakan?..
İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Yazılı cevap
vereceğim.
BAŞKAN – Erzurum Milletvekili Sayın Esengün’ün sorusunu
okutacağım.
Sayın Esengün?.. Buradalar.
TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) – Sayın Başkan, ikinci bir sorum
daha var...
BAŞKAN – Sayın Tevhit Karakaya’nın bir sorusu daha var, onu da
okutuyorum:
13 Mart 1992 Erzincan depreminde hasar gören Erzincan Polis Okulu,
geçici olarak bir ile nakledilmiş; ancak, adı geçen okulun tadilatı
tamamlanmış ve ek binaları da yapılmış olmasına rağmen, dört yıldır,
polis okulu Erzincan’a döndürülmemiştir. Polis okulumuz, Erzincan’a ne
zaman döndürülecektir?
BAŞKAN – Hepsine yazılı cevap vereceğini söylediği için, yazılı cevap
verecekler.
İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Evet, yazılı cevap
vereceğim.
BAŞKAN – Şimdi, Erzurum Milletvekili Sayın Lütfü Esengün’ün
sorusunu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun, İçişleri Bakanı Sayın Ülkü Güney tarafından
cevaplandırılmasına delaletlerinizi saygıyla arz ederim.
Lütfü Esengün
Erzurum
Eylül 1993’te, PKK teröristlerinin baskınına uğrayan ve otuzbeş
vatandaşımızın şehit edildiği Erzurum İli Çat İlçesi Yavi
Beldesindeki şehit ailelerine, mağduriyetleriyle müsavi bir yardım
yapılmış mıdır; yakınlarına ve yaralı sekiz vatandaşımıza iş verilmiş
veya maaş bağlanmış mıdır; bu konuda, Bakanlığınız ne gibi
çalışmalar yapmıştır?
BAŞKAN – Sayın Bakan, yazılı cevap vereceksiniz?..
İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Yazılı cevap
vereceğim.
BAŞKAN – Iğdır Milletvekili Sayın Şamil Ayrım’ın sorusunu
okutacağım.
Sayın Ayrım?.. buradalar.
Soruyu okutuyorum :
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun, aracılığınızla, Sayın İçişleri Bakanından
sorulmasını arz ederim.
Saygılarımla.
Şamil Ayrım
Iğdır
Sayın Bakanın da malumları olduğu ve zatı âlilerine ilettiğim üzere,
Iğdır İlimizde hayvancılıkla uğraşan çok büyük bir kesimi ilgilendiren
ve aciliyet kesbeden “yaylaya çıkamama” sorunu yüzünden mağdur
olacak vatandaşlarımız için ne gibi bir çözüm düşünülmüştür?
İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Konuyu, değerli
milletvekili bana daha önce iletti, ben ilgili arkadaşlarımla görüştüm,
incelettiriyorum, çok kısa bir süre içerisinde kendisine bilgi vereceğim.
Açılması mümkün olan yerleri açacağız. Sayın Başkanımın bildiği
üzere, Tunceli’de ve diğer bazı illerimizde de bu durum mevcuttur.
Zannediyorum kısa bir süre içerisinde kendisine bilgi vereceğim.
BAŞKAN – Peki, teşekkür ederim Sayın Bakan.
Konya Milletvekili Sayın Nezir Büyükcengiz’in sorusunu okutacağım.
Sayın Büyükcengiz? Burada.
Soruyu okutuyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Emin
Kul tarafından cevaplandırılmasına aracılığınızı arz ederim.
Nezir Büyükcengiz
Konya
Bağ-Kur üyesi çiftçilerimizi sağlık hizmetlerinden yararlandırmayı
düşünüyor musunuz? Düşünüyorsanız, bu uygulama ne zaman
başlatılacaktır?
Saygılarımla.
BAŞKAN –Sayın Bakan?..
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI EMİN KUL
(İstanbul) – Yazılı cevap vereceğim.
BAŞKAN - Konya Milletvekili Sayın Lütfi Yalman’ın sorusunu
okutacağım.
Sayın Yalman?.. Burada.
Soruyu okutuyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın ilgili bakan tarafından cevaplandırılmasına
delaletlerinizi arz ederim.
Lütfi Yalman
Konya
Güneydoğudaki terörün durdurulması konusunda, İslam kardeşliğinin
topluma yansıtılması ve benimsetilmesi için, kamu görevlilerinin bu
yönde eğitime tabi tutulmasını düşünüyor musunuz?
BAŞKAN – Sayın Bakan?..
İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Yazılı cevap
vereceğim.
LÜTFİ YALMAN (Konya) – İkinci sorum vardı...
BAŞKAN – Başka sorunuz yok.
Sıvas Milletvekili Temel Karamollaoğlu’nun sorusunu okutacağım.
Sayın Karamollaoğlu?.. Burada.
Soruyu okutuyorum.
Sayın Başkanlığa
Aracılığınızla Sayın İçişleri Bakanından aşağıdaki soruların
cevaplandırılmasını rica ederim.
Temel Karamollaoğlu
Sıvas
Belediye faaliyetlerini menfî yönde etkileyen ve Anayasanın ruhuna
aykırı olan personel tayin ve naklini serbest bırakacak mısınız?
BAŞKAN – Sayın Bakan, personel tayin ve naklini serbest bırakacak
mısınız?
İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Yazılı cevap
vereceğim, bu yönde hazırlığımız var.
BAŞKAN – Peki, teşekkür ederim.
Muş Milletvekili Sayın Sabahattin Yıldız’ın sorusunu okutacağım.
Sayın Sabahattin Yıldız?.. Burada.
Soruyu okutuyorum :
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorumun, Çalışma Bakanı Sayın Emin Kul tarafından
cevaplandırılmasını arz ederim.
Sabahattin Yıldız
Muş
Muş İlinde SSK Hastanesi olarak inşa edilmiş ve hastane olarak
donatılmış bulunan hastane, bugüne kadar, bir veya iki pratisyenle,
ancak, dispanser görevi görmektedir. Bu hastaneyi faaliyete geçirip, Muş
İline hizmet edecek duruma, bu yıl, getirmeyi düşünüyor musunuz?
Saygılarımla
BAŞKAN – Sayın Bakan?..
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI EMİN KUL
(İstanbul) – Evet, düşünüyoruz. Bu konuda aldığımız önlemler var,
faaliyetlerimiz var; hizmete sokacağız. (ANAP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN – Ankara Milletvekili Sayın Ersönmez Yarbay’ın sorularını
okutacağım.
Sayın Ersönmez Yarbay?.. Burada.
İlk soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı tarafından
cevaplandırılmasına delaletlerinizi saygılarımla arz ederim.
Ersönmez Yarbay
Ankara
Sorular:
1. Türkiye’de, şu anda, kaç vatandaşımız silah bulundurma, kaç
vatandaşımız silah taşıma ruhsatına sahiptir?
2. Taşıma ve bulundurma ruhsatlı silahların yüzde kaçı yerli
silahlardır?
3. Silah bulundurma ve taşıma ruhsatları verilirken Emniyet Mensupları
Vakfına 75 milyon TL para alındığı söylenmektedir. Bu vakıf, 1995
yılında silah ruhsatlarından ne kadar para toplamıştır?
4. Bakan olarak silah taşıma ruhsatı alımında olduğu gibi, Emniyet
Mensupları Vakfı gibi vakıfların para almasını nasıl karşılıyorsunuz?
Alınan paraların harcamaları konusunda denetiminiz var mıdır?
BAŞKAN – Sayın Bakan?..
İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Yazılı cevap
vereceğim.
BAŞKAN – İkinci soruyu okutuyorum:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı tarafından
cevaplandırılmasına delaletlerinizi saygılarımla arz ederim.
Ersönmez Yarbay
Ankara
Sorular:
1. Polislerimiz zor şartlar altında çalışmaktadır. 1996 yılında
polisimizin malî gücünü iyileştirici ne gibi çalışmalarınız olacaktır?
2. Polisimizin çalışma ortamından doğan aşırı stresin azaltılması
konusundaki tedbirleriniz neler olacaktır?
BAŞKAN – Sayın Bakan?..
İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın Yarbay’ın
bütün sorularına yazılı cevap vereceğiz Sayın Başkan.
BAŞKAN – Diğer soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı tarafından
cevaplandırılmasına delaletlerinizi saygılarımla arz ederim.
Ersönmez Yarbay
Ankara
Soru:
1991, 1992, 1993, 1994 ve 1995 yıllarında, Ankara İlinde, jandarma
bölgesinde, jandarmaya intikal eden hangi tür olaylarda artış, hangi tür
olaylarda azalış meydana gelmiştir?
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı tarafından
cevaplandırılmasına delaletlerizini saygılarımla arz ederim.
Ersönmez Yarbay
Ankara
Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde, Sahil Güvenlik Komutanlığının
elinde kaç adet muhtelif türde deniz aracı vardır; bu araçlar, sahil
güvenliğini sağlamaya yeterli midir?
BAŞKAN – Sayın Bakan, hepsine yazılı cevap vereceğini söylediği
için... Aynı arkadaşımızın sorularıydı...
İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Son suale cevap
verebilirim.
Sahil güvenlik kuvvetlerimizin elinde -daha önce, bunu, ihtisas
komisyonumuzda, yani, Plan ve Bütçe Komisyonunda da arz etmiştim-
yeterli araç ve gereç yoktur; özellikle, mevcut araç ve gereçlerimizle,
denizlerimizin yüzde 5’ini kontrol edebiliyoruz. Bu yıl, bütçe
imkânlarımız nispetinde, 2 trilyon civarında bir ödenek ayrılmıştır;
fakat, bu yeterli değildir. Bütçe yılı içerisinde, bazı acil ihtiyaçlar -ki,
bunların başında, denizden uçabilen helikopter geliyor- için bir
girişimimiz olacaktır; zannediyorum, bu, bir miktar da olsa, bu işlemi
hafifletecektir.
BAŞKAN – Bu soru cevaplandırılmıştır.
Siirt Milletvekili Mehmet Emin Aydın’ın sorusunu okutacağım.
Sayın Aydın?.. Burada.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Sayın İçişleri Bakanının kamuoyunu aydınlatmasını istediğim iki
sorunun sözlü olarak cevaplandırılmasını arz ederim.
1. Üç yıldan beri güvenlik nedenleri ileri sürülerek ulaşıma kapatılan ve
95 kilometre yerine 300 kilometrenin katedildiği Siirt-Şırnak karayolu ne
zaman açılacaktır?
2. Doğu ve güneydoğuda hayvancılığın yok olmasına neden olan
yaylaya gitme yasağı ne zaman kaldırılacaktır?
BAŞKAN – Sayın Bakan?..
İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) –Yazılı cevap
vereceğim.
BAŞKAN – Samsun Milletvekili Sayın Yalçın Gürtan’ın sorusunu
okutacağım.
Sayın Gürtan?.. Burada.
Soruyu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıda belirttiğimiz soruya İçişleri Bakanı Sayın Ülkü Güney’in
yazılı cevap vermesini arz ederim.
Yalçın Gürtan
Samsun
Güneydoğu Anadolu Bölgemiz için öncül ve doğurgan ne gibi önlemler
aldınız?
BAŞKAN - Sayın Bakan...
İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Yazılı cevap
vereceğim.
BAŞKAN – Sayın Ahmet Küçük’ün sorusunu okutacağım.
Sayın Ahmet Küçük?.. Burada.
Sayın Küçük’ün sorusunu okutuyorum:
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aracılığınızla aşağıdaki sorumun Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanınca yanıtlanmasını saygılarımla arz ederim.
Ahmet Küçük
Çanakkale
Soru: Ülkemizin önemli sanayi merkezlerinin bulunduğu Çanakkale’nin
Çan İlçesindeki SSK dispanserinde sadece 2 adet pratisyen hekim görev
yapmaktadır. 8 bin sigortalının bulunduğu Çan İlçesinde sık sık iş
kazaları da olduğundan, bu dispansere ilave olarak uzman hekim veya
pratisyen hekim ataması düşünülmekte midir?
BAŞKAN – Sayın Bakan?..
ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI EMİN KUL
(İstanbul) – Bu hususta, arkadaşlarımızdan çeşitli şikâyetler aldık,
tespitler yaptık; bu şikâyetleri gidereceğiz. Dispansere ilave değil,
mevcut hekimlere ilave sağlanacaktır.
BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan.
Sayın milletvekilleri, böylece, sekizinci turdaki bütçeler üzerindeki
sorular ve cevaplar tamamlanmış bulunmaktadır.
MEHMET EMİN AYDINBAŞ (İçel) – Sayın Başkan, benim bir sorum
vardı?
BAŞKAN – Efendim, hepsine sıra gelmiyor; soru ve cevap için ayrılmış
süre olan 20 dakika geçti. (RP sıralarından gürültüler)
MEHMET EMİN AYDINBAŞ (İçel) – Hiç olmazsa isimleri okuyun.
BAŞKAN – Efendim, siz her şeye itiraz etmeye alışmış mısınız; ne
oluyor, anlamıyorum ki...
Genel Kurulun daha önce aldığı karara göre, 20 dakika soru ve cevap
süresi var. Siz 1 saat deseydiniz, biz 1 saat sorardık.
NABİ POYRAZ (Ordu) – Devam et Sayın Başkan.
BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, şimdi, sırasıyla sekizinci turda yer
alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı ayrı
okutup oylarınıza sunacağım.
İçişleri Bakanlığı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza
sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
İ) İÇİŞLERİ BAKANLIĞI
1. – İçişleri Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
A – CETVELİ
Program
Kodu Açıklama Lira
101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 12 818 635
000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
111 Mahallî İdareler Hizmetleri 1 280 785 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
112 Nüfus ve Vatandaşlık Hizmetleri 2 265 100 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
113 Sivil Savunma ve Seferberlik Hizmetleri 372 480 000
000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 1 705
000 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
TOPLAM 18 442 000 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
İçişleri Bakanlığı 1996 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir;
Bakanlık mensuplarına, memleketimize ve milletimize hayırlı ve
uğurlu olsun. (Alkışlar)
Emniyet Genel Müdürlüğü bütçesinin bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
a) Emniyet Genel Müdürlüğü
1. – Emniyet Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Bütçesi
A – CETVELİ
Program
Kodu Açıklama Lira
101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 23 040 680
000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
111 Güvenliği Sağlama ve Düzenleme Hizmetleri 51 119
120 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 1 302
200 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
TOPLAM 75 462 000 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Emniyet Genel Müdürlüğü 1996 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir; Emniyet Genel Müdürlüğümüze, mensuplarına,
memleketimize ve milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.
(Alkışlar)
Jandarma Genel Komutanlığı bütçesinin bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum.
b) Jandarma Genel Komutanlığı
1. – Jandarma Genel Komutanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
A – CETVELİ
Program
Kodu Açıklama Lira
101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 12 919 600
000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
111 Güvenlik Hizmetleri 48 481 400 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
TOPLAM 61 401 000 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Jandarma Genel Komutanlığı 1996 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir; Jandarma teşkilatımıza, memleketimize ve milletimize
hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. (Alkışlar)
Sahil Güvenlik Komutanlığı bütçesinin bölümlerine geçilmesini
oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
c) Sahil Güvenlik Komutanlığı
1. – Sahil Güvenlik Komutanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
A – CETVELİ
Program
Kodu Açıklama Lira
101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 178 482 000
000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
111 Sahil Güvenlik Hizmetleri 2 610 218 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
999 Dış Proje Kredileri 290 000 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
TOPLAM 3 078 700 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Sahil Güvenlik Komutanlığı 1996 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul
edilmiştir; teşkilat mensuplarına ve ülkeye hayırlı ve uğurlu olmasını
diliyorum. (Alkışlar)
MUHAMMET POLAT (Aydın) – Sayın Başkan, lütfen, oylamayı
usulüne göre yapınız; kabul edenler dediğiniz zaman, kabul edenler
parmaklarını indirdikten sonra...
BAŞKAN – Beyefendi, siz alışırsınız bu tür oylamaya; daha siz yeni
geldiniz, biraz alışacaksınız; merak etmeyin... (DYP ve ANAP
sıralarından alkışlar)
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesinin bölümlerine
geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul
edilmiştir.
Bölümleri okutuyorum:
J) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI
1. – Calışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi
A – CETVELİ
Program
Kodu Açıklama Lira
101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 478 485 000
000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
111 Çalışma ve Sosyal Güvenlik Hizmetleri 1 284 015 000
000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
112 Yakın ve Orta Doğu Çalışma Eğitim Merkezi
Müdürlüğü Hizmetleri 56 710 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
113 İstihdam Hizmetleri 590 000 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 107
500 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
999 Dış Proje Kredileri 600 000 000 000
BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler...
Kabul edilmiştir.
TOPLAM 3 116 710 000 000

BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1996 malî yılı bütçesinin
bölümleri kabul edilmiştir; Bakanlık mensuplarına, ülkemize,
milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. (Alkışlar)
Her iki Bakanlığa da çalışmalarında başarılar diliyorum. İnşallah,
gelecek sene, enflasyonu çok indirmek, hatta sıfıra indirmek suretiyle iyi
bir bütçe yaparak, Yüce Meclisin karşısına gelirler.
Sayın milletvekilleri, programda yer alan kuruluşların bütçelerini
görüşmek için, 20 Nisan 1996 Cumartesi günü saat 10.00’da toplanmak
üzere, birleşimi kapatıyorum.

(Kapanma Saati: 23.51)




IV. – SORULAR VE CEVAPLAR

A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI
1. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Niğde meyvesuyu
fabrikasının satışıyla ilgili olarak ileri sürülen iddialara ilişkin
Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Rüşdü Saracoglu’nun yazılı
cevabı (7/4)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın Tansu Çiller tarafından yazılı
olarak cevaplandırılmasına delaletlerinizi arz ederim. 8.12.1996
Saygılarımla.
Halit Dumankaya
İstanbul
Özelleştirme uygulamalarında, yetmiş senelik kamunun mülklerinin,
bireyin mülküne dönüştürülürken birçok kayırmaları da beraberinde
getirmiştir.
Soru : 1. Niğde Meyvasuyu Fabrikasının 1994 yılında 45 milyar lira
fiyat veren Kemal Akman’a verilmeme nedeni nedir? İhale niçin geriye
bırakılmıştır?
Soru : 2. 1994 yılında peşin olarak kırkbeş milyar liraya verilmeyen bu
fabrikanın hiç peşin alınmadan dört yıl vadeli olarak yirmibeş milyara
verildiği söylentisi vardır, doğru mudur? Doğru ise nedenleri nelerdir?
Soru : 3. Çok düşük fiyatla bu fabrikayı alanların ortakları arasında bir
Bakanın oğlunun da olduğu söylenmektedir? Doğru mudur? Bu
fabrikayı alan şahısların şirket ise ortaklarının isimleri hisse oranları
ve yetkileri imza sahipleri kimlerdir?
Soru : 4. Bu fabrika yok pahasına alındıktan sonra Kalkınma
Bankasından devletin fabrikasına teminat vererek yedi milyarlık kredi
alındığı doğru mudur?
T.C.
Devlet Bakanlığı
Sayı : B.02.0.002/340 19.4.1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Başkanlığının 15.2.1996 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-
7/4-23/87 sayılı yazısı.
İstanbul Milletvekili Sayın Halit Dumankaya’nın Sayın
Başbakanımıza tevcih ettiği ilgi yazı ekinde alınan yazılı soru
önergesinde yer alan sorularla ilgili olarak hazırlanan cevap ekte
sunulmuştur.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Dr. Rüşdü Saracoglu
Devlet Bakanı
T.C.
Başbakanlık
Özelleştirme İdaresi Başkanlığı 18.4.1996
Sayı : B.02.1.ÖİB.0.65.00.00/2754
Konu : Önerge
Devlet Bakanlığına
(Sayın Dr. Rüşdü Saracoglu)
İlgi : Devlet Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğünün 19.3.1996 gün ve
049 sayılı yazısı.
İstanbul Milletvekili Sayın Halit Dumankaya tarafından Sayın
Başbakan’a tevcih edilen 7/423 esas sayılı yazılı soru önergesine
verilen cevap aşağıdadır.
Soru : 1. Özelleştirme uygulamalarında, yetmiş senelik kamunun
mülklerinin, bireyin mülküne dönüştürülürken birçok kayırmaları da
beraberinde getirmiştir.
Niğde Meyvasuyu Fabrikasının 1994 yılında 45 milyar lira fiyat veren
Kemal Akman’a verilmeme nedeni nedir? İhale niçin geriye
bırakılmıştır?
Cevap : 1. NİMSA-Niğde Meyve Suyu ve Gıda Sanayi A.Ş.’nin (Şirket)
Özelleştirme İdaresine ait % 97.80 oranındaki hisselerinin
özelleştirilmesi ile ilgili olarak, 1994 yılında yapılan ihalede Kemal
Akman tarafından 45 milyar TL. fiyat teklifi yapılmamış olup, Akman
Dış Ticaret A.Ş. tarafından 16 milyar TL. bedel teklif edilmiş, ancak
Şirketin 15 milyar TL. olan borçlarının da İdare tarafından üstlenilmesi
istenilmiştir. Yapılan pazarlık görüşmeleri sonunda, ihalede en iyi alıcı
konumunda bulunan MEYSU-Meyve Suyu ve Gıda Sanayi A.Ş.’ye satış
yapılması hususunda karar istihsal edilmesi aşamasında Anayasa
Mahkemesinin Özelleştirme mevzuatı ile ilgili Kanun Hükmünde
Kararnameleri iptal etmesi nedeniyle şirket hisseleri
özelleştirilememiştir.
Soru : 2. 1994 yılında peşin olarak kırkbeş milyar liraya verilmeyen bu
fabrikanın hiç peşin alınmadan dört yıl vadeli olarak yirmibeş milyara
verildiği söylentisi vardır, doğru mudur? Doğru ise nedenleri nelerdir?
Cevap : 2. 1995 yılında yapılan ve AKMAN Dış Ticaret A.Ş.’nin de
katıldığı ikinci ihalenin pazarlık görüşmeleri sonunda, MEYEPA
Marketing Gıda Sanayi ve Pazarlama A.Ş. 150 000-ABD doları peşin,
200 000-ABD doları birinci yıl sonunda, 250 000-ABD doları ikinci yıl
sonunda ödenmek ve bakiye borca yıllık % 8 faiz işletilmek üzere
toplam 600 000-ABD doları teklif ederek en iyi alıcı olmuş ve
25.3.1995 tarih ve 95/27 sayılı Özelleştirme Yüksek Kurulu Kararı ile
onay alınarak özelleştirme işlemi gerçekleştirilmiştir.
Soru : 3. Çok düşük fiyatla bu fabrikayı alanların ortakları arasında bir
Bakanın oğlunun da olduğu söylenmektedir? Doğru mudur? Bu
fabrikayı alan şahısların şirket ise ortaklarının isimleri hisse oranları
ve yetkileri imza sahipleri kimlerdir?
Cevap : 3. Şirketi satın alan MEYEPA Marketing Gıda Sanayi ve
Pazarlama A.Ş. İstanbul Ticaret Siciline kayıtlı bir şirkettir. Şirket
ortakları ile ilgili olarak ihale dosyasında bilgi ve belge
bulunmamaktadır. Ancak Şirketi temsile yetkili imza sahiplerinin
isimleri aşağıdadır.
Birinci derece imza yetkilileri :
Necati Necdet Egeli (Yönetim Kurulu Başkanı)
Mehmet Suat Tenker (Yönetim Kurulu Başkan Vekili)
Hanife Gülser Girgin (Yönetim Kurulu Üyesi)
İkinci derece imza yetkilileri :
Osman Nuri Yıldırım
Şevki Sualp Tenker
Soru : 4. Bu fabrika yok pahasına alındıktan sonra Kalkınma
Bankasından devletin fabrikasına teminat vererek yedi milyarlık kredi
alındığı doğru mudur?
Cevap : 4. İdarenin satıştan önce ve özelleştirme aşamasında Şirketle
ilgili olarak Türkiye Kalkınma Bankasından kredi işlemi olmamıştır.
ancak Özelleştirildikten sonra Şirketin ticarî ve sinaî faaliyetleri alıcılar
tarafından yürütülmektedir.
Bilgilerinize arz ederim.
Uğur Bayar
Başkan V.
2. – Kahramanmaraş Milletvekil Ahmet Dökülmez’in, son milletvekili
seçimlerinde aday adayı olup istifa eden bir kamu görevlisinin görevine
iade edilmemesinin nedenine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet
Bakanı Ali Talip Özdemir’in yazılı cevabı (7/176)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıda sunulan yazılı sorumun Başbakanlık tarafından yazılı olarak
cevaplandırılmasına delaletinizi arz ederim. 16.1.1996
Ahmet Dökülmez
Kahramanmaraş
298 sayılı Yasanın Ek-7 nci maddesi, seçimlerde aday adayı olup aday
olamayanların Yüksek Seçim Kurulu tarafından sonuçların ilanını
müteakip 1 ay içinde müracaatları halinde eski görevlerine iade
edilecekleri emir olduğu halde “Başbakanlık Mevzuatı Geliştirme Genel
Müdürlüğü İdarî İşler Şube Müdürü iken milletvekili aday adayı olup
görevinden istifa eden İlyas Demirci halen görevine iade edilmemiştir.
Soru : Kanun amir hükmü, sözkonusu İlyas Demirci’nin halen boş olan
görev yerine bir başkası atandıktan sonra mı gözönünde tutulacaktır?”
T.C.
Devlet Bakanlığı 17.4.1996
Sayı : B.02.0.012/2-02.387
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM. Başkanlığının 15.2.1996 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/176-232/403 sayılı yazısı
Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Ahmet Dökülmez’in Başbakan’a
tevcih ettiği ve tarafımdan cevaplandırılması tensip edilen
“Başbakanlık Mevzuatı Geliştirme ve Yayın Genel Müdürlüğünde
görevli Şube Müdürü İlyas Demirci” ile ilgili 7/176 esas nolu yazılı
soru önergesine ilişkin cevaplar aşağıda sunulmaktadır.
Başbakanlık Mevzuatı Geliştirme ve Yayın Genel Müdürlüğünde 1 inci
derece kadrolu ve +2200 ek göstergeli Şube Müdürü kadrosunda
çalışmakta iken, 20 nci Dönem Milletvekili seçimlerine katılmak üzere
görevinden ayrılan İlyas Demirci’nin, seçilememesi nedeniyle eski
görevine dönmek için 5.12.1995 tarihinde başvuruda bulunduğu; kesin
seçim sonuçlarının Yüksek Seçim Kurulu tarafından 7.1.1996 tarihinde
ilanını müteakip, adı geçenin 19.1.1996 tarihinde eski görevine
atamasının yapıldığı ve 24.1.1996 tarihinde de görevine başladığı
anlaşılmış olup; sözkonusu atama, süresi içinde yapılmış ve
sonuçlandırılmıştır.
Bilgilerinize arz ederim.
Ali Talip Özdemir
Devlet Bakanı
3. – Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner’in, Başbakanlık Konutu girişine
ve makam otosuna takılan forsa ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet
Bakanı Ali Talip Özdemir’in yazılı cevabı (7/231)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sayın Başbakan tarafından yazılı olarak
cevaplandırılmasına müsaadelerinizi arz ederim.
Yücel Seçkiner
Ankara
Kanun ve Tüzükle düzenlenmesi yapılan kim ve nasıl kullanılacağı
belirlenen ve sadece Cumhurbaşkanlarınca kullanılması emredilmiş
bulunan “fors”un hem makam otonuzda ve hem de Başbakanlık Konutu
girişinde kullanılması Türk Bayrağı Kanunu ile Tüzüğe aykırı bir
davranışı sergilediği gibi Kanunlarıda yok saymak anlamını
taşımaktadır.
1. Buna neden gerek duyulmuştur ve hangi ihtiyaçtan doğmuştur?
2. Bu hususta yeni bir tüzük hazırlanarak Danıştayın incelemesine arz
edilmişimdir?
3. Kanun tasarılarını hazırlayarak TBMM’ne sunan ve Kanun
Hükmünde Kararnameler düzenleyen bir kurulun başı olarak bu
Kanunsuz davranışı izah etmek mümkün müdür?
4. Katkılarının olduğu iddia olunan ve Resmî bir sıfatı olmayan
eşinizin söz sahibi yapıldığı söylenmektedir, bu hareket bu tutumun bir
göstergesi sayılmaz mı?
5. Hazırlayıp Kanunlaşmasını sağladığınız ve Hükümetinizce
uygulamaya konulan Kanunlar ile Kararnamelelere bu şekildemi
uyuyorsunuz?
6. Bu tutumunuzla,
“Cemaat ne derse desin imam bildiğini okur”, prensibini
benimsediğinizimi izah ediyorsunuz?
T.C.
Devlet Bakanlığı
Sayı : B.02.0.012/2.02.388 17.4.1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının 15.2.1996 tarih ve
A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/231-316/557 sayılı yazısı.
Ankara Milletvekili Sayın Yücel Seçkiner’in Başbakan’a tevcih ettiği ve
tarafımdan cevaplandırılması tensip edilen “Başbakanlık Konutu ve
makam arabasında fors kullanılması” ile ilgili 7/231 esas nolu yazılı
soru önergesine ilişkin cevaplar aşağıda sunulmaktadır.
Türk Bayrağı ile özel bayraklarda uyulması gerekli esaslar; 2893 sayılı
Türk Bayrağı Kanununun 2 nci ve 9 uncu maddeleri uyarınca çıkarılan
Türk Bayrağı Tüzüğünde düzenlenmektedir.
Türk Bayrağı Tüzüğünün 27 nci maddesinde özel bayraklar arasında
sadece Cumhurbaşkanlığı Forsu ve 28 inci maddesinde de
Cumhurbaşkanlığı Forsunun özel olarak düzenlenmesi gerektiği
belirtilmektedir.
2893 sayılı Türk Bayrağı Kanununun 2 nci maddesinin ikinci
fıkrasında; özel bayrak çeşitleri arasında sayılan forsların, standartları
ile hangi kumaş ve maddelerden yapılacağının tüzükte gösterileceği
belirtilmektedir. Türk Bayrağı, Tüzüğünün 36 nci maddesinde; forsların
şekil, ölçü, renk ve diğer özellikleri yönünden incelenip tescil
edilmesinin zorunlu olduğu hükme bağlanarak; tanıtıcı bayraklar ve
forslardan Türk Silahlı Kuvvetlerine ait olanlar için Genel Kurmay
Başkanlığının; eğitim kurumları, spor kulüpleri, izci ve yavrukurt
kuruluşlları v.b. kuruluşlara ait olanlar için Millî Eğitim Bakanlığının;
bunlar dışında kalanlar için ise İçişleri Bakanlığının tescile yetkili
olduğu belirtilmektedir.
Yukarıda açıklanan tüzüğe göre Başbakanlık Forsu, 50,51 ve 52 nci
T.C. Hükümetleri döneminde kullanılmaya başlanılmış; ancak, 53 üncü
T.C. Hükümetinin kurulmasından sonra, Başbakanlık Forsunun
kullanımından vazgeçilmiştir.
Bilgilerinize arz ederim.
Ali Talip Özdemir
Devlet Bakanı
4. – Elazığ Milletvekili Ahmet Cemil Tunç’un, Türkiye Halk Bankası
A.Ş.’nin bazı harcamalarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet
Bakanı Rüşdü Saracoglu’nun yazılı cevabı (7/363)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Sayın Başbakan tarafından yazılı olarak
cevaplandırılmasına delaletinizi saygılarımla arz ederim.
Ahmet Cemil Tunç
Elazığ
Sorular :
1. Türkiye Halk Bankası A.Ş.’de 1994-1995 yıllarında reklam gideri
olarak ne kadar harcama yapılmıştır?
2. Türkiye Halk Bankası A.Ş.’de 1994-1995 yıllarında temsil ve
ağırlama gideri olarak ne kadar harcama yapılmıştır?
3. Türkiye Halk Bankası A.Ş.’de 1994-1995 yıllarında ne kadar
demirbaş eşya alımı yapılmıştır?
4. Türkiye Halk Bankası A.Ş.’de 1994-1995 yıllarında binek aracı
olarak ne kadar taşıt satın alınmış, ne kadar ödeme yapılmıştır?
5. Türkiye Halk Bankası A.Ş.’de 1994-1995 yıllarında Yönetim ve
Denetim Kurulu Üyelerine ödenen ücret ve harcırah ne kadardır?
T.C.
Devlet Bakanlığı
Sayı : B.02.0.002/320 18.4.1996
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : TBMM Başkanlığının 15.3.1996 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-
3/363 624/1388 sayılı yazısı.
Elazığ Milletvekili Sayın Ahmet Cemil Tunç’un Sayın Başbakanımıza
tevcih ettiği ilgi yazı ekinde alınan yazılı soru önergesinde yer alan
sorularla ilgili olarak hazırlanan cevap ekte sunulmuştur.
Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim.
Dr. Rüşdü Saracoglu
Devlet Bakanı
T. C.
Devlet Bakanlığı
(Sn. Dr. Rüşdü Saracoglu)
ANKARA
İlgi : 10.4.1996 tarih ve B.02.0.002/267 sayılı yazınız.
Bankamız hakkında yöneltilen soru önergesi ile ilgili olarak hazırlanan
bilgiler aşağıda gösterilmiştir.
Bilgilerinize arz ederiz.
Saygılarımızla.
Türkiye Halk Bankası A.Ş.
Genel Müdürlüğü
O. Nuri Ertuğ Yenal Ansen
Genel Müdür Yrd. Genel Müdür
Milyon TL.
1994 % Payı 1995 % Payı
1. Reklam giderleri 216 003 3.77 461 980 4.57
2. Temsil ve ağırlama giderleri 57 920 1.01 119 716 1.18
3. Alınan demirbaş eşya tutarı 51 874 0.90 195 995 1.94
4. Alınan binek aracı bedeli – –
5. Yönetim Kurulu üyelerine ödenen ücret
ve Harcırah tutarı 1 875 0.03 3 235 0.03
5. – Kocaeli Milletvekili Şevket Kazan’ın, Dışişleri Konutuna ilişkin
Başbakandan sorusu ve Dışişleri Bakanı Emre Gönensay’ın yazılı
cevabı (7/469)
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
Aşağıdaki sorularımın Başbakan Mesut Yılmaz tarafından yazılı
olarak cevaplandırılmasına delaletinizi saygılarımla arz ve talep
ederim.
Şevket Kazan
Kocaeli
Sorular :
1. Basında çıkan haberlere göre Dışişleri Konutunun DYP Genel
Başkanı Sayın Tansu Çiller’e tahsis edildiği ve Dış İşleriyle ilgili
kabuller için başka yer arandığı doğru mudur?
2. Doğru ise bu durumu doğal karşılıyor musunuz?
3. Doğru ise bu husus Koalisyon Protokolüne neden yazılmamıştır?
4. Doğru ise, bu durumu devlet ciddiyeti ve siyasî partiler arası nezaket
kurallarıyla nasıl bağdaştırıyorsunuz?
T.C.
Dışişleri Bakanlığı
İdarî ve Malî İşler Dairesi Başkanlığı 16.4.1996
Sayı : İMAD-700.000-1749-4600
Konu : Dışişleri Konutu
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına
İlgi : 0.4.1996 tarih ve B.02.0.012/2.02.297 sayılı yazıları.
Kocaeli Milletvekili Sayın Şevket Kazan’ın soru önergesinin cevabı
aşağıdadır :
1. Dışişleri Bakanlığı Konutu DYP Genel Başkanı Sayın Tansu
Çiller’e tahsis edilmemiştir.
2. Dışişleriyle ilgili kabuller için başka yer arandığı doğru değildir.
3. Dışişleri Bakanlığı Konutu, 1992 yılından beri, Başbakanlıkça
Bakanlığıma yapılan tahsis gereği amacına uygun olarak hizmet
vermektedir. Konut halen tarafımdan çeşitli toplantılar için ve Dışişleri
Konukevi olarak kullanılmaktadır.
Saygılarımla arz ederim.
Prof. Dr. Emre Gönensay
Dışişleri Bakanı


Türkiye Büyük Millet Meclisi
GÜNDEMİ
40 INCI BİRLEŞİM
19 . 4 . 1996 CUMA
Saat : 10.00
1
BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI
2
ÖZEL GÜNDEMDE YER ALACAK İŞLER
X 1. – 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe
Komisyonu Raporu (1/285) (S. Sayısı : 1) (Dağıtma tarihi : 15.4.1996)
X 2. – Katma Bütçeli İdareler 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı
ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/286) (S. Sayısı : 2) (Dağıtma
tarihi : 15.4.1996)
3
SEÇİM
4
OYLAMASI YAPILACAK İŞLER
5
GENEL GÖRÜŞME VE MECLİS ARAŞTIRMASI
YAPILMASINA DAİR ÖNGÖRÜŞMELER
6
SÖZLÜ SORULAR
7
KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE
KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER

Türkiye Büyük Millet Meclisi Resmi internet Sitesi
© 2009 T.B.M.M.