DÖNEM : 20 CİLT : 3 YASAMA YILI :
1 T. B. M. M. TUTANAK DERGİSİ 40 ıncı Birleşim 19 . 4 . 1996 Cuma İ Ç İ N D E K İ L E R I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ II. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. – Rusya Federasyonuna gidecek olan Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı H. Hüsnü Doğan'a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Rüşdü Saracoglu'nun vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/231) 2. – Romanya'ya gidecek olan Devlet Bakanı Yaman Törüner'e, dönüşüne kadar, Adalet Bakanı Mehmet Ağar'ın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/232) 3. – Romanya'ya gidecek olan Dışişleri Bakanı Emre Gönensay'a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nahit Menteşe'nin vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/233) 4. – Ölüm cezasına hükümlü Taner Keleşoğlu hakkındaki dava dosyasının geri verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/234) 5. – Ölüm cezasına hükümlü Murat Katrağ hakkındaki dava dosyasının geri verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/235) 6. – Konya Milletvekili Mehmet Keçeciler'in, (2/84), (2/85), (2/57), (2/58), (2/56), (2/55) ve (2/68) esas numaralı kanun tekliflerini geri aldığına ilişkin önergesi (4/9) 7. – Cenevre'de yapılan 82 nci Uluslararası Çalışma Konferansında kabul edilen 176 sayılı Sözleşme ve 81 sayılı İş Teftişi Hakkında Sözleşmenin genişletilmesini öngören ek protokolle ilgili olarak, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından, bütçe müzakereleri sırasında, Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi sunulacağına ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/236) III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1. – 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları (1/285), 286) (S. Sayıları : 1, 2) A) VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1. – Vakıflar Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Bütçesi B) DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI 2. – Diyanet İşleri Başkanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi C) GENÇLİK VE SPOR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1. – Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Bütçesi D) DEVLET METEOROLOJİ İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1. – Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Bütçesi E) ADALET BAKANLIĞI 1. – Adalet Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi F) YARGITAY BAŞKANLIĞI 1. – Yargıtay Başkanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi G) ÇEVRE BAKANLIĞI 1. – Çevre Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi H) MİLLÎ SAVUNMA BAKANLIĞI 1. – Millî Savunma Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi I) SANAYİ VE TİCARET BAKANLIĞI 1. – Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi İ) İÇİŞLERİ BAKANLIĞI 1. – İçişleri Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi a) Emniyet Genel Müdürlüğü 1. – Emniyet Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Bütçesi b) Jandarma Genel Komutanlığı 1. – Jandarma Genel Komutanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi c) Sahil Güvenlik Komutanlığı 1. – Sahil Güvenlik Komutanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi J) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI 1. – Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi IV. – SORULAR VE CEVAPLAR A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI 1. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya'nın, Niğde meyvesuyu fabrikasının satışıyla ilgili olarak ileri sürülen iddialara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Rüşdü Saracoglu'nun yazılı cevabı (7/4) 2. – Kahramanmaraş Milletvekili Ahmet Dökülmez'in, son milletvekili seçimlerinde aday adayı olup istifa eden bir kamu görevlisinin görevine iade edilmemesinin nedenine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Ali Talip Özdemir'in yazılı cevabı (7/176) 3. – Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner'in, Başbakanlık konutu girişine ve makam otosuna takılan forsa ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Ali Talip Özdemir'in yazılı cevabı (7/231) 4. – Elazığ Milletvekili Ahmet Cemil Tunç'un, Türkiye Halk Bankası A.Ş.'nin bazı harcamalarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Rüşdü Saracoglu'nun yazılı cevabı (7/363) 5. – Kocaeli Milletvekili Şevket Kazan'ın, Dışişleri konutuna ilişkin Başbakandan sorusu ve Dışişleri Bakanı Emre Gönensay'ın yazılı cevabı (7/469) I. – GEÇEN TUTANAK ÖZETİ TBMM Genel Kurulu saat 10.00'da açılarak üç oturum yaptı. Birinci ve İkinci Oturum Romanya'ya gidecek olan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in dönüşüne kadar, Cumhurbaşkanlığına, TBMM Başkanı Mustafa Kalemli'nin vekalet edeceğine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi Genel Kurulun bilgisine sunuldu. Genel Kurulun 16.4.1996 tarihli 37 nci Birleşiminde okunmuş bulunan, eski Başbakan Tansu Çiller hakkındaki (9/3) esas numaralı Meclis soruşturması önergesinin, gündemin "Özel Gündemde Yer Alacak İşler" kısmında yer almasına ve Anayasanın 100 üncü maddesi gereğince soruşturma açılıp açılmaması hususundaki görüşmelerin 9.5.1996 Perşembe günkü birleşimde yapılmasına ilişkin Danışma Kurulu önerisi kabul edildi. 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarılarının (1/285, 1/286) (S. Sayıları : 1, 2) görüşmelerine devam olunarak; Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhurbaşkanlığı, Sayıştay Başkanlığı, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı, 1996 malî yılı bütçeleri kabul edildi. Başbakanlık, Denizcilik Müsteşarlığı, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, 1996 Malî Yılı bütçeleri üzerinde bir süre görüşme yapıldı. H. Uluç Gürkan Başkanvekili Ali Günaydın Mustafa Baş Konya İstanbul Kâtip Üye Kâtip Üye Üçüncü Oturum 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarılarının (1/285, 1/286) (S. Sayıları : 1, 2) görüşmelerine devam olunarak; Başbakanlık, Denizcilik Müsteşarlığı, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Hazine Müsteşarlığı, Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü, Danıştay Başkanlığı, Dış Ticaret Müsteşarlığı, Gümrük Müsteşarlığı, Devlet İstatistik Enstitüsü Başkanlığı, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, 1996 malî yılı bütçeleri kabul edildi. 19 Nisan 1996 Cuma günü saat 10.00'da toplanmak üzere, birleşime 23.35'te son verildi. Hasan Korkmazcan Başkanvekili Ünal Yaşar Kâzım Üstüner Gaziantep Burdur Kâtip Üye Kâtip Üye BİRİNCİ OTURUM Açılma Saati :10.00 BAŞKAN : Başkanvekili H. Uluç GÜRKAN KÂTİP ÜYELER : Salih KAPUSUZ (Kayseri), M. Fatih ATAY (Aydın) BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 40 ıncı Birleşimini açıyorum. Sayın milletvekilleri, 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları üzerindeki görüşmelere devam edeceğiz; ancak, görüşmelere başlamadan önce Cumhurbaşkanlığı tezkereleri vardır; okutuyorum II. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI A) TEZKERELER VE ÖNERGELER 1. – Rusya Federasyonuna gidecek olan Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı H. Hüsnü Doğan'a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı Rüşdü Saracoglu'nun vekâlet etmesinin uygun görüldüüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/231) 16.4.1996 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşmelerde bulunmak üzere, 17 Nisan 1996 tarihinde Rusya Federasyonuna gidecek olan Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı H.Hüsnü Doğan'ın dönüşüne kadar; Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığına, Devlet Bakanı Rüşdü Saracoğlu'nun vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım. Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur. Diğer tezkereyi okutuyorum: 2. – Romanya'ya gidecek olan Devlet Bakanı Yaman Törüner'e, dönüşüne kadar, Adalet Bakanı Mehmet Ağar'ın vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/232) 16.4.1996 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşmelerde bulunmak üzere 18 Nisan 1996 tarihinde Romanya'ya gidecek olan Devlet Bakanı Yaman Törüner'in dönüşüne kadar; Devlet Bakanlığına Adalet Bakanı Mehmet Ağar'ın vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım. Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur. Diğer tezkereyi okutuyorum: 3. – Romanya'ya gidecek olan Dışişleri Bakanı Emre Gönensay'a, dönüşüne kadar, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nahit Menteşe'nin vekâlet etmesinin uygun görüldüğüne ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/233) 16.4.1996 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşmelerde bulunmak üzere, 18 Nisan 1996 tarihinde Romanya'ya gidecek olan Dışişleri Bakanı Emre Gönensay'ın dönüşüne kadar; Dışişleri Bakanlığına, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Nahit Menteşe'nin vekâlet etmesinin, Başbakanın teklifi üzerine, uygun görülmüş olduğunu bilgilerinize sunarım. Süleyman Demirel Cumhurbaşkanı BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur. Başbakanlığın geri isteme tezkereleri vardır; okutuyorum: 4. – Ölüm cezasına hükümlü Taner Keleşoğlu hakkındaki dava dosyasının geri verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/234) 17.4.1996 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına İlgi : a) 1.2.1996 gün ve B.02.0.PPG.0.12.301/1785 sayılı yazımız. b) Adalet Bakanlığının 5.4.1996 gün ve B.03.0.CİG.0.00.00.0- 1.134.1.1996/007028 sayılı yazısı. Ölüm cezasına mahkûm edilen Taner Keleşoğlu hakkında ilgi (a) yazımın ekinde makamlarına sunulan dava dosyasında, hükümlünün vekili Avukat Necati Yakışırer tarafından verilen karar düzeltme talebini havi günsüz dilekçesine istinaden söz konusu hüküm dosyasının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca tetkik edilmesi için Adalet Bakanlığına tevdi edilmek üzere Başbakanlığa iade edilmesini arz ederim. A. Mesut Yılmaz Başbakan BAŞKAN – Adalet Komisyonunda bulunan tezkere ve eki dosya, Hükümete geri verilmiştir. 17.4.1996 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına 5. – Ölüm cezasına hükümlü Murat Katrağ hakkındaki dava dosyasının geri verilmesine ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/235) İlgi: a) 10.11.1995 gün ve B.02.0.PPG.0.12.301/16124 sayılı yazımız. b) Adalet Bakanlığının 5.4.1996 gün ve B.03.0.CİG.0.00.00.0- 1.134.4.1995/007035 sayılı yazısı. Ölüm cezasına hükümlü Murat Katrağ'a ait olup ilgi (a) yazımız ekinde sunulan dosyada yer alan, adam öldürme, adam öldürmeye teşebbbüs, gasp ve hırsızlık suçlarından hükümlü sanık Osman Yıldırım'ın karar düzeltme talebinin incelenebilmesi için; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının örneği ekli 29.2.1996 tarih ve 16 687 sayılı yazısı gereğince, hüküm dosyasının onaylı örneğinin Adalet Bakanlığına sunulmak üzere Başbakanlığa iade edilmesini arz ederim. A. Mesut Yılmaz Başbakan BAŞKAN– Adalet Komisyonunda bulunan tezkere ve eki dosya, Hükümete geri verilmiştir. Kanun tekliflerinin geri alınmasına dair bir önerge vardır; okutuyorum: 6. – Konya Milletvekili Mehmet Keçeciler'in, (2/84), (2/85), (2/57), (2/58), (2/56), (2/55) ve (2/68) esas numaralı kanun tekliflerini geri aldığına ilişkin önergesi (4/9) 17.4.1994 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Ekte esas numaraları ve özetleri belirtilmiş olan kanun tekliflerini geri çekiyorum. Gereğini bilgilerinize arz ederim. Saygılarımla. Mehmet Keçeciler Bakan Esas No: Özeti: (2/84) Sivil Savunma Kanun Teklifi (2/85) İller Bankası Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/57) Büyükşehir Belediye Kanun Teklifi (2/58) Belediye Kanun Teklifi (2/56) 2380 Sayılı Belediyelere ve Özel İdarelerine Genel Bütçeden Pay Verilmesine Dair Kanun Teklifi (2/55) İl Özel İdaresi Kanun Teklifi (2/68) Köy Kanun Teklifi BAŞKAN – Komisyonlarda bulunan kanun teklifleri geri verilmiştir. Sayın milletvekilleri, şimdi bütçe görüşmelerine geçiyoruz. III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER 1. – 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları (1/285, 286) (S. Sayıları : 1, 2) A) VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1. – Vakıflar Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Bütçesi B) DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI 2. – Diyanet İşleri Başkanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi C) GENÇLİK VE SPOR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1. – Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Bütçesi D) DEVLET METEOROLOJİ İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1. – Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Bütçesi (1) BAŞKAN – Beşinci tur görüşmeleri yapacağız. Komisyon ve Hükümet yerinde. Beşinci turda Vakıflar Genel Müdürlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü bütçeleri yer almaktadır. Beşinci turda, grupları ve şahısları adına söz alan Sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Doğru Yol Partisi Grubu adına; İstanbul Milletvekili Sayın Tayyar Altıkulaç, Adana Milletvekili Sayın Veli Andaç Durak. Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına; Tokat Milletvekili Sayın Şahin Ulusoy, İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Sevigen. Demokratik Sol Parti Grubu adına; Edirne Milletvekili Sayın Erdal Kesebir, Karaman Milletvekili Sayın Fikret Ünlü. Refah Partisi Grubu adına; Erzurum Milletvekili Sayın Ömer Özyılmaz, Manisa Milletvekili Sayın Bülent Arınç. Anavatan Partisi Grubu adına; Nevşehir Milletvekili Sayın Abdülkadir Baş, Ordu Milletvekili Sayın Bahri Kibar. Şahısları adına; lehinde, İstanbul Milletvekili Sayın Mukadder Başeğmez; aleyhinde, Çankırı Milletvekili Sayın İsmail Coşar. Şimdi, Gruplar adına konuşmalar için, Doğru Yol Partisinin birinci sözcüsü Sayın Tayyar Altıkulaç'ı kürsüye çağırıyorum; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar) Sayın Altıkulaç, süreyi arkadaşınızla eşit mi paylaşacaksınız? TAYYAR ALTIKULAÇ (İstanbul) – Evet efendim. BAŞKAN – Süreniz 10 dakikadır. Buyurun. DYP GRUBU ADINA TAYYAR ALTIKULAÇ (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçeleri üzerinde, DYP Grubu adına görüşlerimizi arz etmek üzere huzurlarınızda bulunuyor; sözlerime başlamadan önce hepinizi saygıyla selamlıyorum. Hemen belirtmeliyim ki, inanma duygusu insanın fıtratında mevcuttur ve her medeniyetin temelinde bir iman kıvılcımı vardır. Din, insan kimliğinin önemli bir parçası, hayatı anlamlı ve yaşanabilir kılan temel değerler bütünüdür; sosyal bir terbiye ve disiplindir; hatta, bazı durumlarda bir millî kimlik göstergesidir. Her ülke, toplum menfaatları bakımından din kurumundan yararlanmak zorundadır. Toplum hakkında fikir yürüten hiçbir aydın, iktidara talip olan hiçbir siyasî kadro, din olgusunu görmezlikten gelemez. Nitekim, tüm ileri ülkelerde bu olgu, modern toplumsal var oluşun vazgeçilmez bir unsuru, korunması ve güçlendirilmesi gereken ortak bir değeri olarak görülmekte, halk arasında, ahlaklı olmak, dindar olmakla aynı anlamda kullanılmaktadır. İlahî bir kaynaktan beslenmeyen ahlakî değerler de hiçbir devirde doyurucu ve kalıcı olamamıştır. Dinlerin sonuncusu olan İslam, maddî manevî her alanda, insanlığın gidişatını değiştirmiştir; çünkü, o, ilmin zaruretine işaret ederek işe başlamış, en güzel ahlakı tamamlama misyonunu yüklenmiştir. Diğer taraftan, toplum içinde tefrika yaratmak, insanları birbirine düşürmek, terör ve anarşiye yol açmak, İslamın şiddetle yasakladığı davranışlardır. Türk Devleti, mezhep ayırımı yapmadan, milletimizin Müslüman kimliğini bir toplum gerçeği olarak kabul etmiş; Anayasamız, laik devlet anlayışıyla, din hürriyetini, en geniş anlamda teminat altına almıştır. Yüzde 100'e yakın oranda bir çoğunluğu Müslüman olan milletimizin, dinî ihtiyaçlarının karşılanması görevini de devletimiz üstlenmiş; ülkemizde, sade bir vatandaşla Cumhurbaşkanının aynı safta, yan yana ibadet edebildiği mutlu bir tablo gerçekleşebilmiştir. Milletimiz için büyük önem taşıyan din hizmetlerini yürütme ve toplumu din konusunda aydınlatma görevi, anayasal bir kuruluş olan Diyanet İşleri Başkanlığına verilmiştir. Bu kuruluş, mezhepler üstü bir yaklaşımla, bu ülkede yaşayan ve Müslümanım diyen herkesin "başkanlığı" konumundadır. Zaman zaman gündeme getirilen, Alevilerin de bu kuruluşta temsil edilmesi şeklindeki düşünceyi saygıyla karşılamakla birlikte, İslamın birleştirici ve caminin bir araya getirici özelliğiyle bağdaştıramadığımızı belirtmek istiyorum. Zira, bir dinî idarede temsil, ancak değişik dinler için söz konusu olabilir. Nitekim, bunun örnekleri, bazı ülkelerde vardır. Alevi ve Sünnisiyle, yaratanı bir, camisi bir, kitabı ve peygamberi bir olan milletimiz için bu tür bölünmelere gerek yoktur. Bu kurum, ne tek başına Hanefilerin ne de bir başka mezhep mensuplarının başkanlığıdır. Alevi Müslümanlara hizmet ve yaklaşım konusunda, bu Başkanlığın eksiklikleri ya da yanlış uygulamaları varsa, bunların, elbette düzeltilmesi gerekir. Alevi kardeşlerimizi istismar eden bazı çevrelerin, Alevi geleneğinde var olan cemevini camiye alternatif olarak göstermelerini ise, iyi niyetle izah etmek güçtür ve dinî birliğimizi bozacak bir yaklaşımdır; çünkü, cami, her Müslümanın ortak mabedidir. Sayın milletvekilleri, yurtiçinde ve dışında milyonlarca insanımıza din hizmeti vermek, önümüzde açılan Türk dünyasındaki kardeşlerimize bu konuda rehberlik etmek gibi çok önemli bir sorumluluğa omuz veren bu Başkanlık, bugünkü statüsüyle, ne yazık ki kaygan bir zemin üzerinde ve günlük siyasetin etki alanı içerisinde yer almaktadır. Din gibi ulvî bir konunun her çeşit siyasî düşüncenin dışında ele alınmasında, din görevlilerinin, bu ulvî hizmeti yerine getirirken siyasî tercihlerini kendilerine saklamalarında zaruret vardır. Aksi halde, arkalarında saf tutan ve değişik siyasî görüşlere sahip olan müminlerin, o safta huzur bulmaları ve o din görevlisine saygı duymaları mümkün değildir. Diğer taraftan, siyasetin de, dinin yönetimine müdahale etmemesi gerekir. Başkanlık, her çeşit dinî, ilmî ve idarî iş ve işlemlerinde, günlük siyasetin müdahalesi olmadan, elindeki yasa ve yönetmelikler çerçevesinde çalışabilir bir statüye kavuşturulmalı; din görevlisi, basit, kişisel konular için siyasî kişi ve makamlara başvurma gereğini duymaktan kurtarılmalıdır. Kısacası, siyaset üstü onurlu bir Başkanlık, onurlu bir din hizmeti, tüm halkımızın ortak arzusudur. Milletimizin bu kuruluşa olan güvenini sarsacak dikkatsizliklerden sakınmak, tüm siyasetçilerimiz için önemli bir sorumluluktur. Zira, bu kuruluşu siyasetin etki alanı içerisinde görmek, vatandaşlarımızı başka arayışlara sevk edecek, bu da millî ve dinî bütünlüğümüz için sakıncalı sonuçlar doğuracaktır. Sayın milletvekilleri, din ve diyanet hizmetlerini, eğitim, sağlık, terör, ekonomi gibi öncelikli ve önemli konular arasında ele almamızın gerekli olduğuna inanıyoruz. Aksi halde, bu ulvî hizmetin istismar edileceğinden ve ehliyetsiz ellerde kalabileceğinden endişe ettiğimizi; Diyanet İşleri Başkanlığı kuruluş kanununun yirmi yıla yakın bir zamandan bu yana çıkarılamamış olmasını esefle değerlendirdiğimizi belirtmek istiyorum. Her yıl, bütçe müzakereleri sırasında, dinin ve diyanetin öneminden söz eden siyasî kadrolarımızın, bu gecikmeyle ilgili olarak söyleyebilecekleri makul bir gerekçe bulunmadığına inanıyorum. O halde, bu müessesenin kuruluş yasası daha fazla gecikilmeden ele alınmalı, biraz önce sözünü ettiğim kaygan zeminden onu kurtaracak ve siyasetin etki alanı dışına çekecek bir statüyle bir an önce yürürlüğe konulmalıdır. Kurumun öncelikli konularından biri de hizmet içi eğitimdir. Din görevlilerinin değişen ve gelişen dünya şartları karşısında eğitimine süreklilik kazandırılması şarttır; ancak, ne yazık ki, ödenek yetersizliği yüzünden, bu kuruluşun eğitim merkezleri, yılın üç dört ayı istisna edilecek olursa, kapalı kalmaktadır. Başkanlık bu konuda desteklenmelidir. Hac konusundaki uygulamayı seyahat hürriyetini kısıtlayıcı bir uygulama olarak görmüyoruz; aksine, her yıl 60 - 70 bin insanımızın belirli bir süre içerisinde ve 2 - 3 milyon Müslümanla birlikte ve belirli zeminlerde yapacağı bu göreviyle ilgili düzenlemelerin devlet için bir görev ve sorumluluk olduğunu düşünüyoruz. Hatta, ilgili kararnamede açılan gediğin de kapatılması gerektiğine inanıyoruz. Artık, dünya, dönüşü olmayan bu yola girmiş, hacısını kaderiyle başbaşa bırakan ülkeler iyice azalmıştır. Sayın milletvekilleri, camilerimizi imamsız bırakmamak, yurt içinde ve dışında vatandaşlarımızı manevî iklimlerinde yalnızlığa terk etmemek, sesli, basılı ve görüntülü yayınlarla toplumumuzu din konusunda aydınlatmak, Diyanetimizin başlıca görevleri arasındadır. BAŞKAN – Sayın Altıkulaç, 2 dakika süreniz kaldı. TAYYAR ALTIKULAÇ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Diyanet İşleri Başkanlığının, bu konularda kendinden bekleneni yerine getirebilmesi için desteklenmesi şarttır. Çeşitli hizmetlerinin gerçekleşmesinde bu kuruma büyük destekler sağlayan, Plan ve Bütçe Komisyonunda 10 milyar Türk Lirası ödenek talebini bile reddettiğimiz başkanlık hizmet binası için birkaç yüz milyar lira harcama yapmayı üzerine alan Türkiye Diyanet Vakfı ve yöneticilerine de bu vesileyle burada teşekkür etmek istiyorum. Vakıf anlayışının temelinde insan sevgisi feragat ve fedakârlık duygusu vardır. Tarihimizde gelir dağılımı dengesizliklerinin giderilmesinde ve sosyal adaletin sağlanmasında, vakıf müesseseleri büyük görevler ifa etmiştir. Diğer yandan, yurdumuzun her köşesi, ecdadımızdan kalma vakıf eserleriyle doludur. Ancak, tarihi korumak, onu yazmak kadar önemlidir. 1982 Anayasamız, 63 üncü maddesindeki "Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teşvik edici tedbirleri alır" ifadesiyle, bu anlayışa sahip çıkmış; Vakıflar Genel Müdürlüğümüz de, bu tarihî dokumuzun yaklaşık yüzde 80'ini oluşturan eserleri korumak ve onarmakla görevlendirilmiştir. Camilerimizde bulunan antik halı ve kilimlerin korunmaları, temizlik ve bakımları yapılarak güvenli ortamlarda sergilenmeleri ayrı bir ciddî hizmet konusudur. Bu topraklar üzerinde varlığımızın tapu belgeleri olan vakıf eserlerimizi yok sayarak Anadolu kültüründen söz etmek mümkün değildir. Genel Müdürlük içinde yer alan yaklaşık 500 milyar lira ödenekle bu kadar eski eserin ve bu zengin tarihî dokunun bakım ve onarımlarının yapılabileceğini düşünmek, elbette imkânsızdır. Uygulanan yanlış politikalar sebebiyle, ne yazık ki, birçok gelir kaynakları da kurumun elinden çıkarılmıştır. O halde, vakıf eserlerinin geleceğe intikalini sağlamak için, devletin daha çok desteğine... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Altıkulaç, sözünüzü tamamlamanız için 1 dakikalık ek süre veriyorum. TAYYAR ALTIKULAÇ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. ... ayrıca, her şeyin devletten beklenemeyeceği anlayışından hareketle, ilgili hayır kurumlarımızın bu konuda üstlenecekleri görevlere ihtiyaç vardır. Vakıflar Genel Müdürlüğünün, anılan hizmetleri daha etkili bir şekilde yürütebilmesini sağlamak üzere, evvela devletin yeniden yapılandırılması çalışmaları kapsamına bu kurum mutlaka alınmalıdır. Eski eserlerin restorasyonuyla ilgili projelerin Kültür Bakanlığının ilgili kurullarından geçirilmesi zorunluluğu ortadan kaldırılmalı; kurum, kendi içinde oluşturacağı bir karar organıyla bu işe sürat ve işlerlik kazandırmalıdır. Bütçelerinin, bu iki kurumumuza hayırlı olmasını diliyor; hepinize saygılar sunuyorum. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Altıkulaç. Doğru Yol Partisinin ikinci sözcüsü, Sayın Veli Andaç Durak; buyurun efendim. DYP GRUBU ADINA VELİ ANDAÇ DURAK (Adana) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ile Meteoroloji Genel Müdürlüğü bütçeleri üzerinde, Grubum adına söz almış bulunmaktayım. Sözlerime başlamadan evvel, Yüce Meclisin Sayın Başkanını ve üyelerini saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkan, 1977-1991 yılları arasında Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün Adana Bölge Müdürü olarak ondört yıl hizmet etmenin neticesinde, 1991'de aranıza katılmış bulunmaktaydım. Bu güzel Genel Müdürlüğün, ondört yıl gibi uzun bir devre hizmet ettiğim değerli Genel Müdürlüğün bütçesinde, Grubum bana söz verdiği için Grubuma da müteşekkirim; duyduğum gururu da ifade ederek sözlerime devam etmek istiyorum. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün gençlik hizmetlerine değinerek sözlerimi sürdürmek istiyorum. Bugün, ülkemizde mutlu olunacak, güven duyulacak gençlik kadrosuna sahibiz. Yaklaşık 21 milyon genci olan ülke olarak, Avrupa'da birinci sırayı teşkil etmekteyiz; Türkiye Cumhuriyeti Devleti için büyük bir şanstır. Bu şansı iyi değerlendirdiğimizde, yarınlarımızın müreffeh ve mutlu olmasında büyük katkılar sağlayacaktır. Bu nedenle, geçliğimize daha çok önem vermemiz gerektiğine inanmaktayız. 1996 yılı itibariyle, 0-11 yaş grubunda 17 milyon çocuğumuz, 12-27 yaş grubunda ise 19 milyon civarında gencimiz bulunmaktadır. Toplam olarak 36 milyon genç ve çocuk nüfusumuz mevcuttur. Bu nüfus, Belçika ve Avusturya'nın toplam nüfusundan fazladır. Bu, çocuk ve gençlik potansiyelimizin bulunması, bütün dünyanın özlediği bir durumdur. Doğru Yol Partisi olarak, gençlik politikamız, gençlerimizin bugünlerini en iyi şekilde değerlendirerek, ülkemizin yarınlarına daha iyi hazırlanmasını temin etmektir. Gençlerimizin, gönül gönüle, vatanımızın ve milletimizin bölünmez bütünlüğüne yürekten inanmış; Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda, irfanı hür; ilmi hür, vicdanı hür, yapıcı ve yaratıcı yetenekleri geliştirilmiş, millî değerlerimize bağlı, ancak, çağdaş gelişime açık olmaları, bizim temel hedefimizdir. Ülkemizde, sporla ilgili pek çok kanun, tüzük ve yönetmelik olmasına rağmen, aynı teşkilatın gençlik hizmetlerinde, maalesef, gençlikle ilgili olarak ne bir mevzuat vardır ne bir yönetmelik vardır ne de bir yasa vardır. Grup olarak, gençlerimizin tamamını kapsayacak, onların korunması ve teşkilatlanması hususunda, millî politikamıza uygun bir gençlik kanunu çıkarılması gerektiğine inanmaktayız. Halen, merkez teşkilatı sadece yedi kişiden oluşan ve illerde sayısı az bir personel ile küçük bütçesi bulunan Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün, 21 milyon gencimizin hizmetlerinin koordinasyonunu istenilen düzeyde yapabileceği kanaatinde değilim. Bu nedenle, Genel Müdürlüğümüzde, gençlerimize sahip çıkabilmek, geleceğimizin teminatı olan değerli varlığımıza en güzel hizmetleri yürütebilmek için, müstakil bir gençlik spor, gençlik genel müdürlüğü veyahut da gençlik spor müsteşarlığının kurulması gerektiğine inanmaktayım. Bu yöndeki çalışmaları olan Genel Müdürlüğü de takdirle karşılamaktayız. Müsteşarlık içerisinde yer alacak Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün, daha fazla finans ayrılacağından, daha çağdaş ve verimli hizmetler üreteceğine inanmaktayız. Bugün ülkemiz ve dünya geleceğinin en mükemmel ve popüler sahası olan sporla sözlerimi sürdürmek istiyorum. Spora ülke olarak değer vermekteyiz ve Grup olarak da bu değerin önünde gitmekteyiz; çünkü, spor, insana, yenilmeyi, yenmeyi öğreten en güzel olaydır. Spor, aynı zamanda, insanlara, yardımlaşmayı öğretir, liderlik vasfı kazandırır, kendi vücudunu tanımasını öğretir; insan bedenine zindelik, zarafetine güzellik katar; asrımızın bunalımı denilen stres hastalığından kurtulmasında, en ucuz ilaçtır; insanların ruhen ve bedenen geliştirilmesinin yanında, ülkeleri birbirlerine kaynaştırarak, ülkelerin tanıtılmasında en etkili eğitim aracıdır. İşte, bu gerçekler karşısında, ülkeler spora büyük önem vermektedirler. Bugün, 60 milyondan fazla nüfusu olan ülkemizde, lisanslı sporcu sayımız 110 bin, sağlık için spor yapan insanlarımızın sayısı 200 bin; tüm spor yapanların sayısı 350 bini bulmaktadır. Buna karşın, spor kulüplerinin sayısı 5 714, olimpik spor tesislerinin sayısı 1 378 olup, antrenör sayısı ise, 25 bindir. Aynı nüfusa sahip olan Almanya ve Fransa'da, 350 bin sporcumuza karşılık 22 milyon insanın spor yaptığını görmekteyiz. Antrenörlerimizi branşlarına göre tesislere ayırdığımızda ve branşlarına göre tesislerimizdeki hizmetlerini sıkı bir şekilde murakabe ederek onları da sistem içerisine almaya çalıştığımız sistemi getirdiğimizde, bizim ülkemizde de, bu rakamın 350 binden 10 milyona çıkarılacağı kanaatindeyim. Bu tespitleri yaptıktan sonra, 1996 yılında Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü hizmet ve faaliyetleri için verilen ödenek miktarına bir göz atmak gerekirse, spor faaliyetleri için 1995 yılında 560 milyar lira harcayan Genel Müdürlük, 1996 yılı için 1 trilyon 483 milyar lira talep etmesine karşın, verilen ödenek 183 milyar liradır. Katma bütçe gelirleri de dikkate alınırsa, bu ödenekle, arzu edilen hizmetlerin yapılacağına inanmak mümkün değildir. Ayrıca, sporda, her organizasyon kendinden sonra gelen organizasyonların hazırlığını meydana getirmektedir. Bu bakımdan, spor hizmetlerinin yıllık programları, bu anlayışla hazırlanır. 1996 yılının olimpiyat yılı olması ve 2004 yılının olimpiyat oyunlarına talip ülke olmamız açısından, içinde bulunduğumuz bu yıl, çok önem arz etmektedir. Son yıllarda elde edilen başarıların devam ettirilmesi için, spora daha çok kaynak verilmesi gerekmektedir. BAŞKAN – Sayın Durak, 2 dakikanız kaldı. VELİ ANDAÇ DURAK (Devamla) – Sporda, en önde gelen hizmetlerden birisi de eğitimdir. Eğitim, her alanda olduğu gibi, sporda da başarının temelidir. Sporda anarşi ve şiddetin önlenebilmesinin panzehirinin eğitim olduğuna inanmaktayız. Başta hakem olmak üzere, antrenör, sporcu, idareci ve hatta, spor yazarlarının da eğitilmesi gerektiğine inanmaktayız. Eğitimi iyi olmayan spor adamlarımızın, yönetimi de başarısız olur. Genel Müdürlüğün, bu konuda, seminer, kurs ve konferansları başarıyla yürüttüğüne inanmaktayız. Ülkemizde, aşağı yukarı onbeş yıldır, spor eğitimi başarıyla sürdürülmektedir. İşte, gelmiş geçmiş iktidarlar, spora politika üstü yer verdiği için, bu eserlerinin neticesi güzel bir temel atıldığından, spor eğitim merkezleri bugün başarılı halde yürümektedir. 11-13 yaş projesini desteklemekteyiz. Spor eğitim merkezlerinde yetişen sporcuların, bugün, sporumuzda büyük yer tuttuğunu memnuniyetle görmekteyiz. Yaz spor okullarının çalıştırılmasında, Genel Müdürlüğü takdirle karşılıyoruz; bu çalışmalarının devam etmesini istiyoruz. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; şehir imar planlarının değiştirilip, belediyelerle protokol yapılarak, ucuz, basit semt spor sahası yapımına hız verilmesi gerektiğine inanmaktayız; çünkü, sporun halkımıza sevdirilmesi, yaygınlaştırılması ve tabana inilmesinde, geniş halk kitlelerinin spor alanlarına çekilmesinde çok önemli bir unsur olduğuna inanmaktayız. Genel Müdürlüğün, seyircisiz spor salonları tesisleri yapma çalışmalarını da desteklemekteyiz. 1996-1997 yıllarında bu işe daha çok önem vermesini istemekteyiz. Spor yatırımları için verilen 229 milyar TL ödenekle, bugün devam eden 400'ün üzerinde işi bitirmek için, kırk veya elli yıllık bir süreye ihtiyaç olmaktadır. BAŞKAN – Sayın Durak, 1 dakikalık ek süre içerisinde lütfen toparlayın. VELİ ANDAÇ DURAK (Devamla) – Bağlıyorum Sayın Başkanım. Bu anlayışla yürütülen yatırım hizmetlerini kabul etmek mümkün değildir. Katma bütçe gelirlerinden öngörülen 1 trilyon ile yedek ödeneğin ve bu yıl verilen 1 trilyon ödeneğin de artırılarak, çarpık yatırım politikasının en kısa sürede düzeltilmesi gerektiğine inanmaktayız Sayın Başkan, sayın millletvekilleri; Meteoroloji Genel Müdürlüğü, herkesi ve her kesimi yakından ilgilendiren, geniş hizmet alanı olan önemli bir genel müdürlüktür; bir taraftan, ulaştırma, tarım, ormancılık, enerji, turizm, doğal afetler, sağlık gibi alanlarda önemli hizmet veren ve yurt ekonomisinde de önemli temeli olan bir kuruluştur; diğer yandan da, savaşta ve barışta, Silahlı Kuvvetlerimize sağladığı desteklerde... BAŞKAN – Sayın Durak, süreniz doldu. Teşekkür ediyorum. VELİ ANDAÇ DURAK (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. (DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Cumuhuriyet Halk Partisi Grubunun ilk sözcüsü Sayın Şahin Ulusoy; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar) Sayın Ulusoy, süreyi eşit mi kullanacaksınız efendim? ŞAHİN ULUSOY (Tokat) – Efendim, ben konuşmamı bitireceğim, kalan süreyi arkadaşım kullanacak. 13-14 dakika civarında... BAŞKAN – Eşit mi?.. ŞAHİN ULUSOY (Tokat) – Hayır; 13-14 dakika civarında ben kullanacağım. BAŞKAN – Buyurun Sayın Ulusoy. CHP GRUBU ADINA ŞAHİN ULUSOY (Tokat) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü 1996 malî yılı bütçesi üzerinde Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi, Grubum ve şahsım adına saygıyla selamlıyorum. Her iki kurumun bütçesi üzerinde konuşmaya başlamadan önce, son zamanlarda sürekli yıpratılmaya çalışılan laiklikten söz etmek istiyorum. Laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrı tutulmasıdır. Bir başka anlatımla, devletin, belli bir din, mezhep ve tarikata bağlı olmaması, herhangi bir din, mezhep ve tarikatın savunuculuğunu ve yayıncılığını yapmaması, karışmaması demektir. Devlet, nasıl dinsel alana karışmamak yükümlülüğündeyse, din kurumu ve örgütleri de, dünyevî ve siyasal alana giremez ve müdahalede bulunamaz. Yine laik devlet düzeni, din ve ibadet, inanma, inanmama hak ve özgürlüklerini de güvence altına alır. Bir başka deyişle, laik devlet, herhangi bir dine, mezhebe dayanmadığı gibi, her din, mezhep karşısında saygılı, yansız olan, dolaylı ya da dolaysız olarak, bunlardan herhangi birine üstünlük ve ayrıcalık tanımayan bir devlettir. Bu tanıma göre, şeriata dayalı bir devlet kadar resmî olarak ateist olan bir devlet de laik değildir. 1982 Anayasasının, din kültürü ve ahlak öğretimini, ilk ve ortaöğretimde zorunlu dersler arasında sayması, laikliğin özünü oluşturan "devlet, herhangi bir inancın savunucusu ve yayıncısı olamaz" ilkesiyle, kişilerin vicdan özgürlüğünü zedelemiştir; bu da toplumsal tepkilere yol açmıştır. Buna paralel olarak, Diyanet İşleri Başkanlığı, 20 nci Yüzyılın ikinci yarısı içinde gelişmelerini yoğunlaştıran yoz, yobaz, bağnaz tarikatların şeyhleri, vakıf ve derneklerinin legal ve illegal örgütlenmeleri karşısında yetersiz ve çaresiz kalarak, susma yolunu seçmiştir; politikayla iç içe olan bu tarikatları dizginleyememiştir, eleştirememiştir, malî kaynaklarını araştıramamıştır. Oysa, inançsal farklılıkları birleştirici, kaynaştırıcı bir organ olarak düşünülüp, aynı amaçla Anayasaya alınmıştı; ancak Başkanlık, bu görev ve işleyişini tam olarak yerine getiremediği gibi, zaman zaman yaptığı talihsiz açıklamalarla da, bu Kuruluşun, Sünnî mezheplerin başkanlığı olduğunu, Alevî ve Bektaşi gerçeğini benimsemekten de, kabulden de uzak olduğunu göstermiştir. Üzülerek belirtmek istiyorum; Diyanet İşleri Başkanlığının devam eden bu tavrıyla, farklı inançlar arasındaki toplumsal barışı devam ettirebilmek, gittikçe güçleşmektedir. Bütün dinlere, mezheplere, yani farklı inançlara saygılı ve hoşgörülü olan laiklik sistemi, toplumsal barışı sürdürecek tek yoldur. Laiklik, inançlara karşı değildir; üstelik inançlar arasında farklılık gözetmeksizin, hepsine saygılıdır. Laiklik, dinsizlik de değildir; bence, inançlara son derece saygılı olan bu sisteme karşı olmak, din istismarcılığının bir göstergesidir. Bu oluşumlar da açıkça gösteriyor ki, Diyanet İşleri Başkanlığının içinde bulunduğu bir sistem, hem laikliğe terstir hem de sorunları bitiremez. Devletin çok sıkı denetiminde, inanç gruplarının kendi inançsal sistemlerini oluşturmaları, kendi toplum yapımıza ve laiklik kavramına en uygun olanıdır; inançsal bazda, toplumsal barışın ve bütünlüğün devam etmesi, ancak böyle sağlanabilir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; biraz da, din işleriyle ilgili harcamalar için yaratılan kaynaklardan söz etmek istiyorum. Bunları, bütçe içi ve dışı kaynaklar olmak üzere ikiye ayırabiliriz; bütçe içi kaynakları da, dolaysız ve dolaylı olarak görmekteyiz. Bunlardan dolaysız olanları şunlardır: Diyanet İşleri Başkanlığına, bütçeden ayrılan ödenekler; imam hatip liselerine, Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinden ve ilahiyat fakültelerine, ilgili katma bütçeli üniversitelerin bütçesinden ayrılan ödenekler. Dolaylı olanlar ise; üniversitelere ayrılan ödenekten sağlanan kaynaklar, kamu kuruluşlarına ayrılan ödenekten sağlanan kaynaklar. Böylece, kamu kuruluşlarının bazıları, bu olanağı kullanarak cami yapabilmişlerdir. Kamu kuruluşlarına, bünyeleri içerisindeki binalarda mescit ve namazgâh olanağı getirilmiştir. Bütçe içi sağlanan kaynakların yanı sıra, bir de bütçe dışı kaynaklar yaratılmıştır. Bunlar da, Diyanet İşleri Başkanlığı içerisindeki döner sermaye, camilerini yaptıracak köylere yardım fonu, Vakıflar Kanununa göre Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesinden yapılan yardımlar, sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları aracılığıyla sağlanan yardımlar, Medenî Kanuna göre kurulan dinî mahiyetteki vakıflar. Bunlar iki türlüdür: Bir kısmı, cami yaptırma vakıfları şeklinde örgütlenirken; diğerleri, dinî yardımlaşma vakıfları şeklindedir. Bu vakıflara da vergi muafiyeti sağlanmaktadır. Bu nedenle, devletin, bunlar tarafından sağlanan hizmetlerin finansmanına dolaylı bir katkısı söz konusudur. Camiler ve vakıflar, Kur'an kursları açmaktadırlar; hatta, bazı okullar bünyesinde de Kur'an kursları açılmaktadır. Bunların finansmanında da belli miktarlarda kamu kaynakları kullanılmaktadır. İmar mevzuatına aykırı camilerin yarattığı rantlar; cami yaptırma maskesi altında, üstü cami, altı ticarethane şeklinde camiler yaptırılarak imar mevzuatına aykırı önemli şehir rantları elde edilmektedir. Bunların dışında, saymakla bitiremeyeceğimiz, din hizmetlerine akan sayısız kaynaklar vardır; kısa başlıklarla değinmeye çalışacağım. Yerel yönetimlerin, bütçelerinden, yukarıda bahsettiğim vakıflara yaptığı yardımlar ve arsa tahsisleri, ilk ve ortaöğretimde din ve ahlak kültürü dersleri için görevlendirilen din öğretmenlerine yapılan harcamalar, camilerden elektrik ve su parasının alınmaması sonucu kamudan harcanan, ama, hiç gözükmeyen yardımlar, belediye mezarlıklarında çalışan din görevlilerinin maliyeti, hastaneler ve diğer kurumlarda görevlendirilen din görevlilerinin maliyeti, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün cami yapımındaki harcamaları... Sayın milletvekilleri, gördüğünüz gibi, olay, sadece Diyanet İşleri Başkanılığına ayrılan 21 trilyon lirayla bitmiyor; dinsel bir imparatorluk yaratılmıştır; bu da, din adı altında, her türlü örgütlenmeye yol açmış; bunlar da, kamu kaynaklarından daha fazla pay alır konuma gelerek, ülke bütünlüğüne de zarar vermeye başlamışlardır. İç ve dışborç altında inleyen, milyonlarca yoksulu olan, daha, temel ihtiyaçları bile karşılanamayan köylerimizin ve şehirlerimizin en temel yatırımlarını gerçekleştiremeyen ülkemizde, bu harcamaları yapmak günah değil mi; sizlere soruyorum... Bütün bu olanları bilerek, çıkıp, bunların yapılamamasını politik olarak eleştirenlerin, fakir fukara edebiyatına sığınanların yaptığı, ikinci bir günah değil midir?.. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, şimdi soruyorum: Yukarıda anlattığım bu din imparatorluğunun dev bütçesi, bir başka inanç grubu için, mesela, Alevî ve Bektaşiler için, bunların inançsal yapılanmaları için kullanılsaydı, yalnız, cemevleri yapılsaydı, dedelere kadro verilerek maaşa bağlansaydı... HÜSEYİN ARI (Konya) – Hepsi Müslüman onların... ŞAHİN ULUSOY (Devamla) – Yorumları değişik... MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) – Ayırım yapmayın; hepsi Müslüman... BAŞKAN – Sayın milletvekili... ŞAHİN ULUSOY (Devamla) – Müslüman değil diyen yok, hepsi Müslüman, yorumları değişik; tıpkı diğer mezhepler gibi... BAŞKAN – Sayın Ulusoy, karşılıklı konuşmayın lütfen... Lütfen, hatibi sükûnetle dinleyin.. ŞAHİN ULUSOY (Devamla) – ...dede okulları açılsaydı ve bunlara benzer uygulamalar, bütün Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının vergileriyle yapılsaydı, Sünnî inanç grubunda olan insanlara haksızlık olmaz mıydı?.. Lütfen, bunun cevabını samimî olarak verin; inanıyorum ki, buna, hepiniz evet diyeceksiniz. (CHP sıralarından alkışlar) ÖMER EKİNCİ (Ankara) – Bize ne söylüyorsun, Hükümete söyle... BAŞKAN – Sayın Ekinci, sözcünüz konuşacak, lütfen sükûnetle dinleyiniz. ŞAHİN ULUSOY (Devamla) – Öyleyse, şu andaki uygulama da haksızlıktır; milyonlarca kişinin insan haklarının ihlalidir; bu, topumsal bir yaradır; bu haksızlıkları önlemek de Yüce Heyetinize düşer. İleride pişmanlık duymamak için, olabilecek toplumsal rahatsızlıkları önleyebilmek için, şimdiden, bu yanlış uygulamalara çözüm getirmeliyiz. Benim önerebileceğim çözüm, başta da söylediğim gibi, cemaatlerin, kendi inançsal olaylarını kendilerinin yürütmesidir. Devlet, kesinlikle bu işin içerisinde olmalalıdır; yapacağı tek iş, ulusal bütünlüğe zararlı olunmaması için, ciddî ve sıkı bir denetimdir. Vatandaşlarımızın büyük bir çoğunluğu, bu konunun, önerdiğim şekilde düzeltilmesini istiyor; ama, uygulama, maalesef, bu yanlış şekliyle, hızla devam ediyor. Şimdi, bu insanların vergi katkılarıyla din hizmetlerini yürüteceksin, bütün din görevlilerine, ibadet yapsın ve yaptırsın diye maaşını ödeyeceksin, cami ve benzeri hizmetleri gerçekleştireceksin, yüzlerce trilyon lirayı her yıl harcayacaksın; bu, haksızlığın devam etmesidir; buna, kimse rıza göstermez. Benim bildiğim ve herkesin bildiği bir Tanrı buyruğu var: Allah, kullarına, müminlerine "küçük günahlarından arınıp temizlendikleri zaman cennete girerler; ama, ehl-i cennetten hiçbirinin, üzerinde kul hakkı olduğu halde cennete girmesi helal olmaz" diye buyurmuştur. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Ulusoy, 13 dakikanız doldu; 1 dakikalık ek süre içinde mi toparlayacaksınız?.. ŞAHİN ULUSOY (Devamla) – Evet Sayın Başkan. Şimdi, cennetten parselasyon yapanlara, kendilerini dinin sahibi gibi göstermek isteyenlere, dini politikaya alet edenlere, bu haksız uygulamaya katkı verenlere soruyorum: Ben, kul hakkımı helal etmediğim sürece, Tanrının bu buyruğu gereği, ne yaparsanız yapın, cennete gidebilecek misiniz? Alevisiyle Sünnisiyle milyonlarca insan, kul hakkını helal edecek mi? Demek ki, cennetin anahtarı, bu yanlış uygulamaya karşı olan milyonlarca insanımızın elinde. Tanrı böyle buyurmuş; bu, Tanrının buyruğu... ÖMER EKİNCİ (Ankara) – Allah buyurdu. ŞAHİN ULUSOY (Devamla) – Konuşmamı burada tamamlarken, Yüce Meclisin bu işi çözmesini, toplum şartlarına uygun laik bir sistem getirmesini öneriyorum... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) ŞAHİN ULUSOY (Devamla) – 20 nci Dönemde, siyasî parti grupları yöneticilerinin bir araya gelerek, bu konuyu çözüme ulaştıracaklarına inanıyorum. Saygılar sunarım. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ulusoy. Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun ikinci sözcüsü, Sayın Mehmet Sevigen; buyurun. Sayın Sevigen, süreniz 7 dakikadır. CHP GRUBU ADINA MEHMET SEVİGEN (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekillerimiz; Şahin Ulusoy iyi bir ders verdi, değil mi efendim... Aslında, Şahin Bey bu konuda çok dolu, çok deneyimli bir arkadaşımız; Diyaneti çok iyi bilen, çok başarılı bir arkadaş; gerekli dersi aldığınızı umuyorum. ÖMER EKİNCİ (Ankara) – Belli belli! RAMAZAN YENİDEDE (Denizli) – Biraz kitap okusun, kitap! MEHMET SEVİGEN (Devamla) – O, Allah ile kulun arasında; Müslümanlık, Allah ile kulun arasındadır. Benim annem de hacı babam da hacı; hacılık başka bir şey, insanlık başka bir şey. Buraya dini getirmeyin, siyaseti buraya getirmeyin... BAŞKAN – Sayın Sevigen... Sayın Sevigen... MEHMET SEVİGEN (Devamla) – Onu camide yapacaksınız, gücünüz varsa, camiye gidin, camide yapın. HASAN DİKİCİ (Kahramanmaraş) – Mehmetciğim, Bakan öbür tarafta!.. MEHMET SEVİGEN (Devamla) – Siz laf atıyorsunuz. İnsanlar sindirecek... BAŞKAN – Sayın Sevigen, lütfen karşılıklı konuşmayın. MEHMET SEVİGEN (Devamla) – Peki Sayın Başkanım. Sevgili Başkanım, insanların, her inanç grubuna saygılı olması gerekir. Bu saygıyı, bu Meclis aşılayamazsa, Meclis kabul edemezse, topluma nasıl kabul ettiririz... RAMAZAN YENİDEDE (Denizli) – Önce siz öğrenin. MEHMET SEVİGEN (Devamla) – Barışı nasıl sağlarız... Siz, oturduğunuz yerde konuştuğunuz müddetçe, bu barışı sağlayamazsınız... REMZİ ÇETİN (Konya) – Yanlı davranıyorsunuz. BAŞKAN – Sayın milletvekili, lütfen, sessiz olarak dinleyin. MEHMET SEVİGEN (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini açıklamak üzere huzurlarınızdayım; hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğümüzün bütçesi, bize göre çok yetersiz; yaptığı hizmetleri ve genelde yapısını düşünürsek, aldıkları paralar çok az ve bu paralardan elde ettikleri geliri -döner sermaye olmadığı için- kendi yatırımlarına doğru kullanmadıkları endişesi var arkadaşlarımın içerisinde. Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, 1 trilyon 715 milyar 200 milyon lirayla bu seneki hizmetine devam edecektir. Ben, bu konuda, görev yapan arkadaşlarıma başarılar diliyorum; genel müdürlerimizin de, bu paranın çoğaltılması için, yeni fonlar, yeni kaynaklar bulmaları gerekir diye düşünüyorum. Bugün, gençlik ve spor üzerine de bir iki kelime söylemek istiyorum; çünkü, son yıllarda gençliğimiz oldukça yoğun. Türkiye'nin meselelerine, maalesef, milletvekilleri, Meclis sahip çıkmazsa, gençlik sahip çıkıyor. Spordan sorumlu Devlet Bakanımızın yukarıda yapmış olduğu bütçe konuşmasını okudum, izledim; hep spordan bahsetmiş; şöyle birbuçuk, iki sayfa gibi konuşması var; ama, tek bir kelimeyle gençlikten bahsetmemiş Sayın Bakan. Sporu da gençler yapıyor, Türkiye'nin yüzde 50'si genç; ama, futbol maçlarına gitmekle spor bakanlığı yapılmıyor Sayın Bakanım. Başbakanın yanına gidersiniz, oturursunuz; ama, Türkiye'de, insanlar dövülüyor sokakta, babaları işsiz diye çocuklar yürüyüş yapıyorlar. Gençlik ve spordan sorumlu Devlet Bakanına en az elli tane faks, mektup geliyor; Bakan, lütfedip, o insanlara tek bir cevap vermiyor. Sayın milletvekilleri, haklı veya haksız, çocuklar içeriye alınıyor. Bu konuda fazla demagoji yapmak istemiyorum; ama, eğer, o gençlerin anne ve babaları "çocuklarımız üniversitede eylem yaparken karakola düştü, çocuklarımızın adreslerini bulamıyoruz, çocuklarımızın nerede olduğunu bilmiyoruz, çocuklarımız hapishanelerüde işkence görüyor" diye, gençlik ve spordan sorumlu bakana mektup yazıyorsa, o da cevap vermiyorsa, bana göre durum çok vahimdir. İnsan eti ağırdır Sayın Bakanım; insanlar gelip birbirlerine muhtaç olmazlar. Eğer, bir insan gelip size muhtaç oluyorsa, demek ki, o insan çaresiz kalıyor da geliyor size... Siz, o insanların oylarıyla seçiliyorsunuz ve o insanlara cevap vermiyorsunuz. Böyle bir kargaşanın, böyle bir ortamın içerisinde nasıl oturacaksınız o koltukta merak ediyorum?! Sporu, gençlerle yapacaksınız, Türkiye'nin yüzde 50'si genç!.. Gençlerle yapacaksınız sporu, gençlerle oturacaksınız... Basketbolda, voleybolda, futbolda, övündüğünüz bütün konumlardakiler, genç insanlar. Genç insanları siz üniversitede, lisede, ortaokulda koruyamazsanız, sırf maçlara giderseniz, amatör spor yapan o fakir mahallelerdeki çocukların, köylerdeki çocukların sağlığıyla, onların spor sorunlarıyla ilgilenmezseniz; o zaman, siz, yalnız, İstanbul'daki, Ankara'daki, büyük şehirlerdeki büyük kulüplerin gençlik ve spor bakanısınız demektir. Ben, öyle yorumluyorum, öyle uygun görüyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 4 trilyon gibi bir paranın gençlik ve spora ayrılması, bana göre çok az, çok vahim ve çok düşündürücü bir olay. Bunlarla hiçbir şey yapamazsınız; eliniz kolunuz bağlı kalır. Türkiye'de, 60 milyon nüfusun 25 milyonu spor yapıyor. Bu, spor yapan 25 milyon insanın çoğu, mahallelerde ve köylerde; yani, bu seneki bütçenin içerisinde, tek bir köy sahası, tek bir mahalle sahası yok; o yöreye yönelik, havuz gibi, kapalı basketbol sahası gibi, tenis kortu gibi -bunlar çok lüks onlar için- tek bir yatırımdan, tek bir kelime bile bahsedilmiyor. Sayın Bakanın kendi sözleriyle, aldığımız paranın... 36 yılda ancak... 29 proje var; 18 trilyon para gidiyor ve eğer, bu parayla idare edersek; bizim bu 29 projemiz, ancak 36 yılda biter diyor; doğru söylüyor; bu parayla bunun bitmesi mümkün değil. Bana göre, çok ciddî katkılar elde edilecek yerler vardır. Birinci ligteki, ikinci ligteki, üçüncü ligteki şehir kulüplerimizin, statlarımızın altı dükkân olmaya çok müsait; yani, eğer, spor bakanımız, o kulüplerimizin, o futbol sahalarımızın altlarını onararak, değişik spor dükkânları yaparak, onları, yörelerin futbol kulüplerine verebilirseniz, onları kendileri çalıştırır; hiç olmazsa, o futbol kulüpleri, o yörenin altyapısını, yani, sporla ilgili altyapısını, kendi imkânlarıyla kendileri sağlamış olurlar diye düşünüyorum. BAŞKAN – Sayın Sevigen, 1 dakikanız kaldı. MEHMET SEVİGEN (Devamla) – Peki efendim, bitiriyorum. Efendim, konuşulacak o kadar çok şey var; olimpiyatlara hazırlanıyoruz; özürlü gençlerimiz var; özürlü gençlerimizle ilgili, spor bakanlığının ne gibi çalışması var, tam bilemiyoruz; fonda neler var, bilemiyoruz; üniversitedeki yurtların... Sayın milletvekilleri, göreceksiniz, önümüzdeki günlerde yaşayacaksınız; yurtlarda yer bulmak için, kredi bulmak için yüzlerce öğrenci kapınızı çalacaktır; bu tür sorunlar o kadar çok ki; ama, maalesef, biz burada bu bütçeyi, böyle beş dakikalık sürelerle, hatır gönül işiyle, rica ederek bitirmek zorunda kalıyoruz. Ben, fazla suiistimal etmek istemiyorum; ama, gençlik ve spordan sorumlu Devlet Bakanı olarak kalmak istiyorsanız Sayın Bakanım, gençlerin sözüne kulak vermek zorundasınız. Bu işi, gençlerle beraber götürmek zorundasınız. Siz, gençlerle oturup konuşamazsanız, gençlerin sorunlarına kulak veremezseniz ve onların ailelerinden gelen isteklere cevap veremediğiniz müddetçe de, sizin, gençlerle barışmanız mümkün olmaz diye düşünüyorum. Bu bakımdan, beni dinlediğiniz için, Yüce Meclise, sevgiler, saygılar sunuyorum ve çok teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Sevigen. Demokratik Sol Parti Grubunun ilk sözcüsü, Sayın Erdal Kesebir; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar) Sayın Kesebir, süreyi eşit mi kullanacaksınız? ERDAL KESEBİR (Edirne) – Paylaşacağız efendim. BAŞKAN – Buyurun, süreniz 10 dakikadır. DSP GRUBU ADINA ERDAL KESEBİR (Edirne) – Yüce Meclisin değerli üyeleri; Vakıflar Genel Müdürlüğünün ve Diyanet İşleri Başkanlığının 1996 malî yılı bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum; Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. Vakıflar Genel Müdürlüğü, 3 Mart 1924 tarihinde 424 sayılı Yasayla kurulmuştur. 227 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ve 2762 sayılı Yasa ile hizmetlerini sürdürmektedir. 1967 yılında Medenî Kanunda yapılan bir değişiklikle, 903 sayılı Yasayla, yeni vakıfların kurulmasına olanak verilmiştir. 13 Nisan 1954 tarihinde, özel bir yasayla, Vakıflar Bankası kurulmuş, bankanın sermayesinin yüzde 75' ini Vakıflar Genel Müdürlüğü karşılamıştır. Vakıflar Genel Müdürlüğü, vakıf mallarını ekonomik bir şekilde işletmek, eski eser ve yapıları korumak ve onarmak, mülhak vakıfların denetim hizmetleri ile yönetimleri boşalan vakıfların idare ve temsilini gerçekleştirmek, vakfiyelerde yazılı sosyal, kültürel ve ekonomik hizmetleri yerine getirmek, yeni kurulan vakıfların tescil işlemleri ile denetimlerini yapmakla görevli ve yetkili bir kuruluşumuzdur. Vakıflar, ayrıca, kişilerin sahip oldukları olanaklarını, kendi istek ve iradeleriyle, kamunun hizmetine sunulmasını öngören, sosyal ve kültürel yönü olan hukukî kurumlardır. Vakıflar Genel Müdürlüğünün faaliyetleri içerisinde bulunan, yoksul ve kimsesiz öğrencilerin eğitimlerinin sağlanması amacıyla, ücretsiz barınma ve beslenme gibi hizmetleri yerine getiren bazı vakıf öğrenci yurtlarının, değişik amaçlarla, amaç dışı kullanıldığı görülmektedir. Biz, Demokratik Sol Parti Grubu olarak, devletin, tüm öğrenci yurtlarını denetim altında tutabilmesi için, vakıf öğrenci yurtlarının da Millî Eğitim Bakanlığına bağlı Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğüne devrini öngörmekteyiz. İzinsiz, ruhsatsız ve aynı zamanda tapusuz olarak iskân tutulmuş olan vakıf arazilerinin, durumlarına uygun olarak yasallaştırılması gereklidir. Bu nedenle, yalnız İstanbul'da, 20 bin vakıf arsası, otuz yıldır işgal altındadır. İstanbul Ok Meydanı, vakıf mallarının işgaline en somut örnektir. Ok Meydanı semtinin tamamı, Vakıflar'a aittir. Vakıflar Kanunu, bir an önce gözden geçirilmeli, yeniden düzenlenmelidir. Hayrat vakıf statüsündeki vakıf gayrî menkullerinin satışı, mümkün hale getirilmelidir. 16 Kasım 1995 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan, Mazbut ve Mülhak Vakıf, Cami ve Mescitlerdeki Teberrugat Eşyası Hakkındaki Yönetmeliğin 24 üncü maddesini değiştiren devlet bakanlığı yönetmeliğine göre, camilerdeki halı ve kilimler ile diğer kullanılabilir eşyanın, ihtiyaç fazlası veya antik değerinin olup olmadığına, bir müftünün başkanlığında üçlü komisyonla karar verilerek, satışı uygun görülmüştür. Bu uygulama, öncelikle hayır sahibine, vakıf sahibine, ölüye saygısızlıktır. Birçok tarihî eserimizin yurtdışına kaçırıldığı bir dönemde, İslam eser kaçakçılığına ve cami antikaları yağmacılığına yol açacak bu hareketten vazgeçilmelidir. Vakıflar, 5 300 mazbut vakıflar, 365 mülhak vakıflar, 166 cemaat ve esnaf vakıfları olmak üzere sınıflandırılmıştır. Türk-İslam geleneğinde vakıf anlayışı, yalnız Türk-İslam eserlerini değil, Hıristiyanların, Musevilerin; yani, diğer dinlerin de vakıflarını korumuştur. Ancak, önümde kötü bir örnek vardır: 12 Eylül 1983'te Hatay-Samandağı Hıristiyan Cemaat Vakfının tüm gayri menkulleri, cemaatin karşı koymasına rağmen, Vakıflar Genel Müdürlüğüne devredilmiştir. Bu devir, Türk-İslam anlayışına, vakıf geleneğine terstir. Bu yanlış düzeltilmelidir. Edirne-Alipaşa Çarşısı yangınından sonra, gösterdikleri maddî-manevî ilgiden dolayı, Vakıflar Genel Müdürlüğünün tüm yetkililerine şükranlarımızı sunarız. Çarşımız bitmek üzeredir, yalnız, çarşı esnafının iki konuda endişeleri vardır; birincisi, kira tespitinin, malî bilirkişiler tarafından günün rayiç bedeline göre yapılmasını, ayrıca, dükkanların, yangını yaşayan esnafa aynen iadesini istemektedirler. Bu konuda da, devletin, yangın esnasında esnafa sözü vardır. Edirne'de restorasyonu devam eden Eski Cami ve Üç Şerefeli Camiin tamamlanmasını, kale içerisindeki sinagog ile İtalyan kilisesinin onarılmasını, kale içerisinin tekrar canlandırılmasını, tarihin uyandırılmasını beklemekteyiz. Yetkililerden, ayrıca, dünyanın en uzun taş köprüsü olan 1 700 metrelik Uzunköprü'nün, yanına ikinci bir köprü yapılarak, karayolu trafiğine kapatılmasını, köprünün, gözlerinin Ergene Nehrinin çamurundan temizlenerek korunmasını ve ışıklandırılmasını beklemekteyiz. Ayrıca, Sayın Bakan, geçen dönem vakıflarla ilgili Bakanın, Bosna'daki Mostar Köprüsünün onarılmasıyla ilgili sözü vardır; bu sözün tutulmasını arz ediyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; cumhuriyet demek, uyruklarını sadece vatandaş olarak gören, vatandaşlığı da din, mezhep, etnik köken, anadil farklarının ötesinde insan sıfatıyla bütünleştiren yönetim demektir. Başka deyişle, cumhuriyetçi yönetim, bu çeşit farklılıklarla ilgilenmez, onları yok sayar; uyruklarıyla ilişkilerini, vatandaş eşitliğinin soyut güzelliğine göre düzenler. Farklılıklar, ancak devletin koruması altında bulunması gereken özgürlükler alanının konusudur. 633 sayılı Kanunun 1 inci maddesi "Diyanet İşleri Başkanlığı, İslam inanç ve ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütecek, din konusunda toplumu aydınlatacak, ibadet yerlerini yönetecektir" der; ama, uygulamada, Diyanet İşleri Başkanlığının, sanki bir İslam mezhebinin temsilcisi imiş gibi hareket etmesi, diğer mezhep ve tarikatlardaki yurttaşlarımızı rahatsız etmektedir. Geçen yıl 20 trilyon lira bütçeye sahip Diyanet İşleri Başkanlığının denetiminde 69 523 cami, 5 949 Kur'an kursu, 8 eğitim merkezi bulunmaktadır ve burada 77 bin personel çalışmaktadır. Diyanet İşleri Başkanının yetkisinde olmasına karşın, Eylül 1995 tarihinde çeşitli basın organlarında Sayın Başkan Mehmet Nuri Yılmaz, öz eleştiride bulunarak "Kur'an kurslarımızın ne yaptığını bilmiyoruz, müftülerimiz de bilmiyor; çünkü, o kadar dağınık ki, kontrol etmek mümkün değildir" demiştir. Bu kurslarda, bu kursların bazılarında, maalesef, demokrasi ve laikliği yıkmayı hedefleyen hareketlerin içinde bulunduğu gözlemlenmektedir. BAŞKAN – Sayın Kesebir, 2 dakikanız var. ERDAL KESEBİR (Devamla) – Bu nedenle, Kur'an kursları, mutlaka, Diyanet İşleri Başkanlığının kontrolü altına girmeli ve denetlenmelidir. Yine, Diyanet İşleri Başkanının ifadesine göre, her yıl ülkemizde, 1 000 ila 2 000 arasında cami yapılmakta; yani, her 6 saatte bir 1 camiin temeli atılmaktadır. Gelişigüzel, projesiz, ihtiyaç olmayan yerlere cami yapılması yerine, okul ve hastanelerin yapılması da hayır işidir. Diyanet İşleri Başkanlığının, İmar Yasasında düzenleme yaptırarak, belirli yerlere ve nüfus oranlarına göre cami yapılması için değişiklik yapması gereklidir. Türk Diyanet Vakfının 20 Kasım 1995'te, İslamî esaslara göre bankacılık yapmak üzere kurulan İhlas Finans Grubu Anonim Şirketine -yüzde 8 oranında bile olsa- ortak olması hoş değildir. Türkiye'de din ve devlet hizmetlerinin yeniden yapılanması tartışılmalıdır. Alevî yurttaşlarımız da Diyanet İşleri Başkanlığında temsil edilmelidir; dinadamı kadrosu alabilmelidir; inançlarını, geleneklerini gelecek nesillerine anlatabilecek, öğretebilecek ibadethanelerini, cemevlerini Diyanet İşleri Başkanlığının denetiminde açabilmelidir ve bunları yapabilmek için maddî yardım alabilmelidir. Türkiye, bunları, kendi içindeki Keldanîlere, Süryanîlere, bin kişilik cemaatlere, tarikatlara hoşgörürken 20-25 milyon kardeşini görmezden gelemez... BAŞKAN – Sayın Kesebir, 1 dakika içinde, lütfen tamamlayınız... ERDAL KESEBİR(Devamla) – Tabiî efendim. İnançlar yok edilebilseydi, Hitler ederdi; o başaramadı kimse başaramaz. Toplumsal barış, saygıdan, sevgiden geçer. Din ve vicdan özgürlüğüne, inançlara saygılı, laik, hukukun üstünlüğüne inanan, Atatürk ilkelerine bağlı, çağdaş dünyayla bütünleşmeye çalışan bir Türkiye'de yaşamanın coşkusuyla, Yüce Meclise saygılarımı sunarım. (DSP ve CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Kesebir. Demokratik Sol Parti Grubunun ikinci sözcüsü Sayın Fikret Ünlü; buyurun efendim.(DSP sıralarından alkışlar) DSP GRUBU ADINA FİKRET ÜNLÜ (Karaman) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin sayın üyeleri; Demokratik Sol Parti Grubu adına, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğüyle Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün bütçeleri üzerindeki görüş ve düşüncelerimizi açıklamak üzere, huzurunuzda bulunuyorum; sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sonunda bir haksızlıkla karşı karşıya kalmamak için, izninizle, önce Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü bütçesi üzerindeki kısa değerlendirmemi yapmak istiyorum. Sayın Başkan, sayın üyeler; Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü dünyadaki gelişmelere paralel olarak oluşturduğu telekomünikasyon ve bilgisayar donanımıyla tarımdan ulaştırmaya, sanayiden çevreye kadar birçok temel yatırım konusunda planlama ve uygulama aşamalarında bilgi merkezi görevini üstlenen bir kurum haline gelmiştir. Ayrıca, ürettiği bilgileri hava meydanlarına, denizyollarına, basın, yayın organlarına satarak para kazanan bir kuruma dönüşmüştür. Genel müdürlük, bu yönleriyle takdir edilecek bir başarı içerisinde gözükmektedir. Ne var ki, bu bilgileri üreten, dağıtan ve kurumun başarısında en büyük payı bulunan personelin, her devlet memuru gibi, ekonomik ve sosyal sıkıntılardan kurtarılmamış olması, üzüntü kaynağımız olmaya devam edeceğe benzemektedir. Aynı kurumda çalışan, aynı kadrolara sahip ve aynı görevleri yapan personel arasındaki ücret farklılıklarının giderilmesi gerekmektedir. Ayrıca, kuruma eleman yetiştiren Anadolu Meteoroloji Teknik Lisesine, 1995 yılı geçiş programı icra planı gereği, 1996 yılından itibaren burslu veya yatılı öğrenci alınmaması durumunun yeniden gözden geçirilmesini diliyoruz. Sayın Bakan, sayın milletvekilleri; benden önce spor konusunda değerlendirme yapan arkadaşlarımın, tahmin ettiğim gibi, sporun yalnız altyapı sorunlarına eğildiklerini gördüğüm için ve bunu dediğim gibi tahmin ettiğim için izninizle ben, sporun yalnız felsefî boyutlarına dikkatinizi çekmek istiyorum. Konuşmamı bu çerçeve içerisinde değerlendirmenizi rica ediyorum. Devlet, Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda tüm insanlarımızın bedenen ve ruhen sağlıklı yetişmesini amaçlarken ve bunu bir hizmet olarak üstlenirken ya Büyük Atatürk'ün görüş ve düşüncelerini doğru kavrayamamış ya da gereğini yerine getirememiştir. Atatürk, "Türk sosyal bünyesinde spor hareketlerini düzenlemekle görevli olanlar, Türk çocuklarının spor hayatını yükseltmeyi düşünürken, salt gösteriş için herhangi bir yarışmada kazanmak dileğiyle spor çizmezler. Önemli olan her yaştaki bütün insanlarımız için beden eğitimini sağlamaktır" demişti. Devlet ise, bu amaçla kurulan Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğünü, salt yarış organizasyonlarını gerçekleştiren bir kuruma dönüştürdü; üstelik, böyle bir amacı hangi kurumlarda, kaç yaşındaki çocuklara nerede ve ne kadarlık bir süre içerisinde uygulamaya koyacağına dahi 40 yıl karar veremedi; hâlâ verebilmiş değiliz. İkokullara beden eğitimi öğretmeni yetiştirme kurslarına, -o da yarım yamalak- ancak 1970'li yıllarda başlayabildik. Aslında, temel yanlışlık, Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğüne daha 1938'de tüm bireyleri ruhen ve bedenen eğitmek gibi yüce bir görev verilirken, çocuk ve gençlerin eğitimiyle sorumlu Millî Eğitim Bakanlığıyla bu kurum arasında, sağlıklı ve işlerliği olan bir iletişimin yıllarca gerçekleştirilememiş olmasında yatıyordu. İşte, bu uzun süreç içinde, tüm insanlarımızın, bedenen ve ruhen güçlü yetişmesinin önündeki kurumsal engeller kaldırılamadığından, ne yazık ki hedefe ulaşmamız sağlanamadı. Her konuda olduğu gibi, beden eğitimi ve spor alanında da, çağı zamanında yakalayan ve bu yönde uyarılarını yerinde yapan Büyük Atatürk'ün, amaç ve ilkelerini doğru tahlil edememiş olduğumuzdan, bugünkü hizmet açığı doğmuş oldu. Spor olgusunun özünü kavrama çabasına giremediğimiz için, spor faaliyetlerimiz, gösteriş niteliğinden öteye gidemedi. Diyanet İşleri Başkanlığımızın bizlere gönderdiği rapordan öğreniyoruz ki, bugün, Türkiye'de, yılda 1 000 cami hizmete açılmaktadır. Biz, ulus olarak, aynı toplumsal bilinci spor alanında da yaratıp, halkın değer yargıları arasına sporu da katabilmiş olsaydık, inanıyorum ki, bugün ülkemizin, ne sağlık ne çevre ne tesis ne terör ne de çağdaşlık sorunu olacaktı. İşin püf noktası, spor olgusunda saklıydı; ama, yıllarca göremedik, bedelini de ağır ödemekteyiz. Beden eğitimi ve sporun insanlara kazandıracağı hoşgörü, sabır, sevgi ve barış gibi temel yeteneklerden yoksun kitleler, bu süreçte böyle oluştu. Daha 1938 yılında çıkarılan, 3530 sayılı Yasanın 21 inci maddesine göre, 500 kişiden fazla personel çalıştıran işyerleri, tesis yapmak, antrenör bulundurmak zorunda kaldıkları halde, salt, kâr amacını ön planda tuttuklarından, bu görevlerini yarım yüzyıl savsakladılar. Bugün, tüm dünyada spor en büyük reklam aracı durumuna gelince, gözleri fal taşı gibi açıldı; ama, artık isteseler de, kötü kentleşme sonucu, tesis yapacak boş alanları dahi kalmadı. Hızla gelişen teknoloji sayesinde, iletişim araçları, televizyon ve yayın organları her eve girmeye başlayınca, aynı derecede oluşan toplumsal bilinç, çocuk ve gençlerin eğitiminde beden eğitimi ve sporun yararlarını görüp algıladığı için, devleti, özel ve resmî kuruluşları, spor alanları yaratmaya zorlar bir noktaya getirdi. Plan ve Bütçe Komisyonunda değerli milletvekili arkadaşlarımız da açıkladılar, ileri ülkelerdeki tesis ve sporcu sayılarıyla ülkemizi kıyasladılar. Almanya'da bugün, kapalı ve açık 72 bin spor tesisi var. Bu rakam, Türkiye'de bin civarındadır. Nüfusu 5 milyon olan Danimarka'da 3 500, Hollanda'da 6 742 spor tesisi var; bunların yarıya yakını kapalı yüzme havuzudur. İtalya'da 45 500 spor tesisi var. Bu tempoyla bu ülkelere -onlar yerinde saysalar bile- 100 yılda ulaşamayacağımız çok açık bir gerçektir. Bu sonucun doğmasındaki neden, o ülkelerin spor gerçeğini yüz yıllar öncesinden görüp benimsemelerinden ve toplumsal bir bilinç yaratmış olmalarındandı. 2530 yıl önce Solon "yüksek fikir değeri taşıyan görevleri üstlenenler spor yapmalıdırlar" diyordu. Bir Olimpiyat oyuncusu da olan Platon, 2426 yıl önce "vücudun hareketi, çoğu zaman düşüncelerin uyanıklığıyla bağlantılıdır" diyordu. Yine, Solon, 2530 yıl önce "Beden alıştırmalarını gençliğe, yalnız yarışmaların hatırı için tavsiye etmiyoruz, onları salt yarışmalara katılsınlar diye bu işe zorlamıyoruz. Gençler, bu çalışmalar sonunda kendileri ve vatandaşları için büyük değer taşıyan erdemler kazanırlar" diyordu. Yüzlerce, binlerce yıl önce ortaya konulan bu şaşmaz doğrulardan esinlenerek bugünlere gelen ileri toplumlar hâlâ uluslararası beden eğitimi ve spor yasalarıyla, yıllar öncesinden oluşturdukları Avrupa Spor Bakanları Konferansları ve Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu Toplantılarında alınan kararlarla, beden eğitimi ve sporun gerçek amaç ve ilkeleriyle toplumlara empoze edebilmenin yol ve yöntemlerini arıyorlar. Yüzlerce yıldır tüm dünya, spora, bir eğitim ve propaganda aracı olarak bakmaya başlayıp, olabildiğince olanaklar hazırlayıp, yönetimlerini, en usta öğreticilere ve bilimsel niteliklerle donatılmış spor adamlarına teslim ederken, bizler, politik ve ticarî çıkar uğruna göz göre göre bu yanlış yolda yürüyemeyiz, yürümemeliyiz. Bilindiği gibi, spor, evrensel bir kurumdur ve uluslararası ortak kurallarla işlemektedir. Dünyada, spor gibi uluslararası ortak kurallarla işleyen bir başka kurum gösterilemez. Dil, din, ekonomi, politika, hukuk, tümü kendi uluslarının inanç ve değerlerine uygun kurallarla işler. BAŞKAN – Sayın Ünlü, 2 dakikanız var. FİKRET ÜNLÜ (Devamla) – Yalnız, spor, saha ölçülerinden zaman ölçüsüne, oyuncu sayısından maç fikstürlerine, hakem sayılarından yedek oyuncu sayılarına varıncaya değin, aklımıza ne gelirse, tümüyle uluslararası ortak kurallarla işlemektedir. Şimdi, kendi yapısı içinde hiçbir güç ve baskıdan etkilenmeyen böylesine evrensel bir olgunun, iş, yönetmeye gelince, siyasî, ekonomik ve kültürel her olaydan ve baskıdan etkilenebilecek bir yapıya teslim edilmesi kadar tutarsız bir davranış olamaz. Yapılması gereken, beden eğitimi ve spor örgütünü, tüm spor federasyonlarıyla birlikte özerk hale getirmektir. Bu noktada olumlu bir gelişmeyi, Bakan Sayın Ersin Taranoğlu'nun, Bütçe Komisyonunda yaptığı konuşması içinde net olarak görmek, umutlarımızı artırmıştır. Özerklik, yıllardır savunageldiğimiz bir spor politikasıdır. Bu konuda kendilerine her alanda ve her zaman yardımcı olmaya hazırız. Bugün, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün ve bağlı federasyonların temel sorunu, ne malî kaynakların kıtlığı ne de tesis yokluğudur; temel sorun yönetim modelidir; çözümü de özerklikten geçmektedir. Artık, bu aşamada bunu sağlamak zorundayız. Değerli arkadaşlarım, sporun içinden yetişmiş, spor eğitimi almış ve Spor Teşkilatının Genel Müdürlüğünü yapmış, beden eğitimi öğretmeni olarak çeşitli okullarda görev yapmış bir spor adamı olarak, amatör kulüplerimizin ve sporcularımızın, kıt kaynaklarla hangi zorluklar içerisinde çırpınıp durduklarını; beden eğitimi öğretmenlerimizin yaz kış demeden, yağmura çamura aldırmadan, öğrencilerini yetiştirmek için, uğruna ne özverilerde bulunduklarını; özellikle futbol dalı dışındaki yerli antrenörlerimizin ve hakemlerimizin hangi zorluklara göğüs germekte olduklarını, mesai saatlerine bile bakmadan, hafta sonlarında ve tatil günlerinde dahi komik bir ücretle çalışan teşkilat personelinin uğradığı haksızlıkları; çim sahalardan yoksun amatör sporcularımızın toprak sahalarda verdikleri mücadeleyi bir yana bırakalım, toprak bir sahayı dahi bulamayan binlerce köy ve kasabalarımızdaki gençlerimizin iç burukluğunu, düş kırıklığını; ödül yönetmeliğindeki çelişkilerden, sağlık ve eğitim sorunlarımıza kadar, her şeyin eksikliğini ve acısını duyarak bugünlere geldiğimizin bilinci içinde söylüyorum. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Ünlü, lütfen 1 dakika içinde toparlayın. FİKRET ÜNLÜ (Devamla) – Bitiriyorum. Spor Teşkilatımız özerk bir yapıya kavuşmadan, kendi malî kaynaklarını kendi potasında oluşturmadan, kendi yöneticilerini kendi kurum ve kuruluşları içinden seçilmiş insanlardan oluşturmadan, bu acı gerçeklerin sürüp gitmesini önleyemeyiz. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ünlü. Refah Partisi Grubu adına, birinci sözcü, Sayın Ömer Özyılmaz; buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar) Sayın Özyılmaz, süreyi eşit mi kullanacaksınız? ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum) – Evet efendim. BAŞKAN – Buyurun. RP GRUBU ADINA ÖMER ÖZYILMAZ (Erzurum) – Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğünün 1996 yılı bütçelerini görüşüyoruz; bu görüşmelerimizin hayırlara vesile olmasını Cenabı Hak'tan temenni ediyorum. Bendeniz, Refah Partimiz Grubunun görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, Yüce Meclisinizi ve bizleri televizyonları başında izleyen aziz vatandaşlarımızı saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Vakıf, ergenlik çağına erişmiş bir Müslümanın kendi mülkü olan kıymetli ve dayanıklı mal ve servetinin faydasını, başka hiçbir şarta bağlamadan, Müslüman veya zimnî, yani gayrimüslim vatandaşlara bırakmasıdır. Vatandaşa vakıf anlayışını, Kur'an ve sünnet yerleştirmiştir. Vakıf, İslamî bir kavramdır ve bunu ortaya çıkaran da, geliştiren de İslamdır. Vakıfların, bir sistem olarak İslam'ın anlaşılmasına, uygulanmasına ve yaşanmasına destek olmak, fakir insanların sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarının giderilmesine katkıda bulunmak, hatta, tabiattaki canlılara yardım ve destek olmak gibi pek çok gayelerinin yanında, çevre temizliğinin sağlanması da, yine önemli gayelerindendir. Malını vakfeden insan, ahiretten önce dünyayı düşünür. Onu, yani dünyayı Allah'ın rızasına uygun olarak imar etmek ve bir düzen içine sokmak, hem dünyada hem de ahirette huzur ve saadet içerisinde yaşamak ister. Bu cümleden olarak, 20 nci Asrı hariç tutarak, geçen onüç asırlık İslam tarihine bakarsak, aslında, İslam medeniyetinin, bir vakıf ve sevgi medeniyeti olduğunu görürüz. Eğitimden sağlığa, ekonomiden teknolojiye, insandan tabiata, her alanda, vakfın çok büyük bir yerinin ve işlevinin olduğuna şahit oluruz. Bütün bu tarihî eserlerimiz, insan, çevre ve hayvana yönelik gönüllü hizmetlerimiz, hep bu vakıf anlayışının eserleridir. Hepimizin bildiği gibi, kaynağını Kur'an, hadis, asrı saadet uygulamaları ve çağının doğru bilgilerinden alan, Emevi-Abbasi, Selçuklu-Osmanlı çizgisindeki birinci İslam medeniyeti, bu asrın başında yıkıldı. Bu yıkılışa paralel olarak, ortaya yeni bir medeniyet çıktı; bu medeniyet, insana sunduğu ve bizim de çok büyük bir bedel ödeyerek aldığımız bazı güzel teknoloji ürünlerine rağmen, sevgi ve fedakârlık duygusundan tamamen yoksun olan Batı medeniyetidir. Rahmetli Âkif'in haklı olarak "tek dişi kalmış canavar" dediği Batı medeniyeti, birinci İslam medeniyetinin zıddına, kin, nefret ve kanla beslenmektedir. Yaklaşık iki asırdır dünyayı kana bulayan Batı medeniyeti, insan ve eşyayı harap etmiştir. Bundan en büyük payı, bizim sevgi ve vakıf medeniyetimiz almıştır. Birinci Dünya Savaşında, binlerce insanımızın yanında, yine binlerce vakıf eserlerimiz mahvolmuştur. 1920'li yıllardan sonra da, kendi toplumundan kopan ve kendisini Batı medeniyetinden sayan ve devletimize hâkim olan kadrolar, vakıf eserlerimizi, âdeta talan ve yağma etmişlerdir. Bu konuyla ilgili olmak üzere, son olarak şunu söylemek istiyorum: Her düzen, kendi insanını yetiştirir. İnşallah, çok yakın zamanda, adil düzen kurulacak ve dünyaya yeniden sevgi ve vakıf medeniyeti hâkim olacaktır. (RP sıralarından alkışlar) Değerli kardeşlerim, dine inanmak, onu benimsemek, öğrenmek, yaşamak ve yaymak hakkı, temel insan haklarının en önemlilerindendir. Bundan dolayı, insan haklarından bahseden her bilgi ve belgede, inanma ve bir dine inanma, bağlanma hakkı, hak sahiplerine, yani insana verilir. Ülkemiz insanının yüzde 98'inin bağlı olduğu din, bilindiği gibi İslam dinidir; Alevîsiyle, Sünnîsiyle, biz bir bütünüz ve hepimiz bu yüzde 98'in içerisindeyiz. (RP sıralarından alkışlar) Bu büyük çoğunluğun bağlı olduğu dini öğrenme, yaşama ve yayma hakkı da, elbette, en temel haklarındandır. Yine, bilindiği gibi, öğrenme, yaşama ve onu yayma faaliyeti, örgün ve yaygın eğitim yoluyla gerçekleştirilir. İşte, ülkemizde, kamu kesiminde yaygın din eğitimi çalışması, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yürütülmektedir. Evvela, şunu hepimiz biliriz ki, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kuruluşun bulunması, hem yüce dinimizin temel referansları olan Kur'an ve sünnet hem psikososyal yani fıtrat kanunları, hem de mevcut hukukî belgeler, yani, Anayasa ve kanunlar tarafından emredilir -zamanın darlığından dolayı bunların ayrıntısına girmiyorum- ayrıca, şunu biliriz ki, hepimizin, ortak gücümüz olan devletimizin en mutena yerinde Diyanet İşleri Başkanlığının yer alması, o kuruluşumuzun şanına layık olan bir husustur. Bütün bu tespitleri yaptıktan sonra, şu hususa yönelelim: Peki, bu kadar önem verdiğimiz bu teşkilatımız, acaba, kendisinden beklenilen işlevi yerine getirebilmiş midir? Maalesef, bu soruya müspet cevap vermemiz mümkün değildir. Diyanet işleri Başkanlığının kendisinden beklenilen görevi yerine getiremeyişi, onun mensuplarından kaynaklanmamaktadır -özellikle, bunun altını çiziyorum- tam aksine, sorun, Diyanet İşleri Başkanlığının yapısından ve ona etki eden dış sebeplerden kaynaklanmaktadır. (RP sıralarından alkışlar) Evvela şunu bilelim ki, Diyanet İşleri Başkanlığı, 1920'li yılların şartlarına göre kurulmuş ve o yapı, bugüne kadar da pek değiştirilmemiştir. Halbuki, çağımızda, toplumlar çok hızlı bir değişme süreci içerisindedirler. Her gün yeni yeni fikir ve yaşam tarzları ortaya çıkmakta, olumlu ya da olumsuz bazı etkiler yaptıktan sonra, yerini bir başkasına bırakmaktadır. Değişen ve gelişen ihtiyaçlara paralel olarak ya yeni kurumlar önerilmekte ya da mevcut kurumlarda bazı yeniliklere gidilmesi gerekmektedir. Öte yandan, 1920'li yıllardaki anlayış, dünyanın içerisinde bulunduğu şartlar ve o yıllardaki kadroların İslama bakışları, Diyanet İşleri Başkanlığının kuruluş amacını, görev ve sorumluluklarını belirlemiştir. BAŞKAN – Sayın Özyılmaz, 2 dakikanız var. ÖMER ÖZYILMAZ (Devamla) – Teşekkürler. Halbuki, dünyanın gelişim çizgisinde ve ülkemizin belirtilen şartları çerçevesinde, özellikle de İslamın anlaşılması hususunda, 72 yıl öncesine göre, çok büyük değişiklikler olmuştur. Ayrıca, ülkemizde İslamın bir bütün olarak yeniden keşfedilmesi ve onun hayata geçirilmesi anlamındaki bir sosyal değişimin dinamikleri ve onu hedefe ulaştıracak rehberlik faaliyetleri arasında, Diyanet İşleri Başkanlığının yeri neresidir ve katkısı ne olmuştur, bundan sonra ne olabilir... Bütün bu hususlar göz önüne alınarak, Diyanet İşleri Başkanlığı, bir bütün olarak yeniden düzenlenmelidir. Diğer bir ifadeyle, Diyanet İşleri Başkanlığının, görevinden başlamak üzere yeniden yapılanması ve mensuplarının durumu gibi hususların, tepeden tırnağa, günümüz şartlarına göre yeniden düzenlenmesi gerektiğine inanmaktayız. Bu cümleden olarak, önce, Diyanet İşleri Başkanlığının görevine yönelmek gerekir. Değerli milletvekilleri, hepimizin bildiği gibi, Müslüman Türk Milleti olarak hem bizim hem de diğer İslam milletlerinin, bu asırda, maddî- manevî pek çok sıkıntılarımız oldu. Buna paralel olarak, bazılarımız, dinimizi ya hiç öğrenemedi ya da çok eksik öğrendi. Üstelik, bir kısmımız, eksik öğrendiğimizi de fark edemedik. Sonra da, bu eksik bilgilerimiz doğruymuş gibi bir kanaata vardık. Sonra, birkısım iç ve dış odaklar bundan yararlanarak, bizleri değişik anlayış ve uygulamalara çektiler; bundan dolayı problemlerimiz arttı. Diyanet İşleri Başkanlığını düzenleyen kanundaki mevcut anlayış, mevcut yanlış anlayış, bilgi apaçık ortadadır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Özyılmaz, 1 dakika ek süreniz var. ÖMER ÖZYILMAZ (Devamla) – Aslında, hayatın bütününü kucaklayan ve onun ekonomi, hukuk, eğitim, yönetim gibi tüm alanlarını düzenleyen yüce dinimiz, burada sadece bir inanç ve bazı ibadetlerle, birkısım ahlakî davranışlardan ibaret sayılmaktadır. Halbuki, Diyanet İşleri Başkanlığı sadece inanç, ibadet ve birkısım ahlakî davranışları yaymak değil, dinin bütününü önüne almalı ve onu halkımıza anlatma görevini üstlenmelidir. (RP sıralarından alkışlar) Bu, fevkalade önemli bir husustur. Ayrıca, Diyanet İşleri Başkanlığı bugünkü yapısıyla tamamen siyasal iktidarların etki alanı altındadır. Bunun önüne geçilmek için.. İBRAHİM HALİL ÇELİK (Şanlıurfa) – Özerk olmalı. ÖMER ÖZYILMAZ (Devamla) – ...Diyanet İşleri Başkanlığı özerk bir yapıya kavuşturulmalıdır. (RP sıralarından alkışlar) Ayrıca, özerk bir yapıya kavuşan Diyanet İşleri Başkanlığında demokratik süreçler işlemeye başlamalı; müftülerden başlayıp, Diyanet İşleri Başkanına varıncaya kadar yöneticiler seçimle işbaşına gelmelidirler. (RP sıralarından alkışlar) Ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığının... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) ÖMER ÖZYILMAZ (Devamla) – Toparlıyorum Sayın Başkan. BAŞKAN – Arkadaşınızın süresinden almak kaydıyla söz verebilirim. ÖMER ÖZYILMAZ (Devamla) – 1 dakika yeterli. BAŞKAN – Buyurun. ÖMER ÖZYILMAZ (Devamla) – Sayın Başkan, seçimle işbaşına gelen müftüler, ilahiyat fakültesi öğretim üyelerinden iki temsilci, imam hatip okulundan iki temsilciyle toplanarak, 50 kişilik Din İşleri Yüksek Kurulunu seçmeli; Din İşleri Yüksek Kurulundan da, Diyanet İşleri Başkanı seçilmelidir. Böylece seçimle işbaşına gelen bu kadro, hem daha dinamik bir yapıya kavuşacak hem daha iyi çalışacaktır. Ayrıca Başkanlığın maddî imkânları da bugün fevkalade kısıtlıdır. Özellikle maaş alan memurlar, imam, vaiz ve müftüler fevkalade sıkıntı içerisindedirler. Halbuki bunlar, toplumun önüne geçen insanlardır. Bunlardan beklenen görevi yerine getirmeleri için,maddî planda iyi desteklenmesi lazım. Bunun için de, biz, Diyanet İşleri Başkanlığında imam, vaiz, müftü gibi görevlerde bulunanların... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Teşekkürler Başkan. (RP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Özyılmaz. Refah Partisinin ikinci sözcüsü Sayın Bülent Arınç; buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar) Sayın Arınç, 9 dakika süreniz kaldı. RP GRUBU ADINA BÜLENT ARINÇ (Manisa) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ile Devlet Meteoroloji Genel Müdürlüğü bütçeleri üzerinde, Refah Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek üzere söz aldım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bu kısa süre içerisinde, iki önemli bütçeyi görüşeceğiz; zamanı ekonomik kullanmak istiyorum. Öncelikle, pek sorunlu görünmeyen Devlet Meteoroloji Genel Müdürlüğü bütçesinden birkaç cümleyle bahsedeceğim. Arkadaşlarımın da ifade ettikleri gibi, 1937 yılında kurulan bu müessese, 60 yıldan bu yana faydalı hizmetler yapıyor. Şu anda, millî savunmadan tarıma, çevreden ulaştırmaya ve enerjiye kadar, ürettiği bilgilerle çok yararlı hizmetleri ifa ediyor. Aynı zamanda, ulusal ve uluslararası pek çok kuruma da bu bilgileri satarak para kazanıyor. Son yıllarda, döner sermayesini de kurmuş olan bu kurumun, bugün, teknolojik imkânlarıyla daha yararlı hizmetler yapması için, kendilerine destek olunması gerektiğine inanıyorum. 1995 yılı bütçesinin 1 trilyon lira civarında, bu yıl, bütçesinin, 1 trilyon 700 milyar lira civarında olduğunu öğrendim. Bunun 1,2 trilyonunu personel ve cari giderler, 300 milyarını da takriben yatırım gideri tutmaktadır. 4 bin civarında kadrosu, 1 200 istasyonu bulunan Devlet Meteoroloji Genel Müdürlüğünün, çağın yeni şartlarına da uygun olarak, daha üstün donanımlarla takviye edilmesi ve gerçekten, çok büyük ihtiyaç duyulan meteorolojik rasatların tahmininde daha güçlü olunması, elbette, dileğimizdir. Bütçenin, bu kuruma hayırlı olmasını diliyorum. Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü bütçesinde ise, söylenecek sözler var. Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünde, gençlik, âdeta unutulmuştur. Sayın Bakanın, Plan ve Bütçe Komisyonundaki ifadesine göre de - değerlendirmesini çok haklı bulduğum bir ifade- sporun parıltısı karşısında, gençlik, maalesef, unutulmuştur. Bugün, gençlik konusu, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü içerisinde, maalesef, bir şube müdürlüğü seviyesine indirilmiştir. Spor denince de akla, sadece futbol gelmekte; bütün konuşmalar, bütün yatırımlar, bütün çalışmalar, bütçeye konulan pekçok paralar, tesislerinden, sporcu yetiştirmeye varıncaya kadar, bu spor dalı için harcanmaktadır. Elbette, medya da bunu kışkırtmaktadır. 22 kişinin oynadığı bir futbolu, 25-30 bin kişi seyredince, sanıyorum, herkesin spor yaptığı zannedilmektedir. Oysa, Anayasanın -bildiğiniz gibi, 9 uncu başlık gençlik ve sporla ilgilidir- 58 inci maddesi, gençliğin korunmasını; 59 uncu maddesi de sporun geliştirilmesini öngörmektedir. Gençliğin korunması, aynen, analığın da korunması gibi, Anayasada yer almıştır "Devlet, gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır." Aynı zamanda, gençler, millî ve manevî değerlerle mücehhez olarak yetiştirilecektir. Bu, gençlik konusunun ne kadar önemli olduğunun, Anayasada yer almış olan ifadesidir. Sporun geliştirilmesinde de, 59 uncu maddede "Devlet, her yaştaki Türk vatandaşlarının beden ve ruh sağlığını geliştirecek tedbirleri alır" denilmektedir. 53 üncü Hükümet de, Hükümet Programının 25 inci sayfasında, bu konuyu, aynen kabul etmiş ve programına almıştır. Değerli arkadaşlarım, elbette, sporun, sadece bir beden gelişmesi olarak değil, bir kafa, kalp ve bir ruh gelişmesi olarak da algılanması gerekir. Nüfusumuzun yarıya yakını gençtir; fakat, maalesef, bu gençlerin sportif çalışmaları için, beden sağlıkları için tahsis edilen spor salonlarının, alanlarının, yüzme havuzlarının hepsinin toplamı sadece 1 200 civarındadır. Nüfusumuzun yarısının genç olması ve bunun karşılığında, onlara tahsis edilen bu alanların küçüklüğü, Avrupa'yla kıyaslandığında, yüz misli daha geride olduğumuzu ortaya koymaktadır. Maalesef, bu konuda, geçmiş dönemlerde ve bugün de söylenen bir tek söz var: Ödeneklerimiz azdır; bu ödeneklerle ancak, bunları yapabiliyoruz. Gerçekten, bugün, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü bütçesi 3,5 trilyon lira olarak geldi, komisyonda 1 trilyon lira daha eklendi, 4,5 trilyon lira civarına çıktı. Bunun 2 trilyon lirası personel ödemeleri, geri kalanının da yatırım olduğu söylenmektedir. Elde şu anda 291 proje vardır; 1996 fiyatlarıyla bunların bitirilmesi için, takriben yirmi yıla daha ihtiyaç bulunmaktadır. Sporda malî kaynak sorunu, evet, bugün, maalesef mevcuttur. Şu anda, hepinizin bildiği gibi, bu malî kaynak sorunlarının bu bütçe imkânlarıyla karşılanması mümkün değildir. Sayın Bakan, komisyondaki konuşmalarında, yenilikler yapılması gerektiğini, bir tüccar gibi düşünülmesi gerektiğini ifade ettiler. Bu konuda, Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğüne ait olduğu söylenen Falez Otelin satışından bahsettiler, aynı zamanda, maç biletlerine reklam alacaklarını söylediler. Elbette bunlar yerindedir ve doğrudur; ancak, malî kaynakların kesin çözümü için, özellikle kanunla sağlanmış olan birtakım kaynakların hayata geçirilmesi gerekmektedir. 3289 sayılı Kanunun 14 üncü maddesi gereğince, belediyeler gelirlerinin yüzde 1'ini gençlik ve spor il müdürlüklerine aktarmak zorundadırlar. Yıllardan beri, maalesef, özellikle son on yıldan bu yana, bu kaynak çalıştırılmamaktadır. Yine 3289 sayılı Kanuna göre, büyük sanayi kuruluşlarının da spor tesisi yapma ve yaptırma zorunluluğu olmasına rağmen, çok büyük kuruluşlar -bir kısmını tenzih ediyorum- bu gereğe riayet etmemektedirler. Özellikle, amatör spor dallarında kurulan ve gençlerimizin tabanda yayılmasına vesile olan birtakım çalışmalar da bugüne kadar destek görmemiştir. Hiçbir sosyal güvencesi olmayan amatör sporcuların sosyal güvenliğe kavuşturulmasına, belediyeler ve il özel idarelerinden semt kulüplerine ve amatör kulüplere destekte bulunulmasına; hatta, okul salonlarının kulüplere zaman zaman tahsis edilerek, okul ve kulüp işbirliğinin başlatılmasına da gerek bulunmaktadır. Değerli arkadaşlarım, gençlikle ilgili kısma geçmeden önce, spor konusunda birkaç cümleyi daha ifade etmek istiyorum. Son yıllarda, her sahada sporcularımızın kazandıkları başarılar yüzümüzü güldürmektedir. Ancak, spor ve ahlak ilişkisinin de göz önünde tutulması gerekir. Sporcunun da ahlaklı olanı elbette iyidir ve güzeldir. BAŞKAN – Sayın Arınç, 2 dakikanız kaldı. BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Yoksa, birkısım dallarda başarılı olan sporcuların, daha sonra, maalesef, içki veya fuhuş yolunda bütün enerjilerini kaybettiklerini görmekteyiz. Dolayısıyla, spor sahalarına ayrılan miktar kadar, gençlikle ilgili yatırımlara da pay ayrılması ve bu konuya fevkalade önem verilmesi gerekir. Değerli milletvekilleri, gençlerimizi, istikbalimiz ve geleceğimiz olarak görüyoruz; onlara, bayramlar tahsis ediyoruz, onlar için şölenler yapıyoruz; ama, çok zaman da şikâyetler ediyoruz ve "gençlerimize ne oluyor; annesini, babasını kesenler, anarşi ve teröre karışanlar, uyuşturucu yolunda gidenler, birbirlerini boğazlayanlar, üniversiteleri kan gölüne çevirenler." diye, zaman zaman üzüntü ve hayretlerimizi de ifade ediyoruz. Anayasanın da gösterdiği ölçüler içerisinde, gençlerimizin, mutlaka, fikren de müspet yetiştirilmesi gerekmektedir. Tüketimin kamçılandığı bir ortamda, baş döndürücü israfın teşvik edildiği bir ortamda, lüks hayat özleminin bütün magazin basınına yansıdığı bir dönemde, kumar, içki, uyuşturucu gibi pırıltılı bir dünyanın gençlerimizin önüne serildiği bir günde, içki tüketiminde ilk üç devlet arasına girmiş Türkiye'nin gençlerle ilgili sorunlarının bulunmaması elbette mümkün değildir. Bugünkü eğitimin, taklitçi ve materyalist bir yönde ilerlemesiyle, bu gençlerimizi inançtan uzak tuttuğumuz müddetçe, gençlerimizin fikirlerini, kalplerini, dimağlarını doyurmadığımız müddetçe, rüzgâr ekenin fırtına biçtiği gibi, maalesef, bu sıkıntıların devam edeceğini ifade etmek istiyorum. (RP sıralarından alkışlar) Böyle, koşar gibi konuşmaya mecburum. Bugün, maalesef, Türkiye'de, sigaraya başlama yaşı 9'a, içkiyle tanışma yaşı 14'e, uyuşturucuyla merhabalaşma yaşı da 17'ye inmiştir... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı.) BAŞKAN – Sayın Arınç, 1 dakika ek süre veriyorum. BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Böylesine, yaşların küçüldüğü ve bu küçük yaşlarda, gençlerimizin, maalesef, birtakım kötü alışkanlıklara merhaba dediği bir Türkiye'de, gençlerimizin bu sıkıntılarına uzak kalmamız, elbette mümkün olmayacaktır. 1980 öncesi, terörden şikâyet edenlerin, 1980 sonrası depolitizasyon uygulamaları sonunda "savaşma, seviş" sloganlarıyla gençlere gösterdikleri örnekler de, yeni dünya ve yeni hayatta geçerli olmamıştır. Bugün, 1980 öncesinin sıkıntılarını tekrar çekiyorsak, elbette, temeldeki bir yanlışlığı, hiç olmazsa bugün görmemiz gerekmektedir. Söz sürem çok kısıtlı; ancak, üç konu var: Gençlerimizin mutlaka, din, dil ve tarih şuuru içerisinde yetiştirilmesi gerekir. (RP sıralarından alkışlar) Bu üç konu, zaten, Anayasanın, insanın maddî ve manevî varlığının geliştirilmesiyle ilgili hükümlerine de uygundur. Gençlerimizi başıboş bir hayatın kurbanı yapamayız; dağ başlarındaki otlar gibi köksüz de sayamayız... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Arınç, teşekkür ediyorum. BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Bir selam vermek için 1 dakika lütfederseniz... BAŞKAN – Hiç açmıyoruz. BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Peki efendim. Değerli arkadaşlarım, söyleyeceklerimin büyük bir kısmını ifade edemedim. BAŞKAN – Sayın Arınç, lütfen... BÜLENT ARINÇ (Devamla) – Sayın Başkanın ikazı üzerine, hepinizi saygıyla selamlıyorum; bütçenin hayırlı olmasını diliyorum. (RP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum. Anavatan Partisi Grubu adına ilk konuşma için, Sayın Abdülkadir Baş; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar) ANAP GRUBU ADINA ABDÜLKADİR BAŞ (Nevşehir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Diyanet İşleri Başkanlığı 1996 yılı bütçesiyle ilgili olarak, Anavatan Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Heyetinizi saygıyla selamlıyorum. Bilindiği gibi, Diyanet İşleri Başkanlığı, Anayasamızın 136 ncı maddesinde ifadesini bulan anayasal bir kuruluş olarak, İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak anlayışıyla ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmekle görevlendirilmiştir. Bu kuruluşumuzun önemi, görev alanına giren konulardan kaynaklanmaktadır. Kuruluşun ilgi alanı olan dinin, toplum hayatındaki önemini ve yerini izaha gerek yoktur. Din, milleti millet yapan unsurlardan biri, belki de en önemlisidir. İnsanın yaradılışında var olan inanma duygusunu ortadan kaldırmak mümkün olmadığı gibi, toplumda, dinin yerine başka değerler ikame etmek de mümkün değildir. Bir zamanlar dünyanın yarısına hükmeden komünist ideolojiler, tüm baskılarına rağmen, dini ve inanma duygusunu yok edememişlerdir; ama, güzel ahlakın, millî birlik ve beraberliğin kaynağı olan dinin baskı altında tutulduğu bu memleketlerde, toplumsal değerlerdeki bozulma, bu devletlerin dağılmasındaki önemli sebeplerden biri olmuştur. Bu gerçeği kavrayarak, dine gerekli önemi vermenin şart olduğu kanaatindeyiz. Sayın milletvekilleri, toplumumuzda bir süreden beri dinî konularda münakaşalar yaşanmaktadır; ancak, bu, sadece bize mahsus bir tartışma da değildir; Batı'da da benzer tartışmalar yapılmakta ve insanlık, bir kuşku çağını geride bırakarak, dini yeniden tanımaya ve anlamaya yönelmektedir. Ne yazık ki, bizdeki tartışmalar, daha ziyade az okuyan bir toplum oluşumuzdan dolayı, dini bilmemekten veya yanlış yorumlamaktan kaynaklanmakta ve din mevzuunda netice alınması mümkün olmayan bu münakaşalar, zaman zaman millî birlik ve beraberliğimiz için zarar veren boyutlara ulaşmaktadır. Bu itibarla, dinî gerçekler hususunda toplumu doğru bilgilendirmek ve dini kaynağından öğretmek, gereksiz münakaşalara da son verecektir. Bilindiği gibi, İslam dini, bir inanç ve amel bütünlüğünü ifade eder. Samimî olarak inanan ve inancını yaşamak isteyen insanımıza sahip çıkmalıyız; onu istismar etmek isteyenlerin sahiplenmesine meydan bırakmamalıyız. Bugün, dinî konularda ciddî bir eser okumadan, dinî kavramların ne mana ifade ettiğini bilmeden din adına konuşulmakta, dinî kaynaklar yerli yersiz kullanılarak toplumda gereksiz münakaşalar başlatılmaktadır. Toplumumuzda huzursuzluklar yaratan bu konularda medyanın ve maalesef, bazı siyasîlerin de sorumsuzca davrandıklarını görmekten büyük üzüntü duymaktayız. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; laik bir devlette ve özgür bir toplumda yaşıyoruz. Düşünce özgürlüğünden de inanç özgürlüğünden de vazgeçmemiz mümkün değildir. Aykırı düşüncelere sahip olunabilir; herkes aynı inanca sahip olmayabilir; ancak, yüzde 99'u inanan bir toplumda yaşıyorsanız, siyasîler olarak, medya olarak, dinî kavramları doğru ve yerinde kullanmak zorundasınız; yoksa, toplumda sıkıntı yaratırsınız, inanan insanları kırarsınız ve tepki saflarında toplanmalarına sebep olursunuz. İşte, bugün, ülkemizde yaşanan kargaşanın çoğu bundan kaynaklanmaktadır. Bugün, Türkiye'de, ilmî toplantılarda, akademik mekânlarda tartışılması ve açıklığa kavuşturulması gereken konular, maalesef, rastgele, yetkisiz ve yetersiz kişilerce, uluorta tartışılmakta ve bu durum, toplumumuzda huzursuzluklara sebebiyet vermektedir. Burada, şu hususa da değinmek istiyorum: Alevî ve Sünnî vatandaşlarımız, asırlarca, bu topraklarda beraber yaşamışlardır. Aynı Allah'a inanan, aynı Peygamberi rehber edinen, aynı dine inanan bu insanlarımız arasında ve ibadet mahallerinde ayrılıklar yaratılmasını doğru bulmuyoruz. (ANAP, DYP ve RP sıralarından alkışlar) Alevî ve Sünnî cemaatlerin arasını açmayı ve yeni çatışmalar çıkarmayı amaçlayan şer mihraklara dikkat etmeliyiz. Bu cemaatler arasında düzenlemeler yapmakta zaruret varsa, bunları ilmî mekânlarda ve ehil ellerde tartışmalı ve çözüm yolları bulmalıyız. Bunun yanında, aynı hassasiyeti din görevlilerinin de göstermesi gerekmektedir. Bu görevlilerin, kamu vicdanındaki saygın yerini koruyabilmeleri için, her çeşit siyasî anlayışın ve tercihin dışında hizmetlerini ifa etmeleri gerekmektedir; görevlerinin kendilerine yüklediği sorumluluk bunu icap ettirmektedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu açıklamalarımız karşısında, din işlerinin, dinî inanç ve prensiplere uygun tarzda yerine getirilmesi, dinin, toplum için manevî bir disiplin olmasının sağlanması, taassup ve hurafelerden korunması, din hizmetlerinin yetkili ve ehil kimseler tarafından verilmesinin temini bakımından, Diyanet İşleri Başkanlığının devlet yapısı içinde yer almasının sağlanması ve bu hizmetler için devlet bütçesinden harcama yapılmasının önemi açıktır. Bugün, Türk cumhuriyetleriyle, Balkan ve Kafkas ülkelerindeki Türk ve Müslüman topluluklarından gelen din hizmetleriyle ilgili talepleri karşılama durumunda kalan Diyanet İşleri Teşkilatının, nasıl önemli bir millî hizmet gördüğünü izaha gerek yoktur. Bunun yanında, eğitim, irşat, hac, yayın, uluslararası ilişkiler, ibadet yerleri ve yurtdışı hizmetleri gibi çok geniş bir alanda hizmet veren Teşkilatın, mevcut bütçeyle bu işlerin altından kalkmasının zorluğu da ortadadır. BAŞKAN – Sayın Baş, 2 dakikanız kaldı. ABDÜLKADİR BAŞ (Devamla) – 20 trilyon 940 milyar TL olan bütçenin, yüzde 97,5'i personel giderlerini, yüzde 1,3'ü diğer cari hizmet ödemelerini, yüzde 0,8'i yatırım harcamalarını, yüzde 0,4'ü transfer harcamalarını teşkil etmektedir. Teşkilatın 17 bin kadroya ihtiyacı bulunmaktadır. Verimli hizmet için, bu kadro ihtiyacının bir an önce giderilmesi gerekmektedir. Ayrıca, teşkilat kanununun bir an önce çıkarılmasında da zaruret bulunmaktadır. Yine, hac kotası yüzünden hac ibadetini yerine getiremeyen ve bundan rahatsız olan vatandaşlarımızın sayısı gittikçe artmaktadır. Hac kotalarının artırılması hususunda gerekli gayret gösterilmelidir. Ehliyetli din adamı yetiştirilmesi için de hizmet içi eğitime önem verilmelidir. Okuma alışkanlığı olmayan toplumumuzda, gerekli olan dinî bilgilerin doğru olarak verilebilmesi için, TRT ve özel televizyonlarda Diyanet İşleri Başkanlığına yayın tahsisi hususu düşünülmelidir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sürenin kâfi gelmemesi sebebiyle, Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesiyle ilgili konuşmamı burada bağlamak ve Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesiyle ilgili görüşlerimizi Grubum adına arz etmek istiyorum. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Baş, yalnızca 1 dakika... Sözünüzü toparlamanız için... ABDÜLKADİR BAŞ (Devamla) – Bilindiği gibi, Vakıflar Genel Müdürlüğünün en önemli görevi, ecdat yadigârı olan eserleri ihya etmek ve vakıfların, maksadına uygun bir şekilde verimli çalışmalarını denetlemektir. Bunun yanında, Vakıflar Genel Müdürlüğü, abide ve eski eserlerin onarımı, fakir ve kimsesiz öğrenciler için öğrenci yurdu yapımı, gelir getirici yatırımlar, vakıf zeytinliklerini işletmek, vakıf hastanelerini çalıştırmak, cami yapımı ve yaptırımına yardımcı olmak gibi işlerle de uğraşmaktadır. 1996 yılı hizmetleri için, bütçeye, 2 trilyon 116 milyar Türk Lirası ödenek konulmuştur. Bu ödenek, geçen yıla göre önemli miktarda artırılmıştır. Vakıf mallarının özenle korunması, vakıf eserlerinin restorasyonu için de mutlaka yeni imkânlar bulunmalıdır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) ABDÜLKADİR BAŞ (Devamla) – Değerli üyeler, bütçenin bu kurumlara hayırlı olmasını diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP ve RP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Baş. Anavatan Partisi Grubu adına, ikinci sözcü, Sayın Bahri Kibar; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakika. ANAP GRUBU ADINA MUSTAFA BAHRİ KİBAR (Ordu) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; huzurlarınızda Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ve Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğünün bütçe görüşmeleri nedeniyle bulunuyorum. Gündem gereği, önce, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün bütçesi üzerindeki görüşlerimi ifade etmek istiyorum. Sözlerime başlamadan önce, Yüce Meclise en derin sevgi ve saygılarımı sunarım. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; yüksek malumlarınız olduğu üzere, bugün, dünyada zafer ve başarılar sonucu olarak, ülkelerin bayrakları başka ülkelerde iki nedenle göndere çekilmektedir: Biri askerî zafer ve başarılar, diğeri ise, sporda kazanılan başarılardır. Spor, bugün, kitle iletişim araçlarıyla, bütün dünyada evlerin içine kadar girmiş olup, ülkelerin tanıtılmasında ve propagandasında çok önemli yer işgal etmektedir; ama, sporun yukarıda arz ettiğim evrensel rollerinden çok daha önemli bir rolü vardır, o da, ülkeler arasındaki dostluk, barış ve kardeşliği sağlaması ve geliştirmesidir. Ayrıca, hepimiz biliyoruz ki, spor, temel olarak ferdin bedenî yeteneklerini artırması ve kuvvetlendirmesi yanında, toplu yaşayış, anlaşma, kaynaşma, arkadaşlık ve yurt sevgisini geliştirme, kötü alışkanlıklardan korunma, sportmenlik ruh ve davranışlarını geliştirme fonksiyonlarını kazandırır. Görülmektedir ki, spor artık yaşamımızın ayrılmaz bir parçası olmuştur. O halde, sorulmalıdır, bu kadar önemli toplumsal olgu karşısında Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri ne yapmıştır? Cumhuriyet Hükümetleri, cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllardan beri sporun büyüklüğünü ve önemini kavramışlar ve imkânları ölçüsünde spora va sporcuya destek olmuşlardır; ama, bu çabalar, hızla değişen ve gelişen dünya sporu karşısında yetersiz kalmıştır. Sporda ilk büyük ve çağdaş atılımlar, rahmetli Turgut Özal ve Anavatan Partisi İktidarları döneminde başlamıştır. Anavatan Hükümetlerinin göreve geldiği 1983 yılı sonundan itibaren spora verilen imkân ve destekler, gerek Türk Sporunu Teşvik, gerekse Destekleme Fonundan aktarılan kaynaklar sayesinde, spor tesisi yapımına hız verilmesi suretiyle, bugün elde edilen dünya ve Avrupa şampiyonluklarının kazanılmasında büyük pay sahibi olduğunu ifade etmek istiyorum. 1984 yılı ortalarına kadar gelindiğinde, nizamî zeminli, bir tek İzmir Atatürk Stadı varken; bugün, birinci, ikinci ve hatta, üçüncü Türkiye liglerinin oynandığı sahaların da yemyeşil çim alanlar haline getirilmesi, futbolumuzdaki sıçramanın en etkin sebebi olmuşlardır. Sporda tabana yayılma, kaynak yaratma, tesisleşme ve özerkleşmenin adımları atılmış, hızla mesafe alınmıştır. Bakınız, hafızalarımızı tazelersek, o devirde, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün kanunu değiştirilmiş ve bu kanunla, özetle; başarılı sporcular ile bunların çalıştırıcılarının ödüllendirilmesi, sözleşmeli olarak yerli ve yabancı antrenör çalıştırılabilmesi, federasyon faaliyetlerinde sürat ve verimliliği artırmak için Federasyonlar Fonu kurulması, federasyon başkanlarının seçimle işbaşına getirilmesi, federasyonların 5'er yıllık kalkınma planları yapması, belediyeler ve özel idareler ile içki ve sigaradan spora pay ayrılması, kulüplere yardım yapılabilmesi, memur ve işçi sayısı 500'den fazla olan kuruluşlara spor tesisi yapma zorunluluğu getirilmesi, millî takım sporcularının özel sigorta sistemi içerisine alınabilmeleri, beden eğitimi öğretmenlerinin ücretli olarak, resmî mesailerinin dışında, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünde antrenörlük ve uzmanlık yapabilmeleri, spor eğitimi, sağlık ve araştırma merkezleri kurulması yenilikleri getirilmiştir. 1988 yılında, rahmetli Turgut Özal'ın girişimleriyle başlatılan, futbolumuzdaki "özerklik" kavramı ve bunun 3461 sayılı Yasayla gerçekleştirilmesi sonucu, futbolumuz, bugün, ülkemizdeki çim sahaların çoğaltılması da eklenince, Avrupa Kupası finallerine katılabilcek seviyeye gelmiştir. İşte, sporda, son yıllardaki başarılarımızın temelleri bunlardır; ancak, daha sonra, yeniliklerin durması, kaynakların azalması, kuruması ve dengeli kullanılmaması nedeniyle hamleler durmuş ve statükocu bir döneme girilmiştir. Oysa, sporda reorganizasyon, yeniden yapılanma bisiklete binmeye benzer; durursanız, düşersiniz. Bugün, Genel Müdürlük, maalesef, sanki, yalnızca ihaleler yapan bir genel müdürlük haline gelmiştir. Sporda en büyük temel unsur, insanın, eğitimine, malzemesine, kampına, antrenörüne, aşağıdan yenilerini yetiştirmeye gereken önemin verilmeyişi nedeniyle, sporun kaynakları kurumak üzeredir. İhalesi yapılan tesisleri, bugünkü bütçe imkânlarıyla bitirebilmek için otuz otuzbeş sene lazımdır. Genel Müdürlüğün, bugünkü yapısı içerisinde geleceği ipotek edilmiştir; ama, yılmamak lazımdır. Sayın Bakanımın da, çeşitli vesilelerle belirttikleri gibi, yeniden yapılanma şarttır. Bu yapılanmada, kaynak yaratma ve özerklik esas olmalıdır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bütün bu olumsuz şartlara ve gelişmelere rağmen, yukarıda da ifade ettiğim gibi, atılan tohumlar, dikilen fidanlar meyvelerini vermiş ve son yıllarda sporumuzda çok önemli başarılar elde edilmiştir. Dünya şampiyonalarında, Avrupa şampiyonalarında, Balkan şampiyonalarında ve katıldığımız diğer uluslararası turnuvalarda, 1995 yılında, 311 altın, 279 gümüş ve 318 bronz olmak üzere, toplam 908 madalya kazanılmıştır. Madalyalar dışında, bugün, 44 temsilcimiz, uluslararası spor organizasyonlarında görev almışlardır. Artık, sporda, yabancı ülkelerde sesimiz daha gür çıkmakta, bayrağımız daha sık gönderlere çekilmektedir; Efes Pilsen Basketbol Takımımız ile Grekoromen Milli Takımımızın, kendi spor tarihlerinde aldıkları ilk ve en büyük başarıları örnek gösterebiliriz. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; futbol dışındaki, özellikle ferdî spor dallarından güreş, halter ve bokstaki kıpırdanmaya, Doğu Bloku ülkelerinin dağılmalarından sonra ülkemize göç eden Türk asıllı sporcularımızın katkılarından, burada, övgüyle bahsetmeliyiz. Ancak, ferdî spor dallarımızın bu branşları dışında kalan, yüzme, atletizm ve jimnastik gibi ana spor dallarındaki gerilemenin sebeplerini araştırmalıyız. Bu üç spor dalında başarılı olmayan ülkelerin, sporda uzun vadeli bir başarısından bahsetmek de mümkün olamamaktadır. Bugün, futbol ve basketbol sporlarımızdaki başarıların, bize, yarın için bir ümit olmadığı gerçeğini gözardı etmememiz lazımdır. Sporda köklü çözüm ve başarının, tesis, işletme, bakım, onarım, eğitici ve çalıştırıcıdan geçtiğinin unutulmaması gerekir. Bu gerçeğe rağmen, bahsettiğim bu hususlara temel olarak eğilmek gerekmektedir. Ancak, arz ettiğim gibi, artık çok dikkatli olmak zorundayız; yeni yapılanma, yeni kaynaklar, kaynakların dengeli dağılımı, eğitim, yeni sporcuların yetiştirilmesi gibi hususlar ihmal edildiği takdirde, bu başarıları, uzun yıllar, bir daha, görmemiz mümkün olmayacaktır. Bu bakımdan, Sayın yeni Bakanımızın düşünce ve hamlelerini yürekten destekliyorum. Sayın Bakanımın belirttikleri gibi, artık üçüncü hamle zamanı gelmiştir. Birinci hamle, cumhuriyetin ilk yıllarındaki ilk teşkilat kanunu -tabiî ki devlet ağırlıklı- ikinci hamle, Anavatan Partisinin ilk iktidar yıllarındaki hamlesi -kanunun liberalleştirilmesi ve devlet ağırlığının azaltılması- şimdi, artık üçüncü hamle zamanı gelmiştir. Devlet, sporda sadece yönlendirici ve destekleyici olmalıdır, desteklediği ölçüde de denetlemelidir. Mahallî idarelere çok daha büyük görevler verilmelidir, federasyonlar daha da özerkleştirilmelidir. Halkın ve mahallî idarelerin, bu yeni yapılanmaya destekleri ve katkıları sağlanmalı, yeni ve büyük kaynaklar yaratılmalıdır. Evet, Sayın Bakanım, bu fikirlerinizi ve hamlelerinizi yürekten destekliyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Parlamentosu ve siyasî partileri, iki ana politikada daima birlikte hareket etmişlerdir: Dış politika ve spor. BAŞKAN – Sayın Kibar, son dakikanız!.. MUSTAFA BAHRİ KİBAR (Devamla) – Sayın Başkanım, müsaade ederseniz, Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü hakkında da kısaca konuşmak istiyorum ve iki dakika da avans rica ediyorum. BAŞKAN – Mümkün değil, biliyorsunuz!.. MUSTAFA BAHRİ KİBAR (Devamla) – Bu duygu ve düşüncelerle, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün 1996 bütçesinin, Türk gençliğine ve sporuna hayırlı olmasını dilerken, Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü bütçesi üzerindeki görüşlerimi de kısaca arz etmek istiyorum. Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü, özellikle bilgisayar ve telekomünikasyon alanlarında ortaya çıkan gelişmelere paralel olarak, özellikle son yıllarda, önemli sayılabilecek bir ilerleme göstermiştir. Klimatolojik verilerin kalite kontrolleri, veri bankasının geliştirilmesi, hava ve deniz tahminlerinin sayısal analiz yöntemleriyle daha mükemmele ulaştırılması yönündeki çalışmalar, titizlikle sürdürülmektedir. Döner sermaye işletmesi ve buradan elde edilen gelirler, Genel Müdürlüğün modernizasyonu... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Kibar, 1 dakika içinde lütfen toparlayınız. MUSTAFA BAHRİ KİBAR (Devamla) – Teşekkür ederim. ...meteorolojik hizmetlerin daha iyi yapılabilmesi açısından, önemli bir adım olmuştur. Gözlem ve araştırma sonuçlarına ilişkin çalışmaların büyük bir bölümü, düzenli olarak yayınlanmakta ve kullanıcıların hizmetine sunulmaktadır. Bu çalışmaların bir bölümü, bu alanda ortaya çıkan yeni ihtiyaçları karşılamaya yöneliktir. Örneğin, Genel Müdürlüğün, hava, deniz tahminleri konusuyla, klimatolojik ve hidrometeorolojik amaçlı olarak hazırlayıp kullanıcılara sunduğu bazı hizmetleri, vaktin dar olması nedeniyle sıralayamıyorum. Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü bütçesinin de, vatanımıza, milletimize hayırlı olmasını diliyorum, Yüce Meclise saygılar sunuyorum. Sayın Bakanıma da, Fatsa kapalı spor salonunun bu yıl bitirilmesi nedeniyle, çok teşekkür ediyorum. (ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederiz Sayın Kibar. Beşinci turda, gruplar adına yapılan görüşmeler tamamlanmıştır. Şahısları adına, lehinde, Sayın Mukadder Başeğmez ?..Yok. İkinci sırada, Sayın Lütfi Doğan; buyurun. (RP sıralarından alkışlar) Sayın Doğan, süreniz 10 dakikadır efendim. LÜTFİ DOĞAN (Gümüşhane) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Muhterem Başkan, muhterem milletvekilleri; Vakıflar Genel Müdürlüğümüz, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğümüz, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğümüz ile Diyanet İşleri Başkanlığımızın bütçeleriyle ilgili, lehte olan görüşlerimi Yüksek Heyetinize arz etmek üzere söz almış bulunuyorum. Hepinizi en derin saygılarımla selamlıyorum. Bu bütçelerin, milletimize, memleketimize ve bu değerli müesseselerimize hayırlı olmasını Allahü Teâlâdan diliyorum. Kıymetli konuşmacılar, Diyanet İşleri Başkanlığı, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü, Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü ve ayrıca, Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçeleriyle ilgili görüşlerini arz ederken, hakikaten, çok değerli bilgiler takdim ettiler. İnşallah, bu müesseselerimizin değerli mensupları, gruplarımızın takdim ettiği bu güzel görüşler içerisinde en güzellerinden yararlanarak, milletimize, daha büyük, daha hayırlı ve daha faydalı hizmetler yaparlar.Kendilerine başarılar dilerim. Bendeniz, Vakıflar Genel Müdürlüğüyle ilgili şu cümleleri arz etmek istiyorum. Vakıflar Genel Müdürlüğümüzün, şimdiye kadar yaptığı hayırlı hizmetlere, şu hizmetleri de ilave etmesinde fayda görüyorum: Büyük illerimizde olduğu gibi, küçük illerimizde de, hatta, büyük ilçelerimizden küçük ilçelerimize kadar, her birisinde, fakir öğrenciler için mutlaka yurtlar yaptırmalı ve köylerden, kentlerden gelen malî durumu müsait olmayan müstaid gençlerimiz bu yurtlarda barınmalı ve bu yurtlara da, en yetişkin eğitimcilerimizi idareci olarak vermelidir. Eğer, diğer hizmetlerinin yanında bunu, Türkiyemizin bütün il ve ilçelerinde tamamlayacak olurlarsa, eminim ki, milletimize, kendilerinden beklenen büyük hizmetleri yapmış olurlar; birinci maruzatım bu. İkincisi; geçmişte, sosyal hizmetler, içtimaî hizmetler vakıflar yoluyla meydana getiriliyordu, mahallî vakıflar kuruluyordu; sonra, vaktiyle bakanlık oldu, şu anda Genel Müdürlüktür. Yine, böyle bir sosyal hizmetin milletimize verilmesinde, Vakıflar Genel Müdürlüğümüz elden gelen gayreti göstermelidir ve bu büyük hayırlı hizmetleri omuzlamalıdır. Yüksek Heyetinize bir defa daha arz etmiştim; halen bir üniversitemizde öğretim görevlisi olan bir profesörümüz, bendenize şu hatırasını anlatmıştı: "Amerika'da, küçük bir kasabada -üniversitesi olan bir yerde, belki de küçük bir vilayette- ihtisas yapıyordum. Bir hasta geldi, elinde bir kâğıt vardı. O kâğıdı, köy idare heyeti vermiş hastanın eline. Yazıda, hastane idaresine 'bu yazıyı getiren hastamızı tedavi ediniz; sıhhatine kavuşsun. Yapılan masraflar ne ise, faturasını gönderin, tarafımızdan sizlere ödenecektir' deniliyordu." Aslında, böyle bir hizmeti, Türkiyemizde, her hayır müessesemizin, derneklerimizin; ama, başta Vakıflar Genel Müdürlüğümüzün yapmasında, şahsen, bendeniz, büyük yarar görüyorum. Biz, onlara örnek olmalıyız, onlar bize değil; maruzatım bu. Efendim, tabiî, vakıf malıyla ilgili herhangi bir şeyi söylemeye gerek yok. Hepiniz biliyorsunuz; bir ailenin, bir cemiyetin, bir milletin mahvı, vakıf mallarını uhdesine geçirip heder etmesiyle mümkündür. Bu itibarla, bu konuda yeterli hassasiyeti göstereceklerinden eminim. Biz de kendilerine yardımcıyız. Diyanet İşleri Başkanlığımıza gelince; Diyanet İşleri Başkanlığımız, bu büyük milletimize dinî sahada hizmet vermektedir; elbette, verdiği hizmetleri takdirle anmak bizim vazifemizdir. Bununla birlikte, devletimiz de, Diyanet İşleri Başkanlığına elden geldiği kadar destek olmaktadır. Filhakika, bazı olumsuzluklar var. Bu olumsuzlukları bertaraf etmek de, Hükümetimizin ve başta da Sayın Bakanımızın görevidir; eminim ki, Diyanet İşleri Başkanlığı mensupları, bu husustaki aydınlatmaları büyük bir memnuniyetle karşılayacak ve şimdiye kadar olduğu gibi, kendilerine emanet edilen mukaddes hizmeti yerine getirmekte fevkalade itina göstereceklerdir. Olumsuzluklar şunlar: Birincisi, mesela, Diyanet İşleri Başkanlığında görev yapan din hizmetlileri, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa göre memur sayıldığı halde, Sayıştay ve Yargıtayın bir içtihat kararıyla, memur sayılmamakta, bir şikâyet üzerine, derhal mahkemeye sevkedilmekte. Bu olumsuzluğun giderilmesinde zaruret vardır. İkincisi, hac konusuyla alakalı. Elbette, faydalı hizmetler yapılmaktadır; ama, bununla birlikte, birtakım sıkıntıların olduğu da ortaya konulmaktadır. Mesela, hac -bilemiyorum, devletin; yani, Hükümetin düşüncesi olarak- karayoluyla, emniyet olmadığı için yasak edilmektedir. Bence, bu durum ortadan kaldırılmalı. Mesela, Türkiyemizden, zannediyorum, geçtiğimiz yılda, bin kadar otobüsümüz gitti orada hizmet yaptı, işçiler gitti. Onlar için emniyetli olan yol, hacılarımız için de elbette emniyetlidir. Ya hepsine vardır ya hepsine yoktur... (RP sıralarından alkışlar) Bir başka konu şu: Diyanet İşleri Başkanlığı hakkında, zannediyorum değerli Kesebir arkadaşımız, güzel sözlerinin yanında bazı sitemâmiz sözler de söyledi. Müsaade ederlerse, o konuyu, bendeniz, yüksek huzurunuza bir daha getirmek istiyorum, hepinizin bildiği hususlar. Diyanet İşleri Başkanlığı, bir teşkilatın; yani, bir mezhebin, bir zümrenin değildir; Diyanet İşleri Başkanlığı bütün Türkiye'nindir; Alevîsiyle, Sünnîsiyle hepsinin müessesesidir (RP sıralarından alkışlar) Dileyen kardeşimiz, Alevîdir, ehlilbeyte bağlıdır, başımızın üstünde taçtır ve Diyanet İşleri Başkanlığı, onlara hizmet vermekle yükümlüdür. Sünnîdir, yine öyledir... Hangi mezhebi, neyi benimserlerse benimsesinler, millet olarak iftihar edeceğimiz, hakikaten sevinç duyacağımız bir nokta şudur: Alevisiyle Sünnisiyle Kur'an-ı Kerim'in hükümlerine bağlıyız, aramızda hiçbir ayırım yok. Kim, Diyanet İşleri Başkanlığının, İslamiyete zıt bir beyanda bulunduğunu söylerse veya İslama zıt bir fetva verdiğini gösterirse, biz ona birlikte karşı dururuz "bu yanlışlığı düzelt" deriz, yanlışlıktan dönmek de fazilet olur... BAŞKAN – Sayın Doğan, 1 dakikanız kaldı. LÜTFİ DOĞAN (Devamla) – Çok teşekkür ederim Sayın Başkanım. Netice itibariyle, Alevîsi, Sünnîsi, Şafîisi, Hanefisi, hepsi bir bütündür ve Kur'an hepsinindir, İslamiyet de hepsinindir. Diyanet İşleri Başkanlığı da, İslam dininin itikat, ibadet, ahlak esaslarıyla ilgili, topluma hizmet etmekle yükümlüdür... (RP, ANAP ve DYP sıralarından alkışlar) Sunî ayrılıkları, lütfen ortadan kaldıralım, bunlara imkân vermeyelim. Şunu düşünelim: Birliğimizi, kardeşliğimizi bize Kur'an emretmiştir, müminlerin hepsi kardeştir. Alevî, benim kardeşim; Sünnî, benim kardeşim; Şafîi... Ne olursa olsun... Bir mesele var; biri "Sünnete uymak istiyorum" diyor, Peygamber Efendimizin sünnetini yaşıyor; başüstüne... Biri de, "Ben Peygamber Efendimizin ehlilbeyti -yani, Hazreti Ali, Hazreti Hasan, Hazreti Hüseyin, diğer 12 imamlar- gibi, temiz bir hayat yaşamak istiyorum" diyor; Allah razı olsun... Eğer, o hayatı yaşarsanız - kim yaşarsa yaşasın- ben, herkesten ziyade, o gibi muhterem insanları takdir ederim... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Doğan, 1 dakika içerisinde toparlayın lütfen. LÜTFİ DOĞAN (Devamla) – Tamamlıyorum Sayın Başkanım... Lütfettiniz, çok memnun oldum. Tek maruzatım şu: Benden önce konuşan arkadaşımız, Diyanet İşleri Başkanlığı veya Vakfın, İhlas Holdingle ilgili bir anlaşmasından bahsederek, çok haklı bir tenkit yaptı. Diyanet İşleri veya Vakıf, özel bir televizyon kursun, dini, bu büyük millete, olduğu gibi anlatsın, Alevîsine, Sünnîsine Kur'an'ın hükmünü anlatsın; hepsi kendisini takdirle anacaktır. Saygılarımı arz ediyorum. (RP, DYP, ANAP, BBP ve DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Doğan. Hükümet adına, buyurun Sayın Taranoğlu. Efendim, herhalde, siz de, konuşma hakkınızı Sayın Bakanla eşit paylaşacaksınız... DEVLET BAKANI ERSİN TARANOĞLU (Sakarya) – Evet Sayın Başkan. BAŞKAN – Konuşma süreniz 10 dakikadır. DEVLET BAKANI ERSİN TARANOĞLU (Sakarya) – Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; bugün, görüşülmekte olan Hükümetimize ait Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ile Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü bütçeleri üzerinde görüşlerimizi ifade etmek için huzurunuza çıktım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum. 10 dakikalık bir zaman içerisinde bu iki kuruluşla ilgili görüşlerimizi, ancak başlıklar halinde ifade edebileceğim. Bu konuda, hoşgörünüze sığınıyorum. Öncelikle, Devlet Meteoroloji teşkilatı, aslında, bana göre ve size göre de olduğuna inandığım, fevkalade başarılı hizmetler yapan bir kuruluştur. Bütçesinin küçüklüğü konusundaki karşı görüşleri, sevgi ve saygıyla kabul ediyorum; ancak, başında bulunduğumuz Meteoroloji Genel Müdürlüğü, bu konudaki zaafını da aşacak bilgi ve beceriyi haizdir; çünkü, kurmuş olduğu döner sermaye teşkilatıyla -şu anda, Sayıştayda tasdik edilmek üzere bekleyen bu döner sermaye uygulamasıyla- konsolide bütçeden aldığı paranın birkaç katını, kendi imkânlarıyla elde edebilecek bir kuruluş haline gelmiştir. Bu yılın sonunda, hep beraber göreceğiz, döner sermayeden birkaç trilyon lira kaynak sağlayan bir kuruluş olacaktır. Bu kuruluş, önümüzdeki yıllarda, denizcilerden, gemicilerden, yat limanlarından, yatçılardan, turizm operatörlerinden, 4 ve 5 yıldızlı otellerden, karayollarından, organize sanayi bölgelerinin kuruluşu esnasında ve ÇED raporlarından, meteoroloji bilgilerinin bedelini tahsil etmek suretiyle kendisine kaynak sağlayacak ve dünya çapındaki teknolojik yatırımlarını da kendi kendine yapan bir kuruluş haline gelecektir. Spor konusundaki görüşlerimi şöyle ifade etmek istiyorum: Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünün bugünkü yapısı itibariyle, dünyada partneri tek ülkedir; komünizmin yıkıldığı Rusya'da dahi kalmayan bu teşkilatın partnerinin tek karşılığı, Castro'nun Kübasındadır. Bu yapısı itibariyle, sayın konuşmacıların ifade ettiği sporun ve gençliğin meselelerini çözmek mümkün değildir. Bunu, açık yüreklilikle ifade etmek mecburiyetindeyim. İdaeli şudur: Gençlik ve spor ikiye ayrılmalıdır; ayrı ayrı dizayn edilmelidir; üzerine, bir gençlik ve spor müsteşarlığı şemsiyesi konulmak suretiyle, gençliğe gereken önem verilmelidir. Spor tarafında ise, yalnız düzenleyici olan, teknoloji, bilgi transfer eden, bunu yönlendiren bir kuruluş olmalıdır. Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü, sporun faaliyetiyle uğraşmamalıdır. Devletin, ekonomide, ticarette olduğu gibi, kültürde, sanatta olacağı gibi, spordan da elini, ayağını çekmesi lazımdır. Bunun için yapılması gerekenler şunlardır: Öncelikle, Türkiye'de, kulüpler yasası, federasyonlar yasası, konfederasyon yasası ve sponsorluk yasası çıkmalıdır. 2000'li yıllara yaklaştığımız şu günlerde, bizim hayalimizdeki spor dünyası şudur: Devlet, spordan çıkmıştır; bütün federasyonlar özerk hale gelmiştir; bu federasyonların başında bir Türk spor federasyonu, konfederasyonu kurulmuştur ve sivildir; seçimle gelmiştir; kendi malî ve yönetim özerkliği vardır. İşte, bu model, Türk sporunu, dünyayla rekabet edebilecek ve Türk gençliğinin kabiliyetini de, dünya gençliğiyle yarışabilecek performansa ulaştıracak modeldir. Hedefimiz budur; görevimiz müddetince, bu hedefe ne kadar yaklaştığımızı hep beraber göreceğiz ve görevimizin sonunda da, kamuoyu, bu konudaki takdirini veya tenkitini devam ettirecektir; dolayısıyla, sporun yapılanması değişmelidir. Değerli arkadaşlarım, amatör spora önem vermek mecburiyetindeyiz. İlim ve bilim, Batı'da, olmayan kabiliyetleri geliştirmek için kullanılan bir yoldur; ancak, bizim kabiliyetli çocuklarımız, Allah'ın kendisine verdiği o fıtratla oluşan büyük kabiliyetler, o çamurlu sahalarda yok olup gitmektedir. İşte, bizim, Batıyla aramızdaki başarısızlıktaki esas sebep de budur. Türkiye, aslında, kaynakları olan, imkânları olan; ama, bunu akılcı yolla kullanamayan; zenginlikler üzerinde oturup, fukaralık çeken bir ülkedir. Bunun için,bazı düşüncelerimiz vardır, inşallah, bunları görevimiz içerisinde gerçekleştireceğiz. Bunlardan bir tanesi de, üniversitelerin münferiden yaptığı spor tesislerinin, spor komplekslerinin, halka açılmasıdır, amatör sporlara açılmasıdır. Türkiye'de, 52 tane üniversite söz konusudur. Hepsinin içerisinde olimpik yüzme havuzları, futbol sahaları, kapalı salonlar... Hepsi koloni hayatı yaşamaktadır. Bunların, halka açılması ve amatör sporlara açılması, hedeflerimizden bir tanesidir. Ben, Plan ve Bütçe Komisyonunda da ifade ettim; bize verilen kaynak azdır; doğrudur; ama, tenkit etmek istemiyorum. Biz yöneticilere düşen görev, mazeret üretmek değil, meseleyi çözmektir. Türk sporunu, bu kaynaklarla, sizlerin özlediği yere ve sizlerin, illerinizde verdiğiniz vaatlerinizi yerine getirmek mümkün değil. Bunun için, üzerimize düşeni yapmamız lazım diye düşünüyorum ve ilk fedakarlığa da kendimizden başlıyoruz; Refah Partili arkadaşımızın da ifade ettiği gibi, Antalya'da Falez Otelin yanındaki Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğüne ait oteli satıyoruz. Çünkü, benim Partimin siyasî anlayışına göre, devletin oteli filan olmaz. Yanında, özel sektörün oteli var, milyarlar kazanıyor; benim otelim zarar ediyor... Bunlar, milletin parasıyla yapılmış tesislerdir, zarar ettirmeye biz yöneticilerin hakkı yoktur. Bunları satıp Türk sporuna kaynak olarak getireceğiz. Aynı şekilde, eğitim merkezlerimizi satacağız. Bunları tek tek inceledik; doluluk oranları yüzde 5, yüzde 10 gibi... Ben, bunları satarsam ve bunları satarken, alan adama "yılda, şu kadar adam, şu kadar gün gelip, bu tesiste bedava kalacak" diye şart koşarsam, işletme maliyetlerinden kurtulurum, bugünkü zararlardan kurtulurum ve bunları da amatör sporlara finans yaparım. Aynı şekilde, Spor-Toto'nun, bugünkü haliyle Türk sporuna kaynak sağlaması mümkün değildir. Spor-Toto'dan, işin taraftarları olan kulüpler, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ve bütün kamuoyu şikâyetçidir; çünkü, elde ettiği ciro 1.8 trilyon liradır. Bunun az bir kısmını, kulüplere, isim hakkı olarak; büyük bir kısmını da sporun dışındaki yerlere kaynak olarak aktarmaktadır. Mesele, 1.8 trilyonu artırma meselesidir; paylaşma meselesi değildir. Biz, Bakanlık olarak, görev aldığımız 6 Marttan bugüne kadar hergün, Spor-Toto'nun bilgisayara geçmesi, on-line'a geçmesi için gayret içerisindeyiz. Tahmin ediyorum, önümüzdeki bir ay içerisinde karar verip, Spor-Toto'yu, dünyadaki, Batı'daki emsalleri seviyesine getireceğiz. Yani, Spor-Toto, Türkiye'de, maçın başlamasından 5 dakika önce oynanabilir hale gelecektir. Bunun bize sağlayacağı fayda şu olacaktır: Spor-Toto'nun cirosu 10 trilyona çıkacaktır. Dolayısıyla, burada, büyük bir pasta hâsıl olacak, bu da, Türk sporunun kaynak meselesini çözecektir. Yatırımlar konusunu da hemen ifade ediyim: Şu andaki yatırımlar, bizim Hükümetimize, daha önceden hazırlanıp, devredilen bir yatırım programıdır. Açıklıkla ifade edeyim, stratejimiz şu olacaktır: Konsolide bütçeden 420 milyar lira para ayrılmıştır, Bütçe ve Plan Komisyonu üyeleri teveccüh gösterip, 1 trilyon lira ilave para vermiştir. Sizin ve kamuoyunun huzurunda açıklıyorum: Bu 1 trilyon 420 milyar lirayı şöyle kulanacağız: 400 küsur tane proje vardır. Bunların bir kısmı ihale edilmiş, bir kısmı ihale edilmemiş, bir kısmı yüzde 5, bir kısmı yüzde 10, bir kısmı yüzde 15 seviyelerindedir. Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü, bir Bayındırlık Bakanlığı görüntüsünü vermektedir. Bayındırlık Bakanlığında olmayan proje sayısı... BAŞKAN – Sayın Bakan, son dakikanız. DEVLET BAKANI ERSİN TARANOĞLU (Devamla) – Bitiriyorum. ... Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğünde vardır. Bu meseleyi, bu şekilde, götüremeyiz. Yapacağımız iş şudur: Milletin, 1 trilyon 420 milyar liralık parasını, en rantabl şekilde kullanacağız. Yaptığımız iş, verdiğimiz karar şudur: Bu sene içerisinde, 400 projeden 62 tanesini bitireceğiz. Bu 62 projeyi seçerken de, şöyle adaletli bir kriter seçtik: Yukarıdan aşağıya gerçekleşme oranı yüzde 99'dan geriye düşmek suretiyle, nerede kaldıysa, o kadar orandaki projeyi bitireceğiz, geri kalanına da, bir kuruş para ayırmayacağız; çünkü, bunlara üçer beşer milyar ayırıp, 400 tane projeyi seneye devredeceğimize, hiç olmazsa, 62 projeyi bu sene bitirip, halkın huzuruna, hizmetine sunmamız lazım. Vaktin kısalığı dolayısıyla isimlerini saymak istemiyorum. Bir de 2004 Olimpiyatlarıyla ilgili bir iki cümle söyleyip, sözlerimi bitireceğim. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – 1 dakika içerisinde lütfen, tamamlayınız Sayın Bakan. DEVLET BAKANI ERSİN TARANOĞLU (Devamla) – Türkiye, 2004 Olimpiyatlarına taliptir. Bu talep, hepinizin bildiği gibi, İstanbul İli Belediye Başkanı tarafından yapılmıştır. 1997 Mart ayında, müracaat eden 11 il, 5'e düşecektir. Türkiye Millî Olimpiyat Komitesi, üzerine düşen görevi, şu anda fevkalade yapmıştır. Proje ihalelerini yapmıştır ve 1996 Ağustos ayında ilk iş makinelerini sokacaktır. Emsalleri içerisinde fevkalade öndeyiz. Bu olimpizm ruhunun ve 2004 meselesinin tabana yayılması konusunda, başta medya olmak üzere, Parlamentonun bugüne kadar olan desteğinin devamını talep ediyorum. Yüce Meclisinizin teveccühüne mazhar olan bu bütçemizi, en son kuruşuna kadar helal ettirerek, içerisine tek bir menfaat gölgesi düşürmeksizin harcayacağımızı ifade ediyor, güveninizi bekliyor, saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan. Buyurun Sayın Bakan. DEVLET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bugün, hayırlı bir cuma günü, Diyanet İşleri Başkanlığının ve Vakıflar Genel Müdürlüğünün bütçelerini konuşuyoruz. Yarın da, inşallah, mutlu ve kutlu bir doğumu, Peygamberimizin doğumunu kutlamış olacağız. Bu düşüncelerle, Diyanet ve Vakıflar bütçelerinin milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum. Diyanet İşleri Başkanlığıyla ilgili olarak burada söz alan değerli arkadaşlarımızın, gruplar adına bir taahhüdü oldu; onu, şükranla burada ifade etmek istiyorum. Bilindiği gibi, Diyanet İşleri Başkanlığımızın elinde, halen uygulanabilir, o ihtiyaçlara cevap verebilecek bir teşkilat kanunu yoktur. Bunlar, partiler adına verilmiş söz ise, taahhüt ise, inşallah, bize düşen, en kısa sürede, Diyanet İşleri Başkanlığıyla ilgili bir teşkilat kanun tasarısını Yüce Meclisin huzuruna getirmek ve din hizmetlerinin daha verimli bir tarzda yürütülmesine imkân verecek bir kanunlaşmayı gerçekleştirmektir. Buna şiddetle ihtiyaç vardır; çünkü, din, artık, çağımızın tartışılmaz bir gerçeğidir. Geçen iki asırda, bir reaksiyonel fikrî akım olarak, rasyonalist ve pozitivist felsefî akımların tesiriyle ve ortaçağda din adına ortaya konan olumsuz uygulamaların tesiriyle geçen iki asır, insanların, dine karşı biraz şüpheyle baktığı, biraz şaşı gözle baktığı bir dönem olmuştur; ama, geldiğimiz noktada, artık, bu, gerilerde kalmıştır. Bütün sosyologların, bütün ilim adamlarının ifade ettiği gibi, 21 inci Yüzyıl, kuşku çağından, yeniden, maneviyata dönüş çağıdır. Bu gerçeği herkesin çok iyi kavraması lazım gelir. Bu geçmiş iki asırlık dönem, kuşku dönemi, genel karakteri itibariyle insanların, din ile akıl ve ilim arasında bir tercihe zorlandığı, hatta çatıştığı bir dönemdir; ancak, aradan geçen zaman, bu çatışmanın ve tercih zorlamasının doğru olmadığını; din ile akıl ve ilmin biribirinin yerine ikâme edilemeyeceğini ortaya koymuştur. Çünkü, din, bir ihtimal değil, gerçektir; toplumların en önemli dinamiğidir; onu yönlendiren, şekillendiren, birbirine bağlayan ya da ayıran sosyolojik, tarihî, fıtrî ve aklî bir gerçektir, bütün medeniyetlerin de özüdür. Bizim bakımımızdan, bunlara ilaveten, millî bütünlüğümüzün çimentosudur. Dini yok farz ederek, hayatı, insanı ve toplumu tanzim etmek mümkün değildir, olmamıştır; Çünkü, yokluk, yetersizlikle ikâme edilemez. (ANAP, DYP ve RP sıralarından alkışlar) Bu sebeple, birçok ilim adamı, iki asır sonra gelinen bu noktayı, insanlık açısından, sosyolojik bir ifade olarak, bir idrak gecikmesi olarak değerlendirmektedir. Toplumumuzun, böyle bir idrak gecikmesine de tahammülü yoktur. Şimdi, üzerinde durmamız gereken bir başka husus, Müslüman topluluklar ve özellikle bizim toplumumuz, bir taraftan, küreselleşmenin tesirlerini yaşıyor, öbür taraftan da, çağın getirdiği birtakım şartları, imkânları ya da zorlukları anlamaya, kendi kültürüyle, kendi inancıyla bağdaştırmaya çalışıyor. Yani, bir taraftan, küreselleşme, öbür taraftan, sosyolojik anlamda modernleşmeyi sentez etmenin gayreti içerisindedir. Bunun anlamı şudur; böylesine zor bir görevin başarılabilmesi açısından, bazı arkadaşlarımın kanaati hilafına, Diyanet İşleri Başkanlığına şiddetle ihtiyaç vardır. Yani, Diyaneti, devletin dışına çıkarmak yerine, tam tersi bir kanaatle, Diyanete daha fazla rol, daha fazla fonksiyon kazandırmak lazımgelir diye düşünüyorum. Günümüzün temel meselesi, evvela doğru bilgi -İslam açısından da bu böyledir- doğru yorum, doğru kullanım ve İslamileşmiş bilgiden geçmektedir. (ANAP ve RP sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Eğer, siz, İslamı bilmede, anlamada doğru bilgiye ulaşamıyorsanız, doğru yorum yapamıyorsanız, doğru kullanımda bulunamıyorsanız ve çağın bilgilerini bu noktada İslamileştiremiyorsanız, o takdirde, din adına neye inandığınızı münakaşa etmek gerekir. Bu sebeple, bütün bu zaruretlerin yerine getirilebilmesi açısından, Diyanet teşkilatına şiddetle ihtiyaç vardır, onun fonksiyon kazanmasına,ona daha fazla imkân tanınmasına ihtiyaç vardır. Bu, bizi, hem slogancılıktan kurtaracak hem din adına istismardan kurtaracak hem de, nihayet, bizi, çift gerçekli toplum olmaktan kurtaracaktır. (RP sıralarından alkışlar) Bir başka husus: Maalesef, din konusu, zaman zaman, siyaset öncesi açıklanan bir taban fiyat gibi mütalaa edilmiştir. Halbuki, din, bir hayattır; din, bir inanıştır; din, bir süreçtir. (RP sıralarından "Bravo"sesleri, alkışlar) Normal ve sağlıklı bir insanı ve toplumu meydana getirmenin temel unsurudur. Bu nereden çıkıyor; Dünya Sağlık Teşkilatının "normal insan nedir, normal toplum nedir" diye bir tarifi var -bunun altını özellikle çizerek arz ediyorum- Dünya Sağlık Teşkilatı diyor ki, kendisiyle, etrafıyla, aile çevresiyle, milletiyle, bütün insanlık âlemiyle, daha sonra da Allah'ı ile uyum içinde olan insan ya da toplum normal insandır, normal toplumdur. (ANAP, RP ve DYP sıralarından alkışlar) Peki, şimdi, siz, hem kendisiyle hem etrafıyla hem milletiyle hem de bütün insanlık âlemiyle uyumlu bir toplum meydana getirmek istiyorsanız, Diyanet Teşkilatına ihtiyacınız vardır. O halde, Diyanete çok farklı bakmak gerekir; bu bir. Bir başka husus; Diyanetin, bizim toplumumuza sunduğu hizmetlere yeni talepler eklenmiştir. Özellikle Marksizmin iflasından sonra, Sovyetlerin dağılmasından sonra, Türk cumhuriyetlerinde, Balkanlarda, Diyanet İşlerinin hizmetlerine şiddetle ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaçların karşılanması, sadece, bir dinî hizmetin yerine getirilmesi açısından değil -altını bir defa daha çizerek ifade etmek istiyorum- Türkiye'nin güvenliği açısından, Türkiye'nin birlik ve bütünlüğü açısından da önem arz etmektedir. Eğer, siz, oralardaki dinî boşluğu dolduramazsanız, doğru dolduramazsanız; oralara, doğru İslamî bilgileri, doğru hizmet anlayışını, din anlayışını götüremezseniz; İslamı siyasallaştırmış ve İslamı bir ölçüde kavga aracı haline getirmeye çalışmış başka devletlerin, başka toplumların, o boşluğu doldurmasına fırsat vermiş olursunuz. Belki, yirmisene sonra, otuz sene sonra, elli sene sonra geldiğimiz bu kötü noktadan, bu kötü gidişten şikâyetle karşı karşıya kalırız. BAŞKAN – Sayın Bakan, 2 dakikanız kaldı. DEVLET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – O sebeple, Diyanet konusunda söylemek istediğim şudur: Bizim için temel mesele dine karışmak ve onu tartışmak yerine, onunla barışmak ve onu sevmektir. (ANAP, RP ve DYP sıralarından alkışlar) Sevmek için bilmek, bilmek için de, tanımak gerekir. O halde, hepimizin görevi, bu lâzimeyi yerine getirmektir. Diyanet İşleri Başkanlığının temel görevi de budur. Üzerinde durmak istediğim ikinci husus, Vakıflar Genel Müdürlüğüyle ilgilidir. Vakıf kurumu -bir ilim adamının da ifade ettiği gibi- insan aklının bulabildiği en hayırlı kurumdur ve tarihte, bunu en güzel şekilde gerçekleştiren bizim milletimizdir. Şimdi, o geleneği sürdürmemiz lazım. Vakıflar Genel Müdürlüğüne de, bu anlamda bakmış olmamız lazım gelir diye düşünüyorum. Maalesef, toplumumuzda, bir tarafta vakıflaşma gayreti var -bunu, şayanı takdir bir gelişme olarak görüyorum- ama, öbür tarafta, vakıf eserlerinin korunması noktasında, Türkiye, bir süreden beri, bir ilgisizliği, bir sorumsuzluğu da yaşamaktadır. Şu dönem, bu dönem; bu mallara hepimizin sahip çıkması lazımdır. Vakıf mallarına sahip çıkmak demek, bu vatana sahip çıkmak demektir; buranın, ebedî, bizim yurdumuz, bizim vatanımız olduğuna sahip çıkmak demektir; bu iddiayı, ebediyete kadar sürdürmek demektir; çünkü, bu mallar, bu eserler, bu milletin tapusudur, bizim kültürümüzün, bizim medeniyetimizin olaylara insanlara nasıl baktığını gösteren en sağlam delillerdir. (ANAP, RP ve DYP sıralarından alkışlar) Dolayısıyla, toplumda bu şuurun gelişebilmesi açısından, sadece Vakıflar Genel Müdürlüğüne değil, teker teker hepimize, siyasî partilerimize, mahallî idarelerimize, özellikle belediyelerimize, bu eserlerin korunması, yaşatılması, gelecek nesillere... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Bakan, lütfen 1 dakika içerisinde toparlayın. DEVLET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Devamla) – ...aktarılabilmesi bakımından böyle bir millî şuurun gelişmesi noktasında hepimize görev düştüğü kanaatini taşıyorum. Bu düşünce ve duygularla, hepinize saygılar sunuyorum. (ANAP, RP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Şahsı adına, aleyhte, Sayın İsmail Coşar; buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar) İSMAİL COŞAR (Çankırı) – Sayın Başkan, cuma namazı vaktimize 15 dakika kaldı. Benim de konuşmam halinde, Yüce Meclis üyeleri cuma namazına gitmekten mahrum kalacaklar, yahut da hiç kimse kalmayacak. Nasıl olsa ara verilecektir; eğer, mümkünse, o aradan sonra konuşmama başlayayım. BAŞKAN – Hayır efendim, bu bütçeyi bitireceğiz. İSMAİL COŞAR (Çankırı) – Mümkün değilse, cuma namazına yetişmek için konuşmamdan vazgeçiyorum; ancak, bir istirhamım var. Sayın Devlet Bakanına yazılı olarak sormuş olduğum soruların okunmasını arz ediyorum. Teşekkür ediyorum. BAŞKAN – Konuşmuyorsunuz veya yerinizden konuşmuş kabul ediyoruz sizi. Sağ olun. Sayın milletvekilleri, beşinci turdaki görüşmeler tamamlanmıştır. Sorulara geçiyoruz: Sayın Hakan Tartan?.. Burada. Soruyu okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aracılığınızla aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Cemil Çiçek tarafından cevaplandırılmasını saygılarımla arz ve talep ederim. Hakan Tartan İzmir Soru: 1. Diyanet İşleri Başkanlığı, imam nikaâhının, resmî nikâh yerine geçmesi konusuna nasıl bakıyor? 2. Diyanet İşleri Başkanlığının denetimi dışında cami var mıdır? 3. Türk-İslam sentezci bazı vakıflar dışında, hoşgörü ve sevgiyi esas alan vakıf ve derneklere de yardım yapılıyor mu? BAŞKAN – Sayın İsmail Coşar?.. Burada. HAKAN TARTAN (İzmir) – Sayın Başkan, sorularımıza cevap verilecek mi acaba? BAŞKAN – 10 dakika, soruları okuyacağız, ondan sonra... Sayın İsmail Coşar'ın sorusunu okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Cemil Çiçek tarafından cevaplandırılmasına delaletlerinizi arz ederim. Saygılarımla. İsmail Coşar Çankırı Sorular: 1. Henüz birçok ilde vakıf öğrenci yurdu yok iken ve Ordu İlinde iki yurt mevcut olduğu halde ihtiyaç olmamasına rağmen, Ordu'nun üç ilçesine daha yurt yapılmasının sebebi nedir; bu yurtlar kaç liraya ve kimlere ihale edilmiştir? 2. Ankara İmam-Hatip Lisesi öğrenci yurdu yüzde kaç indirimle ihale edilmiştir; bu kadar düşük fiyatla verilmesinin sebebi nedir? 3. Uzun yıllardır vakıflarda hizmet veren çok iyi yetişmiş kalifiye, deneyimli, çalışkan ve dürüst üst yönetici elemanları (idare meclis üyeleri, genel müdür yardımcıları, teftiş kurulu başkanı, daire başkanları, şube müdürleri) hiçbir sebep ve gerekçe olmadan, sadece, devletten yana olmaları ve Vakıflar Genel Müdürlüğüne sahip çıkmaları sebebiyle mi bu görevlerden alındılar; yoksa, keyfî olarak mı? Bunların hepsi, mahkemelerden müteaddit defalar idare aleyhine karar aldıkları halde, bu kararlar neden uygulanmamıştır? 4. Görevden alınan üst yönecilerin yerine son dört yıl içinde atananların, maalesef, çoğunun sicilleri bozuk, yüz kızartıcı suçlardan teftiş görmüş, mahkemeye gitmiş oldukları halde, bunlar, nasıl ve neden önemli görevlere getirilmişlerdir? 5. Hiçbir sebep yok iken, görevden alınmış eski yöneticilerin, görevleri olmadığı halde, ne sebeple, Bitlis, Diyarbakır, Gaziantep, Erzurum, Trabzon illerinde ve bu illere bağlı yerlerde gereksiz yere görevlendirilerek devlete maddî zarar verilmesi ve bu personele eziyet edilmesindeki maksat ne idi acaba? 6. Anafartalar Caddesindeki Vakıf İşhanının girişinde bulunan ve Öğretmenler Bankasının başlattığı yere, Kuveyt Türk Evkaf Finans Kurumu Ankara Şubesi, aylık 100 milyon lira kira teklif ettiği halde, özel bir hükmî şahıs olan Pervak'a, bu yer, 5 milyon liraya aylık kira ile ihale yapılmadan nasıl verilmiştir; bu usulsüz işlemi yapanlar hakkında ne gibi işlemler yapılmıştır? 7. Vakıflar Genel Müdürlüğünün işlerinde, geçen yıllara nazaran bir artış olmamasına rağmen, son dört yıl içinde açıktan ve naklen 400 kadar yeni personel alınmasının sebebi ve hikmeti nedir; alınan bu kişiler, neden sadace Ordulu ve Şanlıurfalıdır? 8. Hiçbir devlet hizmeti yokken, imtihan yapılmadan, Sayın Ekrem Ceyhun'un yeğeni, Genel Müdür Yardımcısı Enver Çolakoğlu, Devlet Memurları Kanununa uymayan bir şekilde açıktan nasıl atanmıştır; yoksa, bu kişi, Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına tabi değil midir? 9. Vakıflar Eski Genel Müdürü ve Vakıflar Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Fadıl Ünver, Vakıflar Bankasından yılbaşı hediyesi olarak kaç yüz paket hediye yaptırmıştır; kimlere ne sıfatla bu hediyeler verilmiştir; Kamu kuruluşu, böyle, milyonlarca liralık hediye dağıtabilir mi? Genel Müdürün, şahsına ait sigaraları dahi Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Vakıflar Bankasına karşılattığı söylenmekteydi.. Bu iddialar doğru mudur? Bu konuda, Bakanlık Teftiş Kuruluna ulaşan şikâyetler üzerinde durulmuş mudur? 10. Fadıl Ünver'in bizzat kurduğu Fiyat Tespit Komisyonu tarafından, İstanbul Mecidiyeköy'deki bir arsaya 1 trilyon lira, ikinci arsaya 700 milyar lira değer biçildiği halde, 1995 yılı içinde, bu arsalardan birincisi, onda bir bedeli olan 100 milyar liraya, 700 milyar lira değer biçilen diğer arsada 37 milyar liraya satılmıştır.. Ayrıca, Üsküdar'daki bir arsaya da, Vakıflar Bankası 60 milyar lira teklif etttiği halde, bu arsa da, müşterisinin teklif ettiğinden daha aşağı bir fiyat olan 54 milyar liraya verilmek üzere mukavele yapılmış ve satış işlemi tamamlanmıştır. Vakıflar Genel Müdürlüğü neden böyle bir zarara kasıtlı olarak sokulmuştur; bu satış bedelleri tahsil edilmiş midir, bu usulsüz satışlar ve idareyi zarara sokan bu fiiller hakkında bir işlem yapılmış mıdır? 11. Bütün bunlardan sonra Vakıflar eski Genel Müdürü Fadıl Ünver, siyaset için istifa etmiş iken, eski görevine dönmek istiyor mu; dönerse, o teşkilatta, bu iddialara rağmen hizmet verebilir mi; otorite sağlayabilir mi? 12. Vakıf taşınmazlarını üçüncü şahıslara ve müteahhitlere, Devlet İhale Kanununa aykırı olarak işgal ettiren ve tahsis eden İstanbul Vakıflar Bölge Müdürü mezkûr şahıs hakkında tanzim olunan tezkerelerden kaç tanesi ilgili idare kuruluna sevkedilmiştir; sevk edilmemişse, neden sevk edilmemiştir? 13. Vakıf İnşaat ve Restorasyon A.Ş. Genel Müdürü ve 24 Aralık 1995 seçimlerinde DYP'den Kars İli milletvekili adayı olan Vehbi Koç'un, İstanbul Beyoğlu İlçesi Pürtelaşhasan Mahallesi Cihangir Sokak No:32'de kayıtlı vakıf taşınmazı işgal etmesi ve bilahara bu şahsın adına, Raşit Erenas adı kullanılarak, aylık 1,5 milyon TL bedel üzerinden, İhale Kanununa aykırı olarak tahsis işlemi yapılmasıyla ilgili herhangi bir soruşturma açılmış mıdır? Akabinde, adı geçen işgalciler hakkında idarece yasal bir işleme tevessül olunmuş mudur? 14. Devletin milyarlarca lira zarara sokulmasına sebebiyet verilen Ayvalık Zeytin İşletmeleri ve Taşdelen Vakıf Memba Suları İşletmesinin 1994-1995 yılları faaliyetleriyle ilgili olarak, yetkililer hakkında adlî ve idarî bir soruşturma açılmış mıdır? Açılmışsa, bu soruşturmaların sonucunda düzenlenen fezleke ve raporlar işleme konulmuş mudur? 15. Fenerbahçe Spor Kulübüne Vakıflar Genel Müdürlüğünce kaç bin metrekare arsa, hangi şartlarla ve kaç yıllığına tahsis edilmiştir? 16. Fadıl Ünver tarafından Vakıflar Genel Müdürlüğünün değişik birimlerine, Ünver soyadlı kaç tane akrabası atanmıştır? BAŞKAN – Sayın Mehmet Bedri İncetahtacı?.. Buradalar. Sorularını okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim. Mehmet Bedri İncetahtacı Gaziantep 1. Diyanet İşleri Başkanlığının özerkleştirilmesi konusunda yapılan herhangi bir çalışma var mıdır? 2. Din görevlilerine yeni kadroların ihdası söz konusu mudur? 3. Din görevlilerinin statüleri hakkında herhangi bir çalışma var mıdır? Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın cevaplandırılmasını saygılarımla arz ederim. Mehmet Bedri İncetahtacı Gaziantep 1. Her geçen gün boyutları büyüyen futbol terörü hakkında ne gibi tedbirlerin alınması düşünülmektedir? 2. Kamuoyunda, gerek Futbol Federasyonunun ve gerekse Futbol Merkez Hakem Komitesinin, İstanbul kulüplerini, Anadolu kulüpleri karşısında kayırdığına dair bir kanaat vardır. Bu durum, kulüplerin rekabetini engellemektedir. Bakanlığımızın bu konuda ne gibi bir düşünce ve tedbirleri vardır? 3. Amatör spor kulüplerinin durumlarının iyileştirilmesi konusunda yeni bir çalışma var mıdır? BAŞKAN – Sayın Hasan Dikici?.. Buradalar. Sorusunu okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın Devlet Bakanı Sayın Ersin Taranoğlu tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını, saygılarımla arz ederim. Hasan Dikici Kahramanmaraş 1. Kahramanmaraş Spor İl Müdürlüğü binası 1996 yatırım programında var mıdır; varsa, hangi tarihte bitirilecektir? 2. 12 Şubat Stadı tribün inşaatına ne zaman başlanacaktır? 3. Merkez ilçeye, gençlik merkezi ile yeni bir kapalı spor salonun yapımına hangi tarihte başlanacaktır? 4. Güreş Eğitim Merkezi, ihtiyacı karşılamaktan çok uzaktır. Yatak kapasitesinin artırılması ne zaman mümkün olacaktır? 5. 1996 Programında, Afşin, Elbistan, Göksun güreş eğitim merkezleri var mıdır; varsa, hangi tarihte bitirilecektir? BAŞKAN – Sorular için ayrılan süre dolmuştur. Sayın Bakanlar, soruları nasıl cevaplayacaksınız? DEVLET BAKANI CEMİL ÇİÇEK (Ankara) – Sayın Başkan, yazılı olarak cevap vereceğiz. BAŞKAN – Bu durumda, uygulamamız, sürenin bitimine kadar soruları okutmak; ama, 86 adet soru var. Benim görüşüm şu; dilerseniz soru sahiplerinin sadece isimlerini okuyayım: Sayın Mikail Korkmaz, 2 adet soru; Sayın Sıtkı Cengil, 4 adet soru; Sayın Hasan Dikici, Sayın Musa Demirci, 2 adet soru; Sayın Abdullah Örnek, Sayın Yakup Budak, 2 adet soru; Sayın Kâzım Arslan, 2 adet soru; Sayın Ramazan Yenidede, Sayın Boray Baycık 2 adet soru; Sayın Musa Uzunkaya, 3 adet soru; Sayın Yakup Hatipoğlu, Sayın İsmail Coşar, Sayın Mehmet Sıddık Altay 11 adet soru; Sayın Memduh Büyükkılıç 2 adet soru; Sayın Ertuğrul Yalçınbayır, 5 adet soru Sayın Naci Terzi, Sayın Osman Hazer birbiri ardına 3 soru; Sayın Mehmet Salih Katırcıoğlu, Sayın Mehmet Altan Karapaşaoğlu 2 adet soru; Sayın Abdulkadir Öncel, Sayın Remzi Çetin, 4 adet soru; Sayın Tevhit Karakaya 2 adet soru; Sayın Mustafa Yünlüoğlu, Sayın Ersönmez Yarbay 3 adet soru; Sayın Mustafa Kemal Ateş, Sayın Muhammet Polat, 2 adet soru; Sayın Bülent Arınç 2 adet soru; Sayın Aslan Polat, Sayın Fethullah Erbaş, Sayın Maliki Ejder Arvas, Sayın Mehmet Elkatmış 2 adet soru; Bülent Arınç, Sayın Cafer Turan Yazıcıoğlu, Sayın Mehmet Aykaç, 2 adet soru; Sayın Abdullah Gencer 3 adet soru; Sayın Hüseyin Kansu, Sayın Arif Ahmet Denizolgun, Sayın Mahmut Işık, 2 adet soru, Sayın Suat Pamukçu, Sayın Kemalettin Göktaş. MEHMET AYKAÇ (Çorum) – Yazılı cevap verilecek mi efendim? BAŞKAN – Efendim, sorulara ayrılan süre içerisinde, maalesef, bunları işleme koyamadık. Dilerseniz, ayrıca soru önergesi olarak, Bakanlara verebilirsiniz. Sayın milletvekilleri, sırasıyla, beşinci turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım. Vakıflar Genel Müdürlüğü bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: A) VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1. – Vakıflar Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Bütçesi A – CETVELİ Program Kodu A ç ı k l a m a Lira 101 Genel yönetim ve destek hizmetleri 539 561 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Program Kodu A ç ı k l a m a Lira 111 Vakıf işlemlerinin yürütülmesi 117 655 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 112 Sosyal yardım ve kültürel işlemler 1 389 779 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 900 Hizmet programlarına dağıtılamayan transferler 69 006 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. TOPLAM 2 116 001 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. (B) cetvelini okutuyorum : B – CETVELİ Gelir Türü A ç ı k l a m a Lira 2 Vergi dışı normal gelirler 1 299 999 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 3 Özel gelirler, Hazine yardımı ve devlet katkısı 816 002 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. TOPLAM 2 116 001 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü 1996 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Hayırlı olmasını temenni ederim. Şimdi, Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: B) DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI 2. – Diyanet İşleri Başkanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi A – CETVELİ Program Kodu A ç ı k l a m a Lira 101 Genel yönetim ve destek hizmetleri 3 274 399 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 111 Toplumun dinî konularda aydınlatılması ve ibadet yerlerinin yönetimi 17 617 601 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 900 Hizmet programlarına dağıtılamayan transferler 73 000 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. TOPLAM 20 965 000 000 000 BAŞKAN - Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı 1996 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Hayırlı olmasını diliyorum. Şimdi, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: C) GENÇLİK VE SPOR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1. – Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Bütçesi A – CETVELİ Program Kodu A ç ı k l a m a Lira 101 Genel yönetim ve destek hizmetleri 2 401 200 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 111 Türk sporunun idamesi ve geliştirilmesi hizmetleri 2 026 100 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 900 Hizmet programlarına dağıtılamayan transferler 27 100 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. TOPLAM 4 454 400 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. (B) cetvelini okutuyorum : B – CETVELİ Gelir Türü A ç ı k l a m a Lira 2 Vergi dışı normal gelirler 152 015 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 3 Özel gelirler, Hazine yardımı ve devlet katkısı 4 302 385 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. TOPLAM 4 454 400 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü 1996 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Ülkemiz ve ulusumuz için hayırlı olmasını diliyorum. Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: D) DEVLET METEOROLOJİ İŞLERİ GENEL MÜDÜRLÜĞÜ 1. – Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Bütçesi A – CETVELİ Program Kodu A ç ı k l a m a Lira 101 Genel yönetim ve destek hizmetleri 425 185 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 111 Türk sporunun idamesi ve geliştirilmesi hizmetleri 1 080 015 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 900 Hizmet programlarına dağıtılamayan transferler 210 000 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. TOPLAM 1 715 200 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü 1996 malî Yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Ülkemiz ve ulusumuz için hayırlı olmasını diliyorum. (Alkışlar) Saat 14.00'te toplanmak üzere, birleşime ara veriyorum. Kapanma Saati:12.53 İKİNCİ OTURUM Açılma Saati : 14.00 BAŞKAN : Başkanvekili H. Uluç GÜRKAN KÂTİP ÜYELER : Salih KAPUSUZ (Kayseri), M. Fatih ATAY (Aydın) BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 40 ıncı Birleşiminin İkinci Oturumunu açıyorum. III. — KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 1. — 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları (1/285, 286) (S. Sayıları : 1, 2) (Devam) E) ADALET BAKANLIĞI 1. — Adalet Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi F) YARGITAY BAŞKANLIĞI 1. — Yargıtay Başkanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi G) ÇEVRE BAKANLIĞI 1. — Çevre Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi BAŞKAN – Altıncı tur görüşmelere başlıyoruz. Komisyon?.. Buradalar. Hükümet?.. Buradalar. Altıncı turda, Adalet Bakanlığı, Yargıtay Başkanlığı ve Çevre Bakanlığı bütçeleri yer almaktadır. Altıncı turda, grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum: Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Ali Şahin, Ankara Milletvekili Sayın Yılmaz Ateş. Demokratik Sol Parti Grubu adına, Hatay Milletvekili Sayın Ali Günay, Karabük Milletvekili Sayın Erol Karan. Refah Partisi Grubu adına, Trabzon Milletvekili Sayın Şeref Malkoç, Kocaeli Milletvekili Sayın Osman Pepe. Anavatan Partisi Grubu adına, İzmir Milletvekili Sayın Metin Öney, Kırşehir Milletvekili Sayın Mehmet Ali Altın. Doğru Yol Partisi Grubu adına, Adana Milletvekili Sayın Cevher Cevheri, Çanakkale Milletvekili Sayın Hamdi Üçpınarlar. Şahısları adına; lehinde, Adana Milletvekili Sayın Orhan Kavuncu; aleyhinde -sırasıyla okuyorum- Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Ahmet Dökülmez, İzmir Milletvekili Sayın Sabri Ergül, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Mustafa Kamalak, Bursa Milletvekili Sayın Ertuğrul Yalçınbayır, Hatay Milletvekili Sayın Atila Sav. Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, ilk konuşma için, Sayın Ali Şahin. (CHP sıralarından alkışlar) Sayın Şahin, sürenizi eşit mi paylaşacaksınız ? ALİ ŞAHİN (Kahramanmaraş) – Ben, süremi bir iki dakika geçeceğim; arkadaşımın haberi var. BAŞKAN – Buyurun Sayın Şahin. CHP GRUBU ADINA ALİ ŞAHİN (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Adalet Bakanlığı ve Yargıtay bütçesi hakkında görüşlerimizi bildirmek için söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle, Yüce Meclise saygılar sunarım. Devletimizin yeni oluşumu sırasında, hukuksal düzenlemeye özel bir önem verilmiştir; çünkü, hukuk sistemi, niteliği ve niceliği itibariyle, bir devletin, bir rejimin karakterini; yargılama düzeni de, o devletin sosyal ve toplumsal yapısını belirler; bu nedenle, devlet ve rejimle doğrudan ilişkilidir. Cumhuriyet hükümeti, bu konuda, yetmiş küsur yıl önce Batı’ya yönelerek, çağdaş hukuk ve onun gerektirdiği yargı sistemini ve düzenini seçmiştir. Bu doğru tercih, aslında, sonraki aşamalarda ve uygulamalarda, yargının yapılanmasıyla ilgili bütün sorunları çözmek anlamına gelmemektedir. Nitekim, cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar, yargının yapısı, işleyişi, yargı bağımsızlığı, yargı üzerindeki idarî ve siyasî baskılar konusu, hep konuşulmuştur, konuşulmaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; adalet duygusu, insanların insanca yaşaması, toplum içerisinde huzur, güven ortamında bulunması, devletine ve milletine sahip çıkması için yüce ve manevî bir olgudur. Adalet denince akla, hak, hukuk, tek kelimeyle devlet gelir. Adaletin güvencesi, hukukun üstünlüğü, hâkim ve savcı teminatıdır. Eğer bir hukuk devletinde hâkim ve savcı teminatı yoksa, yargı bağımsız değilse, o ülkede haksızlığa ve zulme uğramış kişilerin başvuracakları yer adaletin kapısı değil, ihkak yolu veya mafya kapısıdır. Eğer, bir ülkede yargı bağımsızlığı, savcı, hâkim ve savunma teminatı yoksa, bu haklar kısıtlıysa, hırsızlıkları, rüşvetçiliği, köşe dönücülüğünü önlemeniz mümkün değildir. Keza, yargı, bağımsız, güçlü, adil ve süratli değilse, yargısız infazları, toplum içerisinde karışıklığı, adalete olan güvensizliği asla önleyemezsiniz. Ülkemizde yargının sorunları, hiçbir dönemde, bir bütün olarak makro düzeyde ele alınmamış; kısa, orta ve uzun vadeli çözümler planlanmamış ve programlanmamıştır. Bu nedenle, kurumlar ve kurallar eskimiş, yapı hantallaşmış ve gereksinmelere yanıt vermede güçlük çeker hale gelmiştir. 65 milyona varan nüfus ve bunun sonucu yıldan yıla çığ gibi artan sorunlar karşısında, gerek mahkemenin nitelik ve niceliği ve gerekse hâkim, savcı ve yardımcı personel gereksinmeleri yönünden acil ve objektif çözümlere gidilmemiş, mevcut düzeni koruma anlayışı, yönetimlere egemen olmuştur. Adalette gecikme, hak almada güçlük, infazda zorluk, ekonomide yük, yargıya güveni azaltmış; yargı, âdeta zenginlerin ve güçlülerin başvuracağı, hak alacağı bir kurum görünümüne gelmiştir. Sayın Başkan değerli milletvekilleri; Anayasamızın 141 inci maddesi, ayrıca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5 ve 6 ncı maddeleri, yargının makul sürede neticeye ulaşmasını öngörmüştür. Amerika Barolar Birliği, ceza davalarının yüzde 90’ının işlem ve bitirme sürecini, tutuklamadan itibaren 120 gün olarak saptamıştır. Ülkemizde ise, yıllardır eleştirilmesine rağmen değiştirilemeyen ceza ve hukuk usul yasaları, işlemleri gereksiz yere uzattığından, davaların, 120 günde değil 1 200 günde dahi bitirilmesi mümkün olmamaktadır. Bütün bunlarla, Türk adaletini, hâkimini ve savcısını eleştirmek istemiyorum; sistemin bozukluğundan bahsediyorum; adaletin yürümesi için gerekli ortamı hazırlamayanları eleştiriyorum. Büyük bir gayretle çalışan, 50-100 dosyayla duruşmalara çıkan, gece evinde, gündüz adalet dairesinde davalarla uğraşan hâkim ve savcılarımızı, buradan, yürekten kutluyor, saygılar sunuyorum. Türkiye’de, bütün eleştirilere, siyasetin ve idarenin müdahalesine rağmen ayakta dimdik duran müesseselerimizin başında yargı gelir. Anayasamızın, 138 ve 139 uncu maddeleri, mahkeme ve yargıç bağımsızlığından, hâkim ve savcı teminatından bahseder; fakat, uygulamada, bu bağımsızlık ve teminatı görmek mümkün değildir. Anayasamız, yasama, yürütme ve yargıyı birbirinde ayırmıştır. Bunların birbirine müdahalesi, hukuk düzeninde kopukluk, toplumda sorun yaratır. Anayasamızda olmasına rağmen, uygulamada, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunu tam bağımsız saymak mümkün değildir. 1961 Anayasasıyla oluşturulan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu 1982’de değiştirilmiş; hâkim, savcı ve yargının teminatı olan bu müessese, idarî bakımdan yürütmenin içinde olan ve siyasî kadrodan gelen Adalet Bakanının ve atadığı müsteşarın içinde bulunduğu bir kurulun inisiyatifine verilmiştir. Adalet Bakanı, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun başkanı, müsteşarı üyesi, personel genel müdürü de sekreteridir. Diğer üyelerden üçü Yargıtaydan, ikisi Danıştayın teklifi üzerine Cumhurbaşkanınca seçilir. Bu, son derece yanlıştır; ülkenin her köşesinde görev yapan, adalet dağıtan kürsü hâkimlerinin ve savcılarının, kendilerini idare edecek kurulun oluşumuna katılmaması, son derece sakıncalı ve yanlıştır. Yargıda hiyerarşi yoktur. Bu nedenle, Anayasanın ilgili maddesi değiştirilmeli ve hâkimler ve savcılar, kendilerini idare edecek kadroyu, kendi aralarından, siyasî görüşle değil, tam bir tarafsızlık içinde, bilgi, görgü ve çalışma kapasitesine göre seçmeli; hâkimliğe alma, hâkim ve savcıların tayin, terfi, özlük işleri, tahkikat ve denetimi bu kurula bırakılmalıdır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; her iktidar değişikliği ve bakan değişikliklerinde, sübjektif ölçülerle, birtakım suçlamalarla, alelacele, yıllardır kamu görevi yapan müsteşarı, genel müdürleri ve bürokrat kadroyu değiştirirseniz, bunlara haksızlık yapmış olursunuz. Fakat, Türkiye bir hukuk devletidir; noksanları da olsa, hukukun içerisinde, hakkın isteneceği merciler vardır. Bu nedenle, idarenin tasarruflarına karşı idarî yargının vereceği karar, kamu görevlilerinin en büyük teminatıdır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; buradan, Danıştay ve idarî mahkemelerden verilen hak ve hukuku korumaya yönelik kararları ve bu kararları verenleri kutluyorum. Öğrendiğimize göre, Adalet Bakanlığı Müsteşarı ve bazı genel müdürlerle ilgili atamalar için, Danıştayımızın yürütmeyi durdurma kararı verdiği saptanmıştır. Bu kararın acilen uygulanması, Sayın Adalet Bakanının, hukukun üstünlüğüne ve yargıya olan saygısını gösterecektir. Sayın Adalet Bakanının bu uygulaması, diğer bakanlıklar için de örnek teşkil edecektir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; günümüz koşulları ve gereksinimleri değişmesine ve gelişmesine karşın, adalet mekanizması yeni olanaklar ve çözümlerle desteklenmemiştir. Adlî ve idarî yargıda, toplam 8 bin civarında hâkim ve savcı kadrosu bulunmaktadır. Bu kadrolarda, ancak, toplam 5 500 hâkim ve savcı fiilen görev yapmakta, kadronun yüzde 55’i dolu, yüzde 45’i noksan olarak yürümektedir. Bu ise davaları uzatmakta, hâkim ve savcıların verimini düşürmekte, hâkimlerin inceleme ve araştırma imkânlarını yok etmektedir. Adliyenin yardımcı sınıfı olarak anılan yazı işleri müdürleri, kâtipler, mübaşirler ve hizmetliler, adaletin bir düzen içerisinde gelişmesine, hâkim ve savcıların en doğru kararları vermesine katkıları olan saygıdeğer kişilerdir. Eldeki istatistikî bilgilere göre, tüm mahkeme ve icra dairelerinin iş sayısı 10 milyonun üzerindedir. Bu işi götürebilmek için 40 bin zabıt kâtibine ihtiyaç vardır; halbuki, bu iş, 10 bin kâtip tarafından yapılmaktadır; bunları kutlamak gerekir. Kutlamak yetmez; ekonomik ve sosyal bakımdan bunlara sahip çıkmak, hâkimine, savcısına, kâtibine, mübaşirine, hizmetlesine, günün koşullarına göre her türlü ekonomik hak ve sosyal imkânları yaratmak gerekir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Türkiye’deki tüm mahkemelerin temyiz edilen kararları Yargıtaydan geçmektedir. Yargıtayımızda, bu görevi, 10’u ceza, 20’si hukuk dairesi olmak üzere, toplam 30 daire, büyük bir özveriyle çalışarak yürütmektedir. İş durumuna göre, Yargıtayımızın da, ceza, hukuk ve icra dairesi bakımından, mahkeme sayıları bakımından artırılması, yeni hâkim kadrolarıyla desteklenmesinde yarar vardır. Memnuniyetle görüyor ve izliyoruz ki, Yargıtaya gelen işler, bazı dairelerimizde, bir iki ay içerisinde karara bağlanarak mahalline gönderilmektedir. Kadro ve teknik imkânlar verildiğinde, Yargıtayımızın en adil ve seri kararları vereceğine bütün kalbimizle inanıyoruz. Avrupa Konseyinin bir üyesi olan ülkemiz, insan haklarına gereken önemi vermiş olup; Anayasamızın 17 nci maddesindeki “kimseye eziyet ve işkence yapılamaz, kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz” hükmü karşısında, hürriyetten mahrum bırakılan insanların dahi cezaevlerinde insanca yaşama hakkı vardır. Ülkemizde yeni bir infaz sisteminin benimsenmesi ortaya çıkmıştır. Bu konuda Türkiye Büyük Millet Meclisine daha önce sunulmuş bulunan infaz kanunu tasarısının acilen geçirilmesinde yarar görüyoruz. Adliye binalarının çoğu kiralık yerler olup, adalete yakışacak nitelik ve yapıda değildir. İçindeki döşeme, hâkimlik mesleğine uygun olmayan görünümdedir. Bu nedenle, yeni adlî binaların, yapılmasında, kiralanacak binaların masraftan kaçmadan, uygun nitelikte olmasında, gerekli döşeme ve demirbaşla donatılmasında yarar vardır. Hâkim ve savcı, giyimiyle, kuşamıyla ve davranışıyla topluma örnek olmalıdır; bu imkân yaratılmalıdır. BAŞKAN – Sayın Şahin, son 2 dakikanız. ALİ ŞAHİN (Devamla) – Adaletin geçikmesinde en büyük neden, yetmiş yıl önce çıkarılan kanunların bugüne kadar değiştirilmemiş olmasıdır. Bu konuda, geçmişte, Adalet Bakanlığımız tarafından 13 yasa teklifi hazırlanmış, bunlar, hükümetten ve ilgili komisyonlardan geçmiş ve Meclisin gündemine girmiştir. Bunların acilen tetkik edilmesi, karara bağlanması ve Meclisten geçirilmesinde yarar vardır. Adaletin gecikmesindeki en büyük nedenlerden birisi de ödeneklerdir. Bu yılki bütçede Adalet Bakanlığına 29 trilyon 848 milyar, Yargıtay’a 611 milyar 500 milyon ödenek ayrılmıştır. Bu, son derece yetersizdir, birçok genel müdürlüğün bütçesinin yarısından daha azdır. Kaldı ki, Maliye Bakanlığı, ayrılan ödenekleri dahi zamanında serbest bırakmamak suretiyle harcama yaptırmamak gayreti içindedir; mahallî savcılara suçüstü tahsisatından ödenek vermediği için keşifler yapılamamaktadır. Cumhuriyet Savcılığının, kasaba, bakkala, fırıncıya borcu bulunmaktadır, yakıt parası bulamamaktadır. Kendi ilim Kahramanmaraş’ta da bunu her gün yaşıyor ve görüyorum. Kaldı ki, Adalet Bakanlığı bütçeye yük değildir. Hukuk davalarının masrafı taraflardan, ceza davalarının masrafı sanıklardan alınıyor. Ayrıca, vatandaş çok büyük harç ödüyor. Kaldı ki, şimdi, dosya, vesair, tüm basılı kâğıtların masrafı taraflardan alınıyor. Ayrıca, ceza mahkemelerince verilen tüm para cezaları genel bütçeye aktarılıyor. Bu nedenle, yargının özelliği de göz önüne alınarak, her türlü ödeneğin zamanında ulaştırılmasında yarar vardır. Sonuç olarak, adaletin doğumunda yargının ve hâkimlerin en büyük yardımcısı olan savunmanın, yani avukatlarımızın yaptıkları kamu görevi nazara alınarak, bunlarla ilgili yasaların acilen çıkarılarak, bunların ekonomik ve sosyal güvenceye kavuşturulmasında yarar görüyoruz. Meclisimizin, mahkemelerin kapılarında bekleyen milyonlarca yurttaşımızın sorununa çözüm bulunmasını, Adalet Bakanlığı ve bağımsız yargıda binbir zorlukla görev yapan değerli hâkim ve savcılarımızın, yardımcı personelimizin ekonomik ve sosyal haklarına sahip çıkılmasını istiyoruz... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Şahin, lütfen toparlayınız... ALİ ŞAHİN (Devamla) – “Adalet mülkün temelidir” ilkesine ve bunu uygulayanlara sahip çıkmanın hepimizin görevi olduğunu ifade ederken, Adalet Bakanlığı bütçesinin ülkemize, milletimize, adalet mensuplarına ve adalet bekleyen, adalet kapısında hak, hukuk bekleyen insanlarımıza hayırlı uğurlu olmasını diliyor; hepinize saygılar sunuyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Şahin. Cumhuriyet Halk Partisi Grubunun ikinci sözcüsü, Sayın Yılmaz Ateş; buyurun. (CHP sıralarından alkışlar) Süreniz 8 dakikadır Sayın Ateş. CHP GRUBU ADINA YILMAZ ATEŞ (Ankara) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi şahsım ve Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Sayın milletvekilleri, en temel hak olarak kabul edilen yaşama hakkı kadar, son yıllarda öne çıkan bir başka temel hak da çevre hakkıdır. Sağlıklı bir çevre oluşturmadan, yaşamın olamayacağı bilinci, kitlelerin hızla ortak bir tutkusuna dönüşmektedir. İnsanlarımız, yaşamak istedikleri, çocuklarına bırakmak istedikleri dünyanın, koydukları katkı oranında gerçekleşeceği doğrultusunda hızla bilinçlenmektedirler. O nedenle, üretirken kirletmemek; kalkınmayı, ekonomik, sosyal, kültürel ve çevresel bütünlük içinde ele almak durumundayız. Aksi takdirde, kalkınıyoruz diye, ülkemiz, yaşanmaz hale gelecektir. Çevreye önem verilmeden daha hızlı kalkınma sağlanır düşüncesi, Türkiye’nin kabul edeceği bir düşünce, bir politika olmamalıdır. Enerjiyi bulabiliriz, makineyi bulabiliriz, teçhizatı bulabiliriz; ama, bir Gökova’yı, bir Akkuyu’yu, ne ithal etme olanağımız ne de yeniden yaratma olanağımız olur. Sayın milletvekilleri, 26 Nisan Çernobil faciasının yıldönümüdür. O nedenle, -bütün insanlığı yakından ilgilendiren bu olayın, Türkiye’deki etkilerini de hepimiz birlikte yaşadık-çevreyi, doğayı tahrip edecek böyle bir yatırımı, böyle bir enerji politikasını Türkiye tercih etmemelidir. Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından da zaman zaman sözü edilen ve işletmeye açılmayacağı doğrultusunda söz verilen Gökova Termik Santralının mutlaka devreden çıkarılmasını bekliyoruz. Su kaynaklarımızı, denizlerimizi, akarsularımızı, bitki örtülerimizi, kuş türlerimizi, hayvan türlerimizi korumak durumundayız. Kentleşmeyi, çevre düşmanı olmaktan kurtarmak durumundayız. Sevgili milletvekilleri, istediğimiz çevrede, beklediğimiz çevrede yaşamanın olanağını, önce mahallemizde, sokağımızda ve kentimizde yürütmek durumundayız. Son yıllarda, Ankaramızda, maalesef, üzülerek belirtmek gerekirse, hava kirliliği yeniden hortladı. Ankara’daki çevre kirliliği, yalnız hava kirliliğiyle değil, 1989 döneminde başlatılan ulaşımı kolaylaştırıcı projelerin -her nedendir bilemiyoruz- bekletilmesi, devreye sokulmaması da, Ankaralılar için, Ankara’yı yaşanmaz hale getirmektedir. Son yıllarda, çok önceden bitmesi gereken Mamak- Çankaya viyadüğü, Ankaray, Ankara metrosu, maalesef, halen beklemekte ve beklediği kadar da, Ankaralıları, çevre ve sağlık koşullarından ötürü rahatsız etmektedir. Sayın milletvekilleri, Ankara’nın en temel sorunlardan biri de, hepimizi rahatsız eden çöp sorunudur. Ankara’da, her gün, 40 bin ton çöp, şehrin bir ucundan gidip gidip gelmekte; bu 40 bin ton çöp, her gün, Ankara’da, mikrop saçmaktadır. Oysa, başlatılan bu çöp projesi, eğer, süresinde tamamlanmış olsaydı, Ankaralılar böylesine bir havayı solumamış olacaklardı. Sayın milletvekilleri, bir diğer konu da şudur: Hemen Ankara’nın burnunun dibinde olan Mogan ve Eymir Göllerimiz var. Bu göllerimiz, hastaneye gelmiş, ama, doktorların müdahalesini bekleyen bir konumda beklemektedir. Korkuyorum ki, bu müdahalesizlikten, hangi doktorun yetki alanına gireceği tespiti yapılana kadar can verme noktasına geleceklerdir. Bir yetki kargaşasıdır almış başını gidiyor. Önümüzdeki dönem, sanırım, bu yetki sorununa bir çözüm bulunması gerekir. Sayın milletvekilleri, Çevre Bakanlığımız çok genç bir bakanlıktır. Bu nedenle, Sayın Bakanımıza çok kısaca bir iki önerimi yaptıktan sonra, Sayın Başkanın da uyarısını almadan kürsüden inmek istiyorum. Çevreyi, Çevre Bakanlığının sorunu olmaktan kurtarıp, bütün vatandaşlarımızın sorunu olmaya dönüştürmeliyiz. Eğitime önemli bir katkı koymak durumundayız. Çevre eğitimini geliştirmemiz gerekir. Doğayı korumayı, yöre insanı için bir gelir alanı olmaya dönüştürmek durumundayız. Yöre halkını, doğa ve kültürel zenginliklerimiz hakkında rehber ya da kılavuz haline getirmek durumundayız. Çevre Bakanlığı, yatırımcı bir bakanlık değil, ilkeleri belirleyen, denetleyen, organize eden bir işleve kavuşturulmalıdır. Yerel yönetimlere yapılan yardımlardaki ölçü siyasî olmaktan çıkarılıp, çevrenin kendi konumu içerisindeki bir statüde oluşturulmalıdır. Erozyona karşı bitki ve ağaçlandırmayı teşvik etmeliyiz, özendirmeliyiz. Amerika’da 30 milyon insanın gönüllü kuruluşlara üye olduğunu dikkate aldığımızda, Sayın Bakanımızın, mutlaka, gönüllü kuruluşları teşvik edici yeni programlar, yeni projeler ortaya koymasını bekliyoruz. Sayın Bakanımızın lüks otel lobilerinde gösterdiği kongre kazanma başarısını, çevre bilinci yaymasında da göstermesini bekliyoruz. Hepinizi, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, sevgi ve saygıyla tekrar selamlıyorum. (CHP, DYP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Ateş. Demokratik Sol Parti Grubu adına, ilk konuşmacı, Sayın Ali Günay; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar) Sayın Günay, süreyi eşit mi paylaşacaksınız? ALİ GÜNAY (Hatay) – Eşit olarak paylaşacağız. BAŞKAN – Buyurun. DSP GRUBU ADINA ALİ GÜNAY (Hatay) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; görüşülmekte olan Adalet Bakanlığı ve Yargıtay bütçeleri üzerinde, Demokratik Sol Partinin görüşlerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlamadan önce, sizleri, Demokratik Sol Parti Grubu adına saygıyla selamlıyorum. Demokratik Sol Parti, güncel bir sorun olarak sürekli tartışılagelen yargı bağımsızlığı ve hâkim teminatı üzerindeki tartışmaların sona erdirilmesi için gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasını ve adaletin, hızlı, adil ve doğru işlemesi için gerekli önlemlerin alınarak, bu husustaki eksikliklerin giderilmesini gerekli görmektedir. Yargı yetkisi, Türk Milleti adına, bağımsız mahkemelerce kullanılmaktadır. Bu mahkemelerden biri olan Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adlî yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme yeridir. Vatandaşlarımızın haklarını aramak için başvurabilecekleri en son kapı olan Yargıtaya gerekli önemin verilmesi, her türlü kuşkudan uzak bir yapıya kavuşturulması gerekir. Yargıtay üyelerini seçen Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu başkanının Adalet Bakanı olması ve Adelet Bakanı müsteşarının da Kurulun tabiî üyesi olması, kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırılık teşkil etmektedir. Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olup, hukuk devletinin teminatını,kuvvetler ayrılığı prensibi oluşturmaktadır. Yasama, yürütme ve yargı olarak belirlenen bu kuvvetlerden hiçbiri, diğerinin gücünü paylaşmaz. Aksi halde, Anayasanın, aralarında aradığı denge bozulmuş olur. Kuvvetler ayrılığı ilkesinin benimsendiği ülkemizde, mahkemelerin ve hâkimlerin bağımsızlığı ve hâkimlerin özlük hakları konusunda karar vermeye yetkili olarak oluşturulan ve Yargıtay üyelerini de seçen Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun Adalet Bakanının başkanlığında olması, bir çelişkidir. Bu Kurul, hâkim ve savcıların özlük hakları konusunda karar vermekte ve Kurul kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamamaktadır. Hâkim ve savcıların atanması ve özlük işlerinde yetkili tek kurul olan mevcut Yüksek Kurulun kararlarının yargı denetimi dışında bırakılmasıyla, bir bakıma, hâkim teminatı ve yargı bağımsızlığı ciddî biçimde yara almış olmaktadır. Yargı bağımsızlığı, Anayasanın 9 uncu, 138 inci ve 139 uncu maddelerinde, hiçbir duraksamaya neden olmayacak bir biçimde yer almıştır; ne var ki, güncel bir sorun olarak, sürekli tartışılmaktadır. Adalet Bakanının, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun Başkanı olması, Yüksek Kurulun bağımsız bir idarî yapıya, sekreteryaya sahip olmaması, Kurul işlerinin doğrudan doğruya Adalet Bakanlığına bağlı idarî birimlere gördürülmesi, Yüksek Kurulun bağımsızlığını etkilemektedir. Yargıçların idarî görevleri yönünden Adalet Bakanlığına bağlı olması; Adalet Bakanının yargıçlar üzerinde gözetim hakkına sahip olması; yargıçlar hakkında her türlü soruşturmanın Adalet Bakanlığının iznine tabi olması ve soruşturmanın, Bakanın atadığı müffettişler eliyle yapılması; yükselme, yer ve görev değiştirme, Yüksek Mahkeme üyeliğine seçilme kaygısı, yargıçları memurlaştıran etkenler olmaktadır. Günümüzde, devletten beklenen ve en önemli görevlerden birisi, adalet hizmetlerinin çağdaş hukuk devletine yakışır bir şekilde yerine getirilmesidir. Devletin üç temel organından biri olan yargının görevi, etkin, doğru ve güvenli yargılama yapmaktır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün, memleketimizde, yargı hizmeti, süratli ve etkin biçimde sürdürülememektedir. Yeterli sayıda mahkeme kurulamadığından ve kadro eksikliğinden dolayı, bugün için, mahkemelerimiz aşırı bir iş yükü altında boğulmuş durumdadırlar. Çoğu kere, geciken adalet, adalet olmaktan çıkmakta, bu yüzden de insanlar, yargı sistemine başvurma yerine diğer yollara başvurmaktadır. Hâkim, savcı, mahkeme sayıları günün gereksinimlerini karşılamaktan uzak kaldığı gibi; yargıda, personel eksikliği ve araç-gereç ihtiyacı vardır. Yargının, fizikî çalışma yeri sorunları da vardır. Birkaç tane adalet sarayımız hariç, diğer adalet binaları, hizmete elverişli ve mesleğin onuruna yakışır olmaktan uzaktır. Bugün, memleketimizde, cezaevlerinde de sorunlar, sıkıntılar vardır. Bir yandan, cezaevlerinin belli grupların eğitim alanı haline gelmesini, diğer yandan da, tutukluların ve hükümlülerin cezaevlerinde kendilerini tutsak olarak görmelerini, cezaevlerini yönetenlerin ve gardiyanların, tutukluları ve hükümlüleri insanlık dışı muamelelere tabi tutmalarını önleyici tedbirlerin alınması ve cezaevlerinin gerekli olan bütün ihtiyaçlarının karşılanması gerekir. Bugün yaşanan sıkıntıların nedeni, bugüne kadar adalet hizmetlerine gereken önemin verilmemesi ve Adalet Bakanlığı bütçesinin, geçmiş yıllara göre, genel bütçe içerisindeki payının sürekli azalmasındandır. Yargının sorunlarının çözülmesi için, ödeneklerde kısıntıya gidilmemesi; yargının, araç-gereç, bina ihtiyaçları ile hâkim, savcı ve personel eksikliklerinin acilen giderilmesi; yargının bağımsızlığının ve hâkim teminatının sağlanması; adalet mensuplarının özlük haklarının iyileştirilmesi; adlî kolluğun kurulması; adlî tıbba gerekli önemin verilmesi; cezaevlerinin iyileştirilmesi ve bilgisayara geçilmesi konusunda çalışmalar yapılması gerekir. Türkiye’de, adlî yargının üç kademeli yapılması ve istinaf mahkemelerinin kurularak Yargıtayın iş yükünün azaltılması konusunda zaman zaman fikir beyan edenler olmaktadır. Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planında da, istinaf mahkemelerinin kurulması gerektiği belirtilmiştir; ancak, şimdiye kadar, istinaf mahkemeleri hakkında Yargıtaya mal edilebilecek bir görüş mevcut değildir. Yargıtayın, bugün için, iş yükü fazladır; ancak, eski yıllarda olduğu gibi bir iş birikimi kalmamıştır. Yargıtayın bünyesinde bilgisayar ağı kurmak ve hukuk daireleriyle ceza dairelerinin sayısını artırmak suretiyle, iş birikimi ortadan kaldırılmıştır. Bununla birlikte, Yargıtayın, iş yükünün azaltılması ve tam bir içtihat mahkemesi durumuna gelebilmesi için, istinaf mahkemelerinin bir an önce kurulması yararlı olacaktır. Adalet Bakanlığı bütçesinin Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmesi sonrasında, Sayın Adalet Bakanı, yaptığı konuşmada, yargının sorunlarının çözümü hususunda olumlu yaklaşımda bulunmuş ve “Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun tam bağımsızlığının sağlanması, burada, seçilmişler dışında görev yapan Adalet Bakanı ve Müsteşarının Kurul haricinde olması, yargıda görev yapan değerli yargı mensuplarımızın, arzu edilen ölçüler içerisinde tam bağımsızlığa kavuşmasını sağlama gayreti içinde olacağını” ifade etmiştir. Sayın Adalet Bakanının, mahkemelerin bağımsızlığına ve hâkim teminatına yürekten inandığını göstermesi için, önünde kaçırılmaması gereken bir fırsat durmaktadır. BAŞKAN – Sayın Günay, son 2 dakikanız. ALİ GÜNAY (Devamla) – Peki efendim. Adalet Bakanının, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna katılması zorunlu bir durum değildir. Bakanın katılmaması halinde, Yargıtay veya Danıştaydan seçilen kıdemli üye ile Yüksek Kurul toplanabilmektedir. Bu olanak ve mahkemelerin bağımsızlığı, hâkim teminatının taşıdığı büyük önem ve Yüksek Kurulda yapılacak değişikliğin zaman alacağı dikkate alınarak, Sayın Adalet Bakanının, törensel toplantılar dışında, Kurula katılmamasını, bu hususta bir gelenek oluşturmasını, Anayasal bir zorunluluk olan, yargı kararlarına uyulması hususunda gerekli titizliği göstermesini diliyor, hepinize saygılar sunuyorum. (DSP, CHP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Günay. Demokratik Sol Parti Grubu adına, ikinci sözcü, Sayın Erol Karan; buyurun. Sayın Karan, 11 dakika süreniz var. DSP GRUBU ADINA EROL KARAN (Karabük) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çevre Bakanlığı bütçesi üzerindeki görüşlerimizi sunmak amacıyla, Demokratik Sol Parti adına söz almış bulunuyorum; şahsım ve partim adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Hızla artan dünya nüfusu, plansız sanayileşme ve çarpık kentleşme, nükleer denemeler, bölgesel savaşlar, verimi artırmak amamcıyla kullanılan tarım ilaçları, yapay gübreler ve deterjan gibi kimyasal maddeler, giderek çevreyi kirletmeye başlamış, bunun sonucu olarak, büyük oranda kirlenen hava, su ve toprak, canlılar için zararlı olabilecek boyutlara ulaşmıştır. Bilindiği gibi çevre, insan ve başka bir canlının yaşamı boyunca ilişkilerini sürdürdüğü dış ortamdır. Doğada canlıların kendi aralarındaki ve fiziksel çevreleriyle olan ilişkileri, canlıların sağlıklı gelişmesine imkân veriyorsa, doğal denge sağlanmış demektir; aksine bir durum ise, bu dengenin bozulduğunu gösterir. Özellikle 20 nci Yüzyılda, doğal dengeyi süratle bozarak, çevre sorunları yaratan insan, bu sorunların kendisine dönmesi ve sağlığını olumsuz yönde etkilemesi üzerine, çevre bilincine varabilmiştir. Doğa dengesinin ve çevrenin korunması, ülkemizin ve insanlığın geleceğinin korunmasıyla eşanlamlıdır; ancak, var olan yasal ve kurumsal düzenlemeler, istenenin ve beklenenin çok gerisindedir. Bunun için kısa, orta ve uzun vadeli bir ulusal çevre planı yapılarak, çevre sorunlarının ortaya çıkmadan engellenmesi sağlanmalıdır. Yine ülke genelinde, erozyon, çarpık kentleşme ve buna bağlı altyapı sorunları yoğun olarak görülmekte, özellikle batı bölgelerimizde, sanayileşmeden kaynaklanan çevre kirlenmesi yaşanmaktadır. Yine ülkemizin büyük bir bölümünde, bitki örtüsü ve ormanlar hızla azalmaktadır. Yapılan araştırmalar, böyle gittiği takdirde, ülkemizin elli yıl içinde çölleşeceği gerçeğini vurgulamaktadır. Büyük kentlerimizdeki hava kirliliğinin önlenebilmesi için, doğalgazla ısınma yanında, semtler halinde toplu ısınma ünitelerinin kurulması özendirilmeli ve desteklenmelidir. Bu yöntemle, bir yandan enerji savurganlığı ve kayıpları en aza indirilirken, diğer yandan, bilinçli yakmayla, hava kirliliğinin ısınmadan kaynaklanan boyutu denetim altına alınacaktır. Sanayi projelerinde ise, doğa ve çevre dostu teknolojiler seçilmesi, özendirme olanaklarından yararlanmada önkoşul olarak aranmalıdır. Ayrıca, işler durumdaki sanayi kuruluşlarının, süratle, doğa ve çevre koruyan gereçleri kullanmaları sağlanmalıdır. Örneğin, bacalara filtre takılması ve arıtma tesisleri kurulması gibi. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizde yoğun bir çevre sorunu yaşandığı bir gerçektir. Bu konuda, iki yöremizden somut örnekler vermeye çalışacağım. Bunlardan birincisi: Muğla’nın Bodrum İlçesi Mumcular-Sazköy ve Kurudere mevkiinde bir orman katliamı yaşanmaktadır. İçerisinde 15 köyün de barındığı 21 500 dönüm birinci sınıf orman arazisine, orman bölge müdürlüğünce fundalık raporu tanzim edilerek, komik bir ücret karşılığı (407 milyon Türk Lirası) SEM-KUM isimli kum-çakıl firmasına kiraya verilmiş. Güya, “dolomit madeni arıyorum” diye, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığından 9 Ekim 1995 tarihinde maden arama ruhsatı alınmıştır. Oysa, bu firma oradan, yani, turizm bölgemizin tam ortasından kum-çakıl çıkarmaktadır. 15 köyün geçimini temin ettiği o genç ormanları yok ederek, köylünün feryadını hiçe sayarak, bununla da kalmayıp, eleme- yıkama tesislerini birinci sınıf sulu tarım arazisi üzerine kurmuş ve köylünün diğer geçim kaynağını da böylece hiçe saymıştır. Kaldı ki, ikinci bir başvuruyla 43 370 dönümlük bir orman alanının da tahsisini talep etmiştir. Bunların ötesinde, halen, maden arama ruhsatıyla, Gayri Sıhhî Müesseseler Kanunu ve Çevre Kanununa muhalefetten, Valilikçe faaliyeti durdurulmak istenmişse de, ilgili maden kanunlarının doğaya yaşam hakkı tanımaması dolayısıyla, firmanın başvurduğu Aydın İdare Mahkemesinin kararıyla, faaliyetlerine devam etmiştir. Nihayet, 4 Nisan 1996 günü, polis kalkanlı jandarmalar ile orman köylüleri arasında tam bir arbede yaşanmış; 4 jandarma eri atılan taşlarla ve 6 vatandaş da dipçik darbeleriyle yaralanmıştır. Ayrıca, 20 vatandaşımız gözaltına alınmıştır; bunların 6’sı halen tutuklu olarak yargılanmaktadır. Orman, sadece köyümüzün değil, bütün Türkiye’nin, bütün dünyanın malıdır. Yaşama alanları giderek azalan dünyamızın dolomit madeninden daha çok, ormana ihtiyacı vardır. Kaldı ki, buradaki esas amaç, kum çakıl çıkarmaktır. Zaten, dolomit madeni ekonomik değeri fazla olmayan, kullanım alanı az; fakat, tabiatta çok bol bulunan bir madendir; bu maden başka yerlerden de çıkarılabilir. Orada yaşayan köylülerin, jandarmaya karşı eylemlerinin dışında, gösterdikleri duyarlılığa katılmamak mümkün değildir. Ancak, şunu da gözardı edemeyiz: Ormanlarımız, Anayasamızın koruması altındadır. Anayasa, diğer bütün yasaların üstünde olacağına göre, kanaatimce, burada bir çelişki mevcuttur; yani, ya Anayasamıza rağmen, verilen ruhsat yanlıştır ya da, ruhsatta bir yanlışlık yoksa, Maden Yasasında bir yanlışlık vardır. O halde, Maden Yasasında köklü bir reform yapmalıyız, yapmalıyız ki, Muğla İlimizin Bodrum İlçesinin Mumcular Beldesi Kurudere ve Sazköy mevkiindeki 15 köyle birlikte, tüm dünyanın malı olan ormanlarımızı, bir kişinin çıkarları uğruna feda etmeyelim. Aksi halde, bütün dünyaca turizm yönünden çok iyi bilinen başka bir Bodrum bulamayız. Bu konuda, Çevre Bakanlığının, Orman Bakanlığının ve Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının dikkatlerini çekiyor, ivedi bir çözüm getireceklerini ümit ediyoruz. İkinci olarak, hava kirliliği konusunda, ülkemizin en büyük ağır sanayi tesislerinden birinin bulunduğu Karabük İlimizden de somut bir örnek vermek istiyorum. Karabük İlindeki hava kirliliğinin tespit edilmesi amacıyla, 13.3.1996 ve 21.3.1996 tarihleri arasında, Çevre Bakanlığı Çevre Kirliliği Önleme ve Kontrol Genel Müdürlüğü elemanları tarafından hava kalitesi ölçümleri yapılmıştır. Yapılan ölçümler, genellikle, birinci uyarı kademesi olan 400 mikrogram/metreküp değerini aşmıştır. Özellikle, 1 500 civarında er ve erbaşın eğitim gördüğü tabur cıvarında, dördüncü uyarı kademesi olan 1 000 mikrogram/metreküp değerinin üstüne çıkılması, sağlık açısından son derece tehlikelidir. Ayrıca, Kardemir’in, tarafından, atıklarını yıllardır, Yenice Irmağına bırakması sonucu, bu bölge için hayatî önemi olan Yenice Irmağında doğal denge bozulmuş ve hiçbir canlı yaşamamaktadır. Sayın Çevre Bakanımızın bu sorunlara ciddî olarak eğileceğini ümit ediyoruz. Ülkemizde, erozyon dolayısıyla ve çarpık kentleşme nedeniyle yaşanan felaketler artmaktadır. Bu felaketlerin ortaya çıkma olasılığı olan yerlerde, yerleşim düzeninin ve ağaçlandırmanın buna göre yapılması gerekmektedir. Bu düzenlemeler, sel, erozyon ve benzeri çevre felaketlerini kader olmaktan çıkaracaktır. Çevre kirliliğinin diğer bir boyutu da gürültü kirliliğidir. Büyük yerleşim merkezlerindeki sanayi bölgeleri, taşıt araçları ve müzikli eğlence yerleri gürültü kirliliğinin başlıca odak noktalarıdır. Gürültü kirliliğinin önlenmesinin yolu ise, Gürültü Kontrol Yönetmeliğini gerektiği şekilde uygulamaktır. Çevre Bakanlığı, ilgili kuruluşlarla tam bir koordinasyon ve denetim işlevini üstlenmelidir. Yapılacak yasal düzenlemelerle, yerel yönetimlerin görevlerini yerine getirip getirmediğini bizzat denetlemelidir. Çevre Bakanlığının denetimi sadece yerel yönetimlerle sınırlı kalmamalı, gerektiğinde, ormanlarımızı ve bitki örtüsünü gereğince koruyamayan Orman Bakanlığına; aşırı gübre kullanımı nedeniyle yeraltı sularının kirlenmesine neden olabilecek Tarım Bakanlığına karşı da, denetim görevini yerine getirerek yaptırım uygulayabilmelidir. BAŞKAN – Sayın Karan, son 2 dakikanız. EROL KARAN (Devamla) – Yeni kurulmuş, örgütlülüğünü tamamlayamamış Çevre Bakanlığının, nitelikli personele gereksinimi vardır. İyi yetişmiş, işsiz çevre ve ziraat mühendislerine istihdam konusunda öncelik verilmelidir diye düşünüyoruz. Çevre Bakanlığı bütçesinin ülkemize hayırlı olmasını diler, sağlıklı bir çevre ümidiyle, şahsım ve partim adına hepinize saygılar sunarım. (DSP ve CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Karan. Refah Partisi Grubu adına, ilk konuşmacı, Sayın Şeref Malkoç. Buyurun efendim. Sayın Malkoç, söz hakkınızı eşit mi paylaşacaksınız? RP GRUBU ADINA ŞEREF MALKOÇ (Trabzon) Evet sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1996 yılı Adalet Bakanlığı ve Yargıtay bütçesi üzerinde, Refah Partisi Grubunun görüşlerini sunmak üzere huzurlarınızda bulunmaktayım. Bu vesileyle, Grubum ve şahsım adına hepinize saygılarımı sunuyorum. Hepimizin bildiği gibi, adalet, bir güneştir, onun olmadığı yerde karanlıklar, huzursuzluklar, kargaşa, anarşi ve terör vardır. Adalet ve hukuk, iç içe olan kavramlardır. İşte, bu sebeple, ilk insan olan ve ilk Peygamber olan Hazreti Adem’i, Cenabı Hak dünyaya gönderirken, ona, adaletle hükmetmesi için 10 sayfalık bir kitap, bir hukuk metni vermiştir. Yani, adaletin tarihi, hukukun tarihi, insanlığın tarihiyle eşittir; adalet ile insanlık iç içedir. Bugün görüştüğümüz Adalet Bakanlığının 1996 yılı bütçesine 29 trilyon lira ayrılmıştır. Oysa, biraz önce konuşan arkadaşlarımın da ifade ettiği gibi, icra dairelerinde, hukuk mahkemelerinde, ceza mahkemelerinde ve diğer mahkemelerde görülen 10 milyon dava vardır; her bir davanın 1 davalısı 1 de davacısı olduğunu kabul edersek, bu 20 milyon vatandaş yapar. Bu vatandaşların 1’er de tanığı olduğunu düşünürsek, bu davalar, toplam 40 milyon vatandaşımızı ilgilendirir. Türkiye’nin nüfusu 65 milyondur, bunun 25 milyonu henüz reşit değildir, 18 yaşın altındadır; yani, öyle bir yargı sistemimiz var ki, reşit olan bütün vatandaşlar adliye kapılarına muhtaç olmuştur. Bu durumdan, yargının bütün unsurları, hâkimi, savcısı, kâtibi, mübaşiri, icra müdürü, avukatı, herkes şikâyetçidir. Hatta, bırakın adliyenin unsurlarını, Başbakan bile şikâyetçidir. Ünlü bir yazarımıza verilen cezadan dolayı, Başbakan, kendisinden özür dilemiştir. Bu davranışı, Başbakanlık makamında bulunan bir arkadaşımıza yakıştıramıyoruz; çünkü, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanının, hiçbir hükümlüden özür dilememesi gerekir; ama, kanunlarda yanlışlık olabilir; Başbakana düşen görev, kanunlardaki o yanlışlığı düzeltmektir, dolayısıyla özür dilemesine gerek kalmaz. Eğer, Başbakan, hükümlülerden, sanıklardan özür dilerse, o memlekette kararı veren hâkimlerin, o memleketteki vatandaşın adalete olan güven duygusu sarsılır. Toplumda, adalete duyulan ihtiyacı, yargı karşılayamazsa, bunu karşılayacak başka teşekküller meydana gelir. Maalesef, bugün, basından ve medyadan izlediğimiz kadarıyla, adaletin gecikmesi ve dosyaların yığılması neticesinde, vatandaş, kendi açısından, adaleti aramak için, başka yollara tevessül etmektedir ve bu şekilde, halkımız tarafından “mafya” olarak adlandırılan 1 500 tane büro oluşmuştur. Eğer, biz, yargıyı güçlendirmezsek, bütçeden gerekli ödeneği aktarmazsak, öyle endişe ediyorum ki, çek-senet için oluşan bu yasadışı örgütler, yakında, ceza mahkemeleri için de oluşacaktır. İnşallah, gerekli çözümü, bu Meclis, bu noktada bulur. Bu tespitlerimden sonra, bazı önerilerde bulunmak istiyorum: Birincisi, kanunlarımız yeniden gözden geçirilmeli ve Türk Milletinin inancına, ruh köküne uygun olan kanunlar çıkarılmalıdır. Örnek vermek istiyorum: Biz, ceza kanununu İtalya’dan aldık ve adına Türk Ceza Kanunu dedik. 1930’lu yıllarda, Mussolini’nin iktidara gelmesi sonucu, İtalya’da, ceza kanununda değişiklikler yapıldı ve buna uygun olarak, 1936 yılında, Türk Ceza Kanununun 148 maddesini değiştirdik. Bu maddeler halen yürürlüktedir; ama, İtalya’da, Mussolini’nin faşist yönetimi devrilince, yeni bir ceza kanunu yapılmıştır. Yani, İtalya’nın Mussolini dönemindeki faşist ceza kanununa göre, Türk vatandaşlarını yargılamaya hakkımızın olmadığı kanaatindeyim; bunu da, bu Meclis, inşaallah düzeltecektir. Adliye sistemimiz, hukuk sistemimiz, sürekli ihtilaf üretmektedir. Bu ihtilaf üreten sistemi, yeniden gözden geçirmek gerekir. Örneğin; önümüzdeki günlerde Kurban Bayramı var; her yıl olduğu gibi, Kurban Bayramında, vatandaş ile devletin polisi karşı karşıya gelecek ve kurban postu kavgası verilecektir. Ben, bunu, Türk Milletine yapılmış olan bir haksızlık olarak görüyorum. Kurban derisi, bir mülkiyet hakkıdır; mülkiyet hakkına sahip olan insan, onu, dilediği gibi tasarruf edebilmelidir. İkinci önerimiz, Türk Ceza Kanununda bulunan “kanunu bilmemek mazeret sayılmaz” hükmünün değiştirilmesidir. Çağdaş ülkeler, artık, bu prensipten vazgeçmiştir. Diğer bir husus, başörtülü öğrencilerin ve memurların, üniversitelerde ve devlet dairelerinde bulunması sebebiyle, haklarında lüzumsuz yere soruşturma açılması ve mahkemelerin işgal edilmesidir. Bu hususu, inşallah, bu Meclis düzeltecektir. Üçüncü önerimiz, şu anda görev yapan hâkim ve savcılarla ilgilidir. Hâkim ve savcı sayımız 7 042’dir; 2 000’e yakın boş kadro vardır. Gelişmiş ülkelerde, bir hâkim, yılda 200 civarında dosyaya bakarken, Türkiye’de, maalesef, bir hâkimimiz, 1 000 dolayında dosyaya bakmaktadır ve en az 8 000 hâkime ihtiyacımız vardır. Adalet Bakanımıza teşekkür ediyorum; bu konuyu, Plan ve Bütçe Komisyonundaki konuşmasında açıkyüreklilikle gündeme getirmiştir. İnşaallah, bu Meclise, gerekli düzenlemeler için teklifler hazırlar; biz de, uygun görülen teklifleri destekleriz; çünkü, adalet, hepimizin ihtiyaç duyduğu bir olaydır; herkesin adalete ihtiyacı vardır ve bir an önce düzeltilmesi gerekir. Dördüncü önereceğimiz husus, devletin resmî yargı organlarının dışında hukukî ihtilaflarının çözülmesi için, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 519 ile 539 uncu maddesi arasında düzenlenen tahkim; yani, hakemlik müessesesinin yeniden gözden geçirilmesidir. Eğer, bu, yeniden gözden geçirilirse, mahkemeye gitmeden, öyle zannediyorum ki, 10 milyon dolayındaki davanın en az yüzde 25’i hakem vasıtasıyla halledilebilir; bu inancım, Türkiye’nin geleneklerine de uygundur. Beşinci önerimiz, hâkimlik müessesesinin yeniden gözden geçirilmesidir. Karar hâkimlerinin yanı sıra, mutlaka, raportör hâkimlik müessesesi ihdas edilmelidir. Altıncı önerimiz ise, adlî polisin kurulmasıdır; bunun, yargıyı hızlandıracağı kanaatindeyim ve bu adlî polisin, doğrudan savcılık makamına bağlanması gerekir. Yedinci önerimiz, adalet meslek yüksekokulları ve adalet meslek liselerinin mutlaka açılmasıdır. Hâkimlerin, savcıların, kâtiplerin ve mübaşirlerin maddî durumunun iyileştirilmesi gerekir; çünkü, devlet memurları içerisinde, en çok çalışan, en çok yorulan, adliye mensuplarıdır. Meslek mensubu olduğum için biliyorum; sabah 08.00’den, akşam 18.00’e kadar bozuk daktilonun başında gününü geçiren, yorulan binlerce kâtibimiz vardır. Bunların, maddî durumlarının -hâkimlerin yanı sıra- mutlaka düzeltilmesi gerekir. Bilirkişilik müessesesi kanayan bir yara haline gelmiştir; bunun da yeniden ele alınması lazımdır. Bütün bunları niçin öneriyoruz; çünkü, “bütçede ödenek yok” deniyor; belki doğrudur; ama, biraz sonra ifade edeceğim rakamları aktarabilirsek, bu düzelir. Belki, Antalya-Alanya yolunu üç sene sonra yapsak fazla zarar gelmez; ama, bu önerdiğimiz şeyleri bir an önce ele almazsak, yargıyı hızlandırmazsak, toplumun yargıya olan güvenini yeniden sağlamazsak, öyle zannediyorum, yasa dışı örgütler, mafya diye adlandırılan örgütler daha da güçlenecektir. BAŞKAN – Sayın Malkoç, son dakikanız. ŞEREF MALKOÇ (Devamla) – Eskiden, haksızlığa uğrayan kişiler “bak sizi mahkemeye veririm” diyerek, haksızlık yapanı tehdit ederlerdi; ama bugün öyle değil; maalesef, haksızlığa uğrayan kişi “seni, mafyaya veririm” diye tehdit etmektedir. Biraz önce yargı bağımsızlığından bahsetti değerli arkadaşlarım; aynen katılıyorum. Ancak, Cumhuriyet Halk Partisinin Sayın Sözcüsüne, buradan bir cümle söylemek istiyorum: Eleştirdiğiniz hususları en çok rencide eden, en çok çiğneyen sizler değil miydiniz? Bay-pas yasasını bu ülkeye, bu memlekete sizler getirmediniz mi? (RP sıralarından alkışlar; CHP sıralarından “Kanunu oku’’ sesleri) Yani, hukukta çifte standart olmaz. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Malkoç, 1 dakika içerisinde lütfen tamamlayınız. ŞEREF MALKOÇ (Devamla) – Efendim, dört önerim daha var; ancak, zaman yeterli değil. Parayı nereden bulacağız; hemen ona geçiyorum. Gayet kolay; mahkemelerde, binlerce dosya vardır ve bunlardan alınan harçlar vardır. Bu harçları, Adalet Bakanlığının bütçesine aktarırsak, meselenin önemli bir kısmı hallolur; vatandaş mafyaya gitmez, devletin dairelerine daha çok harç öder. Diğer bir husus; 1,5 katrilyon faiz ödeyen bir ülkenin bütçesinde, Adalet Bakanlığı bütçesine 50 trilyon daha ayırmak fazla bir şey değildir; bunu, bütün arkadaşlarımın vicdanına ve duygularına seslenerek hitap ediyorum. Yargıtayımıza da değinmek isterdim; ancak, zamanımız yeterli olmadığı için, burada, sözlerimi noktalıyorum ve 1996 yılı Adalet Bakanlığı bütçesinin, Yargıtay bütçesinin, memleketimiz için hayırlı olmasını diliyor, hepinizi saygılarımla hürmetlerimle selamlıyorum. (RP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Malkoç. Refah Partisinin ikinci sözcüsü, Sayın Osman Pepe; buyurun. (RP sıralarından alkışlar) RP GRUBU ADINA OSMAN PEPE (Kocaeli) – Muhterem Başkan, değerli milletvekillerim; hepinizi hürmetle, muhabbetle selamlıyorum. Görüşmekte olduğumuz Çevre Bakanlığı bütçesi, hayırlı olsun diyorum. Çevre, bizim için gerekli; ancak, bu şuur, bu anlayış ailedeki eğitimle başlar, okul, medya ve toplumda devam eder. Çevre, dışımızdaki her şeydir. Dağ, dere... Tabiat diye tanımladığımız her şey, çevrenin bizzat kendisidir. Çevre ve tabiat diye tanımladığımız bu şeyler bize, Allah tarafından, bir nimet olarak, bir emanet olarak verilmiştir. Biz, tabiatı, çevreyi miras olarak bulmadık; tabiat ve çevre, bizim için, gelecek kuşaklara, gelecek nesillere, torunlarımıza devredecek olduğumuz bir emanettir. Toplum, bu bilinç içerisinde, bu görüş ve düşünce içerisinde, eğitim müessesesini, bütün müesseselerini tanzim ettiği zaman, işte, çevre yaşanabilir olur. Tabiatta bir denge vardır. Havanın yüzde 78’i azot, yüzde 21’i oksijen, arta kalanı da diğer gazlardan ibarettir; oksijen miktarında sadece yüzde 2’lik bir artış meydana gelse, bu, dünyada insan yaşantısını sona erdirir. Diğer bölümlerdeki dengede de aynı hassasiyeti görmek mümkündür. Bu muazzam denge, bu muazzam ahenk, insan aklının sınırlarını zorlayacak kadar mükemmeldir. Çünkü, bugün, kendiliğinden oluşmuş, kurulmuş olan bu dengeyi bozacak şekilde fazla avcılık yapılsa, bir hayvan nesli tüketildiği zaman, mahsulün azaldığını, tarlalardaki verimin düştüğünü; fazla tilki avlandığı zaman farelerin sayısının arttığını, bunun da buğday üretimine tesir ettiğini herkes bilir. Herkesin sağlıklı bir çevrede yaşaması, anayasal bir haktır. Devletin en temel görevi, işte, herkese sağlıklı bir ortamda yaşayacağı bu imkânı sağlamaktır. Tabiî, çevre çevre deyince, çevre konusu gündeme çok gelince, zannediyoruz ki, insan çevre içindir; halbuki, çevre ve dünyadaki her şey insanın bizzat kendisi içindir. Çevrenin, bugün, alabildiğine, hoyratça kirletildiğini ve talan edildiğini ne yazık ki, acı bir şekilde görüyoruz ve bundan üzüntü duyuyoruz. Bizim elem ve üzüntümüzü artıran esas önemli şey, kirleticilerin başında devletin bizzat kendisinin gelmesidir; yani, çevreyi koruması gereken devlet, kirleticilerin başında gelmektedir. Bunun en çarpıcı örneği İzmit Körfezidir. Bugün, eğer, İzmit Körfezinde hayat sona ermişse, bunun sebebini, devletin, bölgede arıtma tesislerini kurmadan ve bir sanayi planlamasına başvurmadan gerçekleştirmiş olduğu yatırımlarda aramak gerekir. Tabiî, devletin yanında, aşırı kâr amacı güden özel sektörün katkısını da, elbette ki, burada görmezden gelmek mümkün değildir. Evsel ve sanayi atıklarının çevre kirliliğine katkısını ve savaşların da çevre üzerindeki olumsuz etkilerini, hepimiz, çok yakından bilmekteyiz. Esas önemli olan, çevreyi ve dünyadaki bütün imkânları israf etmeden kullanmasını bilebilmektir. Bu, bir kültür meselesidir; bu, ahlak ve eğitimle son derece iç içe olan bir meseledir. Tabiî, bizim, medeniyet ve kültür birikimimiz içerisinde, çevreye olan saygının geçmişteki birkaç misalini burada zikretmek istiyorum: Fatih Sultan Mehmet’in, İstanbul’u fethettikten sonra, çevrenin korunması için, Haliç’e bakan yamaçlarda mandıra kurdurmaması; ormanlardan ağaç kesilmesinin önüne geçen kanunnameler çıkarılması; yine, bizim, geçmiş medeniyetimiz içerisinde sokağa tükürenlerin tükürüklerinin üzerini örtmek için kül döken özel bir teşkilatın bulunması, bundan yüzyıllarca önce, çevreye, tabiata duyulan saygının bir inançtan kaynaklandığını göstermektedir. Tabiî, çevrenin önemini, biz, Sakarya Nehrindeki balıklar öldüğü zaman, Çernobil faciası olduğu zaman veyahut da tabiî bir afet olduğu zaman ancak fark edebiliyoruz. Heyecanlarımız yükseliyor; ama, birkaç gün sonra herşey aslına rücu ediyor. Tabiî, bugün esas mantık şudur: Önce kirlet sonra arıtmak, temizletmek için trilyonlar harca. Bu mantık çıkış değildir, doğru değildir. Tabiî, bugün rantiyecilerin, herşeyde ortaya koymuş oldukları vurdumduymazlığı, çevre konusunda da ortaya koyduklarını ifade etmekte fayda mütalaa ediyorum. Tabiî, çevrenin sınırları, bugün artık, ulusal sınırları aşan bir boyuta gelmiştir; çünkü, Almanya’nın sanayi atıkları, Tuna yoluyla, bugün, Karadenize, oradan da Trabzon’a, Rize’ye... Yine, Ankara’nın, Eskişehir’in kirleri de -sanayi atıkları da, evsel atıkları da- Karadenize, Sakarya Nehri vasıtasıyla taşınmaktadır. Batıda sadece özel sektörün, Almanya’da yaklaşık 29 milyar dolar, Fransa’da 16 milyar dolar, İngiltere’de 13 milyar dolar gibi bir rakamı çevre koruma projelerine ayırdıklarını düşünecek olursak ve bunların karşısında da Türkiye’de körfezleri, denizleri ve gölleri mahveden mantığın, İstanbul’un 2000’li yıllarda su rezervuarı olarak görülen, su havzası olarak görülen Melen Nehri kenarına -İzmit Körfezini katleden, fabrikalardır- şimdi yeni fabrikalar kuruyorlar.... BAŞKAN – Sayın Pepe, son 2 dakikanız... OSMAN PEPE (Devamla) – Tabiî, şehirlerin kanalizasyonlarının denizlere arıtılmadan bırakılması, nehirlere ve göllere arıtılmadan bırakılması, Türkiye’nin kanıksadığı, günübirlik, sıradan olaylardır. Tuz Gölüne akan kanalizasyon, Afyon’dan Eber Gölüne akan kanalizasyon, Sapanca Gölünün yine çevredeki evsel ve sanayi atıkları vasıtasıyla alabildiğine kirletilmesi, hepimizin yüreğini sızlatmaktadır. Tabiî, denizlerin kirletilmesinde sintinelerin çok önemli katkısı vardır. Biz, sadece, sintinesini boşaltan gemilere, ancak yüklü miktarda ceza kesmekle meseleyi çözdüğümüzü zannediyoruz. Ne mobil ne de sabit, sintine boşaltabilecek yeterince istasyonlarımız mevcuttur. Bir de, tabiî, adam 3 bin mil mesafeden gelmiş; kardeşim, hangi limanlara uğradın, ne kadar sintine boşalttın diye soran bir mekanizmayı bugün oluşturabilmiş ve bunu da uygulamaya koyabilmiş değiliz. Sadece sahile döktükleri sintinelerin hesabını sorabiliyoruz. Karadenizin ve Marmara’nın açığına döküyor; işte o zaman, Marmara ve Karadeniz, birer ölü deniz haline geliyor. Tabiî, yayla turizmi, şimdi, biraz moda; denizler, göller bitti, sıra, memleketin akciğerleri mesabesindeki ormanlarına geldi; betonlaşma şimdi buralara sirayet etti. Temenni ediyorum ki, Çevre Bakanımızın ve teşkilatının kıymetli gayretleri neticesinde, inşallah, yaylalarımız hiç değilse kurtulur. ( Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Pepe, 1 dakika içinde lütfen tamamlayınız. OSMAN PEPE (Devamla) – Teşekkür ederim Başkan. Tabiî, çevreyi korumak için, bakanlığıyla, gönüllü kuruluşlarıyla, vakıflarıyla, hepimizin elbirliği, gönülbirliği yapma mecburiyeti vardır; havza sorumlusu oluşturma, bu müessesenin kurulma mecburiyeti vardır. Sözlerimi bağlarken, bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum. Çevrenin kirliliği kadar, ondan daha tehlikeli olan, bugün insanımızda meydana getirilmiş olan kirliliktir, yönetimdeki kirlenmedir, siyasetteki kirlenmedir. Halkımızın Yüce Meclisten beklediği, elbirliği içerisinde, toplumdaki, siyasetteki, yönetimdeki kirlenmenin önüne geçmek ve milletimizin güvenini kazanan ve çözümün yeri olan bu Meclisin... (RP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Pepe. Sayın milletvekilleri, bir konuda uyarmak istiyorum: Lütfen, sorularınızı, görüşmekte olduğumuz turla ilgili olarak gönderin; sonraki turlarla ilgili olarak gönderilen yazılı soruları burada kabul etme olanağımız yok. Bu konuya dikkat edilmesini rica ediyorum. Şimdi, ANAP Grubu adına, ilk konuşmacı, Sayın Metin Öney. (ANAP sıralarından alkışlar) Sayın Öney, süreyi eşit mi paylaşacaksınız? METİN ÖNEY (İzmir) — Evet efendim. BAŞKAN — Buyurun. ANAP GRUBU ADINA METİN ÖNEY (İzmir) – Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; 1996 yılı bütçesinin Adalet Bakanlığı ve Yargıtaya ait bölümüyle ilgili Anavatan Partisinin düşüncelerini, tekliflerini ve tespitlerini sunmak üzere söz almış bulunuyorum; bu vesileyle, hem Yüce Meclisi hem de adalet camiasını saygıyla selamlıyorum. Hukuk, bir toplumun en önemli varlık sebebidir. Bu sebepledir ki, bütün ülkeler, eğitim devleti, kültür devleti veya sağlık devleti yerine, en azından hukuk devleti olduklarını iddia ederler. Yine, bu sebepledir ki “adalet mülkün temelidir” vecizesi hem kalbimizde yer alır hem de hâkimlerimizin arkasındaki duvarda yazılı durur. Hukuk temelleri sağlam olmayan bir milletin ve devletin, değil hayatta kalması, ayakta durabilmesi bile mümkün değildir. İşte, ben, bu düşüncelerle, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının, Türk Devleti, bir hukuk devletidir emrine rağmen, içinde bulunulan noksanlıkları, eksiklikleri, bu dönemde giderileceği ümit ve inancıyla, bilginize sunmak istiyorum. Öncelikle, binalardan işe başlamak gerekir. Eğitimde okul, sağlıkta hastane ne ise, adalette de bina odur. Her ne kadar “adliye sarayı” deniyorsa da, ya işhanlarına ya da hükümet konağına sığınmış yerlere saray demek şöyle dursun, adaletin bile nasıl dağıtıldığını düşünmek en doğru davranış olsa gerektir. Bu nedenledir ki, bilgisayarlı, kütüphaneli ve evraklarının korunduğu mahzenleri olan yeni binaların yapılmasında zaruret görmekteyiz. İzmir gibi üçüncü büyük vilayette bile, yıllar önce temeli atılmış adliye binasının hâlâ o temelde kaldığını düşünürsek, meselenin önemi bir kez daha dikkat çekecektir. Değerli milletvekilleri, yine çok önemli gördüğüm bir başka konu, hiç şüphesizdir ki, cezaevleriyle ilgilidir. Bu konuda, arkadaşlarımla birlikte bir Meclis araştırması önergesi vermiş bulunuyoruz. Cezaevlerinde olup bitenler herkesçe biliniyor. Şimdiki Adalet Bakanımızın bu konudaki hassasiyetini ve gayretlerini de takdirle karşılıyoruz. Üzülerek ifade ediyorum ve meslekten gelmiş biri olarak söylüyorum ki, cezaevlerinde can ve mal güvenliği yoktur. Cezaevleri ıslah edici nitelik taşıması gerekirken, suçluları daha iyi eğiten bir yer haline dönüşmüştür; hem yöneticiler hem tutuklular hakkında ciddî sorunlar vardır. Unutulmamalıdır ki, orada bulunan insanların hürriyetleri, mahkemelerin kararlarıyla bağlanmıştır. Bu insanların hak ve hürriyetlerinin, mal ve can güvenliklerinin sağlanması da, hiç şüphesiz, devletin önemli görevlerindendir. İlk çare olarak, koğuş sisteminden vazgeçilmesi de doğru bir hareket olsa gerektir. Değerli arkadaşlarım, bir başka konu -benden önce konuşan arkadaşlarımız da temas ettiler- hâkim ve savcılarla ve onların teminatıyla ilgilidir. Bana sorarsanız, hâkim ve savcılarımızın her biri, bir Di Pietrodur. Hatta, çalışma şartlarını dikkate alarak, Di Pietro, bizim hâkim ve savcılara benziyor desek, daha doğru bir söylemde bulunmuş oluruz. Teminatları, içinde bulundukları maddî ve manevî şartların düzeltilmesi, Hükümetimizin ve Adalet Bakanlığımızın görevi olsa gerektir. Anayasal bağımsızlık ve teminat, mutlaka ruha uygun olarak yerine getirilmelidir. Adliye personelini de bu cümlenin ve duygunun içinde düşünmenin gerektiğine inanıyorum. Önemli bir konu, savunma meselesidir. Bakın, dünyanın her yerinde iktidar vardır, sadece demokrasilerde muhalefet vardır. Dünyanın her yerinde iddia ve yargı vardır; ama, müdafaa, sadece adaletin olduğu yerde vardır. Ancak, bizim adliye binalarına bakın, iddia makamı kürsüdedir, savunmayı temsil eden avukat ilkokul sıralarında durur. Bu çelişki bile, savunmaya verdiğimiz önemi gösteriyor. Bu itibarla, Avukatlık Yasası, Adalet Bakanlığı, hukukçular, hukuk fakülteleri ve barolarla birlikte yeniden düzenlenmelidir. Yine, bir başka önemli konu, hiç şüphesiz, yavaş adalettir. Aylarca, yıllarca, hele tezyîdi bedel gibi parasal müddea bihe dayanan davaların sürüp gitmesi, hak ve adalet duygularını da önemli ölçüde sarsmaktadır. Bu itibarla, asliye-sulh ayırımı kaldırılmalı, temyiz müddeti bir müddet şekline dönüştürülmeli ve tahkim sistemi, hakem sistemi getirilmelidir diye düşünüyoruz. Yine, pahalı yargı da, adalete, önemli ölçüde gölge düşürmektedir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, bir de, ekonomik enflasyon gibi, Türkiye’de, kanunlar enflasyonu vardır. Bir sade vatandaşın değil, hukukçunun bile takip edemeyeceği kadar çok kanun yığılmıştır. Bakanlığın, bu konularda bir tedvin hareketi başlatarak, uygulanamayanları, uygulama alanı kalmayanları, metrukiyete uğrayanları ortadan kaldırmak suretiyle, kanunları, anlaşılır bir dille, topulumun hizmetine tekrar sunulması hususunda ciddî gayret göstermesinde zaruret görüyoruz. Yine bir başka mesele, ceza infaz yasasıyla ilgili düşüncelerimizdir. Şimdi, ceza infaz yasaları, bütün modern ülkelerde ve çağdaş hukukta vardır; ancak, Türkiye’de bu sistem, artık, cezanın tesir kabiliyetinin azalmasına yol açmaktadır. Suç işleyen, ne kadara mahkûm olacağını değil, kaç sene yatacağını düşünmektedir. Hal böyle olunca, kanunda yazılı olanla uygulanan arasındaki büyük fark, ciddî bir biçimde cezanın müessiriyetini ortadan kaldırmaktadır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son olarak temas edeceğim konu, işkenceyle ilgilidir. Bu konu, Türkiye’nin gündeminde ne yazık ki, sürekli yer almaktadır. İşkence, bir insanlık suçudur; işkence, hukuka da, ahlaka da, inançlara da, insanlığa da aykırı bir durumdur. Bu sebepledir ki, bu konuda, yasal düzenlemeler daha müessir hale getirilmeli, Cumhuriyet savcıları, böylesine iddialar üzerine, başkaca bir prosedüre bakmadan doğrudan gidebilmelidir. Yargıtayımıza gelince: Anayasamıza göre, adlî yargılamanın son mercii olarak tarif edilir; ancak, 79 vilayet ve yüzlerce ilçeden gelen dosyalar, Yargıtayda, fevkalade ciddî bir sorun teşkil etmektedir. Bu husus, yeniden düzenlenebilmeli, daireler artırılmalı ve benden önceki arkadaşlarımızın da ifade ettiği gibi, istinaf mahkemeleri kurulmak suretiyle, adliyeye, adalete daha güzel bir işlev kazandırılmalıdır. Sonuç olarak, adliye ve adalet üzerine, 10 dakika içinde ve çok süratli konuşmak suretiyle, ancak bunları söyleyebiliyorum; ama, son cümlem şudur: Adalet, herkese ve her zaman gereklidir. Adalet Bakanlığı bütçesinin hayırlı olmasını diliyor; Grubum adına, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (Alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Öney. Anavatan Partisi Grubunun ikinci sözcüsü, Sayın Mehmet Ali Altın... Yok. MUSTAFA CUMHUR ERSÜMER (Çanakkale) – Sayın Altın’ın yerine Sayın Ünal Yaşar Bey konuşacak efendim. BAŞKAN – Buyurun Sayın Ünal. ANAP GRUBU ADINA ÜNAL YAŞAR (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çevre Bakanlığının 1996 malî yılı bütçesine ilişkin görüşlerimizi arz etmeden önce, hepinizi saygılarımla selamlarım. 21 inci Yüzyıla yaklaştığımız bu dönemde, dünyanın gelişmiş toplumları “21 inci Yüzyılda ne yapacağız” sorusuyla ilgileniyorlar, 21 inci Yüzyıldaki yaşam için başlatılan hazırlıkları ara vermeksizin sürdürüyorlar. 21 inci Yüzyıla ilişkin olarak ülkemize bakarsak, 2000 yılında, yaklaşık 70 milyon nüfusu, kişi başına 3 500 dolar düzeyinde millî geliri , kişi başına 2 bin kilovatsaat elektrik enerjisi tüketimi olan bir Türkiye görüyoruz; ihtiyaçları artmış, bu ihtiyaçlarının yiyeceklerle ilgili bölümünü ithal etmek zorunda olan bir Türkiye ile karşılaşıyoruz; artan ithal ihtiyaçlarını karşılamak için, giderek daha fazla ihracat yapmak zorunda olan bir Türkiye görüyoruz. 2000 yılındaki Türkiye, eğer, 70 milyona ulaşacak nüfusunu, bu toplum içinde mutlu olarak yaşatmak istiyorsa, mevcut sorunlarına, daha da ağırlaşmadan, çözüm bulmak zorundadır. Ben, 21 inci Yüzyılın başında şu sorunların çözüme kavuşmasını arzuluyorum: Nüfus artış hızının düşürülmesi gerekmektedir. Nüfus artış hızının yüzde 2’ler düzeyinden, yüzde 1’ler düzeyine indirilmesini diliyorum. Diğer ülkelerde görülen, gündem oluşturan işsizlik, gençlik ve çevre gibi sorunlar, ülkemizde de büyük ölçüde vardır. Türkiye, maalesef, bu sorunların bir kısmını henüz tribünden seyrediyor. Türkiye’nin, 21 inci Yüzyılın başında bu sorunları çözüme kavuşturmuş olduğunu görmek istiyorum. Türkiye’nin -gündeminde olması gereken; ancak, bulunmayan- bir dengesizlik sorunu var: Orman, mera ve tarım toprakları arasındaki dengesizlik dolayısıyla akıp giden topraklar; yani, erozyon. Bu sorunlara da, önümüzdeki yüzyılın başlarında büyük ölçüde çözüm getirmiş olmamızı ümit etmek istiyorum. Günümüzün sıkça kullanılan sihirli sözcüğü, teknoloji -nedir- çok yanlış anlaşılan bir kavramdır; daha doğrusu, eksik anlaşılan bir kavramdır. Teknoloji, her türlü üretim bilgisinin, her türlü araç ve gerecin ve insan ögesinin bir arada olduğu üretim olgusudur; dolayısıyla, sadece, bilgiler kümesi, araştırma geliştirme sonuçları ya da bilgilerin üretime yöneltilmesi değildir. Neyi, hangi teknolojiyle üretelim sarmalını çözebilmek için, araştırma geliştirmenin maliyetini işin hemen başında belirlemeliyiz. Günümüz büyük kuruluşları, ticarî sanayi kuruluşları, firma bazında, yılda, onlarca milyon dolar, ülke bazındaysa onlarca milyar dolar ölçeğindeki fonları araştırmaya ayırabilmektedirler. Söz gelimi, Japonya’nın bir yılda araştırma geliştirmeye ayırdığı para, Türkiye’nin millî gelirinin üçte biri oranındadır; dolayısıyla, araştırma geliştirme çalışmaları, günümüzde, büyük harcamaları gerektiren boyutlara ulaşmıştır. 2000 yılında, 70 milyon Türk’ün ihtiyaçları öylesine büyüyecektir ki, bunları, ancak ve ancak, yurtdışındaki pazarlara yönelik üretim yapan bir sanayinin ihracat potansiyeliyle karşılayabiliriz. Bu nedenle, Türkiye gibi ülkelere ve Türkiye’ye “küçük güzeldir” şeklindeki reçeteleri çıkarmak, Türkiye’nin çıkarları doğrultusunda değildir. Aynı zamanda, teknoloji seçiminde giderek büyük önem kazanan “nasıl üretirsen üret; ama kirli, ama temiz. Varsın kirli olsun, yeterki üret” düşüncesi de, geri kalmış bir teknoloji reçetesidir. Bu da, bizim önümüze sunulan bir teknoloji türüdür. 70 milyon Türk’ün, kirleterek üretim yapmasını düşünemeyiz ve düşünmemeliyiz. Teknoloji seçimine geçmeden evvel, bir de, uygun teknolojiyle uygun ürün arasında bir ayırım yapmak zorundayız. Uygun ürün nedir; uygun ürün, pazarın her türlü ihtiyacına optimum düzeyde cevap veren üründür. Neden temiz teknolojiyi seçeceğiz; neden temizlik üzerinde duracağız? Bunun cevabı çok basit: Çünkü, kirli teknolojiyle üretim yaparsak -itiraf etmek gerekir ki- kirliliği temizleyecek paramız yok. Oysa, Amerika Birleşik Devletlerinin, kirliliği temizleyecek yıllık bütçesi 20 milyar dolar. Amerika Birleşik Devletlerinde olduğu gibi, bir taraftan kirletelim, bir taraftan temizleriz diyemeyiz; çünkü, temizleyecek paramız yok. Türkiye gibi ülkeler, sanayi devriminin birçok aşamasını gerilerden seyretmiş, ondan sonra birden uyanmışlardır. Bugün de, dünyada temiz teknolojiyle üretim yapma yönünde bir gelişme vardır. Bugün, her ne pahasına olursa olsun üretim değil, çevreyi en az ölçüde kirleten üretim geçerli olmaya başlamıştır. Türkiye bu gelişmeyi de tribünlerden seyrettiği takdirde, temizleyecek parası olmayacağı için, kirletilen, kirli olarak karşımızda kalacaktır. İşte, bu nedenle “her ne pahasına olursa olsun üretelim” sloganından kesinlikle vazgeçmek durumundayız. Bir örnek arz etmek istiyorum: Yatağan Termik Santralı gibi bir termik santralın tek ünitesi, 220 megawatt kapasitededir; maliyeti, 220 milyon dolar dolayındadır. Eğer, bu bacalara kükürtdioksit yıkama tesisleri inşaat esnasında kurulursa, bunun 30 milyon dolarlık bir maliyeti vardır; eğer, iş işten geçtikten sonra, baca inşa edildikten ve bir miktar kirlilikle karşılaşıldıktan sonra kurulursa, 30 milyon dolara mal olacak tesis, 75 milyon dolara mal olacaktır. 2000 yılının yolundayız, 2000 yılına bir soluk mesafe kalmıştır. Bu bir soluk mesafede, bahsettiğim sorunlara çözüm aramak zorundayız. Bunları, teknoloji seçimi ve çevre ilişkisi açısından özetlersek, kısaca, rekabetçi teknoloji ve temiz üretim şeklinde algılayabiliriz. Dışarıdan ülkemize gelen bazı telkinler, teknoloji seçiminde emek/yoğun teknoloji kullanılması, modası geçmiş teknoloji kullanılması, kirliliğe yeteri kadar önem vermeyen teknoloji kullanılması şeklinde olmaktadır. Aynı zamanda, ülkemize çevreyle ilgili birtakım telkinler de gelmektedir, gelecektir. Gerek teknoloji seçimi gerekse çevre ilişkileri konusunda, yerleşik siyasî partilere görev düşmektedir. Bu görevin özeti de şudur: Bu konular, özellikle çevre konuları, uç kuruluşlara bırakılmamalıdır, yerleşik siyasî partiler tarafından benimsenmelidir. Çözümü, uç kuruluşlarda değil, kendi içimizdeki yerleşik siyasî partilerin gündeminde aramak gibi bir arayış içinde bulunmamız gerekmektedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önümüzdeki yüzyıla aktaracağımız bir başka önemli olgu da, kentleşme konusudur. Ülkemizde kırk yıldan beri hız kazanarak süregelmekte bulunan kentleşme olgusu, temel bir kültür değişimi sorununu da gündeme getirmiştir. BAŞKAN – Sayın Yaşar, 2 dakikanız kaldı. ÜNAL YAŞAR (Devamla) – Tamam Sayın Başkanım. Kente göç eden nüfusun kent yaşamına uyum sağlayamaması, kentleşememe sorunları, farklı bir kültüre geçişte yaşanan gecikme ve direnişler, kalkınma ve gelişme çabalarını yavaşlatan sosyal sorunları doğurmaktadır. Bu bakımdan, konuyu, kentlerin artan hizmet ve altyapı yatırım ihtiyaçlarının ötesinde, çok daha geniş kapsamlı bir geçiş sürecinin yapısal sorunları olarak algılamak ve bu yönüyle konuya çözüm aramak gerekmektedir. Kentlerimize, ekonomilerinin talep ettiğinden daha fazla nüfusun göç etmesiyle, işsizlik, gecekondu, altyapı eksiklikleri, çevre kirliliği, arsa ve arazi spekülasyonu oluşmuş, bunların yanı sıra, yeni bir kültürle karşılaşmanın yarattığı sarsıntılar, iç çatışmalar, bunalımlar gibi, birey ve toplumları derinden etkileyen sorunlar da bunlara eklenmiştir. Bu oluşumlar, kente göç edenleri, özellikle gençleri, içlerine kapanmaya ya da tam tersine radikal örgütlenmelere, yasadışı işlere ve suça eğilime yöneltmektedir. Hiç kuşkusuz, konunun bu yönüne de mutlaka eğilmek ve özellikle genç neslin kentsel kültüre geçişini kolaylaştırıcı önlemleri geliştirmek ve uygulamak, yaşamsal bir zorunluluktur. Büyük ümitlerle başlatılan çalışmalar ve gösterilen çabalar, kırsal kalkınmanın süreklilik ve kalıcılık temellerine kavuşturulmasını sağlayamamış, olumsuz gelişmeler, kır-kent arasındaki refah düzeyi farkının giderek açılmasına ve kırsal nüfusun büyük kentlere yığılmasına neden olmuştur. Böylece, kentlerde yaşama arzusu artmış, sanayi, ticaret ve hizmetler metropollerde yoğunlaşmış ve dolayısıyla, iş bulma olasılığının metropollerde daha yüksek olması, bu kentlerde aşırı nüfus birikimine yol açmıştır. Metropol özelliği taşıyan kentlerin mevcut sorunlarından arındırılması ve özellikle İstanbul’un uluslararası düzeyde bir metropol haline getirilmesi ihtiyacı doğmuştur. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Yaşar, ek süreniz 1 dakika. ÜNAL YAŞAR (Devamla) – Bu yönüyle, sürdürülebilir kalkınma yaklaşımı çerçevesinde, çevre politikalarının tüm ekonomik ve sosyal politikalara entegrasyonunun önemi giderek artmaktadır; ancak, ülkemizde, gerek 2872 sayılı Çevre Kanununun gerek bu kanun doğrultusunda yürürlüğe giren yönetmeliklerin ve çevreyle ilgili mevcut diğer mevzuatın uygulanmasında ilgili kuruluşlar arasındaki yetki ve sorumluluk paylaşımındaki belirsizlik ve yetersizlikler, maalesef, çevre yönetiminde etkinliği azaltmaktadır. Aynı konuyla ilgili olarak, birden fazla kuruluşun yetkili olması, koordinasyon ve işbirliği konusunda yaşanan sorunlar bir araya geldiğinde, hizmetin etkili bir şekilde yerine getirilmesi güçleşmektedir. Bu nedenle, çevre alanında, mevcut mevzuattaki uyumsuzlukların giderilmesine ihtiyaç vardır. Çevre Kanunu ve diğer çevre mevzuatıyla öngörülen denetimlerin yapılması ve yaptırımların uygulanması konusunda, mülkî amirlik ve yerel yönetimler, kendilerine verilen yetkileri tereddütsüz kullanmalı ve bu yönetimlere, bu... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) Bitiriyorum efendim... Bağlıyorum... BAŞKAN – Hiç yapmadık, hiç uygulamadık... İzninizle Sayın Yaşar. A.HAMDİ ÜÇPINARLAR (Çanakkale) – Bir önceki konuşmacıdan 1 dakika alacağı var Sayın Başkan. BAŞKAN – Yok efendim, tutuyoruz... ÜNAL YAŞAR (Devamla) – Genel Kurula saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Yaşar. Doğru Yol Partisi Grubu adına, Sayın Cevher Cevheri; buyurun. (DYP sıralarından alkışlar) Sayın Cevheri, süreyi eşit mi paylaşacaksınız? İ. CEVHER CEVHERİ (Adana) – Süre artarsa, bir sonraki sözcüye ilave etmenizi istirham ediyorum. BAŞKAN – Tabiî, onu ilave ediyoruz. DYP GRUBU ADINA İ. CEVHER CEVHERİ (Adana) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Adalet Bakanlığı ve Yargıtay Başkanlığı bütçeleri üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini ifade etmek üzere söz almış bulunuyorum. Şahsım ve Grubum adına, Yüce Heyetinize saygılarımı sunarım. Demokratik hukuk devleti olma iddiasını ısrarla sürdüren, millet iradesinin, Anayasanın, kanunların üstünlüğünü ve devlet dahil herkes için bağlayıcılığını vazgeçilmez bir hayat tarzı olarak benimseyen Türk Milleti, içinde yaşadığı bölgeye ve bütün dünyaya karşı bir demokrasi imtihanı vermektedir. Bir yandan “adalet mülkün temelidir” düsturundan ilham ve feyiz alırken, bir yandan da gecikmiş adaletin, insanların hukuk devletine olan inancını sarsacağının idraki içerisindeyiz. Geciken adaletin, hak arayışında olan vatandaşları, başka kişiler nezdinde çare aramaya ya da bizzat ihkakı hak yoluna iteceği aşikârdır. O halde, yargı reformundan söz ederken, adalet mekanizmasının işleyişindeki aksaklık ve eksikliklerin ele alınması gerekir. Mahkemelerimizin, bina, araç ve yardımcı personel bakımından yetersizlikleri apaçık ortadadır. Bu fizikî eksikliklerin, mevcut bütçe imkânları içinde mutlaka giderilmesi icap etmektedir. Adliye binalarının, bilgisayarlarla donatılmış, özlük haklarından doğan sıkıntılarını çözmüş ve güler yüzle hizmet edebilen personelin bulunduğu adliye sarayları haline getirilmesi öncelikli hedeflerimizdendir. Hâkimlik ve savcılığın yeniden özenilen bir meslek haline getirilmesi, yargı mensuplarının gelir ve sosyal hakları bakımından kamu çalışanlarının en iyilerinden olması büyük bir zarurettir. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu, Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu ve İcra İflas Kanunundaki bazı hükümlerin sebep olduğu gecikmeler giderilmeli, bilirkişilik müessesesinin adlî mekanizma içerisindeki önemine binaen, başta, Adlî Tıp Kurumu olmak üzere, uzman kadroların eksiklikleri süratle telafi edilmelidir. Birçok hukukî ihtilafın mahkemeler dışında tahkim yoluyla çözülebilmesi için, usul hukukuyla ilgili revizyonların gerçekleştirilmesini teklif etmekteyiz. Değerli milletvekilleri, birçoğumuzun mensubu olduğu ve yargı mekanizmasının vazgeçilmez unsuru olan avukatlık mesleği önemli sıkıntılar içindedir. SSK topluluk sigortasının primlerini dahi ödemekte zorlanan pek çok meslektaşımız, hastalık ve analık sigortasından yararlanamamaktadır. Hayat standardı esasının getirdiği ağır vergi külfetinin azaltılması bir zorunluluk haline gelmiştir. Devletin trilyonlarca liralık hukukunu savunmaya çalışan kamu avukatlarının ücret ve özlük hakları bakımından birçok kamu personelinin gerisinde olduğunu itiraf etmemiz gerekir. 1136 sayılı Avukatlık Kanunuyla yaptıkları görevin kamu hizmeti olduğu vazedilen avukatların, hizmetin bu niteliği göz önünde tutularak, hak ettikleri itibara kavuşturulması elzemdir. Unutulmamalıdır ki, herkesin, bir gün, bir avukata ihtiyacı olabilir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; cezaevleri ve ceza infaz sistemi, yeni baştan ele alınması gereken bir konu olarak karşımızda durmaktadır. Cezaların İnfazı Hakkındaki Kanunun getirdiği uygulamalarla, cezanın caydırıcılığı hususunda çok ciddî tereddütler vardır. Elbette ki, tutuklu ve hükümlüler de, bizim insanlarımızdır. Gerek iç hukuktan gerekse beynelmilel hukuktan kaynaklanan hakları, devletin himaye ve teminatı altındadır. Cezalandırma müessesesinin, suçlunun ıslah edilip topluma yeniden kazandırılması amacına yönelik olmasına rağmen, birçok cezaevimizin, mevcut yapısıyla, bu fonksiyonunu yerine getirmesi mümkün değildir. Herhangi bir suça feri nitelikte iştirak etmiş bir tutuklu veya hükümlü bile, cezaevinden, ıslah edilmiş olarak değil de, daha da bilenmiş olarak çıkabilmektedir. Çocuk tutuklu ve hükümlülerinin şartları, önemli bir problem olarak karşımızda durmaktadır. Bütün bu konularda gerekli her türlü idarî düzenlemeler yapılacak, kanun değişikliğini gerektiren hususlar, Yüce Meclisin önüne getirilecektir. Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Yargıtayımız, Türk yargı sisteminin gözbebeğidir; hakkını arayan, savunma hakkını kullanan kişi ve kurumların kapısını çalabileceği en son mercidir. Hukukî ihtilafların çok büyük bir bölümü adlî yargıya ilişkin olduğundan, bu uyuşmazlıkların varacağı son nokta olan Yargıtay’ın önemi, kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Ülkenin en seçkin hâkimlerinin görev yaptığı bu kurumun, üzerine düşeni layıkı veçhile yerine getirebilmesi için ne gerekiyorsa yapılmalı, ne talep ediliyorsa, her türlü bütçe kaygılarının dışında, karşılanmalıdır. Onbinlerce dosya arasında ve fizikî şartlarındaki yetersizliklere rağmen, en ufak bir kuşkuya yer vermeden görevini yapan Yargıtayımız, her türlü siyasî tartışmanın da dışında kalabilmeyi başarmıştır. İlk derece mahkemeleri ile temyiz mahkemesi arasında görev yapacak olan istinaf mahkemeleriyle ilgili kanun ve kanun değişiklikleri Yüce Meclise getirilecek, bu suretle, Yargıtay, asıl yapması gereken içtihat mahkemesi görevini ifa etme imkânına kavuşacaktır. Yargının bağımsızlığı ve hâkim teminatı, hukuk devletinin en önemli unsurudur. Adalet Bakanı ve müsteşarının bulunmadığı bir Hâkimler Yüksek Kurulunun yeniden ihdası, Hükümetimizin önemli projeleri arasındadır. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; gerek bu kürsüde gerekse Plan ve Bütçe Komisyonunda söz alan bütün grupların sözcülerinin, adalet camiasının sorunlarının tespitinde ve çözüm yollarında ciddî bir mutabakat içinde olduklarını, memnuniyetle müşahede ediyoruz; ancak, burada asıl olan, bunların hayata geçirilmesi, uygulamaya konabilmesidir. İşte, tespit ve ikrar ettiğimiz bu aksaklıkları, 53 üncü Hükümet olarak, Yüce Meclisin de desteğiyle, Adalet Bakanlığının 29 trilyon 848 milyarlık, Yargıtay Başkanlığının 611 milyarlık ödeneği çerçevesinde, reformcu bir anlayışla ve ihlasla çözmek üzere yola çıkmış buluyoruz. Bütçemizin, adalet camiasına ve memleketimize hayırlara vesile olmasını diler; şahsım ve Doğru Yol Partisi Grubu adına, Yüce Meclisi saygıyla selamlarım. (DYP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN –Teşekkür ediyorum Sayın Cevheri. Sayın Hamdi Üçpınarlar. Süreniz 11 dakikadır; arkadaşınızın süresinden 1 dakika kaldı. Buyurun. DYP GRUBU ADINA A. HAMDİ ÜÇPINARLAR (Çanakkale) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım ve televizyonları başında bizleri dinleme imkânı bulunan değerli vatandaşlarım; Çevre Bakanlığının bütçesi üzerinde, Grubum adına konuşma yapmak üzere görevlendirilmiş bulunuyorum. Konuşmalarıma başlarken, hepinize saygılar sunuyorum. Üzerinde yaşamış olduğumuz dünyanın tek olduğunu düşündüğümüz zaman, çevre konusunun da, tüm dünyamızı ve bu dünya üzerinde yaşayan tüm insanlığı ilgilendirdiğini kabullenmemek mümkün değildir. O nedenle, günümüz dünyasında çevre konumunun, doğrudan insan sağlığıyla bağlantılı olması nedeniyle, en önemli bakanlıklardan birisi olması gereğini de kabullenmemiz gerekmektedir. Nitekim, teknolojinin ilerlediği, sanayinin geliştiği bir dünyada, 1972 yılında Stockholm’de ve 1992’de Rio’da yapılan zirvelerde, devlet başkanları seviyesindeki bu toplantılarda çevrenin önemi ve konumu gündeme getirilmiş ve dünya devletlerinin birbirleriyle de yardımlaşarak çevre konusunu en ön plana almaları gereği ifade olunmuştur. 1991 yılına kadar Çevre Müsteşarlığı adı altında faaliyet gösteren ve 1991 yılında Çevre Bakanlığı olarak ihdas olunan bakanlığımızın bugüne kadar yaptığı faaliyetlerin yeterli olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Ama, artık, sanayinin, günümüzde ekonomimizin merkezi ve büyümenin itici gücü olduğunu kabul edersek ve getirmiş olduğu ekonomik katılımların yanında çevreye verdiği zararları göz önüne alırsak çevrenin -biraz evvel de ifade ettiğim gibi- tüm insanlarca ele alınması gerektiğini ve bugüne kadarki çevreci-sanayici, gönüllü kuruluşlar - yatırımcılar savaşını bir tarafa bırakıp, Türkiye’nin, el ele vererek birlikte üretim yapma ve çevreyi temiz tutma mecburiyetinin ortaya çıktığını kabul etmemiz gerekir. Nitekim, 1993 yılında, Çevre Bakanlığı, otomotiv ve çimento sanayiiyle uyum protokolleri yapmış ve bu protokollerin diğer alanlarda da tahakkuk etmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Temennim, Çevre Bakanlığımızın, bundan sonraki çalışmalarda, diğer kuruluşlarla da bu uyum protokollerini yaparak, çalışmalarına hız vermesidir. Sanayi kuruluşlarımızın dikkat etmesi gereken bir konum, şudur: Hiç kimse, para kazanma işini, insan ve diğer canlıların sağlığı üzerine kurmamak; bazı kişiler, doğayı tahrip ederek, doğayı kemirerek, doğayı yok ederek gelirlerine gelir katma gafletinden vazgeçmek mecburiyetindedir. Bunların yanında, buradan, yerel yönetimlere de seslenmek istiyorum. Maalesef, Türkiyemizde, gecekondu ve çarpık yapılaşmalara karşı önlem alınamamaktadır. Biz, siyasîler ve yerel yönetimlerdeki belediye reisleri, maalesef, önümüzdeki seçimlerde alacağımız oyun hesabını yapınca, o çarpık yapılaşmalara müsaade edilmekte, hatta, altyapıların götürülmesi temin edilerek oralarda doğabilecek felaketlere izin verilmektedir. Nitekim, İstanbul’da vuku bulan çöplük hadisesinin ve İzmir’de vuku bulan sel hadisesinin altında yatan gerçek, bu felaketlerin ihmallerden doğduğudur. Felaketler başımıza geldikten sonra önlem almak, bir işe yaramamaktadır. O nedenle, yerel yönetici arkadaşlarımızın, bilhassa şehirleşmede ve çarpık yapılaşmadaki hassasiyetlerinin gereğini burada vurgulamak istiyorum. Değerli arkadaşlarım, şurada bir iddiada daha bulunmak istiyorum: Türkiye’de, bugün, insan başına, günde aşağı yukarı 1 kilograma yakın çöp üretilmektedir. Nüfusumuza oranladığınız zaman, Türkiye’deki çöp üretimi günde 60 milyon kilograma yakındır. Bütün kuruluşlarımız, bütün bakanlıklarımız ve bilhassa Çevre Bakanlığımız, çöp konusunda gerekli tedbirleri almadığı takdirde, Türkiye, çok yakında, önümüzdeki beş on yıl zarfında, çöplerden doğacak felaketleri önleme imkânına sahip olamayacaktır. Dünya üzerinde, çöp sorununa, Avrupa ülkeleri, düzenli depolama, yakma ve kompost şeklinde çare aramaktadır. Türkiyemizde de en yaygın olan tedbirlerden bir tanesi düzenli depolama olmasına rağmen, maalesef, Çevre Bakanlığı ile Orman Bakanlığı arasındaki uyuşmazlıktan dolayı, yeterli derecede yerine getirilememektedir. Bazı ülkelerde kompost formülüyle çareler aranmaktadır... Bunların, Çevre Bakanlığı tarafından, en kısa süre içerisinde araştırma yapılmak suretiyle, Türkiye’ye de uygulanması zarureti olduğunu buradan ifade etmek istiyorum. Söylemiş olduğum bu konularla ilgili, Çevre Bakanlığı yaptığım çok kısa bir devre zarfında, gerekli çalışmaları ve araştırmaları yaptırmıştım. Şimdi, önerim, görevi devralmış olan Sevgili Bakanımın bu konuları bir an evvel gündeme getirerek hayatiyete geçirmesi olacaktır. İnsan sağlığıyla çok yakinen ilgili olduğunu ifade ettiğimiz çevre konumunda, Türkiye’nin en fazla dikkat etmesi gereken konulardan bir tanesi de, dünya üzerinde ve bilhassa Türkiye’de, son zamanlarda çok vuku bulan erozyon hadisesidir. Bu yönde tedbir alan ve çok ciddî çalışmalar yapan kuruluşlarımız mevcuttur. Ben, buradan, bu gönüllü kuruluşlarımızın bugüne kadar yapmış oldukları çalışmalardan ve bundan sonraki yapacakları çalışmalardan dolayı, bu kuruluşlarda görev alan gönüllü insanları kutlamak istiyorum, tebrik etmek istiyorum. BAŞKAN – Sayın Üçpınarlar, 2 dakikanız kaldı. A.HAMDİ ÜÇPINARLAR (Devamla) – ... ve, bakanlığım döneminde gönüllü kuruluşlarla, sanayicilerle müşterek başlatmış olduğum diyalog çalışmalarının, şu anda görev yapan arkadaşım tarafından da devamında fayda mülahaza ettiğimi ifade etmek istiyorum. Ve, bu konuda benden evvel konuşmalarını ifa eden arkadaşlarımın da ifade buyurdukları gibi, en önemli unsurlardan bir tanesi, eğitim konusudur. Bakanlığın, belediyelere çöp arabası, vidanjör ve traktör dağıtan bakanlık unvanını bir kıyıya bırakıp, gerekli çalışmalara ve bilhassa eğitim çalışmalarına büyük önem vermesini buradan bir kez daha ifade etmek istiyorum ve diyorum ki, Peygamber Efendimizin buyurduğu gibi “Kıyamet anını hissettiğiniz an dahi elinizde bir fidan varsa, onu dikiniz.” ALİ OĞUZ (İstanbul) – Bravo!.. A.HAMDİ ÜÇPINARLAR (Devamla) – Ve diyorum ki, solunabilir hava, içilebilir su ve ekilebilir toprak aradığımız günlere muhtaç olmayalım. Bunları aramamamız için de, geliniz, çevre bilincini, yeni yetişen nesillerimize ve tüm insanlığa... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Üçpınarlar, 1 dakika içinde lütfen toparlayın... A. HAMDİ ÜÇPINARLAR (Devamla) – ...eğitim vermek suretiyle, onlara insanoğlunun hoşuna gidecek tarzdaki eğitim tarzlarını uygulamak suretiyle aşılamaya çalışalım. Allah hepimizin yardımcısı olsun; bütçemiz hayırlı uğurlu olsun diyorum. Saygılar sunuyorum Sayın Başkan. (DYP, ANAP ve RP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Üçpınarlar. Gruplar adına konuşmalar tamamlandı. Şahısları adına, lehinde, Sayın Orhan Kavuncu; buyurun. Sayın Kavuncu, süreniz 10 dakikadır. ORHAN KAVUNCU (Adana) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çevre Bakanlığı bütçesiyle ilgili kişisel görüşlerimi açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Konuşmama başlarken, Büyük Birlik Partisi ve şahsım adına, hepinizi hürmetle selamlarım. Sevgili Çevre Bakanımızın sunuş konuşmasında ifade buyurduğu, sürdürülebilir kalkınma ve kalkınmayı engellemeyecek çevre duyarlığı konusundaki ilkelerine destek veriyor, bunları hayata geçirmek için elinden gelen gayreti göstereceğini biliyor, kendisine, bütçesinin azlığıyla ilgili şikâyetlerinde de hak vererek başarılar diliyorum. Ancak, Maliye Bakanımızın sunuş konuşmasında, yatırım programları içerisinde çevre projelerinin payının ifade dahi edilmemiş olması, hatta “çevre’’ kelimesinin, bir tane dahi geçmemiş olması, Hükümetin çevre duyarlığı bakımından hassasiyetinin olmadığı noktasında da, beni tereddüte sevk ediyor. Küreselleşme kavramı içerisinde çevre meselesini ele almak gerekiyor. Çevre meselesi, bilhassa ekolojik bozulmayı ön plana çıkararak düşündüğümüzde, ulusal bir mesele olmaktan ziyade, dünya boyutlarında, insanlığı, tabiatı tehdit eden bir mesele olarak karşımıza çıkıyor. Bu küreselleşme kavramı içerisinde çevre problemini düşündüğümüzde, iki boyutlu olarak tezahür ettiğini görüyoruz. Çevreyi bugünkü durumuna sokan ülkeler, şimdi, çevre koruma endüstrisinde yaptıkları ihracatla dünyayı sömürmeye devam ediyorlar. Çevre koruma endüstrisinin toplam ihracattaki payı, Almanya’da 27 milyar dolar, Amerika Birleşik Devletlerinde 80 milyar dolar, Japonya’da 30 milyar dolar, Fransa’da 12 milyar dolar, İngiltere’de 9 milyar dolardır. Çevre meselesinin küreselleşme kavramı içerisinde ikinci boyutu ise, biraz önce de ifade ettiğim gibi, çevre kirliliğinin bizzat kendisinin dünya boyutlarında bir problem olmasıdır. Bu noktada, Çevre Bakanlığının, Kafkasya ve Orta Asya Bölgesel Çevre Merkezinin TİKA’yla birlikte bir an önce hayata geçirilmesi konusunda yeterli duyarlılığı göstereceğini ümit ediyorum. Gelecek bütçelerde, uluslararası kuruluşlara ve ülkemizdeki gönüllü kuruluşlara yapılacak ödemeler, imkânlarımız ölçüsünde elbette artırılmalıdır. Sayın Bakanın bir tereddütü var; katılmamak elde değil. Sayın Bakan “Orta Asya ve Balkanlar için Gündem-21’in ilgili ülkeler tarafından benimseneceğini ümit ediyorum” diyor. Bu ümit ifadesinin arkasındaki endişeye katılıyorum; uluslararası kuruluşlara ayırdığımız payla, biz, bu endişeyi taşımakta haklıyız. Sevgili arkadaşlar, küreselleşme boyutlarıyla ele aldığımız zaman, ekolojik bozulmalar, yeryüzünde, en fazla Türk dünyasını tehdit eden boyutlarda bir tehlikedir. Türkistan’da, ekolojik bozulma, tam bir insanlık faciasıdır. Türkistan, Asya’nın ortasında bir coğrafyadır. Orta Asya diye, kasıtlı olarak, Türklükle bölgenin ilgisini unutturmak maksadıyla ifade edilen bölgenin Herodot’tan beri nomadik ismi Türkistan’dır. Sıkıntılar, insanlara, suya, toprağa ve diğer canlılara verilen zararlar, Birleşmiş Milletler ve başka uluslararası kuruluşların gündemindedir. Kazakistan’ın Semipalatinski yöresinde yapılan yeraltı nükleer denemeler, Türkistan’ın münbit arazilerinde pamuk monokültürünün yol açtığı çoraklaşma ve zehirlenme, Aral’ın suyunun azalması, Hazar Denizinde petrol endüstrisi, Lop Nor’da Çinlilerin yaptığı nükleer denemeler, Kazakistan’da Baykonur Uzay Üssünden atılan roketlerin yaptığı tahribat; yine, insan ve canlı hayatını hiçe sayan acımasız ve sorumsuz bir merkezî planlamanın meraları tarla arazisi yapma kararıyla çobanlığın ve Kazakların neredeyse tamamı demek olan çobanların yok olması, Türk ülkelerini, Türkistan cumhuriyetlerini mahvetmiştir. Kazakistan’da nükleer denemeler, çocuk ölümlerini, kanserli oranını, genetik bozuklukları çok artırmış; Semey Vadisinde, gerek tarla arazisi gerek koyun ve yılkı -yani, at- sürülerinin beslendiği geniş meralar tamamen çoraklaştığı için, ekincilik ve hayvancılık tamamen ölmüştür. Özbekistan ve Türkmenistan, bugün, bir yaşından küçük ölümlerin, düşüklerin ve ölü doğumların en yüksek oranda olduğu ülkeler arasındadır. Pamuk ziraatı, çok su, gübre, ilaç ve sık çapalanma gerektirir, entansif bir ziraattır; toprağı ve insanı yoran bir ziraat kültürüdür. Kullanılan gübre ve bilhassa tarlada pamuk hasat eden kadın ve çocuk işçiler varken, bunların üzerine, hasatı kolaşlaştırsın diye uçakla atılan kimyevî çözücülerle, insanlarda sürekli rahatsızlıklar meydana gelmiştir. Hiç ara vermeden yıllardır süregelen pamuk ekimi toprağı yormuş, sulama için kurulan dev barajlar -Kazak soydaşlarımız “su koyması’’ Özbek soydaşlarımız “su ambarı’’ diyorlar; ne güzel değil mi- ve sulama kanalları, Seyhun ve Ceyhun’un Aral’a ulaşmadan kurumasına yol açmış ve Aral’ın derinliğinde 14 metre, sahillerinde 114 kilometre çekilmeye yol açmıştır. Değerli milletvekilleri, Türkiye, yaşlı dünyanın 21 inci Yüzyıla girmek üzere olduğu şu günlerde, değişme trendlerini yakalamak, daha doğrusu, nelerin değişmesi gerektiğini belirleyerek, bu değişme trendlerini kontrol altına almak mecburiyetindedir. Türkiye, cihanşümul politikalar uygulamak zorundadır. Belli bir büyüklüğe gelinceye kadar ayakta durmak için, kendi kabuğumuza çekilmemiz gerekiyordu; ama, artık o kabuktan çıkacak büyüklüğe geldiğimizi fark etmek mecburiyetindeyiz. BAŞKAN – Sayın Kavuncu, son 2 dakikanız... ORHAN KAVUNCU (Devamla) – Elzem değişikliklerin başında, ekonomik değerlendirme ile ekolojik değerlendirmenin önem sırası gelmektedir. Bugüne kadar, modern dünyanın insanı ve kurumları, bir endüstriyel veya ziraî faaliyeti planlarken “bu işten ne kadar kâr ederim” sorusunu öncelikle cevaplamaya çalışmış ve hatta, bu tür faaliyetlerin ismi “iktisadî faaliyet” olarak anılagelmiştir. Bu arada, ekolojik duyarlılığı olan insanların “aman, ekolojiye zarar vermeyelim” şeklindeki ikazları, çok nadir zamanlarda ciddiye alınmıştır. Bugün, artık, iktisadî faaliyetleri, ekolojiyi bozmayacak şekilde değil, ekolojiyi düzeltmek şeklinde düzenlemeliyiz. Bugün, sürdürülebilir üretim (sustainable production), sürdürülebilir kalkınma (sustainable development) gibi kavramlar, aslında, işte, bunu ifade etmektedir; yani, mesela, tabiat ana, o topraktan neyin ne kadar zamanda yetişmesini organize edecekse, toprağı yormadan, o şekilde planlanan bir tarımsal faaliyet. Türkiye, cihanşümul politikalarını, bu tip meselelerin üzerine inşa etmelidir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Kavuncu, eksüreniz 1 dakikadır. ORHAN KAVUNCU (Devamla) – Teşekkür ederim Başkan. 20 nci Asırda, bir yanda, daha fazla kazanma hırsıyla teneffüs ettiğimiz havayı, bir yanda balıkların ve çocuklarımızın yüzdüğü suyu, yediğimiz ekmeği ve domatesi besleyen, bağrında olgunlaştıran toprağı kirleten zenginlerin kapitalist düzeni; öbür yanda, süper güç olduğunu ispatlama hırsıyla havayı, suyu ve toprağı en umursamaz ve en utanmaz tavırlarla kirleten komünist sistem. Rusya’nın işi şimdilik bitmiş görünüyor. Şimdi “küreselleşme” yani “yeni dünya düzeni” diyorlar. Ben, şahsen, daha çok kazanma hırsıyla kirletmeye devam edeceklerine, dolayısıyla, nimet ve külfetlerin paylaşılmasındaki dengesizliğe, bu yeni dünya düzeninin de son vermeyeceğine inanıyorum; buna “dur” diyecekse, cihanşümul politikalarla, sadece Türk dünyasına değil, bütün ezilen ülkelere mesajlar veren bir Türkiye “dur” diyecektir. Hepinize saygılar sunuyorum. (BBP ve RP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Kavuncu. Hükümet adına Çevre Bakanı Sayın Mustafa Taşar; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakikadır. ÇEVRE BAKANI MUSTAFA R. TAŞAR (Gaziantep) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çevreyle ilgili konuların 10 dakikada konuşulmasının zorluğunu takdir edersiniz. Bu konudaki, Bakanlığımızın ve Hükümetimizin görüşlerini bir kitapçık halinde bastırarak, Başkanlığımıza ve sayın milletvekili arkadaşlarımıza dağıtmış bulunuyoruz. Bakanlığımızın 1996 malî yılı bütçesinin görüşülmesi nedeniyle huzurlarınızda bulunuyorum; konuşmama başlamadan önce hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bilindiği gibi, çevre konusu, bizim, önem, öncelik ve duyarlılıkla ele aldığımız bir konudur. Nitekim, bu yaklaşım doğrultusunda, daha önce, Başbakanlığa bağlı müsteşarlık olarak teşkilatlandırılan kurum, 1991 yılında, -benim de üyesi bulunduğum- Sayın Mesut Yılmaz Başbakanlığındaki Anavatan Partisi Hükümeti tarafından bakanlık düzeyine yükseltilmiştir. Konuya verdiğimiz önemin gereği, Anavatan Partisi olarak, çevre konusundaki çalışmalarımıza muhalefet döneminde de devam ettik. Muhalefet döneminde, Pamukkale’de düzenlediğimiz “2000’e Beş Kala Türkiye’nin Hedefleri ve Yeniden Yapılanma’’ konulu siyaset belirleme ve geliştirme toplantısında, çevreyi, başlıbaşına bir konu olarak ele aldık ve irdeledik; bu çalışmaların sonucunu da bir kitap halinde yayımladık. Şimdi, 53 üncü Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin Programında, “çevrenin korunmasının ekonomik, ticarî, sosyal ve siyasî açılardan, birbiriyle uyumlu ve bütünleşmiş bir yaklaşımla ele alınacağı; çevrenin kirletilmesi sonucunda alınacak onarıcı politikalar yanında, öncelikle, kirletilmeden korumasını sağlayacak önleyici politikalar tercih edileceği ve çevre politikalarının tüm ekonomik ve sosyal politikalarla bütünleştirilerek, ekonomik araçlardan azamî düzeyde istifade edileceği, toplumda çevre bilincinin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması için, kamu kurum ve kuruluşları, gönüllü kuruluşlar ve yerel yönetimler arasında koordinasyon sağlanarak eylem planları yapılacağı, kent planlamasının çevre düzeni, imar planlarına uygun olarak hazırlanacağı” hususları temel politikalar olarak belirlenmiştir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; çevre, ihtiyaçlarımızı karşıladığımız, her canlının neslini devam ettirdiği, sürekli olarak tükettiği ve ürettiği, gezdiği, dinlendiği, yaşamını geçirdiği doğal, kültürel sınırları her zaman kontrol edilemeyen büyük bir ortamdır. İnsanoğlunun yaşamı, bu mekân içerisinde, bazen kolaylaştırılmış, bazen de -elde olmayan nedenlerle- zorlaştırılmış vaziyette geçmektedir. İnsanoğlu, hayatın ilk yıllarından beri çevreyle beraber olmasına karşın, 19 uncu Yüzyıla kadar bu ortamın önemini pek kavrayamamış; çevre de, kendi doğal yapısı içerisinde şekillenmiştir. 20 nci Yüzyılda ülkelerin temel hedefi, ekonomik kalkınma olmuş. Bu hedefe ulaşılmasında, sanayileşme başlıca araç olarak görülmüştür. Başka bir ifadeyle, birçok ülke için kalkınma sanayileşmeyle özdeş kabul edilmiş ve bütün çabalar bu yönde yoğunlaştırılmıştır. Ülkemiz, kalkınma sürecinde belli düzeye ulaşmış, sanayileşme ve kentleşme çabalarını sürdüren bir ülke olarak, ciddî çevre sorunlarına sahiptir. Bu sorunlara, bir sistem dahilinde, kısa, orta ve uzun vadeli bir programla yaklaşılması gerekmektedir. Burada vurgulamamız gereken husus, yaşadığımız çevrenin önemi yanında, yapılanları ve yapılması gerekenleri yapmak, uygulamak, uygulamaya yardımcı olmak ve bu işte, her şeyden önce samimi olmaktır. Kural ve kaideleri, nerelere, nasıl yazarsanız yazınız, uygulamalardaki aksaklık ne çevreyi korur, ne tabii zenginlikleri korur. Çevre, bir hükümet, bir bakanlık işi diye geçiştirilecek bir şey değildir; çevre, hem devletin, hem hükümetlerin, hem de en başta bizlerin, yani vatandaşların, çevreyi kullananların, insanların, koruması altında olabilecek bir olgudur. Bu amaçtan yola çıkarak, siyasî parti liderlerimizin, çevreyle ilgili konularla yakinen ilgilenmelerini sağlamak üzere, demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsurları olan siyasî partilerde de, çevre komisyonları oluşturulması için çağrıda bulundum ve bu konuda bir yönetmenlik taslağını da kendilerine takdim ettim. Buna, bütün siyasî partilerimizin duyarlılıkla yaklaşacağını ümit ediyorum. Yine, aynı şekilde, hepinizin yakinen içinde yaşadığınız olaylar olmaktadır; bunlardan en basit birisini burada söylemek istiyorum: Sayın genel başkanlar, sayın bakanlar, sayın milletvekilleri, siyasî geziler yaptıkları zaman, dinimizce de uygun olmayan şekilde kurbanlar kesilmektedir -halbuki, kurban Allah’a kesilir, kullara kesilmez- böylece orada bir cinayet işlenmekte, vahşice hayvanlar katledilmektedir. Bunun önlenebilmesi için sayın genel başkanlarımıza bir mektup göndererek, karşılamalarda ve uğurlamalarda, kurban kesme hadiselerine son verilmesi hususunda yardımlarını talep ettim; ilk uygulamayı Gaziantep’e yaptığım gezide ben başlattım. Benim Bakan olarak yapacağım ziyaretlerde, kurban kesmek isteyen vatandaşlardan, valilik kanalıyla Çevre Koruma Vakfında, tam 310 milyon Türk Lirası bağış toplandı; böylece hem hayvanlar telef edilmemiş oldu hem de çevrenin güzelleştirilmesi ve ağaçlandırılması için -bir miktar da olsa- para toplanmış oldu. Gaziantep’deki bu uygulamanın, diğer illerimize de örnek olmasını diliyorum. Yine aynı şekilde, yarın, basın toplantısıyla açıklayacağım bir husus var: Hepimiz, birbirimize yılbaşlarında ve bayramlarda tebrik kartı gönderiyoruz. Bu tebriklerin tamamını topladığınız zaman, maliyeti tam 2,8 trilyon lirayı bulmaktadır. Ben, bana gelen kartlardan ve gönderdiğim kartlardan gördüğümü söylüyorum; bu gelen kartları ne biz okuruz ne de gönderdiğimiz okur, altına imza bile atmayız, imzalar matbaada basılır, sekreterler yorulur sadece burada, bir de onları dağıtan postacılar. Bu bir kanun meselesi değildir; bu meselenin sona erdirilmesi için de, herkesi duyarlılığa davet ediyorum. En azından, binlerce ağacın kesilmesine ve oksijen ihtiyacımızı karşılayan orman varlığımızın yok olmasına neden olan bu fuzuli uygulamanın sona erdirilmesi gerekmektedir. Bu konuda, zaten, çok yakın dostlar telefonla, bayramlarda birbirlerini ziyaret ederek veya mektuplaşarak meseleyi halletmektedirler. Onun için, bu meseleye de bir son verilmesi gerekir diye düşünüyorum. (Alkışlar) Ülke genelinde erozyon, çarpık kentleşme ve buna bağlı altyapı sorunları yoğun olarak görülürken, batı bölgelerimizde, sanayileşmeden kaynaklanan hızlı bir çevre kirlenmesi yaşanmaktadır. Türkiye’nin büyük bir bölümünde bitki örtüsü ve ormanlar hızla azalmaktadır. Erozyon nedeniyle yılda 500 milyon ton verimli toprak heba olmaktadır. Bu topraklar heba olmakla kalmayıp aynı zamanda, barajlarımızın dolmasına da sebebiyet vermektedirler... Ülkenin ekonomik büyüme sürecinde, gerekli önlemlerin alınmaması ve çevre koruma politikalarının ihmal edilmesi, bu sorunları, maalesef, gündeme getirmiştir. Ülkemizin gündeminden hiç inmeyen bir diğer konu, hava kirliliğidir; yoğun yerleşim merkezlerinde ve sanayi bölgelerinde, kömüre dayalı enerji tesislerinin yer aldığı yörelerde görülmektedir. Taşıtlardan kaynaklanan hava kirliliği ise, apayrı bir içler acısıdır ve büyük şehirlerimizde önemli boyutlara ulaşmıştır. Gölleri, akarsuları, yeraltı su kaynakları ve sulak alanları zengin ve üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde, su kirliliği ve hava kirliliğinde olduğu gibi, çarpık yerleşme ve arıtma tesisi kullanılmadan yapılan atık deşarjlarından da kaynaklanan bu kirliliklere son verilmesi için gerekli çalışmalar yapılacaktır. BAŞKAN – Sayın Taşar, son dakikanız içerisindesiniz. ÇEVRE BAKANI MUSTAFA R. TAŞAR (Devamla) – Sayın Başkanım, daha okuyacak ve söyleyecek çok şeyim var; yalnız, son dakikada şunu söylemek istiyorum: Benden önce bu Bakanlık görevinde bulunmuş olan Sayın Çevre Bakanımız, biraz önce “Çevre Bakanlığının bir, itfaiye, çöp aracı dağıtan kurum haline geldiğini” ifade etti; aynen katılıyorum, eğer bu uygulamalar ileriye doğru devam edecek olursa, Çevre Bakanlığının adını, “çevre malzeme ofisi’’ olarak değiştirmek gerektiğine inanıyorum; çünkü, çevre fonunun işlevleri arasında, çevre kirliliğini önleyici araştırma faaliyetleri, çevrenin temizlenmesi için yapılacak faaliyetler, çevre kirliliğini önlemeye yönelik eğitim faaliyetleri ve personel yetiştirilmesi... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Bakan, ek süreniz 1 dakikadır. ÇEVRE BAKANI MUSTAFA R. TAŞAR (Devamla) – ...çevre kirliliğinin giderilmesi ve önlenmesiyle ilgili teknoloji ve projelerin satın alınması, çevre kirliliğini önleyici ve çevreyi iyileştirici faaliyetlerde kullanılacak olan araç ve gereçlerin satın alınması, hayvan ve bitki ıslahı ve çevre kirliliğini önlemeye yönelik ağaçlandırma faaliyetleri ve arıtma tesisleri yapılması için, gerçek ve tüzelkişilere kredi yardımları konuları vardır; ama, bunlardan hiçbirisi yapılamamaktadır; sadece, belediyelere arozöz, çöp kamyonu vermekle yükümlü bir Bakanlık halindedir, bir imkânsızlıklar Bakanlığıdır, bütçesi, Türkiye bütçesinin onbinde yedisidir. Onbinde yedi bütçeyle, bu Bakanlıkta, ne yapılabilecekse azamîsini yapmaya gayret edeceğiz ve Bakanlar Kurulu içerisinde, ben, kendimi Bakanlar Kurulunun bir üyesi gibi değil, çevre gönüllülerinin bir temsilcisi olarak görüyorum; çevre kirliliğinin önlenmesinde, çevrenin kirletilmeden korunmasında ve çevreyle ilgili her türlü çalışmada onlarla birlikte olacağım. Beni dinlediğiniz için, hepinize sevgi ve saygılar sunuyorum; bütçemiz hayırlı olsun. (Alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan. Adalet Bakanı Sayın Mehmet Ağar; buyurun. ADALET BAKANI MEHMET AĞAR (Elazığ) – Sayın Başkanım, çok değerli milletvekilleri; hepinizi içten saygılarımla selamlıyorum. Sayın Başkanım ve değerli milletvekillerimiz; müsaadeniz olursa, sözlerime, Türkiye’nin her tarafında büyük sıkıntılar içerisinde hizmet üretmeye gayret eden, insanlarının tasasına, sıkıntısına koşan; kendi bütün problemlerini bir kenara itmiş, küçük yerlerde yok denilebilecek binalarda, büyük yerlerde de bodrum ve merdiven altlarına ilave edilmiş odalarda görev üretmeye çalışan hâkim ve savcılarımıza, Yüce Meclisimizin selam, saygı ve şükranlarını sunmak suretiyle başlamak istiyorum. Çok değerli grup sözcüleri, gerçekten, hepimizin, tespitte ve bilgi sahibi olmada müştereklik içerisinde olduğumuz birçok konuyu, büyük bir vukufiyetle dile getirdiler. Türkiye’de, yıllardan beri, adalet mekanizması konusunda sadece konuşulmuştur; konuşulan da, eksikliklerin, sıkıntıların, problemlerin dile getirilmesi olmuştur. Bunlar, zaten, bilinen gerçekler; sokakta, günlük yaşam içerisinde bu problemlerle karşı karşıya olan insanlar bunu biliyor, görevliler biliyor, parlamento biliyor... Peki, bu arada, hiçbir şey yapılmadı mı; elbette, birçok mesafe alındı, cumhuriyetin kurulduğundan bu yana bakıldığında, gelinen nokta içerisinde çok şeylerin yapıldığını görmemek mümkün değil; ama, görünen o ki, toplumun gelişmesine, büyümesine ayak uyduracak süratte ve aynı paralellikte değil. O zaman, aradaki mesafenin giderek -özellikle, Türkiye’nin büyük bir kentleşme süreci içerisinde olduğu göz önüne alındığında- büyük ölçüler içerisinde açılması, artık, baş edilemez noktaya doğru geldiğini göstermekte; yani tıkanmıştır. Bunun, bu dönem içerisinde -inşallah, bu Parlamentoya nasip olacaktır- önemli meselelerinin mutlaka çözülmesi gereği vardır. Tabiî, meseleyi, bir seçim dönemi perspektifi içerisinde ele aldığınız vakit, dönem dönem yetiştirilecek, yapılacak işler vardır; aciliyeti olanların, öncelikle, değerli Parlamentomuzun gündemine getirilmesi mecburiyeti vardır. Hiç şüphesiz ki, bütün bu meselelerin başta geleni, fiziksel anlamda söylediğimiz -binaydı, araçtı, gereçti, teçhizattı, bilgisayardı- modern teçhizatlanma dediğimiz, modern teknoloji dediğimiz olayın gerçekleşmesidir; bunun için kaynağın büyük boyutlarda olması mecburiyeti var; ki, bütün arkadaşlarımız da bunu söylüyor. Bunun için, kaynak bulucu bir kanuna ihtiyacımız var. Bu kaynakları, süratle gündeme getirip bulmak ve kullanmak mecburiyetimiz vardır. Geçmiş dönemde hepinizin yakinen hatırladığı Yetki Kanunu çerçevesi içerisinde çıkarılmış bir kanun hükmünde kararname vardı, bunun iptali sonucu, bu kararnameden istifade etme imkânı kalmamıştır. O zaman, yakın bir zaman içerisinde getireceğimiz bu iptal edilen kararnameyle ilgili redakte çalışmaları, son aşamadadır. Çok kısa bir zaman içerisinde, muhtemelen hemen bütçeden sonra, herkesin burada büyük bir içtenlikle şikâyet ve sıkıntılar içerisinde bulunduğunu söylediği adalet camiamızı, bu sıkıntıdan kurtaracak çözümü, Yüce Meclisimizin gündemine getireceğiz. Eksikler, yanlışlıklar olabilir, Parlamento, hiç şüphesiz ki, ona son şeklini verecektir. Kaldı ki, konu gündeme gelmeden evvel, değerli grup başkanvekillerimizle ve komisyon üyelerimizle görüşülecektir ve bildiğiniz prosedür içerisinde Genel Kurula getirilmesi sağlanacaktır. Bugün, devletin temeli olan bir müessesedeki böylesine sıkıntılar ve problemler, insanların, bu müesseseye karşı var olan büyük saygı ve güvenlerini âdeta aşınmaya tabi tutmaktadır. Bunun, hepimiz için üzerinde çok ciddiyetle düşünülmesi, önemle ve süratle çözülmesi lazım gelen bir problem olduğunu söylemenin fazla olacağı kanaatindeyim. Şüphesiz, bunun arkasından, hemen süratle gündeme gelecek diğer bir olay, İnfaz Kanunudur. Bugün, kamu vicdanını ciddî şekilde rahatsız eden, cezaların caydırıcılık vasfının kaybolduğu, infaz sisteminin, âdeta infaz etmeme sistemi biçimine döndüğü şeklindeki şikâyetler ve bundan dolayı bizatihi yargının içerisinde hizmet eden insanlarımızın son derece rahatsız olmaları, artık bizim için dayanılmaz boyutlara geldiği aşikârdır. Verilen ceza mutlaka infaz edilmelidir ve bu infaz edilme içinde, hiç şüphesiz, yine gözden ırak tutmayacağımız bir başka önemli ölçü de, bu infaza tabi kılınan insanın, bizim insanımız olduğu ve onun yeni baştan topluma kazandırılması konusunda, sistemin içinde gerekli mekanizmaların var olması sonucunun doğurulmasıdır. Tabiî ki, suçlu da insandır, onun da insan haklarının bütün güvencelerinden istifade etmek hakkı vardır da, peki mağdur ne olacaktır?!. Mağdurlar, âdeta korunamaz hale gelmiş ve bir suçun işlenmesinden dolayı mağduriyeti olan insanların, devlete duymuş olduğu güven, güvence ve adalet mekanizmasına karşı duymuş oldukları güvencede, maalesef, aşınmalar meydana gelmektedir. Bunları, şunun için sıralamaya tabi tutuyorum: Çok şey söyleyip de hiçbir şey yapmamak gibi bir eylemin sahibi olabilmemiz mümkün değildir; konuştuklarımızı mutlaka yapmak durumundayız. Parlamentonun iş trafiğini, çalışma tekniğini de göz önüne getirdiğimiz vakit, bu sorunları tek tek çözebilmek için -tabiî sizin tasvibinize sunulacaktır- keşke zamanımız daha fazla olsa, bunları, süratlendirerek çıkarabilsek. Hukukumuzda, adlî sistemimizde, gerçekten, bugün, herkesin ihtiyaç duyduğu reform dediğimiz olayı, ardı ardına, mutlak gerçekleştirmek, realize etmek durumundayız. Hukuk sistemimizdeki bütün bu gelişimler, elbette ki, milletimizin örf, âdet ve gelenekleri yanında -dünyanın bugün bir bütünleşme süreci içerisinde olduğu bu yüzyılımızda- dünya standartlarını da gözden ırak tutmamız mümkün değildir. Bütün bunları meczederek, günümüze, yaşayışımıza ve toplumumuzun gelişimine ayak uyduracak yeni bir yapılanmayı ortaya koyacağız. Cezaevleri meselesi, tabiî ki çok konuşulan, çok spekülasyona neden olan bir konudur. Çok açıkça ifade etmek gerekiyor ki, bugün, hakikaten kanayan bir yara; dünün, evvelki günün, bugüne getirmiş olduğu bir konudur. Çok net bir tespitle diyebilirim ki, -ki, arkadaşlarımızın bütün ifadelerine katılmamak mümkün değil- devlet eliyle, bugün, örgütlere, sıfır maliyetle bir yeni üs kazandırılmış durumdadır. Bütün faaliyetler hızla devam etmektedir; bunların, masrafı da devlet tarafından karşılandığı için, örgütler açısından maliyeti sıfır haline gelmiş ve iddia edildiği gibi, burada yaşayanlara, devletin veya onun görevlilerinin değil, bizatihi örgüt mensuplarının baskıları sonucu, cezaevleri, bazı insanlar için yaşanılmaz hale gelmiştir. İşte, insan hakları ihlali, bence, bu noktada başlamaktadır. Tabiî, hangi şartlar içerisinde olursa olsun, bu sınırlar içerisinde yaşayan herkes, bu ülkenin vatandaşıdır. Dolayısıyla, bundan doğan -gerek beynelmilel hukukta gerek millî hukukumuzda- varolan hakları neyse, bunlar da, hiç şüphesiz ki, devlet tarafından titizlikle korunacaktır; ancak, bütün buralara ait olan, kanun, tüzük ve yönetmelik neyse, bunlar da uygulanacaktır; bunları da uygulamadığımız takdirde, buraların, o zaman, özelliği olan bir cezaevi olabilmesi, bir tutukevi olabilmesi imkânı ortadan kalkmıştır; bu, yerli yerine konulacaktır. BAŞKAN – Sayın Bakan, son dakika içerisindesiniz. ADALET BAKANI MEHMET AĞAR (Devamla) – Sayın Başkan, teşekkür ederim. Tabiî, dar bir zamanda, bütün bunların hepsini anlatabilmek mümkün değil; ancak, bir konu var -tabiî, tenkite uğradığımız- bu, malum, tayinler konusu. Her zaman söylediğim gibi, memurlarla ilgili bir meseleye girmem; konu, hukuk çerçevesi içerisinde halledilecektir. Yargı kararları vardır; bunlara karşı bizim itiraz haklarımız vardır; bütün hepsi, kanunî zaman süreleri içerisinde yapılmıştır. Bir de, elbette, takdir hakkı vardır. Bugüne kadar burada konuşan insanlar, bu işlerin pek düzgün gitmediğinden şikâyet etmektedirler. Ben, yine, en halisane niyetimle söylüyorum ki, bu konularda hizmet etme durumunda olan herkes, mutlaka iyi niyet içerisinde olmuş; ancak, bu noktaya da gelmiştir. O zaman, bu noktada artık bir ekip değişikliğine ihtiyaç olduğu da, açık ve mantıklı bir gerçektir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Bakan, ek süreniz 1 dakikadır. ADALET BAKANI MEHMET AĞAR (Devamla) – Burada yapılan iş, olaya siyasî bir gölge düşürmek değil, tam tersine, eğer, böyle bir zehap var ise, onu kaldırmak, tamamıyla teknik seviyede ehliyetini, kariyerini tespit etmiş insanlarla, bu hizmeti, cesaretle ve kararlılıkla yüklenmek meselesidir. Aksi takdirde, bu görevlilerin hiç değişmez olduğunu kabul etmek, bu Bakanlık bünyesinde, her noktada büyük bir başarı ve feragatla hizmet etme durumunda olan insanların hiç birisinin, bu görevlere gelememesi sonucunu doğurur ki, dünyadaki hiçbir memuriyet sisteminde de böylesine bir olayın varlığı ve olasılığı da kabul edilemez gibi bir yorumla meseleyi ortaya koymak istiyorum. Sonuç olarak, konu, halen idarî yargıdadır; daha derinlemesine girmek istemiyorum; ama, söyleyeceğim şudur ki, her şey hukuk kuralları içerisinde cereyan etmektedir; zamanaşımı neyse, zaman süreleri neyse... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) ADALET BAKANI MEHMET AĞAR (Devamla) – ...onlara dikkat edilir ve kanunî hakları, şahıslarda olduğu gibi idare de kullanır. Derin saygılarımla, tekrar, teşekkür ederim. (DYP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan. Şimdi son söz, bütçenin aleyhinde, Sayın Ahmet Dökülmez. Buyurun. (RP sıralarından alkışlar) Sayın Dökülmez, süreniz 10 dakikadır. AHMET DÖKÜLMEZ (Kahramanmaraş) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Adalet Bakanlığı, Yargıtay ve Çevre Bakanlığı bütçesi üzerinde, şahsım adına söz almış bulunuyorum; sözlerime başlarken hepinizi hürmetle ve sevgiyle selamlarım. Ben, aslında, sadece Adalet Bakanlığı bütçesi üzerine konuşacaktım; ancak, Çevre Bakanımızı biraz önce burada dinlerken, ister istemez, bir cümle de olsa Çevre Bakanlığı konusunda bir şeyler söyleyeyim istedim. Geçen dönemde değerli bir bakanımız, Kahramanmaraş’a çöp aracı olarak 9 tane traktör gönderdi; baktık, tamamı da Doğru Yol Partisine mensup belediyelere ait; Refah Partili 18 belediye var. Bakan beye gittim -çok şık olmuyor- ve “Niye böyle yapıyorsunuz?” dedim. “Sayın milletvekilim, bundan sonra size de gönderelim, bir yanlışlık olmuş” dediler; ama, o fırsat bir türlü eline geçmedi; temenni ediyorum ki, bundan sonra, bu türlü haksızlıklar yapılmaz. (RP sıralarından alkışlar) Şimdi, Adalet Bakanlığı bütçesi üzerindeki düşüncelerime, mümkün mertebe, zamanımın elverdiği ölçüde değinmeye çalışacağım. Kırsal kesimde -nüfusu 5 bin olan bir ilçede- hâkimlik yapan bir hâkim arkadaş diyor ki “Fen memuru yok, orman mühendisi yok, inşaat mühendisi yok; üç senedir bir tezyidi bedel davasının keşfini yapamıyorum. Odalar, gönderdikleri tarifelerde, bilirkişiler için çok yüksek rayiç istiyorlar; yoksa gelmiyorlar. Bu rayici vermeme rağmen, bilirkişileri çoğu zaman müzekkerelerle zorla getirtiyorum.” Odalar derken, bilirkişi tarifeler derken, çoğu kimsenin dikkatini çekmedi; ama, ben, pratikten gelen bir kişi olarak, özellikle karşılaştığım bir durum olarak söylüyorum; meslek odaları, illere ve ilçelere gönderdikleri bilirkişi listelerinde, genellikle, kendilerine en iyi aidat ödeyen bilirkişileri teknik bilirkişi olarak gösteriyorlar. Bir süre sonra, arazide, keşif mahalinde ve yargılama aşamasında, gelen dosyada, raporda bakıyorsunuz ki, gelen bilirkişiler çok yetersiz; bu yüzden yargıtay dosyaları bozuyor, kararları bozuyor; dünya kadar yargılama masrafı, vatandaşın sırtına biniyor. O açıdan, bilhassa, Yargıtaydaki değerli arkadaşların dikkatini çekmek istiyorum, odaların bilirkişileri, karar vermede, tek bir kaynak olarak ele alınmasın değerlendirmeye tam olarak alınmasın; onun dışında, mesleğini çok güzel yapan, mahkemedeki çekişme olayını en sağlıklı şekilde çözecek, buna uygun şekilde rapor verecek insanlar da gözönünde tutulsun istiyorum. Davalı olmak, davacı olmak, artık, bugün, kimsenin kendi elinde değil. Şuradan çıkarsınız, bir trafik kazasına uğrarsınız, davalı olursunuz; yahut da, oturduğunuz bir eve, bir gayrî menkule veya herhangi bir eşyaya biri sahip çıkar “bu benim” der; senelerce sizi, mahkeye götürür, getirir... Böyle bir durumda, malî bakımdan müsait olan insan, avukat tutuyor veya başka imkânlarla kendini savunuyor; ama, durumu müsait olmayan insanların muhatap oldukları ıstıraplara küçük bir paragraf halinde değinmek istiyorum. Bugün, yargılama masrafları, maalesef, çok yüksek. Harçlar, onun dışında, keşif ücretleri... Bakın, bugün, bir mahkeme heyetinin şehir dışındaki yolluğu 1 milyon 800 bin lira. Hele, birtakım teknik uzman gerektiren, birkaç tane bilirkişi gerektiren dosyalarda -her birini en azından 5-6 milyon liradan hesap ederseniz- bir keşfin, 20 milyon liranın altında yapılması mümkün değildir. Ortalama aylık ücreti 10 milyon lira civarında olan bir insanın, yıllık kazancının altıda birini, arzu etmediği, gönlünden geçirmediği halde muhatap olduğu bir dava uğruna, harcaması da mümkün değil; onun için ben, bu yargılama ücretlerinin düşürülmesi konusunda, elde ne imkân varsa kullanılmasını istiyorum. Değerli arkadaşlar, yine, taşrada bir vatandaş, hâkim arkadaşa diyor ki “Hâkim bey, ne olur, keşfi altı ay sonra yapalım, şu kış geçsin, Kurban Bayramında birkaç tane davar satacağım, koyun satacağım, keşfi yaptıracak güce ancak ondan sonra ulaşırım.” Ben, bu acı manzarayı, özellikle sizlere anlatmak zorunda kaldım. Bilhassa, kırsal kesimlerdeki adliyelerde fotokopi ve bilgisayarın olmaması ciddî sıkıntılara sebep oluyor. Araçlar yok; savcıların genellikle araçları var; ama, adliyenin bir aracı yok; bu açıdan, hâkimler piyasadan araç tutmak zorunda kalıyorlar, piyasadan tutulan araçlar günlük rayiç üzerinden gitmek istemiyor, diyor ki “ben, paramı beş-altı ay sonra alacağım, beş-altı ay sonra bu parayı aldığımda, bundan zarar edeceğim; onun için, ne yapalım, mutlaka, bir hile yapalım, bunu biraz yüksek gösterelim.” Hem dürüstlüğün timsali olması gereken bir mercideki insanlara böylesine yanlışları yaptırıyorlar hem de devletimiz bu yönden zarara uğruyor. Değerli arkadaşlar, 647 sayılı Yasanın 4 üncü maddesinde, biliyorsunuz, birkısım cezaların paraya çevrilmesi öngörülüyor -ben, bir-iki kere Genel Kurul salonundan dışarı çıktığım için, belki, değinen arkadaşlardan haberim olmamıştır- ama, bugün, paraya çevrilen cezalar, günlüğü 5 000 lira üzerinden çevriliyor. Günlük 5 000 lira ne demek; 365 gün çarpı 5 000, 1 825 000 lira yapıyor. Zaman zaman duyuyoruz, birkısım suça muhatap olan ve bu yüzden cezaları paraya çevrilen kişiler “üstü kalsın’’ demek suretiyle adliyemizi, adalet mekanizmamızı, rencide edecek birkısım tavırlara muhatap yapıyorlar. Onun için, trafik cezası dahil birçok ceza artırılıyor; ama, bu paraya çevrilmede esas alınan ceza miktarları, günün koşullarına uygun, her gün değişmesine gerek kalmayacak şekilde otomatik bir sisteme bağlanırsa, sanıyorum, yargıda müeyyide denen olay daha iyi karşılığını bulmuş olur. Özel Dedektiflik Kanunu, 19 uncu Dönemde komisyonumuzu ve Meclisi bir süre işgal etti; ama, hayata geçirilemedi. Meslek hayatım sırasında birçok dosyayı elime aldığımda, âdeta saçlarımı yolardım, derdim ki “şu noktayı niye araştırmamışlar, şu insanı niye çağırıp sormamışlar” arkasından, bakardık ki, ya güçlü bir insan yahut da başka bağlantısı olan bir insan... Neticede, olay ya faili meçhul olur yahut da başka bir noktaya çekilir; dosya sürüncemede kalır, netice de biterdi. BAŞKAN – Sayın Dökülmez, son 2 dakikanız. AHMET DÖKÜLMEZ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Onun için, Özel Dedektiflik Yasası, adlî mekanizmanın içerisine, kısmen, özel sektörün girmesi manasında faydalı olacaktır kanaatindeyim. Adalet çok yavaş işliyor; onun için, yargı reformunun yapılması ve hızlandırma işlemlerinin bir an önce hayata geçirilmesi lazım. Almanya’da otobanda bir trafik kazası yaparsanız, 3,5 saat içerisinde her türlü dava biter; tüm masraflar, alacak verecekler, hesabınıza geçer, ondan sonra da herkes işine gücüne gider. Türkiye’de ise, bir trafik kazası, taraflar davaya asılmışsa, maalesef, 3,5 seneden önce bitmiyor. Bazı arkadaşlarımız bahsetti, adlî kolluğun bir an önce devreye girmesi lazım. Sayın Bakanımızın da söylediği gibi, maalesef, cezaevleri, yasadışı örgüt merkezleri haline gelmiş, cinayet talimatlarının verildiği yer haline gelmiş. Bunun için, 38 kişilik koğuşlar yerine, 3 kişilik, 8 kişilik koğuşlar, ilk aşamada bir çözüm olacaktır diye düşünüyorum. Geçen dönemde, bir değerli bakanımız “2 bin hâkim alındığını, bunların hepsinin de parti teşkilatlarından gelen talimatlara göre alındığını’’ ifade eden birtakım sözler söyledi; basından duyduk. Bunlar, ülkemizi, bizleri, sizleri, hepimizi rencide ediyor; ülkemizdeki otoriteyi ve devleti zaafa uğratıyor ve halkın, bu konudaki güven duygusunu rencide ediyor. Bu arada, geçen hâkimlik sınavlarında, imam hatip mezunu olanların, özellikle, adlî yargıda hâkim sınıfına alınmamak için özel gayret sarfedildiğine muhatap olduk. Bunlardan dolayı da çok üzüntü duyuyoruz, bunlar yanlış şeylerdir. Bir devlet, küfürle yaşayabilir; ama, zalimlikle asla yaşayamaz.(RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Değerli arkadaşlar “Adalet, Kutup Yıldızı gibidir’’ der büyüklerimiz, “yolunu kaybedenler o yıldıza bakmak suretiyle, yolunu bulur’’ derler. Adalet, bu ülkede her şeyden çok dikkat etmemiz gereken bir şey. Her şey bozulabilir, her mekanizma ve her müessese bozulabilir; ama, adalet bozulduğu anda, ondan sonra o işin düzeltilmesi, bir düzene girmesi mümkün değildir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Dökülmez, 1 dakika içinde lütfen toparlayınız. AHMET DÖKÜLMEZ (Devamla) – Ben bu duygular içinde, yeni bakanlarımızın geçmişte gördüğümüz birkısım yanlışları tekrarlamamaları hususunda temennilerimizi, ümitlerimizi burada ifade ederek, hepinizi hürmetle selamlıyorum.(RP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Dökülmez. Altıncı turdaki görüşmeler tamamlanmıştır; sorulara geçiyorum. Şimdi isimlerini okuyacağım sayın milletvekilleri tarafından 51 soru kâğıdı gönderilmiştir Başkanlığa: Atila Sav, Boray Baycık, Şerif Çim, Hasan Gülay, Ertuğrul Yalçınbayır, Yaşar Canbay, Mehmet Bedri İncetahtacı, Fikret Uzunhasan, Sacit Günbey, Cafer Tufan Yazıcıoğlu, Hüseyin Arı, Ersönmez Yarbay, Mustafa Yünlüoğlu, Osman Hazer, Mahmut Işık, Metin Perli, Mustafa Yünlüoğlu, Mustafa Kemal Ateş, Turhan Güven, Necati Albay, Necdet Tekin, Sema Pişkinsüt, Salih Katırcıoğlu, Ekrem Erdem, Kahraman Emmioğlu, Remzi Çetin, Atilla Mutman, Güven Karahan, Ahmet İyimaya, Sıddık Altay, Musa Uzunkaya ve son olarak Mustafa Köylüoğlu. Süresi içinde okunabilen sorular işileme konulacaktır. Sorular, çok uzun olduğu için ve 20 dakika süreceğinden soruları Divan Üyemizin oturarak okuması hususunu oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Soruları işleme koyuyorum: Sayın Atila Sav?... Burada. Buyurun. Sayın Sav’ın iki sorusunu birleştirerek okuyacağız. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Adalet Bakanlığı Bütçesinin görüşülmesi sırasında yanıtlanması dileğiyle aşağıdaki sorularımın Sayın Adalet Bakanına yöneltilmesini arz ederim. Saygılarımla. Atila Sav Hatay Soru : Ankara Kapalı Cezaevinde çocuk tutukluları bulunduğu ve “sübyan koğuşu’’ diye anılan bölümün yetersizliği nedeniyle birden çok (üç hatta dört) çocuğun bir yatağı paylaşmak zorunda kaldığı belirtilmektedir. Hem insan haklarına hem de infaz hukukuna aykırı bir durumun önümüzdeki dönemde önlenmesi için ne gibi girişimlerde bulunulacaktır? Bu meyanda, tutukluların da ıslahevinde tutulması olanağı düşünülemez mi? Soru : 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununda 3825 sayılı Kanunla Yapılan Değişiklik Anayasa Mahkemesince iptal edildiği halde, Hükümetçe, uygulanmasına gidilmiş ve Adalet Bakanlığı Müsteşarıyla Bakanlığın yüksek aşamalı 8 görevlisi ikili kararnameyle görevden alınmıştı. Bu işlemin hukuka aykırılığı, idarî yargı kararıyla da belli olmuştur. Öğrendiğimize göre, Müsteşardan sonra, Hukuk İşleri Genel Müdürü de, yürütmenin durdurulması kararı almıştır. Bakanlığın bu işlemleri düzeltmesi için tümünün yargı kararına bağlanmasını beklemesi zorunlu mudur? Yanlış idarî işlemin, bir başka idarî işlemle onarılması ve atamaların düzeltilmesi düşünülemez mi? Bunun, Bakanlıkla bürokrasi arasındaki davaları ortadan kaldırmasına ve çalışmanın verimliliğine yol açacağı düşünülemez mi? BAŞKAN – Sayın Boray Baycık?..Burada. Sayın Baycık’ın da iki sorusunu birleştirerek okuyacağız. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın ilgili Sayın Bakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ve talep ederim. T.Boray Baycık Zonguldak Zonguldak İli, Alaplı İlçesinde, kiralık binada ve eksik kadroyla hizmet vermekte olan, 1993 yılından bugüne kadar hiçbir kırtasiye ödeneği dahi verilmeyen, bir fotokopi makinesi dahi bulunmayan adliye ve ihtiyaçları hakkında düşünceleriniz nedir? Diğer soru : 1. Zonguldak Belediyesinin, 12.03.1996 tarih ve 172 sayılı yazısıyla talep ettiği 3 adet itfaiye aracı, 2. Kozlu Belediyesinin, 16.01.1995 tarih 92 sayılı yazıyla talep ettiği 1 adet traktörün, 3. Armutçuk Belediyesinin, 07.04.1993/103-16/03/1995/84 tarih ve sayıyla talep ettiği 1 adet itfaiye aracı, 4. Gökçeler Belediyesinin talep ettiği 1 adet itfaiye aracı, 5. Sivriler Belediyesinin talep ettiği 1 adet çöp kamyonu, 6. Kilimli Belediyesinin talep ettiği 2 adet çöp kutusu, 7. Gülüç Belediyesinin 27/3/1996 tarih 81 sayılı yazısıyla talep ettiği 1 adet çöp kamyonu, 8. Elvancık Belediyesinin talep ettiği, vidanjör ve çöp kamyonu isteklerinin, 1996 yılı içinde karşılanıp karşılanmayacağının tarafıma yazılı olarak bildirilmesini istiyorum. BAŞKAN – Sayın Şerif Çim?.. Burada. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aracılığınızla, aşağıdaki soruların Çevre Bakanı Sayın Mustafa Taşar tarafından yanıtlanmasını bilgilerinize arz ederim. Saygılarımla. Şerif Çim Bilecik 1. Bilecik’teki fabrikaların çevreye zarar vermesinin önlenmesi için bir çalışma düşünülüyor mu? 2. Sakarya Nehri ve Karasu Çayı çevresinde tarımsal etkinlik yapılamaz hale gelmiştir; bu konuda ne tür önlemler alıyorsunuz? BAŞKAN – Sayın Hasan Gülay?.. Burada. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Görüşülmekte olan Çevre Bakanlığı bütçesi hakında, seçim çevrem Manisa İli dahilinde, aşağıda belirteceğim sorulara yazılı olarak cevap verilmesini arz ederim. Saygılarımla. Hasan Gülay Manisa 1. Sizden önceki dönemde, Hacırahmanlı, İshakçelebi, Beyoba, Alibeyli Beldeleri Belediyelerine, Bakanlığınızdan sıkıştırmalı çöp kamyonu, vidanjör, çöp konteynırı yardımı hiç yapılmamıştır. Diğer belediyelere yapılan, ancak, adı geçen belediyelere yapılamayan yardımları, neyle, hangi mantıkla izah ediyorsunuz? 2. Bakanlığınızın bu yeni döneminde Hacırahmanlı, İshakçelebi, Beyoba, Alibeyli Beldeleri ile bu yardımları alamayan diğer belediyelere, Bakanlığınızdan yardım yapacak mısınız, yardım yapmayı düşünüyor musunuz? BAŞKAN – Sayın Ertuğrul Yalçınbayır?.. Burada. Üç sorusu birleştirilerek okunacak. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Çevre Bakanına aşağıdaki sorularımın yöneltilmesini arz ederim. Ertuğrul Yalçınbayır Bursa 1. Mevzuatımızın en demokratik ürünü olan Çevresel Etki Değerlendirme Yönetmeliği hükümleri, her nedense gereği gibi uygulanamamaktadır. Bu dönemde, il çevre müdürlüklerini ve teşkilatınız birimlerini daha etkin biçimde harekete geçirecek misiniz? 2. Bursa İli Demirtaş Belediyesi sınırları içerisinde kalan Bursalı Devlet eski Bakanlarından birinin eşine ait olan arazi üzerinde “yeşil şehir’’ kurulması için, belediyeden, 4.10.1995 tarihinde ruhsat alınmıştır. Ruhsat alınan faaliyet, ÇED uygulanacak faaliyetler listesinde olduğu halde, Bakanlığınız, ruhsatın dayanağı düzenleyici işlem olan imar planının yapılma tarihini esas alarak, faaliyetin ÇED Yönetmeliğinin çıkış tarihi olan 7.2.1993 tarihinden önce olduğunu kabul ederek, faaliyet hakkında Yönetmeliğin geçici 1 inci maddesinin uygulanmasına ve bu suretle faaliyetin ÇED raporuna tabiî olmadığına karar vermek suretiyle bazı kişilere imtiyaz sağlamıştır. Geçici 1 inci maddede düzenleyici işlem mi, yoksa ruhsat işlemi mi esas alınır? 3. Bursa Barosu, Tabip Odası, Mühendis Odaları, Çevre Derneği gibi kuruluşlar, sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkını tehdit eden Orhaneli Termik Santralının, baca gazı kükürt arıtma tesisi kurulup çalıştırılmadan faaliyete geçmemesi için dava açmışlar ve dava, tüm derecelerden geçerek 7.12.1995 tarihinde kesinleşmiştir. Davalılar arasında Çevre Bakanlığı da bulunmaktadır. Mahkeme kararı gereği santral, 24.6.1994 tarihinden beri çalışmamaktadır. Hukuk devletinin ve Anayasanın gereği budur. Ancak, son zamanlarda diğer davalılar ve ayrıca Sayın Başbakan Mesut Yılmaz, mahkeme kararına rağmen santralı çalıştıracaklarını beyan etmiş ve bu konuda çalışmalara başlandığını ifade etmiştir. Çevreyi kirleteceği ilmen ve yargı kararıyla tespit edilen bu durum karşısında siz, santralın açılması kararına uyacak mısınız? Çevre kirliliğinin yanında, mahkeme kararına uymamak suretiyle, siyasal kirliliğe ortak olacak mı sınız? BAŞKAN – Sayın Yaşar Canbay?.. Burada. Soruyu okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorumun Adalet Bakanı tarafından cevaplandırılmasını delaletlerinizi arz ederim. Yaşar Canbay Malatya Soru: 2 Haziran 1996 mahallî araseçimlerinin yapılacağı yerlere başka bölgelerden seçmen transferi yapılmaya çalışılmaktadır. Bu işlemin mümkün olmadığını belirten hâkimler olduğ gibi, olabileceğini belirten hâkim ve seçim müdürleri de bulunmaktadır. Bu konuya açıklık getirilmesini arz ederim. BAŞKAN – Sayın Ertuğrul Yalçınbayır’ın, sıradaki bir başka sorusunu okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Adalet Bakanına aşağıdaki sorularımın yöneltilmesini saygılarımla arz ederim. Ertuğrul Yalçınbayır Bursa Soru: Anayasamız, mahkeme kararlarının, yasama, yürütme ve idare organlarıyla herkesi bağlayacağını amirdir. Bu hükme rağmen, zaman zaman, anılan kurumların yargı kararlarını neticesiz ve tesirsiz hale getirmeleri, örneğin, Orhaneli Termik Santralı, yargı kararına rağmen, açılmak istenmektedir. Yasama, Anayasa Mahkemesince iptal edilen kanun veya kanun hükmünde kararnameleri yeniden çıkarmaktadır. İdarî yargı kararları özüyle ve sözüyle uygulanmamaktadır. Bu iddiaların yoğunlaştığı bu dönemde mahkeme kararlarının bağlayıcılığını sağlamak için ne gibi tedbirler BAŞKAN – Sayın Mehmet Bedri İncetahtacı?.. Burada. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın cevaplandırılmasını arz ederim. Mehmet Bedri İncetahtacı Gaziantep 1. Geçen dört yıl içerisinde Adalet Bakanlığı kadrolarına ilave edilen personel sayısı kaçtır? 2. Bu personelin alımında takip edilen yolun meşruiyeti konusunda Bakanlığınızın fikri nedir? BAŞKAN – Sayın Bakanlar, nasıl yanıtlamak istersiniz; yazılı olarak mı, yoksa, şu an, sözlü olarak mı? ÇEVRE BAKANI MUSTAFA R. TAŞAR (Gaziantep) – 1996 malî yılı bütçesiyle ilgili, sayın milletvekillerine dağıtmış olduğum kitapçıkta, bu sorulan soruların çoğunun cevabı bulunmaktadır; ancak, yine de, soru soran sayın milletvekillerine, ayrıca, yazılı olarak cevap takdim edeceğim. Arz ederim. ADALET BAKANI MEHMET AĞAR (Elazığ) – Sayın Başkanım, bazı konular, tabiî, buradan cevaplandırılabilir; ama, bazısı da detayı gerektiyor. Bu bakımdan, biz de yazılı cevap vereceğiz. BAŞKAN – O zaman, süremiz dahilinde soruları okumaya devam ediyoruz. Sayın Fikret Uzunhasan?.. Yok. Sayın Uzunhasan’ın sorusunu işleme koyamıyoruz. Sayın Sacit Günbey?.. Burada. İki soru birleştirilerek okunacak. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorumun Sayın Çevre Bakanı tarafından cevaplandırılmasını arz ederim. Sacit Günbey Diyarbakır Yıllardan beri Diyarbakır’da üretim yapan Shell Firmasının, çevreyi ve Diyarbakır içme suyunu kirlettiğinin Greenpeace tarafından tespit edildiği basına yansıtıldı. Bu konuda, Bakanlığınızın aldığı ve uyguladığı tedbirleri bildirmenizi istirham ediyorum. Yıllardan beri yapımı devam eden Diyarbakır adliye sarayı ne zaman bitirilecektir? BAŞKAN – Sayın Ertuğrul Yalçınbayır’ın bir sorusu daha var: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Adalet Bakanına aşağıdaki sorularımın yöneltilmesini arz ederim. Ertuğrul Yalçınbayır Bursa Sorular: 1. Anayasamızda veya mevzuatımızda “mevzuatın, hak ve ödevlerin anlatımı” hususunda düzenlemeler yoktur. Bu hususta yaygın bir eğitim programının düzenlenmesinde yarar umar mısınız? Çalışmalarınız var mı? 2. Adliye binalarımız, imar mevzuatı gereğince, halkın, içinde uzun süre birlikte kalamayacakları yerlerdendir. Bu nedenle, birçoğu belediyelerce mühürlenecek niteliktedir. Bursa’da adliye hizmetleri 9 ayrı ve gayri sıhhî yerlerde yürütülmektedir. Bursa adliye binası ne zaman bitirilecektir? 3. Adliye hizmet binalarıyla ilgili olarak -Milî Eğitimde olduğu gibi- gönüllü katılım kampanyası düzenlemeyi düşünüyor musunuz? BAŞKAN – Sayın Cafer Turan Yazıcıoğlu?.. Burada. 2 soru birleştirilerek okunacaktır, soruları okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorumun Sayın Adalet Bakanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ve talep ederim. Cafer Tufan Yazıcıoğlu Bartın Soru: Bartın İli Amasra İlçe Adliyesinde mübaşir ve kâtip kadrosunda belediye geçici işçileri çalıştırılmaktadır. Bu ilçemiz adliyesine ne zaman kadro verilecektir? Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorumun Sayın Çevre Bakanı tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ve talep ederim. Cafer Tufan Yazıcıoğlu Bursa Soru: Çevre Kirliliğini Önleme Fonundan Bartın İli dahilinde belediyelere 1996 yılında aynî ve nakdî ne gibi yardımlar yapılması planlanmaktadır? BAŞKAN – Sayın Ertuğrul Yalçınbayır’ın müteakip sorusunu okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Çevre Bakanına aşağıdaki sorumun yöneltilmesini arz ederim. Ertuğrul Yalçınbayır Bursa Soru: 1992 Haziran Rio Çevre ve Kalkınma Konferans sonuçlarından olan Gündem 21’in Türkiye’de Urla ve Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığınca “Yerel Gündem 21’’ olarak uygulandığını biliyoruz. Çevre hakkının vardığı en üst düzeydeki çalışmalardan olan Gündem 21’in yaygınlaştırılması konusunda çalışmalarınız var mı? Bursa Büyükşehir Belediyesince uygulanan Gündem 21’e özel katkılarınız olacak mı? BAŞKAN – Sayın Hüseyin Arı?.. Burada. Soruları okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorumun Çevre Bakanı Sayın Mustafa Taşar tarafından cevaplandırılmasına delaletlerinizi saygılarımla arz ederim. Hüseyin Arı Konya Soru: Konya-Ereğli Şeker Fabrikası 1989 yılında üretime başlamıştır. Maalelesef aynı yıl arıtma tesisinin de devreye girmesi gerekirken, bu konu, -bilmiyorum hangi zihniyetledir ki- çevre ihmal edilerek yapılmamıştır. Altı yıldan beri, fabrikanın atık ve pis kokulu suları 3 köyümüzün (Sazgeçit, Alhan ve Kargacı) başta meralarına zarar vermiştir ve aynı zamanda, pis koku da insan sağlığı için olumsuz neticelere sebep olmaktadır. Bir an evvel bu tesisin yapılabilmesi için, ilgili bakanlıkça gerekli ödeneğin gönderilmesi zorunludur. Bakanlığımızın, çevre ve insan sağlığı için, bu konuda ne gibi bir tedbir alacağını, yöre insanları merakla beklemektedir. BAŞKAN – Sayın Ertuğrul Yalçınbayır’ın diğer sorusunu okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Çevre Bakanına, aşağıdaki sorumun yöneltilmesini arz ederim. Ertuğrul Yalçınbayır Bursa Soru: Tarım alanlarının, tarım dışı amaçlarla kullanılmamasını öngören mevzuat hükümleri yeterince uygulanmamaktadır. Belirtilen konuda, daha sert hükümler taşıyan yasal düzenlemeler, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu benzeri, tarım alanlarını ve tarımsal varlıkların korunması kanununun çıkarılması hususunda, ilgili diğer bakanlarla birlikte çalışmalarınız var mı? BAŞKAN – Sayın Bakanların, şu ana kadar yöneltilen sorulardan cevaplandırmak istedikleri var mı? ÇEVRE BAKANI MUSTAFA R. TAŞAR (Gaziantep) – Sayın Başkan, sorulara yazılı cevap vereceğiz. BAŞKAN – Peki. Sayın Ersönmez Yarbay?.. Buradalar. Sorusunu okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın, Adalet Bakanlığında sorumlu Bakan tarafından cevaplandırılmasını delâletlerinizle, saygılarımla arz ederim. Ersönmez Yarbay Ankara Sorular: 1. Önceki Hükümet döneminde, Adalet Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda değişiklik yapılarak kurulan genel müdürlük ve daire başkanlıkları halen mevcut mudur? Çünkü, bunlar Anayasa Mahkemesince iptal edilmişti. Bunlar halen kadrolarını muhafaza etmekte midirler? 2. Halen varlığını devam ettiren Uluslararası Hukuk ve Dışilişkiler Genel Müdürlüğündeki işlerin aksaması nedeniyle, mahkemelerin işlerini zamanında bitiremediği ve adaletin istenilen ölçüde gerçekleştirilemediği yakınmaları doğru mudur? Bazı evrakların, bir yıl gibi beklediği yakınmaları duyulmaktadır. 3. Adalet Teşkilatını Güçlendirme Vakfı tarafından, önceki İktidar zamanında kaç daire alınmıştır? Lojmanda oturduğu halde, yeni alınan bu lojmanlara kaç hâkim ve savcı taşınmıştır? BAŞKAN – Sayın Mustafa Yünlüoğlu?.. Burada. Sorusunu okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın, Çevre Bakanı Sayın Mustafa Taşar tarafından cevaplandırılmasını arz ve talep ederim Mustafa Yünlüoğlu Bolu Sorular: 1. Bolumuzda bulanan meşhur Abant, Yedigöller ve Gölcük gibi göllerin, içerisinde bulunduğu kirlilikten kurtarılması için, Çevre Bakanlığınca ne yapılabilir? 2. Yaylaların betonlaşması, ormanlarımızın tahribatı karşısında Çevre Bakanlığının fonksiyonu nedir? 3. Geçmişte Çevre Bakanlığı Fonundan belediyelere dağıtılan para, adilane bir şekilde mi dağıtılmış; hangi belediyelere ne miktarda verilmiştir? BAŞKAN – Sayın Osman Hazer?.. Burada. İki sorusu vardır; birleştirerek okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki soruların, Adalet Bakanı Sayın Mehmet Ağar tarafından cevaplandırılmasına delaletinizi saygıyla arz ederim. Osman Hazer Afyon 1. İki yıldır boş olan Afyon’un Sincanlı, İscehisar ve İhsaniye İlçelerinin İcra Müdürlüklerine ne zaman tayin yapılacaktır? 2. İscehisar’daki kâtip eksikliği ne zaman giderilecektir? 3. Afyon merkez ve ilçe adliyelerinde mescit yoktur; adliye personeli ve adliyede işi olan halk, namaz kılmakta zorluk çekmektedir. Bu eksiğin giderilmesi düşünülmekte midir? Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın Çevre Bakanı Sayın Mustafa Taşar tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına delaletinizi saygıyla arz ederim. Osman Hazer Afyon 1. Afyon Eber Gölünde, SEKA için hammadde olan kamış ve saz üretildiği malumdur; ancak, artan çevre kirliliğiyle, kamış ve saz üretimi düşmüştür. Bunun ne gibi tedbirleri düşünülmektedir? 2. Yine bu bölge, kaymağıyla meşhurdur; ancak, gölün kirlenmesiyle manda yetiştiriciliği azalmıştır. Bu olumsuz durumun çaresi düşünülmekte midir? 3. Eber Gölüne, Afyon ve çevre ilçelerden gelen evsel ve atık suları kirlilik yükünün azaltılması için tedbirler düşünülmekte midir? 4. Bölgenin evsel ve endüstriyel atıklarının başka alanlara kaydırılması düşünülmekte midir? 5. Eber Gölü çevresinde, iklimsel, jeolojik, hidrojeolojik ve yeraltı suyu yapısı açısından özel bir havza çalışması düşünülmekte midir? BAŞKAN – Sayın Yaşar Canbay?.. Burada. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorumun Sayın Çevre Bakanı tarafından cevaplandırılmasına delaletinizi arz ederim. Yaşar Canbay Malatya Soru: Malatya’nın bütün kanalizasyonu, doğrudan Karakaya Baraj Gölüne akmaktadır. Çevreyi çok feci şekilde kirleten bu durumu ıslah etmek için bir çalışmanız var mıdır? Malatya Belediyesinin bu konudaki projesine Bakanlığınızın desteği olacak mıdır? BAŞKAN – Sayın Mahmut Işık?.. Burada. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorumun Sayın Çevre Bakanı tarafından cevaplandırılmasını arz ederim. Mahmut Işık Sıvas Soru: Sıvas Divriği İlçesinde bulunan Demir-Çelik İşletmeleri Divriği- Pelet tesislerinin atıkları, Çaltı Irmağına verilmektedir. Yıllarca yazılıp söylenmesine rağmen, maalesef, ırmak, atıkların arıtılmadığından kirlenmektedir. Kredilendirerek, bir arıtma tesisi düşünüyor musunuz? Yazılı arz ediyorum. BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, soru işlemleriyle ilgili süremiz tamamlanmıştır. Şimdi, sırasıyla, altıncı turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesini ve bölümleri ayrı ayrı okutup, oylarınıza sunacağım. Adalet Bakanlığı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: E) ADALET BAKANLIĞI 1. — Adalet Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi A — CETVELİ Program Kodu Açıklama Lira 101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 3 377 453 000 000 BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 111 Yargılama İşleri 13 597 552 000 000 BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 112 Hükümlülerin Eğitimi, Cezalarının İnfazı ve Tutukluların Muhafazası 10 174 935 000 000 BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 113 Resmî Bilirkişilik Hizmetlerinin Yürütülmesi 423 066 000 000 BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 114 Yüksek Seçim Kurulu 1 014 994 000 000 BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Trans- ferler 1 260 000 000 000 BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. TOPLAM 29 848 000 000 000 BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Adalet Bakanlığı 1996 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir; ülkemiz ve ulusumuz için hayırlı olmasını diliyorum. (Alkışlar) Yargıtay Başkanlığı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: F) YARGITAY BAŞKANLIĞI 1. — Yargıtay Başkanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi A — CETVELİ Program Kodu Açıklama Lira 101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 259 800 000 000 BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 111 Yargı Hizmetleri 337 450 000 000 BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 112 Cumhuriyet Başsavcılığı Hizmetleri 10 250 000 000 BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Trans- ferler 4 000 000 000 BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. TOPLAM 611 500 000 000 BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Yargıtay Başkanlığı 1996 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir; ülkemiz ve ulusumuz için hayırlı olmasını diliyorum. (Alkışlar) Çevre Bakanlığı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Kabul etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: G) ÇEVRE BAKANLIĞI 1. — Çevre Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi A — CETVELİ Program Kodu Açıklama Lira 101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 895 166 000 000 BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 111 Çevre Hizmetlerinin Yürütülmesi 339 400 000 000 BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Trans- ferler 3 036 700 000 000 BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. TOPLAM 4 271 266 000 000 BAŞKAN — Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Çevre Bakanlığı 1996 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Ülkemiz ve ulusumuz için hayırlı olmasını diliyorum. (Alkışlar) Sayın milletvekilleri, altıncı tur görüşmeler tamamlanmıştır. Yedinci tur görüşmelere başlıyoruz. H) MİLLÎ SAVUNMA BAKANLIĞI 1. — Millî Savunma Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi I) SANAYİ VE TİCARET BAKANLIĞI 1. — Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi BAŞKAN – Bu turda, Millî Savunma Bakanlığı ile Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçeleri yer almaktadır. Komisyon ve Hükümet hazır. Yedinci turda, grupları ve şahısları adına söz alan sayın üyelerin isimlerini okuyorum. Gruplar: Demokratik Sol Parti Grubu adına Karabük Milletvekili Sayın Erol Karan, Edirne Milletvekili Sayın Mustafa İlimen; Refah Partisi Grubu adına Ankara Milletvekili Sayın Ahmet Bilge, Gaziantep Milletvekili Sayın Kahraman Emmioğlu; Anavatan Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Bülent Akarcalı, İstanbul Milletvekili Sayın Refik Aras; Doğru Yol Partisi Grubu adına Kırklareli Milletvekili Sayın Sezal Özbek, Kayseri Milletvekili Sayın Osman Çilsal; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına Muğla Milletvekili Sayın Zeki Çakıroğlu, Sıvas Milletvekili Sayın Mahmut Işık. Şahıslar: Lehinde, Ankara Milletvekili Sayın Mehmet Ekici, Konya Milletvekili Sayın Hüseyin Arı. Aleyhinde, Bursa Milletvekili Altan Karapaşaoğlu. Sayın milletvekilleri, gruplar adına konuşmalara başlıyoruz. Lütfen, tebrikleri kuliste yapalım. Demokratik Sol Parti Grubu adına, Sayın Erol Karan; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar) Sayın bakanlar, lütfen, tebrikleri kuliste kabul edin. Sayın Karan, süreyi eşit mi kullanacaksınız? EROL KARAN (Karabük) – Evet efendim. BAŞKAN – Süreniz 10 dakikadır. EROL KARAN (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Millî Savunma Bakanlığı bütçesi üzerinde görüşlerimizi sunmak üzere, Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum. Şahsım ve Partim adına hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bilindiği gibi, birkaç gündür, Meclisteki bütçe görüşmelerinde, en çok duyduğumuz sözcükler içborç, dışborç, enflasyon ve devalüasyondur. Özellikle, 1980 sonrasında, gelen hükümetler, enflasyonu düşürmek, pahalılığı yok etmek, yolsuzlukları önlemek gibi sloganlarla işbaşına gelmişler, ancak, tam tersini yaparak, ülkeyi bu hale getirmişler ve daha önceki hükümetleri suçlamışlardır. Türkiye Cumhuriyetinin, kurulduğu yıllarla, bugün, içerisine düşülen durum arasındaki farkı ortaya koymakta yarar olduğunu düşünüyoruz. Hepimizin bildiği gibi, Birinci Dünya Savaşından ve Ulusal Kurtuluş Savaşından yıkık ve perişan çıkan, aynı zamanda, büyük bir asker ve devlet adamı olan Atatürk’ün önderliğinde kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti, dışborç ve yardım olmadan, temel sanayiini kurmuş ve üstelik, Osmanlı Devletinin borçlarını ödemiştir. Atatürk’ün başkanlığındaki Türkiye Cumhuriyeti, bugün, yaşantımızın bir parçası olan enflasyon, devalüasyon ve hayat pahalılığı sözcüklerini hiç kullanmamıştır. Aksine, 1923-1938 yılları arasında, Amerikan Doları, Türk Lirası karşısında yüzde 30 değer kaybetmiştir; yine, bu sürede, fiyatlar, yüzde 32 oranında düşmüştür. Bunu başaran Atatürk ve silah arkadaşları askerdi; ekonomist değildi. Gerek ekonomik gerekse siyasî olarak bağımsızlığı savunmuşlardı. Atatürklü Cumhuriyet yıllarıyla, bugün düştüğümüz durum arasındaki farkın yorumunu, Yüce Meclise ve halkımıza bırakıyoruz. Değerli milletvekilleri, ülkemiz, konumu gereği, önemli bir stratejik coğrafyada bulunmaktadır; Batı ile Doğu arasında, adeta bir köprü görevini görmektedir; Doğunun, Avrupa’ya açılan kapısıdır. Bununla birlikte, bize çok yakın olmayan ülkelerle de komşuluk ilişkilerimiz sürmektedir. Kuzeyde Rusya, güneyde Suriye ve Irak, doğuda İran, batıda Yunanistan... Bu ülkelerle dostane bir ilişkiden söz edilemez. Son günlerde basında çıkar yazıları gözden geçirdiğimizde, bunların birçoğunun, ülkemize terör ihraç eder duruma geldiğini görürüz. Ulusumuz, doğal güzellikleriyle ve zengin kaynaklarıyla iyi bir alana sahip olmasına karşın, sorunların yoğun olarak yaşandığı, birçok belalarla, her an karşı karşıya gelebileceği coğrafyada bulunmaktadır. Böyle sorunlu bir bölgede var olmak ve varlığını sürdürebilmek için silahlı kuvvetlerin önemi artmaktadır. Ayrıca, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtından sonra uygulanan ambargo nedeniyle de, kendi iç dinamiklerimizi geliştirmemiz zorunluluğu gündeme gelmektedir; yani, savunma sanayimizi geliştirmek için sürekli yatırımlar yapmak, öncelikli konular arasında yer almalıdır. Değerli milletvekilleri, temel amacımız, Türkiye’nin tüm sorunlarının barışçı yollarla çözümlenmesidir. Dünyada ve çevremizde gelişmekte olan olaylar karşısında, ulusal güvenliğimizi geliştirmek amacıyla atılan adımlardan ödün vermeksizin, ulusal Önderimiz Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” anlayışına, dün olduğu gibi, bugün de sahip çıkılmalıdır. Barış adına atılan tüm adımlara sahip çıkılmalı, savaşa hayır denilmelidir. Türkiye, dış güvenliğini sağlarken, dünya barışına yönelen tehlikeleri artırmayan; azaltan, böylece bölge ve dünya barışına katkı sağlayan bir tutum izlemelidir. Uluslararası silahlanma yarışının önlenmesi sürecine sürekli katkı sağlanmalıdır. Dış güvenliğin önemli bir gereği de, bütün komşu ülkelerle karşılıklı güvene dayanan dostluk ilişkilerinin geliştirilmesidir. Bu yönde çaba harcanmalı, dış yardıma ve desteğe bağımlı olunmamalıdır. Bu amaçla, ülke güvenliğinin sağlanmasının temel ilkeleri şunlar olmalıdır: Yurt savunması bir bütündür. Yurdun her yöresi, ulusal ortak duyarlılıkla her an hazırlıklı ve duyarlı olmalıdır. Ulusal güç, ulusal güvenlikle olanaklıdır. Onun için, ekonomik gücümüz, eğitim, bilgi ve teknolojik düzeyimiz dış güvenliğimizi sürekli geliştirecek düzeyde olmalıdır. Dış güvenlik kavramımız, ekonomimize bilgi ve teknolojik birikimimize etkin katkılar sağlamalıdır. Değerli milletvekilleri, Anayasamızın 2 nci maddesi, Türkiye Cumhuriyetinin niteliklerini belirtmektedir. Cumhuriyetimizin nitelikleri de kısaca; demokratik, laik, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, sosyal hukuk devleti olarak tanımlanmaktadır. Türk Silahlı Kuvvetleri, Anayasanın 2 nci maddesinde tanımlanan bu Cumhuriyetin Silahlı Kuvvetleridir. Dolayısıyla, bu ilkelere bağlı olmasını, bu ilkeleri sürdürebilmek için de, kendi iç yapısında gerekli önlemleri almasını çok doğal karşılamak gerekir. Kendi iç dinamiklerini oluştururken, anayasal düzenlemeye göre hareket etmesi yadsınamaz; en doğal ve yaşamsal hakkıdır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1996 bütçesinin yaklaşık yüzde 10’u Millî Savunmaya ayrılmış durumdadır. Bu sınırlı kaynağın en verimli bir şekilde kullanılacağından eminiz. Şimdiye kadarki uygulamalar -gerek yurtiçi ve gerek yurtdışı- bunu açıkça kanıtlamıştır. Kıbrıs ve Bosna’da olduğu gibi. Ülkemizde, devlet örgütü ve kamu kurumları yeterince örgütlenmemiş olduğundan, Türk Silahlı Kuvvetleri, birçok alanda, kendi temel işlevinin ve görevinin dışına çıkmaktadır; bu da, zorunluluktan kaynaklanmaktadır; örneğin, depremlerde, orman yangınlarında, sel felaketlerinde hemen görev üstlenmektedir. Ulusal sınırlar içindeki terörle mücadele de, silahlı kuvvetlerin temel işlevlerinin dışındadır. Terörle mücadele, özel eğitilmiş birimlerin oluşturulmasıyla olanaklıdır. Terörle mücadele etmiş ya da etmekte olan bütün ülkeler, ayrı birimler oluşturarak bu sorunun üstesinden gelmeye çalışmaktadırlar. En akılcı yolun da, bu olduğunu düşünmekteyiz. Bu nedenle, Silahlı Kuvvetlerimizi, dünyadaki gelişmelere paralel olarak, küçük; fakat, çok etkin bir güç haline getirmek zorunluluğu ortadadır. Temel amacımız, Silahlı Kuvvetleri, dışa bağımlılıktan kurtararak, kendi gereksinmelerini karşılayacak duruma getirmek olmalıdır. Umudumuz, devletin, bütün bu görevleri yerine getirebilecek düzeyde örgütlenmesi ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin de, aslî görevini yapmasıdır. BAŞKAN – Sayın Karan, son 2 dakikanız... EROL KARAN (Devamla) – Ayrıca, millî savunma işkolunda çalışan 30 bin kadar işçi ve 20 bine yakın sivil memurun, çalışma yaşamından kaynaklanan sorunları vardır. Çalışanlar arasında büyük faklılıklar ve ücret dengesizliği, yetersizliği vardır. Bunların düzeltilmesi gerekmektedir. Bunun için de, ayrıca bir çalışma yapılması, Bakanlığın saygınlığını daha da artıracaktır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, laik, çağdaş, demokratik Türkiye Cumhuriyeti Devletinin sınırları içerisinde, günün yirmidört saati, insanların özgür ve mutlu olması temel amacımız olmalıdır. Bu duygularla, Millî Savunma Bakanlığı bütçesinin ülkemize yararlı olmasını diler, Partim ve şahsım adına hepinize saygılar sunarım. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Karan. Demokratik Sol Parti Grubu adına ikinci sözcü, Sayın Mustafa İlimen; buyurun. (DSP sıralarından alkışlar) Sayın İlimen, 11 dakika süreniz var. DSP GRUBU ADINA MUSTAFA İLİMEN (Edirne) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Parti Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Bu nedenle, Yüce Meclisi ve televizyonları başında bizleri izleyen yurttaşlarımızı, Grubum adına saygıyla selamlıyorum. Değerli milletvekilleri, sanayi üretimi, hepimizin gayet iyi bildiği gibi, kendi başına olan bir olgu değildir; hammaddeden pazara kadar uzanan bir zinciri kapsar; tarladan, fabrikalara kadar uzanan bir zinciri gözetmemiz gerekir. Bugün, sanayileşmenin ulaştığı boyutlar itibariyle ve yeryüzündeki doğal kaynakların mevcut rezervleri dikkate alındığında, dengeli ve uzun vadeli politikalar oluşturulmadığı takdirde, sanayileşme sürecini yakalamış ülkelerin sanayilerinin ayakta kalması mümkün değildir. O nedenle, sanayi politikalarımızı oluştururken, dünyanın bugüne kadar uyguladığı politikaların uygulanış biçimi ve felsefelerinden ders almak zorundayız. Bugüne kadar yaptığımız hatalardan ders almazsak, özellikle, gümrük birliği içerisinde ve onun ötesinde, giderek keskinleşen uluslararası rekabet piyasalarında Türk sanayiinin yer edinebilmesi, edindiği yeri koruyabilmesi mümkün değildir. Sanayi ve Ticaret Bakanlığının temel işlevi, yatırımların gelişmesi ve dengeli bir şekilde dağılımı için temel altyapı yatırımlarını gerçekleştirmektir. Bakanlık, yönlendirici altyapı yatırımlarını gerçekleştirip, sanayi yatırımlarını yönlendirecek yerde, olayların gerisinde kalmıştır. Bakanlığın ismi ve konumuyla paralellik taşımayan görüntüler vardır. Bunlara zaman içerisinde sahip çıkılıp, sığınmış, birtakım himayelere muhtaç görüntülerden kurtulmak gerekir. Yıllardır, ulusal politika oluşturma bakımından, sanayide ciddî hataların işlendiği yerlerden bir tanesi de, küçük ve orta büyüklükteki işletmelerimizdir. Kısaca KOBİ’ler olarak adlandırılan bu kuruluşlar, gelişmiş ekonomilerin omurgasını teşkil eder. KOBİ’lerimizin ve sanayi sitelerimizin çoğu, yirmi yıl, otuz yıl öncesinin makine ve teçhizatıyla donanımlıdır. Sıfır hata marjıyla çalışan bilgisayar destekli makineleri alıp, koyabileceği imkânlar yoktur. İstihdamda yüzde 50’yi aşan boyutta, imalatlar arasında, sanayiler arasındaki mal akımında çok önemli boyuta sahip olan KOBİ’lerin, kredilerden aldığı pay yüzde 3,6’dır. Gümrük birliği görüşmeleri sırasında, bu konuda, Türkiye’nin çıkarlarına yönelik bir müzakere yapılmamıştır. KOBİ’lerin, gümrük birliği sürecine uyum sağlayabilmeleri için alınabilecek kaynaklar alınmamıştır. Bu aşamada Türkiye’nin aldığı kaynaklar 3,5 milyar dolar civarındadır ve büyük bir kısmı kredi şeklindedir. Oysa, Avrupa Birliği ülkelerinde bu rakam 50 milyar olup, KOBİ’lere aktarılacak pay tamamen hibe şeklindedir. Demokratik Sol Parti olarak, gümrük birliği antlaşmalarını eleştirirken bu gerçekleri görerek eleştirdik “Türkiye’nin çıkarlarına tam hitap eden antlaşma olarak imzalanmamıştır; aceleye getirilmiştir” dememizin altında yatan unsurlar bunlardı. KOBİ’lerin sorunlarına, özellikle finansman, teşvik, teknoloji yenileme ve işgücü kapasitesini artırmayla ilgili olanlara ciddî yaklaşılmalıdır. KOSGEB için ayrılan fon tamamen bu kuruma aktarılmalıdır. Devleti yöneten insanların KOSGEB yönetiminde yer almaması gerekir; sanayiciler, ticaret erbabı, küçük işletmeciler ve esnaf olmalıdır. Organize sanayi bölgeleri ve küçük sanayi sitelerindeki yapım artık siyasî çekişmelerin çok ötesinde kalmalı; ihtisaslaşmaya yönelik organize sanayi bölgesi ve küçük sanayi sitelerine önem verilmelidir; fizikî olarak desteklenirken, eğitim-öğretim yönünden de desteklenmelidir. Değerli milletvekilleri, devlet, özel sektörün kârsız ve güvensiz bulduğu için yatırım yapmaktan kaçındığı bazı bölgelerde, gelişmeyi ve sanayileşmeyi bütün yurda dengeli bir biçimde ve hızla yaygınlaştırmak amacıyla, gerektiğinde zararı da göze alarak öncü ve doğurgan yatırımları yapmak zorundadır. İleride ortamın değişmesiyle birlikte bu fabrikalar kâr edebilir duruma gelince de, devlet, bunları, özel girişimcilere ya da yöre halkının kuracağı ortaklıklara sunabilir. Değerli milletvekilleri, Türkiye’de, gerçekten değerini bulmayan, sahipsiz bir kesim vardır; esnaf ve sanatkârlar... Ülkemizin ekonomik, sosyal ve çalışma hayatında, nitelik itibariyle en dinamik ve ağırlıklı kesimini oluşturmaktadır. Sayıları yaklaşık 4 milyondur. Geçen yasama döneminde geçmeyen ve kadük olan 507 sayılı Esnaf Yasamızla ilgili teklif, bir an evvel, değişiklikleriyle hayata geçirilmelidir. Bunun destekçisi olacağız. Peşin vergi nedeniyle, sayısı yüzbinleri bulan esnaf ve sanatkârlar, icralık olmuş, malına, tezgâhına ve evine haciz konulmuştur. Esnafımız kredi faiz borçlarının affını isteyecek duruma gelmiştir. Peşin vergi ve hayat standardı esası kaldırılmalıdır. Bu kesimin toplam kredilerden aldığı pay yüzde 4’ler düzeyindedir. Bu oran, Hindistan’da dahi yüzde 15’tir. Esnaf ve sanatkârlara verilecek işyeri, işletme, ticarî ve pazarlama gibi çeşitli uzun süreli krediler, günün koşullarına uygun, düşük faizle verilmelidir. Türkiye Halk Bankası, esnaf ve sanatkârlar yönetimine devredilmelidir. Değerli milletvekilleri, tüketicinin korunması konusundaki uygulamalara hız kazandırılmasında sayısız fayda vardır. Bu konuda, sivil toplum örgütlerini desteklemeliyiz. Aralık 1994’te Rekabet Kanunu Meclisten geçti; ama, rekabet kurulu hâlâ oluşturulamadı. Bu kurulun, gerçekten uzman kişilerle yönetilmesi gerekir. İlk defa kurulacak ve ülkedeki tekelleşmeyi, rekabeti disiplin altına alacaktır. Bu bakımdan, kurulun, uzman, yetişkin kişilerden oluşmasına özen gösterilmelidir. Bakanlığın bünyesinde yer alan KİT’lerin kendine özgü özellikleri vardır; hem üreticiyi doğrudan ilgilendirir hem tüketiciyi. Örnek; gübre ve şeker gibi... Bu müesseselerin kısa vadede özelleştirilmeleri söz konusu olmadığına göre, bunların daha verimli çalışmaları için, bakım, onarım, makine ve teçhizat yenilenmesine ihtiyaçları vardır. Gübre konusunda, İGSAŞ, ürenin yüzde 50’si dolayındaki ihtiyacı tek başına karşılamaktadır. Özel sektör veya kamu sektörü aracılığıyla üre yatırımlarına şiddetle ihtiyaç vardır. Yine, TÜGSAŞ, yüzde 25-30 dolayında, ülke ihtiyacını karşılıyor. Gübreye zam, bu aşamada düşünülmemelidir. Hatta, destekleme iade ödemesi altı aya kadar uzayan gübre satış politikası derhal terk edilmelidir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türkiye’nin yıllık şekerpancarı ihtiyacı 15 milyon tondur. 1994-1995 yıllarında şekerpancarına verilen fiyat, ülkemizi, ithalatçı ülke konumuna getirmiştir. Şeker ihtiyacı 2 milyon tondur. Geçmiş yıllardan ders alınarak, Türk çiftçisinden esirgenen 18-20 trilyonu, Amerika, Avrupa çiftçisinin cebine, 1996 yılında da koymamamız için, ekim öncesi açıklandığına sevindiğimiz pancar taban fiyatının, avans fiyat ve bunun da en az 5 500 lira olması gerekirdi. BAŞKAN – Sayın İlimen, son 2 dakikanız... MUSTAFA İLİMEN (Devamla) – Havaların yağışlı gitmesi nedeniyle birçok yörede pancar ekimi yapılmamıştır. Geç ekilen pancarda verim az olur. Bu nedenle, bu yıl ekim alanlarının artırılmasından başka çare yoktur. Bu da, ancak, fiyatın cazip olmasıyla gerçekleşir. Hasatta, tekrar bir fiyat açıklanmalı ve ödemeler, hasattan başlayarak, yeni yıla girmeden tamamlanmalıdır. Değerli milletvekilleri, şimdi, önemli bir konuyu biraz ağırlıklı bir şekilde açıklamak isterim: Ülkemizde, 725 bin aktif ortağı ve 20 bin dolayında çalışanı olan 16 adet tarım satış kooperatifi birlikleri konusunda, bilen bilmeyen herkes bir şeyler söylüyor. Hatta, geçmişte, bunların özelleştirilmesi gerektiğini söyleyen Başbakanımız vardı. Değerli milletvekilleri, bunlar özel kanunla kurulmuş birer kooperatif kuruluşudur; devletin değildir. Devletin olmayan bir kurumu, devlete, sattırmaya kalkmak, bilgisizlikten başka bir şey değildir. (DSP sıralarından alkışlar) Bu kuruluşlar, son iki yıla kadar, 1969 yılından beri destekleme kapsamındaydı. İki yıldır, devlet, tarım satışlara destek yapmıyor; ama, bu kuruluşlar, yirmiye yakın ürünün altından kalkıyor. Bu yıl, 25 trilyonun üzerinde para ödeyerek ürün aldılar. Seçim atmosferine girildiğinde, hibe değil, borç olarak, devlet, faizle, bu kuruluşlara 3,5 trilyonluk kaynak kullandırabildi. Bazı birlik ortakları çok mağdur oldu. Ürün tesliminden altı ay geçmesine rağmen, parasını alamayan ayçiçek, fındık ve pamuk üreticileri perişan olmuştur. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın İlimen, 1 dakika içerisinde lütfen toparlayın. MUSTAFA İLİMEN (Devamla) – Hükümetler, bu kuruluşları yıllarca arpalık gibi kullanıp siyasî çıkarlarına alet ettiler. Destekleme alımlarıyla görevlendirilmelerinden dolayı, Ziraat Bankasına olan ve konsolide edilmesi gereken borçların anaparası 8-9 trilyon olmasına rağmen, 1992 yılından beri sağlıklı bir tahkim yapılamaması nedeniyle, yüzde 130’lara varan faiz tahakkuklarıyla, borçlar, 138 trilyona ulaşmıştır. Hükümet Programında yer alan, birliklerin demokratikleşmesi gerçekleşirken, bu kuruluşların çiftçimize hizmet ettikleri göz önüne alınarak, muhakkak surette, tarım kredi kooperatiflerine sağlanan ucuz kredi imkânları bu kuruluşlara da sağlanmalı, konsolide edilmesi gereken, Ziraat Bankasına olan borçları ile özel banka borçları Hazinece tasfiye edilmeli, personel kadrosunun şişkin olmasında hükümetlerin de etkisi olduğu gerçeğinden hareketle, ayrılacak personelin tazminatlarının bir bölümü ödenmelidir. Ayrıca, çiftçimizin mağdur olmaması için, Avrupa Birliği ülkelerinde olduğu gibi, ürün bazında destekleme devam etmelidir. Bu, pamukta... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın İlimen. MUSTAFA İLİMEN (Devamla) – Saygılar sunarım Sayın Başkan. (DSP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN — Refah Partisi Grubu adına, Sayın Ahmet Bilge; buyurun. (RP sıralarından alkışlar) Sayın Bilge, sürenizi eşit mi paylaşacaksınız? AHMET BİLGE (Ankara) – Evet efendim. BAŞKAN – Buyurun. Süreniz 10 dakika. RP GRUBU ADINA AHMET BİLGE (Ankara) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1996 malî yılı Millî Savunma Bakanlığı bütçesi hakkında Refah Partisi Grubu adına yapacağım konuşmaya başlamadan önce, Yüce Heyetinizi ve televizyonları başında bizi izleyen aziz milletimizi en derin saygılarımla selamlıyorum ve vatan savunmasında şehit olan güvenlik kuvvetleri mensuplarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine başsağlığı diliyorum. Bilindiği gibi, bütçe, hükümetin bir yıllık faaliyet planının özetidir. Sayın milletvekilleri, Türkiye’nin savunma politikasının bir yansıması olan savunma bütçesini değerlendirirken, dünyada ve bölgemizdeki askerî ve siyasî gelişmeler ile ülkemizin jeopolitik ve jeostratejik konumunu gözden uzak tutmamak gerektiğini düşünüyoruz. Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla kurulan yeni cumhuriyetlerde yaşanan ekonomik, yapısal ve sosyal problemler, Dağlık Karabağ sorunu ve Azerî topraklarının yüzde 25’inin Ermeniler tarafından istila edilmiş olması, Osmanlı Devletinin Avrupa’daki son kalesi olan Bosna- Hersek’te üç yıl boyunca yaşanan insanlık dramı sonrasında oluşturulmaya çalışılan barış, Arnavutluk ve Makedonya’nın tehdit altında bulunması, Ortadoğu’da barışa indirilmeye devam edilen darbeler ve silahlanma yarışı, Türkiye’yi çevreleyen risk ve potansiyel tehdidin bir bölümüdür. Rusya’nın, arka bahçesi olarak gördüğü Kafkasya’yı, AKKA kararlarına rağmen silah deposu haline getirme girişimleri karşısında, Türkiye’nin yeterince caydırıcı olmamasına dikkatleri çekmek isterim. Körfez Savaşı sonrası Irak’ın durumundaki belirsizliğin devam etmesi, bölge ülkelerinin, uzun menzilli füzeler ve kitle imha silahları dahil, silahlanma yarışı, Türkiye’nin, sürekli, dikkatli ve tedbirli olmasını gerektirmektedir. Yakın komşumuz ve NATO müttefikimiz olan Yunanistan’ın, en son, Kardak krizinde olduğu gibi, Türkiye’ye karşı politikasını sürdürmesi ve kendisine yönelik tehdidin Türkiye’den geldiğini her fırsatta ileri sürmesi karşısında, gerekli tedbirlerin, zaman kaybedilmeden alınması gerekmektedir. Kısaca arz etmeye çalıştığım gibi, dünyanın en problemli, Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu bölgelerinin ortasında yer alan Türkiye’nin, bunlara ilave olarak, iç barış ve Misakımillî hudutlarını korumak amacıyla, PKK terör örgütüyle yaptığı mücadeleye ve dünya barışına katkıda bulunmak üzere, gerek Birleşmiş Milletler gerekse NATO Barış Gücü içerisinde yer almakta olması durumları göz önünde tutulduğunda, güçlü, caydırıcı, moral düzeyi yüksek bir orduyu idame ettirmesindeki zorlukları, kolaylıkla ortaya koyabiliriz. Bir taraftan, jeopolitik konum, diğer taraftan, sadece sınırların korunmasına dayanan savunma politikası yerine, bölgesel bir güç olmanın gereklerini yerine getirmek durumunda olan Türkiye’nin, Balkanlarda, Kafkasya’da, Ortadoğu’da askerî ve politik bir güç olmasının, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yüksek teknoloji ürünü silah sistemleriyle, iyi eğitilmiş personele sahip olmasıyla mümkün olacağı, bu özelliğin kazanılmasının da, yüksek maliyet gerektirdiği aşikârdır. Ancak, 1985 yılından bu yana, Türk Silahlı Kuvvetlerine bütçeyle sağlanan malî kaynaklara baktığımızda, ihtiyaçları ölçüsünde artırılmadığı, aksine, gayri safî millî hâsıla ile konsolide bütçeden ayrılan pay itibariyle, azaldığı görülmektedir. Son on yılda, Millî Savunma Bakanlığı bütçesinin gayri safî millî hâsıla içerisindeki payı, yüzde 3’lerden yüzde 2’lere düşmüştür. Ayrıca, Millî Savunma Bakanlığı bütçesinin, konsolide bütçe içerisindeki payı yüzde 18’lerden, maalesef yüzde 9’lara kadar gerilemiştir. Bu nedenle, bu bütçeyle, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, modernizasyon programında belirtilen hedeflere ulaşabilmesi ve harbe hazırlık gücünü teknolojik gelişmeler paralelinde yürütebilmesi mümkün olmayacaktır. Borç, anapara ve faiz ödemeleri girdabına giren Hükümete, ordumuzun modernizasyonunun gecikmesinden doğacak büyük riski hatırlatmayı bir görev biliyorum. Sayın milletvekilleri, Türk Silahlı Kuvvetleri personeli hakkında bazı hususları belirtmek istiyorum: Silahlı Kuvvetler personelinin özlük haklarında, ivedi olarak, günümüzün sosyal ve ekonomik şartlarına uygun iyileştirmeler yapılması gerekmektedir. Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin zor görev şartları karşısında aldıkları maaşların yetersizliği hepimizin malumudur. Maaşlarda meydana gelen reel azalışı açıklamak amacıyla, dolar cinsinden bir mukayese yaparsak, bir albayın 1993 yılı temmuz ayında eline geçen aylığı 1 217 dolara karşılık gelirken, 1996 yılı mart ayında 672 dolara; bir teğmenin aylığı ise, 649 dolardan 381 dolara düşmüştür. Her geçen gün artan iç ve dış tehlikelere karşı, büyük özveriyle, canı pahasına görev yapan Türk Silahlı Kuvvetleri personeline, yaptıkları ağır görevlerle mütenasip ve statülerine uygun bir hal sağlayacak seviyede maaş verilmesi, hizmet etkinliğinin artırılması bakımından elzem görülmektedir. Subay ve astsubayların mecburî hizmet yükümlülüklerinin, günün şartlarına uygun bir şekilde, sürelerinin indirilmesi, hizmetlerin daha etkin bir şekilde ifa edilmesini sağlayacaktır. Ayrıca, 205 sayılı Ordu Yardımlaşma Kurumu Kanununun, Kurumun, kendinden beklenen hizmetleri yapabilmesi için, günümüzün ekonomik şartlarına uygun olarak yeniden tanzimi ve OYAK emeklilik sisteminin ihdası bir zaruret olarak görülmektedir. Askerî okullarımızda eğitim gören kardeş Türk cumhuriyetleri öğrencilerinin, sadece teknik bilgi ve becerilerle değil, müşterek millî ve manevî değerlerle de mücehhez kılınması, ilişkilerimizin kuvvetlendirilmesinde önem arz etmektedir. Sayın milletvekilleri, bütün dünya ordumuzun iman gücünü bilmektedir. En son teknolojiye sahip, asker sayıları bizden daha fazla olan ordular karşısında, geçmişte müteaddit defalar kazandığımız zaferlerin temelinde, ordumuzun disiplini, moral değerleriyle, onun iman ve inancı bulunmaktadır. Erinden en büyük komutanına kadar, Türk Ordusunun her mensubu, dinimizin en büyük rütbe olarak kabul ettiği şehitlik mertebesine inanmaktadır. Bu inanç ve iman, dünyanın hiçbir ordusunda mevcut değildir. Bunun için, erimize “Mehmetçik” bu kutsal ocağa da “peygamber ocağı” demekteyiz. (RP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Sayın Bilge, son dakikanızı kullanıyorsunuz. AHMET BİLGE (Devamla) – Bu sebeple, ordumuzla ne kadar iftihar etsek azdır. Sayın milletvekilleri, güvenlik ihtiyaçlarımız için, savunma harcamalarından fazla fedakârlık yapmamız mümkün olmamakla birlikte, tahsis edilen kaynakların, rasyonel şekilde, verimli alanlarda ve projelerde kullanılmasının da takipçisi olmak mecburiyetindeyiz. Netice itibariyle, Millî Savunma Bakanlığının 1996 malî yılı bütçesinin, bu şekliyle, Silahlı Kuvvetlerimizin modernizasyonunun gerçekleştirilmesinde, yurtiçi ve yurtdışında üstleneceği görevlerin ifasında zorluklarla karşı karşıya geleceğini, Millî Savunma Bakanlığı bütçesinin yeterli seviyeye çıkarılması ve Silahlı Kuvvetler mensuplarımızın özlük haklarının iyileştirilmesi yönünde, Hükümet tarafından yapılacak düzenlemelere, tam destek vereceğimizi belirtmek istiyorum. Millî Savunma Bakanlığı 1996 yılı bütçesinin, aziz milletimize ve kahraman ordumuza hayırlı olmasını Yüce Allah’tan diliyor, heyetinize saygılar sunuyorum. (RP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bilge. Sayın Kahraman Emmioğlu; buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar) Grubunuz adına kalan süreniz 10 dakikadır. KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – 2 dakika da ilave var, 12 dakika... BAŞKAN – İlave, 1 dakikadır efendim. Buyurun. RP GRUBU ADINA KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlarım; sizleri ve ekranı başında bizleri seyreden değerli vatandaşlarımı, saygı ve muhabbetle selamlıyorum. Refah Partisi Grubu adına, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçesi hakkında, görüşlerimi arz ediyorum. Artık, herkes tarafından, klasikleşen bir deyimle kabul edilen gerçek şudur: Bir ülkenin gücünü, üretim; üretimler içinde ise, sanayi üretimi tayin etmektedir. Tabiatıyla, hizmet ve tarım sektörlerinin değerini inkâr etmiyoruz, ancak, gelişmenin, sanayileşme ile eşanlamlı kullanıldığını da hepimiz biliyoruz. Diğer önemli bir husus da şudur; yıllara göre sanayi mamüllerinin fiyat artışı, neredeyse, diğer sektör fiyat artışının iki misli olmaktadır. Bilhassa tarıma nispet edildiğinde, bu, açıkça görülmektedir. Böylece de, ülkeler arası yarış tarımda değil, kim ne derse desin, esas, sanayide olmaktadır. Peki, biz bu yarışta ne noktadayız; hangi noktadayız?.. Maalesef, sahip olduğumuz durum, coğrafyamızın, insanımızın, tarihimizin hak etmediği bir noktadır. Birkaç misal vermek istiyorum: Bizimle beraber, 1870’lerde sanayileşme hamlesine başlayan İsveç’te, yıl içi sanayi üretimi hâsılası, fert başına 8 bin doları bulmaktadır; bu rakam, Japonya’da 16 bin doları geçmek üzeredir. Bizden çok sonra başlayan ve 1970’lerde sanayileşme hamlesine girişen Güney Kore’de bu rakam 3 bin, Tayvan’da 3 500 dolardır; Türkiye’de ise bu rakam çok zavallıdır ve 800 dolar civarındadır. Ne yazık ki, 1938’lerden sonra, sanayi yatırımları ya durdu veya çok yavaş devam etti. Bu durum 1965’lere kadar sürdü. 1965-1970 arası bir heyecan vardı ve birçok sanayi tesisi teşviklerle kuruldu. 1970-1974 arası, yine, yavaş bir gidişe sahne oldu. 1974’te eğer, o zamanki koalisyonda bulunan Millî Selamet Partisinin sanayi heyecanına koalisyon ortağı da iştirak etseydi, -o sırada, ülke konjonktürü böyle bir sanayi atılımının yapılmasına çok müsait bir konumdaydı- çok ciddî atılımlar yapılırdı; ama, maalesef olmadı. O devirde, Millî Selamet Partisinin elinde olan KİT’lerin kârda olduğunu da bu münasebetle aktarmak istiyorum. 1977 yılında, Millî Selamet Partisinin Sanayi Bakanlığı dönemi, Türkiye tarihinde en şuurlu sanayileşme atılımlarının yapıldığı dönemlerden biri olmuştur. Bu dönemde 200 büyük proje hedeflenmiş, ülkenin ihtiyaçlarına cevap verecek tesisler, birbirleriyle ilgisi de dikkate alınarak, bölgeler arası gelişmişlik dengesizliğini giderecek şekilde yaygın bir planlama yapılmıştı. O zaman bu atılım olmasaydı, bugün, belki, şekersiz ve çimentosuz kalacaktık. Şunu da belirtmek istiyorum, ne yazık ki, 200 projeden ancak 70’i o devirde bitirilebildi ve 1978 sonlarında koalisyon bozuldu; sonraki hükümetlerde de kahrolası meşhur bir hastalık “benim başlamadığımı ben bitirmem” hastalığı, bu tesisleri öksüz bıraktı. Halbuki, özellikle, güneydoğuya sanayi havasını getirmek ve ora halkını kalkındırmanın yolu, mutlaka ve mutlaka sanayiden geçmekteydi ve bu konuda, şu anda da başka yolumuz yoktur. Güneydoğuyu kalkındırmanın yolu, oraya sanayii taşımamızdır; ancak, bunu, yeni moda akımıyla özel sektöre nasıl yaptırırız; devlet olmaksızın oraya nasıl sanayi gider? Bu konuda ciddî çalışmaların, Hükümet canibinden yapıldığı konusunda bilgimiz yok. İnşallah, yanılıyoruz ve inşallah, ciddî bir çalışmaya girişmişlerdir. Bakınız, güneydoğuya, özellikle Diyarbakırımıza getirdiğimiz bir kuruluş, kurucusu ve genel müdürü olduğum Türkiye Elektromekanik Sanayii -ki, bu kuruluş, türbinleri, jeneratörleri, şalt cihazlarını, kazanları, büyük motorları imal edecekti- eğer, ithalatla ceplere girecek masa altı paraların cazibesi olmasaydı, bu kuruluş imalatını, artırarak devam edecekti. (RP sıralarından alkışlar) Bugün de, enerji diye bir problemimiz olmayacaktı; çünkü, bugünkü enerji problemi, yapılacak olan yatırımların Türk parası cinsinden olmayışından kaynaklanmaktadır. Eğer, TEMSAN, yatırımlarını tamamlamış olsaydı, bugün, bütün enerji makineleri yurtta imal ediliyor olacaktı. Ben, buradan hemen sesleniyorum: Bu fabrikaya sahip çıkınız; eğer, Diyarbakır’dan Ergani’ye giderken, 6 ncı kilometrede göreceğiniz 8 500 dönüm arazide kurulmuş olan bu fabrikaya güç verirseniz ve zaman içerisinde, oraya bir sanayi atmosferi getirirseniz, emin olun, oradaki eşkıyanın beli o zaman kırılacaktır. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Geçmişte olmadı, inşallah, bundan sonra olur. Sanayileşmeyi, Gaziantebimizden hareketle, Şanlıurfa’ya, buradan Batmanımıza, Şırnakımıza, Vanımıza, Muşumuza, Hakkârimize, diğerlerine taşımamızın birinci şartı, asayişi süratle sağlamak ve paralelinde de, Irak amborgosunu kaldırmaktır. Böylece, kalkınmış bir bölgeye sahip olunması, diğer birçok şehirleri de altüst eden göç olgusunu önleyecektir. Tabiî, yeni kuruluşların ayakta kalması ve yeni kuruluşların hayata geçirilmesi için, gümrük birliğinin çok ciddî engeller oluşturacağını söylemem lazım; zira, gümrük birliği kararınca, teşviklerin, artık, oraya gitmesi kolay olmayacaktır. Zaten, 1996 yılı bütçesiyle böyle bir yatırım hamlesini ne özel ne de devletin yapması mümkündür. Neden mi; geçenlerde, Hocamızın gösterdiği aysbergin üzerindeki bütçenin açığı bile, bildiğiniz gibi, 861 trilyon Türk Lirası olarak ifade ediliyor; bunun gerçek değeri, nereden baksanız 1,2 veya 1,4 katrilyon Türk Lirasına ulaşacaktır. BAŞKAN – Sayın Emmioğlu, 2 dakikanız kaldı. KAHRAMAN EMMİOĞLU (Devamla) – Anaparaları hariç, yalnız faiz ödemelerine 1,2 katrilyon Türk Lirası ve yeni gelecek faizlerle de 2 katrilyon lirayı bulacak. Sen, borcu borçla ödeyeceksin başka çaren yok ve özel sektörün elinde olan bütün imkânları da, bu borcun ödenmesi için yeni bonolar çıkararak alacaksın. Bir taraftan sıcak para operasyonunun cazibesiyle, bir taraftan da bonolardaki cazip faizlerle özel sektörden aldığınız bu kaynak, sanayie değil, doğrudan doğruya faiz ödemelerine gidecek. Evet, sanayicilerimizin içerisinde helal para kazanmak isteyenlere buradan selam göndermek, onları tebrik etmek istiyorum; zira, bu kadar cazip gelirlere rağmen, bunlar, sanayinin çilesine talip olmuşlardır ve yatırım yapacaklardır. Bunları, ben, şu zamanımızın kahramanları olarak ilan ediyor ve tebrik ediyorum. Özelleştirme rezaletimize, son günlerde, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı teşhisini iyi koymuştur; tebrik ediyorum. Keşke, daha önce akılları başlarına gelseydi; tabiî, ulus çıkarını kollayan aklı kastediyorum. Böylece, işçilerimizi kollayan, şeffaflığı sağlayan, gerçek bedeli tahsil eden bir özelleştirme yapılırdı. Geçen birbuçuk aya yakın zamanda, bu konuda da ciddî bir şey yapılamadı. Artık yeter.. Özelleştirilecek müesseselerimizi daha fazla hasta etmeyin, hasta kuruluşlar haline getirip, kelepir satışlar yapmayın; ya bitsin bu iş ya da vazgeçin... Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu bütçeyle ciddî yatırımlar yapılamayacağı hepimizce malum. Mesela, organize sanayi ve küçük sanayi hizmetleri için 3,7 trilyon lira ayrılmıştır. Hiç değilse, bu eldeki kıt imkânları savup savurmayalım ve bunları, mesela, Gaziantepimizin yarım kalmış olan ikinci... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) KAHRAMAN EMMİOĞLU (Devamla) – 2 dakikam daha var herhalde efendim. BAŞKAN – Sayın Emmioğlu, 1 dakika içinde sözlerinizi tamamlayın. KAHRAMAN EMMİOĞLU (Devamla) –Öbür arkadaştan kalan 1 dakikamı da almak istiyorum. BAŞKAN – Sayın Emmioğlu, o, Grubunuz için hak edilmiş bir süre değildir, Başkanlığın toleransıdır ve kişiye özeldir... KAHRAMAN EMMİOĞLU (Devamla) – O toleransı lütfetmenizi istirham ediyorum. BAŞKAN – Hayır, o tolerans kişiye özeldir. Lütfen... 1 dakika içinde konuşmanızı tamamlayın. KAHRAMAN EMMİOĞLU (Devamla) – Efendim, öyleyse, müsaade edin; bunu izah etmem lazım. BAŞKAN – Hayır efendim... Lütfen... KAHRAMAN EMMİOĞLU (Devamla) – Zira, siz, bütün partilere, hep, 2 dakika, yani, yüzde 10 ek süre verdiniz, bize de yüzde 10 ek süre vermeniz lazım. BAŞKAN – Sürenizden harcıyorsunuz Sayın Emmioğlu. KAHRAMAN EMMİOĞLU (Devamla) – Peki efendim, biz, yüzde 10’un yüzde 5’ini kaybetmiş oluyoruz; teşekkür ederiz. Bu paralar, mutlaka, Gaziantep’in, bilhassa eksik olan organize sanayi bölgelerine -ikinci ve yapılacak olan üçüncü organize sanayi bölgelerine- aktarılmalı ve bilhassa küçük sanayi sitelerinin -mesela, Kunduracılar, 25 Aralık ve KOSGEB gibi- ihyasına harcanmalıdır. Evet, sanayileşme ve sanayi ile ilgili birçok meselelerimiz var; KOBİ’lerimiz var, KOSGEB’in ciddî problemleri var, eğitimi var... Bütün bunlarla ilgili çalışmalara, yeni Bakanımızın çok ciddî şekilde eğileceğini ümit ediyor ve kendilerine başarılar da diliyorum; ama, şunu söyleyeyim... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Emmioğlu. KAHRAMAN EMMİOĞLU (Devamla) – Peki efendim, teşekkür ederim. BAŞKAN – Anavatan Partisi Grubu adına Sayın Bülent Akarcalı; buyurun efendim. Sayın Akarcalı, süreyi eşit mi kullanacaksınız? ANAP GRUBU ADINA BÜLENT AKARCALI (İstanbul) – Evet Sayın Başkan. Sayın Başkan, değerli üyeler, Millî Savunma Bakanlığının değerli mensupları, bizleri izleyen sevgili vatandaşlarım; hepinizi en içten duygularla selamlarım. Ulusumuzun hür ve bağımsız olması, ülkemizin tek ve bütün kalması uğruna bu topraklar için şehit olmuş bütün vatan evlatlarımızı da saygıyla anıyor, kendilerine Allah’tan rahmet diliyorum. Değerli arkadaşlarım, Millî Savunma Bakanlığı bütçesi demek, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bütçesi ve askerî politikalarımız demektir. Bunun da, ülkemizin içinde bulunduğu coğrafî konumu ve siyasî rejimiyle direkt bir bağlantısı vardır; şöyle ki, ülkemiz, bir yandan, hassas coğrafî konumu; yani, Doğu ve Batı arasında bir geçiş noktası olması itibariyle, diğer yandan da demokratik, hür ve laik düzeninden rahatsız olan komşu ve bölge ülkelerinden kaynaklanan, saldırgan, taciz ve tehdit edici bir ortamda yaşamaktadır. Türkiye, Balkanlarda, Kafkaslarda, Ortadoğuda kaynayan bir kazanın ortasındadır. Dün Bosna’da, bugün Lübnan’da, Kahire’de katledilen insanlar, bu acı gerçeği, maalesef belgelemektedir. Bütün bunlara karşın, Türkiye, hiçbir zaman, hiçbir komşu veya bölge ülkesine bir devrim, siyasî yapı ihraç etmeye kalkmamış, terör organizasyonları kurmamış, barındırmamış, mütecaviz olmamıştır. Bir ülkenin siyasetçisine, diplomatına, gazetecisine, yazarına ve buna benzer temsilcilerine menfur cinayetler düzenlememiş, düzenlettirmemiştir. Türkiye, hiçbir zaman, bir komşu ülkenin zaaflarından yararlanmaya da kalkmamıştır. Türkiye’nin ciddî devlet anlayışına, cumhuriyetimizin ve demokratik rejimimizin tüm hoşgörüsüne ve iyiniyetlerine karşın, maalesef, sürekli olarak karşı karşıya kaldığımız tehdit ve tacizlere karşı, tedbirli ve hazırlıklı olmak durumundayız. Bu da, ancak ve ancak, güçlü bir ordu sayesinde mümkündür. Bir ordunun gücü de, iyi yetişmiş subay, astsubay ve askerinden oluşmuş insangücü, çağdaş teknolojilerle donatılmış silah ve teçhizatından oluşur. Son onbeş yıl içerisinde, her iki yönde de, iyileşmelerin sağlanması için çok büyük çabalar harcanmış ve Türkiye, denizaltısından, F-16 uçağına kadar ihtiyaçlarını, kendi üretimini gerçekleştiren ender ülkeler arasına girebilmiştir; ancak,tüm bu gelişmelere rağmen, meseleye basit bir şekilde yaklaştığımızda, örneğin; kara ve deniz sınırlarımızın uzunluğuna, ülkemizin büyüklüğüne bakınca ve diğer ülkelerle kıyaslayınca, korunması gereken sınır uzunluğu ve toprak bütünlüğünün, kilometre ve kilometrekareye düşen asker, tank, uçak vesaire gibi araç-gereç açısından kıyasladığımızda, ihtiyaçlarımızın çok daha büyük olduğunu görmekteyiz. Yine, bunun yanında, askerî teçhizat ve silah temininde her türlü gayret ve fedakârlıklara rağmen, haddini bilmeyen bir Kıbrıs Rum Kesiminin dahi nasıl silahlandığına bakınca, ister istemez, yaptıklarımızla yetinemeyeceğimizi görüyor ve eksikliklerimizi, daha titiz bir incelemeye almak gerektiğine inanıyoruz. Ayrıntılara girmeden, akıllarda kalsın diye, temel bir iki noktayı belirteceğim: Tanklarımız eskimiştir; F-4 ve F-5 uçaklarımız yaşlanmıştır. Son dört beş yıldır da, Savunma Sanayi Müsteşarlığı, iç üretimi teşvik etme yerine, dışalımlara yönelmiştir; yani, ihtiyaçların kalıcı değil, geçici tatminine yönelmiştir; dolayısıyla, harcamaların çoğu da dışarıya gider olmuştur; ancak, son zamanlarda, yerli sanayii buraya çekmek için yapılmış olan çabaları da takdirle karşılamak gerekir. Değerli arkadaşlarım, ordumuzun, bu dış kaynakta olan tehdit ve tacizlere karşı hazır olması yanında, aslında, Türkiye’ye yönelik bir dış saldırının iç uzantısı olan PKK terörüne ayırdığı ve ayırması gerektiği personel, teçhizat ve diğer silah ihtiyaçlarını da ayrı bir şekilde mütalaa etmek gerekir. Bu arada, geçmişte kalan bir kavramı hatırlatmak isterim: Beşinci kol kavramı... Düşman, bir ülkeyi yıkmak için, o ülkenin içerisinde kendine yarayacak adamları yetiştirirdi. PKK, aslında, komünistlerin, İspanya iç savaşında ortaya çıkardıkları beşinci kolun, Türkiye’de yeni bir formülünden başka bir şey de değildir. Bu ihtiyaçlara karşın, bizim neler yapılabileceğine dair önerilerimiz şunlardır: Değerli arkadaşlarım, 1997 bütçesinde savunma harcamalarımızda önemli bir artış için, şimdiden gerekli hazırlıklara başlanmalıdır. 1997 bütçesinin hazırlıkları, ister istemez, yakın bir süre sonra başlayacaktır ve yeni kaynakların yaratılması için ciddî zekâ pırıltısı gerektiren çalışmalar başlatılmalıdır. Savunma Sanayi Müsteşarlığı yeniden yapılanmalıdır ve geleceğin askeri sanayii için yeni hedef ve politikalar geliştirilmeli; yüksek teknoloji gerektiren projeler için, yerli girişimcilere, araştırma- geliştirme ve yatırımlar için imkânlar tanınmalı, destekler oluşturulmalıdır. Silahlı Kuvvetlerin faaliyetleri, yapısı, ihtiyaçları ve sorunları hakkında kamuoyunu bilgilendirmek için, Dışişleri Bakanlığında olan bakanlık sözcüsü ve sürekli bilgi verme uygulamasının, Millî Savunma Bakanlığınca örnek alınmasında yarar olacağına inanmaktayım. Bu arada, her beldemizde, şehit ailelerine, gazilere ve gazilerin ailelerine devlet yardımı konusunda yapılabilecek bazı işlemler olduğuna inanmaktayım. Aslında, devletimiz, gerek şehit ailelerine gerekse gazilere ve gazilerin ailelerine çok geniş kapsamlı bir şekilde yardım yapmaktadır. Ben, son üç yıldır, bu konuya, gerek yazılı soru önergeleriyle gerekse diğer çalışmalarla epey eğildim. Değerli arkadaşlarım, buradan sizlere şu broşürleri göstermek istiyorum. Bunlar, Kara Kuvvetlerinin, şehit olanların vârislerine sağlanan hakların broşürleri; bu da, yine, Kara Kuvvetlerinin, yaralanan, sakatlanan gazilerin kendilerine ve ailelerine, devletin sağladığı imkânların broşürleridir. Devletimizin, bu imkânları, halka daha çok duyurmasında yarar vardır; çünkü, çocuğu şehit olmuş, kocası şehit olmuş ailelerimiz, o acısını vatan için gönlüne gömerken, gidip devlettten para istemenin zül olduğunu, ayıp olduğunu düşünmektedir. Bu, onun haysiyetinden ileri gelmektedir; ama, bize düşen görev, devletin sağladığı imkânların, vârislere ve gazilere, en ayrıntılı bir şekilde, en adil bir şekilde dağıtılmasıdır. BAŞKAN – Sayın Akarcalı, 1,5 dakikanız kaldı. BÜLENT AKARCALI (Devamla) – Burada, gerek TRT’nin gerekse diğer televizyon kuruluşlarının önemli bir görevi olduğuna inanmaktayım. Diğer bir husus; Silahlı Kuvvetlerdeki sivil personelin, askerî personelin haklarına sahip olmadan; cezaî açıdan, askerin tabi olduğu hükümlere göre yargılanma zorunda kalmaları düzeltilmelidir. Ta, 1930’lardan kalan, yargı anlayışına aykırı bu durumu düzeltmekde yarar olacaktır. Değerli arkadaşlarım, bildireceğim son husus da şudur: Subay ve assubayların maaş durumları da diğer memurlarınki gibi hızla bozulmuştur. Devlet memuru olan subay ve assubaylar, durumlarını kamuoyuna duyurmak için eylem yapmıyorlarsa, aldıkları maaş veya diğer yan gelirlerin yeterli olduğu sanılmamalıdır. Bugün, sivil kesimde, 4 ilâ 5 bin dolar olan bir pilot aylığı, 25-30 milyon dolarlık bir askerî uçağı teslim ettiğimiz askerî pilot için 500-600 dolar mertebesindedir. Deniz Kuvvetlerinden bir örnek vereyim: Burada, 4 500 subay, 9 500 assubay vardır; son bir yıl içerisinde 1 200’ e yakın subay ve assubay geçim sıkıntısından dolayı istifa etmek zorunda kalmıştır. İşte, yakında hazırlamamız gereken ve 1997 bütçesinde ele almamız gerekeceğine inandığım temel hususları da burada belirtiyorum. 1996 Millî Savunma bütçesinin, ülkemize ve aziz milletimizin en değerli müessesesi olan şanlı ordumuza hayırlı olmasını dilerim. Saygılar sunarım.(ANAP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Akarcalı. Sayın Refik Aras; buyurun. Süreniz 10 dakikadır. ANAP GRUBU ADINA REFİK ARAS (İstanbul) – Sayın Başkan, Türkiye Büyük Millet Meclisinin değerli üyeleri; hepinizi saygılarımla selamlıyorum. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçesi üzerinde Anavatan Partisi Grubunun görüşlerini arz etmek için huzurlarınızda bulunuyorum. Bugün, bütçesini görüşmekte olduğumuz Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, 1957 yılında kurulan ve şimdiye kadar oniki defa isim değiştirmiş olan bir bakanlıktır. Bakanlığın kuruluşundan bugüne kadar, Türk ekonomisini sadece tarıma bağlı olmaktan kurtarıp, sanayi ekonomisine geçmesini sağlamaya çalışan gelmiş geçmiş tüm hükümetleri, sayın bakanlarını ve çalışanlarını saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; işsizliğin ve fukaralığın önlenmesi, zengin milletin ve zengin devletin oluşturulması, ancak, sanayileşmeyle gerçekleşecektir. Bakanlığın ana görevi; ülkenin sanayi politikasını belirleyerek sanayiin geliştirilmesini temin etmek, gelişen dünya şartlarına uygun teknolojiyi sağlamak, kişilerin kendi işlerini kurmalarını, küçük esnaf ve sanayicinin desteklenmesini, küçük ve büyük sanayi ile ticaretin bütünleşmesini sağlayarak, ülke ekonomisine hizmet etmektir. Bakanlık, bu ana görevlerini yerine getirirken, evvela çevreyi, sonra, 4054 sayılı Yasanın gereği olarak rekabet şartlarını ve 4077 sayılı Yasanın gereği olarak da tüketiciyi koruyacaktır. 21 inci Yüzyıla girerken ve gümrük duvarları kalkarken, dünya ülkeleriyle ticaretinizi artırabilmeniz için, rekabet edebilir kaliteye ve fiyata sahip olacaksınız; bunun için de, teknoloji üreteceksiniz ve bu teknolojiyi, özel sektör eliyle hizmete sokacaksınız. Türkiye olarak biz, her türlü üretimimizi, katlayarak büyütmek zorundayız. Sanayi üretimini, büyük ve rantabilitesini kaybetmiş kuruluşlar yerine, çok dinamik ve esnek küçük ve orta boy işletmelerin müthiş uyum ve süratiyle yapmak zorundayız. Türkiyemizin müteşebbis ve yaratıcı insan gücü ve potansiyeli -devletin önünü açması halinde- bütün zorlukları aşabilecek güçtedir. Küçük ve orta ölçekli sanayii geliştirmek ve desteklemek için kurulmuş olan KOSGEB’e ve KOBİ’lere, mutlaka, destek sağlanmalıdır. Küçük işletmelerin, kredilerden alabildiği yüzde 3,5’lar civarındaki pay fevkalade yetersizdir. Eğer, sanayi ve üretim istiyorsak, bu payı, mutlaka artırmamız gerekiyor. Bakanlık, mutlaka, sanayi ve üniversite ilişkilerini güçlendirerek, Ar-Ge çalışmalarını çoğaltmalı ve hızlandırmalıdır; 551 sayılı Patent Haklarının Korunması Hakkında Kanun Hükmündeki Kararnamenin gereklerine uyulmalıdır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1930’lu yıllardan itibaren kurulmuş olan kamu iktisadî teşebbüsleri, elbette, Türk sanayiine çok büyük faydalar sağlamışlardır. Bakanlığa bağlı İGSAŞ, Makine Kimya, SEKA, TUGSAŞ ve Türkiye Şeker Fabrikaları gibi beş adet KİT bulunmaktadır. Ülkemiz sanayi ve ticaretinin bugünlere ulaşmasında en büyük pay, millî bir heyecanla, seneler senesi büyük çabalar sarf eden KİT’lere ait olmuştur. Bir yandan dünya ekonomik şartlarının değişmesi diğer yandan siyasîlerin sebep olduğu yanlış politika ve uygulamalar, artık, bu dev kuruluşların belli bir zaman diliminde ve makul şartlar içerisinde özelleştirilmesini gerektirmektedir. Bu güzide kuruluşlar, Türk sanayiine ve ekonomisine, bundan böyle, herhalde, özel sektörün yönetiminde hizmet edebileceklerdir. Türkiye, bugün, içine düşürüldüğü ve Türk halkını bezginliğe düşüren, büyük halk kitlelerinin mutlu olmadığı bu ekonomik şartlardan bir an evvel kurtarılmalıdır ve de kurtarılacaktır. Ülkenin ekonomik alandaki kurtuluşu, ancak borç-faiz girdabından çıkıp, yatırım-üretim sürecine girmesiyle mümkün olacaktır. Üretim için, devlet, küçük ve orta boy işletmelere, organize sanayi bölgeleri ve küçük sanayi sitelerini kurmak suretiyle yön vermelidir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Sanayi ve Ticaret Bakanlığımızın, kanunun kendisine yüklediği bu görevleri yürütebilmesi, tabiî ki, Bakanlığa vereceğimiz bütçe imkânlarıyla mümkün olacaktır. Bakınız, bu Bakanlığın öngörülen 1994 yılı bütçesi 1,946 trilyon, o yılki bütçenin yüzde 2,2’si; 1995 yılı bütçesi 2,588 trilyon, o yılki bütçenin 1,9’u; 1996 yılı bütçesi 6,025 trilyon, bu yılki bütçenin 1,7’si. Görüldüğü gibi, Bakanlığımızın bütçesi giderek küçülüyor. Kaldı ki, bu yılki önerilen 6,025 trilyonluk bütçenin 1,138 trilyonluk bölümü transfer harcamalarına, 1,12 trilyonluk bölümü cari harcamalara tahsis edilmiş olup, ancak 3,875 trilyon yatırım harcamalarına ayrılmış bulunmaktadır. İşte, bu rakamlarla Bakanlık, hizmet üretmeye çalışacaktır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bizim görüşümüze göre, Bakanlık, bütçesine yeni yatırımlar koymak yerine, yarım kalan sanayi bölgeleri ve küçük sanayi sitelerini tamamlamalıdır. Mesela, yüzde 75’lik bölümü gerçekleşmiş bulunan Erzincan Organize Sanayi Bölgesi bunlardan biridir ve acilen tamamlanması gerekmektedir. Bu cümleden olarak, Sayın Sanayi ve Ticaret Bakanımızın da her safhasını yakından takip ettiği, Türkiye’de GAP’tan sonra ikinci büyük proje olan İstanbul İkitelli Organize Sanayi Bölgesini sizlere bir nebze hatırlatmak istiyorum. 1986 yılında, 33 adet kooperatifin 18 750 ortağına ait 30 000 işyerinde, 250 000 işgücü sağlayacak olan ve 6 milyon metrekarelik sahada 6,5 milyon metrekare kapalı alan, 1,5 milyon metrekare açık ve kapalı sosyal tesis ve iç yollar uzunluğu 125 kilometre olan ve senede 900 milyon kilovat enerjinin kullanılacağı Avrupa’nın en büyük sanayi sitesi, gereksiz birtakım inatlaşmalar ve formalitelerin ihmalinden sonra, nihayet, 1994 yılında sonuçlandırılan revize projenin artıkson aşamasına gelinmiştir. Kooperatiflere 1986 yılında başlanmıştır, üzerinden on yıl geçmiştir. Sayın Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere, tüm devlet ve hükümet kadrolarının yakından bildiği ve takip ettiği bu İkitelli Projesinin, kooperatif alanları dışındaki altyapı ve bağlantı yollarının ikmali için İstanbul Valisi başkanlığında kurulan müteşebbis heyetin, ihtiyaç gösterdiği 600 milyar liralık ödeneğin, 1996 yılı bütçesinden mutlaka sağlanması gerekmektedir. BAŞKAN – Sayın Aras, son 2 dakikanız. REFİK ARAS (Devamla) – Teşekkür ederim. Gümrük birliğine girmiş olmamız nedeniyle başka türlü teşvik etme imkãnı da kalmadığına göre, destek verilebilecek tek teşvik, organize sanayi bölgeleridir. Türkiye ve İstanbul sanayiinin gözbebeği olan bu İkitelli Projesinin bir an önce ikmalinin, 53 üncü Hükümetin yatırım anlayışının göstergesi olacağını burada önemle vurguluyorum. Ayrıca, şahsen, her aşamada, bu projenin takipçisi olacağımı da özenle belirtiyorum. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Anavatan Partisi Grubu adına, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçesinin milletimize ve ülkemize hayırlı olmasını diliyor, Yüce Meclisin siz değerli üyelerini saygılarımla selamlıyorum efendim. (Alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Aras. Doğru Yol Partisi Grubu adına Sayın Sezal Özbek, buyurun. DYP GRUBU ADINA AHMET SEZAL ÖZBEK (Kırklareli) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1996 yılı Millî Savunma Bakanlığı bütçesi üzerinde Doğru Yol Partimiz Grubunun görüşlerini arz etmek için söz almış bulunuyorum. Yüce Heyetinizi, televizyonları başında bizleri izleyen tüm vatandaşlarımızı, Bakanlığımızın değerli bürokratlarını, değerli komutanlarımızı en derin saygılarımla selamlıyorum. Bir hususu, müsaade ederseniz, açıklamak istiyorum. Burada, gruplar adına ayrılan 10’ar dakikalık süre içerisinde, gönlümüz öyle arzu ederdi ki, sırasıyla, önce 10’ar dakika, Millî Savunma Bakanlığı bütçesi üzerinde görüşler arz edilsin, bilahara da, aynı zaman dilimi içerisinde Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçemiz üzerinde konuşulsun. Benden önce söz alan çok değerli milletvekili arkadaşlarımızın tüm düşüncelerine aynen katılıyorum; ama, takip etmekte de hakikaten zorlandığımı ve bu nedenle de, verdikleri çok değerli bilgileri eğer tekraren verirsem, kusurumuzu bağışlamanızı arz ediyorum. Gönül arzu eder ki, tüm dünya ülkeleri dostluk, kardeşlik ve karşılıklı saygı içerisinde olsun ve bu suretle, savunma ve silahlı kuvvetler ihtiyaçlarına harcanan milyarlarca dolar, tüm dünya insanlarının refahı ve gelişimi için harcanabilsin; ama, ne mümkün.. Bugün, ülkemizin sınır komşuları olarak bilinen devletler başta olmak üzere birçok devlet, maalesef, ülkemizin kalkınmasına ve gelişmesine balta vurabilmek için âdeta birbirleriyle yarışmaktadırlar. Bu bağlamda, Varşova Paktı ve Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla, çevremizde arzu ettiğimiz kalıcı barış ve güvenliğimiz, maalesef, tesis edilememiştir. Birleşmiş milletlerin dünya barışı için arz ettiği önem inkâr edilemez; ancak, artan etnik ve bölgesel çatışmaların durdurulmasında, bu teşkilat, son zamanlarda, kendisinden beklenen etkinliği gösterememektedir. Çevremizdeki ülkeleri incelediğimizde; Balkanlar, Ege ve Kıbrıs’ta hak ve menfaatlarımızın en çok çatıştığı ülke olan Yunanistan, her alanda ülkemize karşı hasmane davranışlarını planlı bir şekilde sürdürmektedir. Bulgaristan ile, mevcut gelişmelerin ışığında ilişkilerimizin daha da gelişeceği umudunu taşımaktayız. Rusya Federasyonu, Batı’dan da gördüğü anlayış sonucu, Türkiye’nin doğusunda azaldığı düşünülen Rus askerî tehdidini yeniden oluşturma gayretindedir. İran, büyük bir silahlanma çabası içerisinde olup, maalesef, Balkanlardan Orta Asyaya kadar uzanan bölgede, ülkemizin menfaatlerini olumsuz yönde etkilemeye çalışmaktadır. Irak, Amerika Birleşik Devletleri ve Batı’nın ekonomik ve politik büyük bir baskısı altındadır. Kuzey Irak’taki 3,5-4 milyonluk Kürt potansiyeli, ülkemizi yakından ilgilendirmektedir. Suriye, ihanet şebekeleriyle âdeta kuçak kucağa, yarın büyük bir pişmanlık duyacağını tahmin ettiğim tutum ve davranışlarını devam ettirmektedir. Bunlara bir de, hızlı bir silahlanma sürecine giren Güney Kıbrıs’ı dahil ederseniz, dünyada hiçbir ülkenin Türkiyemiz kadar etrafı çepeçevre tehdit altında olduğunu göremezsiniz. Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; çok kısa olarak arz etmeye çalıştığım nedenlerle, Millî Savunma Bakanlığı bütçemiz, daima güçlü, caydırıcı bir Silahlı Kuvvetlere sahip olmamız bakımından hayatî bir önem taşımaktadır. Bu mecburiyet, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, modern silah sistemleri ve iyi eğitilmiş personele sahip olmasını kaçınılmaz kılmaktadır. Böyle bir güce sahip olmak da, doğal olarak, yüksek maliyet gerektirmektedir. Millî Savunma Bakanlığının son on yıllık bütçelerini incelediğimizde, son senelerde Bakanlık bütçemiz oransal olarak artmış gibi gözükmesine rağmen, maalesef, ekonomik dalgalanmalar nedeniyle reel olarak aynı düzeyde kalmıştır. Bir de buna, Türk Silahlı Kuvvetlerine tahsis edilen Amerika Birleşik Devletleri güvenlik yardımı, Alman dilim yardımı ve NATO altyapı fonlarındaki büyük azalmalar eklendiğinde, bu durum, hesaplarımızı daha da işin içinden çıkılmaz hale getirmiştir. Bütün temennimiz, ülkemiz kaynaklarının, giderlerimizi tamamen karşılayacak düzeye getirilebilmesidir. Şehit kanlarıyla sulanmış ülkemizin korunmasında ve savunmasında üstün gayret sarf eden Silahlı Kuvvetlerimize her türlü imkânın sağlanmasını, boynumuzun borcu olarak kabul ediyoruz. Bu nedenle, bütçe gelirlerimizi artıracak tedbirlerle, 1997 Millî Savunma Bakanlığı bütçemizin daha tatmin edici bir düzeye getirilmesini Hükümetimizden bekliyoruz. Malumlarınız olduğu üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin modernizasyon projeleri, yüksek teknoloji ve yüksek maliyet gerektirmektedir. Genelde, iki yılda bir, on yıllık planlanan bu projelere ayrılan ödenekler bu düzeyde seyrederse, projelerin tamamlanması yirmibeş otuz yıla sarkacak, bu suretle, modernize edilmeye başlanılan silah sistemleri, modernize edilemeden demode duruma düşecektir. Bu nedenle, gerekli hassasiyetin gösterilmesini önemle rica ediyoruz. Önemli diğer bir husus da, son yıllardaki uluslararası askerî ve politik gelişmelere bağlı olarak, Türkiyemizin, askerî açıdan yardım alan bir ülke konumundan çıkıp, yardım yapan ülke statüsüne girmeye başlamasıdır. Bu durum, uluslararası ilişkilerin geliştirilmesi açısından olumlu bir adımdır; ancak, Türkiye’nin çeşitli ülkelere sağladığı askerî yardımlar için, Millî Savunma Bakanlığımız bütçesinde özel bir kaynak bulunmamaktadır. Bosna-Hersek’te barışı tesis etmek üzere oluşturulan Güç’e, tugay seviyesinde katkı veren Türk Silahlı Kuvvetlerimize, bu gayretleri için de şükranlarımızı sunuyoruz. Yurt savunmasında canlarını feda eden kahramanlarımıza, aziz şehitlerimize, Cenabı Allah’tan rahmet niyaz ediyoruz, yaralılarımıza acil şifalar temenni ediyoruz. Konuşmamın son bölümünde -Sayın Bakanımızın da malumları olan- önem verdiğim bir iki konuyu arz etmek istiyorum. Sayın Bakanım, biliyorsunuz, geçen dönem, Meclis İçişleri Komisyonu Başkanlığı görevini ifa etmeye çalıştım. O dönemde, yurtiçinde birçok polisimiz ve polis şefimiz, gerek maaş durumlarını dile getiriyorlar ve gerekse, özellikle de, sayıları 40 bine yaklaşan, askerliğini yapmamış; ama, yine, belinde ve elinde silahla yurt savunmasında görev yapan polislerimizin, askerlik hizmetinde özel bir statü kazanmalarını; örneğin, er öğretmenlik gibi, bir hakkın kendilerine verilmesini ısrarla arzu ediyorlardı. Milli Savunma Komisyonuna -lütfetti arkadaşlarımız- Başkanvekili seçilmemden sonra, birçok emekli subay ve astsubayımızın, ordumuzdan -Sayın Bülent Akarcalı’nın da ifade ettiği gibi- erken emeklilik; yani, zamanını doldurur doldurmaz hemen ayrılma, hatta, üzülerek ifade edeyim, istifalarla, Silahlı Kuvvetlerimiz ve emniyet teşkilatımızda hızlı bir boşalma olduğunu müşahede ettim. Bu konudaki gayretlerinizi yakinen biliyoruz ve Bakanımız olarak sizlere de güveniyoruz. Hükümetimizde yaptığınız çalışmalara ilaveten -buradaki değerli komutanlarımızın da- bu işe pratik bir çözüm getirmek için gayret sarf edeceğinize olan inancımızı ve güvenimizi yineliyoruz. BAŞKAN – Sayın Özbek, son 1 dakika içerisindesiniz... AHMET SEZAL ÖZBEK (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Bu, hakikaten çok önemli bir konu. Bu polislerimiz askerlik görevini şerefle yapmaya hazırlar. Evli barklı, birçoğu da kirada oturan bu polislerimizi er olarak askere gönderdiğimizde, maaşları kesiliyor ve oradaki süre içerisinde, kendi hayatlarını ve geride bıraktığı ailelerinin hayatlarını idame ettirme imkânları, maalesef ellerinde kalmıyor. Çok hayatî bir konu... Diğer meslek grupları da (mühendislerimiz, memurlarımız, öğretmenlerimiz) bütünüyle hepsi de bu işin içerisinde olmak üzere - gönlümüz, tabiî, bütçemizin bütün yurt ihtiyaçlarına yeterli düzeyde olabilmesi- inşallah, 1997 yılı bütçesinde, Hükümetimizin de alacağı tedbirlerle bu gelirlerimiz artar ve polisimize ve askerimize... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Özbek, 1 dakika içerisinde tamamlarsanız... AHMET SEZAL ÖZBEK (Devamla) – Sağ olun Sayın Başkanım. Bu düşüncelerimi tekrar etmek durumunda kalıyorum; polisimizin ve Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarımızın günün şartlarına göre uygun bir maaşla aileleriyle, hayatlarının idamesin,de sıkıntı çekmeden, huzur içerisinde görev yapmasını temenni ediyorum. Değerli Başkanıma hoşgörüsünden dolayı teşekkür ediyor; Yüce Heyetinize saygılarımı arz ediyorum. (DYP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Ben de teşekkür ederim Sayın Özbek. Doğru Yol Partisi Grubunun ikinci sözcüsü, Sayın Osman Çilsal; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar) Sayın Çilsal, Grubunuzun10 dakika süresi kaldı. DYP GRUBU ADINA OSMAN ÇİLSAL (Kayseri) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Doğru Yol Partimizin, Sanayi Bakanlığı bütçesiyle ilgili görüşlerini arz etmeden önce, Yüce Heyetinizi ve sayın izleyicilerimizi en derin saygılarımla selamlıyorum. Dünyada çok önemli değişikliklerin meydana geldiği bir dönemde yaşıyor ve tarihî dönemeç olarak vasıflandırılabilecek bir dönemden geçiyoruz. Ekonomik, sosyal ve kültürel yapılardaki yavaş seyreden değişimler son beş on yıl içinde yeni bir ivme kazanmış, dünya, âdeta birbirine zorunlu bağlarla bağlı, aşağı yukarı aynı değerler ve anlayışları taşıyan, karşılıklı etkileşim içerisinde bulunan toplulukların bir arada yaşadığı bir bütün haline dönüşmüştür. Dış dünyaya bu kadar duyarlı hale gelmiş olan Türkiyemizde, bugün, vatandaşlarımızın çeşitli kesimlerinin, bu dinamik ortama kendi canlılıklarını da katarak, devletten birçok bağın kaldırılmasını, çeşitli alanlarda yeni örgütlenmeler geliştirilmesini, yeni destekler verilmesini bekler hale geldiklerini görüyoruz. Tanımlamaya çalıştığımız bu ortamda hükümet olmanın getirdiği sorumlulukların ne kadar büyük olduğunu da takdir ediyoruz; ancak, bu canlı ortam, bize bir karmaşa ve belirsizlik duygusu vermemektedir. Gerek partimizin demokrasi deneyimi, siyasî geçmişi, gerekse Türkiyemizin eğitimli, kültürlü, birikimli, dinamik nüfusu ve dinamiği, ilerideki 2000’li yıllara, 2001’lere giden ülkemizin sanayi alananında yapacağı atılımların en büyük işareti, habercisi kabul etmekteyiz . Bugün, Sanayi ve Ticaret Bakanlığımızın da, ülke sanayiine önderlik edecek yeni grişimlerin içerisinde olduğunu memnuniyetle görüyoruz. Yüksek teknolojiye dayalı bir rekabet gücü olgusunu değerlendirerek hazırlanmış olan teknoloji geliştirme bölgeleri kanun tasarısının, ülke sanayii için yararlı olduğuna inanıyoruz. Günümüzde, bilim ve teknolojinin, pazar ekonomisinin sürekliliği için mutlak bir şart haline geldiğini hepimiz bilmekteyiz. İleri teknolojilerin, mevcut teknolojilerle kaynaşarak, üretim ve organizasyon metotlarında köklü yenilikler doğurduğunu, teknolojinin, artık, bütün ekonomik süreçlere etkide bulunduğunu, gelişmiş ülke örneklerinden izlemekteyiz. Yeni bilgi ve teknolojinin -ekonomik hayata ne kadar kısa sürede aktarılırsa- getirdiği ucuz maliyetlerle, ekonomiyi o kadar rekabete hazır hale getirdiğini görmekteyiz. Hazırlanmış olan kanun tasarısının, Yüce Meclisimizde tartışılarak, daha uygulanabilir bir hale getirilerek, memleket sanayiine yarar getireceğinden en ufak bir kuşku duymamaktayız. Bu vesileyle, Sanayî ve Ticaret Bakanlığımızın, ülke sanayiinin yönlendirilmesi konusunda gerekli araçlardan yoksun bırakıldığı yolundaki genel kanaatin de, hazırlanmış olan bu kanun tasarısının Mecliste görüşülmesi safhasında, daha yakından irdelenme imkânını bulacağına inanıyoruz. Bilindiği gibi, girişimci Anadolu insanımızın zekâ ve becerisiyle var olan sanayi kuruluşlarımızın verimliliklerinin artırılması amacıyla, devletimiz, organize sanayi bölgeleri ile, küçük sanayi sitelerini, otuz yıldan beri kaynak tahsis ederek desteklemeye çalışmaktadır. Bu desteğin yeterli olmadığını, hemen hepimiz biliyoruz. Ancak, Hükümet Programımızda da belirtildiği gibi, bu kesime verilen desteğin, gümrük birliği görüşmeleri sonucu, KOBİ’lere tahsisi öngörülen kaynaklarla ve oluşturulacak risk sermaye şirketleri kanalıyla, yatırıma dönük, kârlı ve verimli projeleri hayata geçirerek, kolay kredi teminine imkân veren Kredi Garanti Fonu uygulamasıyla ve bu işletmelerin çok ortaklı şirketler halinde örgütlendirilmesi yoluyla sürdürülmesi gerektiğini tespit etmek istiyorum. Bu amaca yönelik olarak, Bakanlıkça hazırlanan organize sanayi bölgelerinin, birer tüzelkişilik olarak çalışmalarına imkân tanıyacak olan ve bu kuruluşlara kolaylıklar getiren organize sanayi bölgeleri kanunu tasarısını da destekliyoruz. Belirtilen konuda, Kayserimizin İkinci Organize Sanayi Bölgesinin kurulduğu TAKSAN yöresindeki, TAKSAN ile bağlantılı olarak, hem bir tesisin aktif hale gelmesi hem de savunma sanayiine uygun olan bölgede bir ihtisas sanayi bölgesi oluşturulması, en güzel örneklerden birini teşkil edecektir. Bakanlığımızla ilgili konularda, Sayın Bakanımızın, kendisinin bugüne kadarki tecrübesi ve birikimi, bizlerin güvenini, daha fazlasıyla, memnuniyet haline dönüştürmektedir. Önümüzdeki dönemde, Bakanlığımızdan isteğimiz, sanayiyle ilgili temel stratejilerimizin belirlenmesiyle, bu kesime sürekli temel stratejik hammadde sağlayacak uzun süreli anlaşmaların yapılması gibi önemli konularda etkin bir çalışma içine girilmesidir. Bu temel politikalar dışında, özelleştirme çalışmalarında gereken önem ve dikkatin gösterilmesi, özellikle millî savunmamızı ilgilendiren kritik madde üretimi yapan kuruluşlarımızın özelleştirilmesinde, ülke menfaatının mutlaka gözetilmesi, ayrı bir temennimiz, inancımız ve güvencimizdir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Bakanlığın, ülke ticaretinin geliştirilmesi için yaptığı çalışmalarda, tarımsal üretime ilişkin konularda da bazı önlemler alması gerektiğini düşünmekteyiz. Tarımsal ürün fiyatlarının devletin destekleme fiyat uygulamalarıyla belirlenmesi politikalarının, bütün dünyada terk edildiği bir dönemdeyiz. Ayrıca, Türkiyemizde uygulanan politikaların esas amacı olan tarımsal gelirdeki dalgalanmaları azaltmada etkili olduğunu söylemek de güçtür. Destekleme politikalarının, kısa dönemli siyasal hedeflerden çok etkilendiği bilinmektedir. Bu uygulamalar sonucunda, bir yandan tarımsal gelirlerde arzulanan istikrar sağlanamazken, öte yandan da tarımsal desteklemenin maliyeti giderek yükselmektedir. Tarımda sağlıklı bir fiyat oluşumunu sağlayacak olan ihtisas borsalarının, tarım kesiminde gelirlerin istikrara kavuşması için tek başına yeterli olmayacağını bilmemize rağmen, bu kuruluşların varlığının, ilgili kamu otoritelerinin, üreticilerin gelirlerindeki dalgalanmaları daha yakından izlemesine, bu amaçla alınacak önlemlerin realist politikalara dönüşmesine ve bütçe yükünü azaltmaya yarayacağını düşünüyoruz. Bu nedenle, Bakanlığın, tarımsal ürün borsalarının geliştirilmesi çalışmalarını destekliyor ve bu amaçla yapılan ihtisas borsacılığı çalışmalarının devamını bekliyoruz. Özellikle, pamuğa dayalı, vadeli ve opsiyonlu işlemler kuruluş ve işleyişine ilişkin çalışmaların, bu konuda yeni açılımlar sağlayacağını umut ediyoruz. Dünya Ticaret Örgütünün, tarımsal üretim ve ticaretinde giderek piyasa mekanizmasını egemen kılma mantığının söz konusu olduğu bir dönemde, bu çalışmaların bilinçli bir biçimde yönlendirilmesi, özellikle önem arz etmektedir. Ayrıca, ülkemizin, gümrük birliğinin gereği olarak, tarım politikalarını, ortak tarım politikasıyla uyumlaştırma yükümlülüğü bulunduğu göz önüne alındığında, GATT ülkelerinin, Türkiye tarımı açısından önemi açıkça ortaya çıkmaktadır. Belirttiğimiz nedenlerden dolayı, ticarete açılmış tarım kesimimizin önemli örgütleri olan tarım satış kooperatifleri ve birliklerinin, serbest ticaret düzeni içerisinde, kendi kaynaklarını sağlayan ve kullanan yapıya kavuşturulmaları amaçlarını da içeren tarım satış kooperatifleri birliklerinin özerkleştirilmesi kanununun, bir an önce çıkarılması gerektiğini, buradan vurgulamak istiyorum. BAŞKAN – Sayın Çilsal, son dakikanızın içerisindesiniz. OSMAN ÇİLSAL (Devamla) – Teşekkür ederim Başkanım. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ülke işletmelerinin yüzde 98’ini, toplam istihdamın yüzde 50’sini ve üretimin yüzde 37’sini gerçekleştiren ve toplam katma değere yüzde 30 katkı sağlayan esnaf ve sanatkârlarımızın önemini hepimiz bilmekte ve çalışmalarını, üretimlerini takdirle izlemekteyiz. Bu kesimin sorunlarını çözmeye yönelik olarak, 507 sayılı Esnaf ve Küçük Sanatkârlar Kanununda 3741 sayılı Kanunla yapılan değişikliklerin yeterli görülmemesi üzerine, Bakanlıkça hazırlanan yasa tasarısının desteklenmesi yanında, bu kesime daha kapsamlı politikalarla el uzatılması gereğine inanıyoruz. Daha önce yapılan pek çok çalışmayla sorunları aşağı yukarı tespit edilmiş olan bu değerli insanlarımıza, esnafımıza... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Çilsal, 1 dakika içerisinde toparlamanızı istiyorum. OSMAN ÇİLSAL (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkan. ... daha etkin çözümler üreterek el uzatmamız, kaçınılmaz bir borçtur. Bu konuda ve belirttiğimiz diğer konularda yapılacak hizmetlerin destekçisi ve takipçisi olacağız. Bu görüş ve başarı dileklerimizle, Sanayi ve Ticaret Bakanlığımızın 1996 yılı bütçesinin, milletimize, Bakanlığımıza hayırlı ve uğurlu olmasını diliyor; Yüce Heyetinizi en derin saygılarımla selamlıyorum. (DYP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Çilsal. Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Sayın Zeki Çakıroğlu. (CHP sıralarından alkışlar) Buyurun efendim. CHP GRUBU ADINA ZEKİ ÇAKIROĞLU (Muğla) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu ve şahsım adına, hepinizi saygıyla selamlıyor; tüm yurttaşlarımıza saygılar sunuyor, esenlikler diliyorum. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin vatanı ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü koruma görevini yürütürken şehit olan vatan evlatlarımıza rahmet, ailelerine başsağlığı diliyorum; yaralanan, sakat kalan gazilerimize geçmiş olsun diyor, acil şifalar diliyorum. Sorunlarının çözümlenmesinin, Hükümetimiz tarafından yerine getirilmesini bekliyoruz. Millî Savunma Bakanlığı 1996 malî yılı bütçe tasarısı üzerinde Cumhuriyet Halk Partisinin görüşlerini sunmak üzere huzurlarınızdayım. Teknik ve rakamsal boyutuna girmeden, ana ilkeler üzerindeki görüşlerimizi belirteceğiz. Millî Savunma Bakanlığı, ulusal güvenliğimizin sağlanması, dünya ve bölgesel barışa katkı verilmesi amaçlarıyla kurulmuştur. Yapısal özelliği ve işlevleri gereği, ülkemizin diğer sektör ve kurumlarıyla çok yakından ilgili ve etkilidir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; ulusal güvenliğimizin sağlanması ve ödünsüzce yerine getirilmesi, partilerüstü kavram ve değerler taşımaktadır. Ulusal güvenliğin barışçı yollarla çözümlenmesi ana ilkemizdir. Mustafa Kemal Atatürk “yurtta sulh cihanda sulh” özdeyişiyle, bu ilkemizi en canlı bir biçimde yaşama geçirmiş, anlatmış, tüm dünya ülkelerine duyurmuş ve gelecek nesillere yol göstermiştir. Ülke güvenliğimizin sağlanmasında en etkili yöntemin, komşularımızla, bölgesel ve dünya ülkeleriyle iyi ve dostça ilişkilerimizi sürdürmek, ulusal yararlarımızı onurlu bir şekilde, barışçıl yolla savunmak olduğu görüşündeyiz. Silahlanma girişimlerinin tırmanışını durdurmak, silahsızlanma çalışmalarına katkı sağlamak, yön vermek temel ilke olmalıdır. Gündemde bulunan ve taraflarının birisi Rusya Federasyonu olan AKKA silahsızlanma anlaşmasının, ülkemizi ilgilendiren yönüyle, müzakere aşamasına gelinmeden, ikili görüşmelerle çözümlenmesinin önemini belirtiyor ve hükümetimizden bunun yerine getirilmesini bekliyoruz. Barıştan yana olan ülkemiz, bağımsızlığını ve haklarını korumada, gerektiğinde, savaşçı yeteneklerini kanıtlamıştır. Kahramanlıkla insanlığı bağdaştıran ulusal ordumuz, ülkemizin bağımsızlığını ve güvenliğini korurken, dünya barışına da katkıda bulunmaya özen göstermiştir. Varşova Paktının dağılması, soğuk harbin sona ermesi, dış güvenlik sorunlarının boyutunu azaltır beklentisi getirmiştir. Ne var ki, takip eden süreçte, mikro milliyetçilik ve etnik duyarlılık akımlarından kaynaklanan sürtüşme, savaş ve belirsizlik odaklarının oluşması, beklenen rahatlığın yerine, yeni kaygılar ortaya çıkarmıştır. Barışın egemen olduğu bir dünyada yaşamak en büyük isteğimizdir, idealimizdir; çünkü, savaş, insanları, canından, vücut bütünlüğünden, yakınlarından, malından, evinden yurdundan etmekte, insanları yoksullaştırmaktadır; ancak, ne yazık ki, bu idealin gerçekleşmesi sağlanamamıştır. Ülkemizin jeopolitik konumu nedeniyle, ne yazık ki, komşularımızla ilişkilerin, istenilen düzeyde sürdüğünü söylemek pek mümkün değildir. Batı komşumuzun ve güney komşumuzun, bugüne kadar ürettiği siyasetler ve ülkemiz üzerinde oynamaya çalıştığı oyunlar tüm kamuoyunca bilinmektedir. Yakın tarihte, bu iki komşumuz, karşılıklı askerî yararlanma anlaşması yaparak, ülkemizi kuşatma emellerini su yüzüne çıkarmıştır. Öte yandan, laik ve demokratik tek İslam ülkesi olan devletimizin, bu özelliğini hazmedemeyen bazı ülkeler de, beslediği terör örgütleriyle, içgüvenliğimizi tehdit edici davranışlarda bulunmaktadır. Kafkasyada, Balkanlarda, Bosna-Hersek’te yaşanan acı olayları, dikkatle izlemek ve barışçıl katkı yapmak durumundayız. Türkiye, tüm bu gelişmeler ve olumsuz tablo karşısında, ulusal güvenlik açısından, riskli olmadığı söylenemez konumdadır. Bu nedenle, dikkatli ve tedbirli olunması gereklidir. Savunmamız için, ulusal güvenliğimiz için gerekli olan, savunma ve caydırıcılık gücü yüksek, ateş ve manevra yeteneği üstün, teknolojik donanımlı bir sistemi mutlaka gerçekleştirmek zorunluluğu vardır. Bunun gerçekleşmesinde, kendi öz gücümüzü, sanayimizi oluşturmak zorundayız. Savunma sanayimiz, teknolojik yenilik ve dönüşüme uygun, savunma gereksinimini karşılayacak nitelikte, ulusal eğitim, bilgi ve teknolojik birikimimizi sürekli geliştirecek ve sağlamlaştırmaya altyapı oluşturacak şekilde planlanmalıdır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, dış güvenliğimiz için kurulmuş bulunan ordumuz, ne yazık ki, son zamanlarda, dıştan destekli, ülkemiz içinde faaliyet gösteren terörle mücadele etmek durumunda kalmıştır. Terör ve iç barış kanayan bir yara halinde devam etmektedir. Bu yolda ülke ekonomisi darda kalmış, daha da önemlisi vatan evlatları canlarından olmaktadır. Doğu ve güneydoğuda akan kanın mutlaka durdurulması zorunludur. Yaşanan deneyler, çözümün, sadece askerî tedbirlerle gerçekleşmeyeceğini göstermiştir. BAŞKAN – Sayın Çakıroğlu, son 2 dakikanın içerisindesiniz. ZEKİ ÇAKIROĞLU (Devamla) – Bu gerçeği kavrayarak, askerî harekâtın mutlak başarıya ulaşması yanında, toplumsal, sosyo ekonomik ve kimlik sorunlarının yasama ve yürütme organlarınca çözüme kavuşturulması gerekmektedir. Güvenlik gerekçesi, terör baskısı, ortamın getirdiği ekonomik darlık nedeniyle boşaltılan köylerden ayrılmak zorunda kalan vatandaşlarımızın sorunlarının mutlaka çözümlenmesi gerekmektedir. Tüm bu çözümlerin, sosyal hukuk devleti ilkesi göz önünde tutularak gerçekleştirilmesi gereklidir. Ulusal barış ve uluslararası saygınlığımız açısından buna özen göstermeliyiz. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri, demokratik, laik cumhuriyetin korunması ve kollanmasında üzerine düşen görevi yapan ordumuza, laiklik karşıtı köktendinci güçlerce dil uzatılmasını ve bunun Çetin Emeç cinayetinin katilinin yakalandığı tarihlerde yapılmasını, düşündürücü bulmaktayız. Ordumuz, bu tür polemiklere konu edilemez, bundan kaçınılmalıdır. Bir olay ve araştırma nedeniyle elde edilen bilgileri, ilgili makamlarca gereği yapılması yaklaşımını, maksadı aşan bir tutumla kavranılmasını önyargılı bir davranış olarak niteliyoruz. Ülkemiz, yurttaşları, tüm kurum ve kuruluşlarıyla bölünmez bir bütündür. Devletimiz... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Çakıroğlu, 1 dakika ek süreniz var. ZEKİ ÇAKIROĞLU (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. ...siyasî bilinç devletidir. Bu gerçeği gözden kaçırmamalıyız. Barış ortamında, laik ve demokrasi içinde, yaşamamız dileğiyle saygılar sunuyorum. 1996 malî yılı bütçesinin, ülkemize, ülke güvenliğimize ve görev yapan ordumuza hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum. Saygılarımla. (Alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Çakıroğlu. Sayın Mahmut Işık; buyurun efendim. CHP GRUBU ADINA MAHMUT IŞIK (Sıvas) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım, bizi, televizyonları başında izleyen sevgili yurttaşlarım; Cumhuriyet Halk Partisinin Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçesi üzerindeki görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızdayım. Sanayileşme, bir ülkenin kalkınmasında en önemli sektörlerin başında gelmektedir. Sanayileşen bir ülke, bunu, ticaretiyle de tamamladığında, işte, o zaman, o ülke, istikrarlı, itibarlı, kalkınmış demektir. Bunu sağlayacak bakanlık da, Sanayi ve Ticaret Bakanlığımızdır. Bakanlığı, bu çerçevede değerlendirecek olursak, iki fonksiyonunun var olduğunu görürüz. Bunları kısaca açmak gerekirse, Bakanlığın düzenleyici, yönlendirici fonksiyonları olarak, sanayide düzenleme ve yönlendirme yapacak genel müdürlükleri. Sanayi Genel Müdürlüğü; kuruluşunda belirtilen birçok görev elinden alınarak, Devlet Planlama Teşkilatına verilmiş ve bu Genel Müdürlüğün, âdeta, içi boşaltılmıştır. Bugün, sadece, sanayi sicil belgeleri vermenin ötesinde bir işlevi kalmamıştır. Sanayi Araştırma ve Geliştirme Genel Müdürlüğü; Bakanlıkta, âdeta, sürgün yeri olan, kuruluş yasasında çok işlev sayılmasına rağmen, bu Genel Müdürlük de araştırma yapamaz duruma gelmiştir. Halbuki, araştırmanın sonu sınırsızdır; sayısız da faydaları vardır. Ölçüler ve Kalite Kontrol Genel Müdürlüğü de, kanunla verilen benzer hizmetleri yapmaktadır. İçticaret Genel Müdürlüğü: 70 bin anonim, 250 bin civarında limited şirketin ve 5590 sayılı Kanuna göre, 236 adet meslek odası ve bunların üyelerine, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin kuruluş ve sair iş ve işlemlerine bakmaktadır. Ticaret Sicil Memurlukları da, yapılan bir düzenlemeyle, Adalet Bakanlığından alınarak, bu birime bağlanmış; ancak, maalesef, çok ilkel bir çalışma düzeninde olup, kısa sürede bilgisayar sistemine geçmesi gerekmektedir; çünkü, ticaret sicili, en az tapu kadar geçerlidir. Ne yazık ki, şirketlerin iş ve işlemleri, bu Genel Müdürlük kanalıyla, çok eski olan Ticaret Kanununa göre yürütülmektedir; bu Yasa da, yine, günün koşullarına göre, derhal, yeniden düzenlenmelidir. Teşkilatlandırma Genel Müdürlüğü, Türkiye çapında, 1995 yılı sonu verilerine göre, kurulmuş 61 bin kooperatifin ve 4 milyon ortağının hak ve menfaatını korumakla görevli bir Genel Müdürlüktür. Ayrıca, bu Genel Müdürlüğe, 13 genel müdürlük konumundaki birlik, 3 de tarım satış kooperatifleri genel müdürlükleri bağlı olup, icra kuruluşları gibi görev yapmaktadırlar. Bir kısmı, bizzat üretim yapmakta, bir kısmı da düzenleyici ve yönlendirici görevler yapmaktadırlar. Bu tarım satış kooperatifleriyle ilgili düzenleme, 3186 sayılı Yasayla, kooperatiflere demokratiklik getirmelidir. Patent Enstitüsü, yine, yasayla verilen görevleri yapmaktadır; o da, düzenleyicidir. Esnaf ve Sanatkârlar Genel Müdürlüğünün kuruluş yasası çıkmamış olup, 507 sayılı Kanuna göre kurulmuş, 4 bine yakın meslekî kuruluş ve Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonunun iş ve işlemlerine bakmaktadır. Yani, Türk esnaf ve sanatkârı, kuruluş yasası olmayan bir Genel Müdürlüğe bağlı olarak yönetilmektedir. Halbuki, Sayın Başbakanın, benim de olduğum Dedeman Otelinde yapılan bir toplantıda esnaf ve sanatkârlar bakanlığı kurulacağını vaat etmesini, ben de tutanaklara geçmiştim. Ondan vazgeçtik de, bu Genel Müdürlüğün kuruluş yasasını çıkarın lütfen, yeter diyoruz. Bakanlığın icracı fonksiyonlarını yürüten genel müdürlükleri: Küçük Sanayi Siteleri-Küçük Sanatlar ve Organize Sanayi Bölgeleri Genel Müdürlüğü, küçük sanayi sitelerine, küçük sanatlara bakmaktadır. Makine Kimya Genel Müdürlüğüne toplam 19 genel müdürlük bağlı olup, genelde harp sanayi ağırlıklı bir genel müdürlüktür. Türkiye Gübre Sanayiine, yine 4 genel müdürlük iştirakler şeklinde bağlıdır. Türkiye Şeker İşletmeleri Genel Müdürlüğüne, 2 genel müdürlük, 25 müessese bağlıdır. SEKA Genel Müdürlüğü toplam 8 müesseseden oluşmaktadır. KOSGEB, fonları elinden alındıktan sonra, icracı mı, yoksa yönlendirici mi olduğu belli olmayan bir konuma büründürülmüştür. Sayın milletvekilleri, yukarıda tek tek ve kısaca değindiğim yönlendirici ve icracı kuruluşlar adı altında küçük büyük, sorunlu sorunsuz genel müdürlük olarak, 47 genel müdürlük ve bu genel müdürlükler büyüklüğünde de 2 enstitü, 3 birlik, 6 daire başkanlığı bir tek Bakana bağlı olarak görev yapmaktadır. Bu kadar fazla genel müdürlüğü ve bağlı birimleri olan bir Bakanlığımız daha yoktur. Sayın Bakan bunlara günde 20’şer dakika zaman ayırsa, mesaisinin tamamı yetmiyor. Soruyorum, bu bakanlık verimli çalışabilir mi? Ayrıca, bakınız, bu genel müdürlüklerin bir kısmı yönlendirici, bir kısmı düzenleyici, bir kısmı da çeşitli dallarda icracı kuruluşlardır. Tabiî, bunlar yetmiyormuş gibi, 4 bin civarında esnaf ve sanatkâr teşkilatı, 336 civarında Tükiye Odalar ve Borsalar Birliğine bağlı meslek kuruluşu, 300’ün üzerinde de şirket ve kooperatifin bağlı olduğu bir bakanlığımızdır. Görünürde herşeyi yapıyor; ama, maalesef, esnaf, tüccar ve sanayici iç içe girmiş, şirket ile kooperatifin işi birbirine karışmış, yönlendirme ile icra yer değiştirmiş; sonuçta, ortaya neyin ne zaman yapılacağı, hangi kesime hizmet verileceği belli olmayan bir tablo ortaya çıkmıştır. Peki, bu durumda ne yapılmalıdır: Esnaf ve Sanatkârlar Genel Müdürlüğünün kuruluş yasası kısa sürede çıkarılarak, bu Genel Müdürlüğün kuruluş yasa taslağında belirtilen “sermaye kurulu araçlarından istifade etmek” hükmünden yararlanarak, bakanlığın tasdiki, Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonunun kefaleti ile esnaf ve sanatkârdan alınacak senetlerle oluşturulacak sermayeyle, esnaf bankasının -yönetimi meslek teşkilatında olmak üzere- kurulması, Küçük Sanayi Siteleri Genel Müdürlüğünün, Organize Sanayi Bölgeleri Genel Müdürlüğünden ayrılarak, bunların, iki genel müdürlük olarak yeniden düzenlenmesi, KOSGEB’in, fonları ve kendi içinde oluşturulacak döner sermayeyle genel müdürlük haline getirilmesi, Halk Bankasının yüzde 50’si esnaf ve sanatkâra devredilerek, banka statüsünün geçici bir süre öyle muhafaza edilmesi, Çıraklık Eğitim Genel Müdürlüğünün de dahil edilmesiyle, bir esnaf ve sanatkârlar bakanlığının kurulması gerekmektedir. Ayrıca, İçticaret Genel Müdürlüğünün Kuruluş Yasasına bir madde eklenerek, Bakanlığın tasdiki, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliğinin kefaletiyle, sermaye kurulu araçlarından yararlanarak, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği yönetimi ağırlıklı TOBB-Bank, yine, bu Bakanlık Kuruluş Yasasına bir madde ilave edilerek, Teşkilatlandırma Genel Müdürlüğüne, sadece idarî yönden bağlı olacak şekilde, kooperatifler bankası kurulmalıdır. Böylelikle, esnaf ve sanatkârlar bakanlığıyla, teşkilat yasasında yeni düzenlemeler yapılacak Sanayi Bakanlığı ve bu bakanlıklara bağlı olarak kurulacak bankalar, üretimde, kredide, kendi meslekî eğitimlerinde, birbirleriyle rekabet eder duruma getirileceklerdir. BAŞKAN – Sayın Işık, son 2 dakikanın içindesiniz. MAHMUT IŞIK (Devamla) – Sayın milletvekilleri, Almanya’da, esnaf ve küçük sanatkâra, çeşitli aşamalarda kredi veren 341 kredi bankası, 11 ciro merkezi, 771 tasarruf sandığı, 4 kooperatif sermayeli merkez bankası, 3 392 kredi kooperatifi, 36 ipotek bankası, 18 kredi enstitüsü, 20 yapı tasarruf kuruluşu ve 16 posta ciro ve tasarruf şubesi bulunmaktadır. Bu yeni düzenlemeler yapılınca, inanıyorum ki, esnaf ve sanatkârlar bakanlığının temelinden yetişen esnaf ve küçük sanatkâr, tacir ve sanayici olduğunda daha başarılı olacak ve ülkemiz, çekirdekten yetişme çok Vehbi Koç’lar yetiştirecektir. Çünkü, her iki Bakanlığa da bağlı büyük sivil toplum örgütlerimiz vardır; bu örgütler, iki bakanlığı da en iyi şekilde, baskı gruplarıyla yönlendireceklerdir. Yönetimin kendilerinde olacağı 4 banka da, bu sivil toplum örgütlerince kısa sürede desteklenerek büyüyecek ve hem esnafı ve küçük sanatkârı hem sanayiciyi hem de kooperatifçiyi kredilendirecek, kalkındıracak; kendi kaynaklarının tamamı, kendi yönetiminde üretime yansıyacak, istihdam ve yatırım da o oranda artacaktır. Kendi kuracakları bankalarla, toplumumuzun diğer katmanlarına da örnek olacaklardır. Ayrıca, Bakanlıkta kurulan sendikanın örgütlü bir şekilde büyümesini ve tüm memurlarımıza, toplusözleşmeli grevli sendika hakkının da verilmesini istiyor ve bekliyoruz. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Işık, 1 dakikalık ek süreniz var. MAHMUT IŞIK (Devamla) – Hay hay Sayın Başkan. Bu duygu ve düşüncelerle, 1996 yılı Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçemizin ve Millî Savunma Bakanlığı bütçemizin, her iki Bakanlığın bürokratlarına, çalışanlarına, milletimize hayırlı olmasını diliyor, Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP, DYP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Işık. Gruplar adına görüşmeler tamamlanmıştır. Hükümet adına söz talebi vardır. Önce siz mi konuşacaksınız Sayın Bakan? MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Evet... BAŞKAN – Millî Savunma Bakanı Sayın Oltan Sungurlu; buyurun efendim. (ANAP ve DYP sıralarından alkışlar) Sayın Bakan, Hükümetin süresini 10’ar dakika olarak eşit paylaşıyorsunuz her halde. MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – 10 dakikadan önce bitirirsem, kalan süreyi arkadaşım kullanacak; ama, azamî 10 dakika... BAŞKAN – Tabiî efendim. MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Sayın Başkan, Yüce Meclisin değerli üyeleri; Millî Savunma Bakanlığı bütçesi üzerinde konuşurken, Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. Muhterem milletvekilleri, gerek dün gerek bugün, ülkemizin gerek iç gerek dış güvenliğinde, canları pahasına çarpışan ve bu ülkenin selameti için hayatlarını feda eden şehitlerimizin manevî huzurunda saygıyla eğiliyorum; şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum; yaralılarımıza şifa,, ailelerine sabır diliyorum; gazilerimize huzurlarınızda teşekkür ediyorum ve bütün bu duygularımı sizin adınıza da yapıyor ve sizinle paylaşıyorum. Muhterem milletvekilleri, Millî Eğitim Bakanlığı Bütçesinin Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmesi esnasında, muhterem milletvekillerinin konuşmalarıyla yaptıkları fikrî desteğe ve daha sonra bütçeye ilave ettikleri 25 trilyonluk ek için huzurunuzda, Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı ve üyelerine teşekkür ediyorum. Bugün, Yüce Meclisteki konuşmalarıyla bize ışık tutan, yol gösteren sayın parlamenterlerimize de teşekkür ediyorum. Muhterem arkadaşlar, Millî Savunma Bakanlığının problemleri, ülkemizin etrafındaki riskler, genellikle milletvekillerimiz tarafından dile getirildi. Ben de konuşma yerine küçük bir kitapçığı sizlere dağıttım. Burada arkadaşlarımızın dokunduğu, dokunmadığı birkaç hususa zaman çerçevesinde değinmeye çalışacağım. Muhterem milletvekilleri, bölgemizdeki tehlike ve risk bellidir. Dünyada riskin, tehlikenin, savaş ihtimalinin azaldığı her ne kadar söyleniyorsa da, yine, birçok bölgede sıcak çatışmalar devam ediyor. Batı Avrupa’da silahların azaltıldığı veya silahlara yatırılan paraların azaltıldığı söylenebilirse de, ülkemizle kıyas edildiğinde, Batı Avrupa’nın en küçük ülkesinin dahi silahlara yatırdığı paranın çok yüksek miktarda olduğunu görürüz. İşin enteresan tarafı, dünyanın her tarafındaki ülkeler silahlanma merakını âdeta salmış; Pasifik’e kadar varan ülkelerde, çok astronomik rakamlarla, silahlanma yarışı âdeta başlamıştır. Dünyada risk azaldı derken, hepinizin de belirttiği gibi, Türkiye’deki riskin azaldığından bahsetmemiz mümkün değildir. Aksine, çevremizdeki olaylara baktığımızda, Türkiye’deki riskin, tehlikenin arttığını çok çıplak gözle bile görebilecek durumdayız. Maalesef, bizim irademiz dışında, bizim arzumuz dışında, çevremizde bu oluşum olmuş; Balkanlarda, Kafkasya’da, Orta Asya’da, hatta müttefikimiz Yunanistan’da ve Kıbrıs’ta. Bütün bu meselelere baktığımızda, bizim de, ülkemizin emniyeti ve savunmamız açısından, Silahlı Kuvvetlerimize çok değer vermemiz, kıymet vermemiz ve güçlendirmemiz lazım geldiğini bir daha idrak ediyoruz; ama, hemen, burada, şuna dokunmak istiyorum: Bizim, Atatürk’ten beri “yurtta sulh, cihanda sulh” esasına bağlı dışpolitikamıza dayalı olarak, komşularımızın üzerinde hiçbir emelimiz olmadığını, hiçbir kötü niyetimiz olmadığını belirtmek istiyorum. Bizim bu niyetimize mukabil, komşularımızdan da aynı niyeti, aynı garantiyi, aynı emniyeti gördüğümüzde, mutlak ki, ülkemizdeki risk, ülkemizdeki tehlike azalacaktır; ama, son günlerde, en çok emin olmamız gereken, aynı ittifakın içerisindeki komşumuz Yunanistan’la olan meselelerin Kardak Krizinde hangi noktaya kadar geldiğini hep birlikte gördük. Biz, bütün bunlara rağmen, gerek Türk kamuoyuna gerek komşularımıza sükunet tavsiye ediyoruz ve diyoruz ki, biz, sizlerle, meseleleri, barış içinde çözüme götürmeye ve bugün, bir başka ülkeyle yaptığımız askerî anlaşmanın çok ötesinde olanı, diğer komşularımızla yapmaya hazırız ve onlara, bu emniyeti vermek istiyoruz... Sanayi Bakanlığıyla birlikte, bizim Bakanlığın politikası, bütçesi görüşülürken “sanayi ile millî savunmanın ne alakası var” denildi. Bazıları bu soruyu sordular. Dünyadaki gelişmeler, sanayi ile millî savunmayı yan yana getirmiş. Bakınız, iki müsteşarı olan Bakanlığımızın, müsteşarlarından birisi klasik Bakanlığımız müsteşarıyken, diğeri Savunma Sanayi Müsteşarıdır; yani, savunmamız, tamamen sanayiyle ve yüksek teknolojiyle iç içedir ve bu da çok yüksek bedellere baliğdir, çok yüksek teknoloji istemektedir. Bunun için, ülkemiz, şu anda, kısmen dış kaynaklara mahkûmdur ve dış kaynaklardan silah temin etmektedir. Ama, savunma sanayimizin de çok gelişmiş olduğunu kabul etmemiz lazım. Bir ülke, eğer, kendi savunmasını kendisi yapabiliyorsa, başkasına muhtaç değilse, savunması açısından emniyette demektir. Bizim de ülkemiz olarak, savunmamızı kendi sanayimizle yapmak için bir çaba içerisindeyiz. Ümit ediyorum ki, bugüne kadarki gelişmeler müspet olduğu gibi, bugünden sonra da Türkiye, kendi savunmasını, kendi silahlarını yüzde yüze varan bir ölçüde değilse bile, ona yaklaşan bir ölçüde kendi sanayiiyle yapmak şansına sahip olacaktır. Silaha bunca para veriliyor. Savunma için bunca para harcanıyor. Bütün bunların ülke ekonomisine verdiği zararlar meydanda; ancak, biliyorsunuz ki, atalarımızdan gelen bir sözümüz var “hazır ol cenge, eğer istersen sulhü salah” diyoruz. Türkiye, bu kadar riske, bu kadar tehlikeye, etrafındaki bunca silahlanmaya rahmen, bütün hudutlarını koruyacak, ülkeyi her istikamette muhafaza edebilecek bir güce, bir Silahlı Kuvvetlere mensuptur. Bu bakımdan, Silahlı Kuvvetlerimizle iftihar ediyoruz ve Yüce Meclisimize, bu noktada teminat vermekten haz duyduğumuzu ifade etmek istiyoruz. Muhterem milletvekillerimiz, iki hususa daha dokunup, konuşmamı bitireceğim. Şehit aileleri mevzuunda, muhterem arkadaşlarımızdan Bülent Akarcalı, bilgi verilmesi, televizyonlarda program yapılması lazım geldiğini söyledi; doğrudur. Bakanlığımız, o noktada broşürler hazırlamış, bütün şehit ailelerine ve gazilere, nerelere, nasıl başvurabileceklerini, nelerden istifade edebileceklerini bildirmiştir. Yine, Bakanlığımızda, sırf şehit ailelerine bu meseleyi götürmek için bir birim oluşturulmuştur; kendilerine bilgi verilmekte, müracaatları halinde her türlü yardım yapılmaktadır; ama, televizyonlarda bu hususta program yapılması da yeni bir düşüncedir; onu da değerlendirmek lazım geldiğini biz de kabul ediyoruz. Diğeri polis meselesidir; o meselenin gündeme gelebileceğini düşündüğüm için onun tablosunu getirdim. Bizdeki bilgilere göre, 23 360 polis -polis ve amirleri- askerlik görevini yapmamıştır. Şu anda, askerlik görevini yapan 2 005 kişi silah altındadır. Ayrıca 517 yoklama kaçağı, 224 de bakaya vardır. Bunları da dahil edersek, demek ki, silah altında olması lazım gelen miktar 2 750 civarındadır. Bu, her defasında aynı şekilde tekrar edilirse, polisimizin gücüne acaba zarar verir mi vermez mi meselesi var. Parlamentomuza verilmiş kanunlar var. Şimdi, bütün meslek erbaplarının da aynı istikamette talepleri var; yani, onlar da askerliklerini kendi mesleklerinde yapmak istiyorlar. Türkiye’nin bunca kritik bir bölgede ve bunca tehlikeyle karşı karşıya olduğu bir günde, asker kaynağımızı artırmak zarureti varken, bu kaynakları meslek gruplarına göre azaltmanın doğru olup olmayacağını takdirlerinize bırakıyorum. Biz, bu meseleyi Hükümet içinde de çözmeyi düşünüyoruz; çünkü, her ikisi de, Hükümetin iki Bakanlığı da, bu ülkenin meselelerine bakan Bakanlıklardır ve güvenlikle ilgili Bakanlıklardır. Yarın mesele Parlamentoya da gelecektir. Bu meselelerin şu anda münakaşasına girmek istemiyorum... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Bakan, 1 dakikalık ek süre var. MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Devamla) – ... ancak, Silahlı Kuvvetlerin de iç güvenlikte görevli olduğunu, Silahlı Kuvvetlerimizin, bu ara, üzerine, ayrıca, Türkiye’nin dışında görevler de yüklendiğini, birçok görev yüklendiğini ve bunları da gerek ekonomik açıdan gerekse asker gücü açısından karşılamak zorunda olduğunu bilgilerinize sunmak istiyorum. Türkiye için, yurtdışında Silahlı Kuvvetlerimizin görev yapması, mutlak ki, bir şeref meselesidir; ama, bunun getirdiği yükler de vardır. Biz, bu yükleri seve seve kabul ediyoruz, Silahlı Kuvvetlerimiz kabul ediyor. Ben, Yüce Parlamentonun Silahlı Kuvvetlerin bütçesine gösterdiği alakadan ve bütün milletvekillerinin Silahlı Kuvvetlerimize gösterdiği destekten dolayı Parlamentonun tümüne teşekkür ediyor, hepinize saygılar sunuyorum. (Alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan. Sanayi ve Ticaret Bakanı Sayın Yalım Erez; buyurun efendim. (DYP, ANAP ve RP sıralarından alkışlar) SANAYİ VE TİCARET BAKANI ENİS YALIM EREZ (Muğla) – Sayın Başkan, Yüce Meclisimizin değerli milletvekilleri; Bakanlığımın bütçesi üzerindeki sözlerime başlamadan, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Bakanlığımın bütçesiyle ilgili olarak, gerek Plan ve Bütçe Komisyonunda olsun gerek Genel Kurulda olsun, konuşan milletvekili arkadaşlarımın hepsine teşekkür ediyorum. Arkadaşlarımın tüm görüşleri, bu yıl içerisindeki çalışmalarımızda yerine getirilen hususlar olacaktır; bundan emin olmalarını istiyorum. Değerli arkadaşlarım, bilindiği üzere, Bakanlığıma verilen ödenekler çok sınırlıdır. Biraz evvel, değerli arkadaşım Sayın Refik Aras Beyin de belirttiği gibi, geçen yılki ödeneklerimiz tüm bütçenin binde 19’u iken, bu oran, bu yıl daha da düşmüştür. Bu durumu, yine de bir eksiklik ve engel olarak görmüyorum. Zor yıllar yaşıyoruz. Önemli olan, böylesi zor yıllarda görev yapmaktır. Mevcut koşullarla, güç olanı, sizlerin desteğiyle başarmaya çalışacağız. Her şeyden önce, kıt ödeneklerimizin tek bir kör kuruşu bile israf edilmeyerek, en uygun şekilde harcanacaktır; buna emin olmanızı istiyorum. Özellikle bitirilme aşamasına gelen iş ve yatırımlarımıza öncelik tanınarak, bunlardan bir an önce verim alınmaya çalışılacaktır. Bakanlığımın bazı yetkilerinin geçmiş yıllarda, başka kuruluşlara dağıtılmış olması da, eleştirilere konu olmuştur. Bu eleştirilere katılıyorum; ancak, bu durum, bizim, sanayi ve ticaret konularında yaratıcı çalışmalarımızı engellemeyecektir. Bakanlığımız kuruluş yasasının bize verdiği 18 görev arasında, özellikle ilk 2’si, Bakanlığıma geniş görev ve yetkiler tanımaktadır. Diğer görevlerimizi aksatmadan, bu geniş ufuklu, iki ana hedef içerisinde yürüyeceğiz. Önümüzdeki aylarda, Sanayi ve Ticaret Bakanlığının, işlevsiz, eli kolu bağlı bir Bakanlık olmadığını herkes görecektir. Değerli arkadaşlarım, ülkemizde, yeni sanayileşme politikalarına, yeni sanayi stratejilerine büyük ihtiyaç bulunmaktadır. Yeni sanayileşme politika ve stratejileri, Türkiye’nin ekonomik potansiyelini artıracak, sanayinin Anadolu’ya yayılarak sermayenin tabana yayılmasını, bölgelerarası kalkınma farklılıklarını azaltarak sanayimizin dünyayla rekabet etmesi olanağını sağlayacaktır. Bugün, ülkemizin en temel sorunu, üretimin azlığıdır. Bunun da, başlıca nedenleri, üretime yeterli kaynağın ayrılmaması, ayrılan kaynakların bir kısmının verimli kullanılmaması, emek ve sermayenin faize mahkûm edilmesidir. Türkiye, bir an önce, bu çemberi kırmak zorundadır. Bunun en önemli çözüm yolu önümüzde durmaktadır. Anadolu’yu gezen herkesin gördüğü gibi, Anadolu, yeni bir sanayi devrimini yaşamaktadır. Buradaki sanayicilere, küçük ve orta boy işletmelere verilecek destekler ve önlerindeki bürokratik engelleri azaltmak bile, bu sanayi devrimi hamlesini hızlandırmaya yetecektir. Bu konularda, sanayicilerimize yardımcı olarak, diğer bakanlıklarla ilişkilerinde de koordinasyonu sağlamaya çalışacağız. Küçük ve orta boy işletmeler konusunda, arkadaşlarımızın bütün görüşlerine katılıyorum. Gerçekten, bugün, gelişmiş olan Japonya, Kore, hatta İtalya gibi ülkelere baktığımızda, bunların, küçük ve orta boy işletmelere verdikleri destekle, şimdiki gelişmişlik seviyelerine gelmiş olduklarını görüyoruz. Biz de, aynı politikaları uygulamak ve bunlara gerekli desteği vermek zorundayız; ancak, burada, üzülerek ifade edeyim ki, bugüne kadar, bırakın destek vermeyi, küçük ve orta boy işletmelerin ekonomiden hak ettikleri kaynakları bile almaları mümkün olmamıştır. İşte, bu nedenle, önümüzdeki dönemde, KOSGEB’le daha yakından ilgileneceğiz; KOSGEB’in gerçekten daraltılmış olan kaynaklarını artırmaya ve yeniden yapılanmasına çaba göstereceğiz. Organize sanayi bölgeleri ve küçük sanayi siteleri için de, Bakanlığımıza verilen ödenek sınırları içerisinde, en verimli şekilde ne yapılacaksa o yapılacak; bitirilme aşamasına gelenlere öncelik tanınacak ve kaynaklar dengeli bir şekilde dağıtılacaktır. Değerli arkadaşlarım, bundan sonra, KİT’lere ve bana bağlı birliklere siyasetin girmeyeceğinden emin olmanızı istiyorum. Bunlar, en verimli şekilde çalıştırılacaktır. Ayrıca, tarım satış kooperatifleri ve birliklerinin, ortaklarına daha iyi hizmet verebilecek, kooperatifçilik faaliyetlerini daha etkin bir biçimde yerine getirecek demokratik bir yapıya kavuşturulabilmeleri için de, 3186 sayılı Yasadaki değişiklikler yeniden hazırlatılarak birliklere gönderilmiştir. Onlardan gelecek görüşler de göz önünde tutularak, ilgili yasa teklifi en kısa sürede Yüce Meclisimize sunulacaktır. Böylece, ülkemizde demokratik kooperatifçilik yapamayan tek tür olarak kalmış bu kooperatifler de, serbest ticaret düzeni içerisinde, kendi kaynaklarını yaratıp, bizzat kullanan kuruluşlar olarak, ekonomideki gerçek yerlerini alacaklardır. Bu yolla, istihdam yükleri azaltılacak, devlete yük olmaları da önlenecektir. Bakanlığıma bağlı KİT’ler en verimli şekilde çalıştırılarak, kaynak ve iş olanağı yaratan, yarattığı kaynağı yatırıma dönüştüren, özelleştirilecekse, bu şekliyle özelleştirilecek olan KİT’ler durumuna getirilecektir, yoksa, hurdalık haline sokulup özelleştirilecek KİT’ler olmayacaklardır. Değerli arkadaşlarım, tekelleşme, yıllarca mücadele ettiğim bir konudur. Bakanlıkta bulunduğum sürece, ne devlet tekelline ne özel tekelleşmeye izin verilmeyeceğini bilgilerinize sunmak istiyorum. Rekabet kurulu en kısa sürede oluşturulacak, kuruluş ve personel seçimi, tümüyle, objektif ölçüler içinde yapılacaktır. Değerli milletvekilleri, gazete promosyonları konusu, Bakanlığım tarafından yeniden ele alınmıştır. Gazetelerin satışlarını yükseltmek amacıyla başlattıkları girişimler, kabul edilebilir düzeyin çok ötesine geçmiş, basın kuruluşlarımızı, âdeta, birer dayanıklı tüketim malları pazarlayıcısı yapmıştır. Bu durum, ticaret özgürlüğü diye savunulamaz. Bu kampanyalar, halkın ana haber kaynaklarından biri olan basını, ana işlevinden uzaklaştırmaktadır. BAŞKAN – Sayın Bakan, son 2 dakikanız.. SANAYİ VE TİCARET BAKANI ENİS YALIM EREZ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Bu, Anayasamızın “Basın hürriyeti” başlıklı 28 inci maddesiyle güven altına alınan, önceden izin alınmaksızın, malî teminat da yatırılmadan yerine getirilecek bir görev değildir. Konu, aynı zamanda haksız rekabet yönüyle, promosyon konusu malları üreten Türk sanayicisini, bunların ticaretini yapan tacirimizi de yakından ilgilendirmektedir. Gazeteler arasındaki promosyona dayalı bu rekabeti, daha fazla büyümeden, düzen altına almak istiyoruz; çözüm getirici gerekli hukukî düzenlemelerin hazırlığına başlanmıştır; bu konuda yardım ve desteklerinize ihtiyacım vardır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; özetle belirtmem gerekirse, Bakanlığımız, esnaf ve sanatkârdan tacire, çiftçiden sanayiciye, tüketiciden şirket ve kooperatif ortaklarına kadar, tüm kesimlere, tüm vatandaşlara hizmet sunmaktadır. Biz, bütün bu kesimlerin gerçek bakanlığı olmak istiyoruz; üretken, yepyeni, geçmiş yıllardaki gibi güçlü bir Sanayi ve Ticaret Bakanlığı olmayı hedefliyoruz; partizanlığa son vermeyi istiyoruz. Verimlilik, dengeli kalkınma, dürüstlük ana hedefimiz olacaktır. Bakanlığım ve bağlı kuruluşlarımızda çalışanların, siyasî görüşleri değil, bilgi, deneyim ve başarıları esas alınacaktır. Bunlar, sadece benim kişisel düşüncelerim değil, çağdaş uygarlığın ilkeleridir. Hepimizin çağdaş bürokratlara, çağdaş sanayici ve tüccara, çağdaş esnaf ve sanatkâra ihtiyacı vardır. Bu gerçekler, bugünkü gümrük birliği, önümüzde duran Avrupa Birliği, Dünya Serbest Rekabet Piyasası, demokratik ve özgür bir dünya düzeni... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Bakan, 1 dakikalık ek süreniz var. SANAYİ VE TİCARET BAKANI ENİS YALIM EREZ (Devamla) – ...büyük Türkiye için de bir zorunluluk olarak bizleri beklemektedir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; sözlerime son verirken, şunları içtenlikle tekrarlamak listiyorum: Yurdumuzun dört bir yanından feyiz alan, önemli bilgi ve birikimleriyle tarihsel boyutlu değişik bakış açıları olan sizlerin eleştirilerine ve desteğine ihtiyaç duyuyorum. Sizlerin buradaki görüşlerinizin, Bakanlığımı ve ülkemizi zenginleştireceğini biliyorum. Her türlü sözlü ve yazılı katkılarınızı bekliyor, hepinizi en içten saygılarla selamlıyor, Bakanlık bütçesinin hayırlı olmasını diliyorum. (Alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Bakan. Şahıslar adına görüşmelere geçmeden önce, birleşime, saat 19.30’a kadar ara veriyorum. (Kapanma Saati : 19.10) ÜÇÜNCÜ OTURUM Açılma Saati: 19.30 BAŞKAN : Başkanvekili Kamer GENÇ KÂTİP ÜYELER : Ünal YAŞAR (Gaziantep), M. Fatih ATAY (Aydın) BAŞKAN – Türkiye Büyük Millet Meclisinin 40 ıncı Birleşiminin Üçüncü Oturumunu açıyorum. III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 1. – 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları (1/285, 286) (S. Sayıları : 1, 2) (Devam) H) MİLLÎ SAVUNMA BAKANLIĞI (Devam) 1. – Millî Savunma Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi I) SANAYİ VE TİCARET BAKANLIĞI (Devam) 1. – Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, programımız gereğince, 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarılarının müzakerelerine kaldığımız yerden devam ediyoruz. Komisyon ve Hükümet yerlerini aldılar. Millî Savunma Bakanlığı ile Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçeleri üzerinde, gruplar ve Hükümet adına yapılan konuşmalar bitmişti. Şimdi, kişisel konuşmalara geldik. Şahısları adına; lehinde, Ankara Milletvekili Mehmet Ekici; buyurun. Sayın Ekici, süreniz 10 dakika. MEHMET EKİCİ (Ankara) – Sayın Başkan, değerli Genel Kurul üyeleri; sözlerime başlarken, hepinizi saygı ve hürmetle selamlıyorum; aynı zamanda, inançları uğruna, vatanları ve bağımsızlıkları uğruna şahadet şerbetini içmiş tüm kahramanlarımızı rahmetle yâd ediyorum. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin en eski ve isminin başında “millî” sıfatını taşıyan bir bakanlığının bütçesini görüşüyoruz. Millî savunma kavramının önemini, ülkemizin jeostratejik önemini dikkate alarak çok ciddî bir şekilde incelemeli ve gelip geçen her hükümete göre değişen politika ve doktrinlerden uzak tutmanın gayreti içerisinde olmalıyız. Bölgemizde, bölgenin ekonomik ve stratejik konumundan dolayı meydana gelen ve kısmen değişiklikler gösteren askerî ve siyasî dengeler çok iyi takip edilmelidir. Aslında, bugün, Millî Savunma Bakanlığı ile Dışişleri Bakanlığı bütçeleri bir arada görüşülmeliydi. Zira, bugün, dış politika ve millî savunma ilişkileri, bir arada değerlendirilmesi gereken unsurlar haline gelmiştir; millî güvenlik politikası da budur. Bir NATO ülkesi olmamıza rağmen, savunma politikalarımızı, Batı ülkelerinin savunma politikalarına bağlamadan, dünya dengelerini, bölge dengelerini ve Türk menfaatlarının elli ve yüzyıllık planları noktasındaki hesaplama ve öngörüleri kapsayacak bir savunma politikasına ihtiyacımız vardır. Bu nedenle, ülkemizin dört bir tarafını düşmanla çevrili kabul ederek, ekonomik gerçekliklerimize de uymayacak bir savunma konsepti meydana getirmemiz son derece güç olacaktır. Potansiyel olarak var olan, ancak enerjiye dönüşmemiş düşmanca hareketlere karşı politikaları oluştururken, askerî kuvvet kavramını en son planda ele almak gerektiği kanaatini taşıyoruz. Dört tarafımızı elbette kollayacağız; ancak, bunu yaparken, özellikle siyasetçilerimiz dikkatli olmalı ve yeni tehlike unsurları meydana getirmemeye özellikle dikkat etmelidirler. İç siyasette prim yapma adına, Kasr-ı Şirin Antlaşmasından beri, savaş manasında hiçbir münasebetimizin olmadığı, Türk-İran ilişkilerindeki son zamanlardaki tırmanma eğilimi, Türk Devletinin geleceği açısından son derece abartılı ve tehlikelidir... (RP sıralarından alkışlar) Bu nedenle, Türkiye’deki siyasetçiler, bu anlamda, askerî kuvvete gerek kalmaksızın politika üretmek ve bu tehlikeleri askerî kuvvete gerek kalmaksızın bertaraf etmek zorunda olduklarının şuurunda ve bilincinde olmalıdırlar. Avrupa ve NATO’nun, tehdit unsuru olarak, gözlerini kuzeyden güneye, Ortadoğu’ya çevirmiş olması, bizim millî savunma doktrinlerimizde benzer ve eşdeğer değişikliklere neden oluyorsa, -ki bunu hiç temenni etmem- ileride doğabilmesi her zaman muhtemel olan tehlikeleri, şimdiden yaşayacağımız gibi bir noktaya gelmiş oluruz. Rusya, Suriye, İran, hele hele Yunanistan ve Suriye ile ilgili politikalarımızı oluştururken, tamamen, dış oluşum ve askerî doktrinlerin tesiri dışında meseleler ele alınmalı ve millî savunma politikalarımız, tamamen kendi ölçülerimize göre halledilmelidir. Bu bakımdan, İsrail ile akdedildiği söylenen, ancak bugüne kadar muhtevasının ne olduğunu anlayamadığımız, bu konudaki bilgi ve belgeleri de bir türlü elde edemediğimiz bir anlaşmanın varlığının, komşu ülkeler ve gelecekte oluşturulabilecek politikalar noktasındaki zararlarının şimdiden ortaya çıktığı dikkate alınırsa, olayın vahametini kavramış oluruz. Bu anlaşmayı kim imzalamıştır, anlaşma maddeleri nelerdir ve anlaşmayı imzalayan Türk tarafı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına gerek duyacak mıdır; bu konularda, Millî Savunma Bakanlığının, daha duyarlı ve dikkatli olmasını temenni ediyorum. Ayrıca, bu anlaşma, Anayasamızın 90 ıncı maddesine göre, bir anayasa ihlali de meydana getirmektedir. (RP sıralarından alkışlar) Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; coğrafyamızın, uluslararası müdahale bölgelerinden biri olması, bölgedeki olayların önceden de mevcut olduğu bilinen bir gerçektir; ama, şu anda, bölgemizde, Türk, Arap, Fars ve Yahudi unsuru dışında, yabancı etkenler hadiseye karışmaktadır; çünkü, önemli bir enerji kaynağı bölgesi, gizli kapaklı da olsa, Batılıların kontrolüne bırakılmış durumdadır. Yine, önemli bir enerji kaynağı olan Çeçenistan için, insan hakları ve saldırmazlık kavramlarının geçerli olmaması ve Batı’nın kılını kıpırdatmaması, böyle bir paylaşımın varlığını destekler. Ayrıca, Kuzey Irak’ta görülen odur ki, Türkiye’nin çıkarlarıyla Batı’nın çıkarları aynı değildir; çünkü, Türkiye, bölgeye komşudur; çünkü, bölge, Türkiye hinterlandıdır. Batı çıkarları anlamında doğru olan her şeyin, Türkiye için doğru olduğu anlamını kabul etmemiz mümkün değildir. Bu nedenle, bizler, yeni istikrarsızlık unsurlarının ortaya çıkmasını engellemeli ve istikrarı engelleyen unsurları ortadan kaldırmaya yönelik, belirleyici rol oynamalıyız ve bu belirleyici politikaları, mutlaka ortaya koymalıyız. Türkiye’nin komşularıyla iyi geçinmesi, aynı zamanda, kendi askerî, siyasal ve ekonomik gücüyle de doğru orantılıdır. Türkiye, güçlendikçe, komşularıyla ilgili problemleri azalacak, bu da, yine, bölge için, sağlıklı sonuçlar doğuracaktır. Tarih boyunca, bölgemizde, Türkiye’nin güçlü ve istikrarlı olduğu dönemlerde, bölge istikrarlı olmuştur. Bu konuyu böyle kapattıktan sonra, bir şeyi daha söylemek istiyorum: Kahraman ordumuz ve askerimiz adına çok fazla spekülasyon vardır. Bu spekülasyonların ortadan kaldırılması için, özellikle, bütün dünya ülkelerinde olduğunu tahmin ettiğimiz gibi, Millî Savunma Bakanlığı- Genelkurmay Başkanlığı ilişkilerinin yeni baştan düzenlenmesi gereği vardır. Ayrıca, ordumuzu polemik unsuru yapmaya çalışan güçlerin önüne geçmek için, siyasîlerin veya kamuoyunun önüne, temsilen, asker kişiler değil, Millî Savunma Bakanı çıkmalıdır. Yine, hele hele, ordumuzun, radyo ve televizyonlardan izlediğimiz kadarıyla “bir askerî yetkilinin açıklaması” gibi, isimsiz ve imzasız açıklamalardan kaçınması gerekir. (RP sıralarından alkışlar) Entelektüellerimiz, siyasetçilerimiz ve askerler dahil, hiç kimse, ordumuzu iç siyaset unsuru haline getirmemelidir. Millî savunmada kullanacağımız araç gereç, silah ve teçhizatın, her ne pahasına olursa olsun, yerli kaynak ve yatırımlara öncelik verilerek temin edilmesi, esas politika kabul edilmelidir; ancak, son yıllardaki uygulamalar, bunun tam tersi olarak zuhur etmektedir. Yerli müracaatların varlığına rağmen, henüz, Hava Kuvvetleri Komutanlığımızın itirazları münasebetiyle uygulamaya konulamayan F-4 modernizasyonunun İsrail’e verilme mantığını anlamak mümkün değildir. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Eğer, yüksek teknoloji gerektiren haller varsa ve gerekliyse, bu yerli müteşebbis kuruluşlara ortak bulmak, daha akılcı ve rasyonel olacaktır. Kredi imkânı sağlamış olması, işin İsrail’e veriliş nedeni olmamalıdır. BAŞKAN – Sayın Ekici, 1 dakikanız var efendim. MEHMET EKİCİ (Devamla) – Ayrıca, Millî Savunma Bakanlığı alımlarının tek merkezden yapılması önemlidir. Komisyonda, silah araç gereç alımıyla ilgili, 1 milyar dolar gibi bir miktarın ayrılmış olması bir talihsizliktir. İnşallah, 1997 yılı bütçesinde, bu sıkıntılı durumun düzeltileceğine inanıyoruz. Ayrıca, silah üreten Makine ve Kimya, TAI, Aselsan ve ÇANSAŞ’ın durumlarının yeniden değerlenmeye alınmasıyla, ordumuzun savaş stoklarını dahi riske etmesini önlememiz gerekmektedir. Bu arada, ailesinden bir yeğenini Cudi’de şehit vermiş bir kardeşiniz olarak söylüyorum : Kore ve Kıbrıs savaşlarına katılanlar için özel kanunlar çıkarılmıştır. Ancak, bugünkü adı konulmamış savaşta, PKK belasıyla... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) MEHMET EKİCİ (Devamla) – 1 dakika rica ediyorum. BAŞKAN – Sayın Ekici, son cümlenizi söylemek üzere size 1 dakika veriyorum. Buyurun. MEHMET EKİCİ (Devamla) – Bu, adı konulmamış savaştaki kayıplarımız münasebetiyle, şehitlik ve gazilik kavramları üzerinde yeni bir çalışma yapmamız gereği vardır. Çok yakında, bu konuda bir kanun teklifini Meclis gündemine getirmeyi düşünüyoruz. Çünkü, askerî personel kanunundaki “Harpte ve eşkıya müsademesinde düşman silahından çıkan kurşunla hayatını kaybedenler” ibaresi bugünkü ihtiyaçlara cevap vermemektedir. Zira, Gömeç ve Tünekpınar’da çığ altında kalarak şehit olanlar, henüz, şehit statüsünde sayılmamaktadır. Ayrıca, Anayasanın 125 inci maddesinin, idarî işlere karşı açılacak davalarda yazılı bildirimle ilgili düzenlemesi sıkıntıya sebep olmaktadır. Bir olayda birden fazla kişi şehit olmuş; dava açan aileler tazminat almış; ama, aynı kararda ismi geçtiği halde, dava açmadığı için, hiçbir hak verilmeyen şehit ve gazi aileleri vardır. Bu konuda, Yüce Meclisin ve Sayın Bakanlığın dikkatini çekmek istiyorum. Millî Savunma Bakanlığımız bütçemiz ile... Ki, Sanayi ve Ticaret Bakanlığıyla ilgili görüşlerimize zaman kalmadı maalesef; ama, KOBİ’ler konusunun, mutlaka, Türkiye gündeminde çok ciddî yer alması gerektiğine inanıyoruz. Portekiz ve Yunanistan, her türlü yardıma rağmen, KOBİ uygulamasında binlerce işyerini kapatmak zorunda kalmıştır. Bugün bizim kredi imkânlarımızın olmadığı bilinmektedir. Sayın Bakanımızdan bu konuda ısrarlı bir gayret bekliyoruz. Promosyon rezaletinin önüne geçme noktasındaki çalışmalarını takdirle karşılıyoruz. Çünkü, bu bir rezalet halini almıştır. Sanayi ve Ticaret Bakanlığımızın da bu konuyu önleyecek... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ekici. MEHMET EKİCİ (Devamla) – Sayın Başkan, selamlayabilir miyim... BAŞKAN – Size ek süre de verdim; ama, son cümlenizi söyleyin. MEHMET EKİCİ (Devamla) – Millî Savunma Bakanlığı ile Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçelerinin, milletimize hayırlara vesile olmasını diliyor, Genel Kurulumuzu saygıyla selamlıyorum. (ANAP ve RP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Mehmet Ekici. Bütçelerin aleyhinde, Sayın Altan Karapaşaoğlu; buyurun efendim. Sayın Karapaşaoğlu, süreniz 10 dakikadır. MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Bursa) – Değerli Başkan, sayın milletvekilleri; önce Millî Savunma Bakanlığıyla ilgili olarak konuşmak istiyorum; bilahara, süre kalırsa, inşallah, Sanayi Bakanlığıyla ilgili de konuşacağız. Ülkemizin dört bir tarafı, çeşitli karışıklıklar ile bir ateş çemberi içerisinde bulunuyor. Ayrıca, PKK anarşisi de ülke sathında sürüyor. Şehit olan er, erbaş ve komutanlarımıza, Cenabı Allah’tan rahmet diliyorum. Böyle bir ortamda millî savunmamıza ayrılan bütçe, gerçek anlamında yeterli değildir. Milletin dişinden, tırnağından ve her türlü imkânsızlıklara göğüs gererek verdiği bu vergilerden en büyük pay, ordumuza ayrılmıştır. Geçen yıla oranla 1 milyar dolar artış sağlayan Sayın Bakanımızı da ayrıca tebrik ediyorum. Bu imkânlarla dahi ordumuzun modernize edilmesi, ileri teknolojiye sahip olması mümkün değildir. Ancak, ordumuz, bu kıt imkânlara rağmen, milletine olan inancından dolayı, görevini başarıyla sürdürecektir. Biz, dünyanın en güçlü ordusuna sahibiz. Biz Refah Partisi olarak, her türlü dış saldırıya karşı silahlı kuvvetlerimizin ülkemizi koruyacağına inanıyoruz ve milletçe silahlı kuvvetlerimizin arkasındayız. Bu nedenle, ülkemizde yabancı güçlerin ve yabancı uçakların bulunmasını, silahlı kuvvetlerimize saygısızlık sayıyoruz. (RP sıralarından alkışlar) Özellikle, İsrail ile yapıldığı söylenen askerî eğitim anlaşmasını da bu şekilde değerlendiriyoruz. İsrail ile askerî işbirliği anlaşması, aslında Türkiye’ye karşı işlenmiş bir cinayettir. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Bunun ilk sonuçları da görülmeye başlanmıştır. İsrail hava, kara ve deniz birlikleri, Lübnan’da, masum sivil Müslüman halka kan kustururken, daha bugün 85 kişiyi öldürmüşken, İsrail uçak filosunun eğitim uçuşları yapmak amacıyla Ankara’da bulunması, cinayetin, diğer ve fakat daha vahim görüntüsüdür. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) İsrail’in devlet terörüne eğitim imkânı veren bir ülke görüntüsü, Türkiye’ye çok mu yakışıyor? (RP sıralarından alkışlar) Hiç kimse, Hizbullah’a vurulan terörist örgüt damgasının arkasına sığınmasın. Hizbullah’ın ve diğer direniş örgütlerinin, İsrail işgalinin sonucu olduğunu asla unutmayalım. Acaba, Sırplara karşı vatanlarını koruyan Boşnaklar terörist miydi? Ruslara savaş açan Çeçenler terörist miydi? (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Kıbrıs’ta Rum EOKA’cılarına karşı savaşan mücahitler terörist miydi? (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Boşnaklar can pazarında vuruşurken, Ankara’da Sırp askerlerine eğitim imkânı verseydik, yüzümüz kızarmaz mıydı? Çeçenleri boğan Rus askerleri Ankara’da eğitilmiş olsaydı, üzerimize kan sıçramaz mıydı? (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Kıbrıs’ta, EOKA’cılar, banyoda üç yaşındaki bebeleri katlederken, Yunan uçakları Ankara’da eğitim uçuşu yapsaydı, kendimizi tarihe nasıl affettirirdik? (RP sıralarından alkışlar) Yarın, Filistinliler, Lübnanlı Müslümanlar “bizim bebelerimizi, sizin topraklarınızda eğitim yapan İsrail uçakları katlediyor” diye çığlıklar attığı zaman, onların ağzını nasıl kapatacaksınız; tarihin ağzını nasıl kapatacaksınız? Üzerimize kan sıçrıyor arkadaşlar, kan sıçrıyor... Bunun utanç payını ortadan kaldırmaya, hiçbirimiz muktedir olamayız. Şu an uygulanan bölgesel politikanın hiçbir millî temeli yoktur. Türkiye’de, bu politikaya onay veren yüzde 10’luk bir topluluk bile bulamazsınız. (RP sıralarından alkışlar) Ayakları havada bir politikadır bu; Amerika ve İsrail’e eklenme politikasıdır ve tamamen Türkiye’ye karşı bir politikadır. Bu politika, tarihî bir hatadır ve bunun bedelini Türkiye, maalesef, çok pahalıya ödeyebilir. İsrail uçakları, derhal ve bir daha gelmemek üzere, Türkiye’yi terk etmelidir. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) İsrail, işgal ettiği topraklardan çekilmelidir. İsrail ile yapıldığı söylenen askerî eğitim anlaşması, derhal iptal edilmelidir. Hiç kimse, Türkiye’yi, bölgenin Amerikan aktörü yapamaz. (RP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım, değerli milletvekilleri; Kıbrıs’a vaki müdahalelerimiz sırasında, dışa bağlı silahlarımızdan dolayı başımıza gelenleri, milletimiz çok iyi biliyor; bundan dolayı da, mutlaka, bir millî harp sanayii kurulması gerekiyor. Sanayi ve Ticaret Bakanlığımızın, bu konuda da birtakım çalışmalar yapmasını istiyoruz ve bekliyoruz. Değerli kardeşlerim, şimdi söz sırası, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçesine geliyor. Faiz ve enflasyon ile iç ve dışborç ödemelerinin baskısı altında bulunan bu bütçenin, hiçbir problemi halledemeyeceği ortadadır; Sanayi ve Ticaret Bakanlığına ayrılan payla, bugün, ancak düzenlemeler yapılabilir veya yarım kalmış birtakım organizasyonlar tamamlanabilir veya köylüye, çiftçiye -mahsullerinden dolayı- olan borçlar ödenebilir. Bilhassa bugünkü yoğun telefon trafiğine istinaden söylüyorum Sayın Bakanım; Gemlik, Orhangazi, İznik, Mudanya ve zeytin ürünleri bulunan diğer bölgelerde, zeytin paralarının, daha 900 milyar liralık bölümü ödenmemiş bulunuyor. Aldığımız bilgiye göre, Cumhurbaşkanımızın önünde, bir kararname imza bekliyor; lütfen, bu kararnameyi, bayramdan önce müstahsilimize bu ödemeleri yetiştirecek şekilde gerçekleştirmeye gayret ediniz. Değerli Bakanım, bu arada, Devlet Planlama Teşkilatının verilerine göre, şu anda, kamu payı yüzde 50’nin üzerinde olan 58 kuruluşun özelleştirme planına alındığı söyleniyor. İnşallah, sizin biraz önce belirttiğiniz gibi, bu özelleştirme planının, kuruluşlar iyileştirildikten sonra gündeme getirileceğine de inanıyoruz. Sayın milletvekilleri, bu arada, zamanın kısıtlı olduğunu düşünerek atladığım bir konuyu da ayrıca gündeme getirmek istiyorum; konu, yine, Millî Savunma Bakanlığımızla ilgilidir. Basınımızda, orduda ibadetin sınırlandırıldığı ve dindar subayların resen emekliye sevk edildiği haberleri yer almaktadır. Bu tür haberler, halkımızı rahatsız etmektedir. Bizim, peygamber ocağı bildiğimiz ordumuz, bu milletin evlatlarından oluşuyor; elbette ki, milletin inancının izlerini taşıyacaktır. Eşi başörtülü olduğu için subay ve astsubayların ordumuzdan uzaklaştırıldığı, askerî tesislere alınmadığı haberlerini basından okuyoruz. Bu tür konular hakkında bir soruşturma açılarak, hataların düzeltilmesi yerinde olacaktır. Türkiye Büyük Millet Meclisi için hazırlanan, ayrıca hazırlanmak istenen İçtüzükte, Refah Partisi dışındaki komisyon üyelerinin ittifakıyla, 10 bakanlığın bütçesi tutarındaki paranın konuşulacağı Millî Savunma Komisyonu ile Dışişleri Komisyonunun birleştirilmek istendiği söyleniyor. Bu tutumdan, bu uygulamadan derhal vazgeçilmelidir. Millî Savunma Bakanlığımızın bütçesi, hatta, daha geniş bir komisyonun iştirakiyle görüşülmeli ve gerekli şekilde yatırımların yapılması temin edilmelidir. BAŞKAN – Sayın Karapaşaoğlu, 1 dakikanız var efendim. MEHMET ALTAN KARAPAŞAOĞLU (Devamla) – Evet Sayın Başkan, teşekkür ediyorum. Değerli milletvekilleri, sizleri, bugün, 85 kişinin öldürüldüğü, katledildiği Filistin’de yapılan zulmün karşısında olmaya davet ediyorum. Bu duygu ve düşüncelerle, sizleri saygıyla selamlıyorum efendim. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Karapaşaoğlu. Sayın milletvekilleri, yedinci turdaki görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi, soru kısmına gelmiş bulunuyoruz. Sayın bakanlara sormak istiyorum; isterseniz, önce soruları alalım; sorulara, yazılı veya sözlü cevap verebilirsiniz; her milletvekilinin sorusuna ayrı ayrı da cevap verebilirsiniz. MİLLÎ SAVUNMA BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Sayın Başkan, bir şeyi öğrenmek istiyorum. 20 dakika süre nasıl olsa kullanılacak; 20 dakika içinde sorulan sualler dışındaki suallere cevap verme zorunluluğumuz var mı? BAŞKAN – Hayır efendim, yok. Zaten, soru ve cevaplara ayrılan süre 20 dakikadır. MİLLî SAVUNMA BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – 20 dakika olduğuna göre, 20 dakikayı kullanalım; cevap vereceğiz efendim. BAŞKAN – Peki efendim. 1 inci sırada, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Hasan Dikici’nin soruları vardır. Sayın Hasan Dikici burada mı? Burada. Soruyu okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın Sanayi ve Ticaret Bakanı Sayın Yalım Erez tarafından cevaplandırılmasını arz ederim. Hasan Dikici Kahramanmaraş 1. Bugüne kadar organize sanayi bölgelerine ait bir kuruluş kanunu yoktur. Söz konusu kanunun çıkması için bir çalışmanız var mıdır? 2. 1969 yılından bu yana uygulanan 1163 sayılı Kanunun bazı maddeleri ihtiyaca cevap vermekten uzaktır. 1163 sayılı Kanunun güncelleştirilmesi mümkün müdür? BAŞKAN – Buyurun Sayın Bakan. SANAYİ VE TİCARET BAKANI ENİS YALIM EREZ (Muğla) – Yazılı cevap vereceğim. BAŞKAN – Soru, yazılı cevaplandırılacak. 2 nci sırada, Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Ahmet Dökülmez’in sorusu var. Sayın Dökülmez burada mı? Yok. 3 üncü sırada, Sayın Hasan Denizkurdu’nun sorusu var. Sayın Denizkurdu burada mı? Burada. Soruyu okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorumun Sanayi ve Ticaret Bakanına yöneltilmesi talep olunur. 10 yıldan beri tamamlanmayan Tire Küçük Organize Sanayi Bölgesine bu yıl ödenek ayrılıp ayrılmayacağını?.. Hasan Denizkurdu İzmir BAŞKAN – Sayın Bakan?.. SANAYİ VE TİCARET BAKANI ENİS YALIM EREZ (Muğla) – Yazılı cevap vereceğim. BAŞKAN – Yazılı cevap vereceksiniz; peki. 4 üncü sırada Bursa Milletvekili Sayın Hayati Korkmaz’ın sorusu var. Sayın Korkmaz burada mı efendim? Burada. Soruyu okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Sanayi ve Ticaret Bakanına aşağıdaki soruların yöneltilmesini arz ederim. Saygılarımla. Hayati Korkmaz Bursa Gümrük birliğine giriş öncesi Avrupa Birliğiyle yapılan en büyük pazarlıklardan biri, kullanılmış araçların ülkemize girişini engelleme konusunda olmuştu. Varılan mutabakat sonucu, en az 10 yıl, kullanılmış araç girişi engellenmiştir. Ancak, aldığımız duyumlara göre, Almanya’da çalışanların kullanılmış araçlarını, kesin dönüş şartı kaldırılarak, getirmelerine imkân tanıyacak girişimler olduğu doğrultusundadır. Soru 1 – Bunun yerli otomotiv endüstrisini nasıl etkileyeceği konusunda araştırma yapıldı mı? Soru 2 – 19 Şubat, Avrupa Birliği–Türkiye Ortaklık Konseyi toplantısında, Avrupa Birliği tarafından dile getirilen kullanılmış araçların ithal kısıntısına yumuşama getirilmesi yönündeki taleplerine sizin bu girişiminiz örnek temsil etmeyecek mi? BAŞKAN – Sayın Bakan?.. SANAYİ VE TİCARET BAKANI ENİS YALIM EREZ (Muğla) – Yazılı cevap vereceğim. BAŞKAN – Yazılı cevap vereceksiniz; peki. 5 inci sırada, Sayın Atilla Mutman’ın sorusu vardır. Sayın Mutman?.. Burada. Sorusunu okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aracılığınızla, aşağıdaki sorumun Millî Savunma Bakanı Sayın Oltan Sungurlu tarafından cevaplandırılmasını saygıyla arz ederim. Atilla Mutman İzmir Sorum: Fakülte veya yüksekokul mezunu olmasından dolayı, astsubaylıktan subaylığa geçen ya da halen astsubay olarak görev yapan fakülte vaya yüksekokul mezunu astsubayların, birinci derecenin dördüncü kademesine geçirilmesi düşünülüyor mu; bu hususta bir çalışma yapılmakta mıdır? BAŞKAN – Sayın Bakan?... NABİ POYRAZ (Ordu) – Yazılı... ALİ COŞKUN (İstanbul ) - Yazılı... BAŞKAN – Efendim, müdahale etmeyin rica ederim; nasıl olsa 20 dakikada... Hem soru hemen cevaplandırılsa belki daha faydalı olur. ALİ COŞKUN (İstanbul ) - Yardımcı oluyoruz Sayın Başkan. BAŞKAN – Bakan işini bilir, siz hiç yardımcı olmayın. NABİ POYRAZ (Ordu) – Sayın Başkan, vakitten kazanalım dedik... BAŞKAN – Zaten, siz yardımcı olsaydınız, bakanlık makamında siz otururdunuz!.. MİLLî SAVUNMA BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Efendim, bu astsubaylıktan subaylığa çıkanlar, birinci derecenin dördüncü kademesine kadar şu anda -fakülte veya yüksekokul mezunu olmak kaydıyla- çıkabiliyorlar; onun için yeni bir çalışma yapmaya lüzum yoktur. BAŞKAN – Peki, soru cevaplandırılmıştır. Sayın Hasan Gemici arkadaşımızın sorusu var. Sayın Gemici?..Burada. Sorusunu okutuyorum : Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın Sanayi ve Ticaret Bakanı Sayın Yalım Erez tarafından cevaplandırılmasını aracılığınızla arz ve talep ederim. Hasan Gemici Zonguldak Soru 1. - Altyapı inşaatı devam eden Zonguldak-Çaycuma Organize Sanayi Bölgesi 1996 yılı içinde bitirilebilecek mi? Soru 2. - Kamulaştırma aşamasında olan Zonguldak- Ereğli Organize Sanayi Bölgesi Altyapı İnsaşaatının ne kadar sürede bitirilmesi öngörülmektedir? Soru 3. - Zonguldak’ta yatırım yapmakta çekingen davranan özel girişimcilere, mevcut teşvik mevzuatı dışında başka özendirici teşvikler uygulanması düşünülüyor mu? SANAYİ VE TİCARET BAKANI ENİS YALIM EREZ (Muğla) – Yazılı olarak cevap vereceğim. BAŞKAN – Peki, Sanayi Bakanımız yazılı cevap vermeyi daha tercih ediyor. Sayın Muhammet Polat?..Burada. Sayın Polat, üç tane sorunuz var, üçünü birden işleme koyuyoruz. Sayın Polat’ın sorusunu okutuyorum : Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın Sanayi ve Ticaret Bakanı Sayın Yalım Erez tarafından cevaplandırılmasını delaletlerinizle saygıyla arz ederim. Muhammet Polat Aydın 35 civarında faal işletmesi olan 122 sanayi parselini içinde barındıran Aydın Sanayi ve Ticaret İş Merkezi, ASTİM, merkezinin bulunduğu alanın Aydın Organize Sanayi Bölgesine alınması konusundaki çalışmalar son olarak Devlet Planlama Teşkilatına aktarılmıştır. Bahsedilen Aydın Sanayi ve Ticaret İş Merkezi, ASTİM, 1996 yıl programına alınmış mıdır? Ne kadar ödenek ayrılmıştır ? Söke ve Nazilli’de müteşebbis teşekkül heyetleri oluşturulan organize sanayi bölgesinin kurulması ve sanayi kuşağına alınması için yapılan müracaatlar bakanlığınızca 1996 programına alınmış mıdır ? Nazilli Organize Bölge Sanayi isteği, Devlet Planlama Teşkilatına yapılmıştır. Her iki istek için ödenek ayrılmış mıdır ? Aydın, Denizli ve Muğla illerinde hizmet veren tarım kredi kooperatifleri, İzmir 4 üncü Bölge Tarım Kredi Kooperatiflerine bağlıdır. Aydın, Denizli ve Muğla İllerindeki birliklerin sorunlarının ortadan kaldırılması için Aydın’da tarım kredi kooperatifleri bölge birliği kurulması bu sorunları ortadan kaldıracak, İzmir’in yükü de hafifleyecektir. Aydın Tarım Kredi Kooperatifleri Birliğini kurmayı düşünüyor musunuz? Tariş’in, ilimiz merkezinde bulunan, şehrin tam ortasında ve yerleşim alanı içerisindeki 72 dönümlük bir alanı kaplayan bu tesisi şehir dışına taşımayı düşünüyor musunuz? Tariş’e ait, İzmir’de işlevini tamalayan ve taşınmasına karar verilen çiğit yağı kombinasının Aydın’a nakledilmesi düşünülüyor mu; düşünülüyorsa ne zaman gerçekleşecektir? 18 milyon 307 bin zeytin ağacının bulunduğu ilimizde, Tariş bünyesinde zeytinyağı rafine tesisi kurmayı düşünüyor musunuz? BAŞKAN – Sayın Bakan... SANAYİ ve TİCARET BAKANI ENİS YALIM EREZ (Muğla) – Tariş konusuna yazılı cevap vereceğim. Tarım Kredi Kooperatifleri Bakanlığıma bağlı değil; Tarım Bakanlığı bütçesi görüşülürken, diğer soruya herhalde Sayın İsmet Attila cevap verecek. BAŞKAN – Tarım Kredi Kooperatifleri Tarım Bakanlığına bağlı olduğu için, orada cevaplandırılması gerekiyor; soruyu yanlış bakanlığa sormuşsunuz. Tarım Bakanına o soruları yenilersiniz efendim. EVREN BULUT (Edirne) – Tarım Bakanlığına bağlıydı, özerk kuruluş oldu. BAŞKAN – Tamam efendim. 10 uncu sıradaki soru, Sayın M. Sıddık Altay’ın sorusu vardır. Sayın Altay?..Burada. Soruyu okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorumun Millî Savunma Bakanı tarafından cevaplandırılmasını arz ederim. M. Sıddık Altay Ağrı Soru: Birçok askerî birlikler, özellikle büyükşehirlerin merkezinde yer almaktadır. Eğitim yapan bu askerî birliklerin, şehir dışına çıkarılması için, bir plan, program var mıdır; varsa, uygulamaya ne zaman başlanacaktır? BAŞKAN – Sayın Bakan... MİLLî SAVUNMA BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Şimdi, efendim, arkadaşımız çok güzel bir şeye dokundu. Hakikaten, birçok birliğimiz şehir merkezindedir ve çok kıymetli arsalardır; Hükümetimiz bu arsaların değerlendirilmesi için çalışma yapmaktadır. Tabiî ki, bunlar, şehir dışına çıkarıldığında, bu arsalar değerlendirilmek suretiyle, Silahlı Kuvvetlerimizin modern silah ihtiyaçlarının da karşılanması düşünülmektedir. Teşekkür ederim. BAŞKAN – Soru cevaplandırılmıştır. 11,12,13 ve 14 üncü sıradaki Sıvas Milletvekili Sayın Mahmut Işık’ın soruları vardır. Sayın Işık?.. Burada. Soruları okutuyorum: Sayın Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın Sanayi ve Ticaret Bakanı tarafından cevaplandırılmasını, aracılığınızı saygıyla arz ederim. Mahmut Işık Sıvas Sıvas Organize Sanayi Bölgesi ne zaman ihale edilecektir; ne kadar ödeneği vardır. Sıvas Dört 4 Eylül Sanayi Sitesi, Ahşap İşleri Sanayi Sitesi bu yıl bitirilebilir mi? Sıvas Divriği ve Zara Küçük Sanayi Sitelerine ilave geri dönüşlerden para vermeyi düşünüyor musunuz? Ayrıca, Zara ve Kangal Sanayi Siteleri yüzde 65, Divriği yüzde 98 nispetinde kredilendirilmiştir. Her ne kadar, yasa değişikliğinden kaynaklanan bir uygulama olsa da, aynı bölgede olmaları nedeniyle bariz bir haksızlıktır. Düzeltmeyi düşünüyor musunuz? Gürün Sanayi Sitesi 13 yıldan bu yana programa alınamadı. Elazığ yolu üzerinde olan bu İlçe sitesini programa almayı düşünüyor musunuz? Sıvas 4 Eylül Sanayi Sitesi, KOSGEB Müşavirliği kurulması için bir yer tahsis etmektedir. Bu Müşavirliği, bu yıl içerisinde açmayı düşünüyor musunuz? KOSGEB’in fonlarını Maliyeden almayı düşünüyor musunuz? Sıvas Şeker Fabrikasına ne zaman başlayacaksınız; bu yıl ne kadar harcama yapılacaktır? 494 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin içinde olan ve Başbakanlıkça metinden çıkarılan esnaf ve sanatkârlar genel müdürlüğünün kuruluş yasasını, Hükümet tasarısı olarak Meclise sevk etmeyi düşünüyor musunuz? Saygılarımla. BAŞKAN – Sayın Bakan, yazılı cevap veriyorsunuz?.. SANAYİ VE TİCARET BAKANI ENİS YALIM EREZ (Muğla) – Yazılı cevap vereceğim. BAŞKAN – 15 inci sıradaki soru Sayın Boray Baycık’ındır. Sayın Baycık?.. Burada. Soruyu okutuyorum : Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın ilgili Sayın Bakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ve teklif ederim. Tahsin Boray Baycık Zonguldak Karadeniz Ereğlisi Organize Sanayi Bölgesi için yer seçimi 200 hektar olarak kesinleşen Hamzafakılı yöresindeki yerin, kıymet takdir komisyon raporlarına göre kamulaştırma bedeli 120 milyar Türk Lirasıdır. Bakanlık ile yapılan görüşmeler sonucu 1996 yılı için 40 milyar Türk Lirası ödenek ayrıldığı, 120 milyar liralık ödeneğin karşılanması imkânsızlığından bahisle, bölgeden yer talep eden sanayicilerce arsa sahiplerinden rızaen alınması tezyidi bedel davalarına meydan verilmemesi ifade edilmiştir. Bu bölge ödeneğinin artırılması programınızda var mıdır? BAŞKAN – Sayın Bakan?... SANAYİ VE TİCARET BAKANI ENİS YALIM EREZ (Muğla) – Yazılı cevap vereceğim. BAŞKAN – Sayın Bakan, yazılı cevap verecekler. 16 ncı sırada, Sayın Yusuf Bacanlı’nın sorusu var. Sayın Yusuf Bacanlı?.. Burada. Soruyu okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın Sanayi ve Ticaret Bakanının cevaplandırmasını saygıyla arz ederim. Yusuf Bacanlı Yozgat Soru 1.- Yıllarca bir türlü yapımı ihmal edilen Yozgat-Sorgun Şeker Fabrikasının yapımı ne zaman gerçekleşecektir? İhmal edilen Sorgun Şeker Fabrikası hakkındaki düşüncelerinizi açıklar mısınız? Yozgat İlinde fert başına düşen gayrî sâfi millî hasıla oranı Türkiye ortalamasının yarısının altındadır. Yozgat İli organize sanayi bölgesinin bir an önce yapılması için çalışmalarınız var mıdır? BAŞKAN – Sayın Bakan?.. SANAYİ VE TİCARET BAKANI ENİS YALIM EREZ (Muğla) – Yazılı cevap vereceğim. BAŞKAN – Sayın Bakan, yazılı cevap verecek. 17 nci sırada Sayın Hasan Karakaya’nın sorusu var. Sayın Hasan Karakaya?.. Burada. Soruyu okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın Sayın Bakanımız Yalım Erez Bey tarafından cevaplandırılmasını arz ederim. Saygılarımla. Hasan Karakaya Uşak Soru 1. - Uşak Deri Organize Sanayi Bölgesinin ödeneğini artırmayı düşünüyor musunuz? Soru 2. - Uşak Genel Organize Sanayi Bölgesinin genişletilme çalışmaları için ne düşünüyorsunuz? BAŞKAN – Sayın Bakan?.. SANAYİ VE TİCARET BAKANI ENİS YALIM EREZ (Muğla) – Yazılı cevap vereceğim. BAŞKAN – Yazılı cevap vereceksiniz. 18 inci sırada Sayın İlyas Arslan’ın sorusu var. Sayın İlyas Arslan?.. Burada. Soruyu okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın sanayi ile ilgili bakan tarafından cevaplandırılmasına delaletlerinizi arz ederim. İlyas Arslan Yozgat Soru 1. Yozgat Şeker Fabrikası için bu yıl ne kadar ödenek ayrıldı? Soru 2. Bu ödenekle fabrika bu sene bitirilebilir mi? Soru 3. Ülkemizin şeker ithal eder duruma geldiği bir ortamda bu fabrikanın bir an önce üretime geçmesi gerekmez mi? Soru 4. Fabrikanın bu sene tamamlanması için ne kadar ödenek gereklidir ve bu ödenek bu sene tahsis edilebilir mi? BAŞKAN – Aslında, arkadaşlarımızın -bir kısmı daha yeni olduğu için- soru sorma usulünü ve tekniğini bilmeleri lazım. Mesela, Yozgat’taki o fabrika için ne kadar ödenek ayrıldığını bütçe kanun tasarısına bakarak öğrenmek pekala mümkün; ama, bunun... İLYAS ARSLAN (Yozgat) – 35 milyar ayrıldığını biliyoruz Sayın Başkan... BAŞKAN – Efendim, anladım da, bunu soru olarak soramazsınız. Bütçe tasarısında var; bunu ayrıca soru olarak sormak mümkün değil; ama, biz yine de burada okutuyoruz. Tabiî, ayrıntılı şey etmedik... MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) – Biz onu biliyoruz. Biz, Danışma Meclisinden gelmedik, halkın arasından geldik. MAHMUT IŞIK (Sıvas) – Programı biliyoruz, ne kadar para alacağımızı soruyoruz. BAŞKAN – Efendim, İçtüzükte soru sormanın bir tekniği var; yani, sırf bilgi edinmek için olmaz. YÜCEL SEÇKİNER (Ankara) – Seçmene selam... SANAYİ VE TİCARET BAKANI ENİS YALIM EREZ (Muğla) – Yazılı cevap vereceğiz. BAŞKAN – Sayın Bakan yazılı cevap verecekler. 19 uncu sırada, Kırıkkale Milletvekili Mikail Korkmaz’ın sorusu var. Sayın Mikail Korkmaz?.. Burada. Soruyu okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki soruların Millî Savunma Bakanı tarafından cevabını istirham ederim. Mikail Korkmaz Kırıkkale Mahallî basından edinilen bilgilere göre, Kırıkkale’de bulunan tugayın, Çankırı’ya kaydırılması söz konusu olduğu haberleri yer almaktadır; bu bağlamda; 1. Tugayın, Kırıkkale’den Çankırı’ya kaydırılmak istenmesi, arazi yetersizliğinden mi? 2. Askerî bir fabrika olan Makine Kimya Fabrikaları Kırıkkale’de iken, böyle bir askerî işlemi doğru buluyor musunuz? 3. İsrail ile yapılan anlaşmanın mürekkebi kurumadan, İsrail’in, Güney Lübnan’ı işgal etmesi, bu anlaşmanın sağladığı avantajlar gereği midir? 4. Yapılan anlaşmanın içeriğini Yüce Meclis bilmediği gibi, yüce halkımız da bilmemektedir; acaba, bu anlaşmaya göre, daha başka yerler işgal edilecek midir? AHMET UYANIK (Çankırı)– Yunanistan ile Suriye birleşip edeceklermiş (!) BAŞKAN – Sayın Bakan... MİLLÎ SAVUNMA BAKANI M. OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; Kırıkkale’den tugayın kaldırılması meselesinin mahallî basında çıktığı doğrudur. Askerî birliklerin, bir yerden bir yere nakli, taktik ve stratejik bir meseledir ve bir iç düzenlemedir. Askerî birliklerimizin nerede, ne kadar konuşlandırılacağının, zannediyorum ki, böyle bir açık toplantıda açıklanması doğru değildir. Ancak, şu aşamada öyle bir şey olmadığını biliyorum; henüz, öyle bir şey olmadığını biliyorum. Böyle bir şey olmadığı için, diğer sualler de, buna bağlı sualler de cevaplanmış oluyor; yani, burada, madem ki, fabrikalar var; niye askerî birlikler kaldırılıyor deniliyor; kaldırılmadığı için, şu aşamada öyle bir şey olmadığı için, öteki sualleri de ortadan kalkmış oluyor. İsrail ile eğitim anlaşması, yeni yapılmış bir anlaşma değil. Eylülde yapılmış bir anlaşma; demek ki, mürekkebi, herhalde kurumuş olsa gerek. İsrail’in bugünkü girişimini elbette ki, şiddetle kınıyoruz. (RP ve ANAP sıralarından alkışlar) Ancak, masum halka karşı girişilen bu hareketi zaten kimsenin tasvip etmesi söz konusu değildir. MİKAİL KORKMAZ (Kırıkkale) – İnşallah öyledir. MİLLî SAVUNMA BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Sabah ajansında, İsrail Hükümeti bile bunun bir yanlışlık olduğunu söylerken, bizim bunu içimize sindirmemiz, bizim bunu kabul etmemiz zaten söz konusu değildir, mümkün değildir. Bu anlaşma ile başka nerelerin daha bombalanacağı söyleniyor. Ben onun cevabını verdiğimi zannediyorum. Bu anlaşmadan gocunan komşularımızın her birine “gelin, bu anlaşma gibi değil; çok daha ileri aşamada, askerî anlaşmalar yapalım” diyoruz, bu mevzudaki kapıları açık tutuyoruz. ERTUĞRUL ERYILMAZ (Sakarya) – İran ve Suriye... MİLLî SAVUNMA BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Elbette, İran ve Suriye... AHMET UYANIK (Çankırı) – Yunanistan ile ilgili bir şey yok mu? MİLLî SAVUNMA BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – “Buyurun, istediğiniz derecede her türlü anlaşmayı yapalım, bizim size karşı hiçbir kastımız yoktur. Sizin de kastınız yoksa, bizim bu teklifimize cevap verin” diyoruz. Arz ederim efendim. (Alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim. Soru cevaplandırılmıştır. Sayın Sıddık Altay, bir soru sormuştunuz... FETHULLAH ERBAŞ (Van) – Sayın Başkan, Sayın Bakan soruyu bize mi soruyor? BAŞKAN – Efendim?.. FETHULLAH ERBAŞ (Van) – Sayın Bakan bu soruyu kime soruyor; sanki karşısında bir adam varmış gibi soruyor da... BAŞKAN – Efendim, dış ülkelere soruyor; yani, Suriye’ye, İran’a diyor ki “biz İsrail ile isteyerek anlaşma yapmıyoruz; siz, hepiniz, bize düşman görünüyorsunuz. Siz dostsanız -hem Müslümanlıktan bahsediyorsunuz hem din kardeşiyiz diyorsunuz hem de bizi arkadan vuruyorsunuz- o zaman gelin, sizinle birlikte olalım da şey edelim” (Alkışlar) BÜLENT ATASAYAN (Kocaeli) – Yunanistan ile Suriye anlaşmasını da söyle Sayın Başkan. BAŞKAN – Sayın Sıddık Altay, bir sorunuzu sormuştuk. Böyle peş peşe mükerrer soruyu, ayrı bakanlığa mı sordunuz? M. SIDDIK ALTAY (Ağrı) – Evet. BAŞKAN – Ayrı bakanlıksa soralım. Soruyu okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorumun Millî Savunma Bakanı tarafından cevaplandırılmasını arz ederim. M. Sıddık Altay Ağrı Doğu Anadolu Bölgemizin hava savunmasıyla ilgili olarak, Erzurum’da Hava Radar Mevzi Komutanlığı kurulmuştur. Ancak, bu radar doğu sınırımıza 300 kilometre uzaklıktadır. Erken ihbarın zamanında alınabilmesi için, sabit veya mobil radar sisteminin, Ağrı İli sınırları içinde kurulması planlanıyor mu? Planlanıyorsa, ne zaman uygulamaya konulacak? MİLLî SAVUNMA BAKANI MAHMUT OLTAN SUNGURLU (Gümüşhane) – Sayın Başkan, bizim radar sistemlerimizi ve silah sistemlerimizi açıklanmamız, en azından, beklenmiyor; ancak, şunu söylemek isterim ki, bütün hudutlarımız, gelecek her türlü tecavüze karşı, yeterli miktardaki uzaklıktan radar ve silah sistemleriyle donatılmış olduğundan arkadaşlarımızın emin olmaları lazım. Arz ederim efendim. BAŞKAN – Teşekkür ederim. Soru cevaplandırılmıştır. 21 inci sırada Sayın Aslan Polat’ın sorusu vardır. Sayın Aslan Polat?.. Burada. Soruyu okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın Sanayi ve Ticaret Bakanı Sayın Yalım Erez tarafından cevaplandırılmasına delâletlerinizi, saygıyla arz ederim. Aslan Polat Erzurum Kalkınmada öncelikli illerde ve bilhassa, bu illerin ilçelerinde yapılmakta olan küçük sanayi sitelerinde; a) Site inşaatlarının altyapılarıyla beraber bitirilmesi, bunun içinde siteler bitmeden, altyapılarının da ihale edilmesi yönünde çalışmalarınız var mı? Bu meyanda, bu yıl bitirilmesi planlanan Erzurum-Merkez Metal-İş Küçük Sanayi Siteleri ile Erzurum-Oltu Küçük Sanayi Sitelerinin altyapılarını bu yıl ihalesinin yapılması düşünülüyor mu? b) Erzurum-İspir Küçük Sanayi Sitesi inşaatının bu yıl, yer meselesi halledilerek, ihalesinin yapılması düşünülüyor mu? c) Sümerbank Genel Müdürlüğünce yapılan Erzurum-İspir Ayakkabı Fabrikası ve Tortum Şoyak Fabrikaları önce özelleştirilmiş, sonra, çalıştırılamadığı için geri alınmış ve şu an, arsaları Sümerbank Holdingte, yetkiyse Özelleştirme İdaresinde olan bu fabrikalar, atıl halde beklemektedir. Bu fabrikalar, bu bölgelerde sanayinin gelişmesi ve göçün önlenmesinde son derece etkili olacaklarına göre, işletilmesi için ne gibi bir çalışma yapılmaktadır? SANAYİ VE TİCARET BAKANI ENİS YALIM EREZ (Muğla) – Sorulara yazılı cevap vereceğim. BAŞKAN – Yazılı cevap vereceksiniz. Hep Refah Partili milletvekillerinin sorularını sorduk; bir de, 37 ve 38 inci sırada, Cumhuriyet Halk Partisinden Sayın Celal Topkan’ın soruları vardır. (RP sıralarından “Sayın Başkan, soru sorma süresi tamamlandı” sesleri) Efendim, rica ediyorum, olur mu?.. Bakın, biz geçmiş dönemde de böyle yaptık, partilere bir adalet sağlayacağız. (DYP, ANAP, DSP ve CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar; RP sıralarından gürültüler) Olmaz efendim, bu takdir bizim. (DYP, ANAP, DSP ve CHP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Sayın Celal Topkan’ın sorularını okuyalım efendim. (ANAP ve DYP sıralarından “Süre doldu” sesleri) Arkadaşlar, tamam da, burada her parti soru sorma hakkına sahip İSMAİL KAHRAMAN (İstanbul) – Sayın Başkan, soruları milletvekilleri soruyor, partiler değil. Süre doldu. BAŞKAN – Efendim rica ediyorum... Beyler, adaletten ve haktan bahsediyoruz; burada adaleti ve hakkı sağlayacağız. Buyurun, okur musunuz: (ANAP ve DYP sıralarından “Süre doldu, Sayın Başkan” sesleri) Efendim, süre doldu; ama, takdir benim. Son soruyu okutuyorum.(ANAP ve DYP sıralarından “Süre doldu” sesleri) Efendim, süre doldu; fazladan bir soru okutuyorum. Cumhuriyet Halk Partili arkadaşlarımıza soru sorma hakkını vermedik; bir tane soru da onlar sorusun efendim. Niye sizi rahatsız ediyor!.. (RP sıralarından gürültüler) Buyurun efendim. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Sanayi ve Teknoloji Bakanlığınca aşağıdaki sorumun cevaplandırılmasını arz ederim. Celal Topkan Adıyaman Bildiğiniz gibi, Adıyaman, GAP Projesi içerisindeki bir ildir. GAP Projesinin hedefi gereği, bölgenin sanayi altyapısının bir an önce yapılması gerekir. Bu amaçla, GAP Projesi sınırları içerisinde 1 ilçe olmak üzere, 85 yerleşim yerini, 60 bin hektarlık ekilebilir toprağını bu projeye hibe eden Adıyaman Organize Sanayi Sitesine gereken önemi verip, bitirmeyi düşünüyor musunuz? Pek çok il, ilçe ve hatta bazı kasabalarda dahi küçük sanayi sitesi mevcutken, Adıyaman merkez ve ilçeleri dahil hiçbir yerleşim yerinde küçük sanayi sitesi mevcut değildir. 1988 yılında fiilen yapımına başlanan ve hâlâ bitirilememiş olan Adıyaman Küçük Sanayi Sitesi ile Besni, Gölbaşı ve Kâhta küçük sanayi sitelerine gereken kaynağı ayırıp, bu siteleri bitirme müjdesini Adıyamanlılara vermeyi düşünüyor musunuz? Saygılarımla. BAŞKAN – Sayın Bakan, yazılı mı cevap vereceksiniz? SANAYİ VE TİCARET BAKANI ENİS YALIM EREZ (Muğla) – Efendim, Adıyaman Organize Sanayi Sitesine ve Küçük Sanayi Sitesine gereken önem verilecektir. BAŞKAN – Peki, teşekkür ederim. Değerli arkadaşlar, biz, geçmişte de böyle yapıyorduk, hep bir partiden sorular sordurmuyorduk; yani, bir denge olsun, bütün partili arkadaşlar... Aslında, biz isterdik ki, zaman bol olsun da, hepinize soru sorduralım. Şimdi, sırasıyla, yedinci turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım. Millî Savunma Bakanlığı Bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümlerini okutuyorum: H) MİLLÎ SAVUNMA BAKANLIĞI 1. – Millî Savunma Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi A – CETVELİ Program Kodu Açıklama Lira 101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 38 702 476 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 102 Millî Savunma Hizmetleri 286 669 324 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. TOPLAM 325 371 800 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Millî Savunma Bakanlığı 1996 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Bakanlık mensuplarına, memleketimize ve milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. (“Bravo” sesleri, alkışlar) Sanayi ve Ticaret Bakanlığı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: I) SANAYİ VE TİCARET BAKANLIĞI 1. – Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi A – CETVELİ Program Kodu Açıklama Lira 101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 260 262 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 111 Sanayi Hizmetleri 4 086 250 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 112 İç Ticaret-Teşkilatlandırma, Tüketicinin ve Rekabetin Korunması Hizmetleri 111 491 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 113 Merkez Dışı Hizmetleri 508 497 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 565 005 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 999 Dış Proje Kredileri 494 000 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. TOPLAM 6 025 505 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı 1996 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir. Bakanlık mensuplarına, ülkeye, milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. Başarılar diliyoruz Sayın Bakanlarımıza. (Alkışlar) İ) İÇİŞLERİ BAKANLIĞI 1. – İçişleri Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi a) Emniyet Genel Müdürlüğü 1. – Emniyet Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Bütçesi b) Jandarma Genel Komutanlığı 1. – Jandarma Genel Komutanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi c) Sahil Güvenlik Komutanlığı 1. – Sahil Güvenlik Komutanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi J) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI 1. – Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, çalışmalarımıza devam ediyoruz. Sekizinci turda, İçişleri Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçeleri müzakere edilecektir. Komisyon ve Hükümet yerlerini aldılar. Sekizinci turda söz alan gruplar ve kişileri okuyorum: Refah Partisi Grubu adına Eskişehir Milletvekili Hanifi Demirkol, Kars Milletvekili Zeki Karabayır; ANAP Grubu adına Aksaray Milletvekili Sayın Sadi Somuncuoğlu, Balıkesir Milletvekili Sayın Hüsnü Sıvalıoğlu; Doğru Yol Partisi Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Hayri Kozakçıoğlu, Trabzon Milletvekili Sayın Yusuf Bahadır; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına İzmir Milletvekili Sayın Sabri Ergül, İzmir Milletvekili Sayın Aydın Güven Gürkan; Demokratik Sol Parti Grubu adına İstanbul Milletvekili Sayın Erdoğan Toprak, Balıkesir Milletvekili Sayın Güven Karahan . Şahıslar adına: Lehinde, Ordu Milletvekili Hüseyin Olgun Akın vazgeçmiştir; aleyhinde, Rize Milletvekili Sayın Şevki Yılmaz, İstanbul Milletvekili Sayın Mustafa Baş . Biliyorsunuz, konuşma süreleri, gruplar adına 20’şer dakika, şahısları adına 10’ar dakikadır. Şimdi, Refah Partisi Grubu adına, Sayın Hanifi Demirkol; buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar) Sayın Demirkol, siz, süreyi eşit olarak mı böldünüz efendim? HANİFİ DEMİRKOL (Eskişehir) – Evet efendim. BAŞKAN – Peki, o zaman, süreniz 10 dakika. Buyurun efendim. RP GRUBU ADINA HANİFİ DEMİRKOL (Eskişehir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İçişleri Bakanlığı bütçesi hakkında, Refah Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum; Grubum ve şahsım adına hepinizi saygıyla selamlarım. Bu vesileyle, güvenlik güçlerimizden, öğretmenlerimizden, kamu görevlilerinden ve vatandaşlarımızdan, terör nedeniyle şehit olanları rahmetle, gazilerimizi saygıyla anarım. Bilindiği gibi, İçişleri Bakanlığımız, ifa ettiği görevler bakımından önemli bakanlıklarımızdan biridir. Devletin en önemli görevlerinden biri olan emniyet ve asayiş hizmetleriyle, vatandaşın her türlü güvenliği, bu bakanlığımız tarafından yerine getirilmektedir. Diğer taraftan, bakanlık, idarenin önemli bir bölümüdür, hatta taşra idaresinin tamamı denilebilir. Zaman ölçüsü içerisinde Bakanlığımızın göreviyle ilgili birkaç konuda düşüncelerimi arz etmek istiyorum. Değerli milletvekilleri, yıllardır mücadele verildiği halde, terör olayı hâlâ ülke gündeminin birinci sırasını teşkil etmektedir. Bu konuda arzu edilen başarının elde edilememesinin önemli nedenlerinden biri, terör örgütünün gücü, maksadı ve bu maksadı gerçekleştirmek için uygulamaya koyduğu politikanın iyi teşhis ve tespit edilememesidir. Tespit iyi yapılamayınca, alınan tedbirler ve verilen mücadele de eksik olmaktadır. Bu konuda birinci yanlışımız, geçmişte, örgütün gücü hakkında olmuştur; binlerce militanı eğiterek ülkemize gönderdiği halde, yetkililer, yeterli bilgi sahibi olmadıklarından, her eylemden sonra “örgütün son çırpınışı” diye beyanda bulunmuşlardır. Örgütün, maksadını gerçekleştirmek için uygulamaya koyduğu silahlı eylemle birlikte, yürüttüğü eğitim, ekonomik ve sosyal politikaları da vardır; bunlara karşı politika oluşturularak mücadele verilmemiştir. Bu konuda verdiğimiz tek mücadele silahlı mücadele olmuştur. Ancak, o da, bazı konularda eksik gerçekleştirilmiştir. Bilindiği gibi, militanlar, dışarıda eğitilip sınırdan girdikleri halde, sınır güvenliği, bugüne kadar, tam sağlanamamıştır. Bunun kusuru, hudutta görev yapan güvenlik görevlilerimizin değil, bu konuda gerekli tedbirleri almak üzere, hükümetlerin gerekli kaynağı ayırmamasıdır. Örgütün çok önem verdiği temel politikası, bölgede yaşayan vatandaşlarımızı maddî ve manevî yönden zayıf düşürmektir; bunun için, eğitim politikası ve ekonomi politikası oluşturmuştur. Eğitim politikasının maksadı, millî eğitimi yaptırmamaktır; yüzlerce öğretmeni şehit etmesinin ve okulları yakmasının sebebi budur. Esasında, örgüt, bu politikasını uygulamaya, 1980’den önce başlamıştır. O zaman, buralarda görev yapan öğretmenlerden, kendisi için zararlı gördüklerine karşı, sindirme ve kaçırma politikası uygulamış ve bunda da başarılı olmuştur. Buna karşı, yetkililer, bunun farkında olmadan, öğretmen konusunda da, buraları sürgün yeri olarak değerlendirerek, ne kadar soruşturmalı ve bölücü öğretmen varsa, bu konuda takipli öğretmen varsa, buraya göndermiş ve ortam böyle hazırlanmıştır. Bölücü terör örgütünün neden bu politikayı uyguladığını sorarsanız, cevabı şudur: Eğitilmemiş insanları daha kolay kandırıyor ve kendi yöntemiyle eğitiyor. Bakanlığımızın yaptığı bir araştırmaya göre, Marksist-Leninist teröristlerin yüzde 61’i lise ve üniversite mezunu olduğu halde, bölücü terör örgütünde bu oran yüzde 10’dur. Bugün, bölgede, binlerce okul kapalıdır. Yetkililerden öğrendiğime göre, şu anda, Muş’ta, 199 okul açık, 225 okul kapalı; Hakkâri’de 59 okul açık, 221 okul kapalı; Diyarbakır’da 230 ve Mardin’de 367 okul kapalı bulunmaktadır. Bölücü terör örgütünün bu politikasına karşı, devletimizin etkin bir eğitim politikası uyguladığını söylemek mümkün değildir. Bu sonuç, örgütün istediği sonuçtur; bu sonuç, hükümetler için bir ağır kusurdur. Örgütün uyguladığı ekonomi politikasının maksadı da, vatandaşlarımızı, ekonomik yönden zayıf düşürmektir; bunun için hizmete mâni olmak istemekte, yakıp yıkmakta ve göçe zorlamaktadır; bunda da muvaffak olmuştur. Buna karşı, devletin hazırlanmış bir ekonomi politikası, programı ve uygulaması bulunmamaktadır. Bundan önceki Hükümet döneminde, Sayın Başbakan, birsürü vaatlerde bulunmuş, paket açmış; ancak, bunların hiçbiri uygulamaya geçirilmemiştir. Doğu Anadolu Kalkınma Projesi, 1993 yılından beri bekletilmektedir. Terörden zarar gören vatandaşlarımızın zararının tazmin edilmesi ve zarar gören köylerin Afet Kanunu kapsamına alınması konusunda Grubumuzun verdiği 2 kanun teklifi de komisyonlarda bekletilmektedir. Bu konuda, bundan önceki Hükümetin tek müspet icraatı olmuş, onu da sonradan yanlış uygulamıştır. Başbakanlığın 1984 gün ve (...) sayılı genelgesiyle, terörist faaliyetlerin yol açtığı sıkıntıları gidermek maksadıyla, Acil Destekleme Fonu oluşturulmuştur; ancak, bu fon, maksadı dışında kullanılmıştır. Toplanan kaynaktan büyük bir kısmı bölge dışındaki illere ve iktidara mensup belediye başkanlarına gönderilerek seçime yönelik hizmetlerde kullanılmıştır. Örneğin, bu fonda, 1995 yılında 3 trilyon liraya yakın para toplandığı halde, Muş İline 17 milyar lira, koca Diyarbakır’a, göç alan Diyarbakır’a 60 milyar lira gönderilmiş; buna rağmen, bölge dışında, terörle uzaktan yakından alakası olmayan Ege’de küçük bir ile daha fazla para gönderilmiştir. Terör örgütünün bir yayın politikası vardır; MED TV denilen kanalla ve başka yollarla propaganda çalışması yapmaktadır. Buna karşılık da etkili bir politikamız olmamıştır. BAŞKAN – Efendim, 1 dakikanız var. HANİFİ DEMİRKOL (Devamla) – Değerli milletvekilleri, örgütün bu politikaları iyi tespit edilerek buna göre mücadele verilmelidir. Herşeyden önce, silahlı mücadele verilirken, bölgede yaşayan vatandaş potansiyel suçlu olarak görülmemeli ve kazanılmalıdır. Kandırılmış küçük bir azınlık dışında, bölgede yaşayan bütün vatandaşlarımız, ülkenin ve devletin birliğinden yanadır; geçmişte olduğu gibi bugün de, ülkesi için mücadele verme heyecanını yüreğinde taşımaktadır. Doğu ve güneydoğu bölgelerimizi ekonomik ve sosyal yönden diğer bölgelerle bütünleştirici ve farklılığı ortadan kaldırıcı programlar uygulanmalıdır. Terör örgütü bu çalışmaları istememekte; ancak, bölgenin farklılığı ve geri kalmışlığı da istismar edilmektedir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Demirkol, 1 dakikalık zaman veriyorum; lütfen konuşmanızı bitirin efendim, uygulama öyle. HANİFİ DEMİRKOL (Devamla) – Değerli milletvekilleri, bugün, terörün bu noktaya gelmesinde Kuzey Irak’taki otorite boşluğu, Çekiç Güç ve Irak’a uygulanan ambargonun çok büyük etkisi olduğunu sokaktaki vatandaşımız bile bilmektedir. Bu nedenle, bu sorunlar çözülmelidir. Ben, bütçemizin ülkemize hayırlı olmasını diliyor, Sayın Bakanımızı kutluyor, saygılar sunuyorum. (RP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Demirkol. Refah Partisi Grubu adına ikinci konuşma, Kars Milletvekili Sayın Zeki Karabayır tarafından yapılacaktır. ALİ OĞUZ (İstanbul) – Ben konuşacağım Sayın Başkan. BAŞKAN – Sayın Oğuz, hazır kuvvet olarak zatı âliniz geliyorsunuz... Geçmişte çok güzel konuşmalarınızı dinlemiştik; buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar) RP GRUBU ADINA ALİ OĞUZ (İstanbul) – Sayın Başkanım, değerli arkadaşlarım; Yüce Meclisinizi, Grubum ve şahsım adına, hürmetle ve muhabbetle selamlıyorum. Bu bütçemizin, Bakanlığımıza ve Bakanlık çalışanlarına, işçilerimize ve işverenlerimize ve özellikle memleketimiz ve milletimize hayırlı olmasını temenni ediyorum. Değerli arkadaşlarım, sosyal güvenlik denildiği zaman, ilgili Bakanlığımızın, işçi ve işveren münasebetlerini düzenleyen, özel bir kanunla teşkilatlanmış ve memleketimizdeki iç barışı düzenleme hususunda en ehemmiyetli bakanlıklarımızdan biri olduğu hepimizin malumudur; işçi ve işveren münasebetlerinde, iç barışta ve memleketimizin huzurunda, ne kadar ehemmiyetli bir rolü olduğunu hiç kimse inkâr edemez. Bizim inançlarımızda, işçinin alınteri kurumadan hakkının verilmesi hususu, Hak emridir, ilahî bir emirdir. O sebeple, neredeyse bin yıl, memleketimizde, işçi ve işveren münasebeti hiçbir zaman bozulmamış, bir ahenk içeriside devam etmiştir; çünkü, bizim inancımızda, işverenin, yanında çalıştırdığı işçinin hakkını kâmil manada vermesi, yediğinden yedirmesi, giydiğinden giydirmesi, hatta, yattığı yerde yatırması hususunda ilahî emir vardır. Bu, yüzlerce yıl, binlerce yıl hep böyle devam etmiş, hiçbir surette iç barış bozulmamış, işçi ve işveren birbirine hiç düşman olmamış ve memleketin üretimi ve hizmetleri ahenkli bir şekilde devam ettirilmiştir; fakat, dış ülkelerden hukuk almaya başladığımız andan itibaren işçi ve işveren birbirinin düşmanı olmuş, kardeşlik yerine düşmanlık hâkim olmuş, grevler, lokavtlar gibi mevzuatları tam ve kâmil manada tatbik edemememizin neticesi olarak tam bir çatışma havası ortaya çıkmıştır. Bugün, eğer, işçimiz ve memurumuz sokaklara dökülüyorsa, Sosyal Sigortalar Kurumu hastanelerine giden işçimiz tedavisini yaptıramıyorsa; hatta, ay başı geldiği zaman, emekli, aylığını alamamanın endişesi, telaşı ve huzursuzluğu içerisindeyse, memlekette bir iç barıştan bahsetmenin imkânı yoktur. Günlerden beri, sokaklarda memur yürüyüşüne şahit oluyoruz, işçi yürüyüşüne şahit oluyoruz, huzursuzluklara şahit oluyoruz. Bunların tek sebebi, memleketimizdeki ekonomik sıkıntıların getirdiği, yanlış tatbikatların, yanlış idare ve uygulamaların getirdiği sıkıntılardır. İşçimiz, hiçbir zaman memleketin huzursuzluğunu istemez; ama, her şeyden evvel, hakkını ve çalıştığının karşılığını almak hususunda, tabiî ki, işçimizin arzuları vardır; onu yerine getirmek hususunda bir mücadele ortaya koymak durumundadır. Biz, bu mücadelenin kardeşçe yürütülmesinden yanayız; sureti katiyede kırmak, dökmek, mücadeleyi bir kan gölü haline getirerek, meydanlarda sürdürerek memleketin huzurunun bozulmasından yana değiliz; ama, gelin görün ki, tatbikatta hep böyle devam etmektedir; çünkü, hakkını alamadığı zaman “ben söke söke alırım” alışkanlığını tatbik etme noktasına gelmiştir. Halbuki, ne davullu zurnalı grevlerle işyerlerinin kapatılmasını ne de bu milletin alınteriyle, gözyaşıyla kurulmuş o fabrikaların tahrip edilmesini, imalatını ve istihsalini durdurması noktasındaki gayretlerini tasvip etmek mümkün; ama, dışarıdaki örnekleri almışız ve diyoruz ki, ille bu işler böyle halledilir... Biz diyoruz ki, hayır, bu işler böyle halledilmez, bu işler kardeşçe halledilir. Çünkü, işçi ve işveren birbirinin kardeşidir; kardeş kardeşi tahrip etmez ve memleketin millî gelirine müessir olan müesseselerin, fabrikaların; işverenlerin kurmuş olduğu, emek, gözyaşı ve tasarrufların neticesi olan o fabrikaların o hale getirilmesini tasvip etmek mümkün değil; ama, gelin görün ki, bu tatbikat böyle devam ediyor. Biz, ümit ediyoruz ki, inşallah, bizim iktidarımızda sokaklara işçiler dökülmeyecek; memurlar dökülmeyecek (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) ve onları yokluğa mahkûm etmemek hususunda prensip kararlarımız vardır; ama, bugüne kadar bunu memleketimizde görme imkânı olmamıştır. İşçi, bugün, hakikaten sıkıntıdadır, memur sıkıntıdadır; aldığı ücretle ancak ev kirasını verebilme noktasındadır, evladının ayağına bir pabuç alamamaktadır; hergün, sofrasından, enflasyon, ya bir dilim ekmeği yahut da bir tas çorbayı almaktadır. Verdiğimiz zam ise, yüzde 20’ler, yüzde 25’ler mertebesindedir; hep onunla iftihar ederiz; ama, enflasyonlar yüzde 50’ler, yüzde 100’ler, yüzde 150’ler, hatta yüzde 200’ler noktasına ulaşmıştır. Faizin yüzde 250 olduğu ve devlet repolarının, hatta devletin himayesindeki faizin, devlet bonolarına verilen faizin yüzde 245 olduğu, bir gecelik faizin yüzde 1 000 olduğu memlekette, işçinin hakkının verildiğini ifade etmek, sadece abesle iştigaldir, başka bir manaya gelmez. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Onun için, biz diyoruz ki, memleketi açlığa mahkûm eden bu politikadan vazgeçmeniz lazım; çünkü, yeni istihdam imkânları meydana getirecek müesseseleri açamıyorsunuz ve memleket bu yüzden sıkıntılar çekiyor. Yetmiş yıllık alınteri, gözyaşıyla kurulmuş fabrikaları da, haraç mezat, özelleştirme namı altında satıyorsunuz ve peşkeş çekiyorsunuz. Bunun devamına imkân yoktur... Bu sizi batıracaktır ve batırmıştır da... (RP sıralarından alkışlar) Memleket, artık ümidini kesti sizden; çünkü, işçi diyor ki “benim hakkımı bunlar veremez, onun için sokağa dökülüyorum; çoluk çocuğumun hakkını veremiyorlar.” özelleştirilen müesselerden çıkanlar kapılarının önünde ağlaşıyorlar. Siz, hâlâ diyorsunuz ki “özelleştirdiğimiz müesseselerdeki işçilerimizi koruyoruz, başka yerlere naklediyoruz.” Buna kimse inanmıyor. Değerli kardeşlerim, eğer böyle olsaydı, bugün, resmî rakamlara göre 12 milyon; ama, herkesin bildiği bir gerçek var ki, 10 milyonu açık işsiz, 10 milyonu da gizli işsiz olmak üzere, memlekette 20 milyon iş bekleyen insan var. Akşam evine bir ekmek parasını götürememenin ıstırabını çeken, gözyaşı döken insanlar var. (RP sıralarından “Bravo sesleri, alkışlar) Siz, lüks otomobillere, lüks harcamalara devamlı olarak memleketin imkânlarını sarf ediyorsunuz ve lüks üzerine lüksü devam ettiriyorsunuz; ama, öbür tarafta, işsizin, yoksulun halinden hiç haberdar değilsiniz; yavaş yavaş tabanınız kayıyor; bir gün bakacaksınız ki, sizin elinizden tutan kimse kalmamış. Hastanelerde sürünenlerin halini hepimiz biliyoruz. SSK’ya kimse gitmiyor. Aç kalayım, yoksul kalayım, öleyim; gitmeyeyim oraya diyor; gidiyor; kovuluyor, azarlanıyor. Sayın Bakanım bunları benden iyi bilir. İlacını almak için saatlerce kuyrukta bekliyor; ama, onun derdine deva olacak hiçbir tedbir yok. Yabancı ülkelere giden işçilerimiz, haklarını bekliyorlar. Onlara da bir şey veremiyorsunuz. Onlar da diyorlar ki, bu kadar sıkıntılarımız var. Gerek resmî seyahatlerimizde gerekse konferans veya ziyaret maksadıyla yabancı ülkelere gittiğimiz zaman, dertlerini döküyorlar “biz, memleketimizde bu imkânlara kavuşsak daha güzel değil mi” diyorlar. Çünkü, insanın saadetinin alameti üçtür. Bizim inancımız bunu böyle tarif eder. Rahat bir evi, memleketinde işi, saliha bir hanımı; böyle tarif edilir saadet. Aç kaldığı için memleketi terk etmiş; ekmek parasına yad ellere gitmiş; oralarda, kovulmuş, sövülmüş, hakaret görmüş; ama, ne yapsın ki, ekmek parası... Oradan gelme imkânı yok; ama, yine de Türk işçisini tebrik ediyoruz; gayret etti, çalıştı; bugün, orada, hiç olmazsa, 35 bin kardeşimiz işçi durumundan patron noktasına geldi, iş sahibi oldu, müessese kurdu. Kendi gayretleriyle oldu, sizin sahip çıkmanızla değil. Siz, maalesef, onların haklarını da takip edemediniz. (RP sıralarından alkışlar) Bazı yerlerde çok hakaretler gördüler, çok ıstıraplar çektiler. Gelin şu... BAŞKAN – Sayın Oğuz, 1 dakikanız var efendim. ALİ OĞUZ (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkanım. Bugün, Bağ-Kur’un hali yürekler acısı. Öyle bir yürekler acısı ki, bir zaman geldi, Bağ-Kur’lular artık primlerini ödeyemez hale geldiler. Onları hapishanelere tıkma noktasına getirdik; prim ödeyemeyince mahkemelere sevk ettik; mahkûmiyetler aldılar. Hapishaneler, onları istiap edemez hale geldi ve bir noktada, onları aldık, hapishanelerde kuyruğa koyduk ki, infaz edilsin diye; çünkü, primini ödeyemiyor. Halbuki, siz, onu, o kadar cazip, o kadar güzel hale getirecektiniz ki, o, o primlerini seve seve verecekti. Birkısmı ödedi, onları tebrik etme noktasında oldunuz, sonra bir kısmı ödemedi, onları affederek en büyük adaletsizliği yaptınız. Adam “yahu, biz enayi miyiz Allahaşkına, bundan sonra ben de ödemem, nasıl olsa bir af çıkıyor” dedi. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Oğuz, lütfen son cümlenizi söyler misiniz efendim. ALİ OĞUZ (Devamla) – Onun için, gelin, bu işçi haklarını ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımızın Teşkilat Kanununda tadat edilen hizmetleri, kâmil manada yapın, yerine getirin, işçimiz de size dua etsin. Emekli Sandığının durumunu düzeltin. “SSK bu sene 200 trilyon zarar edecek” diyor Sayın Bakanım geçen gün “...ve önümüzdeki sene, bu, 600 trilyona çıkacak, daha da büyüyecek” diyor. Bu, kimsenin kabahati değil, sizin yanlış tatbikatlarınızın kabahati. Sayın Bakanım “efendim, ben yeni bakan oldum, bu benden evvelkilerin icraatı” diyecek. Sizden evvelkilerde sizin ortaklarınız... Sizin birbirinizden farkınız da yok... Yok birbirinizden farkınız... (RP sıralarından alkışlar) ALİ COŞKUN (İstanbul) – Yok birbirimizden farkımız; ama, biz Anavatanlıyız... ALİ OĞUZ (Devamla) – Hepiniz aynı hataları yapıyorsunuz. Gelin, bu işleri düzeltin, memleketin sağlık, saadet ve refahı için lazım gelen tedbirleri alın; işçimizin hayır duasını alın. Yoksa, onları, hastane kapılarında, muayene için, ilaç için süründürürseniz, onlar da, devamlı olarak sizden ümidini keserler; siz gidersiniz, biz geliriz. Refah gelir, zulüm biter. Hepinizi hürmetle selamlıyorum. (RP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Oğuz. ANAP Grubu adına, Sayın Sadi Somuncuoğlu; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar) Sayın Somuncuoğlu, siz de arkadaşınızla süreyi eşit mi paylaştınız efendim? SADİ SOMUNCUOĞLU (Aksaray) – Evet. BAŞKAN – O zaman, süreniz 10 dakika. Buyurun efendim. ANAP GRUBU ADINA SADİ SOMUNCUOĞLU (Aksaray) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Anavatan Partisinin, İçişleri Bakanlığı bütçesi hakkındaki görüşlerini arz etmek üzere huzurlarınızdayım; Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. Sözlerime başlarken, devletimizin, vatanımızın ve milletimizin mukaddes bütünlüğü için canını feda eden aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet, yaralılara şifalar diliyorum, gazilerimize minnetlerimi sunuyorum. Görevi başında bulunan güvenlik görevlilerimize, diğer bütün görevlilere, Yüce Meclisin kürsüsünden, saygılarımı ve samimî başarı dileklerimi bildiriyorum. Bizim, burada, vatandaşlarımızın ülkenin her yerinde rahatlıkla görevlerini yapmalarını sağlayan bu kahramanlarla bir yürek gibi beraber olduğumuzu ifade etmek istiyorum. Değerli milletvekilleri, bildiğiniz gibi, İçişleri Bakanlığı, devletimizin ana iskeletini oluşturan büyük bir kuruluşumuzdur. Bu Bakanlığımıza, her yıl, ortalama, bütçenin yüzde 6’sı kadar pay ayrılırken, bu yıl, bu miktarın biraz daha düşürüldüğünü üzülerek görüyoruz. Bunu, devletimizin malî sıkıntılarıyla izah etmekten başka da çaremiz yoktur. İçişleri Bakanlığı, kendisine verilen bu bütçeyle, Bakanlık, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı olarak, ülkemizin karşısında bulunan ağır meselelerin halline çalışacaktır; bölücü terörle uğraşacak, devletimizin yeniden yapılanması için gerekli çalışmaları yürütecek, trafik canavarı adını alan trafiğin düzene sokulmasına uğraşacak, çocuklarımızı zehirleyen her türlü kötülüklerle, özellikle uyuşturucu felaketiyle, yeraltı dünyasıyla, kaçakçılıkla mücadele edecek, nüfus ve vatandaşlık işlerini, merkezî nüfus idaresi sistemini kurarak, süratli, etkili ve verimli bir yapıya kavuşturmak için gayret sarf edecek, borç batağına gömülmüş bulunan belediyeler ile diğer mahallî idarelerin meselelerine çözümler arayacak, kamu düzeninin sağlıklı hale getirilmesi ve vatandaşlarımızın güvenlik içinde, her türlü endişeden uzak bir ortamda yaşayabilmesi için gerekli tedbirleri arayacaktır. Değerli milletvekilleri, önemli gördüğümüz ve başlıklar halinde ifade etmeye çalıştığımız bu hizmetlerle ilgili söylenmesi gereken çok söz vardır; ancak, zaman son derece kısıtlı. Bu bakımdan, bazı hatırlatmalar yapmakla yetineceğim. Devletin yeniden yapılandırılması çok önemli bir konudur. Hevesle ve aceleyle ortaya çıkarılacak birtakım görüşlerin uygulamasına geçilecek olursa, korkarız ki, idare büyük bir kargaşaya sürüklenebilir. Bunun için, köylerden, kasabalardan, ilçe ve illerden alınacak tespit ve görüşler esas alınarak, merkezde çalışma grupları oluşturulmalı, üniversite ve ilgili kuruluşların görüşlerine müracaat edilerek, bir metin ortaya çıkarılmalı ve sonra da, elde edilen bu görüşler kamuoyunda tartışılmalıdır; ortaya çıkacak sonuçlar, önce pilot uygulamalarla denenmeli, ıslah edilerek, ülkeye teşmil cihetine gidilmelidir. Değerli milletvekilleri, trafik meselelerini değerlendirirken, sorumluluğu sürücülere yükleme rahatlığına düşülmemeli, gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, trafiğin tanziminde başlıbaşına rol oynayan yol çizgileri, bizim ülkemizde de hayata geçirilmelidir. Aynı şekilde, fizikî şartların başında yer alan arızalı ve bozuk yollar konusunda duyarlı olmalıyız, gerekli ıslah çalışmalarını süratle gerçekleştirecek bir mekanizma kurmalıyız. Bu arada, etkili, ısrarlı ve sürekli bir denetim olmadan, trafik düzeninden bahsedemeyeceğimizi de unutmamalıyız. Değerli milletvekilleri, belediyeleri borç batağından kurtarmak için, belediye sınırları içinde bulunan ve çoğu zaman da sorumsuz kişilerin yağmaladığı hazine arazi ve arsalarının rayiç bedelle satılarak, elde edilecek gelirin ilgili belediyelere verilmesi konusu ciddiyetle incelenmelidir. Şayet böyle bir çözüme gidilebilirse, belediyelerimiz, sonucu nereye varacağı belli olmayan borç yükünden kurtulmakla kalmayacak, aynı zamanda, görevlerini dinamik olarak yapacak bir konuma gelecekler, uzun süre, merkezde kaynak aramaktan kurtulacaklardır. Değerli milletvekilleri, bu kısa hatırlatmadan sonra, sözü, bölücü terör üzerine getirmek istiyorum. Bugün, takdirle karşılamak gerekir ki, devletimiz, bölücü terörü sunî olarak etnik temele oturtma oyunlarını önemli ölçüde bozmuştur; ama, terörün dayandığı Marksist, komünist ideolojiyle, terörü, Türkiye’ye ve Ortadoğu’ya yönelik çok yönlü politikaların aleti olarak kullanan devletlerin durumlarıyla ilgili olarak etkili çalışmalar yapılamamış, kamuoyu, bu konularla ilgili olarak yeterince aydınlatılamamıştır. Aksine, bazı çevrelerde, bölücü terörün dış boyutu küçümsenmeye çalışılmış, biz içeridekini halledelim, dışarıya sıra gelsin gibi yanlış görüşler ortaya atılmıştır. Bütün dünyada bilinen bir gerçek vardır; o da, bir yerde bölücü terör varsa, onun arkasında mutlaka dış kaynak vardır. Esasen, dış kaynak olmadan, terör, ya başlayamaz yahut da uzun süremez. Bu sebeple, meseleyi bütünüyle ele almak gerekir. Bölücü terör, şehirlerden kovulmuş, kırsala sıkıştırılmıştır; ama, bu güzel gelişmeye karşılık, PKK, Batılı devletlerin ve kuruluşların gündemine alınmış, böylece, mesele, devletlerarası zemine kaydırılmıştır. Komşularımızın tamamı, bölücü teröre topraklarını açmış; Suriye ve Yunanistan gibi devletlerse, insanlık suçu sayılan terörizmi, açıktan destekler duruma gelmiştir. Değerli milletvekilleri, dünyada bir benzeri görülmeyecek açık düşmanlıkla karşı karşıyayız. Nasıl bir siyaset güttük ki, bütün komşularımız, vatanımızın bölünmesi için açıktan uğraşabiliyorlar. O halde, dış politikamızı yeniden masaya yatırmalıyız. Birinci Dünya Harbinden ve Osmanlı İmparatorluğunun dağılmasından sonra, ülkeler, kendi iç meseleleriyle uğraştı. İstiklal Harbini canıyla, dişiyle kazanmış Türkiye’ye kimse yan bakamıyordu. Daha sonra, NATO’nun güvenlik şemsiyesi altına girdik; bizim yorulmamıza gerek kalmadığı düşüncesiyle, güvenliğimizi bu kuruluşa, âdeta, emanet ettik. NATO’lu yıllarda, Suriye’nin silahlı gerilla yetiştirip ülkemize göndermesi hariç tutulursa, güvenliğimizi ve toprak bütünlüğümüzü tehdit eden bir durumla karşılaşmadık; ama, şimdi, dünyadaki dengeler bozulunca, kendi güvenliğimizi kendimiz sağlamakla karşı karşıya kaldık; kaldık ama, gerekli politikaları halen geliştiremedik. Dış politikada, sadece beyanat vermekle, iyi temennilerde bulunmakla, barış istemekle hiçbir netice alınamayacağına göre, her politikanın bir yaptırım gücüne de dayanması gerekir. Topraklarımızı parçalamaya matuf saldırıları caydıracak, Suriye’yi, otuz yıldır sürdürdüğü terörist ihracından vazgeçirecek araçlarımız ve imkânlarımız nelerdir; işte, meselenin esası buradadır. O halde, bölücü terörün dış kaynaklarının kurutulması için, ilgili ülkelerin menfaatlarına halel getirecek araçları, metotları bulup, vakit geçirmeden uygulamaya koymalıyız. Değerli milletvekilleri... BAŞKAN – 1 dakikanız var efendim; ona göre ayarlayın... SADİ SOMUNCUOĞLU (Devamla) – Eyvah!.. Bu konuda, bugüne kadar üzerinde durulmayan, psikolojik ve sosyolojik ağırlıklı bazı tespitleri de huzurunuzda ifade etmek isterdim; ancak, zamanımın bittiği ikazını aldım. Bilmiyorum, arkadaşımızdan bir iki dakika alabilir miyiz... BAŞKAN – Buyurun siz devam edin. SADİ SOMUNCUOĞLU (Devamla) – Değerli milletvekilleri, Çekiç Güç, bugün, ulaştığı muhteva itibariyle, ülkemizin bütünlüğü ve güvenliğimiz açısından ciddî endişelerin kaynağı olmuştur. Bu bakımdan, Çekiç Güç meselesi ihmale bırakılmadan, Türkiye’yi birinci derecede ilgilendirmesi sebebiyle, Türkiye’nin şartlarına uygun bir çözüme süratle ulaştırılmalıdır. İnsan hakları gibi kutsal bir kavram, sömürgecilerin ve bölücü terörün istismarına konu olmaktan çıkarılmak maksadıyla, her türlü dış tesir bir tarafa bırakılarak, engin kültürümüz ve yüksek inançlarımız gereği, millî ölçülerimizle değerlendirilmeli ve geliştirilmelidir. Batılı güçlerin, ülkemizde olduğu gibi, Bosna- Hersek’te, Çeçenistan’da, Azerbaycan’da, Batı Trakya’da, Kıbrıs’ta ve Türkmeneli’nde (Kuzey Irak’ta) insan haklarından ne anladıklarını çok iyi gördük. İnsan hakları meselesi, başkalarına göre ve başkalarıyla birlikte değil, kendimizce geliştirilmelidir. Bölücü terörle mücadelede, tavizin tedbir olamayacağı iyi bilinmelidir. PKK, nihaî hedefine girebilmek için, uğramak zorunda olduğu ara istasyonları tespit etmiştir. Uzlaşma ve çözüm adına zaman zaman ortaya öylesine görüşler atılmıştır ki, kanlı örgütün önceden tespit ettiği ara istasyonlara uğramasını teminden başka bir sonuç vermeyecek nitelikte beyanlarda bulunulmaktadır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Efendim, lütfen son cümlelerinizi söyleyin; size ek 1 dakika daha süre verdim. SADİ SOMUNCUOĞLU (Devamla) – Arkadaşımın kullanacağı süreden alacağım. BAŞKAN – Peki, size, biraz daha müsamaha gösterelim!.. SADİ SOMUNCUOĞLU (Devamla) – Teşekkür ederim. Onun için, milletimizin fertleri, bölgeleri ve zümreleri arasında farklılık yaratacak, ayrıcalık meydana getirecek her türlü görüş yanlıştır, zararlıdır. Sosyolojinin temel kuralı gereği, bir toplumun fertleri, grupları ve bölgeler arasındaki iktisadî, siyasî, sosyal ve kültürel farklılıklar ne kadar fazlaysa o toplumda huzursuzluk, sürtüşme ve çatışma da o kadar fazla olacaktır; bu farklılıklar ne kadar aza indirilirse huzur, güvenlik, istikrar ve bütünlük de o kadar çok olacaktır. Hiçbir zaman unutmayalım ki, 60 milyon nüfusu bulunan Anadoludaki Türk Milleti, bir ailedir; tarih boyunca da böyleydi. Türk Milleti veya Türk kavramını ırkla özdeşleştirerek, onu bir milletin ve o millete ait muhtevanın adı olmaktan çıkarmaya, böylece varlığımızı zayıflatarak, bütünlüğümüzü bozmaya matuf çalışmalar vardır. Konuyu derinliğine düşünmeden beyanlarda bulunulmaktadır. Bize “Türkler” diye hitap edenler, bir muhtevanın adını söylemektedirler. O muhtevada, birbiriyle ahenkli bir bütünlüğü, bir sosyolojik olguyu ifade eden tarihî, kültürel, sosyal ve manevî değerler vardır. Bu değerleri, bir sabah erken kalktığımızda, biz istedik diye kazanmadık, başkaları istemiyor diye de ortadan kaldıramayız. Bizi, Türk Milleti yapan bu değerler, bilemediğimiz kadar eski asırlardan beri sürüp gelen müşterek tarihimizden, müşterek vatanımızdan, devletimizden, müşterek kültürümüzden, dinimizden, dilimizden; müşterek sanatımızdan, musikimizden, edebiyatımızdan, şiirimizden, mimarimizden, müşterek halımızdan, kilimimizden, düğünümüzden, derneğimizden kaynaklanıyor. Onun için... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Efendim, süreniz bitti, lütfen... SADİ SOMUNCUOĞLU (Devamla) – Arkadaşımdan zaman aldım. BAŞKAN – Aslında size biraz müsamaha da gösterdim ama, buyurun; 1 dakika daha süre veriyorum. SAMİ SOMUNCUOĞLU (Devamla) – ... Hiç kimse “ırk = millet” diyemez; ama, herkes, yukarıda sayılan “müşterek değerler = millet” der. Özetle ifade etmek isterim ki, boy ve soy adımız ne olursa olsun, hepimiz bu milletin evladıyız. Mahallî özelliklerimiz, millî kimliğimizin ve özelliğimizin önüne ve üstüne çıkarılamaz. Mahallî değerler, millî kültürümüzü besleyen kaynaklardır. Kimlik tartışmaları da, bu sosyolojik olgu içinde görülmelidir. Değerli milletvekilleri, bölücü terörle mücadele, millî bir mesele haline gelmiştir; çünkü, şehidi olmayan köyümüz, kasabamız ve ilimiz kalmamıştır. Millete mal olan bir mesele ise, mutlaka sonuca ulaşacaktır ve Türk Milleti, insanlık alemindeki şerefli yerini alıp, insanlığa da katkısını yapmak üzere, yoluna devam edecektir. O halde, geleceğimize emin olarak bakabiliriz ve bakmamız gerekir. Değerli milletvekilleri, İçişleri Bakanlığı bütçesinin, Bakanlık mensuplarına, bu yolda hizmeti geçenlere ve büyük Türk Milletine hayırlı olmasını Cenabı Hak’tan niyaz ediyorum, saygılar sunuyorum. (ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Somuncuoğlu. Anavatan Partisi Grubu adına, ikinci konuşmayı yapmak üzere, Balıkesir Milletvekili Sayın Hüsnü Sıvalıoğlu; buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar) ANAP GRUBU ADINA HÜSNÜ SIVALIOĞLU (Balıkesir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesi üzerinde konuşmak üzere huzurlarınıza çıkmış bulunuyorum. Şahsım ve Anavatan Partisi Grubu adına, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, çalışma hayatını, işçi ve işveren ilişkilerini düzenlemek, denetlemek ve sosyal güvenlik imkânlarını sağlayıp geliştirmek, yaygınlaştırmak; yurtdışında yaşayan işçilerimizin çalışma hayatından doğan hak ve menfaatlarını korumak, izlemek ve geliştirmek amacıyla kurulmuş ve teşkilatlanmış bir Bakanlıktır. Bu Bakanlık, kendi teşkilatlanması dışında, bağlı kuruluşlar olarak İş ve İşçi Bulma Kurumu, Sosyal Sigortalar Kurumu, Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Kurumu Genel Müdürlükleriyle yardımlaşma sandıklarını kapsamaktadır. Değerli milletvekilleri, işbaşında bulunan Hükümetimizin, bu süre içerisinde ön planda tutacağı temel ilke, hoşgörü, uzlaşma, işbirliği ve dayanışma olacaktır. Bu ilkenin, özellikle, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının görev alanına giren, çalışma hayatı, sosyal güvenlik ve istihdam alanlarında titizlikle uygulanması gerektiğine inanıyoruz. Bugün ortaya çıkan durumda, geçmişin mukayesesini yaparak bazı suçlamalar getirmek gibi bir düşüncemiz yoktur; ancak, yıllardan beri yapılan bazı uygulamalar, çalışma hayatına ve sosyal güvenlik kuruluşlarına önemli ölçüde zarar vermiştir. Bu bakımdan, doğru bir değerlendirme yaparak sorunlara çözüm getirmek durumundayız. Geçen sürede, özellikle, çalışma hayatını düzenleyen yasalarda önemli bir değişiklik gerçekleştirilememiştir. O dönemde, yedi ILO sözleşmesi onaylanmış ve Yüce Meclisimizce, Anayasada bazı değişiklikler yapılmış olmasına karşın, yasalarımızın, gerek ILO sözleşmelerine gerekse Anayasaya uyumu sağlanamamıştır. Kamuoyunda yoğun bir şekilde tartışıldığı üzere, sosyal güvenlik kuruluşları, büyük bir malî darboğaza girmiş bulunmaktadır. Özellikle, 1991 yılında finansal açığı olmayan sosyal güvenlik kuruluşları, 1992’de 5,2 trilyon, 1993’te 23,4 trilyon, 1994’te 39,3 trilyon, 1995 yılında 108 trilyon lira açık vermiş ve 1996 yılında, 200 trilyon liranın üzerinde bir açıkla karşı karşıya kalmış bulunmaktadır; bu durum, sosyal güvenlik kuruluşlarındaki acıklı tabloyu ortaya koymaktadır. İşte, herkesin, bu konuda ciddî bir yaklaşım içerisinde olması gerektiğini görüyoruz. Sosyal Sigortalar Kurumu deyince, bugün için, akla, sosyal güvenlik alanı dışında, hemen sağlık hizmetleri gelmektedir. Bu hizmetlerden yararlananların memnun oldukları söylenemez. Kurum sağlık hizmetlerinin yeniden reorganizasyonu gerçekleştirilmelidir. Olay, genel sağlık sigortası kapsamında düşünülmeli, mevcut sağlık tesisleri, kurulacak işletmeler eliyle, daha verimli ve kaliteli hizmet veren kuruluşlar haline getirilmeli, sigortalar, buralardan hizmet satın almalı ve kaliteli hizmet hakkı da, sağlık hizmeti verdiği kesime sağlanmalıdır. Sosyal güvenlik kurumları, her ay, Hazineden önemli miktarlarda pay aktarılarak hizmetlerini sürdürmeye çalışmaktadırlar. Ayrıca, İş ve İşçi Bulma Kurumu da, işsizlikle mücadelede ve istihdamın geliştirilmesinde etkin bir kuruluş olduğu halde, bu işlevine kavuşturulamamıştır. Bu bakımdan, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, bu dönemde, bir yandan hizmetlerini verimli, etkili ve vatandaşlarımızın kolay ulaşabileceği bir seviyeye getirmeye çalışırken, diğer yandan, yıpranmış, günümüz şartlarının gerisinde kalan kurumlarımızı çağdaş bir anlayışla yeniden yapılandırmaya, bunun için gerekli çalışmaları, sosyal taraflarla sağlıklı bir diyalog ve uzlaşma arayışı içerisinde ve siz değerli milletvekillerinin ilgi ve desteğiyle yapmaya kararlı olduğuna inanıyoruz. Hükümet Programında da belirtildiği gibi, ülkemizde iç barış ve huzurun sağlanması için, çalışma barışının büyük önem taşıdığına inanmaktayız. Bu amaçla, devlet, işçi ve işveren üçlüsünün devamlı diyalog ve uzlaşma arayışı içerisinde olmaları gerekmektedir. Günümüzde, toplumun tüm kesimlerindeki üyelerin kendilerine düşen görev ve sorumlulukların bilincinde olması, ülke sorunlarının ilgili kesimlerce paylaşılması ve bunlara ortak çözümler bulunması büyük önem taşımaktadır. Bu nedenle, Bakanlığın, öncelikle, sosyal diyaloğun geliştirilmesine, ülkemizde ekonomik ve sosyal politikaların tespit ve uygulanmasına, çalışma barışı ve uzlaşmanın kurumsallaşmasına katkıda bulunacağına inanılan ekonomik ve sosyal konseye işlerlik kazandırabilmek ve tüm kesimlerin eşit temsil edildiği yasal bir yapıya kavuşturabilmek için çalışmalara başlamış olmasından memnunluk duyduğumu belirtmek isterim. Bunun yanında, çalışma hayatını düzenleyen kanunlarımızda, günümüzün gelişen şartlarına uygun düzenlemelerin yapılması, çalışma hayatının demokratik bir yapı ve işleyişe kavuşturulması da, ele alınacak sorunlardan birini oluşturmaktadır. Bu sorunların çözümü için gerekli yasal düzenlemelere azamî gayret gösterilmesi, çalışma hayatının, barış ortamında sürdürülebilmesi, yasaların ihlalinin önlenmesi, işyerlerinde çalışma şartlarının geliştirilmesi amacıyla, denetimlerin etkin ve eğitici olmalarına önem verilmelidir. Değerli milletvekilleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının bağlı kuruluşlarından olan İş ve İşçi Bulma Kurumu, maalesef, işgücü piyasasını yönlendirecek, ülkemizin en önemli sorunlarından birisi olan işsizlikle mücadele edebilecek etkinlikten yoksun bulunmaktadır. Kurulduğu 1946 yılından bu yana, gelişen şartlara uygun yapısal ve işlevsel bir gelişme gösterememiştir. Ülkemizin ihtiyacı olan kaliteli ve verimli mal ve hizmet üretecek nitelikli işgücüne, şeffaf bir işgücü piyasasına, işgücünün, yeteneklerine uygun işlere yönlendirilmesine, etkin bir iş ve işçi bulma hizmetine, çok daha fazla ihtiyacın bulunduğu hepimizce bilinmektedir. Bu bakımdan, kurumun, çağdaş bir kurum haline getirilmesi için yapısal değişimi sağlayacak yasal düzenlemelere destek vereceğinize inanıyoruz. Değerli milletvekilleri, yurtdışında, en son verilere göre, yaklaşık, 3 milyon 400 bin yurttaşımız yaşamaktadır. Bu vatandaşlarımızın sorunlarını, çalışma hayatımızın ayrılmaz bir parçası olarak değerlendirmekteyiz. Sosyal güvenlik sözleşmemiz olmayan ülkelerle bu anlaşmaları sağlamaya çalışmalıyız. Ayrıca, bu vatandaşlarımızın, aile, eğitim, sosyal güvenlik; kesin dönüş yapmaları halindeyse, kendilerinin ve çocuklarının uyum problemleri için gerekli çalışmalar yapılmalıdır. Sosyal güvenlik kuruluşlarımızın içerisinde bulunduğu sıkıntılar, ülkemizin acilen çözümlenmesi gereken en önemli sorunlarından biri haline gelmiştir. Özellikle, Sosyal Sigortalar Kurumunun durumu, son günlerde, basında, kamuoyunda ve ilgili çevrelerde yoğun bir şekilde tartışılmakta, çeşitli çözüm önerileri ve bunlara ilişkin raporlar açıklanmaktadır. Diğer taraftan, geçenlerde, Yüce Mecliste, Sosyal Sigortalar Kurumunun sorunlarının çözümü ve çözüm yollarının ele alınması amacıyla bir Meclis araştırması komisyonunun kurulması kabul edilmiş ve komisyon kurulmuş, çalışmalara başlamıştır. Oysa, iki yıl önce, Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının verdiği araştırma önergesi kabul edilmiş olsaydı, bu sorunların çözümü için gerekli tedbirlerin alınmasına iki yıl önce başlanabilecekti. Bununla beraber, geç de olsa, gerek Yüce Meclisin gerekse ilgili kesim ve kuruluşların, Sosyal Sigortalar Kurumuna sahip çıkmalarından memnuniyet duyduğumuzu belirtmek isterim. Bilinmelidir ki, Sosyal Sigortalar Kurumunun sorunları, palyatif tedbirlerle çözülemeyecek bir noktaya gelmiştir. O bakımdan, Kurumun bu duruma gelmesine neden olan sebepleri ortadan kaldırmak, kalıcı ve köklü tedbirler almak zorundayız. Bu sorunların çözümü için hazırlanacak yasa tasarılarında, bütün siyasî parti gruplarının görüşleri alınmalıdır. Bu konu, kesinlikle bir ideoloji veya siyasî tercih sorunu değil; tamamen teknik bir sorundur. Bu nedenle, çözüm yolları üzerinde mutabakat sağlanması da güç olmayacaktır diye düşünüyorum. Bağ-Kur’un durumu da, Sosyal Sigortalar Kurumundan farklı değildir. Kurumun kuruluşunda ve tarım sigortasının uygulanmasının başladığı yıllarda hizmet borçlanması ve hizmet belgeleme yoluyla çok sayıda kişiye aylık bağlanması... BAŞKAN – Sayın Sıvalıoğlu, 1 dakikanız var efendim. HÜSNÜ SIVALIOĞLU (Devamla) – ... 1974 ve 1992 yıllarında getirilen af uygulamaları, enflasyonun altında tutulan faiz ve gecikme zamları, bütün bunlara rağmen, Kurumun hiçbir zaman cazip bir hüviyete kavuşturulamaması, Bağ-Kur’un içinde bulunduğu sıkıntıların başlıca nedenleri arasındadır. Sosyal Sigortalar Kurumunda olduğu gibi, Bağ-Kur’da da acil tedbirler alınması zorunlu hale gelmiştir. Bu nedenle, geçen dönemde Mecliste 3,5 yıl bekletilen Bağ-Kur’la ilgili kanun tasarısı, yeniden, ciddî bir şekilde etüt edilerek, bu Hükümet döneminde çıkarılmalıdır. Konuşmamın başında belirtmeye çalıştığım çalışma hayatı ve sosyal güvenlikle ilgili yasaların ivedilikle Meclise getirilmesi gerektiğini bir kere daha yineliyorum. Amacımızın, ülkemizde çalışma hayatının, sosyal güvenlik sisteminin ve istihdam piyasasının, günümüz şartlarına uygun bir seviyeye getirilmesi; sosyal adaletin sağlanması; çalışanlarımızın geleceğe güvenle bakabilecek şartlara kavuşturulması... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Size ek süre veriyorum; buyurun, konuşmanızı bitirin efendim. HÜSNÜ SIVALIOĞLU (Devamla) – ... olacağını belirtir, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesinin hayırlı olmasını diler, Yüce Heyetinizi saygılarla selamlarım. (ANAP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Sıvalıoğlu. Doğru Yol Partisi Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Hayri Kozakçıoğlu; buyurun efendim. (DYP sıralarından alkışlar) Sayın Kozakçıoğlu, siz de, herhalde süreyi eşit böldünüz değil mi efendim?.. HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (İstanbul) – Evet efendim. BAŞKAN – Konuşma süreniz 10 dakikadır efendim. DYP GRUBU ADINA HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İçişleri Bakanlığı bütçesiyle ilgili olarak, Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini sunmak üzere huzurunuzda bulunuyorum. Sayın Başkanı ve sayın milletvekillerimizi saygıyla selamlarım. İçişleri Bakanlığı deyince, ülkenin bir ucundan diğer ucuna kadar, çok geniş bir sahaya uzanan ve çok farklı nitelikler arz eden hizmetler topluluğu karşımıza çıkıyor. Bu nedenle, İçişleri Bakanlığı bütçesi hakkında 10 dakika konuşmak, gerçekten çok zor. Ben, mümkün olduğu kadar, tekrara kaçmadan ve fazla ayrıntıya inmeden, başlıkları, sizlerin bilgisine ve takdirine sunmaya çalışacağım. İçişleri Bakanlığı, yurdun iç güvenliğini sağlayacak, millî birlik ve bütünlüğümüze sahip çıkacak, trafikle ilgilenecek, sivil savunmayla ilgilenecek, pasaportla ilgilenecek, nüfusla ilgilenecek, kaçakçılıkla ilgilenecek. Yurda girerken de, çıkarken de, ilk ve son olarak göreceğiniz personel de, genelde İçişleri Bakanlığı personeli olacak. Ülkede güvenlik hizmeti sağlanacak ki, diğer hizmetler, ülkenin her bir köşesine gitsin. Yani, güvenlik hizmeti, diğer hizmetlerin tabanı, diğer hizmetlerin temelidir. Güvenlik olmayan yere hizmet götüremezsiniz, güvenlik olmayan yere eleman gönderemezsiniz. Bu nedenle, İçişleri Bakanlığının hizmetleri, biraz daha değişiklik arz ediyor. İç güvenlik deyince, millî birlik ve beraberlik deyince de, aklımıza, son yirmibeş yıldan beri, hemen terör konusu ve terörle mücadele konusu geliyor. Terörle mücadele, çok kolay bir olay değildir. Bütün dünyada, incelediğimiz zaman görüyoruz ki, bir ülkeye terör girdiği zaman, çok çabuk gitmiyor, çok çabuk çıkmıyor. Zira, terör, sadece o ülkenin kendi iç olayı olmuyor, sadece o ülkenin içerisindeki insanları ilgilendiren bir mesele olmuyor. Özellikle, Türkiye gibi, coğrafyası çok büyük önem ve özellikler arz eden bir ülkede terörü bitirmek kolay değil. Terörle yıllardan beri boğuşuyoruz. Devlet güvenlik güçleri; -polisiyle, jandarmasıyla- güvenlik hizmeti veren Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları, bunlara yardım eden diğer kuruluş mensupları ve tüm vatandaşlarımız, yıllardan beri terörle mücadele ediyor. Bu konuda pek çok şehitler verdik. Ben, şehitlerimizi rahmetle anmak istiyorum; gazilerimize de saygılar sunmak ve bundan sonraki yaşantılarında, kendilerine sağlık ve mutluluklar dilemek istiyorum. Biraz önce belirttiğim gibi, bu güç mücadeleyi, bugüne kadar başarıyla getirdik. Niye, başarıyla getirdik diyorum; çünkü, terörün amacı, bu ülkeyi bölmekti; terörün amacı, bu ülkeden toprak koparıp, orada, ayrı bir bayrak altında, ayrı bir devlet ilan etmekti; başaramadı... Bugüne kadar başaramadı, bundan sonra da başaramayacak... Terörün amacı, bu ülkedeki insanlar arasında, kardeşler arasında kavga çıkarmaktı; Alevî ile Sünnîyi; sağcıyla solcuyu; Türk veya Kürt dediğimiz insanları, kardeşleri; yıllardan beri aynı kapılarda yaşamış, yan yana ticaret yapmış insanlarımızı dövüştürmekti; başaramadı... Bu nedenle diyorum ki, terörle mücadelede, bugüne kadar başarıyla geldik; bu tempomuzu sürdürdüğümüz zaman, kesin başarıya ulaşacağız. Bu Meclisin içerisinde olduğu gibi, bu ülkenin içerisinde de terör isteyen yok... Bu ülkenin içerisinde de, bu Meclisin içerisinde de teröre destek veren yok... Bu nedenle başaracağız... Çünkü, ülkenin bir bölümü terör istiyoruz demiyor, vatandaşın bir bölümü terör istiyoruz demiyor, milletin vekillerinin tamamı terörün karşısında; o nedenle, başaracağız... Ancak, başarmamız için, biraz daha bir şeyler yapmamız lazım. Şimdi, İçişleri Bakanlığının bütçesine bakıyoruz; bundan önceki bütçelerde olduğu gibi, bu sene de, yine, İçişleri Bakanlığı bütçesinde istediğimiz ödenek yok. Tabiî, ülkemizin imkânları bu kadar. Ülkemizin imkânlarıda bu kadar olunca, illâ daha fazla alalım diyemiyoruz; ama, incelediğimizde görüyoruz ki, dağda, kışta, karda, sıcakta uzaklara gönderdiğimiz insanlarımızın, uzaklara gönderdiğimiz devlet güvenlik güçlerimizin, halkımızın tabiriyle, karnının tok, sırtının pek olması lazım. Yani, hem iaşesini vermemiz hem malzemesini vermemiz hem erzakını vermemiz lazım. Her hizmette olduğu gibi, güvenlik hizmetinde de bir altyapı var. Bu altyapıyı da mutlaka oluşturmamız lazım. O bakımdan, gönül ister ki, daha fazla ödenek verelim. Benim, bu konuda iki temennim var: Birincisi, Hükümetimiz bütün imkânını kullanarak, yıl içerisinde, emniyet güçlerine, jandarma güçlerine ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin iç güvenlik hizmeti yapan unsurlarına mutlaka ek ödenek sağlasın. Bu imkânı birlikte sağlayalım. Bir de, Hükümete ve Maliye Bakanlığına bir önerim var : Biz alışmışız, ödenekleri hep parça parça, parça parça veriyoruz ve hiçbir zaman, zamanında gitmiyor. Hiç olmazsa, terörle mücadele ünitelerinin ödeneklerini, Maliye Bakanlığı yüzde 100 serbest bıraksın. Serbest bıraksın ki, bu güçler, terörle mücadelede kendilerini daha rahat ve daha güçlü hissetsinler. Terörle mücadele, bizim millî bir meselemiz. Bu nedenle, artık, bu konuda bir millî politika oluşturmamız lazım. Bizim karşımıza, yabancı devletlerin, yabancı kuruluşların temsilcileri geldiği zaman, hangi partimizin elemanıyla konuşursa konuşsun, devletin hangi yetkilisiyle konuşursa konuşsun, kritik sorularda aynı cevapları verebilmeliyiz. Dostumuz da, düşmanımız da bilmeli ki, Türkiye bir karar vermiştir. Türkiye, bu kararını, yurtiçine de, bütün dünyaya da deklare etmelidir. Bilmelidir ki, bütün dünya, Türkiye, bu kararından bir adım geri dönmeyecektir. Eğer karar vermezsek, millî politika oluşturmazsak, dostlarımız, Türkiye karar versin diye bekleyecekler, destekte geç kalacaklar. Düşmanlarımız... ha, daha, bunlar karar vermemişler; biraz daha üzerlerine gidelim, bunlardan bir şeyler daha koparalım diyecekler. Farklı farklı cevaplarımız, düşmanlarımızı sevindirecektir. Bu nedenle, Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak, gelin, bir karar verelim. FETHULLAH ERBAŞ (Van) – Karar verdik efendim. HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (Devamla) – Teröre karşı hep beraberiz; bunun, bir de politikasını oluşturalım, bunu bütün dünyaya ilan edelim ve ondan sonra da, buradan bir adım geriye geçmeyelim. Terörle mücadelede bu politikayı oluştururken tabiî ki, demokratik kurallara uyacağız; tabiî ki, insan haklarına saygılı olacağız; ama, bir taraftan da, oradaki insanımızı huzura kavuşturmak ve oraya hizmet götürebilmek için, mücadeleyi de aynı tempoyla birlikte götüreceğiz. Bu nedenle, devlet güvenlik güçlerini takviye edip, onların teknolojisini geliştirmemiz lazım. Yani, bir ülkede terörde başarıya ulaşabilmek için, devlet güvenlik güçlerin ellerindeki teknoloji, teröristin teknolojisinden mutlaka önde olacaktır, hem şehir içerisinde hem de dağda. Bu teknolojiden geri kaldığımız zaman, terörle mücadelede zorlanırız. İşte, bu bakımdan, devlet güvenlik güçlerinin maddî yönden desteklenmesi gerekir diyorum. Bunu başardığımız zaman da, Türk Silahlı Kuvvetleri aslî görevine dönecektir. Bütün etrafımız ateş çemberi. Türkiye her zaman bir probleme bulaşabilir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin mutlaka aslî görevine dönmesi, dışarıdan gelecek bir tehlikeye karşı da hazır olması lazım. Bu, ülkemizin güvenliği bakımından gereklidir. Terör konusunda, tabiî ki, söylenecek çok şey var; ancak, zaman çok geçtiği için, ben, diğer konuları, başlıklarını okumak suretiyle belirtmek istiyorum: Efendim, zaman zaman televizyonlara yansıyor; devlet güvenlik güçlerinin, toplumsal hareketlerdeki davranışları... Bunun temelinde bir büyük noksanlığımız var; 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu... Artık, bu kanunu değiştirmemiz lazım. Eğer, televizyonlarda o görüntüleri görmek istemiyorsak, devlet güvenlik güçleri ile gösteri yürüyüşü yapanların arasında daha sıcak bir hava yaratmak istiyorsak, o kanunu değiştirmemiz lazım. Zira, o Kanun, devletin polisine, jandarmasına “kanunsuz gösteri yürüyüşü yapanları zorla dağıt” diyor, “zor kullanarak dağıt” diyor; böyle bir görevi vermiş; böyle bir görevi yapmadıkları zaman, onlar da zor durumda kalıyorlar. Bu Kanunu da Türkiye Büyük Millet Meclisi çıkarmış. Gelin, bu konuyu beraber inceleyelim, cesaretle bunu değiştirelim ve gencimiz, yürüyüş yapanımız, sokakta daha rahat etsin ve bunların gösteri yürüyüşleri için daha rahat bir ortam sağlayalım. Ayrıca, özel güvenlik teşkilatlarının sayısını çoğaltalım ve Türkiye’de de özel güvenlik teşkilatı kurulmasını, ayrıca özel polis kurulmasını sağlayalım ki, devlet güvenlik güçleri üzerindeki, polis üzerindeki yükün bir kısmı kalksın. Daha önce de buradan arz ettim; İstanbul’da, sadece koruma görevinde, yüzde 15’e yakın personel çalıştırıyoruz. Bunlar, terörden aldığımız, diğer hizmletlerden aldığımız personeldir. Benden önceki konuşmacı arkadaşlarımızdan Sayın Özbek, askerliğini yapmayan polisler konusunu gündeme getirdi. Bazı noksanlıklar oldu. Bu çocukların, bugün, bu duruma düşmelerinin nedeni biziz. Biziz derken, devleti kastediyorum, İçişleri Bakanlığını kastediyorum. Bu çocukları, askerliklerini yapmadan polis yaptık. Bu çocuklar “askere gidelim” diye bizlere müracaat ettiler, göndermedik. Niye göndermedik: istanbul’da 5 bin kişi var, Ankara’da 3 500 kişi var, İzmir’de 2 200 kişi var; göndermeye kalktığımızda, bir anda, İstanbul polisinin yüzde 15’i, yüzde 20’si gidecek... Bu çocukları “bu sene gitme... Bu sene gitme...” diye diye göndermedik; çocuklar, evlendiler, eşleri var, çocukları oldu; şimdi, askere göndermekte sıkıntı çekiyoruz. Zaten, yönetmelik değişti; askere gitmeden almıyoruz. Amiriyle, memuruyla beraber, elimizde, aşağı yukarı 33 bin civarında personel var. Özel bir kanun çıkaralım ve bunu beş yıla yayalım. Bu çocuklar, beş yıl içerisinde, gitsinler, askerliklerini yapsınlar. Temel eğitimlerini yapsınlar, geri kalan sürede de, yine, polis olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde, güvenlik güçleri içerisinde, bu görevlerini ifa etsinler; çünkü, doğuya da gitse, batıya da gitse, ihtiyaç olduğu anda, valiler asker istiyor. Asker isteyip de, bu insanları asker üniforması altında getirmektense, polis olarak çalıştırmakta yarar var; bir... İkincisi; toplumsal olaylar ve terör, yavaş yavaş, büyük şehirlere kaymaya başlayacak. Başladığı zaman, İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, elimizde toplu güç bulunması lazım. Eğer toplu güç bulunmazsa, o zaman, yine, askerden yardım isteyeceğiz. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Kozakçıoğlu, size ek süre veriyorum. Lütfen, konuşmanızı toparlayın. KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Daha evvel de, konuşma içerisinde fazladan süre verdiniz zaten. BAŞKAN – Efendim, biliyorum... Arkadaşımız konunun ehlidir. Sizin arkadaşlarınıza da o müsamahayı gösterdim. HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (Devamla) – Efendim, söylemek istediklerimin dörtte birini bile söyleyemedim. Bu arada, polisin fazla çalışma süreleriyle ilgili verdiğimiz tazminatlar çok semboliktir; bunun, artması lazım. Bir de, 1988’den önce emekli olan polislerle, sonra emekli olan polisler arasında çok büyük bir fark var; bunun giderilmesi lazım. Türkiye için önemli bir olay, MERNİS Projesi ve sivil savunma olayıdır. Yıllardan beri İçişleri Bakanlığında, nüfus ve sivil savunma, gönlümüzden geçen önlemi alamamıştır. MERNİS Projesini gerçekleştirmemiz lazım. Her insanımıza, üzerinde bilgisayar numarası bulunan bir nüfus kağıdı vermemiz lazım; bunu mutlaka sağlamamız lazım. Nüfus kayıtlarında, ölü ve sağ 100 milyon insan var. Şimdiye kadar bunun 77 milyonu kodlanabilmiş, diğerlerini de süratle kodlamamız lazım. Efendim, elimde Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı var. Beş yıllık kalkınma planın içerisinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi, mahallî idarelerin muhtariyetini kabul etmiş. Mahallî idarelerin bugünkü halinin nedeni olarak da, hizmetlerin merkezde toplanmasını göstermiş ve bir yıl içerisinde, Köy Kanunu, Belediyeler Kanunu, Büyükşehir Belediyeler Kanunu, Özel İdare Kanunu, İller İdaresi Kanunu ve bunların gelir kanunlarının, bir de Mahalle Muhtarları Kanunun çıkarılmasını, Türkiye Büyük Millet Meclisi kabul etmiş. Bunları bir yıl içerisinde, mutlaka çıkarmamız lazım. Özellikle, mahalle muhtarlarına önem vermemizde ve mahalle muhtarlarını, belediye meclisinin tabiî üyeleri yapmamızda büyük yarar olacaktır. Son bir konum daha var; özellikle, Sayın İçişleri Bakanına hitap etmek istiyorum: Bugün, Türkiye nüfusunun yüzde 40’ı yüzde 45’i şehirlerde yaşıyor, yüzde 55’i kırsal kesimde yaşıyor. Kırsal kesimde yaşayan bu insanlarımızın evlerinin, işyerlerinin yangınlarını kim söndürüyor; itfaiye; ama, nerenin itfaiyesi; belediye itfaiyeleri... Dünyanın pek çok yerinde itfaiye ve sivil savunma hizmetleri birleştirilmiş, genel idarî hizmet içerisine alınmıştır. Ben demiyorum ki, itfaiye hizmetini, genel idarî hizmet içerisine alalım; ama, eğer belediye itfaiyelerinin, yüzde 50’sini... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Kozakçıoğlu, lütfen, son cümlenizi söyler misiniz... HAYRİ KOZAKÇIOĞLU (Devamla) – ...kırsal kesime gönderiyorsak, merkezî idare olarak, belediye itfaiyelerini takviye edelim, geliştirelim, onları her bölgede çok rahat çalıştıralım. Çok teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. (DYP ve ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Çok teşekkür ederim Sayın Kozakçıoğlu. Doğru Yol Partisi Grubu adına ikinci konuşmayı yapmak üzere, Trabzon Milletvekili Sayın Yusuf Bahadır; buyurun. Süreniz 10 dakikadır. Ben, her milletvekiline 10 dakika süreyi ayrı ayrı veriyorum. Şurada 5- 10 dakika geç gideceğiz, ne olacak arkadaşlar... KAHRAMAN EMMİOĞLU (Gaziantep) – Sayın Başkan, siz haklısınız, çok doğru. Keşke, daha önce bize de ek süre verilseydi... DYP GRUBU ADINA YUSUF BAHADIR (Trabzon) – Sayın Başkan, sayın milletvekiller; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesi üzerinde, Doğru Yol Partisi Grubunun görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. Hepinize şahsım ve Grubum adına saygılar sunuyorum. Değerli milletvekilleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, işçisi, memuru, esnafı, köylüsü, işsizi, emeklisiyle hemen hemen nüfusumuzun tamamına önemli hizmetler veren bir Bakanlığımızdır. Ülkemizde, çalışma barışının sağlanması ve sürdürülmesi bakımından, Bakanlığın önemli sorumlulukları bulunduğu gibi, istihdam hizmetleri ve nüfusumuzun büyük bir bölümünün sosyal güvenliği, bu Bakanlığa bağlı kuruluşlarca sağlanmaktadır. Bu bakımdan, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımız, bütçesinin küçüklüğünün aksine, hizmetleri, vatandaşlarımızın ekonomik ve sosyal hayatındaki yeri bakımından büyük bir öneme sahiptir. Ancak, o alanda, ülkemizde oldukça önemli sorunlar bulunduğu da bir gerçektir. Çalışma hayatının, gerek haklar gerekse işleyiş bakımından gelişmiş ülkeler düzeyine yükseltilmesi önemli bir ihtiyaçtır. İşsizlik ve istihdamın geliştirilmesi, ülkemizin en önemli problemlerinden biri olmaya devam etmektedir. Aynı şekilde, sosyal güvenlik alanında önemli sorunlarımız ve sıkıntılarımız vardır. Değerli milletvekilleri, bugün, çalışma hayatımızın en önemli sorunlarından birini işçi sağlığı ve iş güvenliği oluşturmaktadır. Sosyal Sigortalar Kurumu tarafından hazırlanan istatistiklere göre, her yıl, iş kazaları ve meslek hastalıkları sonucu 1000’den fazla işçimiz hayatını kaybetmekte, 3 bin kadar işçimiz ise sakat kalmaktadır. Aynı şekilde, iş kazaları ve meslek hastalıkları sonucu yılda 2 milyon kadar işgücü kaybedilmektedir. Dolayısıyla, iş kazaları ve meslek hastalıklarının hem sosyal hayatımızda hem de ekonomide çok büyük olumsuz etkileri bulunmaktadır. Bu nedenle, Bakanlığımızın, işçi-işveren kuruluşları, diğer kamu ve özel kuruluşlarla birlikte, işçi sağlığı ve iş güvenliği konusuna büyük önem ve ağırlık vermesini bekliyoruz. Bu çerçevede, İş Kanununda öngörülen ceza miktarları, mutlaka, günümüz koşullarına uygun düzeye getirilmelidir. Bakanlığın denetim mekanizması güçlendirilerek, işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında yapılan denetimler etkinleştirilmeli ve yaygınlaştırılmalıdır. Ancak, sorunun, yalnızca, denetim ve cezaî uygulamalarla çözülemeyeceği de bir gerçektir. Bu konuda, her şeyden önce, işçi ve işverenlerimizin bilinçlendirilmesi ve bu amaçla eğitim hizmetlerine ağırlık verilmesi gerekmektedir. Bilindiği gibi, geçtiğimiz yıl, Anayasada bazı önemli değişiklikler yapılmıştır. Bunlardan bazıları da sendikal haklarla ilgilidir. Anayasada bu yeni düzenlemelerden sonra, Sendikalar Yasası hükümlerinin bu değişikliklere uygun hale getirilmesi gerekmektedir. Kamu çalışanlarının, bir başka ifadeyle, memurların, sendikal haklara kavuşturulması da günümüzün en güncel konularından birisidir. Bu sorunun, devlet personel rejimiyle doğrudan irtibatlı bulunduğunu ve her şeyden önce, ülkemizde sağlıklı bir şekilde işçi-memur ayırımı yapılması gerektiğini ifade etmek isterim. Dolayısıyla, bu sorun, çok boyutlu bir nitelik taşımakta ve kapsamlı bir çalışmayı gerektirmektedir. Hükümetimiz, bir an önce bu çalışmayı başlatarak, söz konusu sıkıntıların giderilmesi için gereken gayreti gösterecektir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gümrük birliğine girmiş, Avrupa Birliğine tam üye olmayı hedeflemiş bir ülkeyiz. Diğer taraftan, dünyada küreselleşme akımının yaygınlaşması sonucu mal ve hizmet hareketleri bakımından ulusal sınırlar ortadan kalkmış bulunmaktadır. Böylesi bir ortamda, Türkiye, dünya piyasalarında rekabet etmek durumundadır. Bu bakımdan, üretimde verimlilik, son derece önem taşır hale gelmiştir. Verimliliğin sağlanmasında en önemli şartlardan birisi, kuşkusuz, nitelikli insangücüdür. Bugün, sanıyorum, Türk iş dünyasının en önemli sorunlarından birini, yeterince nitelikli eleman bulunmaması oluşturmaktadır. Bu gerçeğin bir sonucu olarak, yüzbinlerce, hatta milyonlarca insanımız işsiz beklerken, birçok işletme, nitelikli eleman eksikliği nedeniyle, düşük kapasitede üretim yapmaktadır. Ülkemizin tek istihdam kurumu olan İş ve İşçi Bulma Kurumunun, işsiz yurttaşlarımıza yönelik olarak düzenlediği işgücü yetiştirme kurslarını bu nedenle memnuniyetle karşılıyoruz. Ancak, elbette bu önemli hizmetin daha da yoğunlaştırılması gerekmektedir. Aynı zamanda, İş ve İşçi Bulma Kurumunu, yalnızca işsize iş, işverene işçi bulan bir kuruluş olma durumundan çıkarmak zorundayız. Kurum, Batı’daki örneklerine benzer bir biçimde, işgücü piyasasını yönlendiren, işsizlikle mücadele eden, istihdamın geliştirilmesi için politikalar oluşturup uygulayan ve az önce ifade ettiğim gibi, işgücüne nitelik kazandırabilmek için yoğun faaliyet gösteren bir istihdam kurumu haline getirilmelidir. Kurumun çeşitli uluslararası kuruluşlarla ortaklaşa sürdürdüğü projelerin, önümüzdeki yıllarda semeresini vereceğine inanıyorum. Ayrıca, kurumun yönetim bakımından yeniden yapılandırılması amacıyla, gerekli düzenlemelerin yapılabilmesi için hazırlanacak yasa tasarısının Yüce Meclise sunulmasını beklediğimizi ifade etmek istiyorum. Değerli milletvekilleri, kuşkusuz, günümüzün çalışanlar açısından en önemli sorunlarından birini, sosyal güvenlik kuruluşlarımızın malî bakımdan önemli bir darboğaz içine düşmüş bulunması oluşturmaktadır. Gerçekten, ülkemizde, kurumsal sosyal güvenlik hizmetlerinin verilmeye başlandığı son elli yıl içerisinde, henüz, ülkemizdeki nüfusun tamamının sosyal güvenlik kapsamına alınmamış bulunması yanında, kapsam içindeki nüfusa verilen hizmetlerin yetersizliği ve kurumlarımızın içinde bulunduğu yapısal sıkıntılar üzüntü vericidir. Ancak, önemli olan, bundan sonra alınacak önlemler sayesinde sosyal güvenlik kuruluşlarımızın yeniden kendi ayakları üzerinde durabilecek hale getirilmesidir. Hiç kuşku yok ki, yapılacak düzenlemelerde işçi ve işveren kesimlerinin, demokratik kitle kuruluşlarının görüş ve önerileri değerlendirilmeli ve olabildiğince uzlaşma sağlamaya çalışılmalıdır. Aynı şekilde, böylesine önemli bir konu üzerinde Meclisteki siyasî parti grupları arasında da yaklaşım sağlamaya çaba gösterilmelidir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanımız Sayın Emin Kul’un bu konuda gösterdiği gayretleri bundan sonra da sürdüreceğine inanıyoruz. Diğer taraftan, Sayın Bakanın çeşitli beyanlarında, kazanılmış hakların mutlaka korunacağı yolundaki açıklamaları da çalışanların yüreğine su serpmiştir. Gerçekten, eğer, emekli yaşının yukarıya çekilmesi söz konusu olacaksa, emekliliğine çok az süre kalmış bulunanların da yaş kapsamına alınması önemli bir haksızlık oluşturur. Bu nedenle, emeklilik yaşının yükseltilmesi halinde şu anda çalışmakta olanlar için yumuşak bir geçiş sistemi öngörülmesini gerekli görüyoruz. BAŞKAN – Sayın Bahadır, 1 dakikanız kaldı. YUSUF BAHADIR (Devamla) – Sosyal Sigortalar Kurumunun bugünkü yapısından kurtarılması, vatandaşlarımıza sunulan hizmetin etkinleştirilmesi bakımından önemli bir zorunluluktur. Her alanda olduğu gibi, Sosyal Sigortalar Kurumunun da merkezden yönetim sistemi iflas etmiş durumdadır. Van’daki veya Edirne’deki bir hastaneye basit bir tıbbî cihazın alımının bile merkezden yapılması veya bir sağlık tesisine hizmetli atanmasının da genel müdürlük tarafından yapılması kuşkusuz, büyük zaman ve masraf kaybına neden olmaktadır. Bu düşüncelerle, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 1996 Malî Yılı Bütçesinin bakanlık çalışanlarına, milletimize ve ülkemize hayırlı uğurlu olmasını diler, hepinize saygılarımı sunarım. (DYP sıralarından alkışlar ) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bahadır. Söz sırası Cumhuriyet Halk Partisi Grubunda. İlk söz, İzmir Milletvekili Sayın Sabri Ergül’de. Buyurun. (CHP sıralarından alkışlar) Sayın Ergül, siz de, herhalde süreyi eşit paylaşıyorsunuz, değil mi?.. SABRİ ERGÜL (İzmir) – Evet. BAŞKAN – Süreniz 10 dakikadır. Buyurun. CHP GRUBU ADINA SABRİ ERGÜL (İzmir) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İçişleri Bakanlığı bütçesi üzerinde, Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Sözlerime başlarken, ülke bütünlüğü için şehit düşen güvenlik gücü mensuplarını saygıyla anıyorum. Sayın milletvekilleri, çağımız, hem moral ve toplumsal değerler alanında hem de ulusal ve uluslararası siyasal ilişkilerde en önemli belirleyici unsurun insan hakları olduğu, insan hakları çağıdır diyebiliriz. Artık, çağımızda, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, yalnızca, o ülkelerin iç işi sayılmamaktadır; kişiyi, her alanda özgür ve yaratıcı kılmak, insanlık haklarının korunmasını sağlamak, tüm ulusların başta gelen görevi sayılmaktadır. Bireyi, yaptırım gücü olan devlet ve onun yürütme araçları, idare ve güvenlik güçleri karşısında, evrensel hukuk kuralları ve insan hakları temelinde koruyabilmek, çağımızın en önemli idealleri arasındadır. Bizde, ülkemizde ve dünyanın birçok ülkesinde, en önemli insan hakları ihlalleri, devletin idarî yapısının omurgası olan İçişleri Bakanlığı örgütünce, onun polis ve jandarma teşkilatınca yapılmaktadır. Bizde, hem Osmanlı döneminde hem tek parti döneminde ve demokratik yaşama geçtiğimiz bu dönemde ve günümüzde, tebaa ile yurttaş ile devlet arasındaki ilişkiyi belirleyen en önemli unsur, yurttaşın devleti simgeleştirdiği, polis ve jandarmayla olan ilişkisidir. Kabul etmeliyiz ki, ülkemizdeki uygulama, geçmişte de, günümüzde de, devleti yurttaşına yeterince sevdiren, polise ve jandarmaya, istenilen düzeyde, arzu edilen düzeyde, güven duyulmasını sağlayan düzeyde değildir; bu, henüz sağlanamamıştır. Yönetenlerin, iktidarların, güvenlik güçlerini suskun toplum yaratmanın aracı olarak kullandıkları görülmüştür. Elbette ki, devlet, ülkenin bütünlüğünü, kamu düzenini, toplumsal barışı ve huzuru korumak, bunlara karşı çıkan, şiddeti araç olarak benimseyen, ülke bütünlüğünü tehdit eden, eline silah alan terör örgütü mensuplarıyla mücadele edecektir. Hukuk devletinin temel vasfı, terör örgütleri ile devleti ayıran bir önemli husus, devletin, terörle, bölücülükle mücadele ederken, hukuka ve insan haklarına saygılı olmasıdır. Güvenlik güçlerinin, görevini yaparken, sanık ile masumu, terör örgütü mensubu ile günahsız yurttaşı ayırt etmemesi, edememesi, yanlı davranması ve aşırı şiddet kullanması, terörü azaltmaz, olayları önlemez; aksine, artırır ve teröre prim vermiş olur. Güneydoğudaki tüm yurttaşlarımızı, insanlarımızı, terörle mücadele ederken potansiyel suçlu gibi görmek, terörü önleyeceğim diye, zorunlu ve güvenlik sağlama gerekçesiyle de olsa; o insanlarımızı, köyünden, toprağından etmek; hiçbir önlem almadan, hiçbir bedel ödemeden, iş ve aş, yeni konut vermeden göçe zorlamak, yurttaşı devletinden uzaklaştırır. Bu ve benzeri yanlış uygulamalar sonucudur ki, olaylar, güneydoğuda on yıldır sürmektedir; güneydoğuda onyedi yıldır sıkıyönetim ve olağanüstü hal uygulanmasına rağmen sürmektedir. Demek ki, izlenen politikalar doğru değildir, uygulama doğru değildir, eksiklerimiz vardır. Güneydoğuda kalıcı çözüm askerî ve polisiye değil, ekonomik ve demokratiktir. Feodal yapıyı korumaya yönelik koruculuk sistemi, süratle kaldırılmalıdır; her uzatıldığında kaldırılacağı söylenen olağanüstü hal, süratle kaldırılmalıdır. Değerli arkadaşlarım, özellikle son aylarda, büyük kentlerimizde meydana gelen öğrenci eylemlerine değinmek istiyorum. Elbette ki, demokratik bir toplumda, hak arama özgürlüğü, gösteri yapma özgürlüğü, yurttaşa tanınan temel bir haktır. Şiddete başvurmadan hak aramak, gösteri yapmak, elbette ki, yurttaşların, kullanması gereken demokratik haklarıdır. Harçların kaldırılması, eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması gibi masumane isteklerle, haklı olarak, Türkiye’de, son zamanlarda, hem ortaöğretimde hem de üniversitede eğitimin paralı hale gelmiş olması karşısında, bunu protesto etmek, sorunlarını kamuoyuna duyurmak amacıyla masumane öğrenci eylemlerinde elbette ki, öğrencilerin arasına karışmış provokatörler, hatta çok az sayıda da olsa şiddet yanlıları olabilir; ama, bunları önlerken, polisin takındığı tutum -hepimiz televizyonlarda seyrettik- bu olaylara yaklaşımı, o olayları önleme uygulamaları; o öğrencilerin, geleceğimiz demek olan gençlerin bu masumane isteklerini çok da insancıl bir anlayışla karşılar düzeyde değildi. Değerli arkadaşlarım, Güney Kore’de, Almanya’da, toplum olayları karşısında polisin tutumunu görüyoruz. Bizde ise, yeterince eğitimi olmayan, belli yönde koşullandırılmış, kendisi gibi düşünmeyen yurttaşı devlet düşmanı gören anlayıştaki bazı polislerin -temel görevi o eylemler sırasında, yasal hakkını kullanan yurttaşların, hiçbir saldırıya uğramadan, eylemlerinin barış içerisinde, olaysız bitmesini sağlamak olan polisin- kendi kişisel tepkilerini de ortaya koyarak, öğrencilere karşı davranışları, hepimizi üzen olaylara neden olmuştur. Özellikle, memur eylemlerinde, geçim sıkıntısı içerisinde bulunan memurun, ev kirasını ödeyemeyen, belki, çocuğuna harçlık veremeyen memurların, maaş azlığını, geçim sıkıntısını duyurmak, sorunlarına çözüm bulmak amacıyla yaptıkları, yine, masumane eylemlerde, polis örgütünün davranışları, insan haklarıyla bağdaşır yönde olmamıştır. Adana örneğinde gördüğünüz gibi, belki, kendi çocuğunun öğretmenini coplamak durumunda kalan, belki, kendi öğretmenini coplamak durumunda kalan polisin tutumu, kamuoyu tarafından tasvip görmemiştir. Değerli arkadaşlarım, bunları söylemek, polisin, hukuk kurallarına, insan haklarına saygılı uygulama içerisinde bulunmasını istemek; polis örgütünün onurunu zedelemekle hiçbir ilgisi olmadığı halde, bunları söyleyenlere, polis örgütünün moralini bozmak, polis örgütünün onurunu zedelemek gibi bir yaklaşımla yaklaşan amirler, özellikle İçişleri Bakanlığı, esasında, polis örgütüne de büyük kötülük ediyor. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Ergül, 1 dakikanız kaldı efendim. SABRİ ERGÜL (Devamla) – Bitiriyorum Sayın Başkanım, teşekkür ederim. Siz, insanların gözü önünde yargısız infazların yapıldığı Türkiye’de, binlerle ifade edilen, sayısı bine yaklaşan faili meçhul cinayetlerin bulunduğu, kayıpların, gözaltında kayıpların bulunduğu bir ülkede, ana babaların -Dicle’de kaybolan koyunun değil, insanların- yavrularının hesabını sorduğu bir Türkiye’de, bunlara çözüm getiremiyorsanız; eğer, devletin polis gücü, çaresiz memura, 14–15 yaşındaki çocuklara geçiyor da, mafya babalarına, Engin Civanlara geçmiyorsa, toplumsal huzuru sağlayamazsınız, yurttaşın devlete ve hukuka olan güvenini sarsarsınız. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Ergül, size ek süre veriyorum; buyurun. SABRİ ERGÜL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, bu sorunları dile getirmek, bunlara hep birlikte çözüm aramak durumundayız. Her gün milyonlarca insanın gözü önünde cereyan eden olaylar karşısında, polisin tutumunu ve polis devleti anlayışını tasvip eder mahiyetteki polis amirlerinin demeçleri, maalesef, hem polis örgütüne haksızlıktır hem de devletine güvenmek isteyen, çağdaş bir toplumda yaşamak isteyen yurttaşlara güvensizlik ve saygısızlıktır. Değerli arkadaşlarım, bir başka konuya daha değinmek istiyorum; elbette ki, polisin de sorunları var; polisin ekonomik sorunları var, eğitim sorunu var, tayinlerdeki haksızlıklar var. Kendi amirleriyle olan ilişkilerinde, yapılan haksızlıklar karşısında isyan etme durumunda, tepki gösterme durumunda olan polislerin psikolojilerinin bozulması var. Güç koşullarda görev yaptığı halde, hiçbir rehabilitasyona tabi tutulmadan, önemli kent merkezlerine verilen polislerin sorunları var; ama, bizim yaklaşımımız, İçişleri Bakanlığının yaklaşımı, bu sorunlara eğilmek yerine, örneğin; belki, kendince, sorunları olduğu için, polis örgütünün de sorunlarını dile getiren bir polis memuruna, hatta amirleriyle ilgili olarak, standart dışı silahların amirler tarafından satın alınarak, birçok insana ruhsat vaadiyle verildiğini iddia eden, polislerin ağır koşullarda çalıştığını ifade eden bir polis memuruna yaklaşımımız, onun aklî dengesinin bozuk olduğu şeklinde tezahür etti. Elbette ki, polis örgütü içerisinde ağır koşullarda çalışanların, tepkilerini, kendi sorunlarını ifade edebilme yolları bu olmamalıydı; ama, bu sorunların çözülmesi için, bu sorunların üzerine gidilmesi için, böyle davranışlara gerek olmadan, polis örgütünün başındakiler ve İçişleri Bakanlığı, bu sorunlara çözüm getirmek durumundadırlar. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Ergül, lütfen son cümlenizi söyleyiniz. Size ek süre de verdim. SABRİ ERGÜL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, son yıllarda, insan hakları ihlalleri ve hukuka uygun olmayan davranışların soruşturulması konusunda, bunları soruşturma durumunda olan savcılarımızın, 1980 sonrası yapılan uygulamalarla, yargının, idare karşısında güçsüz hale getirilmiş olduğunu ve bunun düzeltilmesi gerektiğini ifade etmek istiyorum. En son olarak, yıllarını mülkî idareye vermiş, valilik sıraları gelmiş deneyimli insanlar dururken, valinin işlevi yalnızca kolluk kuvveti görevi yapmakmış gibi, bütün il valiliklerine -hele özellikle son yıllardaki tayinlerde görüldüğü gibi- polis kökenli kişilerin, emniyet amirlerinin, emniyet müdürlerinin atanmış olması, hem sakıncalı hem de mülkî idarede sorun yaratan niteliktedir. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) SALİH KAPUSUZ (Kayseri) – Sayın Başkan... BAŞKAN – Sayın Ergül, süreniz bitti. Cümlenizi yarıda kesmemek için -her arkadaşa da yapıyorum- saniyeyi durdurdum; ama, Refah Partili arkadaşlarımızın çok zoruna gidiyor. İSMAİL İLHAN SUNGUR (Trabzon) – 5 dakika süre verdiniz. BAŞKAN – Hayır efendim, 5 dakika vermedim. Arkadaşlarımızın cümlesinin bitireceğini hissediyorum; ama, cümlelerini yarıda kesmemek için saniyeyi durduruyorum. Bu, sizi rahatsız ediyorsa bundan sonra onu da yapmayayım; ama, bir yönetici olarak bu kadar da takdir hakkımız olsun. Buyurun efendim, son cümlenizi söyleyin. SABRİ ERGÜL (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, en son olarak, öğrenci kuruluşlarında çalışmış, gençlik sorunlarıyla ilgilenmiş bir insan olarak, Manisa’daki gençlerimizin uğradıkları işkence olaylarını kamuoyunun gündemine getirmiştim, buraya getirmiştim. Yüksek Meclisimizin gösterdiği duyarlılığa ve kamuoyunun bu konudaki duyarlılığına teşekkür ederim; ama, bu konuda duyarlı olmayanlara da kaygılarımı ifade etmek isterim. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Ergül. Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, ikinci konuşmayı İzmir Milletvekili Sayın Aydın Güven Gürkan yapacaklardır. Buyurun Sayın Gürkan. (CHP sıralarından alkışlar) Süreniz 10 dakikadır. CHP GRUBU ADINA AYDIN GÜVEN GÜRKAN (İzmir) – Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesi üzerinde konuşacağım; hepinizi saygıyla selamlıyorum. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; toplum ve devlet yaşamımızın başka pek çok alanında olduğu gibi, çalışma ve sosyal güvenlik alanında da sorunlarımız çok birikmiştir. Kanımca, sorunların çözümünde başlangıç noktasını, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının yeniden düzenlenmesi oluşturmalıdır. Çok sayıda bakanlıktan oluşan yürütme sistemimiz nedeniyle, aslında bir bütünlük içerisinde, bir bakanlıkta toplanması gerekli yetkiler, görevler, kurumlar ve imkânlar, çeşitli bakanlıklar arasında dağıtılarak, bir sistemin oluşması ve bunun akılcı, etkili ve ucuz çalışması çok zorlaşmaktadır. Devletimiz, Anayasası gereği, bir sosyal devlettir. Ancak, belli bir sistematiği olan ve sürekli geliştirilen bir sosyal harcamalar bütçesine, devlet, bugüne değin hiç sahip olmamıştır. Bu nedenle, devlet, sosyal niteliği zayıf, etkisiz, adaletsiz, sistemsiz ve pahalı çalışmıştır. Bugün, herkes bilmektedir ki, sosyal güvenliğe millî gelirden ayırdığımız pay, Avrupa ülkelerinin en gerisindedir. Bu bağlamda, bir kez daha vurgulamak isterim ki, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı yeniden düzenlenmelidir ve yeniden düzenlenmiş bu bakanlık, ilk iş olarak, onbeş yıl perspektifli bir sosyal güvenlik master planı yapmalı ve sistematiği olan bir sosyal bütçe oluşturmalıdır. Bir süredir, sosyal sigorta sisteminin verdiği açıklardan söz edilmekte ve bundan sürekli olarak yakınılmaktadır. Hiç kuşku yok ki, sistemin yeni bir düzenlemeye ihtiyacı vardır. Ancak, buradan kalkarak, salt, devletin kaynak aktarımını minimalize etmeyi hedeflemek ya da sosyal dayanışma ilkesini büyük ölçüde gözardı eden aşırı özelci ve bireyci yaklaşımlara yönelmek son derece yanlıştır ve kabul edilemez. Sosyal sigorta sistemimizin bugünkü durumunun asıl nedeni, devletin, sosyal sigorta sistemimize yapması gereken katkıyı yapmakta, geçmişte, hep kaçınmış olmasıdır. Devlet, yardım etmek bir yana, aksine, kendini ve başkalarını, sigorta fonları eliyle, yok pahasına finanse ettirmiştir; devlet borçludur. Bu sözlerimle, emeklilik yaşı ve prim ödeme gün sayısıyla ilgili yeni bir düzenleme de yapılmasın demiyorum; ancak, böyle bir düzenleme, çok makul olmalı, sendikalara elden geldiğince benimsetilmeli ve emekliliklerine belli bir süre kalmış olanların hakları saklı tutulmalıdır. Emeklilik maaşları ve sağlık hizmetlerinin giderek iyileştirileceğinin güvenceleri de mutlaka oluşturulmalıdır. Ayrıca, böyle bir düzenlemeyi sosyal açıdan dengeleyebilmek için, işsizlik sigortası, iş güvencesi, kamu çalışanları sendikaları düzenlemeleri de mutlaka birlikte düşünülmelidir. İş ve İşçi Bulma Kurumunu yeni işlevlere kavuşturacak olan iş-kur yasa tasarısı da bu kapsam içinde yer almalıdır. Bu düzenlemelerin bazılarına karşı öne sürülen işveren itirazlarının giderilebileceğini düşünmekteyiz. SSK sigortalılarının sağlık hizmetleriyle ilgili yakınmaları çok iyi bilinmektedir. Bunun temel nedeni, SSK hastanelerinin, bugün, kadro, bina ve donanım olarak, devlet hastanelerinin bile gerisinde kalmış olmasıdır; daha doğrusu, gerisinde bırakılmış olmasıdır. Devlet, yaşlılık sigortasına yaptığı katkıyı azaltmak için, sağlık sigortası fonlarından, yaşlılık sigortasına aktarma yapagelmiştir. Kanımızca, sağlık sigortasının yaşlılık sigortasından ayrılmasında yarar vardır. Ayrıca, hastane işletmeciliği özerkleştirilmeli ve modernleştirilmelidir. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; işsizlik sorunu gibi çok önemli bir sorun, bugün, ülkemizde, sahipsiz kalmıştır. Bütçesini görüştüğümüz Bakanlığın adı Çalışma Bakanlığı olmasına karşın, bu Bakanlığın, istihdamı geliştirici yetkileri, donanımı, kurumları ve olanakları çok sınırlıdır. Çalışma Bakanlığının, bu açıdan da yeniden düzenlenmesinde büyük bir zorunluluk vardır. Örneğin, insangücü planlaması, üretimle eğitimin eşgüdümlenmesi ve eğitimin sürekli kılınması sorunları, sahipsiz olarak ortalıklarda durmaktadır. Oysa, kimi çağdaş ülkeler, eğitim ve çalışma bakanlıklarını tek bir bakanlıkta toplamak gibi bir geniş ufukluluk göstermektedirler. İşsizlik sorununun bizden çok daha az hissedildiği ülkelerde bile, istihdamı geliştirici çeşitli projeler uygulanmakta ve yepyeni çözümler oluşturulmaktadır. Bugün, işgücü piyasamız, büyük bir düzensizlik, kararsızlık, güvensizlik içerisinde ve baskı altındadır. Sendikasız, sigortasız ve kayıtsız işçi çalıştırmak, neredeyse kurumlaşmak üzeredir. Bunda, yasal boşlukların, ceza yetersizliklerinin, denetim noksanlıklarının ve savcıların kayıtsızlıklarının, kuşkusuz, belli bir rolü vardır; ancak, kayıtlı istihdama getirilen aşırı malî yük de, bu olumsuz gelişmenin nedenlerinden biridir. Devletin, yük almamak amacıyla, tüm maliyeti işçi ve işverenin omuzlarına yıkması, kayıtsız istihdamı ve ekonomiyi teşvik ederek, nihaî tahlilde, devletin kendisine de zarar vermektedir. SSK’nın aktif ve pasif sigortalı dengesinin bozulmasında da, kayıtsız istihdam çok önemli bir rol oynamaktadır. Bu sorunu da, kaçak yabancı işçi çalıştırma sorunu gibi, çözmek zorundayız. 15 yaşından küçük çocukların, kitlesel olarak, çok acımasız koşullarda çalıştırılıyor olması da, çözmek zorunda olduğumuz sorunlardan biridir. İşçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda da, uluslararası karşılaştırmalarda çok gerilerdeyiz. Kadınların istihdam içerisindeki payları da yeterli değildir. Özürlülerin ve eski mahkûmların istihdam sorununa da, daha kapsamlı bir biçimde yaklaşmak zorundayız. Geçici ve mevsimlik işçilerin bugünkü durumlarını mutlaka düzeltmeliyiz. Bütün bunları yapmak olanaklıdır. Bunun için en temel koşul, bu sorunları önemsemek ve bu sorunlarla birlikte yaşamak yerine, bu sorunları çözmek arzu ve kararlılığını göstermektir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, geçtiğimiz temmuzda, dar kapsamlı ve yetersiz olsa da, Anayasanın kimi maddelerinin değişikliğini yapabildik; ancak, gerekli yasal düzenlemeleri yaparak, bunlara, henüz işlerlik kazandıramadık. Biz, CHP olarak, bu konudaki hazırlıklarımızı tamamlamak üzereyiz; Hükümetin de hazırlıklarını bir an önce tamamlamasını istemekteyiz. Kamu görevlilerinin belli bir kesimini kapsam dışında bırakmak ve aşamalı olarak uygulanmak üzere, biz, kamu görevlilerine toplusözleşmeli ve grevli sendikalaşma hakkını verebilmek için, bilindiği üzere, büyük çabalar harcadık; ancak, yeterli Meclis desteğini bulamadık. Çoğunluk, bunun için Anayasa değişikliklerini gerekli saydı. Büyük uğraşma ve direnmelerle; ancak Anayasanın 53 üncü maddesinde belirli değişikliklerin yapılmasını sağlayabildik. Bununla, kamu görevlilerine, adı “sendika” olan bir örgütlenme hakkını verdik. Bu sendika, bağlayıcı olmayacak bir biçimde toplugörüşme yapabilecektir; fakat, bunun, kamu görevlilerini hiç tatmin etmediği açık bir biçimde görülmektedir. Kamu görevlilerinin kitlesel eylemleri sürmektedir. Memurlarımızı güvenlik güçleriyle karşı karşıya getirmek, onlara, dün, Adana’da olduğu gibi şiddet uygulamak, soruşturmalarla korku vermek, kitlesel ceza tehditlerinde bulunmak, çözüm değildir. Üstelik, bunların, bu eylemlere muhalefette iken destek vermiş bir politikacı tarafından yapılması, politik güven ortamını da çok zedeler. Çözüm, hızlı ve kapsamlı bir devlet personel rejimi reformundan geçmektedir. Bu reformla, kamu görevlilerine hem istihdam güvencesi hem de toplusözleşme ve grev hakkı tanınmalıdır. BAŞKAN – Sayın Gürkan, 1 dakikanız var. AYDIN GÜVEN GÜRKAN (Devamla) – Anayasamız, halen, daha, başta hak grevi olmak üzere birçok grev türünü yasaklamaktadır. Halen, daha, hükümetler istedikleri zaman grevleri erteleyebilirler ya da yasaklayabilirler; halen, daha, bir hükümet isterse, bütün grevleri zorunlu tahkime götürebilir; halen daha Hükümet, Yüksek Hakem Kurulunu istediği gibi oluşturabilir. Bu listeyi daha da uzatmak olanaklıdır. Bütün bu demokrasiye aykırı düzenlemeleri, hızla değiştirmek zorundayız. Bilindiği üzere, 2821 ve 2822 sayılı Sendikalar Yasası ile Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası, demokrasinin kesintiye uğradığı bir dönemde çıkarılmış yasalardır. Biz, CHP olarak, çok uğraşmamıza karşın, bu temel çalışma yasalarında, ancak, çok sınırlı iyileştirmeler sağlayabildik. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Size ek süre veriyorum; buyurun. AYDIN GÜVEN GÜRKAN (Devamla) – Bu yasaların birçok maddesi, hem Anayasaya hem ILO standartlarına hem de demokratik düzenin ana ilkelerine aykırıdır. Değerli arkadaşlarım, ekonomik ve sosyal konsey, ILO’nun evrensel kabul gören üçlü diyalog, üçlü temsil ilkesi çerçevesinde, çalışanların, işverenlerin ve devletin eşit temsiline göre oluşturulmalıdır. Sayın Başkan, değerli arkadaşlarım; başarılı bir özelleştirme, ancak, bir toplumsal uzlaşmayla olanaklıdır. Bu konuda, çalışanların da temsil edildiği bir ekonomik ve sosyal konseyin çok yararlı katkıları olabilir. Ayrıca, Özelleştirme Kurulunun da, yeniden düzenlenerek, bunun içinde, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının yanında, çalışanların ve işverenlerin temsilcilerinin yer almaları da, kanımızca, mutlaka düşünülmelidir. Son olarak, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının, bütçe yasa tasarısındaki 6 ncı maddeyi; yani, SSK’yı, Maliye Bakanlığı ve Hazine Müsteşarlığının vesayetine veren Anayasaya aykırı bir düzenlemeyi, nasıl olup da imzaladığını gerçekten öğrenmek isterim. Değerli arkadaşlarım, sözlerimi, artık “1 Mayıs”ı resmî tatil günü olarak kutlamak istediğimizi söyleyerek bitirmek istiyorum. Bu toplumda, ne mutlu ki, halen, daha, emeğe saygı duyan milyonlar vardır. Hepinizi, CHP Grubu adına saygıyla selamlıyorum. Teşekkür ediyorum. (CHP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ediyorum Sayın Gürkan. DSP Grubu adına, İstanbul Milletvekili Sayın Erdoğan Toprak; buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar) Sayın Toprak, sizin de süreniz 10 dakika; buyurun. DSP GRUBU ADINA ERDOĞAN TOPRAK (İstanbul) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; İçişleri Bakanlığı bütçesi hakkında, Demokratik Sol Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum. Partimin görüşlerini açıklamadan önce, Yüce Meclisi en derin saygılarımla selamlar; başarılı çalışmalar dilerim. Bilindiği üzere, İçişleri Bakanlığı, devletimizin, iç sorunlarıyla ilgilenen, sükûneti ve huzuru sağlayan, temel omurgasıdır. Bünyesinde, mülkî amirlerden emniyet müdürlerine kadar üst düzey yöneticileri ve il özel idarelerinden yerel yönetimlere, Sahil Güvenliğinden Jandarma Genel Komutanlığına kadar kritik ve geniş kapsamlı kuruluşları barındıran bir bakanlıktır. Değerli milletvekilleri, son zamanlarda, yurdumuzun birçok köyü belde, birçok beldesi de ilçe olmak istemektedir, birçok ilçemiz de il olmak için, âdeta yarış halindedir. Bunun altında yatan neden ise, bölgelerine, merkezî yönetimlerin hizmetlerinden biraz daha pay alabilmek mücadelesidir; çünkü, merkezî yönetimler, yani hükümetler, gelir dağılımında büyük adaletsizlikler ve hatalar yapmaktadır. Vatandaşların, bir ilçenin il olduktan sonra, hele, bir de araseçim oluyorsa, bu bölgelerdeki yatırımların ne kadar önemli olduğunu ve ilçelerin, il olduktan sonra mezbelelikten nasıl kurtulduğunu gördüklerini biliyoruz. Burada, o bölgelere hak veriyorum. Değerli arkadaşlarım, gelir dağılımındaki adaletsizlik, birçok bölgemizde hayatî sorunlar yaratmaktadır. Bunun en somut örneği, güneydoğudaki terör belasıdır. Bu bela, o yörede yaşayan insanlarımızı canından bezdirmiş; bölgede yaşanan bu sıkıntı, yurdumuzun tüm bölgelerinde de kendisini göstermiştir. Bu sorunu çözmek için hükümetlerin aldığı önlemler yanlışlarla dolu olduğundan, sorunu çözmek yerine daha da ağırlaştırmıştır. Sorunun ekonomik boyutu sürekli gözardı edilmiştir. Ekonomik hiçbir tedbir alınmadığından, bölge halkı günden güne yoksullaşmıştır. Bir de Irak’a uygulanan ambargo, bu bölge ticaretine indirilen öldürücü bir balyoz olmuştur. Hükümetler, terörle mücadelede çözümü sadece güvenlik boyutuyla ele almış ve ne yazık ki, soruna çözüm getirmek yerine daha da çözümsüzlüğe sürüklemişlerdir. Köylerde güvenliği sağlamak için geçici köy koruculuğu sistemi getirilmiş; insanlarımız, hayvancılıktan, çiftçilikten uzaklaşmıştır. Ellerine silah verilerek, kendilerini adaletin yerine koyan ayrıcalıklı birer insan yaratılmıştır. Sayın milletvekilleri, tek geliri devletten aldığı maaş olan, varlığı sadece ve sadece teröre bağlı olan böyle bir birliğin terörle mücadelede etkili olacağına inanıyor musunuz! Terör bittiğinde kendilerine ayrılan bu nafakanın kesileceğini bilen insanlar, terörün bitmesini ister mi, soruyorum size! (DSP sıralarından alkışlar) Değerli arkadaşlarım, düzenli orduların eğitimi, düzenli muharebe savaşları içindir. Bu tip terör olaylarında düzenli orduların başarılı olmadığını biliyoruz. O bölgede, terörle mücadelede bir birliğin kurulması şarttır. Parti olarak, biz de buna katılıyoruz; ama, ne yazık ki, o bölgede terörle mücadelede kurulan birliğin eğitimsiz olarak sahaya sürülmesi, birçok sorunu beraberinde getirmiştir. O bölgede kurulan birliğin halkla ilişkilerde, psikolojik ve sosyolojik alanlarda yeterince eğitim almadığını, sahaya sürüldükten sonra çıkan sonuçlarda hep beraber görmekteyiz. Meselelere çok duygusal yaklaşarak, kendi dışındaki bölge halkını potansiyel suçlu olarak görmesi, belli bir siyasî görüşün simgelerini taşıyarak, bölge halkı nezdinde büyük güvensizlik ortamı yaratmıştır. Bunu, basında, televizyonlarımızda izledik. Bu birliği, eğitiminden disiplinine kadar, yöneticilerimizin tekrar gözden geçirmesini rica ediyorum. Bölgede gözaltına alınanların fazlalığı, buna rağmen tutuklananların azlığı, karşımıza istihbarat zafiyetini getirmiştir. Devletin istihbarat mekanizmasının ihbar mekanizmasına dayandırılmamasının gereğini, bir daha rica ediyorum; çünkü, yoğun gözaltına alınmalar, insanlarımızın devlete karşı olan güvenini, ne yazık ki, zedelemiştir. Onun için, yöneticilerimizin, o bölgedeki istihbarat faaliyetlerimizi tekrar gözden geçirmelerini rica ediyorum. Değerli milletvekilleri, olağanüstü hal bölgesinde görev yapan güvenlik güçlerimizin, olağanüstü hal bölgesinde görev yapmayan meslektaşlarıyla aralarındaki maaş farklarının astronomik olmamasına dikkat edilmelidir. Bunun, göz önünde bulundurulmasında fayda olacağı kanaatindeyim. Demokratik Sol Parti olarak, o bölgede görev yapan tüm güvenlik güçlerimizin yanında olduğumuzu, onlara başarılar dilediğimizi, terörün sonuna kadar karşısında olduğumuzu, bir kez daha belirtmek istiyorum. (DSP sıralarından alkışlar) Güneydoğu sorununun altındaki ekonomik boyut çözülmediği sürece, sorunun çözümü daha da zorlaşır. Devletin, o bölgeye -kârlı olmasa dahi- yatırımlar yapması şarttır. Bütçemiz içerisinde büyük bir pay olan ve güvenlik için ayrılan paranın belli miktarının yatırımlara harcanması şarttır. GAP Sulama Projesi tamamlanmadan önce toprak reformu yapılmalı ya da Hazine arazileri topraksız yöre halkına dağıtılmalıdır. Güneydoğudaki feodal yapı kırılmadıkça, üretimler devlet eliyle o bölgeye kaydırılmadıkça, küçük esnaf desteklenmedikçe, çiftçilik ve hayvancılık konusunda, besicilerimize, devletin yetişmiş elemanlarıyla yol gösterilmedikçe, köy kentler kurulmadıkça, Habur Gümrük Kapısı açılmadıkça, bu sorunları çok uzun bir süre bu Mecliste tartışacağımızı sanıyorum. Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Sayın Bülent Ecevit’in güneydoğu gezisinde, bir genç çıkıp şunu söylüyor değerli arkadaşlarım: “Sayın Başkanım, bize iş vermiyorlar, bize aş vermiyorlar; bari bir spor sahası kursalar da avunsak.” Düşünebiliyor musunuz, insanlar avunmaya bile razı o bölgede. Duyduğumuz kadarıyla, Sayın Başbakanımız, Bakanlar Kurulunu, bütçe görüşmelerinden sonra Diyarbakır’da toplayacakmış. Hatırladığım kadarıyla, daha önce de bir başbakanımız, Bakanlar Kurulunu o bölgede toplamıştı. Sayın milletvekilleri, o bölgedeki insanlar artık şov istemiyor; o bölgedeki insanlar iş istiyor, aş istiyor, artık bununla tanışmak istiyor! (DSP sıralarından alkışlar) METİN PERLİ (Kütahya) – Çekinser oy da istemiyor. ERDOĞAN TOPRAK (Devamla) – Evet... Bunun da cevabını vereceğim; bir dakika... Süremi kısaltmak istemiyorum. Çıkıp, devletin bütçesi ve imkânları kısıtlı diyebilirsiniz; biz de istiyoruz, ama, devletin bütçesi bu kadar diyebilirsiniz. Değerli arkadaşlarım, eğer, bu devlet yüzde 400 faiz veriyorsa, bu devlet tefecinin eline düşmüşse, o bölgede yaşayan halkın bunda suçu yok. Eğer, bu devletin milyarlarca lira teşviki yurtdışına gidiyorsa, o bölgede yaşayan vatandaşlarımızın bunda katkısı yok; suç, o bölgede yaşayan vatandaşlarımızın değil. Eğer, bu devletin bütçesinden, vurguncular milyarlarca lira vurgun vuruyorsa, o bölgedeki vatandaşlarımızın suçu değil. O bölgede yaşayan vatandaşlarımızın hayatlarını nasıl idame ettirdiğini, televizyonlarımız başında hep beraber gördük. Hakkâri’deki çocuklarımız, hayatını idame ettirmek için çöplüklerden ekmek topluyor. Bu, hepimiz için utanç kaynağıdır; hepimizin, oturup, o manzarayı bir kez daha gözden geçirmesi lazımdır! (DSP sıralarından alkışlar) Değerli milletvekilleri, yurdumuzdaki dengesiz gelir dağılımı insanlarımızı adım adım büyük şehirlere göçe zorlamıştır. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Toprak, size kısa bir ek süre veriyorum; lütfen konuşmanızı süratle tamamlayın. ERDOĞAN TOPRAK (Devamla) – Yerel yönetimlerde daha fazla yetkiyi biz de savunuyoruz; büyük şehirlerimizdeki sıkıntıları hep beraber biliyoruz; bu yetkilerin artırılmasını biz de savunuyoruz; ama, büyük şehirlerimizdeki belediye başkanlarımızın, o bölgeye giren insanlara vize uygulamasını kınıyoruz. Hasbelkader o yönetime gelen insanları, bu Meclis çatısı altında bir kez daha kınıyorum. Kimseye, bu hudutları savunurken, canını ortaya koyan insanlara, canını feda ederken ayrıcalık tanınmadığı gibi, o yörelere göç etmesini de hiç kimse kısıtlamamalıdır. O mantıkla hareket eden insanları, o bölgedeki insanların sandığa gömeceklerine inanıyorum. Oynamaya kalkışmamalılar bu oyunu; kimseye bu hakkı vermezler. (RP sıralarından gürültüler) Değerli arkadaşlarım, dakikada bir bana laf atıyorsunuz; ama, biz çekinser oyu, bu ülkeyi karanlığa götürmemek için, bu ülkeyi aydınlığa çıkarmak için verdik! Biz, Demokratik Sol Parti olarak çağı yakalamak niyetindeyiz; çağın gerisine gitmemek için çekinser oy verdik! (DSP sıralarından alkışlar) Bizim parti olarak anlayışımız budur. ŞABAN ŞEVLİ (Van) – Asıl siz çağdışısınız!.. BAŞKAN – Müdahale etmeyelim arkadaşlar. ERDOĞAN TOPRAK (Devamla) – Değerli arkadaşlarım, Demokratik Sol Parti olarak, burada oturan 75 arkadaşım ve deneyimli Genel Başkanımızla bu ülke yönetimine talibiz ve bu ülke yönetimine mutlaka da geleceğimize inanıyoruz. Çekinser oyumuz, çağdışı düşünen insanlara bu ülkeyi teslim etmemek içindir. (DSP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) (Mikrofon otomatik cihaz tarafından Kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Toprak, lütfen... Süreniz bitti... Buyurun, son cümlenizi söyleyin. ERDOĞAN TOPRAK (Devamla) – Sayın Başkan, tamamalıyorum; lütfen. Rica edeyim... METİN PERLİ (Kütahya) – Sayın Başkan, 2 dakika daha verin... Uzatın, uzatın... BAŞKAN – Bir dakika... Arkadaşımız sözünü tamamlasın... ERDOĞAN TOPRAK (Devamla) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; aslında, ülke olarak ne zaman atağa kalksak, dış destekli bir bela başımıza açılıyor; onunla uğraşmak zorunda kalıyoruz; hamle yapamıyoruz. Bugünkü terörün dış destekli olduğunu, hatta bizim müttefiğimiz olarak bildiğimiz ülkelerin de katkısı olduğunu duymaktayız. Evet, bize dost gözüken müttefik ülkeler için, bölgede nasıl bir Türkiye istedikleri konusunda karar verme zamanı gelmiştir; ekonomik açıdan dışa bağımlı, zayıf, iç sorunlarıyla uğraşan, bölgede etkinliği yok olmuş bir Türkiye mi; yoksa, kendi iç sorunlarını çözmüş, insanları huzurlu, bölgesinde güçlü bir Türkiye mi? Eğer, birincisini istiyor ve bekliyorlarsa, yanılırlar; biz, böyle bir müttefiği asla kabul etmeyiz; ilişkimizi tekrar gözden geçiririz. Eğer, ikincisini istiyorlarsa, bizi endişeye sevk edecek noktalardan ve hareketlerden, lütfen, uzak durmalılar. Sonuç olarak, bütçe gelirlerinin altıda birine yakın bir bölümünü, güneydoğu sorunu için, değişik kurum ve kuruluşlar kanalıyla, polisiye ve askerî tedbirler için kullanmak yerine, hiç olmazsa bir bölümünün ekonomik boyuta yönlendirilmesinde, ülke geleceği açısından fayda vardır. Bütçenin, önce vatandaşlara, sonra ülke ve devlete hayırlı olmasını diler; Yüce Meclise saygılarımı sunarım. Teşekkür ederim. (DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Erdoğan Toprak. DSP Grubu adına ikinci konuşmayı, Balıkesir Milletvekili Sayın Güven Karahan yapacaktır. Buyurun efendim. (DSP sıralarından alkışlar) MEHMET GÖZLÜKAYA (Denizli) – Sayın Başkan, saat bozuldu galiba?.. BAŞKAN – Yok efendim, herkese 10 dakika tanıyoruz artık. TURHAN GÜVEN (İçel) – 10 dakika mı 1 dakika mı?.. BAŞKAN – Hayır efendim. Yani, herkesi 10 dakika konuşturuyoruz. (RP sıralarından “13 dakika” sesleri) BAŞKAN – Efendim, olabilir; sizin arkadaşları da konuşturduk. MEHMET ALİ ŞAHİN (İstanbul) – Niye çifte standart uyguluyorsunuz?!. BAŞKAN – Arkadaşlar, çifte standart değil... Ben burada takip ediyorum... Arkadaş cümlesini bitirmek istiyordu... Sayın Ali Oğuz da konuştuğu zaman, akıcı konuşmasını kesmemek için süreyi durdurdum. Niye bu kadar rahatsız oluyorsunuz?.. Konuşmalardan korkmayın; önemli olan, insanların özgürce konuşması. Bırakın, özgürce konuşsunlar... (DSP sıralarından alkışlar) Ne olacak; 5 dakika daha geç gideceğiz... Buyurun efendim. DSP GRUBU ADINA MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Balıkesir) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 1996 malî yılı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesi üzerinde, Demokratik Sol Partinin görüşlerini sunmak için söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının iki temel görevi vardır. Bunlardan biri çalışma yaşamı, diğeri sosyal güvenliktir. Önce çalışma yaşamıyla ilgili görüşlerimizi belirtmek istiyorum. Çalışma yaşamımızın en önemli sorunu işsizliktir. Devlet Planlama Teşkilatının verilerine göre, ülkemizde 4 milyonun üzerinde işsiz bulunmaktadır. Özelleştirme furyası, taşeronlaştırma, keyfî ve toptan işten çıkarmaların yaygınlaşması, işsizliği artırmaktadır. Kentlere göçün hızlanması da işsizliği artıran etkenlerden biridir. Köyden kente göçün önüne geçebilmek için, Demokratik Sol Partimizin, “kalkınma köylüden başlamalıdır” ilkesine geçerlilik kazandırmak gerekmektedir. (DSP sıralarından alkışlar) Ayrıca, Hükümetin, özellikle, geri kalmış ve gelişmekte olan bölgelerimizde istihdamı artırıcı yatırımlara yönelmesinde büyük yararlar bulunmaktadır. Değerli milletvekilleri, çalışma yaşamımızın diğer önemli sorunu geçici işçilerdir. Geçici işçiler, yılda dört ay ya da sanki sosyal güvenlik haklarından yoksun kalsınlar diye, dört aydan birkaç gün daha az çalıştırılmaktadırlar. Bu insanlarımızın, yılın kalan sekiz ayında nasıl geçinecekleri kimsenin umurunda değildir. Ayrıca, onların geleceğini de düşünen yoktur. Geçici işçilerin dört ay yerine sürekli çalıştırılmasını talep etmekteyiz. YAŞAR TOPÇU (Sinop) – Biraz daha işçi alsınlar! MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Devamla) – Değerli arkadaşlar, nüfusumuzun yaklaşık olarak yüzde 10’unu teşkil eden sakat ve özürlülere politikacılar tarafından sözlerde verilen önemin, bundan sonra, uygulamada da gösterilmesini istiyoruz. (DSP sıralarından alkışlar) Yönetmelik hükümleri arasında kalan hakların icraata geçirilmesini talep ediyoruz. Çalışanlarımızın önemli bir kesimini teşkil eden kadınlarımızın bu işsizlik ortamında yer alması bazı kesimlerin tepkisine neden olmaktadır; ancak, bu kesimler, demokrasilerin, cinsiyet ayırımı gözetilmeden işgücüne katıldığı toplumlarda geliştiğini görmezlikten gelmektedirler. Çalışan kadınlarımızın çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve çağdaş ölçütlere getirilmesi gerekmektedir. Değerli arkadaşlar, ülkemiz çalışma yaşamının diğer önemli bir sorunu da çocuk işçilerdir. Bugün, ülkemizde, 12-16 yaş arasında, çalışma yaşamında, en az 700 bin çocuk bulunmaktadır. Elimizdeki sınırlı verilere göre, bu çocukların ancak 200 bini çıraklık eğitiminden geçmiştir. Çocuk işçilerin çalıştığı yerler sağlıksız, çalışma süreleri uzun ve aldıkları ücret düşüktür. Bu duyarlı konuda, Sayın Bakanımızdan, titiz çalışmalar yapmasını istiyoruz. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yurtdışındaki işçilerimize gelince... Onlardan, yıllardır, ülke kalkınması için yararlanamadık, yalnız dövizleriyle ilgilendik, çalışma sorunlarına bile gereken değeri veremedik. Yurtdışındaki işçilerin en başta gelen demokratik haklarından biri olan seçimlerde oy kullanma hakkı için doğru düzgün çaba göstermedik. 1995 yılı haziran ayında yapılan anayasa değişikliklerini takiben, Genel Başkanım Sayın Bülent Ecevit’in uyum yasalarının çıkarılması için verdiği büyük mücadele, diğer partilerin ilgisizliği nedeniyle akim kalmıştır. Değerli milletvekilleri, ülkemizin uluslararası pazarlarda rekabet edebilmesi için, işgücü verimliliği önem kazanmıştır. Bunun için, insangücüne yapılacak verimlilik artırıcı yatırımlara önem verilmesi yerinde olacaktır. Enflasyon canavarının pençesi altında ezilen işçi emeklilerinin mağduriyetlerine, artık son verilmelidir. (DSP sıralarından alkışlar) Bir yasa çıkarılmasına gerek kalmadan, işçi ve işveren kesimleri arasındaki çalışma barışını sağlayacak olan ekonomik ve sosyal konseyin kurulmasında, Demokratik Sol Parti olarak, büyük yararlar görmekteyiz. Sayın Başbakanın bütçe konuşmasında bu konuda verdiği söz, bizler için, çok memnuniyet verici olmuştur. Değerli arkadaşları, kamu çalışanları, yani memurlarımız, son yıllarda grevli, toplusözleşmeli sendikal haklar için mücadele vermektedirler. Daha önce söz veren politikacıların sözlerinde durmamaları karşısında, hak arayan memurlarımız, coplanmakta, adlî takibata uğramakta ve sürülmektedirler. Çalışma barışının sağlanması için, bu dönemde, Anayasanın 128 inci maddesinde öngörülen aslî ve sürekli görevlerin, zaman geçirilmeden belirlenmesi gereklidir. Sayın Başbakandan, konuya çalışma barışı açısından yaklaşmasını, kamu çalışanlarına, grevli, toplusözleşmeli sendikal haklarının verilmesi için çaba göstermesini ve memurlarımızın ücretlerinin, günümüzün koşullarına uydurulmasını sağlamasını istiyoruz. (DSP sıralarından alkışlar) Kamu çalışanlarının bu haklarının verilmesi, demokrasimize en büyük hizmet olacaktır. Değerli arkadaşlarım, çalışan kesimlerin en büyük sorunlarından biri de asgarî ücrettir. Son oniki yıldır, yüzde 50-60 arasında seyreden enflasyonun etkisiyle, asgarî ücret, asgarî ücretle geçinenleri bunalıma sürüklemektedir. Ayrıca, artık, asgarî ücretin vergi dışı bırakılması uygulamasına da zaman kaybedilmeden geçilmelidir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 12 Eylül askerî darbesinden sonra, işçilerimizin sendikalaşma, toplusözleşme ve grev haklarına, demokrasiyle bağdaşmayan sınırlamalar getirilmiştir. Bunlar, 2000’li yıllara çeyrek kala, mutlaka kaldırılmalıdır. İşçilerin, sendikalar ve çalıştıkları kurumların yönetimine katılmaları sağlanmalıdır. Toplusözleşmelerle sağlanan hakların yerine getirilmemesi sonucunda, işçilerimizin eli kolu bağlıdır. Ülkemizde, hak grevinin olmaması büyük haksızlıktır. Ayrıca, ILO sözleşmeleriyle sağlanan haklar, yaşama geçirilememektedir. Toplusözleşmelerle ücretleri yükselen işçilerin işlerine son vermek, son yıllarda moda olmuştur. Bunlar, çağdaş hukuk devletinin ayıplarıdır; bunlardan kurtulmamız gerekmektedir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının ikinci temel görevi, sosyal güvenliktir. Sosyal güvenlik kurumları, hiçbir çağdaş devlette, devletin tasfiye edeceği, ortadan kaldıracağı kurumlar değildir ve bu, asla yapılmamalıdır; çünkü, sosyal hukuk devleti, tüm yurttaşlarına, asgarî sosyal güvenliği sağlamak zorundadır. BAŞKAN – Sayın Karahan, 1 dakikanız var efendim. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Devamla) – Demokratik Sol Parti olarak, sosyal güvenlik kurumlarının aynı çatı ve tek bakanlık altında toplanması gerektiğine inanmaktayız. Şimdi, sosyal güvenlik kurumlarıyla ilgili görüşlerimizi, kurumsal bazda, kısa kısa açıklamak istiyorum. Sosyal Sigortalar Kurumu, ülkemizin en büyük sosyal güvenlik kurumudur; 25 milyon insanımıza hizmet vermektedir; hem sosyal güvenlik hem de sağlık hizmetleri sunmaktadır. SSK, 1991 yılından sonra malî krize düşmeye başlamıştır. Bunun nedenleri, emeklilik yaşının indirilmesi, kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınamaması, primlerin zamanında toplanamaması, sık sık yapılan prim cezası afları, Kurum gelirlerinin, geçmişte, düşük faizli menkul kıymetlere yatırılması, sık sık borçlanmaya imkân veren düzenlemelerin yapılması, iflas eden bankaların personelinin Kurum kapsamına alınması, kaçak işçi çalıştırılmasıyla ilgili etkin önlemlerin alınamaması nedeniyle... BAŞKAN – Sayın Karahan, size de kısa bir süre veriyorum; lütfen, konuşmanızı bitirin. MUSTAFA GÜVEN KARAHAN (Devamla) – ... aktif sigortalı sayısının artırılamaması, 1977 yılından beri, sosyal zamların prim karşılığı olmaksızın Kurum tarafından ödenmesi ve SSK’daki kadro şişkinliğidir. SSK’nın, gerçekten özerk bir yapıya kavuşturulması ve sağlık hizmetleri birimlerinin, rayiç değer üzerinden Sağlık Bakanlığına devredilmesi, sorunun çözümüne katkıda bulunacaktır. SSK hastaneleri, ülkemiz sağlık hizmetlerinin yaklaşık olarak yüzde 35’ni vermektedir. SSK hastaneleri, bu yükün altında ezilirken, sağlık çalışanları büyük bir özveriyle çalışmaktadırlar. Bir hekim olarak, bu arkadaşlarımızı, burada, takdirle anmayı büyük bir görev biliyorum. Bağ-Kur’a gelince. Bağımsız çalışanların sosyal güvenlik haklarıyla, bağımlı çalışanların sosyal güvenlik hakları, günümüzde, ne yazık ki, karıştırılmaktadır; bu, çok yanlış bir uygulamadır. Bağımsız çalışanlar, sosyal güvencelerini kendileri sağlarlar; onlara prim ödemiyor diye reva görülenler yanlıştır. Bağımsız çalışanlara bu konuda eziyet etmek, işinden gücünden etmek ve hapiste yatmalarına neden olmak, hem devlet hem de sigortacılık anlayışıyla bağdaşmamaktadır. Bağımsız çalışanlara, primlerini ödedikten belirli bir süre sonra sosyal güvenlik hakkı vermek, primlerini yatırmadığı zaman sosyal güvenlik kapsamından çıkarmak en doğru hareket olacaktır. Bu arada, Bağ-Kur’lu tarım çalışanlarının da sağlık hizmetleri kapsamına alınması yerinde olacaktır. Kıt bütçe olanaklarıyla donatılmış Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1996 malî yılı bütçesinin, ülkemize ve ulusumuza hayırlı olmasını diler, Demokratik Sol Parti Grubu adına saygılarımı sunarım. (DSP, ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Karahan. Sayın milletvekilleri, bütçeler üzerinde gruplar adına yapılan konuşmalar sona ermiştir. Sayın İçişleri Bakanı, buyurun efendim. (ANAP sıralarından alkışlar) Sayın Bakan, konuşma süreniz 10 dakikadır. İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın Başkan, muhterem arkadaşlarım; İçişleri Bakanlığının ve bağlı kuruluşlarının 1996 yılı bütçesi üzerindeki görüşlerimizi ve Bakanlığımızın faaliyetlerini izah etmek için huzurlarınızdayım; bu vesileyle hepinizi saygıyla selamlıyorum. Benden önce konuşan çok değerli milletvekillerimize, hem eleştirileri için hem de Bakanlığımızın bütçesi için getirmiş oldukları önerilerden dolayı, teşekkür ediyorum. Muhterem arkadaşlarım, Bakanlığımız, bilindiği gibi, yurdun iç güvenliğinin ve asayişinin sağlanması, kamu düzeninin korunması, kaçakçılığın önlenmesi gibi devletin en hayati fonksiyonlarını yerine getiren bir Bakanlıktır. Ayrıca, mahallî idarelerimiz için yol gösterici, onlara yön verici olmanın yanı sıra, iyi işleyen bir taşra idaresinin tesisi, sivil savunma ve nüfus hizmetlerinin yürütülmesi de İçişleri Bakanlığımızın görev alanları içindedir. İç güvenliğin ve asayişin sağlanmasında, huzur ve güven ortamının tesisinde, Bakanlığımızın her kademesindeki mensupları, bu önemli görevlerinin sorumluluğu ve bilinci içerisindedirler. Yüksek bir disiplin ve görev anlayışıyla hizmet yarışındadırlar. Bu uğurda, yeri geldiğinde, kanını, canını vermekten de çekinmemektedirler. Ben, bu vesileyle, özellikle güneydoğu ve diğer yörelerimizdeki olaylarda, hayatını kaybeden değerli emniyet ve güvenlik mensuplarımıza, Cenabı Allahtan rahmet diliyorum ve gazilerimizi de şükranla anıyorum. Muhterem arkadaşlarım, bu çok kısa süre içerisinde, size, klasik bir bütçe sunmak mümkün değil; ama, ben, İçişleri Bakanlığının en önemli sorunlarını ve sizin huzurunuza getirmek istediğimiz, bu sorunları düzeltecek kanunlar hakkında, çok kısa, satırbaşı halinde bilgi vermek istiyorum. Muhterem arkardaşlarım, Plan ve Bütçe Komisyonunda, bütün partilere mensup arkadaşlarımın ifade ettiği gibi, bugün ülkemizin en önemli beklentisi, mahallî idareler reformudur. Hükümetimiz, programında da belirttiği gibi, mahalli idareler reformunu mutlaka yapacaktır. Bunun için hazırlıklarımız, aşağı yukarı, tamamlanmıştır; çok kısa bir sürede, mahalli idareler reformu, Yüce Meclise, huzurlarınıza getirilecektir. Reformdan amaç, merkezî idarede toplanan görev ve yetkilerin, mahallî yönetimlere devridir; bunun detaylarını, gerek ihtisas komisyonlarında, gerekse Meclis Genel Kurulunda birlikte görüşeceğiz. Ben şimdiden, mahallî idareler reformuna, Plan ve Bütçe Komisyonunda bütün partilerimizin göstermiş oldukları ilgiden dolayı teşekkür etmek istiyorum. Sayın Başkan, muhterem arkadaşlarım; ülkemizin en önemli sorunlarından biri de trafiktir; dikkat ettim, konuşmacılarımız, belki sürenin kısalığından dolayı, bu konuya girmediler. Düşünebiliyor musunuz, Türkiye’de, bir yılda, ortalama 295 bin trafik kazası oluyor ve her gün, ortalama 25-26 vatandaşımız hayatını kaybediyor. Yine, Türkiye’de, trafik kazalarından dolayı, her yıl 10 trilyon lira zarara uğruyor ülkemiz. Bu ürkütücü rakamlara baktığımız zaman, bizim, süratle bu konunun üzerine gitmemiz gerektiğini ve bu konuyla ilgili gereken kanunu çıkarmamız icap ettiğini düşünmememiz mümkün değil. İşte, bunun için, bu kanun tasarısını hazırladık, bu ay içerisinde Yüce Meclise sunacağız. Bu tasarıda, amacımız, gerek vatandaşlarımıza gerekse trafik polisimize gerekli eğitimi verebilmeyi sağlamak; aynı zamanda, bugüne kadar yetersiz olan, hele, son zamanlarda gülünç hale gelen trafik cezalarını artırmak, trafik altyapısını hazırlamak ve trafik eğitimi için gerekli önlemleri almaktır. Bunları, en kısa zamanda huzurlarınıza getireceğiz. Muhterem arkadaşlarım, Hükümet Programında da belirttiğimiz gibi, biz, olağanüstü hali tedricen kaldıracağız; bunun için, gerekli tasarıları hazırladık. Bunlar, Köy Kanunu ve İller İdaresi Kanununda yapılacak değişiklikler ile Kimlik Bildirimi Kanunu ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar Kanununda yapılacak değişikliklerdir. Bu değişiklikleri hazırladık ve Bakanlar Kurulumuza sevk ettik. Bu tasarılar da, çok kısa bir süre sonra huzurlarınıza gelecektir. Bu tasarıların kanunlaşmasıyla, yürürlüğe girmesiyle, olağanüstü hali de kaldıracağız. Muhterem milletvekilleri, bugün, terörle ve terörün son durumuyla ilgili çok konuşmalar yapıldı. Ben, tekrardan kaçınarak, size, sadece şunları söylemek istiyorum: Son aylar içerisinde, hele son ay içerisinde yapılan operasyonlarda, hepinizin, basından, radyodan, televizyondan takip ettiğiniz gibi, güvenlik güçlerimiz büyük başarılar elde etmişlerdir. Size, şunu hemen ifade edeyim: Son bir ay içerisinde, 100’e yakın terörist kendiliğinden güvenlik kuvvetlerine teslim olmuştur. Artık, güvenlik güçlerimiz defansta değildir; artık, güvenlik güçlerimiz eşkıyayı aramaktadır ve size en güzel vereceğim haber, bugün, Türkiye’de ne kadar PKK’lının olduğunu bildiğimiz gibi, yerlerini de biliyoruz. Türkiye Cumhuriyeti, bugün, bunu tespit etmiş durumdadır; yurtdışında olanların da sayısını biliyoruz ve inancım odur ki, çok kısa bir süre içerisinde, tespit edilen bu odaklar mutlaka temizlenecektir; ama, burada çok değerli bir arkadaşım ifade etti : “Terör sıfırlanabilir mi; bu, dünyanın hiçbir ülkesinde sıfırlanmamıştır, en medenî ülkelerde bile var.” İşte, bizim hedefimiz, terörü, o medenî ülkelerdeki seviyeye indirmektir; inancım odur ki, bunu birlikte yapacağız. Türkiye’deki terör belasını yok etmek sadece Hükümetin görevi değildir; bu Parlamentonun, Türk Milletinin, hepimizin üzerine gitmesi icap eden bir görevdir. Ülkenin üniter yapısına yönelik bu tehdide karşı, hepimizin birleşerek bunun üzerine gitmesi lazımdır ve mutluluk duyuyorum,bütün partilerimiz, bugün, bu konuda hemfikirdirler. Muhterem arkadaşlarım, değerli milletvekilleri; bir sorunumuz var; bu sorunumuzu Sayın Kozakçıoğlu burada ifade etti. Polis ihtiyacımız nedeniyle, daha önce, sayıları takriben 33 bine yaklaşan askerliğini yapmamış polisler alındı. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Bakan, süreniz doldu, size ek bir süre veriyorum, lütfen, toparlayınız. İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Devamla) – Bugün, askerliğini yapmamış mevcut 33 bin polisimiz var. Şimdi, bu polisler, özellikle, büyük şehirlerimizde ve güneydoğuda görev yapmaktadırlar. Şimdi, bu polislerimiz askere çağrılıyor; bizim, polis ihtiyacımız var; ama, onlar, güvenlik görevini yapıyorlar. Bizim hedefimiz ve hazırlığımız, bunlara, zamana yayarak, dört aylık temel eğitimi de vermek şartıyla askerliklerini yaptırmaktır. Hatırlarsınız, 1970’li yıllarda, öğretmenler için de bu uygulanmıştır. Bunun inancındayız ve bunu yapmalıyız; çünkü, bunlar, zaten, aynen, güneydoğudaki askerlerimiz gibi güvenlik görevini yapmaktadırlar. Bu kanunu, yakında, huzurlarınıza getireceğiz. Muhterem milletvekilleri, burada konuşan çok değerli arkadaşlarıma, Sayın Başkanın da yüksek müsaadesiyle, çok kısa cevap vermek istiyorum. Şimdi, polis ve jandarmanın, zaman zaman insan haklarını ihlal ettiğini, işkence ettiğini, arkadaşımız, bir genelleme şeklinde burada ifade etti; bunu kabul etmemiz mümkün değildir. Türk polisi, Türk jandarması ve güvenlik güçlerimiz, hiçbir zaman, insan haklarını ihlal eden ve aynı zamanda, işkenceye yol açan davranışlar içerisinde bulunmamışlardır. 135 bin polisimiz içerisinde, belki, buna yönelen çok münferit vakalar olmuştur, insanlar da olmuştur; bu doğaldır, bu, her meslekte olur; ama, bunu, bütün polis teşkilatımıza teşmil etmek yanlıştır. Diğer bir husus, hepinizin bildiği gibi, son, valiler kararnamesini çıkardık. İktidarlar değiştiği zaman bunlar doğaldır, bunlar birer nöbet değişimidir, bunu tabiî karşılamak lazımdır ve bunlar objektif kriterler içinde yapılmıştır; ama, orada bir ifade beni rahatsız etti: “Polis kökenli valiler atanıyor” denildi. Arkadaşımızın insaf etmesi lazımdı; 50’den fazla valinin atandığı bu kararnamede, polis kökenli sadece 2 valimiz vardır ve bunlar da son derece yetenekli ve değerli insanlardır. Kaldı ki, İçişleri bir bütündür, o bütün içerisindeki mensupların hepsi, yeri geldiğinde, vali olmaya layıktırlar ve olabilmelidirler. Yani, bir insanın, emniyet kökenlidir diye vali olamaması gibi bir şey düşünülemez; bu, zaten istisnaî bir kadrodur. Ayrıca, ilk defa bir kararnamede bu kadar az polis kökenli vali atanmıştır. Allah nasip eder, bana bir fırsat daha verirse -eğer şartlar gerektirirse- hiç düşünmeden, daha çok polis kökenli vali yaparım. İnsanların kökeni önemli değildir, önemli olan, o insanın icraatıdır; buna ehemmiyet vermek lazımdır. (ANAP sıralarından alkışlar) Muhterem milletvekilleri, köylerin boşaltılması, burada hep ifade edilir. Zannedilir ki, devlet gitti köyleri boşalttı, kimseyi bırakmadı; ama, biraz geriye dönüp bakın, acaba bu köyler neden boşaltıldı... Eşkıya köyü basıyor, eşkıya köyden insan alıyor... BAŞKAN – Sayın Bakan, lütfen toparlayın efendim. İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Devamla) – ...ve eşkıya oradan yiyecek, lojistik destek alıyor. İşte, o köylü bıktı artık, bıktığı için büyük şehirlere gitti. Ha, acaba, güvenlik nedeniyle boşaltılan yer olmadı mı; olmuştur, bu da doğaldır; ama, şurası bilinmelidir ki, köylerin boşaltılmasının asıl nedeni, oradaki eşkıyanın, o insanların hayatına, ırzına, malına, canına yaptığı sarkıntılıklardan ve sıkıntıdan ibarettir. MUSTAFA YILDIZ (Erzincan) – Devlet güvence vermiyor ama. İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Devamla) – Oraya, öğretmen gönderiyorsunuz; yaşatmıyor, ebe gönderiyorsunuz; yaşatmıyor, oraya, iş makinesi gönderiyorsunuz; yakıyor, oradaki insanı yerinde tutmuyor, o insan göç ediyor. Bir taraftan da “bu insanları, devlet yerlerinden etti” diyoruz. Devlete karşı bu haksızlığı yapmamalıyız; bunu, hiç kimsenin söylemeye hakkı yoktur arkadaşlar. Muhterem arkadaşlarım, aslında, bu konuda söyleyecek çok şeyimiz var; ama, işte 10 dakikalık sürede ne söyleyebiliriz ki... Ben, tekrar, bütçemiz üzerinde konuşan ve katkıda bulunan bütün milletvekillerimize teşekkür ediyorum. Şunun bilincindeyim, bu bütçe, yerinde ve kuruşuna kadar en iyi şekilde değerlendirilerek harcanacaktır. Bundan, hiçbir milletvekilimizin şüphesi olmasın. Bu bütçe için katkıda bulunanlara tekrar teşekkür ediyorum. Bütçemizin, ülkemize ve camiamıza hayırlı olmasını diliyor, hepinize en derin saygılarımı sunuyorum. (ANAP ve DYP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan. Sayın milletvekilleri, şimdi, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanına söz vereceğim; yalnız, Sayın Bakana söz vermeden önce, Başbakanlığın bir tezkeresi vardır; okutacağım. Bu tezkere, ülkemizin de üyesi bulunduğu Uluslararası Çalışma Teşkilatı (ILO) Anayasasının 19 uncu maddesinin 5 (b) ve 6 (b) bentleri gereğince, hükümetlerin, Uluslararası Çalışma Konferanslarında kabul edilen tavsiye kararları hakkında yasama organına bilgi sunmasına dairdir. Başbakanlık tezkeresini okutuyorum: II. – BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI (Devam) A) TEZKERELER VE ÖNERGELER (Devam) 7. – Cenevre’de yapılan 82 nci Uluslararası Çalışma Konferansında kabul edilen 176 sayılı Sözleşme ve 81 sayılı İş Teftişi Hakkında Sözleşmenen genişletilmesini öngören Ek Protokolle ilgili olarak, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından, bütçe müzakereleri sırasında, Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi sunulacağına ilişkin Başbakanlık tezkeresi (3/236) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına 12.4.1996 İlgi : Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 9.4.1996 tarihli ve B.13.0.APK.0.12.00-00/4010-996/008246 sayılı yazısı. 5-23 Haziran 1995 tarihlerinde Cenevre’de yapılan 82 nci Uluslararası Çalışma Konferansında kabul edilen “Madenlerde Güvenlik ve Sağlığa İlişkin 176 Sayılı Sözleşme” ve “81 Sayılı İş Teftişi Hakkındaki Sözleşme”nin ticaret dışı sektörlere de uygulanması amacıyla genişletilmesini öngören Ek Protokolle ilgili olarak, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından bütçe müzakereleri sırasında Türkiye Büyük Millet Meclisine bilgi sunulması hakkındaki ilgi yazı ile ekinin suretleri ilişikte gönderilmiştir. Gereğini arz ederim. Mesut Yılmaz Başbakan BAŞKAN – Bilgilerinize sunulmuştur. III. – KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER (Devam) 1. – 1996 Malî Yılı Genel ve Katma Bütçeli İdareler Bütçe Kanunu Tasarıları (1/285, 286) (S. Sayıları : 1, 2) (Devam) İ) İÇİŞLERİ BAKANLIĞI (Devam) 1. – İçişleri Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi a) Emniyet Genel Müdürlüğü (Devam) 1. – Emniyet Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Bütçesi b) Jandarma Genel Komutanlığı (Devam) 1. – Jandarma Genel Komutanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi c) Sahil Güvenlik Komutanlığı (Devam) 1. – Sahil Güvenlik Komutanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi J) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI (Devam) 1. – Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Emin Kul; buyurun efendim. (ANAP ve DYP sıralarından alkışlar) Sayın Bakan, konuşma süreniz 10 dakikadır. Yalnız, o bildiriyi sonra; yani, sürenizin sonunda okursunuz; o, süreye dahil değil efendim. ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI EMİN KUL (İstanbul) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 1996 yılı bütçesi üzerinde söz alan arkadaşlarımı aydınlatmak -eleştirilerine cevap vermek üzere değil- ve bilgi sunmak üzere huzurlarınızdayım; sizleri, saygıyla, sevgiyle selamlarım. Bütçemiz üzerinde sırasıyla söz alan, Sayın Oğuz’a, Sayın Sıvalıoğlu’na, Sayın Bahadır’a, Sayın Gürkan’a ve Sayın Karahan’a şükranlarımı arz ediyorum; eleştirilerinden faydalandım, kendilerine teşekkürlerimi sunuyorum. Esasen, Hükümetimiz, arkadaşlarımın işaret ettiği hususlar üzerinde titizlikle durmakta ve çalışmalarını sürdürmektedir. Her ne kadar arkadaşlarımın eleştirisi süresince, cevap vermek, izahat vermek imkânı bulamıyorsam da, bize ayrılan bu 10 dakikalık süre içerisinde, kısaca, bazı hususlara değinmek istiyorum. Önce, şunu ifade edeyim: Çalışma hayatının içerisinde, kırkdört yıl bilfiil işçi olarak çalışmış bir arkadaşınız olarak, Sayın Oğuz’a hak veriyorum. Sayın Oğuz’un, dışarıdan tespit ettiği veyakendisini bu derece hüzünlendiren ve hitabet kabiliyetini çok ileri şekilde ortaya koyan bu konuşmasında haklı yönleri olabilir; ama, ben, bu kırkdört yılın acısını burada anlatmaya kalksam, inanınız ki, gözleriniz belki daha fazla yaşarır. O bakımdan, bütçe üzerinde durmayı daha faydalı görüyorum. NECMETTİN AYDIN (Zonguldak) – Anlatmaya değil, çözmeye geldiniz Sayın Bakan. ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI EMİN KUL (Devamla) – Şu hususa da işaret etmek istiyorum. Sosyal güvenlikle ilgili Hükümet çalışmaları, sadece finansman açığını kapamaya yönelik çalışmalar değildir. Sosyal güvenliğin bugünkü durumunu daha iyiye doğru getirmek ve sosyal güvenlik alanında, yurttaşlarımıza, işçilerimize daha üstün bir hizmet verebilmenin yollarını aramak asıl amaçtır. Finansman açığı da, tabiî, bu sorunun içinde önemle yer tutan bir durumu, bir manzarayı ortaya koymaktadır; ama, hiçbir zaman, sadece finansman açığını kapatmak üzere tedbir almak gibi bir yaklaşımla Hükümetimiz olaya bakmamaktadır. Muhalefette kamu çalışanlarına destek verme konusu da, açıklanması gereken bir husus olarak önümüzdedir. Özellikle, bugün görev alan Sayın Başbakan, muhalefet sıralarındayken, muhalefet dönemindeyken kamu çalışanlarıyla en yakından ilgilenmiş bir siyaset adamıdır. Hatta, partisinin genel merkezinde, ilk kez kamu çalışanlarını bir açık tartışmaya çağırmış; burada, bilim adamları ile kamu çalışanlarının temsilcileri saatler süren bir sempozyuma katılıp görüşlerini bildirmişler ve bugünkü Başbakanımız sempozyumun kapanış konuşmasında, görüşlerinin, desteğinin ve vaatlerinin neler olduğunu açıkça söylemiştir. Dolayısıyla, bu desteğin veyahut da vaadin ne olduğunu bilmeden sadece eleştirisini yapmak, haklı görülecek bir nokta değildir. Sayın Başbakanın vaatlerinin ne olduğunu bilerek eleştiride bulunmak ancak haklı görülebilir; ama, bu, bu şekliyle ortaya konulmamıştır. Bütçenin nasıl imzalanıp gönderilmiş olduğuna gelince. Anavatan Partisi, bu konuda, geçmiş bütçelerdeki Anayasaya aykırı hükümlerin büyük bir çoğunluğunu, Anayasa Mahkemesine götürüp -bütün ikazlarına rağmen, uyarılarına uyulmadığı için- iptal ettirmiş bir partidir. Dolayısıyla, Hükümetimiz, bütçeyi, sadece Meclise sevk etmek işlemini yapmıştır. Eğer, Anayasaya aykırı, yasalara aykırı bir husus varsa, bu konuyla ilgili olarak, Maliye Bakanlığının bütçe müzakereleri sırasında, bütçenin metninin müzakereleri sırasında, arkadaşlarımız girişimler yaparlar, Yüce Meclis, kendi konusuna hâkimdir; bu konuda bir değişiklik istiyorsa, bu da Yüce Meclisçe gerçekleştirilir. Hemen ifade edeyim ki, Bakanlığımızın Kuruluş Kanununun 2 nci maddesinin bir fıkrası “bağlı kuruluşların, amaçları ve özel kanunları gereğince idare edilmesini sağlamak ve denetlemek” görevini Bakanlığımıza vermiştir. 4792 sayılı Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununun 1 inci maddesinde de, Kurumun, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına bağlı olduğu yazılıdır. 11 inci maddesinin (a) ve (b) fıkralarında da, “bütçeyi ve bütçedeki değişiklikleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının tasvibine sunmak” ibaresi yer almıştır. Eğer, Bütçe Kanunumuzun 6 ncı maddesi bunlarla çatışıyorsa, bu hususu Yüce Meclis elbette ki gözden kaçırmayacaktır, gereğini elbetteki üzerinde yaptığı çalışmayla şekillendirecektir. Bu konuda, sadece bu açıklamayı yapmakla iktifa etmek istiyorum; bunu yeterli görüyorum. Sosyal Sigortalar Kurumunun tasfiyesi diye bir şey de söz konusu değildir; çünkü, Hükümetin böyle bir niyeti olsaydı, bunu açıkça deklare ederdi. Özelleştirme diye bir şey söz konusu değildir; çünkü, böyle bir niyeti olsaydı, deklare ederdi. Bu konuda, henüz seçenekleri incelemektedir ve bir reform taslağı hazırlamak üzere çalışmaktadır. İnsan, kötü giden bir işini tasfiye eder, yeni ve daha iyi bir iş kurar. Hükümet bunu da deklare eder; özelleştirmeden de korkmaz; eğer, yapmak istiyorsa, sonuç olarak, bütün verilerin karşısına getirdiği nokta buysa, Hükümet bunu da söyler; ama, ne Bakanlığım ne Başbakan ne de Bakanlar Kurulumuzun herhangi bir üyesi, tasfiye veya özelleştirme diye bir hususu kamuoyuna deklare etmiş değildir. Dolayısıyla, arkadaşlarımızın müsterih olmasını diliyorum. Şimdi, verilen süre içerisinde, kısaca izahat vermek isterim. Hani, belki “bütçen kadar konuş” diye aklınızdan geçer; hakikaten, verilen süre, bütçem kadar. Bütçemize baktığımız zaman, 3 trilyon 116 milyar lira olduğunu görüyoruz. Bu 3 trilyon 116 milyar liranın 1 trilyon 190 milyar lirası, İş ve İşçi Bulma Kurumumuza ayrılan bir ödenektir. Personel giderlerimiz de 1 trilyon 226 milyar liradır. Elimizde, diğer cari giderler, yatırımlar ve transferler için 700 milyar 710 milyon liralık bir para kalmaktadır. İşte, 10 dakikalık süre içerisinde “bütçen kadar konuş” derseniz, bütçemizin ihata ettiği rakam budur. Bakanlığımız, bu rakamlar çerçevesinde, Türk çalışma hayatında ve sosyal güvenlik alanında hizmet yürütmek üzere görevlendirilmiştir. Bakanlığımızda çalışan değerli bürokrat arkadaşlarımın, değerli memurlarımın, değerli personelimin, özverili çalışmalarıyla, bütçenin eksikliklerini ve bu açığı kapatacaklarını ümit ediyorum ve böyle bir çalışmanın da, önümüzdeki dönemde titizlikle yapılacağını Yüce Meclise arz etmek istiyorum. Kısa vadede yapacaklarımız bakımından söyleceklerim şunlar: Öncelikle, 2821 sayılı Kanun, sosyal güvenlik reformu -bu, belki, kısmî de olabilir- ve yurtdışında çalışan işçilerimizle ilgili düzenlemeler ele alınacaktır. Orta vadede, 2822 sayılı Kanun, 1475 sayılı İş Kanunu, kamu görevlilerinin sendikalaşmasıyla ilgili kanun ve işsizlik sigortası sorunu ele alınacak ve bunların hukukî altyapısı düzenlenmeye çalışılacaktır. Kısa vadede, Ekonomik ve Sosyal Konsey, işçi Sağlığı ve İş Güvenliği Kanunu, Deniz İş Kanunu, Yabancı Uyruklu Kişilerin Yurtiçinde Çalışmalarına İlişkin Kanun, İş Güvencesi Kanunu ve ILO sözleşmelerinin, üç sözleşmenin, onaylanmak üzere Yüce Meclisin huzuruna getirilmesi vardır. Sakatlar ve eski hükümlülerin istihdamına ilişkin tüzük de, bu kısa vadede düzenlenecektir. Hakeme ve resmî arabulucuya başvurma tüzüğü de bu kısa vadede gerçekleştirilecektir. Asgarî Ücret Komisyonu toplantıya çağırılmıştır. Komisyonlar, 22 ve 24 Nisan tarihleri arasında toplanacaktır ve önümüzdeki aylar içerisinde, asgarî ücret sorunu üzerinde de çalışmalarımız yürütülecektir. Bakanlığımız, böyle bir program içerisinde çalışmalarını başlatmıştır. Bakanlığımıza bağlı kuruluşlardan İş ve İşçi Bulma Kurumu -hizmetlerini sayamayacağım; çünkü vaktim geçiyor- Söke hizmet binasını açacaktır, İskenderun, Kayseri eğitim merkezlerini faaliyete geçirmeye çalışacaktır. 1996’da devam eden ve sağlanan yatırımlar, istihdam ve eğitim projesiyle ilgili bir çalışmadır. Adana hizmet binasıyla ilgili ve Şanlıurfa hizmet binasının işgücü yetiştirme kurslarının organize edilmesi, programımız içerisindedir. 1996 yılı için planlanan yatırımlar, Samsun, Muş, Çorum hizmet binaları... BAŞKAN – Sayın Bakan, size de ek süre veriyorum, lütfen konuşmanızı toparlayın. ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI EMİN KUL (Devamla) – Teşekkür ederim Sayın Başkan. ... fakat Devlet Planlama Teşkilatından henüz, bu konuda bir ödenek ayrılmamış bulunmaktadır. Sosyal Sigortalar Kurumunun, 1996’nın ilk yarısında hazır duruma getirilecek hastaneleri, Batman, Erzincan, Malatya kadın doğum, Malatya Akçadağ Göğüs Hastalıkları Hastanesi, Eskişehir Diyaliz Merkezi, Iğdır Sigorta Müdürlüğü, Kocaeli Sigorta Müdürlüğü, İstanbul Merdivenköy Dispanseri ve Siirt Dispanseri veya hastanesi olacaktır. Yılın sonuna kadar da, Bolu-Düzce hastanesi, Isparta hastanesi, Kocaeli- Gebze hastanesi, Ankara özel tip dispanseri faaliyete geçirilecektir. Arada, milletvekillerimizin müracaatları sonucu, bazı mahallelerde vereceğimiz sağlık hizmetlerini de organize etmeye çalışıyoruz. 1996 yılı sonuna kadar yetiştirmesi kararlaştırılan tevsi inşaatlar da, Afyon hastanesi, Antalya hastanesi, Balıkesir hastanesi tevsi inşaatlarıdır. 1996 sonuna kadar bitirilecek onarımlar da Eskişehir hastanesi, Diyarbakır hastanesi, İstanbul Okmeydanı Hastanesi onarımlarıdır. Devam etmekte olan inşaatlarımız, yüzde 45 ilâ yüzde 85 oranında bitirilme aşamasında olan 21 adet inşaattır. Ayrıca, hastane, dispanser, poliklinik, lojman, inşaat tevsii ve sigorta müdürlüğü binaları yapımı olarak programa alınan 30 ayrı ilde 68 yatırım projemiz mevcuttur. Bağ-Kur’un da bu konuda yatırımları ve çalışmaları var; 1996’nın içerisinde, hemen yılın ilk yarısında bitireceğimiz ve başlatacağımız. Bakanlığımız, çalışma hayatıyla ilgili gelişmeleri bütün tarafların görüşlerine başvurarak ve ciddî bir diyalog kurarak yürütmeye gayret edecektir. Yüce Meclise şunu da arz etmek istiyorum ki, hazırlayacağımız her hukuksal altyapı, bütün parti gruplarımız önceden haberdar edilerek kendilerine bilgi sunularak ve görüşleri alınarak hazırlanıp, komisyonlara ve Yüce Meclise öylece sevk edilecektir. Bu hususu da bilgilerinize sunmak istiyorum. (RP sıralarından alkışlar) Bakanlığımızın, bu dar sürede anlatmaya çalıştığım, dar rakamlı bütçesinin, çalışanlarımıza, ülkemize hayırlar, uğurlar ve verimler getirmesini Cenabı Hak’tan niyaz eder, teşekkürlerimi, saygılarımı arz ederim. (Alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan. Şimdi, herhalde bildiriyi okuyacaksınız. ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI EMİN KUL (Devamla) – Sayın Başkanım, ILO sözleşmeleri konusunda bilgi sunmamı işaret buyurdunuz. Bu konudaki görüşlerimi de arz edeyim. Ülkemizin de üyesi bulunduğu, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) Anayasasının 19 uncu maddesinin (5/b) ve 6/b) bentleri gereğince, Uluslararası Çalışma Konferanslarında kabul edilen sözleşme ve tavsiye kararları hakkında Bakanlığımın Yasama Organına bilgi sunması ve bu hususun tutanaklara geçirilmesi gerekmektedir. İşaretiniz üzerine, aşağıdaki bilgileri kısaca sizlere sunmak için müsadelerinize sığınıyorum; vaktinizi aldığım için de özür diliyorum. Uluslararası Çalışma Örgütünün, 5-23 Haziran 1995 tarihleri arasında Cenevre’de yapılan 82 nci Konferansında kabul edilen madenlerde güvenlik ve sağlık hakkında 176 sayılı Sözleşme ve aynı konudaki 183 sayılı Tavsiye Kararı ile sanayi ve ticarette iş teftişine ilişkin 81 sayılı sözleşme’nin ticaret dışı sektörlere de uygulanmasını öngören ek protokol hakkında yetkili makam olan Yüce Meclise aşağıdaki bilgileri arz ediyorum. 176 sayılı Uluslararası Çalışma Sözleşmesi, esas itibariyle 24 maddeden oluşmaktadır. Kabul edilen sözleşme, onaylayan ülkelere, madenlerde güvenlik ve sağlık konusunda uyumlu bir politika oluşturmak, yürütmek ve belli aralıklarla gözden geçirmek amacıyla işçi ve işveren örgütleriyle müşaverelerde bulunma ve ulusal yasa ve yönetmeliklere uygulamayı sağlayacak hükümler koyma yükümü getirmektedir. Alınacak önlemlere, madenlerin teftiş ve denetimiyle kazaların ve meslek hastalıklarının bildirilmesine ve soruşturulmasına ilişkin prosedürlerin kurulması ve işletilmesi de dahildir. Sözleşme, işverenlere de, kontrolleri altındaki madenlerde güvenlik ve sağlık risklerini ortadan kaldırmak veya azaltmak için gerekli önlemleri alma ve ciddî bir tehlikenin söz konusu olması durumunda, işi durdurma ve işçileri güvenli bir yere götürme yükümü getirmektedir. Sözleşme, ayrıca, işverenlerin, her bir madene özgü acil durum planı hazırlamalarını, görünür doğal ve endüstriyel felaketlere karşı kendini kurtarma teçhizatı, prosedürü ve eğitimi sağlamalarını öngörmektedir. Sözleşme, işçilere ise, kaza ve tehlikeleri işverenlere ve yetkili makamlara bildirme yükümü getirirken, sağlık ve güvenliklerini etkileyen işyeri tehlikelerinden haberdar edilme ve böylesi bir tehlike ortaya çıktığında da, o mahalden ayrılma hakkını da tanımaktadır. Sözleşme, işçilerin güvenlik ve sağlığıyla ilgili konulardaki kararlara iştirak etmek üzere, işçiler tarafından seçilen güvenlik ve sağlık temsilcilerine ilişkin hükümler de içermektedir. Madenlerde güvenlik ve sağlık hakkındaki 183 sayılı Tavsiye Kararına gelince: 183 sayılı Tavsiye Kararı, yukarıda ana ilkeleri özetlenen 176 sayılı Sözleşmeyi tamamlamakta ve madenlerde güvenlik ve sağlık konusunda, yukarıda belirtilen hususları daha ayrıntılı bir biçimde düzenlemektedir. 81 sayılı İş Teftiş Sözleşmesinin ticaret dışı sektörlere uygulanmasına gelince: Uluslararası Çalışma Örgütü 81 sayılı İş Teftiş Sözleşmesinin kapsamının, ticaret dışı hizmet sektörlerini de içerisine alacak şekilde genişletilmesini öngören 10 maddelik bir ek protokol metnini kabul etmiştir. Kabul edilen protokol, ilke olarak 81 sayılı Sözleşmenin kapsamına girmeyen tüm işyerlerine uygulanacaktır. Ancak, protokolü onaylayan ülkeler, sosyal taraflara da danışmak suretiyle, onay belgesine ekleyecekleri bir beyanla, aşağıdaki kategorilere giren hizmetleri tamamen veya kısmen kapsam dışı tutabilirler : Temel ulusal hükümet yönetimi, ordu hizmetleri (askerî veya sivil personel) polis veya diğer kamu koruma hizmetleri, hapisane hizmetleri (hapisane görevlileri veya çalışan mahkûmlar) Protokolü onaylayan ve çekince koyan ülkeler, ilk raporlarında çekince koyma nedenlerini ve bu hizmetlerde oluşturulabilecek alternatif denetim düzenlemelerini belirteceklerdir. Ayrıca, protokolü onaylayan ülkeler sosyal taraflarla da müşavere etmek suretiyle, yukarıda belirtilen bu hizmet kategorileri için iş müfettişlerinin yetkisini özel bir biçimde düzenleyebilecekler, güvenlik ve kurtarma hizmetlerinde bu yetkiyi sınırlayabileceklerdir. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu bilgileri de Sayın Başkanın işaret ettiği üzere, sizlere arz etmiş oldum. Bütçemiz üzerinde bize gösterdiğiniz anlayış, yaklaşım ve eleştirilerinizdeki bizi esirgeyici tutumunuzu, inşallah, önümüzdeki yıl bütçesinde de görmek imkânına, vereceğimiz hizmetle kavuşmayı ümit ederek, sizlere eleştileriniz ve görüşleriniz için tekrar teşekkürlerimi arz ediyor, saygılar sunuyorum. (ANAP, DYP ve DSP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan. Bütçenin aleyhinde, Rize Milletvekili Sayın Şevki Yılmaz; buyurun efendim. (RP sıralarından alkışlar) Sayın Yılmaz, süreniz 10 dakikadır. ŞEVKİ YILMAZ (Rize) – Sayın Başkan, sayın milletvekilleri ve televizyonları başında bizi izleyen kıymetli vatandaşlarım; sözlerime başlarken, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Önce, 1425 inci Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle, insanların ve cinlerin, bütün âlemlerin rahmet peygamberi, eşsiz insan Hazreti Muhammed Mustafa sallallahü teâla aleyhivessellem efendimizin doğum gününü tebrik ediyorum, kutluyorum; bütün İslam âlemine ve bütün insanlığa yeni doğumlara, aydınlıklara, kurtuluşa ve özgürlüğe vesile olmasını da Cenabı Hak’tan niyaz ediyorum. (RP sıralarından alkışlar) Bugün, İçişleri Bakanlığının, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının bütçelerini birlikte görüşüyoruz. Önce, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Mahallî İdareler Genel Müdürlüğünde görev yapan bütün kadroyu burada bir kere daha tebrik ediyor, kendilerine başarılar diliyorum. Ayrıca, bu bütçenin hazırlanmasında Türkiye Büyük Millet Meclisinde emeği geçen bütün personele de şükranlarımızı, teşekkürlerimizi arz ediyoruz. Muhterem milletvekili arkadaşlarım, bütün parti gruplarının sözcülerini dinledik. İçişleri Bakanlığının görevinin, toplumun mal, can ve namus emniyetini korumak olduğu hususunda hepimiz hemfikiriz. Sosyal Güvenlik Bakanlığının da, çalışan insanların ve emekli olan Bağ-Kur, Emekli Sandığı ve sair kurumlardaki insanların haklarını korumakla görevli olduğu hususunda da hemfikiriz. Hangi partiden olursak olalım - (A) partisi (B) partisi diye ayırım yapmadan söylüyorum- hepimiz, bu milletin vekiliyiz; burada, 65 milyon insanın hukukunu korumakla nöbetteyiz. Bizden evvel konuşan arkadaşlarımız, çok güzel konulara değindiler. Terör konusu, Türkiye’nin en büyük sorunlarından biridir; milleti canından bezdirmiştir. Ama, terör deyince, akla sadece silahlı eylem gelmemelidir Türkiyemizde ekonomik terör de vardır, ahlak terörü de vardır. Türkiyemizde, bu terörün sivrisinekleriyle meşgul oldukça, terörün önüne geçmek mümkün değildir. Terörün sivrisinekleriyle elli altmış senedir uğraşıyoruz. 12 Eylülde, terörü önleme bahanesiyle, maksadıyla yapılan ihtilalden sonra, terörün önlenmediği gerçeği ortadadır. Sabancı’yı kendi işhanında, oturduğu makamında vuran genç, 20 yaşındadır; 12 Eylül tarihinde bu genç, üç dört yaşında bir çocuktu. Bu gençleri on sene sonra, onbeş sene sonra, vatanına, bayrağına, ülkesine, askerine, polisine karşı silaha sevk eden mikrobu bulmadıkça, yaraları pansuman etmekle hiçbir yere varamayız; mutlaka, bu yaralara neşter vurmak mecburiyetindeyiz. (RP sıralarından alkışlar) Bataklığı kurutmadan sivrisinekleri yok etmek, çare değildir; gelin, bataklığı kurutalım, orada gül bahçesi açalım. Bugün, anasını doğrayan Yusuflar, babasının katili Ahmetler cezaevindedir. Askerimize, polisimize, vatandaşımıza silah çeken caniden, kadar, anasını kesen insan, daha büyük teröristtir. Kendisini dokuz ay karnında taşıyan anaya “Cennet, anaların ayağının altındadır” düsturunu öğretmeyen bir bataklık, sivrisinekleri yok ederek kurutulmadıkça, yeni sivrisinekleri yetiştirmeye devam edecektir. (RP sıralarından alkışlar) Biz, bu kürsülerden, hep pansuman tedbirlerini gündeme getirdik. İşte, emniyet kuvvetlerimizin sayısı bellidir; bugün, işçi ve diğer emeklilerimize ayrılan para da bellidir. Sosyal Güvenlik Bakanı hemşerimiz, 3 trilyonluk bir bütçeyle sosyal güvenliği nasıl sağlayacağının acı gerçeklerini bu kürsüde dile getirdi. Emniyet mensupları, jandarma ve İçişleri Bakanlığımıza bağlı bütün kurumların bütçesi ise, 158 trilyondur. Terörü niçin önleyemiyoruz. Polisimizin sayısı azken, hatta polis kuvvetleri ülkemizde yokken, biz, bin yıl anahtar kullanmadık beyler; anahtar bize geleli yüz yıl olmuştur. Karadenizliler bilir; Karadenizde, anahtarın, evin kilidinin adı mandaldır. Tahta mandalla evler kapanırken, bu kadar büyük bütçeyle oluşturulan emniyet, jandarma teşkilatlarına rağmen, bugün, vatandaşımız, sekizinci katta, demir kapıların kilitlendiği evde dahi huzur içinde oturmamaktadır. Memurlara taşınan maaşları, bugün, devletin polisi, çelik, kurşun geçirmez arabalarla taşımaktadır. Kızılay Meydanında o arabaları gördükçe utanıyorum. Kimin parasını kimden koruyoruz. Yüz sene evvel, dedemiz, içinde altın bulunan heybesini çeşme başına asıp bir ay sonra bıraktığı yerde aynen bulurken, bugün, Türkiye’de, hırsızlar, vurguncular, devlet müessesesinin içini kemirmeye devam etmektedir. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) O halde - vaktim kısa- bu hastalıkların bataklıklarını hep birlikte kurutmaya mecburuz. Doğumuzda bir göç var. Şu anda Diyarbakır’da, şu anda Hakkâri’de -ve sair doğuda- Van’da, Şırnak’ta, çadır altında eksi 10 derece soğukta battaniyeye sarılan insanlar, bizim insanlarımızdır. İhtilallerle, emniyet kuvvetleriyle bu işin üstesinden gelinemeyeceği apaçık ortadadır. Emniyet kuvvetleri, bizim can kardeşlerimizdir. Bugüne kadar vatan için, bayrak için, ülke için şehit olan bütün güvenlik kuvvetleri mensuplarımız, asker ve polis şehitlerimizi rahmetle anıyorum, gazilerimizi minnet ve şükranla anıyorum. Ama, gelin, kan kaybetmeden, zayiat veremeden de bu işin çözümü vardır. Türkiyemiz üzerinde oynanan oyunları bilmezsek, niçin PKK var, niçin Çekiç Güç var, bunu anlamamız mümkün değildir. Türkiye, dünya insanlığının kilit taşıdır. O kilit taşı köprünün menziline oturtulduğu zaman, dünyada bir barış köprüsü, bir saadet köprüsü ve kurtuluş köprüsü kurulacağını bilen çevreler, Türkiye’yi güçsüz kılabilmek için, ekonomik noktada da sömürüyorlar, siyasî noktada da sömürüyorlar, sosyal ve ahlak noktasında da sömürüyorlar. İşte, bugün, Beyrut’ta yüz küsur kardeşimiz şehit olmuştur. Beyrut’taki Müslüman kadeşlerimize Rabbimden rahmet diliyorum, şehitleri, şehadeti dolayısıyla tebrik ediyor ve siyonistleri de telin ediyorum. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Nerede Birleşmiş Milletler? Kıbrıs’ta Türk vatandaşlarının namusunu, ırzını, canını Makarios ve yandaşlarının zulmünden korumak için 1974 yılında Kıbrıs’ın Beşparmak Dağlarına “Allah, Allah” sesleriyle inen kahraman Mehmetçiğimizin Kıbrıs harekâtından ikibuçuk saat sonra toplanıp, Türk Ordusuna ateşkes emrini veren kahpe Birleşmiş Milletler nerededir bu akşam? (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Türkiye’ye ekonomik ambargo uygulayan, silah ambargosu uygulayan NATO, AGİK nerededir? Dostumuzu, düşmanımızı tanımazsak, boşuna, kendi evlatlarımızı kendimiz cani ve eşkıya olarak yetiştirmeye devam ederiz. Okulların bahçesinde esrar ve eroin kullanan çocuklar, PKK’nın şehit ettiği insanlardan daha mazlumdur. Bugün, Türkiye’de ortaöğretimde okuyan her 100 gençten 15’i esrar ve eroin kurbanıdır. Polisiye tedbirlerle bunları önleyemezsiniz. Önce, Türkiye’nin düşmanlarını tanıyacaksınız. İşte, buyurun... Niçin Filistin’de İsrail’in siyonist emelleri var? Şu gördüğünüz, Fransa’da, kiliselerde okutulan bir İncil’dir. İncil’den bahsediyorum. İşte, bu İncil’in arka sayfasında bir harita vardır. Türkiye’de karanlık güçten bahseden karanlık güçlü kafalılara buradan sesleniyorum ki... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Yılmaz, size de ek süre veriyorum, lütfen konuşmanızı toparlayınız. ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – ...işte, şu gerçekleri bilseydiniz, bugün bizimle uğraşacağınız yerde, Türkiye’nin, Bayrağımızın ve ülkemizin düşmanları olan karanlık güçle uğraşmayı şeref kabul ederdiniz.(RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) İşte, Türkiye Devletimizin bölünmüş haritası, Fransa’daki kiliselerde İncil’in arkasındadır. Türkiye’yi dörde bölmüş bu İncil; doğuya “Ermenistan” Karadenize “Pontus” İstanbul’a “Bizans” Güneydoğu Bölgemize “İsrail” diyor. Aydan bahsetmiyorum beyler, can vatanımızdan, 55 milyon şehidin kanıyla emanet edilmiş bir vatan parçasının üzerinde Batı’nın kirli emellerinden bahsediyorum. İşte, şu gördüğünüz, Avrupa haçlı devletine bizi sokmak isteyen, hâlâ, Avrupa Birliğine taraftar olan, dünyasını karanlık içinde geçiren karanlık güçlere duyurun diye söylüyorum ki şu gördüğünüz, Avrupa birleşik devletlerinin başkenti Bürüksel’de millî eğitim bakanlığının ilkokul çocuklarına dağıttığı ajanda kitabındaki bir belgedir. İşte, Bürüksel’deki çocuklara dağıtılan bu belgenin ikinci sayfasında, dünya haritası ve o dünya haritası içinde devletler numaralanmış. Türkiye’yi, 2 numara içerisinde “Türkiye” olarak göstermiyor Belçika, “Armenia” olarak gösteriyor. İşte, kendi içimizde bir araya gelmezsek, (A) ve (B) partisi diye bölünürsek, bu ülkeyi, sivrisinekleri yok ederek kurtaramayız. Elele vermeye mecburuz; kardeş olmaya mecburuz, Müslümanın, Müslümandan başka dostu olmadığı gerçeğini bilmeye mecburuz. (RP sıralarından “Bravo” sesleri, alkışlar) Türkiye’de, bizi birbirimize düşüren dış güçler, işte bu planlarını tatbik için uğraşıyorlar. (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Yılmaz, size 2 dakika verdim; lütfen, son cümlenizi söyleyin, rica ediyorum. ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – İnşallah. Teşekkür ediyorum Sayın Başkan. Türkiye’de, bizi birbirimize düşüren güçlerin piyonları vardır; bu piyonlardan biri de, tarihimize, kültürümüze düşman, Filistin’de bugün patlayan bombaları o gün hisseden, 33 yıl Devleti Âliyi İslami Osmaniyeyi ayakta tutan cihan sultanı Sultan Abdülhamit gibi bir sultana yumurta attıracak kadar şerefsizleşen bu alçak medya, işte, Türkiye’de, bugünkü sivrisineklerin yetişmesinde en büyük unsurdur. Geceleri seyrettirilen ahlaksız filmlerle, polisimize, vatandaşlarımıza düşmanlığı teşvik edici filmlerle Türkiye’yi karıştırmak isteyen bu medya, Gazi Mahallesindeki Alevi, Sunni kardeşlerimizi birbirine düşüren asıl katildir. Alevi kahvesinin tarandığı haberini veren bu televizyonlar... (Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı) BAŞKAN – Sayın Yılmaz, 3 dakika fazla süre verdim, yeter artık. ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – Bitiriyorum. BAŞKAN – Süre vermiyorum efendim. Rica ediyorum... ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – Son cümle... BAŞKAN – Tamam efendim. Zaten, bunlar hep dinlediğimiz konular. Rica ediyorum... Bütçeyle ilgili de konuşmuyorsunuz. (RP sıralarından “selamlasın” sesleri) ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – Selamlayayım. BAŞKAN – Lütfen saygılarınızı sunun ve inin. ŞEVKİ YILMAZ (Devamla) – Tamam, bitiriyorum. Kahvehanenin ne Alevisi ne Sünnisi olur. İşte, bu haberlerle millet, Gazi Mahallesinde birbirine düşürüldü; ama, Allah’ın izniyle -son sözlerimle bitiriyorum- Alevisiyle Sünnisiyle, Kürdüyle Türküyle biz kardeşler topluluğuyuz. Gelin canlar bir olalım, ordu millet kaynaşalım, taş atana gül atalım, dış güçleri çatlatalım diyerek, hepinize saygılar sunuyorum; bütçe hayırlı olsun diyorum. (RP sıralarından sürekli alkışlar) BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Yılmaz. Sayın milletvekilleri, 8 inci turdaki görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdi, sorular bölümüne geçiyoruz. Biliyorsunuz, sorular da, grupların konuşma sürelerine bağlı olarak, 20 dakikada tamamlanacaktır. Sayın Tahsin Boray Baycık?.. Burada. Soruların ikisini beraber okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın ilgili sayın bakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını saygılarımla arz ve talep ederim. Tahsin Boray Baycık Zonguldak Sorular: 1. Türkiye genelinde erken seçim olanağını göz önüne alarak, sıhhatli bir nüfus sayımı yaptırmayı düşünüyor musunuz? 2. Bar, pavyon, diskotek ve gece kulübü gibi eğlence yerlerinde, bilindiği gibi, alkollü içki içilmekte ve kapanış saatleri 04.00-05.00 civarlarında olmaktadır. İçkili olarak bu gibi yerlerden çıkan vatandaşlarımız, içkili olarak vasıta kullandıklarından dolayı devamlı kazalara neden olmakta ve birçoğu ölümle sonuçlanmaktadır. Bu gibi eğlence yerlerinin kapanış saatlerini 24.00-01.00 gibi saatlere almayı düşünüyor musunuz? 3. Karadeniz Ereğli’de görev yapmakta olan Sahil Güvenlik botu, görevini gereği gibi yapmamaktadır. Büyük balıkçı motorlarını yeterince denetleyememekte, avlanma sınırlarını kontrol etmemekte, buna karşılık amatör balıkçıları devamlı tedirgin etmektedir. Bu konuda duyarlılığınız rica ediyorum. BAŞKAN – Sayın Bakan, yazılı veya sözlü cevap verebilirsiniz. İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Yazılı cevap vereceğim; zaten, talep de öyle efendim. BAŞKAN – Diğer soruyu okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Emin Kul tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasını, saygılarımla arz ve talep ederim. Tahsin Boray Baycık Zonguldak 1. Zonguldak İli, Karadeniz Ereğli ve Alaplı İlçelerinde toplam 150 bin civarında sigortalı olduğu tahmin edilmektedir. Karadeniz Ereğlisi SSK Hastanesi, idarî hizmetlerde 48, sağlık hizmetlerinde 17 eksikle hizmet vermeye çalışmaktadır. Eczane, otomasyon sisteme geçmiş; ancak, eczacı eksiği nedeniyle 6 vezne yerine 3 vezneyle çalışmaktadır. Vatandaşın, ilaç kuyruğunda iki gün beklediği zamanlar olmakta, ilaç kuyruğunda fenalaşanlar, hatta ölümle sonuçlanan vakalar olagelmektedir. Bu nedenle, bu eksiklikler hakkındaki yaptırımlarınız nedir? 2. Bartın ili SSK Hastanesinin yapımına 1996 yılında başlanabilecek midir? 3. Bağ-Kur’dan aylık alanlara, aylık aldıkları banka şubelerinin her yerde olmaması nedeniyle, Ziraat Bankası şubelerinden de ödeme yapılması sağlanamaz mı? BAŞKAN – Sayın Bakan, yazılı cevap vereceksiniz, zaten, yazılı cevap isteniyor. Üçüncü soru İzmir Milletvekili Sayın Hakan Tartan’ın. Sayın Tartan?.. Yok. Geçiyorum. Dördüncü sırada İstanbul Milletvekili Sayın Mehmet Aydın’ın sorusu var. Sayın Aydın?.. Burada. Sorusunu okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıda yazılı soruların Çalışma Bakanlığı yetkilileri tarafından cevaplandırılmasını, saygılarımla talep ederim. Mehmet Aydın İstanbul Konu: Yurtdışında çalışan ve Sosyal Sigortalar Kurumundan emekli olma şartlarını elde eden Türk vatandaşlarının emekli olmalarına imkân veren mevzuatımıza göre, emekli olmak isteyen kişilerin yurda kesin dönüş yapmaları zorunluluğu da birlikte getirilmektedir. Kesin dönüş şartına bağlanmış bulunan bu uygulamanın, yurda döviz girdisinin azalması ve emekli olacak olan kişilerin işsiz kalmaları gibi olumsuz sonuçları vardır. Bu nedenle; Soru 1. Kesin dönüş şartının uygulamadan kaldırılması hususunda herhangi bir çalışma var mıdır? Soru 2. Böyle bir çalışma varsa hangi aşamadadır? BAŞKAN – Sayın Bakan, yazılı mı cevap vereceksiniz efendim? ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI EMİN KUL (İstanbul) – Yazılı cevap vereceğiz. BAŞKAN – Sayın Bakan, soruya yazılı cevap verecek efendim. Beşinci sırada, Zonguldak Milletvekili Sayın Hasan Gemici?.. Burada. Sorusunu okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Emin Kul tarafından cevaplandırılmasına aracılığınızı saygılarımla arz ve talep ederim. Hasan Gemici Zonguldak 1. Zonguldak SSK Hastanesinin bölge hastanesi olarak hizmet verebilmesi için, ihtiyaç duyduğu makina ve teçhizat ile personel gereksinmesinin giderilmesi için yapılan çalışmalar hangi aşamadadır? 2. Zonguldak Çaycuma SSK Hastanesi, Zonguldak Kilimli Dispanseri ve Zonguldak Devrek Dispanserinin ihaleleri 1996 yılı içerisinde yapılacak mıdır? 3. Yurt genelindeki SSK sağlık kurumlarında büyük ölçüde doktor ve sağlık elemanı açığının olduğu bilinmektedir. Bu açığı gidermek üzere, SKK’ya doktor ve diğer sağlık elemanı alınması düşünülüyor mu? BAŞKAN – Sayın Bakan, yazılı mı cevap vereceksiniz? ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI EMİN KUL (İstanbul) – Yazılı cevap vereceğiz. BAŞKAN – Sayın Bakan, soruya yazılı cevap verecekler. Altıncı sırada, Aydın Milletvekili Sayın Muhammet Polat?.. Burada. Sorusunu okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı Sayın Ülkü Güney tarafından cevaplandırılmasına delaletinizi saygıyla arz ederim. Muhammet Polat Aydın 1. Buharkent, Karpuzlu, Köşk ve İncirliova İlçelerinde hükümet konağı yoktur. Bu ilçelerimizdeki hükümet konakları ne zaman yapılacaktır? 2. İl Emniyet Müdürlüğünün devam eden inşaatlarının tamamlanabilmesi, Germencik lojmanlı İlçe Emniyet Müdürlüğü inşaatına, Nazilli lojmanlı polis karakolu inşaatına, Söke lojmanlı İlçe Emniyet Müdürlüğü inşaatına, Yenihisar lojmanları inşaatına ne kadar ödenek ayrılmıştır? 3. Emniyet müdürlüğü ek hizmet binası tevsii inşaatının başlayabilmesi için ihale talimatı ne zaman çıkarılacaktır? 4. Bölge trafik ve çevik kuvvet hizmet binası işinin 1996 yatırım programına alınıp alınmadığını?.. Alınmış ise ne zaman başlanacaktır? BAŞKAN – Evet, yazılı mı?.. İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Yazılı cevap vereceğim. BAŞKAN – Peki efendim. Sıvas Milletvekili Sayın Musa Demirci’nin sorusunu okutacağım. Sayın Demirci?.. Buradalar. Soruyu okutuyorum : Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın, delaletinizle, İçişleri Bakanı Sayın Ülkü Güney tarafından cevaplandırılmasının teminini saygılarımla arz ederim. Musa Demirci Sıvas Sıvas İline bağlı ve üç yeni ilçe olan; 1. Altınyayla, Akıncılar, Doğanşar, Gölova, Ulaş İlçelerine hükümet konağı yapılacak mıdır, ne zaman? 2. Şarkışla İlçesinde trafik tescil bürosu kurmayı düşünüyor musunuz? 3. Yapımları devam eden Kangal, Suşehri, Zara emniyet amirliği binaları bu yıl bitirilecek midir? 4 - Gölova ve Yıldızeli İlçelerinin jandarma lojman ve binaları ne zaman bitirilecektir? BAŞKAN – Sayın Bakan, yazılı mı cevap vereceksiniz? İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Yazılı cevap vereceğim. BAŞKAN – Peki efendim. Erzincan Milletvekili Sayın Tevhit Karakaya’nın soruları vardır, onları okutuyorum efendim. Sayın Karakaya?.. Burada. Soruyu okutuyorum : Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorumun ilgili bakan tarafından cevaplandırılmasına delaletlerinizi saygıyla arz ederim. Tevhit Karakaya Erzincan Erzincan İlimiz Iliç İlçemiz Kapıkaya Köyümüz, 1993 Ağustosunda teröristler tarafından basılmış, iki vatandaşımız katledilmiş; bilahara da köyümüz tamemen yakılarak kundaklanmıştır. 1. Köy sakinlerimiz, bu menfur olaydan sonra, ev ve barkları olmadığı için köylerini terk etmişlerdir. 2. Yakılan ve yıkılan köyümüzün enkazı, bugüne kadar hâlâ kaldırılmamıştır. 3. Köylümüz köyüne dönmek istiyor; ancak, köyümüz, Tunceli Ovacık ile İliç İlçemiz uç noktasında bulunması münasebetiyle, terör yönünden tedbir alınmamış olduğundan, iskân yapılamadığı gibi diğer komşu köyler de yavaş yavaş boşalıyor. a) Mezkûr mahal Bahra Gediğine jandarma taburu konulmuş; fakat, tekrar kaldırılmıştır. b) Mezkûr mahalde, tekrar jandarma taburu istihdam edilecek midir? 4. Köyümüzün enkazı ne zaman kaldırılacaktır? 5. Köy halkına, bugüne kadar, devlet eli maalesef uzatılmamıştır. 6. Mağdur olan köy halkımıza, tazminat, ne zaman ödenecektir? BAŞKAN – Sayın Bakan?.. İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Yazılı cevap vereceğim. BAŞKAN – Erzurum Milletvekili Sayın Esengün’ün sorusunu okutacağım. Sayın Esengün?.. Buradalar. TEVHİT KARAKAYA (Erzincan) – Sayın Başkan, ikinci bir sorum daha var... BAŞKAN – Sayın Tevhit Karakaya’nın bir sorusu daha var, onu da okutuyorum: 13 Mart 1992 Erzincan depreminde hasar gören Erzincan Polis Okulu, geçici olarak bir ile nakledilmiş; ancak, adı geçen okulun tadilatı tamamlanmış ve ek binaları da yapılmış olmasına rağmen, dört yıldır, polis okulu Erzincan’a döndürülmemiştir. Polis okulumuz, Erzincan’a ne zaman döndürülecektir? BAŞKAN – Hepsine yazılı cevap vereceğini söylediği için, yazılı cevap verecekler. İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Evet, yazılı cevap vereceğim. BAŞKAN – Şimdi, Erzurum Milletvekili Sayın Lütfü Esengün’ün sorusunu okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorumun, İçişleri Bakanı Sayın Ülkü Güney tarafından cevaplandırılmasına delaletlerinizi saygıyla arz ederim. Lütfü Esengün Erzurum Eylül 1993’te, PKK teröristlerinin baskınına uğrayan ve otuzbeş vatandaşımızın şehit edildiği Erzurum İli Çat İlçesi Yavi Beldesindeki şehit ailelerine, mağduriyetleriyle müsavi bir yardım yapılmış mıdır; yakınlarına ve yaralı sekiz vatandaşımıza iş verilmiş veya maaş bağlanmış mıdır; bu konuda, Bakanlığınız ne gibi çalışmalar yapmıştır? BAŞKAN – Sayın Bakan, yazılı cevap vereceksiniz?.. İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Yazılı cevap vereceğim. BAŞKAN – Iğdır Milletvekili Sayın Şamil Ayrım’ın sorusunu okutacağım. Sayın Ayrım?.. buradalar. Soruyu okutuyorum : Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorumun, aracılığınızla, Sayın İçişleri Bakanından sorulmasını arz ederim. Saygılarımla. Şamil Ayrım Iğdır Sayın Bakanın da malumları olduğu ve zatı âlilerine ilettiğim üzere, Iğdır İlimizde hayvancılıkla uğraşan çok büyük bir kesimi ilgilendiren ve aciliyet kesbeden “yaylaya çıkamama” sorunu yüzünden mağdur olacak vatandaşlarımız için ne gibi bir çözüm düşünülmüştür? İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Konuyu, değerli milletvekili bana daha önce iletti, ben ilgili arkadaşlarımla görüştüm, incelettiriyorum, çok kısa bir süre içerisinde kendisine bilgi vereceğim. Açılması mümkün olan yerleri açacağız. Sayın Başkanımın bildiği üzere, Tunceli’de ve diğer bazı illerimizde de bu durum mevcuttur. Zannediyorum kısa bir süre içerisinde kendisine bilgi vereceğim. BAŞKAN – Peki, teşekkür ederim Sayın Bakan. Konya Milletvekili Sayın Nezir Büyükcengiz’in sorusunu okutacağım. Sayın Büyükcengiz? Burada. Soruyu okutuyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorumun Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Emin Kul tarafından cevaplandırılmasına aracılığınızı arz ederim. Nezir Büyükcengiz Konya Bağ-Kur üyesi çiftçilerimizi sağlık hizmetlerinden yararlandırmayı düşünüyor musunuz? Düşünüyorsanız, bu uygulama ne zaman başlatılacaktır? Saygılarımla. BAŞKAN –Sayın Bakan?.. ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI EMİN KUL (İstanbul) – Yazılı cevap vereceğim. BAŞKAN - Konya Milletvekili Sayın Lütfi Yalman’ın sorusunu okutacağım. Sayın Yalman?.. Burada. Soruyu okutuyorum. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın ilgili bakan tarafından cevaplandırılmasına delaletlerinizi arz ederim. Lütfi Yalman Konya Güneydoğudaki terörün durdurulması konusunda, İslam kardeşliğinin topluma yansıtılması ve benimsetilmesi için, kamu görevlilerinin bu yönde eğitime tabi tutulmasını düşünüyor musunuz? BAŞKAN – Sayın Bakan?.. İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Yazılı cevap vereceğim. LÜTFİ YALMAN (Konya) – İkinci sorum vardı... BAŞKAN – Başka sorunuz yok. Sıvas Milletvekili Temel Karamollaoğlu’nun sorusunu okutacağım. Sayın Karamollaoğlu?.. Burada. Soruyu okutuyorum. Sayın Başkanlığa Aracılığınızla Sayın İçişleri Bakanından aşağıdaki soruların cevaplandırılmasını rica ederim. Temel Karamollaoğlu Sıvas Belediye faaliyetlerini menfî yönde etkileyen ve Anayasanın ruhuna aykırı olan personel tayin ve naklini serbest bırakacak mısınız? BAŞKAN – Sayın Bakan, personel tayin ve naklini serbest bırakacak mısınız? İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Yazılı cevap vereceğim, bu yönde hazırlığımız var. BAŞKAN – Peki, teşekkür ederim. Muş Milletvekili Sayın Sabahattin Yıldız’ın sorusunu okutacağım. Sayın Sabahattin Yıldız?.. Burada. Soruyu okutuyorum : Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorumun, Çalışma Bakanı Sayın Emin Kul tarafından cevaplandırılmasını arz ederim. Sabahattin Yıldız Muş Muş İlinde SSK Hastanesi olarak inşa edilmiş ve hastane olarak donatılmış bulunan hastane, bugüne kadar, bir veya iki pratisyenle, ancak, dispanser görevi görmektedir. Bu hastaneyi faaliyete geçirip, Muş İline hizmet edecek duruma, bu yıl, getirmeyi düşünüyor musunuz? Saygılarımla BAŞKAN – Sayın Bakan?.. ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI EMİN KUL (İstanbul) – Evet, düşünüyoruz. Bu konuda aldığımız önlemler var, faaliyetlerimiz var; hizmete sokacağız. (ANAP sıralarından alkışlar) BAŞKAN – Ankara Milletvekili Sayın Ersönmez Yarbay’ın sorularını okutacağım. Sayın Ersönmez Yarbay?.. Burada. İlk soruyu okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı tarafından cevaplandırılmasına delaletlerinizi saygılarımla arz ederim. Ersönmez Yarbay Ankara Sorular: 1. Türkiye’de, şu anda, kaç vatandaşımız silah bulundurma, kaç vatandaşımız silah taşıma ruhsatına sahiptir? 2. Taşıma ve bulundurma ruhsatlı silahların yüzde kaçı yerli silahlardır? 3. Silah bulundurma ve taşıma ruhsatları verilirken Emniyet Mensupları Vakfına 75 milyon TL para alındığı söylenmektedir. Bu vakıf, 1995 yılında silah ruhsatlarından ne kadar para toplamıştır? 4. Bakan olarak silah taşıma ruhsatı alımında olduğu gibi, Emniyet Mensupları Vakfı gibi vakıfların para almasını nasıl karşılıyorsunuz? Alınan paraların harcamaları konusunda denetiminiz var mıdır? BAŞKAN – Sayın Bakan?.. İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Yazılı cevap vereceğim. BAŞKAN – İkinci soruyu okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı tarafından cevaplandırılmasına delaletlerinizi saygılarımla arz ederim. Ersönmez Yarbay Ankara Sorular: 1. Polislerimiz zor şartlar altında çalışmaktadır. 1996 yılında polisimizin malî gücünü iyileştirici ne gibi çalışmalarınız olacaktır? 2. Polisimizin çalışma ortamından doğan aşırı stresin azaltılması konusundaki tedbirleriniz neler olacaktır? BAŞKAN – Sayın Bakan?.. İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Sayın Yarbay’ın bütün sorularına yazılı cevap vereceğiz Sayın Başkan. BAŞKAN – Diğer soruyu okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı tarafından cevaplandırılmasına delaletlerinizi saygılarımla arz ederim. Ersönmez Yarbay Ankara Soru: 1991, 1992, 1993, 1994 ve 1995 yıllarında, Ankara İlinde, jandarma bölgesinde, jandarmaya intikal eden hangi tür olaylarda artış, hangi tür olaylarda azalış meydana gelmiştir? Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın İçişleri Bakanı tarafından cevaplandırılmasına delaletlerizini saygılarımla arz ederim. Ersönmez Yarbay Ankara Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde, Sahil Güvenlik Komutanlığının elinde kaç adet muhtelif türde deniz aracı vardır; bu araçlar, sahil güvenliğini sağlamaya yeterli midir? BAŞKAN – Sayın Bakan, hepsine yazılı cevap vereceğini söylediği için... Aynı arkadaşımızın sorularıydı... İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Son suale cevap verebilirim. Sahil güvenlik kuvvetlerimizin elinde -daha önce, bunu, ihtisas komisyonumuzda, yani, Plan ve Bütçe Komisyonunda da arz etmiştim- yeterli araç ve gereç yoktur; özellikle, mevcut araç ve gereçlerimizle, denizlerimizin yüzde 5’ini kontrol edebiliyoruz. Bu yıl, bütçe imkânlarımız nispetinde, 2 trilyon civarında bir ödenek ayrılmıştır; fakat, bu yeterli değildir. Bütçe yılı içerisinde, bazı acil ihtiyaçlar -ki, bunların başında, denizden uçabilen helikopter geliyor- için bir girişimimiz olacaktır; zannediyorum, bu, bir miktar da olsa, bu işlemi hafifletecektir. BAŞKAN – Bu soru cevaplandırılmıştır. Siirt Milletvekili Mehmet Emin Aydın’ın sorusunu okutacağım. Sayın Aydın?.. Burada. Soruyu okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Sayın İçişleri Bakanının kamuoyunu aydınlatmasını istediğim iki sorunun sözlü olarak cevaplandırılmasını arz ederim. 1. Üç yıldan beri güvenlik nedenleri ileri sürülerek ulaşıma kapatılan ve 95 kilometre yerine 300 kilometrenin katedildiği Siirt-Şırnak karayolu ne zaman açılacaktır? 2. Doğu ve güneydoğuda hayvancılığın yok olmasına neden olan yaylaya gitme yasağı ne zaman kaldırılacaktır? BAŞKAN – Sayın Bakan?.. İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) –Yazılı cevap vereceğim. BAŞKAN – Samsun Milletvekili Sayın Yalçın Gürtan’ın sorusunu okutacağım. Sayın Gürtan?.. Burada. Soruyu okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıda belirttiğimiz soruya İçişleri Bakanı Sayın Ülkü Güney’in yazılı cevap vermesini arz ederim. Yalçın Gürtan Samsun Güneydoğu Anadolu Bölgemiz için öncül ve doğurgan ne gibi önlemler aldınız? BAŞKAN - Sayın Bakan... İÇİŞLERİ BAKANI ÜLKÜ GÜNEY (Bayburt) – Yazılı cevap vereceğim. BAŞKAN – Sayın Ahmet Küçük’ün sorusunu okutacağım. Sayın Ahmet Küçük?.. Burada. Sayın Küçük’ün sorusunu okutuyorum: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aracılığınızla aşağıdaki sorumun Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanınca yanıtlanmasını saygılarımla arz ederim. Ahmet Küçük Çanakkale Soru: Ülkemizin önemli sanayi merkezlerinin bulunduğu Çanakkale’nin Çan İlçesindeki SSK dispanserinde sadece 2 adet pratisyen hekim görev yapmaktadır. 8 bin sigortalının bulunduğu Çan İlçesinde sık sık iş kazaları da olduğundan, bu dispansere ilave olarak uzman hekim veya pratisyen hekim ataması düşünülmekte midir? BAŞKAN – Sayın Bakan?.. ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANI EMİN KUL (İstanbul) – Bu hususta, arkadaşlarımızdan çeşitli şikâyetler aldık, tespitler yaptık; bu şikâyetleri gidereceğiz. Dispansere ilave değil, mevcut hekimlere ilave sağlanacaktır. BAŞKAN – Teşekkür ederim Sayın Bakan. Sayın milletvekilleri, böylece, sekizinci turdaki bütçeler üzerindeki sorular ve cevaplar tamamlanmış bulunmaktadır. MEHMET EMİN AYDINBAŞ (İçel) – Sayın Başkan, benim bir sorum vardı? BAŞKAN – Efendim, hepsine sıra gelmiyor; soru ve cevap için ayrılmış süre olan 20 dakika geçti. (RP sıralarından gürültüler) MEHMET EMİN AYDINBAŞ (İçel) – Hiç olmazsa isimleri okuyun. BAŞKAN – Efendim, siz her şeye itiraz etmeye alışmış mısınız; ne oluyor, anlamıyorum ki... Genel Kurulun daha önce aldığı karara göre, 20 dakika soru ve cevap süresi var. Siz 1 saat deseydiniz, biz 1 saat sorardık. NABİ POYRAZ (Ordu) – Devam et Sayın Başkan. BAŞKAN – Sayın milletvekilleri, şimdi, sırasıyla sekizinci turda yer alan bütçelerin bölümlerine geçilmesi hususunu ve bölümlerini ayrı ayrı okutup oylarınıza sunacağım. İçişleri Bakanlığı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: İ) İÇİŞLERİ BAKANLIĞI 1. – İçişleri Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi A – CETVELİ Program Kodu Açıklama Lira 101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 12 818 635 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 111 Mahallî İdareler Hizmetleri 1 280 785 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 112 Nüfus ve Vatandaşlık Hizmetleri 2 265 100 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 113 Sivil Savunma ve Seferberlik Hizmetleri 372 480 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 1 705 000 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. TOPLAM 18 442 000 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. İçişleri Bakanlığı 1996 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir; Bakanlık mensuplarına, memleketimize ve milletimize hayırlı ve uğurlu olsun. (Alkışlar) Emniyet Genel Müdürlüğü bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: a) Emniyet Genel Müdürlüğü 1. – Emniyet Genel Müdürlüğü 1996 Malî Yılı Bütçesi A – CETVELİ Program Kodu Açıklama Lira 101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 23 040 680 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 111 Güvenliği Sağlama ve Düzenleme Hizmetleri 51 119 120 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 1 302 200 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. TOPLAM 75 462 000 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Emniyet Genel Müdürlüğü 1996 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir; Emniyet Genel Müdürlüğümüze, mensuplarına, memleketimize ve milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. (Alkışlar) Jandarma Genel Komutanlığı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum. b) Jandarma Genel Komutanlığı 1. – Jandarma Genel Komutanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi A – CETVELİ Program Kodu Açıklama Lira 101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 12 919 600 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 111 Güvenlik Hizmetleri 48 481 400 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. TOPLAM 61 401 000 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Jandarma Genel Komutanlığı 1996 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir; Jandarma teşkilatımıza, memleketimize ve milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. (Alkışlar) Sahil Güvenlik Komutanlığı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: c) Sahil Güvenlik Komutanlığı 1. – Sahil Güvenlik Komutanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi A – CETVELİ Program Kodu Açıklama Lira 101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 178 482 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 111 Sahil Güvenlik Hizmetleri 2 610 218 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 999 Dış Proje Kredileri 290 000 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. TOPLAM 3 078 700 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Sahil Güvenlik Komutanlığı 1996 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir; teşkilat mensuplarına ve ülkeye hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. (Alkışlar) MUHAMMET POLAT (Aydın) – Sayın Başkan, lütfen, oylamayı usulüne göre yapınız; kabul edenler dediğiniz zaman, kabul edenler parmaklarını indirdikten sonra... BAŞKAN – Beyefendi, siz alışırsınız bu tür oylamaya; daha siz yeni geldiniz, biraz alışacaksınız; merak etmeyin... (DYP ve ANAP sıralarından alkışlar) Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesinin bölümlerine geçilmesini oylarınıza sunuyorum: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Bölümleri okutuyorum: J) ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI 1. – Calışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1996 Malî Yılı Bütçesi A – CETVELİ Program Kodu Açıklama Lira 101 Genel Yönetim ve Destek Hizmetleri 478 485 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 111 Çalışma ve Sosyal Güvenlik Hizmetleri 1 284 015 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 112 Yakın ve Orta Doğu Çalışma Eğitim Merkezi Müdürlüğü Hizmetleri 56 710 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 113 İstihdam Hizmetleri 590 000 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 900 Hizmet Programlarına Dağıtılamayan Transferler 107 500 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. 999 Dış Proje Kredileri 600 000 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. TOPLAM 3 116 710 000 000 BAŞKAN – Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 1996 malî yılı bütçesinin bölümleri kabul edilmiştir; Bakanlık mensuplarına, ülkemize, milletimize hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. (Alkışlar) Her iki Bakanlığa da çalışmalarında başarılar diliyorum. İnşallah, gelecek sene, enflasyonu çok indirmek, hatta sıfıra indirmek suretiyle iyi bir bütçe yaparak, Yüce Meclisin karşısına gelirler. Sayın milletvekilleri, programda yer alan kuruluşların bütçelerini görüşmek için, 20 Nisan 1996 Cumartesi günü saat 10.00’da toplanmak üzere, birleşimi kapatıyorum. (Kapanma Saati: 23.51) IV. – SORULAR VE CEVAPLAR A) YAZILI SORULAR VE CEVAPLARI 1. – İstanbul Milletvekili Halit Dumankaya’nın, Niğde meyvesuyu fabrikasının satışıyla ilgili olarak ileri sürülen iddialara ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Rüşdü Saracoglu’nun yazılı cevabı (7/4) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın Başbakan Sayın Tansu Çiller tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına delaletlerinizi arz ederim. 8.12.1996 Saygılarımla. Halit Dumankaya İstanbul Özelleştirme uygulamalarında, yetmiş senelik kamunun mülklerinin, bireyin mülküne dönüştürülürken birçok kayırmaları da beraberinde getirmiştir. Soru : 1. Niğde Meyvasuyu Fabrikasının 1994 yılında 45 milyar lira fiyat veren Kemal Akman’a verilmeme nedeni nedir? İhale niçin geriye bırakılmıştır? Soru : 2. 1994 yılında peşin olarak kırkbeş milyar liraya verilmeyen bu fabrikanın hiç peşin alınmadan dört yıl vadeli olarak yirmibeş milyara verildiği söylentisi vardır, doğru mudur? Doğru ise nedenleri nelerdir? Soru : 3. Çok düşük fiyatla bu fabrikayı alanların ortakları arasında bir Bakanın oğlunun da olduğu söylenmektedir? Doğru mudur? Bu fabrikayı alan şahısların şirket ise ortaklarının isimleri hisse oranları ve yetkileri imza sahipleri kimlerdir? Soru : 4. Bu fabrika yok pahasına alındıktan sonra Kalkınma Bankasından devletin fabrikasına teminat vererek yedi milyarlık kredi alındığı doğru mudur? T.C. Devlet Bakanlığı Sayı : B.02.0.002/340 19.4.1996 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına İlgi : TBMM Başkanlığının 15.2.1996 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02- 7/4-23/87 sayılı yazısı. İstanbul Milletvekili Sayın Halit Dumankaya’nın Sayın Başbakanımıza tevcih ettiği ilgi yazı ekinde alınan yazılı soru önergesinde yer alan sorularla ilgili olarak hazırlanan cevap ekte sunulmuştur. Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim. Dr. Rüşdü Saracoglu Devlet Bakanı T.C. Başbakanlık Özelleştirme İdaresi Başkanlığı 18.4.1996 Sayı : B.02.1.ÖİB.0.65.00.00/2754 Konu : Önerge Devlet Bakanlığına (Sayın Dr. Rüşdü Saracoglu) İlgi : Devlet Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğünün 19.3.1996 gün ve 049 sayılı yazısı. İstanbul Milletvekili Sayın Halit Dumankaya tarafından Sayın Başbakan’a tevcih edilen 7/423 esas sayılı yazılı soru önergesine verilen cevap aşağıdadır. Soru : 1. Özelleştirme uygulamalarında, yetmiş senelik kamunun mülklerinin, bireyin mülküne dönüştürülürken birçok kayırmaları da beraberinde getirmiştir. Niğde Meyvasuyu Fabrikasının 1994 yılında 45 milyar lira fiyat veren Kemal Akman’a verilmeme nedeni nedir? İhale niçin geriye bırakılmıştır? Cevap : 1. NİMSA-Niğde Meyve Suyu ve Gıda Sanayi A.Ş.’nin (Şirket) Özelleştirme İdaresine ait % 97.80 oranındaki hisselerinin özelleştirilmesi ile ilgili olarak, 1994 yılında yapılan ihalede Kemal Akman tarafından 45 milyar TL. fiyat teklifi yapılmamış olup, Akman Dış Ticaret A.Ş. tarafından 16 milyar TL. bedel teklif edilmiş, ancak Şirketin 15 milyar TL. olan borçlarının da İdare tarafından üstlenilmesi istenilmiştir. Yapılan pazarlık görüşmeleri sonunda, ihalede en iyi alıcı konumunda bulunan MEYSU-Meyve Suyu ve Gıda Sanayi A.Ş.’ye satış yapılması hususunda karar istihsal edilmesi aşamasında Anayasa Mahkemesinin Özelleştirme mevzuatı ile ilgili Kanun Hükmünde Kararnameleri iptal etmesi nedeniyle şirket hisseleri özelleştirilememiştir. Soru : 2. 1994 yılında peşin olarak kırkbeş milyar liraya verilmeyen bu fabrikanın hiç peşin alınmadan dört yıl vadeli olarak yirmibeş milyara verildiği söylentisi vardır, doğru mudur? Doğru ise nedenleri nelerdir? Cevap : 2. 1995 yılında yapılan ve AKMAN Dış Ticaret A.Ş.’nin de katıldığı ikinci ihalenin pazarlık görüşmeleri sonunda, MEYEPA Marketing Gıda Sanayi ve Pazarlama A.Ş. 150 000-ABD doları peşin, 200 000-ABD doları birinci yıl sonunda, 250 000-ABD doları ikinci yıl sonunda ödenmek ve bakiye borca yıllık % 8 faiz işletilmek üzere toplam 600 000-ABD doları teklif ederek en iyi alıcı olmuş ve 25.3.1995 tarih ve 95/27 sayılı Özelleştirme Yüksek Kurulu Kararı ile onay alınarak özelleştirme işlemi gerçekleştirilmiştir. Soru : 3. Çok düşük fiyatla bu fabrikayı alanların ortakları arasında bir Bakanın oğlunun da olduğu söylenmektedir? Doğru mudur? Bu fabrikayı alan şahısların şirket ise ortaklarının isimleri hisse oranları ve yetkileri imza sahipleri kimlerdir? Cevap : 3. Şirketi satın alan MEYEPA Marketing Gıda Sanayi ve Pazarlama A.Ş. İstanbul Ticaret Siciline kayıtlı bir şirkettir. Şirket ortakları ile ilgili olarak ihale dosyasında bilgi ve belge bulunmamaktadır. Ancak Şirketi temsile yetkili imza sahiplerinin isimleri aşağıdadır. Birinci derece imza yetkilileri : Necati Necdet Egeli (Yönetim Kurulu Başkanı) Mehmet Suat Tenker (Yönetim Kurulu Başkan Vekili) Hanife Gülser Girgin (Yönetim Kurulu Üyesi) İkinci derece imza yetkilileri : Osman Nuri Yıldırım Şevki Sualp Tenker Soru : 4. Bu fabrika yok pahasına alındıktan sonra Kalkınma Bankasından devletin fabrikasına teminat vererek yedi milyarlık kredi alındığı doğru mudur? Cevap : 4. İdarenin satıştan önce ve özelleştirme aşamasında Şirketle ilgili olarak Türkiye Kalkınma Bankasından kredi işlemi olmamıştır. ancak Özelleştirildikten sonra Şirketin ticarî ve sinaî faaliyetleri alıcılar tarafından yürütülmektedir. Bilgilerinize arz ederim. Uğur Bayar Başkan V. 2. – Kahramanmaraş Milletvekil Ahmet Dökülmez’in, son milletvekili seçimlerinde aday adayı olup istifa eden bir kamu görevlisinin görevine iade edilmemesinin nedenine ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Ali Talip Özdemir’in yazılı cevabı (7/176) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıda sunulan yazılı sorumun Başbakanlık tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına delaletinizi arz ederim. 16.1.1996 Ahmet Dökülmez Kahramanmaraş 298 sayılı Yasanın Ek-7 nci maddesi, seçimlerde aday adayı olup aday olamayanların Yüksek Seçim Kurulu tarafından sonuçların ilanını müteakip 1 ay içinde müracaatları halinde eski görevlerine iade edilecekleri emir olduğu halde “Başbakanlık Mevzuatı Geliştirme Genel Müdürlüğü İdarî İşler Şube Müdürü iken milletvekili aday adayı olup görevinden istifa eden İlyas Demirci halen görevine iade edilmemiştir. Soru : Kanun amir hükmü, sözkonusu İlyas Demirci’nin halen boş olan görev yerine bir başkası atandıktan sonra mı gözönünde tutulacaktır?” T.C. Devlet Bakanlığı 17.4.1996 Sayı : B.02.0.012/2-02.387 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına İlgi : TBMM. Başkanlığının 15.2.1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/176-232/403 sayılı yazısı Kahramanmaraş Milletvekili Sayın Ahmet Dökülmez’in Başbakan’a tevcih ettiği ve tarafımdan cevaplandırılması tensip edilen “Başbakanlık Mevzuatı Geliştirme ve Yayın Genel Müdürlüğünde görevli Şube Müdürü İlyas Demirci” ile ilgili 7/176 esas nolu yazılı soru önergesine ilişkin cevaplar aşağıda sunulmaktadır. Başbakanlık Mevzuatı Geliştirme ve Yayın Genel Müdürlüğünde 1 inci derece kadrolu ve +2200 ek göstergeli Şube Müdürü kadrosunda çalışmakta iken, 20 nci Dönem Milletvekili seçimlerine katılmak üzere görevinden ayrılan İlyas Demirci’nin, seçilememesi nedeniyle eski görevine dönmek için 5.12.1995 tarihinde başvuruda bulunduğu; kesin seçim sonuçlarının Yüksek Seçim Kurulu tarafından 7.1.1996 tarihinde ilanını müteakip, adı geçenin 19.1.1996 tarihinde eski görevine atamasının yapıldığı ve 24.1.1996 tarihinde de görevine başladığı anlaşılmış olup; sözkonusu atama, süresi içinde yapılmış ve sonuçlandırılmıştır. Bilgilerinize arz ederim. Ali Talip Özdemir Devlet Bakanı 3. – Ankara Milletvekili Yücel Seçkiner’in, Başbakanlık Konutu girişine ve makam otosuna takılan forsa ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Ali Talip Özdemir’in yazılı cevabı (7/231) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın Sayın Başbakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına müsaadelerinizi arz ederim. Yücel Seçkiner Ankara Kanun ve Tüzükle düzenlenmesi yapılan kim ve nasıl kullanılacağı belirlenen ve sadece Cumhurbaşkanlarınca kullanılması emredilmiş bulunan “fors”un hem makam otonuzda ve hem de Başbakanlık Konutu girişinde kullanılması Türk Bayrağı Kanunu ile Tüzüğe aykırı bir davranışı sergilediği gibi Kanunlarıda yok saymak anlamını taşımaktadır. 1. Buna neden gerek duyulmuştur ve hangi ihtiyaçtan doğmuştur? 2. Bu hususta yeni bir tüzük hazırlanarak Danıştayın incelemesine arz edilmişimdir? 3. Kanun tasarılarını hazırlayarak TBMM’ne sunan ve Kanun Hükmünde Kararnameler düzenleyen bir kurulun başı olarak bu Kanunsuz davranışı izah etmek mümkün müdür? 4. Katkılarının olduğu iddia olunan ve Resmî bir sıfatı olmayan eşinizin söz sahibi yapıldığı söylenmektedir, bu hareket bu tutumun bir göstergesi sayılmaz mı? 5. Hazırlayıp Kanunlaşmasını sağladığınız ve Hükümetinizce uygulamaya konulan Kanunlar ile Kararnamelelere bu şekildemi uyuyorsunuz? 6. Bu tutumunuzla, “Cemaat ne derse desin imam bildiğini okur”, prensibini benimsediğinizimi izah ediyorsunuz? T.C. Devlet Bakanlığı Sayı : B.02.0.012/2.02.388 17.4.1996 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına İlgi : Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının 15.2.1996 tarih ve A.01.0.GNS.0.10.00.02-7/231-316/557 sayılı yazısı. Ankara Milletvekili Sayın Yücel Seçkiner’in Başbakan’a tevcih ettiği ve tarafımdan cevaplandırılması tensip edilen “Başbakanlık Konutu ve makam arabasında fors kullanılması” ile ilgili 7/231 esas nolu yazılı soru önergesine ilişkin cevaplar aşağıda sunulmaktadır. Türk Bayrağı ile özel bayraklarda uyulması gerekli esaslar; 2893 sayılı Türk Bayrağı Kanununun 2 nci ve 9 uncu maddeleri uyarınca çıkarılan Türk Bayrağı Tüzüğünde düzenlenmektedir. Türk Bayrağı Tüzüğünün 27 nci maddesinde özel bayraklar arasında sadece Cumhurbaşkanlığı Forsu ve 28 inci maddesinde de Cumhurbaşkanlığı Forsunun özel olarak düzenlenmesi gerektiği belirtilmektedir. 2893 sayılı Türk Bayrağı Kanununun 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında; özel bayrak çeşitleri arasında sayılan forsların, standartları ile hangi kumaş ve maddelerden yapılacağının tüzükte gösterileceği belirtilmektedir. Türk Bayrağı, Tüzüğünün 36 nci maddesinde; forsların şekil, ölçü, renk ve diğer özellikleri yönünden incelenip tescil edilmesinin zorunlu olduğu hükme bağlanarak; tanıtıcı bayraklar ve forslardan Türk Silahlı Kuvvetlerine ait olanlar için Genel Kurmay Başkanlığının; eğitim kurumları, spor kulüpleri, izci ve yavrukurt kuruluşlları v.b. kuruluşlara ait olanlar için Millî Eğitim Bakanlığının; bunlar dışında kalanlar için ise İçişleri Bakanlığının tescile yetkili olduğu belirtilmektedir. Yukarıda açıklanan tüzüğe göre Başbakanlık Forsu, 50,51 ve 52 nci T.C. Hükümetleri döneminde kullanılmaya başlanılmış; ancak, 53 üncü T.C. Hükümetinin kurulmasından sonra, Başbakanlık Forsunun kullanımından vazgeçilmiştir. Bilgilerinize arz ederim. Ali Talip Özdemir Devlet Bakanı 4. – Elazığ Milletvekili Ahmet Cemil Tunç’un, Türkiye Halk Bankası A.Ş.’nin bazı harcamalarına ilişkin Başbakandan sorusu ve Devlet Bakanı Rüşdü Saracoglu’nun yazılı cevabı (7/363) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın Sayın Başbakan tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına delaletinizi saygılarımla arz ederim. Ahmet Cemil Tunç Elazığ Sorular : 1. Türkiye Halk Bankası A.Ş.’de 1994-1995 yıllarında reklam gideri olarak ne kadar harcama yapılmıştır? 2. Türkiye Halk Bankası A.Ş.’de 1994-1995 yıllarında temsil ve ağırlama gideri olarak ne kadar harcama yapılmıştır? 3. Türkiye Halk Bankası A.Ş.’de 1994-1995 yıllarında ne kadar demirbaş eşya alımı yapılmıştır? 4. Türkiye Halk Bankası A.Ş.’de 1994-1995 yıllarında binek aracı olarak ne kadar taşıt satın alınmış, ne kadar ödeme yapılmıştır? 5. Türkiye Halk Bankası A.Ş.’de 1994-1995 yıllarında Yönetim ve Denetim Kurulu Üyelerine ödenen ücret ve harcırah ne kadardır? T.C. Devlet Bakanlığı Sayı : B.02.0.002/320 18.4.1996 Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına İlgi : TBMM Başkanlığının 15.3.1996 gün ve A.01.0.GNS.0.10.00.02- 3/363 624/1388 sayılı yazısı. Elazığ Milletvekili Sayın Ahmet Cemil Tunç’un Sayın Başbakanımıza tevcih ettiği ilgi yazı ekinde alınan yazılı soru önergesinde yer alan sorularla ilgili olarak hazırlanan cevap ekte sunulmuştur. Bilgilerinizi ve gereğini arz ederim. Dr. Rüşdü Saracoglu Devlet Bakanı T. C. Devlet Bakanlığı (Sn. Dr. Rüşdü Saracoglu) ANKARA İlgi : 10.4.1996 tarih ve B.02.0.002/267 sayılı yazınız. Bankamız hakkında yöneltilen soru önergesi ile ilgili olarak hazırlanan bilgiler aşağıda gösterilmiştir. Bilgilerinize arz ederiz. Saygılarımızla. Türkiye Halk Bankası A.Ş. Genel Müdürlüğü O. Nuri Ertuğ Yenal Ansen Genel Müdür Yrd. Genel Müdür Milyon TL. 1994 % Payı 1995 % Payı 1. Reklam giderleri 216 003 3.77 461 980 4.57 2. Temsil ve ağırlama giderleri 57 920 1.01 119 716 1.18 3. Alınan demirbaş eşya tutarı 51 874 0.90 195 995 1.94 4. Alınan binek aracı bedeli – – 5. Yönetim Kurulu üyelerine ödenen ücret ve Harcırah tutarı 1 875 0.03 3 235 0.03 5. – Kocaeli Milletvekili Şevket Kazan’ın, Dışişleri Konutuna ilişkin Başbakandan sorusu ve Dışişleri Bakanı Emre Gönensay’ın yazılı cevabı (7/469) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına Aşağıdaki sorularımın Başbakan Mesut Yılmaz tarafından yazılı olarak cevaplandırılmasına delaletinizi saygılarımla arz ve talep ederim. Şevket Kazan Kocaeli Sorular : 1. Basında çıkan haberlere göre Dışişleri Konutunun DYP Genel Başkanı Sayın Tansu Çiller’e tahsis edildiği ve Dış İşleriyle ilgili kabuller için başka yer arandığı doğru mudur? 2. Doğru ise bu durumu doğal karşılıyor musunuz? 3. Doğru ise bu husus Koalisyon Protokolüne neden yazılmamıştır? 4. Doğru ise, bu durumu devlet ciddiyeti ve siyasî partiler arası nezaket kurallarıyla nasıl bağdaştırıyorsunuz? T.C. Dışişleri Bakanlığı İdarî ve Malî İşler Dairesi Başkanlığı 16.4.1996 Sayı : İMAD-700.000-1749-4600 Konu : Dışişleri Konutu Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına İlgi : 0.4.1996 tarih ve B.02.0.012/2.02.297 sayılı yazıları. Kocaeli Milletvekili Sayın Şevket Kazan’ın soru önergesinin cevabı aşağıdadır : 1. Dışişleri Bakanlığı Konutu DYP Genel Başkanı Sayın Tansu Çiller’e tahsis edilmemiştir. 2. Dışişleriyle ilgili kabuller için başka yer arandığı doğru değildir. 3. Dışişleri Bakanlığı Konutu, 1992 yılından beri, Başbakanlıkça Bakanlığıma yapılan tahsis gereği amacına uygun olarak hizmet vermektedir. Konut halen tarafımdan çeşitli toplantılar için ve Dışişleri Konukevi olarak kullanılmaktadır. Saygılarımla arz ederim. Prof. Dr. Emre Gönensay Dışişleri Bakanı Türkiye Büyük Millet Meclisi GÜNDEMİ 40 INCI BİRLEŞİM 19 . 4 . 1996 CUMA Saat : 10.00 1 BAŞKANLIĞIN GENEL KURULA SUNUŞLARI 2 ÖZEL GÜNDEMDE YER ALACAK İŞLER X 1. – 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/285) (S. Sayısı : 1) (Dağıtma tarihi : 15.4.1996) X 2. – Katma Bütçeli İdareler 1996 Malî Yılı Bütçe Kanunu Tasarısı ve Plan ve Bütçe Komisyonu Raporu (1/286) (S. Sayısı : 2) (Dağıtma tarihi : 15.4.1996) 3 SEÇİM 4 OYLAMASI YAPILACAK İŞLER 5 GENEL GÖRÜŞME VE MECLİS ARAŞTIRMASI YAPILMASINA DAİR ÖNGÖRÜŞMELER 6 SÖZLÜ SORULAR 7 KANUN TASARI VE TEKLİFLERİYLE KOMİSYONLARDAN GELEN DİĞER İŞLER |
|