Dönem : 22 Yasama Yılı : 3
T.B.M.M. (S. Sayısı : 698)
Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanunu Tasarısı ile Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik
Yapılması ve Bu Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı ve
Adalet Komisyonu Raporu (1/535, 1/292)
T.C.
Başbakanlık 7.3.2003
Kanunlar ve Kararlar
Genel Müdürlüğü
Sayı :
B.02.0.KKG.0.10/101-508/1020
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ BAŞKANLIĞINA
Adalet Bakanlığınca hazırlanan ve Başkanlığınıza arzı
Bakanlar Kurulunca 3.12.2002 tarihinde kararlaştırılan “Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanunu Tasarısı” ile gerekçesi ilişikte gönderilmiştir.
Gereğini arz ederim.
Abdullah
Gül
Başbakan
GENEL GEREKÇE
Ülkemizde ceza muhakeme
usul ve kurallarına ilişkin bazı esasları içeren ilk metinler, 14 Şubat 1870
(13 Zilkade 1286) tarihli "Divan-ı Ahkâm-ı Adliyenin Dahilî Nizamnamesi"nin Üçüncü Faslı ve
24 Şubat 1870 tarihli "Dersaadet ve Mülhakatı İdare-i Zabıta ve Mehakim
Nizamnamesi"nin Dördüncü Faslıdır. Ancak, dönemine göre çağdaş ilk Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanunu, Meclisi Mebusan'ın içtimaında kanuniyeti teklif olunmak üzere meydana
getirilmiş 25 Haziran 1879 (5 Recep 1296) tarihli "Usulü Muhakemati
Cezaiye Kanunu Muvakkati"dir; bu Kanunun aslı 1808 tarihli Fransız Ceza
Usulü Kanunudur. Fransız Kanunu, bazı hükümleri değiştirilerek iktibas
edilmiştir.
Bu Kanunu yürürlükten
kaldıran 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu, 1887
tarihli Alman Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu esas alınarak meydana
getirilmiştir. Kaynak Alman Kanunu, yürürlüğe girdiğinden bu yana pek çok
değişikliğe uğramış, Kanuna yeni madde ve fıkralar eklenmiştir. Özellikle
1960'lı yıllardan sonra bu değişikliklerin sayısı ve kapsamı genişlemiştir.
Değişikliklerin esasının, insan hak ve hürriyetlerini korumak ve bireyin adil
yargılanma veya dava hakkını sağlamlaştırmak olduğu söylenebilir.
1412 sayılı Kanunun
yerine bir diğerinin konulması hususunda, bu Tasarıdan önce de iki girişimde
bulunulmuştur. 1946 yılında meydana getirilmesine girişilen tasarı üzerindeki çalışmalara devam
edilmemiştir. 1951 yılında başka bir tasarı Türkiye Büyük Millet Meclisine
sunulmuş, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kuruluna kadar gelmiş olmasına
rağmen hükümsüz sayılmıştır.
1412 sayılı Kanunun,
Almanya'daki kadar yoğun bir değişime tâbi tutulmadığı söylense bile, yürürlüğe
girdiği tarihten günümüze kadar 27 kez yapılan değişiklikler sonucu çok sayıda
maddelerinin değiştirilmiş bulunduğu belirtilmelidir.
Bu değişikliklerde,
kaynak Kanunun ait olduğu devletin gerçekleştirdiği yenilikler izlenemediği,
bunun yerine uygulama esas alınarak bazı değişiklikler yapıldığı,
yapılan bu değişikliklerle ilkelerden özveride bulunulduğu hususundaki bir
kısım görüşlere tam olarak katılınmasa da; bunların hiç değilse gerçeğin önemli
bir kısmını yansıttığı söylenebilir.
İkinci Dünya Savaşının
sona ermesini izleyen yıllarda bütün Avrupa ülkelerinde büyük ivme kazanması
nedeniyle, demokratikleşmenin, ceza muhakemeleri usulünde geniş değişiklikleri
getirmesi ise kaçınılmazdı. Uluslararası alanda gerçekleştirilen ve insan hak
ve özgürlüklerine ilişkin bulunan çok taraflı sözleşmeler de demokratikleşmeyi
teşvik ve tahrik etmektedir. Türkiye, Birleşmiş Milletler düzeyinde insan hak
ve hürriyetlerine ilişkin sözleşmeleri ve İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri
Korumaya Dair Sözleşmeyi (kısaca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini) kabul etmiş
ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine bireysel başvuru hakkını tanımıştır. Bu
sözleşmelerde, adil yargılanma hakkı ve bunun gerekleri olan suçsuzluk
karinesi, susma hakkı, silâhların eşitliği ilkeleri ve savunma hakları gibi
hükümler yer almaktadır. Bu hükümler, bugün artık Türk iç hukukunun uyulması
zorunlu kısımları hâline gelmişlerdir. Söz konusu sözleşme hükümleri, Yargıtay
ve mahkemelerimiz tarafından doğrudan uygulanmakta, Anayasa Mahkemesince de
destek norm olarak kullanılmaktadır.
Hâl böyle iken,
Türkiye'nin hızla artan nüfusu, Dünyanın küreselleşmesi, milyonlarca Türk
vatandaşının Avrupa ülkelerinde çalışmaları ve hatta yerleşmeleri, Ülkemizde
işlenen suçları hem miktar ve hem de nitelik itibarıyla değiştirmiş, ceza
adalet sistemi büyük bir baskı altına girmiş, davaların sonuçlandırılması makul
süreleri aşmıştır. Davaların uzamasının önlenmesi için millî ve uluslararası
çalışmalar yapılmaktadır.
Bu durum karşısında, ceza
usul mevzuatında davalara hız kazandırmak düşüncesi, kamu hak ve özgürlüklerine
göre daha fazla etkili olmuş ve yapılan kanun değişiklikleri bazen ilkelerden
özveride bulunulmasını sonuçlamış, bu hâl Kanunun sistematiğini de bir ölçüde
etkilemiştir. Ancak, 1992 yılında, çağdaş ceza usulünde temel ilkeyi oluşturan
ve savunmayı sağlayan "silâhların eşitliği" çerçevesinde
Kanunda değişiklikler yapılarak savunma hakkı, hatta Batı ülkelerinden de ileri
gidilerek, güçlendirilmiştir.
Ceza muhakemesi hukukunun
ve bunun ifadesini oluşturan ana kanunun temel amacı "gerçeğe
ulaşmaktır"; ancak bu hedef, insan hak ve özgürlüklerini vurgulayan adil
yargılanma hakkına uygun biçimde gerçekleştirilmelidir.
Özetle açıklanması
gerekirse, 1412 sayılı Kanunun noksanlarının çok sayıda olduğu belirtilmelidir:
Söz gelimi, koruma tedbirleri çağdaş gelişmeleri izleyememiş; telekomünikasyona müdahalede, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi'nce saptanan koşullara uyulması sağlanamamış; tanık dinlenmesi ve
güvencesine, bilirkişiliğe, kamu davasının açılmasında maksada uygunluk
sistemine bir ölçüde yer verilmesini zorunlu kılan hâller karşılanamamış; beden
muayenesi ve moleküler genetik inceleme hususundaki hükümlere, tanığın ve hatta
hâkimin korunmasına ilişkin esaslara ve her şeyden önemlisi davanın bir
duruşmada bitirilmesini sağlayacak hüküm ve tedbirlere, kaçakların yargılanmasına
ilişkin yeni hükümlere, uzlaşma usulünün uygulanmasına, bazı suçlar hakkında
özel tedbirlere ve diğerlerine yer verilmemiştir. Yabancı ülkelerde, özellikle
Almanya, Fransa, Belçika, İtalya ve İspanya'da 1960'lı yıllardan beri adil
yargılanma hakkını daha güçlü hâle getirmek amacıyla kanunlarında
gerçekleştirilen yoğun değişikliklere 1412 sayılı Kanun uydurulmamış; yukarıda
açıklandığı üzere daha ziyade davaların hızlandırılmasını sağlamak amacıyla ve
bazen silâhların eşitliği ilkesiyle bağdaşması zor, Kanunun sistematiğini de
bozucu nitelikte bir kısım değişikliklere yer verilmesiyle yetinilmiştir. Kanun
yolları arasında istinaf kanun yolunun tesis edilmemiş olması ise, artık adil
yargılama esası ile bağdaşmamaktadır. İçine dahil bulunduğumuz romano-cermanik
hukuk sistemine dahil ülkeler yukarıda belirlenen ilkeleri güçlendiren
kanun değişikliklerini sürekli olarak yapmaktadırlar. 15/6/2000 tarihinde
Fransa, Ceza Usul Kanununun 140 küsur maddesini değiştirmiştir.
Ancak, ceza muhakemeleri
usulünün amacı sadece sanık haklarını korumaktan ibaret değildir:
Gerçekten, çağdaş hukukta
ve ceza muhakemeleri usulü hukukuna egemen olan temel strateji, sosyal düzenin
korunması ile bireyin temel hak ve özgürlüklerine saygı arasında bir denge
kurulması suretiyle gerçeği ortaya çıkarmak ve adil yargılama ilkesine uyarak
adil yaptırımlara hükmedip uygulamaktır. Söz konusu stratejinin asıl ulaşmak
istediği hedef, gerçeği meydana çıkarmaktır; ancak, gerçeğin adil yargılanma
hakkına uyularak meydana çıkarılması temel koşuldur. Ceza adalet sistemi, bu
denge üzerine kurulmalıdır. Dengeyi sağlayacak esas güvenceler bugün artık
anayasalarda ve uluslararası hukuk metinlerinde yer almaktadır.
"Adil, hakkaniyete
uygun yargılanma hakkı"na saygılı olmak ve bunun gerektirdiği usul
hükümlerine Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda yer vermek, söz konusu dengenin,
bireyin hak ve özgürlüklerine ilişkin kısmını karşılamaktadır: Kişinin, kanunun
belirlediği, açıkça tanımladığı usullere göre itham edilebilmesi; güvencelere
saygı göstererek yakalanabilmesi, gözaltında tutulabilmesi, tutuklanabilmesi;
şüpheli veya sanığın aleyhindeki ithamları önceden bilmesi, savunmanın
gerektirdiği bütün olanakların davanın tüm evre ve aşamalarında tanınması
(sanık veya avukatın savunmasını
hazırlamak için zorunlu vasıtalara ve zamana sahip kılınması, avukatın,
müvekkili ile temas etmek ve dosyaya ulaşmak olanağının her evrede kabul
edilmesi, sanık olmadan duruşma yapılıp hüküm verilememesi, susma hakkı
kullanıldığında bunun şüpheli veya sanık
aleyhinde sonuç meydana
getirememesi, adlî işlemlere katılmak olanağı, zorunlu avukatlık ilkesinin mümkün
olduğunca genişletilmesi ve diğerleri); silâhların eşitliğinin gerekli
hükümlerle saptanması; suçsuzluk karinesi, susma hakkı, davanın bağımsız ve
tarafsız, kanunla kurulmuş mahkemelerde alenen görülmesi ve makul bir süre içinde
bitirilmesi; yakalama, adlî kontrol, tutuklama gibi önleyici tedbirlerin ancak
çok sıkı koşullar altında ve itiraz hakları kabul edilerek uygulanabilmesi;
tutuklamaya seçenek olarak adlî kontrolün kabulü; hukuka aykırı olarak elde
edilen delil, iz, eser ve emarelerin hükümsüz sayılması, hazırlık evresinden
kovuşturma evresine geçilirken bir orta evrenin kabulü ve diğerleri ...
Dengenin sosyal düzenin
korunmasına ilişkin faydasının saptanmasında iki temel direktif vardır:
Bunlardan birincisi,
insan hak ve özgürlüklerine saygı gösterilmesi zorunluğu saklı kalmak koşulu
ile maddî gerçeği ortaya çıkarmayı sağlayacak tedbirleri almaya yönelik
yetkileri kabul etmek, hürriyeti kısıtlayıcı tedbirlere ancak çok zorunlu
hâllerde başvurmak ve kesin ihtiyaç ölçüsünde kısıtlama yapmak; ikincisi ise,
bu yetkilerin ancak sonuncu bir çare olarak kullanılmasını benimsemek ve bunun
koşullarını belirlemektir. Bu yetkilerin kullanılmasının genel olarak ve çok
kere tâbi kılındığı koşul "gecikmesinde sakınca bulunan hâl"
ölçüsüdür.
Bu iki temel direktif
çerçevesinde, yukarıda belirtilen stratejinin gerektirdiği, sosyal düzenin
korunmasına yönelik karakteristik sayılabilecek kavram, hüküm ve tedbirlerin
önemlileri şunlardır: Gecikmesinde sakınca bulunan hâl kavramının tanımlanması
ve yetkilerin genişlemesini sağlayan bu hâllerin belirlenmesi; uyuşturucu
maddeler, terör suçları bakımından özel hükümler getirilmesi; duruşmalara
gelmeyen kaçakların hazır bulunmalarını sağlayıcı zorlayıcı tedbirler alınması;
şüpheliden, sanıktan veya mağdurdan yahut üçüncü kişilerden kıl, salgı, kan ve
benzerleri gibi kısım veya parçaların alınabilmesi; beden muayenesini sağlayan
yetkilerin tanınması; moleküler genetik incelemenin yapılabilmesi;
telekomünikasyona müdahale ile belirli bilgi veya verilere elkonulabilmesi;
kişiyi tanıklıkta bulunmaya zorlayacak ve tanığın korunmasını sağlayacak
tedbirler getirilmesi; kolluk elemanlarının meslekî sırlarının korunması,
memurların tanıklıklarında istisna oluşturabilecek esasların gösterilmesi;
zorunlu hâllerde evvelce tutulmuş tutanakların duruşmada okunabilmesi; kamu
davasının açılmasında veya sürdürülmesinde kamu yararı öngörülerek bazen de
olsa maksada uygunluk sisteminin uygulanabilmesi, kaçaklar hakkında özel usul
hükümlerine yer verilmesi; çağımız ceza ve usul hukukunun temel ilkelerinden
birisi mağduru korumak olduğundan, ceza davasının bütün aşamalarında mağdura
bir kısım haklar ve yetkiler tanınması ve diğerleri ...
Yukarıda belirtilen temel
stratejinin direktiflerine uygun olarak Tasarıda gerçeğin adil yargılanma, ceza
davasına muhatap olma hakkına saygılı olarak meydana çıkarılmasını sağlayacak
ve yukarıda kısmen değinilen kavram, ilke ve esaslara tam olarak yer
verilmesine çalışılmıştır. Bu maksatla Tasarı meydana getirilirken geniş bir
karşılaştırmalı ceza usul hukuku araştırmasına girişilmiş; Alman Kanununun
bugün aldığı son şekil bütünüyle Türkçeye çevrilmiş, Fransız Ceza Usulü
Kanununun pek çok maddesi de son değişiklikler dahil, keza Türkçeye çevrilerek
Komisyon üyelerinin incelemesine sunulmuş, İtalyan hukuku ve Common Law sistemi
gözden geçirilmiş ve karşılaştırmalı ceza usul hukukunda yerleşmiş uluslararası
Siraküza Suç Bilimleri Uluslararası Yüksek Enstitüsünün etkinlikleri çerçevesinde
ve idaresi altında düzenlenmiş uluslararası beş ayrı mukayeseli seminer
çalışmalarına sunulan raporların sentezi özellikle ve özenle değerlendirilmiş,
Yargıtay ve Askerî Yargıtayın yerleşmiş kararları göz önünde bulundurulmuş ve
bunun dışında burada zikredilmesi güç sayılabilecek diğer kaynaklara da
başvurularak karşılaştırmalar yapılmıştır.
İlk Tasarı metni ve
gerekçesi, hazırlandıktan sonra Tasarı Adalet Bakanlığınca, Yargıtaya, Askerî
Yargıtaya, bütün bakanlıklara, ilgili Devlet kurumlarına, bütün barolara,
üniversitelere, savcılıklara, adliyelere gönderilerek mütalâa, görüş ve
eleştirileri alınmıştır. Bütün bunlar Komisyonda değerlendirilerek, uygun
görüldüğünde değişiklikler yapılmıştır.
Tasarının dilinde,
Yargıtay ve Askerî Yargıtayın uygulamaları ve kararları ile Türk hukuk öğretisi
göz önünde bulundurulmuş ve hükümlerin, açık ve halk tarafından anlaşılacak
tarzda biçimlendirilmesine özen gösterilerek duru Türkçe vurgulanmıştır.
Anayasanın içerdiği ve diğer yerleşmiş terimler elbette ki, aynen korunmuştur.
1412 sayılı Kanunun
tasnifinin esasta amaca tam uygun olduğunu söylemek olanağı yoktur. Bir usul
kanununun aslında ceza adalet sistemini yürüten mekanizmanın işleyişini
yansıtan bir tasnifi içermesi ve ceza davasının evre ve aşamalarına göre
düzenlenmiş bulunması uygun olur. Böylece, kişi, sahibi bulunduğu adil
yargılanma hakkından yararlanıp yararlanmadığını kolayca saptayacak ve hakkında
yürütülecek kovuşturma ve davanın gelişmelerini, algılamak olanağına kavuşmuş bulunacaktır.
1412 sayılı Kanunun aslında aynı kitap, kısım, fasıl veya bölümde bulunması
gerekli hükümleri değişik yerlerde toplamış olan tasnifi, bu bakımdan
eleştirilebilecek nitelikte görülmüş ve Tasarı özetle aşağıda belirtilen biçimde
bir tasnifi uygun saymıştır:
Tasarı, sekiz kitap ve
389 maddeden oluşmaktadır. Kitaplar kısımlara ve kısımlar da bölümlere ayrılmış
bulunmaktadır.
Tasarının madde sayısı,
426 madde ve 6 ek maddeden oluşan 1412 sayılı Kanuna göre daha azdır. Oysa
Tasarı, kişisel dava usulünü kaldırmış ve dolayısıyla bu konuya ilişkin
maddeler metinde yer almamış bulunmasına karşın içerdiği hükümler itibarıyla
1412 sayılı Kanuna göre çok daha zengin ve ayrıntılıdır. Haksız tutuklama veya
yakalamaya tazminat, yasak hakların geri verilmesi gibi hükümlerin
geliştirilerek Tasarının içine alınmış bulunmaları dışında, aşağıda açıklanacak
98 yeni konu ve bunlarla ilgili hüküm ve maddelere metin içerisinde yer
verildiği gibi, 1412 sayılı Kanunun bazen birleştirilerek, bazen ayrılarak
Tasarıya alınan bütün hükümlerinde değişiklikler yapılmış ve bazı hükümler
çıkarılırken bazı yeni hükümler de eklenmiştir.
Tasarının maddeleri ve
özellikle ayrıntılı biçimde kaleme alınmış gerekçeleri incelendiğinde, bu
konular belirlenmiş ve işlevleri anlaşılmış olacaktır. Bu itibarla, söz konusu
98 konuyu burada ayrıca izah etmek gereksiz bir tekrar sayılmış, sadece bu
konuların listesinin aşağıda belirtilmesi yeterli görülmüştür.
1) Kanunun kapsamı ve
yorumunda uyulması gerekli ilkeleri belirten hüküm,
2) Kanunda geçen
terimlerin tanımları,
3) Tebligat ve yazışma
usulü,
4) Cumhuriyet savcılığına
yapılan tebligat,
5) Meslek ve sürekli
uğraşıları nedeniyle tanıklıktan çekinme,
6) Bilirkişilik konusunda
yepyeni ve çok ayrıntılı düzenlemeler,
7) Bilirkişilerin
atanmaları ve incelemelerin yürütülmesi,
8) Bilirkişi raporu,
9) Duruşmada
bilirkişilerin açıklama usulleri,
10) Tanık bilirkişi,
11) Şüpheli veya sanığın
beden muayenesi,
12) Diğer kişilerin
bedeninin muayenesi,
13) Kadının muayenesi,
14) Moleküler genetik
incelemeler,
15) Fizik kimliğin
saptanması,
16) Telekomünikasyon
yoluyla yapılan haberleşmeye girmeye ilişkin hükümler,
17) Telekomünikasyon
yoluyla yapılan haberleşmeye girmeye ilişkin kararların yerine getirilmesi,
18) Avukatın büro ve
yerleşim yerindeki telekomünikasyon araçlarına ilişkin istisnalar,
19) Bilgisayarlarda,
bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve geçici elkoymaya
ait hükümler,
20) Arama, kopyalama ve
geçici elkoymada uluslararası yardımlaşma,
21) Adlî kontrol,
22) Adlî kontrol kararı
ve hükmedecek merciler,
23) Adlî kontrol
kararının kaldırılması,
24) Adlî kontrol
tedbirlerine uymamanın yaptırımları,
25) Güvence,
26) Önceden ödetme,
27) Güvencenin geri
verilmesi,
28) Tutuklama kararı,
29) Şüpheli ve sanığın
salıverilme istemleri,
30) Adlî kontrolun veya
tutuklamanın tamamen veya kısmen kaldırılması usulü,
31) Salıverilenin
yükümleri,
32) Geçici salıverilme,
33) Gözaltı işlemlerinin
denetimi,
34) Yakalanan veya
tutuklanan kişilerin nakli,
35) Yakalama tutanağı,
36) Tazminat istemi ve
tazminat davası koşulları,
37) Tazminatın geri
alınması,
38) Tazminat
isteyemeyecek kişiler,
39) İfade ve sorgunun
tarzı,
40) Avukatın atanmasında
temel ilke ve usul,
41) Soruşturmanın
gizliliği,
42) Soruşturma evresinin
sona ermesi,
43) Kamu davasının
açılmasının ertelenmesi,
44) Kamu davasının
açılması,
45) İddianamenin
değiştirilmesi veya geri alınması,
46) İddianamenin iadesi,
47) İddianamenin
reddi,
48) İddianamenin iadesi
ve reddi kararlarına itiraz,
49) İddianamenin kabulü,
50) Duruşmada ses ve
görüntü alıcı aletlerin kullanılması yasağı,
51) Duruşma sırasında
işlenen suçlar hakkında işlem yapılması,
52) Hükmün geri
bırakılması ve denetimli serbestlik,
53) Suçun mağduru ile
şikâyetçinin çağrılmaları ve hakları,
54) Suçun mağduru ile
şikâyetçinin davete uymamaları,
55) Suçun mağduru ile
şikâyetçinin dinlenmeleri,
56) Suçun mağduru ile
şikâyetçinin tazminat ve giderleri,
57) Katılanın hakları,
58) Katılmanın hükümsüz
kalması,
59) Yargılamada tüzel
kişiler hakkında uygulanacak hükümler,
60) Tüzel kişilerin
yargılanmasında yetkili mahkeme,
61) Tüzel kişiliğin kamu
davasında temsili,
62) Tüzel kişinin
temsilcisi hakkında uygulanacak hükümler,
63) Tüzel kişiye
uygulanacak hükümler,
64) Önödeme,
65) Uzlaşma,
66) Hâkim tarafından
uzlaştırma,
67) Birden çok fail
hâlinde uzlaşma,
68) Uyuşturucu madde
suçları hakkında özel usul,
69) Uyuşturucu maddelerin
tespiti, aranması, elkoyma ve şartla salıverilme,
70) Uyuşturucu madde
suçlularının gözlenmeleri ve hukuka uygunluk nedenleri,
71) Uyuşturucu madde
suçlarının işlendiği yerlerin kapatılması,
72) Fuhuş için aracılık,
göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti suçlarının takibinde özel hükümler,
73) Fuhuş için aracılık,
göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti suçlarının tesbiti, arama ve elkoymada
usuller ve kapatma tedbiri,
74) Fuhuş için aracılık,
göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti suçlarını işleyen yabancıların yurt dışına
çıkarılması,
75) Fuhuş yaptıranların zararları
tazmini,
76) Kaçağın tanımı,
77) Kaçaklar hakkında
alınabilecek tedbirler,
78) Tedbirlerin ilân ve
tescili,
79) Tedbirlerin süresi,
80) İstinaf yoluna
başvurulabilecek hükümler,
81) İstinaf istemi ve
süresi,
82) Eski hâle getirme
süresi içinde istinaf yoluna başvuru süresinin işlemesi,
83) İstinaf dilekçesinin
etkisi,
84) İstinaf isteminin
hükmü veren mahkemece reddi,
85) İstinaf isteminin
tebliği ve cevabı,
86) Bölge adliye
mahkemesi Cumhuriyet savcısının görevi,
87) Bölge adliye mahkemesinin
dosya üzerinde ön incelemesi,
88) Bölge adliye
mahkemesinde inceleme ve kovuşturma,
89) Bölge adliye
mahkemesinde duruşma hazırlığı,
90) Bölge adliye
mahkemesinde duruşmayla ilgili istisnalar,
91) Bölge adliye
mahkemesine sanık lehine başvuru hâlinde verilecek hüküm,
92) Bölge adliye
mahkemesi kararlarına karşı direnme yasağı ve özel kanunların temyize ilişkin
hükümleri,
93) Bölge adliye
mahkemelerinde karar düzeltme ve usulü,
94) Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısının kanun yararına başvurusu,
95) Hürriyeti bağlayıcı
cezanın bölünerek infazı,
96) Şartla salıverilmede
usul,
97) Şartla salıverilen
hakkındaki hacir kararının etkisizliği,
98) Yasaklanmış hakların
geri verilmesi usulü ve koşulları.
Yukarıda yer alan
listenin 80 ilâ 93 numaralarında Tasarının getirdiği istinaf yoluna ilişkin yenilikler belirtilmiştir.
Gerçekten, bu Tasarının getirdiği en önemli yenilik, adlî yargı ilk derece
mahkemelerinden verilen kararların doğrudan temyiz edilemeyeceği ve bunlar
aleyhine istinaf yoluna gidileceğidir. Bilindiği üzere, hükmün maddî, ispat
yönünden ve aynı zamanda hukukî bakımdan kontrolünü yapan yargı merciine öteden
beri "istinaf" denilmiştir. Tasarı, bu kanun yolunu kabul etmiş
bulunmakta ve bunu "istinaf yolu"; bu incelemeyi yapacak mahkemeleri
de bölge idare mahkemelerine paralel olarak "bölge adliye mahkemesi"
biçiminde adlandırmaktadır. Tasarı, bu hükümleriyle ceza mevzuatımızın büyük
bir noksanını ortadan kaldırmış olmaktadır.
Böyle bir kanun yolunun
kabulü davanın adil yargılama ilkesine göre yürütülmesi ilkesi yönünden de
büyük bir boşluğu ortadan kaldırmış olacaktır:
Bilindiği gibi, esas
mahkemesi tarafından verilen hüküm iki sorunu çözer: (a) fiilin sanık
tarafından işlenip işlenmediği (maddî mesele) sorunu, (b) sanık tarafından
gerçekleştirilmiş olan eyleme hangi cezanın verilmesi gerektiği, fiilin suç
oluşturup oluşturmadığı sorunu ve nasıl muhakeme yapılacağı (hukukî mesele)
sorunu.
Maddî ve hukukî meselenin
kanun yolu mahkemesi tarafından incelenmesi kabul edilmiş ise, bu kanun yoluna
verilen isim Tasarıya göre "istinaf yolu"dur.
Temyizi bundan ayıran
özellik, temyizde delillerle temas edilerek öğrenme muhakemesi yapılamamasına
karşılık, istinaf yolunda gerektiğinde deliller de incelenerek esas hakkında
yeni bir karar verilmesi; yeni bir olay yargılaması yapılarak hata saptanırsa,
esas mahkemesi tarafından verilmiş olan ilk hükmün düzeltilmesidir.
Bölge adliye mahkemesi,
hatayı saptadıktan sonra esas hakkındaki kararı da verir. Buna karşılık,
temyizdeki kural, bozmadır. Yargıtay delillerle bizzat temasa geçerek olay
yargılaması yapamaz. Yargıtayın ülkede içtihat birliğini sağlamak amacıyla
kurulmuş bulunmasından kaynaklanan "tek mahkeme oluş" özelliği
vardır. Yargıtayın delillerle tekrar temasa geçerek maddî meseleyi
denetleyebilmesi aslında kabul olunmaz.
İstinaf yolunun işleyişi
ve kuruluşu ülkelere göre değişiklik göstermektedir: Almanya'da bu yola
başvurmak bir dereceye kadar savcının elindedir. Savcı, Mahkemelerin Kuruluş
Kanununun verdiği yetkiye dayanarak (GVG m.24/I,3), önemli gördüğü davaları
eyalet mahkemesinin ceza dairesi önünde açabilmektedir.
Türkiye'de 1839 Tanzimat
Fermanından önceki dönemde mahkemeler İslâm hukuku ilkelerine göre
kurulmuşlardı ve "şeriat mahkemeleri" adını taşıyan bu kuruluşlar tek
hâkimli ve tek dereceliydiler: Mahkeme kararlarına karşı, kural olarak, kanun
yolu tanınmış değildi; "istinaf" fonksiyonu görecek üst mahkemeler
olmadığı gibi, hukuk birliğini sağlayacak bir mahkeme de yoktu. "Divan-ı Hümayun"
bazı hâllerde bir yüksek mahkeme olarak görev yapabiliyordu.
Tanzimat Fermanından
sonra, Avrupa'dan alınan kuralları uygulamak üzere "Nizamiye
Mahkemeleri" kuruldu.
1864 yılında şeriat
hükümlerini ilgilendiren davalar dışında kalan ceza ve hukuk davalarına bakmak
üzere, Tuna Vilayetinde tecrübe niteliğinde mahkemeler kuruldu. Bu uygulama
1864 yılında diğer vilayetleri de kapsar hâle getirildi. Ayrıca kadılar
tarafından verilen hükümleri inceleyen "şer'i tetkikat meclisleri" de
meydana getirildi.
1885 yılında anılan
Kanunun Temyiz Mahkemesi Faslı genişletildi. 1907 yılında vilayetlerin adlî
teşkilâtı değiştirilmiş, 1913 yılında Edirne Vilayetinde tek hâkim esası konmuş
ve buradaki istinaf mahkemesi iki üyeli yapılmıştır. Edirne'de uygulanan tek
hâkim sistemi tatmin edici netice verince, 6 ay sonra çıkarılan bir kanunla, bu
uygulama bütün yurdu kapsar hâle getirilmiştir.
24/4/1924 tarihli ve 469
sayılı Kanun ile laik temellere dayanması gereken hukuk sistemimizin içinde
yeri olmadığı için şeriye mahkemeleri ilga edilirken, istinaf mahkemeleri de kaldırılmıştır.
Bunun çeşitli nedenleri vardır. Tanzimattan sonra kurulan nizamiye
mahkemelerinden bidayet mahkemelerine bir Müslüman, bir Hristiyan, istinaf
mahkemelerine de iki Müslüman ve iki Hristiyan üye tayin ediliyordu. Bu arada,
nizamiye mahkemeleri kurulmuş olmakla birlikte, şeriat mahkemeleri
kaldırılamamıştı. "Tefriki Vezaif Nizamnamesi" ile görev bölümü
yapılmıştı, ama şeriat mahkemeleri yine de kendilerini her işte yetkili sayıp
yargılama yapıyor ve kararları yerine getiriliyordu.
Ağır cezalık işlerin
hepsi tutuklu olarak görüldüğünden, cinayet davalarına öncelik tanınıyor ve
istinaf davaları ihmal ediliyordu. Müstakil kuruluşu olan yerlerde de istinaf
mahkemeleri ihtiyacı karşılayacak kadar geniş değildi.
İstinafta ehil hâkim
azdı. İstinaf mahkemelerindeki hâkimler zabıt katipliğinden hatta mübaşirlikten
gelme eski hâkimlerdi. İlk mahkemelerde ise, hukuk mezunu ve yeni hukuku okumuş
genç hâkimler bulunuyordu. 1924 yılında temyiz çoğunlukla, ilk mahkeme
kararlarını doğru bulmakta, istinaf mahkemesi kararlarını ise bozmakta idi.
İstinafta ilk muhakeme tekrarlandığı için işler birikiyordu.
Cumhuriyet Döneminde
hukuk devrimi gerçekleştirilirken, Alman Ceza Muhakemesi Kanunu alınmış, fakat
istinaf kurumuna yer verilmemiştir.
1879 Kanununda yapılan
değişiklikle istinaf mahkemeleri ilga edildikten sonra, bu mahkemelerin tekrar
kurulmasını amaçlayan fakat çeşitli nedenlerle kanunlaşamayan tasarılar
hazırlandı. Bunların amacı, mahkemeler kuruluşunu tek bir kanunla düzenlemek ve
maddî meselenin incelenmesine olanak sağlamaktı.
İlk tasarı 1932 yılında
hazırlandı. Bunu, tasarı üzerinde yapılan değişikliklerden meydana gelen ikinci
tasarı izledi. 1948 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulup, 11 maddesi
Adalet Komisyonunda görüşülen bu tasarı, Bakanlıkça geri alındı ve 1932
tasarısı gibi kanunlaşamadı.
1952 yılında Yargıtayın
işlevlerini yerine getirebilmesi için zemin hazırlamak amacı ile istinaf
mahkemelerinin kurulmasını öneren bir tasarı daha hazırlandı. Bu tasarı da,
Adalet Komisyonunca bazı değişikliklerle kabul edilmiş olduğu hâlde, Türkiye
Büyük Millet Meclisinin gündemine alınmamıştır. 1963 yılında "Üst
Mahkemeler" adı altında bu mahkemelerin kurulmasını öneren yeni bir tasarı
hazırlandı; ancak bu da diğerleri gibi kanunlaşamadı.
Yargıtay, Adalet
Bakanlığının isteği üzerine 1975 yılında bir rapor hazırlamış, bunu 1977
yılında Yüksek Hâkimler Kurulunun hazırladığı tasarı izlemiştir. Yine 1977
yılında, Adalet Bakanının uyarısı doğrultusunda Bakanlıkça bir tasarı hazırlanmış
ve ağır ceza mahkemelerine bir tür istinaf fonksiyonu verilmek istenmiştir.
1978 yılında da Adalet Bakanlığı, Yüksek Hâkimler Kurulu tarafından 1977
yılında hazırlanmış olan tasarı üzerinde çalışmak suretiyle bir metin hazırlamış
ve üniversitelerin görüşlerine sunmuştu.
Bu konudaki diğer bir
çalışma, 1993 yılında Adalet Bakanlığı tarafından hazırlanan "Adliye
Mahkemeleri ile Üst Mahkemelerin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun
Tasarısı" ile "1412 Sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda ve
Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı"dır.
İstinaf yolunun aleyhinde
olanlar istinafın yerel mahkemeleri zayıflatmak ve merkezî bir mahkemeyi
kuvvetlendirmek, yani siyasal amaç ile kabul edilmiş olduğunu ileri sürerek ve
onu bir "krallık" kurumu gibi tanımlarlar.
İlk mahkemeler bilgili ve
tecrübeli hâkimlerle kurulmalıdır.
Tasarının getirdiği
sistem davaları uzatmayacaktır. Basit ve orta ağırlıktaki suçlarda duruşmanın
yeniden yapılması fazla zaman almayacaktır.
Doğru bir karar elde etme
olasılığını çoğaltmak için, maddî meselenin de kontrol edilebileceği bir kanun
yolunun kabulü zorunludur. Bugünkü sistemimiz maddî meselenin kontrolüne yasal
olanak sağlamadığı için değiştirilmelidir. Yargıtayın esas fonksiyonunu
görmesini sağlayacak şekilde, bir sistem değişikliği yapılması gereklidir: Bir
tek kanun yolu mahkemesi kabul edip bütün ilk derece mahkemelerinden verilen
son kararları ona incelettirmek Yargıtayı aşırı iş yükü ile karşı karşıya
bırakmıştır. Yargıtayın hukuk yaratmasına olanak verecek şekilde işlerinin
azaltılması ve böylece teminata zarar vermeksizin muhakemenin çabuklaştırılması
gereklidir.
Tasarıda, adlî kontrole
ilişkin hükümlere ve bu hükümler cümlesinden olmak üzere kefâlete yer
verildiğinden, 1412 sayılı Kanunda düzenlenmiş olan, tutuklunun kefâletle
salıverilmesine ilişkin hükümler Tasarıya alınmamıştır.
Ayrıca, davaların
sür'atle sonuçlandırılması amacını güden bu Tasarıda, mahkeme ve hâkim
kararlarına karşı itiraz yolunun açık tutulması ilkesinin dengelenmesi için,
itiraz ve acele itiraz ayırımı muhafaza edilmekle birlikte, itiraz olunabilecek
kararlar ilgili maddesinde teker teker belirtilmekte, acele itiraz süresi yedi
günden üç güne indirilmekte, acele itiraz dışındaki itirazların süresi ise
kanunda ayrıca hüküm konulmamış hâller bakımından yedi gün olarak belirlenmektedir.
Tasarının getirdiği çok
önemli bir yenilik "uzlaşma" kurumunun kabul edilmiş olmasıdır. Bu
hususta ayrıntılı bilgiler 265 inci maddenin gerekçesinde verilmiştir.
Bunların yanında, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi kararı nedeniyle hükümlü lehine yargılamanın
yenilenmesine ilişkin hüküm getirilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6
ncı maddesine paralel olarak 4709 sayılı Kanunla Anayasanın 36 ncı maddesine
"adil yargılanma" hakkı eklenmiştir. Adil yargılanma hakkının bir
uygulaması olarak yargılamanın yenilenmesi nedenleri arasına Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesince Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin veya eki protokollerin
ihlâli nedeniyle verilen mahkûmiyet kararları da dahil edilmek suretiyle
Sözleşme veya eki protokollerin hükümlerinin iç hukuka yansıtılması
sağlanmıştır.
Öte yandan, Tasarı, her
suçtan dolayı zarar görenin Devlet olduğu gerçeğinden hareketle, dava açmanın
bir kamu görevi olması gerektiğini benimsemiş ve bireyin ceza davası açmasını
içeren kişisel dava usulünü kaldırmıştır. Bu konu, hukuk çevrelerinde yıllardan
beri tartışılmaktadır. Kişisel davanın kaldırılmasının lehinde ve aleyhinde
olanlar da vardır. Tasarı, günümüzde artık suçların kamusal ve özlük olarak
ikiye ayrılmadığını, açılan ceza davasına katılma, Cumhuriyet savcısının dava
açılmasına yer olmadığına dair kararına itiraz olanaklarını geniş ölçüde kabul
etmiş bulunduğuna göre, uygulamada çok kere mahkemeleri işgal eden, zaman
israfına neden olan kişisel davaya, Tasarıda yer verilmemiştir. Kişisel dava,
suçtan zarar gören kimse için gerçekten külfetlidir. Ceza muhakemeleri usulü
hukukunda eser vermiş ünlü hukukçular da bu usulün kaldırılması görüşündedir.
Getirilen veya
değiştirilen kurum ve hükümler hakkındaki gerekçeler ayrıntılı olarak maddelere
ilişkin gerekçelerde gösterilmiş olup, Tasarı yukarıda açıklanan ilke ve
düşünceler esas alınarak hazırlanmıştır.
MADDE GEREKÇELERİ
Madde 1. - Maddenin (1)
numaralı fıkrası Kanunun kapsamını göstermektedir. Bir suçun işlenmesiyle
birlikte Devlet ile fail arasında, değişik evre ve aşamaları kapsayan, bir
ilişkinin oluştuğu bilinmektedir. Bu ilişki suçun ve failinin saptanmasından
başlayarak verilecek hükmün kesinleşmesine ve hatta bazı hâllerde uygulanacak
yaptırımların infazına kadar uzanmaktadır. Devletle fail arasında oluşan bu
ilişkinin adil yargılama ilkesine tam uyularak sürdürülmesi, Anayasanın, İnsan
Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme (kısaca Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesi) ve diğer uluslararası hukuk metinlerinin gereğidir. Bu
hususlara maddenin izleyen fıkralarında daha ayrıntılı olarak değinilecektir.
Ceza muhakemeleri usulü
kanunları, suç işleyenle Devlet arasındaki bu ilişkinin adil yargılama
esaslarına uygun olarak yürütülmesini sağlayan bağlayıcı hukuk kurallarını
içermektedir; vurgulanması istenen esas da budur. Böylece Tasarı kamu davası
bakımından Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun temel bir kanun olduğunu belirtmiş
ve diğer kanunlarda yer alan özel usullerin ise saklı bulunduğunu açıklamıştır.
O halde diğer kanunlarda yer alan özel usuller yönünden de, Tasarının
hükümlerinin tamamlayıcı nitelik taşıyacağı böylece açıklanmak istenilmiştir.
Yabancı kanunlarda da benzeri hükümler yer alıyor: Sözgelimi Fransız Ceza Usulü
Kanununun 1 inci maddesinde "Cezaların uygulanması maksadıyla açılan kamu
davası, hakimler veya kanunla yetkili kılınmış görevliler tarafından harekete
geçirilir ve yürütülür. Bu dava, suçtan zarar görenlerce de, bu Kanunun
belirlediği koşullar altında harekete geçirilebilir" denilmektedir.
Adil yargılama ilkesi ve
cezanın amaçları yönünden ortaya çıkan yeni eğilimler nedeniyle ceza davasında
yer alan organların, aktörlerin, ajanların sayısı artmıştır. Zira içerdiği
değişik evreler ve aşamalar yönünden ceza davası daha karmaşık hâle gelmiştir. Dava, hâkime aynı zamanda
yardım sağlayan savcılar, avukatlar, kolluk unsurları ve diğer elemanlar
nedeniyle adeta ortak bir eser niteliğindedir. Madde bütün bu karmaşık
mekanizmanın nasıl yürütüleceğini gösteren hükümlerin esas amacını
belirtmektedir.
Maddenin (2) ilâ (4)
numaralı fıkraları, Türk hukukunda ve hatta Batı hukukunda ceza usulü
bakımından meydana getirilmiş gerçekten büyük bir yeniliği ve çağdaş hukuk
düzenlerinde insan hakları ve özgürlükleri, suçsuzluk karinesi bakımından her
zaman uyulması gerekli esasları göstermekte ve Kanunun uygulanmasında, uyulması
zorunlu yorum direktiflerini açıklamaktadır. Madde bu şekliyle 15 Haziran 2000
tarihinde Fransız Ceza Usul Kanununun 1 inci giriş maddesinde gerçekleştirilen
değişiklikleri, eklemeleri esas itibarıyla yansıtmaktadır. Avrupa ceza
muhakemeleri usulü sistemlerinin hiçbirisinde, henüz belirtildiği biçimde bir
ilkeler bütünü, bir giriş maddesi yer almış değildir. Bazı anayasalarda,
şart'larda, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde ve diğer hak sözleşmelerinde
değişik yerlerde belirtilmiş ilkeler, bu suretle ana kanunun 1 inci maddesinde,
bir "giriş maddesi" olarak yer almıştır. Yeni Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanunu Tasarısı söz konusu hükme 1 inci maddesinde yer vermek suretiyle ceza
usul hukukunda, Fransız hukukuyla birlikte büyük bir yeniliği gerçekleştirmiş
ve Avrupa hukukuna göre öncelik kazanmış bulunmaktadır.
(2) numaralı fıkra,
Kanunun uygulanmasında daima ne gibi esasların göz önünde bulundurulacağını
açıklamaktadır: Bu esaslar adil yargılama, tartışmalılık, iddia ve savunma
haklarının dengeliliği yani öteden beri kabul edilen terminolojisi ile
silâhların eşitliğidir. Bu ilkelerin uygulanması bakımından, elbette ki,
Kanunda yer almış bulunan hükümler esastır ve bunlara uyulacaktır. Ancak yorum
gerektiği bütün hâllerde söz konusu ilkeler temel olacaktır.
(2) numaralı fıkranın
ikinci paragrafında, ceza usulünün, soruşturma ve kovuşturma evrelerinin
mutlaka birbirinden ayrılması ve işlemlerin böylece meydana getirilmesi
hususundaki temel ilke vurgulanmıştır. Bu itibarla soruşturma evresinde bir
işlemi gerçekleştirmiş bulunan görevli, aynı suç nedeniyle kovuşturma evresinde
herhangi bir işleme katılamayacaktır.
(2) numaralı fıkranın
üçüncü paragrafı, ceza kanunlarının ve usul kanunlarının uygulanmasında
uyulması gerekli ve insanlar arasında daima gözetilmesi zorunlu eşitlik
ilkesini vurgulamıştır. Böylece bir bakıma, tabiî hâkim ilkesi de vurgulanmış
olmaktadır. Ancak yargılama zorunlulukları nedeniyle kanunların kabul
edebilecekleri istisnalar saklıdır. O hâlde istisnalar dışında bu konuda
eşitlik kuralı mutlaktır.
Maddenin (3) numaralı
fıkrasında, kamu davasının bütün aşamalarında mağdur haklarının saptanması ve
güvence altında tutulması, görevliler ve adlî merciler için temel bir görev
olarak kabul edilmiştir; mağdurun hakları hem saptanacak ve hem de güvence
altında tutulacaktır. İlgililer ve görevliler, iş ister kolluk ister savcılık
veya yargı mercileri düzeyinde olsun, bu hususta gerekli dikkati ve özeni
göstermekle yükümlü tutulmuşlardır. Bu itibarla, mağdur haklarının belirlenmesi
sonucunda bunların kayba uğramamaları için dikkat sarf edilecektir.
Maddenin (4) numaralı
fıkrasının birinci paragrafında, çağdaş anayasa hukukunun ve bütünüyle hukuk
düzeninin insan hak ve özgürlükleri bakımından en büyük güvencesini oluşturduğu
kabul edilen suçsuzluk karinesi vurgulanmaktadır. Suçsuzluk karinesinin sadece
anayasalarda veya uluslararası hak beyannamelerinde veya sözleşmelerinde yer
almış bulunması yeterli değildir. Fakat insan haklarının en başında gelen bu
karineye başta basının, medyanın, Devlet ve siyaset adamlarının, adlî yargı
içinde yer almış bulunan herkesin saygılı olması, ihlâllerin engellenmesi, bu
hususta hukukî korumaların sağlanması ve yaptırımların ciddiyetle uygulanması
gereklidir. Kişilerin, suçsuzluk haklarına yöneltilmiş saldırıların sebep
olduğu zararlar giderilmeli ve bu hakkın ihlâline mani olunmalıdır. Fıkra, bu
konudaki ilkeyi ve direktifi belirtmiş oluyor. İhlâllerin ayrıca suç
oluşturduğu hâllerde ise, ilgili hükümlerin ve müeyyidelerin gerekli usullerine
uygun olarak işlem yapılacaktır.
(4) numaralı fıkranın
ikinci paragrafında, uygar ve insan haklarına saygılı bir ceza usulünün mutlaka
uygulanması gerekli ilke ve direktiflerine yer verilmiştir. Şüpheli ve sanık
hakları bakımından temel olan bu iki ilkenin birincisi şüpheli veya sanıklara,
haklarındaki iddiaların usulü üzere bildirilmesi hakkındaki zorunluluktur. Adı
geçenlere haklarındaki iddia açık olarak bildirilmedikçe hiçbir hukuk
işleminin, kovuşturma veya soruşturmanın yapılamaması esastır. Bu kural, suça
ilişkin her çeşit işlem veya girişim bakımından da zorunludur. Bir kimsenin,
söz gelimi bir karakola davetinde de,
hakkındaki iddia, isnat ve talebin usulü üzere bildirilmesi zorunludur.
İkinci temel ilke,
kişinin dava veya usul işlemlerinin hangi aşamasında olursa olsun bir avukatın
yardımından yararlanmasının hiçbir suretle engellenemeyeceğidir. Doğal olarak
avukatın müvekkili ile görüşmesi, dosyayı incelemesi ve diğer işlemler yönünden
Kanunun gösterdiği kurallar geçerlidir ve uygulanacaktır. Ancak, ne olursa
olsun, bir şüpheli veya sanığın, müdafiinin (avukatın) yardımından yoksun hâle
getirilmesi olanaklı bulunmayacaktır.
(4) numaralı fıkranın
üçüncü paragrafı, çağdaş uygar ceza hukukunun şüpheli veya sanıklar hakkında
uygulanabilmesi olanağını verdiği zorlayıcı tedbirlerin ne gibi koşullar
altında ve ne derecelerde geçerli olabileceğini göstermektedir. Böylece usul
zorunlulukları, genel ölçüde belirlenmekte ve ölçüler açıklanmaktadır: Bu bakımdan
ilk kural kanunların öngördüğü zorlayıcı tedbirlerin ancak hâkim kararı ile ve
ikinci olarak yine hâkimlerin etkin denetimleri altında uygulanabilmesidir.
Üçüncü olarak tedbirlere ancak kanun ve usullerin zorunlu kıldığı hâllerde ve
zorunluluk ölçüsüne sıkı biçimde ve özenle uyulması suretiyle
başvurulabilecektir. Zorunluluk yoksa, zorlayıcı tedbirlere
başvurulamayacaktır. Ancak zorunluluk hâllerinde de, bu hâlin olanak verdiği
ölçülere sıkı suretle uyulması koşulu gözetilerek uygulama yapılacak ve bu
bakımdan her türlü özen gösterilecektir.
Diğer bir temel kural,
uygulamanın dikkat ve özenle, makul bir süre aşılmadan sürdürülebilmesidir.
Herhalde uygulamada kişilik onuru zedelenmeyecektir.
Nihayet (4) numaralı
fıkranın son paragrafı mahkûm edilen herkesin,
kanunların belirlediği istisnalar dışında, hakkındaki hükmü diğer bir
yargı merciinde inceletmek hakkına sahip bulunduğunu açıklamaktadır.
Madde 2. - Madde Kanunun
değişik yerlerinde sürekli olarak kullanılan terimlerden ne anlaşılması
gerektiğini baştan belirlemek amacı ile kaleme alınmıştır. Aşağıda bu kavramlar
gösterilmiş ve bir kısım açıklamalar yapılmıştır.
1. Şüpheli:
Yürürlükteki Kanunun
kaynağını oluşturan Alman Kanununda suç işlediği sanılan kişi üzerindeki
şüphenin kuvvet derecesine göre, değişik terimler kullanılmaktadır. Sanı
(zehap) derecesindeki basit şüphe, somut fiilî olgularla desteklenirse, kişi
"şüpheli" statüsüne sokulmaktadır. Tasarıda, basit şüphe-kuvvetli
şüphe ayırımının, insan hakları açısından taşıdığı önem dikkate alınarak,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 ncı maddesine ilişkin Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesinin içtihadı da değerlendirilmek suretiyle, hakkında soruşturma
yapılan kişi "şüpheli" olarak nitelendirilmiştir.
2. Sanık:
Sanık, iddianamenin
kabulüne karar verilmesinden sonra şüphelinin aldığı sıfattır. Kaynak Kanun da,
bu ayırıma yer vermiş ve 157 nci
maddesinde kamu davası açıldıktan sonra şüphelinin artık "suçlanan kişi"
olduğunu belirtmiştir. Kamu davası
açıldıktan sonra işin mahkeme önüne gitmesi için "son soruşturmanın
açılması kararı"nın verilmesi gerektiğinden, bundan sonra, failin
"ceza davalısı" olacağını hükme bağlamıştır. Tasarıda ise,
"iddianamenin reddi" kurumu kabul edilmiş olduğundan, iddianamenin
kabulüne karar verilmesinden sonra, yeknesak bir terim olarak "sanık"
terimi benimsenmiştir. Böylece, soruşturma evresinde hakkında suç şüphesi ile
adlî işlem yapılan kişilere "şüpheli", kamu davasının açılmasından ve
iddianamenin kabulüne karar verilmesinden sonra ise "sanık" denilmesi
kabul edilmiştir.
3. Avukat:
Tasarı, değişik maddelerinde
belirttiği şüpheli, sanık, katılan, suçtan zarar gören veya malen sorumlu
kişileri müdafi olarak veya vekil sıfatı ile temsil eden meslek mensuplarını,
avukat olarak tanımlamış ve belirlemiştir. Herhangi bir tereddüde yer vermemek
üzere, avukatın, şüpheli ve sanık bakımından müdafii ve katılan, suçtan zarar
gören veya malen sorumlu kişiler bakımından da vekili ifade ettiği (3) numaralı
bentte ayrıca belirtilmiştir.
4. Soruşturma:
Tasarının 1 inci
maddesinde de açıklandığı üzere, kamu davasında iki temel evre kabul edilmiş
bulunmaktadır. Davanın hazırlanmasına ilişkin olup, işlenen suça ilk
müdahaleden başlayarak iddianamenin mahkemeye verilmesine kadar geçen bütün
işlemleri kapsayan evre, soruşturma olarak isimlendirilmiştir. Elbette ki, bu
evre içerisinde birtakım aşamalar da vardır.
5. Kovuşturma:
Kovuşturma ise mahkemenin
iddianamenin kabulü kararını verdikten sonra, sanığın beraatine veya hükümlü
sıfatını almasına veya davayı sona erdiren diğer nedenlerin gerçekleşmesine
kadar geçen evredir. Bu evre kamu davasının en karmaşık dönemini kapsamakta ve
karşılaştırmalı hukuk yönünden de çok değişik işlemlerin yapıldığı ve çözümlere
ulaşıldığı kısmını oluşturmaktadır.
6. Malen sorumlu:
Malen sorumlu, bentte
açıklandığı gibi, işlenmiş olan suçun hükme bağlanması ve bunun
kesinleşmesinden sonra, maddî ve malî sorumluluk taşıyarak hükmün sonuçlarından
etkilenecek veya bunlara katlanacak kişidir. Tasarının 249 uncu maddesine göre
de malen sorumlu kamu davasına katılabilecektir.
7. Gece vakti:
Mevzuat tarafından
benimsenmiş olan bu tanımın güneşin batmasından bir saat sonra başlayan ve
doğmasından bir saat öncesine kadar geçen süreyi belirttiği yönündeki uygulama
aynen korunmuştur.
8. Gecikmesinde sakınca
bulunan hâl:
Tasarının değişik
maddelerinde belirtildiği üzere, delil, iz, eser ve emarelerin saptanması
bakımından adlî mercilerce yetkilerin ne suretle kullanılacağı, insan haklarına
saygı ve adil yargılama esasları çerçevesinde gösterilmiştir. Ancak, bir kısım
Batı kanunlarında da gösterilmiş olduğu üzere "gecikmesinde sakınca
bulunan hâllerde" bu işlemlerin kolluk tarafından da yapılabilmesi
öngörülmüştür. Fakat, bu tür istisnaî uygulama kural hâlini alabildiğinden "gecikmesinde
sakınca bulunan hâl"in bu maddede
tanımlanması ve bu uygulamanın, gerektiği durumlarda, maddesinde açıkça
gösterilmesi uygun görülmüştür. Maddeye göre temel koşul derhâl işlem
yapılmadığı takdirde suçun, delil, iz, eser ve emarelerinin ortadan kaybolması
olasılığının ortaya çıkmasıdır. Bu hâlin ilgililerce bir takdiri gerektirdiği
muhakkaktır. Bu takdirin ölçüsü maddede böylece gösterilmiştir. Gecikmesinde
sakınca bulunan hâl kavramı ceza davasının makul süre içinde bitirilmesi
hususunda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 ncı maddesinin bir tür teminatı
olmaktadır.
9. Suçüstü:
Suçüstü (meşhut suç) konusunda verilen tanımlarda 4/4/1929
tarihli ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 127 nci maddesinin
üçüncü fıkrasında yer alan "İşlenmekte olan suç, meşhut suçtur" ve dördüncü
fıkrasında yer alan "Henüz işlenmiş olan suç ile suçun işlenmesinden hemen
sonra zabıta veya suçtan zarar gören şahıs yahut başkaları tarafından takip
edilerek veya suçun pek az evvel işlendiğini gösteren eşya veya izlerle
yakalanan kimsenin işlediği suç da meşhut suç sayılır." hükümleri
benimsenmiş ve sistematik hâle getirilmiştir. Böylece uygulamada kolaylık
sağlanması hedeflenmiştir.
10. Toplu suç:
Tasarının bazı
maddelerinde ve 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanunu dahil, ceza
hükümlerini kapsayan diğer mevzuatta yer alan "toplu suç" kavramı
bazen iştirak hâli ile karıştırılmakta olduğundan buna ait bir tanımın
verilmesi uygun sayılmıştır: Aralarında Türk Ceza Kanununa göre iştirakin
önemli koşulunu oluşturan iştirak iradesi bulunmasa da fiilin üç veya daha
fazla fail tarafından işlenmesi hâlinde toplu suçun varlığı kabul edilecek ve
buna ilişkin hükümler uygulanabilecektir.
11. Disiplin hapsi:
Kısmî bir düzeni, örneğin
mahkemenin, disiplin, düzen ve yüceliğini (mehâbetini) veya yargılamanın
esenlikle yürütülmesini sağlamak üzere mahkeme başkanı veya hâkime verilmiş
olan hapis cezası yaptırımını uygulamak yetkisinin anlam ve sonuçlarını
belirtmek üzere bu yaptırımın disiplin hapsi olduğunun her hâlde ayrıca
belirlenmesi uygun görülmüş ve niteliği açıklanmıştır. Nitelikleri belirtmek
üzere tanımda yer alan sözcük ve cümleler yeterli derecede açıktır.
12. Ağır cezalı işler:
Ağır cezalı işler deyimi,
ölüm, ağır hapis ve on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren cürümlere
ilişkin davaları belirtmektedir.
Madde 3. - Kamu davasını
gören merci, elbette ki, mahkemedir. Türk sisteminde de mahkemelerle ilgili
hususlar mahkemeler teşkilâtı hakkındaki kanunlarda yer almalıdır. Burada
sadece mahkemelerin görevleri ile ilgili hükümlere yer verilmiştir. Bu
hükümlerin, genel hükümler arasında yani soruşturma ve kovuşturma evrelerine
ortak Birinci Kitabın Birinci Kısmında yer almış bulunmasının nedeni, böylece
Cumhuriyet savcılarının da yetkisinin dolayısıyla belirlenmiş olmasıdır.
Maddede "madde
bakımından yetki" türü düzenlenmiş olup, bu hükümle Anayasanın 142 nci
maddesindeki ilke de ayrıca vurgulanmaktadır.
Madde 4. - Görev, kamu
düzeniyle doğrudan ilgilidir ve şüpheli ve sanık yönünden de tabiî hâkim
ilkesine göre güvence oluşturur. Bu nedenle görev "madde bakımından
yetki" sorununun, Cumhuriyet savcısı, katılan ve sanık ileri sürmese de mahkemece
kovuşturmanın her aşamasında re'sen göz önünde bulundurulması gerekir. Ancak,
iddianamenin kabulünden sonra, suçun yargılamasının alt dereceli bir mahkemeye
ait olduğundan söz edilerek görevsizlik kararı verilemeyeceğine ilişkin 5 inci
madde hükmü saklıdır. Maddenin birinci fıkrası bu kuralı açıklamaktadır.
Maddenin ikinci
fıkrasında ise, mahkemeler arasında olumlu veya olumsuz görev uyuşmazlığı
çıktığında görevli mahkemeyi ortak yüksek görevli mahkemenin belirleyeceği
hükme bağlanmıştır. Bu fıkra çerçevesinde, aynı yargı sistemi içinde yer alan
mahkemeler arasındaki görev uyuşmazlıkları söz konusudur.
Madde 5. - Bu madde ile 4
üncü maddenin birinci fıkrasında yer alan ilkeye bir istisna getirilmektedir.
Tasarının temel amaçlarından birisi, adil yargılama esas olmakla beraber,
davaların sür'atle sonuçlandırılması olduğundan 181 inci maddeye göre
iddianamenin kabulü kararı verildikten sonra, suçun yargılamasının madde
itibarıyla alt dereceli bir mahkemenin yetkisinde olduğundan söz edilerek
görevsizlik kararı verilemeyecek, madde itibarıyla yüksek dereceli mahkeme
artık yargılamayı sürdürerek kovuşturma evresindeki işlemleri gerçekleştirerek
davayı hükme ulaştıracaktır. Doğal olarak, iddianamenin iadesine bu nedenle
karar verdiğinde görevli mahkeme de gösterilecektir.
Madde 6. - Madde, suçun
davayı gören mahkemenin görevini aştığının veya dışında kaldığının saptandığı
hâllerde, işin derhâl görevli mahkemeye gönderilmesini öngörmektedir. Böylece
hem sanığın güvencesi saklı kalmış ve hem de gecikmeyi gidermek olanağı
sağlanmış bulunmaktadır.
Maddenin ikinci
fıkrasında bu karara karşı Cumhuriyet savcısının acele itiraz yoluna
gidebileceği açıklanmıştır.
Madde 7. - Anayasanın 145
inci maddesinde, askerî yargı düzenlenmiştir. Öte yandan, 25/10/1963 tarihli ve
353 sayılı Askerî Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanununun 9 uncu
maddesinde, kanunlarda aksi yazılı olmadıkça, asker kişilerin askerî olan
suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerî mahallerde yahut
askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ilişkin
davalara askerî mahkemelerde bakılacağı, 10 uncu maddesinde, Kanunun
uygulanmasında kimlerin asker kişi sayılacağı, 11 inci maddesinde asker olmayan
kişilerin hangi suçlar bakımından askerî mahkemelerde yargılanabilecekleri
açıklanmıştır.
Bu özel Kanun hükümleri
saklı tutulmakla beraber asker
kişilerin askerî yargıya tâbi olmayan suçlarına adliye mahkemelerinde
bakılacağı maddede belirtilmiştir.
Madde 8. - Maddede
"murtabıt" yerine "bağlantılı" sözcüğü kullanılmıştır. Madde iki fıkradan
oluşmaktadır. Birinci fıkra, 1412 sayılı Kanunun 3 üncü maddesini
tekrarlamakta, ikinci fıkra ise bağlantı kavramını genişletmekte ve aynı
Kanunun 230 uncu maddesinin söz konusu ettiği olanağı somutlaştırmaktadır.
Böylece ikinci fıkrada, suçun işlenmesinden sonra faile yardım etme, suçun
delil, iz, eser ve emarelerini ortadan kaldırma veya suç failine yataklık etme
fiillerinin de bağlantılı suç sayıldığı açıklanmıştır.
Madde 9. - 1412 sayılı
Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrası hükmü, günümüzün diline uygun hâle
getirilerek bu maddeye alınmıştır.
Bu maddeyi karşılayan
1412 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "Bu
mahkeme, birleştirilmiş olan ceza davalarının ayrılmasına da karar
verebilir" ibaresine 10 uncu maddede yer verilmiştir.
Madde 10. - Madde,
davanın her aşamasında aralarında bağlantı bulunan davaların yüksek görevli
mahkemece re'sen birleştirilerek yargılamaya devam edilebileceğini veya
birleştirilen davaların gerek görüldüğünde aynı şekilde ayrılabileceğini
belirtmektedir. Cumhuriyet savcısı veya taraflar da bu hususu mahkemeden
isteyebilirler; ancak mahkeme takdirine göre gerekli kararı verecektir.
Dava ekonomisinin
sağlanması, yargılamanın sür'atlendirilmesi amacı ile öngörülen bu madde
düzenlenirken ikinci fıkrada işin esasına girildikten sonra ayırma kararı
verildiğinde, ayrılan davalara aynı mahkemede devam olunması kabul edilmiştir.
Davanın esasına girmeden maksat, iddianamenin okunmasından sonraki aşamalardır.
Madde 11. - 10 uncu
maddede, soruşturması ve kovuşturulması ayrı ayrı yürütülen davaların sonradan
birleştirilmesine veya daha önce birleştirilen davaların ayrılmasına karar
vermek yetkisinin yüksek görevli mahkemeye ait olduğu belirtildiğinden ve
kovuşturma yüksek görevli mahkemede yapılacağından, izlenecek yargılama
usulünün, bu mahkemenin tâbi bulunduğu usul olması davaların sür'atle
sonuçlandırılması ilkesi gereği uygun görülmüştür.
Madde 12. - Madde, 8 inci
maddenin ikinci fıkrasında yer alan hâlleri de kapsamak üzere, bağlantı
kavramını genişletmiştir.
Madde 13. - Madde, sadece
yer bakımından yetki konusunu
düzenlemektedir. Esasta Cumhuriyet savcısı, yer bakımından yetkili
mahkeme önünde dava açmak zorundadır. Bu hususta hata varsa, mahkeme bunu
araştırır. Madde yargılamanın engelsiz, kesintisiz olarak yürütülmesini sağlamak için düzenlenmiştir.
Tasarı, derece derece
tahsis yetkisini kabul eden İtalyan Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunundan bu
konuda esinlenmiş ve yetkili mahkemeleri sırasıyla belirlemiştir: Suçun
işlenmesinden en çok ilgilenen, delillerin bulunması ve kolaylıkla toplanabilmesi
yönünden kuşkusuz önemli olan yer, suçun işlendiği yerdir. Ayrıca önemli
suçlarda, suçun işlendiği yerde kamuoyunun duyarlılığı daha fazladır. Bunun
için, suçun işlendiği yer mahkemesi yetkili sayılmış ve yetkide ana kural,
maddenin birinci fıkrasında belirtilmiştir.
Maddenin ikinci
fıkrasında, teşebbüs hâlinde kalan suçlarla, mütemadî ve müteselsil suçlarda
yetki kuralı düzenlenmiştir.
Üçüncü fıkrada ise,
suçun, ülkede yayımlanan basılı bir eserin içeriğinde yer aldığı hâllerde,
basılı eserin yayın merkezi olan yer mahkemesinin yetkili bulunduğu hükme
bağlanmaktadır. Ancak, uygulamada eserin birden çok yerde basıldığı ve bu baskılarda da içerik
farklılığı olduğu, bazı durumlarda ise yayın merkezindeki basıda suç unsuru
bulunmayan bir basılı eserin, başka yerdeki basısında suç unsuru taşıdığı görülmektedir. Bu itibarla, basın
davalarının en kısa sürede sonuçlandırılmasını sağlamak üzere yetkili
mahkemenin, içeriği suç oluşturan eserin basıldığı yerdeki mahkeme olması kabul
edilmiştir.
Maddenin dördüncü
fıkrasında, basılı eser ile yayın merkezinin dışında ikamet eden bir kimseye
karşı kovuşturulması şikâyete bağlı hakaret ve sövme fiilleri işlendiğinde ve
eser o kimsenin yerleşim yerinde veya oturduğu yerde dağıtılmışsa, o yer
mahkemesinin de yetkili olması hakkaniyete uygun sayılmıştır. Zira, saldırılan
kimsenin basılı eserin yayın merkezi olan yer mahkemesine gidip davasını takip
etmesi kendisi için büyük bir yük oluşturacaktır.
Maddenin beşinci
fıkrasında ise, görsel ve işitsel yayınlarla işlenen suçlarda da, basılı eserle
işlenen suçlara ilişkin yetki kuralının uygulanması öngörülmüştür. Görsel ve
işitsel yayınlarla suçun işlenmesi hâlinde, bunun saldırıya uğrayan nezdinde
yaptığı etki diğer suç vasıtalarına göre daha hızlı bir şekilde ortaya
çıkacağından görsel ve işitsel yayın, saldırıya uğrayan kimsenin yerleşim
yerinde veya oturduğu yerde işitilmiş veya görülmüşse o yer mahkemesi de
yetkili olacaktır. Öte yandan, saldırıya uğrayanın yerleşim yerindeki mahkemeye
yetki verilmesi suça karşı duyulan tepkinin giderilmesini ve adaletin daha
çabuk gerçekleştirilmesini sağlayacak, daha sür'atli bir yargılama olanağını
ortaya çıkaracaktır.
Maddenin son fıkrası
önemli bir yenilik getirmektedir: Karşılaştırmalı ceza yargılama usulü yönünden
temel ilke sanığın mutlaka, hükmü verecek mahkemede ifadesinin alınması,
belirli istisnalar dışında duruşmalarda hazır bulunması ve savunmasını
yapmasıdır. Ülkemizde belirli güvenlik nedenleri ile bazı sanıklar, yargılamayı
yapan mahkemeden çok uzaktaki tutukevlerinde bulunduklarından ifade ve
savunmaları yerel mahkeme tarafından istinabe suretiyle alınıp asıl yani suçun
işlendiği yer mahkemelerine gönderilmekte ve bunlar da göz önüne alınarak hüküm
verilmektedir. Oysa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin değişik kararlarında bu
uygulama adil yargılama ilkelerine aykırı görülmüştür. İşte bu nedenlerle
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları doğrultusunda, esas hakkındaki
hükmü veren mahkemenin sanığı şahsen dinleyebilmesi amacıyla ikili yetki kabul
edilmiştir.
Madde 14. - Maddede,
delil elde etme ölçütünden yola çıkılarak, 13 üncü maddeye göre yetkinin
saptanması olanağı bulunmayan hâllerde, yetkili mahkemenin ne suretle
belirleneceği gösterilmektedir. Delillerin en iyi toplanabileceği yer, esas
itibarıyla suçun işlendiği yerdir.
Fakat bu yer belli değilse veya saptanamıyorsa, suç delillerinin en iyi
toplanabileceği yer olarak ona en yakın yer mahkemesi yetkili sayılmıştır: Buna
göre suçun işlendiği yer belli değilse sanığın yakalandığı yer, yakalanmamışsa
yerleşim yeri, o da yoksa en son oturduğu yer mahkemesi yetkili olacaktır.
Bütün bu seçeneklere göre de yetkili mahkeme belirlenemiyorsa, yargılama
usulüne ilişkin ilk işlemin yapıldığı yer mahkemesi yetkili olacaktır. Böylece
basamaklı bir yetki sistemi kurularak çekişmelerin ortaya çıkması önlenmek
istenilmiştir.
Madde 15. - Maddede
yabancı ülkede işlenen suçtan söz edildiğine göre bundan icra hareketi veya
doğrudan neticesi Türkiye'de meydana gelmeyen fiiller anlaşılacaktır. Yurt
dışında işlenen ve Türk Ceza Kanununun 4, 5, 6, 7 ve 8 inci madde hükümleri
gereğince, sanığa veya mağdura göre kişisellik veya adalet, gerçeklik
ilkelerine göre Türkiye'de soruşturulması ve kovuşturulması gereken bu suçlarda
sanığın Türkiye'de yakalandığı ve yakalanmamışsa Türkiye'deki yerleşim yeri
mahkemesi yetkilidir. Sanığın Türkiye'de yerleşim yeri yoksa, Türkiye'de en son
oturduğu yer mahkemesi yetkilidir.
Ancak yargılama hukuku
gerekleri açısından yukarıdaki kurallara göre belirlenen mahkeme yerine, suçun
işlendiği yabancı ülkeye coğrafi bakımdan
daha yakın yer mahkemesinin yetkili kılınmasına Cumhuriyet başsavcısının
veya sanığın istemi üzerine, Yargıtay tarafından karar verilebilir.
Maddenin üçüncü fıkrasına
göre sanığın yabancı olması veya yurt dışında doğup yaşamış bir Türk olması
gibi nedenlerle Türkiye'de yakalanamaması veya Türkiye'de yerleşim yeri veya en
son oturduğu yer bulunmaması hâlinde yetkili mahkeme Adalet Bakanının istemi ve
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının başvurusu üzerine Yargıtay tarafından
belirlenir.
Maddenin son fıkrasına
göre ise, yabancı ülkelerde bulunup da 1961 tarihli Viyana Diplomatik İlişkiler
Sözleşmesi gibi çok taraflı veya ikili sözleşmelere veya uluslararası hukukun
karşılıklılık, örf ve adet hukuku kurallarına göre bulundukları yerde diplomatik bağışıklıklardan yararlanmaları nedeniyle haklarında soruşturma
yapılamayan Türk memurlarının kişisel suçları ile görev suçları Ankara
mahkemesince kovuşturulur.
Yabancı ülkede bulunup da
diplomatik bağışıklıktan yararlanan Türk memurlarının görevleri sebebiyle
işledikleri suçlarından dolayı soruşturma ve kovuşturma; 2/12/1999 tarihli ve
4483 sayılı "Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında
Kanun"a göre yapılacaktır. Yetkili soruşturma ve kovuşturma makamları da
buna göre belirlenecektir. Örneğin, büyükelçiler hakkında ilgili bakan
tarafından izin verildikten sonra, soruşturma yapma yetkisi, 4483 sayılı
Kanunun 9 uncu maddesinin (a) bendi uyarınca Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı
veya Başsavcıvekiline ait olup, davaya bakmaya yetkili ve görevli mahkeme ise,
aynı Kanunun 13 üncü maddesi uyarınca Yargıtayın ilgili ceza dairesidir. Ancak,
görevleri ve sıfatları sebebiyle özel soruşturma ve kovuşturma usullerine tâbi
olanlara ilişkin kanun hükümleri ile suçun niteliği yönünden kanunlarda
gösterilen soruşturma ve kovuşturma usullerine ilişkin hükümler saklıdır.
Örneğin, suçun niteliği bakımından, 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin
Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun, 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu,
3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu
ve 4422 sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu kapsamına giren
suçlar bakımından, yetkili mahkeme, bu kanunlarda gösterilen soruşturma ve
kovuşturma usullerine göre belirlenir.
Madde 16. - Maddede,
deniz ve hava taşıtlarında veya bu taşıtlarla işlenen suçlarda yetki, ayrı
fıkralar hâlinde düzenlenmiştir.
Üçüncü fıkrada, çevreyi
kirletme suçlarında hangi mahkemenin yetkili olacağı gösterilmiştir. Türk kara
suları dışında, yabancı gemi tarafından denizin kirletildiği ve kirlenmenin
etkisinin, Türk kara sularında görüldüğü hâllerde, Türk mahkemelerinin yetkili
olacağı ve suçun işlendiği yere yakınlığına göre fıkrada gösterilen liman
şehirlerindeki mahkemelerden işe ilk elkoyan mahkemenin yer bakımından yetkili
bulunacakları açıklanmıştır.
Madde 17. - Maddede,
değişik mahkemelerin yer itibarıyla yetkisi
içinde bulunan bağlantılı ceza davalarının, bu mahkemelerden herhangi
birisinde birleştirilerek görülebilmesi hükme bağlanmıştır. Bir sanığın ayrı ayrı
yerlerde suç işlemesi hâlinde kural, her suç için suçun işlendiği yerde
yargılama yapılmasıdır. Ancak bağlantılı suçların birleştirilmesinde ve
uyuşmazlığın tek bir mahkemede çözülmesinde yarar umulduğu için bu kuraldan
ayrılmak zorunluluğu varsa bu tür suçlara ilişkin ceza davalarının
mahkemelerden herhangi birisinde birleştirilmesine olanak sağlanmıştır.
Bağlantılı yargılamalar
Cumhuriyet savcılarının anlaşması ile davaların birlikte açılması suretiyle gerçekleşebileceği gibi
görülmekte olan bir dava ile birleştirilmek üzere ikinci davanın açılması
suretiyle de bu yola gidilebilir. Hatta açılmış olan davaların sonradan birleştirilmesi
olanaklıdır. Ancak ayrı ayrı açılmış olan davaların birleştirilmesi için bu
davalardan her birini kanunen soruşturmaya yetkili Cumhuriyet savcılarının
davaların birleştirilerek görülmesi isteminde ittifak etmeleri, mahkemelerin de
bu konuda anlaşmaları gerekir.
Maddenin üçüncü
fıkrasında birleştirme için uyuşma olmaması hâlinde başvurulabilecek işlem
gösterilmiştir: Cumhuriyet savcısı veya sanığın istemi üzerine ortak yüksek
görevli mahkeme birleştirmeye yer olmadığına veya birleştirmeye, birleştirilecek
mahkemeyi de belirlemek suretiyle, karar verecektir.
Maddenin son fıkrasında birleştirilmiş olan davaların
ayrılmasının da aynı usule tâbi olduğu açıklanmıştır.
Madde 18. - Madde olumlu
veya olumsuz yetki uyuşmazlığının nasıl çözüleceğini göstermektedir. Madde bu
tür uyuşmazlıkların çözümü yetkisini ortak yüksek görevli mahkemeye
vermektedir.
Madde 19. - Tasarının
temel amacı, davanın işlemler sürdürülerek gerek ilk derece mahkemelerinde ve
gerek bölge adliye mahkemelerinde bir duruşmada bitirilmesi olduğundan ve
davanın ertelenmesine neden olabilecek hususları önlemek zorunlu sayıldığından,
yetkisizlik iddiasının, ilk derece mahkemelerinde duruşmanın başlangıcında
iddianame okunmadan, bölge adliye mahkemelerinde incelemenin başlamasından ve
duruşmalı işlerde inceleme raporunun okunmasından önce ileri sürülebilmesi
kabul edilmiştir; bu aşamalardan sonra yetkisizlik iddiasında bulunamayacağı
gibi anılan mahkemelerce de yetkisizlik kararı verilemeyecek, davaya bakmayı sürdüreceklerdir.
İlk derece mahkemelerinde
yukarıda açıklanan zaman ve koşullara göre yetkisizlik kararı verilebileceği
gibi 178 inci madde gereğince iddianame Cumhuriyet savcılığına iade de
edilebilecektir.
Madde 20. - Madde davanın
naklini düzenlemiştir. Tabiî hâkim
kavramı ile olan ilişki nedeniyle madde, davanın nakline ilişkin koşulları
özenle belirlemiştir. Madde metnine göre dava aynı derecede olan bir mahkemeye
nakledilebilir. Davanın nakline karar verilebilmesi için, mahkemenin hukukî
veya fiilî nedenlerle görevini yerine getiremeyecek hâlde bulunması veya
kovuşturmanın esas yetkili mahkemede yapılmasının kamu güvenliği için tehlikeli
olması gerekir.
Kovuşturmanın esas
görevli ve yetkili mahkemede yapılmasının kamu güvenliği için tehlikeli olması
hususunun takdiri, ister istemez Devletin icra gücünün işlevi içinde
olacağından, bu hâlde nakil isteminin Adalet Bakanı tarafından yapılması uygun
görülmüştür.
Hukukî veya fiilî
nedenlerle görevin yerine getirilememesi durumunda davanın nakline yüksek
görevli mahkemece, kamu güvenliği gerekçesiyle nakle ise yalnızca Yargıtay
tarafından karar verilecektir.
Bu hükmün sadece
kovuşturma evresini ilgilendirdiği açıktır.
Madde 21. - Madde yetkili
olmayan hâkim veya mahkemece yapılan işlemlerin, hukukî değerini belirleyen
ilkeyi saptamaktadır. Buna göre yetkili olmayan hâkim veya mahkemenin
işlemleri, yetkili merci tarafından sadece yetkisizlik nedeniyle hükümsüz
sayılamayacaktır. Bunun anlamı, yetkili merciin söz konusu işlemleri
değerlendireceği ve takdirine göre bunları geçerli sayabileceğidir. Böylece
madde, söz konusu hükümlerin, sadece şeklî bakımdan hükümsüz sayılamayacağını
belirtmiş olmaktadır.
Madde 22. - 21 inci
maddede kendisini, hatalı olarak yetkili sayan hâkim veya mahkemenin yaptığı
araştırma işlemlerinin sonuçları belirtilmiştir. Bu maddede ise yetkili
olmadığını bile bile bu işlemi yapmak zorunluluğunda kalan hâkim veya
mahkemenin durumu düzenlenmektedir. Gerçekten burada, ivediliğin getirdiği zorunluluktan kaynaklanan bir hâl
söz konusudur; ancak bu hâl yalnızca yetki bakımından geçerli olup, görev
yönünden uygulanmaz.
Gecikmesinde sakınca
bulunan hâl kavramı için 2 nci maddenin (8) numaralı bendi ve gerekçesine
bakılmalıdır. Somut olarak, söz gelimi yetkili olmayan mahkeme, usul işlemini
yapmasa idi, o işlem ya hiç yapılamayacak veya bu konuda esaslı zorluklar
ortaya çıkacaktır.
İlke olarak Cumhuriyet
savcısının acele işlemin yapılmasını istemesi gerekecektir. Ancak, hâkim veya
mahkeme, acil hâllerde istem olmasa da re'sen bu hususta karar verebilecektir.
Madde 23. - Madde,
Anayasamızda ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde belirtilen yargının
bağımsızlığını ve tarafsızlığını güvence altına almanın, adil yargılama
kurallarının gereği olarak Tasarıda yer almıştır. Bu çerçevede hâkimin gördüğü
dava ile kişisel ilişkisinin bulunması, taraf tutma açısından mutlak bir karine
olarak kabul edilmiş ve bu nedenle hâkimin davaya bakamayacağı hâller
sayılmıştır. Bu hâller, ceza davasının özelliklerinden kaynaklanmakta ve bu
nedenle 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu
hükümlerinden kısmen farklılık göstermektedir.
Maddede beş bent hâlinde
sayılan hâllerde hâkimin davadan kendiliğinden çekilmesi gerekmektedir; kamu
düzeninden sayılan bu hâller yargılamanın her aşamasında geçerlidir ve sonuç
doğuracaktır.
Bu hâller:
1. Suçtan zarar görenin
bizzat hâkimin kendisi olması,
2. Sonradan kalksa bile
şüpheli, sanık veya mağdur ile
aralarında evlilik veya vesayet veya kayyımlık ilişkisi bulunması,
3. Şüpheli, sanık veya
mağdurun kan hısımlığından veya kayın hısımlığından üstsoy ve altsoy veya
bunlarla evlât edinme bağlantısı veya şüpheli, sanık veya mağdur ile aralarında
üçüncü dereceye kadar (bu derece dahil) kan hısımlığı veya kendisi ile kayın
hısımlığından ileri gelen evlilik kalmasa bile aralarında ikinci dereceye kadar
(bu derece dahil) sebepten yansoy
hısımlığı olması,
4. Aynı davada Cumhuriyet
savcılığı, adlî kolluk görevini veya şüpheli veya sanık veya mağdurun
avukatlığını yapmış olması,
5. Aynı davada tanık veya
bilirkişi sıfatıyla dinlenmiş bulunması,
olarak belirlenmiştir.
Madde 24. - Madde, hâkimi
bazı yargısal işlemleri yapmaktan
yasaklamaktadır. Maddede yer alan bu hüküm "kamu davasını açmakla
ve bu husustaki işlemleri yürütmekle görevli olanlarla, hüküm mercileri
arasındaki kesin ayırım"ın muhafaza edilmesine ilişkin ilkeyi
vurgulamaktadır.
1412 sayılı Kanunun 22
nci maddesinde "hüküm"den söz edilmektedir. Bu maddeye ilişkin
gerekçede bu sözcüğün hem hükmü, hem de kararı tanımlayan geniş anlamda
kullanıldığı belirtilmiş olmakla birlikte, uygulamada tereddüt ve yanılgıya
ortam bırakmamak için maddede "karar veya hüküm" denilerek her iki
sözcüğe de yer verilmiştir.
Hâkim, vermiş olduğu ve
itiraz yoluna başvurulmuş kararı veya temyiz edilmiş hükmü inceleyecek yüksek
görevli mahkemedeki karara katılamaz. Toplanan delilleri tartışıp suçun
nitelendirilmesini yapmak suretiyle görevsizlik kararı veren hâkim de
yargılamayı yapacak yüksek görevli mahkemede görev alamaz.
Karşılaştırmalı yargılama
hukukunda bu konu daha kapsamlı olarak ele
alınmıştır: Genel ilke, hâkimlerin önceden aynı işte soruşturmaya
katılmamış olmalarıdır. Hâkimlerin, bir işe müdahale ettiklerinde önceden bir
fikir veya düşüncelerinin olmaması gereklidir ve tarafsız kalmanın bir koşulu da
budur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi,
Sözleşmenin 6 ncı maddesine dayanarak hâkimin önce soruşturmasını veya bir
soruşturma işlemini yaptığı davadaki usul işlemlerine katılmasını hukuka aykırı
saymıştır. Avrupa usul kanunlarında da benzeri hükümler yer almaktadır. Ancak,
pratik nedenlerle ilkeyi ihlâl eden kanunlar varsa da bu istisnalar Avrupa
hukuklarında giderek gerilemektedir.
Madde 25. - Maddede,
hâkimin davaya bakmaktan yasaklı olduğu hâller ve tarafsızlığı konusunda kuşku
yaratacak diğer nedenlerle reddinin istenebilmesi kabul edilmiş, böylece
taraflar yönünden güvence sağlanması amaçlanmıştır.
Hâkimin davaya
bakmaktan yasaklı olduğu, görevini yapamayacağı hâller 23 üncü maddede
sayılmıştır. Tarafsızlık konusunda kuşku yaratacak diğer nedenleri önceden
belirleme olanağı bulunmadığından, öne sürülecek hâllerin değerlendirilmesi,
reddi inceleyecek mercie bırakılmıştır. Ancak ileri sürülecek ret nedeninin
nesnel ve akla uygun olması gerekir.
Maddenin ikinci
fıkrasında hâkimi ret isteminde bulunabilecekler açıklanmıştır. Kişisel dava
usulü Tasarıda kabul edilmediği için, buna metinde yer verilmemiştir.
Hâkimlerin isimlerinin
istendiğinde bildirilmesi, taraflar için ek bir güvence oluşturmakta ve ayrıca,
ret işlemlerinin ciddîliğini sağlayabilecek bir tedbir niteliğini
göstermektedir.
Madde 26. - Hâkimin
davaya bakmaktan yasaklı olduğu hâllerde ret istemleri yargılamanın her
aşamasında ileri sürülebilir. Oysa, kanun, tarafsızlığı konusunda kuşku yaratan
nedenlerden dolayı hâkimin reddi için zaman bakımından sınırlama getirmiş,
reddin ilk derece mahkemelerinde iddianame okununcaya, duruşmalı işlerde bölge
adliye mahkemelerinde inceleme raporu ve Yargıtayda görevlendirilen üye veya
tetkik hâkimi tarafından yazılmış olan rapor üyelere açıklanıncaya, diğer
hâllerde de inceleme başlayıncaya kadar istenmesi gerektiği öngörülmüştür; bu
sürelerin geçirilmesi durumunda istem dikkate alınmayacaktır.
Madde, yalnızca
kovuşturma evresinde uygulanmak amacıyla düzenlenmiş olmakla birlikte, hâkimin
tarafsızlığının yargılamanın tüm evrelerinde korunması zorunlu bulunmaktadır.
Sonradan ortaya çıkan
nedenlere dayanılarak, duruşma bitinceye kadar, tarafsızlık konusunda kuşku
yaratan nedenin öğrenilmesinden itibaren yedi gün içinde hâkimin reddinin
istenebilmesi Tasarının getirdiği yeni bir hüküm niteliğindedir. İstemin yedi
gün içinde ileri sürülmesi koşulu, davanın uzatılmasına yönelik çabaları
önlemek için gerekli ve yararlı sayılmıştır.
Madde 27. - Ret isteminin
nasıl yapılacağı ve hangi kurallara uyulacağına ilişkin maddenin birinci
fıkrasında, mahkemeye dilekçe verme veya zabıt
kâtibine konu ile ilgili sözlü başvuruda bulunma ve onun tutanak düzenlemesini
sağlama olarak iki yol öngörülmüştür.
Maddenin ikinci fıkrasına
göre, reddi isteyen taraf öğrendiği ret nedenlerinin tümünü, süresi içinde,
inandırıcı biçimde ve bir defada açıklamak zorundadır. Böylece bir önceki
maddedeki düzenlemeyle birlikte, hâkimin reddi istemleriyle duruşmaların
sürüncemede kalmaması sağlanmak
istenmiştir.
Her şeyin delil
olabileceğini ilke olarak benimseyen ceza yargılamasında, hâkimin reddi
bakımından yeminin kanıt olmayacağının madde metnine ayrıca yazılmasına gerek
görülmemiştir.
Maddenin son fıkrasında
ise, reddi istenen hâkimin ret nedenleri hakkındaki görüşlerini yazılı olarak
bildireceği hükme bağlanmıştır.
Madde 28. - Maddenin
birinci ve ikinci fıkralarında hâkimin reddi istemini inceleyip karara
bağlayacak mahkemeler, uygulamada tereddüde yer bırakmayacak bir açıklıkla
belirtilmiştir. 1412 sayılı Kanunun 26 ncı maddesinin ikinci fıkrasının son
cümlesinde yer alan "Ret olunan hâkim, ret talebinin haklı olduğunu kabul
ederse ret talebi hakkında bir karar verilmez." hükmüne yer verilmemiş,
böylece, her hâlde merciin karar vermesi zorunluğu kabul edilmiştir.
Maddenin üçüncü
fıkrasında ise bölge adliye mahkemesi ceza dairesi başkan ve üyelerinin reddi
isteminin, reddedilen başkan ve üye katılmaksızın görevli olduğu dairece
incelenerek karara bağlanacağı ve dairelerin toplantılarını engelleyen toplu
ret istemlerinin dinlenmeyeceği hükme bağlanmıştır.
Hâkimin reddi hususunda
ileri sürülen nedenlerin geçersiz olmasından dolayı istemin kabul edilmemesi
hâlinde beşyüzmilyon liraya kadar hafif para cezasına hükmedilebilmesine olanak
sağlanmıştır.
Geçerli nedenlerle hâkimi
reddetmek yetkisi yasal bir haktır. Ancak, taraflar için güvence sağlayan bu
hakkın kötüye kullanılması ve bu yolla hâkimin kişilik haklarına saldırıda
bulunulması veya kendisine karşı suç işlenmesi hâllerinde, hâkimin de herkes
gibi dava ve şikâyette
bulunma hakkı olduğundan 1412 sayılı Kanunun 26 ncı maddesinin son
fıkrası gibi bir hükme maddede ayrıca yer verilmemiştir.
Madde 29. - Hâkimin
tarafsızlığını yargılamanın tüm evrelerinde sürdürmesi gerekli olduğundan,
hâkimin reddi istemi de kovuşturma evresinin öncesinde veya içinde yapılabilir.
Maddede hâkimin reddi
istemi kovuşturmanın hangi aşamasında ileri sürülürse sürülsün kabulüne ilişkin kararın kesin olduğu, ret
isteminin reddi (kabul edilmemesi) kararına karşı ise kanun yolunun açık
bulunduğu belirtilmiştir.
Hâkimin reddi isteminin
esassız olduğuna dair kovuşturma sırasında verilecek karara karşı hükümle
birlikte maddede öngörülen kanun yollarına başvurulabilecektir.
Madde 30. - Madde, reddi
istenilen hâkimin, istem hakkında merciince bir karar verilinceye kadar
yapabileceği işlemleri ve bunların geçerlilik derecelerini düzenlemektedir.
Hâkimin reddi istemi, 23
üncü maddede yazılı görevi yerine getiremeyeceği yasaklılık hâllerinden birine
dayandığı takdirde, istem kovuşturma evresinden önce veya sırasında da ileri
sürülmüş olsa da hâkim, kesinlikle hiçbir işlem yapamayacaktır.
26 ncı maddede belirtilen
ve hâkimin tarafsızlığı konusunda kuşku yaratan diğer nedenlerle reddi hâlinde
yapabileceği işlemler bu maddede gösterilmiştir.
Ret isteği kovuşturma
evresinde ileri sürülmüşse hâkim, reddi hakkında bir karar verilinceye kadar
yalnızca gecikmesinde sakınca bulunan işlemleri yapabilir; duruşma sırasında
reddi hâlinde ise, o duruşmaya devam
olunarak 225 inci maddede tanımlanan son iddia, görüş ve savunma
dışında, gecikmesinde sakınca bulunan veya bulunmayan diğer tüm yargısal
işlemler yerine getirilir. Ancak ret olunan hâkim istemle ilgili bir karar
verilmeden, sonraki duruşmaya katılamaz.
Hâkimin reddi isteminin kabul edilmemesi hâlinde yapılmış
olan işlemlerin geçerliliğini sürdüreceği açıktır. Ret isteminin kabulüne karar
verildiği takdirde, gecikmesinde
sakınca olması nedeniyle yapılmış işlemler dışındaki işlemlerin tekrarlanması zorunludur.
Madde 31. - Hâkim,
hakkında bir istem bulunmasa da, reddini gerektiren nedenleri kendisi açıklayıp
yargılama görevini yapmaktan veya davaya bakmaktan çekindiğini bildirebilir.
Çekinme, hâkimin kişisel takdiri içinde olmadığından kendiliğinden sonuç
doğurmaz. 28 inci maddede belirtilen reddi incelemeye yetkili mahkeme
bildirilen nedenlerin yerinde olup olmadığına karar verecektir. Çekinme
nedenleri geçerli görülmediği takdirde hâkimin görevini sürdüreceğinde kuşku
yoktur. Mahkeme, çekinmenin yerinde olduğuna karar verirse hâkim işten el
çekeceğinden, bu nedenle davanın aynı mahkemede görülmesi olanaksız hâle gelmiş
ise başka bir hâkime tevdi veya mahkemeye nakleder.
Maddenin üçüncü
fıkrasında, ayrıca hâkimin reddi istemini veya davaya bakmaktan çekinmesini
karara bağlamakla görevli mahkemeyi bir istem veya çekinme olmasa da hâkimin
davaya bakamayacağı kuşkusunu uyandıran durumlarda, bu hususu kendiliğinden
inceleyip karara bağlamakla da görevlendirmiştir.
Davadan çekinmesi
hâlinde, hâkim, gecikmesinde sakınca bulunan işler hakkında 30 uncu madde
hükmünü uygular.
Madde 32. - Madde,
uygulamada gerçekleşmesini sağladığı olumlu sonuçlar gözetilerek, 1412 sayılı
Kanundan kelime değişiklikleri ile aynen alınmış ve kovuşturma evresine ulaşmış
davaların, tarafların iyi niyete dayanmayan ret istemleriyle sürüncemede
kalmasını önlemeyi amaçlamıştır. Bu maksatla ret isteminin mutlaka geri
çevrileceği hâller: Kovuşturma evresinde ileri sürülen hâkimin reddi isteminin
süresinde yapılmaması, ret nedeni veya inandırıcı delilin gösterilmemesi,
duruşmayı uzatmak için ileri sürüldüğünün açıkça anlaşılmasıdır. Bu hâllerde
istem reddedilen hâkim tarafından doğrudan doğruya veya onun katılımıyla
mahkemece geri çevrilir.
"Geri çevirme"
kararına karşı hükümle birlikte, ilk derece mahkemesince verilmişse istinaf
yoluna, bölge adliye mahkemesince verilmişse temyiz yoluna başvurulabilir.
Madde 33. - Maddede,
yargılama işlemlerinde tutanakların düzenlenmesinde hâkimin yardımcısı olarak
görev yapan zabıt kâtiplerinin, yerine getirdikleri görevin önemi gözetilerek
ret veya davadan çekinme yönünden hâkimlerle aynı hükümlere tâbi olmaları
öngörülmüştür.
Zabıt kâtibinin reddi
veya çekindiğini bildirmesi hâllerinde, nedenlerin yerinde olup olmadığını
inceleme ve karara bağlama yetkisi, yanında görev yaptığı başkan veya hâkime
aittir. Hâkim ve zabıt kâtibi birlikte reddedilmiş veya davadan çekinmişlerse;
karar verecek mahkeme hâkime göre belirlenir.
Madde 34. - Madde,
kararların nasıl verileceği hususundaki temel usul ilkesini belirtmektedir.
Buna göre, kovuşturma evresinde duruşmada verilecek kararlar Cumhuriyet savcısı
ve taraflar dinlendikten sonra verilecektir. Kanunun, taraflar hazır
bulunmasalar da duruşma yapılabileceğini belirttiği hâllerde ise, elbette ki,
sadece hazır bulunan taraflar dinlenecek ve karar verilecektir.
Duruşma dışında verilecek
kararlar için ise, sadece Cumhuriyet savcısının yazılı veya sözlü görüşü
alınacaktır.
Madde 35. - Madde, her
türlü kararların ve karşı oyların
gerekçeli yazılması zorunluğunu getirmiştir. Anayasa gerekçe zorunluğunu
koymaktadır. "Karar" terimi, hâkimlik kararı ve mahkeme hükmünü
kapsamaktadır.
Hüküm ve kararlara ne
suretle ve ne ölçüde gerekçe getirmek gerektiği konusu, karşılaştırmalı ceza
usul hukukunda tartışılan bir konudur. Gerekçe getirmenin, ceza davalarının
görülmesinde önemli bir gecikme nedeni oluşturduğu kabul edilmekte ve bu sorun giderek gerilemektedir: Hollanda usul
hukukuna göre temyiz başvurusu önemli bir hukuk sorunu getirmemiştir. Yüksek
mahkemenin gerekçesiz bir ret kararı verebileceği kabul edilmektedir. 1996
yılında çıkarılan bu kanun, özet
hükümlerin uygulanmasını resmîleştirmiş ve bu tür kararlarda sadece delillerin
kaynaklarının gösterilmesini yeterli saymıştır. İsviçre'de hemen verilen
hükümlerin sadece sözlü olacağı ve itiraz hâlinde gerekçeye yer verilmesi
öngörülmüştür. Yukarıda da açıklandığı üzere, Anayasa hükümleri karşısında
bizde bu tür uygulamalara yer verilemez.
Madde 36. - Madde,
kararların açıklanması ve tebliği zorunluğuna ilişkin temel ilkeyi
içermektedir.
Son fıkrada, haklarını
daha etkin bir biçimde kullanabilmesini sağlamak amacıyla, ilgili taraf serbest
olmayan bir kişi veya tutuklu olduğunda tebliğ edilen kararın, adı geçenin
istemi hâlinde kendisine okunacağı ve anlatılacağı belirtilmiştir. Böylece söz
gelimi, başvurulabilecek olan kanun yolu, süresi, mercii ve şekil koşulu
konusunda açıklamada bulunulması zorunlu hâle getirilmiştir.
Maddede geçen serbest
olmayan bir kişiden maksat, Kanunun öngördüğü işlemler çerçevesinde yakalanmış,
gözaltına alınmış veya bu maksatla bir yerden başka bir yere götürülmekte olan
kişinin durumudur.
Madde 37. - 1412 sayılı
Kanunun 34 üncü maddesinde tebligat işlerinin Cumhuriyet savcılığı tarafından
yapılacağı hükme bağlanmışken, bu maddeyle, mahkeme ile ilgili tebligat
işlerinin doğrudan doğruya mahkeme tarafından yapılması kabul edilerek,
adaletin işleyişi hızlandırılmıştır. Genel olarak bütün hâkimlere verilen bu
yetki, elbette ki, sulh ceza hâkimini de kapsamaktadır.
İnfaz edilecek kararlar
ise, Cumhuriyet savcılığına verilecek ve Cumhuriyet savcısı bu görevini yerine
getirmek üzere gerekli bütün tedbirleri alacaktır. Ancak maddenin ikinci
fıkrasında belirtildiği üzere, duruşma düzeninin sağlanması yönünden bütün
tedbirlere ilişkin kararlar doğrudan mahkeme başkanı veya hâkim tarafından
alınacak ve bu hususla ilgili tedbirler de onlar tarafından yerine getirilecektir.
Madde 38. - Mevzuatımızda
adlî işlerde tebligatın ne suretle yapılacağı, buna ilişkin hâller 11/2/1959
tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanununda düzenlemiştir. Bu açıdan Tasarıda da,
esas olarak ceza yargılaması işlemlerinin tebliğinin aynı Kanun hükümleri
uyarınca yapılması kabul edilmiştir. Ancak yargılama işlemlerinin ilgililere
bildirimi konusunda genel kurallar Tebligat Kanununda yer almakla birlikte,
mevzuatımızda gerek 1412 sayılı Kanunda gerek başka özel ceza kanunlarında
tebligata ilişkin hükümlerin yer aldığı göz önüne alınarak, Tasarının bu
maddesinin birinci fıkrasında, tebligatın kanunlarda ayrı hüküm bulunması
hâlinde bunlara göre yapılacağı kabul edilmiştir.
Maddenin ikinci
fıkrasında da, 1412 sayılı Kanunun 35 inci maddesinden farklı olarak,
uluslararası andlaşmaların kabul ettiği hâllerde doğrudan iadeli taahhütlü
posta ile yargılama işlemlerinin ilgililere tebliği öngörülmüştür. Tebligat
Kanunu hükümlerine göre, yargılama işlemlerinin yabancı ülkede bulunan kişilere
tebliği, çeşitli resmî makamlar aracılığı ile gerçekleştirilmektedir. Bu,
yargılamaların uzamasına neden olabilecek bir usuldür. Bu bakımdan Tasarıda
getirilen düzenlemeyle ikili ya da çok taraflı uluslararası andlaşmaların
öngörmesi hâlinde, ilgili yabancı ülkelere tebligatın doğrudan postayla veya
diğer iletişim araçları ile yapılması kabul edilmiştir.
Madde 39. - Maddeye göre,
Cumhuriyet savcılığına yapılacak tebligat, tebliği gereken yazının aslının
verilmesi suretiyle yapılacaktır.
Tebliğ ile başlayan
sürelerin başladığı tarihe açıklık getirilmesi amacıyla, Cumhuriyet savcılığına
verildiği günün, verilen yazının aslına kaydedilmesi zorunluğuna maddede yer
verilmiştir.
Madde 40. - Madde,
sürelerin başlayacağı günü göstermektedir. Buna göre, Tebligat Kanununa göre
yapılacak tebligattan sonra süre, tebligatın yapıldığının ertesi günü
başlayacaktır.
Madde 41. - Madde, hafta
veya ay olarak belirlenmiş sürelerin ne zaman sona ereceğini göstermektedir:
Hafta olarak belirlenen süreler, takip eden hafta veya haftaların, sürenin
işlemeye başladığı günün isim itibarıyla karşılığı olan günde sona erecektir.
Ay itibarıyla belirlenen süreler ise izleyen ay veya aylarda sayı itibarıyla
karşılığı olan günde, sürenin son bulduğu ayda o sayıda gün yoksa, örneğin
sürenin işlemeye başladığı ay 31 gün ise, izleyen ay veya ayların son gününde
sona erecektir. Ancak son gün bir tatile rastlarsa, süre, tatilin ertesi günü
yani tatilin bittiği günün ertesi günü sona erecektir.
Ülkemizde, kanunlarla
belirli olan tatil günleri dışında, bazen "idarî izin" de
verilmektedir. Maddenin ikinci fıkrasında yer alan hüküm, bu tür izinleri de
kapsamaktadır.
Maddenin son fıkrasında,
kendisine süre verilen kimsenin yerleşim yeri işlem yapacağı yerden uzaksa,
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 164 üncü maddesinin uygulanacağı bir madde
hükmü olarak yer almaktadır.
Madde 42. - Madde, başta
eski hâle getirme kurumunu ve koşullarını belirlemektedir: Eski hâle getirme,
esasında bir süreye uyamayan kişinin kaybettiği hakkı ona yeniden sağlama
olanağını veren bir kurumdur; koşulları, kişinin mücbir nedenler, yani dıştan
gelen, failin bilinç ve iradesinin sonucu olmayan ve failin karşı koyamayacağı
ve önleyemeyeceği bir kuvvetin etkisiyle veya failin sakınması olanağı
bulunmayan kaza, rastlantı, maddî zorlama gibi olaylar sonucu süreye uyamamış
olmasıdır. Böyle bir hâl nedeniyle süreye uyamamış bulunan kişi eski hâle
getirme isteminde bulunacaktır.
Maddenin ikinci
fıkrasında yasal olarak beklenilmeyen ve sakınılması olanağı bulunmayan iki hâl
gösterilmiştir. Bunlar, bir tebliğden kusuru olmaksızın bilgi edinilememesi
veya kanun yoluna başvurma hakkının bildirilmemesidir.
Madde 43. - Madde, eski
hâle getirmenin usulünü göstermektedir: Buna göre bir dilekçe usule ilişkin
işlemleri yapacak olan mahkemeye verilecek ve dilekçede süreye uyulmamasının
nedenleri açıkça ve inandırıcı bir biçimde yani ciddiyetle ve özenle
bildirilecektir, gerektiğinde belgeler de eklenecektir. Kişi dilekçesini
vermekle beraber aynı anda usule ilişkin olarak, 42 nci maddede belirlenen
nedenlerle yapamadığı işlemleri de yerine getirecektir.
Madde 44. - Maddenin
birinci fıkrası eski hâle getirme dilekçesinin verileceği mahkemeyi
belirlemektedir. Bu mahkeme, usul işlemi süresi içinde yapılsa idi esasa
hükmedecek olan mahkemedir ve istemin kabul veya reddi hakkında karar verecektir.
Maddenin ikinci
fıkrasında eski hâle getirme isteminin kabulü hakkındaki kararın kesin olduğu
belirtilmektedir. Karşılaştırmalı usul hukukunda lehe olan hak doğurucu bu tür
kararlar aleyhine kanun yoluna gidilemeyeceği eğilimi vardır. Ret kararına
karşı ise acele itiraz yoluna gidilebilir.
Maddenin üçüncü
fıkrasında verilen dilekçenin hukukî sonuçları açıklanmıştır. Eski hâle getirme
dilekçesi, kararın yerine getirilmesini durdurmaz. Buna karşılık dilekçe
üzerine mahkeme kararın yerine getirilmesini, merciince karar verilinceye kadar
erteleyebilir.
Madde 45. - Madde, en
önemli delillerden birisini oluşturan tanıklık konusunda yenilikler
getirmektedir. Tanıklık, kamu yararının ağırlık taşıdığı toplumsal bir görev
olup kişiler bu görevi yerine getirmekle yükümlüdürler.
Tanıkların bu
yükümlülüklerini yerine getirmeleri için öncelikle davetiye ile çağrılmaları
gerekir. Esas bu olmakla beraber yargılamada sür'ati sağlamak amacı ile
telefon, telgraf, faks ve benzeri haberleşme araçlarından da yararlanılması
uygun görülmüş ve davetin bu araçlarla da yapılabilmesi kabul edilmiştir.
Karşılaştırmalı ceza yargılama hukukunda da bu usullere yer verilmiştir.
Davet üzerine gelmemenin
yasal sonuçları, davetiye, telgraf, faks gibi yazı ile yapılan çağrılarda
yazılı ve telefonla gerçekleştirilen çağrıda sözlü olarak tanığa
bildirilecektir. Tebligatın yapıldığı ve yasal sonuçlarının bildirildiği
çağrının türüne göre ilgilinin imzasının alınması veya görevli tarafından
tutanak düzenlenmesi suretiyle belgelendirilecektir.
Mahkeme tutuklu veya
ivedi işler ile davanın özellik ve niteliği bakımından zorunlu gördüğü
hâllerde, açıklanan kuraldan ayrılarak tanıklar için ihzar müzekkeresi
verebilecek, müzekkerede zorla getirmenin nedenleri gösterilecek ve davetiye
ile gelen tanıklarla ilgili hükümler uygulanacaktır.
Mahkeme, duruşma sürerken
gelmemiş olan veya o aşamada davayla ilgisi bulunduğunu belirlediği bir kişinin
dinlenmesi hâlinde davanın hüküm aşamasına ulaşabileceğini saptayabilir.
Davaların kısa sürede sonuçlanmasına olanak sağlamak için maddenin üçüncü
fıkrası bu ve benzeri durumlarda, mahkemenin, görevlilere tanığı duruşmaya
getirmeleri konusunda yazılı olarak emir verebileceğini kabul etmiştir.
Maddenin dördüncü
fıkrasında Cumhurbaşkanının tanıklığı ile ilgili çağırma ve ifade alma yönünden
özel hükümlere yer verilmiştir: Cumhurbaşkanının tanık olarak çağrılamaması
esas kuraldır; tanık sıfatıyla beyanı konutuna gidilerek alınacaktır.
Cumhurbaşkanı isterse beyanını yazılı olarak da gönderebilir; ancak esas,
beyanın hâkim tarafından tutanağa geçirilmesidir.
Maddenin son fıkrasına
göre Başbakan, bakanlar ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri esas itibarıyla
yetkili mahkeme veya merci tarafından dinleneceklerdir; ancak Ankara mahkemelerinde
de dinlenebilirler.
Madde 46. - Madde çağrıya
uymayan tanıklar hakkında uygulanacak işlem ve yaptırımları göstermektedir.
Usulüne uygun olarak çağrılmış tanık gelmediğinde zorla getirilecektir. Ancak
gelmeyen tanık önceden mazeretini bildirmiş ve bu mazereti kabul edilmiş ise
zorla getirilmez ve yeniden davet olunur. Mazeretini bildirmeyen tanık, zorla
getirilmesi dışında, gelmemesinin neden olduğu giderler ile beraber yüzmilyon
liradan beşyüzmilyon liraya kadar hafif para cezasına mahkûm edilecektir.
Önceden mazeretini
bildirmediği veya bildirdiği mazereti kabul olunmadığı için zorla getirilen ve
ceza ve giderlere mahkûm edilmiş bulunan tanık, gelmemesini haklı gösterecek
nedenleri derhâl açıklar ve bunları ispat ederse, hükmedilen gider ve cezalar
kaldırılacaktır.
Mahkemenin verdiği bu
karara itiraz olunabilir.
Maddenin ilk üç
fıkrasında yer alan bu hükümleri istinabe olunan mahkeme, naip hâkim ve
soruşturma sırasında sulh ceza hâkimleri de uygulamak yetkisine sahiptirler.
Fiilî hizmette bulunan
askerlere davetiye, Tebligat Kanunu hükümlerince tebliğ olunacaktır. Ancak
ihzar müzekkereleri askerî makamlar aracılığı ile yerine getirilecektir.
Madde 47. - Tanık,
bildiklerini söylemek zorundadır. Ancak, bazı hâllerde bu zorunluk biyolojik
gerçeklere veya sosyo psikolojik ilişkilere ters düşmektedir. Nitekim,
kendisinin veya bir yakınının cezalandırılması sonucuna götürecek zorunluk,
tanığı yalan beyana zorlama anlamını taşıyacaktır. Oysa tanıklık gerçeğin
öğrenilmesi için bir araçtır. Bunun en iyi şekilde elde edilmesi, samimi, doğru
tanıklıkla gerçeğe ulaşılması gerekmektedir. Bunun için tanığa yemin verdirilir;
tarafsızlığını sağlamaya çalışılır. Tarafsız olmayacağını bile bile kişiyi
tanıklığa mecbur tutmak bu gerçeklerle bağdaşmayacağı için bu madde ile,
aşağıda belirtilen kimselere tanıklıktan çekinme olanağı tanınmıştır.
Şüpheli veya sanığın:
1. Nişanlısı,
2. Evlilik bağı kalmasa
bile karısı veya kocası,
3. Kan hısımlığı veya
kayın hısımlığından üstsoy ve altsoyu,
4. Üçüncü dereceye kadar (bu
derece dahil), kan hısımlığından yansoy hısımı ile evlilik bağı kalmasa bile
üçüncü dereceye kadar bu derece dahil kayın hısımlığından yansoy hısımı,
5. Evlâtlığı veya evlât
edineni.
Maddede sözü edilen kayın
hısımlığı sadece eşlerden biri ile diğerinin kan hısımları arasındaki bağdır.
Baldız ile görümce, iki kayınpeder arasında böyle bir bağ bulunmadığı için adı
geçenler madde kapsamına girmeyecekleri gibi, tanınmama veya babalığa
hükmedilmeme sonucu hukuken koca ile hısımlık ilişkisi kurulmayan kişi ile
sanık durumunda bulunan kadın arasında da kişisel hısımlık bulunmadığı için
sözü edilen kişi, sanık durumundaki analığı hakkında tanıklıktan çekinemeyecektir.
Bunun dışındaki kişiler analığı veya babalığı ile kayın hısımı olduklarından
madde kapsamı içinde olacaklardır.
Maddede tanıklıktan
çekinmenin isteğe bağlı olduğu açıkça belirtilmiştir. Şu kadar ki, tanığın
beyanını takdir hâkime ait bulunduğundan, tanıklık yapmak isteyenlere yemin
gerekip gerekmeyeceğine yine hâkim karar verecektir. Maddenin (2) numaralı
fıkrasına göre yaş küçüklüğü veya akıl hastalığı veya akıl zayıflığı nedeniyle
tanıklıktan çekinmenin anlamını kavrayamayacak kişiler yasal temsilcilerinin rızasıyla tanık olarak
dinlenebilirler. Yasal temsilci şüpheli veya sanık ise, çekinme hususunda karar
veremez.
Bu husus bildirilmeden
alınan beyanın hükmü yoktur. Mahkeme tarafından, tanıklıktan çekinebilecek olan
kimselere dinlenmeden önce tanıklıktan çekinebilecekleri bildirilecektir.
Madde 48. - Madde, esasta
meslek ve sürekli uğraşılar nedeniyle tanıklıktan çekinmeyi düzenlemektedir. Bu
bakımdan tanıklıktan çekinme, hizmet sunulan kişilere güven verdikleri takdirde
hizmet verebilecek meslek grupları bakımından kabul edilmiştir. Madde
tanıklıktan çekinebilecek meslek gruplarının sayısını çoğaltmıştır. Bu hususta
göz önünde tutulan ölçüt, "güven ilişkisi"dir;
"orantılılık" ilkesi gereğince maddî gerçeğin ortaya çıkarılması
hedefi ile güven ilişkisinin korunmasından doğan yarar tartılmış ve maddede
kabul edilen hâllerde güven ilişkisinin daha ağır bastığı kabul edilmiştir.
Meslekî sır tutma
nedeniyle, karşılaştırmalı ceza yargılama hukukunda avukatların, hekimlerin
veya din görevlilerinin, sıfatları nedeniyle öğrendikleri müvekkillerinin,
hastalarının, kendilerine itirafta bulunmuş din cemaatleri mensuplarının
sırları hakkında tanıklıktan çekinebilmeleri kabul edilmektedir. Buna karşılık
meslekî sır gazeteciler için genel olarak kabul edilmemektedir. Kolluk
mensuplarının meslekî sırları konusu ise tartışmalı olmakla beraber, İtalyan
Ceza Usulü Kanununun 201 inci maddesi ile, Fransa'da, mahkeme içtihatları ile
kamu yararına bağışıklığın kabul edildiği İngiltere'de, kolluk mensuplarının
kendilerine sürekli bilgi getiren kişilerin (indicateur) isimlerini açıklamayı
reddedebilecekleri kabul edilmiştir.
Maddede, değişik
ülkelerin karşılaştırmalı kanun ve içtihatları ve bu husustaki eğilimler göz
önünde bulundurulmak suretiyle dört meslek grubu mensupları bakımından belirli
koşullarla meslekî sırdan dolayı tanıklıktan çekinme kabul edilmiştir.
1. Avukatlar veya
stajyerleri veya yardımcıları, bu sıfatları dolayısıyla veya yüklendikleri
yargı görevi nedeniyle öğrendikleri sırlar hakkında tanıklıktan çekinebilirler.
Görülüyor ki, avukatın
meslekî sırrı koruma yükümü, avukatın sıfatı veya yüklendiği yargı görevi
nedeniyle elde ettiği bütün sırları kapsamaktadır. Bu itibarla avukatın
müvekkili ile bütün haberleşmesi de meslekî sır içindedir. Meslekî sıfat
dolayısıyla veya yargı görevi nedeniyle elde edilmemiş olan bilgiler bakımından
tanıklıktan çekinilemeyecektir. Hâkimin, bilginin ne suretle elde edildiğine
dair beyanları takdir yetkisi vardır.
2. Hekimler, diş
hekimleri, eczacılar, ebeler ve bunların yardımcıları ve diğer bütün tıp meslek
veya sanatları mensupları, bu sıfatları dolayısıyla hastaları ile bunların
yakınlarına ait öğrendikleri sırlar hakkında tanıklıktan çekinebilirler.
3. Malî işlerde
görevlendirilmiş müşavirler ve noterler, hizmet verdikleri kişilerin, sıfatları
dolayısıyla öğrendikleri sırları hakkında tanıklıktan çekinebileceklerdir.
4. Kolluk mensupları, bu
sıfatları nedeniyle üç grup kişi hakkında öğrendikleri bazı bilgiler hususunda
tanıklıktan vazgeçebileceklerdir. Bu hüküm, Türk hukukunda tam bir yeniliktir
ve suçla mücadelede etkin bir araç oluşturabilecek niteliktedir.
Gruplar şunlardır:
a) Kolluk mensubu,
kendilerinin veya yakınlarının hayat ve sağlıklarını korumak amacıyla
kimliklerini açıklamayı reddetmiş bulunan tanıkların kimliklerini açıklamaktan
çekinebilir.
b) Aynı nedenle suçu
ihbar etmiş olanların kimlikleri hususunda da tanıklıktan çekinilebilir.
c) Kolluğa suçlar ve
suçlular hakkında sürekli bilgi veren kimselerin de kimliklerini kolluk
mensupları açıklamaktan çekinebilirler.
Görülüyor ki, çekinme
sadece bu üç grup kişinin kimliklerini kapsamaktadır.
Yukarıda açıklanan (1)
ilâ (3) numaralı bentlerde belirtilen kişilerin tanıklıktan çekinmeleri
zorunlukları mutlaktır; bunlar ilgilinin rızası bulunsa bile belirtilen
hususlarda tanıklık yapamazlar. (4) numaralı bentte yazılı hâlde ise ilgilinin
rızası varsa çekinme zorunlu değildir; ancak kolluk mensubu takdirine göre yine
de tanıklıktan çekinebilecektir.
Ancak maddenin son
fıkrasında belirtildiği üzere, bilginin verilmemesinin suç sayıldığı hâllerde
çekinmede bulunulamaz. Fakat bu fıkra, avukatlar veya stajyerleri veya
yardımcıları hakkında, hiçbir hâlde uygulanmayacaktır.
Madde 49. - Madde, Devlet
memurları ve diğer kamu görevlilerinin, görevleri nedeniyle öğrendikleri ve
saklamakla yükümlü oldukları Devletin güvenliği veya temel dış yararlarına
ilişkin sırlar hakkında, ne gibi koşullarla tanıklıkta bulunabileceklerini
göstermektedir.
Adı geçenlerin tanık
sıfatıyla dinlenmeleri sırrın ait olduğu makam âmirinin iznine bağlıdır. Âmirin
olumsuz beyanına karşı mahkeme, bu tanıklığın davanın sonuca ulaştırılabilmesi
için zorunlu olduğu gerekçesiyle ilgili bakana başvurabilir. Âmirin veya onun
olumsuz beyanına karşı başvurulan bakanın izni olmadıkça hâkimin bu kişileri
dinlemek yetkisi yoktur. Hâkimin izin almadan saptayacağı tanık anlatımı hukuka
aykırı olarak elde edilmiş olacağından hükme esas teşkil edemeyecektir.
Bütün bu değişikliklerin
amacı, etkin bir ceza sisteminin oluşturulmasıdır. Bu yapılırken, Devlet sırrı
da korunmakta ve yararların dengelenmesine çalışılmaktadır.
Maddenin son fıkrasında
izinle tanıklıkta bulunabilecek kişilerin, görevleri sona ermiş olsa da, bu
koşul ile bağlı kalmakta devam edecekleri açıklanmıştır.
Madde 50. - Madde,
evrensel kural olan ve Anayasanın 38 inci maddesinin beşinci fıkrasında yer
alan "Hiç kimse kendisini ve kanunda gösterilen yakınlarını suçlayan bir
beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamaz." biçimindeki
ilkeyi iç hukukta yinelemektedir.
Getirilen kuralın anlamı
esasta beyanda bulunan tanığın maddede söz konusu olanağı bazı sorular yönünden kullanabilmesidir. Yakınların kim
olduğu 47 nci maddenin (1) numaralı fıkrasında gösterilmiştir.
Her hâlde tanığa
tanıklıktan çekinebileceği ve sorulara cevap vermeyebileceği önceden
bildirilecektir. Kişiye, haklarının yargı mercii tarafından hatırlatılması,
adil yargılama yönünden çok esaslı bir güvence sayılmaktadır.
Madde 51. - Maddede
düzenlenen husus, mahkeme başkanının, hâkim veya Cumhuriyet savcısının, gerekli
gördüğünde tanığı çekinmesinin nedenlerini bildirmeye davet etmeleri ve
nedenler hakkında yemin de verilebilmeleridir. Nedenler, tanığın tanıklıktan
çekinmesini dayandırdığı olaylardır; mesleğinin icrası sırasında veya mesleği
nedeniyle öğrenmiş olduğu olaylar gibi.
Madde, istem üzerine
bildirmeyi öngörmüştür. Böyle bir istemi sadece ifadeyi alan (hâkim veya savcı)
kişiler yapabilir. Bir başka deyişle diğer süjeler, bunu uygulayamazlar. Söz
gelimi katılana bu yetki tanınmamıştır.
Esas dava hâkimi, tanığın
yaptığı bazı açıklamaları, tanıklıktan çekinmeyi gerektirici nitelikte olup
olmadığını bizzat kendisi değerlendirebilir. Ancak bu konuda şüpheye düştüğü
takdirde tanığı yemine davet edecektir.
Tanık, vereceği
ifadelerin kendisini veya yakınlarını suçlayıcı sonuçlar doğuracağını
düşünürse, bu konuda hâkim kendisinden neden göstermesini istememelidir. Aksi
takdirde 50 nci maddenin ratio legis'ine uyulmamış bulunulur. Bu düşünce ile
maddede "tarafından gerekli görüldüğünde" sözcüklerine yer
verilmiştir.
Madde 52. - Tasarının 56
ilâ 59 uncu maddeleri tanıklara verilmesi gerekli yemini düzenlemektedir.
Ceza usul hukukuna göre
tanığın ilke olarak üç yükümü vardır: Çağrıya uyarak hazır bulunmak, beyanda
bulunmak ve verilecek yemini eda etmek. Yemin, tanığın anlatacakları hususunda
vicdanına hitap edilerek doğru söylemesini ve adalet yararına olarak tanığın beyanının
içtenliğini sağlamak amacı ile verildiğinden, kamu düzenine ilişkindir.
Açıklanan nedenlerle bazı
kişiler tanık olarak yemin etme yükümü altında değildirler. Bu kişiler,
maddenin (1) ilâ (3) numaralı bentlerinde sayılı olarak gösterilmişlerdir.
Yeminden ayrık tutulmuş bulunan bu kişilerin bir kısmı hakkında psikolojik
noksanlık veya zaaf karinesi vardır; maddenin (1) ve (2) numaralı bentlerinde
gösterilmiş bulunanlar gibi. (1) numaralı bende göre tanığın olay sırasındaki
değil ve fakat beyanda bulunduğu sıradaki yaşı onbeşi aşmamış bulunacaktır.
Diğer bir neden aklî veya
ruhsal noksanlıktır. Maddenin (2) numaralı bendinde bunlar "ayırt etme
gücüne sahip olmamaları nedeniyle yeminin niteliği ve önemini
kavrayamayanlar" olarak belirlenmiştir.
Nihayet (3) numaralı
bendinde yeminden ayrık tutulmuş kişiler bakımından neden, taraf tutabilme
olasılığıdır.
Madde 53. - Madde, 47 nci
madde gereğince tanıklıktan çekinebileceklere yemin verilip verilmemesini hâkim
veya mahkemenin takdirine bırakmıştır. Ancak madde ile tanığa yemin etmekten
çekinme olanağı da verilmiş ve bu hususun hâkim veya mahkeme tarafından
bildirilmesi zorunlu hâle getirilmiştir. Bu hatırlatma yapılmadan yemin
ettirilen ve yalan beyanda bulunan kişi suçlu sayılamaz.
Madde 54. - Tanıklar,
dava konusu olay hakkında bildiklerini doğru ve eksiksiz anlatmakla yükümlü
olduklarından, madde bunun gerçekleşmesi için tanıkların birbirlerini
etkilememeleri ve yönlendirmemeleri maksadıyla her tanığın ayrı ayrı ve sonraki
tanıklar yanında bulunmaksızın dinlenmesi gerektiğini hükme bağlamıştır.
Soruşturma evresi,
delillerin toplandığı ve esasta gizliliğin egemen olduğu, kovuşturma ise,
açıklık ilkesinin ışığında tarafların yüzlerine karşı delillerin tartışılıp
değerlendirilmesinin yapıldığı bir evredir. Bu kapsamda; mahkemeye tanık
anlatımlarını ayrıntılı olarak ve serbestçe değerlendirme olanağını sağlamak
üzere, tanıkların birbirleri veya sanıkla yüzleştirilmeleri kovuşturma
evresinde yapılabilir. Soruşturma evresinde tanıklar ancak gecikmesinde sakınca
bulunan veya kimlik belirleme zorunluğu doğan hâllerde yüzleştirilebilirler.
Madde 55. - Tanık
içtenlikle beyanda bulunmak yasal yükümü altındadır. Bununla birlikte Tasarı bu
hususu açıklayan bir hüküm getirmek yerine, gerçekçi davranarak, tanığın
doğruyu söylemesini sağlayacak tedbirlerin alınmasının daha uygun olacağını
belirtmiştir. Bu madde söz konusu tedbirlerden birisini içermektedir. Madde,
tanıkların doğruyu söylemeleri için yetkili tarafından uyarılmalarını,
gerektiğinde kendilerine yemin verileceğinin hatırlatılmasını ve mahkeme
başkanı veya hâkimin açık izni olmadan mahkeme salonunu terk edemeyeceğinin
bildirilmesini emretmektedir. Yetkili, uyarmanın içeriğini belirler ve bu arada
yalan tanıklığın cezalandırılacağını belirtebilir.
Madde 56. - Madde,
yeminin esas itibarıyla tanıklıktan önce verileceğini kabul etmiştir; yeminin,
cezaî sonuçları önceden bilinirse doğrunun daha büyük bir olasılıkla
söyleneceği düşünülmüştür.
Yeminin önemini, anlamını
kavraması için, hâkim yemin edecek olanlara, dinlemeden önce yeminin önemini
anlatmalıdır.
Soruşturma evresinde
Cumhuriyet savcısının tanığa yemin verebilmesi ayrık hâllerde olasıdır. Zira
esas hakkında hüküm verecek olan hâkim tanığı bizzat dinlemelidir. Tasarının
sisteminde hastalık gibi bir nedenle, tanığın duruşmada bulunamayacağının
anlaşıldığı hâllerde istinabe yolu ile tanığın dinlenmesi istinaen kabul
edilmiştir.
İstisna, doğrudan
doğruyalık kuralına aykırı olmakla birlikte davaları hızlandırmak amacı ile
tanığın Cumhuriyet savcısı huzurunda da ceza tehdidi altında doğruyu söylemesi
için, Cumhuriyet savcısının da yemin verebilmesi kabul edilmiştir.
Cumhuriyet savcısının
yemin verebilmesi, hukukumuzda ilk soruşturmanın kaldırılmış olmasının bir
sonucu olarak da kabul edilebilir.
Madde 57. - Madde yeminin
biçimini belirtmektedir. 1412
sayılı Kanunun 57 nci maddesine göre yemin formülü daha kısadır; yeminin
duyurması gerekli duyguları ifade edebilmesi ve mahkemenin görkemliliği
(mahabeti) korunarak ruhsal etkiyi yapabilmesinin bu suretle kolaylaşacağı
düşünülmüştür.
Yemin, toplumbilim
yönünden bir tür sosyal tören olduğundan eda edilirken herkesin ayağa kalkması uygun görülmüştür.
Ancak uygulamada bu hususa dikkat gösterildiğinde istenilen sonuçlar elde
edilebilecektir.
Madde 58. - Madde,
yeminin nasıl yerine getirileceğini göstermektedir; önce hâkim yemin biçimini
tekrarlayacak, sonra tanık yüksek sesle bunları tekrarlayacaktır. Hâkim veya
yetkili yemin biçimini söyledikten sonra tanığın "ederim" sözcüğünü
söylemesi yeterli değildir.
Sağır ve dilsizler, yemin
şeklini yazıp imzalarını koyunca yemini yerine getirmiş sayılırlar, okuma yazma
bilmiyorlarsa, işaretle yemin ederler. Bu takdirde işaretlerden anlayan bir
kimsenin aracılığına başvurulur. Geçici olarak konuşma yeteneğini kaybetmiş
olanlar hakkında da aynı usule başvurulur. Kişi, sağır ve dilsiz olmadığı
hâlde, sağır ve dilsiz gibi hareket ederek yemin etmiş ise ettiği yemin geçerli
sayılmalıdır.
Madde 59. - Aynı
soruşturma veya kovuşturma evresinde tanığın tekrar dinlenmesi gerektiğinde
eski yemini hatırlatılarak yeniden yemin ettirilmeyebilir. Yemin, 57 nci madde
gerekçesinde de açıklandığı üzere bir tür sosyal tören olduğundan, aynı kişiye
tekrar tekrar ettirilirse ruhsal etkisi kaybolabileceğinden bu madde kaleme
alınmıştır. Böylece aynı gün içinde birkaç kez yemin ettirilmesi önlenmek
istenmiştir. Ancak soruşturma evresinde yemin verilen tanığa, kovuşturma
evresine geçildiğinde tekrar yemin verilmesi zorunludur.
Madde 60. - Maddede,
tanıkların dinlenmesinde çok önemli dört husus yer almıştır:
1. Birinci fıkrada her
tanığa özellikle sorulacak hususlar yer almaktadır: Tanığa, her şeyden önce
adı, soyadı, yaşı, işi ve yerleşim yeri, işyeri veya geçici olarak oturduğu
yerin adresi, varsa telefon numarası özellikle sorulacaktır. Bunlardan sonra,
yine tanıklık konusuna geçilmeden önce şüpheli, sanık veya mağdur ile
ilişkilerine dair sorular sorulacaktır. Bu sorularla tanığın beyanına ne
dereceye kadar güvenilebileceğinin belirlenmesine çalışılacaktır.
2. Ceza yargılaması
süreçlerinde kanıtlanmış olan ve bu nedenle gözardı edilmeyecek gerçeklerden
biri de kişilerin tanıklık etmekte gösterdikleri çekingenliktir. Özellikle son
zamanlarda suç işlemek amacı ile artan örgütlenmeler, giderek büyüyen kent
rantlarını paylaştırmak için oluşturulan çeteler, suçun ve suçlunun
izlenmesinde yeterince özenli ve etkili davranılmadığı yolundaki bir kısım
medyadaki beyanlar, tanıklığın bir işe yaramayacağı doğrultusundaki olumsuz
değerlendirmeler, "mafya" denilen suç şebekelerine ilişkin günlük
haberler ve bunlara eklenebilecek diğer psikolojik etkenlerle kişiler tanıklık
yapmada çekingenlik göstermekte ve hatta korkmaktadırlar. Bu olumsuz etkilerin
giderilmesi yolu, tanıkların güvenliklerinin eksiksiz sağlanmasıdır. Bu nedenle
gerek kendi gerek bir başka kişi örneğin, ailesi yönünden sakınca görülmesi
hâlinde, tanığın adreslerini gizleyebilmesi için Cumhuriyet savcısı, mahkeme
başkanı veya hâkimin kendisine davetiyenin ulaşabileceği bir başka adresi
göstermesine izin verebilmesi, ikinci fıkrada kabul edilmiştir.
3. Tanığın kimliğini
açıklaması, kendisinin veya başka bir kişinin beden bütünlüğünü veya
özgürlüğünü tehlikeye düşüreceği yolunda bir kuşkuya yol açıyorsa kimliğini
açıklamadan kaçınabilmesine Cumhuriyet savcısı, mahkeme başkanı veya hâkim
tarafından izin verilebilecektir. Ancak tanığın, tanıklık ettiği olayları
hangi neden ve vesile ile öğrenmiş
bulunduğunu açıklaması zorunludur.
Böylece anlatımının
gerçeğe uygunluk denetiminin yapılabilmesi ve sanığın da savunma olanaklarını
uygun biçimde kullanabilmesi sağlanmış ve çıkarlar arasında denge gözetilmiş
olmaktadır.
4. Tanığın dinlenilmesi
sırasında kimliğinin açıklanması gerektiğinde, tanık hakkında hâkim kararıyla
12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 20 nci maddesinde
gösterilen "koruma tedbirleri" uygulanabilecektir. Bu tedbirlere
ancak tanığın kimliğinin açıklanmasının kendisi veya başkaları için ciddî bir
tehlike oluşturması hâlinde başvurulabilecektir.
Getirilen düzenleme ile
ceza yargılamasında özellikle "kovuşturma evresi"nde önemli bir yer
tutan, "tanık beyan delili"nin daha kolay ve güvenli bir şekilde elde
edilmesi amaçlanmıştır. Gerçeğin ortaya çıkarılmasında beyanı ile katkıda
bulunan tanığın Devletçe korunması, hem Anayasa, hem evrensel insan hakları
normlarının gereğidir.
5. Tanığın kimliğine
ilişkin bilgilerin tanıklık etmekle doğan veya varsayılan sakıncaların ortadan
kalkmasına değin, dosyaya konulmayarak Cumhuriyet savcılığında ve kovuşturma
evresinde mahkemede saklanması ve engelin ortadan kalkması ile birlikte dosyaya
konulması maddenin beşinci fıkrasının emri gereğidir.
6. Tanığın kimlik ve
adresine ilişkin bilgileri bu madde hükümlerine aykırı olarak açıklayanlara
verilecek ceza, maddenin son fıkrasında hükme bağlanmaktadır.
Madde 61. - Maddenin
koyduğu temel kural, tanığa, kovuşturmanın konusunu ve sanık kişinin kim
olduğunu açıklamaktır. Bu kural, gerek mahkemece yapılan ifade almalarda, gerek
istinabe yolu ile alınan ifadelerde ve savcının ifade almaya yetkili olduğu
hâllerde geçerlidir. Ancak, polisin aldığı ifadelerde bu kural uygulanmaz.
Çünkü polisin araştırma çerçevesi cümlesinden olarak aldığı ifadelerde, suç
olayının ortaya çıkarılması için başvurulan taktik nedenleri ağırlık
kazanacaktır. Bu nedenle tanığın polisçe ifadesinin alınmasında, soruşturmanın
konusu söylenmeyebilir.
Tanığın bildiklerini
söylemeye davet olunması ve sözünün kesilmemesi kuralı ihlâl olunduğunda bir
kanun yoluna başvuru nedeni doğabilir, çünkü bu durum hukuka aykırılık
anlamındadır. Ancak bozma kararı vermek için doğal olarak nedensellik bağı da
araştırılacak ve aksi hâlde bu aykırılık bir bozma nedeni olmayacaktır.
Tanığa, dinlenmesinden
önce davanın anlatılması, sanık hazır ise, onun gösterilmesi, düzenleyici bir
kuraldır, ihlâl edilmesi kanun yolu nedeni olmaz.
Maddenin ikinci
fıkrasında, tanıklık edilen konuları aydınlatmak, tamamlamak ve adı geçenin
bilgilerinin dayandığı durumları gereğince değerlendirebilmek için tanığa
ayrıca sorular da yöneltilebilir. Maddenin amacı gerçeği bulmak, ortaya
çıkarmaktır. Bu nedenle yetkililer bu amaç doğrultusundaki soruları, elbette
ki, yöneltebileceklerdir.
Madde 62. - Maddede
tanıklıktan ve yeminden çekinmenin yaptırımları ve uygulama koşulları yer
almıştır. Ceza muhakemesi faaliyeti süreklilik arz ettiğinden ve en kısa sürede
bitirilmesi de gerektiğinden tanığın gelmemesi, bu iki hedefe ulaşılmasını
engelleyecektir. Bu nedenle, gelmeyen tanığa, o celsenin giderlerinin
yüklenmesi âdil ve etkili bir yaptırımdır. Mazeretsiz gelmemenin büyük ölçüde
önünün alınması böylece söz konusu olabilecektir.
Tanımlardaki düzenleme
doğrultusunda "hapis yolu ile tazyik" yerine "disiplin
hapsi" kelimesi kullanılmıştır.
Beyanda bulunmaktan veya
yeminden kaçınan tanığın, üç ayı geçmemek ve herhâlde dava hakkında hüküm
verilinceye kadar disiplin hapsine konacağı maddede belirtilmiştir. Disiplin
hapsi için 2 nci maddenin gerekçesine bakılmalıdır. Süre kabahatlere ilişkin
davalarda en çok bir aydır.
Maddenin üçüncü
fıkrasında açıklandığı üzere disiplin hapsi aynı işte yeniden verilse bile tümü
için cürümlerde üç, kabahatlerde bir ayı aşamaz.
Disiplin hapsine karşı
itiraz yolu açıktır.
Madde 63. - Maddede
tanığa verdiği hizmet dolayısıyla ödenecek tazminat ve giderler düzenlenmiştir.
Tazminatın belirlenmesinde mahrum kalınan kâr, zorunlu yol masrafları, beslenme
giderleri, duruşmaya gelmek için olağandışı giderler göz önünde tutulmakla
beraber esas, Adalet Bakanlığınca hazırlanan tarifedir.
Tanık görevini yerine
getirebilmek için seyahat etmek durumunda kalmış ise yol giderleri ile ikamet
giderleri de karşılanacaktır.
1412 sayılı Kanunun 64
üncü maddesinde de davet olunan tanığın "...tarifeye göre kaybettiği vakit
ile mütenasip bir tazminat istihsaline hakkı vardır..." hükmü yer almış,
ancak sözü edilen tarifenin hangi merci tarafından hazırlanacağı ve ne kadar
süre için geçerli olacağı belirtilmemiştir. Maddede yapılan düzenleme ile sözü
edilen tarifenin Adalet Bakanlığınca her yıl için hazırlanacağı vurgulanmak
suretiyle belirsizlik giderilmiştir.
Diğer yandan ceza
yargılamasında tanıklığın önemi dikkate alınarak bu görevin herhangi bir
parasal kaygı duyulmaksızın yapılmasını sağlamak için tanığa ödenecek tazminat
ve giderlerin her türlü vergi, resim ve harçtan muaf olduğu hususuna ikinci
fıkrada yer verilmiştir.
Madde 64. - Bu madde ile
başlayan hükümler bilirkişilik konusunda 1412 sayılı Kanuna göre çok önemli
değişiklikler getirmiş bulunmaktadır. Bunlara aşağıda yer alan madde
gerekçelerinde değinilecektir.
Bu madde, genel bir hüküm
getirmekte ve esas olarak bilirkişilikte Birinci Kitabın Üçüncü Kısmının İkinci
Bölümünde yer alan hükümlerin uygulanacağını, ancak bu hükümlere aykırı olmayan
tanıklığa ilişkin Birinci Bölümde yer alan hükümlerin de uygulanacağını
açıklamaktadır; söz gelimi tanıkların çağırılması hakkındaki hükümler
bilirkişiler hakkında da uygulanacaktır. Tasarı bazı hâllerde ise,
73 ve 74 üncü maddelerde olduğu gibi, doğrudan doğruya ve madde numarası
açıklayarak tanıklık hakkındaki hükümlere yollama yapmaktadır.
Bilirkişiliğin kendisi
bir delil olmamakla birlikte, bilirkişi incelemesi sonucu elde edilen delil,
iz, eser ve emare delildir. Başka bir deyişle bilirkişilik, delillere ulaşmak
için bir araçtır. Bu hususlar göz önüne alınarak bilirkişi incelemesi ile
ilgili hükümler bu Bölümde düzenlenmiştir.
Madde 65. - Madde, ilke
olarak bilirkişinin ne gibi hâllerde atanabileceğini göstermektedir. Hâkimlik
mesleğinin gerektirdiği genel (yani herkese ortak toplumsal kültür verileri) ve
hukukî bilgilerle çözülmesi olanaklı konularda bilirkişi atanamayacak ve
dinlenemeyecektir. Böylece, uygulamada bazen görüldüğü üzere, örneğin
"fiilin hangi suçu oluşturduğunu" belirlemek amacı ile bilirkişi
atanması söz konusu olamayacaktır.
Madde bu hususu
açıklamakla yetinmemiş ve fakat ayrıca bilirkişi oy ve görüşünün hangi hâllerde
alınabileceğini de açıklamıştır: Çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren
hâllerde re'sen, Cumhuriyet savcısının, tarafların veya avukatlarının istemi
üzerine bilirkişi atanabilecektir. Açıklanmalıdır ki, bu ölçü çerçevesinde
bugün bilirkişiye başvurulması gerekli konular çok geniştir ve genişlemektedir:
Psikiyatri ve adlî tıp bilgileri, ceset üzerinde incelemeler, parmak izleri ve
benzeri metodlar, toksikoloji, bilimsel polis, silâhlar, daktilolar, biyoloji,
kimya, muhasebe, mimarî, mekanik, trafik, arkeoloji, yabancı dil, Türkiye'de
eski harfler.
Maddeye göre bilirkişiyi
atamak yetkisi soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısına, kovuşturma evresinde
ise hâkim veya mahkemeye aittir. Bilirkişinin sayısının belirlenmesi de hâkim,
mahkeme veya Cumhuriyet savcısının takdirine bırakılmıştır. Birden çok
bilirkişi atanmasına ilişkin istemin reddinde de aynı usul uygulanacaktır.
1412 sayılı Kanunun 66
ncı maddesine göre Cumhuriyet savcısının bilirkişi atama yetkisinin, hâkim ile
aynı düzeye getirilmesinin nedeni, soruşturmanın noksansız yapılmasını
sağlamaktır.
Madde ile güdülen amaç
(maddenin "ratio legis"i) bilirkişiyi gerçek rolüne döndürmek ve
bilirkişi adaleti olarak adlandırılan uygulamalara son vermektir.
Madde 66. - Madde, esas
itibarıyla bilirkişi olarak kimlerin atanabileceklerini göstermektedir. Aslında
bilirkişi bir sanat adamı, bir uzmandır. 65 inci madde ne gibi hâllerde
bilirkişi atanacağını gösterirken dolayısıyla bilirkişinin niteliğini de
göstermiştir: Bilirkişi özel bir bilgiye veya teknik bilgiye sahip bulunan bir
kişi ve genellikle bir teknisyendir. Ancak teknisyen olmak bilirkişinin tanımı
için yeterli değildir. Zira bilirkişi yalnız bir saptama değil aynı zamanda bir
takdirde bulunacak, bir değerlendirme de yapacaktır. Bu itibarla bilirkişinin
bilgi ve teknik alanında belirli bir deney sahibi olmuş kişilerden seçilmesi ve
bu bakımdan adlî otoritenin, bir tür tasvibini (agrément) elde etmiş bulunması
gerekir. İşte bu nedenle madde birinci fıkrasında her yıl il adlî yargı adalet
komisyonlarınca bir liste hazırlanmasını ve yukarıda belirtilen niteliklere
sahip bilirkişilere bu listede yer verilmesini uygun görmüştür. Madde
listelerin meydana getirilmesi ve listelerde yer verilenlerin, listelerden
çıkarılmaları hususundaki esas ve usullerin, Adalet Bakanlığınca çıkarılacak
bir yönetmelikte belirlenmesini uygun görmüştür. Bilirkişiler ilke olarak bu
listelerde yer alan kişiler arasından seçileceklerdir: Listelerde gerçek ve
tüzel kişilere yer verilecektir. Üçüncü fıkrada bilirkişi olarak bir tüzel kişi
seçildiğinde (Örneğin bir araştırma veya muhasebe şirketi gibi) incelemeyi
yapacak kişi veya kişilerin isimleri atayan mercie bildirilecek ve bunlar yargı
merciinin onayından sonra işlerine başlayacaklardır; onaylanmadıklarında ise
istem olursa yeniden isim bildirebileceklerdir. Böylece madde, çok yerinde
olarak bilirkişilerin, önceden bir elemeden geçirilerek atanmalarına olanak
sağlamış bulunmaktadır; bu suretle bilirkişilik kurumuna disiplin sağlanması
ile kalınmayacak ayrıca bilirkişinin hâkim gibi görev yapması da önlenmiş
olacaktır.
Sistem esasta böylece
işleyecektir; ancak, işin özelliği gereği listeye dahil olmayanlar arasından da
bilirkişi atanması gerekebilir. Bu ihtiyacı karşılamak üzere de maddenin ikinci
fıkrasında, istisnaî olarak ve gerekçesi de gösterilmek suretiyle, listelere
girmeyenler arasından da bilirkişi seçilebilmesi olanağı tanınmıştır. Diğer
yandan kanunların özel olarak görevlendirdiği resmî bilirkişiler varsa bunlar
öncelikle atanacaklardır. Ancak yetkili merci sunulan görüş veya oydan tatmin
olmazsa listeden ve liste dışından yeni bilirkişi atayabilecektir.
Maddenin beşinci ve
izleyen fıkralarında bilirkişilerin yemin şekli, ne suretle yemin edecekleri,
yemini saptayan tutanağın nasıl düzenleneceği gösterilmiştir.
Cumhuriyet savcısı ve
hâkimler, yalnız bulundukları il bakımından yapılmış listelerden değil ve fakat
diğer illerde oluşturulmuş listelerden de bilirkişi seçebilirler.
Madde 67. - Numara
verilmiş altı fıkra ve fıkralar içerisinde yer alan paragraflardan oluşan bu
madde bilirkişilikle ilgili önemli sorunlara çözüm yolları getirmektedir. Bu
çözüm yolları aşağıda fıkra sıralamasında gösterilmiştir.
1. Bilirkişi incelemesine
ilişkin karar: (1) numaralı fıkrada yer alan hükme göre karar iki hususu
içerecektir:
a) İnceleme konusu belirtilecek
ve bu konu teknik nitelikte veya özel bilgilerle çözülebilecek nitelikte
olacaktır. Bunlar dışındaki sorunlar için bilirkişi incelemesi kararı
verilemeyecektir.
b) Bilirkişinin görevini
yerine getireceği süre belirtilecektir yani bilirkişiye belirli bir süre
verilecektir. Özel nedenler zorunlu kılmadıkça bilirkişi görevini bu süre
içinde bitirmekle yükümlüdür. (2) numaralı fıkrada da belirtildiği üzere bu
bilirkişi hemen değiştirilebilir. Ancak yetkili merci özel nedenleri kabul
ettiğinde ve bilirkişinin de istemi varsa, süre bütün bu hususları belirten
gerekçeli bir kararla en çok üç ay daha uzatılabilir.
2. Bilirkişinin süresi
içinde görevini bitirememesi hâli: Bilirkişi, belirlenen süre içinde raporunu
vermemiş ve süre de uzatılmamış ise yine de merciine bir rapor vermek ve bunda
o ana kadar giriştiği işlemleri açıklamak ve görevi nedeniyle kendisine teslim
edilmiş olan eşya ve belgeleri derhâl geri vermekle yükümlüdür. Bu bilirkişi,
bilirkişiler listesinden çıkarılabilir. Fıkrada görevlerini zamanında yerine
getirmemiş bulunan bilirkişinin bu yüzden uğranılan zararları tazmine mahkûm
edilip edilmemeleri, kendilerini atayan merciin takdirine bırakılmıştır.
3. Bilirkişinin görevini
yerine getirmesi biçimi: Birinci olarak görevin, atayan merci ile ilişki
kurularak yerine getirilmesi, örneğin bazı konularda hâkim veya Cumhuriyet
savcısından ek bilgi istenebilmesi esastır. İkinci olarak bilirkişi
gerektiğinde incelemelerinin gelişmeleri hakkında merciine bilgi verecektir;
böylece bilirkişinin görevini ihmal etmesi önlenmek istenilmektedir. Bilirkişi
yararlı gördüğü tedbirlerin alınmasını da merciden isteyebilecektir.
4. Bilirkişinin bazı
kimselerle teması: Bilirkişi görevin yerine getirilmesi gerektiriyorsa şüpheli veya sanığın
bilgisine başvurabileceği gibi (aşağıda 5 numaraya bakınız) aynı maksatla sanık
dışındaki kimselerin de bilgilerine başvurabilir. Bilirkişinin, uzmanlığına
girmeyen bir hususta aydınlanma gereksinimi duyduğu hâllerde, hâkime veya
mahkemeye veya Cumhuriyet savcısına başvurması ve gereksinimi bildirmesi
hâlinde adı geçenlerin, nitelikli ve konusunda bilgisiyle tanınmış kişilerle
bir araya gelmelerine izin vermeleri (4) numaralı fıkrada öngörülmüştür.
Böylece çağırılan kişiler de yemin edecekler ve rapor vereceklerdir. Bu rapor
bilirkişi raporunun tamamlayıcı bir kısmı sayılacaktır. Cumhuriyet savcısı ve
taraflar da hâkimden aynı nitelikteki istemde bulunabileceklerdir.
5. Bilirkişinin şüpheli
veya sanığa soru yöneltmesi: Bilirkişinin şüpheli veya sanığa soru yöneltmesi
mahkeme başkanı veya hâkim veya Cumhuriyet savcısının iznine bağlıdır. Adı
geçenler bu hususta gerekçeli bir karar ile izin vereceklerdir. İzin verilmezse
sorular mahkeme başkanı, hâkim veya Cumhuriyet savcısı aracılığı ile yani onlar
tarafından yöneltilir.
Cumhuriyet savcısı veya
taraflar, bilirkişiye sorularını hâkim aracılığı ile sorarlar; ancak hâkim adı
geçenlere doğrudan soru yöneltmek yetkisini verebilir. Ancak hekim bilirkişiler
muayene yaparken, zorunlu saydıkları soruları, hâkim, Cumhuriyet savcısı ve
avukat bulunmadan da doğrudan şüpheli veya sanığa yöneltebilirler.
6. Bilirkişiye eşyanın
veya belgelerin verilmesi: Bilirkişilere, incelemek üzere şeyler mühür altında
verilmeden önce sayım yapılır ve bir liste meydana getirilir. Bütün bu hususlar
tutanağa bağlanır; mühürlerin açılması ve yeniden konulması yine bir tutanağa
bağlanır ve bir liste düzenlenir. Bu ikinci liste ve tutanak bilirkişilerce
düzenlenecektir.
Madde 68. - Madde,
bilirkişinin düzenleyeceği raporun yazılış biçimini, merciine verilmesini, rapor
hakkındaki itirazları, yeni bilirkişi atanması konularını düzenlemektedir.
Rapor, bilirkişilerin
yaptıkları işlemleri, vardıkları sonuçları içerecek, incelemelerin bizzat
bilirkişilerce yapıldığını ifade edecektir. Birden çok bilirkişi atanmış ve
değişik görüşler yansıtılmış ise bu görüşler, ortak sonuçlar üzerinde ayrık
görüşler varsa bunlar da gerekçeleri ile birlikte rapora geçirilecektir. Sonra
rapor ve mühür altındaki şeyler kaleme verilecek ve bu hususu belirten bir
tutanağa bağlanacaktır.
Rapor örnekleri duruşma
aşamasında Cumhuriyet savcısına, taraflara ve avukatlara verilebileceği gibi
adı geçenlere iadeli taahhütlü bir mektup ile de gönderilebilecektir.
Bu işlem yerine
getirilmekle beraber Cumhuriyet savcısı ve taraflara itirazlarını veya yeni bir
bilirkişi incelemesi isteyip istemediklerini bildirmek üzere bir süre
verilecek, bunu hâkim veya mahkeme belirleyecektir.
Mahkeme veya hâkim bu
istemleri inceleyecek ve reddi hâlinde üç gün içinde gerekçeli bir karar
verecektir.
Madde 69. - Kovuşturma
evresinin, hemen hemen bütün mukayeseli mevzuatta ortak olan özellikleri
sözlülük, tartışmalılık, işi bir duruşmada bitirmedir. Bunlardan sözlülük
(şifahilik) esastır ve başta gelir. Bu esas çerçevesinde bilirkişilerin
duruşmada açıklama yapmak üzere çağırılması, bu madde ile öngörülmüş ve
düzenlenmiştir.
Bilirkişilerin duruşma
aşamasında raporlarını verdikten sonra hazır bulunmaları zorunluğu yoktur.
Ancak mahkeme re'sen veya Cumhuriyet savcısının veya tarafların veya avukatların istemi üzerine adı
geçenleri, açıklamalarda bulunmak üzere çağırabilir. Bu hâlde not ve
raporlarına bakarak cevap verebilecek olan bilirkişilere, görevleri
kapsamındaki bütün sorular yöneltilebilir.
Bilirkişi açıklaması ile
tanık olarak veya bilgi edinilmesi için dinlenen kişilerin beyanları arasında
çelişki ortaya çıkarsa, mahkeme gerekçeli bir kararla duruşmanın devamına veya
işin ileri bir tarihe bırakılmasına karar verebilir.
Madde 70. - Madde,
bilirkişinin reddini düzenlemektedir. Ret nedenleri, hâkimler bakımından söz
konusu olanların aynıdır. Bu hususta 23 üncü ve izleyen maddelerin
gerekçelerine bakılmalıdır.
Madde ikinci fıkrasında
tanıklığın bilirkişi olarak atanmaya engel olmadığını belirtmiş ve ret hakkına
sahip bulunanları göstermiştir.
Üçüncü fıkrada ret
istemini inceleyecek merciler soruşturma ve kovuşturma evreleri için ayrı ayrı
gösterilmiştir.
1412 sayılı Kanunda geçen
ve reddi isteyenin nedenleri "ispat" etmesine ilişkin ifade yerine
"inandırıcı bir şekilde açıklama" ibaresine yer verildiğinden ayrıca,
"yemin delil olmaz" hükmü uygun görülmemiştir.
Madde 71. - Maddede,
belirtilen kişi ve kurumların bilirkişilik görevini kabul etmek zorunluğunda
olduğu açıklanmaktadır. Bunlar; resmen bilirkişilikle görevlendirilmiş olanlar
ve il adalet komisyonlarınca her yıl düzenlenen listede yer alan gerçek ve
tüzel kişiler, incelemenin yapılması için bilinmesi gerekli fen ve sanatları
meslek edinenler ile inceleme için gerekli mesleği yapmaya resmen yetkili
olanlardır.
Madde 72. - Belli bir
muayeneyi veya incelemeyi yaparken değişme ve gelişmelere tanıklık yapan kişi
tanık gibidir. Bu çeşit bilirkişiye "tanık bilirkişi" denilir.
Geçmişte gerçekleşmiş olan bir olay veya durumu, sahip olduğu özel bilgi ile
açıklayıp raporunu yazan bilirkişi, bu olayın adeta tanığı olmaktadır. Bu gibi
hâllerde hem uzmanlık derecesindeki bilgi nedeniyle bilirkişi, hem de belli
olay veya durumlara ait bilgisi nedeniyle tanığı olduğu için bilirkişiye ayrı bir
statü verilmesi gerekli sayılmıştır. Talât Paşa'nın öldürülmesi ile ilgili
olarak yıllar sonraki bir davada dinlenen bilirkişi bunun tipik örneğidir.
Yukarıda açıklandığı
üzere bilirkişi saptama ve değerlendirme yapan kişidir; burada ise yapılan iş
adeta tarihe tanıklık yapmak gibidir. Bu nedenle söz konusu kişiler hakkında
tanıklığa ait hükümlerin uygulanmasını madde kabul etmiştir.
Madde 73. - Madde,
bilirkişilikten çekinme bakımından üç grup neden belirlemektedir:
1. Tanıklıktan çekinmeyi
gerektiren nedenler, bilirkişiler için de geçerlidir.
2. Ancak bilirkişi
geçerli diğer nedenlerle de, söz gelimi ideolojik yapısı veya sanığa karşı
duyduğu şefkat derecesi gibi nedenlerle de çekinebilir.
3. Memur veya diğer kamu
görevlileri de, mensup bulundukları dairece bilirkişiliklerinin memuriyetin
yarar ve gereklerine zarar vereceği bildirildiğinde, bilirkişi olarak
dinlenemezler.
Madde 74. - Madde
usulünce çağrıldığı hâlde gelmeyen veya yemin etmekten veya görüş bildirmekten
çekinen bilirkişiler hakkında, tanıklar hakkında uygulanan zorlama
tedbirlerinin uygulanmasını kabul etmiştir. Bilirkişilikten çekinildiğinde ve
çekinme mercii tarafından kabul edildiğinde, elbette ki, bu hüküm
uygulanmayacaktır.
Madde 75. - Ceza
yargılamasında, kriminoloji ve teknolojideki gelişmelerden yararlanılması
kaçınılmaz bir zorunluluktur. Bu durumda teknik bilirkişinin önemi ve
vazgeçilmezliği bir defa daha ortaya çıkmaktadır. Maddede sağlıklı bir
yargılama ve doğru bir hüküm tesisi için çaba gösteren ehliyetli kişilere bu
görevlerinin karşılığı olarak yapılacak ödemeler düzenlenmektedir.
Madde 76. - Madde, para
ve Devlet tarafından çıkarılan tahvil ve Hazine bonosu gibi değerler üzerinde
işlenen sahtecilik suçlarında, gerektiğinde bu şeylerin, asıllarını tedavüle
çıkaran makamlara incelettirilmesini öngörmektedir. Madde, ayrıca bu makamların
hangi hususlarda görüş bildireceklerini de belirtmektedir: Taklit veya
sahteciliğin neden ibaret bulunduğu ve ne suretle gerçekleştirildiği ve
eserlerinin neden ibaret bulunduğu görüşte yer alacaktır.
Yabancı devletlerin
paraları ve değerlerinin her türü için de yetkili Türk makamlarının görüşleri
mutlaka alınacaktır.
Madde 77. - 1412 sayılı
Kanunun 74 üncü maddesinin birinci fıkrasında "tedavi ve muhafazaya
hükmolunması veya Ceza Kanununun 47 nci maddesinin uygulanması bakımından
yapılan incelemede" ibaresine yer verilmiştir. Tasarının bu maddesiyle Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanunu Tasarısı ile Türk Ceza Kanunu arasında uyum
sağlanmıştır.
İkinci fıkrasında,
"Birinci fıkra hükmü, ancak şüpheli veya sanığın fiili işlediği yolunda
kuvvetli şüpheler varsa uygulanabilir" hükmü yer almaktadır. Böylece,
Anayasanın 19 uncu maddesinde belirtilen gözlem altına alma gibi kişi hürriyeti
ve güvenliğini ve Anayasanın 17 nci maddesinde belirtilen kişi dokunulmazlığını
çok yakından ilgilendiren ağır bir işlemin ancak kuvvetli şüphelerin bulunması
hâlinde söz konusu olabilmesi uygun sayılmıştır ve ayrıca çağdaş ceza
muhakemesinin evrensel ilkelerinden biri olan orantılılık ilkesine de gereken
önem verilmiştir.
Üçüncü fıkra, şüpheli
veya sanık hakkında alınacak bu tedbirin kişi haklarını, adeta tutuklama gibi
ihlâl edici nitelikte bulunması nedeniyle, bu hâlde zorunlu avukat atanması
esasını getirmiştir.
Dördüncü fıkra, gözlem
altında bulundurmayı belirli sürelerle kısıtlamış bulunmaktadır. Bu kararlara
karşı acele itiraz yoluna gidilebilecek ve itiraz kararın yerine getirilmesini
durduracaktır.
Fiili işlediği zaman şuur
ve hareket serbestliği yerinde olan sanığın, sonradan bilincini veya hareket
serbestliğini tamamen kaldıracak veya önemli derecede azaltacak surette aklî
malûliyet hâli ortaya çıkarsa, hakkında kovuşturma yapılamıyacağından, bu madde
hükmü gereğince işlem yapılması ve sonucuna göre yargılamanın durması kararının
verilmesi gerekir.
Madde 78. - Beden
muayenesi, 1412 sayılı Kanunda ayrıntılı olarak düzenlenmiş değildir; 1412
sayılı Kanunun 66 ncı maddesinin son fıkrasında yer alan düzenlemenin, gerek
maddî gerçeğe ulaşılması ve gerek şüpheli ve sanığın insan hakları açısından
yeterli olmadığı açıktır. Tasarı bu konuyu geniş şekilde düzenlemeyi uygun
görmüştür.
Karşılaştırmalı hukukta
bedenden parça alınması hususunda değişik düzenlemeler vardır: İngiltere'de
ilgilinin rızası olmadıkça parça alınamaz; ancak geçerli bir neden olmadığı
hâlde rıza açıklanmaması durumunda hâkim, sanığa karşı bir suçluluk emaresi çıkarabilir. İtalya'da
ise parça alma hem yasaktır ve hem de rıza olmaması hâlinde hâkim bundan sonuç
çıkaramaz. Almanya'da ise ilgilinin rızası olmadan bedenden parça ve kısım
alınabilir. Bu işlem hâkim, savcı ve gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde
polis tarafından gerçekleştirilebilir. Ancak ön koşul kişinin sağlığının bir
riskle karşılaşmaması ve işin ağır bir tıbbî müdahaleyi gerektirmemesidir; 15/6/2000
tarihli olup, Fransız Ceza Usul
Kanununun 142 nci maddesinde ve diğer bir kısım kanunlarda değişiklik yapan
Kanun bu konuda şu hükmü getirmiştir: "Gözaltına alınmış bir kimse
üzerinde dahili bedensel tahkik işlemlerine girişmek için bir hekime başvurmak
zorunludur. Bu tür bir işleme, araştırma bakımından zorunlu olduğu hâllerde
başvurulabilir".
Tasarı, Alman sistemine yakın
ve fakat ona göre daha güvenceli bir usulü kabul etmiştir: Birinci olarak delil
elde etmek, bazı vakıaları ve olayları, örneğin yaraları, iz ve eserleri
belirlemek amacıyla muayene yapılabilecek, beden boşlukları incelenebilecektir.
İkinci olarak bedenden
kan, cinsel salgı, saç, vücut kılları, tırnak, tükürük, nefes, deri döküntüsü,
gaita, sümük, balgam gibi örneklerin alınması mümkün olacaktır. Bu yolla
örneğin gen teknolojisi ceza muhakemesinin hizmetine sokulmuş olacaktır.
Üçüncü olarak işlemin ilgilinin
sağlığını tehlikeye düşürmemesi temel ön koşuldur. Bu itibarla muayene veya
parça almak maksadıyla, hiçbir suretle, cerrahî müdahalede bulunulamaz. Cerrahî
müdahalenin ne olduğunu, sağlıkla ilgili mevzuat belirtmektedir.
Dördüncü olarak bu işleme
ultima ratio olarak yani başka suretle delil elde etme olasılığı bulunmayan
hâllerde başvurulabilecektir.
Beşinci olarak işleme,
mutlaka şüpheli veya sanığın avukatının dinlenmesinden sonra hâkim tarafından
karar verilebilecektir. Cumhuriyet savcısı veya mağdur bu hususta istemde
bulunabileceklerdir.
Altıncı olarak gerekli
işlemler hâkimin görevlendireceği bir hekim veya diğer bir görevli tarafından
yapılacaktır.
Yedinci olarak alınan
örneklerin, kişilik haklarının korunması için olayla ilgisi bulunmayan başka
yargılamalarda kullanılması mümkün olmayacaktır.
Bu maksatla alınan
kararlara karşı itiraz edilebileceği maddenin son fıkrasında hüküm altına
alınmıştır.
Madde 79. - Maddî
gerçeğin araştırılması bakımından şüpheli veya sanıktan başka kişilerin de
beden muayenesi gerekli olabilir. Örneğin, mağdur üzerinde yapılacak olan
incelemeler, iddia ve savunma açısından önemli bulguları ortaya koyabilir. Bu
nedenle maddede, 78 inci maddede yer alan usulün şüpheli veya sanık dışındaki
kişiler bakımından da uygulanabilmesi öngörülmüştür. Ancak bu gibi hâllerde 78
inci maddenin saptadığı bütün koşullara uyulacaktır. Beden muayenesinin veya
bedenden kısım alınmasının amacı suça ait delil, iz, eser ve emarelerin bulunup
bulunmadığını saptamak veya irsiyeti belirlemek olacaktır.
Tanıklıktan çekinme
haklarına sahip olanlar beden muayenesini yaptırmayı veya bedenden parça
alınmasını kabul etmeyebilirler. Bu durumda bulunan çocuk veya akıl hastaları
hakkında çekinme hakkını bunlar yerine yasal temsilcileri kullanırlar. Ancak
yasal temsilci de şüpheli veya sanık ise çekinme hakkı konusunda kararı hâkim
verecektir. Yasal temsilci değiştiğinde veya davanın ileri aşamalarında şüpheli
veya sanık sıfatı kalktığında, evvelce elde edilmiş delil, iz, eser ve
emareler, adı geçenin rızası olmadığında kullanılamayacaktır.
Bu maddenin uygulanması
yönünden diğer önemli bir koşul bedenden alınan örneklerin ancak olayın
yargılanmasında veya bununla bağlantılı yargılamalarda kullanılmasıdır.
Kullanılmasına gerek kalmayan örnekler, derhal yok edilecektir.
Madde, bu madde gereğince
alınacak kararlara itiraz edilebileceğini saptamıştır.
Madde 80. - Madde,
kadının muayenesine ilişkin olup, genel ahlâk anlayışına uygun bir düzenleme
getirmiştir.
Madde 81. - Maddede
moleküler genetik incelemelerin esasları belirlenmektedir. Bu madde ve 82 nci
maddedeki düzenlemeler, Alman Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 81a ilâ 81f
paragraflarına paralel bir niteliktedir. Çoğu kez soybağı veya ele geçirilen
materyalin şüpheliye, sanığa veya mağdura ait olup olmadığı konusunda duyulan
kuşkular, moleküler genetik incelemeler yapılmaksızın giderilememektedir. Bu
nedenle maddede moleküler genetik incelemelerin esasları ve sınırları düzenlenmektedir.
Madde 82. - Madde
uyarınca moleküler genetik incelemeler yapılmasına sadece hâkim karar
verebilecek, yazılı kararda incelemeyi yapacak bilirkişi de gösterilecektir.
Maddede, bilirkişi olarak görevlendirilecek kişilerin nitelikleri, yasak genetik
incelemelerin yapılmaması ve elde edilecek bilgilerin dışarıya sızmaması için
alınması gerekli tedbirlerle ilgili hükümler konulmaktadır.
Madde 83. - Madde, fizik
kimliğin saptanmasına ilişkin esasları ve saptanacak hususları göstermektedir.
Fizik kimliğin saptanması
esasta soruşturma evresinde yapılması gereken alışılagelmiş bir kolluk
işlemidir ve şüpheliler ile sanıkların soruşturma ve kovuşturma makamlarınca
tanınmasını amaçlamaktadır. Kişiler hakkındaki belirli bilgiler, esasta özel
hayata ilişkin bulunduğundan ve hukukun koruması altında kaldığından bu
husustaki bilgi ve bulguların ancak belirli ağırlığı olan suçlar bakımından
saptanması ve kovuşturmaya yer olmadığına veya beraate karar verildiğinde
kayıtların dosyadan çıkarılıp yok edilmesi uygun görülmüştür.
Madde 84. - 78 ilâ 83
üncü maddelerde öngörülen işlemlerin yapılması ile ilgili esas ve usullerin,
Adalet Bakanlığınca Sağlık Bakanlığının görüşü alınarak çıkarılacak
yönetmelikle düzenleneceği belirtilmektedir.
Madde 85. - Madde,
yargılamanın amacına erişmek için olay ve durumun oluş nedenlerini anlayabilmek
üzere yerinde inceleme yapmak hususunu düzenlemektedir. Bu amaçla yapılacak
incelemeye muhakeme hukukunda keşif denilmektedir. Keşif, delil içeriğinin
öğrenilmesine, toplanmış delillerin değerlendirilmesine yaradığı gibi, icra
edildiği yerde var olan durum ile olayın özelliğine göre varlığı umulup da
bulunamayan eserlerin ve izlerin yokluğunu saptama bakımından da önemlidir.
Hâkim tarafından ve
alınan bir karara dayanılarak icra edilen keşif, olay yerinde, olay saati ve
meteorolojik koşullara uygun biçimde yapıldığında amaca daha uygun olur. Diğer
muhakeme işlemlerinde olduğu gibi keşif, naip hâkim ya da istinabe olunan
mahkeme ile gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı tarafından
yapılabilecektir.
Keşfin, hâkim tarafından
yapılması gereği, vicdanî delil sisteminde hâkimin, ispat araçları ile doğrudan
teması ve duruşmadan edineceği kanaate göre karar vermesi ilkesi bakımından
önemli olduğu kadar, davanın sonucuna etkili bir durum saptamasının, tarafların
hazır bulunabileceği yargılama aşamasında yapılması açısından da yararlı olup
"adil yargılama" ilkesi ile doğrudan ilişkilidir. Bu konuda 86 ncı
maddenin gerekçesine de bakılmalıdır.
Madde 86. - Madde,
keşifte, tanık ve bilirkişinin dinlenmesinde hazır bulunabilecek kişileri
göstermektedir.
Yargılamanın yüzyüzelik
(vicahîlik) yani sözlülük ilkesi, iddia ve savunma dengesinin korunmasının
gerektirdiği ölçüde, sanığın yargılama faaliyetlerine katılmasını gerektirir.
Tanıkların dinlenilmesinde sanığın, tanık beyanlarını tartışıp çürütmek, onlara
gerekli soruları gerekli zamanda yöneltmek hakkı adil yargılama bağlamında ne
kadar önemli ise, davanın, sonucuna etki yapabilecek nitelikteki keşif
işlemlerinde de sanığın hazır bulunup, bu yargılama faaliyetlerine katılması da
aynı açıdan gereklidir. Bu nedenlerle keşfin, ilke olarak hâkim tarafından
yapılması yararlı sayılmıştır.
Bir olayın
soruşturmasında incelemenin hemen yapılmasının zorunlu olduğu, diğer bir
deyişle gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı tarafından da
keşif yapılabilecektir. Kolluğun veya Cumhuriyet savcısının, delil olabilecek
şeyleri arayıp bulmak için yaptığı araştırma ve bu husustaki saptamalar ile
"keşif" işlemini birbirine karıştırmamak gerekir. Cumhuriyet savcısı
belirtilen şekildeki saptamayla yetinmeyip, gecikmesinde sakınca bulunması
nedeniyle keşfin hemen yapılmasını gerekli gördüğü hâllerde, bunun hâkim
tarafından yapılması gereken bir yargılama işlemi olduğunu dikkate alarak,
duruşmada hazır bulunabilecek kişileri, kendisinin yaptığı keşif işleminde de
hazır bulundurmalıdır. Böylece kendisine suç isnat edilen de keşif mahallînde
bulunup inceleme işlemlerine katılmış ve duruşmada da incelenecek bu belgeye
karşı itirazlarını yapabilecek bir durumda olacağından savunma hakkı
kısıtlanmamış olacaktır. Bu konuda 85 inci maddenin gerekçesine de
bakılmalıdır.
Madde birinci fıkrasında,
keşifte şüpheli, sanık, mağdur ve avukatlarının hazır bulunabileceklerini,
ikinci fıkrada ise tanık veya bilirkişinin dinlenmelerinde hangi hâllerde adı
geçenlerin hazır bulunabileceklerini göstermektedir.
Üçüncü fıkrada ise,
şüpheli veya sanığın hazır bulunmasının men olunabileceği bir hâl yer
almaktadır: Adı geçenlerin hazır bulunmaları, tanığın gerçeğe uygun beyanını
engelleyebilecekse, örneğin tanık, sanığın etkisi altında kalıyorsa, tanığın
dinlenmesinde sanığın hazır bulunmamasına karar verilebilir.
Maddenin dördüncü ve
beşinci fıkralarında, hazır bulunma hakkına sahip olanların ne şekilde haberdar
edileceklerine, işin başka güne bırakılmasını isteyemeyeceklerine, tutukluların
ancak mahkeme binası içerisindeki işlerde hazır bulunabileceklerine ilişkin
hükümler yer almaktadır. Ancak beşinci fıkranın ikinci cümlesi, zorunlu sayılan
hâllerde, tutuklu, şüpheli veya sanığın, hâkim kararı ile mahkeme binası
dışında da yapılacak işlemlerde hazır bulunmasına karar verilebilmesine de
olanak sağlamıştır. Bu gibi hâllerde, hâkim tarafından re'sen karar
verilmediğinde, kolluğun istemi üzerine Cumhuriyet savcısı, tutuklama kararını
vermiş olan hâkimden bu hususta karar
vermesini isteyebilecektir.
Madde 87. - Madde ölünün
kimliğini belirleme ve adlî muayeneyi düzenlemektedir. 88 inci maddede de
otopsi düzenlenmiştir. Keşif ve bilirkişiliğe ilişkin genel hükümler varken bu
iki konunun ayrıca ele alınmasının nedeni, ceset iyi muayene edilmezse
çürüyeceğinden ve otopsi iyi yapılmadığında ceset dağılacak ve deliller de
kaybolacağından, bu işlemlerin iyi ve doğru bir tarzda yapılmasını sağlamak
üzere konuyu ayrıca düzenleme gereğidir.
Her şeyden önce ölünün
kimliği saptanacaktır. Bu amaçla her şey yapılabilecek ve özellikle, ölen
kişiyi tanıyanlara ceset gösterilecek veya bilgilerine başvurulacaktır. Şüpheli
veya sanığa da ölü gösterilecektir. Maddede sayılı hususlar dışında da,
soruşturmayı yapan, gerekli gördüğü yerlerden bilgi toplayabilecektir.
Ölünün kimliği
saptandıktan sonra, adlî muayenesi yapılacaktır. Bu muayenede, tıbbî
belirtiler, ölüm zamanı ve ölüm nedenini belirlemek için tüm bulgular
saptanacaktır. Adlî muayene, sırf olayı saptamak ve delil, iz, eser ve emare
bulmak amacı ile yapılan işlemdir.
Cesedin adlî muayenesi
esasta zorunludur ve Cumhuriyet savcısının istemi üzerine buna hâkim,
gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde buna Cumhuriyet savcısı tarafından karar
verilir ve bir hekim görevlendirilerek, hâkim veya Cumhuriyet savcısının huzuru
ile işlem gerçekleştirilir. Ancak ölüm
nedeni açık ise veya delil, iz, eser ve emarelerin elde edilmesi için hekime
gereksinim yoksa, hekim görevlendirilmesinden vazgeçilebilir ve saptamaları
hâkim veya Cumhuriyet savcısı kendisi yapar.
Madde 88. - 87 nci
maddenin gerekçesinde de belirtildiği gibi, keşif ve bilirkişiliğe ilişkin
genel hükümler varken önemi nedeniyle otopsi ayrıca düzenlenmiştir.
Maddenin kapsadığı
esaslar şunlardır:
1. Otopsi, cesedin durumu
olanak verdiği takdirde, mutlaka baş, göğüs ve karnının açılması suretiyle yapılan tıbbî bir müdahaledir.
İlke olarak birisi adlî tabip diğeri patoloji uzmanı veya diğer dallardan
birisinin mensubu veya biri pratisyen iki hekim tarafından yapılır. Avukat
tarafından getirilen hekim de otopside hazır bulunabilir; böylece "adil
yargılanma hakkı" güçlendirilmektedir ve ayrıca soruşturmada, sağlam
delillerin elde edilmesi, davanın bir duruşmada bitirilmesi için gerekli
olduğundan, avukatın bu evrede belli delillerin saptanmasında katkıda bulunması
sağlanmaktadır.
Kural böyle olmakla
beraber, ülkemizin bazı bölgelerindeki koşullar göz önüne alınarak, zorunluk
bulunduğunda işlemin bir hekim tarafından yapılabilmesi de kabul edilmiştir.
Ölümünden önceki
hastalığında öleni tedavi etmiş olan hekime otopsi yapma görevi verilemeyeceği,
ancak adı geçenin otopsi sırasında hazır bulundurularak hastalığın seyri
hakkında bilgi vermesinin istenebileceği kabul edilmiştir.
2. Otopsi Cumhuriyet
savcısının istemi üzerine hâkimin, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde
Cumhuriyet savcısının huzurunda yapılacaktır.
3. Gömülmüş bir cesedin
çıkarılıp muayenesi ve ceset üzerinde otopsi yapılması için gerekli karar hâkim
tarafından verilecektir. Ancak gecikmesinde sakınca bulunan bir hâl varsa
Cumhuriyet savcısı tarafından da bu hususta karar verilebilecektir.
4. Mezardan cesedin
çıkarılması kararı ilke olarak ölünün bir yakınına hemen bildirilecektir; ancak
bildirme, araştırmanın amacını tehlikeye düşürecekse, örneğin cesedin yok
edilmesi olasılığı varsa veya yakınına ulaşılması zor ise, gerçekleştirilmeyecektir.
5. Maddede belirtilen
işlemler yapılırken olanaklar ölçüsünde cesedin fotoğrafı da alınacaktır.
Madde 89. - Madde, yeni
doğanın adlî muayenesi ve otopsisi hakkında özel hüküm getirmekte ve
araştırılacak hususları belirtmektedir: Bunlar, yeni doğanın yaşayıp
yaşamadığı, vaktinde doğup doğmadığı, yaşama yeteneği, doğumdan sonra yaşama
süresi ve ölüm zamanı ile ölüm nedenlerini kapsamaktadır.
Yeni doğanın cesedi
üzerinde yapılacak adlî muayene veya otopsi işleminin amacı çocuğun doğum
sırasında veya doğumdan sonra yaşayıp yaşamadığını, yaşam bulgularının var olup
olmadığını veya biyolojik olarak ananın bedeni dışında yaşamını sürdürüp
sürdüremeyeceğini saptamaktır yani yaşama yeteneğini taşıyıp taşımadığını
belirlemektir. Demek oluyor ki, Tasarının bu maddesi ile getirilen bir başka
yenilik, yeni doğanın yaşama hakkının bir belirtisi olarak, klâsik adlî muayene
veya otopsi işlemlerinin yapılmasından beklenen amacın ötesinde, ananın bedeni
dışında yaşamının olgunlaşıp olgunlaşmadığının veya yaşama yeteneğinin bulunup
bulunmadığının da saptanmasının zorunlu hâle getirilmesidir.
Madde 90. - Madde,
zehirlenerek öldüğünden şüphe edilen kişinin otopsisinde ne gibi hususların,
mutlaka göz önüne alınması gerektiğini göstermektedir:
1. Organlardan parça
alınırken organın görünen şekli tanımlanacaktır.
2. Organda rastlanan
tahribat belirlenip, tanımlanacaktır.
3. Ölüde veya diğer
yerlerde bulunmuş şüpheli maddeler toplanacak ve bunların, bir uzmana veya
resmen görevlendirilmiş bir makama incelettirilerek tahlilleri yaptırılacaktır.
4. Bu analizin bir
hekimin katılmasıyla veya onun idaresinde yaptırılmasına da karar
verilebilecektir.
Madde 91. - Madde, kamu
davasında suçun ispatı bakımından yararlı görülen veya müsadereye veya Devletin
mülkiyetine geçmesi yaptırımına tâbi olan eşyanın muhafazası veya başka bir
şekilde güvence altına alınması yetkisini vermektedir. Eşyanın önce yanında
bulundurandan teslimi istenecek, vermezse eşyaya elkonulabilecektir. Elkoyma
terimi Tasarıda zapt yerine kullanılmakta ve rıza bulunmayan hâllerde zorla
şeyi alma yetkisini ifade etmektedir.
Madde böylece önemli bir
koruma tedbirine yer vermiş olmaktadır.
İstenen eşyayı
vermeyenler hakkındaki yaptırım 92 nci maddede gösterilmiştir.
Madde 92. - Madde, 91
inci maddede yer alan koruma tedbirine uymayanlara uygulanacak yaptırımları
göstermektedir.
Maddeye göre teslimi
istenen şeyleri yanında bulunduranlar, istem üzerine bu şeyi göstermez veya
teslim etmezlerse, haklarında 62 nci maddede yer alan disiplin hapsi
uygulanacaktır.
Tanıklıktan çekinebilecek
olan kişilere tanınan ayrıcalık, Anayasamızın 38 inci maddesinin beşinci
fıkrasında yer alan, "Hiç kimse kendisini ve kanunda gösterilen
yakınlarını suçlayan bir beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye
zorlanamaz." kuralının ifadesi olduğundan, tanıklıktan çekinebilecekler
hakkında disiplin hapsinin uygulanamayacağı son fıkrada açıkça belirtilmiştir.
Madde 93. - Bu madde,
resmî dairelerdeki dosya ve diğer belgelerin delil olarak mahkemelerde
kullanılabilmesi açısından önemli değişiklikler getirmiş ve öncelikle Devletin
güvenliği veya temel dış yararları unsurları kullanılmıştır.
Ayrıca, izin verme konusu
netleştirilmiş ve doğrudan doğruya ilgili bakana yetki verilmiştir. Ayrıca
bakanın kararına karşı itiraz yolu da açılarak, Başbakanlığa başvurulabilmesi
kabul edilmiştir.
Bütün bu yeniliklerin
amacı, etkin bir ceza yargılama sisteminin oluşturulmasıdır. Bu yapılırken,
Devlet sırrı da korunmakta ve yararların dengelenmesine çalışılmaktadır.
İlgili makam veya resmî
memur, bakanın kararı olmadan Devletin güvenliği veya temel dış yararlarına
karşı ağır sonuçlar meydana getirecek dosya ve belgeleri verecek olursa,
mahkeme bunları hükme esas alamayacaktır.
Madde 94. - Madde,
elkonulamayacak mektup ve belgeleri göstermektedir.
Bunlar:
1. Şüpheli veya sanık ile
tanıklıktan çekinebilecek olan kimseler arasındaki mektuplar ve belgelerdir.
2. Ancak elkonulamaması
için bunların adı geçenlerin nezdinde bulunması gerekir. Nezdinde bulunmaktan
maksat yalnız kişinin üzeri olmayıp,
mektup ve belgelerin yerleşim yerinde veya işyerinde bulunması da, kavramın
kapsamı içindedir.
3. Mektup ve belgeler,
tanıklıktan çekinebilecek olanlarla, şüpheli veya sanık arasındaki muhabere
kapsamında ise ve çekinme hakkına sahip olanların nezdinde bulunuyorlarsa
bunlara elkonulamaz. Ancak, tanıklıktan çekinebilecek olanların soruşturulan
veya kovuşturulan suça iştirak veya yataklık etmiş olmaları şüphesi varsa, söz
konusu mektup veya belgelere elkonulabilecektir.
Maddenin "ratio
legis"i tanıklıktan çekinme olanağının korunmasıdır.
Madde 95. - İspat aracı
olarak yararlı görülen veya müsadereye tâbi eşyayı yanında bulunduran kişi bunu
rızası ile teslim etmediği takdirde bu tür eşyaya zor kullanılarak
elkonulabileceği yukarıdaki maddelerde belirtilmiştir.
Maddede bu eşyaya hangi
merciin kararı ile elkonulacağı gösterilmektedir. Maddenin birinci fıkrasına
göre, zor kullanarak elkoymaya esasta hâkim karar verecektir. Kişinin rızası
olmadan eşyasına elkonulması o eşya üzerindeki tasarruf hakkını kaldırmış
olacağından, zorla elkoymaya hâkim karar vermelidir. Diğer yönden elkoyma,
delilleri koruma açısından önemli olduğu için, gecikmesinde sakınca bulunan
hâllerde Cumhuriyet savcısı ve bunların yardımcısı sıfatıyla emirlerini yerine
getirmeye memur olan kolluk görevlileri de Cumhuriyet savcısının veya kolluk
amirinin yazılı emri ile zor kullanarak elkoyma işlemini
gerçekleştirebileceklerdir. Elkoyma ile ilgili düzenlenecek tutanağa bu işlemi
yapan kolluk görevlisinin açık kimliği yazılacaktır. Elkoyma hâkim kararı
olmadan, yetkili merciin başka bir ifadeyle Cumhuriyet savcısının veya kolluk
amirinin yazılı emriyle gerçekleştirilmiş ise bu karar yirmidört saat içinde
hâkimin onayına sunulacaktır. Onaya sunma durumunda hâkimin kararını elkoymadan
itibaren kırksekiz saat içinde açıklayacağı aksi hâlde elkoymanın kendiliğinden
kalkacağı da birinci fıkrada ayrıca belirtilmek suretiyle 3/10/2001 tarihli ve
4709 sayılı Kanunla Anayasanın 20 nci maddesinde yapılan değişikliğe uygulama yeteneği
kazandırılması amaçlanmıştır.
Hâkimin kararı olmaksızın
yapılan elkoyma işleminin, birinci fıkrada belirtilenler dışında hangi hâllerde
hâkimin onayına sunulacağı hangi hâllerde hâkimden bu hususta bir karar
vermesinin istenebileceği maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarında
gösterilmiştir. Elkoyma işlemi sırasında ilgili kişi veya bunun ayırt etme
gücüne sahip hısımlarından birinin hazır bulunmadığı veya bunlardan biri veya
avukatı hazır bulunup da elkoyma işlemine karşı çıktığı takdirde, elkoyma işlemi
yirmidört saat içinde hâkimin onayına sunulacaktır.
Maddenin üçüncü
fıkrasında, elkonulan eşya yanında bulunan kişi, kendi nezdindeki eşyaya
elkonulduğu, dolayısıyla tasarruf yetkisinin kaldırılmasından etkilendiği için,
hâkime başvurarak bu hususta yani elkoymanın gerekip gerekmediği hakkında bir
karar vermesini isteyebilecektir.
Maddenin ikinci ve üçüncü
fıkralarında belirtilen hâllerde:
1. Kamu davası açılmış
ise karar verme yetkisi, kuşkusuz kamu davasına bakan hâkim veya mahkemeye
aittir.
2. Henüz kamu davası
açılmamış ise karar verme yetkisi, elkoyma işleminin yapıldığı yerin sulh ceza
hâkimine ait olacaktır.
Kamu davası açıldıktan
sonra da, delillerin korunmasının zorunlu olduğu hâllerde, Cumhuriyet savcısı
ve bunların yardımcısı sıfatıyla emirlerini yerine getirmeye memur olan kolluk
görevlileri tarafından bir kısım eşyaya elkonulabilecektir. Bu takdirde davaya
bakan hâkim veya mahkemeye hemen ve her hâlde en geç yirmidört saat içinde
bilgi verilecek ve eşya, hâkim veya mahkemenin emri gereğince işleme tâbi
tutulmak üzere hazır bulundurulacaktır. Maddenin beşinci fıkrası bu hususu
düzenlemektedir.
Maddenin altıncı fıkrası
ise askerî mahâlde yapılacak elkoymaya ilişkin hükümleri düzenlemektedir:
"Askerî mahal" başta Anayasa olmak üzere mevzuata girmiş bir
kavramdır. Anayasanın 145 inci ve Askerî Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü
Kanununun 9 uncu maddelerinde, asker kişilerin "askerî mahallerde"
işledikleri suçlara da askerî mahkemelerde bakılacağı belirtilmiştir. Bu hâle
göre askerî yargının görevinin belirlenmesinde yasal esaslardan biri olan
"askerî mahal" uygulamada yerleşmiş bir deyim olup, bugüne kadar
askerî yargı ve uyuşmazlık mahkemesi kararlarında açıklığa kavuşmuş ve herhangi
bir tereddüde neden olmamıştır.
4/1/1961 tarihli ve 211
sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun 12 nci maddesinde tarif
edilen, kıt'a, taktik birlik, idarî birlik, karargâh ve askerî kurumlar ile
aynı Kanunun 51 inci maddesinde açıklanan kışla ve benzeri yerler bu
nitelikleri bakımından askerî mahallerdir. Aynı Kanunun 100 üncü maddesinde
askerî mahal olma durumları uygulamada tereddütlere neden olabileceği düşünülen
"orduevleri, askerî gazinolar ve kışla gazinoları"nın da askerî bina olup askerî mahal niteliğini
haiz olduğu açıklanmıştır.
Öte yandan, 9/7/1982
tarihli ve 2692 sayılı Sahil Güvenlik Komutanlığı Kanununun 21 inci maddesinin
son fıkrasında, Sahil Güvenlik Komutanlığına bağlı askerî mahaller
açıklanmıştır.
Madde 96. - 1412 sayılı
Kanunun 91 inci maddesinde iki ayrı fıkrada düzenlenen sanığa gönderilen veya
sanık tarafından gönderilen mektuplara ait hükümler birleştirilerek tek fıkrada
ele alınmıştır. Postayla gönderilen bilgi kavramı açıklanmış ve elektromanyetik
araçlarla gönderilenler de buna dahil edilmiştir.
Yapılan diğer bir yenilik
1412 sayılı Kanunun 91 ilâ 93 üncü maddelerinin birleştirilmesinden
oluşmaktadır; böylece, birbirleri ile ilgili olan maddelerin bir araya
toplanması yoluyla, daha sistemli bir kanun elde etme amacı güdülmüştür.
Madde, postada elkoyma
konusunu, haberleşme özgürlüğünün demokratik hayat biçimindeki çok önemli üstün
değeri dolayısıyla ayrıca düzenlemiş bulunmaktadır. Postada bulunan mektup,
telgraf veya elektromanyetik araçlarla gönderilmiş bilgileri içeren yazı, belge
veya diğer gönderilere (mersulelere) elkonulabilmesi için:
1. Bunların suçun delil,
iz, eser ve emarelerini oluşturduğundan şüphe edilmesi temel koşuldur.
2. Ancak, bu yeterli
olmayıp ayrıca adliyenin eli altında olması zorunlu sayılmalıdır.
Haberleşme özgürlüğünü
güvence altında bulundurmak üzere madde ayrıca, tamamlayıcı tedbirlere ve
bunları sağlayan hükümlere yer vermiş bulunmaktadır:
1. Elkoymaya esasta hâkim
karar verecektir,
2. Cumhuriyet savcısı
ancak gecikmesinde sakınca olan hâllerde elkoyma emrini verebilecektir. Ancak
elkoydukları şeyleri açmadan hemen yetkili hâkime teslim edecektir.
3. Kolluk memurları
sadece hâkim kararını veya Cumhuriyet savcısının emrini yerine
getirebilecekler; ancak zarf veya paketleri hiçbir suretle açamayacak, ilgili
posta görevlilerinin huzuru ile bunları mühür altına alacaklar ve hemen, yerine
göre hâkime veya Cumhuriyet savcısına
teslim edeceklerdir.
4. Böylece kendisine
teslim edilen mühür altındaki şeyleri açıp açamamak hususundaki karar hâkim
tarafından verilecektir. Hâkimin bu husustaki kararı, maddenin birinci
fıkrasında belirtilen koşulların var olup olmadığına dayanacaktır. Açıldıktan
sonra adliyenin eli altında tutulmasına gerek bulunmadığı anlaşılan şeyler
hemen ilgililerine teslim olunacaktır. Buna karşılık birinci fıkradaki
koşulları kapsayan şeyler Cumhuriyet savcısına teslim edilecektir. Cumhuriyet
savcısı soruşturma sonunda suçla ilgili bulunmadığını saptadığı şeyleri bir
tutanak düzenleyerek ilgilisine teslim edecektir.
Bütün bu hükümler
Anayasada öngörülen özel hayatın gizliliğini korumaya yöneliktir.
Madde 97. - 97 ilâ 106
ncı maddeler, insan haklarının en önemlilerinden birisini oluşturan özel
hayatın dokunulmazlığı ile çok ilgili olan bir usul işleminin, aramanın
koşullarını belirlemektedir.
Maddeye göre arama:
1. Suç işlediği sanılan,
şerik oldukları veya yataklık ettiği düşünülen kişilerin konutlarında, adı
geçenlere ait diğer yerlerde, üstlerinde veya bunlara ait eşyada,
2. Suç işlediği sanılan
kişinin yakalanması, suçun delil, iz, eser ve emarelerinin bulunması, suçla
ilgili eşyanın elde edilmesi için,
yapılabilir.
Yukarıda belirtilen
yerlerde arama yapılabilmesi için, buralarda aramanın amacının
gerçekleşebileceğinin sanılması ve doğal olarak bu sanıyı haklı kılacak
durumların var olması gerekir.
Ayrıca aramanın yapılabilmesi
için kişinin özellikle şüpheli veya sanık statüsüne girmiş bulunması da
gerekmez; tahmin yeterlidir.
Madde, aramada kamusal
yarar ile kişisel haklar arasındaki dengeyi bu suretle kurmaya çalışmaktadır.
Madde 98. - 97 nci
maddede suç ile ilgili bulunan kişilerin nezdinde yapılacak aramaya ilişkin
hükümler düzenlenmiştir. Bu maddede ise adı geçenler dışında kalan kimseler
yönünden aramanın koşulları gösterilmektedir. Özel hayatın dokunulmazlığı
itibarıyla, suçla ilgisi bulunmayan kişilerin nezdinde arama daha da sıkı bir
kısım koşullara tâbi kılınmıştır. Arama yine de 97 nci maddede gösterilen
koşullar varsa yapılabilecektir; ancak, maddenin ikinci fıkrasında belirtildiği
üzere suçla ilgisi olmayan kişilerin nezdinde arama, aranılan kişinin ve suçun
delil, iz, eser ve emarelerinin veya elkonulacak eşyanın oralarda bulunduğunu
kabul ettirebilecek olayların varlığına yani bu hususun saptanmış olmasına
bağlıdır. Bu koşulu, arama yetkisini kullananların çok dikkatle saptamış
bulunmaları gerekir. Ancak, üçüncü fıkrada belirtildiği üzere şüpheli veya
sanığın yakalandığı veya izlendiği sırada girdiği yerler bakımından bu koşul
aranmayacaktır.
Madde 99. - Madde, ilke
olarak konutta, iş yerlerinde ve diğer kapalı
yerlerde aramanın yapılacağı zamanı ve her zaman arama yapılabilecek
hâlleri göstermektedir: İlke, söz konusu yerlerde gece vaktinde aramanın yapılmamasıdır.
Tasarının 2 nci maddesinin (7) numaralı bendinde gece vakti tanımlanmıştır.
Birinci fıkrada belirtilen yerler dışında arama günün her saatinde yapılabilecektir.
Madde birinci fıkrasında
belirlediği bu ilkeye, yine birinci ve ikinci fıkralarında istisnalar
getirmektedir.
İstisnalar şunlardır:
1. Suçüstü cürüm,
2. Gecikmesinde sakınca
bulunan hâller, (bu terim için 2 nci maddenin gerekçesine bakılmalıdır.)
3. Firar eden kişi ile
tutuklu ve hükümlünün tekrar yakalanması durumları,
4. Geceleyin herkesin
girip çıkabileceği yerler,
5. Mahkûmların toplanma
veya sığınma yerleri,
6. Suç ile elde edilen
şeyleri saklama yerleri,
7. Gizli kumar yerleri,
8. Genelevler.
Maddenin ikinci
fıkrasında yer alan ve yukarıda 4 ilâ 8 inci sıra numaralarında belirlenen
mahaller gibi yani bunların benzeri olan ve kollukça bilinen yerlerde de her
zaman arama yapılabilecektir.
Madde 100. - Madde, arama
kararının kimler tarafından, nasıl verileceğini, karar veya emirde ne gibi
hususların yer alması gerektiğini, aramanın yapılmasında uyulması gerekli
hususları ve istisnalarını göstermektedir. Madde, 1412 sayılı Kanunun konuya ilişkin 97 nci maddesine göre esaslı
sayılabilecek değişiklikler getirmiştir. Maddenin temel yapısı aşağıdaki şemada
gösterilmiştir:
1. Arama kararı, ilke
olarak hâkim tarafından verilecektir. Ancak gecikmesinde sakınca bulunan
hâllerde Cumhuriyet savcıları veya kolluk amirlerinin yazılı emri üzerine
kolluk memurları da arama yapabilirler.
2. Arama kararında veya
Cumhuriyet savcının veya kolluk amirinin verdiği yazılı emirde mutlaka aramanın
nedenini oluşturan fiil, delil, iz, eser ve emarelerin ne olduğu, aranacak
kişi, karar veya emrin geçerli olacağı zaman süresi gösterilecektir. Ayrıca
yapılan arama üzerine düzenlenecek arama tutanağına bu işlemi yapanların açık
kimlikleri yazılacaktır.
3. Konutlarda veya iş
görmeye özgü yerlerde veya kapalı yerlerde aramada o yer ihtiyar heyetinden
veya komşulardan iki kişi hazır bulundurulacaktır. Ancak arama doğrudan doğruya
hâkim veya Cumhuriyet savcısı tarafından yapıldığında bu koşulun yerine
getirilmesine gerek yoktur. Keza, 99 uncu maddenin ikinci fıkrasında belirtilen
yerlerde arama yapılırken de bu koşula uymak gereği yoktur.
4. Askerî mahallerde
yapılacak aramalar için hâkim veya Cumhuriyet savcısı istemde bulunacaktır. Bu
istem üzerine arama askerî makamlar tarafından yapılacaktır. Ancak, bu işleme
hâkim veya Cumhuriyet savcısı mutlaka katılacaktır. Bu katılım sadece hazır
bulunmaktan ibaret olmayıp fiilen katılma olarak düşünülmüştür; bunun anlamı
adı geçenlerin istemlerinin askerî makamlarca yerine getirilmesidir.
Madde 101. - Madde,
avukat bürolarında arama, elkoyma ve avukatlarla ilişkili postada yapılacak
belge ve varakalara elkoyma ile ilgili ve suç nedeniyle yapılacak işlemleri
ayrı ve genel hükümlere göre farklı usullere ve özel hükümlere bağlamış
bulunmaktadır. Böylece ayrı ve istisnaî usuller getirilmesinin temel nedeni,
savunma hakkını sağlam tutmaktır: Avukat ile müvekkilleri arasındaki
ilişkilerin tam bir gizlilik içerisinde yürütülmesi, savunma hakkını sağlam
tutmanın ve avukatın meslekî sırlarının korunmasının temel koşuludur. İşte bu
nedenle özel hükümler meydana getirilmiştir.
1. Avukat büroları ancak
mahkeme kararı ile ve kararda belirtilen olayla ilgili olarak Cumhuriyet
savcısının denetiminde aranabilecektir ve aramaya baro başkanı mutlaka
çağırılacak veya kendisi yahut onu temsil eden bir avukat aramada mutlaka hazır
bulundurulacaktır.
2. Maddenin (2) numaralı
fıkrasına göre bürosunda arama yapılan avukat ile müvekkili arasındaki meslekî
ilişkiye ait olan şeylere elkonulamaz. Arama sırasında avukat veya baro başkanı
yahut temsilcisi elkonulmak istenilen şeyin avukat ile müvekkili arasındaki
ilişkiye ait olduğunu öne sürerek bunlara elkonulmasına karşı koyduklarında, bu
şey ayrı bir zarf veya paket içerisine konulacak ve hazır bulunanlarca
mühürlenecektir. İşlem soruşturma evresi sırasında yapılmakta ise paket sulh
ceza hâkimine verilecek ve adı geçen gerekli incelemeleri yaparak yirmidört
saat içinde bu husustaki kararı verecektir; işlem kovuşturma evresi içinde
gerçekleştirilmiş ise bu takdirde, yine yirmidört saat içinde gerekli karar,
298 inci maddede gösterilen merci tarafında verilecektir.
Her iki hâlde yetkili
hâkim, elkonulan şeyin avukat ile müvekkili arasındaki meslekî ilişkiye ait
olduğunu saptadığında bunu derhal avukata iade etmekle beraber, yapılan işlemi
belirten bütün tutanakların ortadan kaldırılmasına karar verecektir. Aksi hâlde
ise şeyler ilgili savcıya veya hâkim veya mahkemeye verilecektir.
3. Maddenin (3) numaralı
fıkrası, postada elkoyma durumunu düzenlemektedir; bu hâlde de avukat, baro
başkanı veya adı geçeni temsil eden avukatın şeylere elkonulmasına karşı
koyması hâlinde, maddenin (2) numaralı fıkrasında belirtilen hükümlerin
uygulanması suretiyle sorun
çözülecektir.
Madde 102. - Madde
aramada, yasal olarak bulundurulması zorunlu kişiler dışında kimlerin hazır
bulunabileceklerini göstermektedir:
Aranan yerin sahibi veya
aranan eşyanın zilyedi aramada hazır bulunabilir. Adı geçenler hazır
bulunmadıklarında, temsilcileri veya ayırt etme gücüne sahip hısımlarından
birisi veya kendisi ile beraber oturmakta bulunan bir kişi veya komşusu hazır
bulundurulacaktır. Ancak dikkat edilmelidir ki, yerin sahibi veya eşyanın
zilyedi, orada bulunmakla beraber aramaya katılmazlar veya çıkıp gidecek
olurlarsa, diğer kişiler onlar yerine hazır bulundurulmazlar. Arama, 98 inci
maddenin birinci fıkrası gereğince suç ile ilişkili olmayan kimselerin nezdinde
yapılıyorsa, bu maddenin birinci fıkrasına göre aramada bulunabilecek kişiye
veya adı geçenler yerine çağrılanlara aramanın amacı hakkında, işleme
girişmeden önce bilgi verilir. Ancak, 99 uncu maddenin ikinci fıkrasında gösterilen
yerlerin zilyetlerine, arama hakkında bilgi vermek zorunluluğu yoktur.
Avukatın arama için
çağırılması zorunlu değildir; ancak kendiliğinden geldiğinde aramada hazır
bulunabilecektir.
Madde 103. - Madde,
hakkında arama işleminin uygulandığı kimseye işlemin sona ermesinden sonra
verilmesi gerekli belgeleri göstermekte ve bunların içeriğine ait bazı
hususları belirlemektedir: Verilecek bu belgede cezalandırılacak fiilin
niteliği gösterilecek ve elkonulan veya koruma altına alınan şeyler varsa bunların
listesini içeren tam bir defter düzenlenerek isterse ilgiliye verilecektir.
Ayrıca, elkonulan veya koruma altına alınan eşya mühür altına alınacak veya
eşyayı belirlemeye olanak verecek bir işaret eşya üzerine konulacaktır. Arama
sonucunda, aramanın gerekçesini oluşturan şüpheyi haklı kılan bir şey elde
edilememiş ise bunu belirten bir belge de, istemi hâlinde ilgiliye verilecektir.
Maddenin ikinci fıkrası,
elkonulan eşyanın mülkiyetine dair olmak üzere hakkında arama işlemi uygulanan
kimsenin görüş ve iddialarına belgede yer verilmesini öngörmüştür. Üçüncü
şahısların iddiaları varsa bunların da belgeye geçirilmesi uygun olacaktır.
Madde 104. - Madde, arama
sonunda, aramanın esasını oluşturan soruşturma ile ilgisi bulunmayan ve fakat
diğer bir suç şüphesini harekete geçirecek şeylerin bulunması hâlinde yapılacak
işlemi göstermektedir. Bu eşyaya geçici olarak elkonulacak ve durum Cumhuriyet
savcılığına, geciktirilmeksizin bildirilecektir.
Madde 105. - Madde,
aramada ele geçirilen kağıtların (evrakın) incelenmesi yetkisini mühasıran
hâkime vermiş ve 1412 sayılı Kanunda yer alan, rıza hâlinde kağıtları kolluğun
da inceleyebilmesi olanağını kaldırmıştır. Amaç, özel hayatı korumaktır.
Cumhuriyet savcısı veya
kolluk görevlileri belirtilen nitelikte kağıtlara rastladıklarında, bunları
ilgilinin rızası olsa bile okumayarak bir zarfa koyacak ve zarfı mühürleyerek
hâkime teslim edeceklerdir. Kağıtların zilyedi veya onun temsilcisi isterse
kendi mühürünü de koyabilecek veya
imzasını atabilecektir. Yukarıda da açıklandığı üzere hükmün amacı, ilgilinin
suçla ilişkisi olmayan ve onun özel hayat ve ilişkileri ile ilgili yazıların,
ne suretle olursa olsun başkaları tarafından okunamamasını sağlamak ve böylece
özel hayatın dokunulmazlığını güvence altında tutmaktır. Hâkim kendisine teslim
olunan kağıtları inceledikten sonra bir ayırım yapacak ve sadece suçla ilgili
olanları Cumhuriyet savcısına verecektir. Kağıtların geri kalan kısmı ise,
elbette ki, ilgiliye geri verilecektir. Böylece hâkim, kişinin özel hayatını
koruyucu önemli bir rolü yerine getirmiş olacaktır. Madde bu hususa o derecede
önem vermektedir ki, hâkim tarafından mühür kaldırılırken ve kağıtlar
incelenirken zilyet veya temsilcisi veya avukatının çağrılmasını öngörmüş
bulunmaktadır. Çağrıya uyulmadığında gerekli işlem yapılacaktır.
Madde 106. - Suç
nedeniyle alınmış olan eşyanın geri verilmesi uygulamada sıkıntılara yol
açtığından, madde, konuyu yeniden düzenlemiş ve 1412 sayılı Kanunun 103 üncü
maddesinde yer alan düzenlemenin yetersizliğini gidermiştir.
1412 sayılı Kanunun 103
üncü maddesinde sadece mağdura yer verilmiş, sanıktan ve üçüncü kişilerden söz
edilmemiştir. Oysa, örneğin sanıktan alınıp da müsaderesine karar verilmeyeceği
anlaşılan veya delil olarak bulundurulmasına gerek duyulmayan eşyanın da,
mülkiyet hakkına duyulan saygı gereği geri verilmesi mümkün olmalıdır. Bu
sorun, özellikle cürüm eşyasını satın alma suçu münasebetiyle kuyumculardan
alınan "emsal altın"ın, soruşturma için bir önemi kalmadığı hâllerde
de adliyenin eli altında bulundurulmaya devam edilmesiyle mülkiyet hakkının
ihlâline yol açan bir nitelik kazanmıştır.
Alınmış olan şeylerin
soruşturma veya kovuşturma yönünden muhafazasına gerek kalmadığı merciince
görüldüğünde, bunların re'sen veya istem üzerine geri verilmesine karar
verilecektir. İstemin reddi hâlinde karara karşı itiraz yoluna gidilebilecektir.
İlgililer, eşyanın geri
verilmesi için hukuk davası da açabileceklerdir.
Madde 107. -
Telekomünikasyon yoluyla yapılan haberleşmeye girme, mevzuatımızda sadece
30/7/1999 tarihli ve 4422 sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele
Kanununda belirli örgütlü suçlar için düzenlenmiştir. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına uygun genel bir
düzenlemeye ihtiyaç duyulmaktadır. Tasarı 107 ilâ 111 inci maddeler ile Türk
usul hukukundaki bu önemli boşluğu
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
kararlarına uygun olarak doldurmaktadır.
Gerçekten gerek ikrar,
gerek işlenen suça ait diğer delil, iz, eser ve emareler, suçu işleyen,
şerikleri, yataklık edenler ile diğer kişiler arasında cereyan eden telefon
muhaverelerinin (karşılıklı konuşmaların) dinlenmesi veya sinyalleri, yazıları,
resimleri, görüntü veya sesleri veya diğer nitelikteki bilgileri kablo, radyo
veya diğer elektromanyetik sistemlerle veya tek yönlü sistemlerle alan ve
ileten araçlara girilerek elde edilebilir. Modern teknik bu hususta kolaylıklar
ve olanaklar sağlamış bulunmaktadır.
Ancak burada, çok açık
olan ve örneğin uyuşturucu madde trafiğinde olduğu gibi başka suretle delilini
bulmak olanağının çok az olduğu suçları ve faillerini meydana çıkarmak gibi
önemli toplumsal yarar ile haberleşme özgürlüğü, özel hayatın dokunulmazlığı
gibi temel insan haklarına saygının çatıştığı açık olduğundan Batı ülkeleri bu
konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatlarına uygun biçimde
düzenlemişlerdir. Bunun tipik
örneğini Fransız Ceza
Usulü Kanununun 100 ilâ 100-7 nci maddeleri oluşturmaktadır. Tasarının
107 ilâ 111 inci maddeleri kaleme alınırken sözü edilen mevzuattan ve Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarından esinlenilmiştir.
Madde telefon
konuşmalarına veya maddede sayılan diğer iletişim araçlarına müdahale edilmesi,
girilebilmesi için koşulları şu suretle saptamıştır:
1. Soruşturulan suçun beş
yıl veya daha fazla hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren bir cürüm olması
gerekmektedir.
2. Yapılan soruşturmada
başka suretle delil, iz, eser veya emare elde edilemeyeceği anlaşılmış
olmalıdır yani bu yola "ultima ratio" olarak başvurulabilecektir.
3. Bu husustaki karar
Cumhuriyet savcısının istemi üzerine soruşturma evresinde sulh ceza hâkimi
tarafından verilecektir.
4. Hâkim, müdahale
kararını sadece hakkında soruşturma açılmış kişiler için değil ve fakat,
iletişimlerine girildiğinde soruşturma yapılan suç ve suçlular bakımından
delil, iz, eser ve emare elde edilebilecek diğer kişiler hakkında da verebilecektir.
Telefonla sürekli rahatsız edildikleri için, polise başvurarak telefonlarının
dinlenmelerini istemiş bulunan kişiler bakımından, elbette ki, bu usul
uygulanmayacaktır.
5. Verilecek kararda
maddenin ikinci fıkrasında açıklandığı üzere, dinlenecek telefonun numarası
veya diğer iletişim araçları bakımından hattın sahibinin veya kullananın kim
olduğu, bu hususlara ait bütün unsurlar ve suçun türü ile üç aydan fazla
olmamak üzere müdahale süresi, gösterilecektir. Özetle karar,
telekomünikasyonda müdahale
edilecek hattı, cihazı belirlemeye
yarayacak bütün unsurları, başvurulmayı gerekli kılan suçu ve müdahale süresini
içerecektir. Müdahale; yukarıda açıklanan usul ve koşullara uyularak en çok iki
defa üçer aydan fazla olmamak üzere uzatılabilecektir.
Madde ile getirilen
düzenleme belirtildiği gibi bir ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır. Bu ihtiyaç
nedeniyle konu diğer ülkelerin kanunlarında da düzenlenmiştir. Bununla birlikte
insan hakları bakımından önemi dikkate alınarak bu usulün uygulanması için
Fransız Ceza Usul Kanununda işlenen cürmün cezasının "iki yıl" olarak
öngörülmüş bulunmasına karşılık, Tasarının bu maddesinde "beş yıl veya
daha fazla hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren cürümlerde" bu usulün
uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Bu düzenlemeyle de insan hakları bakımından
önemli bir koruma getirilmiştir.
Böylece getirilen metin
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarında belirtilen bütün kayıt ve
koşulları içermektedir.
Madde 108. - Madde, 107
nci madde gereğince alınacak kararların nasıl yerine getirileceği hakkındaki
usulleri, icra ile görevli olanların neler yapacakları, kayıtların metin hâline
getirilmesi, toplanan bilgilerin yargısal değeri, kayıtların muhafazası
konularını düzenlemektedir.
Buna göre:
1. Cumhuriyet savcısı
veya onun görevlendireceği kolluk memuru, istediğinde resmen
telekomünikasyonlarla görevli olanlar veya böyle bir hizmeti yerine getirmek
hususunda yetkili bulunanlar, kararın uygulanması için gerekli bütün faaliyetleri
derhâl yerine getirmekle yükümlüdürler. İşin başladığı ve bitirildiği tarih ve
saatler saptanarak bir tutanağa bağlanır. Kolluk, işlemleri bizzat kendisi de
gerçekleştirebilir.
2. Elde edilen kayıtlar,
Cumhuriyet savcılığınca veya görevlendireceği kolluk memuru tarafından çözülür
ve metin hâline getirilir; yabancı dildeki kayıtlar da Türkçe'ye çevirttirilir.
Kayıtlar ise zarflara konularak mühürlenir.
3. İlgilinin 147 nci
maddede, ifade almada ve sorguda, isnat açıklandıktan, susma hakkı tanındıktan
sonra, serbest irade ile yapılan açıklamaların delil niteliği kazandığı
belirtildiği için, gizlice yapılan telefon ve benzeri dinlemelerde, ilgilinin
beyanda bulunması, ikrar delili değil, bir belirti delili olarak anlam kazanır.
İkrar, suçun doğrudan doğruya ispatı açısından elverişli bir delil olduğu
hâlde, emare delili, parmak izi gibi dolaylı bir ispat gücüne sahiptir ve başka
delillerle bütünleşmeden tek başına ispat bakımından yeterli olmaz. Bu nedenle
maddenin üçüncü fıkrasında kayıt ve saptamaların yargılamada sanığın ikrarına
ilişkin delil olarak değerlendirilemeyeceği belirtilmiştir.
4. Maddenin dördüncü
fıkrasında, toplu kaset kullanılmış ise, ilgili kaydın örneğinin çıkarılacağı
ve bu hususta bir tutanağın düzenlenerek dosyasına gönderileceği açıklanmıştır.
Böylece mühür altına alınan kayıt ve saptamaların kamu davası zamanaşımı
gerçekleşinceye kadar muhafaza olunacağı, bu tarihte Cumhuriyet savcısının
denetimi ve gözetimi altında imha edileceği; işlemin bir tutanağa bağlanacağı
ve keyfiyetin ilgiliye bildirileceği hususlarına yer verilmiştir.
Madde 109. - Maddede,
avukatın bürosu, konutu ve yerleşim yerindeki telefon, faks, bilgisayar gibi
telekomünikasyon araçları hakkında, savunmasını üstlendiği şüpheli veya sanığın
işlediği suç nedeniyle, 107 nci maddenin uygulanamayacağı açıklanmıştır.
Gerçekten avukatın savunmasını üstlendiği şüpheli veya sanık ile haberleşmesi
denetlenemez. Bunun dışında, avukatın kendisi suç işleme şüphesi altındaysa ve
diğer dinleme koşulları varsa 107 nci madde uygulanabilecektir.
Madde 110. - Madde,
bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve geçici elkoyma
konularını düzenlemektedir. Bireye ait kişisel bilgiler üzerindeki hak, temel
insan haklarından olduğundan hakkın kısıtlanabilmesi için yasal düzenleme
gerekeceği açıktır.
Ancak bilgisayarlardaki
kayıtların gerçeğin açığa çıkarılması yönünden, ceza davasında delil, iz, eser
ve emare oluşturacağı ortadadır. Bu itibarla madde hem bu olanağı sağlamak ve
hem de bireysel yararları saklı tutmak amacıyla bilgisayar program ve
kütüklerinde arama yapılmasını aşağıdaki belirli koşullara tâbi kılmış
bulunmaktadır;
1. İki yıl veya daha
fazla hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren cürümler hakkında yapılan soruşturmalarda
bilgisayarda, bilgisayar programlarında ve bilgisayar kütüklerinde arama,
kopyalama ve aygıta geçici olarak elkoyma yapılabilir.
2. Bunun için, söz konusu
işleme başvurulmasının zorunlu olması yani bunun bir "ultima ratio"
çare oluşturması gereklidir.
3. Bu husustaki kararın
mutlaka hâkim tarafından ve gizli olarak verilmesi gerekir. Bu karar,
soruşturma evresinde sulh ceza hâkimi tarafından gizli olarak verilecektir.
4. Arama sonucu, suçla
ilgili bilgi metin hâline getirilecektir.
5. Bilgiler şifreye
bağlanmış ise ve bu nedenle giriş yapılamıyorsa, çözümün yapılabilmesi için
araç ve gereçlere, aygıta geçici olarak elkonulabilir. Çözümden hemen sonra
bilgisayardaki bilgilere zarar vermeden aygıtın ilgilisine hemen geri verilmesi
gerekir.
Dikkat edilmelidir ki, bu
maddenin amacı 107 nci maddeden farklıdır. 107 nci maddede bilgisayar işlemekte
iken içeri girilmekte ve ilgilinin bundan haberi olmamaktadır. Bu maddede ise,
durağan hâldeki aygıtta araştırma, arama yapılmaktadır.
Maddenin öngördüğü geçici
elkoyma işlemine itiraz edilebilecektir.
Madde 111. - Madde,
özellikle çıkar amaçlı örgütlü suçla mücadele açısından önem taşıyan bir hükmü içermektedir. Yabancı ülkelerden
alınacak kişisel bilgilerin hukuka uygun bir şekilde delil olarak kullanılması
böylece olanaklı hâle getirilmiş olmaktadır. Başvuru için uluslararası adlî
yardımlaşma esas ve kuralları uygulanacaktır. Bu madde hükmünün 107 nci madde
kapsamındaki işlemler bakımından da geçerli olduğu maddenin ikinci fıkrasında
açıklanmıştır.
Madde 112. - Yalnız
başına tutuklama, hâkimi, şüpheli veya sanık hakkında ya bütünüyle hürriyetten
yoksunluğa ya da tam serbest bırakmaya mecbur kılan bir tedbirdir; adı geçenler
ya bir yere kapatılacaklar veya tam serbest kalacaklardır. Tasarı bu maddesi
ile bu iki durum arasında adlî kontrol kurumunu getirmiş bulunmaktadır. Söz
konusu kurum tesis edilirken Alman, İtalyan ve özellikle Fransız hukuku
göz önünde bulundurulmuştur. Kurum
ilgiliyi özgürlüğünden yoksun kılmamakla birlikte gözlemeyi ve denetlemeyi
olanaklı kılan tedbirlere tâbi kılmaktadır; böylece kişinin kaçması riski
azaltılırken hürriyetten tümü ile yoksun kılmanın zararları da ortadan
kaldırılmış olmaktadır. Bu yeni kurumun hem özgürlükçü ve hem de kamu düzenini
koruyucu nitelikte bulunduğu söylenebilir. Bu kurumdan sonra tutukluluk
uygulaması istisnaî hâle gelmektedir. Kurum şüpheliyi hürriyetten yoksun hâle
getirmemekle birlikte, aynı sonuçların elde edilebileceği hâllerde adlî kontrole
hükmetmek gerekecektir.
Adlî kontrolün soruşturma
evresinde uygulanmasında üç temel koşul vardır:
1. Şüphelinin işlediği
iddia olunan fiilin 119 uncu maddeye göre tutuklamayı gerektirebilecek bir suçu
oluşturması,
2. Cumhuriyet savcısının
istemde bulunması,
3. Sulh ceza hâkiminin
kararı.
Adlî kontrole tâbi
tutulan şüphelinin veya 113 üncü maddenin son fıkrası gereğince kovuşturma
evresinde sanığın maddede on altı bentte ayrı ayrı gösterilmiş yükümlülüklerden
hangilerine yani bunlardan birine veya birden çoğuna tâbi tutulacağı hâkim
veya mahkemenin kararında
belirtilecektir.
Yukarıda (1) numarada
belirtilen koşulun anlamı adlî kontrol kararı verebilmek için 119 uncu
maddedeki tutuklama koşullarının varolması demektir. 119 uncu maddenin son
fıkrası hükmü, adlî kontrol bakımından da geçerli olup bu kurumun uygulanabilmesi
için şüpheli veya sanığın suçluluğu ve tutuklama nedenlerinin varlığı hakkında
kuvvetli belirtilerin saptanmış olması gerekecektir. Dikkat edilmelidir ki, 112
nci maddeyi uygularken hâkim 119 uncu maddeyi daima göz önünde bulundurmalıdır.
Madde 113. - Madde, adlî
kontrol kararının soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısının istemi ile sulh
ceza hâkimi, kovuşturma evresinde ise görevli ve yetkili yargı mercii
tarafından hükmolunacağını belirtmektedir.
Hâkim veya mahkeme 112
nci maddede belirtilen yükümlülükleri madde hükmünü göz önünde bulundurarak
belirleyecektir. Cumhuriyet savcısının istemi hâlinde bu yükümlülükleri
azaltabilecek, çoğaltılabilecek veya bütünü ile kaldırabilecektir.
Böylece, amaca yönelik
olarak tam bir esneklik sağlanarak insancıllık ilkesi vurgulanmıştır.
Madde 114. - Madde, 113
üncü maddede Cumhuriyet savcısına verdiği yetki ile orantılı olarak şüpheli ve
sanığa da her zaman adlî kontrolün kaldırılmasını istemek olanağını tanımıştır.
Böyle bir istek ileri sürüldüğünde hâkim önce Cumhuriyet savcısının görüşünü
alacak ve sonra 113 üncü maddenin ikinci fıkrasında yer alan yetkilerini
kullanacaktır. Bu husus, maddede ayrıca tekrarlanmıştır.
Hâkim, istem üzerine
yukarıda belirtilen içerikteki kararlarını beş gün içinde verecektir.
Maddenin son fıkrasında,
adlî kontrol kararlarına itiraz edilebileceği hükmü yer almış bulunmaktadır.
Madde 115. - Madde, adlî
kontrol gereği hükmedilmiş yükümlülüklere uymayan şüpheli veya sanık hakkında
uygulanacak yaptırımları göstermektedir: Böyle bir hâlde yetkili yargı mercii,
yükümlülüğü ihlâl eden hakkında derhâl tutukluluk müzekkeresi kesebilecek ve
hükmedilebilecek hürriyeti bağlayıcı cezanın süresi göz önüne alınmayacak, yani
119 uncu maddedeki sınırlara uymak zorunlu olmayacaktır. Tasarı, şüpheli veya
sanığın, kendisine sağlanan olanağı kötüye kullanmış olmasını göz önünde
bulundurarak böyle bir yaptırımı uygun saymıştır. Bu gibi hâllerde tutuklanmaya
itiraza ilişkin hükümler, elbette ki, geçerlidir.
Madde 116. - Madde 112
nci maddenin ikinci fıkrasının (11) ve (15) numaralı bentlerinde yer alan
güvencelerin hangi hususları güvence altına alacağını belirtmektedir.
Maddenin (1) numaralı
bendine göre güvence, birinci olarak şüpheli veya sanığın, hazır bulunması
gerekli bütün usul işlemlerinde, hükmün infazında veya hâlen veya sonradan
altına alınabileceği diğer yükümlülükleri yerine getirmek üzere hazır
bulunmasının güvencesini oluşturacak yani ihlâl hâlinde Hazineye gelir kaydedilecektir.
İkinci olarak güvence (2)
numaralı bendin gösterdiği sıra dahilinde olmak üzere bir kısım masrafların,
zararların, nafaka borçlarının, kamusal giderlerin, para cezalarının
karşılığını oluşturacaktır.
Başlangıçta 112 nci
maddenin (11) ve (15) numaralı bentlerini uygulayan merci, güvencenin
karşılayacağı kısımları da, (2) numaralı bentteki sıraya göre kararında
gösterecektir.
Madde 117. - Madde,
mağdurun korunması ile ilgili bulunan ve karşılaştırmalı hukukta artık
vatandaşlık hakkını kazanmış olan bu yaklaşım ve cereyana uyarak, niteliği
itibarıyla bir hukukî ve mağdurun kişisel haklarını güvence altına alan bir
hükmü Türk hukukuna getirmiş bulunmaktadır: Hâkim veya mahkeme ya da Cumhuriyet
savcısı henüz hüküm verilmeden güvencenin mağdurun haklarını güvence altına
alan veya nafaka borcuna ilişkin olan kısmının, mağdura veya nafaka alacaklısına
verilmesini emredebilecektir. Ancak bu emrin verilmesi iki koşulunun gerçekleştirilmesine bağlı tutulmuştur; (1)
mağdur veya nafaka alacaklısı bunu istemeli, (2) şüpheli veya sanık bu hususta
rızalarını ifade etmiş olmalıdırlar. Ancak soruşturma veya kovuşturmanın konusu
ile ilgili olaylar nedeniyle, bir yargı mercii mağdur veya nafaka alacaklısı
lehine bir karar vermiş ise yukarıdaki birinci koşulun gerçekleşmesine gerek
olmayacaktır.
Madde 118. - Madde, güvencenin
ne gibi hâllerde hükümlüye geri verileceğini veya Hazineye irat kaydedileceğini
göstermektedir; esaslar şöylece belirlenmiştir:
1. Hükümlü, 116 ncı
maddenin birinci fıkrasının (1) numaralı bendinde yazılı bütün yükümlülükleri
yerine getirdiğinde güvencenin (1) numaralı bendi karşılayan ve güvenceyi
belirleyen kararda gösterilen kısmı kendisine geri verilecektir.
2. Güvencenin suç
mağduruna veya nafaka borçlusuna verilmemiş olan ve 116 ncı maddenin birinci fıkrasının (2) numaralı bendinde
belirtilen kısmı, kovuşturmaya yer olmadığı kararı veya beraat hükmü
verildiğinde şüpheli veya sanığa geri verilecek, hükmün kesinleşmesi
beklenmeyecektir.
3. Diğer hâllerde,
geçerli mazereti dışında, örneğin beraat eden kişinin geçerli sayılan
nedenlerle bir adlî işlemde bulunamamış olması gibi hâller dışında güvence
Hazineye gelir yazılacaktır.
4. Sanığın mahkûm
edildiği hâlde ise güvence 116 ncı maddenin birinci fıkrasının (2) numaralı
bendindeki hükümlere göre kullanılacak ve fazlası kendisine geri verilecektir.
Madde 119. - Tasarı, adlî
kontrol kurumunu kabul etmiş bulunması nedeniyle, tutuklama tedbirini bütünü
ile yeniden ele almış ve konuya 119 ilâ 129 uncu maddeleri kapsayan bağımsız
bir bölüm ayırmış, mevzuatımızda yeni hükümler getirmiştir. Tasarıya göre
tutuklama, artık istisnaî niteliktedir ve önce düşünülmesi gerekli husus, adlî
kontrolün uygulanmasının gerekip gerekmediğidir.
Tutuklamanın neden ve
koşullarını gösteren bu madde, birinci fıkrasında açık olarak "112 nci
maddede gösterilen adlî kontrol altına alınma kararı verilmemiş ise....."
demek suretiyle önceliğin adlî kontrole verilmesi gerektiğini ve tutuklamanın
istisna oluşturduğunu vurgulamaktadır.
Maddeye göre tutuklamanın
birarada bulunması gereken iki temel koşulu şunlardır:
1. Suçun suçüstü hâlinde cezasının üst sınırının bir
yıl veya daha fazla hapis ve diğer hâllerde iki yıl veya daha fazla hapis
gerektirmesi veya ağır cezalı işlerden olması,
2. Şüpheli veya sanığın
suçluluğu ve maddenin içerdiği (1) ilâ (9) numaralı bentlerde gösterilen
nedenlerin varlığı hususunda kuvvetli belirtilerin saptanmış bulunmasıdır.
Maddenin (1) ilâ (9)
numaralı bentlerinde yer almış bulunan nedenler, 1412 sayılı Kanuna göre daha
kapsamlıdır ve çağdaş Batı kanunları tarafından kabul edilmişlerdir. Bu
nedenleri, Fransız Ceza Usul Kanunu 15/6/2000 tarihli değişiklikler daha da
belirgin hâle getirmiştir. Genel bir tasnife tâbi tutulacak olursa, maddenin
içerdiği nedenlerin şüpheli veya sanığın kaçmalarını veya delillerin
karartılmasını önlemeye, kamu düzenini korumaya, şüpheli ve sanıkları korumaya,
suçlara son vermeye, suçun yinelenmesini engellemeye yönelik oldukları
görülecektir. Bu genel maksat çerçevesi içerisinde olmak üzere, suçun
ağırlığının, işlendiği koşulların ve zararın çok ağır olmasının kamu düzenini
ısrarlı ve istisnaî biçimde düzensizliğe uğratması karşısında, düzeni iade
zorunluluğunu sağlamak amacı ile tutuklama kararı verilebileceği kabul
edilmiştir.
1412 sayılı Kanunun 104
üncü maddesinde yer alan tutuklama nedenleri dışında maddede, şüpheli ve
sanığın saklanması, kamu düzeninin
suçun neden olduğu ve olabileceği ağır zararlardan korunması, şüpheli veya
sanığın kendilerine karşı gelişebilecek hukuka aykırı tepkilerden korunması, suça son verilmesi, suçun yinelenmesine
engel olunması biçiminde belirtilen nedenler tutuklama nedeni olarak
gösterilmiştir. Buna karşılık 1412 sayılı Kanunun 104 üncü maddesinin ikinci fıkrasında
yer alan karine, sırf karineye dayanarak kişi özgürlüğünün kısıtlanmaması
gerektiği düşünülerek maddeye alınmamıştır.
Maddenin üçüncü
fıkrasında, birinci fıkrada belirtilen bir ve iki yıllık sürelerden daha az
hafif hapis veya hapis cezası öngörülen suçlardan dolayı ancak ikinci fıkranın
(1), (6) ve (9) numaralı bentlerindeki nedenlerden birinin bulunması hâlinde
tutuklama kararı verilebileceği hükme bağlanmaktadır. Bunun uygulanmasında da
maddenin son fıkrasında ifade edilen kuvvetli belirtilerin aranacağı
muhakkaktır.
Madde 120. - Madde, adlî
kontrol kurumu ile de bağlantılı olarak tutuklama kararının verilmesi usulünü
şüpheli veya sanığa ciddî güvence sağlamak suretiyle göstermektedir.
Tutuklamaya Cumhuriyet
savcısının istemi üzerine hâkim veya mahkeme karar verecektir. Bu kararda,
tutuklamanın hukukî ve fiilî nedenleri gösterilecek ve karar şüpheli ve sanığa
sözlü olarak bildirilecektir. Tutuklamanın koşulları 119 uncu maddede
gösterilmiştir. Görüleceği üzere bunların bir kısmı hukukî (maddenin birinci
fıkrasında yer alan ön koşullar gibi), bir kısmı ise fiilîdir, (yani failin
işlediği suçun sonuç ve olası sonuca etkilerini kapsamaktadır).
Tutuklama kararının
verilebilmesi için şüpheli veya sanığın, kendileri tarafından atanmış
avukatları yoksa, yetkili merci adı geçenlere bir avukatın yardımından
yararlanmaları gerektiğini hatırlatacak ve baro tarafından seçilmiş bir avukat,
tutuklama duruşmasında mutlaka hazır bulundurulacaktır.
Hâkim veya mahkeme karar
vermeden önce ilgiliye savunmasını hazırlamak üzere süre isteminde
bulunabileceğini hatırlatacaktır.
Süre istendiğinde
ilgililere beş günü aşmayacak bir süre verilecek ve bu süre içinde adı geçen
muhafaza altında tutulabilecektir. Hâkim veya mahkeme gerekli gördüğünde
muhafaza altına alma kararı verebilecektir. Beş günlük süre içinde, şüpheli,
sanık ve avukatları ne zaman isterlerse Cumhuriyet savcısı dinlendikten sonra
savunmalarını yapacaklar ve bundan sonra da karar verilecektir. Tutuklanması
önerilmiş veya öngörülmüş şüpheli veya sanığa ve avukatına savunmalarını
yapmaları için en çok beş günlük bir süre tanınabilecek ve böylece savunma
hakkına gereken önem verilmiş olacaktır. Ancak bunun karşılığı olarak hâkim
veya mahkemenin, şüpheli veya sanığı savunmasını yapıncaya kadar muhafaza
altına alabilmesi olanağı tanınmıştır. Böyle bir karar verip vermemek hâkimin
takdiri içindedir. Şüpheli veya sanık, tutuklanmayacakları kanaatini
taşıyorlarsa derhal savunmalarını yaparlar ve böylece ya serbest bırakılır veya
tutuklanırlar. Hukuk düzeni tutuklanması düşünülen kişiye hazırlanarak savunma
yapmak olanağını tanırken adı geçenin kaçıp gitmesini engelleyecek tedbirleri
de alabilecektir; çağdaş ceza usulünde dengelilik ve orantılılık ilkeleri
egemendir.
Savunma için süre alan
kişi, ne zaman savunma yapacağını bildirirse hâkim veya mahkeme derhal gerekeni
yapacak ve hiçbir gecikmeye yer bırakılmayacaktır.
Maddenin altıncı
fıkrasına göre muhafaza altında tutulma, bu hususta hazırlanacak yönetmeliğe
göre uygulanacaktır. Böylece yönetmelik, kişinin nerede, ne gibi koşullara
uyulması suretiyle muhafaza altında tutulacağını gösterecektir.
Muhafaza süresi, 121 inci
maddede belirtilen ve sınırlandırılmış olan tutuklama süresinden
indirilecektir. Bu düzenlemenin amacı, sanık haklarını (savunmayı)
güçlendirmektir.
Gıyabî tutuklama kararı
verilmesi usulü maddenin dokuzuncu fıkrasında belirtilen bir istisna ile, adlî
kontrol ile birlikte kaldırılmış olduğu için, tutuklama kararı verilmesinden
önce, şüpheli veya sanığın savunmalarının hazırlanması olanak dahiline
girmiştir.
"Muhafaza altına
alınma" yeni bir kurumdur; savunma için bir güvencedir. Böylece sanığa hak
tanınırken, etkin bir adalet sisteminin işleyişi de, dengeli ve orantılı bir
biçimde sağlanmak istenmiştir.
Maddenin sekizinci
fıkrası, tutuklama ile ilgili, insancıl bir hükme yer vermiş bulunmaktadır:
Hakkında tutuklama kararı verilmeden önce, kişinin velâyeti altında bulunan
onbeş yaşından küçük çocukların durumu değerlendirilecektir yani gerektiğinde
bu çocukların akıbeti bakımından tutukluluğun neden olabileceği zararlar
öngörülecek ve buna göre gerekli kararlar alınacaktır.
Dokuzuncu fıkra,
Tasarının tutuklama usulü yönünden getirdiği yeni esaslar dolayısıyla maddede
yer almaktadır. Yeni usule göre, insan özgürlüğü bakımından tutukluluk
kararının verilmesi, şüpheli ile avukatının hâkim huzurunda hazır bulunmalarına
bağlıdır. Tasarı, kaçan şüpheli veya sanığın getirilmesi bakımından yakalama
müzekkeresi çıkarmak yetkisinin yeterli olacağını kabul etmiş ve bu nedenle
hâkime yakalama müzekkeresi çıkarmak yetkisi tanınmıştır. Ancak yurt dışına
kaçmış olanlar bakımından iade usulünün cereyanı itibarıyla tutuklama
müzekkeresi gerekli olduğundan dokuzuncu fıkra bu hâle özgü olmak üzere kurala
bir istisna getirmiştir.
Maddenin son fıkrasında
bu madde ile 119 uncu madde gereğince verilen kararlara itiraz edilebileceği
hükme bağlanmıştır.
Madde 121. - Tutuklamada
geçen sürenin, makul olması Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5 inci
maddesinde öngörülmüş bir temel ilkedir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bazı
kararlarında görüldüğü gibi, tutukluluğun bu makul süreyi aşması, tazminat
ödenmesini gerektirmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
ver,diği kararların, tüm Avrupa ülkelerince göz önünde tutularak, kanunlarında
gerekli değişikliklerin yapıldığı bilinmektedir.
Bu hususlar göz önünde
tutularak maddede;
1. Cezasının üst sınırı
beş yıl ve daha az hapis olan suçlarda en fazla altı ay,
2. Cezasının üst sınırı
beş yıldan fazla hapis olan suçlarda ise en çok bir yıl
tutukluluk süresi
öngörülmüştür.
Bununla birlikte, etkin
adalet sistemi ve sanık haklarına önem veren Tasarı, bu maddede, makul dengeyi
korumuş ve beş yıldan fazla hapis cezası verilebilecek hâllerde tutukluluk
süresinin altı aya kadar uzatılabileceğini kabul etmiştir. Cürmün cezasının beş
yılı aşmaması hâlinde ise uzatma dört ay olabilecektir.
Ağır cezalı işlerde ise
en fazla iki yıl tutuklama süresi öngörülmüştür.
Uzatma kararlarının
verilmesinde Cumhuriyet savcısının ve savunmanın görüşlerinin alınması
zorunluluğu getirilmiştir.
Kabahatler bakımından ise
maddenin son fıkrasında en çok üç ay tutuklama süresi öngörülmüştür.
Madde, bütünü ile şüpheli
ve sanık haklarını koruma amacına yöneliktir.
Madde 122. - Madde,
birinci fıkrasında soruşturma evresinde hakkında Cumhuriyet savcısının istemi
ile tutuklama kararı verilmiş olan şüpheli hakkındaki bu kararın adlî kontrol
tedbirine çevrilmesi olanağını vermektedir. Cumhuriyet savcısı veya şüpheli ve
avukatı sulh ceza hâkiminden tutuklamanın adlî kontrole çevrilmesini
isteyebileceklerdir. Böyle bir istem hâlinde hâkim adı geçenleri dinleyecek ve
beş gün içinde bu kararı verecektir.
Dikkat edilmelidir ki, bu
usul tutuklamanın adlî kontrole çevrilmesinde uygulanacaktır. Yoksa maddenin
ikinci fıkrasına göre Cumhuriyet savcısı soruşturma evresinde adlî kontrole
veya tutuklamaya gerek kalmadığı kanısına varacak olursa şüpheliyi kendisi
serbest bırakabilir; bu hususta ayrıca hâkim kararına gerek yoktur. Cumhuriyet
savcısı kovuşturmaya yer olmadığı kararını verdiğinde ise şüpheli kendiliğinden
serbest kalır.
Madde 123. - Maddenin
birinci fıkrasına göre şüpheli veya sanık, tutuklandıktan sonra
salıverilmelerini her zaman istemek hakkına
sahiptirler.
1412 sayılı Kanundan
farklı olarak Tasarı, adı geçenlere soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her
aşamasında yani her zaman salıverilmeyi istemek yetkisini vermiştir.
Bölge adliye mahkemesi
veya Yargıtay aşamalarında tutuklu bulunan sanığın salıverilme istemi
hakkındaki karar, incelemeyi yapan bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay
dairesince veya Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilecektir. Tasarı, ayrıca bu
mercilerin inceleme sırasında sanıkların salıverilmelerine re'sen de karar verebileceklerini
öngörmüştür.
Her iki hâlde de inceleme
dosya üzerinden yapılır. Böylece dosyanın esas mahkemesine gönderilmesine kadar
geçecek olan sürenin sanığın zararına sonuç doğurması önlenmiş olmaktadır.
Madde 124. - Madde, adlî
kontrolün kaldırılması veya tutuklunun salıverilmesine ilişkin usulü
düzenlemektedir. Salıverilme isteminin reddi veya kabulü hakkındaki karar
Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya avukatları dinlendikten sonra
verilecektir; böylece savunma hakkına verilen önem vurgulanmıştır.
Yeni getirilen adlî
kontrol hâllerinde, kişi tutuklu olmadığı için karar verilmeden önce dinlenmesi
de zorunlu olduğundan, çağırılması ve bunun iadeli taahhütlü mektup veya
telefonla yapılması kabul edilmiş ve böylece adaletin işlerliği ve etkinliği
yolunda yeni bir adım daha atılmıştır.
Madde 125. - Adlî kontrol
mekanizmasının iyi işlemesi ve özellikle davaların makul bir sürede sonuca
bağlanabilmesi için, sanığın usul işlemlerinde hazır bulunması gereklidir.
Çoğunlukla adresi bilinmediği için şüpheli veya sanığa tekrar ulaşmak,
güçlükler yaratmakta ve davalar bu nedenle uzamaktadır. Bu nedenle madde,
salıverilen şüpheli veya sanığa, adres değişikliklerini bildirme zorunluluğunu
getirmiş ve bilinen adrese yapılacak
tebliğlerin şahsına yapılmış
sayılacağının şüpheliye veya sanığa ihtar edilmesi; ayrıca, maddenin ikinci
fıkrasına göre şüpheli veya sanığa soruşturma veya kovuşturma sona erinceye
kadar, önce bildirdiği adreste değişiklik olursa bunu da iadeli taahhütlü mektup
ile salıverilme kararı veren mercie bildirilmesinin ihtarı öngörülmüştür.
Tutuklu iken tahliye
edilen sanık, yukarıda belirtilen bilgiyi tutukevi müdürüne verecek müdür de ihtarların yapıldığını ve
yeni adresleri içeren tutanak ve belgenin asıl veya örneğini yargı merciine
gönderecektir.
Bu hükümlerin amacı,
davaların gecikmesinde etkin neden oluşturan bir hâli gidermektir.
Madde 126. - Tutuklama,
ceza olmayıp delillerin karartılması veya şüpheli veya sanığın kaçmasını önlemek üzere zorunlu nedenle
uygulanabilen bir tedbirdir ve zorunluluğun gerektiği ölçüde kullanılması
insancıl yaklaşımın sonucudur. Bu nedenle tedbirin amacına aykırı olmadığı
hâllerde, soruşturmada Cumhuriyet savcısının veya kovuşturmada mahkemenin her
tür suçta şüpheli veya sanığa geçici çıkış izni verme yetkisi kabul edilmiştir.
Hürriyeti bağlayıcı ceza uygulanırken kabul edilen bu tür bir uygulamanın
tutuklamada geçerli olmaması kabul edilemez. Böyle bir karar, elbette ki,
gündelik, alışılmış uygulama durumuna getirilmemeli ve ancak istisnaî olarak
gerektiği zaman uygulanmalıdır. Uygulama gözetim altında cereyan edecektir.
Madde 127. - Maddede
tutuklamanın kimlere bildirileceği düzenlenmektedir. Maddede, tutuklamadan ve
tutuklamanın uzatılmasına ilişkin her karardan tutuklunun bir yakınına veya
belirlediği bir kişiye hâkimin kararıyla gecikmeksizin haber verileceği hükme
bağlanmaktadır. Ayrıca soruşturmanın amacını tehlikeye düşürmemek kaydıyla,
tutuklunun tutuklamayı bir yakınına veya belirlediği bir kişiye bizzat bildirme
olanağı da getirilmiştir. Maddenin birinci ve ikinci fıkraları 3/10/2001
tarihli ve 4709 sayılı Kanunla Anayasanın 19 uncu maddesinde yapılan
değişikliğe uygulama yeteneği kazandırılması amacıyla 6/2/2002 tarihli ve 4744
sayılı Kanunla 1412 sayılı Kanunun 107 nci maddesinde yapılan değişiklikten
aynen alınmıştır.
Maddenin üçüncü
fıkrasında şüpheli veya sanık yabancı olduğunda tutuklanma durumunun vatandaşı
olduğu devletin konsolosluğuna bildirileceği hükme bağlanmak suretiyle yabancı
kişiler bakımından yeni bir düzenleme getirilmektedir.
Madde 128. - Madde, gerek
soruşturma, gerek kovuşturma evrelerinde tutukluluk hâlinin devamının gerekip
gerekmeyeceği hususunun, merciince belirli aralıklarla mutlaka incelenmesini
zorunlu kılmakta ve böylece tutuklama gibi kişi özgürlüğünü geçici olarak yok
eden bir tedbirin gereksiz olarak uzamasını önlemek amacını gütmektedir.
Soruşturma evresinde,
şüpheli veya Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi, otuzar
günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmediğini
inceleyecek ve bu hususta bir karar verecektir.
Kovuşturma evresinde ise,
her duruşmada bu hususta bir karar re'sen verilecektir. Duruşma aralarında da
keza, bu hususta karar verilebilecektir. Tasarı davanın bir duruşmada
bitirilmesini ilke olarak kabul etmiş bulunduğundan kovuşturma evresinde durum
daha da kolay olacaktır.
Tutukluluk hâlinin devamı
gerekmediği hususunda karar verilirken hâkim veya mahkeme 119 uncu maddedeki
koşulların devam etmediği hususunda gerekli incelemeleri yapacak ve bu
husustaki kararını gerekçeli olarak açıklayacaktır. Tutukluluk hâlinin
incelenmesinde 361 inci madde hükmünün de dikkate alınacağı maddede
belirtilmektedir. Bu nedenle, 361 inci maddede hürriyeti bağlayıcı cezaların
infazının ertelenme nedenleri de tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği
konusunda dikkate alınacaktır.
Madde 129. - Madde,
tutukluluk rejimi ve tutuklu hakkında uygulanabilecek disiplin cezaları
konusundaki temel ilkeleri koymaktadır.
Tutuklu ile hükümlüler,
bir arada tutulmayacaklardır. Bu, statü farklılığının doğurduğu doğal bir
sonuçtur.
Tutuklunun 119 uncu
maddede gösterilen nedenler ile özgürlüğü kısıtlanmış fakat suçu ispat
edilmemiş bir kişi olmasından dolayı şahsî hürriyeti dışındaki haklarının
belirli tehlikelerin önlenmesi açısından sınırlanabileceği göz önünde
tutulmalıdır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, verdiği kararlarda bu noktayı
özenle gözler önüne sermektedir.
Maddenin ikinci
fıkrasında, tutukevinde kişinin tâbi kılınacağı kayıtlamalarda geçerli ilke ve
ölçü gösterilmiştir; kişi, ancak tutuklamanın amacını ve tutukevinin düzenini
sağlamak yönünden zorunlu olduğu kadar kayıtlamalara tâbi tutulabilecek ve
belirli koşullara uymak koşuluyla ve masrafı kendisine ait olmak üzere
istirahat ve uğraşını düzenleyebilecektir.
Üçüncü fıkrada,
tutuklunun ne gibi hâllerde, sağlığına zarar veremeyecek tedbirlere tâbi
tutulabileceği gösterilmiştir. Bu hâller kişinin tutukevinde ciddî bir tehlike
oluşturması, intihara veya kaçmaya kalkışması veya bu yolda hazırlıkta
bulunduğunun veya diğer tutukluların güvenliği için bir zorunluluğun
saptanmasıdır. Ancak uygulanabilecek disiplin cezaları tüzükte belirtilecektir.
Tutuklunun hakları
yönünden çok önemli olan bir hükme beşinci fıkrada yer verilmiştir. Bu hükme
göre, ister disiplin cezaları ister önlemler, yetkili kurul veya yerine göre
memurlar tarafından alınmakla beraber mutlaka infaz hâkiminin onayına sunulacak
ve onaydan sonra uygulanabilecektir; ancak, ivedi hâllerde önlemlerin hemen
uygulanabilmesi öngörülmüş ve sonra derhâl infaz hâkiminin onayına sunulması da
hükme bağlanmıştır.
Tutuklu duruşmaya bağlı
olmayarak yani kelepçesiz çıkarılacaktır; duruşmanın düzen ve disiplini ile
görevli yargı merciinin bu Kanundan aldığı yetkiler saklıdır.
Madde 130. - Madde,
yakalamayı düzenleyen temel ilkeleri sistemli bir şekilde açıklamaktadır.
Maddede herkes tarafından geçici olarak yakalama yapılabilecek hâller ile
kolluk memurlarının yakalama yapabilecekleri durumlar ve soruşturulması ve
kovuşturulması şikâyete bağlı suçlarda yakalama, üç ayrı fıkra hâlinde
düzenlenmiştir.
(1) numaralı fıkrada
herkes tarafından yakalama yapılabilecek iki hâl yer almıştır:
1. Suç işlerken kişiye
rastlanması ve kişinin bu hâlde iken görülmesi,
2. Suçüstü bir fiilden
dolayı kişinin izlenmekte olması. Bu ikinci hâlde herkesin yakalama yapabilmesi
için şu iki koşuldan birisinin varlığı yeterlidir:
a) Bu kişinin kaçması
olasılığı varsa,
b) Hemen kimliği
belirlenemiyorsa.
(2) numaralı fıkraya göre
ise iki hâlde Cumhuriyet savcısına veya amirlerine derhâl başvurma olanağı
bulunmadığı taktirde kolluk memurları yakalama yapabilirler.
120 nci maddenin
tutuklama kararının sanık veya şüphelinin gıyabında verilmesini kabul etmediği
evvelce açıklanmıştı. Bu madde gereğince soruşturma evresinde Cumhuriyet
savcısı ve kovuşturma evresinde mahkeme kişinin yakalanıp getirilmesini
kolluktan isteyebileceklerdir.
Maddenin (3) numaralı
fıkrasında soruşturma ve kovuşturması şikâyete bağlı suçlarda yakalamanın
koşulları gösterilmiştir: Soruşturma ve kovuşturması şikâyete bağlı suçlarda,
şikâyet olmadan yakalama mümkün olmayacaktır. Ancak, çocuklara, beden veya akıl
hastalığı, malûllük veya güçsüzlükleri nedeniyle kendilerini idareden aciz
bulunanlara karşı işlenen suçüstü cürümlerde yakalama için şikâyet
aranmayacaktır. Bu hüküm herkes için geçerlidir. Soruşturma ve kovuşturması
şikâyete bağlı cürüm suçüstü değilse o zaman kanunların gösterdiği şekilde ve
kimseler tarafından şikâyetin yapılmış olması, yakalamanın koşulunu
oluşturmaktadır.
Maddenin (4) numaralı
fıkrasına göre, yakalanıp kolluğa teslim edilen kişi hakkında görevliler
gerekli soruşturma belgesini düzenledikten sonra kişiyi hemen Cumhuriyet
savcılığına göndereceklerdir.
Madde 131. - Maddede,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin, İnsan Haklarını ve Temel Özgürlükleri
Korumaya Dair Avrupa Sözleşmesiyle Kurulu Bulunan Denetim Mekanizmasını Yeniden
Yapılandıran 11 Nolu Protokol ile daha da güçlenen Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin kişi özgürlüğü ve güvenliği ile ilgili 5 inci maddesine getirdiği
yorum ve içtihatlar göz önüne alınmıştır. Öte yandan, 3/10/2001 tarihli ve 4709
sayılı Kanunla Anayasanın 19 uncu maddesinde yapılan değişikliğe uygulama
yeteneği kazandırılması amacıyla 6/2/2002 tarihli ve 4744 sayılı Kanunla 1412
sayılı Kanunun 128 inci maddesinde yapılan değişiklik de maddeye yansıtılmış
olup, yakalama ve gözaltı süresi makul bir ölçüyü aşmayacak hâle getirilmiştir.
Ancak bu süreler en çok süreler olup, her olayın kendi özellikleri içinde
gerektiği kadar süre ile sınırlandırılarak kullanılmalıdır. Gözaltı süresi,
bireysel suçlarda, Cumhuriyet savcılığının bu husustaki kararından itibaren
yirmidört saattir.
Cumhuriyet savcısının
gözaltına alma hususunda karar vermesi, gözaltına alma tedbirinin soruşturma
yönünden zorunlu olmasına ve kişinin suçu işlediğini düşündürebilecek
emarelerin varlığına bağlıdır; yoksa bu iki koşulun varlığı değerlendirilmeden
gözaltına alma kararının verilmesi hukuken olanaksızdır. Buna karşılık, üç veya
daha fazla kişinin bir suça iştiraki suretiyle toplu olarak işlenen suçlarda,
delillerin toplanmasındaki güçlük veya şüpheli sayısının çokluğu ve benzeri
nedenlerle Cumhuriyet savcısına bu sürenin dört güne kadar uzatılması için
yazılı emir verme yetkisi tanınmıştır. Böylece gözaltı süresi en çok dört gün olacaktır.
Cumhuriyet savcısı,
yakalamayı, gözaltına alınmayı gerektiren bir hâl görmez veya yakalama
nedenleri ortadan kalkmış bulunursa, yakalanan kişinin bırakılmasına karar
verecektir. Ancak gözaltına alınma, elbette ki, keyfî takdirlere bırakılamaz.
Bu itibarla madde metninde gözaltına almanın veya süresinin uzatılmasının,
suçun ve faillerin araştırılması yönünden zorunlu olmasına ve kişinin suçu
işlediğini düşündürebilecek emarelerin varlığına bağlı olduğu ifadesine yer verilmiştir.
Öte yandan, gözaltında
tutma süresinin uzatılmasına ilişkin Cumhuriyet savcısının yazılı emrine veya
yakalama işlemine karşı, yakalanan kişi ve avukatı veya yasal temsilcisi, eşi
ya da birinci veya ikinci derecede kan hısımı, hemen serbest bırakılmayı
sağlamak için sulh ceza hâkimine başvurabilirler. Sulh ceza hâkimi incelemeyi
evrak üzerinde yaparak derhâl ve nihayet yirmi dört saat dolmadan başvuruyu
sonuçlandırır. Yakalamanın veya süre uzatmanın yerinde olduğu kanısına varırsa,
başvuruyu reddeder ya da yakalananın derhâl soruşturma evrakı ile Cumhuriyet
savcılığında hazır bulundurulmasına karar verir.
Karşılaştırmalı hukukta
gözaltı süresinin kısa tutulması genel kural olarak gözükmektedir. Bazı
mevzuatta bir tek süre kabul edilmiştir ve uzatılmamaktadır: Kanada'da
yirmidört saat, Almanya'da kişinin yakalandığı günü izleyen günün sonuna
kadardır yani kırksekiz saattir. Rusya'da ise bu süre yetmişiki saate kadar
uzayabilmektedir. İtalya'da süre beş güne kadar uzayabilmektedir. Hollanda'da
üç defa yirmidört saat olabilmektedir. Terörizm suçlarında ise daha uzun bir süre
kabul edilmektedir.
Maddede öngörülen bir
diğer güvence ise gözaltı süresinin dolması veya hâkimin serbest bırakma kararı
üzerine serbest bırakılan kişi hakkında yakalamaya konu olan fiil sebebiyle
yeni ve yeterli delil elde edilmedikçe ve Cumhuriyet savcısının kararı
olmadıkça bir daha bu madde hükmünün uygulanamamasıdır.
Maddenin son fıkrasının
içerdiği temel güvenceden birisi de sulh ceza hâkimi huzuruna yukarıda
açıklanan süre içinde çıkarıldığında kişinin isterse sorgusunda bir avukatı
bulundurabilmesidir.
Şüpheli veya sanığı
gözaltında bulundurabilme süresi böylece maddede yazılı koşulların varlığı
hâlinde dört güne kadar çıkabilmektedir.
Madde 132. - Maddede
Cumhuriyet savcılarının esasen görevleri içinde bulunan hususlar daha ayrıntılı
olarak yinelenmekte ve bu suretle var olan tereddütlere açıklık getirilmesi
amaçlanmaktadır: Adlî görevleri, nezarethanelerin ve buralardaki işlemlerin
özenle gözetlenmesini gerektirdiğinden Cumhuriyet savcıları nezarethaneleri,
varsa ifade alma odalarını, gözaltına alınan kişinin durumlarını, gözaltına
alma neden ve sürelerini ve gözaltına almaya ilişkin bütün kayıt ve işlemleri
inceleyecek ve araştıracaklardır. Bu suretle yerli yersiz öne sürülen işkence
iddiaları da ortadan kaldırılmış olacaktır. Cumhuriyet savcısı inceleme ve
araştırmaları sonuçlarını Nezarethaneye Alınanlar Defterine kayıt edecektir.
Böylece kolluk, asılsız iddialardan da kurtarılmış olacaktır.
Madde 133. - Madde
yakalanan veya tutuklanan kimseye, bir yerden diğer bir yere naklinde ne gibi
koşullarla kelepçe takılabileceğini göstermektedir.
1. Kişinin kaçacağı
hususunda kuvvetli emareler bulunması,
2. Kişinin kendisinin
veya başkalarının hayat veya beden bütünlükleri bakımından tehlike belirttiğine
dair emarelerin varlığı
durumunda kelepçe takılabilecektir.
Tasarının 1 inci
maddesinde de belirtildiği üzere, zorlayıcı tedbirlerin ancak zorunluluk
hâlinde uygulanmaları mümkün olduğundan, kelepçe vurulması gibi aslında onur
kırıcı bir işlemin ancak bu hâllerde uygulanması Tasarı tarafından
öngörülmüştür.
Madde 134. - Madde,
yakalanan kişinin hakkında kamu davası açılmış olması hâlinde derhâl yetkili
mahkemeye sevkini öngörmektedir; kişi önceden sulh ceza hâkiminin huzuruna
çıkarılmış ise bu hâkimin kararı ile yetkili mahkemeye götürülecektir.
Böylece huzuruna sevk
olunan kişiyi mahkeme aynı gün serbest bırakabileceği gibi, usulüne uygun
olarak adlî kontrol altına alma veya tutuklama kararı da verebilir.
Madde 135. - 3/10/2001
tarihli ve 4709 sayılı Kanunla Anayasanın
19 uncu maddesinde yapılan değişikliğe paralel olarak, 6/2/2002 tarihli
ve 4744 sayılı Kanunla 1412 sayılı Kanunun 128 inci maddesinin altıncı fıkrasında
yapılan değişiklik ile Tasarıda gözaltına almanın da ayrıca düzenlendiği
dikkate alınmak suretiyle yakalama ve gözaltına almanın kimlere bildirileceği
ayrı bir madde şeklinde düzenlenmiştir.
Maddeye göre, kişinin
yakalandığı, gözaltına alındığı veya gözaltı süresinin uzatıldığı Cumhuriyet
savcılığınca bir yakınına veya belirlediği bir kişiye gecikmeksizin haber
verilecektir; yakalanan veya gözaltına alınan yabancı ise durumu vatandaşı
olduğu devletin konsolosluğuna bildirilecektir.
Madde 136. - 130 uncu
maddenin (3) numaralı fıkrasında soruşturma ve kovuşturması şikâyete bağlı
suçların fıkranın belirttiği kişilere karşı işlenmesi hâlinde yakalama için
şikâyete gereksinim bulunmadığı belirtilmiştir. Bu madde, söz konusu hâllerde
şikâyete hakkı olan kimselere veya bunlardan hiç değilse birine yakalamadan
haber verme zorunluğunu getirmiş bulunmaktadır.
Madde 137. - Soruşturma
ve kovuşturma evrelerinde kolluk, Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkemece
yapılan işlemlerin bir belge, rapor veya tutanağa bağlanması gereklidir. Bunlar
hukuka ve sürelere ilişkin usul hükümlerine uygun davranıldığını gösterir.
Maddeyle yakalama
işleminin de bir tutanağa bağlanması öngörülmüştür. Yakalama işlemlerinin
sağlıklı biçimde saptanıp izlenebilmesi için tutanakta; şüphelinin hangi suç
nedeniyle, hangi koşullarda, hangi yer ve zamanda yakalandığı, yakalamayı
kimlerin yaptığı gösterilecektir.
8/6/1936 tarihli ve 3005
sayılı Meşhud Suçların Muhakeme Usulü Kanunu hükümlerinin saklı olduğu da
maddede belirtilmiştir.
Madde 138. - Madde,
yakalama müzekkeresinin ne gibi hâllerde çıkarılacağını ve bu hususta yetkili
mercileri göstermektedir. Tasarı gıyabî tutuklama kararı verilmesini esasta
kaldırmış ve sadece bir istisnayı 120 nci maddenin dokuzuncu fıkrasında kabul
etmiş bulunduğundan 1412 sayılı Kanunun 131 inci maddesinde yer alan tutuklama
müzekkeresine dayanılarak yapılacak yakalamaya maddede yer verilmemiştir. Bunun
doğurabileceği sakıncaları ortadan kaldırmak amacıyla, hâkime "yakalama
müzekkeresi" düzenleme yetkisi verilmiştir.
Birinci fıkraya göre
soruşturma evresinde sulh ceza hâkimi, şüphelinin kaçak olması veya saklanması
hâlinde, Cumhuriyet savcısının istemi ile yakalama müzekkeresi verebilecektir.
İkinci fıkra ise belirli
hâllerde Cumhuriyet savcısının ve kolluk kuvvetlerinin yakalama müzekkeresi
verebileceklerini hüküm altına almıştır: Bu hâller yakalanmış kişinin kolluk
görevlisinin elinden kaçması ya da ceza infaz kurumu veya tutukevinden kaçmış
bulunmasıdır. Bu hüküm kaçan şüpheli, tutuklu veya hükümlü için geçerlidir.
Üçüncü fıkra, kovuşturma
evresinde kaçan veya saklanan sanık hakkında mahkemece re'sen veya Cumhuriyet
savcısının istemi ile yakalama müzekkeresi verilebileceğini ifade etmektedir.
Dördüncü fıkra, yakalama
müzekkeresinin ne gibi kayıtları içereceğini göstermektedir. Buna göre: Kişinin
açıkça eşkâli, bilindiğinde kimliği, adı geçene yöneltilen suç ve
yakalandığında nereye gönderileceği müzekkerede gösterilecektir.
Madde 139. - Maddenin (1)
numaralı fıkrası 133 üncü madde hükmüyle bağlantılıdır. Hakkında henüz bir
kesin mahkûmiyet hükmü bulunmayan şüphelinin kelepçelenmiş veya hareketleri
kısıtlanmış durumda iken resmini çekmek ve bunları yayınlamak suçsuzluk
karinesinin ihlâlini oluşturur. Bu nedenle resim çeken veya resimleri bir
suretle yayanlara ağır para cezası verilecektir. Ayrıca kelepçeli şüpheli veya
sanığa nezaret edenlerin de resim alınmaması için gerekli tedbirleri sağlamakla
yükümlü bulunduklarını fıkra öngörmektedir.
Maddenin (2) numaralı
fıkrası suçsuzluk karinesini güçlendirmek üzere, yakalanan veya tutuklanan veya
hakkında soruşturma açılan kişilerin suçluluk yahut sorumluluklarına ilişkin
olarak kamuoyu yoklaması yapılmasını, görüşlerin toplanmasını veya bunların
sonuçlarının yayınlanmasını suç hâline getirmiş bulunmaktadır.
Bu suçlardan dolayı tüzel
kişilerin de sorumlu oldukları maddede hükme bağlanmaktadır.
Madde 140. - Maddeye göre
gözaltına alınan kişilerin içerisinde bulundurulacakları nezarethanelere ve
kişilerin durumları ile yakalama işlemlerine ilişkin olmak üzere bir yönetmelik
hazırlanacaktır. Yönetmelikte düzenlenecek hususlar şunlardır:
1. Nezarethanelerin maddî
koşulları,
2. Gözaltına alınmış olan
kişi hakkındaki soruşturmanın kim tarafından yürütüleceği,
3. Bu kişinin hangi
görevlinin muhafazasına tevdi edileceği,
4. Bedensel ve tıbbî
muayenesinin nasıl yapılacağı,
5. Gözaltı işlemlerine
ilişkin kayıt ve defterlerin nasıl tutulacağı,
6. Gözaltına alınırken ve
işleme son verilirken hangi tutanakların tutulacağı,
7. Gözaltına alınan
kişiye hangi belgelerin verileceği,
8. Kolluk tarafından
gerçekleştirilen yakalama işlemlerinin uygulanmasında uyulacak kurallar.
Yönetmelik bütün bu
hususları ayrıntıları ile belirtecektir. Böylece gözaltına almanın ve
yakalamanın insancıl koşullar içerisinde sürdürülmesi, güvence altına alınmış
olacaktır.
Madde 141. - Usul
kurallarına uymama veya keyfî adlî işlemler nedeniyle, suç soruşturması veya
kovuşturması sırasında kişilerin uğrayabilecekleri maddî veya manevî zarar
hâllerini, maddenin (1) ilâ (8) numaralı bentleri teker teker göstermektedir.
Bu hâller gerçekleştiğinde zarar gören kişiler Devleti dava etmek ve
zararlarının giderilmesini istemek hakkına sahiptirler. Maddî tazminat istemini
haklı kılan hâller şunlardır:
Kişinin:
1. Kanunların belirlediği
koşullar dışında yakalanması veya tutuklanması yahut tutukluluğunun devamına
karar verilmiş olması,
2. Yasal gözaltı süresi
içinde hâkim huzuruna
çıkarılmaması ve böylece 131
inci maddenin gereklerinin yerine getirilmemiş olması,
3. Yasal hakları
hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine
getirilmeden tutuklanması,
4. Tutuklandıktan sonra
makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmaması veya makul süre içinde
hüküm verilmemesi,
5. Kanuna uygun olarak
yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra, hakkında kovuşturmaya yer olmadığına
veya beraatine karar verilmiş olması,
6. Mahkûm olduktan sonra,
hükümlülük süresinin gözaltı ve tutuklulukta geçirilen süreden az olması veya
kişinin sadece para cezası ile mahkûmiyetinin hukuken zorunlu olması,
7. Yakalama veya
tutuklama nedenlerinin ve suçlamalarının kendisine yazılı veya olanaklı
bulunmadığı hâllerde sözlü olarak açıklanmaması,
8. Yakalanması veya
tutuklanmasının yakınlarına bildirilmemiş olması.
Yukarıda (1) ilâ (6)
numaralı bentlerde belirtilen hâllerde, usulsüz işlemlere muhatap olmuş veya bu
gibi hâllerle karşılaşmış bulunan kişi, uğradığı her türlü maddî ve manevî
zararlarını Devletten dava etmek, isteyebilmek hakkına sahip olacaktır. (7) ve
(8) numaralı bentlerde ise manevî zararlarını istemek ve dava etmek hakkını
kullanabilecektir.
Maddenin son fıkrasına
göre (5) ve (6) numaralı bentlerde belirlenen kararları veren merciler, esas
kararları verirken ilgiliye tazminat hakları bulunduğunu bildireceklerdir; bu
husus karara ayrıca geçirilecektir.
Madde 142. - Maddenin
birinci fıkrasına göre, tazminat davasının açılması, ilgili kişi hakkındaki
kararın veya hükmün kesinleşmesiyle olanaklı hâle gelecektir.
Kesinleşme, ilgilisine
veya varsa vekiline tebliğ edildiğinde, tebellüğden itibaren üç ay içinde dava
açılabilecektir. Karar veya hükmün, tebliğ edilememesi veya tebliğinin herhangi
bir nedenle gerçekleştirilmemiş bulunması durumunda dava hakkı, karar veya
hükmün kesinleşmesinden itibaren nihayet bir yıllık sürenin sona ermesiyle
düşecektir.
Tazminat istemeye hak
sahibi olan kimsenin hakkındaki soruşturma ve kovuşturmanın akıbetini ve kesin
sonuca bağlanışını takip ederek dava hakkını gecikmeden kullanması
öngörüldüğünden bir yıllık hak düşürücü süre benimsenmiştir.
Dava zarara uğrayanın
kendisi, yasal temsilcisi veya özel yetkili vekili tarafından açılacak, Devleti
temsilen Hazine davalı gösterilecektir.
Tazminat davasında
yetkili ve görevli mahkeme, davacının oturduğu yer ağır ceza mahkemesidir.
Böylece kanuna aykırı işlemden zarar gören kişinin en kolay biçimde ve en
masrafsız yöntemle hakkına kavuşabilmesi amaçlanmıştır.
Tazminata konu asıl
işlem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesince yapılmış ise ve
aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi varsa dava o dairede çözülecek, bu
hususta Kanunun genel düzenlemesi gözetilip numara itibarıyla izleyen daire
yetkili olacaktır.
Tazminatı gerektiren asıl
işlem, davacının oturduğu yer ağır ceza mahkemesi tarafından yapılmışsa ve o
yerde başka bir ağır ceza dairesi de yoksa, yer itibarıyla en yakın ağır ceza
mahkemesi davayı görecektir. Kuşku yok ki, hâkimin çekilmesi veya reddi
hususundaki genel kurallar bu dava türünde de geçerliliğini koruyacaktır.
Yetkili ağır ceza
mahkemesi, inceleme ve değerlendirmesini duruşma yapmaksızın dosya üzerinde
tamamlayacak ve davayı öncelikle ve ivedilikle karara bağlayacaktır.
Davanın dosya üzerinden
yürütülmesi davacıya önemli sorumluluk yüklemekte, dava dilekçesine açık
kimliğini ve oturduğu yer adresini, Devlet Hazinesinin davalı olduğunu, zarara
uğramasına ve tazminata hak kazanmasına hangi soruşturma veya kovuşturmanın
neden olduğunu, maddî veya manevî zararının nitelik ve niceliğini açık biçimde
yazması gerekmektedir.
Davacı, gözaltı veya
tutuklamayla ilişkili dosyada belgelenenler dışında, her türlü zararını ispat
belgelerini de dilekçesine ekleyecektir.
Dilekçe ve ekindeki bilgi
ve belgelerin yetersizliği durumunda mahkeme, eksikliğinin neden ibaret
olduğunu ve duyuru tarihinden itibaren bir ay zarfında tamamlanıp mahkemeye
ulaştırılmadıkça davanın reddedileceğini, davacıya veya davayı açan temsilci
veya vekiline duyuracaktır. Bu duyuruda esas alınacak adres dilekçede
belirtilen adres olup, bu adresin yetersizlik yahut yanlışlığı veya
bildirilmeyen adres değişliği nedeniyle tebliğin yapılamaması hâllerinde mahkemece
adres araştırılmasına girişilmeyecektir. Duyurulan yahut belirtilen nedenle
duyurulma olanaksızlığından dolayı giderilmemiş olan eksiklik karşısında dava
dilekçesi mahkemece Cumhuriyet savcısının yazılı görüşü alınarak reddedilecektir.
Bu karara karşı itiraz olunabilecektir.
Dilekçe ve eki belgelerin
yeterliliği durumunda mahkeme, gözaltı veya tutuklamayla ilişkili dosyayı
getirtip inceleyecek, sıfat, işlem ve süre itibarıyla davanın görülebilir
olduğunu öncelikle saptayacak, olumlu sonuca vardığında davacı tarafın sunduğu
dilekçe ve belge örneklerini davalı Devlet Hazinesinin kendi yargı çevresindeki
temsilcisine tebliğ edecek, varsa beyan ve itirazlarını duyurudan itibaren otuz
gün içinde bildirmesini isteyecektir. Devlet Hazinesi temsilcisinin illerde
defterdarlık, ilçelerde mal müdürlüğü olduğu gözetilecektir.
Mahkeme, istemin ve delil
niteliğindeki belgelerin ve davalı Devlet Hazinesinin karşı bildirimlerinin
değerlendirilmesinde ve verilecek maddî ve manevî tazminatın saptanmasında,
gerekli gördüğü her türlü araştırmayı yapmaya, hatta bilirkişi incelemesi
yaptırmaya yetkilidir.
Dosya üzerindeki her
türlü inceleme ve değerlendirmeyi mahkeme, dilerse heyet hâlinde yapacak,
dilerse başkanı veya üyelerinden birini görevlendirerek, Cumhuriyet savcısının
yazılı görüşünü aldıktan sonra heyet hâlinde karara bağlayacaktır.
Esasa ilişkin karara
karşı Cumhuriyet savcısı, davacı veya davalı Devlet Hazinesi, kararın
kendilerine tebliği tarihinden itibaren yedi gün içinde istinaf yoluna başvurma
hakkını kullanabilecektir. İnceleme öncelikle ve ivedilikle yapılacaktır.
Madde 143. - Tazminat,
haksız olarak hürriyetinden veya hakkından yoksun bırakılmanın karşılığı olmak
üzere ödendiğine göre:
1. "Kovuşturmaya yer
olmadığına ilişkin karar"ı itiraz üzerine veya kamu davası açılmasını
haklı saydıracak yeterlikteki delillerin sonradan elde edilmesi ile kaldırılan
ve hakkında kamu davası açılan sanık,
2. Beraat eden, ancak,
aleyhinde yargılamanın yenilenmesi dolayısıyla yeniden yargılanan sanık
mahkûm olup, bu kararı
kesinleştiğinde, Devletten aldığı tazminatı yine Devlete geri vermek zorunda
kalacaktır.
Tazminatın geri verilmesinin
gerekçesi, verilişine neden sayılan işlemin, hukuka aykırı olmadığının sonradan
ortaya çıkması ve kişinin haksız zenginleştiğinin hükümle belgelenmesidir.
Geri alma işleminde,
cezaların tümü esas alınarak, gözaltı ve tutukluluk süreleri, mahkûmiyet
süresini aşkın değilse ödenen tazminat bütünüyle geri istenecek, aşkın ise o
sürenin karşılığı kişiye bırakılıp, hukuka uygunluğu tartışmasız olan gözaltı
ve tutukluluğun karşılığı olarak ödenen bedel geri alınacaktır.
Kişiye tazminat verilmesi
keyfiyeti, dosyasında belgelenmiş olacağından, geri isteme koşulları
gerçekleştiğinde Cumhuriyet savcısı, Devlet Hazinesinin istemini beklemeden,
tazminata karar veren mahkemeye yazılı olarak başvurmak suretiyle tazminatın
geri alınması için karar verilmesini isteyecektir.
Mahkeme dosya üzerinde
incelemesini yapacak, geri isteme koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğini
değerlendirecek, tazminatın kısmen geri verilmesi gereken hâllerde gerekçeli
hesaplamayı yaparak kararını verip taraflara ve Cumhuriyet savcısına tebliğ
edecektir.
Tazminatın geri
alınmasında, 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Âmme Alacaklarının Tahsil Usulü
Hakkında Kanunda yazılı yöntem uygulanacaktır.
Karara karşı Cumhuriyet
savcısının ve tarafların itiraz hakları vardır.
Öte yandan bir başka
olasılık, tazminatı gerektiren hürriyet veya hak kaybının, kötü niyetli bir
muhbir veya şikâyetçinin ihbar veya suç duyurusundan veya tanık olarak dinlenen
bir kimsenin yalancı tanıklığından kaynaklanmasıdır. Bu gibi durumlarda haksız
ihbar, şikâyet veya tanıklığın hürriyet ve hak kaybına etkisi mahkemesince
değerlendirilecek, bu etkinin varlığı saptandığında ödemek zorunda kaldığı
tazminat nedeniyle Devletin, o kişi veya kişilere rücuu hüküm altına
alınacaktır. Tazminat ödenmesine kusuruyla neden olan görevlilere de Devletin
rücu etme imkanı bulunduğu ikinci fıkrada belirtilmiştir.
Madde 144. - Bu madde
ile, kimlerin tazminat isteyemeyecekleri tam bir açıklıkla hüküm altına
alınmakta, uluslararası normlar, öğretide benimsenmiş görüşler ve Yargıtay
içtihatları gözetilerek uygulamada doğabilecek tereddütlerin giderilmesi
hedeflenmektedir.
Bu düzenlemeye göre,
kanuna uygun olarak gözaltına alınan veya tutuklanan kimse:
1. Gözaltı ve
tutuklulukta geçirdiği süresini, mahkûmiyetle sonuçlanan bir başka
hükümlülüğünden indirme kararı alabildiğinde, indirime konu bu sürenin
karşılığında tazminat isteyemeyecektir. Kalan "artık süre" için
istemde bulunabileceği ise tartışmasızdır.
2. Sonradan yürürlüğe
giren ve getirdiği lehte düzenlemeler ile fiili suç olmaktan çıkarma veya ceza
yaptırımını hafifletme gibi sonuçlar öngören kanunu gerekçe göstererek tazminat
isteyemeyecektir.
3. Tazminat, haksızlığın
bir karar veya hükümle belgelenmesini gerekli kıldığından, böyle bir
belgelemeyi olanaksız hâle sokması nedeniyle, ölüm, genel veya özel af,
şikâyetten vazgeçme, zamanaşımı ve benzeri nedenlerle hakkındaki kamu davasının
düşürüldüğünden veya ortadan kaldırıldığından veya kovuşturmasına yer
olmadığına karar verildiğinden bahisle tazminat istemeyecek, evlenme nedeniyle
hakkındaki kamu davasının ertelendiğini veya düşürüldüğünü ileri sürerek
tazminat isteminde bulunamayacaktır.
4. Ceza ehliyetsizliği
nedeniyle hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar verildiği gerekçe
gösterilerek tazminat isteyemeyecektir.
5. Adlî makamlar
huzurunda gerçek dışı beyanla suçu işlediğini veya suça katıldığını ifade
ederek gözaltı veya tutuklamaya şahsî kusuruyla neden olmuş ise tazminat
istemeye hak kazanamayacaktır.
Madde 145. - Maddenin
saptadığı ilke, ifadesinin alınması veya sorgusunun yapılması için, kişinin
davetiye ile çağrılmasıdır. Ancak madde, kişi gelmezse zorla
getirilebileceğinin davetiye yazılabilmesini de öngörmektedir.
Madde 146. - Madde, ihzar
kurumunun içeriği ve uygulanması bakımından, usul hukukumuz itibarıyla önemli
değişiklikler getirmiş bulunmaktadır.
Birinci fıkraya göre,
ilke olarak, hakkında tutuklama kararı verilebilmesi veya yakalama müzekkeresi
kesilebilmesi için yeterli nedenler bulunan şüphelinin veya sanığın ihzarına
karar verilebilecektir. Uygulamada önemli olan husus ihzar müzekkeresinin
yerine getirilmesidir; bu nedenle son fıkra, ihmalleri ile ihzarı
gerçekleştirmeyen sorumluların saptanmasını olanaklı kılmak üzere, yerine
getirmemenin nedenlerinin saptanmasını ve bunların, köy veya mahalle muhtarları ile kolluk görevlisi
tarafından düzenlenecek bir tutanağa geçirilmesini öngörmüş bulunmaktadır.
İhzar müzekkeresinin
içeriği ikinci fıkrada belirlenmiştir: Müzekkerede şüpheli veya sanığın açıkça
kim olduğu, kendisi ile ilgili suçu, gerekiyorsa eşkali (fiziğini belirleyen
özellikleri) belirlenecek ve asıl önemlisi, zorla getirilmesine neden olan
hususlar belirtilecektir. Bu müzekkerenin bir örneği şüpheli veya sanığa
verilecektir. Bu nedenle müzekkere kopyalı olarak kolluk görevlisine
gönderilmelidir. Böylece düzenlenecek müzekkerenin hangi süre içinde geçerli
olacağı maddenin beşinci fıkrasında yer almıştır; ihzar belirli ölçüde zor
kullanmayı gerektirebileceğinden geçerli olduğu sürenin belirlenmesi,
özgürlüklerin korunması yönünden önemlidir. Esasen dördüncü fıkra, bu bakımdan
diğer bir teminatı da içermektedir: İhzar edilen şüpheli veya sanık, ilke
olarak derhâl, olanaklı bulunmadığı takdirde, yol süresi hariç en geç yirmidört
saat içinde çağıran mercilerin önüne götürülecek ve yine derhâl sorguya
çekilecek ve ifadesi alınacaktır.
Süreye gelince, beşinci
fıkraya göre ihzar, getirme bakımından haklı sayılacak bir saatte başlayacak ve
çağıran mercilerin sorguyu yapmaları veya ifade almaları ile sona erecektir.
Madde 147. - Madde,
karşılaştırmalı ceza usul hukukunda, kişi özgürlüğü bakımından artık yerleşmiş
bulunan temel ilkelere uygundur. Üzerine suç atılan veya şüphe altına sokulan
kimsenin savunma hakkını güvence altına almak amacıyla madde, sorgunun veya
ifade almanın ne suretle icra edileceğini, ayrıntıları ile göstermektedir.
Konulan esaslar, hâkim, mahkeme, Cumhuriyet savcısı, kolluk âmir ve memurları
hakkında aynı derecede olmak üzere geçerlidir. Maddenin, şüpheli veya sanığın
haklarını saptayan ve sonra sorgu
yapacak ve ifade alacak yetkililere hitap eden iki kategori hükmü
içermesi uygun görülmüştür.
Önce hakları
belirlenebilir:
1. Şüpheli veya sanığın
ifadelerinin alınması veya sorguya çekilmeleri bakımından tesis edilen hakların
başında birinci fıkranın (5) numaralı bendinde yer alan susma hakkı geliyor.
Susma hakkı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 ncı maddesinde yer alıp en
temel insan haklarından birisini oluşturan suçsuzluk karinesinin tamamlayıcı unsurudur. Ancak susma hakkı, "isnat
edilen suç hakkında açıklamada bulunmamayı" kapsamaktadır. Yoksa kişi, (1)
numaralı bentte açıkça beyan olunduğu üzere "kimliğe ilişkin soruları
doğru olarak cevaplandırmak zorundadır."
2. Sorguya çekilecek veya
ifadesi alınacak şüpheli veya sanığın yararlandığı ikinci temel savunma hakkı,
avukat bulundurabilmektir. İfade alma veya sorgudan önce adı geçenlere bu
hakları hatırlatacak, avukat atayabilecek durumda değillerse baroca seçilecek
bir avukat isteyebilecekleri ve onun hukukî yardımından yararlanabilecekleri ve
bu avukatın vekâletname aranmaksızın ifade ve sorguda hazır bulunabileceği
bildirilecektir.
3. Üçüncü hak, yakalanan
kişinin yakınlarına yakalandığını bildirmesinin sağlanmasıdır.
4. Dördüncü hak, adı
geçenlerin somut delillerin toplanmasını isteyebileceğinin hatırlatılmasıdır.
Bu husus sorgu ve ifade alma sırasında, şüpheli veya sanığa şüphe nedenlerini
ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek olanağının sağlanmasını
emreden ve (6) numaralı bentte yer alan hükümde, güvence altına alınmıştır.
5. (2) numaralı bentte
yer alan ve şüpheli veya sanığa isnat edilen suçun da anlatılacağını saptayan
hüküm de esaslı bir güvence oluşturmaktadır.
Maddenin ifade alacak
veya sorgulama yapacak yetkililere hitap eden hükümleri ve yükümleri ise,
yukarıda şüpheli veya sanığın haklarına ilişkin yükümlere ek olarak şunlardır:
1. Kimliğin saptanması,
2. İfade verenin veya
sorguya çekilenin kişisel durumu hakkında bilgi alınması,
3. İfade veya sorgunun
bir tutanağa bağlanmasıdır. Bu tutanakta aşağıdaki hususlar yer alır:
a) İşlemin yapıldığı yer
ve tarih,
b) İşlemde hazır
bulunanların isim ve sıfatları ve işleme tâbi tutulanların açık kimlikleri,
c) Maddede yer alan işlem
veya yükümlülüklerin ifade almada veya sorguda yerine getirildiği, getirilmemiş
ise nedenleri,
d) Tutanağın bütün hazır
bulunanlarca okunarak imzalanması ve bu hususun beyanı,
e) İmzadan çekinme
hâlinde bunun nedenleri.
Madde 148. - Madde, ifade
almada veya sorguda başvurulmaması gereken ve bazen kanunlara göre suç
oluşturacak olan yasak usulleri göstermektedir.
İfadesi alınan veya
sorguya çekilen kişinin belli bir şekilde suçlanan bir kişi olması nedeniyle,
şüpheli veya sanık statüsünde olduğu konusunda kuşku yoktur.
Madde, şüpheli veya
sanığın beyanının hür iradesine dayanması gerektiği ilkesini koymaktadır. Böyle
olunca, özgür iradeyi engelleyici nitelikte hiçbir davranışa başvurulamaz.
Birinci fıkranın ikinci tümcesinde yer alan ve özgür iradeyi engelleyici
nitelikteki eylemler aslında örnek olarak gösterilmektedir: Kötü davranma,
işkence, ilâç verme, yorma, aldatma, bedensel cebir ve şiddet gibi bazı araçlar
uygulanamaz. Bu hâllerin ortak nitelikleri ruhsal veya bedensel müdahale
olarak, iradeyi bozmalarıdır. Ayrıca ikinci fıkra, iradeyi bozacak nitelikte
kanuna aykırı yarar vaat edilemeyeceğini de hükme bağlamıştır.
Maddenin son fıkrası,
birinci fıkrada yer alan yasakların, usul bakımından sonucunu belirtmektedir.
Böylece elde edilmiş ifadeler delil olarak değerlendirile-meyecektir yani
nazara alınmayacaktır. Madde bu hususa o derecede önem vermektedir ki,
ifadelerin, ilgilinin rızası olsa bile
geçerli sayılması usul yönünden yasaklanmıştır.
Madde 149. - Çağdaş
karşılaştırmalı ceza usul hukuku, suç nedeni ile takibatta bulunan ve takip
edilen arasında çok daha büyük bir eşitlik tesis edecek surette şüpheli ve
sanığın haklarını düzenlemiş bulunmaktadır. Bugün savcı, şüpheli ve sanık
öğrenmek, katılmak ve eleştirmek haklarına sahiptirler. Ancak bu haklar ve
özellikle öğrenmek hakkı, geçen yüzyılın sonunda elde edilmiştir ve bir zafer
olarak nitelendirilmelidir. Avrupa hukukunda geçen yüzyılın sonunda kanun
koyucular, ilgilinin bir avukatın yardımından yararlanabilmesini
öngörmüşlerdir. Ancak avukatın dosyayı
bilmek, ona ulaşmak hakkını, bazı kanunlar değişik tarzda düzenlemiş
bulunuyorlar.
Bu madde, şüpheli veya
sanığın soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında bir veya birden
fazla avukatın yardımından yararlanabileceğini kabul ediyor ve avukat sayısı
bakımından bazı Batı kanunlarından farklı olarak buna kovuşturma evresinde bir
sınırlama da getirmiyor. Ancak soruşturma evresinde bu sayı üçü geçemeyecektir.
Maddenin son fıkrası,
avukatın şüpheli veya sanıkla olan ilişkisini ve haklarını belirtmektedir. Bu
haklar:
1. Soruşturma veya
kovuşturmanın her aşamasında şüpheli veya sanıkla görüşebilmesi,
2. İfade alma ve sorgu
süresince adı geçenlerin yanında bulunabilmesi,
3. İlgiliye hukukî
yardımda bulunabilmesidir.
Bunlar elbette ki,
şüpheli ve sanığın da haklarıdır. Bu hakları engelleyici veya kısıtlayıcı her
eylem yasaktır ve savunma haklarının
ihlâlini oluşturacaktır.
Madde, bu hükümleri
itibarıyla, Batı kanunlarının sağladıklarına
göre avukata daha geniş haklar sağlamış bulunmaktadır.
Madde 150. - Madde, ceza
soruşturmasında veya davasında avukat atanmasıyla ilgili temel esasları
içermektedir. Aslında ceza davasında bir avukattan yararlanılabilmesi temel bir
haktır. Ancak bunun sağlanması, ülkenin koşullarıyla orantılıdır.
Maddeye göre avukatın
seçilmesi ve atanması şüpheli veya sanığın iradesine bağlıdır. Ancak adı
geçenler bu seçimi yapabilecek durumda değillerse, istemleri hâlinde
kendilerine 156 ncı madde uyarınca avukat seçilir ve atanır.
İkinci fıkra, zorunlu
olarak avukat atanmasını gerektiren hâlleri göstermektedir. Bunlar, şüpheli veya sanığın:
1. On sekiz yaşını
doldurmamış,
2. Sağır veya dilsiz,
3. Kendisini
savunamayacak derecede malûl
olmasıdır.
Bu kişilerin avukatı
yoksa bunlara istemleri aranmaksızın avukat atanacaktır.
Madde 151. - Madde, 150
nci madde gereğince atanan avukatın görevine ilişkindir. Bu avukat duruşmaları
noksansız izleyecek, görevinin gereklerini yerine getirecektir. Görevini
gereğince yerine getirmeyerek duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak
duruşmadan çekilecek olursa hâkim veya mahkeme hemen başka bir avukat
atayacaktır. Böylece 156 ncı maddeye bir istisna getirilmekte ve avukatın
atanması ile birlikte seçimi de hâkim veya mahkeme tarafından yapılmaktadır. Bu
hâl duruşmanın ertelenmesi nedeni de olabilecektir.
Tasarıya göre ceza
davasının bir duruşmada bitirilmesi esas kuraldır. Ancak ikinci fıkra, birinci
fıkranın öngördüğü hâlde davanın erteleneceği bir hâli göstermektedir: Bu hâl
avukatın savunmasını hazırlamak üzere yeterli zaman olmadığını açıklamasıdır.
Son fıkra, birinci
fıkradaki karar ve atamaya neden olan avukat hakkında iki yaptırım öngörmüştür:
1. Avukat hakkında baroca
disiplin cezası verilebilecek,
2. Ertelemeden doğan
giderler, hâkim veya mahkeme kararı ile adı geçene yüklenecektir.
Madde hükmü yalnızca
duruşmaya ilişkin olarak düzenlenmiştir.
Madde 152. - Madde, ceza
davasının, hakkaniyete uygun tarzda adil yargılama ilkesine uygun olarak
yürütülebilmesi için, savunma yönünden çok önemli olan bir ilkeyi
belirtmektedir: Avukatın, aynı davada birden fazla sanığı veya soruşturmada
birden fazla şüpheliyi savunma görevi alabileceği kabul edilmiştir. Ancak bunun
koşulu, bu kişilerin davanın savunulmasındaki yararlarının çelişkili olmaması
yani birbirine uygun bulunması olarak saptanmıştır.
Madde 153. - Madde,
savunma hakkı ve silâhların eşitliği ilkeleri bakımından büyük önem taşıyan,
avukatın "bilgilere ulaşabilmesi" konusunu düzenlemektedir.
Cumhuriyet savcısı, araştırma evresinde dosya esasen elinde bulunduğundan, her
türlü bilgiye sahiptir. Avukatın dosyaya ulaşabilmesi hakkı ise,
karşılaştırmalı mevzuatta birbirine göre farklı şekillerde düzenlenmiştir. Esas
ilke, avukatın delillerin araştırılması yönünden bir tehlike arz etmediği hâllerde
dosyaya ulaşabilmesidir. İspanyol Usul
Kanununun 302 nci
ve Alman Usul Kanununun 143 üncü
maddeleri bu esası kabul etmişlerdir. Buna karşılık Doğu Avrupa ülkelerinde
dosyayı inceleme hakkı, ilke olarak soruşturma evresi sona erdikten sonra
başlamakta, çocuk ve malûller hakkında ise ilk ithamdan itibaren bu hak
kullanılabilmektedir.
Esasta 1412 sayılı
Kanunun 18/11/1992 tarihli ve 3842 sayılı Kanunla değişik 143 üncü maddesindeki
düzenlemeye bağlı kalan Tasarının sistemi şöyledir:
1. Kural olarak avukat,
soruşturma evresine ilişkin dosyanın tüm içeriğini inceleyebilir ve istediği
belgelerin bir örneğini harçsız olarak alabilir.
2. Avukatın dosya içeriğini
incelemesi veya belgelerden örnek alması soruşturmanın amacını tehlikeye
düşürebilecek ise Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkiminin
kararıyla bu yetki sınırlanabilir.
3. Ancak avukatın
soruşturma evresinde şüphelinin ifade veya sorgusunu içeren tutanakları,
bilirkişi raporlarını, müvekkilinin hazır bulunmaya yetkili olduğu işlemlere
ilişkin tutanak ve belgeleri incelemek ve harç ödemeden bunların örneklerini
alma hakkı mutlaktır. Bunlar hakkında ikinci fıkra hükmü uygulanmaz.
4. Dördüncü fıkra
gereğince soruşturma evresinin sona erdiği hususunda Cumhuriyet savcısı
tarafından verilen kararın dosyaya kaydolunduğu tarihten itibaren henüz
iddianame yazılmış bulunmasa da avukat bütün dosyayı incelemek hakkına
sahiptir.
5. Beşinci fıkraya göre,
iddianamenin mahkemeye verilmesinden sonra avukat dosyanın bütün içeriğini yani
maddî bütün delil, iz, eser ve emareleri, eşyayı, bilgisayar içeriklerini,
velhasıl dosyaya dahil her şeye ulaşabilmek ve tutanak ve belgelerin
örneklerini harç ödemeden alma hakkına sahiptir.
Maddenin içerdiği
haklardan, suçtan zarar görenin avukatı da, altıncı fıkraya göre
yararlanabilecektir. Ancak bu koşul, şüpheli veya sanığın korunmaya değer üstün
yararlarının ağır basmaması yani bu konuda suçtan zarar görenin yararları ile
sanığın yararları çatıştığında ağır basanın sanığın yararları olmamasıdır.
Maddenin son fıkrasında,
kamu davası açılıncaya kadar, soruşturma evresinde oluşturulan dosya içeriği
hakkında avukat tarafından kamuya herhangi bir açıklamada bulunulamayacağı
kabul edilmiştir. Bu hüküm, soruşturma evresinin gizliliği hakkındaki ilkenin
doğal bir sonucudur. Adaletin adil olarak işlemesinde sistemin, savcı gibi,
önemli bir yargı unsurunu oluşturan avukatın dosya içeriğine ulaşabilmesi,
elbette ki uygundur. Ancak adalet sisteminin, hâkim ve savcı gibi bir yapısal
unsurunu oluşturan avukat gizlilik ilkesine sadık kalacak ve bunun sonucu
olarak dosya içeriğini sadece kanuna göre savunma işlevini yerine getirirken
kullanacak, ancak işlevi dışı olan maksatlarla bunları kullanamayacak ve
açıklamalarda bulunmayacaktır.
Madde 154. - Madde,
avukatın, vekâletnamesinin bulunup bulunmadığının araştırılmasına gerek olmadan
yakalanan, gözaltına alınan, muhafaza altına alınan veya tutuklu bulunan
şüpheli veya sanık ile her zaman görüşebileceği ilkesini getirmiş bulunmaktadır.
Bu hâlde tutukevinin iç düzenine, elbette ki uyulacaktır.
Maddede, görüşmenin,
savunma hakkının gereğine uygun olarak cereyan edebilmesi için gerekli maddî
koşullar da gösterilmiştir. İdare tarafından başkalarının duyamayacağı bir
ortamın görüşmede sağlanması zorunludur. Ayrıca ilgilinin avukatı ile olan
yazışmaları hiçbir suretle denetimden geçirilmeyecektir.
Madde 155. - Madde,
sanığın yasal temsilcisine duruşma gün ve saatinin bildirileceği ve adı geçenin
duruşmaya kabul edilerek isterse dinleneceği hükmünü getirmiştir. Böylece yasal
temsilci duruşmanın sonuna kadar hazır bulunmak ve gerektiğinde dinlenmesini
istemek hakkına sahip olmaktadır.
İkinci fıkraya göre
sanığın eşi, karı ve koca olsun, birinci fıkranın verdiği hakkı
kullanabilecektir. Ancak adı geçenlere, bu hakkı kullanabilmeleri için tebligat
yapılması gerekmemektedir.
Madde 156. - 150 nci
maddenin birinci ve ikinci fıkralarında yazılı hâllerde soruşturma evresinde
şüphelinin avukatı doğrudan baro tarafından seçilir. Kovuşturma evresinde ise
atama mahkemece, seçim baroca yapılır.
Madde, Tasarının değişik
maddelerinde yer alan ve avukatın yardımından istifade ettirilmenin kanun
gereği mecburî olduğu hâllerde işlemin ne suretle gerçekleştirileceğini
göstermektedir: İlke, avukat atanması kararının hâkim veya mahkeme tarafından
verilmesi, avukatın seçiminin ise baro tarafından yapılmasıdır. Avukat
seçiminin de hâkim veya mahkeme tarafından yapılacağını belirten kanun
hükümleri saklıdır.
Seçimi yapacak olan
soruşturma veya kovuşturmanın yapıldığı yerdeki barodur.
Şüpheli veya sanık
sonradan bir avukat seçerse önceden seçilmiş avukatın görevi son bulur.
Madde 157. - Madde, baro
tarafından seçilen veya görevlendirilen avukata verilecek ücretlerin nasıl
ödeneceğini göstermektedir: Avukata, avukatlık asgarî ücret tarifesine göre
ücret ödenecek, buna ek olarak da Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulunca
19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 168 inci maddesinde
belirtilen esas ve usullere uygun olarak düzenlenecek tarifeye göre bir ücret
ödenecektir. Bu tarifeler her yıl yeniden düzenlenecektir.
Böylece avukata ödenen
ücretler beraat eden sanıktan hiçbir suretle istenemeyecektir. Ancak yargılama
giderleri ile de mahkûm edilen sanıklara, avukata ödenen ücretler için, baronun
rücu hakkı vardır. Ancak bu hak yargılama giderlerine mahkûm edilmiş olsa da
ücreti karışlayabilecek durumda olanlara karşı kullanılabilecektir.
Madde 158. - Madde, 157
nci madde gereğince avukata ödenecek olan ücretlerin kaynağını göstermektedir:
1. 2/7/1964 tarihli ve
492 sayılı Harçlar Kanununa bağlı (1) ve (3) sayılı tarifelere göre alınan
harçların yüzde yirmisi,
2. İdarî nitelikteki para
cezaları dışındaki para cezalarının yüzde yirmisi
yıl içinde Maliye Bakanlığınca
Türkiye Barolar Birliği hesabına aktarılacaktır. Ancak bu miktarlar Kesin Hesap
Kanunu çıkıncaya kadar tayin edilemeyeceğinden, her malî yıl başında, içinde
bulunulan yılın Bütçe Kanununda yer alan rakamlar esas alınarak bir miktar
hesaplanacak ve bunun yüzde yetmişbeşi avans olarak Türkiye Barolar Birliğine
ödenecektir.
157 nci madde gereğince
ödenecek gider ve ücretler bu hesaptan alınacaktır.
Türkiye Barolar Birliği,
kendisine aktarılan bu hesaptan barolara yapılacak tahsisleri ve ayrıca harcamaların
nerelere ve ne suretle yapılacağına ilişkin esas ve usulleri göstermek üzere
bir yönetmelik meydana getirecektir.
Madde 159. - Soruşturma
evresinin içeriği ve sınırları, bu evrenin ne suretle cereyan edeceği,
aktörleri ve yetkileri Tasarıda saptanmıştır. Soruşturma evresi genel olarak ve
esas itibarıyla kamuya karşı gizli biçimde cereyan eder. Usul kanunlarının
gösterdiği ve belirli işlemler itibarıyla gizli cereyan edeceği saptanan özel
hâllerde ihlâlleri ayrıca cezalandıran hükümler vardır. Bu maddede söz konusu
olan soruşturma evresindeki gizlilik ilke veya kuralının ihlâli hâllerinde
uygulanacak yaptırımın belirlenmesidir.
Soruşturma evresinin
gizliliği, ceza adaletinin doğruluk, dürüstlük, gerçeğe ulaşma ilkelerine
uyulması için bir zorunluluktur. Ancak her şeyden önce suçsuzluk karinesinin
sağlam tutulabilmesi yönünden de vazgeçilemez niteliktedir. Aksi takdirde,
bizde ve yabancı ülkelerde örneklerine rastlandığı üzere yargısız infazlar
sonucu insanlar ıstıraplara sürüklenmekte ve suçsuzluk karinesi böylece lafta
kalmaktadır.
Tasarı, soruşturma
evresinde tarafların ve özellikle şüphelinin ve avukatının yetkilerini
belirtmektedir. Avukat, belirli istisnalarla soruşturma dosyasını incelemek
olanağına sahiptir. Ancak avukat adalete hizmet eden bir mesleğin mensubu
olarak dosyadan elde ettiği bilgileri sadece müvekkilini, kanunun verdiği
olanaklar çerçevesinde savunması için kullanacak, bunları yayınlamak, örneğin
medyaya vermek gibi eylemlere girişemeyecektir. Ancak, elbette ki, soruşturması
yapılan suçlar hakkında, halkın bilgi sahibi olmak ihtiyacı da vardır. Medya bu
suçlar hakkında bilgilenerek halkın bilgi edinmek ihtiyacını karşılamak
görevindedir. Medya mensupları, bu konularda doğru haber elde edemediklerinde
öteden beriden devşirilen ve çoğu kez yanlış olan bilgileri halka yansıtmakta
ve insanların en temel hakkı olan suçsuzluk karinesi böylece ihlâl
edilmektedir.
Bu sakıncayı gidermek
üzere, maddenin ikinci fıkrasında Cumhuriyet savcıları için kamuyu aydınlatma
olanağı tanınmıştır. Ancak Cumhuriyet savcısı bu gereği yerine getirirken
soruşturmanın gizlilik ve selâmetine zarar vermeyecek bir üslûbu veya anlatım
tarzını seçecek ve bir takım tebliğler vasıtası ile kamuoyuna açıklamalarda
bulunabilecektir.
Soruşturma evresinde
gerçekleştirilen işlemlere katılanlar, gizlilik ilkesine aykırı hareket
ettiklerinde Türk Ceza Kanununun bu fiilleri cezalandıran hükümlerine göre
cezalandırılacaklardır.
Ayrıca 153 üncü maddenin
gerekçesine de bakılmalıdır.
Madde 160. - Tasarının
soruşturmaya ilişkin İkinci Kitabının Birinci Kısmının Birinci Bölümünün bu
maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında, suçlara ait ihbar ve şikâyetlerin
hangi mercilere yapılacağı, üçüncü ve izleyen fıkraları ise ihbar veya
şikâyetin yapılmasına ilişkin usul kuralları göstermektedir.
İhbarlar Cumhuriyet
savcılığına, kolluk makam ve memurlarına ve sulh ceza hâkimlerine, vali ve
kaymakamlara, yurt dışında işlenip Türkiye'de takibi gereken yani Türk Ceza
Kanununun 3 ilâ 7 nci maddelerinde belirtilen suçlar hakkında Türkiye'nin elçilik
veya konsolosluklarına yapılabilecektir.
İhbarlar sözlü veya
yazılı olabilirler. Sözlü yapıldığında hemen tutanağa bağlanacaktır. İhbarı
alan ve yukarıda belirtilen bu merciler ihbarı hemen, yerine göre yasal veya
adlî mercilere vereceklerdir.
Şikâyet usulünü dördüncü
ve beşinci fıkralar göstermektedir:
Suç soruşturması ve
kovuşturması şikâyete bağlı ise şikâyet, Cumhuriyet savcılığına, mahkemeye veya
yukarıda gösterilen idarî mercilere yapılabilecektir. Şikâyet yazı ile
yapılabileceği gibi sözlü olarak da ifade edilebilir. Bu ikinci hâlde şikâyet,
başvurulan merci tarafından bir tutanağa bağlanacaktır.
Maddenin beşinci
fıkrasıyla, soruşturması ve kovuşturması şikâyete bağlı suçlarda önceden
usulüne uygun bir şikâyet bulunmasa da hak düşümü süresi içinde olmak koşuluyla
mahkemeye yazı ile veya duruşma tutanağına geçirilecek beyanla yapılacak
şikâyetin, şikâyet yokluğunu ortadan kaldıracağı kabul edilmiştir.
Maddenin son fıkrası,
soruşturması ve kovuşturması şikâyete bağlı suçlarda ihbarın şikâyet hükmünde
olduğunu beyan ile bu husustaki Yargıtay içtihadını kanun hükmü hâline
getirmiştir.
Madde 161. - Madde,
ölümün, Cumhuriyet savcılığına veya sulh ceza hâkimine bildirilmesini, belirli
merciler için zorunlu kılan hâlleri göstermektedir. Bu hâller ölümün doğal
nedenlerden meydana gelmediği kuşkusunu doğuracak emarelerin varlığı veya
ölünün kimliğinin belirlenememesidir. Bu iki hâlde kolluk, belediye memurları
veya köy muhtarları durumu derhâl Cumhuriyet savcılığına veya sulh ceza
hâkimine bildirmekle yükümlü kılınmışlardır.
Bu ihbar üzerine, ceset
hakkında ne gibi işlemlerin yapılması gerektiğini adı geçen merciler takdir
edecekler ve defin ancak onların verecekleri yazılı ruhsat ile
yapılabilecektir.
Madde 162. - Madde,
Cumhuriyet savcısının temel görevini belirtmektedir. Cumhuriyet savcısı bir
suçun işlendiği görünümünü veren bir hâli öğrenir öğrenmez hemen gerçeği
saptamak üzere harekete geçecektir; hedefi kamu davasını açmaya yer olup
olmadığına karar vermektir. Demek oluyor ki, ilk iş şüphe karşısında gerçeği
belirlemeye çalışmaktır. Bu aşamada kolluk Cumhuriyet savcısının temel
yardımcısıdır. Batı hukukunda, kolluğun temelde işi yürüttüğü bu aşamaya
araştırma (enquête) denilmektedir. Cumhuriyet savcısı, esaslı ihbar üzerine
işin gerçeğini araştıracaktır ama, ihbarın, daha başlangıçtan esassız olduğu
anlaşılıyorsa, araştırmaya yine de girişilmesi gerektiği söylenemez.
Esasta madde, soruşturma
evresinin açılmasını belirtmektedir. Tasarı bazı Batı kanunlarından farklı
olarak soruşturma evresini açmak görevini Cumhuriyet savcısına vermiştir. Özel
kişiler ihbar yolu ile sadece soruşturma evresinin açılmasını tahrik
edebileceklerdir. Kolluğun rolü Cumhuriyet savcısının yardımcısı olmaktan
ibarettir. Bu bakımdan Tasarı Batı'daki bazı görüş ve uygulamalardan farklıdır.
Maddenin birinci
fıkrasının ikinci cümlesinde, diğer bazı Batı kanunlarında da olduğu gibi,
Cumhuriyet savcısının adlî kolluk ve amir ve memurlarının bütün yetkilerini
kullanabileceği belirtilmiştir. Bu yetki, adlî işlemlerin gözetim ve denetimini
elbette ki ifade etmektedir.
Cumhuriyet savcısının
temel görevi, suç işlendiği izlenimini veren bir hâli görüp öğrendiğinde
gerçeği araştırarak işe girişmek olduğundan ikinci fıkrada bir direktif yer
almaktadır. Cumhuriyet savcısı, şüphelinin aleyhine ve lehine olan hususları
eşit bir çaba göstererek araştıracaktır. Aynı zamanda suça ait delil, iz, eser
ve emareler toplanacak ve muhafaza altına alınacaktır.
Bilindiği üzere,
soruşturma evresinde temel görevi yerine getiren organın faaliyetlerinde üç
ilke egemen olmalıdır: Bunlar etkinlik, sür'at, dürüstlük ve hakkaniyettir.
Maddenin ikinci fıkrasında yer alan hüküm dürüstlük ilkesinin gereğidir. Bu
ilkeyi Alman Usul Kanununun 160 ıncı maddesi de, bizde olduğu gibi ifade
etmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 ncı maddesine göre her
kişinin, davasının adil olarak görülmesini istemek hakkı vardır. Soruşturma organı
delilleri ahlâkîliğe uygun olarak toplamakla yükümlüdür.
Madde 163. - Madde,
soruşturma evresinde gerekli araştırmalar yapılırken görevli kolluk elemanları,
diğer memurlar ve kamu hizmeti yapmakla görevli olanlar arasındaki ilişkileri
düzenlemektedir.
Maddenin birinci
fıkrasında belirtilen ilke Cumhuriyet savcısının, 162 nci maddede belirtilen
amaca ulaşmak üzere her türlü araştırmayı yapabilmesidir. Bu amaçla Cumhuriyet
savcısı, 162 nci maddede gösterilen sonuçlara varmak amacı ile bütün
memurlardan ve kamu hizmeti yapmakla görevli olanlardan her türlü bilgiyi
isteyebilecektir. Cumhuriyet savcısı, adlî görevi gereği, mensup olduğu
mahkemenin yargı çevresi dışında bir işlem yapmak ihtiyacı ortaya çıktığında, o
yere giderek gerekli işlemi yapabilecektir; o yer Cumhuriyet savcısına da
işlemi havale edebilir, ancak kendisi giderek yaparsa o yer Cumhuriyet
savcısını durumundan haberdar edecektir.
Soruşturma evresi,
gerçeğin araştırılması amacıyla gerçekleştiren işlemlerden oluşmaktadır.
162 nci maddenin
gerekçesinde de açıklandığı üzere bu araştırmalarda yetkili o yer Cumhuriyet
savcısıdır. Maddenin ikinci fıkrası, soruşturma evresinde Cumhuriyet savcılığı
ile kolluk ilişkilerini düzenlemektedir. Soruşturma evresinde Cumhuriyet
savcılığı bakımından karşılaştırmalı usul hukukunda değişik sistemler vardır:
Esas itibarıyla kolluğun araştırmaları yürütmesi, kolluk ile savcılığın iştirak
hâlinde soruşturmayı yürütmeleri, kolluğun soruşturma evresinde Cumhuriyet
savcılığına bağlı olması.
Tasarının kabul ettiği
sistemde kolluk, soruşturma işlemlerinin yürütülmesinde Cumhuriyet savcısının
emrindedir. Bu sistem çerçevesinde fıkra şu esasları koymuştur. Kolluk âmir ve
memurları:
1. Suçun işlenmesi
nedeniyle elkoydukları olayları, yakalanan kişileri uygulanan tedbirleri hemen
Cumhuriyet savcılığına bildireceklerdir.
2. Cumhuriyet savcısının,
adliyeye ilişkin yazılı ve ivedi hâllerde sözlü ve kolluk âmirinin de haberdar
edildiği, emirlerini derhâl yerine getireceklerdir.
3. Cumhuriyet savcısının
yazılı emri üzerine yakalanan kişileri, olayın şüphelisi veya tanıkları
belirtilen gün, saat ve yerde hazır bulunduracaklardır.
4. Aynı suretle yapılan işlemlere
ilişkin evrak da hazır bulundurulacaktır.
Maddenin üçüncü
fıkrasında, adliye ile ilgili olarak kanun dairesinde kendilerinden istenen
işlerde ve görevlerde ihmal veya kötüye kullanmaları görülen memur ve kamu
görevlileri hakkında Cumhuriyet savcılığınca doğrudan doğruya soruşturma
açılacağı açıklanmış ve vali ve kaymakamlar müstesna, bunlar hakkında, Memurlar
ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümlerinin
uygulanmayacağı kabul edilmiştir. Kolluk âmir ve memurları hakkında da aynı
esas uygulanacaktır.
Maddenin son fıkrasında,
vali ve kaymakamların kişisel suçlarından dolayı haklarında genel hükümlere
göre soruşturma yapılacağı hükmüne yer verilmiştir. Ancak soruşturma,
kaymakamların mensup oldukları il ve valilerin bulundukları il'e en yakın il
Cumhuriyet savcısı tarafından bizzat yapılacaktır. Kovuşturma da aynı yerdeki
görevli mahkemede yapılacaktır. Adı geçenlerin kişisel suçları ağır cezalı ise
ve suçüstü olarak işlenmişse o zaman kanunun genel hükümleri uygulanacak, bu istisna
hükmü uygulanmayacaktır.
Madde 164. - Tasarının
kabul ettiği sistemde soruşturmanın Cumhuriyet savcısı tarafından yapılması ve
kolluğun yardımından yararlanılması esastır. Ancak soruşturma işlemleri kişi
özgürlüklerine ve özel hayata müdahaleyi gerektirdiğinde hâkime başvurulması
esastır. Cumhuriyet savcısı bir araştırma işleminin hâkim tarafından
yapılmasının zorunlu olduğunu da takdir edebilir. Sorgu hâkimi bulunmayan
sistemlerde bu husus zorunluk da arz edebilir.
İşte madde bu ihtiyacı
karşılamak amacıyla kaleme alınmıştır: Cumhuriyet savcısı ancak hâkim
tarafından yapılabilecek bir soruşturma işlemine gerek görürse, bu işlemin
yapılacağı yerin sulh ceza hâkimine başvuracaktır. Böyle bir hâlde hâkim önce
istenen işlemin kanuna uygun olup olmadığını inceleyecektir; uygun ise olumlu
kararı vermekle beraber gereğini yerine getirecektir.
Böylece madde soruşturma
işlemlerinde hâkim kararına bağlı olanların ne suretle yerine
getirilebileceğini saptamış bulunmaktadır.
Madde 165. - İfade almada
usul konusunu düzenleyen bu madde sorgu ve ifade alma ayrımını
netleştirmektedir. Sorgu, hâkim tarafından yapılan bir işlemdir; ifade alma ise
Cumhuriyet savcısı ve kolluk tarafından yapılır. Bununla birlikte Cumhuriyet
savcısı ve kolluk tarafından yapılacak olan ifade almalarda yasak sorgu
metotlarının geçerli olmadığı yeniden vurgulanmıştır.
Maddenin ikinci
fıkrasında vurgulanan hüküm, tutuklanan şüphelinin kolluk tarafından yeniden
ifadesinin alınamayacağını belirtmektedir; ancak, kolluk araştırmaları yönünden
böyle bir ihtiyacı saptadığında, Cumhuriyet savcısına durumu bildirecek ve
ihtiyaç dairesinde ifade Cumhuriyet savcısı tarafından alınacaktır.
Madde 166. - Madde, suç
karşısında kolluk âmir ve memurlarının temel görevini belirtmektedir; bu
görevlerin yerine getirilmesi için Cumhuriyet savcısından emir alınmasına gerek
yoktur.
Görev, suçluları aramak
ve işin aydınlatılması için ivedi tedbirleri almaktır. Böylece suç karşısında
kolluğa düşen araştırma fonksiyonunun yerine getirilmesine derhâl girişileceği
açıklanmış olmaktadır.
Söz konusu görevler
yerine getirilirken düzenlenecek evrak herhangi bir gecikmeye neden
olunmaksızın hemen Cumhuriyet savcılığına gönderilecektir. Böylece madde
araştırma görevinin çerçeve ve kapsamını, kolluğun Cumhuriyet savcılığına
niyabeten ilk araştırmaları yaptığını ifade etmiş olmaktadır.
Madde 167. - Madde, 166
ncı maddenin belirttiği görevin icrasında ortaya çıkabilecek (engelleyecek)
olaylar karşısında kolluğun yetkisini belirtmektedir. Olay yerinde kolluk,
görevini yaparken giriştiği işlemleri kasten ihlâl eden veya yetkili olarak
aldığı tedbirlere aykırı davranan kişileri gerektiğinde kuvvet de kullanarak
zorla bu eylemlerinden men edecektir. Bu men ediş, işlemler sonuçlanıncaya
kadar devam edebilecektir.
1412 sayılı Kanunun 157
nci maddesinde bu gibi hâllerde gözaltına alma yetkisinin uygulanması söz
konusudur. Tasarı bunun yerine işlemleri engelleyen eylemleri zor kullanarak
giderme yetkisini ikâme etmiş ve böylece hem soruşturmanın etkinliği ve hem de
kişi özgürlüğü ilkelerine yer verilmiştir. Maddenin yasakladığı eylemler
nedeniyle koşulları varsa Türk Ceza Kanununun 526 ncı maddesi
uygulanabilecektir.
Madde 168. - Bu madde,
bir bakıma 164 üncü maddede yer alan hükümlerin tamamlayıcısı niteliğindedir.
Soruşturma evresinde temel yetkili Cumhuriyet savcısıdır. Ancak, bu maddeye
göre, suçüstü hâli ile gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet
savcısına erişilemediğinde soruşturma işlemleri sulh ceza hâkimi tarafından
yapılabilecektir.
Madde, üçüncü bir hâl
olarak da, olayın genişliği itibarıyla Cumhuriyet savcısının gücünü aşmasını
öngörmüştür.
Sulh ceza hâkiminin, bu
madde gereğince soruşturma yaptığı hâllerde kolluk âmir ve memurları 163 üncü
madde gereğince yükümlü oldukları görevleri yapacaklar ve onun tarafından
emredilen tedbirleri alacaklar ve araştırmaları yerine getireceklerdir.
Bu madde gereğince sulh
ceza hâkimi adeta bir Cumhuriyet savcısı gibi yetki kullandığından düzenlediği
dosyayı Cumhuriyet savcısına göndermesi ve soruşturma sırasındaki kararların onun
tarafından verilmesi gerekir.
Madde 169. - Madde 162
nci maddenin ikinci fıkrasında yer almış bulunan direktifin bir bakıma tekrarı,
bir bakıma ise uygulanmasına ilişkin bir görevi içermektedir.
168 inci maddenin
gerekçesinde de açıklandığı üzere, belirli hâllerde soruşturma yapabilen sulh
ceza hâkimine de 162 nci maddenin ikinci fıkrası hitap etmekte bulunduğundan
hâkim bu hükme uyacaktır.
Madde, sulh ceza
hâkiminin suç failinin ifadesini alırken, fail suçsuzluğu yönünde bazı delil,
iz, eser ve emareler gösterir ve hâkim de bunu yerinde görürse bunları
toplayacaktır. Aynı suretle sözü geçen hususlar tutuklu şüphelinin serbest
bırakılmasını gerektirir nitelikte ise yine bunları toplayacaktır. Sulh ceza
hâkiminin hiçbir işlem olmasa da bunları toplayabileceği açıktır.
Söz konusu delil, iz,
eser ve emareler, başka bir mahkemenin yargı çevresinde ise bunların
toplanmasına ilişkin işlemlerin yerine getirilmesi o yer sulh ceza hâkiminden
istenecektir.
Madde 170. - Esas soruşturma
görevi Cumhuriyet savcısına ait olduğundan, 168 inci ve 169 uncu
maddelerde kendisine verilen görevi yerine getiren sulh ceza hâkimi
soruşturmaya son verme kararını vermeden dosyayı ve topladığı bütün delil, iz,
eser ve emareleri yetkili Cumhuriyet
savcısına tevdi edecek ve sonraki işler yetkili Cumhuriyet savcısı tarafından
yapılacak ve kararlar verilecektir. Esasen doğal olan bu hususu madde ayrıca
vurgulamaktadır.
Madde 171. - Madde,
soruşturma evresinde yapılacak işlemlerin icrası yönünde bir temel koşulu
göstermekte ve işlemlerin tutanağa bağlanması usulünü düzenlemiş bulunmaktadır.
Soruşturma işlemleri
yapılırken mutlaka bir zabıt kâtibi bulunacaktır; aksi takdirde işlem hukuken
yok sayılır. Zabıt kâtibi kanun ve nizamlara göre atanmış bir Devlet memuru
olacaktır; ancak ivedi hâllerde, Cumhuriyet savcısı veya o yer sulh ceza
hâkimi, yemin vererek diğer bir kimseye, istisnaen, zabıt kâtibi görevini
verebilirler. Arz olunan koşulun sonucu her işlem, ikinci fıkranın da
belirttiği üzere bir tutanağa bağlanacaktır. Tutanağın hüküm taşıması için ise işlemi
gerçekleştiren Cumhuriyet savcısı veya sulh ceza hâkimi ile zabıt kâtibinin
imzalarını taşıması ve hazır bulunduğu işlemlerde avukatın isim ve imzasına yer
verilmesi zorunludur. Ayrıca işlemde hazır bulunan ilgililere, düzenlenen tutanağın
kendilerini ilgilendiren kısımları okunacak yahut okumaları için kendilerine
verilecek ve bunları onamaları istenecektir. Ayrıca bütün bu hususların yerine
getirildiği tutanağa geçirilecektir. Adı geçenler tutanağı imzadan kaçınacak olurlarsa,
kaçınma nedenleri de tutanağa geçirilecektir.
Madde 172. - Madde,
soruşturma evresinde bütün işlemler yerine getirildikten ve gerçeğin meydana
çıkarılması için her türlü çabaların gösterilmesinden sonra Cumhuriyet savcısı
tarafından soruşturma evresinin sona erdiğine dair bir karar verilmesini ve
bunun dosyaya kaydolunmasını ve takip eden
kararların ondan sonra alınmasını öngörmüş bulunmaktadır.
Bu kararın meydana
getirdiği bir sonuç 153 üncü maddenin dördüncü fıkrasında yer almış
bulunmaktadır.
Madde 173. - Tasarı bu
maddesi ile kamu davasını açmak görevini, doğrudan doğruya Cumhuriyet savcısına
vermiş bulunmaktadır. Kanunların gösterdiği istisnalar dışında dava Cumhuriyet savcısı tarafından
açılacaktır.
Bu konuda karşılaştırmalı
mevzuatta birbirinden farklı usullere başvurulduğu görülüyor. Türkiye'nin de
dahil bulunduğu tipteki mevzuatlar, soruşturmayı yürütenin kamu davasını da
açmasını kabul etmektedir. Alman Usul Kanunu l70 nci maddesinde bu usulü kabul
etmiş bulunuyor. Şüpheli bakımından daha fazla güvence oluşturmak amacı ile
soruşturma ajanı ile, soruşturma sonuçlarına göre kamu davası açacak olan
ajanları ayıran ülke mevzuatı da vardır; Fransa, Belçika gibi. Common Law
ülkelerinde davanın açılmasına duruşmalı bir aşamayı gerçekleştiren ayrı bir
merci karar vermektedir.
Tasarının bu maddesinin
ikinci fıkrası, soruşturma evresinin sona ermesi kararından sonra Cumhuriyet
savcısının bir iddianame ile kamu davasını açmasını kabul etmiştir; toplanan
delil, iz, eser ve emareler, adı geçenin kanaatına göre, kamu davasının
açılmasını gerektirecek nitelik ve yeterlikte ise yani söz konusu esaslar
şüpheyi "yeterli güçte şüphe" saydıracak düzeyde ise, kamu davası
açılacaktır. Ancak kamu davasının, münhasıran Cumhuriyet savcısının kararı ile
açılması, kişi bakımından tam bir güvence oluşturmadığından ve ayrıca noksan
soruşturma ile açılan davaların kovuşturma evresinin uzamasına neden olarak bir
duruşmada davayı neticelendirme ilkesini ihlâl ettiğinden, Tasarıda Türkiye'nin
koşullarına uygun olarak soruşturma ve kovuşturma evreleri arasında bir
"orta aşama" kabul edilmiştir. Almanya'da da benzeri bir usul kabul
edilmektedir. Soruşturma ile dava açma evre ve aşamalarını ayıran ülkelerde bu
tür bir orta aşama yoktur.
Orta aşamayı oluşturan
hükümler 178 ilâ 181 inci maddelerde yer almış bulunduğundan bu hususta söz
konusu maddelerin gerekçelerine bakılmalıdır.
Böylece Tasarı, kamu
davasının açılması yönünden yasallık sistemini benimsemiş, yani yeterli
kuvvette şüphe hâlinde Cumhuriyet savcısını kamu davasını açmaya mecbur
kılmıştır. Oysa yasallık sistemi, günümüz Batı hukukunda gittikçe yer
kaybetmekte ve maksada uygunluk sistemi gelişmekte bulunduğundan 172 nci
maddede yasallık sistemini yumuşatıcı
bir istisna kabul edilmiş bulunmaktadır. Bu hususta sözü geçen maddenin
gerekçesine bakılmalıdır.
Maddenin dördüncü fıkrası
iddianamesini veren Cumhuriyet savcısına duruşmaya başlanmadan önce, yeni
hâller ve nedenlerle sanık lehine olarak iddianamesini değiştirmek veya geri
almak yetkisini vermektedir.
Maddenin beşinci
fıkrasında Adalet Bakanının Cumhuriyet
savcısından davayı açmasını isteyebileceği ve bu istemin yerine
getirileceği kaydedilmiştir. Maddenin son fıkrasına göre, valiler de Adalet
Bakanından bu yetkisini kullanmasını isteyebileceklerdir.
Madde 174. - Günümüz
karşılaştırmalı ceza muhakemesi hukukunda önemli bir sorun da Cumhuriyet savcısının soruşturma yapmak, kamu davasını
açmak veya açmamak yetkisine sahip olup olmamasıdır. Bunun anlamı yasallık sistemi
yanında maksada uygunluk sistemine ne derecede veya ölçüde yer
verilebileceğidir. Yasallık anlayışı Almanya, İtalya, İspanya'da, İsviçre'nin
bazı kantonlarında ve hemen bütün doğu
Avrupa ülkelerinde ve bugüne kadar ülkemizde geçerlidir.
Hemen açıklanmalıdır ki,
yasallık sisteminin anlamı da hemen davayı açmak hususunda Cumhuriyet savcısını
bir otomatizme sevk etmek değildir: Birinci olarak Cumhuriyet savcısı bazen
kamu davasının harekete getirilip getirilmeyeceğini, kendisine ulaşan olayların
bir temeli bulunup bulunmadığını, söz gelimi ihbarın anonim olup olmadığını
belirlemek için şekli olmayan bir araştırma yapar ve bunun sonucunda
soruşturmayı sürdürmemeye karar verebilir yani yasallık otomatiklilik anlamını
taşımaz.
İkinci olarak örneğin
İsviçre kantonları sosyal yarar zorunlu kılmadıkça, soruşturma yapmanın mecburî
olmadığını kabul etmektedirler.
Çağdaş eğilim, yasallık
ve maksada uygunluk sistemleri arasında bir yakınlaşmayı ifade etmektedir.
Tasarının temel amacı
yargılamanın, adil yargılama ilkesine tam sadık kalınarak sür'atlendirilmesi ve
kovuşturmanın duruşmadan duruşmaya sürüklenmesini ve böylece parçalı adaleti
önlemek olduğundan ve bu amaca ulaşmanın bir çaresi de ceza adalet sistemini,
olanak ölçüsünde boşaltmak, soruşturma
evresindeki filtreyi etkinleştirmek olduğundan değişik hükümler
getirilmiş ve bunlardan önemli birisini de bu madde oluşturmuştur.
Maddeye göre, belirli
koşullarla Cumhuriyet savcısı, soruşturmasını tamamladığı suçtan dolayı davanın
açılmasını kabahatlerde bir yıl, cürümlerde üç yıl süre ile erteleyebilecek ve
bu süreler içinde fail aynı cins veya daha ağır bir suç işlemeyecek olursa
kovuşturmaya yer olmadığına karar verecektir; aynı cins veya daha ağır yeni bir
suç işlenecek olursa hemen kamu davası açılacaktır ve belirtilen süreler içinde
zamanaşımı işlemeyecektir.
Ertelemenin koşulları ise
şunlardır:
l. Fiil için kanunda
öngörülen ceza üç ay ile iki yıl arasında hürriyeti bağlayıcı bir ceza
olmalıdır. Üç aya kadar olan hürriyeti bağlayıcı cezalarda önödeme uygulaması
zorunlu bulunduğu bilinmektedir.
2. Fail daha önce bir
hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm edilmemiş olmalıdır.
3. Erteleme hâlinde,
yeniden suç işlenmeyeceğini soruşturma sonuçları ortaya koymuş olmalıdır.
4. Ertelemenin şüpheli ve
toplum bakımlarından daha yararlı olacağı anlaşılmış bulunmalıdır.
5. Fail, suçtan meydana
gelen ve Cumhuriyet savcısının saptayacağı zararı ödemelidir.
Bütün bu koşullar
gerçekleştiğinde Cumhuriyet savcısı davanın açılmasının ertelenmesini aslîye
ceza hâkiminin onamasına sunacak ve hâkim bu husustaki kararını beş gün içinde
verecektir. Görülüyor ki, Cumhuriyet
savcısı öneride bulunmakta ve esas karar hâkim tarafından verilmektedir.
Madde 175. - 1412 sayılı
Kanunun l64 üncü maddesinde, yeterli delil bulunmaması veya keyfiyetin takibe
değer görülmemesi hâlinde, takipsizlik kararı verilmesine dair hüküm yer
almaktadır. Tasarı ilk olarak bu işlemi belirlemek üzere "kovuşturmaya yer
olmadığına dair karar" terimini getirmiştir. Soruşturma evresinden
kovuşturmaya geçip geçmeme söz konusu olduğundan bu terim değişikliği uygun
görülmüştür. Madde ayrıca kamu davasının açılması için şüpheyi haklı kılacak
yeterlikte ve kuvvette delil, iz, eser ve emarenin elde edilmemesi ölçütünü
kullanmaktadır. Yeterli kuvvette makul şüphe
bulunduğu anlaşılacak olursa, kovuşturma evresine geçilecektir.
Maddenin ikinci
fıkrasında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra, kamu
davasının, aynı eylem ve aynı kişi hakkında açılabilmesi yeni delil, iz, eser
ve emarenin meydana çıkmasına veya şüphe nedenlerinin takdirinde ağır hata olmasına
bağlanmıştır. Böylece kovuşturmaya yer olmadığına dair kararların zamanaşımı
süresince şüphelinin başında, tâbir yerinde ise Demoklesin Kılıcı gibi durması
ve onun özgürlükler bakımından bir tehdit oluşturması önlenmek istenmektedir.
Bazı usul kanunlarında mahkemelerin beraat kararlarının temyize tâbi
tutulmadığı görülüyor.
Bu yeni düzenleme
neticesinde, Cumhuriyet savcısı kovuşturmaya yer olmadığına dair bir karar
verdikten sonra yeni delil, iz, eser ve emare bulunmadıkça artık Adalet Bakanı
da Cumhuriyet savcısından kamu davası açmasını isteyemeyecektir. Maddenin son
fıkrasında yeni delil, iz, eser ve emarenin ne olduğu tanımlanarak uygulama
açısından açıklık getirilmiştir.
Madde 176. - Madde,
Cumhuriyet savcısının kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlarına karşı
itirazı ve bunun incelenmesi ile görevli mercii ve usulü göstermektedir.
Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlara karşı maslahata uygunluk sistemini
kabul eden ülkelerde de Cumhuriyet savcısının vereceği takipsizlik kararlarına
karşı kanun yoluna başvurulabilmesi kabul edilmektedir. Tasarı 175 inci maddesinde kovuşturmaya yer olmadığı
hakkındaki kararların, yeni delil, iz, eser ve emare olmadan
değiştirilemeyeceğini kabul etmiş bulunduğundan, itiraz olanağı daha fazla önem
taşımaktadır.
Madde, itiraz hakkını
esasta suçtan zarar gören şikâyetçiye ve şikâyetçisi bulunmayan hâllerde karar
veren Cumhuriyet savcısının bağlı olduğu ağır ceza mahkemesi nezdindeki
Cumhuriyet başsavcısına vermiş bulunmaktadır. İtiraz süresi, kararın tebliği
tarihinden itibaren onbeş gündür. İtiraz mercii, Cumhuriyet savcısının mensup
olduğu ağır ceza işlerini gören mahkeme dairesine en yakın bulunan ağır ceza
işlerini gören mahkemenin başkanıdır.
İtiraz dilekçesinde, kamu
davasının açılmasını haklı gösterebilecek olaylar, delil, iz, eser ve
emarelerin gösterilip açıklanması zorunludur. Aksi takdirde işlem hemen ret
olunur. Usulüne uygun şekilde düzenlenerek süresi içinde verilmiş dilekçe veya
yetkili Cumhuriyet başsavcısının yazısı üzerine başkan kararını vermek için şu
işlemleri gerçekleştirebilir:
1. Cumhuriyet savcısından
soruşturma dosyasını göndermesini isteyebilir.
2. Bir diyeceği varsa
bildirmesi için, bir süre belirleyerek dilekçeyi şüpheliye tebliğ edebilir.
3. Gerekli görürse,
soruşturmanın genişletilmesi için sulh ceza hâkimini görevlendirebilir. Ancak
bu hâlde, hangi hususta soruşturma yapılacağını görevlendirme kararında
göstermelidir.
Bu incelemesi sonunda
başkan şu iki karardan birisini verecektir:
1. İstemin geçerli olduğu
hususunda kanaat getirecek olursa, kamu davasının yani kovuşturmanın açılmasına
karar verecektir.
2. Bu kanaate varamazsa,
istemi gerekçeli olarak ret edecektir yani istemin dayandığı hususları neden
dolayı geçerli görmediğini kararında belirtecektir. Bu hâlde, istemde bulunan
suçtan zarar görmüş şikâyetçi ise adı geçeni giderleri ödemeye mahkûm edecek ve
kararını Cumhuriyet savcısına ve şüpheliye bildirecektir.
Maddenin (3) numaralı
fıkrasına göre, Cumhuriyet savcısının yeni delil, iz, eser ve emarelerin
varlığı nedeniyle kamu davası açması ağır ceza mahkemesi başkanının bu hususta
karar vermesi koşuluna bağlanmıştır. Bu düzenlemenin nedeni 175 inci maddede
kovuşturma açılmaması kararına bağlanan otoritedir.
Madde 177. - Ceza adalet
sisteminin işlemesinde, temelde soruşturma ve kovuşturma evreleri arasında bir
orta aşama (Almanların Zwishenverfahren adını verdikleri) bulunduğu 173 üncü
maddenin gerekçesinde açıklanmıştır. Ayrıntılar için söz konusu maddenin
gerekçesine bakılmalıdır. Orta aşamada yapılacak işlemler için 178 ilâ 181 inci
maddelere ve gerekçelerine bakılmalıdır.
Tasarı bu orta aşamayı
kovuşturma evresi kapsamında kabul ettiği için, iddianamenin verilmesi ile kamu
davası açılmış olacak ve iddianamenin kabulünü takiben duruşma hazırlığı
aşaması başlamış bulunacaktır.
Madde 178. - Cumhuriyet
savcısının iddianamesini vermesi ile kamu davası açılırsa da, işin esasta bir
duruşmada çözülebilmesini sağlayacak bir soruşturmadan sonra kovuşturma
evresine sevk edilmiş olup olmadığını araştırmak üzere hukuk
sistemlerinde 173 ve 177 nci maddelerde ve gerekçelerinde açıklanan bir orta
aşama kabul edildiği açıklanmıştır. 1412 sayılı Kanunda l985 yılında yapılan
değişiklikten önce benimsenen ilk soruşturma, bu işlevi yerine getiriyordu.
Hâlen temyiz davasının açılmasında, kişisel davada, yargılamanın yenilenmesinde
aynı sistem söz konusudur. Mahkeme önüne giden davalarda Türkiye'ye özgü yüksek
beraat kararı oranlarının (%30) ortaya koyduğu gerçek, davaların, olgunlaşmadan
ve soruşturmada yeterli delil, iz, eser ve emareler toplanmadan, basit şüpheler
üzerine açıldığıdır. Tasarı, bu maddesinde iddianamenin iadesi ve 179 uncu
maddesinde iddianamenin reddi kurumlarını, bu gerçek dolayısıyla kabul
etmiştir.
İddianamenin iadesini
düzenleyen bu maddeye göre, davaya bakacak olan mahkeme kamu davasının açılması
için delillerin yeterli şüpheyi ortaya koymasına karşın, iddianamede bazı fazla
önemli olmayan noksanlık saptarsa, örneğin şüphelinin açık kimliğinin
belirtilmemesi, uygulanması gereken kanun maddesinin gösterilmemesi, bütün delillerin
mahkemeye verilmemiş olması ve benzeri gibi, iddianameyi tamamlaması için
Cumhuriyet savcılığına geri verilmesine karar verecektir. Geri verilme
nedenleri maddede dokuz ayrı bentte gösterilmiştir. Bunun üzerine Cumhuriyet
savcısı eksikleri tamamlayarak aynı iddianameyi veya gerekiyorsa yeniden
düzenleyeceği iddianameyi mahkemeye sunacaktır. Amaç, davanın bir duruşmada
sonuçlanmasını sağlayacak alt yapıyı oluşturmaktır.
Önödemeye bağlı bir suç
hakkında yanlışlıkla dava açılmış ise, bu da iddianamenin iadesi nedeni
sayılmıştır. Cumhuriyet savcısı bu gibi hâllerde dosyayı gerekli kararı vermesi
için yetkili mercie gönderecek ve Yargıtaya kadar gidip de yıllar sonra bozma
kararı verilmesini önleyerek davaların önemli surette hızlanmasına katkıda
bulunacaktır.
Madde 179. - Tasarı,
davanın tek veya zorunlu olduğunda birbirini izleyen duruşmalarla ve olanaklı
ise bir günde sonuçlandırılmasını gerçekleştirebilmek amacıyla; iddianamenin,
hukuken geçerli ve yeterli delillerin toplanmasından ve dava açma koşullarının
gerçekleşmesinden sonra, tüm yönleriyle doğru ve eksiksiz olarak, suçun
kanıtlanmasına yardım edecek belge ve şeylerle birlikte mahkemeye verilmesini
sağlamak üzere iddianamenin reddi konusunu bu madde ile düzenlemiştir. Böylece
soruşturmanın gereğince tamamlanmadan dava açılmasının sakıncaları,
duruşmaların uzaması ve ertelenmesi önlenmek istenmiştir.
Mahkeme, kendisine
verilen iddianame ve hazırlık soruşturması belgelerini beş gün içinde
inceleyip, iddianamede; şüphelinin açık kimliğinin veya en azından onu
başkalarından ayırt etmeyi sağlayacak özelliklerinin belirtilmediğini, yükletilen
suçun ne olduğunun açıklanmadığını, suçun yasal unsurları ile uygulanması
gereken kanun maddelerinin gösterilmediğini, suçun delil, iz, eser ve
emareleriyle duruşmanın yapılacağı yetkili ve görevli mahkemenin gösterilmemiş
veya eksik veya hatalı gösterilmiş olduğunu, hazırlık soruşturmasının verdiği
esaslı sonuçların yazılmadığını, varsa gözaltı, tutukluluk ve salıverme
tarihlerinin veya suç tarihi ve yerinin açıklanmadığını, suçun ispatlanmasına
yardım edecek belge ve şeylerin verilmemiş bulunduğunu, önödemeyi, yargılamanın
durmasını veya düşmesini gerektiren hâllerin varlığını, başkaca eksik ve hatalı
noktaların bulunduğunu saptarsa, eksik ve hatalı noktaları belirtmek suretiyle
ve tamamlanması için iddianamenin 178 inci madde gereğince iadesine karar
verebilecektir.
Bu maddede söz konusu
edilen hâl ise, yeterli delil, iz, eser ve emareler bulunmadan veya toplanmadan
âdeta delilsiz davanın açılmış olması ve bunun sonucu olarak mahkemenin
soruşturma yapmak zorunluğunda kalacağının anlaşılmasıdır. Bu hâlde mahkeme
duruşmaya başlamadan iddianamenin reddine karar verecektir.
Mahkemenin bu kararı
üzerine Cumhuriyet savcısı yeniden soruşturma yapacaktır. Mahkemenin kararı
böylece, Cumhuriyet savcısının soruşturmaya son verme kararını kaldırmış olmaktadır. Yaptığı bu soruşturma
sonunda yeterli delil, iz, eser ve emare saptayabildiğinde Cumhuriyet savcısı
yeniden kamu davasını açacak yani tamamladığı dosyayı yeni bir iddianameye
bağlayarak kamu davasını açacaktır; yeterli delil, iz, eser ve emare bulamazsa
kovuşturmaya yer olmadığına karar verecektir.
Görüleceği üzere
iddianamenin iadesi kararı, iddianamedeki noksanların giderilmesi ve böylece
noksanların giderilmesi için mahkemenin zaman kaybetmemesi amacına yönelik
olduğu hâlde, iddianamenin reddi kararı âdeta delilsiz dava açılmış bulunmasına ve kuvvetli şüpheyi
belirtecek hususların eksikliğine dayanmaktadır. Her iki hâlde de ortak amaç,
davayı hızlandırmak ve bir duruşmada bitirebilmektir.
Madde 180. - Tasarının
benimsendiği sistem, itiraz edilebilen kararları tek tek gösterme olduğu için
madde, 178 ve 179 uncu maddeler gereğince verilen kararlara karşı, Cumhuriyet
savcısına itiraz hakkını vermiştir. Şüphelinin yararı olmadığı için, onun
itiraz hakkı söz konusu olmaz. Suç mağduruna gelince, neticede takipsizlik
kararı verilirse, 176 ncı madde uyarınca itiraz hakkı vardır; aksi hâlde ise iş
zaten duruşmaya gideceği için suç mağduru bakımından sakıncalı bir netice söz konusu
değildir.
Madde 181. - Mahkeme
başkanı veya hâkim, 178 ilâ 180 inci maddeler gereğince kararlar vermediği veya
ıslahtan sonra verilen iddianamenin geçerli olduğunu saptadığında iddianamenin
kabulü kararını verecekler ve sonra duruşma hazırlığına derhâl girişip
yargılamanın bir duruşmada kesintisiz bir şekilde yürüyebilmesi için aşağıdaki
maddelerde gösterilen işlemleri gerçekleştirecektir. Duruşma hazırlığında
yeniden keşif ve muayene yapma yetkisi 187 nci maddede veya tanık ve bilirkişi
dinleme yetkisi 186 ncı maddede verilmiş, duruşma başladıktan sonra soruşturma
aşamasında eksik yapıldığı anlaşılan işlemleri yapma yetkisi davanın bir
duruşmada bitirilmesi amacıyla kabul edilmiştir.
Maddenin getirdiği önemli
yenilik mahkeme başkanı veya hâkime iddianamede yer almayan başkaca ispat
araçlarının toplanmasına karar verme yetkisinin kabul edilmesidir. Böylece
dosyanın duruşma hazırlığı aşamasında olgunlaşması ile davanın bir duruşmada
bitirilmesinin alt yapısı oluşturulmuş bulunmaktadır.
İddianamenin kabulü
kararıyla yargılamanın duruşma aşaması başlamakta, hakkında soruşturma yapılan
ve bu aşamaya kadar "şüpheli" olarak adlandırılan kişi de
"sanık" sıfatını almaktadır.
Aralarında bağlantı
bulunması nedeniyle birleştirilerek açılmış olan davalarda, her biri yönünden
mahkemece 178 ve 179 uncu maddeler ile 180 inci madde ışığında yapılan
değerlendirme sonunda doğru ve tam açılmış bölüm için kabul, diğeri için de
iade veya ret kararı verilebilir.
Ayrıca maddenin birinci
fıkrasına göre duruşmanın yapılacağı günü mahkeme başkanı veya hâkim belirler;
ancak duruşma gününü belirlerken Cumhuriyet savcısının ve sanığın avukatının
görüşünü de almak zorundadır. Bu zorunluk hem savunmayı güçlendiren ve hem de
davanın bir duruşmada bitirilmesini sağlamaya yönelik diğer bir önlemdir. 1412
sayılı Kanunun 206 ncı maddenin ikinci fıkrasında yer alıp diğerlerinden önce
görülecek olan davaları belirleyecek olan hüküm bu nedenle Tasarıya
alınmamıştır.
Maddenin getirdiği diğer
bir yenilik celpnameleri düzenleme ve tebliğ yetkisinin doğrudan doğruya
mahkeme başkanı veya hâkime verilmiş olmasıdır; değişiklik, dosyaya eli değen
aktör sayısını azaltmak için yapılmıştır. Gerçekten yapılan araştırmalar
dosyanın aynı oda içerisinde bir masadan diğer masaya gittiği hâllerde, bazen
günlerle ifade edilebilen bir boşuna bekleme süresinin eklendiğini ortaya
koymuştur. Tasarı, bu tür makul olmayan ve davayı uzatan uygulamaları olanaklar
ölçüsünde azaltma esasını kabul etmiş bulunmaktadır;
Getirdiği yenilikler
yukarıda özetlenen maddenin temel hükümleri şöylece ifade olunabilir:
l. Davanın bir veya
zorunlu olduğunda birbirini izleyen duruşmalarda bitirilmesi ve parçalı adalet
uygulamasına son verilmesi.
2. Mahkeme başkanı veya
hâkimin, davada yer alan kişileri doğrudan doğruya davet etmesi, duruşmanın bir
günde bitmeyeceği anlaşılırsa, ilgilileri, hemen izleyen duruşmaya
çağırabilmesi.
Madde 182. - Maddenin
birinci fıkrasına göre iddianame, bütün ceza yargılamalarında, sulh ceza işleri
de dahil olmak üzere sanığa davetiye ile birlikte tebliğ edilecektir. Sanığın,
ne ile suçlandığını öğrenmesi temel haklardan olduğundan, madde bu hakkı
sağlama amacına yönelik olarak düzenlenmiştir.
Maddenin ikinci fıkrası,
1412 sayılı Kanunun 209 uncu maddesindeki mazereti olmaksızın gelmeyen sanığın
tutuklanacağı deyimi yerine yakalama müzekkeresi çıkarılmasını öngörmüştür. Bu
hüküm, Tasarının kabul ettiği tutuklama sistemi gereğidir.
Diğer yandan, maddenin
üçüncü fıkrasında tutuklu sanığa savunma hakkının tam olarak sağlanması
amacıyla, işlemin "zabıt kâtibi" tarafından değil, mahkeme önüne
getirilerek saptanması zorunluluğu kabul edilmiştir. Bu düzenleme Tasarının
sanık haklarına ve savunmaya verdiği önemin sonucudur. Getirilen sanıktan,
savunma için bir istemde bulunup bulunmayacağı, bulunacaksa bunları bildirmesi
istenecektir. Sanığın bunları nasıl bildireceği ise 183 üncü maddede gösterilmiştir.
Davetiyenin tebliği ile
duruşma günü arasında en aşağı bir hafta geçmesi zorunludur. Savunma hakkının
kısıtlanması mutlak bir bozma nedeni olduğu için gerekli sürenin verilmediği
anlaşıldığında süre verilerek duruşmaya ara verilmesi gerekir.
Savunma hakkı yönünden
maddenin üçüncü fıkrasına göre, tutuklu sanık duruşma günü tebliğ edilerek
çağırılacaktır.
Madde 183. - 182 nci
madde gereğince sanık, tanık veya bilirkişinin davetini veya bazı savunma
delillerinin toplanmasını isteyecek olursa, duruşma gününden en az beş gün önce
mahkeme başkanına veya hâkime bir dilekçe ile bunları ve istemine ilişkin
olayları bildirecektir. Mahkeme başkanı veya hâkim bu dilekçeyi hemen
inceleyerek kararını verecek ve kararını sanığa bildirecektir. Sanığın kabul
edilen istemleri ise aynı surette Cumhuriyet savcısına da bildirilecektir.
Madde 184. - Madde,
mahkeme başkanı veya hâkim tarafından, bir kimsenin daveti hakkında 183 üncü
maddeye göre sanık tarafından yapılan istemin, reddine ilişkindir.
Madde ret hâlinde sanığa
iki hak vermektedir.
1. Sanık, o kimseyi
doğrudan doğruya davet ettirebilir. Bu hâlde sanık bir dilekçe ile başvurur ve
o kimsenin yol giderleri ile tarifesine göre ödenmesi gerekli tazminat bedelini
mahkeme kalemine yatırır. Bunun üzerine kişi mahkemece çağırılır ve davetiye
ile birlikte yatırılan para kendisine verilir. Adı geçen artık davete uymakla
yükümlüdür. Sözü geçen para tebligat sırasında verilmemekle beraber mahkeme
kalemine yatırıldığı tebligatta kaydedilmiş olursa yine hazır bulunmakla
yükümlü olur.
2. İkinci hâl sanığın,
davet edilmesini istediği kimseyi kendisinin getirmesidir. Bu kişinin
açıklamaları olayın aydınlatılmasına yarayacak olursa, mahkeme, gider ve
tazminatın Devlet Hazinesinden ödenmesine karar verebilecektir.
Madde 185. - Maddenin
birinci fıkrası, yargılanan sanığı, silâhların eşitliği ilkelerini göz önünde
bulundurmak suretiyle ve savunma hakkının gereği olarak, doğrudan doğruya davet
ettireceği ve getireceği bilirkişi ve tanıkların ad ve adreslerini, Cumhuriyet
savcısına makul bir süre içinde bildirmekle yükümlü tutmuştur. Cumhuriyet
savcısı böylece bir sürpriz ile karşı karşıya kalmayacaktır.
İkinci fıkra, yine
silâhların eşitliği ilkesini uygulamış ve bu defa Cumhuriyet savcısının,
iddianamede gösterilen veya sanığın istemi üzerine davet edilen tanık ve
bilirkişiler dışında gerek mahkeme başkanı veya hâkim kararıyla, gerek kendiliğinden
başka kimseleri davet ettirecek ise birinci fıkrada belirtilen şekilde sanığa
makul süre içinde bildirmesi hükmünü getirmiştir.
Madde 186. - Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesinin 6 ncı maddesinde yer alan "adil yargılama" ve
"sözlülük" ilkeleri gereği ve bu konuda Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi kararları doğrultusunda; esas hakkında hükmü verecek olan mahkemenin
tanığı (ve özellikle sanığı) bizzat kendisinin duruşmada dinlemesi zorunludur.
Maddede bu kuralın kabul
edilebilen ender istisnalarından birisi düzenlenmiştir. Madde gereğince tanık
veya bilirkişinin naiple veya istinabe yoluyla dinlenebileceği hâller
şunlardır:
1. Hastalık veya malûllük
veya giderilmesi olanağı bulunmayan bir nedenle tanık veya bilirkişinin uzun
veya önceden bilinmeyen bir zaman için duruşmada hazır bulunamayacağının
anlaşılması,
2. Tanık veya
bilirkişinin konutlarının uzak bulunmasından dolayı davet edilmelerinin zor
olması.
Maddenin dördüncü
fıkrasında, davaların uzamasına neden olan bir uygulamayı ortadan kaldırmak
amacı ile, istinabe edilen ilgili mahkemenin, büyükşehir belediye sınırları
içerisinde kendi yargı çevresinde bulunmasa bile, istinabe evrakını geri
çeviremeyeceği ve gereğini yapacağı açıklanmış ve üçüncü fıkrada da ayrıca
büyükşehir belediye sınırları içerisinde bulunan şikâyetçi, katılan, sanık,
avukat, tanık ve bilirkişilerin istinabe yolu ile değil, doğrudan davet
edilerek dinlenecekleri hükmü getirilmiştir.
Tanık veya bilirkişinin
istinabe yoluyla dinlenmelerinden doğabilecek sakıncaları ortadan kaldırmak
veya en aza indirmek için, esas hakkında hükmü verecek mahkemece de görüntülü
biçimde izlenip soruların da sorulabileceği video marifetiyle yayın yönteminin
olanak bulundukça uygulanması gerekli görülmüştür. Bu sistemin, nasıl kurulup
işletileceğine ve buna olanak verecek teknik donanımın kurulmasına ve kullanılmasına
ilişkin esas ve usuller yönetmelikte düzenlenecektir.
Madde 187. - Madde,
gecikmeye neden olup olmayacağını göz önüne almaksızın tanık ve bilirkişinin dinleneceği günü
bildirme zorunluluğunu getirmiştir. Belirlenen gün Cumhuriyet savcısına, sanığa
ve avukatına bildirilecektir. Düzenlenen tutanağın örneği de hazır bulunan
Cumhuriyet savcısına ve avukata verilecektir. Ayrıca duruşma hazırlığı
aşamasında mahkeme yeniden keşif veya muayene yaparak dosyayı olgunlaştırmak ve
duruşmaya tam olarak hazırlamak gereksinimini duyarsa, bundan Cumhuriyet
savcısını, sanığı ve avukatı haberdar edecektir. Bu yeni düzenleme, Tasarının
ana fikri olan silâhlarda eşitlik sağlanması yolu ile savunmanın
güçlendirilmesi ve etkin bir ceza adaleti sisteminin oluşturulması ilkelerine
uygundur. Gerçekten duruşma hazırlığı aşamasında avukatın da hazır bulunduğu
bir tanık dinleme, keşif, bilirkişi incelemesi işlemi yapıldığı takdirde,
bunlara karşı olan görüşler bu aşamada ileri sürülerek çözülebileceğinden,
duruşma hazırlığı aşaması uzarsa da, aslında bu yolla duruşma aşaması
hızlanabilecek ve Tasarının gerçekleştirmeye çabaladığı davanın bir duruşmada
bitirilmesi sistemine kavuşmada önemli bir katkıda bulunmuş olacaktır.
Maddenin son fıkrasına
göre tutuklu, ancak tutuklu bulunduğu yer mahkemesinde yapılacak bu tür işlerde
hazır bulundurulmasını isteyebilecektir. Ancak hâkim veya mahkeme, gerekli ve
zorunlu gördüğünde, şüpheli veya sanığın bu tür işlerde hazır bulunmasına karar
verebilecektir. Doğal olarak tutuklu ve avukatı bu gibi hâllerde talepte de
bulunabileceklerdir.
Madde 188. - Duruşma
aşamasının genel karakterleri, bütün karşılaştırmalı ceza usulü mevzuatında,
açıklık, sözlülük (şifahîlik), tartışmalılık (diyalog) ve işi bir duruşmada
bitirme (Fransızca deyimi ile concentation) dir. Açıklık, şifahîlik,
tartışmalılık usulde egemen ithamî niteliğe bağlıdır.
Duruşmanın açıklığı; hem
iyi bir adaletin güvencesidir ve hem de suç yönünden genel önlemeyi sağlar.
Madde, açıklık kuralını
duruşmayı ilgilendiren bir kurum olduğu için sistematik açıdan duruşma
bölümünün başına almıştır. 1412 sayılı Kanunun kaynağı Alman Kanunu, l929
yılında kabul edilirken, ayrıca Alman Mahkemeler Teşkilâtı Kanunu alınmadığı
için, Almanya'da Mahkemeler Teşkilâtı Kanununda düzenlenmiş olan açıklık
kuralı, 1412 sayılı Kanunun arkasına genel sistematiğe aykırı bir biçimde
yerleştirilmişti.
Madde, başta Anayasanın
ve uluslararası sözleşmelerin kabul ettiği bir esası tekrarlamakta ve açıklığı
tanımlamaktadır: Açıklık duruşmanın herkese açık olması demektir; tabiî olarak
maddî olanakların zorunlu kıldığı hâller saklıdır. Başka bir deyişle açıklık,
mahkeme salonuna alabildiği kadar kişinin, kabul koşullarına tâbi tutulmaksızın
girebilmesi demektir. Herkese açık olmak, bir kayda tâbi tutulmadan, mahkeme
salonuna kişinin girebilmesi anlamını taşır.
İkinci fıkra, iki hâlde
duruşmanın bir kısmının veya tamamının kapalı yapılabilmesine olanak
vermektedir:
1. Genel ahlâk,
2. Kamu güvenliğinin
kesin olarak gerekli kılması.
Maddeye göre bu iki hâlde
kapalılığa mahkemece karar verilecektir. Bu karar mutlaka gerekçeli olacak ve
hüküm herhâlde açık duruşmada açıklanacaktır.
Çocukların yargılanmasına
ilişkin hükümler saklıdır. Duruşmanın kapalı olarak yapılabileceği diğer hâller
191 inci maddede gösterilmiştir. Bu maddenin gerekçesine de bakılmalıdır.
Madde 189. - Madde,
ülkemiz bakımından yeni bir hüküm getirmiş olmaktadır. İtalya, İspanya,
Polonya'da, bazen duruşmalar kayda alınarak veya kısmen televizyonda
yayınlanmakta ve bu yayınların halkın haber alma gereksinimini karşılaması veya
eğitim amacıyla yapıldığı öne sürülmektedir. Ancak öğreti, bu tür yayınların
suçsuzluk karinesini ihlâl ettiğini, mahkeme salonuna şiddet getirdiğini,
adaletin koşulu olan sükûneti bozduğunu, savunmayı güçleştirdiğini, adalete
siyasetin karıştırılmasını tahrik ettiğini ileri sürmekte ve mahkeme
salonlarına kameraların sokulmasının yasaklanmasını istemektedir.
Fransız kanun koyucusu
duruşmalarda televizyon kayıtlarını ancak adlî tarih yönünden arşiv kurmak
amacı ile ve istisnaî olarak kabul etmektedir. (11 Temmuz l985 Kanunu)
Maddede, 186 ncı maddenin
son fıkrası ile 202 nci maddenin dördüncü fıkrası hükmü saklı kalmak üzere
duruşma salonunda ve adliye binasının içerisinde ses veya görüntü kaydedici
aletlerin kullanılması yasaklanmaktadır. Hüküm, Fransız ve Alman Kanunlarından
esinlenerek düzenlenmiştir. Duruşmanın açıklığı, kullanılagelen duruşma
salonunun alabildiği kadar kişiye açık bir duruşma yapılması demektir. Naklen
yayın şeklinde duruşmanın yayınlanması açıklığın gereği değildir. Bu tür
yayınlar sanığın suçsuzluk karinesinin ihlâli niteliğinde görülmüştür. Yasak,
adliye binası dışındaki diğer adlî işlemlerin icrası sırasında da
uygulanacaktır. Diğer bir ifadeyle hâkim veya Cumhuriyet savcısı tarafından
yapılan keşif veya polis tarafından istisnaî hâllerde yapılabilen yer gösterme
işlemlerinde de ses ve görüntü alıcı aletlerin kullanılması yasaklanmaktadır.
Tutanak düzenlenmesi amacıyla yapılan ve yasanın izin verdiği ses ve görüntü
kayıtlarının bu yasak kapsamına girmeyeceği açıktır.
Madde, her türlü sesli ve
görüntülü kayıt ve nakil olanağı sağlayan aletleri yasakladığından fotoğraf
çekilmesine engel yoktur. Ancak mahkeme başkanı veya hâkim, duruşmanın amacını
ihlâl edecek surette abartılı biçimde fotoğraf cihazlarının kullanılmasını
yargılamanın düzenini sağlamak hususundaki yetkisine dayanarak menedebilir.
Adliye binası içerisinde söz konusu aletler mutlak olarak kullanılamayacak, bu
suretle adliye koridorlarında taraflar arasındaki dövüşmeleri tahrik edebilecek
faaliyetlere son verilecektir. Duruşma salonunda ise duruşma başladıktan sonra
söz konusu aletlerle görüntü alınması yasaklanmaktadır.
Maddenin ikinci fıkrasına
göre, birinci fıkra hükmüne aykırı hareket edenler veya bu suretle elde edilmiş
ses ve görüntüleri yayınlayanlar hakkında beşyüzmilyon liradan yirmimilyar
liraya kadar para cezasına hükmedilecektir.
Madde 190. - Madde, 188
inci madde gereğince açıklığın kaldırılması istemine ilişkin olarak yapılacak
duruşmanın esasta açık olacağını, istem hâlinde veya mahkemenin takdirine göre
kapalı da yapılabileceğini kabul etmektedir.
Madde 191. - Madde
sanığın yaş küçüklüğü nedeniyle duruşmanın kapalı yapılacağı hâli
göstermektedir. Tasarı, onsekiz yaşını doldurmamış olanların duruşmalarının
kapalı olacağını kabul etmiştir. Bu hâlde, hüküm de kapalı duruşmada açıklanır.
Maddenin ikinci fıkrası,
cezalardan ayrı olarak hükmedilebilecek güvenlik tedbirlerine ilişkin
duruşmaların da kapalı olarak yapılmasını kabul etmiştir. Gerçekten güvenlik
tedbirleri münhasıran kişinin lehine yönelik olduğundan, adı geçenleri
açıklığın neden olabileceği damgalama (stigmatizasyon) sürecinden korumak
gerekli sayılmaktadır.
Madde 192. - Açıklık,
adîl yargılama yönünden duruşmanın temel karakterini oluşturduğundan ve
açıklığın kaldırılması ancak zorunlu ve Kanunun belirlediği hâllerde söz konusu
olabileceğinden, açıklığı kaldırma kararının bütün nedenleriyle birlikte
tutanağa geçirilmesi kabul edilmektedir.
Madde 193. - Madde,
kapalı duruşmalarda hazır bulunabilecek kimseleri ve bu konudaki yayın
yasaklarını düzenlemiş bulunmaktadır:
Mahkeme, bazı kişilerin
duruşmada hazır bulunmasına izin verebilir. Bu kişiler duruşmanın kapalı
olmasını gerektiren hususları açıklamamaları için mahkeme başkanı veya hâkim
tarafından uyarılırlar; uyarıldıkları tutanağa geçirilir. Bu duruşmaların
içeriğinin yayınlanması dördüncü fıkradaki ağır para cezasının uygulamasını
gerektiren bir cürüm oluşturur.
Bu yayın yasağı üçüncü
fıkranın öngördüğü hâllerde, açık duruşmaların içeriği bakımından da cezayı
gerektiren bir cürüm oluşturmaktadır. Söz konusu hâller duruşma içeriğinin,
millî güvenliğe, genel ahlâka veya kişilerin saygınlık, onur ve haklarına
dokunması, suç işlemeğe kışkırtacak nitelikte olmasıdır. Bu hâllerin takdiri
mahkemeye aittir. Mahkeme, bu takdirini kullanırken sözü geçen olası sonuçları
önlemek amacını göz önünde bulundurarak, gerektiğinde içeriğin kısmen veya
tamamen yayınlanmasını yasaklar ve kararını açık duruşmada açıklar. Böylece
yasağın bütün yayın organlarını kapsaması sağlanmış olacaktır.
Maddede geçen
"yayımlanamaz" sözcüğü, yazılı, görsel ve işitsel nitelikteki bütün
iletişim araçlarını kapsamaktadır.
Madde 194. - Maddenin
birinci fıkrası duruşmada mutlaka bulunmaları zorunlu olan usul aktörlerini
belirlemektedir. Tasarı, sulh ceza mahkemelerindeki duruşmalarda Cumhuriyet
savcısının bulunmaması hakkındaki uygulamayı sürdürmektedir. Yabancı ülkelerin
bazılarında bu tür basit ve hafif suçları yargılayan mahkemelerde polisin
iddiacı olarak bulunması yeterli sayılmaktadır.
Maddenin son fıkrası, hukukumuz
yönünden çok önemli bir konuyla ilgilidir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin
kararlarına ve adil yargılama ilkesine göre bütün kovuşturma evresinde aynı
hâkimlerin görev yapmaları ve hükmü vermeleri gerekir; doğru olan da budur.
Ülkemizde uzun süren parçalı yargılama uygulaması, maalesef bir dava görülürken
hâkimlerin değişmesine neden olmaktadır. Bu gibi hâllerde, yeni hâkim huzurunda
bütün usul işlemlerinin yenilenmesi adil yargılama gereğidir. Tasarı, davanın
bir duruşmada ve bir günde görülmesini ilke olarak kabul etmiştir; dolayısıyla
parçalı yargı uygulaması ortadan kalkacaktır. Bununla birlikte maddenin son
fıkrası, bir duruşmada bitmeyecek davada, herhangi bir nedenle bulunamayacak
üyenin yerini almak ve oya katılmak üzere yedek üye bulundurulabilmesini
öngörmüştür. Personel sıkıntısı, bazı Batı ülkelerinde olduğu gibi bu hükmün
zorunlu hâle getirilmesini engellemiştir.
Yedek üyenin hazır
bulunduğu tutanağa geçirilecektir. Yedek üye, duruşma sırasında herhangi bir
müdahalede bulunamaz ve fakat duruşmaları dikkatle izler.
Madde 195. - Madde
duruşmaya katılacak Cumhuriyet savcısı ve avukat sayısı bakımından herhangi bir
kısıtlama getirilemeyeceğini hükme bağlamış bulunmaktadır. Bazı ülkelerde kabul
edilmiş olan bu kısıtlama olanağını Tasarı uygun görmemiştir.
Madde 196. - Maddenin
kabul ettiği ilke, duruşmaya ara verilmeksizin devam olunması ve hüküm
verilmesidir; zorunlu hâllerde en kısa süre ile ara verilebilecektir.
Sanık, avukatının
mazeretinin bulunması nedeniyle duruşmaya ara verilmesini isteyemez; ancak
avukat zorunlu vekil ise, yani Kanunun zorunlu avukatlığı kabul ettiği bir hâl
varsa, duruşmaya ara verme isteminin kabulü gerekir. Bu hâlde de en kısa
sürenin verilmesi birinci fıkranın hükmü gereğidir. Ancak bu yeni avukatın
dosyayı incelemesi ve sanık ile temasını mümkün kılmak üzere sürenin makul
olması gerekir.
Böylece madde, Kaynak
Kanunda mevcut bulunan ve 1412 sayılı Kanunun da, önceden benimsediği tehir ve
talik ayrımına yani uzun süreli ara vermelerde (talik) duruşmaya yeniden
başlanması kuralına yer vermeksizin düzenlenmiş ve 1412 sayılı Kanunun 222 nci
maddesi zorunluluk olmadıkça sekiz günden fazla ara vermeme kuralına uygulamada
esasen uyulmadığından, Tasarıya alınmamış ve bunun yerine en kısa süre formülü
benimsenmiştir.
Madde 197. - Duruşmanın
başlamasına ilişkin bu madde ile, 1412 sayılı Kanunun 236 ncı maddesine göre
yapılan değişiklikler aşağıda belirtilmiştir:
Sanığa iddianame
okunduktan sonra susma ve yüklenen suç hakkında konuşmama hakkı olduğunun
bildirilmesi yeni bir ektir. Yeni maddeye göre, sanığa haklarının gerçekten
anlayabileceği bir biçimde açıklanarak anlatılması zorunlu hâle getirilmiştir.
Getirilen yeni ve önemli
hüküm, iddianamenin kabulü kararının okunmasıdır. Bu okunma anı büyük önem
taşımaktadır. Zira bazı yetkiler bundan sonra
kullanılmaktadır ve duruşmanın başlamasına bağlıdır yani yetkiler duruşmanın
açılmasıyla kullanılabilir veya kullanılamazlar.
İddianamenin kabulü
kararının, soruşturmadan kovuşturma evresine geçişin sınır taşını oluşturduğu evvelce
açıklanmıştı. İddianame kabul edilince kovuşturma evresi başlamakta ve duruşma
hazırlığına girişilmektedir. İddianamenin kabulü ile duruşmanın başladığının salonda mahkeme başkanı veya hâkim
tarafından açıklanarak iddianamenin kabulü kararının okunması ile dar anlamda
duruşma başlar ve bunun birbirini izleyen usul işlemlerinin ara vermeksizin
aynı yerde yoğun bir biçimde yapılmasının sonunda, aynı hâkim tarafından hükmün
verilmesi, dar anlamda duruşma aşamasını oluşturacaktır.
Bundan sonra sanığın ve
avukatının hazır bulunup bulunmadığı saptanacaktır. Tasarının temel
hedeflerinden biri, savunmayı güçlendirmek olduğundan bu hüküm getirilmiştir.
Daha sonra mahkeme
başkanı veya hâkim, sanığın açık kimliğini ve kişisel durumunu saptayacak,
iddianame veya iddianame yerine geçen belge okunacak ve sanığa "susma
hakkı" ve "yüklenen suçla ilgili konuşmama hakkı" olduğu
bildirilecektir.
Madde 198. - Madde,
bütünü ile duruşmayı yönetme ve sanığı sorguya çekme görevini mahkeme başkanı
veya hâkime vermiş bulunmaktadır. Delillerin ikame edilmesini, sırasını ve
belirlenmesini, tartışılmasını da yine mahkeme başkanı sağlayacaktır. Ancak
mahkeme başkanı tarafından emrolunan bir tedbire taraflardan birisi itiraz
ederek, böyle bir tedbirin kabul edilemeyeceğini iddia edecek olursa, o zaman
mahkemenin bir karar vermesi gerekecektir. Görülüyor ki, ikinci fıkra hükmü
ancak toplu mahkemelerde söz konusu olacak, tek hâkimli mahkemede, hâkim itiraz hakkında kendisi karar
verecektir.
Madde 199. - Madde,
kovuşturma evresinin sözlülüğü ve tartışmalılığı ilkesini vurgulamaktadır.
Sanık hazır bulunmadan duruşma yapılacak olursa bu ilkeler uygulanmış olamaz.
Ancak hukuk düzeni çok ayrık hâllerde ve değişik nedenlerle sanık bulunmadan
duruşma yapılacak hâlleri göstermiş bulunuyor.
Temel esas sanığın huzuru
ile duruşma yapılması olduğundan, sanık gelmemesinin geçerli nedenlerini ispat
edemezse ihzarına karar verilebilecektir. Alman Kanunu, sanığın duruşmada
bulunmasını güvence altına almak üzere hakkında kamu davası açılan her kişinin
tutuklanacağını hüküm altına almıştır.
Üçüncü fıkra, birinci
fıkrada yer alan kanunun ayrık tuttuğu hâller bakımından belirli bir hâli
düzenlemektedir: Yargılandığı suçtan dolayı verilmiş tutuklama kararından sonra
firar eden sanık, duruşmada sorguya çekilmiş ve artık duruşmada hazır bulunması
mahkemece gerekli görülmemiş ise, dava yokluğunda görülüp bitirilebilecektir.
Ancak bunun için sanığın mutlaka bir avukatının bulunması, avukatı yoksa bir
avukat atanmasına karar verilmesi ve avukatın baro tarafından seçilmesi; adı
geçenlerin özellikle duruşmada bulunmaları şarttır.
Madde 200. - Maddenin
birinci fıkrasına göre, gelen sanığın duruşma süresince hazır bulunmasının
sağlanması için gereken tedbirlerin alınması, mahkeme başkanı veya hâkimin
görevidir. Bu amaçla, mahkeme başkanı veya hâkim sanığın bir yerde gözetim
altında tutulmasına da karar verebilecektir.
İkinci fıkrada, sanığın
savuşması veya ara vermeyi izleyen duruşmaya gelmemesi hâlinde, sorguya
çekilmiş olması ve artık huzuruna mahkemece gerek görülmemesi koşuluna ek
olarak, sanığa diğer bir güvence sağlanması amacıyla, mahkemece bir avukatın
atanması zorunluluğu kabul edilmiştir. Böylece mahkeme, savuşan sanık
hakkındaki davayı yokluğunda bitirmek istiyorsa, ona zorunlu olarak bir avukat
atayacaktır. Avukatı baro seçecektir.
Sanığın kendisini bilerek
ve isteyerek yargılanabilme ehliyetinden yoksun bir duruma soktuğu hâllerde,
duruşmaların sona erdirilmesi önemli bir problem olarak ortaya çıkmaktadır. Bu
sorunun yasa ile çözümlenmesi amacıyla, Alman Ceza Usul Kanunundaki düzenlemelerden yararlanılarak, kendisini
yargılanabilme ehliyetinden yoksun duruma sokan sanıkların bu durumu, bilirkişi
incelemesi sonucunda sabit olduğu ve sanığın durumunun duruşmanın adı geçenin
huzuru ile yürütülmesine veya devamına engel oluşturduğu hâllerde mahkemenin,
sanığın duruşmada hazır bulunmasını gerekli görmemesi koşuluyla, bir avukat
atayarak duruşmayı sürdürme ve hüküm verme yetkisi kabul edilmiştir. Ancak
savunma hakkının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uygun bir şekilde sağlanmış
olması amacıyla, sanığın iddianamede yer alan iddialar hakkında, gerekli
açıklamaları hâkim huzurunda yapmak olanağına sahip olması koşulu da hükme bir
fıkra olarak eklenmiştir. Burada önemli olan savunma hakkının sanığa Devlet
tarafından fiilen tanınmış ve bu olanağın onun yararlanmasına sunulmuş
olmasıdır. Tüm bu olanaklar sağlandığı hâlde, sanığın bunları kullanmaması,
onun tercihine bırakılmaktadır.
Maddenin son fıkrasında,
sanığın yargılanabilme ehliyetini henüz hüküm verilmeden önce elde etmesi
hâlinde duruşmaya kabul edileceği ve duruşmaya yeniden alındığında yokluğunda yapılan işlemlerin
ona açıklanacağı belirtilmektedir.
Madde 201. - Madde, sanık
bulunmadan yargılama yapılabilecek olan bir hâli göstermekte ve gıyabî
yargılamayı bu hâlde kabul etmektedir; bu hâl suçun sadece para, hafif hapis ve
müsadere cezalarını gerektirmesidir. Sanığın hazır bulunabileceği açık
olduğundan, kendisine elbette ki, tebligat yapılacak ve davetiyede gelmese de
duruşmanın yapılacağı yazılacaktır.
Madde 202. - Maddenin
birinci fıkrasında, mahkemece sorgusu yapılmış olmak koşuluyla sanığın,
kendisinin veya bu hususta sanık tarafından yetkili kılındığı hâllerde
avukatının istemi ile duruşmada hazır bulunmaktan vareste tutulabileceği kabul
edilmiştir.
Maddenin ikinci fıkrasına
göre, sanığın kendisine ifadesini esas mahkemesi huzurunda vermek isteyip
istemediği sorulduktan sonra istinabe suretiyle sorgusu yapılabilir. Ancak üst
sınırı beş yıl veya daha fazla hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren suçlarda
istinabe suretiyle sorgu yapılamaz.
Sanığın istinabe yoluyla
sorgusunun yapılabileceği hâllerde sorgu için belirlenen gün, Cumhuriyet
savcısı ile avukata bildirilir; ancak bunların sorgu sırasında hazır
bulunmaları zorunlu değildir.
186 ncı maddenin
gerekçesinde de belirtildiği gibi sorgunun istinabe yoluyla yapılmasının neden
olacağı sakıncaların giderilmesi veya en aza indirilebilmesi için, olanak
bulundukça esas hakkında hükmü verecek mahkemece görüntülü olarak izlenip
gerekli soruların da sorulabileceği video marifetiyle yayın yönteminden
yararlanılması uygun görülmüştür.
Böylece Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesinin 6 ncı maddesinde konu edilen "adil yargılanma
hakkı" ilkesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bu konudaki kararı
gözetilerek, hâkimlerin hüküm vermeden önce sanığı bizzat görmeleri sağlanmaya
çalışılmıştır.
Maddenin son fıkrasında
ise, sorgusu yapılmış olmak koşuluyla duruşmaya getirilmemesine karar
verilebilecek sanıklara ilişkin 1412 sayılı Kanunun 226 ncı maddesinin son
fıkrasındaki hükme yer verilmiştir.
Madde 203. - Uygulamada
bazı hâllerde, duruşmaya gelmeyen sanıkların, gelmeleri için zorlanmaları
düşüncesiyle, sanık yoksa avukatın duruşmaya kabul edilmediği görülmektedir.
Savunma hakkının özünün kısıtlanması anlamına gelen bu uygulamaya son verilmesi
için, daha önce l973 yılında 1412 sayılı Kanunun 227 nci maddesi
değiştirilmişse de, uygulamanın tam olarak sona ermediği görüldüğünden bu defa
daha net ve açık bir şekilde, bu madde getirilmiştir.
Madde 204. - Madde,
usulün yüzyüzeliliği, sözlülüğü, tartışılırlığı ve adil yargılama ilkelerini
birlikte olarak güvence altına alan bir hükme birinci fıkrasında yer vermiş
bulunmaktadır. Sanık, kendi istemi üzerine duruşmada hazır bulunmak zorunluğuna
tâbi tutulmamış ve avukatı ile temsil edilmek yetkisini kullanmamış olduğu takdirde, hazır
bulunmaksızın duruşma yapılmış, adlî işlemler yerine getirilmiş ise, karar ve
işlemlerin kendisine tebliği tarihinden itibaren bir hafta içinde, sürenin
geçmesinden doğan sonuçları gidermek için yasal nedenlere dayanarak karar ve
işlemler hakkında eski hâle getirme isteminde bulunabilecektir; sanığın kendi
istemi ile bulunmaması ve avukatı ile temsil olunduğu hâllerde ise bu yetkisi
söz konusu olmayacaktır.
Madde 205. - Maddeye
göre, kovuşturma evresinin yüzyüze, sözlü, tartışılmalı olması gereği hazır
bulunmamasına önceden karar verilmiş olsa da, sanığın hazır bulunmasına her
zaman karar verilebilecek ve hakkında ihzar veya yakalama müzekkeresi kesilerek
zorla getirilmesi sağlanacaktır.
Madde 206. - Duruşmanın
yüzyüze, sözlü ve tartışmalı olması ilkelerine uygun olarak sanığın huzuru
zorunludur. Ancak sanığın suç ortaklarından birisinin adı geçenin yüzüne karşı
gerçeği söylemeyeceğinden endişe edilirse, mahkeme sorgu ve dinleme sırasında
sanığın dışarı çıkarılmasına karar verebilecektir. Bu hususta karar verip
vermemek sadece mahkemenin takdiri içindedir; tabiî olarak Cumhuriyet savcısı
veya taraflar da böyle bir istemde bulunabilirler.
Dinleme sona erdikten
sonra sanık içeriye alınacak ve gıyabında sarf edilen ve yapılan işler
kendisine mahkeme başkanı veya hâkim tarafından bildirilip anlatılacaktır.
Madde 207. - Madde, Türk
hukuku bakımından çok önemli bir yenilik getirmiş bulunmaktadır. Common Law
sisteminde ve Avrupa'da İtalyan hukukunda ceza davasının taraf muhakemesi
şeklinde cereyan ettiği ve bu nedenle çapraz sorgu sisteminin uygulandığı
bilinmektedir. Mahkemenin delil araştırma yetkisine sahip bulunduğu Kontinental
sistemlerde, tam bir çapraz sorgulamanın kabulünün Tasarının bütünü ile bağdaşmayacağı
bilindiğinden, savunma hakkını sağlam tutmak amacı ile bu madde getirilmiştir.
Bu madde ile Cumhuriyet savcısı, katılan, sanık ve avukatların mahkeme başkanı
veya hâkimden söz isteyerek, tanıklara, katılana, bilirkişilere ve duruşmaya
çağrılmış diğer kişilere, doğrudan soru yöneltebilecekleri kabul edilmiştir.
Yine sanık ve katılanın da mahkeme başkanı veya hâkim aracılığı ile aynı
kişilere soru yöneltebilmeleri olanaklı kılınmıştır. Aynı kişilere sorulan
soruya karşı gelme hakkı tanınmıştır; madde de karşı gelmeye "itiraz"
denilmekte ise de, teknik anlamda kanun yolundaki itiraz olmayıp, karşı gelme,
bu konuda hâkimin karar vermesini istemek niteliğindedir. Bu hâlde sorunun
yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine, 214 üncü maddedeki usule göre mahkeme
karar verecektir. Dikkat edileceği üzere maddenin getirdiği esas,
Common Law sistemine
yakın ise de, bundan farklıdır.
Tasarının 197 nci maddesinde açıklandığı üzere, duruşma hâkimin sorgusu
ile başlamaktadır. Common Law sisteminde ise ceza davası taraf muhakemesi
şeklinde cereyan ettiğinden, hâkim tam tarafsızdır ve sorgu yapamayacağı gibi,
çok istisnaî hâllerde tanıklara soru da soramaz; sadece taraflar arasında soru
yöneltmeden kaynaklanan karşı koymaları çözüme bağlar.
Tasarının sistemi o
derecede farklıdır ki, 208 inci madde mahkeme üyelerine de soru sormak hakkını
tanımaktadır. Kaldı ki, Common Law sisteminde duruşmada sanık sorguya çekilmez;
ancak istemi olduğunda tanık gibi dinlenir ve hatta kendisine bu hâlde yemin
verilir.
Netice olarak getirilen
madde, savunma hakkını güçlendirici ve avukatın daha enerjik ve etkin olmasını
sağlayan bir hüküm niteliğindedir.
Madde 208. - Madde,
duruşmada mahkeme üyelerinin de tanıklara veya bilirkişilere soru
yöneltmelerine olanak tanınacağını yani üyelerin tanıklara veya bilirkişilere
soru sorma yetkisine sahip bulunduklarını ifade etmektedir.
Madde 209. - Madde,
Tasarının kabul etmiş bulunduğu, mağdurun korunması ilkesine de yer vermek
suretiyle savunma hakkını pekiştirmek amacını vurgulamaktadır. Böylece Türkçe
bilmeyen sanığa veya mağdura, bir eşitlik içinde dosya içeriğinin savunma için
gerekli ve yararlı olan kısımlarının, bunların dillerine bir tercüman
tarafından çevrilerek anlatılması kabul edilmiştir.
Sağır ve dilsiz olan
sanığa veya suç mağduruna yapılacak açıklamalar yazı ile bildirilecek, adı
geçenler okumayı bilmiyorlarsa 58 inci maddede yemin bakımından kullanılan usul
ve araçlara başvurulacaktır.
Madde 210. - Maddeyle
duruşmada bulunmaları uygun görülmeyen çocukların salondan uzaklaştırılmalarına
ilişkin düzenlemeye açıklık getirilmiş ve bunların onsekiz yaşını doldurmamış
olan çocuklar olduğu açıklanmıştır.
1412 sayılı Kanunun 379
uncu maddesinde yer alan disiplin cezaları değiştirilmiştir. Hâlen bir haftaya
kadar olan "disiplin hapsi" yedi günden onbeş güne kadar çıkarılmış
ve yine 1412 sayılı Kanunun 379 uncu maddesinde öngörülmüş bulunan hafif para
cezasına ilişkin hüküm Tasarının ilgili maddesine alınmamıştır.
Maddede, duruşmanın düzen
ve disiplinin sağlanması konusunda getirilen hükümlerle duruşmanın düzen ve
disiplinin bozulmasına neden olabilecek olayların önüne geçilmesi
amaçlanmıştır. Esaslar şöylece ifade olunabilir:
l. Mahkeme başkanı veya
hâkim duruşmanın düzen ve disiplini sağlayacaktır; bu amaçla, hâlin gerekli
kıldığı tedbirleri alabilecek ve uyarıları yapabilecektir.
2. Duruşma sırasında ne
suretle olursa olsun düzeni bozan dinleyici, tanık, bilirkişi, katılan, malen
sorumlu ve diğer kişilerin salondan çıkarılmasını görevlilere emredecektir.
3. Dışarı çıkarılması
sırasında direnç gösteren veya karışıklıklara neden olanların yakalanmalarını
emretmekle beraber bunların yedi günden onbeş güne kadar disiplin hapsine
konulmalarına karar verecektir.
4. Onsekiz yaşını
doldurmamış olan çocukların veya bunlardan bazılarının duruşmada
bulunmamalarına karar verebilecektir.
Madde 211. - Maddenin
birinci fıkrası duruşmada sanığın mutlaka hazır bulundurulması ilkesine önemli
bir istisna getirmektedir: Davranışları nedeniyle hazır bulunmasının duruşmanın
düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokacağı anlaşıldığı takdirde sanığın
duruşma salonundan çıkartılmasına karar verilecektir. Hâkim veya mahkeme
böylece çıkarılmış olan sanığın duruşmada hazır bulunmasını savunması
bakımından zorunlu görmezse, bir avukatı bulunmadığı takdirde, kendisine bir
avukat atanması suretiyle duruşmaya devam edip bitirecektir; dikkat edilmelidir
ki, bu hâlde avukatın huzuru temel koşuldur.
Dışarı çıkarılan sanığın
duruşmaya yeniden alınabilmesini sağlanmak üzere, bu hususta görevli olanlar
tarafından duruşmanın sonuna kadar adı geçen muhafaza altında tutulacak ve
kendisine her duruşma sonunda zabıt kâtibi tarafından bulunmadığı duruşmaya
ilişkin tutanaklar okunacaktır. Ayrıca Cumhuriyet savcısının iddiaları ile
sanığın bulunmadığı döneme ilişkin kararlar tebliğ edilecektir.
Madde 212. - Madde,
esasta Common Law hukukunda yer almış
bulunan ve bugün birkısım Avrupa hukukunca da benimsenmiş olan,
İngilizce deyimi ile "Contempt of Court" "mahkemeye
saygısızlık" suçunu hukukumuza
getirmektedir. Duruşma sırasında işlenen suçların yargılanmasında Batı
hukukunda var olan özellikler Tasarıya yansıtılmıştır.
Duruşma sırasında
işlenmiş bulunan suçların soruşturma evresine tâbi tutulmadan, bizzat mahkeme
tarafından yargılanması ve hükme bağlanması bugün Batı hukukunda kabul edilmiş
ilkelerdendir. Hüküm mercilerinin duruşma yapılırken huzurlarında işlenen
suçlara hemen elkoymak yetkisine sahip olmaları, tarafsızlık ilkesine de aykırı
sayılmamaktadır.
Madde, duruşma yapılırken
kim tarafından işlenirse işlensin bu suçların failleri hakkında mahkemenin
neler yapacağını üç ayrı olasılığı nazara alarak düzenlemektedir:
1. İşlenen suç kabahat
türünden ise mahkeme, işlenen suçu hemen bir tutanağa bağlayacak suçun failini,
gerektiğinde olaya tanık olanları, Cumhuriyet savcısını, varsa avukatı
dinleyecek ve sonra kanunun öngördüğü cezaya hükmedebilecektir. Mahkeme
belirtilen işlemleri yerine getirdikten sonra, gereği için işin evrakını sanık
ile birlikte Cumhuriyet savcısına da sevkedebilir.
2. İşlenen suç cürüm
türünden ise mahkeme, suçun failinin yakalanmasını hemen emreder, sorguyu
yapar, olayı bir tutanağa bağlar ve kişiyi, hemen soruşturma açması için evrakı
ile birlikte Cumhuriyet savcılığına sevkeder.
3. İşlenen suç mahkemeye
veya üyelerden birisine karşı işlenmiş veya Cumhuriyet savcısına saldırı
niteliğinde ise mahkemece olay bir tutanağa bağlanır ve fail ve evrak hemen
Cumhuriyet savcısına gönderilir. Ancak bu suçların yargılanmasında saldırıya
uğramış hâkim ve Cumhuriyet savcıları görev alamazlar.
4. Yukarıda arzolunan
suçları işleyenler hakkında hâkim veya mahkeme, elbette ki, 210 uncu maddede
yer alan tedbir ve yaptırımları kendisi ayrıca uygulayabilecektir.
Avukatlar hakkında
Avukatlık Kanununa göre işlem yapılacağı, 210 uncu maddedeki istisnanın geçerli
olduğu son fıkrada açıklanmıştır.
Madde 213. - Delil, ceza
yargılama usulünün bütün dallarının en çok ve en karmaşık kısmıdır. Bir yazarın
doğru olarak açıkladığı gibi delil iki karşılıklı, belki de birbirine zıt
mantığın kesişme noktasında bulunmaktadır. Bir tarafta bireyin hakları diğer
yanda ise toplumun hakları söz konusudur.
Delillerin türleri,
koşulları, elde edilme usulleri Tasarının geçen kısımlarında ve özellikle
Birinci Kitapta, Üçüncü Kitabın Dördüncü Bölümünde ise delillerin ikamesi
hususundaki kurallar 213 ilâ 227 nci maddelerde yer almış bulunmaktadır.
Madde, birinci fıkrasında
delillerin ikamesi kavramını tanımlamaktadır: İkame, tanıkların ve bilirkişinin
dinlenmesi ve diğer ispat araçlarının ortaya konulmasıdır; yani delillerin
açıklanması, ortaya konulması ve tartışılırlığının sağlanması, delilin ikamesi
kapsamındadır.
Asıl olan bütün
delillerin, ispat araçlarının soruşturma ve duruşma hazırlığı evre ve
aşamalarında bir araya getirilmesi ve böylece davanın bir duruşmada
bitirilmesidir.
Maddenin ikinci
fıkrasında sanığın sorgusunun bitirilmesinden sonra delillerin ikamesine yani
incelemesine ve irdelenmesine geçileceği belirtiliyor. Delillerin ikamesine
sanığın sorgusundan sonra geçilmesi kural olmakla birlikte, çeşitli nedenlerle
sanığın sorgusu yapılamamış ise bu keyfiyet delillerin ikamesine engel
olmayacaktır.
Üçüncü fıkranın (a) ilâ
(g) bentlerinde, ret olunacak deliller teker teker gösterilmiştir. İstemde
bulunan iyi niyetle hareket etmiş olsa da, mahkemenin takdirine göre gerçeğin
ortaya çıkmasına yardımı olmaksızın yargılamanın ertelenmesini gerektirecek
nitelikte ise, istem ret olunabilecektir.
Maddenin dördüncü
fıkrasına göre, üçüncü fıkranın (a) ilâ (g) bentlerinde belirtilen hâller, esas
olarak duruşma hazırlığında, böyle olmazsa ilk duruşmada hükme bağlanmalıdır.
Beşinci fıkra, bir
tanığın, bilirkişinin veya başka herhangi bir delilin ikamesinden
vazgeçilebilmesini Cumhuriyet savcısı, katılan, sanık veya avukatının birlikte
açıklayacakları rızalarına bağlamış bulunmaktadır. Son fıkraya göre katılan,
yalnız kişisel haklarını ispat için gösterdiği delilden her zaman
vazgeçebilecektir.
Kabahat derecesindeki
suçlarda ise mahkeme delillerin hangi sınırlar içinde ikame edileceğini
belirlemek hususunda mutlak yetkiye sahip bulunmaktadır.
Madde 214. - Maddenin
birinci fıkrasına göre, bir delilin ikamesi hususundaki istemin Cumhuriyet
savcısı veya taraflardan birisi tarafından reddi hâlinde veya bazı delillerin
ikamesinin yargılamanın ertelenmesini gerektireceğinin anlaşılması durumunda,
gerekli kararlar mahkemece verilecektir.
Maddenin ikinci
fıkrasında ifade edildiği üzere ceza davasında ilk ve aslî hedef gerçeğin
ortaya çıkarılmasıdır. Bu nedenle Tasarı delil serbestliği ilkesini kabul
etmiştir. İlke delil serbestliği olunca mahkeme, re'sen veya istem üzerine
bütün ispat araçlarının hazırlanmasına ve ortaya konulmasına karar
verebilecektir.
Madde 215. - Madde,
birinci fıkrasında bir delilin toplanması isteminin, delil veya olayın geç
bildirilmiş olması nedenine dayalı olarak ret edilemeyeceğini belirtmektedir;
ancak, Tasarının davanın bir duruşmada bitirilip hükme bağlanması ilkesine zıt olan bu hüküm çok
dikkatle ve 213 ve 214 üncü maddelerdeki hükümler göz önünde bulundurularak
uygulanmalıdır.
İkinci fıkra ise, tanık
veya bilirkişinin adının veya ispatı gerekli olayın Cumhuriyet savcısına,
sanığa ve katılana geç bildirilmesi hâlinde duruşmanın ertelenebileceğini beyan
etmektedir. Ancak, bu erteleme delillerin ikamesi sona erinceye kadar
yapılabilecektir. Aynı hak üçüncü fıkraya göre mahkeme başkanı veya hâkimin
emri ile davet olunacak tanık ve bilirkişiler hakkında da geçerli olacaktır.
Maddenin içerdiği bütün
istemler hakkında mahkemece karar verilmesi zorunludur.
Madde 216. - Madde,
dinlenmiş bulunan tanıkların ilke olarak, duruşma sona erinceye kadar mahkeme
salonunda kalacakları ve ancak mahkeme başkanı veya hâkimin, önce Cumhuriyet
savcısına, sonra taraflara ve avukatlarına sorduktan sonra, vereceği izin ile
duruşma salonundan çıkabileceklerini kabul etmiş bulunmaktadır.
Mahkemece, dinlenmesine
karar verilmiş bilirkişiler hakkında 69 uncu madde hükümlerinin uygulanacağı
ikinci fıkrada belirtilmektedir.
Madde 217. - Madde,
duruşmada okunması zorunlu belge ve tutanakları düzenlemektedir. Maddeye göre:
1. Bir belge veya yazının
delil olarak kullanılabilmesi duruşmada okunmasına bağlıdır.
2. Önceden verilmiş
mahkûmiyet ilâmları ile adlî sicil özetleri ve kişisel hâl sicilleri duruşmada
okunacaktır.
3. Keşif, muayene ve naip
veya istinabe yoluyla dinlenen tanığın ifadesine ilişkin tutanaklar
okunacaktır.
4. Sanığın sorgusunun
naip veya istinabe yoluyla yapıldığı hâllerde sorgu tutanağı duruşmada
okunacaktır.
Yukarıda (3) ve (4)
numaralarda belirtilen hâllerde bu tutanakların okunması ancak kanunun naip
veya istinabe yoluyla ifade alınmasına veya sorgu yapılmasına cevaz verdiği
hâllerde söz konusu olabilir. Aksi hâlde duruşma aşamasının yüzyüzelik
(vicahî); sözlülük (şifahî) ve tartışılabilir olması ilkeleri yok edilmiş olur.
Madde 218. - 217 nci
maddenin gerekçesinde de açıklandığı üzere, delillerin hükmü verecek mahkeme
huzurunda ortaya konulması, tartışılması ve irdelenmesi adil yargılama
ilkesinin temel gereklerindendir. Bu itibarla, duruşmada sanık ve tanığın
ifadesine ait tutanakların okunması ile yetinilmesi, ancak zorunlu hâllerde
kabul olunabilir, 219 uncu maddede söz konusu hâllerde olduğu gibi. Madde, üç
fıkra hâlinde tutanakların okunamayacağı hâlleri göstermektedir:
1. Olayın delili bir
tanığın bilgi veya görgüsünden ibaret ise bu tanığın duruşmada dinlenmesi
zorunludur.
2. Tanıklıktan
çekinebilecek olan kişi duruşmada çekinecek olursa, önceki ifadesini içeren
tutanak okunamaz.
3. Sanığın tavır ve
hareketine ilişkin açıklamaları içeren belgeler duruşmada dosyada yer alsa da,
okunamaz.
Madde 219. - Bu maddede,
218 inci maddeden farklı olarak tanık, bilirkişi ve sanığın suç ortağının
dinlenmesi yerine tutanağın okunabileceği hâller gösterilmiştir. Sanığın suç
ortağı hakkında başka bir mahkemede dava açılmamış bulunması söz konusudur;
sanığın suç ortağı hakkındaki dava, elbette ki, birleştirilerek görülecektir.
Tanık veya sanığın suç
ortağının dinlenmesi yerine daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiş
tutanağın okunmasına bu hâllerde olanak vardır; bu hâllerde okuma mahkemenin
takdirine bağlıdır:
1. Tanık veya sanığın suç
ortağı ölmüş veya akıl hastalığına tutulmuş veya hâlen bulunduğu yer
öğrenilememiş ise,
2. Hastalık, sakatlık
veya ortadan kaldırılamayan başka bir engel nedeniyle tanık veya sanığın suç
ortağının belli olmayan bir süre içinde duruşmada bulunması olanağı yoksa,
3. Tanığın duruşmada
hazır bulunması ifadesinin önem derecesi yönünden gerekli sayılmıyorsa, örneğin
tanık diğer tanıkların beyanını tekrarlamaktan başka bir şey yapmamış veya
teferruata ilişkin, esası ilgilendirmeyen bir hususta beyanda bulunmuş ise,
4. Cumhuriyet savcısı,
katılan, sanık veya avukat, tutanakların okunmasına rıza göstermişlerse. Bu
hâlde mahkeme, gerekli görürse tanığın veya sanığın suç ortağının dinlenmesine
yine karar verebilecektir.
Bütün bu hâllerde, son
fıkraya göre mahkemece açıklanmış biçimde gerekçeli bir karar verilecektir.
Madde 220. - Bilindiği
gibi, suç olarak nitelenen olay hakkında beş duyuları marifetiyle
öğrendiklerini, kovuşturma makamlarına anlatan üçüncü kişilere tanık, bunların
yaptıkları açıklamalara da tanık açıklamaları denilmektedir. Bu açıklamalar
yapılırken, kural olarak, tanıkların notlarına bakmasına izin verilmeyeceği
gibi, daha önce alınan ifadelerine ilişkin tutanaklar da okunamaz. Bu husus
tanık kavramından, vasıtasızlık ve sözlülük ilkelerinden kaynaklanan bir kuraldır.
Ancak bu kuralın Kıt'a Avrupası Hukukunda iki istisnası bulunmaktadır.
Bunlardan birincisi, tanığın bir hususu hatırlayamadığını beyan etmesi,
ikincisi de önceki ve duruşmadaki açıklamalar arasında çelişkinin ortaya
çıkmasıdır. Bu istisnaların temel nedeni ceza muhakemesinde maddî gerçeğin
araştırılması, şeklî gerçekle yetinilmemesidir.
Maddeye göre, açıklanan
esaslardan hareketle, tanık bir hususu hatırlamadığını söylediğinde, hafızasını
harekete geçirmek üzere mahkeme başkanı veya hâkim, önceki, örneğin kollukta
veya Cumhuriyet savcılığında alınmış ifadesine ilişkin tutanağın bütününü değil
ve fakat ilgili kısmını okuyarak tanığın hatırlamasına yardım edecektir. İki
ifade arasında çelişki saptandığında ise evvelce alınan ifade bütünüyle
okunarak çelişkinin giderilmesi için çaba gösterilecektir. Ancak, bu çabanın
tanığın serbest iradesini zedeleyecek telkin niteliğinde olmaması gerekir.
Madde 221. - Sanığın,
yüklenen suçu işlediğini hâkim huzurunda kabul etmesine ikrar denilmektedir.
Böyle bir kabul hâkim huzurunda olmamışsa ikrardan bahsedilemez. Ancak, bunlar
ikrar sayılmasalar da "sanık açıklamaları" delili olarak ceza
yargılamasında değer taşırlar. Hâkim, tutanakları aynı davanın duruşmasında
sanığın ikrarına delil olmak üzere okuyabilir. Buna karşılık, Cumhuriyet
savcılığında, kollukta ve diğer soruşturma organlarında yapılan bu tür açıklamalar
ikrar sayılamayacağından, bu açıklamalara ilişkin tutanaklar da ikrara delil
olmak üzere duruşmada okunamaz. Böyle bir hükmün konulmasının temel nedeni,
insan haklarına gösterilen saygıdır; zira ancak hâkim tarafından düzenlenen tutanak
tam olarak güvenilir olabilir.
Sanık açıklamaları sadece
ikrardan ibaret değildir. İkrar dışında sanık tarafından yapılan diğer
açıklamalar arasında bir çelişkinin bulunması hâlinde, bu açıklamalara ait
tutanaklar duruşmada okunabilir.
Madde 222. - Ceza
muhakemesinde esas olan vasıtasızlık ilkesidir. Duruşmada sanıklar ve tanıklar
dinlenecek, tutanak gibi dolaylı araçlara başvurulmayacaktır. Ancak 220 ve 221
inci maddelerde öngörülen hâllerde sanık ve tanıkların önceki ifadelerine ait
tutanakların okunması gerekebilir. Bu gibi durumlarda okuma ve nedenleri
tutanağa yazılacaktır. Bu suretle, ilgili işlemlerin denetimine olanak
bulunacaktır.
Madde 223. - Maddeye
göre, açıklama veya görüşü içeren resmî belge ve diğer yazılar, örneğin açılan
bir davada Emniyet Genel Müdürlüğünün açıklama niteliğindeki resmî yazısı veya
fennî muayene ve doktor raporlarının okunmasından sonra bunlarda imzası
bulunanlar açıklamada bulunmak üzere duruşmaya çağırılabileceklerdir. Esasen 69
uncu madde, bilirkişi olduklarında, muayene yapan ve rapor yazan doktorların
davet edilerek dinlenmelerine olanak tanımış bulunmaktadır.
Bir kurul tarafından söz
konusu yazıların kaleme alınması hâlinde, kurulun görüşünü açıklama görevini
üyelerden birisine vermesi kurula önerilebilecektir. Bu hususta 66 ncı maddenin
dördüncü fıkrasına ve 214 üncü madde gerekçelerine bakılmalıdır.
Madde 224. - Maddeye
göre, tanığın, bilirkişinin veya sanığın suç ortağının dinlenmesinden veya
herhangi bir belgenin okunmasından sonra Cumhuriyet savcısına, hazır
bulunuyorsa katılana, sanığa ve avukatına, söylenenlere karşı diyecekleri sorulacaktır.
Madde, ceza davasının
adil yargılama ilkesini güçlendiren yeni bir katkı olarak kabul edilmelidir.
Madde 225. - Delillerin
ikamesi ve tartışılması bitince, maddî olayın ispatına ve niteliğine ilişkin
iddia ve savunmaların bildirilmesi aşamasına ulaşılır.
Bu konuda önce davaya
katılana iddia ve isteklerini bildirmesi için olanak tanınır. Sonra Cumhuriyet
savcısı esas hakkındaki görüşünü bildirir. Bundan hemen sonra sanığa söz
verilir. Varsa sanığın savunmasını avukatı da yapabilecektir.
Katılan terimine, suçtan
zarar görenler ile malen sorumlu dahil olup, 249 uncu madde uyarınca katılan
sıfatını kazananların tümü girmektedir.
İddialar ve savunma
nedeniyle Cumhuriyet savcısı sanığa, sanık ve avukatı Cumhuriyet savcısına
cevap verebilirler; başkanın izniyle katılan da her ikisine cevap verebilir.
Ancak son söz mutlaka sanığa aittir. Savunma sanık adına avukatınca yapılmış
olsa da buna ekleyecek bir şey olup
olmadığı sanığa sorulacaktır.
Katılan veya sanık sayısı
birden fazla ise bunların iddialarını veya savunmalarını bildirme sıralarını
başkan düzenleyecektir.
Tasarının davanın bir
veya birbirini izleyen duruşmalarda sonuçlandırılması amacına uygun olarak
katılan, Cumhuriyet savcısı, sanık ve varsa avukatının duruşmaya hazırlıklı
gelmeleri; duruşmanın ertelenmesi sonucunu doğuracak söz ve davranışlardan
kaçınmaları gerekir. Duruşma gününün belirlenmesinde, başkanın, Cumhuriyet
savcısı ve sanık avukatının görüşünü almasının nedeni, adı geçenlerin duruşmaya
hazırlıklı gelmelerini sağlamaktır. Durumun gerektirdiği ve haklı istemlerin
kabulü esas olmakla beraber, mahkeme başkanı veya hâkim davanın bir duruşmada
bitirilmesini sağlayacak önlemleri elbette ki alacaktır.
Madde 226. - Ceza
davasında ulaşılması amaçlanan temel hedef, gerçeğin meydana çıkarılmasıdır.
Madde, gerçeğe ulaşmak bakımından delillerin serbestliği ilkesini kabul etmiş
bulunmaktadır. Türk sistemi, maddenin birinci fıkrasında ifade edildiği üzere,
suçun varlığının ve sanığın sorumluluğunun, kanunun ayrıca hüküm koyduğu hâller
dışında, her türlü delille saptanabileceğini kabul etmiş bulunmaktadır. Aynı
hüküm Fransız Kanununun 427 nci ve Portekiz Kanununun 125 inci maddelerinde de,
değişik kelimelerle ifade edilmektedir. İtalyan Kanunu l89 uncu maddesinde,
hâkimin olayların, eylemlerin gerçeğini ortaya koyabilecek nitelikte olduğunu
düşündüğünde, kanunun öngörmediği bir delili de kabul edebileceğini beyan
etmektedir. Tasarı, delil, iz, eser ve emareleri de ayrıca zikretmek suretiyle
Alman usulünden ayrılmış bulunmaktadır.
Maddenin birinci
fıkrasında yer almış ikinci temel ilke, hâkimin kararını, ancak duruşmaya getirilmiş
ve huzurunda tartışılmış delillere dayalı vicdanî kanaatine
dayandırabileceğidir. Fransız Kanununun 353 üncü maddesi vicdanî kanaati
"akla dayalı izlenim" olarak tanımlamaktadır. Portekiz Kanunu vicdanî
kanaati "tecrübe kurallarına göre bir takdir" deyimi ile ifade
etmektedir.
Maddenin ikinci fıkrası,
hâkimin, ceza davasının hükme bağlanması, idarî düzenleyici işlemlerin veya
emirlerin uygulanmasına bağlı olduğu hâllerde, bunların yasallığını takdir
ederek ve yasallıkları yönünden değerlendirerek sonucuna göre hüküm vermek
yetkisine sahip bulunduğunu açıklamaktadır. Hâkimin takdir hakkına aidiyeti
itibarıyla, hükme bu maddede yer verilmesi uygun görülmüştür.
Maddenin son fıkrası,
usul hukuku yönünden olağanüstü önem taşıyan ve adil yargılama ile bağlantılı
bir ilkeyi belirtmektedir. İlke, delilin doğruluğunu, haklılığını hakkaniyete
uygunluğunu sağlamak amacını gütmektedir. Böylece ister soruşturma ister
kovuşturma evrelerinde olsun, hukuka aykırı olarak, örneğin, işkence, narko
analiz, hataya sürükleyici eylemler, sorgulamalar, baskılar, kişinin fizik ve
moral bütünlüğüne saldırılar yolu ile elde edilmiş deliller hükme esas
alınamayacaktır.
Böylece son fıkra
soruşturma ve kovuşturma ile görevli olanların hukuka aykırı şekilde elde
ettikleri delillerin hükme esas alınamayacağını belirterek bunlara ilişkin usul
yaptırımını düzenlemiş olmaktadır. Son fıkra ayrıca, 3/10/2001 tarihli ve 4709
sayılı Kanunla Anayasanın 38 inci maddesinde yapılan değişikliğin Tasarıya
yansıtılması niteliğindedir. Delili böylece elde etmiş olanlar hakkında ceza ve
disiplin soruşturması da yapılması gerekeceği ise açıktır.
Ayrıca şu hususa işaret
edilmelidir ki, hukuka aykırı olarak elde edilen delilin geçersiz sayılacağı
hâlleri sınırlandırmak amacı ile de, bazı hukuk sistemlerinde çaba gösterilmektedir: Söz gelimi İngiltere'de delilin
geçersiz sayılması, ağır kusur, kabulünün davanın adilliğine, hakkaniyete zarar
vereceği anlaşıldığı hâllerde söz konusu olmakta, yani mahkemeye bir takdir
yetkisi tanınmaktadır.
Anayasal hakları ihlâl
suretiyle yapılmış soruşturma işlemlerinin geçersiz olduğunu kabul eden Amerika
Birleşik Devletleri hukuku bu hususta iki sınırlama getiriyor: Kanuna aykırı
eylemlere hedef kılınan kişi sanık değilse, kanuna aykırı olarak elde edilen
delil geçersiz sayılmamaktadır. Delil, her ne suretle olursa olsun keşif
olunacak idi ise geçerli sayılmaktadır.
Madde 227. - Dava konusu
uyuşmazlığın çözülmesi, diğer bir deyişle bir eylemin suç olup olmadığının veya
niteliğinin saptanması, ceza hukukunun kapsamına girmeyen bir meselenin
çözümüne bağlı ise ceza mahkemesinin önünde üç seçenek bulunmaktadır:
1. Ceza davasının bir an
önce sonuca ulaşmasını sağlamak için bu sorun hakkında da ceza hukukundaki usul
ve deliller için geçerli kurallara göre karar vermek.
Kuşkusuz ceza
mahkemesinin bu sorun hakkında verdiği karar, sadece dava konusu uyuşmazlık
yönünden geçerli olmak üzere ve esas dava bakımından gerekli olduğu ölçüde
verilmiş bir karar sayılacaktır.
2. Çözülmesi uzmanlığı
gerektiren bir sorunun söz konusu olduğunu saptadığında, mahkeme yargılamaya
ara vererek sorunun konusuna göre hukuk davası veya idarî dava açılması için
ilgililere süre verebilecektir.
3. Yetkili mahkemede bu
hususta bir dava açılmışsa bu mahkemenin kararını da bekleyebilecektir.
Özetlemek gerekirse, ceza
mahkemesi dava konusu uyuşmazlığın
çözümünde etkili bulunan ve ceza hukuku dışında kalan bir sorun hakkında
gerekli hâllerde kendisi karar verecek, sorunun nitelik ve kapsamına göre bu
sorunun çözümünü bekletici sorun kabul ederek ilgililere süre de verecektir.
Duruşma sırasında, suçtan
zarar görenlerle sanıkların yaşları bakımından gerekli görülecek düzeltmelerin
yerine getirilmesi 5/5/1972 tarihli ve 1587 sayılı Nüfus Kanunundaki usullere
göre ceza mahkemesince yapılacaktır. Bu hususta verilecek karara karşı maddede
yazılı kanun yollarına başvuru hakkı tanınmıştır.
Ancak yukarıda (2)
numaralı paragrafta da açıklandığı üzere, mahkemenin ceza davasını beklemeye
alması, ancak çok zorunlu ve uzmanlığa ilişkin bir husus söz konusu olduğunda
karar verilebilecek bir hâl sayılmalıdır. Aksi takdirde davanın makul sürede
bitirilmesi ilkesi ihlâl edilmiş olur.
Madde 228. - Duruşmada
yapılan işlemleri belgelemek üzere bir tutanak tutulması gereklidir. 228 ilâ
231 inci maddeler sırasıyla duruşma tutanağını, içereceği hususları ve duruşma
tutanağının ispat gücünü düzenlemektedir.
Teknolojideki
gelişmelerden duruşmalarda da yararlanılmasını sağlamak için, mahkemece gerekli
görüldüğünde bu hususta teknik araçlardan yararlanılabileceği hükmü getirilmiştir.
Tutanak mahkeme başkanı
veya hâkim ile zabıt kâtibi tarafından imzalanacaktır. Toplu mahkemelerde
mahkeme başkanının mazeretinin bulunması hâlinde tutanak en kıdemli üye ile
zabıt kâtibi tarafından imzalanacaktır.
Teknik araçlardan
yararlanılması hâlinde bunlarla yapılan saptamalara göre sonradan düzenlenecek
duruşma tutanaklarının, duruşma aşamalarına uygun olduğu mahkeme başkanı veya
hâkim ile bu tutanağı düzenleyen zabıt kâtibi tarafından açıkça tutanağa
kaydedilerek imzalanacaktır.
Madde 229. - Maddede
gösterilen sırayla yapılan işlemleri içeren duruşma tutanağı düzenlenecektir.
Duruşma genel olarak mahkeme başkanının veya hâkimin söylemesi ve zabıt
kâtibinin yazmasıyla tutanağa bağlanır. 228 inci maddenin belirttiği olanağın
kullanılması hâlinde de bu maddenin belirttiği hususlara mutlaka yer
verilecektir.
Madde duruşma tutanağının
içereceği şekle ilişkin hususları ayrıntılı biçimde göstermiştir.
Buna göre tutanakta,
duruşmanın yapıldığı yerin ve tarihin, hâkimlerin, Cumhuriyet savcısının, zabıt
kâtibinin ve varsa tercümanın adlarının, iddianamede nitelendirildiği şekliyle
suçun ne olduğunun, sanıkların, avukatların, davaya katılanların adlarının,
yargılamanın açık mı yoksa kapalı mı yapıldığının belirtilmesi zorunludur.
Madde 230. - 229 uncu
madde özellikle duruşmaya başlarken yapılması gerekli saptamaları ve durumları
içermektedir. Bu madde ise duruşmanın seyri ve sonuçlarının dayandırılacağı
duruşmaya ilişkin ana hatları düzenlemektedir. Kanunun öngördüğü yasal
şekillere uyulup uyulmadığı tutanağın gözlenmesi ile anlaşılacağından,
tutanakta bu hususlara açık bir biçimde yer verilmelidir.
Ayrıca tutanakta, okunan
yazılar ile okunmasından vazgeçilen yazılar da belirtilir. Duruşmada alınan
ifadelerin ana hatları da tutanağa geçirilir.
Duruşma tutanağında,
duruşma sırasında öne sürülen istemler, verilen kararlar ve hüküm fıkrası yer
alır.
Maddede ayrıca bir olayın
saptanması veya bir ifadenin ve açıklamanın kelime kelime saptanmasının önem
kazanması durumunda, yapılan duruşmanın tam olarak tutanağa geçirilmesine
ilişkin esaslar da belirtilmektedir.
Maddenin son fıkrası,
hüküm fıkrasının tutanağa yazılmadan tebliğ edilmeyeceğini belirtmektedir.
Madde 231. - Madde ile,
duruşmada yasal şekil ve usullere uyulup uyulmadığının tutanakla ispat
edileceği, tutulan bu tutanağa karşı sadece "sahtecilik" iddiasında
bulunulabileceği hüküm altına alınmıştır.
Tasarının bu düzenlemesi
olumlu ve olumsuz iki karine getirmektedir: Tutanağa yazılmış olan her şeklî
kuralın uygulanmış ve buna karşılık tutanakta yer almayan noktaların
gerçekleşmemiş olduğu kabul edilmiştir.
Maddeden açıkça
anlaşılacağı gibi, tutanağın bu ispat gücü sadece Tasarının 229 uncu maddesi
ile 230 uncu maddenin birinci fıkrasındaki, "duruşmanın seyrini ve
sonuçlarını ana çizgileriyle yansıtan ve yargılama usulünün bütün temel kurallarına
uyulduğunu" göstermesi bakımından geçerlidir. Buna karşılık, tutanakta
yazılan diğer hususlar bakımından geçerli değildir. İspat gücü sadece
"duruşma tutanağı" için kabul edilmiştir. Sulh ceza hâkimi veya Cumhuriyet
savcısı tarafından soruşturma evresinde hazırlanan tutanakların böyle bir ispat
gücü yoktur. Bu nedenle, "yasal şekil ve usuller" dışında kalan ve
tutanakta yer alan açıklamalar bakımından genel kurallar uygulanır ve vicdanî
delil sistemine göre, sahtelik iddiasına gerek olmadan o husus ispat
edilebilir. Tasarı ile duruşma tutanakları, yukarıda açıklanan gerekçelerle,
sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli bir yazılı belge olarak kabul
edilmiştir. Kabul edilen bu yasal karinenin çürütülmesi için, duruşma
tutanağının sahte olduğunun ispat edilmesi şart koşulmuştur. Ancak şunu da
hatırlatmak gerekir ki, karinenin sağlam sayılması, onu yasal delil hâline
getirmeyecektir. Hâkimler, makul sınırlar içinde kalmak koşulu ile delillerle
bağlı tutulamazlar.
Alman hukukunda hâkim
veya zabıt kâtibi tarafından "tutanağın hatalı olduğu açıklanırsa"
yasal merasim bakımından da sahtelik iddiasına gerek olmadığı kabul
edilmektedir.
Madde 232. - Maddede
duruşmaya son veren, mahkemenin işten
el çektiği kararların; beraat, mahkûmiyet, davanın reddi, davanın ortadan
kaldırılması veya düşmesi, yargılamanın durması, görevsizlik, yetkisizlik,
hükmün geri bırakılması, ceza ehliyetsizliği nedeniyle ceza verilmesine yer
olmadığı, tedbir, evlenme nedeniyle davanın veya cezanın ertelenmesi olduğu
belirtilmiştir. Bunlardan uyuşmazlığın
esasını çözen; beraat, mahkûmiyet, davanın reddi, davanın ortadan kaldırılması
veya düşmesi, adlî yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik, ceza
ehliyetsizliği nedeniyle ceza verilmesine yer olmadığı, tedbir, evlenme
nedeniyle dava ve cezanın ertelenmesi kararlarının hüküm niteliğinde
bulundukları açıklanmıştır.
Bu ayırım aynı zamanda
hüküm ve kararların tâbi oldukları kanun yolunun belirlenmesinde de kolaylık
sağlamaktadır. Hükümlere karşı istinaf yolu ve bunların dışında kalan
yargılamanın durması, adlî yargı içerisinde kalan görevsizlik, yetkisizlik ve
hükmün geri bırakılması kararlarına karşı da itiraz yolu açıktır.
Böylece yargılamanın
durması kararının tâbi olacağı kanun yolu konusunda uygulamada zaman zaman
çıkan tereddütler ortadan kaldırılmış, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel
Kurulunun 17/12/1930 gün ve 23/3l sayılı kararı doğrultusunda bu konunun
itirazı kabil kararlardan olması benimsenmiştir.
Davayı sona erdiren
kararlar kural olarak duruşma sonunda verilir. Ancak davanın reddi, ortadan
kaldırılması veya düşürülmesi, yargılamanın durması, görevsizlik, yetkisizlik
ve maddenin yedinci fıkrasında tanımlanan derhâl beraat kararlarının, duruşma
açılmadan, duruşma hazırlığı aşamasında verilmesi olanağı vardır.
Maddenin dördüncü
fıkrasında, davanın reddine karar verilebilecek hâller, beşinci fıkrasında yargılamanın durması koşulları
gösterilmiştir.
Madde, ayrıca davanın
ortadan kaldırılması veya düşmesi hâllerinin varlığı veya yargılama koşulunun
gerçekleşmeyeceğinin anlaşılması hâlinde doğrudan ortadan kaldırma veya düşme
kararı verilmesi gerektiğini de hükme bağlamıştır.
Fiilin suç oluşturmaması
veya yeni bir yasal düzenleme ile suç olmaktan çıkarılması gibi herhangi bir
araştırmayı gerektirmeyen hâllerde derhâl beraat kararı verilmesi gerekir.
Madde 233. - Maddede yer
alan "hükmün geri bırakılması" bugün hemen bütün Batı ülkelerinin
ceza mevzuatında yer alan bir kurumdur. Özellikle 1950'li yıllardan sonra Kara
Avrupası ceza hukukuna girmiş ve bugün gerek Batı ve gerek Doğu Avrupa ülkeleri
ceza sistemlerindeki yerini almıştır. "Hükmün geri bırakılması"
kurumu önce Anglo-Sakson hukukunda
ortaya çıkmış ve daha sonra Kara Avrupası hukukunu etkileyerek ceza
kanunlarına girmiştir. Nitekim Fransız hukukunda bu kurum, ilk önce 2/2/1945
tarihli Kanunla çocuk suçlular hakkında uygulanmaya başlanmış, daha sonra 1975
yılında yapılan değişiklikle yetişkinleri de kapsamına almıştır. Belçika'da
aynı kurum 29/6/1964 tarihli bir Kanunla hukuk sistemine getirilmiştir. Bu
örneği, Hollanda, Japonya, Polonya, İsviçre gibi ülkelerde de görmek
olanaklıdır.
Hükmün geri bırakılması
kurumu Anglo-Sakson hukuk sisteminde yargılanması tamamlanmış olan sanığın
belli bir süre denetim altında tutulması "probation" esasına dayanır.
Hâkim, sanığın suçluluk ve kusurluluğunu saptamakla beraber cezaya hükmetmeyi
geri bırakmakta ve onu belirli bir süre içinde denetim altında tutmaktadır.
Davranışları, tâbi tutulduğu denetim süresi içinde olumlu bulunduğu takdirde
suçlu için bir mahkûmiyet kararı verilmemektedir. Böylece deneme süresini
başarıyla geçirmiş olan suçlu, damgalama süreci dışına çıkarılmakta, bir yargı
kararına muhatap olmamaktadır. Bu kurum, çağdaş ceza hukukunun amaçlarından
biri olan kişiyi mümkün olduğu kadar damgalamamayı ve toplum ile uyum sağlanmasını
gerçekleştirici bir uygulama niteliğindedir.
İşte çağdaş ceza
hukukunda vatandaşlık hakkını kazanmış olan bu kurum, bu Tasarıyla Türk
hukukuna getirilmektedir. Böylece Türk ceza uygulamasında yeni bir döneme
girildiğini söylemek olanağı vardır.
Tasarının bu maddesinde
yer aldığı şekliyle hükmün geri bırakılması konusunda hâkime tam bir takdir
hakkı verilmiştir. Maddede, hükmün geri bırakılması ile ilgili koşulların somut
olayda gerçekleşmiş olması sanık hakkında hükmün geri bırakılması için bir hak
oluşturmamaktadır.
Hükmün geri bırakılması
kurumunun uygulanması için suçlunun yargılanması ve işlediği fiil karşılığında
kanunda para cezası, hafif hapis veya en çok üç yıla kadar (üç yıl dahil) hapis
cezasının öngörülmüş bulunması gereklidir; dikkate alınacak ceza, kanunda fiil
karşılığında öngörülmüş bulunan soyut cezadır.
Hâkim yargılamakta olduğu
suçla ilgili olarak sanığın kişisel durumunu, işlediği fiili bütün yönleriyle
inceleyerek, delilleri toplayacak ve yargılamayı bitirecektir. Ancak son hükmü
açıklamayacaktır. Bunun yanı sıra hâkim sanığa bir ilâ iki yıllık bir denetim
süresi içinde, denetimli serbestliğe tâbi tutulacağını ve hükmün geri
bırakıldığını bildirecektir. Ancak bu süre içinde dava zamanaşımı duracaktır.
Hâkimin tamamen takdir
yetkisi içinde kalan bu kurumun uygulanabilmesi için beş koşulun var olması
gerekmektedir:
1. Sanık aleyhine bir suç
nedeniyle ilk defa kamu davası açılmış olması,
2. Sanığın yeniden suç
işlemeyeceği hususunda kanaat oluşması,
3. Sanık hakkında kişilik
özellikleri itibarıyla cezaya hükmedilmesine gerek görülmemesi; daha açık
ifadeyle gerekli ise, ceza ile amaçlanan sonucun esasen var olmaması,
4. Suçun neden olduğu
zararın giderilmiş olması,
5. Suçla bozulan huzur ve
sükûnun yeniden sağlanmış bulunması.
Maddede yer alan diğer
koşullar ise cezanın ertelenmesine ait koşullarla benzerlik göstermektedir.
Hakkında verilecek hüküm
geri bırakılmış olan sanık, tâbi tutulduğu denetim süresi içinde bir cürüm işlediği
veya denetimli serbestlik tedbirinin gerektirdiği davranış kurallarını ısrarla
ihlâl ettiği takdirde hâkim, yargılama sonunda ulaştığı hükmü açıklayacaktır.
Buna karşılık sanık,
denetim süresi içinde denetim koşullarına uygun olarak hareket ettiğinde hâkim,
adı geçen hakkında açılmış bulunan kamu davasının düşmesine karar verecektir.
Böylece hükmün geri bırakılmasına tâbi tutulan kişiye suçlu damgası vurulmamış
olacaktır. Ancak yargılama sonunda bazı şeylerin müsaderesine karar verilmiş
veya bir kısım eşyanın mülkiyeti Devlete geçmiş ise, davanın düşmesine karar
verilse de bu şeyler geri
verilmeyecektir.
Maddede, ayrıca bu karara
karşı kanun yolu da gösterilmiş bulunmaktadır. Hükmün geri bırakılması kararına
karşı ilgililerin itiraz yoluna başvurma hakları vardır. Davanın düşmesine
karar verildiği hâllerde de genel hükümlere göre istinaf yolu açık
bulunmaktadır.
Madde 234. - Birden çok
hâkimin katılmasıyla oluşan toplu mahkemelerde, her hâkim mahkemenin karar ve
hükümlerine ilişkin oyunu bildirmekle yükümlüdür. Bunun sonucunda karar ve
hükümler oybirliği veya oy çokluğu ile verilir.
Oy çokluğu ile verilen
karar ve hükümlerde, azınlıkta kalan hâkimin karşı oyu mutlaka tutanakta
gösterilir. Karşı oy sahibi hâkimin buna ilişkin gerekçesi de tutanakta
gösterilir.
Madde 235. - Mahkeme dava
edilmeyen bir fiil hakkında kendiliğinden yargılama yapamaz ve hüküm veremez.
Bunun doğal sonucu, iddianamede gösterilen fiil hakkında hüküm kurulmasıdır.
Hükmün konusunu,
iddianamede sınırları belirtilerek dava nedeni yapılan maddî olay (fiil)
oluşturur. Diğer bir anlatımla, kamu davasının konusu ile hükmün konusu maddî
olay (fiil) bakımından aynıdır. Hüküm, iddianamede gösterilen sanık ve ona
yükletilen fiil hakkında kurulur.
Ancak mahkeme, fiilin
hukukî yorumunda, değerlendirmede tamamen serbesttir; iddia, savunma mahkemeyi
bağlamaz. Mahkeme aynı fiili başka suretle yorumlayabilir.
Madde 236. - İddianamede
gösterilen fiilin hukuk yönünden değerlendirilmesini yaparken iddia ve savunma
ile bağlı olmayan, tümüyle serbest bulunan mahkeme, suçun hukukî niteliğinin
değişmesini veya cezanın artırılmasını veya cezaya ek olarak güvenlik
tedbirlerinin uygulanmasını gerektiren nedenlerin ilk defa duruşmada ortaya
çıkması hâlinde sanığı haberdar edecek ve ona bu konuda savunma olanağı
sağlayacaktır.
Bu kurala, ilke olarak,
suçun hukukî niteliğindeki değişme sanığın yararına da olsa uyulur.
Sanık istemde bulunursa
ek savunmasını hazırlaması için kendisine süre verilir. Ayrıca duruşma
aşamasında meydana gelen fiilî ve hukukî değişiklikler nedeniyle iddia ve
savunmanın gerektiği şekilde hazırlanabilmesi için de istem üzerine veya
mahkemece re'sen, duruşmaya ara verilebilir.
Ek savunmaya ilişkin
bildirimler varsa sanığın avukatına yapılır. Sanığa tanınmış haklardan avukatı
da yararlanır.
Suçun hukukî niteliğinin
sanık yararına değişmesi, yani iddianamede gösterilen kanun maddesinin
öngördüğü cezadan daha az bir cezanın verilmesi gerektiği hâllerde, sanık ve
vekiline bu konuyu açıklayan davetiyenin tebliğine rağmen, duruşmaya gelmedikleri
veya kendi kusurları nedeniyle davetiye tebliğ olunamadığı takdirde
yokluklarında hüküm kurulabilir.
Madde 237. - Duruşma
sırasında sanığın, iddianamede gösterilen suçtan başka bir suç işlemiş olduğu
anlaşılırsa, mahkeme ilgili belge ve tutanakları eklemek suretiyle bu konuda
suç duyurusunda bulunmakla yetinebileceği gibi, Cumhuriyet savcısının istemi ve
sanığın kabulüyle her ikisi birlikte hükmolunmak üzere duruşması yapılmakta
olan işle bu suçun yargılanmasını birleştirebilir.
Ancak bu, yeni suçun da
yargılamayı yapan mahkemenin yetki ve görevi içinde ve aynı yargılama usulüne
tâbi olması hâlinde olanaklıdır.
Yeni suçun yargılanmakta
olan suçla birleştirilmesi hâlinde Cumhuriyet savcısının 173 üncü madde
uyarınca iddianamede bulunması gereken hususlara göre iddiasını tutanağa
yazdırması, mahkemenin de
sanığı sorguya çekmeden önce 147 nci
maddede yazılı tüm haklarını hatırlatması zorunludur.
Madde 238. - Adlî yargı
içindeki mahkemelerden, sulh ceza ve asliye ceza mahkemeleri tek hâkimden, ağır
ceza mahkemesi üç hâkimden oluşur. Karar ve hükümlerde kanunun belirlediği
sayıda hâkimin bulunması zorunludur. Bu hâkimlerin özel kanundaki usule göre
atanmış olmaları gerekir.
Mahkemelerin karar ve
hükümlerini kanunda belirtilenden az veya çok sayıda hâkimin katılmasıyla
vermeleri mutlak bozma nedenidir.
Madde 239. - Madde,
müzakerelerin sadece karara ve hükme katılacak hâkimler tarafından yapılacağı
ilkesini getirmiş bulunmaktadır. Danışma amacıyla olsa bile, başka hiç bir
kimse müzakerelere katılamaz. Bu ilke tarafsızlığın zorunlu bir gereğidir.
Ancak mahkemede staj yapmakta olan hâkim ve avukat adaylarının müzakerelerde
hazır bulunmalarına mahkeme başkanı izin verebilecektir.
Madde 240. - Müzakereyi
yönetmek, düzenini sağlamak ve çözümlenecek sorunları belirleyip sıraya koymak
görevi mahkeme başkanına aittir.
Sorunlar ve sırası, karar
ve hükmün özellik ve türüne göre değişir.
Hükümle ilgili müzakerede
sıralamanın; dava koşullarının bulunup bulunmadığı, delillerin tartışılması,
kovuşturmanın genişletilmesinin gerekip gerekmediği, ispat, nitelik, cezayı
artırıcı veya azaltıcı nedenler, temel ve sonuç cezanın belirlenmesi biçiminde
yapılması yararlı olabilir ve maddenin gereğidir.
Madde 241. - Toplu
mahkemelerde müzakere tamamlandıktan sonra oy verme işlemine girişilecektir.
Kıdemsiz üyenin,
kıdemlinin ve tüm üyelerin de mahkeme başkanının etkisinde kalabileceği
olasılığına yer bırakmamak için mahkeme başkanı en kıdemsiz üyeden başlamak suretiyle ayrı ayrı oy toplar ve sonunda
kendi oyunu açıklar.
Müzakereye katılan
hâkimler karar ve hükümle ilgili olarak oy kullanmaktan kaçınamazlar. Mahkeme
başkanı ve üyeler bir konu veya sorun hakkında azınlıkta kaldıklarını öne
sürerek oylamaya katılmaktan çekinemezler.
Oylama sonunda oybirliği
veya oy çokluğu sağlanamaz yani oylar dağılırsa, sanığın en aleyhine olan oy
kendisine en yakın oya eklenir. Böylece çoğunluk sağlanmış sayılır.
Madde 242. - Anayasanın
141 inci maddesinin üçüncü fıkrası "Bütün mahkemelerin her türlü kararları
gerekçeli olarak yazılır." ilkesini getirmiştir.
Bu madde ise,
yargılamanın sonunda verilen hükmün gerekçesinin neleri, hangi sırayla
içereceğini, mahkûmiyet, beraat ve bunlar dışında kalanlar bakımından ayrı ayrı
belirtmiştir.
Hangi hüküm türüne
ilişkin olursa olsun gerekçenin, akla, hukuka ve maddî olaya uygun, yasal,
yeterli ve geçerli olması, sonuca ulaştıran mantıksal zinciri aralıksız ve
boşluksuz göstermesi gerekeceği şüphesizdir.
1. Mahkûmiyet hükmünün
gerekçesinde sırayla:
a) İddia ve savunma,
bunların dayandırıldığı ve mahkemece toplanan delillerin neler olduğu,
b) Delillerin
tartışılması, değerlendirilmesi ve reddedilen veya ispat yönünden tercih ve
kabul edilen deliller ve nedenleri,
c) Tüm bunların ışığında
ulaşılan kanaat; sanığın suç oluşturduğu kabul edilen eylemi, bunun yasal
unsurları ve nitelendirilmesi, uygulanacak kanun maddesi,
d) Cezayı ağırlatan veya
hafifleten yasal veya takdiri nedenlerle, cezayı kaldıran yasal nedenlerin
bulunup bulunmadığı, bunlara ilişkin
istemlerin kabul veya reddiyle temel cezanın belirlenmesine ilişkin nedenler,
e) Cezanın ertelenmesine,
hürriyeti bağlayıcı cezanın para cezasına, tedbirlerden birine çevrilmesine
veya ek güvenlik tedbirinin uygulanmasına ilişkin veya bu konulardaki
istemlerin kabul veya reddine ait dayanaklar gösterilecektir.
Maddenin söz ve ruhuna
göre, bütün bu hâllerde tüm deliller irdelenip tartışılmalı, değerlendirilmeli,
ret ve kabul edilenler ve nedenleri açıklanmalı, sonra ulaşılan kanaat; sanığın
suç oluşturduğu kabul edilen eylemi yasal unsurları, niteliği ve uygulanması
gereken yasa maddesiyle birlikte belirtilmelidir.
Gerekçede, cezayı
kaldıran veya hafifletici veya ağırlatıcı yasal ve takdiri hâllerin bulunup
bulunmadığı, varsa bu konudaki istemlerin kabul veya ret nedenleriyle temel
cezanın belirlenmesine, cezanın ertelenmesine, hürriyeti bağlayıcı cezanın para
cezasına, tedbirlerden birine çevrilmesine veya bunların yerine veya ek
güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına ilişkin nedenlere veya bu hususlardaki
istemlerin kabul veya reddine dair dayanaklara özellikle yer verilecektir.
Özellikle Türk Ceza Kanununun 29 uncu maddesi hükmü özenli olarak yerine
getirilecektir.
2. Beraat hükmü, suç
olarak ileri sürülen eylemin işlenmediğine veya failin sanık olduğunun sabit
olmamasına veya sanığın fail olmadığının saptanmasına, diğer yönden
eylemin sanık tarafından işlendiği
sabit olduğu hâlde suçun yasal unsurlarının bulunmamasına dayandırılabilir.
Beraat hükmünün
gerekçesinde bunların ve yasal unsurların oluşmaması hâlinin, örneğin sanığın
sakınamayacağı bir hata nedeniyle kanunu bilmediği için meşru sanarak suç
işlediğini ve bu husustaki yanlış inancının haklılığını kanıtlaması, taksirle
işlenenler ve kabahatler ayrık olmak üzere suç kastının bulunmaması, kanuna
göre eylemin suç sayılmaması veya suç olmaktan çıkarılması, hukuka aykırılığı
kaldıran meşru müdafaa hâlinin bulunması, yasama bağışıklığında olduğu üzere
cezalandırılabilme unsurunun eksikliği gibi nedenlerden hangisine dayandığının
açıklanması gerekir.
Uygulamada daima
rastlandığı üzere, beraatin gerekçesi olarak, delil yetersizliğinin
gösterilmesi, suçsuzluk karinesine uyumsuzluğu ifade edeceğinden bu gibi
hâllerde sanığın suçsuzluğunun sabit olduğu şeklinde beraat kararı gerekçelendirilmelidir.
3. Davanın reddine veya
ortadan kaldırılmasına, düşmesine ve adlî yargı dışındaki bir yargı yerine
yönelik görevsizlik hükümlerinin gerekçelerinde de yasal dayanakları ve
nedenleri gösterilir.
Madde 243. - Hükmün
sonucunu oluşturan hüküm fıkrasının, duruşma sonunda mutlaka tutanağa
geçirilmesi gerekir.
Hükmün açıklanması,
yazılmışsa gerekçe ve hüküm fıkrasının okunması, gerekçe henüz yazılmamışsa,
tutanağa geçirilmiş olan hüküm fıkrasının okunması ve gerekçesinin ana
hatlarının sözlü olarak açıklanması suretiyle yapılır.
Hüküm fıkrasının 244 üncü
maddede açıklanan hususları içermesi zorunludur.
Sanık hazırsa kanun
yolları kendisine bildirilir. Kanuna göre olanaklı ise beraat eden sanığa
tazminat hakkı bulunduğu da bildirilecektir.
Hüküm açıklanırken
mahkeme kurulu ve Cumhuriyet savcısı hariç, duruşma salonunda bulunan herkes
ayağa kalkmak zorundadır.
Madde 244. - Yargı
yetkisi Türk Milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır. Bu nedenle hükmün
başına Türk Milleti adına verildiği yazılacaktır. Hükmün başlık bölümünde
ayrıca mahkeme başkan ve üyeleri veya hâkim, Cumhuriyet savcısı, zabıt kâtibi,
katılan, sanık ve avukatların da gösterilmesi zorunludur.
Hükmün gerekçesi tümüyle
duruşma tutanağına geçirilmemişse, açıklanmasından itibaren onbeş gün içinde
yazılıp dava dosyasına konulur.
Maddeye göre, hükmün
gerekçesi ile açıklanan ve hükmün esasını oluşturan hüküm fıkrası (kısa karar)
uyumlu olmalı, sonradan yazılan gerekçeye göre kısa karar değiştirilmemelidir.
Açıklanan hüküm
fıkrasında, 232 nci maddeye göre kararın ne olduğunun, uygulanan kanun
maddelerinin, ceza miktarının, kanun yollarına başvurma olanağının bulunup
bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve merciinin açıkça ve tereddüde
yer vermeyecek şekilde belirtilmesi maddenin altıncı fıkrasının emridir.
Maddenin altıncı fıkrasında getirilen bu hükümle, 4709 sayılı Kanunla
Anayasanın 40 ıncı maddesinin ikinci fıkrasında yapılan değişiklik sonucu,
Devletin, işlemlerinde ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilerine
başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğuna ilişkin Anayasa hükmüne
uygulama yeteneği kazandırılmıştır.
Karar ve hükümler bunlara
katılan hâkimlerce imzalanır.
Hükümlerin nüshâları ve
özetleri de mahkeme başkanı veya hâkim
ve zabıt kâtibi tarafından imzalanır ve mühür konulur.
Hâkimlerden biri geçerli
bir mazereti nedeniyle karar ve hükmü imzalayamayacak durumda ise engelin
nedeni mahkeme başkanı tarafından ve aynı nedenle yokluğunda ise hükme katılan
hâkimlerden en kıdemlisi tarafından hükmün altına yazılacaktır.
Madde 245. - Şikâyetçi ve
mağdur soruşturma veya kovuşturma evrelerinde Cumhuriyet savcısı, mahkeme
başkanı veya hâkim tarafından davetiye ile çağrılarak dinlenecektir. Davet
konusunda tanıklara ilişkin kurallar geçerli olacaktır.
Madde 246. - Tasarıda
kişisel davaya yer verilmemiştir; ancak şikâyetçi ve mağdura tanınan bazı
önemli haklar ile bunların hukukî durumları, kişisel davacıya göre daha iyi bir
düzeye getirilmiştir. Bundan böyle şikâyetçi ve mağdur soruşturma evresinde de
aktif olabilecek, kolluk ve Cumhuriyet savcılığından delil toplanmasını,
soruşturmanın selâmetini bozmamak koşuluyla Cumhuriyet savcısından belge örneği
isteyebilecek, 153 üncü maddenin altıncı fıkrasına uygun olarak avukat
vasıtasıyla soruşturma belgelerini ve muhafaza altına alınan eşyayı
inceletebilecek, Cumhuriyet savcısının kovuşturmaya yer olmadığı yönündeki
kararın denetlenmesini isteyebilecektir. Mağdur ve şikâyetçiye son soruşturmada,
yani kovuşturma evresinde de, duruşmadan haberdar edilme, kamu davasına
katılabilme, katıldığı kamu davasında kişisel haklarını isteyebilme, tutanak ve
belgelerden örnek isteyebilme, tanıkların davetini isteyebilme, avukatı yoksa,
251 inci madde gereğince baro tarafından bir avukat atanmasını isteyebilme,
davaya katılmış ise kanun yollarına başvurabilme hakları tanınmıştır. Bütün bu
haklar, mağdur ve şikâyetçiye anlatılıp açıklanır ve bu husus tutanağa geçirilir.
Madde 247. - Dilekçede
veya tutanağa geçirilmiş olan beyanda belirtilen adrese yapılan tebligata
rağmen gelmeyen mağdur veya şikâyetçiye bir kez daha tebligat yapılmaz. Aksi
tutum, yargılamanın gereksiz yere uzamasına yol açardı. Ancak, bu kişilerin
mutlaka dinlenmesi gerekiyorsa, ceza yargılamasında maddî gerçek araştırıldığı,
şeklî gerçekle yetinilmediği için, mağdur bir şekilde aranıp bulunacaktır. Bu
husus maddenin son fıkrasında açıklanmış bulunmaktadır.
Madde 248. - Suçun mağdur
ve şikâyetçisi olayın tarafı durumunda bulundukları için yeminsiz dinlenmeleri
kuraldır. Ancak, Cumhuriyet savcısı veya hâkim gerekli görürse yani delil olma
değeri itibarıyla yemin verebilir. Yeminli beyan tanık beyanına ilişkin
hükümlere tâbidir.
Maddenin ikinci fıkrasına
göre, yemin altında dinlenen mağdur ile şikâyetçiye ödenecek tazminat ve
giderler bakımından da 63 üncü maddede belirtilen tanıklara ilişkin hükümler
uygulanacaktır.
Madde 249. - Maddeye
göre, yalnızca gerçek kişiler değil, tüzel kişiler de kamu davasına
katılabileceklerdir. İlk olarak katılma ilk derece mahkemelerinde ve kovuşturma
evresinde hüküm verilinceye kadar mümkün olabilecektir. Bölge adliye mahkemesi
ve Yargıtay aşamalarında yapılacak katılma istekleri kabul edilmeyecektir.
Ancak, ilk derece mahkemesinde ileri sürülmüş olup da karara bağlanmayan veya
reddolunan katılma istekleri, istinaf yoluna başvurulduğunda açıkça belirtilmiş
olması koşuluyla incelenip bölge adliye mahkemesince karara bağlanacaktır.
Bu düzenlemeyle,
katılmanın ne zamana kadar ve hangi aşamalarda istenebileceği sorusuna yasal
düzeyde açık cevap verilmektedir. Kamu davasına katılanlar kişisel haklarını da
isteyebilecekler; başka bir anlatımla kişisel hak isteminde bulunabileceklerdir.
Madde 250. - Madde,
katılma yöntemini belirtmektedir; katılma bir dilekçe vermek veya duruşmada
sözlü katılma başvurusunun tutanağa geçirilmesi suretiyle yapılacaktır. Sanığa
hakları hatırlatıldığına göre, burada mağdura da hakları söylenecek, duruşma
sırasında suçtan zarar görene katılma hakkı hatırlatılacaktır. Katılma istemi
üzerine karar, Cumhuriyet savcısı, sanık ve varsa avukatının bu hususta
dinlenmelerinden sonra verilecek ve tabiî olarak istemin Kanuna uygun bulunup
bulunmadığını içerecektir. Bu kararlara itiraz olanağı yoktur. Ancak esas
hükümle birlikte istinaf veya temyiz yollarına gidilebilecektir.
Sulh ceza mahkemelerinde
görülen davalarda Cumhuriyet savcısının görüşü alınmayacaktır.
Madde 251. - Tasarının
dayandığı temel ilkelerden birisinin de mağdurun korunması olduğuna ilgili
madde gerekçelerinde değinilmiştir. Bu madde, söz konusu ilkenin hayata
geçirilmesini ifade eden önemli bir hüküm getirmekte; mağdura tanınan haklar
çerçevesinde, maddî ve hukukî durumu elverişli olmayan katılanlara, istemleri
hâlinde baro tarafından avukat seçimini öngörmektedir. Eğer katılan onsekiz
yaşını henüz doldurmamış ya da sağır veya dilsiz veya kendisini savunmayacak
derecede malûl ve avukatı da yoksa, avukat atanması için istem aranmaz, bu
husus re'sen yerine getirilir. Türk
hukukunda insan hakları alanında önemli bir anlayış değişikliğini ortaya koyan
bu modern hüküm, suç ile mağdur duruma düşürülen kimselerin bir de yargılamada
mağdur olmalarının önüne geçecek bir tedbir oluşturması bakımından önem
taşımaktadır.
Madde 252. - Katılma
Tasarıda, mağduru korumanın da bir aracı olarak tesis edilmiş ve buna dayalı
hükümler getirilmiş olmakla birlikte bu hususta istemde bulunmuş olan kimsenin
hakkını kullanmaya devam etmeye zorlanamayacağı açıktır. Bu nedenle katılma
davayı durdurmayacağı gibi, gecikmesine de neden olmayacaktır. Katılanın
gelmemesi veya gecikmede sakınca bulunan durumlarda çağırılmaması yüzünden ceza
muhakemesi işlemlerinin geciktirilmesi kabul edilmeyeceğinden ikinci fıkra bu
gibi hâllerde işlemlerin belirli gününde yapılacağını açıklamıştır. Davanın
asıl takipçisi Cumhuriyet savcısı olduğundan hüküm böylece düzenlenmiştir.
Madde 253. - Katılmadan
önce verilen ve Cumhuriyet savcısına bildirilen kararlar katılana tebliğ
edilmez. Bu tür kararlara karşı Cumhuriyet savcısı için kabul edilen denetim
muhakemesine başvurma süreleri katılan için de geçerlidir. Bunun dışındaki
kararlar katılana da bildirilecektir.
Madde 254. - Katılan, bir
muhakeme hukuku süjesi olarak, Cumhuriyet savcısından bağımsız biçimde denetim
muhakemesi yoluna gidebilir. Katılanın başvurusu olumlu sonuçlanırsa,
Cumhuriyet savcısı işi yeniden takip edecektir. Bu durum kovuşturma zorunluluğu
ilkesinin doğal bir sonucudur.
Madde 255. - Madde,
katılanın vazgeçmesi veya ölümü hâlinde katılmanın hükümsüz sayılacağını kabul
etmiştir. Bu niteliği itibarıyla katılma hakkı, kişiye sıkı surette bağlı
haklardandır. Maddede ayrıca, mirasçıların, katılanın haklarını takip etmek
üzere davaya katılabilecekleri ve hüküm tarihi ile hükmün kesinleşmesi tarihi
arasında katılanın ölmesi hâlinde tebligatın mirasçılara yapılacağı hükme
bağlanmıştır.
Madde 256. - Maddenin
birinci fıkrası gaibi tanımlamaktadır; bulunduğu yer bilinmeyen veya yurt
dışında bir ülkede bulunup da yetkili bir mahkeme önüne getirilemeyen veya
getirilmesi uygun bulunmayan sanık gaip sayılır. Bu durumda, kural olarak,
kendisine ulaşılamayan bir sanık söz konusudur. Öyle ki, sanık, hakkında
yargılama yapılmakta olduğunu bile bilemeyebilir. Mahkemenin daha yüzünü bile
görmediği bir sanığı, gıyabında, savunmasız olarak yargılayıp mahkûm etmesi
kabul edilemez. Bu nedenle Tasarı, gaiplik hâlinde sadece delillerin muhafaza
altına alınması ile yetinilmesini öngörmüş, gıyapta hüküm verilmesine izin
vermemiştir.
Sanığın yokluğu
durumlarını ifade için de "gıyap" ibaresi kullanılmaktadır. Oysa
sanığın yokluğu kavramı, yukarıda açıklamaya çalıştığımız gaiplikten farklıdır.
Gerçekten gaiplik hâlinde kendisine ulaşılamayan bir sanık var iken, sanığın
yokluğu durumlarında, örneğin sanığın duruşmadan vareste tutulmasında olduğu
gibi, kural olarak, sanığa ulaşmak her zaman olanaklıdır; ancak hazır
bulunmasına gerek görülmemektedir. Bu nedenle de sanığın yokluğunda yargılama
yapılabilmesi daha kolay kabul edilebilmektedir.
Gaiplik, kaçak (firarî)
olmaktan da farklıdır. Mahkeme tarafından kendisine ulaşılamayan, hakkında
yapılan yargılamanın sonuçsuz kalmasını sağlamak amacıyla böyle bir durum
yaratan ve bu nedenle yurt içinde saklanan veya yabancı bir ülkede bulunan
kişiye kaçak denilmektedir. Görüldüğü gibi, gerek gaiplik ve gerek kaçaklıkta
kendisine ulaşılamayan bir sanık söz konusudur; ancak gaiplikte bu durum
bilinçli bir şekilde yaratılmış değil iken kaçaklık durumunda sanık bunu her
zaman bilerek ve isteyerek gerçekleştirmektedir. Gaipliği kaçaklıktan ayıran en
önemli ölçüt budur. Zaten Tasarı kaçaklar hakkında uygulanabilecek ayrı bir
yargılama usulüne 286 ilâ 289 uncu maddelerinde yer vermiş bulunmaktadır.
Böyle bir gaip sanık
hakkında duruşma açılmaz; sadece deliller toplanarak muhafaza altına alınır ve
gaibin ortaya çıkması veya çıkarılması beklenir. Bir naip hâkim veya istinabe
olunan mahkeme tarafından da yapılabilecek olan delillerin toplanması ve
muhafazası işlemleri sırasında avukat, yasal temsilci veya gaibin eşi hazır
bulunabilir. Hatta gerektiğinde mahkeme re'sen bir avukat da atayabilecektir.
Madde 257. - Madde,
konutu bilinmediği için kendisine ulaşılamayan gaibe her türlü iletişim
araçları ile ihtar yapılabileceğini kabul etmektedir. Amaç gaibin ortaya
çıkmasını sağlamaktır.
Madde 258. - Madde,
gaibin yargılamaya gelmesini sağlamak amacı ile kendisine tutuklanmayacağına
dair güvence verilebilmesini öngörmektedir. Bu güvence bir belge ile
verilecektir ve ortaya çıkması hâlinde gaip sanığa, tutuklanmayacağı yolunda
teminat sağlanmış olacaktır. Almanya'da devlete karşı işlenen suçların
yargılanmasında kıyasen kaçaklar hakkında da kullanılan bu araç, aslında adil
bir şekilde yargılanmayı isteyip de tutuklanmaktan korkarak ortaya çıkmayan
gaip sanıkların yargılama makamının huzuruna çıkmasını sağladığı için yararlı
bir araç sayılmaktadır.
Gaip sanıkların kaçak
durumuna düşmelerine engel olması, bu belgenin bir başka önemli yararıdır.
Burada, kural olarak, kaçaklık söz konusu değildir. Hakkında yargılama yapıldığını
bilmeyen, bilse de hukukî ve fiilî nedenlerle yetkili mahkeme huzuruna
gidemeyen, bu nedenle de hakkındaki kovuşturmayı sonuçsuz bırakmak gibi bir
amacı olmayan sanığa, Devletin verdiği bir olanak söz konusudur.
Güvence belgesinin iki
türü vardır. Bunlardan biri sanığa, diğeri de suça verilen güvence belgesidir.
Sanığa verilen güvence belgesi, sanığı, işlediği iddia edilen bütün suçlardan
tutuklanmaktan kurtarırken; suça verilen güvence belgesi, hangi suç için
verilmişse o suç bakımından geçerli olacaktır. Böylece sanık, örneğin başka bir
suç oluşturan ruhsatsız silâh taşımak suçundan tutuklanabilecektir.
Tasarı, suça güvence
belgesi sistemini kabul etmiştir. Bu güvence belgesi, örneğin mağdurun zararını
giderme gibi koşullara bağlanabilecektir.
Sanık hürriyeti bağlayıcı
bir cezaya mahkûm olur veya kaçma hazırlığında bulunur veya güvence belgesinin
bağlı olduğu koşullara uymazsa belge hükümsüz kalır.
Madde 259. - Madde, tüzel
kişilerin yargılamalarında izlenecek usulü düzenlemektedir. Tüzel kişilerin
yargılamalarında izlenecek yargılama usulü, diğer kanunlardaki hükümler saklı
kalmak üzere bu Kanunda yer alan hükümlerdir. Ancak bu hükümler dışında,
Tasarının genel hükümlerinin uygulanması gerektiği maddede belirtilmiştir.
Bu Bölüm ile, hukuk
sistemimizdeki önemli bir boşluk giderilmiş olmaktadır.
Madde 260. - Madde, tüzel
kişinin suç işlemesi durumunda hangi Cumhuriyet savcısının ve mahkemenin
yetkili olacağını belirtmektedir. Tüzel kişiye bir suç yüklendiğinde
soruşturma, tüzel kişinin suç işlediği veya merkezinin bulunduğu yerdeki Cumhuriyet savcısınca yapılacak, yetkili
mahkeme de Cumhuriyet savcısının bulunduğu yerdeki mahkeme olacaktır.
Ekonomik ve malî suçlar
hakkında diğer kanunlar ile getirilmiş özel hükümler saklı tutulmuştur.
Tasarının 13 üncü
maddesinde belirtilen genel yetki kuralından farklı olarak tüzel kişinin
merkezinin bulunduğu yer Cumhuriyet savcısını ve mahkemesini bu madde hükmüyle
yetkili kılmak, tüzel kişilerin gerçek kişilere göre hukukî durumlarının
farklılığından kaynaklanmaktadır. Tüzel kişilerin uğraşı alanlarının değişik
bölge ve yerlerde olması, genel yetki kuralından ayrılmayı zorunlu kılmaktadır.
Madde 261. - Maddeye
göre, tüzel kişilere yönelik suç iddiasında kamu davası, tüzel kişiliği
temsilen yasal temsilciye karşı açılacaktır yani adı geçen şüpheli veya sanık
sayılacaktır; her türlü tebligat ona yapılacak ve işlemlere tüzel kişi adına
yasal temsilci muhatap olacaktır. Tüzel kişinin temsilcisi aynı zamanda işlenen
suçta gerçek kişi olarak sanık durumunda ise, tüzel kişiliğe, davaya bakan
mahkemece kayyım atanacak ve tüzel kişiliği mahkemede bu kayyım temsil edecektir.
Ancak maddenin birinci fıkrasının üçüncü cümlesindeki olanak saklıdır. Demek ki
kayyım, bu cümlede söz konusu edilen olanak kullanılmadığında veya kabul
edilmediğinde atanabilecektir.
Temsilci değişikliğinde
de aynı hükümler uygulanacaktır.
Yetkili bir temsilci
bulunmadığı takdirde mahkeme, Cumhuriyet savcısının veya davaya katılanın
istemi üzerine tüzel kişiyi temsil etmek üzere kayyım atayabilecektir.
Madde 262. - Madde, tüzel
kişinin temsilcileri hakkında bu sıfatları nedeniyle uygulanacak tedbirleri
göstermektedir. Bu tedbirler, tanıklar için uygulanan hükümler olacak ve bunlar
dışında hiçbir tedbir alınamayacaktır. Tüzel kişi temsilcilerine şüpheli ve
sanıktan ayrı hükümler uygulanması, temsilcilerin hukukî durumlarından
kaynaklanmakta ve ceza sorumluluğunun aslında tüzel kişiliğe ait olmasından
ileri gelmektedir. Tanıklar duruşmaya nasıl çağrılıyor ve haklarında ne şekilde
hükümler uygulanıyorsa yasal temsilciye de benzeri durumlarda aynı hükümler
uygulanacaktır.
Madde 263. - Maddeyle,
112 nci maddede belirtilen adlî kontrol yükümlülüklerinin bazılarının tüzel
kişilere de uygulanmasına olanak sağlanmakta ve mağduru koruma ilkesinin
varlığı ortaya konmakta, yargılama yapılırken, adlî kontrol yükümlülüklerinden
hangilerinin uygulanacağı belirtilmektedir. Gerçek kişilere uygulanan adlî
kontrol tedbirlerinden farklı olarak, tüzel kişilere uygulanacak tedbirler malî
niteliktedir.
Bu tedbirler;
1. Mahkeme başkanı veya
hâkim tarafından miktarı ve ödeme koşulları saptanacak bir güvencenin
yatırılması,
2. Mağdurun veya zarar
görenin haklarını güvence altına almak amacı ile kişisel veya aynî bir güvencenin tesis edilmesi,
3. Tüzel kişinin, lehine
keşide edilmiş çekleri tahsil etmek veya kredi kartıyla ödeme yapmak dışında,
çek kullanmasına yasak getirilmesi,
4. Fiil, mesleğin icrası
veya herhangi bir etkinlik yoluyla işlenirse bu mesleğin icrası veya
etkinliklerin icra edilememesidir.
Adlî kontrol tedbirinin
süre ve kullanımı gibi hâllerde bu husustaki genel hükümlerin uygulanacağı
doğaldır.
Maddenin son fıkrası, (3)
ve (4) numaralı bentlerde öngörülen yasaklara, verilebilecek cezalar ölçüsünde
hükmedileceği açıklanmıştır. Özellikle (4) numaralı bent bakımından böylece
hâkimin takdir hakkına bir sınır getirilmiş olmaktadır.
Madde 264. - Ceza
Kanunumuza geçen yıllarda girmiş bulunan ve niteliği yönünden hem maddî ceza
hukukunu ve aynı zamanda, hatta daha ziyade usul hukukunu ilgilendiren önödeme
kurumu, büyük yük altında bulunan mahkemelerimiz yönünden çok yararlı etkiler
yaptı. Batı ülkelerinde de, değişik şekil ve koşullarla uygulanan bu kurum
yanında ve bazen bunun yerini almak üzere "uzlaşma"ya da yer verilmiş
bulunmaktadır. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında
Kanun Tasarısının 17 nci maddesiyle, Türk Ceza Kanununa eklenmesi öngörülen
118/a maddesi ile uzlaşma kabul edilmekte ve çok yerinde olarak önödemenin
sınırı bir miktar daraltılmakta ve böylece kurumun işlevinin bir kısmını kısmen
de olsa uzlaşma almaktadır.
Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun Tasarısının 18 inci
maddesiyle de, Türk Ceza Kanununun 119 uncu maddesi değiştirilerek önödeme yapılabilecek
hâller gösterilmekte ve koşulları yerine getiren kimse hakkında kamu davasının
açılamayacağı belirtilmektedir.
Maddenin birinci
fıkrasında Türk Ceza Kanununun önödeme yönündeki maddî hukuk bakımından
koşullarına yollama yapıldıktan sonra, usul işlemlerinin ne suretle yürütüleceği,
ne gibi kararlar alınacağı belirtilmekte ve bu bakımdan soruşturma ve
kovuşturma evreleri ayrılarak çözüm yolları açıklanmaktadır:
1. Soruşturma evresinde
Cumhuriyet savcısı, önödeme yapılabilecek hâllerde, şüpheliye aşağıdaki
hususları içeren bir tebligatta bulunacaktır:
a) Şüpheli üzerine atılan
suç ve ilgili kanun maddesi,
b) Tebligattan itibaren
on gün içinde ödenecek para miktarı ve soruşturma giderleri,
c) (b) bendinde
bildirilen yükümlülükler yerine getirildiğinde kovuşturmaya yer olmadığı
kararının verileceği ve aksi takdirde kamu davasının açılacağı.
Fail belirtilen uyarıları
içeren tebligata uyarak on gün içinde, kendisine bildirilen yükümlülükleri
yerine getirdiğinde, yukarıda (c) bendinde belirtilen karar kendisine tebliğ
olunacaktır.
2. Cumhuriyet savcısı
maddenin birinci ve ikinci fıkralarında belirtilen hükümlere göre işlem
yapmayarak, doğrudan doğruya kamu davasını açarsa, kovuşturma evresinde görevli
mahkeme veya hâkim şu suretle işlem yapacaktır:
a) Yapılan usulsüzlüğü
belirtmek suretiyle iddianameyi Cumhuriyet savcısına iade edebilecektir.
b) Bu işlemi
yapmadığında, yukarıda (1) (a) ve (b) bentlerinde yazılı hususları içeren
tebligatı, yükümlülükler yerine getirildiğinde davanın ortadan kaldırılacağı ve
yerine getirilmezse kamu davasına devam olunacağı ve suçu içeren kanun maddesinde
yazılı cezaların belirlenerek hükmedileceği bildirilecektir.
Aşağıdaki iki hâlde de
aynı usule mahkemece başvurulacaktır:
1. Özel kanun hükümleri
gereğince işin doğrudan doğruya mahkemeye gönderilmiş olması,
2. Duruşma aşamasında
işin niteliğinin değişmesi ve fiilin önödeme yapılacak hâllerden birisine
dönüşmesi.
Madde 265. - Bu maddede
yer alan uzlaşma, aslında Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda düzenlenmesi
gereken yeni bir kurumdur. Ancak söz konusu kurumun, esas maddî ceza hukukuna
ilişkin hükmünün, Türk Ceza Kanunu içinde yer alması zorunludur. Bu nedenle
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun
Tasarısının 17 nci maddesiyle Türk Ceza Kanununa eklenmesi öngörülen 118/a
maddesiyle uzlaşmanın maddî ceza hukukuna ilişkin hükmüne Türk Ceza Kanununda
yer verilmektedir. Böylece 262 nci madde uzlaşmanın nasıl uygulanacağına dair
usul esaslarını belirlemektedir. Aslında Tasarının bu maddesi ile mevzuatımıza
bugün artık Batı hukukunun kabul ettiği ve Birleşmiş Milletlerce mevzuata
sokulması tavsiye edilen yepyeni bir kurum, uzlaşma (mediation) getirilmiş
olmaktadır.
Suç mağdurlarına karşı
ceza adalet sisteminde onların yararlarını korumak amacını güden bir duyarlılığın
gittikçe güçlenerek ortaya çıktığı görülüyor. Bütün dünyada olduğu gibi
ülkemizde de bugüne kadar mağdurlara karşı gösterilen özel dikkat sadece bazı
adam öldürme, terör ve örgütlü suçlarda ve cezaların ertelenmesi gibi bazı
kurumlar yönünden söz konusu olabiliyordu. Oysa bugün Batı ülkelerinde özel
kanunlarla suç mağdurlarına veya ailelerine devletin tazminat ödemesi bile öngörülmektedir. XXI. Yüzyıl adalet
sistemi, ceza adaleti yerine getirilirken, mağdurun tatmin edilmesini de ön
plâna çıkarmış bulunmaktadır: Suça karşı sadece ceza yaptırımı yeterli
değildir; zararın giderilmesi ve onarım en başta gelen amaç sayılmalıdır.
İşte böylece uzlaşmanın
hedefi suçun işlenmesinden sonra fail ve mağdur arasında meydana gelen
çekişmeyi, hâkim veya Cumhuriyet savcısının ya da onların atayacakları bir
uzlaştırmacının girişimleriyle çözmek hem adaleti sağlamak ve hem de mağduru
tatmin etmektir. Böylece zarar giderilince fail ile mağdur arasında barış
sağlanabilecektir. Gerçi uzlaşma dışındaki bir kısım yollarla da tazminatın
sağlanması olanağı vardır. Ancak uzlaşma kurumunda zararın giderilmesi onarım
yanında ayrıca bir moral unsurun da sağlanmasını olanaklı kılmaktadır. Uzlaşma
böylece özel önleme işlevine yardım ettiği gibi genel olarak kamunun
yararlarının korunmasını da sağlamaktadır. Uzlaşma ile fail işlediği suçun
sorumluluğunu kabul edip üstlenerek, suçun sonuçlarını da gidererek toplumla
yeniden bütünleşme olanağını elde etmiş olmaktadır. Failin ceza sorumluluğu saptanıp
zararın giderilmesi için gereken de yapılmış bulunacağından hem adalet yerine
getirilmiş olacak, fiille ihlâl edilmiş olan hukuk kurallarının geçerliliği
vurgulanacak ve dolayısıyla kamusal barışın yeniden kurulmasına hizmet edilecek
ve ayrıca devlet, yaptırım uygulamak yönünden katlanacağı birçok masraftan da
kurtulmuş olacaktır. Bu çeşit uygulamalara "onarıcı adalet"
denilmektedir.
Tasarının kabul ettiği
sisteme göre uzlaşma aşağıdaki esaslar çerçevesinde gerçekleştirilecektir:
Türk Ceza Kanununa
eklenmesi öngörülen 118/a maddesinde uzlaşmanın hangi suçlarda uygulanabileceği
belirlendiğinden bu hâllerde Cumhuriyet savcısı, Kanunun saptadığı usule göre
faili davet edecek ve aşağıdaki işlemleri gerçekleştirecektir:
1. Suç failine, fiilinden
dolayı sorumluluğu kabul edip etmediğini soracaktır.
2. Fail sorumluluğu
kabullendiğinde ikinci olarak fiilinin neden olduğu maddî ve manevî zararların
tümünü veya bunun büyük bir kısmını ödemeyi veya zararları gidermeyi kabul edip
etmediğini keza soracaktır; cevap olumlu ise,
3. Durumu mağdura veya
varsa yasal temsilcisine bildirecektir.
4. Mağdur, özgür
iradesiyle uzlaşacağını bildirdiğinde dosya zararın uzlaşmaya uygun olarak
giderilmesine kadar muhafaza edilecektir. Zarar uzlaşma çerçevesinde
giderilmezse kamu davası derhal açılacaktır.
5. Zarar giderildiğinde
Cumhuriyet savcısınca kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilecektir.
Suç faili ve mağdur
arasındaki maddî ve manevî zararı giderme, bazen müzakereyi gerektirebilir.
Böyle bir olasılığı karşılamak üzere dördüncü fıkra Cumhuriyet savcısının uzlaşma
işlemlerini idare ederek tarafları birleştirip bir sonuca ulaşmalarını sağlamak
üzere bir veya birden çok uzlaştırmacı atamasını öngörmüştür. Uzlaştırmacı bir
avukat olacaktır. Adı geçen derhal işe koyulacak ve atanmasından itibaren on
gün içinde müdahalelerini ve sonuçlarını belirten bir raporu Cumhuriyet
savcısına sunacaktır.
Uzlaştırma işlerinin
giderleri, uzlaştırmacı avukata verilecek ücret dahil, suç faili tarafından
ödenmeden kovuşturmaya yer olmadığına
karar verilmeyecektir.
Madde 266. - Uzlaşma
işlemi uygulanabilecek bir suç nedeniyle Cumhuriyet savcısı 265 inci maddeye
uygun olarak işlem yapmaksızın kamu davasını açtığında hâkim söz konusu maddede
yer alan ve Cumhuriyet savcısı tarafından yerine getirilmesi gereken bütün
işlemleri yapar ve tazminat, madde gereğince ödendiğinde davanın ortadan
kaldırılmasına karar verir.
Bu hâlde de bütün
uzlaştırma giderleri suç faili tarafından ödenecek ve bunlar ödenmedikçe
davanın ortadan kaldırılmasına karar verilmeyecektir.
Madde 267. - İştirak
hâlinde işlenen suçlarda, şeriklerin uzlaşmadan yararlanabilmeleri için, neden
oldukları zararı birlikte ortadan kaldırmış ve maddî ve manevî zararları ödemiş
bulunmaları gerekir. İşlemlerin giderleri hakkında da aynı esaslar geçerlidir.
Şikâyet hakkı olan
mağdurun, ödeme çabasında bulunmayan şerikler hakkında, şikâyetten vazgeçmesi
olanağı elbette ki vardır.
Madde 268. - Ceza
kararnamesi, ceza adalet sisteminden bazı olay ve fiilleri çıkarmak suretiyle,
hâkimin diğer davaları daha sür'atli olarak sonuçlandırmasını sağlayacak zamanı
ona kazandırmak üzere düşünülmüş ve Batı hukukunda uygulanmakta olan usul veya
çarelerden birisidir. Madde ile getirilen ceza kararnamesi, bütün kovuşturma
evresini ortadan kaldıran çabuklaştırıcı bir usuldür. Almanya, İsviçre, Polonya
ve İtalya'da uygulanan bu usul çerçevesinde hâkim birkaç saat içinde onlarca
kararname çıkarabilmektedir.
Madde, ceza kararnamesi
ile hüküm kurulmasını kısıtlı hâllerde ve hafif suçlarda kabul etmiş
bulunmaktadır:
Maddeye göre ceza
kararnamesi ile sadece sulh ceza mahkemelerinin görevi içinde bulunan suçlar
hakkında Cumhuriyet savcısının istemi ile veya re'sen hüküm kurulabilecektir.
Hâkim, duruşma yapmaksızın hüküm tesis edecektir.
Bu usulde hâkim,
Cumhuriyet savcısının istemine uymak zorunda değildir. Zira bu usulde hâkimin
yetkisi sınırlıdır. Oysa hâkim olayın daha etkin cezayı gerektirdiği görüşünde
de olabilir.
Ceza kararnamesi ile
hükmedilebilecek cezalara gelince, ikinci fıkraya göre para cezaları, altı aya
kadar hafif hapis veya bir meslek veya sanat veya ticaretin icrasının
durdurulması, müsadere ve suç nedeniyle mülkiyetin Devlete geçmesidir.
Bunlardan birine veya bir kaçına hükmedilebilir. Üçüncü fıkrada da belirtildiği
üzere, hafif hapis cezası 13/7/1965 tarihli ve 647 sayılı Cezaların İnfazı
Hakkında Kanun gereğince para cezasına çevrilerek de hükmedilebilecektir.
Bugün Yargıtay
içtihatlarında onbeş yaşından küçük olanlar hakkında ceza kararnamesiyle hüküm
verilemeyeceği kabul edilmektedir. Çocukların durumu dikkate alınarak ve
bunların haklarının daha iyi korunması amacıyla onsekiz yaşını doldurmamış
çocuklar hakkında bu usulün uygulanamayacağı maddenin son fıkrasında hükme
bağlanmıştır.
270 inci maddede
belirtildiği üzere kararnameye, hakkında cezaya hükmedilmiş olan kişi "itiraz
edebilir"; bu hakkın kabul edilmiş olması, bu usulü Anayasaya ve insan
haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelere aykırı olmaktan çıkarmaktadır. Bu
nedenle 1412 sayılı Kanundan farklı olarak yalnız hafif hapis hâlinde değil bütün
cezalara karşı, itiraz hakkı kabul edilmiş bulunmaktadır.
Madde yukarıda
açıklandığı üzere 1412 sayılı Kanuna göre bu Kısımda esaslı değişiklikler
yapmış bulunmaktadır.
Madde 269. - Madde,
kendisinden ceza kararnamesi düzenlenmesi istenen hâkimin bu hususta otomatik
bir tutum içerisine girmemesini sağlamak üzere kaleme alınmış bulunmaktadır.
Hâkim, duruşma yapılmaksızın, malî ve maddî nitelikte bir cezayı, olayın
özelliğine göre uygun saymazsa, duruşma açacak ve duruşma gününü, usulü üzere
belirleyecektir. Bu hâlde Cumhuriyet savcısının istemi iddianame rolünü
oynayacaktır.
Madde 270. - Madde, ceza
kararnamesinin içermesi gereken hususları ve özellikleri göstermektedir:
Ceza kararnamesi, başta
verilecek cezayı, bundan sonra fiili, uygulanan kanun maddelerini ve ispat
araçlarını gösterecektir.
Bütün bunların
gösterilmesi ile birlikte mutlaka, kararnamenin tebliği tarihinden itibaren
yedi gün içinde sulh ceza mahkemesine verilecek bir dilekçe veya bir tutanak
düzenlenmesi için zabıt kâtibine yapılacak bir beyan ile kararnameye itiraz edilebileceğini
ve itiraz edilmezse kararnamenin yerine getirileceği kaydını içerecektir. Bu
kayıtları içermeyen bir kararnamenin infaz edilebilme yeteneği yoktur. Tutanak
düzenlendiğinde, hâkimin bunu onaylaması şarttır.
Madde 271. - Madde yedi
günlük süre içinde itiraz edilmeyen ceza kararnamelerinin kesinleşeceğini bir
defa daha vurgulamaktadır.
Madde 272. - Madde,
itiraz hâlinde uygulanacak usule ilişkin bazı esasları göstermektedir. Buna
göre, itiraz hâlinde duruşma yapılacak ve sanık hazır bulunmasa da avukatın
huzuru ile yürütülecektir.
İtiraz isteminin süresi
içinde yapılmaması veya itiraz edenin buna hak ve yetkisinin bulunmaması
hâlinde duruşma açılmaması ve itirazın ret edilmesi benimsenmiş olup, bu karara
karşı acele itiraz yoluna gidilebileceği kabul edilmiştir. Buradaki acele
itiraz kanun yolu olan kurumdur.
Maddenin 1412 sayılı
Kanundaki şeklinde, hâkimin itiraz üzerine vereceği karar için önceki karar ile
bağlı kalmadığı yazılı olup, bu hükmün taşıdığı olası sakıncalar göz önünde
bulundurularak, itiraz üzerine verilen kararın, itiraz edilen kararnamenin
içerdiği yaptırımlardan daha ağır olmayacağı kuralı getirilmekle, kişilerin
ceza kararnamelerine itiraz hâlinde hukukî güvence altında bulundurulmaları ve
itiraz haklarını da çekinmeden kullanmaları sağlanmak istenmiştir.
İtiraz cezanın türüne
bakılmaksızın aynı sulh ceza mahkemesinde görülecektir.
Madde 273. - Ceza
davasının bir duruşmada ve makul süre içinde bitirilmesi temel ilke
oluşturduğundan madde, sanığın mazeretsiz olarak duruşmaya gelmemesi ve bir
avukat da göndermemesi hâlinde, hiçbir inceleme yapılmayacağını ve istemin ret
olunacağını açıklamaktadır.
İkinci fıkrada ise, yedi
günlük süreyi geçirmiş ve fakat eski hâle getirme istemi kabul edilmiş olan
sanık, bu defa yine duruşmaya gelmez ve bu nedenle istemi birinci fıkra
gereğince ret olunursa, buna karşı bir daha eski hâle getirme isteminde
bulunamayacağı açıklanmıştır.
Madde 274. - Madde,
kanunlara göre belirli eşyanın müsaderesi veya imhası veya kullanımdan
kaldırılması gerekli olan hâllerde, bu tedbirlerin her türlü takipten ayrı
olarak alınabilmesi için gerekli usulü düzenlemektedir. Gerçekten belirtilen
şeyler hakkında söz konusu tedbirlerin alınabilmesi için kamu davası açılmamış
veya açılmışsa da bu hususlarda esasla beraber bir karar verilmemiş olabilir
işte bu gibi bir hâlde yapılması gerekenler maddede yer almaktadır.
Aslında, ceza davası
açıldığında müsadere veya imha veya kullanımdan kaldırmanın gerektiği hâllerde,
ceza davası ile birlikte müsadereye veya diğer işlemlere de karar verilecektir.
Ancak kamu davası
açılmamış veya kamu davası açılmış olup da esasla birlikte bu hususta bir karar
verilmemiş ise Cumhuriyet savcısı ve katılan tarafından bu tedbirlerin her
türlü kovuşturmadan ayrı olarak alınması için esas davayı görmekte olan
mahkemeden istemde bulunulabilecektir.
Söz konusu olan
kararların alınması için Cumhuriyet savcısı veya katılan, esas davayı görmekle
yetkili mahkemeye başvuracaktır.
Madde 275. - Madde, 274
üncü maddede belirtilen tedbirlerin alınmasındaki usulü göstermektedir. Duruşma
ve karar hakkında duruşmaya ilişkin kurallar uygulanacaktır.
Müsadere veya imha
olunacak veya kullanımdan kaldırılacak eşya üzerinde hakkı olan kimseler de
olanak varsa duruşmaya çağrılacaklar ve sanığın sahip olduğu bütün hakları
kullanabileceklerdir. Adı geçenlerin mahkeme tarafından bu konuda yapılan
çağrıya uymamaları duruşmanın ertelenmesine neden ve hükmün verilmesine engel
olmayacaktır. Böylece tedbirlere karar verilmesinin sürüncemede bırakılmaması
düşünülmüştür.
Madde 276. - 274 üncü
maddeye göre verilecek kararlar hakkında Cumhuriyet savcısı, davaya katılan ve
eşya üzerinde hakkı olanlar istinaf yoluna başvurabileceklerdir.
Madde 277. - Madde, 274
üncü maddeden farklı olarak, suç konusu olmayan ve fakat sadece müsadereye tâbi
bulunan eşyanın müsaderesine sulh ceza hâkimi tarafından karar verileceğini
hüküm altına almıştır. İstem üzerine hâkim duruşma yapmadan evrak üzerinden
karar verecektir. Ancak bu kararlara karşı ilgililer acele itiraz yoluna
gidebilecektir.
Madde 278. - Beşinci
Kitabın Üçüncü Kısmında, toplumsal bakımdan büyük önem taşıyan bazı suç
gruplarının yargılanmasına ilişkin özel hükümler getirilerek, bunlarla
mücadelede daha etkin bir soruşturma ve kovuşturmanın sağlanması hedeflenmiştir.
Nitekim terör suçları hakkında özel usul hükümlerini de içeren 12/4/1991
tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun varlığı bilinmektedir. Bu
Kısmın Birinci Bölümü uyuşturucu maddelere ilişkin hükümleri içermektedir.
Madde, Türk Ceza
Kanununun 403 üncü maddesinin (1) ilâ (11) numaralı fıkralarında, 404 üncü
maddesinin (1) numaralı fıkrasında, 405, 406 ve 407 nci maddelerinde yazılı
suçları işleyenlerle, bunları işlemek üzere örgüt kuranlar ve kurulmuş
örgütlere katılanlar hakkında, Tasarının bu Bölümünde yazılı olan hükümlerin
uygulanacağını öngörmüş bulunmaktadır. Bu Bölümde ise genel hükümlerden farklı
bazı yeni hüküm ve tedbirler yer almış bulunmaktadır.
Madde 279. - Madde,
birinci olarak 278 inci maddede sayılan suçlar ile bunlarla bağlantılı diğer suçları, örneğin adam öldürme
cürümlerini yargılayacak ağır ceza mahkemelerinin, bu konularda uzmanlık
deneyimini elde etmelerini sağlamak amacıyla, Hâkimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu tarafından belirleneceği hükmünü getiriyor.
İkinci olarak bu
suçlardan dolayı tespit, arama, elkoyma işlemleri gece ve gündüz günün her
saatinde yetkililerce yapılabilecektir.
Üçüncü olarak, müsadere,
suç nedeniyle mülkiyetin Devlete geçmesi ve para cezası yaptırımlarının
infazını güvence altına almak üzere Cumhuriyet savcısına, davaya bakmakta olan
mahkemeye, soruşturma evresinde sulh ceza hâkimine başvurabilmesi yetkisini
vermiş bulunmaktadır. Bu hâlde mahkeme başkanı veya sulh ceza hâkimi, hakkında
soruşturma veya kovuşturma yapılan kişinin her türlü hesaplarına veya mallarına
geçici olarak elkonulmasına karar vermekle birlikte gerekli bütün tedbirleri de
alabilecektir.
Ancak kovuşturmaya yer
olmadığı, beraat, davanın düşmesi, ortadan kaldırılması veya reddi kararları
verildiğinde tedbirler kendiliğinden, yani ayrıca bir karar verilmesine
gereksinim olmadan kalkacaktır.
Dördüncü olarak, bu
suçlarda şartla salıverilme kararının verilebilmesi hükmedilmiş para
cezalarının ödenmiş olmasına bağlanmıştır.
Madde 280. - Madde, 278
inci maddede yer alan suçların ve faillerinin meydana çıkarılması hususunda bu
suçları soruşturma ile görevli kolluk mensuplarına işlerini etkin biçimde
yerine getirebilmelerini sağlamak üzere şu yetkileri vermektedir:
1. Kolluk mensupları,
uyuşturucu maddelerin veya suçların işlenmesinden meydana gelen mal ve paranın
tespiti için, bazı yerleri ve kişileri gizli olarak, gözlem altına
alabileceklerdir. Ancak bunu yapabilmek için önce Cumhuriyet savcısına bilgi
vereceklerdir.
2. Kolluk mensupları,
yukarıda belirtilen amaçlara ulaşmak ve fiilleri tespit ederek failleri
yakalayabilmek için bir kısım uyuşturucu maddeleri depo edebilecekler, elde
bulundurabilecekler, nakledebilecekler ve suçları işleyenleri yakalayabilmek
için söz konusu malları bunlara verebilecekler ve bütün bunlardan dolayı
sorumlu olmayacaklardır. Ancak bu hukuka uygunluk nedenlerinden
yararlanabilmeleri için Cumhuriyet savcısının iznini almış bulunmaları
zorunludur.
Maddenin son fıkrası
uyuşturucu maddelerin kanun dışı üretimlerinde kullanılan diğer maddelerin ele
geçirilmesi bakımından da geçerli
olduğunu ifade etmektedir.
Madde 281. - Madde, 278
inci madde kapsamına giren suçlarda soruşturmanın sağlık ve etkinlik içinde
yürütülebilmesini sağlamak üzere bir tedbirin daha alınabilmesi olanağını
vermiş bulunmaktadır: Uyuşturucu madde suçlarının işlendiği hususunda kuvvetli
belirtiler bulunan otel, pansiyon, meyhane, lokanta, kulüp, dans veya temaşa
yerleri ya da bunların eklentilerinin veya benzeri yerlerin kapatılmasına
Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi karar verebilecektir;
süre en çok altı aydır. Bu süre aynı koşullarla üç aya kadar da uzatılabilecek,
dava açıldığında yetkili mahkeme bu husustaki kararı verebilecektir.
Kapatma kararlarına
itiraz edilebilecektir.
Madde 282. - 278 inci
maddenin gerekçesinde Beşinci Kitabın Üçüncü Kısmının içerdiği bölümlerde, bazı
suç grupları hakkında Tasarının getirdiği özel usul hükümlerinin niteliklerine
değinilmiştir.
Bu madde, aynı suretle
Türk Ceza Kanununun 201/a, 201/b, 435 ve 436 ncı maddelerinde yer alan
fiillerle, bunları işlemek amacı ile örgüt kurma suçları hakkında İkinci
Bölümdeki hükümlerin öncelikle uygulanacağını, söz konusu hükümler dışında ise
Tasarının bütün hükümlerinin geçerli olmakta devam edeceğini belirtmektedir.
Madde 283. - Maddeyle,
fuhuş için aracılık, göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti suçlarına ilişkin
olarak getirilmiş olan özel hükümler şunlardır:
1. Yukarıda Türk Ceza
Kanununun bazı maddelerine yollama yapılarak belirtilen suçların ve faillerinin
araştırılması ve belirlenmesi için yapılacak tespit, arama ve elkoyma
işlemleri, fuhuşla uğraşan kişilerin bulunmayı alışıklık hâline getirdikleri
veya eylemlerini sürdürdükleri yerlerde günün her saatinde yapılabilecektir.
2. Takipte olan kişilerin
bulunduğu yer veya personelinin delilleri yok etme veya karartma olasılığının
var olduğu hâllerde, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi
otel, pansiyon, meyhane, lokanta, kulüp, dans veya temaşa yerleri ya da
bunların eklentilerinin veya benzeri yerlerin altı ayı geçmemek üzere
kapatılmalarına karar verebilecek ve bu süre, aynı koşullarla üç ay daha
uzatılabilecektir.
Kamu davası açıldıktan
sonra işe bakan mahkeme kapatma kararları bakımından yetkili olan tek mercidir;
aynı koşullara uyularak kapatma kararlarının sürdürülmesine veya son
verilmesine karar verebilecektir.
Madde bütün kapatma
kararlarına karşı itiraz edilebileceğini kabul etmektedir.
Madde 284. - Maddede, 283
üncü maddede belirtilen kararlardan ayrı olarak, mahkeme tarafından bu
suçlardan mahkûm edilen kişilerin derhâl yurt dışına çıkarılmalarına da karar
verilebileceği öngörülmektedir.
Madde 285. - İçinde fuhuş
yapılmasına alışılmış yerleri işletenlerin, komşularının bu nedenle uğradıkları
zararların tazmin edilmesine istem üzerine mahkemece karar verileceği maddede
hükme bağlanmaktadır.
Madde 286. - Tasarının
temel ilkesi, sanığın duruşmada hazır bulunmasının hüküm verilebilmesi için
zorunlu olmasıdır. Ancak sanığın kovuşturma evresinin açılmasından itibaren
duruşmalara gelmemesi olasılığı vardır. Bu Bölümde yer alan dört maddede kaçak
sanığın duruşmaya gelmesini sağlamak üzere mahkemece alınabilecek tedbirler ve
bunların infazı hususundaki esas ve usuller gösterilmiştir.
Bu madde, yukarıda
açıklanan durumdaki sanık hakkında kaçak kararının verilebileceğini ve bunun
usulünü göstermektedir. Kamu davası açılmış ve kovuşturma evresine geçilmiş
bulunan sanık hakkında kaçak kararının verilebilmesi ve bu sıfatla ilgili
tedbirlerin uygulanabilmesi için koşullar şunlardır:
1. Taksirle işlenen
suçların failleri hakkında söz konusu tedbirler uygulanamaz.
2. Suçun üst sınırının
beş yıl veya daha fazla hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektirmesi temel koşuldur.
3. Türk Ceza Kanununun
404 üncü maddesinin (2), (3) ve (4) numaralı fıkraları yani uyuşturucu
maddeleri kullanma suçu hariç, Türk Ceza Kanununun saptadığı bütün uyuşturucu
madde suçları tedbirler kapsamı içindedir.
4. Türk Ceza Kanununun
İkinci Kitabının Sekizinci Babının Üçüncü Faslında yer alan suçların failleri hakkında da kaçak kararı verilebilir.
5. Cezasının üst sınırı
ne olursa olsun ihaleye fesat karıştırma suçunun failleri maddenin kapsamına
dahildir.
6. Toplu veya örgütlü
olarak işlenmiş suçların faillerinin de, koşulları varsa kaçak olduklarına
karar verilebilir.
Bu suçlardan dolayı, fail
hakkında mahkemece verilecek karara göre sanığın kaçak sayılabilmesi ise şu
usule tâbidir:
Sanık önce Tasarının
gösterdiği usule ve Tebligat Kanununa göre davet olunacaktır; bu çağrıya
uymadığında hakkında ihzar kararı verilecektir. Bu karara da uymadığında
keyfiyet gazete ile ilân edilecek ve bu ilânda on gün içinde gelmediği takdirde
hakkında kaçak kararı verilebileceği ve bu hâlde uygulanabilecek tedbirler
gösterilecektir. Bu ilân aynen, sanığın bilinen konutunun kapısına ve mahkeme
divanhanesine de asılacaktır.
Madde 287. - Madde, 286
ncı madde gereğince kaçak olduğuna karar verilen sanık hakkında mahkemece
bütünüyle veya kısmen alınabilecek tedbirleri göstermektedir. Mahkeme, sanığın
değerlendireceği durumuna göre bu tedbirlerin tümüne veya bir kısmına veya
tedbiri kısmen öngörerek hüküm verebilecektir.
Tedbirler şunlardır:
1. Sanığın, Türkiye yargı
mercileri huzurunda hukuk ve ceza davası açması, ceza davasına katılması,
açılmış davalarını sürdürmesi yasaklanabilecektir. Mahkeme, kaçağın açmış
bulunduğu hukuk veya ceza davalarının sürdürülmesinin yasaklandığı hâllerde,
kaçağın yakınlarının büyük zarar görebileceğini saptadığında bu tedbire
hükmetmeyebileceği gibi alınmış tedbiri kaldırabilir. Söz gelimi dava açmak
yasağını kaldırabilir veya görülmekte olan dava bakımından bir yasak koymayabilir.
2. İkinci tedbir, kaçağın
kamu hizmetlerinden yasaklanma cezasının içeriğini oluşturan yoksunlukların
bütününe veya bir kısmına tâbi tutulabilmesidir.
3. Genel veya yerel
seçimlerde seçmen olmak veya seçilmek hakkının kaldırılması da uygulanabilecek
tedbirlerdendir.
4. Maddenin söz konusu
ettiği en önemli tedbir, sanığa ait taşınır veya taşınmaz mallara veya banka
hesaplarına elkonulmasıdır. Taşınır mallara, elbette ki, sanığın söz gelimi her
türlü taşıtları, kıymetli eşyası, hisse senetleri, tahvil ve benzerleri
girmektedir.
Taşınmaz mallara
konulacak tedbir, bunlar üzerindeki her türlü tasarrufun yasaklanacağını,
ayrıca bunların gelirlerinin de kayyım tarafından tahsil edilerek mahkemece
saptanacak yere yatırılmasını ifade etmektedir.
Bütün bu malların idaresi
için mahkeme tarafından bir kayyım atanacaktır. Kayyım, 22/11/2001 tarihli ve
4721 sayılı Türk Medenî Kanununa göre atanmış bir vasi gibi hareket etmek ve
mahkemeye hesap vermekle yükümlü olacaktır. Mahkeme kayyımın tahsil ettiği
gelirleri nereye yatıracağını, elbette ki, kararında gösterecektir. Bir
iktisadî işletme söz konusu ise, kayyım bu işletmeyi müdebbir bir tacir gibi
idare edecektir; gerekli basiretin gösterilip gösterilmediğini mahkeme
denetleyecektir.
Tedbirlerin alınması
nedeniyle sanığın yasal olarak bakmakla yükümlü bulunduğu yakınları alınan
tedbirlerden dolayı yoksul duruma düştüklerinde kendilerine geçimlerini
sağlayacak miktarda ve sosyal durumları ile orantılı yardımda bulunulması
hususunda mahkemece kayyıma emir verebilmesi de öngörülmüştür. Bu yardım
muntazam bir ödenek şeklinde de olabilir.
Madde son fıkrasında,
tedbir kararlarına sanığın yasal bakımdan bakmakla yükümlü bulunduğu kişilerin
itiraz edebileceklerini kabul etmiştir. Buna karşılık sanığın itiraz hakkı
yoktur. Hukukun verdiği güvenceden yararlanmak isteyenlerin bizzat kendilerinin
hukuka saygılı olmaları ve duruşmaya gelmeleri gereklidir.
Madde 288. - Madde,
tedbirlere ilişkin kararların özetinin bir gazete ile ilânına karar
verilebilmesini mahkemenin takdirine bırakmıştır. Aslında bu karar, üçüncü
şahısların korunması amacına yönelik olduğu kadar aynı zamanda tedbirlerle
ilgili makam ve mercileri de bunlardan haberdar etmek gereğini karşılamaktadır.
Taşınmaz mallar hakkında alınmış bulunan tedbirler de tapu siciline
kaydolunmaları için malın bulunduğu yer tapu sicil müdürüne mahkemece
bildirilecektir.
Tedbirler kısmen veya
tamamen kaldırıldığında durumun yeniden ilân edilmesi veya tapuya bildirilmesi
gerekecektir.
Madde 289. - 287 nci
madde gereğince alınacak tedbirlerin temel amacı sanığın duruşmada hazır
bulunmasını olanaklı kılmaktır. Bugün, özellikle, Devlete veya kamu
kuruluşlarına ait mal veya değerlere karşı suç işleyenler, yurt dışına kaçmakta,
Türkiye'deki mallarının gelirinden istifade ile yurt dışında rahat yaşamakta,
ceza davasında da kendilerini avukatlarla temsil ettirebilmektedirler. Böyle
bir durumu önlemek amacını güden Fransız Ceza Usulü Kanunu, bu kişiler hakkında
davanın gıyapta görülmesini, hüküm verilmesini, mameleke ilişkin cezaların
uygulanmasını, davaya avukat kabul edilmemesini, hürriyeti bağlayıcı cezaya da
hükmedilebilmesini, hükmün temyiz olunamamasını kabul etmiş ancak sanık ele
geçirildiğinde verilen hükmün batıl olacağını ve yeniden yargılama yapılacağını
ayrıca saptamıştır.
Avukat kabul edilmemesi
hususundaki hükmün Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı olduğuna Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesince karar verilmiş ise de, Fransa henüz bu kararla
ilgili olarak Kanununda bir değişiklik yapmamıştır. Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi hâkimlerinden karara muhalefet şerhi veren Petiti bu hususta şöyle
diyor: "Her sanığın kendisini, seçtiği veya resmen atanan bir avukat
marifetiyle savunma hakkı, etkili biçimde ve hukuka uygun olarak çağrıldığı
hâlde, duruşmada bulunmaktan özürsüz ve isteyerek kaçan sanığın, tartışmalılık
ilkesine dayalı bir yargılama nedeniyle bir avukat marifetiyle temsil
olunmasını gerektirmez. Duruşmaya gelmeyi reddeden sanık böyle bir hakka sahip
değildir. Ceza hukuku, niteliği gereği bir cezalandırıcı sistemdir ve düzenin
korunmasıyla insan haklarını bağdaştırmalıdır; yoksa sadece sanıkların
savunması hukuku değildir... Sanık, mağdurun kendisi ile karşılaşmasını
engellemek amacıyla duruşmada bulunmamayı hukukileştiremez."
Tasarının kabul ettiği
çözüme göre amaç sanığın gelmesinin sağlanması için, zorlanmasıdır; tedbirlerin
esas amacı budur. Bu nedenle sanık ele geçirildiğinde mahkeme, tedbirlerin
tümünün kaldırılmasına karar verecektir.
Madde 290. - Madde,
birinci fıkrasında, insan hakları ve adil yargılama ilkesi bakımından büyük
önem taşıyan bir hususu kural olarak açıklamaktadır: Hâkim ve mahkeme
kararlarına karşı kanun yolları açık olup, bu konudaki başvurular ayrı bir
hâkim veya mahkeme tarafından incelenecektir. Böylece, varsa, hukuka aykırılık
veya yanlışlıkların giderilmesi, doğru ve adalete uygun kararlarla, taraflarda
ve toplumda güven duygusunun güçlendirilmesi amaçlanmıştır.
Kanun yolunun kapalı
olduğu hâller ile incelemenin kararı veren hâkim veya mahkemece yapılabileceği
istisnalar, yerinde ve açık hükümlerle belirtilmiştir.
Madde gereğince
Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre davaya katılan sıfatını
almış olanlar ile bu konudaki istekleri mahkemece reddedilmiş veya 249 uncu
madde kapsamında bulunup duruşmadan haberdar edilmemiş suçtan zarar görmüş
kişiler de kanun yollarına başvuru hakkına sahiptirler. Cumhuriyet savcısı
sanık lehine olarak da kanun yoluna başvurabilir.
Şüpheli, sanık ve davaya
katılan ile katılma istemi reddedilmiş veya duruşmadan haberdar edilmemiş olan
suçtan zarar görenler ancak hukukî çıkarlarını ihlâl etmiş olan karara karşı
kanun yoluna başvurabilirler; aksi hâlde yetkileri yoktur.
Ayrıca ikinci fıkrayla,
asliye ceza mahkemesi Cumhuriyet savcılarının, mahkemelerinin yargı
çevresindeki sulh ceza mahkemelerinin; ağır ceza mahkemeleri Cumhuriyet
savcılarının ağır ceza mahkemesinin yargı alanı çevresindeki asliye ve sulh
ceza mahkemelerinin; bölge adliye mahkemesi Cumhuriyet savcılarının da bölge
adliye mahkemelerinin kararlarına karşı kanun yollarına başvurabilecekleri
kabul edilmiştir.
Madde 291. - Madde, 290
ıncı maddede belirtilenlerden şüpheli, sanık ve davaya katılan tarafından
görevlendirilen veya mahkeme ya da baro tarafından atanan avukatın, kendilerini
görevlendirenlerin açık isteklerine aykırı olmamak koşuluyla, kanun yollarına
başvurabilecekleri hükmünü getirmiştir.
Madde 292. - Madde
uyarınca yasal temsilci ve karı-koca arasında ayırım gözetilmeksizin eş, bu
sıfatları devam ettiği sürece şüpheli ve sanığa açık bulunan kanun yollarına
onlardan bağımsız olarak, kendiliklerinden başvurabilirler. Görülüyor ki,
belirtilen kişilerin başvuru yetkileri 291 inci maddede avukatlar için tanınan
yetkiden farklı olarak, koşulsuz kabul edilmiştir.
Davaya katılanın yasal
temsilcisi de bu sıfatı süresince kanun yollarına başvurabilecektir. Ancak,
katılanın eşine bu hak tanınmamıştır.
Şüpheli veya sanığın
yasal temsilcisiyle eşi ve davaya katılanın yasal temsilcisinin süresinde
yaptıkları başvurular hakkında, şüpheli, sanık ve katılanın başvurusuna ilişkin
hükümler uygulanacaktır. Başvuruyu izleyen işlemler bakımından da aynı hükümler
uygulanacaktır.
Madde 293. - Madde ile,
tutuklu bulunan şüpheli veya sanığın kanun yollarına başvurusu
kolaylaştırılmak, başvurunun zamanında yapılıp yapılmadığı, sürelerin kesilip
kesilmediği konusundaki tereddütler de ortadan kaldırılmak istenmiştir.
Buna göre tutuklu
bulunan, şüpheli veya sanık sözlü olarak tutuklu bulunduğu kurum müdürüne veya
kararı veren mahkemenin zabıt kâtibine başvurabilir. Bu başvuruyu dilekçeyle de
yapabilir. Her iki hâlde de başvurular önce ilgili deftere kaydedilir, sonra bu
konuda tutanak düzenlenir ve tutanağın bir örneği tutukluya verilir.
Kurum müdürlüğünce
gönderilen dilekçe ve tutanak mahkeme kâtibince de ayrıca deftere kaydedilir.
Zabıt kâtibi veya kurum
müdürünün başvuru ile ilgili yaptığı işlemlerle kanunun öngördüğü süreler
kesilmiş olur.
Madde 294. - Tasarı,
hâkim ve mahkeme kararlarında hukuka aykırılık ve yanlışlık olabileceğini kabul
ve bunlara karşı kanun yollarını açık tutarken, Cumhuriyet savcısı dahil
başvuru hakkı olanların da mercide veya kanun yolunun belirlenmesinde yanılgıya
düşebileceklerini öngörmüş ve bunu karşılamak üzere bu maddeyi getirmiştir.
Madde uyarınca,
Cumhuriyet savcısının, şüpheli veya sanığın, avukatın, davaya katılanın, yasal
temsilcinin veya eşin kabulü gerekli bir kanun yolu istemi salt merciin veya
kanun yolunun belirlenmesinde yanılgı nedeniyle, başvuranın hukukunu ihlâl
etmeyecek, dilekçe veya tutanağın verildiği merci bunu, zaman yitirmeden,
yetkili ve görevli mercie gönderecektir.
Cumhuriyet savcılarının
yoğun ve ağır bir iş yükü altında bulunmaları nedeniyle yanılgıya düşmeleri
olasıdır. Öte yandan, Cumhuriyet savcılarının kanun yolu başvurularının toplum
yararına, toplumun hukukunu bozan bir durumun düzeltilmesini sağlama amacına
yönelik olduğu ve sanık lehine de başvurabilecekleri düşüncesiyle, bu konuda
sınırlama koyan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 22/1/1962 gün ve 211
sayılı kararını aşmak üzere, madde açık hüküm getirmiştir.
Madde 295. - Madde,
Cumhuriyet savcısının kanunun olanak verdiği durumlarda hâkim ve mahkeme
kararlarına karşı şüpheli veya sanığın aleyhine veya lehine kanun yoluna
başvurabileceğini açıklamakta ve bu konuyu düzenlemektedir.
Cumhuriyet savcısı aleyhe
kanun yoluna başvurduğunda, bunu inceleyen yetkili merci istemle bağlı
olmaksızın kararı şüpheli veya sanığın lehine bozabilir veya değiştirebilir.
Bu ilke davaya katılanın
başvurusunda da geçerlidir.
Ancak Cumhuriyet
savcısının kanun yoluna başvurusu şüpheli veya sanığın lehine ise, karar aleyhe
bozulamaz ve değiştirilemez.
Madde 296. - Kanun yoluna
başvuru hakkı olanlar bu haklarını kullanmayabilirler ve kanunun öngördüğü
sürenin dolmasıyla karar kesinleşir.
Tasarı, 1412 sayılı
Kanunun 295 inci maddesinde yer alan kanun yoluna başvuru hakkından vazgeçmeyi
benimsememiş, yalnızca başvurulduktan sonra geri almayı düzenlemiştir. Buna
göre, kanun yoluna süresinde başvurulduktan sonra mercii tarafından karar
verilinceye kadar bu başvurudan vazgeçilebilir.
Cumhuriyet savcısı, sanık
lehine veya aleyhine kanun yoluna gidebileceğinden bu hususun başvurusunda
açıkça belirtilmesi gerekir. Belirtilmemişse Yargıtay İçtihadı Birleştirme
Kurulunun 17/12/1930 gün ve 26/32 sayılı kararında da vurgulandığı gibi başvuru
sanık lehine sayılır. Cumhuriyet savcısı sanık aleyhine başvurusunu
kendiliğinden geri alabilirse de, lehe başvurusundan vazgeçmesinin geçerli
olması sanığın bunu kabul etmesi koşuluna bağlı tutulmuştur.
Katılan, şüpheli veya
sanık avukatı, vekâletnameyle verilmiş açık yetki varsa kanun yoluna başvuruyu
geri alabilirler.
Ancak, 150 nci maddenin
ikinci fıkrasıyla onsekiz yaşını doldurmamış ya da sağır veya dilsiz veya
kendisini savunamayacak derecede malûl olanlara avukat atanması zorunluğu,
kendilerini yeterince savunamayacakları gerekçesine dayalı olduğundan bu
durumdaki şüpheli veya sanıklar yararına kanun yoluna başvurulduğunda veya
başvurudan vazgeçildiğinde avukatın seçimi geçerli olacaktır.
Madde 297. - Tasarı hâkim
ve mahkeme kararlarına karşı itiraz ve acele itiraz ayrımını bazı
değişikliklerle muhafaza etmiş, 1412 sayılı Kanundan farklı olarak acele
itiraza tâbi kararların yanında itiraz olunabilecek diğer kararları da ilgili
maddesinde teker teker belirtmek yöntemini seçmiştir.
İlgili maddelerinde
itiraz veya acele itiraz yolunun açık olduğu yazılı olmayan kararlar ise esas
hükümle birlikte istinaf yoluna götürülecektir.
Bu nedenle madde, kanunun
gösterdiği hâllerde, hâkim ve mahkeme kararlarına karşı itiraz veya acele
itiraz yoluna gidilebileceğini belirtmeyi yeterli görmüştür.
Madde 298. - İtiraz
edilebilecek kararları ilgili maddesinde gösteren Tasarı, bazen kararların
özelliği bakımından itiraz süresini de maddesinde belirtmiştir. Belirtilmeyen
hâllerde ise itiraz süresi kural olarak 36 ncı maddeye göre ilgililerin kararı
öğrendiği günden itibaren yedi gündür.
Cumhuriyet savcısı ve
taraflarca itiraz, kararı veren hâkim veya mahkemeye sunulacak dilekçe ile veya
tutanağa geçirilmek koşuluyla zabıt kâtibine beyanda bulunmak suretiyle
yapılır. Tutanakla saptanan beyan ve imza mahkeme başkanı veya hâkim tarafından
onaylanır.
Kararına itiraz olunan
hâkim veya mahkeme itirazı uygun görürse kararını düzeltir. Aksi hâlde en çok
üç gün içinde, acele itiraz hâllerinde ise, incelenmeksizin derhal itirazı
incelemeye yetkili mercie göndermek zorundadır.
İtirazı inceleme görevi:
1. Sulh ceza hâkiminin
kararına karşı yargı çevresinde bulunduğu asliye ceza mahkemesi hâkimine,
2. Sulh ceza işleri
asliye ceza hâkimince görülüyorsa ağır ceza mahkemesi başkanına,
3. Asliye ceza mahkemesi
hâkimi tarafından verilen kararlara karşı yargı çevresinde bulundukları ağır
ceza mahkemesine,
4. Ağır ceza mahkemesi
ile başkanınca verilen kararlar hakkında, o yerde ağır ceza mahkemesinin birden
çok dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daireye, son
numaralı daire için birinci daireye; o yerde ağır ceza mahkemesinin tek dairesi
varsa, en yakın ağır ceza mahkemesine,
5. Naip hâkim kararlarına
yapılacak itirazların incelenmesi mensup oldukları ağır ceza mahkemesi
başkanına, istinabe olunan mahkeme kararına karşı yapılacak itirazların
incelenmesi maddenin (1), (2) ve (3) numaralı bentlerinde gösterilen esaslara
göre bulundukları yerdeki mahkeme başkanı veya mahkemeye,
aittir.
6. Bölge adliye mahkemesi
ceza dairelerinin kararları ile Yargıtay ceza dairelerinin esas mahkeme olarak
baktıkları davalardaki ilk ve son duruşmalarda verilen kararlara itirazları;
a) Üyelerin kararlarına
karşı görevli olduğu daire başkanı,
b) Daire başkanının
kararı ile dairenin kararına karşı diğer daire,
inceler.
Bu incelemede sayı
itibarıyla izleyen daire veya başkan ve sonuncu daire söz konusu ise birinci
daire başkanı veya ceza dairesi görevlidir. O yerde bölge adliye mahkemesinin
tek ceza dairesi varsa o itirazın incelenmesi en yakın bölge adliye mahkemesi
ceza dairesine aittir.
Madde 299. - Maddeye göre
itiraz, kural olarak, kararın yerine getirilmesini kendiliğinden
önlemeyecektir.
Ancak, gözlem altına
alınma kararına karşı yapılan acele itiraz, kararın yerine getirilmesini
durdurur (madde 77). Ayrıca tutuklanması istenen şüpheli ve sanık hakkında
tutuklama kararı verilmezse derhâl serbest bırakılır (madde 120); itiraz
salıvermeyi engellemez.
Bu istisnalar dışında da,
kararına itiraz olunan hâkim veya mahkeme veya inceleme mercii icranın
ertelenmesine isteğe bağlı olmaksızın karar verebilir.
Madde 300. - Ceza
yargılamasının amacı gerçeği araştırmak ve bulmaktır. Kamu adına görev yapan ve
yargılama işlevinin en önemli öğelerinden olan Cumhuriyet savcısı bu amaç
doğrultusunda işlevlerini yerine getirir. Şüpheli veya sanığın yararına da
kanun yoluna başvurabilir. Bu nedenlerle Cumhuriyet savcısı taraf değildir.
Madde bunu vurgulamak için Cumhuriyet savcısını taraflardan ayrı olarak
belirtmiştir.
İtirazı inceleyecek
merci, gerekli görürse, yazı ile cevap verilmek üzere itirazı Cumhuriyet
savcısı ve karşı tarafa bildirebilir; tanık dinlenmesi, keşif yapılması,
bilirkişi görüşünün alınması gibi eksik gördüğü soruşturma işlemlerinin
yapılmasını isteyebileceği gibi kendisi de bunları yapabilir.
Madde 301. - Madde, birinci
fıkrasında kural olarak
itiraz hakkında belgeler
üzerinde inceleme yapılarak ve duruşmasız karar verilmesini kabul etmiştir.
İnceleme mercii itirazı
yerinde bulursa hukuka aykırı olarak değerlendirdiği kararı kaldırır ve itiraz
konusu hakkında da karar verir. İtiraz, yerinde görülmezse ret olunur.
Karar, inceleme,
araştırma ve değerlendirme için gerekli makul süre gözetilerek, olanak bulunan
en kısa zamanda verilmelidir.
İtiraz üzerine verilecek
kararlar tutuklamaya ilişkin olanlar dışında kesindir. Tutuklamaya ilişkin
kararlara karşı ise acele itiraz yoluna gidilebilir.
Madde 302. - Maddeye
göre, acele itiraz, 36 ncı maddeye göre ilgililerin kararı öğrendiği günden
itibaren üç gün içinde yapılabilecektir.
Hâkim ve mahkemeler, aleyhine
acele itiraz yoluna başvurulan kararları kendileri değiştiremezler.
Madde 303. - Madde ile,
ilke olarak, ilk derece ceza mahkemelerinden verilen hüküm ve kararlara karşı
istinaf yolu açık tutulmuş, bunlardan onbeş yıl ve daha fazla hürriyeti
bağlayıcı cezalar ile ölüm cezalarına ait hükümlerin bölge adliye mahkemesince
re'sen incelenmesi uygun görülmüştür. Bu düzenleme ile ilk derece
mahkemelerince verilen hükümlerin, doğrudan doğruya temyiz edilemeyeceği,
yalnızca istinaf yoluna başvurulabileceği benimsenmiştir.
Maddenin ikinci
fıkrasında, hükümden önce verilip hükme esas teşkil eden veya başkaca kanun
yolu öngörülmemiş olan kararlara karşı da hükümle birlikte istinaf yoluna
başvurulacağı açıklanmıştır.
Maddenin üçüncü
fıkrasında bentler hâlinde istinaf yoluna başvurulamayacak, diğer bir anlatımla
kesin nitelikte olan kararlar açıklanmıştır.
İstinaf yolu hakkında
ayrıntılı bilgiler için Genel Gerekçeye bakılmalıdır.
Madde 304. - İstinaf
incelemesi, onbeş yıl ve daha fazla hürriyeti bağlayıcı cezalar ile ölüm
cezalarına ait hükümler ayrık, başvuru hakkına sahip olanın istemi üzerine
yapılır. Başvuru, hükmü veren mahkemeye dilekçe verilmesi veya zabıt kâtibine
beyanda bulunulması şeklinde olur. Beyan tutanağa geçirilir ve hâkime
onaylattırılır.
Tutuklu sanık 293 üncü
madde uyarınca başvurusunu, tutuklu bulunduğu kurum müdürüne de yapabilir.
İstinaf yoluna başvuru
süresi yedi gün olup, bu süre hükmün açıklanması, açıklama kanun yoluna başvuru
hakkı olanların yokluğunda yapılmış ise süre hükmün tebliği tarihinden itibaren
başlayacaktır.
Asliye ceza
mahkemelerinde görevli Cumhuriyet savcıları, bu mahkemenin yargı çevresine
dahil olan sulh ceza mahkemelerinin; ağır ceza mahkemelerinin Cumhuriyet
savcıları da, ağır ceza mahkemesinin yargı çevresi içerisinde yer alan asliye
ve sulh ceza mahkemelerinin hükümlerine karşı, kararın kendilerine geliş
tarihinden itibaren yedi gün içinde istinaf yoluna başvurabilirler.
Maddenin dördüncü
fıkrasına göre sanık, katılan, katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş
veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görenler istinaf yoluna
başvuru dilekçelerinde veya beyanlarında başvuru nedenlerini gösterebilecekleri
gibi, göstermemiş olmaları inceleme yapılmasına engel değildir. Hükmün, istinaf
yoluna başvurulabilir olması ve başvuranın buna hakkının bulunması incelenmesi
için yeterlidir. Ancak, beşinci fıkra gereğince Cumhuriyet savcılarının istinaf
yoluna başvuru nedenlerini yazılı istemlerinde gerekçeleriyle birlikte ve
açıkça göstermeleri zorunludur.
Madde 305. - Maddeye göre
sanık, yokluğunda verilen ve aleyhine olan hükümlerle ilgili olarak eski hâle
getirme isteğinde bulunabilir. Bu istem
42 nci ve 43 üncü maddelerde açıklanan koşullara ve süreye bağlıdır.
Eski hâle getirme süresi
içinde istinaf süresi de işler. Bu nedenle istinaf yoluna başvurma hakkının
korunabilmesi için eski hâle getirme isteminde bulunulduğunda ayrıca istinaf
başvurusunun da yapılması gerekir.
Bu durumda istinaf yoluna
başvuruyla ilişkili işler, eski hâle getirme istemi hakkında karar verilinceye
kadar ertelenir. Önce eski hâle getirme istemi ve buna göre de istinaf istemi
karara bağlanır.
Madde 306. - Maddeye göre
304 üncü maddede belirtilen süre içinde yapılan ve geçerli olan istinaf
başvurusu tüm yönleriyle hükmün kesinleşmesini önleyecektir.
Duruşmada yalnızca hüküm
fıkrası açıklanmış diğer bir anlatımla gerekçesi tümüyle açıklanmamışsa; hükme
karşı istinaf yoluna başvurulduğunun
mahkemece öğrenilmesinden itibaren yedi gün içinde gerekçesinin tebliğ
edilmesi gerekecektir.
Maddenin ikinci
fıkrasında öngörülen yedi günlük sürenin, 244 üncü maddenin üçüncü fıkrası
gereğince hükmün gerekçesinin yazılıp dosyaya konulmasından itibaren
başlayacağında kuşku yoktur.
Madde 307. - Hükmü veren
mahkeme, başvuruyu, yasal sürede yapılıp yapılmadığı, hükmün istinaf yoluna
başvurulabilir nitelikte olup olmadığı, istinaf yoluna başvuranın buna hakkı
bulunup bulunmadığı hususlarıyla sınırlı biçimde inceler.
İstinaf yoluna başvuru
isteminin yasal sürenin geçmesinden sonra yapıldığı veya hükme karşı istinaf
yoluna başvuru olanağının bulunmadığı veya başvuranın buna hakkı olmadığı
saptanırsa dilekçenin reddine karar verilir. Karar ilgiliye tebliğ olunur.
Cumhuriyet savcısı veya
taraf, ret kararının kendilerine tebliğinden itibaren yedi gün içinde bölge
adliye mahkemesinden bu konuda bir karar verilmesini isteyebilirler. Bu durumda
dosya bölge adliye mahkemesine gönderilir. Ancak bu işlem hükmün infazının
ertelenmesine neden olmaz. Bölge adliye mahkemesinin bu konuda vereceği karar
kesin olup, bu karara karşı temyiz yoluna gidilemez.
Madde 308. - Hükmü veren
mahkemece 307 nci maddeye göre ret nedeni bulunmayan istinaf dilekçesi veya
beyanının bir örneği Cumhuriyet savcısı veya karşı tarafa tebliğ olunacaktır.
Karşı taraf buna yedi gün
içinde yazı ile yanıt verebilir. Ancak karşı taraf sanık ise bu hususta zabıt
kâtibine tutanağa geçirilmek üzere yanıtını sözle de bildirebilir.
Sanığın yasal temsilcisi
ve eşi 292 nci ve tutuklu sanık 293 üncü madde hükümlerinden yararlanabilirler.
Yanıtlar verildikten veya
öngörülen süre bittikten sonra dava dosyası, bölge adliye mahkemesine sunulmak
üzere, Cumhuriyet başsavcılığı tarafından bölge adliye mahkemesi Cumhuriyet
başsavcılığına gönderilir.
Madde 309. - Madde,
istinaf yoluna başvurulan dava dosyalarının bölge adliye mahkemesi Cumhuriyet
başsavcılığına gönderilmesi üzerine yapılacak işlemleri düzenlemektedir.
Dosyanın incelenmek veya
duruşma yapılmak üzere bölge adliye mahkemesi ceza dairesine gönderilmeden
önce, varsa tebligata, belge ve delillere ilişkin eksikliklerin giderilmesi,
yazılı düşünceyi içeren bir tebliğnamenin de eklenmesi gerekli görülmüştür.
Maddenin son cümlesinde,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları dikkate alınarak bölge adliye
mahkemesi Cumhuriyet başsavcılığınca düzenlenen tebliğnamenin taraflara tebliğ
edilmesi öngörülmüştür.
Madde 310. - Bölge adliye
mahkemesi Cumhuriyet başsavcılığınca düzenlenen tebliğnameye bağlı dava dosyası
ilgili ceza dairesine ulaştığında, öncelikle bölge adliye mahkemesinin yetkili
olup olmadığının araştırılarak yetkili olmadığı anlaşılırsa dosyanın yetkili
bölge adliye mahkemesine derhal gönderilmesine, yetkili olduğunun
anlaşılmasından sonra ise başvurunun süresi içinde yapılıp yapılmadığı, kararın
bölge adliye mahkemesince incelenebilecek kararlardan olup olmadığı, başvuranın
buna hakkı bulunup bulunmadığı araştırılacak, süresi içinde yapılmadığı,
incelenebilecek kararlardan olmadığı, başvuranın buna hakkı bulunmadığı
anlaşıldığında işin esasına girilmeden istinaf başvurusunun reddine karar verilecektir.
Madde 311. - Ön inceleme
sonunda haklarında yetkisizlik veya istinaf başvurusunun reddine kararları
verilmeyen dava dosyaları delilleriyle birlikte incelenir.
İlk derece mahkemesi
kararının usul ve esas yönünden eksiksiz ve hukuka uygun olduğu saptandığında,
istinaf başvurusunun esastan reddine; ilk derece mahkemesinin kararında 320 nci
maddede sayılan hukuka kesin aykırılık hâllerinin bulunması durumunda, hükmün
bozulmasına ve dosyanın yeniden incelenmek ve hükmolunmak üzere hükmü bozulan
ilk derece mahkemesine veya kendi yargı çevresinde uygun göreceği diğer bir ilk
derece mahkemesine gönderilmesine karar verilir.
İncelemenin duruşmalı
yapılması zorunlu görüldüğünde, gerekirse sanığın tutukluluğuna karar verilerek
veya adlî kontrole ilişkin tedbirler alınarak duruşma hazırlığına başlanır.
Madde 312. - Bölge adliye
mahkemesinde duruşma hazırlığı başkan veya görevlendireceği üye tarafından
yapılır. Duruşma günü saptanır ve gerekli çağrılar yapılır. Tutuksuz sanığa
yapılacak çağrıda, kendi başvurusu üzerine açılan davanın duruşmasına gelmediği
takdirde davanın reddi kararı verileceği bildirilir. Yine bu aşamada mahkemece,
tanıkların, bilirkişilerin dinlenilmesine ve keşif yapılmasına karar verilir:
Böylece davanın bir duruşmada sonuçlandırılmasını sağlayıcı önlemler alınır.
Madde 313. - Bölge adliye
mahkemesi duruşmasında, ilke olarak, bu Tasarının duruşmaya ilişkin hükümleri
uygulanır. Bunlardan ayrık olarak, bölge adliye mahkemesinde duruşma
başladıktan hemen sonra görevlendirilen üyenin inceleme raporu okunur, gerekli
görüldüğünde ilk derece mahkemesinin gerekçeli hükmü de okunabilir. Duruşmanın
genel hükümlerinden ayrılarak ilk derece mahkemesinde, tanık ifadelerini içeren
tutanaklar, bilirkişi raporları, keşif tutanakları ile duruşma hazırlığı
aşamasında aynı doğrultuda yapılan işlemlere ait tutanaklar okunmakla
yetinilir.
Dosya içeriğine göre
duruşmada dinlenmeleri gerekli görülen tanık ve bilirkişiler mahkemece
duruşmaya çağrılıp dinlenebilirler.
Madde 314. - Hükme karşı,
yalnız sanık veya avukatı veya 292 nci madde uyarınca yasal temsilcisi ve eşi
veya Cumhuriyet savcısı tarafından sanık yararına olarak istinaf yoluna
başvurulmuşsa, bölge adliye mahkemesince yeniden verilecek hüküm, ilk derece
mahkemesince belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamayacaktır. Bu kural, gerek
cezanın türü ve gerek süresi bakımından geçerli olup, suç niteliğine etkisi
yoktur.
Madde 315. - Bölge adliye
mahkemesince yalnızca 320 nci maddede sayılan hukuka kesin aykırılık hâllerinde
bozma kararı verilebileceğinden, bu bozma kararlarına karşı ilk derece
mahkemelerine direnme hakkı tanınmamış, bunlara karşı herhangi bir kanun yolu
da öngörülmemiştir. İtiraz ve temyize ilişkin hükümler saklı tutulmuştur.
Madde 316. - Tasarı ile,
ilk derece mahkemelerinin hükümlerine karşı yalnızca istinaf yolu benimsenmiş
bulunduğundan, özel kanunlarda temyiz edilebileceği veya haklarında Yargıtaya
başvurulabileceği belirtilmiş ve bölge adliye mahkemelerinin görev alanına
giren karar ve hükümlere karşı istinaf yoluna gidilebilecektir. Böylece, özel
kanunlarda yazılı hükümler bakımından tereddüt giderilmek istenmiştir.
Madde 317. - 303 üncü
maddede ve gerekçesinde açıklandığı üzere; ilk derece mahkemelerinden verilen,
anılan maddenin üçüncü fıkrasında belirtilenler dışında kalan ve davayı sona
erdiren beraat, mahkûmiyet, davanın reddi, davanın ortadan kaldırılması veya
düşmesi, adlî yargı dışındaki bir yargı yerine yönelik görevsizlik, ceza
ehliyetsizliği nedeniyle ceza verilmesine yer olmadığı, tedbir, evlenme
nedeniyle dava veya cezanın ertelenmesi hükümlerine karşı yalnızca istinaf
yoluna başvurma olanağı sağlanmıştır.
Maddenin ikinci
fıkrasında sekiz bent olarak sayılan hâllerde, ilk derece mahkemesi hükümleri de bölge adliye mahkemesi
kararıyla kesinlik kazanacağından ve 315 inci maddenin açık
hükmü nedeniyle bölge adliye mahkemesinin bozma kararlarına
direnilemeyeceğinden, bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin belirtilenler
dışındaki diğer hükümleri temyiz edilebilecektir.
Madde 318. - Tasarının
297 nci maddesinde Kanunun gösterdiği hâllerde hâkim ve mahkeme kararlarına
itiraz edilebileceği açıklanmıştır. Diğer yönden, duruşmanın kesintisizliği
ilkesi uyarınca hükme etkili olacak, itiraz da edilemeyen ara kararlarına karşı
hükümden önce başka bir kanun yoluna başvurma olanağı yoktur.
Madde, gerek hükme etkili
olan ve bu nedenle de hükme esas oluşturan ara kararlarının ve gerek itiraz
yolu tanınmamış mahkeme kararlarının kanun denetimi dışında kalmasını uygun
görmediğinden bu nitelikteki ilk derece mahkeme kararlarına karşı hükümle
birlikte istinaf yoluna gidilebileceğini ve bölge adliye mahkemesinin benzer
kararlarının da temyiz olunabileceği belirtmiştir.
İlk derece mahkemelerince
hükümden önce verilip hükme esas teşkil eden ve başkaca kanun yolu öngörülmemiş
olan kararlarına karşı hükümle birlikte istinaf yoluna başvurulduğunda, bu
mahkemece gerekirse yeniden duruşma yapılarak çekişme çözülebilecektir.
Doğal olarak taraflar
bölge adliye mahkemelerinin aynı tür kararları bakımından da Yargıtaya başvurma
hakkına sahiptirler.
Madde 319. - Tasarı, 1412
sayılı Kanundan ayrılarak "kanuna aykırılık" yerine daha geniş
anlamlı ve amaca uygun olan "hukuka aykırılık" sözcüklerine yer
vermiştir.
Yargılamanın konusunu
oluşturan cezaî uyuşmazlık çözüldükten ve maddî gerçeğe ulaşıldıktan sonra
ilgili hukuk kuralının eksik veya yanlış uygulanması veya hiç uygulanmaması,
hukuka aykırılığı oluşturur.
Hukuk kuralı deyimi,
temel hukuk ilkelerini, yazılı olan ve olmayan hukuk kurallarını, yargılama
hukukuna ilişkin kurallarla maddî hukuka ilişkin kuralların tümünü kapsar.
Temyiz başvurusunun
hükmün hukuka aykırı olması nedenine dayandırılması gerekir. Delillerin yanlış
değerlendirilmesi, kuralların yorumunu ve eylemin gerçek niteliğinin
saptanmasını etkilediğinde, elbette ki,
hukuka aykırılık oluşturur.
Madde 320. - Madde, kesin
temyiz veya kesin bozma nedenleri de denilen hukuka kesin aykırılık hâllerini
göstermektedir. Bu hâller varsa aykırılığın hükme etki ettiği kabul
edilecektir. Temyiz merciinin artık bunların bozmayı gerektirip gerektirmediğini
araştırma ve takdir yetkisi olmayacaktır.
Bu hâller:
1. Mahkemenin kanunun
belirttiğinden çok veya eksik veya yetkili olmayan hâkimin katılmasıyla
oluşması; böylece kanuna uygun olarak teşekkül etmemiş olması,
2. 23 ve 24 üncü
maddelerde açıklanan hâkimlik görevini yapmaktan kanun gereğince yasaklanmış
hâkimin hükme katılması,
3. 25 inci ve izleyen
maddelerde belirtilen geçerli şüphe nedeniyle hakkında ret istemi ileri
sürülmüş ve kabul edilmiş olan veya bu konudaki istem kanuna aykırı olarak reddedilmiş
hâkimin hükme katılması,
4. Mahkemenin, davaya
bakmak kendi görevini aştığı veya dışında kaldığı (örneğin; davaya özel görevli
mahkemenin veya adlî yargı dışında bir yargı yerinin bakması gerektiği) hâlde
kendisini görevli kabul etmesi veya süresinde yapılmış yetkisizlik iddiasını
yasaya aykırı olarak ret ve kendini yetkili saymış bulunması,
5. Sulh ceza mahkemeleri
hariç Cumhuriyet savcısı, 194 üncü maddede belirtilen zabıt kâtibi, kanunun
kabul ettiği durumlarda zorunlu avukat ile yasanın olanak sağlamadığı hâllerde
sanığın yokluğunda duruşma yapılması,
6. Duruşmanın kapalı
yapılabileceği ve hükmün de kapalı duruşmada açıklanabileceği belirtilen hâller
ve uyulması gereken kurallar dışında, gerek yargılamada gerek hükümde açıklık
kuralına aykırı davranılması,
7. Hükmün 242 nci maddede
türlerine göre ve ayrıntılı olarak açıklanan biçimde gerekçeyi içermemesi,
8. Savunma hakkının hükmü
etkileyecek nitelikte ve derecede sınırlandırılmış olmasıdır.
Madde 321. - Madde
uyarınca, Cumhuriyet savcısı gerçeğin araştırılması amacına yönelik veya kamu
yararına ilişkin olmayan, yalnızca sanık yararına kabul edilmiş bir hukuk
kuralının uygulanmaması, eksik veya yanlış uygulanmış bulunması nedeniyle
hükmün sanık aleyhine bozulması için temyiz yoluna başvuramaz.
Madde 322. - Temyiz
incelemesi, buna yetkisi olanın isteği üzerine yapılır. Başvuru, hükmü veren
bölge adliye mahkemesi ceza dairesine dilekçe sunulması veya zabıt kâtibine
beyanda bulunulması şeklinde olur. Beyan tutanağa geçirilir ve hâkime onaylattırılır.
Tutuklu sanık 293 üncü
madde uyarınca başvurusunu tutuklu bulunduğu kurum müdürüne de yapabilir.
Temyiz süresi yedi gün
olup bu süre hükmün açıklanması tarihinden başlar. Açıklama kanun yoluna
başvuru hakkı olanların yokluğunda yapılmış ise süre tebliğ tarihinden itibaren
başlayacaktır.
Tasarının 303 üncü
maddesi, bölge adliye mahkemesince re'sen incelenmesi kabul edilen onbeş yıl ve
daha fazla hürriyeti bağlayıcı cezalar ile ölüm cezaları hakkındaki hükümlerin
temyiz yolunda incelenebilmesini tarafların başvurusuna bağlı kılmıştır.
Madde 323. - Sanığın
aleyhine yokluğunda verilen hükümlerde eski hâle getirme istemi ile ilgili
kural ve işlemler Tasarının 305 inci maddesinde istinaf yoluna başvuru
hususunda düzenlenmiş olup, aynı kural ve işlemler temyiz yolunda da
geçerlidir.
Madde 324. - Maddeye göre
322 nci maddede belirtilen süre içinde yapılan ve geçerli olan temyiz başvurusu
tüm yönleriyle hükmün kesinleşmesini önleyecektir.
Duruşmada yalnızca hüküm
fıkrası açıklanmış, diğer bir anlatımla gerekçesi tümüyle açıklanmamışsa,
hükmün temyiz edildiğinin mahkemece öğrenilmesinden itibaren yedi gün içinde
gerekçenin Cumhuriyet savcısına veya taraflara tebliğ edilmesi gerekecektir.
Maddenin ikinci
fıkrasında öngörülen yedi günlük sürenin, 244 üncü maddenin üçüncü fıkrası
gereğince hükmün gerekçesinin yazılıp dosyaya konulmasından itibaren
başlayacağı şüphesizdir.
Madde 325. - Madde,
temyiz dilekçesi veya beyanının içermesi gerekli hususları göstermektedir.
Cumhuriyet savcısı veya
taraflar, hükmün hangi nedenlerle bozulmasını istediklerini temyiz dilekçesinde
veya zabıt kâtibine yapacakları beyanlarında
belirtebilecekleri gibi sonradan ek dilekçede de gösterebilirler.
Temyiz nedenlerinin
gösterilmesi zorunlu olup, bunlar ancak hükmün hukukî yönüne ilişkin olabilir.
Tasarı ile istinaf yolu
kabul edilmiş bulunduğundan ve davanın gerek maddî, gerek hukukî yönü bölge
adliye mahkemesinde tartışılıp karara bağlanacağından, Yargıtay yalnızca hukukî
yönden denetim yapacak, böylece tam bir içtihat mahkemesi niteliğini elde
edecektir.
Madde 326. - Madde,
temyiz nedenlerinin temyiz dilekçesinde veya beyanında veya ek dilekçede
belirtileceğini kabul etmiş bulunmaktadır.
Ancak Cumhuriyet savcısı
veya taraflar, temyiz nedenlerini dilekçe veya beyanda bildirmemişlerse, yüze
karşı açıklanan hükümlerde temyiz süresinin bitmesinden veya gıyapta verilen
gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde hükmü veren mahkemeye,
temyiz nedenlerini içeren ek dilekçe sunacaklardır.
Cumhuriyet savcısı temyiz
dilekçesinde, temyiz nedenlerinin yanında, temyiz isteğinin sanığın yararına
veya aleyhine olduğunu açıkça belirtmelidir.
Avukatı bulunmayan sanık,
temyiz başvurusundan sonra zabıt kâtibine tutanağa geçirilmek üzere yapacağı
beyanda gerekçelerini bildirebilir. Bu tutanak başkan veya hâkime onaylatılır.
Avukatı varsa hazırlanacak ek dilekçenin, kendisi veya avukatı tarafından imza
edilerek verilmesi gerekir.
Sanığın yasal temsilcisi
ve eşi de 292 nci madde uyarınca sanığa tanınmış bu haklardan
yararlanabilirler. Tutuklu sanık tüm başvurularını 293 üncü maddede açıklandığı
gibi tutuklu bulunduğu kurum müdürüne yapabilir.
Madde 327. - Hükmü temyiz
edilen mahkeme, başvuruyu, yasal sürede yapılıp yapılmadığı, hükmün temyiz
edilebilir olup olmadığı, temyiz edenin buna hakkı bulunup bulunmadığı
hususlarıyla sınırlı biçimde inceler.
Temyiz isteminin yasal
sürenin geçmesinden sonra yapıldığı veya hükmün temyiz yeteneğinin bulunmadığı
veya temyiz edenin buna hakkı olmadığı saptanırsa temyiz dilekçesinin reddine
karar verilir. Karar ilgiliye tebliğ olunur.
Cumhuriyet savcısı veya
taraf, ret kararının kendisine tebliğinden itibaren yedi gün içinde Yargıtaydan
bu konuda bir karar verilmesini isteyebilir. Bu durumda dosya Yargıtaya
gönderilir. Ancak bu işlem hükmün infazının ertelenmesine neden olmaz.
Madde 328. - Hükmü veren
mahkemece 327 nci maddeye göre ret nedeni bulunmayan temyiz dilekçesi veya beyanın bir örneği Cumhuriyet
savcısı veya karşı tarafa tebliğ olunacaktır.
Karşı taraf buna yedi gün
içinde yazı ile yanıt verebilir. Ancak karşı taraf sanık ise bu hususta zabıt
kâtibine tutanağa geçirilmek üzere yanıtını sözle de bildirebilir.
Sanığın yasal temsilcisi
ve eşi 292 nci ve tutuklu sanık 293 üncü madde hükümlerinden yararlanabilirler.
Yanıtlar verildikten veya
öngörülen süre bittikten sonra dava dosyası bölge adliye mahkemesince
Cumhuriyet başsavcılığına iletilir. Bölge adliye mahkemesi Cumhuriyet
başsavcısı da Yargıtaya sunulmak üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına
gönderir.
Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığı dosya üzerinde 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanununun
27 ve 28 inci maddelerine göre işlem yapacaktır.
Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi kararlarının bir gereği olarak, tebliğname hükmü temyiz etmeleri veya
aleyhlerine sonuç doğurabilecek görüş içermesi hâlinde sanık veya müdafii ile
müdahil, şahsi davacı veya vekillerine tebliğ olunacaktır. Kendisine tebliğ
olunan taraf tebliğ tarihiden itibaren bir hafta içinde tebliğnameye yazılı
olarak cevap verebilecektir.
Tebliğnamenin tebliğinde
ortaya çıkabilecek sorunları gidermek amacıyla, maddenin son fıkrasında üçüncü
fıkra uyarınca yapılacak tebligatların, Tebligat Kanununun 35 inci maddesine
göre ilgililerin dava dosyasından belirlenen son adreslerine yapılmasıyla
geçerli olacağı hükme bağlanmaktadır.
Madde 329. - Hükmü temyiz
edilen mahkemenin 327 nci madde uyarınca temyiz istemini, kabule değer olup
olmaması yönünden inceleyip nedenleri varsa temyiz dilekçesinin reddine karar
vermesi ve buna karşı başvuru yapılırsa dosyanın Yargıtaya yollanması gerekmekte
ise de, uygulamada böyle bir inceleme yapılmadan da Yargıtaya yollandığı ve
böylece hükmün işlemez hâle geldiği görülmektedir.
Madde, bu durumda zaman
ve emek kaybına yer vermemek için dosyanın mahkemesine geri gönderilmesi yerine
temyiz isteminin kabule değer olup olmadığı hususunun Yargıtayca doğrudan
incelenmesine olanak sağlamıştır.
1. Dosya, hükmü temyiz
olunan mahkemece verilen temyiz dilekçesinin reddi kararına karşı başvuru
üzerine yollanmışsa Yargıtayca;
a) Ret kararı doğruysa bu
karara karşı yapılan başvurunun reddine karar verilip dosya mahkemesine geri
gönderilir,
b) Ret kararı yanlışsa,
bu karar kaldırılıp hüküm esastan incelenir.
2. Dosya, temyiz istemi
mahkemece 327 nci maddeye göre incelenmeden doğrudan yollanmışsa Yargıtayca;
a) Temyiz isteminin yasal
süreden sonra yapıldığı veya hükmün temyiz yeteneğinin bulunmadığı, temyiz
edenin buna hakkı olmadığı veya temyiz dilekçe, beyan veya lâyihasının temyiz
nedenlerini içermediği saptanırsa temyiz isteminin reddine karar verilir.
b) Temyiz isteminin reddi
nedenleri yoksa temyiz incelemesi yapılır.
Madde 330. - Temyiz
incelemesi kural olarak dosya üzerinden yapılacaktır. Tasarı, onbeş yıl ve daha
fazla hürriyeti bağlayıcı cezalar ile ölüm cezalarına ilişkin hükümlerin
incelenmelerinin duruşmalı yapılabilmesini uygun görmüştür.
Yargıtay, re'sen ya da
sanık veya avukatının isteği üzerine zorunlu olarak, duruşmalı inceleme
yapacaktır.
Duruşma isteme yetkisi
yalnızca sanık ve avukatına tanınmıştır. Duruşma isteğinin temyiz dilekçesinde,
sonradan da olsa mutlaka temyiz süresi içinde ileri sürülmesi gerekir.
Hürriyeti bağlayıcı
cezayı gerektiren birden çok suç işlenmişse, suçların toplanması (içtima)
hükümlerinin uygulanmasından önce her bir eylem için verilmiş cezaya göre
duruşma istenebilir; cezaların toplamı üzerinden istenemez.
Duruşma günü sanığa ve
isteği üzerine avukatına bildirilir. Sanık duruşmada hazır bulunabileceği gibi
kendisini bir avukatla da temsil ettirebilir. Sanık duruşmaya gelmez, avukat da
göndermezse inceleme duruşmasız yapılır.
Tutuklu sanık duruşmaya
katılmak isteminde bulunamaz.
Maddenin son fıkrasıyla;
Yargıtayca re'sen veya sanık avukatının süresindeki istemi üzerine incelemenin
duruşmalı yapılmasına karar verildiğinde, hükmü temyiz etmiş olması koşuluyla
katılanın da duruşmaya çağrılmasına olanak sağlanmıştır.
Madde 331. - Duruşmalı
inceleme yapılacak dosya önce bir üye veya tetkik hâkimine verilecektir.
Görevlendirilen üye veya tetkik hâkimi tarafından dosya incelenip rapor
düzenlenip üyelere açıklanacaktır. Üyeler gerekli görürlerse kendileri de
dosyayı inceleyebileceklerdir.
Bu hususlar
gerçekleştikten sonra duruşma açılır.
Duruşmada Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısının veya yerine görevlendirdiği bir Yargıtay Cumhuriyet
savcısının hazır bulunması gereklidir.
Temyiz isteminde bulunan
tarafa önce söz verilmek suretiyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı veya onu
temsil eden savcı, sanık, katılan ve avukatları iddia ve savunmalarını açıklar.
Son söz mutlaka sanığa
verilir.
Madde 332. - Yargıtay,
yalnız temyiz dilekçesi veya beyanında maddî hukuk kurallarına aykırılık
nedeniyle ileri sürülen hususlarla, temyiz istemi yargılama hukukuna ilişkin
kuralların uygulanmaması veya eksik veya yanlış uygulanmasından dolayı
yapılmışsa, bu olgular hakkında inceleme yapar.
Madde 333. - Yargıtay
temyiz olunan hükmün hukuka uygun olduğunu belirlediğinde temyiz isteminin
esastan reddine karar verecektir. Yargıtay, temyiz edilen hükmün temyiz
dilekçesi veya beyanında gösterilmiş olan hukuka aykırılıklar içerdiğini saptar
ve bunlar hükme etki edecek nitelikte olursa bozma kararı verir. Hükme etki
edecek nitelikte bulunmayan hukuka aykırılıkların, bazı önemsiz usul
hatalarının Yargıtay kararında gösterilmekle birlikte hükmün bozulmasına neden
sayılmadığı belirtilmelidir. Ancak, ilâmda bozulan hususların hepsinin
nedenleriyle birlikte ayrı ayrı açıklanması gerekir.
Bozmaya neden olan hukuka
aykırılık, hükmün dayandırıldığı işlemlerden kaynaklanmışsa, aynı zamanda bu
işlemler de bozulur.
Mahkemenin temyize konu
hükmü birden çok bölümden oluşmuş ve bunlardan bir veya birkaçı için ayrıca
temyiz isteminin esastan reddine karar verilmemişse tümü bozulmuş sayılır.
Bozma ile hüküm ortadan kalkar.
Temyiz dilekçesi veya
beyanında gösterilmiş olmasa da 320 nci
maddede açıklanan hukuka kesin aykırılık hâlleri varsa hüküm mutlaka
bozulur.
Madde 334. - Maddeye
göre, temyiz olunan hükmün, maddî hukuk kurallarının veya yargılama hukukuna
ilişkin kuralların uygulanmaması, eksik veya yanlış uygulanması hâlinde
Yargıtayca bozulması kuraldır. Ancak, istisna olarak, hükme esas kabul edilen
maddî olaylara hukuk kurallarının uygulanmasında hata yapılması nedeniyle hüküm
bozulmuşsa ve yeniden yargılama yapılması gerekmiyorsa, mahkemeye bırakılmış
serbest değerlendirme yetkisi söz konusu değilse maddede dokuz bent hâlinde ve
sınırlı olarak sayılan durumlarda davanın esasına hükmedebilecek veya hükümdeki
hukuka aykırılık Yargıtayca düzeltebilecektir.
Madde 335. - Yargıtay,
333 üncü maddenin (1) numaralı fıkrası uyarınca temyiz istemini esastan
reddettiğinde veya 334 üncü madde uyarınca hükümdeki hukuka aykırılığı
düzelttiğinde dosyayı, hükmü veren bölge adliye mahkemesine gönderilmesi için
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına verecek; bölge adliye mahkemesi de
Yargıtaydan geldiği tarihten itibaren yedi gün içinde dosyayı ilk derece
mahkemesine gönderilmesi için bölge adliye mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına
verecektir. İlk derece mahkemesi ise gelen bu dosya hakkında infaz veya gereken
diğer işlemleri yapacaktır.
Yargıtay, 334 üncü
maddede belirtilen hâllerin dışında hükmü bozduğunda ise dosyayı yeniden
incelenmek ve hükmolunmak üzere hükmü bozulan bölge adliye mahkemesine veya
diğer bir bölge adliye mahkemesine gönderecektir.
Yargıtay, mahkemenin
kendisini hukuka aykırı olarak görevli veya yetkili kabul etmesi nedeniyle
hükmü bozmuşsa, dosyayı hükmü bozulan mahkeme yerine doğrudan doğruya görevli
veya yetkili mahkemeye gönderecektir.
Yargıtayın hükmü yetki
yönünden bozması, yetki itirazının, 19 uncu maddede belirtilen sürede yapılmış
ve mahkemece hukuka aykırı olarak reddedilmiş bulunması durumunda olanaklıdır.
Hükmü veren mahkemenin,
Yargıtayın görev veya yetki konularında verdiği bozma kararlarına karşı direnme
hakkı yoktur.
Madde 336. - Yargıtayda
hükmün açıklanması, 330 uncu ve 331 inci maddelerde açıklandığı üzere
incelemenin duruşmalı yapıldığı hâllerde söz konusudur.
İlke olarak hükmün
açıklanması duruşma biter bitmez 243 üncü madde hükümlerine göre yapılır. Ancak
madde, kararın her zaman aynı gün verilmesine olanak bulunmadığını göz önünde
tutarak duruşmanın bitiminden itibaren yedi gün içinde verilmesini uygun
görmüştür.
Madde 337. - Mahkemece
verilen hüküm, temyiz etmeyen sanık yönünden kesinleşir ve infaz edilebilir
hâle gelir. Kural bu olmakla beraber aynı mahkemece aynı hükümle cezalandırılan
sanıklar hakkında birbiriyle çelişen sonuçların doğmasının önlenmesi, adalet
düşüncesiyle ve bazı koşullarda Yargıtayın bozma kararından temyiz etmeyen
sanıkların da yararlandırılması uygun görülmüştür.
Bunun için;
1. Aynı mahkemece aynı
kararla birden çok sanığın hükümlendirilmesi,
2. Sanıkların fiilinde 8
inci maddede tanımlanan nitelikte bağlantı bulunması,
3. Hükmün Cumhuriyet
savcısı, katılan veya sanıklardan bir veya birkaçınca ve sanıkların tümünü
kapsamayacak şekilde temyiz edilmiş olması,
4. Hükmün cezanın
belirlenmesinde hukuka aykırılık nedeniyle sanık yararına bozulması,
5. Bu bozmanın hükmü
temyiz etmeyen veya kendileriyle ilgili temyiz bulunmayan sanıklara da
uygulanma olanağına sahip olması
gerekecektir.
Suç unsurlarının
oluşmaması, fiilin suç olmaması, cezanın azaltılması veya ortadan
kaldırılmasını gerektiren nedenler de cezanın belirlenmesinde hukuka
aykırılıktır.
Temyiz etmeyen deyimine;
temyiz yoluna hiç başvurmayan, süresinden sonra başvuran, temyiz istemi
reddolunanlar dahildir.
Yargıtay, bozma
kararında, temyiz etmeyen sanıklardan hangilerinin yararlanacağını gösterir;
ancak gösterilmemiş olması yararlanmayı önlemez. Mahkeme kanun gereği olarak bu
durumu gözetmek zorundadır.
Bu bozmayla temyiz yoluna
başvurmayan sanıklar hakkında kesinleşen hüküm de ortadan kalkar, aynı
sanıklarla ilgili olarak yeniden hüküm kurmak gerekir.
Madde 338. - Bozma
ilâmına bağlı dava dosyası Yargıtayca 335 inci maddenin ikinci veya üçüncü
fıkrası uyarınca kendisine gönderilen mahkeme ilk iş olarak duruşma gününü
belirleyecek ve taraflara çağrı yapacaktır. Duruşmada Yargıtay bozma kararı
okunarak Cumhuriyet savcısı, katılan ile sanık ve avukatlarından bozmaya karşı
diyecekleri sorulur.
Katılan, sanık ve
avukatları davetiye tebliğine rağmen duruşmaya gelmezler veya bunlara, dosyada
bilinen adreslerinde tebligat yapılamazsa duruşma sürdürülerek yokluklarında
dava bitirilebilir.
Ancak bozma sanığın
aleyhine, diğer bir anlatımla verilecek ceza, bozmaya konu olan cezadan daha
ağır ise, avukatının gelip bozmaya karşı görüşünü açıklamış olması durumunda
da, sanığın herhâlde mahkeme önünde veya istinabe yoluyla dinlenilmesi
zorunludur.
Bu hususlar
tamamlandıktan sonra bölge adliye mahkemesince;
1. Daha önce verilmiş
olan hükmün doğru, hukuka uygun olduğu kanısında ise, direnme kararı verilir.
Yargıtayın bozması birden çok fıkralardan oluşuyorsa mahkemenin bunlardan bir
bölümüne uyması diğerleri hakkında direnme kararı vermesi de olanaklıdır.
Direnme kararı temyiz
edilirse inceleme Yargıtay Ceza Genel Kurulunca yapılır. Direnme kararına karşı
yapılan temyiz başvurusunun reddi durumunda hüküm kesinleşir. Yargıtay Ceza
Genel Kurulunca direnme üzerine verilen bozma kararlarına karşı direnme söz
konusu olmaz; bunlara mahkemece uyulması gereklidir.
Yargıtay Ceza Genel
Kurulu, mahkemece direnme kararı verilmeden önce son sözün herhâlde sanığa ait
olması gerektiği görüşündedir.
2. Yargıtayın bozma
nedenleri yerinde görüldüğü takdirde ise uyma kararı verilir. Uyma, bu konuda
verilen bir ara karar ile veya bozma nedenleri yerine getirilmek suretiyle
eylemli şekilde olabilir.
Bozmaya uyma üzerine
yargılamaya yeniden başlanır. Yargıtayca saptanan hukuka aykırılıklar
giderilir, eksiklikler tamamlanır. İlk kararla da veya bozma ile de bağımlı
olmaksızın yeniden hüküm kurulur.
Bozmaya uyan bölge adliye
mahkemesi sonradan bundan dönerek direnme kararı veremez.
Hüküm yalnız sanık veya
avukatı veya 292 nci madde uyarınca yasal temsilcisi ve eşi veya Cumhuriyet
savcısı tarafından sanık yararına temyiz edilmişse, bozmadan sonra yapılan
yargılama sonunda verilecek ceza, önceki hükümdeki cezadan daha ağır olamaz.
Bu kural gerek cezanın
türü ve gerekse süresi bakımından geçerli olup, suç niteliği yönünden uygulama
yeri bulunmamaktadır.
Madde 339. - Madde,
olağanüstü bir kanun yolu olarak karar düzeltme usulünü kabul etmiş
bulunmaktadır. Karar düzeltme, bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin 317 nci
maddenin ikinci fıkrasında yazılı kararları ile Yargıtay ceza daireleri ve Ceza
Genel Kurulu kararlarında bulunabilecek hataların giderilebilmesi için kabul
edilmiştir.
Bu maddede ve 340 ıncı
maddede bölge adliye mahkemesinde, 341 ve 342 nci maddelerde de Yargıtayda
karar düzeltme ve usulü düzenlenmiş bulunmaktadır.
Bu kurum olağanüstü bir
kanun yolu oluşturduğundan ancak istinaf nedeni olarak bildirilmiş ve esasa
etkili olabilecek bir hususun, inceleme dışı bırakılması gibi önemli maddî hatalarla sınırlı biçimde
bu yola başvurulabilir.
Bölge adliye mahkemesi
ceza dairesinin istinaf başvurusu üzerine verdiği kararlarda, hükmün ve kararın
özüne ve niteliğine doğrudan doğruya etkili olmak üzere istinaf dilekçesi veya
beyanında ya da tebliğnamede belirtilmiş bir hususun, göz önüne alınmayarak
değinilmemiş olması hâliyle sınırlı olarak karar düzeltme yoluna
gidilebilecektir.
Madde 340. - Bölge adliye
mahkemesi ceza dairesinin 317 nci maddenin ikinci fıkrasında yazılı kararlarına
karşı karar düzeltme isteminde bulunma yetkisi bölge adliye mahkemesi
Cumhuriyet başsavcısına aittir.
İlgililer doğrudan
doğruya veya yerel Cumhuriyet savcısı aracılığı ile karar düzeltme isteminde
bulunması için bölge adliye mahkemesi Cumhuriyet başsavcısına başvurabilirler.
Yerel Cumhuriyet savcısı da aynı konuda kendiliğinden istemde bulunabileceği
gibi ilgililerin başvurularını yazılı düşüncesini de belirterek bölge adliye
mahkemesi Cumhuriyet başsavcısına iletir.
İstinaf yoluna
başvurulması üzerine bölge adliye mahkemesi ceza dairesine iletilen dava
dosyaları ilâma bağlandığında bölge adliye mahkemesi Cumhuriyet başsavcılığına
verilir. Hükümlü aleyhine karar düzeltme, sayılan tüm bu hâllerde bölge adliye
mahkemesi ceza dairesi kararının bölge adliye mahkemesi Cumhuriyet
başsavcılığına verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde istenebilir.
Hükümlü lehine karar
düzeltme istemi herhangi bir süreye bağlı değildir.
İlgililerin veya
Cumhuriyet savcısının başvuruları infazın geri bırakılmasını gerektirmez.
Bölge adliye mahkemesi
Cumhuriyet başsavcısı karar düzeltme istemlerini yerinde görmezse ret kararıyla
dosyayı yerine geri gönderir. İlgililer ancak yeni nedenlerle istemlerini
yenileyebilirler.
Bölge adliye mahkemesi
Cumhuriyet başsavcısı doğrudan doğruya veya tarafların veya yerel Cumhuriyet
savcısının başvuruları üzerine karar düzeltme istemini uygun görürse infazın
geri bırakılmasına karar verir ve yerel Cumhuriyet savcısına hemen bildirir.
Karar düzeltme istemi
bölge adliye mahkemesi ceza dairesince reddedilirse bir daha bu yola
başvurulamaz.
Madde 341. - Madde,
olağanüstü bir kanun yolu olarak Yargıtayda karar düzeltme usulünü
düzenlemektedir. Maddede, Yargıtay ceza daireleri ile Ceza Genel Kurulu
kararlarında bulunabilecek hataların giderilebilmesi için karar düzeltme hükme
bağlanmaktadır.
Bu kurum olağanüstü bir
kanun yolu oluşturduğundan ancak önemli maddî hatalarla sınırlı biçimde bu yola
başvurulabilir: Temyiz nedeni olarak bildirilmiş ve esasa etkili olabilecek bir
hususun, duruşma isteğinin gözden kaçırılması, inceleme dışı bırakılması maddî
bir hatadır.
Yargıtayın temyiz
başvurusu üzerine verdiği kararlarda, hükmün ve kararın özüne ve niteliğine
doğrudan doğruya etkili olmak üzere temyiz dilekçesi veya beyanında ya da
tebliğnamede belirtilmiş bir hususun, göz önüne alınmayarak değinilmemiş olması
hâliyle sınırlı olarak karar düzeltme yoluna gidilebilecektir.
Madde 342. - Yargıtay
ceza dairesi ve Genel Kurul kararlarına karşı karar düzeltme isteminde bulunma
yetkisi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına aittir.
İlgililer doğrudan
doğruya ya da yerel Cumhuriyet savcısı veya bölge adliye mahkemesi Cumhuriyet
savcısı aracılığı ile karar düzeltme isteminde bulunması için Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcısına başvurabilirler. Yerel Cumhuriyet savcısı veya bölge
adliye mahkemesi Cumhuriyet savcısı da aynı konuda kendiliğinden istemde
bulunabileceği gibi ilgililerin başvurularını yazılı düşüncesini de belirterek
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına iletir.
Temyiz edilmeleri üzerine
ilgili ceza dairesi veya Ceza Genel Kuruluna iletilen dava dosyaları ilâma
bağlandığında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına verilir. Hükümlü aleyhine
karar düzeltme, sayılan tüm bu hâllerde özel daire veya Ceza Genel Kurulu
kararının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına verildiği tarihten itibaren otuz
gün içinde istenebilir.
Hükümlü lehine karar
düzeltme istemi herhangi bir süreye bağlı değildir.
İlgililerin veya
Cumhuriyet savcısının başvuruları infazın geri bırakılmasını gerektirmez.
Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısı karar düzeltme istemlerini yerinde görmezse ret kararıyla dosyayı
yerine geri gönderir. İlgililer ancak yeni nedenlerle istemlerini
yenileyebilirler.
Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısı doğrudan doğruya veya tarafların veya Cumhuriyet savcısının
başvuruları üzerine karar düzeltme istemini uygun görürse infazın geri
bırakılmasına karar verir ve yerel Cumhuriyet savcısına hemen bildirir.
Karar düzeltme istemi
Yargıtay ilgili ceza dairesi veya Ceza Genel Kurulunca reddedilirse bir daha bu
yola başvurulamaz.
Madde 343. - Maddeye
göre, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, ceza dairelerinin kararlarına karşı
ilâmın veya düzeltme istemine ilişkin özel daire kararının kendisine verildiği
tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kuruluna itiraz edebilecektir.
İtiraz, daire kararında
gerek maddî ve gerek usul hukukuna aykırı olduğu saptanan hususlara yönelik
olabilir. İtiraz nedenlerinin açık ve gerekçeleriyle yazılı olarak bildirilmesi
gerekir.
Ceza Genel Kurulu
itirazda ileri sürülen nedenlerle bağlı olmaksızın kararı usul ve esas yönünden
inceler.
Yargıtay Ceza Genel
Kurulu, itirazın süresinde yapılıp yapılmadığını, ileri sürülen nedenin itiraz
konusu olup olmayacağını inceledikten sonra, itiraz süresi geçmiş veya konu
itiraz edilebilir değilse usulden ret kararı verir. Süresinde ve itiraz
edilebilir olduğu saptanırsa karar esastan incelenir. İtiraz yerinde bulunmazsa
esastan ret kararı verilir; yerinde görürlerse karar yerine geçecek ve itiraz
doğrultusunda, kurulun gördüğü nedenle karar verilir.
Madde 344. - Maddeye
göre, hâkim veya mahkemece verilen ve istinaf veya temyiz incelemesinden
geçmeksizin kesinleşen karar veya hükümde hukuka aykırılık olduğunu öğrenen
Adalet Bakanı, o karar veya hükmün Yargıtayca bozulması istemini, yasal
nedenlerini açıklayarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı olarak
bildirilecektir.
Olağanüstü temyiz de
denilen bu kanun yoluna, istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeksizin
kesinleşmiş bulunan kararlarda, gerek maddî hukuka ve gerek usul hukukuna
ilişkin aykırılıkların giderilmesi için başvurulabilir.
Böylece kanunun eşit
uygulanması ve sanığın aleyhine olmamak koşuluyla, hukuka aykırılıkların,
toplum ve birey açısından hukuk yararına giderilmesi amaçlanmıştır.
Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcısı, Adalet Bakanınca bildirilen nedenleri aynen yazarak karar veya
hükmün bozulması istemini içeren yazısını Yargıtay ceza dairesine verir.
Yargıtay ileri sürülen
nedenleri yerinde görmezse istemi reddeder, yerinde görürse karar veya hükmü
kanun yararına bozar.
Bozma,
1. 232 nci maddede
belirtilen ve davanın esasını çözmeyen bir karara ilişkin ise, kararı veren
hâkim veya mahkeme gerekli inceleme ve araştırmayı yapar, buna göre yeniden
karar verir.
2. Mahkûmiyet hükmünün
davanın esasını çözmeyen yönüne veya savunma hakkını kaldırma veya kısıtlama
sonucunu doğurmuş usul işlemlerine ilişkin ise, kararı veren hâkim veya mahkeme
yeniden yargılama yapıp önceki mahkûmiyetten daha ağır olmamak koşuluyla
yargılama sonucuna göre hüküm kurar.
3. Davanın esasını çözen,
ancak mahkûmiyet dışında kalan hükümlere ilişkin bozmalar aleyhte sonuç
doğurmaz ve yeniden yargılama yapılmasını gerektirmez.
4. Eğer hükümlünün
cezasının kaldırılması veya daha hafif bir cezanın verilmesi gerekiyorsa,
Yargıtay bu hususta doğrudan hüküm verir.
Kanun yararına başvuru
üzerine verilen bozma kararlarına karşı ilk derece mahkemelerinin direnme
hakları yoktur.
Madde 345. - Maddeye
göre, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı istinaf veya temyiz incelemesinden
geçmeksizin kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmünün içerdiği cezanın kaldırılması
veya hükümlüye daha hafif bir cezanın verilmesi gerektiğini, Adalet Bakanının
344 üncü madde gereğince yaptığı başvuru dışında doğrudan doğruya veya uyarı
üzerine öğrendiğinde kanun yararına olarak Yargıtay ilgili ceza dairesine
re'sen başvurabilecektir, ancak başvuru 344 üncü maddenin dördüncü fıkrasının
(4) numaralı bendinde yazılı hâlde yapılabilecektir. Ancak bu konuda Adalet
Bakanının başvurusu varsa yetki artık Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısınca
kullanılamaz.
Madde 346. - Yargılamanın
yenilenmesi, kesinleşmiş hükümlere karşı kabul edilmiş olağanüstü bir kanun
yoludur. Böylece hükümlerdeki maddî soruna ilişkin fiilî hataların
giderilebilmesine olanak sağlanmıştır.
Tasarı, hükümlülerin
lehine olan yargılamanın yenilenmesi nedenlerini geniş, aleyhine olan nedenleri
ise 1412 sayılı Kanundan daha da dar olarak düzenlemiştir. Bazı Batı
kanunlarında aleyhte olarak yargılanmanın yenilenmesi, esasen kabul edilmemektedir.
Yargılamanın yenilenmesi
nedenleri maddede beş bent hâlinde gösterilmiştir. Bu nedenler şunlardır:
1. Duruşmada kullanılan
ve mahkemenin ispat, nitelendirme veya cezayı belirlemede dayandığı, böylece
hükmü etkileyen bir belgenin sahteliğinin anlaşılması;
2. Yemin verilerek
dinlenmiş bir tanık veya rapor düzenlemiş bir bilirkişi veya tercümanın hükümlü
aleyhine kasıt veya ihmal ile gerçeğe aykırı tanıklık veya bilirkişilik veya
çeviri yaptığının belirlenmesi;
3. Hükümlü tarafından
doğrudan ve onun yönlendirdiği bir kişi aracılığıyla neden olunması hâli ayrık,
hükme katılan hâkimlerden birinin, aleyhine ceza kovuşturmasını ve bir cezayla
hükümlülüğünü gerektirecek nitelikte görevini yerine getirmede kusurlu olması;
4. Ceza hükümlülüğü hukuk
mahkemesinin bir hükmüne dayanılarak kurulmuş, ancak hukuk mahkemesinin bu
kararının yeni ve kesinleşmiş bir hükümle ortadan kaldırılmış bulunması;
5. Hüküm verildiği
tarihte mahkemece bilinmeyen, yalnız başına veya önceden sunulmuş delillerle
birlikte göz önüne alındıklarında hükümlünün beraatini veya hakkında daha hafif
bir cezayı içeren kanun hükmünün uygulanmasını gerektiren yeni olay veya
delillerinin ortaya çıkması.
6. Ceza hükmünün İnsan
Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşmenin veya eki protokollerin
ihlâli suretiyle verildiğinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kesinleşmiş
kararıyla tespit edilmiş olması. Hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi için
maddede sayılan ilk beş neden bakımından bir süre öngörülmemiş olmasına
karşılık, (6) numaralı bentte sayılan neden yönünden başvuruda bulunma süresi,
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren hak
düşürücü süre niteliğindeki bir yılla sınırlandırılmaktadır. Bu süre, Avrupa
İnsan Hakları Sözleşmesinin 44 üncü maddesi anlamında kararın kesin nitelik
kazandığı tarihten itibaren işlemeye başlayacaktır.
Madde 347. - Yargılamanın
yenilenmesi istemi kendiliğinden hükmün infazını engellemeyecektir; ancak
istemi karara bağlayacak mahkeme hemen veya yargılamanın yenilenmesi
aşamalarındaki gelişmelere göre infazın geri bırakılmasına, başlanmışsa
durdurulmasına karar vermeye yetkilidir.
Madde 348. - Hükümlü
lehine yargılamanın yenilenmesi süre koşuluna bağlanmamıştır. Bu konuda cezanın
infazından ve hükümlünün ölümünden sonra da istemde bulunulabilir.
Ölenin eşi, üstsoyu,
altsoyu ve kardeşleri birlikte veya tek başlarına yargılamanın yenilenmesi
yoluna gidebilirler.
Cumhuriyet savcısının
hükümlü lehine her zaman yargılamanın yenilenmesi isteminde bulunabileceği
konusunda kuşku yoktur.
Tasarı ayrıca, ikinci
fıkrada belirtilen kişilerin yokluğu hâlinde, Adalet Bakanının da yargılamanın
yenilenmesi isteminde bulunabileceği hükmünü getirmiştir.
Madde 349. - Tasarı,
sanığın veya hükümlünün aleyhine yargılamanın yenilenmesi nedenlerini 1412
sayılı Kanuna göre daha da sınırlandırmış olup, yalnızca, duruşmada sanığın
veya hükümlünün yararına kullanılan ve hükme etkili olan bir belgenin
sahteliğinin anlaşılması veya hükme katılmış hâkimlerden birinin, aleyhine ceza
kovuşturmasını veya bir cezayla hükümlülüğünü gerektirecek nitelikte sanık veya
hükümlü yararına görevini yerine getirmekte kusurlu olması yahut sanığın beraat
ettikten sonra suça ilişkin olarak hâkim önünde güvenilebilir nitelikte ikrarda
bulunması hâllerinde istenebileceğini kabul etmiştir. Böylece Batı kanunlarında
kabul edilmiş esaslara yaklaşılmıştır.
Madde 350. - Yargılamanın
yenilenmesi ancak kesinleşmiş hükümlere karşı olanaklıdır ve adaletin gereğini
yerine getirmek maksadını güttüğü için, aslında kesin hüküm kavramına aykırı
nitelikteki bu kurum kabul edilmiş bulunmaktadır. Bu nedenle bir hükme karşı
gidilebilecek veya hatanın giderilmesini sağlayacak başka bir yol varsa
yargılamanın yenilenmesinin istenemeyeceği kabul edilmiştir.
Aynı nedenle, fiil ve
niteliği değişmedikçe buna uygun kanun hükmünde öngörülen alt ve üst sınırlar
içinde yer alan cezanın değiştirilmesi, artırılması veya eksiltilmesi için de
yargılamanın yenilenmesi kabul edilmemiştir.
Madde 351. - Bir suç
iddiasına dayanan yenileme istemi ancak, bu fiilden dolayı kesinleşmiş bir
hüküm bulunması veya bu fiil hakkında kuvvetli delil bulunmamasından başka bir
nedenle bir ceza soruşturmasına başlanamamış veya başlanan soruşturma ve
kovuşturmaya devam edilememiş olması hâllerinde kabul edilebilecektir.
Bu hüküm karşısında,
örneğin aleyhte tanıklık yapan bir kimsenin, yalan tanıklıktan kesinleşmiş bir
hükümle mahkûm olması veya bu suçtan dolayı kuvvetli delil bulunmaması dışında
bir nedenle hakkında ceza soruşturmasına başlanamamış veya devam edilememiş
olması hâlinde, yenileme talebinde bulunulabilecektir.
Bu örnekte olduğu gibi
yalan tanıklığı ispata yarayan yeni olaylar ve deliller varsa, yenileme istemi
346 ncı maddenin (5) numaralı bendine dayandırılacaktır.
Madde 352. - Maddeye göre
yargılamanın yenilenmesi için başvuru konusunda açık hüküm (Örneğin 348 inci
madde) bulunan hâller dışında, başvurma hakkı ve biçimiyle ilgili olarak olağan
kanun yoluna dair genel hükümler uygulanacaktır.
Yargılamanın yenilenmesi
istemini içeren başvuruda, buna ilişkin yasal nedenlerin ve delillerin
belirtilmesi zorunludur.
Madde 353. - Yargılamanın
yenilenmesi esas hükümü veren mahkemeden istenir. Bu konuda hükmün temyiz
edilmemesi veya Yargıtaydan geçmek suretiyle kesinleşmiş olması arasında fark
yoktur. Yargıtayca temyiz isteminin esastan reddine karar verilmesi veya 334
üncü madde uyarınca davanın esasına hükmolunması hâllerinde de başvurunun esas
hükmü vermiş olan mahkemeye yapılması gerekir.
Hükmü ilk derece
mahkemesi sıfatıyla Yargıtay dairesi kurmuşsa yenileme istemini inceleme yetkisinin
de ona ait bulunacağı kuşkusuzdur; ancak 334 üncü madde gereğince temyiz mercii
doğrudan hüküm koymuş ise, yenileme istemi esas hükmü veren mahkemeye
sunulacaktır.
Yargılamanın yenilenmesi
istemi 346 ncı maddenin (3) numaralı ve 349 uncu maddenin (2) numaralı bendinde
açıklanan nedenlere dayalı ise sorun "hâkimin davaya bakmaması ve
reddi"ne ilişkin hükümlere göre çözülecektir.
Bu olağanüstü kanun
yolunun birinci aşamasını, yenileme isteminin kabule değer olup olmadığını
belirlemek için yapılacak inceleme oluşturur. İstemin yerinde olup olmadığına
duruşma açılmaksızın dosya üzerinden karar verilecektir.
Madde 354. - Yargılamanın
yenilenmesi istemi buna hakkı olmayan kimse tarafından yapılmış veya hak sahibi
olan kanunda belirlenen şekle uymamış ya da yargılamanın yenilenmesini
gerektirecek hiçbir neden gösterilmemiş veya gösterilen nedenler kanunda
sınırlı olarak sayılanlardan değilse, neden gösterilmiş ancak bunu doğuracak
deliller açıklanmamışsa, mahkeme istemi kabule değer olmadığından reddeder.
Mahkemece yenileme
isteğinin kabule değer olduğuna karar verilirse, yargılamanın yenilenmesi
istemi, yedi gün içinde diyeceklerini bildirmeleri için Cumhuriyet savcısı ve
ilgili tarafa tebliğ olunur.
Bu madde uyarınca verilen
karara karşı itiraz yoluna başvurulabilir.
Madde 355. - Maddenin
birinci fıkrasına göre mahkeme, önce yargılamanın yenilenmesi isteminin yerinde
olup olmadığına bakacak ve yerinde sayarsa soruşturmaya ilişkin hükümler
çerçevesinde delillerin toplanması ve bunların esassız olup olmadıklarının
değerlendirilmesi yani bu kanun yolunun ikinci aşamasına geçecektir.
Mahkeme, delilleri
kendisi toplayabileceği gibi bu görevi naip hâkime veya istinabe olunan
mahkemeye de verebilir.
Bu aşamada tanık,
bilirkişi dinlenebilir, arama ve elkoyma işlemi, keşif yapılabilir. Sunulan
delillerin inandırıcılığını değerlendirmek için mahkeme kendiliğinden uygun
gördüğü her türlü delili toplamaya yetkilidir ve bu hususta soruşturmaya
ilişkin hükümler uygulanacaktır.
Deliller toplandıktan, bu
konudaki soruşturma ve araştırmalar tamamlandıktan sonra Cumhuriyet savcısı ve
hakkında hüküm kurulmuş kişiden yedi gün içinde görüş ve düşüncelerini
bildirmeleri istenir; ancak bu sürede görüş ve düşünceler bildirilmese de
mahkeme konuya ilişkin kararını verir.
Madde 356. - Yargılamanın
yenilenmesi isteminde sunulan deliller ileri sürülen iddiaları yeterince
doğrulamıyor veya ilk hükmün dayandığı delil ve nedenlerle mahkemece
kendiliğinden toplanan yeni deliller bunların inandırıcılığını ortadan
kaldıramıyorsa, yenileme istemi 346 ncı maddenin (1) ve (2) numaralı bentleriyle 349 uncu maddenin (1) numaralı
bendinde yazılı belgenin sahteliği veya tanık, bilirkişinin gerçeğe aykırı
tanıklık, görüş bildirildiği hususlarına dayandırılmış olup da bunların önceki
hükme hiçbir etkisi olmadığı anlaşılırsa, yargılamanın yenilenmesi isteminin
esassız olması nedeniyle reddine karar verilir.
Mahkeme yargılamanın
yenilenmesi istemini esaslı ve kabul edilebilir bulursa, yargılamanın
yenilenmesine ve duruşma açılmasına karar verir.
Bu maddeye göre kararlar
duruşma yapılmaksızın verilir. Ancak kararlara karşı acele itiraz yoluna
gidilebilir.
Madde 357. - Madde,
duruşma yapılmaksızın yargılamanın sonuçlandırılacağı iki hâli göstermekte ve
düzenlemektedir. 356 ncı madde gereğince yargılamanın yenilenmesine ve
duruşmanın açılmasına karar verilmekle üçüncü ve son aşamaya ulaşılacaktır.
Mahkeme bu aşamada da
yenileme nedenleri ile bağlı olmayıp gerekli gördüğü delilleri toplayabilir.
Yargılamanın yenilenmesi
kural olarak duruşma yapılarak sonuçlandırılır. Madde bu kuralın iki
istisnasını düzenlemiştir:
1. Hükümlü ölmüşse
mahkeme duruşma yapmaz. Toplanmış olan ve gerekli görerek toplayacağı deliller
ışığında, istem yerindeyse hükümlünün beraatine, değilse yenileme isteminin
reddine karar verir.
2. Hükümlünün ölümü
dışında, mevcut deliller, yeniden delil toplamaya gerek olmaksızın hükümlünün
derhâl beraatine karar verilebilecek açıklık ve nitelikteyse Cumhuriyet
savcısının da uygun görüşüyle duruşma yapmaksızın beraat kararı verilebilir.
Cumhuriyet savcısı uygun
görüş bildirmezse duruşma açmak gerekir.
Her iki hâlde de mahkeme
beraat kararı verdiğinde ayrıca önceki hükmün iptaline de karar verir.
Yargılamanın yenilenmesi
isteminde bulunanın isteği hâlinde önceki hükmün iptaline ilişkin karar Resmî
Gazete ve mahkemenin takdirine göre diğer gazetelerde de ilân edilebilir. İlân
giderleri Devlet Hazinesince karşılanır.
Madde 358. - Yargılamanın
yenilenmesinin kabulü üzerine yeni duruşma kural olarak esas hükmü veren
mahkemede yapılacaktır. Yeni duruşma ilkinden ayrı ve bağımsızdır. Mahkeme,
gerek eski delillerin takdirinde gerek yeniden delil toplamada ve bunları
birlikte değerlendirmede önceki hükümle bağlı değildir. Bu aşamada duruşmaya
ilişkin tüm hükümler uygulanmak suretiyle gerçekleştirilir.
Duruşma sonunda önceki
hükmün doğru olduğu kanısına ulaşılırsa mahkeme onun onaylanmasına karar verir.
Aksine önceki kararın hatalı olduğunu saptarsa ilk hükmün iptaline karar verir
ve yeniden hüküm kurar.
Yargılamanın yenilenmesi
hükümlü yararına istenmişse, yeniden verilecek hükümdeki ceza, önceki cezadan
daha ağır olamaz.
Duruşma sonunda verilen
kararlara karşı kanun yoluna başvurulabilir.
Madde 359. - Madde
mahkûmiyet hükümlerinin infaz koşulunu belirtmektedir.
Bir mahkûmiyet kararının
infazına başlanabilmesi için onun kesinleşmiş olması gerekmektedir.
Kesinleşmeyen kararların değişebilmesi ihtimaline karşılık infaz edilen cezanın
meydana getirdiği zararın karşılanmasına olanak bulunmadığından, kesinleşme
koşulunun kabul edilmesi yerinde ve insan haklarının gereği olan bir ilkedir.
Ölüm cezası bakımından
Türkiye Büyük Millet Meclisince Anayasanın 87 nci maddesi uyarınca
verilebilecek "yerine getirme kararı" ise bu ceza bakımından bir
infaz koşulu olmaktadır.
Madde 360. - Madde ile
infazın dayanakları ve hangi merci tarafından yerine getirileceği
açıklanmaktadır.
Mahkeme kesinleşen ve
yerine getirilmesini onayladığı cezaya ilişkin hükmü Cumhuriyet savcısına
gönderecektir. Cumhuriyet savcısı cezanın infazını izlemekle görevlidir. Demek
oluyor ki, Cumhuriyet savcısı, söz gelimi hürriyeti bağlayıcı cezanın, mevzuata
uygun olarak infaz edilmesini denetlemekle yükümlüdür.
Madde 361. - Madde,
hürriyeti bağlayıcı cezaların infazının ertelenme nedenlerini düzenlemektedir.
Maddenin erteleme nedeni olarak gösterdiği hâller: Cezanın amacı dışında etki
yaratabileceği veya cezanın infazı ile maksada ulaşılamayacağı anlaşılan
hâllerdir.
Maddenin birinci
fıkrasına göre, hükümlünün akıl hastalığına tutulması hâlinde hürriyeti
bağlayıcı cezanın infazı, hastalığın geçmesine kadar ertelenecektir. Ayrıca
akıl hastalığı dışında tıbben tedavisine olanak bulunmayan veya tedavisi uzun
sürebilecek bir takım hastalıkların varlığı da öngörülerek, ikinci fıkrada,
diğer hastalık hâlleri cezanın infazında hükümlünün hayatı için kesin bir
tehlike oluşturuyorsa birinci fıkra hükümlerinin uygulanacağı hüküm altına alınmıştır
yani bu hâlde de cezanın infazı ertelenecektir.
Maddenin üçüncü
fıkrasında, hastalık nedeniyle mahkûmun cezasının infazının geri bırakılması
kararından sonra, geri bırakma süresince mahkûm hakkında Cumhuriyet
savcılığınca alınabilecek önlemler ile mahkûmun uyması gereken kurallar
gösterilmektedir. Buna göre birinci ve ikinci fıkralarda düzenlenen hürriyeti
bağlayıcı cezanın infazının hastalık nedeniyle geri bırakılması belirli
koşulların uygulanması kaydıyla verilebilecek; bu koşulların yerine getirilmemesi
veya ihlâli hâlinde geri bırakma kararı kaldırılacaktır.
Gebelik ve yeni doğum
hâlleri de hürriyeti bağlayıcı cezanın infazının geri bırakılması nedeni olarak
son fıkrada düzenlenmiştir. Gebe olan veya doğumdan itibaren altı ay geçmemiş
bulunan hükümlünün cezasının infazı geri bırakılacaktır. Demek oluyor ki,
gebelik süresine ek olarak altı ay zarfında hürriyeti bağlayıcı cezanın infazı
geri bırakılacaktır. Çocuk ölmüş veya anasından başkasına verilmiş olursa,
infaz doğumdan itibaren iki ay geri bırakılır.
128 inci madde hükmü
uyarınca, bu maddede öngörülen koşulların varlığı, tutukluluk hâlinin devamının
gerekip gerekmeyeceği konusunda karar verilirken de dikkate alınacaktır.
Madde 362. - Madde,
hükümlünün istemiyle infazın ertelenmesini düzenlemektedir.
Birinci fıkra, ağır hapis
hariç olmak üzere, üç yıl ve daha az süreli hürriyeti bağlayıcı cezaların
derhâl infazının hükümlü veya ailesi için mahkûmiyetin amacı dışında ağır bir
zarara neden olacağı anlaşılırsa, hükümlünün istemi üzerine infazın en
fazla altı ay ertelenebileceğini
belirtmektedir.
Erteleme isteminin
kabulü, bir güvence gösterilmesine veya başka bir koşula bağlanabilecektir.
Madde 363. - Madde ile,
ceza yargılaması hukukumuza yeni bir kurum olarak, hürriyeti bağlayıcı
cezaların maddenin belirttiği hâllerde bölünerek infaz edilebilmesi olanağı
getirilmiştir.
Çağdaş ceza hukukunda
cezanın, suçluyu yoksunluklara tâbi kılıcı ve dolayısıyla eylem ve ızdırap
verici bir araç olmak vasfı çok yumuşalıtmış ve bu nitelikler olumlu ve yapıcı
amaçların elde edilmesine yöneltilmiştir. Nitekim, tarihsel süreçte cezaların
infaz şekillerinin izlediği gelişme bu gözlemi kuvvetlendirmektedir. Hapis cezaları,
sırf hücre hapsi şeklinden çıkıp, gelişmeci (müterakki) rejim şekline
dönüşmekte ve ayrıca hürriyeti kısıtlayıcı cezalar denetimli serbestlik
(probation) cezanın ertelenmesi ve başkaları gibi kurumlarla tamamlanmaktadır.
Çağımızda "yeni sosyal savunma" anlayışı çerçevesinde cezanın kefâret
teşkil edici ve mutlak adalet gereği uygulanan bir yaptırım olduğu görüşü terk
edilmektedir. Cezanın amacı yerine göre suçluda bir şok etkisi meydana getirmek
olmakla beraber, esas hedef suçluyu vurmak değildir; fakat onu "tekrar
sosyalleştirilmesi amacıyla belirli kurumların uygulanması rejimi"ne tâbi
kılmaktır. Ceza, bastırma değil, fakat sosyal savunma amacını gütmelidir.
Çağdaş ceza hukukunda
yeni sosyal savunma öğretisi, suçlunun ceza infazında koşullara uygun bir
iyileştirmeyle, onuruna saygılı, zorunlu bir yardım sağlanarak doğru yola
sokulmasıdır.
Temel amaç, toplumun
savunulması suretiyle suçluluğu geriletmektir; ancak en etkin savunma,
suçluların topluma yeniden uyumunu sağlamaktır.
İşte bu çağdaş düşüncelerin
infaz rejimine yansıtılması amacı ile ağır hapis hariç olmak üzere, üç yıl ve
daha az süreli hürriyeti bağlayıcı cezaların bölünerek infaz edilebilmesi kabul
edilmiştir. Madde, ağır hapis hariç olmak üzere, üç yıl ve daha az süreli
hürriyeti bağlayıcı cezaların, mahkûmun yüksek öğrenimini bitirebilmesi, anne,
baba, eş veya çocuklarının ölümü veya bunların sürekli hastalık veya
malûllükleri nedeniyle ailenin tarım topraklarının işlenmesinin olanaksız hâle
gelmesi veya hükümlünün hastalığının sürekli tedaviyi gerektirmesi gibi zorunlu
ve çok ivedi hâllerde, cezanın infazına hükmü veren mahkemece altı ayı geçmeyen
sürelerle ara verilerek infaz olanaklı hâle getirilmiştir.
Madde 364. - Madde ile
cezasını çekmeye gelmeyen veya kaçacağından şüphe edilen hükümlülere ne gibi
işlem yapılacağı hüküm altına alınmıştır.
Hükümlü cezasını çekmek
üzere yapılan davete rağmen gelmez ya da kaçacağı hakkında şüphe uyandırır,
kaçar veya saklanırsa Cumhuriyet savcısı hürriyeti bağlayıcı cezanın infazını
sağlamak için yakalama müzekkeresi çıkartacaktır.
Madde 365. - Madde ile
infazı söz konusu olabilen yani kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararının yorumunda,
içeriğinin belirlenmesinde veya çektirilecek cezanın hesabında tereddüt
edilirse yahut hükümlünün adının yanlış yazılması gibi bir nedenle cezanın
infaz olunmayacağı ileri sürülürse veya sonradan yürürlüğe giren kanun lehe ise
yerine getirilecek cezanın belirlenmesi veya tereddütün giderilmesi için, bir
karar alınmak üzere yargılama makamına başvurulması hususları düzenlenmiştir.
Açıklama yargılaması da
denilen bu kurum, medenî muhakemedeki hükümlerin tavzihi (açıklanması) ne
benzemektedir. Açıklama yargılaması ancak mahkûmiyet kararları hakkında söz
konusu olabilmektedir. Başvuruyu, infaza memur olan Cumhuriyet savcısı
yapabileceği gibi hükümlü avukatı ve hakkında yanlışlıkla infaza geçilen kimse
de yapabilir.
Başvuru, yorumunda veya
cezanın hesabında tereddüt edilen mahkûmiyet kararını vermiş olan mahkemeye
yapılır. Açıklama yargılaması Yargıtayın ıslah ederek veya esas mahkeme olarak
verdiği mahkûmiyet kararlarında da olanaklıdır.
Maddenin üçüncü
fıkrasında, bu başvurular nedeniyle infazın ertelenemeyeceği veya
durdurulamayacağı açıklanmıştır. Ancak mahkeme infazın ertelenmesine veya
durdurulmasına karar verebilir.
Madde 366. - Madde,
birden fazla kesinleşmiş hükümlere ait cezaların ne suretle toplanacağını
(içtima ettirileceğini) göstermektedir.
Bir kimse hakkında birden
fazla hüküm verilmiş ve mahkemece cezaların toplanmasına (içtimaına) ilişkin
hükümler uygulanmamış olursa, infaz için cezaların toplanması gerekeceğinden,
mahkemeye başvurmak gerekecektir. Türk Ceza Kanununda 1953 yılında yapılan
tadil ile "hukukî içtima" sistemi terk edilerek "cezaların
toplanması" sistemi kabul edildiğinden ve 1965 yılında kabul edilen
Cezaların İnfazı Hakkında Kanun ile de infaz bakımından hürriyeti bağlayıcı
cezalar birleştirildiğinden, cezaların gerçek içtimaının uygulama alanı hayli
azalmıştır. Ancak toplamada yukarı sınırlar kabul edildiğinden yine de
cezaların toplanması (içtimaı) için başvuru gerekebilmektedir. Bu başvuruyu,
Cumhuriyet savcısı veya sanık yapabilecektir.
Madde 367. - Bu maddede
ceza muhakemesinde yapılan "mahsup muhakemesinin" bir türü olarak,
hastanede geçen sürenin cezadan indirilmesi hüküm altına alınmıştır.
Birinci fıkra hükmünün
uygulanabilmesi için, infaz sırasında hükümlünün akıl hastalığı veya yaşamı
için ağır bir tehlike oluşturan bir hastalığa tutulması gerekir. Hasta
hükümlüler için önce cezaevi revirinde veya cezaevi hastanelerinde tedavi
olanağı aranmalıdır; olanaklı bulunmadığında hasta hükümlü başka bir hastaneye
kaldırılmalıdır.
Dışarıdaki bir hastanede
geçen sürenin, hükümlünün hastalığa kendisinin neden olmasından dolayı cezadan
mahsup yapılamayacağı iddia edilmesi hâlinde Cumhuriyet savcısı ikinci fıkra
hükmü gereğince mahkemeden bir karar almak zorundadır. Bu hâlde mahkemenin
iddianın doğru olup olmadığını incelemesi ve hastalık süresinin cezaya mahsup
edilip edilmeyeceği hususunda bir karar vermesi gerekir.
Madde 368. - Madde,
cezanın infazı sırasında hükmün açıklanması gereksinimi ortaya çıktığında veya
cezanın infazında tereddüt edildiğinde veya birden fazla hükümlerdeki cezaların
toplanması ve hastanede geçen sürelerin cezadan indirilmesi için verilecek
kararlarda, mercii ve usulü göstermektedir:
1. Cezanın infazı
sırasında 365 ilâ 367 nci maddeler gereğince mahkemece duruşma yapılmaksızın
karar verilecektir. Merci, Cumhuriyet savcısının ve hükümlünün iddialarının
nedenlerini yazılı olarak bildirmelerini isteyebilecektir.
2. 366 ncı madde
gereğince cezaların toplanmasına dair karar verme yetkisi en ağır türden cezaya
hükmetmiş mahkemeye aittir; cezalar aynı türden ise en fazla cezaya hükmetmiş
bulunan mahkeme yetkilidir. Bu durumda bulunan birden fazla mahkeme varsa son
hükmü veren mahkeme yetkilidir.
Hükümlerden birisi
doğrudan doğruya bölge adliye mahkemesi veya Yargıtaydan verilmiş ise,
cezaların toplanması kuralının uygulanması yetkisi bölge adliye mahkemesi veya
Yargıtaya aittir.
Bölge adliye mahkemesi
veya Yargıtaydan başka diğer mahkemelerin bu konudaki kararlarına karşı acele
itiraz yoluna gidilebilir.
Madde 369. - Maddede,
"şartla salıverilme" ve "şartla salıverilmenin geri
alınması"na ilişkin usul hükümleri gösterilmiştir.
Buna göre;
1. Cezaevi idaresince
hükümlünün şartla salıverilmesi hakkında gerekçeli bir rapor düzenlenerek hükmü
veren mahkemeye, hükümlü başka yerde bulunuyorsa, bu yerdeki aynı derecedeki
mahkemeye sunulacaktır. Mahkeme incelediği raporu uygun bulursa şartla
salıverilmesine, uygun bulmazsa gerekçeli olarak istemin reddine karar
verecektir.
2. Şartla salıverilme
kararının geri alınması iki nedenle olanaklıdır. Şartla salıverilen hükümlünün,
hak ederek salıverilme tarihine kadar sürecek deneme süresi içinde (kasıtlı bir
cürümden dolayı hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkûm edilmesi) veya (bağlı
tutulduğu yükümleri yerine getirmemesi) hâllerinde şartla salıverilmenin geri
alınması söz konusu olacaktır.
a) Deneme süresi içinde
işlenen kasıtlı bir cürüm nedeniyle ve hürriyeti bağlayıcı cezaya hükmolunması
durumunda, bu mahkemece yeni cürüm için kurulan hükümle birlikte şartla
salıverilmenin geri alınmasına da karar verilecektir. Bu karara karşı esas
hükümle birlikte istinaf yoluna, hüküm bölge adliye mahkemesince verilmişse ve
olanak varsa Yargıtaya başvurulabilir.
b) Şartla salıverilmenin
geri alınma nedeni bağlı tutulduğu yükümlerin yerine getirilmemesi hâli ise,
şartla salıverilme kararının dayanağı olan esas hükmü veren mahkeme veya şartla
salıverilme kararını vermiş olan mahkemece bu hususta karar verilir.
Maddenin (1) numaralı
fıkrası uyarınca verilen karara karşı acele itiraz yoluna gidilebilir.
Madde 370. - Türk Medenî
Kanununun 407 nci maddesi uyarınca; bir yıl ve daha fazla hürriyeti bağlayıcı
cezayla mahkûm edilenler sulh hukuk mahkemesince kısıtlanır.
Maddede, şartla
salıverilen hükümlüler hakkındaki bu kısıtlama kararının deneme süresi içinde
uygulanmayacağı; şartla salıverilme kararı geri alındığı takdirde de kısıtlama
kararının kendiliğinden yürürlüğe gireceği açıklanmaktadır.
Madde 371. - Madde yasaklanmış
hakların geri verilmesi koşullarını düzenlemektedir.
Yasaklanmış hakların geri
verilmesi ceza mahkûmiyetinden doğan süresiz (müebbet) yasaklılık ve
ehliyetsizliklerin ortadan kaldırılmasını sağlayan ve bu suretle sözü geçen
yasak ve ehliyetsizliklerden kurtulmak isteyen kimseyi dürüst bir şekilde
yaşamaya teşvik eden bir kurumdur.
Yasaklanmış hakların geri
verilmesi yolu ile ortadan kaldırılmasına olanak bulunan ehliyetsizlik ve
yasaklar, süresiz olanlardır; zira geçici olanlar ya infaz edilmek ya da
zamanaşımı süreleri geçmek suretiyle esasen ve kendiliğinden sona erip, bunları
ortadan kaldırmak bakımından ayrıca bir karar verilmesine gerek
bulunmamaktadır. Maddede kullanılan "kamu hizmetlerinden müebbet
yasaklanma"nın belirli bir suç karşılığı olarak kanunda yazılı bir ceza
sıfatıyla hükmolunması veya diğer bir cezanın yasal neticesi olarak doğmuş
bulunması, yasak hakların geri verilmesi bakımından farklıdır. Yine maddede
geçen "diğer müebbet ehliyetsizlikler" ise, mahkûmiyetten doğmuş
olmak kaydıyla, kişinin ehliyetini her ne suretle olursa olsun kısıtlayan
müeyyide ve tedbirleri belirtir. Böylece, bu ehliyetsizliklerin Türk Ceza
Kanununda yer alması şart olmayıp, mahkûmiyet hükmünün başka kanunlar gereğince
ve hatta ceza hukukunun dışında kalan alanlarda meydana getirdiği
kısıtlılıklardan da meydana gelmesi olanaklıdır. Keza mahkûmiyet dolayısıyla
belirli bir mesleğe giremeyen örneğin Avukatlık Kanunu gereğince avukat
olamayan kimse, yasaklanmış hakların geri verilmesinden sonra, bu ehliyeti de
kazanmış olur.
Maddenin ikinci
fıkrasında yasaklanmış hakların geri verilmesine ilişkin koşullara yer
verilmiştir.
Yasaklanmış hakların geri
verilmesi için koşullar gerçekleştiğinde, mahkûm için sözü geçen geri verilmeyi
isteme hususunda sübjektif bir hak doğar. Bu hakkın sahibi, daha önce
kesinleşmiş bir hükümle mahkûm olan ve bu mahkûmiyetten doğmuş bir takım
ehliyetsizliklerin etkisi altında bulunan kimsedir. Yasaklanmış hakların geri
verilmesi için iki koşulun birarada bulunması gerekir. Bunlardan ilki, iyi hâl
koşuludur. İkinci ise, isteme ilişkin koşuldur. İyi hâl koşulunun oluşabilmesi
için, failin sadece iyi hâl göstermesi yeterli olmayıp, bu iyi hâlin daha önce
işlenen suçtan dolayı gerçek bir pişmanlığı da ifade etmesi gerekir. Böylece,
mahkûmiyet tarihinden istem tarihine kadar geçen süre içinde mahkûmun
sürdürdüğü iyi hâlin, onun pişmanlığını göstermesi, bu süre içinde mahkûmun
pişmanlığını gösterecek olumlu fiil ve hareketlerde bulunmuş olması gerekir.
İsteme ilişkin koşul ise, aslî cezanın ortadan kalkması ve belirli bir sürenin
geçmesidir. Asıl cezadan amaç, kamu hizmetlerinden yasaklık ve benzeri
ehliyetsizlikten başka bütün cezalardır. Bu itibarla hürriyeti bağlayıcı bir
ceza ile birlikte para cezasına hükmedilmesi hâlinde, sadece bunlardan birinin
infazla veya diğer bir şekilde ortadan kalkması yeterli olmayıp, her ikisinin
de tamamıyla infaz edilmiş olması gerekir. Aslî cezanın, infaz ile veya infaz
ilişkisini düşüren nedenlerden biri ile ortadan kalkması arasında fark yoktur.
Madde ile ayrıca, mahkûmun iyi hâli hakkında yeterli bilgi edinilmesine
elverişli olacak bir sürenin geçmesi koşulu öngörülmüştür. Bu sürenin
saptanması bakımından, kamu hizmetlerinden müebbet yasaklığın veya diğer
ehliyetsizliğin aslî bir cezaya bağlı olup olmadığı arasında bir ayırım
yapılmıştır.
Süreler asıl cezanın
çekildiği veya ceza af ile ortadan kalktığı tarihten itibaren üç ve zamanaşımı ile düştüğü tarihten itibaren
beş yıldır.
Müstakilen hükmolunan
yoksunluk ve ehliyetsizlikler için süre ise hükmün kesinleştiği tarihten
itibaren beş yıldır.
Madde 372. - Hükümlünün
yasaklanmış haklarının geri verilmesini isteyebilmesi için belirli bir deneme
süresini, pişmanlık duyduğunu gösterecek surette iyi hâlle geçirmiş olması ve
bunu kanıtlaması gerekir.
Bu husustaki bilgi, belge
ve her türlü delile en kısa yoldan ve doğru olarak ulaşabilme olanağını
sağladığından, isteği inceleyip karara bağlamakla hükümlünün yerleşim yerindeki
ağır ceza işlerini gören mahkemenin görevlendirmesi uygun görülmüştür. Ayrıca,
hükümlü ve toplum yararına olan bu kurumun iyi suretle ve kolaylıkla işlemesi
de öngörülmüştür.
Madde gereğince hükümlü,
yasaklanmış haklarının geri verilmesini yerleşim yerindeki ağır ceza işleri
gören mahkemeye bir dilekçe vermek suretiyle isteyebilecektir. Ancak hüküm
bölge adliye mahkemesince verilmiş ise, görevli ve yetkili mahkeme o hükmü
veren bölge adliye mahkemesi olacağından, dilekçe de belirtilen bölge adliye
mahkemesine verilecektir.
Madde 373. - Maddeye
göre, hükümlünün dilekçesinde yasaklanmış hakların geri verilmesini istediğini
tereddüde yer bırakmayacak açıklıkla belirtmesi, dilekçeye ekleyeceği
mahkûmiyeti gösteren karar örneğinin onaylı bulunması, kesinleşme tarihini
göstermesi ve gerekçeli kararın tamamından oluşması gerekir.
Ayrıca cezanın infaz
edildiğini veya yasal nedenlerle düştüğünü ve tarihlerini belirten belgelerle
yargılama giderlerinin ve hükmolunmuşsa kişisel hakkın ödendiğini (veya ibra
edildiğini) ve işlemiş olduğu suçtan pişmanlık duyduğunu gösterecek biçimde iyi
hâlli olduğuna dair belgeleri de dilekçeye eklemesi gerekir.
Cezanın infaz tarihi,
hürriyeti bağlayıcı cezanın hak ederek salıverilme (bihakkın tahliye) ve para
cezasının tamamının, taksitlendirilmişse son taksidin ödendiği tarihtir.
İyi hâl belgeleri, resmî
veya özel kurumlardan alınan, hükümlünün deneme süresi içindeki tutum ve
davranışlarına ilişkin bilgi ve saptamaları bildiren yazılardır.
Madde 374. - Maddeye
göre, verilecek dilekçe üzerine ağır ceza mahkemesince üyelerinden birisi bunu
incelemekle görevlendirilecektir.
Görevlendirilen üye
dilekçe ve eklerini inceler, deneme sürelerinin geçip geçmediğini hesaplar,
hükümlüye ait adlî sicil kayıtlarını getirtir. Gerekli gördüğü tüm bilgileri
toplar. Özellikle pişmanlığa ve iyi hâlliliğe ve daha önce aynı konuda bir
başvuru ve karar bulunup bulunmadığına ilişkin hususları araştırır.
Görevlendirilen üye, hükümlünün mahkûmiyetine esas oluşturan dosyayı
getirtebilir; tamamlanan evrakı Cumhuriyet savcılığına yollar.
Mahkeme Cumhuriyet
savcısının gerekçeli yazılı görüşü üzerine evrakı inceler. Görevlendirilen
üyenin araştırmalarını yeterli görmezse eksiklerin tamamlanması için
soruşturmanın genişletilmesi yönüne gider. Bu konuda aynı veya başka bir üyeyi
görevlendirebilir. Araştırmaları yeterli görürse duruşma yapmaksızın kararını
verir. Kararlara karşı ağır ceza mahkemesinden verilmiş ise istinaf yolu, bölge
adliye mahkemesinden verilmiş ise temyiz yolu açıktır.
Mahkemenin kendisine
yapılan başvurudan ve kararından mahkûmiyet hükmünü vermiş olan mahkemeyi
bilgilendirmesinde hatta kararından bir örneği yollamasında yarar vardır.
Madde 375. - Yasaklanmış
hakların geri verilmesi istemi, iyi hâlin bulunmadığı gerekçesiyle
reddedilmişse, yeni bir deneme süresi geçmeden yasaklanmış hakların geri
verilmesi istemi tekrarlanamaz. İstem, şekil noksanından, örneğin dilekçeye
eklenmesi gereken bazı belgelerin bulunmaması nedeniyle reddedilmişse, yeni bir
sürenin geçmesi beklenmez; şekil noksanı tamamlanarak, istem yenilenebilir.
Deneme süresinin dolmamış olması dolayısıyla verilen ret kararı, şekil
noksanından doğmuş sayılmalı ve tamam olmayan süre doldurulunca istemin
yenilenmesine cevaz verilmelidir.
İsteğin kabulüne ilişkin
karar, kesinleşmesi ile birlikte kendiliğinden sonuçlarını doğurur. Bu kararın
bir örneği, 22/11/1990 tarihli ve 3682 sayılı Adlî Sicil Kanununun 4 üncü
maddesi gereğince Adlî Sicil Genel Müdürlüğüne yollanır.
Madde 376. - İsteğin
kabulüne ilişkin karar kesinleştiğinde yasaklanmış hakları hükümlüye geri
verilmiş olur, Hükümlü bunun herkesçe öğrenilmesini isterse, masrafını ödemek
koşuluyla karar Resmî Gazete ile ilân olunur.
Madde 377. - Bu Bölümde
yargılama giderlerinin neleri kapsayacağı, kimin tarafından belirleneceği, kime
ve nasıl yükletileceği hususları düzenlenmiş, maddede uygulamada tereddüde yer
bırakmayacak şekilde tanımlanmıştır.
Soruşturma ve kovuşturma
evrelerinde, kamu davasının gerektirdiği yargılamanın yürütülmesi amacıyla
Devlet Hazinesi ve taraflarca yapılan ödemeler yargılama giderlerini oluşturur.
Avukatlara, bilirkişi ve tanıklara verilen gündelik, yolluk ve ücretlerle
keşif, muayene, tahlil ve posta giderleri yanında harçlar, Avukatlık Asgari
Ücret Tarifesine göre taraflara ödenmesi gereken avukatlık ücretleri de
yargılama giderlerine dahildir.
Yargılama giderlerinin ve
taraflardan birinin diğerine ödemesi gereken paranın miktarını hâkim veya
mahkeme başkanı belirler. Bunların hüküm, karar ve ceza kararnamelerinde
ayrıntıları ve dayanakları ile gösterilmesi, kimlere yükletildiğinin de
belirtilmesi gereklidir.
Kesinleşen hüküm, karar
ve ceza kararnamelerinde yazılı yargılama giderlerinden Devlete ait olanlar
Harçlar Kanunu, kişisel haklara ilişkin olanlar ise 9/6/1932 tarihli ve 2004
sayılı İcra ve İflâs Kanunu hükümlerine göre yerine getirilirler.
Maddenin son fıkrasında
yargılama giderinin istisnasına yer verilmiş, Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin 6/3-e maddesi ile Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 20/11/1995 günlü
11619/12124 sayılı (YKD.96/2-304) ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12/3/1996
günlü 2/33 sayılı (YKD. 96/4-621) kararları da değerlendirilerek, Türkçe
bilmeyen ya da sağır veya dilsiz olan şüpheli veya sanık için görevlendirilen
tercümanın giderlerinin yargılama giderleri sayılmayacağı, bu giderlerin Devlet
Hazinesince karşılanacağı hükme bağlanmıştır.
Madde 378. - Yargılama
giderinin haksız çıkan tarafından ödenmesi ilkesi ışığında sanığa yükletilmesi,
ceza yargılamasının mahkûmiyet veya buna eş bir hükümle sonuçlanmış olmasına
bağlıdır.
Sanığın ceza veya
güvenlik tedbirine mahkûm edilmesi, hükmün geri bırakılması, cezanın veya
davanın ertelenmesine karar verilmesi hâllerinde 377 nci maddenin son fıkrasında açıklanan tercüman
giderleri ayrık olmak üzere tüm yargılama giderleri hükümlüye yükletilir. Ancak
kamu davasının gerekli kılmadığı veya yanlışlıkla yapılan işlemlerin
giderlerinden hükümlünün sorumlu tutulmaması gerekir.
Öte yandan, yargılama
evrelerinde yapılan ve ödemelere neden olan araştırma ve işlemler sanık lehine
sonuçlar ortaya çıkarmış, hâkim bu giderlerin sanığa yükletilmesinin hak ve
adalete uygun olmayacağı kanısına ulaşmış ise kısmen veya tümüyle Devlet
Hazinesine yükletilmesine karar verebilir.
Sanığın savunmalarının
doğruluğunu desteklemesi, eylemin niteliğinde daha az cezayı gerektiren
değişikliği veya yasal hafifletici nedenlerin belirlenmesini sağlaması,
araştırma ve işlemlerin lehe sonuç ortaya çıkarmasına örnek olarak gösterilebilir.
Tüm bunların sonucunda
sanığa verilen ceza ile yapılan gider arasında aleyhe aşırı ve adalet duygusuna
aykırı ölçüsüzlük doğabilir. İşte hâkim bu durumları objektif ölçülerle ve
gerekçesini de göstererek takdir hakkını, yargılama giderlerinin bir kısmı veya
tamamını Devlet Hazinesine yüklemek biçiminde kullanabilecektir.
Hüküm kesinleşmeden
yerine getirilmesi olanağı bulunmadığından, kesinleşmeden önce hükümlünün
ölmesi durumunda mirasçıları yargılama giderlerini ödemekle yükümlü
tutulmazlar.
Tasarı, maddenin son
fıkrasıyla, dava sırasında içtenlikle, maddî gerçeğe uygun olarak suçunu itiraf
eden veya ikrarda bulunan, böylece adaletin gerçekleşmesine hizmet ve yardımda
bulunan sanığın yargılama giderinden bağışık tutulmasını, ona yargılama gideri
yükletilmemesini uygun görmüştür.
Madde 379. - Yargılama
giderlerinin ödenmesi mahkûmiyet koşuluna bağlı olduğundan, hakkında birden çok
suçtan dava açılan sanık bunların bir bölümünden mahkûm olmuş, diğerlerinden
beraat etmiş ise, beraat ettiği suçlar nedeniyle yapılmış yargılama giderleri
kendisine yükletilmez.
Tasarıda, 1412 sayılı
Kanunda yer alan yanlış anlama ve hatalı uygulamalara neden olan "müşterek
fail olmak üzere" sözcükleri yerine "iştirak nedeniyle"
sözcükleri kullanılmış, aynı suçtan dolayı iştirak nedeniyle (aslî veya fer'î
fail olarak) yargılanıp hükümlendirilenlerin yargılama giderlerinden
müteselsilen sorumlu oldukları belirtilmiştir.
Ancak bu hüküm şeriklerin
tutuklanmalarından ve cezalarının infazından doğan giderler konusunda
uygulanmaz; bireysel sorumlulukları esastır.
Madde 380. - Yargılama
giderlerinin ödenmesini mahkûmiyet koşuluna bağlayan ilkenin doğal sonucu
olarak hakkında kamu davası açılan kimsenin beraat etmesi, ceza veya güvenlik
tedbiriyle hükümlendirilmemiş olması durumunda giderler Devlet Hazinesine
aittir.
Beraat edenin yargılama
evrelerinde davanın gerekli kıldığı zorunlu ödemeleri de Devlet Hazinesince
üstlenilir.
Kural bu olmakla
birlikte, hakkında kamu davası açılmış olan kişi savsama ve kusuruyla bilirkişi
veya tanıkların dinleneceği veya yüzleştirme yapılacak duruşmaya katılmaması ve
bu işlemlerin yenilenmesinin gerekmesi, kendisini suçlama gibi nedenlerden
kaynaklanan giderlerden sorumludur.
Madde 381. - Karşılıklı
hakaret hâlinde mahkeme, gerektiğinde iki taraf veya hangi tarafın neden
olduğunu göz önüne alarak yalnız biri hakkındaki cezayı kaldırabilecektir. Bu
durumda yargılama giderinin bunlardan birine veya her ikisine yüklenmesine de
karar verilmesi gereklidir.
Madde 382. - Suç uydurma
veya iftira suretiyle veya iyice araştırmadan, ağır bir savsama ve kusurla
gerçeğe aykırı ihbarda bulunan kimse, adliye dışında olsa bile, soruşturmanın
yapılmasına neden olmuşsa, bu soruşturmadan dolayı Devlet Hazinesi ile sanık
tarafından yapılan zorunlu giderleri ödemeye mahkûm edilebilir.
Bu karar, soruşturma
evresi sonunda kamu davasının açılmasına gerek görülmediğinde Cumhuriyet
savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kamu davası açılmış ve
durum kovuşturma evresinde anlaşılmış ise davaya bakan mahkemece verilir.
İhbarda bulunan kimsenin
her iki hâlde de dinlenilmesi zorunludur. Karara karşı şüpheli veya sanık,
ihbar eden kimse, Cumhuriyet savcısı acele itiraz yoluna başvurabilirler.
Madde 383. - Kanun
yollarından birine başvuran, bu başvurunun geri alınması veya isteminin reddi
hâlinde giderleri öder; kanun yollarına Cumhuriyet savcısı başvurmuşsa, sanığın
ödemek zorunda bulunduğu giderler Devlet Hazinesine yükletilir.
Gerçekleşen giderler:
1. Katılan veya onun
adına avukatınca kanun yoluna başvurulmuş olup da başvuru geri alınmış veya istem reddedilmişse katılana, kabul
edilmişse sanığa yükletilir.
2. Sanık veya onun adına
avukatının başvurması geri alınmış veya istem reddedilmişse sanığa, sanığın
yasal temsilcisinin veya eşinin başvuruyu geri almaları veya başvurularının
reddi hâlinde kendilerine, gerek sanık ve avukatının gerek yasal temsilcisi
veya eşinin istemleri kabul edilmişse Devlet Hazine yükletilir.
3. Cumhuriyet savcısı
kanun yoluna başvurusunu geri almış veya sanık lehine başvurusu ret veya kabul,
sanık aleyhine başvurusu reddedilmişse Devlet Hazinesine, sanık aleyhine
başvurusu kabul edilmişse sanığa yükletilir.
4. Kanun yoluna
başvuranın isteminin bir bölümü kabul olunmuşsa mahkeme kabul ve reddolunan
bölümlerin önemini de gözeterek gideri taraflar arasında bölüştürebileceği
gibi, bir tarafı gideri ödemekten bağışık da tutabilir.
5. Hükümlü veya
avukatının lehe yargılamanın yenilenmesi istemi, kabule değer olmaması veya
esassız olması nedenleriyle reddolunmuş veya önceki hükmün onaylanmasına karar
verilmişse giderler hükümlüye, ölen hükümlü için eşi, üstsoyu altsoyu veya
kardeşlerinin başvuruları reddolunmuşsa kendilerine, kabulü ile beraate karar
verilmişse Devlet Hazinesine yükletilir.
6. Aleyhe yargılamanın
yenilenmesinin kabulü ile mahkûmiyete karar verildiğinde sanığa, reddi
durumunda ise Devlet Hazinesine yükletilir.
Yargılamanın yenilenmesi
isteminin kabulü ile sonuçta daha az cezaya hükmolunmuşsa mahkemece giderler
bölüştürülür.
Eski hâle getirme
isteminden kaynaklanan giderler kural olarak istemde bulunana yükletilir. Ancak
buna, karşı tarafın esasa dayanmayan karşı koyması neden olmuşsa istemde
bulunana değil karşı tarafa ödettirilir.
Madde 384. - Madde, adlî
tatilde, ceza işlerini gören makam ve memurların görevleri ile ilişkilerini ve
ceza işlerinde bütünü ile tatil konusunu düzenlemektedir:
Bir kere Temmuzun
yirmisinden Eylülün beşine kadar, söz konusu merciler tatil yapacaklardır.
Ancak, soruşturmalar ile tutuklu işlere ait kovuşturmaların ve ivedi sayılacak
diğer hususların tatil süresi içinde de sürdürülmesi veya bu işlere
başlanılması zorunlu olduğundan bunların tatil süresince nasıl ve hangi
merciler tarafından yerine getirileceği, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca
belirlenecektir. Tatil süresince bölge adliye mahkemeleri ile Yargıtayda da yalnız
tutuklu ve hükümlülere ilişkin ve Meşhut Suçların Muhakeme Usulü Kanununa göre
görülmüş işler incelenecektir.
Tatil süresince
yargılamaya ilişkin süreler işlemeyecektir; ayrıca tatilin bittiği günden
itibaren bu süreler üç gün uzatılmış sayılacaktır.
Madde 385. - Tasarı,
değişik konularda kavramları bu günün duru Türkçesine uygun ve herkes
tarafından anlaşılabilecek sözcüklerle belirlemiştir. Tasarıda geçen terim ve
deyimler hâlen yürürlükteki kanunların içerdiklerinin yerini almış
bulunmaktadır.
Madde 386. - Ceza
muhakemeleri sistemimizde evvelce var olan "ilk tahkikat"a ilişkin
yollamaların, Tasarının soruşturma evresine yapılmış sayılacağı bu maddede
belirtilmiştir. Tasarının 173 üncü ve izleyen maddelerindeki hükümler soruşturmayı
yapanlarca uygulanacaktır.
Madde 387. - Maddede,
yürürlükten kaldırılan kanunlar ile kanun hükümleri gösterilmektedir.
Madde 388. - Yürürlük
maddesidir.
Madde 389. - Yürütme maddesidir.
T.C.
Başbakanlık
Kanunlar ve Kararlar 11.12.2002
Genel Müdürlüğü
Sayı : B.02.0.KKG/196-279/5965
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ BAŞKANLIĞINA
Önceki yasama döneminde hazırlanıp Başkanlığınıza sunulan ve
İçtüzüğün 77 nci maddesi uyarınca hükümsüz sayılan ilişik listede adları
belirtilen kanun tasarılarının yenilenmesi Bakanlar Kurulunca uygun
görülmüştür.
Gereğini arz ederim.
Abdullah
Gül
Başbakan
T.C.
Başbakanlık
Kanunlar ve Kararlar 22.6.1999
Genel Müdürlüğü
Sayı : B.02.0.KKG/196-342/2695
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ BAŞKANLIĞINA
Önceki yasama döneminde hazırlanıp Başkanlığınıza sunulan ve
İçtüzüğün 77 nci maddesi uyarınca hükümsüz sayılan ilişik listede adları
belirtilen kanun tasarılarının yenilenmesi Bakanlar Kurulunca uygun
görülmüştür.
Gereğini arz ederim.
1/839 Ceza Muhakemeleri
Usulü Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik Yapılması ve Bu Kanuna Bazı Maddeler
eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı
Bülent
Ecevit
Başbakan
T.C.
Başbakanlık
Kanunlar ve Kararlar 2.11.1998
Genel Müdürlüğü
Sayı : B.02.0.KKG.0.11/101-611/6109
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET
MECLİSİ BAŞKANLIĞINA
Başkanlığınıza arzı Bakanlar Kurulunca 7.10.1998 tarihinde
kararlaştırılan “Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun Bir Maddesinde Değişiklik
Yapılması ve Bu Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesi Hakkında Kanun Tasarısı” ile
gerekçesi ilişikte gönderilmiştir.
Gereğini arz ederim.
Mesut
Yılmaz
Başbakan
GENEL GEREKÇE
Soruşturma veya
kovuşturmada gerçeğin ortaya çıkarılması, kullanılan yöntemlerin insan
haklarına uygun olması ve bu hakların etkili bir şekilde korunması amacıyla
4.4.1929 tarihli ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda bazı
değişiklikler yapılması zorunluğu duyulmuştur.
1. Tanıklık, külfetli ve
bazen riskli bir kamu görevi olmasına rağmen; Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda
tanıkların korunmasına ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır. Mevzuatımızda sadece
12.4.1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 20 nci maddesinde
terör suçları ile ilgili tanıklar için koruma tedbirleri öngörülmüştür.
Hazırlanan Tasarı ile
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa tanıkların korunmasına yönelik hükümler
getiren 63/a maddesi eklenmiş; ayrıca aynı Kanunun 64 üncü maddesinde tanıklara
tanıklık yapmaları nedeniyle kaybettikleri zamanla orantılı bir tazminat
ödenmesi, yol, iaşe ve ikamet giderlerinin karşılanması amacıyla değişiklik
yapılmıştır.
2. Bedenî muayene ve
müdahaleler ile moleküler genetik incelemeler, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa
78 inci maddesinden sonra gelmek üzere eklenen altı madde ile düzenlenmektedir.
Kanunun 66 ncı maddesinin
son fıkrasında “Hazırlık soruşturmasında muayeneleri icap eden kimselerin
muayeneleri Cumhuriyet savcılarının talebi ile yapılır” hükmü yer almakla
birlikte, muayenenin kapsamı ve şartları belirtilmemiştir.
Anayasamızın 17 nci
maddesinin ikinci fıkrasına göre, “Tıbbî zorunluluklar ve kanunda yazılı haller
dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve
tıbbî deneylere tâbi tutulamaz”.
Hazırlanan Tasarı ile
şüpheli veya sanığın veya olayla ilgili diğer kişilerin bedenî muayenesi,
vücutlarından biyolojik örnek alınması veya diğer bedenî müdahaleler yapılması
konularında Anayasal çerçeve içinde belirleyici ve sınırlayıcı hükümler
getirilmektedir. Alman Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 81a-81f paragraflarına
paralel olarak, bedenî muayene ve bedenî müdahale tedbirlerine belirli
şartlarda başvurulması ve bu konuda karar almaya kural olarak hâkimin, muayene
sonucunun gecikme sebebiyle tehlikeye düşmesi halinde ise Cumhuriyet savcısının
yetkili olması öngörülmektedir.
Tasarı ile ayrıca şüpheli
veya sanığın fotoğraf ve parmak izlerinin alınması ve diğer tespitlerin
yapılması, şüpheli veya sanıktan başka kişilerin muayene edilmesi veya
vücutlarından biyolojik örnek alınması, kadının muayenesi ve moleküler genetik
incelemeler yapılması konuları ayrıntılı bir şekilde düzenlenmek suretiyle
hukukumuzda önemli bir boşluk doldurulmaktadır.
MADDE GEREKÇELERİ
Madde 1. - Bu madde ile
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 63 üncü maddesinden sonra gelmek üzere
eklenen 63/a maddesi ile tanığı korumak için alınacak tedbirler gösterilmiştir.
Bu tedbirlerin alınabilmesi için tanığın kimliğinin, konutunun veya
ikametgâhının bilinmesinin kendisi veya başkaları için ciddi bir tehlike
oluşturması gerekmektedir.
Bu durumda hâkim
kararıyla 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 20 nci maddesinde gösterilen
koruma tedbirleri uygulanabilecektir. Bu tedbire ceza yargılamasında önemli bir
yer tutan tanık beyanı delilinin daha kolay ve güvenli bir şekilde elde
edilmesi amacıyla başvurulacaktır. Gerçeğin ortaya çıkmasına beyanı ile katkıda
bulunan tanığın Devletçe korunması, hem Anayasa, hem evrensel insan hakları
normlarının gereğidir.
Madde 2. - Tanıklık kamu
görevi olmakla birlikte; bu görevin tanıklık edeceklere zarar vermemesi için,
kendilerine kaybettikleri zamanla orantılı bir tazminat ödenmesi, ayrıca yol,
iaşe ve ikamet giderlerinin karşılanması gerekir. Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanununun 64 üncü maddesi, bunu sağlamak amacıyla değiştirilmektedir.
Yeni düzenlemede
tazminatın her yıl Adalet Bakanlığınca hazırlanacak tarifeye göre
hesaplanacağı, ayrıca tazminat ile yol, iaşe ve ikamet giderlerinin duruşmadan
hemen sonra ödeneceği açıkça ifade edilmiştir.
Madde 3. - Bu madde ile
vücut muayeneleri, bedenî müdahaleler ve moleküler genetik incelemelerle ilgili
olarak Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa altı madde eklenmektedir. Bu tür
muayene veya müdahaleler, sadece iddia açısından değil, savunma bakımından da
son derece önemlidir.
Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanununda şüpheli veya sanığın vücut muayenesi konusunda ayrıntılı bir
düzenleme bulunmamaktadır. Kanunun 66 ncı maddesinin son fıkrası hükmü, ceza
yargılamasının amacı olan maddî gerçeğin ortaya çıkarılması için sanık ve insan
hakları açısından yeterli olmadığından, yeni bir düzenlemeye ihtiyaç
duyulmaktadır. Tasarı ile getirilen hükümler, sırasıyla şu gerekçelere
dayanmaktadır:
a) 78/a maddesi olarak
önerilen düzenlemeye göre, şüpheli veya sanığın vücudu, soruşturma veya
kovuşturma için önem taşıyan vakıaların tespiti amacıyla muayene edilebilecek
veya vücudundan biyolojik örnek alınabilecek; tıp sanatının kurallarına göre
bir hekim eliyle diğer bedenî müdahaleler yapılabilecektir.
Bu tür muayene ve
müdahaleler, kural olarak, ilgilinin rızasıyla yapılmakla birlikte, şüpheli
veya sanığın sağlığı açısından sakınca bulunmadığı takdirde kendisinin rızası
olmaksızın da gerçekleştirilebilecektir. Şüpheli veya sanığın muayene edilmesi,
vücudundan biyolojik örnek alınması veya diğer bedenî müdahalelerde
bulunulması, kural olarak hâkim kararıyla olacak; ancak gecikmesinde sakınca
bulunan hallerde Cumhuriyet savcısı da bu kararı verebilecektir.
Ayrıca şüpheli veya
sanıktan alınan biyolojik örnekler, kişilik haklarının korunması amacıyla,
devam etmekte olan soruşturma ve kovuşturmalar dışında kullanılamayacak ve
bunlara duyulan ihtiyaç ortadan kalktığında hemen imha edilecektir.
b) 78/b maddesi, şüpheli
veya sanığın fotoğraf ve parmak izlerinin alınması ve diğer tespitlerin yapılmasına
ilişkin düzenlemeyi içermektedir. Ceza yargılamasında maddî gerçeğin ortaya
çıkarılması açısından sanığın parmak izlerinin ve fotoğraflarının alınmasının
ve diğer tespitlerin yapılmasının önemi büyüktür.
Önerilen düzenlemeye
göre, soruşturma veya kovuşturmanın yürütülmesi için zorunluluk duyulan ölçüde,
kendisinin rızası olmasa da şüpheli veya sanığın fotoğraf ve parmak izleri
alınabilecek; üzerinde ölçme ve benzeri işlemler yapılabilecektir.
c) 78/c maddesi ile Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanununa şüpheli veya sanıktan başka kişilerin bedenî
muayenesi veya vücutlarından biyolojik örnek alınması ile ilgili yeni bir
düzenleme eklenmektedir.
Ceza yargılamasında amaç,
maddî gerçeğin ortaya çıkarılması olduğu için, bu amacı gerçekleştirmek
bakımından bazı hallerde şüpheli veya sanık dışındaki kişilerin de vücudunun
muayenesine gerek duyulabilir. Örneğin mağdur üzerinde yapılacak olan böyle bir
muayeneden çok önemli sonuçlar alınabilir.
Maddenin birinci
fıkrasında gerçeğin ortaya çıkarılması açısından şüpheli veya sanıktan başka
kişilerin vücutlarında bir suçun iz veya sonucunun tespiti için zorunlu olduğu
takdirde muayenelerinin yapılmasına imkân sağlanmaktadır.
Maddenin ikinci fıkrasına
göre şüpheli veya sanıktan başka kişiler, sağlıkları açısından sakınca
bulunmaması ve gerçeğin ortaya çıkarılması açısından kaçınılmaz nitelikte
olması durumunda nesebin tespiti için muayene edilebilecek veya vücutlarından
biyolojik örnek alınabilecektir.
Üçüncü fıkraya göre bu
işlemler, sadece hekim tarafından veya hekim gözetiminde yapılabilecektir.
Dördüncü fıkraya göre,
tanıklıktan çekinme sebeplerinin varlığı halinde muayene veya biyolojik örnek
alınması reddedilebilecektir. Yaş küçüklüğü, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı
sebebiyle tanıklıktan çekinmenin önemini anlayamayacak olanlar hakkında bu
kararı kanunî temsilcileri verebilecektir. Kanunî temsilcinin sanık olması veya
başka sebeplerle zamanında karar veremeyecek durumda bulunması, buna karşılık
delillerin muhafazası için derhal muayene yapılması veya biyolojik örnek
alınmasının zorunlu olması hallerinde ise bu işlemler, ancak hâkimin kararıyla
yapılabilecektir.
Maddenin diğer
fıkralarında bu işlemlerin ilgilinin katlanamayacağı nitelikte olması halinde
yapılamayacağı, muayene veya biyolojik örnek alınmasına ancak hâkim veya
Cumhuriyet savcısının karar verebileceği belirtilmiş; ilgilinin muayene ve
biyolojik örnek vermekten kaçınması halinde uygulanacak yaptırımlar
gösterilmiştir.
d) Ceza Muhakemeleri
Usulü Kanununa eklenmesi önerilen 78/d maddesi, kadının bedenî muayenesine
ilişkin olup, toplumun ahlâk anlayışına uygun bir düzenleme getirilmiştir.
e) Ceza Muhakemeleri
Usulü Kanununa eklenmesi önerilen 78/e maddesi ile moleküler genetik inceleme
esasları belirlenmiştir. Çoğu kez nesep veya ele geçirilen materyalin sanığa
veya mağdura ait olup olmadığı konusunda duyulan kuşkular, moleküler genetik
inceleme yapılmaksızın giderilememektedir. O nedenle bu maddede moleküler
genetik incelemenin esasları ve sınırları düzenlenmiştir.
f) 78/f maddesi uyarınca
moleküler genetik incelemeye sadece hâkim karar verebilecek, yazılı kararda
incelemeyi yapacak bilirkişi de gösterilecektir. Maddede bilirkişi olarak
görevlendirilecek kişilerin nitelikleri, yasak genetik incelemelerin
yapılmaması ve elde edilecek bilgilerin dışarıya sızmaması için alınması
gerekli tedbirlerde ilgili hükümler konulmuştur.
g) 78/a-78/f maddelerinde
öngörülen işlemlerin yapılması ile ilgili usul ve esasların Adalet Bakanlığınca
hazırlanacak bir yönetmelikte düzenleneceği belirtilmektedir.
Madde 4. - Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanununun 66 ncı maddesinin son fıkrasında öngörülen
muayeneler, Tasarı ile önerilen maddelerde ayrıntılı bir şekilde düzenlendiği
için söz konusu fıkranın Kanunda muhafazasına gerek kalmamıştır.
Geçici Madde 1. - 3 üncü
madde ile Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa eklenen 78/g maddesinde öngörülen
yönetmeliğin bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren en geç bir yıl içinde
yürürlüğe konacağı belirtilmektedir.
Madde 5. - Yürürlük
maddesidir.
Madde 6. - Yürütme
maddesidir.
HÜKÜMETİN TEKLİF ETTİĞİ METİN
CEZA
MUHAKEMELERİ USULÜ KANUNUNUN BİR MADDESİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI VE BU KANUNA
BAZI MADDELER EKLENMESİ HAKKINDA
KANUN TASARISI
MADDE 1. - 4.4.1929 tarihli ve 1412 sayılı
Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa 63 üncü maddesinden sonra gelmek üzere
aşağıdaki madde eklenmiştir.
“Tanığın korunması
MADDE 63/a - Tanığın kimliğinin veya
konutunun yahut ikametgâhının bilinmesi, kendisi veya başkaları için ciddî bir
tehlike ihtimalini ortaya çıkardığı takdirde hâkim, talepte bulunan tanık
hakkında söz konusu tehlike süresince uygulanmak üzere, 12.4.1991 tarihli ve
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 20 nci maddesinde öngörülen koruma
tedbirlerinin alınmasına karar verebilir.”
MADDE 2. - Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanununun 64 üncü maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde
değiştirilmiştir.
“Tanığa ödenecek tazminat ve giderler
Madde 64. - Hâkim veya Cumhuriyet savcısı
tarafından çağrılan her tanığa, Adalet Bakanlığınca her yıl hazırlanan tarifeye
göre kaybettiği zamanla orantılı bir tazminat ödenir. Çağrılan tanık, hazır
bulunmak için seyahat etmek zorunda kalmışsa; belgelendireceği yol giderleri
ile tanıklığa çağrıldığı yerdeki iaşe ve ikamet giderleri de karşılanır.
Tazminat ve giderler, Adalet Bakanlığı
bütçesinde bu amaçla açılacak tertipten, duruşmadan hemen sonra ödenir.”
MADDE 3. - Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanununa 78 inci maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki maddeler eklenmiştir.
“Bedenî muayene ve müdahaleler
MADDE 78/a- Şüpheli veya sanığın vücudu,
soruşturma veya kovuşturma için önem taşıyan vakıaların tespiti amacıyla
muayene edilebilir. Bu amaçla şüpheli veya sanığın vücudundan kan, saç, kıl,
tükürük, tırnak ve benzeri biyolojik örnekler alınabilir veya bir hekim
tarafından tıp sanatının inceleme kurallarına göre gerçekleştirilecek diğer
bedenî müdahaleler yapılabilir. Şüpheli veya sanığın sağlığı açısından sakınca
bulunmadığı takdirde bu müdahaleler, kendisinin rızası olmasa da
gerçekleştirilebilir.
Muayene veya müdahaleye hâkim,
gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısı karar verir.
Şüpheli veya sanıktan alınan biyolojik
örnekler, yalnız bunların alınmasını gerektiren veya devam etmekte olan başka
bir soruşturma veya kovuşturmada kullanılabilir. Bu örnekler, kullanılmalarına
gerek kalmadığı zaman derhal imha edilir.”
“Fotoğraf, parmak izleri ve diğer
tespitler
MADDE 78/b- Soruşturma veya kovuşturmanın
yürütülmesi için zorunlu olduğu ölçüde, kendisinin rızası olmasa da şüpheli
veya sanığın fotoğraf ve parmak izleri alınabilir; üzerinde ölçme ve benzeri
işlemler yapılabilir.”
“Şüpheli veya sanık dışındaki kişilerin
muayenesi
MADDE 78/c- Şüpheli veya sanık dışındaki
kişiler, soruşturma veya kovuşturmada gerçeğin ortaya çıkarılması bakımından
vücutlarında bir suçun iz veya sonucunun bulunup bulunmadığının tespiti için
zorunlu olduğu ölçüde muayeneye tâbi tutulabilirler veya vücutlarından biyolojik örnek alınabilir.
Şüpheli veya sanık dışındaki kişiler,
sağlıkları açısından sakınca bulunmadığı ve soruşturma veya kovuşturmada
gerçeğin ortaya çıkarılması bakımından kaçınılmaz olduğu takdirde nesebin
tespiti için muayene edilebilirler veya vücutlarından biyolojik örnek
alınabilir.
Muayene veya biyolojik örnek alma, sadece
hekim tarafından veya hekim gözetiminde gerçekleştirilebilir.
Muayene veya biyolojik örnek verilmesinden
tanıklıktan çekinme sebepleri ile kaçınılabilir. Yaş küçüklüğü, akıl hastalığı
veya akıl zayıflığı sebebiyle tanıklıktan çekinmenin önemini yeterince
kavrayamayacak olanlar bakımından kanunî temsilcileri karar verir. Kanunî
temsilcinin sanık olması veya başka sebeplerden dolayı zamanında karar
veremeyecek durumda bulunması ve delillerin emniyet altına alınması bakımından
derhal muayene yapılması veya biyolojik örnek alınmasının zorunlu görülmesi
hallerinde bu işlemler, ancak hâkimin kararıyla gerçekleştirilebilir.Bu karara
itiraz edilemez. Şu kadar ki, bu şekilde elde edilen deliller, soruşturma veya
kovuşturmanın sonraki safhalarında ancak sanık olmayan kanunî temsilcinin izni
ile kullanılabilir.
Birinci ve ikinci fıkralardaki işlemlerin
yapılması, bütün şartların değerlendirilmesi halinde ilgilinin katlanamayacağı
nitelikte ise caiz değildir.
Muayene veya biyolojik örnek alınmasına
hâkim, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısı karar verir.
İlgilinin muayeneden veya biyolojik örnek
vermekten kaçınması halinde 63 üncü maddenin birinci fıkrası uygulanır.
Masraflara ve para cezasına hükmedilmesine rağmen ilgilinin kaçınmada direnmesi
halinde aynı maddenin ikinci ve üçüncü fıkraları hükümlerinin uygulanmasına
karar verilebilir.”
“Kadının muayenesi
MADDE 78/d- Bir kadının vücudunun
muayenesi utanma duygusunu rencide edecekse, muayene ile bir kadın hekim
görevlendirilir. Buna imkân bulunamadığı takdirde muayene edilecek kadının
isteği üzerine, bir yakınının veya başka bir kadının muayene sırasında hazır
bulunmasına müsaade edilir.”
“Moleküler genetik incelemeler
MADDE 78/e- 78/a maddesinin birinci
fıkrası ile 78/c maddesinde öngörülen işlemlerle elde edilen materyal üzerinde,
nesebin veya bulunan delil materyalinin şüpheli veya sanığa veya mağdura ait
olup olmadığının tespiti için zorunlu olması halinde, moleküler genetik
incelemeler yapılabilir. Bu amaçlar dışında tespitler yapılmasına yönelik
incelemeler yasaktır.
Birinci fıkra uyarınca yapılabilen
incelemeler, bulunan, emniyet altına alınan veya müsadere edilen diğer delil
materyali üzerinde de yapılabilir. Birinci fıkranın ikinci cümlesi ile 78/a
maddesinin üçüncü fıkrasının birinci cümlesi, bu halde de uygulanır.”
“Hâkimin kararı ve inceleme yapılması
MADDE 78/f- 78/e maddesine göre moleküler
genetik incelemeler yapılmasına sadece hâkim karar verebilir. Kararda inceleme
ile görevlendirilen bilirkişi de gösterilir.
78/e maddesine göre yapılacak incelemeler
için resmen tayin edilen veya bilirkişilikle yükümlü olan yahut soruşturma veya
kovuşturmayı yürüten makama mensup olmayan veya bu makamın soruşturma veya
kovuşturmayı yürüten dairesinden teşkilât yapısı itibarıyla ve objektif olarak
ayrı bir birimine mensup olan görevliler, bilirkişi olarak
görevlendirilebilirler. Bu kişiler, teknik ve teşkilât bakımından uygun
tedbirlerle yasak moleküler genetik incelemelerin yapılmasını ve yetkisiz
üçüncü kişilerin bilgi edinmesini önlemekle yükümlüdürler. İncelenecek
materyal, bilirkişiye ilgilinin adı, adresi, doğum günü ve ayı bildirilmeksizin
verilir.”
Yönetmelik
MADDE 78/g. - 78/a-78/f maddelerinde
öngörülen işlemlerin yapılması ile ilgili usul ve esaslar, Adalet Bakanlığınca
hazırlanacak bir yönetmelikle düzenlenir.”
MADDE 4. - Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanununun 66 ncı maddesinin son fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır.
GEÇİCİ MADDE 1. - Bu Kanunun 3 üncü
maddesi ile Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa eklenen 78/g maddesinde öngörülen
Yönetmelik, bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren en geç bir yıl içinde
yürürlüğe konulur.
MADDE 5. - Bu Kanun yayımı tarihinde
yürürlüğe girer.
MADDE 6. - Bu Kanun hükümlerinin Bakanlar
Kurulu yürütür.
Mesut Yılmaz
Başbakan
B. Ecevit İ. Sezgin A.
Andican
Devlet Bak. ve Başb. Yrd. Millî
Sav. Bak. ve Başb. Yrd. Devlet Bakanı V.
H. Özkan Y. Seçkiner I.
Saygın
Devlet Bakanı Devlet Bakanı Devlet Bakanı
Prof. Dr. H. S. Türk Prof. Dr. S. Yıldırım R. Serdaroğlu
Devlet Bakanı Devlet Bakanı Devlet Bakanı
M. Gürdere H. Uluğbay Prof.
Dr. A. Andican
Devlet Bakanı Devlet Bakanı V. Devlet Bakanı
Dr. I. Çelebi M. Yılmaz Y.
Aktuna
Devlet Bakanı Devlet Bakanı Devlet Bakanı
B. Kara C. Kavak C.
Kavak
Devlet Bakanı Devlet Bakanı Devlet Bakanı V.
R. K. Yücelen H. Gemici M.
Batallı
Devlet Bakanı Devlet Bakanı Devlet Bakanı
H. Denizkurdu K. Aktaş İ.
Cem
Adalet Bakanı İçişleri Bakanı Dışişleri Bakanı
Z. Temizel H. Uluğbay Y.
Topçu
Maliye Bakanı Millî Eğitim
Bakanı Bayındırlık ve İskân Bakanı
H. İ. Özsoy A. A. Denizolgun M. Taşar
Sağlık Bakanı Ulaştırma Bakanı Tarım ve Köyişleri Bakanı
Prof. Dr. N. Çağan Y. Erez M.
C. Ersümer
Çalışma ve Sos. Güv. Bakanı Sanayi
ve Ticaret Bakanı Enerji ve Tabiî Kay.
Bakanı
İ. Talay İ. Gürdal E.
Taranoğlu
Kültür Bakanı Turizm Bakanı Orman Bakanı
Dr. İ. Aykut
Çevre
Bakanı
Adalet Komisyonu Raporu
Türkiye Büyük Millet Meclisi
Adalet
Komisyonu 1.12.2004
Esas No : 1/535, 1/292
Karar No. : 65
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA
Başkanlığınız tarafından 7.3.2003
tarihinde esas komisyon olarak Komisyonumuza havale edilmiş olan "Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanunu Tasarısı (1/535)" ile 19.12.2002 tarihinde
havale edilmiş olan "Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun Bir Maddesinde
Değişiklik Yapılması ve Bu Kanuna Bazı Maddeler Eklenmesi Hakkında Kanun
Tasarısı (1/292)" Komisyonumuzun 27.10.2004 tarihli 2 nci birleşiminde
görüşülmüş, geneli üzerindeki görüşmelerin tamamlanmasından sonra maddelerine
geçilmesi kabul edilmiş, ancak tasarıların birleştirilerek maddelerin daha
ayrıntılı bir biçimde incelenerek gerekli düzenlemelerin yapılması için beş
kişilik bir alt komisyona havale edilmiş, Alt Komisyon, ilgili temsilcilerin de
katılmalarıyla yaptığı yoğun çalışmalar sonucu hazırladığı raporu ve buna bağlı
metni Komisyonumuza sunmuştur.
Ülkemizin, dönemine göre ilk modern Ceza
Muhakemesi Kanunu, 1808 tarihli Fransız Ceza Usulü Kanununun bir tercümesi olan
25 Haziran 1879 (5 Recep 1296) tarihli "Usulü Muhakemati Cezaiye Kanunu
Muvakkati"dir. Bu Kanunu yürürlükten kaldıran 4/4/1929 tarihli ve 1412
sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu, 1789 devriminin liberal ve özgürlükçü
anlayışını yansıtan ve bugünkü anlamda sanık haklarından söz eden 1877 tarihli
Alman Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu esas alınarak meydana getirilmiştir.
Kaynak Alman Kanunu, yürürlüğe
girdiğinden bu yana pek çok değişikliğe uğramıştır. Türkiye, özellikle 1935
yılında totaliter yönetim tarafından yapılan ve İkinci Dünya savaşının
bitiminden hemen sonra kanundan çıkarılan kapsamlı değişikliklerin hiçbirine
iltifat etmemiştir. 1960'lı yıllardan sonra yapılan değişikliklerin sayısı ve
kapsamı, insan hak ve hürriyetlerini korumak ve bireyin adil yargılanma hakkını
sağlamlaştırmak yönünde genişlemiştir. 1990 lı yıllarda Almanya'yı da etkisine
alan organize suçlulukla mücadele edebilmek amacıyla, Kanuna bazı yeni
soruşturma yöntemleri alınmıştır. ABD'de yaşanan 11 Eylül 2002 terör
saldırıları, Kıt'a Avrupası ülkelerini,
ABD ve İngiltere'nin aksine
özgürlükçü çizgiden büyük ölçüde ayırmamıştır. Komisyonumuz, Ceza
Muhakemesi Kanunu Tasarısını hazırlarken Kıt'a Avrupası ülkelerinin çizgisinden
ayrılmamıştır.
1412 sayılı Kanunun yerine yeni bir Ceza
Muhakemesi Kanunu yapılması hususunda, bu Kanundan önce iki girişimde bulunulmuştur. 1946 yılında
hazırlanmaya çalışılan tasarı üzerindeki
çalışmalara devam edilmemiştir. 1951 yılında başka bir tasarı Türkiye Büyük
Millet Meclisine sunulmuş olmasına rağmen kanunlaşamamıştır.
1412 sayılı Kanunun, Almanya'daki kadar
yoğun bir değişime tâbi tutulmadığı söylense bile, yürürlüğe girdiği tarihten
günümüze kadar 27 kez yapılan değişiklikler sonucu çok sayıda maddesi
değiştirilmiştir. Bu değişikliklerde, kaynak Kanunun ait olduğu devletin
gerçekleştirdiği yenilikler ile evrensel ilkelerin gelişen gerekleri
izlenememiş, bunun yerine uygulama
esas alınarak bazı değişiklikler
yapılmış; yapılan bu değişiklikler, ilkelerden özveride bulunulmasına yol
açmıştır.
İkinci Dünya Savaşının sona ermesini
izleyen yıllarda bütün Avrupa ülkelerinde insan hakları, hukukun üstünlüğü ve
hukuk devleti ilkesi ile demokratikleşme ilklerinin hayata geçirilmesi amaç
haline getirilmişti. Bu çabalar çerçevesinde, ceza muhakemesinde de geniş
değişikliklerin yapılması kaçınılmazdı. Uluslararası alanda gerçekleştirilen ve
insan hak ve özgürlüklerine ilişkin bulunan çok taraflı sözleşmeler de
demokratikleşmeyi teşvik etmekteydi.
Komisyonumuz, 21 inci yüzyılın sembolü
haline gelen insan haklarını ve temel hak ve özgürlükler ile Ceza Muhakemesi
Hukukunun evrensel ilkelerini çalışmaları sırasında daima göz önünde
bulundurmuştur.
Türkiye, insan hak ve hürriyetlerine
ilişkin sözleşmeleri imzalayıp onaylamıştır. Bu arada, insan hakları
ihlallerinin yargısal denetimini öngören İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri
Korumaya Dair Sözleşmeyi (kısaca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini) kabul etmiş
ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine bireysel başvuru hakkını tanımıştır. Bu
sözleşmelerde, adil yargılanma hakkı ve bunun gerekleri olan suçsuzluk
karinesi, susma hakkı, silâhların eşitliği ilkeleri ve savunma hakları gibi
hükümler yer almaktadır. Bu hükümler, bugün artık Türk iç hukukunun doğrudan
uyulması zorunlu kuralları hâline gelmiştir.
Ceza Muhakemesi Hukukunun ve bunun
ifadesini oluşturan ana kanunun temel amacı, "insan hakları ihlallerine
yol açmadan gerçeğe ulaşmaktır". Bunun için Kanun, savcının gözetiminde
delilden sanığa gidebilen bir adli kolluk sisteminin oluşturulmasını ve
ülkemizde adil yargılama ilkesinin gerçekleştirilmesini
amaçlamaktadır.
İnsan hakları çağımızın en önemli
değerlerinden biridir. Bunların bir bölümü, ulusal yargı güvencesine, bir
bölümü de uluslararası yargı güvencesine kavuşmuştur. İnsan hak ve özgürlükleri
alanında önemli olan, bu hak ve özgürlüklerin kuramsal alandan çıkıp, uygulama
alanına girmesi, etkili bir güvence sistemine kavuşturulmasıdır. İnsan
haklarının korunması ve güvence altına alınması, İkinci Dünya Savaşına kadar,
esas itibariyle bir iç hukuk, bir anayasa sorunu olarak görülmüştür. İnsan hak
ve özgürlüklerinin anayasal güvenceye kavuşturulması için çaba harcanmıştır.
Yirminci Yüzyılda insan hakları alanında en önemli gelişmenin, bireyin ulusal
hukuk öznesi olmasının yanında, uluslararası hukuk öznesi durumuna gelmeye
başlamasıdır. İkinci Dünya Savaşının doğurduğu acı sonucun, insanın insan
olarak değerini, insanlar arasındaki eşitliği reddeden görüşün yeniden ortaya
çıkmaması için, insan haklarına saygılı bir düzenin kurulması zorunlu
görülmüştür.
Özellikle İkinci Dünya Savaşının Avrupa'da
yaptığı siyasal, toplumsal ve ekonomik çöküntü, yeni bir Avrupa'nın kurulması
düşüncesinin benimsenmesine yol açmıştır. Avrupada kurulacak birliğin, yeni
diktatörlüklerin doğmasını, Avrupa'nın yok edici bir savaşın içine yeniden
düşmesini önleyeceği inancı devlet adamları arasında egemen olmuştur. Bu
anlayış içinde Avrupa'nın ilk siyasal kuruluşu olan Avrupa Konseyine ilişkin
statü, on devlet tarafından 5.5.1949'da Londra'da imzalanmış ve 3.8.1949'da
yürürlüğe girmiştir. Konsey Statüsünün Türkiye tarafından onaylamasına ilişkin
5456 sayılı Yasa, 12.12.1949'da kabul edilmiş ve Türkiye Avrupa Konseyi
Statüsüne katıldığı 8.8.1949 tarihinden geçerli olmak üzere, Avrupa Konseyi
üyesi olmuştur. Avrupa Konseyi, kurulur kurulmaz, insan haklarının korunması ve
geliştirilmesi sorununa öncelik vermiş, en kısa sürede Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin hazırlanmasını sağlamıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi , 4
Kasım 1950'de aralarında Türkiye'nin de bulunduğu onbeş devlet tarafından
Roma'da imzalanmış, 3.9.1953 tarihinde yürürlüğe girmiş ve Türkiye tarafından
da 18.5.1954 tarihinde onaylanmıştır. Sözleşme, çeşitli zamanlarda kabul edilen
ek protokollerle geliştirilmekte ve eksiklikleri giderilmektedir. Hemen
belirtelim ki, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, insan hakları alanında Dünyada
mevcut Sözleşmelerin en gelişmiş ve en etkili olanıdır. Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi, Amerika İnsan Hakları Sözleşmesi, Afrika İnsan ve Halk Hakları
anlaşması gibi bölgesel andlaşmalara da örnek olmuştur.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, yalnız
insan haklarının korunmasını sağlayan bir belge değil, aynı zamanda Batı
demokrasisini somutlaştıran bir belgedir. Sözleşmenin önemi, güvence altına
aldığı temel hak ve özgürlüklerden, ya da Avrupa Konseyinin temelini
oluşturmasından değil, ortak güvence sistemine dayanan uluslararası yargısal
bir denetim mekanizması kurmasından ve bireye sağlanan güvenceyi bir yaptırıma
bağlamasından gelir. Sözleşme böylece, insan haklarının korunmasının ulusal
düzeyden uluslararası düzeye geçmesini sağlamış ve bireyi, özgürlüklerinin
koruması açısından uluslararası hukukta hak sahibi yapmıştır. Bu nedenle,
şimdiye kadar yapılanlardan farklı olarak, uluslararası hukukta yeni
gelişmelere yol açan bir sözleşmedir. Sözleşme hukuk tekniği açısından
uluslararası bir antlaşmadır. Bu sözleşmeyi imza eden devletler, bazı
yükümlülükler altına girmişlerdir. Bu sözleşmenin özelliği, alışılmışın dışında,
bireylere bazı haklar tanımış olmasıdır. Sözleşme, bireye, haklarını çiğneyen
devlete karşı İnsan Hakları Komisyonuna başvurabilme, daha teknik bir ifade ile
"bireysel başvuru" yolunu açmıştır.
Komisyonumuz, başta hukuk devleti ilkesi
olmak üzere, Ceza Muhakemesi Hukukunun evrensel ilkelerini çalışmaları
sırasında daima göz önünde bulundurmuştur.
1982 Anayasasının 2 nci maddesinde
Türkiye'nin bir hukuk devleti olduğu yazılıdır. İnsan hakları ile ilgili bütün
ilkelerin kaynağı durumunda bulunan Hukuk devleti ilkesine göre, yasama, yürütme
ve yargı gücünü yani egemenlik adı verilen muazzam gücü Millet adına kullanan
Anayasal organlar bu gücü sadece hukukun genel ilkeleri, Anayasa ve kanunlar
çerçevesinde insan haysiyetini korumak, insan hakları ile temel hak ve
hürriyetleri gerçekleştirmek, adaleti ve hukuk güvenliğini sağlamak amacıyla
kullanabilirler. Bu onların meşruluğunun temelini teşkil eder. Anayasa
Mahkemeside hukuk devleti kavramını bu şekilde anlamaktadır. Görüldüğü gibi
hukuk devleti üç sütun üzerine inşa edilmiştir. Bunlar: İnsan haklarının
gerçekleştirilmesi, adaletin sağlanması ve güvenliğin temin edilmesidir.
Bilindiği gibi, İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi gibi milletlerarası belgelerle
medenî ülkelerin Anayasalarında ve kanunlarında yer alan ve ırk, renk, cins,
dil, din, siyasî veya diğer herhangi bir akide, millî veya sosyal menşe,
servet, doğuş veya diğer herhangi bir fark gözetilmeksizin, insanın insan
olması nedeniyle her insan tarafından yararlanılabilen haklara insan hakları
denmektedir. İşte bu hakların uygulamada gerçekten kullanıldığı ülkelere hukuk
devleti denmektedir. Son yıllarda en totaliter ülkeler dahi, insan haklarına
kayıtsız kalamamakta; bunlara kanunlarında hatta anayasalarında yer vermek
durumunda kalmakta; fakat söz konusu hakları uygulamada gereği gibi veya hiç
kullandırmamaktadırlar. Bu nedenle hukuk devletinin ölçüsü insan haklarına
sadece mevzuatta yer vermek değil, bunları uygulamada gerçekleştirmektir. Bir
devlet, insan haklarını uygulamada gerçekleştirdiği oranda hukuk devletidir.
Komisyonumuz, Ceza Muhakemesi Kanununu hazırlarken bu temel düşünceyi daima göz
önünde bulundurmuştur.
Etik ve hukukî bir kavram olan adalet,
herkesin fırsat eşitliğinin bulunması; herkesin kanun önünde eşit sayılması;
herkese kişiliğini geliştirme olanağının verilmesi; buna engel olan maddî ve
manevî engellerin ortadan kaldırılması; her türlü imtiyazın ve keyfiliğin
reddedilmesi anlamına gelir. Kısaca ifade edilmek gerekirse, adil olan devlete
hukuk devleti denir.
Eşitlikle özgürlük aynı anlama gelmez.
Çünkü, bir kısım insanlar baskıcı bir yönetim altında tam anlamda eşit
olabilirler. Ne var ki, tarih yönünden özgürlüğün gerçekleşmesi için eşitliğin
ortaya çıkması gerekiyordu. Eşitliğin özgürlükle ilgisini açıklamak kolaydır;
eşitlik olmayınca ayrıcalıklar türer, ayrıcalıklar ise toplumda bozukluklar,
uygunsuzluklar doğurur.
Ülkesinde, toplum halinde yaşamanın ilk ve
vazgeçilmez şartı olan güvenliği ve
sosyal düzeni sağlayamamış olan devlete hukuk devleti denemez. Bir hukuk
devletinin varlık sebebi, insan haklarına dayalı adil ve güvenli toplumsal bir
düzen kurmak ve bunu kesintisiz bir şekilde sürdürmektir. Bunu sağlamak için
çeşitli araçlara ihtiyaç bulunmaktadır. Ceza Muhakemesi Kanunu bunlar arasında
yer alır.
Modern Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukukunun,
daha doğrusu çağdaş hukuk sisteminin bütününün temelini Hukuk devleti ilkesi
oluşturmaktadır.
Hukuk devletinin bir başka yönü, eylem ve
işlemlerinde ölçülü (oranlı) davranan devlet olmasıdır. Oranlılık ilkesi, hukuk
devletine hakim olan aşırılık yasağının bir bölümünü oluşturur. Bu ilkeye göre,
Ceza Muhakemesi Hukuku işleminin yapılması ile sağlanması beklenen yarar ve
verilmesi ihtimal dahilinde bulunan zarar arasında makûl bir oranın (ölçünün)
bulunmasını, oransızlık durumunda işlemin yapılmamasını ifade eden ilkeye
oranlılık (ölçülülük) ilkesi denir.
Şu husus gözden kaçırılmamalıdır ki,
burada eşitlikten değil, oranlılıktan söz edilmektedir. Örneğin, küçük
sanıkların tutuklanması, kural olarak, bu ilkeye ters düşer. Yine, başlangıç
şüphesi bulunmamasına rağmen soruşturma evresine başlanması da oranlılık
ilkesine aykırıdır. Bir hukuk devletinde, ceza takibine yetkili makamların, bir
ceza muhakemesi işlemi yaparken devleti veya ferdi "kayırması" kabul
edilmez. Çünkü, "ferdin kayırılması anarşiye, devletin kayırılması da
baskıcı bir yönetime yol açabilir". Hukuk devleti ilkesinin geçerli
olmadığı devletlere totaliter devlet veya polis devleti denmektedir. Böyle bir
devlette insan haysiyeti, insan hakları, temel hak ve hürriyetler gibi konular
önemli olmadığından, ya sanığa hiç bir hak tanınmaz, ya da bazı haklar hatta
tüm haklar tanınır; fakat sanık bunları uygulamada, özellikle iktidar
çıkarlarının söz konusu olduğu durumlarda kullanamaz.
Anayasal açıdan ahlakî değil, bağlayıcı
bir hukukî değer olan insan haysiyetinden vazgeçmek mümkün değildir. Bu
nedenle, örneğin işkence, rızaya dayansa da, kabul edilemez; bu suretle elde
edilen deliller ceza muhakemesinde kullanılamaz. "İnsan haysiyeti,
bilinçli olma, kendi kaderini tayin etme ve kendi çevresini şekillendirme
yeteneği veren ve kişiliksizliği ortadan kaldıran ruhtur, manevî güçtür."
Son bir tahlilde insan haysiyeti adı verilen değerin hür irade olduğu
söylenebilir. İnsanı obje haline getiren ve kişiliği nedeniyle sahip olduğu
değerin inkârı anlamına gelen her türlü işlem insan haysiyetine aykırıdır.
Önemle kaydedelim ki, insan haysiyeti,
örneğin işkence yasağı gibi bazı durumlarda dokunulmaz olmakla birlikte,
sınırsız değildir. Bir hukuk devletinin vatandaşı sadece hakları olan bir vatandaş
değildir; onun, sosyal hayatı mümkün kılmak üzere devlet tarafından hukuk
devleti ilkeleri esasları çerçevesinde getirilmiş bulunan yükümlülüklere ve
alınmış bulunan tedbirlere uymak, toplumsal hayatın çekilmez hale gelmesini
önlemek hususunda öngörülen faaliyetlere katkıda bulunmak görevi vardır.
İnsanın sosyal bir yaratık olduğu gerçeği bile, bu görevin temelini açıklamaya
yeter. Durum böyle olunca, bir toplumda yaşayan insanların, sosyal hayatı
mümkün kılmak, toplumsal hayatı disipline etmek ve insanların düzen içinde,
kargaşa olmadan rahat bir hayat sürmelerini temin etmek için Parlamento
tarafından hukuk devleti ilkesi esaslarına uygun olarak kanunla konulmuş ve
daha sonra herkesin bilmesi temin edilmiş suçları, kendi iradeleri ile, kusurlu
olarak işlemeleri halinde bir ceza muhakemesi yapılması, bu yapılırken
yakalama, tutuklama gibi bazı koruma tedbirlerine başvurulması ve nihayet adil
bir şekilde, Ceza Muhakemesi Hukuku esaslarına uyularak yapılan bir muhakemenin
neticesinde bir cezaya hükmedilmesi ve buna mahkûm olan kimsenin cezaevine
konması ve cezanın hukuk devleti ilkesi gereklerine göre infaz edilmesi insan
haysiyetine aykırı sayılmaz. Aslında otorite ile hürriyet birbirlerine ters
düşen kavramlar değildir. Hukuk devleti ilkesi esaslarına uygun bir şekilde
teşekkül etmiş demokratik bir otorite olmadan hürriyetlerin topyekûn olarak
idraki mümkün olmaz. Toplumdaki her fert kendi hürriyetlerinin ve hür alanının
sınırlarını kendisi tayin edecek olursa, güçlü olanlar dışında kimse
hürriyetlerini idrak edemez.
İnsan haysiyeti, teneffüs ettiğimiz hava
gibidir; bulunmadığı zaman varlığını hissederiz. Bu nedenle nelerin insan
haysiyetine uygun olduğunu değil, nelerin insan haysiyetine uygun olmadığını
göstermek daha kolaydır. Örneğin, her şeyden önce işkence, yani sanığın kendini
suçlayıcı beyanlarda bulunmaya zorlanması insan haysiyetine aykırıdır. Bir
insandan, onun hür iradesini hiçe sayarak, işkence ile ifade alınması, insan
haysiyeti ihlâllerinin en ağırıdır. Burada işkence işleminin tatbiki, ihlâlin
varlığı için yeterlidir; hür iradeye yapılan engellemenin derecesinin hiç bir
önemi yoktur. 1982 Anayasası m. 17/3’de, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi m.
5'de, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m. 3’de, Medeni ve Siyasi Haklar
Sözleşmesi m. 7'de hiç kimseye işkence ve eziyet yapılamaz denilmek suretiyle
bu husus açık bir şekilde ifade edilmiştir. Öte yandan TCK işkence ve eziyeti ağır bir suç olarak
düzenlenmiştir. Burada İşkenceye Karşı Birleşmiş Milletler ve Avrupa
Sözleşmelerini de unutmamak gerekir. Bir kimsenin yakınlarını suçlayıcı beyanda
bulunmaya zorlanması da insan haysiyetine aykırıdır. Anayasamıza göre, hiç
kimse... kanunda gösterilen yakınlarını suçlayan bir beyanda bulunmaya veya bu
yolda delil göstermeye zorlanamaz. Sanığa, kendisi ile ilk temasa geçen yetkili
tarafından bazı haklarının, özellikle de "susma hakkı ve bir avukat ile
temas kurabilme hakkının" bulunduğunun bildirilmemesi suretiyle
konuşmasının sağlanması ve kendisini zor duruma sokmasına sebep olunması da
insan haysiyetine aykırıdır. Hayatın gizli alanına yapılan müdahaleler de, insan haysiyetinin doğrudan doğruya
ihlâlidir.
Adil yargılama, hukuk devleti ilkesinin
bir gereğidir. Ceza muhakemesi işlemlerinin kandırma, yanıltma veya zorlama
gibi irade serbestisini engelleyen veya savunmayı kısıtlayan yollara
sapılmaksızın, hukuk devleti ilkesine uygun olarak, önceden kanunla öngörülmüş
bulunan esaslar çerçevesinde yapılmasıdır. Bir hukuk devletinde bu esasların,
asgarî olarak nelerden ibaret bulunduğu Anayasa m.36, İnsan Hakları Avrupa
Sözleşmesi m. 6 ve Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi m. 14/1 vd. da
gösterilmiştir.
İddia ve savunma makamları arasında, iddia
ve savunma faaliyetlerinin gereği gibi yapılmasına engel olacak ayrımlar
yapılması; örneğin iddia veya savunma makamının kayırılması, silâh eşitliği olarak anılan ilkeye açık bir aykırılık teşkil eder. Silâh
eşitliği demek, ülkemizin de dahil bulunduğu Kıta Avrupa Hukuk Sistemine göre,
iddia ve savunma makamlarının her bakımdan eşit olması demek değildir. Bugün
silâh eşitliği denilince akla gelen, savunma makamının bir hukuk devletinde
kendisine tanınmış bulunan hakları "gerçekten" kullanabilmesidir.
Her hukuk devletinde kabul edilen ve
masumluk karinesi ile sıkı bir ilgisi bulunan şüpheden sanık yararlanır
ilkesine göre, yapılan ceza muhakemesinin sonunda, fiilin sanık tarafından
işlendiği % 100 belliliğe ulaşmadığı takdirde mahkûmiyet kararı
verilemeyecektir (Anayasa m. 38/4, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi m.11,
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.6/2 İHAS, Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi
m. 14/2). Böyle bir ilkenin kabul edilmesinin sebebi, bin suçlunun cezasız
kalmasının bir masumun mahkûm olmasına tercih edilmesidir; başka bir ifade ile
masumluk karinesidir.
Tarihsel gelişme, ceza muhakemesinin
kapalı kapıların arkasında yapılmasının insan hakları açısından ağır sonuçlar
doğurduğunu ortaya koymuştur. Bu nedenle özellikle Aydınlanma Dönemi
düşünürleri duruşmaların halka açık yapılmasını talep etmişlerdir. Muhakemenin
halkın girebileceği yerlerde yapılmasını ve muhakeme tutanaklarının halka
açıklanabilmesini ifade eden ilkeye halka açıklık ilkesi denmektedir (Anayasa
m. 141/1, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi m.10, İnsan Hakları Avrupa
Sözleşmesi m.6/1 İHAS, Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi m. 14/1). Halka
açıklık ilkesi, kovuşturma evresinde geçerli olup, soruşturma evresine, sanığın
lekelenmemesi ve maddi gerçeğe ulaşmanın zorlaştırılmaması ve duruşmanın iyi
hazırlanabilmesi için önemli ölçüde gizlilik egemendir.
Her demokratik hukuk devletinde fertlere,
maddî ve manevî varlıklarını istedikleri gibi geliştirip
şekillendirebilecekleri hür bir "hayat alanı" tanınır. Devletin
müdahalesinden korunmuş bulunan ve "bireyin küçük dünyası" olarak
anılabilecek olan bu alan temel hak ve hürriyetler ve ülkenin siyasî rejimi
bakımından hassas bir göstergedir. Bu küçük dünyamız ne kadar geniş ise, ülkede
mevcut olan siyasî rejim o kadar hürriyetçi ve demokratik; ne kadar dar ise, o
kadar baskıcı ve otoritedir. Anayasa m. 20, 21 ve 22'de, İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi m.12, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.8'de, fertlerin devletin
müdahalelerinden korunmuş hür bir alana sahip bulundukları açıkça ifade
edilmiştir. Anayasamıza göre, herkes özel hayatına ve aile hayatına saygı
gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının
gizliliğine dokunulamaz (m. 20); kimsenin konutuna dokunulamaz (m. 21); herkes
haberleşme hürriyetine sahiptir, haberleşmenin gizliliği esastır (m. 22).
Kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usûlüne göre verilmiş bir hâkim kararı
olmadıkça; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınan
merciin emri bulunmadıkça, kimsenin üstü, özel kâğıtları, eşyası ve konutu
aranamaz; bu eşya ile konutta bulunan eşyaya el konulamaz; haberleşme
engellenemez ve gizliliğine dokunulamaz (m. 20-22).
Doktrinde, insanın sosyal bir yaratık
olduğu ve bu nedenle yaşamını ancak diğer insanlarla birlikte devam
ettirebileceği gerçeğinden hareketle, insan hayatının esas itibariyle iki
yönünün bulunduğu kabul edilir. Bunlar hayatın genel ve özel yönleridir;
hayatın özel yönü de "özel hayat" ve "hayatın gizli alanı"
olmak üzere ikiye ayrılır.
Hayatın genel yanının korunacak bir
gizliliği bulunmadığından, bir özelliği
yoktur. Örneğin, kamuya açık yerlerdeki davranışlarımız ve sözlerimiz herkes
tarafından görülüp dinlenebilir. Buna karşılık hayatın özel yanı her hukuk
devletinde koruma altına alınmıştır. Hayatın gizli alanı mutlak bir şekilde
korunur, hatta dokunulmaz sayılırken, özel hayat nisbî olarak korunmuştur. Özel
hayat dar bir çerçevede, örneğin bir aile içinde söz konusu olabilirken,
hayatın gizli alanı sadece bireyi ilgilendirir ve ondan başkasının bu alana
girebilmesi asla kabul edilemez; bu nedenle de dokunulmazdır. Meselâ bireyin,
suç teşkil etmemek şartıyla, cinsel yaşamı tamamen kendisini ilgilendirir.
Bugün Batı'da, cinsel hayata ilişkin suçların aydınlatılmasında dahi, tanık
veya sanığa insan haysiyetiyle bağdaşmayan soruların sorulamayacağı kabul
edilmektedir. Aynı esas Batı'nın değerlerini ve hukuk düzenini benimsemiş
bulunan ülkemiz için de geçerlidir. Bilindiği gibi, olayla ilgisi bulunmayan
soruların sorulması, delillerin toplanması Ceza Muhakemesi Hukuku esaslarına
aykırı olduğu için zaten mümkün değildir. Burada söz konusu olan, olayla ilgisi
bulunduğu halde sorulması veya toplanması insan haysiyetine aykırı bulunan
sorular ve delillerdir. İnsanın dinî inancı, belli konuda ne düşündüğü vs.
hayatın gizli alanı içinde kalır. Anayasa m. 24 de, "... kimse, ibadete,
dinî âyin ve törenlere katılmaya, dinî inanç ve kanaatlerini açıklamaya
zorlanamaz..."; m. 25 de de, "... kimse, düşünce ve kanaatlerini
açıklamaya zorlanamaz...." denilmek suretiyle bu husus dile getirilmiştir.
Ceza Muhakemesinde, şeklî gerçekle
yetinilmeyip işin esası araştırılır. Ceza muhakemesinin amacı hiç bir
duraksamaya yer vermeden maddî gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Bu araştırmada,
yani gerçeğe ulaşmada mantık yolunun izlenmesi gerekir. Gerçek; akla uygun ve
realist, olayın bütünü veya bir parçasını temsil eden kanıtlardan veya
kanıtların bütün olarak değerlendirilmesinden ortaya çıkarılmalıdır. Yoksa
birtakım varsayımlara dayanılarak sonuca ulaşılması, ceza muhakemesinin amacına
kesinlikle aykırıdır, Ceza muhakemesinde kuşkunun bulunduğu yerde, mahkûmiyet
kararından söz edilemez. Bu ilke evrenseldir. Bir hukuk devletinde, maddî
gerçeğin "her ne pahasına olursa olsun" araştırılması kabul edilmemekte;
delil yasakları bunların sonucu olarak ortaya çıkan yasak deliller ile bu ilkeye bazı sınırlar getirilmektedir.
Hukuk devleti esaslarına uygun bir şekilde yapılandırılmış bulunan bir ceza
muhakemesinde delil elde edilmesi ve değerlendirilmesi işlemlerine getirilen
sınırlamalara delil yasakları denilmektedir. Örneğin zorla elde edilmiş ikrarın
veya kanuna aykırı olarak yapılan arama neticesinde elde edilen eşyanın ceza
muhakemesinde delil olarak hükme esas alınması yasaktır.
Bir fiilin yargılanmasına başlanabilmesi
için, kural olarak, o fiilin suç teşkil ettiğinin ve failin cezalandırılması
gerektiğinin ileri sürülmesini ifade eden ilkeye "davasız yargılama
olmaz" ilkesi denmektedir. Bu, iddia, savunma ve yargılama arasında
kurulan diyalektik ilişkinin doğal bir sonucudur.
Yargılama makamının iddia ve savunma
karşısındaki durumu bakımından üç sistemden söz edilir. Bir kimsenin fail
olarak cezalandırılması için başka bir kimse tarafından itham edilmesini ve
itham edenin failin suçlu olduğunu ispat etmesini öngören sisteme itham sistemi
denir. Bu, ferdiyetçi ve liberal düzenle ilgili bir sistemdir. Bu sistem,
Ortaçağda otoriter devletlerin kurulmasıyla yerini tahkik sistemi denilen ve
muhakeme makamları sadece yargılama makamlarından ibaret olan ve sanığın
muhakeme kişisi değil de muhakeme objesi olarak gören başka bir sisteme
bıraktı. Bu iki sistemin yanında bir de karma sistem vardır. Bu sistem 1789
Fransız İhtilâlinden sonra tahkik sistemine tepki olarak ortaya çıkmıştır. Bu
sistemin esasları şunlardır: 1) Hâkim işe re'sen elkoyamaz; davasız yargılama
olmaz. Dava, kural olarak devletin davasıdır ve bunun için savcılık teşkilâtı
kurulmuştur. 2) Hâkim, tarafların delilleriyle bağlı değildir; maddi gerçeğin
araştırılması kuraldır. 3) Sanık bir muhakeme objesi değil, muhakeme kişisidir,
bazı hakları ve yükümlülükleri vardır. Komisyonumuz temel hak ve özgürlüklerin
daha sağlıklı korunabilmesi için, soruşturma evresinde savcının kolluk
karşısındaki konumunu güçlendirmiş; karma sistemi ıslah ederek korumuştur.
Mahkemenin, daha doğrusu, hâkimin kararını
delillerle doğrudan doğruya, bizzat temasa geçerek vermesini ifade eden ilkeye
vasıtasızlık ilkesi denmektedir. Yani, kararı verecek olan mahkeme veya hâkim,
delil sözlü ise, dinleyecek, yazılı ise, okuyacak, eşya veya iz şeklinde ise,
görecektir. Öte yandan bu ilkenin sonucu olarak, tanıkların duruşmada doğrudan
doğruya dinlenmeleri aranmıştır. Açıkça yer verilen bazı istisnalar dışında
tanıkların önceki ifadelerinin duruşmada okunmasıyla yetinilemez. Yine sanık
daha önce sorguya çekilmiş olsa bile duruşmada tekrar sorguya çekilmek
zorundadır.
Duruşmada sözlü olarak ne söylenmişse,
ancak onun hükme temel kabul edilmesini ifade eden ilkeye de sözlülük ilkesi
denmektedir. Bu ilke, kural olarak, kovuşturma evresinde söz konusu olur. Her
şey, özellikle sanığın sorgusu, delillerin dinlenmesi, son iddia ve savunmalar
hep sözlü yapılacaktır. Duruşmada konuşulmamış hususların hüküm verme sırasında
göz önünde tutulması mümkün değildir. Konuşulmamış olmak burada var olmamak,
meydana gelmemekle eş anlamlıdır. Basit, hızlı ve açık olması sözlü muhakemenin
en çarpıcı özellikleridir ve bütün bunlar aynı zamanda sözlü yargılamanın
faydalarını da ifade eder. Bundan başka, sözlü yargılama yazılıya nazaran daha
canlı olacağı açıktır. Bu ilke ile vasıtasızlık ilkesi arasında sıkı bir ilişki
vardır. Gerçekten, sözlü yargılama aynı zamanda vasıtasızlık ilkesinin hakim
olduğu bir yargılamadır. Komisyonumuz ilgililere doğrudan soru sorma hakkını
tanıyarak; çapraz sorguya benzeyen bir müessese oluşturarak sözlülük ilkesini
pekiştirmiştir.Yazılılık ilkesi ise, muhakemede yazılı olarak ne söylemişse,
ancak onun hükme temel kabul edilmesini ifade eder. Ceza muhakemesinin
soruşturma evresine, kural olarak, yazılılık ilkesi hakimdir.
Bir fiilin işlendiği haberinin alınması
üzerine, bu fiileri takibe yetkili
makamlar tarafından derhal soruşturmaya başlanmasını; bunun neticesinde, ceza
veya güvenlik tedbiri gerektirecek hususlarda fiilin ve failin belli olması,
yeterli emareler teşkil edecek vakıaların bulunması, yani şüphelerin ciddî
olduğunun tespit edilmesi ve dava şartlarının gerçekleşmiş olması durumunda,
yetkili makam tarafından kamu davasının açılmasını; nihayet, açılan kamu
davasının, muhakeme sonuçlanıncaya kadar savcılıkça yürütülmesini ifade eden
ilkeye kovuşturma mecburiyeti ilkesi denir. "Bir fiilin işlendiği
haberinin alınması üzerine, bu fiilleri takibe yetkili makamlar tarafından
derhal soruşturmaya başlayıp başlamamakta;
soruşturma neticesinde ceza ve güvenlik tedbiri gerektirecek hususlarda fiilin
ve failin belli olması, yeterli emareler teşkil edecek vakıaların bulunması
yani şüphelerin ciddî olduğunun tespit edilememesi durumunda savcının kamu
davasını açıp açmamakta; ve nihayet kamu davasını muhakeme sonuçlanıncaya kadar
yürütüp yürütmemekte takdir yetkisinin bulunduğunu" ifade eden ilkeye
maslahata (maksada) uygunluk ilkesi veya takdirilik ilkesi denmektedir. Komisyonumuz
tasarıda, maslahata uygunluk ilkesine ancak istisna olarak yer vermiştir.
Komisyonumuzun çalışmalarında dikkate
aldığı ceza muhakemesi ilkeleri yukarıda açıklananlardan ibaret değildir.
Bunlardan başka, "çabukluk ilkesi",
"kovuşturmanın resmiliği ilkesi", "delillerin serbest
değerlendirilmesi ilkesi" ve "delillerin serbestliği ilkesi" de
önemli ilkeler arasındadır.
Ceza muhakemesine ilişkin kanunlarda yer
alan kuralların doğrudan doğruya temas ettiği insan haklarına ceza
muhakemesinde insan hakları denmektedir. Ceza muhakemesi ile ilgili bir yetkiyi
kullananların, örneğin yakalama, tutuklama veya elkoyma yapanların, kanundaki
düzenleme dışına çıktıklarında insan hakları ihlâllerine yol açabileceklerini
bilmeli buna göre hareket etmelidirler. Kanunlarımızın yanında Anayasamızda,
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Medenî ve Siyasî Haklar Sözleşmesi
özellikle de İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinde değişik şekillerde ifadesini
bulan bu haklar, "genel insan hakları" ve "ceza muhakemesinin
yürüyüşüne ilişkin olan insan hakları" olmak üzere iki gruba ayrılarak ele
alınabilirler.
Yakalama, tutuklama, bedenin muayenesi ve gözlem altına alma gibi ceza muhakemesi işlemlerini yakından ilgilendiren kişi dokunulmazlığı; işkence ve benzeri insanlık dışı muamele yasağı; kanunlarda ve usûlüne göre yürürlüğe konularak iç hukuk kuralı halinde getirilmiş bulunan milletlerarası sözleşmelerde gösterilen şartlar gerçekleşmedikçe yakalama veya tutuklama yapılamayacağını ifade eden kişi hürriyeti ve güvenliği; ceza muhakemesinde de her türlü ayırımcılığı yasaklayan eşitlik; fertlerin, devletin müdahalelerinden korunmuş hür bir alana yani özel bir hayat alanına sahip bulundukları ifade eden özel hayatın gizliliğinin korunması genel anlamda insan hakları olarak komisyon çalışmalarında gözetilmiştir. Ancak muhakemenin yürüyüşüne ilişkin insan hakları da en az genelleri kadar tasarının ruhuna nakşedilmeye çalışılmıştır. Hak arama hakkı, isnadı ve hakları öğrenme hakkı, muhakemenin sonuna kadar suçlu sayılmama hakkı (masumluk karinesi), kimsenin kendisini ve yakınlarını suçlandırıcı beyanlarda bulunmaya zorlanamayacağı ilkesi, kimsenin başkasının fiilinden dolayı yargılanmaması ha