Dönem: 22 Yasama Yılı: 5
TBMM (S.
Sayısı: 1324)
Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında
Kanun Tasarısı ile Adalet Komisyonu Raporu (1/1231)
Not: Tasarı; Başkanlıkça Avrupa Birliği Uyum, Dışişleri ve Adalet
komisyonlarına havale edilmiştir.
T.C. |
|
|
|
Başbakanlık |
|
|
Kanunlar
ve Kararlar |
|
|
Genel
Müdürlüğü |
|
|
Sayı:
B.02.0.KKG.0.10/101-1131/3537 |
|
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA
Adalet
Bakanlığınca hazırlanan ve Başkanlığınıza arzı Bakanlar Kurulunca
Gereğini
arz ederim.
Recep
Tayyip Erdoğan
Başbakan
GENEL GEREKÇE
1. 20/5/1982 tarihli ve 2675 sayılı Milletlerarası
Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunun Türk Hukukundaki Yeri
20/5/1982 tarihinde kabul edilip 1982 yılının
Kasım ayında yürürlüğe giren 2675 sayılı “Milletlerarası Özel Hukuk
ve Usul Hukuku Hakkında Kanun” özellikle sadece temel konuları
esas alarak hazırlanmış bir kanundu. 2675 sayılı Kanun kanunlaştığında,
o dönemde yürürlüğe giren Avusturya, İtalyan ve Alman Kanunlarıyla
hemen hemen aynı kapsama ve ihtiyaçları karşıladığı kabul edilen
bir düzeye sahipti.
2675 sayılı Kanun yürürlüğe girince
sadece 5 maddeden ibaret ve bunlardan sadece 4 üncü maddesi kanunlar
ihtilâfına ait düzenleme getiren 23/3/1330 tarihli “Ecnebilerin
Hak ve Vazifeleri Hakkında Muvakkat Kanun” yürürlükten kaldırıldı.
2675 sayılı Kanun, tek bir maddesi konuya
ilişkin 5 maddelik bir Kanun olan Ecnebilerin Hak ve Vazifeleri Hakkında
Muvakkat Kanun yerine, 46 maddeyle milletlerarası özel hukuk ilişkilerini,
Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisini ve yabancı hakem
ve mahkeme kararlarının tenfizini düzenliyordu. 2675 sayılı Kanun,
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde Milletlerarası Hukuk
ve Milletlerarası Münasebetler Araştırma ve Uygulama Merkezinde
oluşturulan bir bilimsel komisyonun çalışmalarının 1976 yılında
İstanbul’da Öntasarı olarak bilimsel bir sempozyumda tartışılması
ve daha sonra 1978 yılında Adalet Bakanlığınca temel alınarak bir
Kanun Tasarısı hazırlanması sonucunda kabul edilmiştir. Anılan
Kanun Tasarısı, 1978 yılında Ankara’da, Ankara Üniversitesi Hukuk
Fakültesi, Siyasal Bilimler Fakültesi ve Adalet Bakanlığının hazırladığı
tasarıların İstanbul Öntasarısı ile birlikte ele alınmasına ilişkin
çalışmalar sonucu oluşmuştur. Bu çalışmalar nihaî olarak İstanbul
Öntasarısını esas alan Adalet Bakanlığı Tasarısının geliştirilmesi
kararı ile sonuçlanmış ve 1980 yılında kanunlaşan metnin çoğu hükmünü
içeren bir Kanun Tasarısı meydana getirilmiştir. 1981 yılında Bakanlar
Kuruluna sevk edilen metin bazı küçük değişikliklerle
1330 tarihli Ecnebilerin Hak ve Vazifeleri
Hakkında Muvakkat Kanun, eski, yetersiz, gelişmeyi engelleyen ve
gerçek kanunlar ihtilâfı hâlinde ise konuya çözüm getirmeyen ve Türk
hukukunda düzenlenmemiş olan kanunlar ihtilâfı kurallarına atıf
yapan bir Kanundu. 2675 sayılı Kanun, 1330 tarihli Kanunun yerini
almıştır.
2. 2675 Sayılı Kanunun Değiştirilmesi
İhtiyacı
1982 yılında kabul edilen ve aynı yıl yürürlüğe
giren 2675 sayılı Kanunun, 20 yılı aşkın tatbikatında bazı ihtiyaçları
karşılamakta yetersiz kaldığı görülmüştür. Söz konusu yetersizliğin
giderilmesi, artan milletlerarası ilişkilerin yoğunluğu da gözönünde
tutulduğunda, zorunlu hâle gelmiştir.
2675 sayılı Kanun, sadece
temel konularda hüküm getirdiğinden bu Kanundaki değişiklik ihtiyacının
ana kaynağını hüküm getirilmeyen alanlar oluşturmaktadır. Yeterince
düzenlenmemiş olan borçlar hukukuna ilişkin hükümler yanında 2001
yılında kabul edilip, 2002 yılında yürürlüğe giren 4721 sayılı yeni
Türk Medenî Kanununun getirdiği bazı temel hukukî esaslar bu ihtiyacın
diğer bir kaynağını teşkil etmektedir. Çünkü Türk Medenî Kanunu,
2675 sayılı Kanunun hükümlerini, sadece kullanılan farklı deyimlerle
değil muhteva itibariyle de değiştirmişti. Kanun koyucu getirdiği
yeni bazı müesseselerle, 2675 sayılı Kanunda ona paralel değişiklik
yapma ihtiyacının artmasına sebep olmuştur. Diğer yandan, Kanunun
yürürlüğe girmesinden hemen sonra onaylanan La Haye Nafaka Sözleşmesi
gibi milletlerarası sözleşmeler, Kanunun bazı hükümlerini, baştan
itibaren istisnaî hâle sokmuş yani ana kural olmaktan çıkarmış veya
uygulanmaz hâle getirmiştir. Çünkü, söz konusu sözleşmeler
"yeknesak kanun" niteliğinde olup, onaylayan devletlerce
karşılıklılık aranmadan konularıyla ilgili alanlardaki her ilişkiye
uygulanma özelliği gösteren (erga omnes) sözleşmelerdendir.
Bunlara ek olarak Türkiye
Avrupa Birliğine girmek ve tam üye olmak yolundadır. Avrupa Birliğine
üye devletler arasında uygulanmak üzere yapılmış çeşitli sözleşmeler
vardır. Bunlar arasında milletlerarası özel hukukta çok önemli bir
yeri olan "Avrupa Topluluğunda Borç Sözleşmelerine Uygulanacak
Hukuk Hakkında Sözleşme" ile "Mahkemelerin Yetkisi ve Mahkeme
Kararlarının Tanınması ve Tenfizine İlişkin Sözleşme" de bulunmaktadır.
Sözleşmelerden ikincisi Avrupa Topluluğu Tüzüğü hâline getirilmiş,
ilkinin de Avrupa Tüzüğü hâline getirilmesine çalışılmaktadır.
Özellikle borç sözleşmelerine uygulanacak hukuka ilişkin Roma
Sözleşmesi (Roma I) diye de anılan Sözleşmenin hükümleri, üçüncü
devlet vatandaşlarının Avrupa Birliği üyesi olan devlet vatandaşları
ile ilişkilerinde de çoğu kez uygulanma alanı bulabilmektedir. Türkiye
Avrupa Birliğine girdiği takdirde, o zamana kadar tüzük hâline getirilecek
olan sözleşme zaten müktesebata dahil olacaktır. Bu itibarla anılan
hükümlerle uyumlu bir kanunun kabulü ile ona ilişkin tatbikatın gelişmesinin,
bazı zorlukları aşmada yardımcı olacağı muhakkaktır.
Bu Kanun Tasarısı yukarıda
anılan ihtiyaçlara, düzenlenen yeni maddelerle, madde değişiklikleriyle
ve yeni yaklaşımlarla cevap vermek amacıyla hazırlanmıştır.
Bu Kanun Tasarısı
hakkında Adalet Bakanlığında oluşturulan Komisyonda çalışmalar
yapılırken, 2675 sayılı Kanunun sadece bazı maddelerinin değiştirilmesi
ve bazı yeni maddeler ilâvesine ilişkin bilimsel bir çalışma yapan
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi “Milletlerarası Hukuk ve
Milletlerarası Münasebetler Araştırma ve Uygulama Merkezi” mensubu
Devletler Özel Hukuku kürsüsü öğretim üyelerinin oluşturduğu ve
1976 tarihli Öntasarıyı hazırlayan bilimsel komisyon üyeleri yanında
yeni yetişen bilim insanlarının katılımıyla meydana gelen bir komisyonun
hazırladığı metin esas alınmıştır. Bu metin 2 yıllık bir çalışmayla
hazırlanıp 2002 yılında İstanbul'da geniş katılımlı bir Sempozyumda
tartışılmış ve üzerinde yapılan ek çalışmalarla bir "Öntasarı"
metni haline getirilmiştir.
Bu çalışmada, uygulayıcılar
bakımından ve yazılmış eserlerle yeni yazılacaklar açısından Kanunun
madde numaralarının aynen korunması ve yeni maddelerinin (a),
(b), (c) gibi harflerle ifade edilmesi düşünülmüştür. Ancak, Kanunun
bölüm ve kısım sistemi değişmemekle beraber, yürürlük ve yürütme
maddeleri hariç 46 maddesinden sadece 10 maddesinin aynen alınması,
29 maddesinin değiştirilmesi ve Kanuna 23 yeni madde eklenmesi
karşısında duyulan tereddütler Tasarının yeni Kanun Tasarısı
olarak takdimini zorunlu hâle getirmiştir. Esas itibariyle eklenen
yeni 23 madde dışında değişen 29 maddede sadece atıf, soybağı, nafaka,
borç sözleşmeleri gibi dört temel noktada yaklaşım farkı yapılması
ve ek maddelerin büyük kısmının borç sözleşmeleriyle ilgili olması
anılan zorunluluğu ortadan kaldırmamıştır.
2675 sayılı Kanunda
değişiklik yapan tasarı yerine yeni bir Kanun Tasarısı oluşturulmasının
sonucu olarak madde numaralarının, 17 nci maddeden itibaren değişmesi
kaçınılmaz olmuştur. Ancak böylece, yeni Kanun Tasarısında her
maddede fıkralara numara verilmesi ve diğer bazı maddeler yanında
özellikle borç sözleşmelerine ilişkin (a)'dan (i)'ye kadar harflerle
ifade edilen yeni maddelerin de bağımsız olarak numaralandırılabilmesi
imkânı doğmuştur.
3. Tasarı Düzenlenirken
Esas Alınan Kaynaklara İlişkin Temel Yaklaşım
Bu Tasarıda değişiklik
çalışmaları yapılırken kaynaklara ilişkin temel yaklaşım, birkaç
ana noktada odaklanmaktadır. Bunlar: 1) milletlerarası özel hukuk
alanındaki yeni görüşleri, teorileri ve uygulamaları ele almak;
2) yeni milletlerarası özel hukuk konularındaki gelişmeleri
araştırmak; 3) Türkiye tarafından onaylanmış ve onaylanmamış milletlerarası
sözleşmeleri dikkate almaktır. Bu ana noktalar ve bunların sonuçları
değerlendirilirken “Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında
Kanun”un yabancı unsurlu olay ve ilişkilerde yer alan her devlete mensup
kişilere ve kuruluşlara uygulanacağı düşünülmüştür. Başka bir
ifade ile yabancı unsurlu olayın herhangi bir milletlerarası sözleşmeye
taraf devlet veya onun vatandaşı ile ilgili olup olmadığına bakılmamıştır.
Zaten Avrupa Birliği ülkelerinde bile üye devletler arasında pek
çok alanda uyumlaştırma çabalarına rağmen, millî kanunlar ihtilâfı
kurallarının yürürlükte olduğu ve özellikle Brüksel I ve II’de yer
alan mahkemelerin yetkisine ilişkin kuralların sadece Avrupa Birliği
üyesi devletlere uygulandığı bilinmektedir.
Bu nedenle maddeler
oluşturulurken, herhangi bir milletlerarası sözleşmenin kuralları
kelime kelime tercüme edilmemiştir. 2675 sayılı Kanunun milletlerarası
sözleşmelere ilişkin olup, Türkiye Cumhuriyetinin taraf olduğu
milletlerarası sözleşme hükümlerini saklı tutan 1 inci maddesinin
ikinci fıkrası aynen korunmuştur. Türkiye Cumhuriyetinin taraf
olmadığı sözleşmeler açısından ise, sözleşmelerin genel kabul gören
ilkelerinin ve bağlama kriterlerinin çeşitli açılardan değerlendirilmesi
sonucunda, özellikle uygulanacak hukuka ilişkin olanların Tasarı
metnine alınması yolu tercih edilmiştir.
4. Kanun Tasarısında
Kullanılan Dil Konusunda Türk Medenî Kanununa Uyum
2002 yılında yürürlüğe
giren 4721 sayılı Türk Medenî Kanunu, öze ilişkin olanlar yanında, bazı
kavram değişiklikleri de içermektedir. Kanun Tasarısı hazırlanırken
gerekli olduğu ölçüde bu değişiklikler de dikkate alınmış ve Türk
Medenî Kanununda kullanılan yeni kavramlarla paralellik sağlanmıştır.
Bununla beraber, milletlerarası özel hukukta yerleşmiş bulunan
ve yabancı dilde “domicile” kavramına karşılık olan “ikametgâh” kavramının
milletlerarası özel hukuk kurallarının işlevi gözönüne alınarak
aynen muhafazası konusundaki güçlü istek, uzun tartışmalardan
sonra bertaraf edilerek bu konuda da temel kanun olan Türk Medenî Kanunundaki
“yerleşim yeri” kavramının benimsenmesi yoluna gidilmiştir. Ancak
genel kavram olarak “ikametgâh” yerine “yerleşim yeri” kavramı getirildiğinde
ve özellikle Türk hukukunun milletlerarası plânda değerlendirilmesi
söz konusu olduğunda, yerleşim yeri kelimesinin, İngilizcede
“establishment”, Fransızcada “établissement” olarak kullanılması, buna
karşılık ikametgâhın “domicile” diye ifade edilmesi karşısında pek
çok çeviri ve yorum problemlerinin ortaya çıkması önlenemeyecektir.
Milletlerarası özel hukuk araştırıcılarının ve yazarlarının
özellikle hem bu problemin hem eski ve yeni metinlerdeki ifadelerin
anlamı açısından çıkabilecek uyuşmazlıkların bilincinde olması
şarttır.
5. Kanunda Kısım ve
Bölüm İtibariyle Yapılan Değişikliklerdeki Genel Yaklaşım
2675 sayılı Kanunun "Genel
Hükümler" diye anılan I. Bölümünde pek fazla değişiklik yapılmamıştır.
Yalnızca, Türk milletlerarası özel hukukunda doktrin ve uygulamada
tereddüt uyandıran "atıf" müessesesi üzerinde durulmuş ve
uygulama alanının daraltılması konusunda çeşitli gerekçelere
dayanan görüşler "Yabancı hukukun uygulanması" başlıklı
2 nci maddede değişiklik yapılırken dikkate alınmıştır.
Tasarıda ayrıca milletlerarası
özel hukukta tarafların "uygulanacak hukuku seçme" imkânının
daha yaygın uygulanması konusunda da çaba harcanmıştır. Bunun bir
gereği olarak milletlerarası özel hukukta, bazı hukukî işlem ve
ilişkilerde temel ilke hâline gelen ve giderek uygulama alanı genişleyen
tarafların uygulanacak hukuku seçme imkânına, bu durumu açıklığa
kavuşturmak amacıyla genel kurallar arasında yer verilmiştir. Ancak,
söz konusu imkânın sınırları varsa, bu sınırlar ilgili özel maddelerde
belirtilmiştir.
Ayrıca 2 nci maddeye
son bir fıkra eklenerek bölgesel hukuka sahip devletler açısından
uygulanacak hukuka ilişkin açıklık getirilmiştir.
2675 sayılı Kanunun
I. Kısmının II. Bölümünde düzenlenen ehliyet, aile hukuku ve miras
konusunda da bazı değişiklikler yapılmıştır. Bunların bir kısmı
soybağı, nafaka ve borç sözleşmeleri alanında olduğu gibi ilkesel
değişiklik niteliği taşırken, diğer kısmı sadece bazı bağlama
kriterlerinin kaldırılması, bazı fıkraların yerinin değiştirilmesi,
bazı tekrarlardan kaçınılması yahut bazı kelimelerin değiştirilmesi
şeklinde olmuştur.
2675 sayılı Kanunun
II. Bölümünde yer alan aynî haklar alanındaki temel kural yeniden
ele alınırken, 23 üncü maddesi yerine Tasarıda 20 nci madde numarası
altında oluşturulan kural hemen hemen aynen muhafaza edilirken,
taşıma araçları üzerindeki mülkiyet hakları ve fikrî mülkiyet haklarına
uygulanacak hukuk konularında uzun zamandan beri duyulan ihtiyaçları
karşılayacak yeni maddeler düzenlenmiştir.
Sözleşmeden doğan
borç ilişkileri hakkında 2575 sayılı Kanunun II. Bölümünde bulunan
24 üncü madde, 23 numaralı madde haline gelmek ve bazı ilâvelerle
muhafaza edilmekle beraber söz konusu eklemelerin bir kısmı eski
metinden çok farklı bir yaklaşımın ifadesidir. Yeni metinde açık hukuk
seçimi yanında açık olmamakla birlikte sözleşmenin hükümlerinden
veya hâlin şartlarından “tereddüde yer vermeyecek” şekilde anlaşılan
örtülü, yani zımnî hukuk seçimine de milletlerarası tatbikatın
ihtiyaçları doğrultusunda yer verilmektedir. Hukuk seçiminin taraflarca
yapılmamış olması hâlinde ise eski metinden tamamen farklı olarak,
zaman zaman yetersiz kalan “ağırlıklı edimin ifa yeri” kriteri terk
edilmiş, genel anlamda "en sıkı ilişkili hukuk" kriteri
esas alınmıştır. Maddede en sıkı ilişkili hukuku belirlemede yardımcı
bazı objektif kıstaslar verilmektedir. Ancak, bu kıstasların somut
olay adaletini karşılamaması hâlinde uygulanmak üzere "daha
sıkı ilişkili hukuk" diye isimlendirilebilen bir istisna kuralına
da yer verilerek sözleşmeden doğan borç ilişkilerine uygulanacak
hukukun belirlenmesi için düzenlenen bağlama kuralı sistemi güçlendirilmektedir.
2675 sayılı Kanundaki
sözleşmeden doğan borç ilişkileri alanında taşınmaz mülkiyeti, tüketici
sözleşmeleri, iş sözleşmeleri, eşyanın taşınmasına ve fikrî mülkiyet
haklarına ilişkin sözleşmeler gibi özelliği olan bazı borç sözleşmeleri
hakkındaki yeni bağlama kuralları ise, Kanunda daha önce düzenlenmemiş
sözleşme tiplerini, milletlerarası özel hukuk ilişkileri açısından
duyulan ihtiyaçlar ve gelişmelerle uyumlu olarak düzenleme amacını
gerçekleştirmektedir.
Sözleşmeden doğan
borç ilişkilerinde iradî temsile ve müdahaleci nitelikli emredici
kurallara ilişkin hükümler de 2675 sayılı Kanunda daha önce düzenlenmemiş
fakat genellikle yeni milletlerarası özel hukuk kanunlarında ve
milletlerarası sözleşmelerde yer almış kurallardandır.
2675 sayılı Kanunun
II. Bölümünde ele alınan haksız fiiller alanında mevcut genel hüküm
niteliğindeki tek bağlama kuralı dışında ihtiyaç duyulan, kişilik
haklarının ihlâlinden doğan sorumluluk, imâlatçının sorumluluğu,
haksız rekabet ve rekabetin engellenmesi konularında uygulanacak
hukuku gösteren yeni bağlama kuralları düzenlenmiştir.
2675 sayılı Kanunun
II. Kısmını oluşturan Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisi
ve yabancı mahkeme ve hakem kararlarının tanınması ve tenfizi alanında
ise çok büyük değişiklikler yapılmamıştır.
Daha çok kanunlar ihtilâfı
kısmında getirilen yeni düzenlemelere paralel olarak ihtiyaç görülen
konularda yetkili mahkemelere ilişkin yeni hükümler getirilmiştir.
Bununla beraber, tatbikatta
duyulan bazı ihtiyaçları karşılayan, açıklık ve uygulama kolaylığı
sağlayan nitelikte bazı yeni maddelere (m. 43, 44, 45, 58 ve 62) ve
bazı maddelerde değişikliklere Tasarının İkinci Kısmının çeşitli
maddelerinde yer verilmiştir. Özellikle yabancı hakem kararlarının
tenfizinde önemli bir değişiklik yapılarak, kararın taraflar için
"bağlayıcılık kazanması"nın da kararın tenfizi için yeterli
olduğu madde metninde öngörülmüştür. Ayrıca yabancı hakem kararlarının
tanınmasının da tenfizi şartlarına tâbi olduğuna ilişkin bir hükümle
bu konuda da açıklık sağlanmıştır.
MADDE GEREKÇELERİ
Madde 1 – 2675 sayılı
Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunun 1 inci
maddesini aynen karşılamaktadır.
Madde 2 – 2675 sayılı
Kanunun 2 nci maddesini kısmen karşılamaktadır.
2675 sayılı Kanunun
2 nci maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan ve “atıf” “renvoi” diye
isimlendirilen bu hüküm, her türlü hukukî ihtilâf için uygulanacak
yabancı hukukun kanunlar ihtilâfı kurallarının başka bir hukuku yetkili
kılması hâlinde bu hukukun maddî hukuk kurallarının uygulanmasını
öngörmekteydi. Tatbikatta, mahkemelerin yabancı hukuku uygulamasındaki
güçlükler ve özellikle yabancı hukukun kanunlar ihtilâfı hükümlerinden
hareketle, diğer bir yabancı hukuku araştırıp bulmasındaki zorluklar
dikkate alınarak, mevcut hüküm sadece "kişinin hukuku ve aile
hukukuna ilişkin ihtilâflarla" sınırlandırılmıştır. Çünkü,
milletlerarası özel hukuk kuralları düzenlenirken kişinin menfaatinden
hareket edilen kişinin hukuku ve aile hukuku alanında, kişiye en
yakın hukuk olarak kabul edilen “millî hukuk” gibi bir hukukun milletlerarası
özel hukuk kurallarının da dikkate alınarak uygulanması adil bir
yaklaşımdır. Ayrıca 2 nci maddenin üçüncü fıkrasında atfın genel
olarak uygulanacağına ilişkin hüküm yanında uygulanmayacağı
halleri saymak yerine, kişinin hukuku ve aile hukuku gibi uygulanacağı
konular açıkça hüküm altına alınarak basit ve anlaşılması kolay
bir düzenleme getirmek amaçlanmıştır.
Maddeye eklenen dördüncü
fıkra ile, uygulanacak hukukun taraflarca seçimine imkân verilen
bütün hâller için genel bir hüküm getirilmiş ve uygulanacak hukukun
taraflarca seçimi hâlinde seçilen hukukun kanunlar ihtilâfı kurallarının
dikkate alınmayacağı ilkesi benimsenmiştir. Taraflarca aksi
açıkça kararlaştırılmadıkça, seçilen hukukun maddî hukuk hükümlerinin
uygulanacağı kabul edilmiştir. Doktrinde de genellikle kabul edilen
bu görüş, bir kanun hükmü hâline getirilmekle, doğabilecek tereddütler
bertaraf edilmiştir.
Maddeye eklenen beşinci
fıkra ile, bölgesel coğrafî birimlere ve bu birimlerin her birinde
diğerinden farklı bir hukuk düzenine sahip devletlerin hukukunun
uygulanması gerektiğinde, bu farklı hukuklardan hangisinin dikkate
alınacağını gösteren bir hüküm getirilmiştir. Buna göre, hangi
bölge hukukunun uygulanacağını bizzat o bölgenin hukuk düzeni
belirleyecektir. Eğer bu hukuk düzeninde bu konuda belirleyici
bir hüküm yoksa, hukukî ihtilâfla "en sıkı ilişki" içerisinde
bulunan bölge hukuku uygulanacaktır. Böylece, bu tip devletlerin
hukukunun uygulanması gerektiğinde, doğabilecek tereddütler
giderilmiş olmaktadır.
Madde 3 – 2675 sayılı
Kanunun 3 üncü maddesini kısmen karşılamaktadır.
Madde metninde, hüküm
değişikliğine gidilmeksizin, “ikametgâh” deyimi yerine Türk Medenî
Kanunu ile uyum sağlamak amacıyla “yerleşim yeri” deyimi kullanılmıştır.
Madde 4 – 2675 sayılı
Kanunun 4 üncü maddesini kısmen karşılamaktadır.
Uygulanacak hukuk
açısından vatansızlar yanında, mültecileri de dikkate almak maksadıyla
yetkili hukukun vatandaşlık esasına göre tayinini düzenleyen
2675 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin (a) bendine “mülteciler” ibaresi
eklenmiştir.
Tasarının 4 üncü maddesinin
(a) bendine “ve mülteciler” ibaresinin eklenmesinin amacı, sadece,
Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun uyarınca
millî hukukun uygulanması gereken hallerde, vatandaşlıkları olsa
bile o ülkenin diplomatik himayesinden çeşitli nedenlerle yararlanamayan
bu kişilere Türkiye’de kaldıkları süre içinde yapacakları veya
muhatap oldukları işlemlerde, millî hukuk yerine uygulanacak hukukun
ne olduğunu göstermektir. 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna
İlişkin Cenevre Sözleşmesinin 22 nci maddesinde bu konuda aynı mealde
bir hüküm bulunmakla birlikte, Sözleşmeye katılmamış olan ülkelerden
gelen mültecilerin durumunun da düzenlenmesinin gerekli olduğu
düşüncesiyle Tasarının 4 üncü maddesine söz konusu ekleme yapılmıştır.
Madde 5 – 2675 sayılı
Kanunun 5 inci maddesini aynen karşılamaktadır.
Madde 6 – 2675 sayılı
Kanunun 6 ncı maddesini kısmen karşılamaktadır.
İşlem menfaatini sağlamak
amacıyla, hukukî işlemlerin şekline uygulanacak hukukun tespitinde,
atıf bertaraf edilerek 2675 sayılı Kanunun 6 ncı maddesine “maddî hukuk
hükümlerinin” ibaresi eklenmiştir.
Madde 7 – 2675 sayılı
Kanunun 7 nci maddesini aynen karşılamaktadır.
Madde 8 – 2675 sayılı
Kanunun 8 inci maddesini kısmen karşılamaktadır.
2675 sayılı Kanunun
8 inci maddesinde düzenlenen ehliyet maddesinin ikinci fıkrası
değiştirilerek çok yanlı hâle getirilmiş ve bununla uyumlu olmak
üzere “yabancı ülkedeki” yerine “başka bir ülkedeki” deyimi konulmuştur.
Tasarının üçüncü fıkrasında,
“millî kanun” deyimi yerine daha geniş olup yargı kararlarını da
ifade eden “millî hukuk” deyimine yer verilmiştir. Ayrıca bu fıkrada,
Türk Medenî Kanunuyla uyumlu olmak üzere “rüşt” yerine "erginlik"
kavramı kullanılmıştır.
Kanunun 8 inci maddesine
beşinci fıkra eklenerek tüzel kişilerin ehliyetini statülerindeki
idare merkezi hukukuna tâbi kılan dördüncü fıkra hükmü tamamlanmıştır.
Çünkü kanunen statüsü bulunmayan tüzel kişiler ve tüzel kişiliği
olmayan kişi ve mal toplulukları konusunda maddede bir hüküm yoktur.
Duruma açıklık getirmek için maddeye 2675 sayılı Kanunun dördüncü
fıkrasında ve Ticaret Kanununda da bulunan "fiilî idare merkezi"
kriterini esas alan beşinci fıkra eklenmiştir.
Madde 9 – 2675 sayılı
Kanunun 9 uncu maddesini kısmen karşılamaktadır.
2675 sayılı Kanunun
9 uncu maddesinin kenar başlığında ve metnin tümünde yer alan
"hacir" kelimesi Türk Medenî Kanununa uyum sağlamak için
"kısıtlılık" kelimesi ile değiştirilmiştir. Maddenin
ikinci fıkrasındaki "alınması" kelimesi yerine diğer fıkralarla
kavram birliği sağlayan "verilmesi" kelimesi konulmuştur.
Madde 10 – 2675 sayılı
Kanunun 10 uncu maddesini aynen karşılamaktadır.
Madde 11 – 2675 sayılı
Kanunun 11 inci maddesini kısmen karşılamaktadır.
2675 sayılı Kanunun
nişanlanmaya ilişkin 11 inci maddesine Türk Medenî Kanunuyla uyumlu
kavram değişikliği getirilerek kenar başlıkta bulunan ve ikinci
fıkranın ilk kelimesi olan “nişanlanma” yerine “nişanlılık” deyimi
kullanılmıştır. Taraflardan her birinin hangi andaki millî hukukunun
uygulanacağı konusunda da açıklık getirilerek birinci fıkraya
bunun "nişanlanma anındaki" millî hukuk olduğu eklenmiştir.
Böylelikle, evlilik maddesi ile de paralellik sağlanmıştır.
Madde 12 – 2675 sayılı
Kanunun 12 nci maddesini kısmen karşılamaktadır.
2675 sayılı Kanunun
evlenmeye ilişkin 12 nci maddesinin “evlenme” olan kenar başlığı,
Türk Medenî Kanununa uyum sağlamak için, "evlilik" olarak ve
içerikle uyum açısından da "ve genel hükümleri" ibaresi eklenerek
değiştirilmiştir. Bu şekilde 13 üncü maddede evliliğin genel hükümlerine
yapılan atfın anlaşılmasında da açıklık sağlanmıştır.
Maddenin birinci fıkrasındaki
ikinci değişiklikle, uygulanacak hukuk belirlenirken her maddede
ilk bağlama kriteri için "tâbidir", ikinci kriter ifade edilirken
de "uygulanır" deyimi kullanılarak deyim birliği ve ifade
bütünlüğü sağlanmıştır. Bu amaçla 12 nci maddenin birinci fıkrasında,
ilk cümlede bağlama kavramının işlevi açıklanırken “uygulanır”
yerine “tâbidir”, ikinci cümlede ise “tâbidir” yerine “uygulanır”
deyimi kullanılmıştır.
Maddenin birinci fıkrasındaki diğer bir değişiklik evlenmenin
şekli hükmünün ikinci fıkra haline getirilmesine ve konsolosluklarda
yapılan evlenmelerle ilgili olarak milletlerarası sözleşmelere
yapılan atfın kaldırılmasına ilişkindir. Çünkü konsolosluk evlilikleri
konusunda hem iki yanlı hem çok yanlı milletlerarası sözleşmeler
mevcuttur. Bu konuda Kanunun 1 inci maddesinin ikinci fıkrasındaki
milletlerarası sözleşmeleri saklı tutan genel atfın gerektiği
gibi dikkate alınarak uygulanmasının yeterli olduğu muhakkaktır.
Maddenin 2675 sayılı
Kanundaki ikinci fıkrası üçüncü fıkra haline getirilmiş ve bu fıkrada,
"evlenmenin" kelimesi yerine "evliliğin" kelimesi
konulmuş ve müşterek mutad mesken bir tane olacağına göre çoğul takısı
kaldırılmıştır.
Tasarının 12 nci maddesinin
üçüncü fıkrasında evlenmenin genel hükümlerine uygulanacak hukuku
belirleyen ve müşterek bağlama noktasını esas alan basamaklı bir
bağlama kuralı düzenlenmiştir. Birinci basamağı teşkil eden “müşterek
millî hukuk”, bağlama kriteri olarak 2675 sayılı Kanundaki şekliyle
aynen muhafaza edilmiştir. Değiştirilen metinde, tarafların müşterek
millî hukuku bulunmuyorsa, hayat ilişkilerinin merkezi niteliğinde
olan ve gerçek ve fiilî duruma uygun bulunan ve fiilî ikametgâh diye
de isimlendirilen “müşterek mutad mesken” kriteri ikinci basamak
olarak belirlenmiştir. Milletlerarası özel hukukta özellikle kişinin
hukuku ve aile hukuku ilişkilerinde doktrin ve uygulamada, tüm yeni
milletlerarası özel hukuk kanunlarında ve milletlerarası özel hukuk
sözleşmelerinde öne çıkan ve bu konuda “en sıkı ilişki”yi teşkil
eden “mutad mesken” kavramı bu nitelikleri ile orantılı bir konuma
getirilmiştir. Eğer evli kişilerin müşterek mutad meskeni de yoksa
Türk hukukunun uygulanacağı konusunda 2675 sayılı Kanunda da yer
alan son bağlama kriteri aynen saklı tutulmuştur. Çoğu kez gerçek ve
fiilî durumu aksettirmeyen ve hukukî bir kavram olan “müşterek ikametgâh
kriteri” kurulan sistem içinde işlevini kaybettiği için metinden
çıkarılmıştır.
Madde 13 – 2675 sayılı
Kanunun 13 üncü maddesini kısmen karşılamaktadır.
Boşanma ve ayrılıkla
ilgili 13 üncü maddenin birinci fıkrasında, boşanma ve ayrılık sebepleri
ve hükümlerine uygulanacak hukuk, evliliğin genel hükümlerine
uygulanacak hukukla aynı olduğundan, gereksiz tekrarı önlemek
amacıyla basamaklı bağlama kriterleri tek tek sayılmamış, sadece
"evliliğin genel hükümleri"ne uygulanan ve 12 nci maddenin
ikinci fıkrasında düzenlenen hükme yollama yapılmıştır. Boşanma
ve ayrılık sebeplerine ve hükümlerine uygulanacak hukuk belirlenirken
“müşterek ikametgâh kriterinin” kaldırılması konusunda evliliğin
genel hükümlerine ilişkin gerekçede yapılan açıklamalar aynen geçerlidir.
Maddenin ikinci fıkrası,
milletlerarası nafaka hukukunu yöneten ve "loi uniformé"
"yeknesak kanun" nitelikli bir milletlerarası sözleşme
olan 2/10/1973 tarihli La Haye Nafaka Sözleşmesi ile uyumlu hâle getirilmiştir.
Söz konusu Sözleşme tüm nafaka taleplerine uygulanmakla beraber
bazı hâllerde eşler arasındaki nafakayı istisna etmiştir. Bu
hâller; boşanma, ayrılık ve evlenmenin butlanı hâlleridir. 13 üncü
maddede bu istisnalar açık bir şekilde düzenlenerek boşanma statüsüne
tâbi tutulmuştur.
Maddeye üçüncü fıkra
eklenerek, 2675 sayılı Kanunda boşanmada velâyete ilişkin 20 nci
madde hükmü sistematik açıdan düzenlenmesi gereken yere konulmuştur.
Maddeye son fıkra olarak,
geçici tedbir taleplerine Türk hukukunun uygulanacağı hükmü eklenmiştir.
Böylece milletlerarası iki veya çok taraflı sözleşmelerde aksine
hüküm olmayan hâllerde, geçici tedbir taleplerine Türk hukukunun
uygulanmasında duyulan tereddütler giderilmiştir.
Madde 14 – 2675 sayılı
Kanunun 14 üncü maddesini kısmen karşılamaktadır.
2675 sayılı Kanunun,
evlilik mallarına ilişkin 14 üncü maddenin birinci fıkrasında
açıklık sağlamaya yönelik bazı değişiklikler yapılmıştır. Evlilik
mallarına uygulanacak hukuk konusunda 14 üncü maddenin birinci
fıkrasında düzenlenmiş bulunan, uygulanacak hukukun taraflarca
seçilebilmesi imkânının ancak açık seçimle kullanılabileceği,
maddeye konulan "açık olarak" deyimi ile sağlanmıştır.
Evlilik mallarında
hukuk seçimine ilişkin hükümde, ikametgâh yerine 12 nci maddede olduğu
gibi "mutad mesken" kavramı getirilmiştir. Bu değişiklik
uyarınca, hukuk seçiminin, evlenme sırasındaki mutad mesken veya
millî hukuklardan birisi arasında yapılabileceği hususuna da
açıklık getirebilmek için "evlenme anındaki" deyimi mutad
mesken kavramının önüne alınarak, tarafların yapacakları hukuk
seçiminde söz konusu olabilecek dört imkândan birini kullanabilecekleri
ortaya çıkarılmıştır.
Kanunun 14 üncü maddesinin
birinci fıkrasında objektif bağlama esasını belirleyen hükümde
yapılan diğer değişiklikler ise “müşterek millî hukuk” deyiminin
gereksiz yere tekrarını önlemek ve ifade birliği sağlamak amacına
yöneliktir. Ayrıca, aile hukuku konusunda diğer maddelerde bulunan,
uygulamada yarar sağlayan ve müşterek millî hukuktan sonra “en sıkı
ilişki”yi teşkil eden “müşterek mutad mesken” bağlama kavramına da
maddede yer verilerek, bu bağlama kavramı için de evlenme anı deyiminin
tekrarlanması yoluna gidilmiştir. Çünkü ancak bu şekilde aynı evliliğin
devamı süresince, evlenme anında mevcut olan veya sonradan edinilen
mallara ilişkin açıklığın sağlanması mümkün olur. Bu düzenlemenin
amacı evlilik mallarının, aynı eşler arasında evlilik içinde değişmeyen
bir sisteme tâbi olması, kolaylık ve açıklığın sağlanmasıdır.
Bu düşünceyle maddenin
birinci fıkrasında düzenlenen ve hukuk seçimi yapılmayan hallerde
uygulanan diğer bağlama esasları “müşterek ikametgâh” ile "malların
bulunduğu yer" bağlama kriterleri kaldırılmıştır. Böylece maddedeki
yeni düzenlemeye göre, müşterek millî hukuktan sonra onun bulunmaması
hâlinde müşterek mutad mesken hukuku, eğer o da bulunmuyorsa Türk hukuku
uygulanacaktır. Müşterek ikametgâh kriteri 12 nci maddede açıklanan
gerekçelerle, objektif bağlama sistemi açısından da kaldırılmıştır.
Buna karşılık, malların bulunduğu yer kriterinden vazgeçilerek
son şıkta uygulanacak hukukun Türk hukuku olarak belirlenmesinde
tatbikatta çıkabilecek sorunlar dikkate alınmıştır. Çünkü aksi
halde, Türk hukukunda 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe giren Türk Medenî
Kanunundaki yeni hükümler nedeniyle işlerlik kazanabilecek evlilikte
mal rejimleri konusu, yabancı unsurlu evliliklerde malların bulunduğu
yer bağlama kriterinin uygulanması hâlinde her bir mal için farklı
"bulunma yeri" ihtimalinde çözümsüz sorunların çıkmasına
sebep olabilecek nitelikte görülmüştür.
Madde 15 – 2675 sayılı
Kanunun 15, 16 ve 17 nci maddelerini karşılamak üzere fakat farklı
bir yaklaşımla düzenlenmiştir.
Tasarının 15 inci
maddesinde ilk olarak deyim değişikliği yapılarak “nesep” yerine
Türk Medenî Kanunu ile uyumlu "soybağı" deyimi konulmuştur.
Aynı şekilde Türk Medenî Kanunuyla uyumlu olarak evlilik içi nesep
(madde 15), nesebin düzeltilmesi (madde 16) ve evlilik dışı nesep
(madde 17) kavramları kaldırılarak sadece soybağının kurulması
hakkında 15 inci madde ve hükümleri hakkında 16 ncı maddeyle yetinilmiştir.
Çünkü gerek nesebin düzeltilmesi gerek evlilik dışı nesep, soybağının
kurulmasından başka bir şey değildir.
Tasarının 15 inci
maddesiyle, ilke olarak, 2675 sayılı Kanunda da olduğu gibi soybağının
kurulmasını sağlamaya yönelik basamaklı bir bağlama kuralı kabul
edilmiştir. Ancak, soybağının kuruluşunda, 2675 sayılı Kanundan
tamamen farklı bir yaklaşımla “çocuğun doğum anındaki millî hukuku”
buna göre soybağının kurulamaması hâlinde çocuğun mutad meskeni
hukuku esas alınarak, konunun çocuk açısından ağırlıklı önemi vurgulanmıştır.
Milletlerarası özel hukukta bağlama kuralları oluşturulurken
ağırlıklı edim veya menfaat her zaman göz önünde tutulmaktadır ve
soybağı konusunda milletlerarası yaklaşım çocuğun üstün menfaatinin
ve buna bağlı olarak da hukukunun esas alınmasından yanadır. Maddede,
soybağı, birinci ve ikinci basamakta önerilen hukuklara göre kurulamıyorsa
“ananın veya babanın çocuğun doğumu anındaki millî hukuklarına”
tâbi tutulmaktadır. Eğer soybağı, çocuğun doğumu anındaki millî hukuklara
göre kurulamıyorsa, milletlerarası aile hukukunda benimsenen
“müşterek mutad mesken” hukuku, eğer bu hukuka göre de soybağı kurulamıyorsa
“doğum yeri” hukuku uygulanacaktır.
Maddenin ikinci fıkrasına
göre, soybağının iptali de kuruluşa uygulanan hukuka tâbi tutularak,
daha sonra meydana gelebilecek değişikliklerin, kuruluşu ve iptali
etkilemesi engellenmektedir.
Madde 16 – 2675 sayılı
Kanunda düzenlenmemiş “soybağının hükümleri” kenar başlıklı yeni
bir maddedir.
Tasarının 16 ncı maddesinde
soybağının hükümleri, soybağını kuran hukuka tâbi tutularak, uygulanacak
hukukta gereksiz bölünmelerden kaçınılmış ve bütünlüğün korunmasına
dikkat edilmiştir. Bununla beraber soybağının kuruluşundan sonra,
kuruluşa hangi hukuk uygulanmış olursa olsun ailenin, müşterek
millî hukukunun bulunması hâlinde müşterek millî hukuk, bulunmadığı
takdirde, eğer müşterek mutad mesken varsa soybağının hükümlerine
o hukuk uygulanarak aile içi ilişkilerde uygulanan hukukta bütünlüğün
sağlanması tercih edilmiştir. Söz konusu tercihte özellikle, soybağının
doğum yeri esasına göre kurulması hâlinde bu yerin çok tesadüfî olması
ihtimali de dikkate alınmıştır.
Velâyet konusunda
2675 sayılı Kanunda düzenlenmiş olan ve velâyeti soybağı (nesep) statüsüne
tâbi tutan 19 uncu madde kaldırılmıştır. Çünkü velâyet soybağının
bir hükmüdür ve şüphesiz soybağına uygulanan 16 ncı maddenin kapsamı
içindedir.
Madde 17 – 2675 sayılı
Kanunun 18 inci maddesini kısmen karşılamaktadır. Maddedeki değişiklik
daha çok düzenleniş biçimiyle ilgilidir.
Maddenin birinci fıkrasında,
maddeler arasındaki deyim birliğini ve ifade bütünlüğünü sağlamak
için, "tâbi"dir kelimesi kullanılmış ve bununla uyumlu olmak
üzere “hakkında” kelimesi kaldırılmıştır.
Maddenin üçüncü fıkrası,
evlât edinmenin kuruluşuna ait olduğu için yeri değiştirilerek
ikinci fıkra hâline getirilmiş ve evlât edinme yanında evlât "edinilme"
hâli de maddenin kapsamına dâhil edilmiştir.
Son fıkrada birlikte
evlât edinmeye evlenmenin genel hükümlerinin uygulanabilmesi
için bir evliliğin varlığına ihtiyaç bulunduğundan, maddeye
"eşler" kelimesi eklenerek açıklık sağlanmıştır.
Madde 18 – 2675 sayılı
Kanunda genel anlamda ve açıkça yer verilmeyen “Nafaka” başlıklı
yeni bir maddedir.
2675 sayılı Kanunda
bakım nafakasına ilişkin genel bir madde yoktu. 21 inci madde yardım
nafakasına ilişkin olup nafaka yükümlüsünün hukukunu esas almakta
idi.
Nafaka talepleri aile
hukukunun evlilik veya hısımlıktan doğan hükümlerinden olduğu
için ilgili hukukî kurumlara ait bağlama kuralları 2675 sayılı Kanun
çerçevesindeki nafaka taleplerini de kapsamaktaydı. Ancak Kanundaki
bu anlayış uyarınca uygulanacak hukukun belirlenmesi neredeyse
hiç mümkün olmadı. Çünkü Kanun, 20/11/1982 tarihinde yürürlüğe girmiş,
1973 tarihli La Haye Nafaka Sözleşmesi ise 1983 yılında onaylanmış
ve yürürlüğe girmiştir. Sözleşme "loi uniformé" (yeknesak
kanun) olduğundan iç hukuku değiştirmekte ve karşılıklılık aranmaksızın
uygulanarak, üye devletlerde yapılan nafaka taleplerine, talebi
yapan kişi veya kişiler üye devlet vatandaşı olmasa bile uygulanmaktadır.
Ayrıca Sözleşme geniş kapsamlı olup aile, hısımlık ve evlilik birliği
ile ilgili tüm nafaka taleplerini içine almaktadır.
1973 tarihli La Haye
Nafaka Sözleşmesi, Türkiye'nin koyduğu iki ihtirazî kayıt dışında
1983'teki yürürlük tarihinden bugüne kadar, Kanunun sistemi yerine
uygulanmıştır ve uygulanmaya devam etmektedir.
2675 sayılı Kanunun
21 inci maddesinde düzenlenmiş olan yardım nafakasına ilişkin kural
dahi tam anlamı ile uygulanamamıştır. Çünkü üstsoy ile altsoya ait
bazı nafaka talepleri iç hukukta yardım nafakasının kapsamına
girmekle beraber, Nafaka Sözleşmesindeki ihtirazî kayıtlara girmediğinden
Sözleşmenin uygulanma alanı içindedir. Bu durumda sadece ihtirazî
kayıt kapsamında olan yansoy ve kayın hısımlarla ilgili nafaka talepleri,
2675 sayılı Kanunun 21 inci maddesi uygulanarak nafaka borçlusunun
hukukuna tâbi tutulabilmektedir.
2675 sayılı Kanunun
21 inci maddesi kaldırılan bazı maddeler nedeniyle 18 inci madde
olarak numaralandırılmış ve tamamen farklı bir yaklaşımla, 13 üncü
maddenin üçüncü fıkrası dışında kalan tüm nafaka taleplerine uygulanacak
hukuku kapsayan tek bir madde haline getirilmiştir. Bunu sağlamak
için de ilgili maddenin kenar başlığı “nafaka” olarak değiştirilerek
içeriği ile uyumlu bir ifadeye kavuşturulmuştur.
Tasarının 18 inci
maddesinde tüm nafaka taleplerine uygulanmak üzere “nafaka alacaklısının
mutad meskeni hukuku”nu esas alan tek fıkralı bir hüküm düzenlenmiştir.
Karşılıklılık gözetmeyen (erga omnes) ve yeknesak kanun (loi uniformé)
niteliğinde olsa bile bir sözleşmeye kanun maddesinde doğrudan
atıf yapılmaması yönteminin Komisyonda genel kabul görmesi nedeniyle
1973 tarihli La Haye Nafaka Sözleşmesi kapsamına giren nafaka talepleri
için de özel hüküm getirilmemiştir. Bu anlayış uyarınca Kanunun 1
inci maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen ve Türkiye’nin taraf
olduğu tüm milletlerarası sözleşmeleri saklı tutan hüküm kapsamındaki
La Haye Sözleşmesinin uygulama alanına giren nafaka türleri
için, Milletlerarası Sözleşmedeki basamaklı bağlama kuralı sistemi
uygulanacaktır. Böylece nafaka alacaklısının mutad meskeni hukukuna
göre nafaka alınamazsa, müşterek millî hukuk, ona göre de nafaka
alınamazsa müracaat makamının hukuku uygulanacaktır. Buna karşılık
La Haye Sözleşmesi kapsamı dışında kalan nafaka talepleri ise 18
inci madde uyarınca Sözleşmede nafakayı sağlamaya yönelik basamaklı
kuralın sadece birinci basamağıyla aynı esasa yani “nafaka alacaklısının
mutad meskeni” hukukuna tâbi tutulacaktır. Bu durumda La Haye Sözleşmesinin
birinci basamağında yer alan ve milletlerarası özel hukuk adâletini
yerine getirdiği konusunda genel kabul gören kriter, tüm nafaka
taleplerine uygulanacaktır. Buna karşılık La Haye Sözleşmesi dışındaki
nafaka talepleri hakkında, Milletlerarası Sözleşmedeki gibi birinci
basamakta nafaka verilmesi konusunda olumlu sonuca ulaşılamazsa
diğer basamaklardaki kriterlerin uygulanması söz konusu olmayacaktır.
Madde 19 – 2675 sayılı
Kanunun 22 nci maddesini kısmen karşılamaktadır.
Miras konusunu düzenleyen
2675 sayılı Kanunun 22 nci maddesi ikinci fıkrasına bir kelime eklenerek
aynen muhafaza edilmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında düzenlenmiş
olan esas kuralın istisnaları geniş anlamaya müsait olduğu için,
mirasın açılması istisnasının sadece açılma "sebepleri"
hakkında yapıldığı konusunda açıklık getirilmiştir. Türk Medenî
Kanununda ceninin mirasçılığı, mirastan mahrumiyet gibi bazı konular
açılma bahsinde düzenlenmektedir. Oysa kimin mirasçı olacağı yahut
mirasa ehliyet sorunları milletlerarası özel hukukta 19 uncu maddenin
birinci fıkrasındaki ana kuralın kapsamına girmektedir. Muhtemel
yanlış anlamaların önlenmesi için açılma istisnasının açılma sebepleri
ile sınırlandırılması gerekli görülmüştür.
Tasarıda, 2675 sayılı
Kanunun 22 nci maddesinin dördüncü fıkrasında da ifade birliğini
sağlamaya yönelik bir değişiklik yapılarak, “6 ncı madde hükmü uygulanır”
denilmiştir.
Tasarının 19 uncu
maddesi ele alınırken nafakaya ilişkin değişiklik çalışmaları sırasında
ileri sürülen gerekçelerle yeknesak kanun ve karşılıklılık gözetmeyen
nitelikle bir sözleşme olan 1961 tarihli “Vasiyet Tasarruflarının
Biçimine İlişkin Kanun Uyuşmazlıkları Konusunda La Haye Sözleşmesi”ne
de atıf yapılmamıştır. Bu konuda da Kanunun 1 inci maddesinin ikinci
fıkrasında yer alan Türkiye Cumhuriyetinin taraf olduğu milletlerarası
sözleşmeleri saklı tutan hüküm yeterli görülmüştür.
Madde 20 – 2675 sayılı
Kanunun 23 üncü maddesini kısmen karşılamaktadır.
2675 sayılı Kanunun
23 üncü maddesiyle taşınırlar ve taşınmazlar üzerindeki mülkiyet
hakkı ve diğer aynî hakların, malların bulunduğu yer hukukuna (Lex
Rei Sitae) tâbi olacağı kabul edilmiştir. Ancak, malların hangi anda
bulunduğu yer hukukunun uygulanacağı maddede belirtilmemiş olduğundan,
uygulamada taşınırlar ve taşınmazlar üzerindeki mülkiyet ve sair
haklara malların hangi anda bulunduğu yer hukukunun uygulanacağı
tereddütlere yol açmıştır. Bu sebeple belirtilen tereddüdü önlemek
için; Tasarıda, maddeye, “işlem anında” ibaresi ilâve edilerek, muhtemel
değişken statü (conflit mobilé) ihtilâflarının ortaya çıkması önlenmiştir.
Türk Medenî Kanunu ile uyum açısından kavram olarak taşınır
mallar, taşınmaz mallar şeklindeki ifade değiştirilerek “mallar”
kelimesi madde metninden çıkarılmıştır.
Deyim birliği ve ifade
bütünlüğü sağlamak amacıyla, maddenin son fıkrasında “tâbidir” yerine
“uygulanır” deyimi kullanılmıştır.
Madde 21 – 2675 sayılı
Kanunda yer verilmeyen “Taşıma araçları” başlıklı yeni bir maddedir.
Kanunda taşıma araçlarının
tâbi olduğu hukuk konusunda açık bir hüküm bulunmamaktadır. Kanuna
ilâve edilen 21 inci madde ile hava, deniz ve raylı taşıma araçları
üzerindeki mülkiyet ve diğer aynî haklar, “menşe ülke hukuku”na tâbi
kılınmıştır. Böylece söz konusu taşıma araçlarıyla bunların mâliklerinin
en sıkı ilişkili oldukları kabul edilen hukuka bağlanma imkânı doğmuştur.
Maddenin ikinci fıkrasında
hava ve deniz taşıma araçları bakımından uygulamada güvenliği
sağlamak için “aynî hakların tescil edildiği sicil yeri” ülkesi esas
alınmıştır. Deniz taşıma araçlarında sicile tescil edilmeyen taşıma
araçları hakkında “bağlama limanı” ülkesi, raylı taşıma araçlarında
ise ”ruhsat yeri” ülkesi menşe ülke olarak kabul edilmiştir.
Madde 22 – 2675 sayılı
Kanunda yer verilmeyen “Fikrî mülkiyete ilişkin haklara uygulanacak
hukuk” başlıklı yeni bir maddedir.
Fikrî mülkiyet haklarına
uygulanacak hukuk, Kanun Tasarısına eklenen 22 nci madde ile düzenlenmiş
ve fikrî mülkiyete ilişkin haklar, hangi ülkenin hukukuna göre koruma
talep ediliyorsa, o ülke hukukuna tâbi kılınmıştır. Böylece kanunlar
ihtilâfı hukuku bakımından konuya ilişkin milletlerarası sözleşmelerde
ve Türk hukukunda da benimsenen “ülkesellik prensibi” ile uyum sağlanmıştır.
Maddenin
ikinci fıkrasında, taraflara sınırlı bir hukuk seçimi yetkisi tanınmıştır.
Hükme göre, taraflar, ancak hakkın ihlâlinden sonra, mahkemenin hukukunu
seçebilirler.
Madde 23 – 2675 sayılı
Kanunun 24 üncü maddesini kısmen karşılamaktadır.
2675 sayılı Kanunun
24 üncü maddesinin birinci fıkrasında, sözleşmeden doğan borç ilişkilerine
tarafların “açık” olarak seçtikleri hukukun uygulanacağı hükmü
saklı tutulmuştur. 2675 sayılı Kanunda, tarafların hukuk seçimini
sadece açık olarak yapabilecekleri öngörülüyordu. Tasarıda maddenin
birinci fıkrasına eklenen ikinci cümle ile “örtülü hukuk seçimi”
de kabul edilmiştir. Örtülü hukuk seçiminde de tarafların hukuk seçimi
yönünde gerçek bir iradeleri mevcuttur. Ancak bu irade açık olmayıp,
olayın özelliklerinden veya hâl ve şartlardan “tereddüde yer vermeyecek
şekilde” anlaşılmaktadır.
Maddenin ikinci fıkrasında,
tarafların sözleşmeden doğan ilişkilerine uygulanacak hukuku
parçalayabilecekleri; yani sözleşmenin muayyen kısımlarına uygulanmak
üzere farklı hukukları seçebilecekleri kabul edilmiştir.
Maddenin üçüncü fıkrasında ise hukuk seçiminin ne zaman
yapılabileceği düzenlenmiştir. Buna göre, taraflar her zaman hukuk
seçimini yapabilirler veya yaptıkları hukuk seçimini de değiştirebilirler.
Ancak tarafların borç sözleşmesinin kurulmasından sonra yaptıkları
hukuk seçimi veya hukuk seçimi değişiklikleri, üçüncü kişilerin
kazanılmış haklarını ihlâl etmemek şartıyla kabul edilmiştir.
Tasarının 23 üncü maddesinin dördüncü fıkrasında, taraflarca
açık veya örtülü bir hukuk seçiminin yapılmadığı durumlarda sözleşmeden
doğan ilişkiye uygulanacak objektif hukuk belirlenmiştir. Maddenin
ikinci fıkrasının değişiklikten önceki şeklinde, açık bir hukuk seçiminin
yokluğunda; borcun ifa yerine, borcun ifa yerinin birden fazla olması
durumunda ise borç ilişkisinin ağırlığını teşkil eden edimin ifa yeri
hukukuna, bu yerin de tespit edilemediği durumlarda sözleşmenin
en sıkı irtibatlı olduğu hukuka bağlanılmıştı. Diğer bir ifade
ile maddenin ikinci fıkrasında, “borcun ifa yeri” hukuku, akitle en
sıkı ilişkili hukuk sayılmış ve buna bağlanılmıştı. Pek çok sözleşmede
borcun ifa yerinin tesadüfî olması, sözleşmeden doğan sorunlara
sözleşmeyle ve taraflarla ilgisi zayıf bir hukukun uygulanması
sonucunu doğurmakta idi. Maddenin dördüncü fıkrasındaki değişiklik
ile sözleşmeden doğan borç ilişkisine, en sıkı ilişkili olduğu hukukun
uygulanması sağlanmıştır.
Getirilen değişikliğe
göre, tarafların açık veya örtülü bir hukuk seçimi yoksa, sözleşmelerden
doğan sorunlara, sözleşmeyle “en sıkı ilişkili” hukuk uygulanacaktır.
Maddede, sözleşmenin kurulduğu sırada karakteristik edim borçlusunun
mutad meskeni hukukunun, ticarî veya meslekî faaliyetler çerçevesinde
kurulan akitlerde ise karakteristik edim borçlusunun işyeri, bulunmadığı
takdirde yerleşim yeri hukukunun sözleşmeyle “en sıkı ilişkili hukuk”
olduğu kabul edilmiştir.
Tasarının 23 üncü
maddesinde objektif bağlama esasları belirlenirken tüzel kişilere
ilişkin ehliyet kuralında kabul edilen “idare merkezi” bağlama kriteri
tekrarlanmamıştır. Çünkü söz konusu 8 inci maddenin dördüncü fıkrasındaki
idare merkezi hukuku kuralı tüm tüzel kişileri genel anlamda ilgilendiren
bir kural olarak düzenlenmiştir. Tasarının 23 üncü maddesinin dördüncü
fıkrasında ise özel olarak ekonomik ve ticarî hayatta yer alan tüzel
kişilere ilişkin bir kural getirilmektedir. Hatta bu bağlama kriteri,
ticarî ve meslekî faaliyetler gereği yapılan sözleşmeleri hedeflediğinden
sadece tüzel kişileri değil gerçek kişileri de kapsayan “işyeri”
kavramı ile ifade edilmiştir. Bu kavram kullanılarak faaliyetin niteliği
ortaya konulmaktadır. Maddede, birden çok işyeri bulunması hâlinde
ise sözleşme ile en sıkı ilişki içinde bulunan işyeri hukuku esas
alınmaktadır. Ayrıca çeşitli sözleşme tiplerine ilişkin diğer bazı
düzenlemelerde yer alan “esas işyeri” kavramı ise ticarî ve meslekî
amaçlarla yapılan sözleşmelerde özel bazı hâllerde uygulanacak hukukun
belirlenmesinde kullanılmaktadır (Tasarı m. 26, 28 gibi).
“İşyeri” kavramı bazı
milletlerarası sözleşmelerde (Mesela: 11.4.1980 tarihli Birleşmiş
Milletler, Viyana Milletlerarası Satım Sözleşmesi, 22.12.1986 tarihli
Milletlerarası Mal Satımı Hakkında Sözleşmelere Uygulanan La Haye
Sözleşmesi, 19.6.1980 tarihli Borç Sözleşmelerine Uygulanacak Hukuk
Hakkında AT Sözleşmesi) kullanıldığı gibi, söz konusu kavramın İş
Kanununda da yer aldığı ve Türk hukukuna yabancı olmadığı görülmektedir.
Ancak, Kanunda bu konuda bir tanım vermekten kaçınılarak doktrin
ve tatbikatın önü açık bırakılmıştır.
Bununla beraber,
"hâl ve şartlara göre" sözleşme, karakteristik edim borçlusunun
mutad meskeni hukukundan veya ticarî ya da meslekî faaliyetler çerçevesinde
yapılan sözleşmeler bakımından, karakteristik edim borçlusunun
işyeri, bulunmadığı takdirde yerleşim yeri hukukundan başka bir
hukukla “daha sıkı ilişki” içinde ise, sözleşmeden doğan borç ilişkisine
bu hukuk uygulanacaktır. Burada, nadiren de olsa, sözleşmelerin
karakteristik edim borçlusunun mutad meskeni, yerleşim yeri veya
işyeri hukukuna nispetle somut olayda başka bir hukukla daha sıkı
ilişki içinde olabileceği ihtimali dikkate alınmıştır.
Milletlerarası özel
hukukta tarafların hukuk seçimi yapmadıkları durumda, hangi tarafın
ediminin karakteristik edim sayılacağına bazı sözleşmeler açısından
örnek vermek mümkündür. Buna göre menkul mülkiyetinin devrine ilişkin
sözleşmelerde devredenin, satım sözleşmesinde satıcının, bir hakkın
ya da şeyin kullanımına ilişkin sözleşmelerde kullandıranın,
vekâlet ve diğer hizmet sözleşmelerinde hizmet edenin, muhafaza sözleşmelerinde
muhafaza edenin, garanti ya da kefâlet sözleşmelerinde garanti edenin
veya kefilin edimi karakteristik edim sayılmaktadır. Bu belirlemede,
genel olarak, sözleşmeye sosyal içeriğini ve karakterini veren
edim borçlusunun esas alındığını söylemek mümkündür.
Madde 24 – 2675 sayılı
Kanunda yer verilmeyen “Taşınmazlara ilişkin sözleşmeler” başlıklı
yeni bir maddedir.
Taşınmazlara ilişkin
tüm sözleşmelerin taşınmazın bulunduğu yer hukukuna (lex rei sitae)
tâbi olması, genel kabul gören evrensel bir ilkedir. Bu ilkenin Tasarıya
24 üncü madde olarak aksettirilmesinde yarar görülmüştür.
Madde 25 – 2675 sayılı
Kanunda yer verilmeyen “Tüketici sözleşmeleri” başlıklı yeni bir
maddedir.
Devletin ekonomik ve
sosyal politikasının önemli bir unsuru olan tüketici, bu sözleşmenin
nitelendirilmesini geniş ölçüde etkilemektedir. Bu sebeple,
maddenin ikinci fıkrasında düzenlenen şartlar altında yapılan tüketici
sözleşmelerinde, karşı tarafa nazaran daha zayıf ve tecrübesiz
olan tüketicinin korunması ekonomik ve sosyal dengenin sağlanmasında
önemli unsurlardan birini teşkil etmektedir. Tüketicinin hukuken
korunması gerekliliğinin sonucu olarak, bazı tüketici sözleşmelerine
uygulanacak hukukun diğer sözleşmelerden farklı düzenlenmesi
bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır.
Maddenin birinci fıkrasında
"tüketici sözleşmeleri" kavramı tanımlanmıştır. Buna ihtiyaç
duyulmasının sebebi, hangi tüketici sözleşmelerinin madde kapsamına
alındığının ve buna bağlı olarak, kimin tüketici olduğunun tereddüde
yer vermeyecek şekilde ortaya konulması gereğidir. Bu konuda
1980 tarihli Rom I diye anılan ve ileride AT Tüzüğü haline gelecek
olan AT Sözleşmesinden yararlanılmıştır.
Objektif bağlama kuralı,
"tüketicinin mutad meskeni hukuku" olarak belirlenmiştir.
Çünkü bu hukuk, tüketicinin en iyi bildiği, bu sebeple de tüketiciyi
en iyi şekilde koruduğu kabul edilen hukuktur.
Tasarının, sözleşmeden
doğan borç ilişkileri alanındaki genel sistemine uygun olarak, tüketici
sözleşmelerinde de taraflara hukuk seçimi imkânı tanınmıştır. Ancak,
seçilen hukukta tüketicinin korunması, objektif bağlama kuralı
ile sağlanandan daha az elverişli ise hukuk seçimi bu açıdan dikkate
alınmayacaktır. Çünkü tüketicinin mutad meskeni hukukunun sağladığı
koruma, asgarî koruma düzeyini teşkil etmektedir. Maddeyle, bu
çerçevede sınırlı bir hukuk seçimi imkânı getirilmiştir.
İkinci fıkrada (a),
(b) ve (c) bentlerinde, bir tüketici sözleşmesinin, madde hükümlerinden
yararlanabilmesi için hangi şartlar altında yapılması gerektiği
düzenlenmiştir. Ancak bu bentlerde sayılan koşullar altında kurulmuş
tüketici sözleşmelerine "tüketicinin mutad meskeni hukuku"
uygulanacaktır. Böylece, tüketici sözleşmelerinde, mutad mesken
hukukunun uygulanmasının sınır ve kapsamı ortaya konulmuştur.
Tüketici sözleşmelerinde
şekil konusunda uygulanacak hukuk da maddenin üçüncü fıkrasında
özel olarak düzenlenmiştir. Bunun gerekçesi, alternatif bir uygulama
metodu getiren genel şekil kuralının, tüketici sözleşmelerinin
niteliği ile bağdaşmamasıdır. Ayrıca, tüketici sözleşmelerinde
esasa ve şekle uygulanan hukukta birlik sağlanmasının tüketici
için yararlı olduğu genel olarak kabul edilmektedir.
Son fıkrada, maddenin
uygulanmayacağı bazı tüketici sözleşmeleri belirtilmiştir. Bunun
anlamı, o konuda, genel kuralı ifade eden 23 üncü maddenin geçerli
olduğudur. Ayrıca taşıma sözleşmeleri de maddenin kapsamı dışında
tutulmuştur. Çünkü taşıma sözleşmeleri konusunda bir yandan Türkiye'nin
de taraf olduğu çok sayıda milletlerarası sözleşme bulunmakta,
diğer yandan eşya taşımaya ilişkin yeni düzenleme Tasarının 28 inci
maddesinde yer almaktadır. Ancak buna karşılık, 25 inci maddeye göre
taşıma ve konaklama ücreti dâhil tek fiyat uygulanan ve “paket tur”
diye tanımlanan sözleşmeler tüketici sözleşmeleri kapsamı içindedir.
Bu konuda da AT mevzuatı ile uyum gözetilmiştir.
Madde 26 – 2675 sayılı
Kanunda yer verilmeyen “İş sözleşmeleri” başlıklı yeni bir maddedir.
Milletlerarası özel
hukuk alanında çıkan ihtilâflarda, iş sözleşmelerinin sosyal içeriğini
dikkate almayan 2675 sayılı Kanunun 24 üncü maddesinin uygulanması
hep yetersiz kalmaktaydı. Bu nedenle Tasarının 26 ncı maddesiyle
yeni bir düzenleme getirilmiştir. İş sözleşmelerinde, hem zayıf
taraf olan işçinin korunması ihtiyacı hem de Devletin ekonomik ve
sosyal politikalarıyla ilgili olarak yaptığı ve bireysel iş sözleşmeleri
dışında kalan diğer düzenlemeler göz önünde tutulmuştur. İş hukukunun,
kamu hukuku karakterli yönlerinin de bulunması ve işçinin edimini
orada yerine getirmesi, "işyerinin bulunduğu ülke" hukukunun
bu ilişkide objektif bağlama kuralı olarak uygulanmasını zorunlu
kılmıştır. Bu gerekçelerle maddede, bireysel iş sözleşmelerinde,
en sıkı ilişkili hukuk olarak "mutad işyeri hukuku"nun uygulanacağı
kabul edilmiştir.
Borç sözleşmeleri
alanındaki genel yaklaşıma uygun olarak, bireysel iş sözleşmeleri
konusunda da hukuk seçimi imkânı kabul edilmiş ve bağlama kuralı düzenlenirken
ilk sırayı almıştır. Hukuk seçimi, iş sözleşmelerinin özel niteliği
gereği, ancak işçi lehine ve sınırlı olarak tanınmıştır. Çünkü taraflarca
hukuk seçimi yapılsa bile, objektif bağlama kuralına göre belirlenen
hukukun işçiyi koruyan hükümlerinden daha elverişsiz hükümler
içermesi halinde, seçilen hukuktaki hükümlerin uygulanması mümkün
değildir. Tasarının 26 ncı maddesinde, mutad işyeri hukukunun işçiyi
koruyan hükümleri asgarî koruma standardı olarak kabul edilmekte
ve hukuk seçimi yoluyla bu standardın altına inilmesi engellenmektedir.
Objektif bağlama kriteri
olarak kabul edilen "mutad işyeri"nin geçici olarak değişmesinin,
bağlama kuralının değişmesi sonucunu doğurmayacağı da maddenin
ikinci fıkrasında öngörülerek bu konuda ortaya çıkabilecek tereddütler
önlenmiştir. Buna karşılık, üçüncü fıkrada işçi işini mutaden farklı
ülkelerde ifa ediyorsa, her iki tarafı da belirsizlikler ve zorluklardan
korumak üzere işverenin işyeri merkezinin bulunduğu ülke anlamında
“esas işyeri” hukukunun uygulanması kuralı kabul edilmiştir.
Tasarının 26 ncı maddesinin
dördüncü fıkrasında iş sözleşmelerinde de, objektif bağlama kuralının
uygulandığı hâllerde, somut olayda sözleşmeyle daha sıkı ilişkili
bir hukukun bulunması halinde uygulanması imkânı, zorunlu olmamak
şartı ile kabul edilmiştir.
Madde 27 – 2675 sayılı
Kanunda yer verilmeyen “Fikrî mülkiyet haklarına ilişkin sözleşmeler”
başlıklı yeni bir maddedir.
Kendine has özelliklere
sahip sözleşme tiplerinden olan fikrî mülkiyet haklarına ilişkin
sözleşmelere uygulanacak hukuk, 27 nci maddede düzenlenmiştir. Madde
metninde “fikrî mülkiyet” kavramının benimsenmesinin gerekçesi,
Türkiye’nin de katılıp onayladığı “Dünya Fikrî Mülkiyet Örgütü” (WIPO)
ile Dünya Ticaret Örgütü’nün eki olan “Ticaretle Bağlantılı Fikrî
Mülkiyet Sözleşmesi”nin (TRIPS), fikir ve sanat eserleri ile sınai
mülkiyet hakları ayrımını kaldırarak, bunların tümünü bünyesinde
“fikrî mülkiyet” kavramı altında toplaması ve bu görüşün Türk literatüründe
olduğu gibi Türk mevzuatında da kabul görmesidir.
Fikrî mülkiyet haklarına
ilişkin sözleşmeler konusunda, sözleşmeden doğan borçlara ilişkin
hükümler düzenlenirken hâkim olan genel yaklaşım uyarınca tarafların
uygulanacak hukuku seçme imkânı kısıtlama getirilmeksizin tanınmıştır.
Tarafların hukuk seçimi
yapmamaları hâlinde ise sözleşmeye uygulanacak hukuk bu sözleşmedeki
karakteristik edim belirlenerek oluşturulmuştur. Fikrî mülkiyet
haklarına ilişkin sözleşmelerde, mülkiyet hakkını veya sadece
hakkın kullanımını devreden taraf, karakteristik edim borçlusu
olarak belirlenmiş ve devredenin sözleşmenin kuruluşu sırasındaki
“işyeri”, bulunmadığı takdirde “mutad meskeni” hukuku objektif
bağlama kuralı olarak kabul edilmiştir.
Maddenin üçüncü fıkrasında
işçi buluşları ile işçilerin meydana getirdiği diğer fikrî ürünler
konusunda, işçi ile işveren arasında doğabilecek ihtilâflar, taraflar
arasında yapılmış iş sözleşmesine uygulanan hukuka tâbi tutulmuştur.
Maddede açıkça belirtilen şekilde, fikrî ürünlerin iş sözleşmesinin
yerine getirilmesi çerçevesinde yapılmış olması, üçüncü fıkranın
uygulanabilmesinin temel şartıdır. Buna göre, söz konusu fikrî
ürünün sadece işçinin işverenle arasındaki iş sözleşmesine göre
yapılan iş kapsamında ve işinin ifası sırasında ortaya çıkması
hâlinde Tasarının 26 ncı maddesi, yani iş sözleşmesi statüsü uygulanacaktır.
Madde 28 – 2675 sayılı
Kanunda yer verilmeyen “Eşyanın taşınmasına ilişkin sözleşmeler”
başlıklı yeni bir maddedir.
Milletlerarası ticarette
en fazla rastlanılan sözleşme tipi olan eşya taşıma sözleşmesi
için onun özelliklerini dikkate alan bir düzenleme yapılması ihtiyacı,
Tasarının yeni düzenlenen 28 inci maddesinin temel gerekçesidir.
Maddenin birinci fıkrasında,
Kanunun sözleşmeden doğan borç ilişkilerindeki genel yaklaşımına
uygun olarak bu sözleşmeler için de hukuk seçimine imkân tanınmıştır.
Maddenin ikinci fıkrasında
tarafların hukuk seçimi yapmamaları ihtimâlinde objektif bağlama
kuralı "taşıyıcının işyeri" olarak tespit edilmiştir. Bu
işyeri, kötü niyetli değişikliklerin önlenmesi amacıyla sabitleştirilerek,
sözleşmenin kuruluşu anına bağlanmıştır.
Ancak, eşya taşıma
akitlerinde, taşıyıcının işyeri hukukunun uygulanabilmesi
için bazı ek unsurların da bulunması gerekir. Bu unsurlar, taşıyıcının
esas işyerinin, aynı zamanda gönderenin esas işyeri veya eşyanın
yükleme veya boşaltma yeri olmasıdır. Diğer bir ifade ile, taşıyıcının
işyeri ile sayılan diğer yerlerden herhangi birinin aynı olması
gereklidir. Ancak bu unsurun varlığı hâlinde, taşıma işinin niteliği
gereği, pek çok ülke ile ilişkili olan eşya taşıma sözleşmelerine,
birden çok işyeri bulunması hâlinde “taşıyıcının esas işyeri hukuku”
uygulanarak sözleşmenin farklı hukuklara tâbi olması engellenmiştir.
Aksi hâlde, eşya taşıma sözleşmeleri 23 üncü maddedeki genel kurala
tâbi tutulacaktır.
Tek seferlik çarter
sözleşmeleri ile esas konusu eşya taşıma olan diğer sözleşmeler
de, AT hukuku ile uyumlu olarak aynı hükme tâbi tutulacaktır.
Maddenin üçüncü fıkrasında
hâlin bütün şartlarına göre daha sıkı ilişkili bir hukukun bulunması
hâlinde taşıma sözleşmesine bu hukukun uygulanacağı kabul edilerek
somut olay adaletinin yerine getirilmesi imkânına da maddede yer
verilmiştir.
Madde 29 – 2675 sayılı
Kanunda yer verilmeyen “Temsil yetkisi” başlıklı yeni bir maddedir.
Milletlerarası özel
hukukta, iradî temsil ilişkisinde yer alan üçlü ilişkideki tüm menfaatleri
dengeleyen objektif bir bağlama kuralına her zaman ihtiyaç duyulmuştur.
Tasarının 29 uncu maddesi bu ihtiyacı karşılamak için düzenlenmiştir.
Maddenin birinci fıkrasında,
temel ilişki veya temel sözleşme diye adlandırılan, temsil olunanla
temsilci arasındaki temsil yetkisine, taraflar arasındaki ilişkinin
tâbi olduğu hukukun uygulanması kabul edilmiştir.
Maddenin ikinci fıkrasında,
temsilcinin bir işleminin temsil olunanı, üçüncü kişiye karşı taahhüt
altına sokabilmesinin şartları, başka bir ifade ile doğrudan temsilde,
temsilciyle üçüncü kişi arasındaki ilişki ele alınmıştır. Bu ilişkide,
temsilcinin kendisine temsil olunan tarafından verilen yetkiyi
kullanması sonucu üçüncü kişi ile temsilci arasında sözleşmeden
doğan bir borç ilişkisi meydana gelmiştir. Ancak temsil ilişkisinin
niteliği gereği bu ilişkinin sonuçları temsil olunanı bağlamaktadır.
İşte bu sonucun ortaya çıkabilmesinin temel şartı niteliğinde
olan temsil yetkisine, temsilci ile üçüncü kişi arasında kurulan ve
esas ilişki denilen sözleşmeden bağımsız olan ve ilişkide yer alan bütün
menfaatleri dengede tutan bir bağlama kriterinin uygulanması gereklidir.
Bu nedenle temsil yetkisine, üçlü ilişkideki tüm tarafların bilebileceği
"temsilcinin işyeri" hukukunun uygulanması esası kabul
edilmiştir. Ancak, temsilcinin işyerinin bulunmaması veya bu yerin
üçüncü kişilerce bilinmemesi hâli ile temsilcinin işyeri dışında
yetkisini kullanması durumunda "yetkinin fiilen kullanıldığı
yer" hukukunun uygulanacağı hüküm altına alınmıştır.
Maddenin ikinci fıkrasındaki
bağlama kuralının yetkisiz temsil veya yetkiyi aşan temsil ilişkisinde
de, daha açık bir ifadeyle temsilci ile üçüncü kişi arasında çıkması
olası sorunlara da uygulanacağı hüküm altına alınarak hem boşluk
bırakılmamış hem de bu konuda ortaya çıkabilecek tereddütler önlenmiştir.
Maddenin üçüncü fıkrasında
temsilci ile temsil olunan arasında hizmet ilişkisinin varlığı ve
buna ek olarak temsilcinin bağımsız bir işyerinin bulunmaması
hâli için bir istisna getirilerek temsil olunanın işyeri hukukunun
uygulanacağı hükmü öngörülmüştür. Bu hüküm oluşturulurken, üçüncü
kişilerin temsilci ile temsil olunan arasındaki hizmet ilişkisi konusunda
bilgi edinebilecekleri kanısını güçlendirecek bazı şartların
varlığına ihtiyaç duyulmuş ve maddeye bu unsurlar konularak temsil
ilişkisinde menfaatler dengesinin bozulmaması sağlanmıştır.
Madde 30 – 2675 sayılı
Kanunda yer verilmeyen “Müdahaleci kurallar” başlıklı yeni bir
maddedir.
Millî hukuk düzenlemelerinde
yer alan müdahaleci kurallar, seçilen hukukta veya hâkimin hukukunda
varsa tereddütsüz uygulanırlar. Çünkü bu kuralların genel bir tanımı
yapılmamakla beraber sahip oldukları nitelik kanunlar ihtilâfı
kurallarının hatta hukuk seçiminin bertaraf edilmesi sonucunu
doğurur. Bunlar, ilişkide mevcut yabancılık unsuru dikkate alınmaksızın
uygulanan "genel kamu menfaatine ilişkin" oldukları kabul
edilen kurallar olup, politik, sosyal, toplumsal ve ekonomik alanlardaki
devlet politikasını aksettirirler. Bu tip kuralların sözleşme
ile ilgili üçüncü devlet hukukunda yer alması hâlinde de sözleşmeyle
ilişkisinin güçlü olması şartıyla dikkate alınabileceği artık
milletlerarası sözleşmeler hukukunda ve bazı milletlerarası
özel hukuk mevzuatında, hatta genel gerekçede söz konusu edilen ve
AT'nin borç sözleşmelerine ilişkin olup Roma I diye de anılan ve üye
devletler arasında uygulanan Sözleşmesinde de kabul edilmiştir.
Tasarının 30 uncu
maddesi, üçüncü devletlerin müdahaleci kurallarının uygulanmasını
zorunlu kılmamakla birlikte uygulanmamaları hâlinde ortaya çıkabilecek
olumsuzlukların önlenebilmesi için bu kurallara etki tanımayı
sağlayan, dikkate alınması gerekli bir imkân getirmektedir.
Madde 31 – 2675 sayılı
Kanunda yer verilmeyen “Sözleşmeden doğan ilişkinin varlığı ve
maddî geçerliliği” başlıklı yeni bir maddedir.
Tasarıda 23 üncü madde
ile genel olarak borç sözleşmeleri alanında ve devamı maddelerde
özelliği olan bazı sözleşmeler için hüküm statüsü denilen ve sözleşmenin
hükümlerine uygulanan kurallar düzenlenmiştir. 23 üncü madde ile
sözleşmenin hükümlerine veya diğer bir ifade ile esasına uygulanan
hukukun, ehliyet ve şekil dışında, sözleşmenin kuruluşuna da uygulanması
hakkında bir hüküm getirilmiştir. Bu hükme göre 23 üncü maddeden
itibaren sözleşme ilişkisini düzenleyen maddeler duruma göre sözleşmenin
kuruluş şartlarına da uygulanacaktır.
31 inci maddenin ikinci
fıkrasında ise, birinci fıkraya bir istisna hükmü getirilmiştir. Buna
göre, sözleşmenin kuruluşu kapsamında olmakla beraber, taraflardan
birinin bir davranışı veya susması hâlinde, bunlara hüküm tanıma
konusunda, rızası olmadığı iddiasında bulunan tarafın mutad meskeni
hukukunun uygulanacağı hüküm altına alınmıştır.
Madde 32 – 2675 sayılı
Kanunda yer verilmeyen “İfanın gerçekleştirilme biçimi ve tedbirler”
başlıklı yeni bir maddedir.
İfanın, gerçekleştirildiği
ülke hukuku ile çok sıkı irtibat içinde bulunan yönleri olduğu göz
önünde tutularak, Kanuna 32 nci madde eklenmiştir.
İfa sırasında ortaya
çıkan pratik zaruretler nedeniyle, ifanın yapılış biçimi, malların
denetim ve gözetimi ve malların korunmasına ilişkin tedbirler hakkındaki
ihtilafların sadece sözleşmeye uygulanacak hukuk uyarınca giderilmeye
çalışılması hâlinde, bu hukukun yürürlükte olduğu ülke ile ifanın
fiilen gerçekleştiği ülke arasındaki çeşitli farklılıklardan kaynaklanan
çelişkilerin ortaya çıkması mümkündür. Tasarıya eklenen 32 nci
madde ile bu çelişkilerin önlenmesi amacıyla “ifanın fiilen gerçekleştirildiği
yer” hukukunun da dikkate alınması hükmü getirilmiştir. Maddede,
ifanın fiilen gerçekleştirildiği ülke hukukunun uygulanması genel
anlamda sözleşme statüsünü bertaraf eden bir zorunluluk olarak öngörülmemiş,
sadece ortaya çıkması muhtemel çelişkilerin giderilmesi için
sözleşmeye uygulanacak hukuk yanında dikkate alınması gerekliliği
düzenlenmiştir.
Madde 33 – 2675 sayılı
Kanunun 25 inci maddesini kısmen karşılamaktadır.
2675 sayılı Kanunun
25 inci maddesinde günün ihtiyaçlarına uygun bazı değişiklikler
yapılmış, maddenin birinci ve ikinci fıkralarında ifade şekli bakımından
"yer" deyimi yerine “ülke” deyimi kullanılmıştır.
Maddenin üçüncü fıkrasında
“yakın irtibat” yerine, ifade birliği sağlamak amacıyla "sıkı
ilişki" kavramı kullanılmıştır. Ayrıca aynı fıkrada uygulanabilir
deyimi yerine "uygulanır" deyimine yer verilerek
"daha sıkı ilişki"ye verilen önem vurgulanmıştır.
33 üncü maddeye eklenen
dördüncü fıkra ile yeni milletlerarası özel hukuk kanunlarında ve
milletlerarası sözleşmelerde yer alan bir imkân Tasarıda da kabul
edilmiştir. Bu hükme göre zarar görene, sorumlunun sigortacısına
doğrudan başvurma imkânı tanınmıştır. Söz konusu başvuru imkânı haksız
fiile uygulanan hukuka göre tanınmışsa haksız fiil statüsü, sigorta
sözleşmesine uygulanan hukuka göre tanınmışsa sigorta statüsü
uygulanacaktır.
Tasarının 33 üncü
maddesinde düzenlenen beşinci fıkra ile taraflara, haksız fiilin
meydana gelmesinden sonra ve açık şekilde yapılabilecek kısıtlı
bir hukuk seçimi imkânı da sağlanmıştır.
Madde 34 – 2675 sayılı
Kanunda yer verilmeyen “Kişilik haklarının ihlâlinde sorumluluk”
başlıklı yeni bir maddedir.
Kişilik haklarının
ihlâlinde sorumluluğa uygulanacak hukukun ayrı bir maddede düzenlenmesinin
başlıca gerekçesi, 2675 sayılı Kanundaki genel haksız fiil kuralının
bu konuda yetersiz kalmasıdır. Çünkü burada düzenlenen haksız fiil,
belirsiz sayıda alıcı karşısında teknik araçlarla çok yaygın bilgilendirme
yoluyla kişilik hakkının ihlâlidir.
Tasarının 34 üncü
maddesinde "kişilik haklarının" internet dâhil tüm kitle
iletişim araçları ile ihlâli hâlinde uygulanacak hukuk düzenlenmiştir.
Kişilik hakkı bu şekilde ihlâl edilen tarafa, maddede yer alan alternatif
seçeneklerden birini tercih esasına dayalı, sınırlı bir hukuk seçimi
imkânı tanınmıştır.
Ayrıca sadece süreli
yayınlarda cevap hakkı konusunda, kişilik hakkının ihlâlinde uygulanacak
hukuk ikinci fıkrada düzenlenmiştir. Bu hususta birinci fıkra hükmüne
bir istisna getirilerek, baskının yapıldığı veya programın yayınlandığı
yer hukukunun uygulanması esası kabul edilmiştir. Böylece, bu tür
kişilik haklarının ihlâlinde, zarar veren kuruma bir kolaylık tanınarak,
bilmediği farklı hukuklar yerine, bildiği bir hukuka tâbi olma
imkânı sağlanmıştır.
Üçüncü fıkrada ise,
kişisel verilerin "işlenmesi" veya "kişisel veriler
hakkında bilgi alma hakkının sınırlandırılması" sebepleri
ile kişilik haklarının ihlâl edilmesi hâlinde birinci fıkra hükmünün
uygulanacağı öngörülmüştür. Bu fıkrada da aynen birinci fıkrada
olduğu gibi zayıf durumda olan kişinin 33 üncü madde ile korunmasından
daha geniş bir korumaya ihtiyaç vardır. Çünkü üçüncü fıkrada kişisel
verilerin elde edilmesi, kaydedilmesi, değiştirilmesi, silinmesi
veya yok edilmesi, yeniden düzenlenmesi, üçüncü kişilere aktarılması,
kullanılmasının sınırlanması amacıyla işaretlenmesi, tasnifi
yoluyla "işlenmesi" veya bilgi alma hakkının sınırlandırılması
sonucu ihlâl edilmesi söz konusudur.
Madde 35 – 2675 sayılı
Kanunda yer verilmeyen “İmalâtçının sözleşme dışı sorumluluğu” başlıklı
yeni bir maddedir.
2675 sayılı Kanunda
imal edilen şeyden zarar gören ile zarar veren arasında bu zarardan
kaynaklanan ihtilâfa uygulanacak hukuk hakkında ayrı bir düzenleme
bulunmadığından, sorun haksız fiillere uygulanacak hukuka göre
çözümlenmeye çalışılmaktaydı. Ancak, imal edilen şeyden sorumluluk
konusunda haksız fiillere uygulanacak hukuk, gözetilmesi gereken
menfaatler açısından yeterli bir koruma sağlayamamaktaydı. Tasarıda
35 inci madde düzenlenerek bu ihtiyaca cevap verilmiştir.
Getirilen hüküm ile
gerek zarar görenin gerek zarar verenin menfaatlerinin bir denge
içinde korunması amaçlanmıştır.
Zarar görenin menfaatinin
korunması amacıyla, kendisine sınırlı bir hukuk seçimi imkânı tanınmıştır.
Buna göre, zarar gören, zarar verenin mutad meskeni veya işyeri yahut
da imal edilen şeyin iktisap edildiği ülke hukuklarından birini seçebilmektedir.
Zarar verenin mutad
meskeni veya işyerinin bulunduğu ülke hukuku, zarar verenin zaten
yakın ilişki içinde olduğu hukuklardır. Bununla beraber, imâl edilen
şeyin iktisap edildiği ülke ile zarar verenin hiçbir ilişkisinin
bulunmaması mümkündür. Bilmediği bir hukukun uygulanması durumunda,
zarar verenin elverişsiz bir konuma düşebileceği göz önünde tutularak,
onun menfaati de korunmaya çalışılmıştır. Ancak, zarar verenin bu
korumadan yararlanabilmesi için, imal edilen şeyin söz konusu ülkeye
kendi rızası dışında getirildiğini ispat etmesi gerekli görülmüştür.
Madde 36 – 2675 sayılı
Kanunda yer verilmeyen “Haksız rekabet” başlıklı yeni bir maddedir.
Haksız fiilin özel bir
türü olan ve bu sebeple farklı bağlama kuralına ihtiyaç duyulan
haksız rekabete uygulanacak hukuka ilişkin yeni bir hüküm, 36 ncı
madde ile düzenlenmiştir. Madde oluşturulurken İsviçre Milletlerarası
Özel Hukuk Kanunundan esinlenilmiştir.
Tasarının 36 ncı maddesinde
milletlerarası özel hukukta, rekabet piyasasındaki tüm kişilerle
aynı oranda sıkı ilişkili olduğu ve rekabet piyasasında yer alan
herkesi, yani hem rakipleri, hem kamuyu, hem tüketiciyi koruduğu
için genel kabul gören “piyasası doğrudan etkilenen ülke hukuku”
veya başka bir ifadeyle, “pazarı doğrudan etkilenen ülke hukuku”,
bağlama kuralı olarak tercih edilmiştir. Kural, rekabete aykırı
tüm fiilleri kapsamaktadır.
36 ncı maddenin ikinci
fıkrasında, işletmeye yönelik olmakla beraber, işletmenin yer aldığı
pazarı etkilememiş bir haksız rekabet hâli düzenlenmiştir. Bu ihtimalde
henüz haksız rekabetten olumsuz bir şekilde etkilenmiş bir piyasa
yahut pazar söz konusu değildir. Buna karşılık işletme muhtemel
olumlu gelişmelerden mahrum kalmıştır. Tasarının 36 ncı maddesi
ile bu şekilde ortaya çıkan haksız rekabete uygulanacak hukuk olarak
söz konusu “işletmenin işyeri hukuku” kuralı kabul edilmiştir. Çünkü
anılan hukuk ihlâl edilen menfaatle en sıkı ilişki içinde bulunan hukuktur.
Madde 37 – 2675 sayılı
Kanunda yer verilmeyen “Rekabetin engellenmesi” başlıklı yeni
bir maddedir.
Tasarıda oluşturulan
37 nci madde ile rekabetin korunması, bozulmadan ve düzenli işletilmesinin
sağlanması ve çeşitli kartel uygulamalarının önlenmesi amacıyla
"rekabetin engellenmesi"ne ilişkin bir kural öngörülmüştür.
Söz konusu 37 nci maddeye göre, rekabetin engellenmesinden doğan
taleplere uygulanacak hukuk belirlenirken 36 ncı maddede olduğu
gibi bu alanda da en sıkı ilişkiyi temsil eden, "engellemeden
doğrudan etkilenen piyasa" kriteri bağlama kuralının temelini
teşkil etmiştir.
Tasarının 37 nci maddesinin
ikinci fıkrasında tazminat taleplerine, yabancı hukukun uygulandığı
hallerde aşırı tazminat taleplerini önlemek amacı ile bir üst sınır
getirilmiştir. Böylece bazı milletlerarası özel hukuk kanunlarında
düzenlenen hükümlere benzer şekilde, tazminat talebine, Türk hukuku
uygulansaydı verilecek tazminattan fazlasına hükmedilemeyeceği
hükmü kabul edilmiştir.
Madde 38 – 2675 sayılı
Kanunun 26 ncı maddesini kısmen karşılamaktadır.
2675 sayılı Kanundaki
sebepsiz zenginleşme kuralı, bir kişinin aleyhine fakat bir diğeri
lehine bir değerin yer değiştirmesinin karşılığında kurulmak istenen
dengenin hangi hukuka göre gerçekleşeceğini düzenlemektedir. Değişen
26 ncı madde hükmü ile Kanunda yer alan “iktisap” kavramı yerine hukukî
durumu daha iyi ifade eden "zenginleşme" kavramı konulmuştur.
Ayrıca, çeşitli sebepsiz zenginleşme hallerini, bu hallerin kapsamına
uygun şekilde ifade etmek amacıyla maddenin yeniden kaleme alınması
gerekli görülmüştür.
Maddenin birinci fıkrasında,
sebepsiz zenginleşmenin, taraflar arasında mevcut veya mevcut olduğu
iddia edilen bir hukukî ilişkiye dayanması durumunda, bu hukukî
ilişkilerin tâbi olduğu hukuk, sebepsiz zenginleşmeye uygulanacak
hukukun belirlenmesinde en sıkı ilişkili hukuk olarak kabul edilmiştir.
Maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde, taraflar arasında
hukukî bir ilişkinin söz konusu olmadığı hallerde, önceki metindeki
gibi, zenginleşmenin gerçekleştiği yer hukukunun uygulanacağı
hükmü saklı tutulmuştur.
Maddenin ikinci fıkrasında
ise, taraflara, sebepsiz zenginleşme gerçekleştikten sonra uygulanacak
hukuku seçme imkânı, açık seçim yapılması şartıyla tanınmıştır.
Madde 39 – 2675 sayılı
Kanunun 27 nci maddesini aynen karşılamaktadır.
Madde 40 – 2675 sayılı
Kanunun 28 inci maddesini kısmen karşılamaktadır.
Türklerin kişi hallerine
ilişkin bir davanın yabancı mahkemelerde görülmekte olması sebebine
dayanarak derdestlik itirazında bulunma hakkını öngören 2675 sayılı
Kanunun 28 inci maddesi hükmü, bu
itirazı Türk vatandaşının ikametgâhının yabancı ülkede bulunması
ve davanın da ikametgâhın bulunduğu bu yabancı ülke mahkemelerinde
görülüyor olması şartına bağlamaktaydı. Yabancı mahkemelerde
görülen davaların Türkiye’de derdestlik itirazı sebebi olmasının
bu kısıtlayıcı iki şarta bağlı olması ise gerek dava ekonomisi gerekse
de hukuk güvenliğinin gerçekleştirilmesini engellemekteydi. Özellikle
yurt dışında yaşayan Türk vatandaşlarının sayısının yüksek oluşu
ve buna bağlı olarak yabancı mahkemelerde görülmekte olan Türk vatandaşlarının
kişi hallerine ilişkin davaların sayısının çokluğu dikkate alındığında
bu şartların doğurduğu mahzurların giderilmesi için madde hükmünde
geçen “Türkiye’de ikametgâhı bulunmayan” ibaresi ile “ikamet ettikleri
ülke” ibareleri kaldırılmış ve “ikametgâh” deyimi yerine "yerleşim
yeri" deyimi kullanılmıştır.
Madde 41 – 2675 sayılı
Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunun 29 uncu
maddesini kısmen karşılamaktadır.
2675 sayılı Kanunun
29 uncu maddesinde herhangi bir hüküm değişikliği yapılmamış,
Türk Medenî Kanunu ile ifade birliğinin temini maksadıyla, madde
hükmünde geçen “ikametgâh” yerine “yerleşim yeri” ve “hacir” yerine
“kısıtlılık” deyimleri konulmuştur.
Madde 42 – 2675 sayılı
Kanunun 30 uncu maddesini kısmen karşılamaktadır.
Madde metninde hüküm
değişikliğine gidilmeksizin, Türk Medenî Kanunu ile uyum sağlanması
amacıyla “ikametgâh” deyimleri yerine “yerleşim yeri” deyimi kullanılmıştır.
Madde 43 – 2675 sayılı
Kanunda yer verilmeyen “İş sözleşmesi ve iş ilişkisi davaları” başlıklı
yeni bir maddedir.
2675 sayılı Kanunda
iş sözleşmesi ve iş ilişkilerinde Türk mahkemelerinin milletlerarası
yetkisini düzenleyen bir hüküm yoktu. İş sözleşmelerinin taşıdığı
özellik sebebiyle gerek doktrin gerek uygulamada iç hukuktaki yetki
hükümlerinden hareketle milletlerarası yetkinin belirlenmesi
yetersiz kalmakta idi. Tasarının 26 ncı maddesi ile, iş sözleşmeleri
ve iş ilişkileri davalarında uygulanacak hukuku düzenleyen hüküm
yanında, 43 üncü madde ile bireysel iş sözleşmeleri ve iş ilişkileri
için Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisini düzenleyen
özel bir yetki kuralı getirilmiştir. Yargıtay kararlarındaki ve
doktrindeki anlayışa uygun olarak, söz konusu davalarda genel olarak
“işçinin işini mutaden yaptığı işyerinin bulunduğu yer mahkemesi”
milletlerarası yetkili mahkeme olarak kabul edilmiştir. İşçinin
korunmasını esas alan anlayış içerisinde, işçinin işveren aleyhine
açacağı davalarda ise, işçiye seçimlik olarak işverenin yerleşim
yeri, kendi yerleşim yeri veya mutad meskeni mahkemelerinde de dava
açabilmesi imkânı tanınmıştır.
Ayrıca, Tasarının
yetki anlaşmasına ilişkin 46 ncı maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen
hükümle, zayıf tarafın korunması amacıyla tüketici sözleşmelerinden
doğan ihtilaflarda mahkemenin yetkisinin, bu konuda sözleşme yapılarak
bertaraf edilemeyeceği esası kabul edilmiştir. Aynı esas, aynı gerekçe
ile Tasarının 44 üncü maddesinde düzenlenen tüketici mahkemelerinin
ve 45 inci maddesinde düzenlenen sigorta mahkemelerinin yetkisi
için de geçerlidir.
Madde 44 – 2675 sayılı
Kanunda yer verilmeyen “Tüketici sözleşmesine ilişkin davalar”
başlıklı yeni bir maddedir.
Tasarıya eklenen 25
inci maddeyle, tüketici akitlerine uygulanacak hukuk konusunda,
tüketicinin korunması esasına dayanan bir düzenleme getirilmiştir.
Aynı anlayıştan hareketle, 25 inci maddede tanımlanan tüketici
akitlerinden doğan uyuşmazlıklar için 44 üncü maddede özel yetki kuralları
kabul edilmiştir.
Maddenin birinci fıkrasında,
söz konusu tüketici sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklarda, tüketicinin
açacağı davalarda, onun seçimine göre, karşı tarafın işyeri, yerleşim
yeri, mutad meskeni mahkemeleri yanında, tüketicinin kendi yerleşim
yeri ve mutad meskeni mahkemeleri de milletlerarası yetkili mahkeme
olarak kabul edilmiştir.
Maddenin ikinci fıkrasında,
tüketiciye karşı açılacak davalarda sadece tüketicinin mutad
meskeni mahkemelerinin yetkisi kabul edilmiştir.
Tasarının 46 ncı maddesinin
ikinci fıkrası uyarınca, yetkili mahkemenin, yetki sözleşmesi ile
bertarafı mümkün değildir.
Madde 45 – 2675 sayılı
Kanunda yer verilmeyen “Sigorta sözleşmesine ilişkin davalar” başlıklı
yeni bir maddedir.
Tasarıda düzenlenen
45 inci maddeyle sigorta sözleşmesinden doğan ihtilâflarda yetkili
mahkemenin belirlenmesine ilişkin bir düzenleme yapılmıştır. Çok
yönlü menfaatlerin yer aldığı sigorta sözleşmelerinde, güçlü menfaati
temsil eden sigorta şirketlerinin sözleşme serbestisinden yararlanarak
ve özellikle genel işlem şartları yoluyla karşı tarafın hukukî bazı
imkânları kullanmasını zorlaştırdığı hatta ortadan kaldırdığı bilinmektedir.
45 inci maddeyle ekonomik
ve sosyal açıdan zayıf tarafı koruma amacıyla sigorta sözleşmesinden
doğan ihtilâflarda sigortacıya karşı açılacak davalarda onun esas
işyeri mahkemesi yanında sigorta sözleşmesini yapan şubesi veya
acentasının bulunduğu yer mahkemeleri yetkili iken, sigorta ettiren
kişiye, sigorta edilene veya sigortadan istifade edene karşı açılacak
davalarda onların yerleşim yeri veya mutad meskeni mahkemeleri
yetkili kılınmıştır. Sigortacıya karşı açılacak davalarda “esas
işyeri”, sigorta faaliyetinin fiilen ifa edildiği yer olması sebebiyle
özellikle tercih edilmiştir. Burada acenta ve şubenin de bulunduğu
yer mahkemelerinin yetkisi kabul edilirken, birden fazla şube ve
acentanın olacağı düşünülerek sigorta sözleşmesini yapan şube
veya acentanın bulunduğu yer mahkemesinin yetkili olacağı ifade
edilmiştir.
Tasarının 46 ncı maddesinin
ikinci fıkrası uyarınca yetkili mahkemenin, yetkisinin anlaşma
ile bertaraf edilemeyeceği de göz önünde bulundurulmalıdır.
Madde 46 – 2675 sayılı
Kanunun 31 inci maddesini kısmen karşılamaktadır.
2675 sayılı Kanunun
31 inci maddesi hükmünde, esas itibariyle bir değişiklik yapılmamış,
madde daha anlaşılır bir hâle getirilmek için yeniden düzenlenmiştir.
İlk cümlede bulunup fonksiyonu ve yararı belirlenemeyen ve açıklanamayan
“kamu düzeni” kavramının madde metninden çıkarılmasının doğru
olacağı düşünülerek, “kamu düzeni veya” ibaresi kaldırılmıştır.
Birinci fıkraya ilk
cümleyi takip eden yeni bir cümle eklenerek yetki anlaşmasının
“şekli” konusunda açıklayıcı bir hüküm getirilmiştir. Mevcut maddede
şekle ait açıklık yer almadığından, “şekil” konusu tereddütlere sebebiyet
vermekte idi. Getirilen hükümle, yetki anlaşmasının her türlü yazılı
delille ispat edilebileceği, daha genel bir ifadeyle içeriğinin
tespitine imkân verecek herhangi bir iletişim aracı ile yapılabileceği
hususu açıklığa kavuşturulmuştur. Böylece bu cümleyle, milletlerarası
uygulamadaki mevcut gelişmeleri de dikkate alan bir düzenleme,
madde hükmüne dâhil edilmiştir.
Üçüncü cümle hâline
gelen, 2675 sayılı Kanunun 31 inci maddesinin ikinci cümlesi açık
bir şekilde, seçilen yabancı mahkemenin münhasır bir yetki kazanacağını
ifade etmekteydi. Buna rağmen, uygulamada taraflar arasında yapılan
yetki anlaşmasıyla seçilen mahkemenin münhasır bir yetki kazanması
konusunda farklı kararların çıktığı görülmüştür. Seçilen mahkemenin
münhasır bir yetki tesis edeceği hükmünü daha net ve kesin olarak
ifade etmek amacıyla, ikinci cümlenin yapısı değiştirilmiştir. Bu
yeni ifade şekliyle, mevcut bir yetki anlaşması varsa, seçilen yabancı
mahkeme kendisini yetkisiz görmedikçe veya davayı görmekten kaçınmadıkça,
yetkili Türk mahkemesinde dava açılamayacağı, açıldığı takdirde
yetkisizlik itirazı ile karşılaşılabileceğinin ifade edildiği
hükmün artık farklı bir şekilde yorumlanmasının mümkün olmadığı
düşünülmektedir. Ayrıca, yetki sözleşmesinin varlığına rağmen,
Türk mahkemesinde açılan bir davada, davalı tarafın yetki itirazında
bulunmaması hâlinde Türk mahkemesinin davayı görebileceği de,
doğabilecek tereddütleri önlemek amacıyla, cümleye eklenmiştir.
Yetki anlaşmalarında
zayıf durumda bulunan tarafın korunması maksadıyla maddeye ikinci
fıkra eklenmiştir. Bu fıkra hükmü ile, ekonomik yönden güçlü olan taraf
karşısında zayıf durumda bulunan tarafın, iş sözleşmelerinde işçinin,
tüketici sözleşmelerinde tüketicinin ve sigorta akitlerinde sigorta
ettiren ile sigorta edilen ve sigortadan istifade edecek kişilerin
43 üncü, 44 üncü ve 45 inci maddelerde gösterilen mahkemelerin yetkisinden
yoksun bırakılmaması için, anılan mahkemelerin yetkisinin, yetki
anlaşmaları ile bertaraf edilmesi önlenmiştir.
Madde 47 – 2675 sayılı
Kanunun 32 nci maddesini kısmen karşılamaktadır.
2675 sayılı Kanunun
32 nci maddesinde, “vatandaş – yabancı” ayırımı yapılarak, Türk mahkemelerinde
dava açan, davaya katılan veya icra takibi yapan gerçek ve tüzel kişilerin
yargılama ve takip giderleriyle karşı tarafın zarar ve ziyanını
karşılamak üzere mahkemenin belirleyeceği teminatı yatırmaları
gerektiği hükmü aynen muhafaza edilmiş, ancak maddenin 2 nci fıkrası,
uygulamada getirdiği güçlükler göz önüne alınarak tekrar kaleme
alınmıştır.
Yapılan değişiklik
eski ikinci fıkranın açıklanmasından ibarettir ve eski hükümle özde
aynı düzenlemeyi ihtiva etmektedir. Yeni ikinci fıkra hükmü uyarınca
da mahkeme “karşılıklılık” esasını gözetmek suretiyle, karşılıklılığın
bulunması hâlinde, dava açanı, davaya katılanı ve icra takibi yapanı
teminattan muaf tutacaktır. Ancak mahkeme, karşılıklılık bulunmasa
dahi dava ve takibin niteliğine ve duruma göre davacıyı, davaya
katılanı veya takip talebinde bulunanı teminat göstermekten muaf
tutabilecektir. Hâkim, bu konuda takdir hakkına sahiptir.
Madde 48 – 2675 sayılı
Kanunun 33 üncü maddesini aynen karşılamaktadır.
Madde 49 – 2675 sayılı
Kanunun 34 üncü maddesini aynen karşılamaktadır.
Madde 50 – 2675 sayılı
Kanunun 35 inci maddesini kısmen karşılamaktadır.
Madde metninde hüküm
değişikliğine gidilmeksizin, Türk Medenî Kanunu ile uyum sağlanması
amacıyla “ikametgâh” yerine “yerleşim yeri” deyimi kullanılmıştır.
Madde 51 – 2675 sayılı
Kanunun 36 ncı maddesini aynen karşılamaktadır.
Madde 52 – 2675 sayılı
Kanunun 37 nci maddesini kısmen karşılamaktadır.
Tenfiz dilekçelerine
eklenecek belgeleri düzenleyen 2675 sayılı Kanunun 37 nci maddesinin
(a) bendine uygulamada doğabilecek olan zorlukları önlemek amacıyla
ufak ama önemli bir ilâve yapılmıştır. 2675 sayılı Kanunun 37 nci maddesinin
(a) bendinde, yabancı mahkeme ilâmının o ülke makamlarınca usulen
onanmış aslı ve onanmış tercümesinin tenfiz dilekçesine eklenmesi
zorunluluğu getirilmişti. Yeni düzenlemede ise yabancı mahkeme
ilâmının aslının yanında, “veya ilâmı veren yargı organı tarafından
onanmış örneği”, ve "onanmış tercümesi" ibareleri metne
ilâve edilmiştir. Böylece ilâmın aslının uygulamada bazı yabancı devlet
mahkemelerince verilmediği gerçeği göz önüne alınarak ilâmı veren
mahkeme tarafından onanan örneğinin tenfiz dilekçesine konulmasının
da yeterli olacağı kabul edilmiştir.
Madde 53 – 2675 sayılı
Kanunun 38 inci maddesini kısmen karşılamaktadır.
2675 sayılı Kanunun,
yabancı mahkeme ilâmlarının tanınma ve tenfiz şartlarını düzenleyen
38 inci maddesinin (b) bendinde tanıma ve tenfiz için, ilâmın Türk mahkemelerinin
münhasır yetkisine girmeyen bir konuda verilmiş olması şartı aranmakta,
buna mukabil yabancı mahkemenin yetkisi üzerinde durulmamaktaydı.
Bu durumda, kendi hukukuna göre dahi yetkisiz olan veya hukuk devletlerinde
kabul edilmiş genel yetki ilkelerine aykırılık taşıyan aşırı yetki
kurallarına göre kendilerini yetkili kabul eden yabancı mahkemelerin
verdikleri ilâmların da Türkiye’de tanınması ve tenfizi yolu açık
kalmıştı. Böylece, yabancı mahkemelerin, ihtilâfla hiçbir hukukî
ilişkisi olmamasına rağmen veya bir hukuk devletinde kabul edilmesi
mümkün olmayan yetersiz ilişkilere dayanan yetki kurallarından
istifade edilerek verilen yabancı mahkeme ilâmları Türkiye’de tanınıp
tenfiz edilebilirdi. Hukuken sakıncası bulunan bu durumu engellemek
amacıyla ilâmın “dava konusu veya taraflarla gerçek bir ilişkisi bulunmadığı
hâlde kendisine yetki tanıyan bir devlet mahkemesince verilmiş olmaması”
şartının da bir tanıma ve tenfiz şartı olarak ilgili bende eklenmesi
gerekli ve yararlı görülmüştür. Dava konusu ve taraflarla hukukî
ve fiilî anlamda gerçek bir ilişkisi olmaksızın yabancı bir mahkemenin
kendisini yetkili sayması milletlerarası yetki hukukunda kabul
edilmeyen bir “aşırı yetki” olarak kabul edilmektedir. Ancak bu tanıma
ve tenfiz şartının, tenfiz hâkimince incelenmesi davalının bu konuda
itiraz etmesi şartına bağlanmıştır. Tanıma ve tenfiz hâkimi,
“ilâmın Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine girmeyen bir konuda
verilmiş olması” şartını resen inceleyecek, ancak (b) bendine eklenen
yeni tanıma ve tenfiz şartını davalının itiraz etmesi şartına bağlı
olarak inceleyebilecektir. 38 inci maddenin (b) bendine eklenen
yeni tanıma ve tenfiz şartının benzerleri birçok Avrupa ülkesi kanunlarında
da bulunmaktadır.
Maddenin (ç) bendinde,
“gıyabında” kelimesi yanına “veya yokluğunda” ibaresi eklenmek
suretiyle, aleyhine tanınma ve tenfiz isteminde bulunulan kişinin
savunma hakları, onun sadece gıyabında alınan ilâmlar için değil, fakat
aynı zamanda verildiği ülke kanunlarına aykırı şekilde “yokluğunda”
verilen mahkeme ilâmları için de teminat altına alınmıştır.
Madde 54 – 2675 sayılı
Kanunun 39 uncu maddesini kısmen karşılamaktadır.
Tenfiz davalarında,
dava dilekçesinin, duruşma günü ile birlikte karşı tarafa tebliğ
edilmesi kuralını ilke olarak kabul eden 2675 sayılı Kanunun 39 uncu
maddesi hükmü, ihtilâfsız kaza kararları için herhangi bir hükme yer
vermemiş idi. Uygulamada doğan tereddüt ve zorlukları ortadan kaldırmak
maksadıyla, bu maddeye ihtilâfsız kaza kararları için bir hüküm eklenmesi
gerekli görülmüştür. Eklenen bu hükme göre, ihtilâfsız kaza kararlarının
tanınması ve tenfizinde de, tanıma ve tenfiz istemine ilişkin dilekçe,
duruşma günü ile birlikte karşı tarafa tebliğ edilecektir. Buna mukabil,
hasımsız ihtilâfsız kaza kararlarında, bir karşı tarafın bulunmaması
sebebiyle, bu tebliğ hükmü uygulanmayacaktır.
Madde 55 – 2675 sayılı
Kanunun 40 ıncı maddesini aynen karşılamaktadır.
Madde 56 – 2675 sayılı
Kanunun 41 inci maddesini aynen karşılamaktadır.
Madde 57 – 2675 sayılı
Kanunun 42 nci maddesini kısmen karşılamaktadır.
Yabancı mahkeme
ilâmlarının tanınmasında 2675 sayılı Kanunun 38 inci maddesinin
(d) bendinin uygulanmasını önleyen 42 nci maddenin birinci fıkrasındaki
hüküm, aleyhine tanınma talep edilen kişinin savunma haklarını
kullanamamış olması ihtimâlini tenfiz hâkiminin kontrolü dışında
bırakacak şekilde yorumlanmaya müsait görülmüştür. Bu konudaki
tereddütleri kaldırmak ve 38 inci maddenin (d) bendinin yabancı
ilâmların tanınmasında da dikkate alınmasını temin etmek maksadıyla,
yabancı ilâmların tanınmasını düzenleyen 42 nci maddenin birinci
fıkrasındaki (d) bendine yapılan
atfın kaldırılması yararlı görülmüştür.
Madde 58 – 2675 sayılı
Kanunda yer verilmeyen “Kesin hüküm ve kesin delil etkisi” başlıklı
yeni bir maddedir.
Türk mahkemelerince
hakkında tanıma kararı verilen yabancı mahkeme kararının sahip
olduğu kesin delil veya kesin hüküm etkisinin Türk hukuku bakımından
hangi andan itibaren hüküm doğuracağı uygulamada bazı tereddütlere
yol açmaktaydı. Düzenlenen yeni 58 inci madde ile tanınan yabancı
mahkeme kararının kesin hüküm veya kesin delil etkisinin, yabancı
mahkeme kararının kendi hukukuna göre kesinleştiği andan itibaren
hüküm ifade edeceği belirtilerek konuya açıklık getirilmiştir.
Madde 59 – 2675 sayılı
Kanunun 43 üncü maddesini kısmen karşılamaktadır.
Milletlerarası tenfiz
hukukunda, milletlerarası veya yabancı hakem mahkemelerinin kararlarının
tanınması ve tenfizinde, hakem kararının taraflar için “bağlayıcı
(binding)” olması, o kararın tanıma ve icrası için yeterli kabul
edilmekte, ayrıca ilgili devlet hukukuna göre kesinleşmiş ve icra
kabiliyeti kazanmış olması aranmamaktadır. Bu gelişmeye uygun
olarak, milletlerarası hakem kararlarının tanınması ve tenfizini
kolaylaştırmayı hedef alan ve milletlerarası hakem kararlarının
tanınması ve tenfizinde genellikle tek başına kullanılan, hakem
kararlarının “taraflar için bağlayıcı olması” şartı, maddenin birinci
fıkrasına eklenmiştir.
Maddenin ikinci fıkrasında yer alan “ikametgâh” deyimi,
Türk Medenî Kanunu ile uyum sağlanması amacıyla “yerleşim yeri” olarak
değiştirilmiştir.
Madde 60 – 2675 sayılı
Kanunun 44 üncü maddesini kısmen karşılamaktadır.
2675 sayılı Kanunun
43 üncü maddesinde yapılan değişikliğe uygun olarak 44 üncü maddenin
birinci fıkrasına, hakem kararının tenfizini talep eden tarafın,
dava dilekçesine eklemesi gerekli belgeler arasına hakem kararının
“taraflar için bağlayıcılık kazanmış” aslı ve onanmış örneği de eklenmiştir.
Böylece uygulamadaki ihtiyaçlar göz önüne alınarak ilgili tarafın
hakem kararının aslını veya onanmış örneğini tenfiz mahkemesine
sunması yeterli olacaktır.
Maddenin ikinci fıkrasında
hakem kararlarının tenfizinde, mahkeme kararlarının tanınma ve
tenfizinde verildiği ülke ile Türkiye arasında karşılıklılık arayan
2675 sayılı Kanunun 38 inci maddesinin (a) bendine yapılan atıf,
“karşılıklılığın” tahkim müessesesi ile bağdaşmayan bir şart olması
dikkate alınarak kaldırılmıştır.
Madde 61 – 2675 sayılı
Kanunun 45 inci maddesini kısmen karşılamaktadır.
2675 sayılı Kanunun
43 üncü maddesinde yapılan değişikliğe uygun olarak 45 inci maddenin
(i) bendine “veya bağlayıcılık” deyimi eklenmiştir. Ayrıca uygulamada
doğan tereddütleri bertaraf etmek için, kararın kesinleşmesi, icra
kabiliyeti veya bağlayıcılık kazanması konularının tâbi olacağı
hukuklara, bunların “tâbi olduğu usul” de eklenmiştir.
Madde 62 – 2675 sayılı
Kanunda yer verilmeyen “Yabancı hakem kararlarının tanınması”
başlıklı yeni bir maddedir.
Kanuna eklenen maddeyle
uygulamadaki mevcut tereddütleri ortadan kaldırmak için hakem kararının
tenfizine ilişkin hükümlerin hakem kararının tanınmasında da uygulanacağı
belirtilmiştir.
Madde 63 – (1) 20.5.1982 tarihli ve 2675
sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun,
(2) Kanunun 21 inci maddesindeki hükümle
konu daha açık bir şekilde düzenlendiğinden 29.6.1956 tarihli 6762
sayılı Türk Ticaret Kanununun 866 ncı maddesinin ikinci fıkrası,
(3) Kanunun 22 nci maddesiyle düzenlenen
ve tüm fikrî mülkiyet haklarını kapsayan farklı hüküm nedeniyle
5.12.1951 tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun
88 inci maddesi,
Yürürlükten kaldırılmıştır.
Madde 64 – Yürürlük maddesidir.
Madde 65 – Yürütme
maddesidir.
Adalet Komisyonu Raporu
|
Türkiye
Büyük Millet Meclisi |
|
|
Adalet
Komisyonu |
|
|
Esas
No.: 1/1231 |
|
|
Karar
No.: 117 |
|
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA
Başkanlığınızca,
5/9/2006 tarihinde, esas komisyon
olarak Komisyonumuza havale edilmiş olan “Milletlerarası Özel Hukuk
ve Usul Hukuku Hakkında Kanun Tasarısı (1/1231)”, Komisyonumuzun
17/1/2007 tarihli 84 üncü toplantısında görüşülmüş ve geneli üzerindeki
görüşmeleri tamamlanarak maddelerine geçilmesi kabul edilmiştir.
Ancak, söz konusu Tasarı, daha ayrıntılı incelenmesi amacıyla
Alt Komisyona havale edilmiştir. Alt Komisyonca, Adalet Bakanlığı,
Dışişleri Bakanlığı, Yargıtay Başkanlığı ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği temsilcileri
ile Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr.
Bilgin TİRYAKİOĞLU, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim
üyeleri Prof. Dr. Cemal ŞANLI ve Prof. Dr.
Gülören TEKİNALP’in katılımlarıyla, 13/12/2006, 14/12/2006,
19/12/2006 ve 20/12/2006 tarihlerinde yaptığı toplantılarda Tasarı,
etraflıca incelenip görüşülmüş ve Alt Komisyon, raporunu
14/12/2006 tarihinde Komisyonumuza sunmuştur.
Komisyonumuz; Zonguldak
Milletvekili Köksal TOPTAN Başkanlığında,
Komisyon Başkanlık Divanı üyeleri; Başkanvekili, Isparta Milletvekili
Recep ÖZEL ve Sözcü, Kırıkkale Milletvekili Ramazan CAN ile diğer
Komisyon üyeleri; Adıyaman Milletvekili Fehmi Hüsrev KUTLU, Ağrı Milletvekili Halil ÖZYOLCU, Ankara Milletvekili
Haluk İPEK, Antalya Milletvekili Feridun Fikret BALOĞLU, Artvin
Milletvekili Orhan YILDIZ, Çorum Milletvekili Feridun AYVAZOĞLU,
Gaziantep Milletvekili Mahmut DURDU, Kahramanmaraş Milletvekili
Mehmet YILMAZCAN, Kastamonu Milletvekili Hakkı KÖYLÜ, Malatya Milletvekili
Muharrem KILIÇ, Ordu Milletvekili Enver YILMAZ, Tekirdağ Milletvekili
Mehmet Nuri SAYGUN, Uşak Milletvekili Ahmet ÇAĞLAYAN ile Yozgat Milletvekili
Bekir BOZDAĞ’ın ve Komisyonumuz Uzmanları Cemil TUTAL ve Mustafa
DOĞANAY’ın; Hükümeti Temsilen Adalet Bakanlığı Kanunlar Genel Müdürü
Niyazi GÜNEY’in, Adalet Bakanlığı Kanunlar Genel Müdürlüğü Daire
Başkanı Hasan ODABAŞI, aynı Genel Müdürlükte görev yapan Tetkik Hâkimi
Ekrem ÇETİNTÜRK, Dışişleri Bakanlığı Hukuk Müşaviri Yaşar ÖZBEK,
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi Başkanı Hakkı DİNÇ, Ankara Üniversitesi
Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bilgin TİRYAKİOĞLU, İstanbul
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gülören TEKİNALP’in katılımlarıyla 17/1/2007 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, Alt Komisyonun
kabul ettiği metni esas alarak Tasarıyı görüşmüş; Tasarının geneli
üzerindeki görüşmelerin tamamlanmasından sonra maddelerine geçilmesi
kabul edilmiştir.
Tasarının 1, 2, 3, 4,
5, 6, 7 ve 8 inci maddeleri aynen kabul edilmiştir.
Alt Komisyonca, Tasarının 9 uncu maddesinin ikinci fıkrasına,
kişinin milli hukukuna göre vesayet altına alınamadığı ve mutad
meskeninin de Türkiye’de bulunmadığı, ancak buna karşılık Türkiye’de
zorunlu olarak kaldığı hallerde Türk hukukunun uygulanacağına
ilişkin bir hüküm eklenmiştir. Bu ek ile tatbikatta duyulan ihtiyaçlara
cevap vermek amaçlanmıştır. Böylece Türk Medeni Kanununun 407 nci
maddesinde olduğu gibi yabancı bir kişinin bir yıl veya daha uzun
süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkumiyeti veya trafik
kazası dahil herhangi başka bir nedenle
Türkiye’de kalması söz konusu ise, o kişinin kendisinin ve toplumun
menfaatini koruyacak tedbirlerin alınmasında Türk hukukunu uygulamak
imkân dahiline sokulmuştur. Alt Komisyonca yapılan bu değişiklik
Komisyonumuzca da benimsenmiştir.
Tasarının 10, 11 ve 12 nci maddeleri aynen kabul edilmiştir.
Alt Komisyonca, Tasarının 13 üncü maddesinin birinci fıkrasında,
maddeye açıklık sağlamak amacıyla evlenmenin genel hükümlerine
ilişkin madde hükmü tekrarlanmıştır. Alt Komisyonda yapılan bu değişiklik
Komisyonumuzca da benimsenmiştir.
Alt Komisyonca, Tasarının 14 üncü maddesine, evlilik mallarının
tasfiyesinde, uygulamada açıklık sağlamak amacıyla taşınmazların
tasfiyesine, bulundukları ülke hukukunun uygulanacağına ilişkin
yeni bir fıkra, ikinci fıkra olarak eklenmiş ve diğer fıkra numarası
buna göre teselsül ettirilmiştir. Alt Komisyonca yapılan bu değişiklik
Komisyonumuzca da benimsenmiştir.
Tasarının 15, 16, 17, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 24, 25, 26, 27, 28,
29, 30, 31, 32, 33 ve 34 üncü maddeleri aynen kabul edilmiştir.
Alt Komisyonca, Tasarının 35 inci maddesinin birinci fıkrasının
son cümlesi, imal edilen şeylerin sebep olduğu zararlardan, zarar
göreni korumak amacıyla metinden çıkarılmıştır. Komisyonumuz,
ihracatçı firmaların genel olarak siparişi veren ülkenin karakteristik
özelliklerini dikkate alarak üretim yaptıklarını, ihracatçı firmaların
bilgisi olmadan ürünün siparişi
veren ülkeden farklı bir ülkede satılması durumunda iktisap yeri
hukukunun uygulanması adaletsiz bir durum oluşturacağından dolayı,
Alt Komisyonca metinden çıkarılan son cümle, metne tekrar eklenmiştir.
Tasarının 36, 37, 38, 39, 40, 41 ve 42 nci maddeleri aynen kabul
edilmiştir.
Alt Komisyonca, Tasarının 43, 44 ve 45 inci maddelerinde,
maddelere açıklık sağlamak amacıyla değişiklik yapılmıştır. Alt
Komisyonca yapılan bu değişiklikler Komisyonumuzca da benimsenmiştir.
Tasarının 46 ncı maddesi aynen kabul edilmiştir.
Alt Komisyonca, Tasarının 47 nci maddesinde, ikinci fıkrasının
son cümlesindeki düzenleme, uluslararası ilişkilerde karşılılık
ilkesi esas olduğundan metinden
çıkarılmıştır. Alt Komisyonca yapılan bu değişiklik Komisyonumuzca
da benimsenmiştir.
Tasarının 48, 49 ve 50 nci
maddeleri aynen kabul edilmiştir.
Alt Komisyonca, Tasarının 51 inci maddesinde, tenfiz isteminde
bulunacak kişiler konusunda maddeye açıklık sağlamak ve tatbikatta
duyulan tereddütleri gidermek için, kararın tenfiz edilmesinde hukuki
yararı bulunan herkesin tenfiz isteminde bulunabileceğine dair
hüküm, maddenin birinci fıkrasına eklenmiştir. Alt Komisyonca yapılan
bu değişiklik Komisyonumuzca da benimsenmiştir.
Tasarının 52, 53, 54, 55, 56, 57, 58, 59, 60, 61, 62 , 63, yürürlük
ve yürütmeye ilişkin 64 ve 65 inci maddeleri aynen kabul edilmiştir.
Tasarı maddeleri, görüşülmeleri sırasında Komisyonumuzca
redaksiyona tabi tutulmuştur.
Raporumuz, Genel Kurula
sunulmak üzere Başkanlığınıza saygı ile arz olunur.
Başkan |
Başkanvekili |
Sözcü |
|
|
Köksal Toptan |
Recep Özel |
Ramazan Can |
|
Zonguldak |
Isparta |
Kırıkkale |
|
Kâtip |
Üye |
Üye |
|
Hasan Kara |
Fehmi Hüsrev Kutlu |
Halil Özyolcu |
|
Kilis |
Adıyaman |
Ağrı |
|
(Toplantıya katılamadı) |
|
|
|
Üye |
Üye |
Üye |
|
Haluk İpek |
Feridun Fikret Baloğlu |
Yüksel Çorbacıoğlu |
|
Ankara |
Antalya |
Artvin |
|
|
|
(Toplantıya katılamadı) |
|
Üye |
Üye |
Üye |
|
Orhan Yıldız |
Mehmet Küçükaşık |
Feridun Ayvazoğlu |
|
Artvin |
Bursa |
Çorum |
|
|
(Toplantıya katılamadı) |
|
|
Üye |
Üye |
Üye |
|
Muzaffer Külcü |
Mustafa Nuri Akbulut |
Mahmut Durdu |
|
Çorum |
Erzurum |
Gaziantep |
|
(Toplantıya katılamadı) |
(Toplantıya katılamadı) |
|
|
Üye |
Üye |
Üye |
|
Mehmet Yılmazcan |
Hakkı Köylü |
Muharrem Kılıç |
|
Kahramanmaraş |
Kastamonu |
Malatya |
|
(İmzada bulunamadı) |
|
|
|
Üye |
Üye |
Üye |
|
Süleyman Sarıbaş |
Orhan Eraslan |
Enver Yılmaz |
|
Malatya |
Niğde |
Ordu |
|
(Toplantıya katılamadı) |
(Toplantıya katılamadı) |
|
|
Üye |
Üye |
Üye |
|
Mehmet Nuri Saygun |
Ahmet Çağlayan |
Bekir Bozdağ |
|
Tekirdağ |
Uşak |
Yozgat |
HÜKÜMETİN TEKLİF ETTİĞİ METİN
MİLLETLERARASI
ÖZEL HUKUK VE USUL HUKUKU HAKKINDA KANUN
TASARISI
BİRİNCİ KISIM
Milletlerarası Özel Hukuk
BİRİNCİ BÖLÜM
Genel Hükümler
Kapsam
MADDE 1 – (1) Yabancılık unsuru
taşıyan özel hukuka ilişkin işlem ve ilişkilerde uygulanacak hukuk,
Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisi, yabancı kararların
tanınması ve tenfizi bu Kanunla düzenlenmiştir.
(2) Türkiye Cumhuriyetinin taraf olduğu milletlerarası
sözleşme hükümleri saklıdır.
Yabancı hukukun uygulanması
MADDE 2 – (1) Hâkim, Türk kanunlar
ihtilâfı kurallarını ve bu kurallara göre yetkili olan yabancı hukuku
resen uygular. Hâkim, yetkili yabancı hukukun muhtevasının tespitinde
tarafların yardımını isteyebilir.
(2) Yabancı hukukun olaya ilişkin hükümlerinin tüm araştırmalara
rağmen tespit edilememesi hâlinde,
Türk hukuku uygulanır.
(3) Uygulanacak yabancı hukukun kanunlar ihtilâfı kurallarının
başka bir hukuku yetkili kılması, sadece kişinin hukuku ve aile
hukukuna ilişkin ihtilâflarda dikkate alınır ve bu hukukun maddî hukuk
hükümleri uygulanır.
(4) Uygulanacak hukuku seçme imkânı verilen hallerde, taraflarca
aksi açıkça kararlaştırılmadıkça seçilen hukukun maddî hukuk hükümleri
uygulanır.
(5) Hukuku uygulanacak devlet iki veya daha çok bölgesel
birime ve bu birimlerde değişik hukuk düzenlerine sahipse, hangi
bölge hukukunun uygulanacağı o devletin hukukuna göre belirlenir.
O devlet hukukunda belirleyici bir hükmün yokluğu hâlinde ihtilâfla
en sıkı ilişkili bölge hukuku uygulanır.
Değişken ihtilâflar
MADDE 3 – (1) Yetkili hukukun
vatandaşlık, yerleşim yeri veya mutad mesken esaslarına göre tayin
edildiği hallerde, aksine hüküm olmadıkça, dava tarihindeki vatandaşlık,
yerleşim yeri veya mutad mesken esas alınır.
Vatandaşlık esasına
göre yetkili hukuk
MADDE 4 – (1) Bu Kanun hükümleri
uyarınca yetkili olan hukukun vatandaşlık esasına göre tayin edildiği
hallerde, bu Kanunda aksi öngörülmedikçe:
a) Vatansızlar ve mülteciler hakkında yerleşim yeri, bulunmadığı
hallerde mutad mesken, o da yok ise dava tarihinde bulunduğu ülke
hukuku,
b) Birden fazla devlet vatandaşlığına sahip olanlar hakkında,
bunların aynı zamanda Türk vatandaşı olmaları hâlinde Türk hukuku,
c) Birden fazla devlet vatandaşlığına sahip olup, aynı zamanda
Türk vatandaşı olmayanlar hakkında, daha sıkı ilişki hâlinde bulundukları
devlet hukuku,
uygulanır.
Kamu düzenine aykırılık
MADDE 5 – (1) Yetkili yabancı
hukukun belirli bir olaya uygulanan hükmünün Türk kamu düzenine
açıkça aykırı olması hâlinde, bu hüküm uygulanmaz; gerekli görülen
hallerde, Türk hukuku uygulanır.
Hukukî işlemlerde şekil
MADDE 6 – (1) Hukukî işlemler,
yapıldıkları yer hukukunun veya o hukukî işlemin esası hakkında
yetkili olan hukukun maddî hukuk hükümlerinin öngördüğü şekle uygun
olarak yapılabilir.
Zamanaşımı
MADDE 7 – (1) Zamanaşımı, hukukî
işlem ve ilişkinin esasına uygulanan hukuka tâbidir.
İKİNCİ BÖLÜM
Kanunlar İhtilâfı Kuralları
Ehliyet
MADDE 8 – (1) Hak ve fiil ehliyeti
ilgilinin millî hukukuna tâbidir.
(2) Millî hukukuna göre ehliyetsiz olan bir kişi, işlemin
yapıldığı yer hukukuna göre ehil ise, yaptığı hukukî işlemle bağlıdır.
Aile ve miras hukuku ile başka bir ülkedeki taşınmazlar üzerindeki
aynî haklara ilişkin işlemler bu hükmün dışındadır.
(3) Kişinin millî hukukuna göre kazandığı erginlik, vatandaşlığının
değişmesi ile sona ermez.
(4) Tüzel kişilerin veya kişi veya mal topluluklarının
hak ve fiil ehliyetleri, statülerindeki idare merkezi hukukuna
tâbidir. Ancak fiilî idare merkezinin Türkiye'de olması hâlinde
Türk hukuku uygulanabilir.
(5) Statüsü bulunmayan tüzel kişiler ile tüzel kişiliği
bulunmayan kişi veya mal topluluklarının ehliyeti, fiilî idare
merkezi hukukuna tâbidir.
Vesâyet, kısıtlılık ve kayyımlık
MADDE 9 – (1) Vesâyet veya kısıtlılık
kararı verilmesi veya sona erdirilmesi sebepleri, hakkında
vesâyet veya kısıtlılık kararının verilmesi veya sona erdirilmesi
istenen kişinin millî hukukuna tâbidir.
(2) Yabancının millî hukukuna göre vesâyet veya kısıtlılık
kararı verilmesi mümkün olmayan hallerde bu kişinin mutad meskeni
Türkiye'de ise Türk hukukuna göre vesâyet veya kısıtlılık kararı verilebilir
veya kaldırılabilir.
(3) Vesâyet veya kısıtlılık kararı verilmesi veya sona erdirilmesi
sebepleri dışında kalan bütün kısıtlılık veya vesâyete ilişkin hususlar
ve kayyımlık Türk hukukuna tâbidir.
Gaiplik veya ölmüş sayılma
MADDE 10 – (1) Gaiplik veya ölmüş
sayılma kararı, hakkında karar verilecek kişinin millî hukukuna
tâbidir. Millî hukukuna göre hakkında gaiplik veya ölmüş sayılma
kararı verilemeyen kişinin mallarının Türkiye'de bulunması veya
eşinin veya mirasçılardan birinin Türk vatandaşı olması hâlinde,
Türk hukukuna göre gaiplik veya ölmüş sayılma kararı verilir.
Nişanlılık
MADDE 11 – (1) Nişanlanma ehliyeti
ve şartları taraflardan her birinin nişanlanma ânındaki millî hukukuna
tâbidir.
(2) Nişanlılığın hükümlerine ve sonuçlarına müşterek
millî hukuk, taraflar ayrı vatandaşlıkta iseler Türk hukuku uygulanır.
Evlilik ve genel hükümleri
MADDE 12 – (1) Evlenme ehliyeti
ve şartları, taraflardan her birinin evlenme ânındaki millî hukukuna
tâbidir.
(2) Evliliğin şekline yapıldığı yer hukuku uygulanır.
(3) Evliliğin genel hükümleri, eşlerin müşterek millî hukukuna
tâbidir. Tarafların ayrı vatandaşlıkta olmaları hâlinde müşterek
mutad mesken hukuku, bulunmadığı takdirde Türk hukuku uygulanır.
Boşanma ve ayrılık
MADDE 13 – (1) Boşanma ve ayrılık
sebepleri ve hükümleri, evliliğin genel hükümlerine uygulanan
hukuka tâbidir.
(2) Boşanmış eşler arasındaki nafaka talepleri hakkında
birinci fıkra hükmü uygulanır. Bu hüküm ayrılık ve evlenmenin butlanı
hâlinde de geçerlidir.
(3) Boşanmada velâyet ve velâyete ilişkin sorunlar da birinci
fıkra hükmüne tâbidir.
(4) Geçici tedbir taleplerine Türk hukuku uygulanır.
Evlilik malları
MADDE 14 – (1) Evlilik malları
hakkında eşler evlenme ânındaki mutad mesken veya millî hukuklarından
birini açık olarak seçebilirler; böyle bir seçimin yapılmamış olması
hâlinde evlilik malları hakkında eşlerin evlenme ânındaki müşterek
millî hukuku, bulunmaması hâlinde evlenme ânındaki müşterek mutad
mesken hukuku, bunun da bulunmaması hâlinde Türk hukuku uygulanır.
(2) Evlenmeden sonra yeni bir müşterek hukuka sahip olan
eşler, üçüncü kişilerin hakları saklı kalmak üzere, bu yeni hukuka
tâbi olabilirler.
Soybağının kurulması
MADDE 15 – (1) Soybağının kuruluşu,
çocuğun doğum ânındaki millî hukukuna, kurulamaması hâlinde çocuğun
mutad meskeni hukukuna tâbidir. Soybağı bu hukuklara göre kurulamıyorsa,
ananın veya babanın, çocuğun doğumu ânındaki millî hukuklarına, bunlara
göre kurulamaması hâlinde ana ve babanın, çocuğun doğumu ânındaki
müşterek mutad mesken hukukuna, buna göre de kurulamıyorsa çocuğun
doğum yeri hukukuna tâbi olarak kurulur.
(2) Soybağı hangi hukuka göre kurulmuşsa iptali de o hukuka
tâbidir.
Soybağının hükümleri
MADDE 16 – (1) Soybağının hükümleri,
soybağını kuran hukuka tâbidir. Ancak ana, baba ve çocuğun müşterek
millî hukuku bulunuyorsa, soybağının hükümlerine o hukuk, bulunmadığı
takdirde müşterek mutad mesken hukuku uygulanır.
Evlât edinme
MADDE 17 – (1) Evlât edinme ehliyeti
ve şartları, taraflardan her birinin evlât edinme ânındaki millî hukukuna
tâbidir.
(2) Evlât edinmeye ve edinilmeye diğer eşin rızası konusunda
eşlerin millî hukukları birlikte uygulanır.
(3) Evlât edinmenin hükümleri evlât edinenin millî hukukuna,
eşlerin birlikte evlât edinmesi hâlinde ise evlenmenin genel hükümlerini
düzenleyen hukuka tâbidir.
Nafaka
MADDE 18 – (1) Nafaka talepleri,
nafaka alacaklısının mutad meskeni hukukuna tâbidir.
Miras
MADDE 19 – (1) Miras ölenin
millî hukukuna tâbidir. Türkiye'de bulunan taşınmazlar hakkında
Türk hukuku uygulanır.
(2) Mirasın açılması sebeplerine, iktisabına ve taksimine
ilişkin hükümler terekenin bulunduğu yer hukukuna tâbidir.
(3) Türkiye'de bulunan mirasçısız tereke Devlete kalır.
(4) Ölüme bağlı tasarrufun şekline 6 ncı madde hükmü uygulanır.
Ölenin millî hukukuna uygun şekilde yapılan ölüme bağlı tasarruflar
da geçerlidir.
(5) Ölüme bağlı tasarruf ehliyeti, tasarrufta bulunanın,
tasarrufun yapıldığı andaki millî hukukuna tâbidir.
Aynî haklar
MADDE 20 – (1) Taşınırlar ve taşınmazlar
üzerindeki mülkiyet hakkı ve diğer aynî haklar, işlem ânında malların
bulunduğu yer hukukuna tâbidir.
(2) Taşınmakta olan mallar üzerindeki aynî haklara varma
yeri hukuku uygulanır.
(3) Yer değişikliği hâlinde henüz kazanılmamış aynî haklar
malın son bulunduğu yer hukukuna tâbidir.
(4) Taşınmazlar üzerindeki aynî haklara ilişkin hukukî işlemlere
şekil yönünden bu malların bulundukları yer hukuku uygulanır.
Taşıma araçları
MADDE 21 – (1) Hava, deniz ve
raylı taşıma araçları üzerindeki aynî haklar, menşe ülke hukukuna
tâbidir.
(2) Menşe ülke, hava ve deniz taşıma araçlarında aynî hakların
tescil edildiği sicil yeri, deniz taşıma araçlarında bu sicil yeri
yoksa bağlama limanı, raylı taşıma araçlarında ruhsat yeridir.
Fikrî mülkiyete ilişkin haklara uygulanacak hukuk
MADDE 22 – (1) Fikrî mülkiyete
ilişkin haklar, hangi ülkenin hukukuna göre koruma talep ediliyorsa
o hukuka tâbidir.
(2) Taraflar, fikrî mülkiyet hakkının ihlâlinden doğan talepler
hakkında, ihlâlden sonra mahkemenin hukukunun uygulanmasını kararlaştırabilirler.
Sözleşmeden doğan
borç ilişkilerinde uygulanacak hukuk
MADDE 23 – (1) Sözleşmeden doğan
borç ilişkileri tarafların açık olarak seçtikleri hukuka tâbidir. Sözleşme
hükümlerinden veya hâlin şartlarından tereddüde yer vermeyecek biçimde
anlaşılabilen hukuk seçimi de geçerlidir.
(2) Taraflar, seçilen hukukun sözleşmenin tamamına veya
bir kısmına uygulanacağını kararlaştırabilirler.
(3) Hukuk seçimi taraflarca her zaman yapılabilir veya
değiştirilebilir. Sözleşmenin kurulmasından sonraki hukuk seçimi,
üçüncü kişilerin hakları saklı kalmak kaydıyla, geriye etkili olarak
geçerlidir.
(4) Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları hâlinde
sözleşmeden doğan ilişkiye, o sözleşmeyle en sıkı ilişkili olan hukuk
uygulanır. Bu hukuk, karakteristik edim borçlusunun, sözleşmenin
kuruluşu sırasındaki mutad meskeni hukuku, ticarî veya meslekî
faaliyetler gereği kurulan sözleşmelerde karakteristik edim borçlusunun
işyeri, bulunmadığı takdirde yerleşim yeri hukuku, karakteristik
edim borçlusunun birden çok işyeri varsa söz konusu sözleşmeyle en
sıkı ilişki içinde bulunan işyeri hukuku olarak kabul edilir. Ancak
hâlin bütün şartlarına göre sözleşmeyle daha sıkı ilişkili bir hukukun
bulunması hâlinde sözleşme, bu hukuka tâbi olur.
Taşınmazlara ilişkin sözleşmeler
MADDE 24 – (1) Taşınmazlara veya
onların kullanımına ilişkin sözleşmeler taşınmazın bulunduğu
yer hukukuna tâbidir.
Tüketici sözleşmeleri
MADDE 25 – (1) Meslekî veya ticarî
olmayan amaçla mal veya hizmet ya da kredi sağlanmasına yönelik tüketici
sözleşmeleri, tüketicinin mutad meskeni hukukunun emredici hükümleri
uyarınca sahip olacağı asgarî koruma saklı kalmak kaydıyla, tarafların
seçtikleri hukuka tâbidir.
(2) Tarafların hukuk seçimi yapmamış olması hâlinde, tüketicinin
mutad meskeni hukuku uygulanır. Tüketicinin mutad meskeni hukukunun
uygulanabilmesi için:
a) Sözleşme, tüketicinin mutad meskeninin bulunduğu ülkede,
ona gönderilen özel bir davet üzerine veya ilân sonucunda kurulmuş
ve sözleşmenin kurulması için tüketici tarafından yapılması gerekli
hukukî fiiller bu ülkede yapılmış veya
b) Diğer taraf veya onun temsilcisi, tüketicinin siparişini
bu ülkede almış veya
c) İlişkinin bir satım sözleşmesi olması hâlinde, satıcı
tüketiciyi satın almaya ikna etmek amacıyla bir gezi düzenlemiş
ve tüketici de bu gezi ile bulunduğu ülkeden başka ülkeye gidip siparişini
orada vermiş,
olmalıdır.
(3) İkinci fıkradaki şartlar altında yapılan tüketici
sözleşmelerinin şekline, tüketicinin mutad meskeni hukuku uygulanır.
(4) Bu madde, paket turlar hariç, taşıma sözleşmeleri ve
tüketiciye hizmetin onun mutad meskeninin bulunduğu ülkeden başka
bir ülkede sağlanması zorunlu olan sözleşmelere uygulanmaz.
İş sözleşmeleri
MADDE 26 – (1) İş sözleşmeleri,
işçinin mutad işyeri hukukunun emredici hükümleri uyarınca sahip
olacağı asgarî koruma saklı kalmak kaydıyla, tarafların seçtikleri
hukuka tâbidir.
(2) Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları hâlinde iş
sözleşmesine, işçinin işini mutad olarak yaptığı işyeri hukuku
uygulanır. İşçinin işini geçici olarak başka bir ülkede yapması
hâlinde, bu işyeri mutad işyeri sayılmaz.
(3) İşçinin işini belirli bir ülkede mutad olarak yapmayıp
devamlı olarak birden fazla ülkede yapması hâlinde iş sözleşmesi,
işverenin esas işyerinin bulunduğu ülke hukukuna tâbidir.
(4) Ancak hâlin bütün şartlarına göre iş sözleşmesiyle daha
sıkı ilişkili bir hukukun bulunması hâlinde sözleşmeye ikinci ve
üçüncü fıkra hükümleri yerine bu hukuk uygulanabilir.
Fikrî mülkiyet
haklarına ilişkin sözleşmeler
MADDE 27 – (1) Fikrî mülkiyet haklarına
ilişkin sözleşmeler, tarafların seçtikleri hukuka tâbidir.
(2) Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları hâlinde
sözleşmeden doğan ilişkiye, fikrî mülkiyet hakkını veya onun kullanımını
devreden tarafın sözleşmenin kuruluşu sırasındaki işyeri, bulunmadığı
takdirde, mutad meskeni hukuku uygulanır. Ancak hâlin bütün şartlarına
göre sözleşmeyle daha sıkı ilişkili bir hukukun bulunması hâlinde
sözleşme bu hukuka tâbi olur.
(3) İşçinin, işi kapsamında ve işinin ifası sırasında meydana
getirdiği fikrî ürünler üzerindeki fikrî mülkiyet haklarıyla ilgili
işçi ve işveren arasındaki sözleşmelere, iş sözleşmesinin tâbi olduğu
hukuk uygulanır.
Eşyanın taşınmasına
ilişkin sözleşmeler
MADDE 28 – (1) Eşyanın taşınmasına
ilişkin sözleşmeler tarafların seçtikleri hukuka tâbidir.
(2) Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları hâlinde,
sözleşmenin kuruluşu sırasında taşıyıcının esas işyerinin bulunduğu
ülke aynı zamanda yüklemenin veya boşaltmanın yapıldığı ülke veya
gönderenin esas işyerinin bulunduğu ülke ise, bu ülkenin sözleşmeyle
en sıkı ilişkili olduğu kabul edilir ve sözleşmeye bu ülkenin hukuku
uygulanır. Tek seferlik çarter sözleşmeleri ve esas konusu eşya taşıma
olan diğer sözleşmeler de bu madde hükümlerine tâbidir.
(3) Hâlin bütün şartlarına göre eşyanın taşınmasına ilişkin
sözleşmeyle daha sıkı ilişkili bir hukukun bulunması hâlinde sözleşmeye
bu hukuk uygulanır.
Temsil yetkisi
MADDE 29 – (1) Temsilci ile temsil
olunan arasındaki hukukî ilişkiden doğan temsil yetkisi, aralarındaki
sözleşmeden doğan ilişkiye uygulanan hukuka tâbidir.
(2) Temsilcinin bir fiilinin, temsil olunanı üçüncü kişiye
karşı taahhüt altına sokabilmesi için aranan şartlara temsilcinin
işyeri hukuku uygulanır. Temsilcinin işyeri bulunmadığı veya
üçüncü kişi tarafından bilinemediği veya yetkinin işyeri dışında
kullanıldığı durumlarda temsil yetkisi, yetkinin fiilen kullanıldığı
ülke hukukuna tâbidir. Yetkisiz temsilde, temsilci ile üçüncü kişi
arasındaki ilişkiye de bu fıkra hükmü uygulanır.
(3) Temsilci ile temsil olunan arasında hizmet ilişkisi varsa
ve temsilcinin bağımsız bir işyeri yoksa temsil yetkisi, temsil olunanın
işyerinin bulunduğu ülke hukukuna tâbidir.
Müdahaleci kurallar
MADDE 30 – (1) Sözleşmeden doğan
ilişkinin tâbi olduğu hukuk uygulanırken, sözleşmeyle sıkı ilişkili
olduğu takdirde üçüncü bir devletin hukukunun müdahaleci kurallarına
etki tanınabilir. Söz konusu kurallara etki tanımak ve uygulayıp
uygulamamak konusunda bu kuralların amacı, niteliği, muhtevası
ve sonuçları dikkate alınır.
Sözleşmeden doğan
ilişkinin varlığı ve maddî geçerliliği
MADDE 31 – (1) Sözleşmeden doğan
ilişkinin veya bir hükmünün varlığı ve maddî geçerliliği, sözleşmenin
geçerli olması hâlinde hangi hukuk uygulanacaksa o hukuka tâbidir.
(2) Taraflardan birinin davranışına hüküm tanımanın, uygulanacak
hukuka tâbi kılınmasının hakkaniyete uygun olmayacağı hâlin şartlarından
anlaşılırsa, irade beyanının varlığına, rızası olmadığını iddia
eden tarafın mutad meskeninin bulunduğu ülke hukuku uygulanır.
İfanın gerçekleştirilme
biçimi ve tedbirler
MADDE 32 – (1) İfa sırasında
gerçekleştirilen fiil ve işlemler ile malların korunmasına ilişkin
tedbirler konusunda bu işlem veya fiillerin yapıldığı veya tedbirin
alındığı ülke hukuku dikkate alınır.
Haksız fiiller
MADDE 33 – (1) Haksız fiilden
doğan borçlar haksız fiilin işlendiği ülke hukukuna tâbidir.
(2) Haksız fiilin işlendiği yer ile zararın meydana geldiği
yerin farklı ülkelerde olması hâlinde, zararın meydana geldiği ülke
hukuku uygulanır.
(3) Haksız fiilden doğan borç ilişkisinin başka bir ülke
ile daha sıkı ilişkili olması hâlinde bu ülke hukuku uygulanır.
(4) Haksız fiile veya sigorta sözleşmesine uygulanan hukuk
imkân veriyorsa, zarar gören, talebini doğrudan doğruya sorumlunun
sigortacısına karşı ileri sürebilir.
(5) Taraflar, haksız fiilin meydana gelmesinden sonra, uygulanacak
hukuku açık olarak seçebilirler.
Kişilik haklarının
ihlâlinde sorumluluk
MADDE 34 – (1) Kişilik haklarının,
basın, radyo, televizyon gibi medya yoluyla, internet veya diğer
kitle iletişim araçları ile ihlâlinden doğan taleplere, zarar görenin
seçimine göre:
a) Zarar veren, zararın bu ülkede meydana geleceğini bilecek
durumda ise, zarar görenin mutad meskeni hukuku,
b) Zarar verenin işyeri veya mutad meskeninin bulunduğu
ülke hukuku veya
c) Zarar veren, zararın bu ülkede meydana geleceğini bilecek
durumda ise, zararın meydana geldiği ülke hukuku,
uygulanır.
(2) Kişilik haklarının ihlâlinde cevap hakkı, süreli yayınlarda,
münhasıran baskının yapıldığı ya da programın yayınlandığı ülke
hukukuna tâbidir.
(3) Maddenin birinci fıkrası, kişisel verilerin işlenmesi
veya kişisel veriler hakkında bilgi alma hakkının sınırlandırılması
yolu ile kişiliğin ihlâl edilmesinden doğan taleplere de uygulanır.
İmalâtçının sözleşme
dışı sorumluluğu
MADDE 35 – (1) İmal edilen şeylerin
sebep olduğu zarardan doğan sorumluluğa, zarar görenin seçimine
göre, zarar verenin mutad meskeni veya işyeri hukuku ya da imal edilen
şeyin iktisap edildiği ülke hukuku uygulanır. İktisap yeri hukukunun
uygulanabilmesi için zarar verenin, mamulün o ülkeye rızası dışında
sokulduğunu ispat edememiş olması gerekir.
Haksız rekabet
MADDE 36 – (1) Haksız rekabetten
doğan talepler, haksız rekabet sebebiyle piyasası doğrudan etkilenen
ülke hukukuna tâbidir.
(2) Haksız rekabet sonucunda zarar görenin münhasıran işletmesine
ilişkin menfaatleri ihlâl edilmişse, söz konusu işletmenin işyerinin
bulunduğu ülke hukuku uygulanır.
Rekabetin engellenmesi
MADDE 37 – (1) Rekabetin engellenmesinden
doğan talepler, bu engellemeden doğrudan etkilenen piyasanın bulunduğu
ülkenin hukukuna tâbidir.
(2) Türkiye’de rekabetin engellenmesine yabancı hukuk
uygulanan hallerde, Türk hukuku uygulansaydı verilecek tazminattan
daha fazla tazminata hükmedilemez.
Sebepsiz zenginleşme
MADDE 38 – (1) Sebepsiz zenginleşmeden
doğan talepler, zenginleşmeye sebep olan mevcut veya mevcut olduğu
iddia edilen hukukî ilişkiye uygulanan hukuka tâbidir. Diğer hallerde
sebepsiz zenginleşmeye, zenginleşmenin gerçekleştiği yer hukuku
uygulanır.
(2) Taraflar, sebepsiz zenginleşmenin meydana gelmesinden
sonra, uygulanacak hukuku açık olarak seçebilirler.
İKİNCİ KISIM
Milletlerarası Usul Hukuku
BİRİNCİ BÖLÜM
Türk Mahkemelerinin Milletlerarası Yetkisi
Milletlerarası yetki
MADDE 39 – (1) Türk mahkemelerinin
milletlerarası yetkisini, iç hukukun yer itibariyle yetki kuralları
tayin eder.
Türklerin kişi
hallerine ilişkin davalar
MADDE 40 – (1) Türk vatandaşlarının
kişi hallerine ilişkin davaları, yabancı ülke mahkemelerinde
açılmadığı veya açılamadığı takdirde Türkiye’de yer itibariyle
yetkili mahkemede, bulunmaması hâlinde ilgilinin sâkin olduğu
yer, Türkiye’de sâkin değilse Türkiye’deki son yerleşim yeri mahkemesinde,
o da bulunmadığı takdirde Ankara, İstanbul veya İzmir mahkemelerinden
birinde görülür.
Yabancıların kişi
hâllerine ilişkin bazı davalar
MADDE 41 – (1) Türkiye'de yerleşim
yeri bulunmayan yabancı hakkında vesâyet, kayyımlık, kısıtlılık,
gaiplik ve ölmüş sayılma kararları ilgilinin Türkiye'de sâkin olduğu
yer, sâkin değilse mallarının bulunduğu yer mahkemesince verilir.
Miras davaları
MADDE 42 – (1) Mirasa ilişkin
davalar ölenin Türkiye'deki son yerleşim yeri mahkemesinde, son
yerleşim yerinin Türkiye'de olmaması hâlinde terekeye dâhil malların
bulunduğu yer mahkemesinde görülür.
İş sözleşmesi ve iş ilişkisi davaları
MADDE 43 – (1) Bireysel iş sözleşmesinden
veya iş ilişkisinden doğan uyuşmazlıklarda işçinin işini mutaden
yaptığı işyerinin bulunduğu yer mahkemesi yetkilidir. İşçinin,
işverene karşı açtığı davalarda işverenin yerleşim yeri, işçinin
yerleşim yeri veya mutad meskeni mahkemesi de yetkilidir.
Tüketici sözleşmesine ilişkin davalar
MADDE 44 – (1) 25 inci maddede
tanımlanan tüketici sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklarda, tüketicinin
seçimine göre, tüketicinin yerleşim yeri veya mutad meskeni ya
da karşı tarafın işyeri, yerleşim yeri veya mutad meskeni mahkemesi
yetkilidir.
(2) Birinci fıkra uyarınca yapılan tüketici sözleşmeleri
hakkında tüketiciye karşı açılacak davalarda yetkili mahkeme,
tüketicinin mutad meskeni mahkemesidir.
Sigorta sözleşmesine ilişkin davalar
MADDE 45 – (1) Sigorta sözleşmesinden
doğan uyuşmazlıklarda, sigortacının esas işyeri veya sigorta sözleşmesini
yapan şubesinin ya da acentasının bulunduğu yer mahkemesi yetkilidir.
Ancak sigorta ettirene, sigortalıya veya lehdara karşı açılacak
davalarda yetkili mahkeme, onların yerleşim yeri veya mutad meskeni
mahkemesidir.
Yetki anlaşması ve sınırları
MADDE 46 – (1) Yer itibariyle
yetkinin münhasır yetki esasına göre tayin edilmediği hallerde,
taraflar, aralarındaki yabancılık unsuru taşıyan ve borç ilişkilerinden
doğan uyuşmazlığın yabancı bir devletin mahkemesinde görülmesi
konusunda anlaşabilirler. Anlaşma, yazılı delille ispat edilmesi
hâlinde geçerli olur. Dava, ancak yabancı mahkemenin kendisini yetkisiz
sayması veya Türk mahkemelerinde yetki itirazında bulunulmaması
hâlinde yetkili Türk mahkemesinde görülür.
(2) 43, 44 ve 45 inci maddelerde belirlenen mahkemelerin
yetkisi tarafların anlaşmasıyla bertaraf edilemez.
Teminat
MADDE 47 – (1) Türk mahkemesinde
dava açan, davaya katılan veya icra takibinde bulunan yabancı gerçek
ve tüzel kişiler, yargılama ve takip giderleriyle karşı tarafın
zarar ve ziyanını karşılamak üzere mahkemenin belirleyeceği teminatı
göstermek zorundadır.
(2) Mahkeme, dava açanı, davaya katılanı veya icra takibi
yapanı karşılıklılık esasına göre teminattan muaf tutar. Karşılıklılığın
mevcut olmaması hâlinde dahi mahkeme, dava veya takibin niteliğine
ve duruma göre davacıyı, davaya katılanı veya takip isteğinde
bulunanı teminat göstermekten muaf tutabilir.
Yabancı devletin
yargı muafiyetinden yararlanamayacağı hâller
MADDE 48 – (1) Yabancı devlete,
özel hukuk ilişkilerinden doğan hukukî uyuşmazlıklarda yargı muafiyeti
tanınmaz.
(2) Bu gibi uyuşmazlıklarda yabancı devletin diplomatik
temsilcilerine tebligat yapılabilir.
İKİNCİ BÖLÜM
Yabancı Mahkeme ve Hakem Kararlarının Tenfizi
ve Tanınması
Tenfiz kararı
MADDE 49 – (1) Yabancı mahkemelerden
hukuk davalarına ilişkin olarak verilmiş ve o devlet kanunlarına
göre kesinleşmiş bulunan ilâmların Türkiye'de icra olunabilmesi
yetkili Türk mahkemesi tarafından tenfiz kararı verilmesine bağlıdır.
(2) Yabancı mahkemelerin ceza ilâmlarında yer alan kişisel
haklarla ilgili hükümler hakkında da tenfiz kararı istenebilir.
Görev ve yetki
MADDE 50 – (1) Tenfiz kararları
hakkında görevli mahkeme asliye mahkemesidir.
(2) Bu kararlar kendisine karşı tenfiz istenen kişinin
Türkiye'deki yerleşim yeri, yoksa sâkin olduğu yer mahkemesinden,
Türkiye'de yerleşim yeri veya sâkin olduğu bir yer mevcut değilse,
Ankara, İstanbul veya İzmir mahkemelerinden birinden istenebilir.
Tenfiz istemi
MADDE 51 – (1) Tenfiz istemi dilekçe
ile olur. Dilekçeye karşı tarafın sayısı kadar örnek eklenir. Dilekçede
aşağıdaki hususlar yer alır:
a) Tenfiz isteyenle, karşı tarafın ve varsa kanunî temsilci
ve vekillerinin ad, soyad ve adresleri,
b) Tenfiz konusu hükmün hangi devlet mahkemesinden verilmiş
olduğu ve mahkemenin adı ile ilâmın tarih ve numarası ve hükmün özeti,
c) Tenfiz, hükmün bir kısmı hakkında isteniyorsa bunun hangi
kısım olduğu.
Dilekçeye eklenecek belgeler
MADDE 52 – (1) Tenfiz dilekçesine
aşağıdaki belgeler eklenir:
a) Yabancı mahkeme ilâmının o ülke makamlarınca usulen
onanmış aslı veya ilâmı veren yargı organı tarafından onanmış örneği
ve onanmış tercümesi,
b) İlâmın kesinleştiğini gösteren ve o ülke makamlarınca
usulen onanmış yazı veya belge ile onanmış tercümesi.
Tenfiz şartları
MADDE 53 – (1) Yetkili mahkeme
tenfiz kararını aşağıdaki şartlar dâhilinde verir:
a) Türkiye Cumhuriyeti ile ilâmın verildiği devlet arasında
karşılıklılık esasına dayanan bir anlaşma yahut o devlette Türk
mahkemelerinden verilmiş ilâmların tenfizini mümkün kılan bir kanun
hükmünün veya fiilî uygulamanın bulunması,
b) İlâmın, Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine girmeyen
bir konuda verilmiş olması veya davalının itiraz etmesi şartıyla
ilâmın, dava konusu veya taraflarla gerçek bir ilişkisi bulunmadığı
hâlde kendisine yetki tanıyan bir devlet mahkemesince verilmiş olmaması,
c) Hükmün kamu düzenine açıkça aykırı bulunmaması,
ç) O yer kanunları uyarınca, kendisine karşı tenfiz istenen
kişinin hükmü veren mahkemeye usulüne uygun bir şekilde çağrılmamış
veya o mahkemede temsil edilmemiş yahut bu kanunlara aykırı bir şekilde
gıyabında veya yokluğunda hüküm verilmiş ve bu kişinin yukarıdaki
hususlardan birine dayanarak tenfiz istemine karşı Türk mahkemesine
itiraz etmemiş olması.
Tebliğ ve itiraz
MADDE 54 – (1) Tenfiz istemine
ilişkin dilekçe, duruşma günü ile birlikte karşı tarafa tebliğ edilir.
İhtilâfsız kaza kararlarının tanınması ve tenfizi de aynı hükme
tâbidir. Hasımsız ihtilâfsız kaza kararlarında tebliğ hükmü uygulanmaz.
İstem, basit yargılama usulü hükümlerine göre incelenerek karara
bağlanır.
(2) Karşı taraf ancak bu Bölüm hükümlerine göre tenfiz
şartlarının bulunmadığını veya yabancı mahkeme ilâmının kısmen
veya tamamen yerine getirilmiş yahut yerine getirilmesine engel
bir sebep ortaya çıkmış olduğunu öne sürerek itiraz edebilir.
Karar
MADDE 55 – (1) Mahkemece ilâmın
kısmen veya tamamen tenfizine veya istemin reddine karar verilebilir.
Bu karar yabancı mahkeme ilâmının altına yazılır ve hâkim tarafından
mühürlenip imzalanır.
Yerine getirme ve temyiz yolu
MADDE 56 – (1) Tenfizine karar
verilen yabancı ilâmlar Türk mahkemelerinden verilmiş ilâmlar gibi
icra olunur.
(2) Tenfiz isteminin kabul veya reddi hususunda verilen
kararların temyizi genel hükümlere tâbidir. Temyiz, yerine getirmeyi
durdurur.
Tanıma
MADDE 57 – (1) Yabancı mahkeme
ilâmının kesin delil veya kesin hüküm olarak kabul edilebilmesi yabancı
ilâmın tenfiz şartlarını taşıdığının mahkemece tespitine bağlıdır.
Tanımada 53 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi uygulanmaz.
(2) İhtilâfsız kaza kararlarının tanınması da aynı hükme
tâbidir.
(3) Yabancı mahkeme ilâmına dayanılarak Türkiye'de idarî
bir işlemin yapılmasında da aynı usul uygulanır.
Kesin hüküm ve kesin delil etkisi
MADDE 58 – (1) Yabancı ilâmın kesin
hüküm veya kesin delil etkisi yabancı mahkeme kararının kesinleştiği
andan itibaren hüküm ifade eder.
Yabancı hakem kararlarının tenfizi
MADDE 59 – (1) Kesinleşmiş ve
icra kabiliyeti kazanmış veya taraflar için bağlayıcı olan yabancı
hakem kararları tenfiz edilebilir.
(2) Yabancı hakem kararlarının tenfizi, tarafların yazılı
olarak kararlaştırdıkları yer asliye mahkemesinden dilekçeyle
istenir. Taraflar arasında böyle bir anlaşma olmadığı takdirde,
aleyhine karar verilen tarafın Türkiye'deki yerleşim yeri, yoksa
sâkin olduğu, bu da yoksa icraya konu teşkil edebilecek malların bulunduğu
yer mahkemesi yetkili sayılır.
Dilekçe ve inceleme usulü
MADDE 60 – (1) Yabancı bir hakem
kararının tenfizini isteyen taraf, dilekçesine aşağıda yazılı
belgeleri, karşı tarafın sayısı kadar örnekleriyle birlikte ekler:
a) Tahkim sözleşmesi veya şartının, aslı yahut usulüne göre
onanmış örneği,
b) Hakem kararının usulen kesinleşmiş ve icra kabiliyeti
kazanmış veya taraflar için bağlayıcılık kazanmış aslı veya usulüne
göre onanmış örneği,
c) (a) ve (b) bentlerinde sayılan belgelerin tercüme edilmiş
ve usulen onanmış örnekleri.
(2) Mahkemece hakem kararlarının tenfizinde, 54 üncü, 55
inci ve 56 ncı madde hükümleri kıyas yoluyla uygulanır.
Ret sebepleri
MADDE 61- (1) Mahkeme,
a) Tahkim sözleşmesi yapılmamış veya esas sözleşmeye tahkim
şartı konulmamış ise,
b) Hakem kararı genel ahlâka veya kamu düzenine aykırı
ise,
c) Hakem kararına konu olan uyuşmazlığın Türk kanunlarına
göre tahkim yoluyla çözümü mümkün değilse,
ç) Taraflardan biri hakemler önünde usulüne göre temsil
edilmemiş ve yapılan işlemleri sonradan açıkça kabul etmemiş ise,
d) Hakkında hakem kararının tenfizi istenen taraf, hakem
seçiminden usulen haberdar edilmemiş yahut iddia ve savunma imkânından
yoksun bırakılmış ise,
e) Tahkim sözleşmesi veya şartı taraflarca tâbi kılındığı
kanuna, bu konuda bir anlaşma yoksa hakem hükmünün verildiği yer
hukukuna göre hükümsüz ise,
f) Hakemlerin seçimi veya hakemlerin uyguladıkları
usul, tarafların anlaşmasına, böyle bir anlaşma yok ise hakem hükmünün
verildiği yer hukukuna aykırı ise,
g) Hakem kararı, hakem sözleşmesinde veya şartında yer almayan
bir hususa ilişkin ise veya sözleşme veya şartın sınırlarını aşıyor
ise bu kısım hakkında,
h) Hakem kararı tâbi olduğu veya verildiği yer hukuku hükümlerine
veya tâbi olduğu usule göre kesinleşmemiş yahut icra kabiliyeti
veya bağlayıcılık kazanmamış veya verildiği yerin yetkili mercii
tarafından iptal edilmiş ise,
Yabancı hakem kararının tenfizi istemini reddeder.
(2) Birinci fıkranın (ç), (d), (e), (f), (g) ve (h) bentlerinde yazılı
hususların ispat yükü, hakkında tenfiz istenen tarafa aittir.
Yabancı hakem kararlarının
tanınması
MADDE 62– (1) Yabancı hakem kararlarının
tanınması da tenfizine ilişkin hükümlere tâbidir.
ÜÇÜNCÜ KISIM
Son Hükümler
Kaldırılan hükümler
MADDE 63– (1) 20/5/1982 tarihli
ve 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun,
(2) 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun
866 ncı maddesinin ikinci fıkrası,
(3) 5/12/1951 tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri
Kanununun 88 inci maddesi,
yürürlükten kaldırılmıştır.
Yürürlük
MADDE 64 – (1) Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
Yürütme
MADDE 65 – (1) Bu Kanun hükümlerini
Bakanlar Kurulu yürütür.
ADALET KOMİSYONUNUN
KABUL ETTİĞİ METİN
MİLLETLERARASI ÖZEL HUKUK VE USUL HUKUKU HAKKINDA KANUN
TASARISI
BİRİNCİ KISIM
Milletlerarası Özel Hukuk
BİRİNCİ BÖLÜM
Genel Hükümler
Kapsam
MADDE 1 – (1) Yabancılık unsuru
taşıyan özel hukuka ilişkin işlem ve ilişkilerde uygulanacak hukuk,
Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisi, yabancı kararların
tanınması ve tenfizi bu Kanunla düzenlenmiştir.
(2) Türkiye Cumhuriyetinin taraf olduğu milletlerarası
sözleşme hükümleri saklıdır.
Yabancı hukukun uygulanması
MADDE 2 – (1) Hâkim, Türk kanunlar
ihtilâfı kurallarını ve bu kurallara göre yetkili olan yabancı hukuku
resen uygular. Hâkim, yetkili yabancı hukukun muhtevasının tespitinde
tarafların yardımını isteyebilir.
(2) Yabancı hukukun olaya ilişkin hükümlerinin tüm araştırmalara
rağmen tespit edilememesi hâlinde,
Türk hukuku uygulanır.
(3) Uygulanacak yabancı hukukun kanunlar ihtilâfı kurallarının
başka bir hukuku yetkili kılması, sadece kişinin hukuku ve aile
hukukuna ilişkin ihtilâflarda dikkate alınır ve bu hukukun maddî hukuk
hükümleri uygulanır.
(4) Uygulanacak hukuku seçme imkânı verilen hallerde, taraflarca
aksi açıkça kararlaştırılmadıkça seçilen hukukun maddî hukuk hükümleri
uygulanır.
(5) Hukuku uygulanacak devlet iki veya daha çok bölgesel
birime ve bu birimlerde değişik hukuk düzenlerine sahipse, hangi
bölge hukukunun uygulanacağı o devletin hukukuna göre belirlenir.
O devlet hukukunda belirleyici bir hükmün yokluğu hâlinde ihtilâfla
en sıkı ilişkili bölge hukuku uygulanır.
Değişken ihtilâflar
MADDE 3 – (1) Yetkili hukukun vatandaşlık, yerleşim yeri
veya mutad mesken esaslarına göre tayin edildiği hallerde, aksine
hüküm olmadıkça, dava tarihindeki vatandaşlık, yerleşim yeri veya
mutad mesken esas alınır.
Vatandaşlık esasına
göre yetkili hukuk
MADDE 4 – (1) Bu Kanun hükümleri
uyarınca yetkili olan hukukun vatandaşlık esasına göre tayin edildiği
hallerde, bu Kanunda aksi öngörülmedikçe:
a) Vatansızlar ve mülteciler hakkında yerleşim yeri, bulunmadığı
hallerde mutad mesken, o da yok ise dava tarihinde bulunduğu ülke
hukuku,
b) Birden fazla devlet vatandaşlığına sahip olanlar hakkında,
bunların aynı zamanda Türk vatandaşı olmaları hâlinde Türk hukuku,
c) Birden fazla devlet vatandaşlığına sahip olup, aynı zamanda
Türk vatandaşı olmayanlar hakkında, daha sıkı ilişki hâlinde bulundukları
devlet hukuku,
uygulanır.
Kamu düzenine aykırılık
MADDE 5 – (1) Yetkili yabancı
hukukun belirli bir olaya uygulanan hükmünün Türk kamu düzenine
açıkça aykırı olması hâlinde, bu hüküm uygulanmaz; gerekli görülen
hallerde, Türk hukuku uygulanır.
Hukukî işlemlerde şekil
MADDE 6 – (1) Hukukî işlemler,
yapıldıkları yer hukukunun veya o hukukî işlemin esası hakkında
yetkili olan hukukun maddî hukuk hükümlerinin öngördüğü şekle uygun
olarak yapılabilir.
Zamanaşımı
MADDE 7 – (1) Zamanaşımı, hukukî
işlem ve ilişkinin esasına uygulanan hukuka tâbidir.
İKİNCİ BÖLÜM
Kanunlar İhtilâfı Kuralları
Ehliyet
MADDE 8 – (1) Hak ve fiil ehliyeti
ilgilinin millî hukukuna tâbidir.
(2) Millî hukukuna göre ehliyetsiz olan bir kişi, işlemin
yapıldığı yer hukukuna göre ehil ise, yaptığı hukukî işlemle bağlıdır.
Aile ve miras hukuku ile başka bir ülkedeki taşınmazlar üzerindeki
aynî haklara ilişkin işlemler bu hükmün dışındadır.
(3) Kişinin millî hukukuna göre kazandığı erginlik, vatandaşlığının
değişmesi ile sona ermez.
(4) Tüzel kişilerin veya kişi veya mal topluluklarının
hak ve fiil ehliyetleri, statülerindeki idare merkezi hukukuna
tâbidir. Ancak fiilî idare merkezinin Türkiye'de olması hâlinde
Türk hukuku uygulanabilir.
(5) Statüsü bulunmayan tüzel kişiler ile tüzel kişiliği
bulunmayan kişi veya mal topluluklarının ehliyeti, fiilî idare
merkezi hukukuna tâbidir.
Vesâyet, kısıtlılık ve kayyımlık
MADDE 9 – (1) Vesâyet veya kısıtlılık
kararı verilmesi veya sona erdirilmesi sebepleri, hakkında
vesâyet veya kısıtlılık kararının verilmesi veya sona erdirilmesi
istenen kişinin millî hukukuna tâbidir.
(2) Yabancının millî hukukuna göre vesâyet veya kısıtlılık
kararı verilmesi mümkün olmayan hallerde bu kişinin mutad meskeni
Türkiye'de ise Türk hukukuna göre vesâyet veya kısıtlılık kararı verilebilir
veya kaldırılabilir. Kişinin zorunlu olarak Türkiye’de bulunduğu
hallerde de Türk hukuku uygulanır.
(3) Vesâyet veya kısıtlılık kararı verilmesi veya sona erdirilmesi
sebepleri dışında kalan bütün kısıtlılık veya vesâyete ilişkin hususlar
ve kayyımlık Türk hukukuna tâbidir.
Gaiplik veya ölmüş sayılma
MADDE 10 – (1) Gaiplik veya ölmüş
sayılma kararı, hakkında karar verilecek kişinin millî hukukuna
tâbidir. Millî hukukuna göre hakkında gaiplik veya ölmüş sayılma
kararı verilemeyen kişinin mallarının Türkiye'de bulunması veya
eşinin veya mirasçılardan birinin Türk vatandaşı olması hâlinde,
Türk hukukuna göre gaiplik veya ölmüş sayılma kararı verilir.
Nişanlılık
MADDE 11 – (1) Nişanlanma ehliyeti
ve şartları taraflardan her birinin nişanlanma ânındaki millî hukukuna
tâbidir.
(2) Nişanlılığın hükümlerine ve sonuçlarına müşterek
millî hukuk, taraflar ayrı vatandaşlıkta iseler Türk hukuku uygulanır.
Evlilik ve genel hükümleri
MADDE 12 – (1) Evlenme ehliyeti
ve şartları, taraflardan her birinin evlenme ânındaki millî hukukuna
tâbidir.
(2) Evliliğin şekline yapıldığı yer hukuku uygulanır.
(3) Evliliğin genel hükümleri, eşlerin müşterek millî hukukuna
tâbidir. Tarafların ayrı vatandaşlıkta olmaları hâlinde müşterek
mutad mesken hukuku, bulunmadığı takdirde Türk hukuku uygulanır.
Boşanma ve ayrılık
MADDE 13 – (1) Boşanma ve ayrılık
sebepleri ve hükümleri, eşlerin müşterek millî hukukuna tâbidir. Tarafların
ayrı vatandaşlıkta olmaları hâlinde müşterek mutad mesken hukuku,
bulunmadığı takdirde Türk hukuku uygulanır.
(2) Boşanmış eşler arasındaki nafaka talepleri hakkında
birinci fıkra hükmü uygulanır. Bu hüküm ayrılık ve evlenmenin butlanı
hâlinde de geçerlidir.
(3) Boşanmada velâyet ve velâyete ilişkin sorunlar da birinci
fıkra hükmüne tâbidir.
(4) Geçici tedbir taleplerine Türk hukuku uygulanır.
Evlilik malları
MADDE 14 – (1) Evlilik malları
hakkında eşler evlenme ânındaki mutad mesken veya millî hukuklarından
birini açık olarak seçebilirler; böyle bir seçimin yapılmamış olması
hâlinde evlilik malları hakkında eşlerin evlenme ânındaki müşterek
millî hukuku, bulunmaması hâlinde evlenme ânındaki müşterek mutad
mesken hukuku, bunun da bulunmaması hâlinde Türk hukuku uygulanır.
(2) Malların tasfiyesinde, taşınmazlar için bulundukları
ülke hukuku uygulanır.
(3) Evlenmeden sonra yeni bir müşterek hukuka sahip olan
eşler, üçüncü kişilerin hakları saklı kalmak üzere, bu yeni hukuka
tâbi olabilirler.
Soybağının kurulması
MADDE 15 – (1) Soybağının kuruluşu,
çocuğun doğum ânındaki millî hukukuna, kurulamaması hâlinde çocuğun
mutad meskeni hukukuna tâbidir. Soybağı bu hukuklara göre kurulamıyorsa,
ananın veya babanın, çocuğun doğumu ânındaki millî hukuklarına,
bunlara göre kurulamaması hâlinde ana ve babanın, çocuğun doğumu
ânındaki müşterek mutad mesken hukukuna, buna göre de kurulamıyorsa
çocuğun doğum yeri hukukuna tâbi
olarak kurulur.
(2) Soybağı hangi hukuka göre kurulmuşsa iptali de o hukuka
tâbidir.
Soybağının hükümleri
MADDE 16 – (1) Soybağının hükümleri,
soybağını kuran hukuka tâbidir. Ancak ana, baba ve çocuğun müşterek
millî hukuku bulunuyorsa, soybağının hükümlerine o hukuk, bulunmadığı
takdirde müşterek mutad mesken hukuku uygulanır.
Evlât edinme
MADDE 17 – (1) Evlât edinme ehliyeti
ve şartları, taraflardan her birinin evlât edinme ânındaki millî hukukuna
tâbidir.
(2) Evlât edinmeye ve edinilmeye diğer eşin rızası konusunda
eşlerin millî hukukları birlikte uygulanır.
(3) Evlât edinmenin hükümleri evlât edinenin millî hukukuna,
eşlerin birlikte evlât edinmesi hâlinde ise evlenmenin genel hükümlerini
düzenleyen hukuka tâbidir.
Nafaka
MADDE 18 – (1) Nafaka talepleri,
nafaka alacaklısının mutad meskeni hukukuna tâbidir.
Miras
MADDE 19 – (1) Miras ölenin millî
hukukuna tâbidir. Türkiye'de bulunan taşınmazlar hakkında Türk hukuku
uygulanır.
(2) Mirasın açılması sebeplerine, iktisabına ve taksimine
ilişkin hükümler terekenin bulunduğu yer hukukuna tâbidir.
(3) Türkiye'de bulunan mirasçısız tereke Devlete kalır.
(4) Ölüme bağlı tasarrufun şekline 6 ncı madde hükmü uygulanır.
Ölenin millî hukukuna uygun şekilde yapılan ölüme bağlı tasarruflar
da geçerlidir.
(5) Ölüme bağlı tasarruf ehliyeti, tasarrufta bulunanın,
tasarrufun yapıldığı andaki millî hukukuna tâbidir.
Aynî haklar
MADDE 20 – (1) Taşınırlar ve taşınmazlar
üzerindeki mülkiyet hakkı ve diğer aynî haklar, işlem ânında malların
bulunduğu yer hukukuna tâbidir.
(2) Taşınmakta olan mallar üzerindeki aynî haklara varma
yeri hukuku uygulanır.
(3) Yer değişikliği hâlinde henüz kazanılmamış aynî haklar
malın son bulunduğu yer hukukuna tâbidir.
(4) Taşınmazlar üzerindeki aynî haklara ilişkin hukukî işlemlere
şekil yönünden bu malların bulundukları yer hukuku uygulanır.
Taşıma araçları
MADDE 21 – (1) Hava, deniz ve
raylı taşıma araçları üzerindeki aynî haklar, menşe ülke hukukuna
tâbidir.
(2) Menşe ülke, hava ve deniz taşıma araçlarında aynî hakların
tescil edildiği sicil yeri, deniz taşıma araçlarında bu sicil yeri
yoksa bağlama limanı, raylı taşıma araçlarında ruhsat yeridir.
Fikrî mülkiyete
ilişkin haklara uygulanacak hukuk
MADDE 22 – (1) Fikrî mülkiyete
ilişkin haklar, hangi ülkenin hukukuna göre koruma talep ediliyorsa
o hukuka tâbidir.
(2) Taraflar, fikrî mülkiyet hakkının ihlâlinden doğan talepler
hakkında, ihlâlden sonra mahkemenin hukukunun uygulanmasını kararlaştırabilirler.
Sözleşmeden doğan
borç ilişkilerinde uygulanacak hukuk
MADDE 23 – (1) Sözleşmeden doğan
borç ilişkileri tarafların açık olarak seçtikleri hukuka tâbidir. Sözleşme
hükümlerinden veya hâlin şartlarından tereddüde yer vermeyecek biçimde
anlaşılabilen hukuk seçimi de geçerlidir.
(2) Taraflar, seçilen hukukun sözleşmenin tamamına veya
bir kısmına uygulanacağını kararlaştırabilirler.
(3) Hukuk seçimi taraflarca her zaman yapılabilir veya
değiştirilebilir. Sözleşmenin kurulmasından sonraki hukuk seçimi,
üçüncü kişilerin hakları saklı kalmak kaydıyla, geriye etkili olarak
geçerlidir.
(4) Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları hâlinde
sözleşmeden doğan ilişkiye, o sözleşmeyle en sıkı ilişkili olan hukuk
uygulanır. Bu hukuk, karakteristik edim borçlusunun, sözleşmenin
kuruluşu sırasındaki mutad meskeni hukuku, ticarî veya meslekî
faaliyetler gereği kurulan sözleşmelerde karakteristik edim borçlusunun
işyeri, bulunmadığı takdirde yerleşim yeri hukuku, karakteristik
edim borçlusunun birden çok işyeri varsa söz konusu sözleşmeyle en
sıkı ilişki içinde bulunan işyeri hukuku olarak kabul edilir. Ancak
hâlin bütün şartlarına göre sözleşmeyle daha sıkı ilişkili bir hukukun
bulunması hâlinde sözleşme, bu hukuka tâbi olur.
Taşınmazlara ilişkin sözleşmeler
MADDE 24 – (1) Taşınmazlara veya
onların kullanımına ilişkin sözleşmeler taşınmazın bulunduğu
yer hukukuna tâbidir.
Tüketici sözleşmeleri
MADDE 25 – (1) Meslekî veya ticarî
olmayan amaçla mal veya hizmet ya da kredi sağlanmasına yönelik tüketici
sözleşmeleri, tüketicinin mutad meskeni hukukunun emredici hükümleri
uyarınca sahip olacağı asgarî koruma saklı kalmak kaydıyla, tarafların
seçtikleri hukuka tâbidir.
(2) Tarafların hukuk seçimi yapmamış olması hâlinde, tüketicinin
mutad meskeni hukuku uygulanır. Tüketicinin mutad meskeni hukukunun
uygulanabilmesi için:
a) Sözleşme, tüketicinin mutad meskeninin bulunduğu ülkede,
ona gönderilen özel bir davet üzerine veya ilân sonucunda kurulmuş
ve sözleşmenin kurulması için tüketici tarafından yapılması gerekli
hukukî fiiller bu ülkede yapılmış veya
b) Diğer taraf veya onun temsilcisi, tüketicinin siparişini
bu ülkede almış veya
c) İlişkinin bir satım sözleşmesi olması hâlinde, satıcı
tüketiciyi satın almaya ikna etmek amacıyla bir gezi düzenlemiş
ve tüketici de bu gezi ile bulunduğu ülkeden başka ülkeye gidip siparişini
orada vermiş,
olmalıdır.
(3) İkinci fıkradaki şartlar altında yapılan tüketici
sözleşmelerinin şekline, tüketicinin mutad meskeni hukuku uygulanır.
(4) Bu madde, paket turlar hariç, taşıma sözleşmeleri ve
tüketiciye hizmetin onun mutad meskeninin bulunduğu ülkeden başka
bir ülkede sağlanması zorunlu olan sözleşmelere uygulanmaz.
İş sözleşmeleri
MADDE 26 – (1) İş sözleşmeleri,
işçinin mutad işyeri hukukunun emredici hükümleri uyarınca sahip
olacağı asgarî koruma saklı kalmak kaydıyla, tarafların seçtikleri
hukuka tâbidir.
(2) Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları hâlinde iş
sözleşmesine, işçinin işini mutad olarak yaptığı işyeri hukuku
uygulanır. İşçinin işini geçici olarak başka bir ülkede yapması
hâlinde, bu işyeri mutad işyeri sayılmaz.
(3) İşçinin işini belirli bir ülkede mutad olarak yapmayıp
devamlı olarak birden fazla ülkede yapması hâlinde iş sözleşmesi,
işverenin esas işyerinin bulunduğu ülke hukukuna tâbidir.
(4) Ancak hâlin bütün şartlarına göre iş sözleşmesiyle daha
sıkı ilişkili bir hukukun bulunması hâlinde sözleşmeye ikinci ve
üçüncü fıkra hükümleri yerine bu hukuk uygulanabilir.
Fikrî mülkiyet
haklarına ilişkin sözleşmeler
MADDE 27 – (1) Fikrî mülkiyet
haklarına ilişkin sözleşmeler, tarafların seçtikleri hukuka tâbidir.
(2) Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları hâlinde
sözleşmeden doğan ilişkiye, fikrî mülkiyet hakkını veya onun kullanımını
devreden tarafın sözleşmenin kuruluşu sırasındaki işyeri, bulunmadığı
takdirde, mutad meskeni hukuku uygulanır. Ancak hâlin bütün şartlarına
göre sözleşmeyle daha sıkı ilişkili bir hukukun bulunması hâlinde
sözleşme bu hukuka tâbi olur.
(3) İşçinin, işi kapsamında ve işinin ifası sırasında meydana
getirdiği fikrî ürünler üzerindeki fikrî mülkiyet haklarıyla ilgili
işçi ve işveren arasındaki sözleşmelere, iş sözleşmesinin tâbi olduğu
hukuk uygulanır.
Eşyanın taşınmasına
ilişkin sözleşmeler
MADDE 28 – (1) Eşyanın taşınmasına
ilişkin sözleşmeler tarafların seçtikleri hukuka tâbidir.
(2) Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları hâlinde,
sözleşmenin kuruluşu sırasında taşıyıcının esas işyerinin bulunduğu
ülke aynı zamanda yüklemenin veya boşaltmanın yapıldığı ülke veya
gönderenin esas işyerinin bulunduğu ülke ise, bu ülkenin sözleşmeyle
en sıkı ilişkili olduğu kabul edilir ve sözleşmeye bu ülkenin hukuku
uygulanır. Tek seferlik çarter sözleşmeleri ve esas konusu eşya taşıma
olan diğer sözleşmeler de bu madde hükümlerine tâbidir.
(3) Hâlin bütün şartlarına göre eşyanın taşınmasına ilişkin
sözleşmeyle daha sıkı ilişkili bir hukukun bulunması hâlinde sözleşmeye
bu hukuk uygulanır.
Temsil yetkisi
MADDE 29 – (1) Temsilci ile temsil
olunan arasındaki hukukî ilişkiden doğan temsil yetkisi, aralarındaki
sözleşmeden doğan ilişkiye uygulanan hukuka tâbidir.
(2) Temsilcinin bir fiilinin, temsil olunanı üçüncü kişiye
karşı taahhüt altına sokabilmesi için aranan şartlara temsilcinin
işyeri hukuku uygulanır. Temsilcinin işyeri bulunmadığı veya
üçüncü kişi tarafından bilinemediği veya yetkinin işyeri dışında
kullanıldığı durumlarda temsil yetkisi, yetkinin fiilen kullanıldığı
ülke hukukuna tâbidir. Yetkisiz temsilde, temsilci ile üçüncü kişi
arasındaki ilişkiye de bu fıkra hükmü uygulanır.
(3) Temsilci ile temsil olunan arasında hizmet ilişkisi varsa
ve temsilcinin bağımsız bir işyeri yoksa temsil yetkisi, temsil olunanın
işyerinin bulunduğu ülke hukukuna tâbidir.
Müdahaleci kurallar
MADDE 30 – (1) Sözleşmeden doğan
ilişkinin tâbi olduğu hukuk uygulanırken, sözleşmeyle sıkı ilişkili
olduğu takdirde üçüncü bir devletin hukukunun müdahaleci kurallarına
etki tanınabilir. Söz konusu kurallara etki tanımak ve uygulayıp
uygulamamak konusunda bu kuralların amacı, niteliği, muhtevası
ve sonuçları dikkate alınır.
Sözleşmeden doğan
ilişkinin varlığı ve maddî geçerliliği
MADDE 31 – (1) Sözleşmeden doğan
ilişkinin veya bir hükmünün varlığı ve maddî geçerliliği, sözleşmenin
geçerli olması hâlinde hangi hukuk uygulanacaksa o hukuka tâbidir.
(2) Taraflardan birinin davranışına hüküm tanımanın, uygulanacak
hukuka tâbi kılınmasının hakkaniyete uygun olmayacağı hâlin şartlarından
anlaşılırsa, irade beyanının varlığına, rızası olmadığını iddia
eden tarafın mutad meskeninin bulunduğu ülke hukuku uygulanır.
İfanın gerçekleştirilme
biçimi ve tedbirler
MADDE 32 – (1) İfa sırasında
gerçekleştirilen fiil ve işlemler ile malların korunmasına ilişkin
tedbirler konusunda bu işlem veya fiillerin yapıldığı veya tedbirin
alındığı ülke hukuku dikkate alınır.
Haksız fiiller
MADDE 33 – (1) Haksız fiilden
doğan borçlar haksız fiilin işlendiği ülke hukukuna tâbidir.
(2) Haksız fiilin işlendiği yer ile zararın meydana geldiği
yerin farklı ülkelerde olması hâlinde, zararın meydana geldiği ülke
hukuku uygulanır.
(3) Haksız fiilden doğan borç ilişkisinin başka bir ülke
ile daha sıkı ilişkili olması hâlinde bu ülke hukuku uygulanır.
(4) Haksız fiile veya sigorta sözleşmesine uygulanan hukuk
imkân veriyorsa, zarar gören, talebini doğrudan doğruya sorumlunun
sigortacısına karşı ileri sürebilir.
(5) Taraflar, haksız fiilin meydana gelmesinden sonra, uygulanacak
hukuku açık olarak seçebilirler.
Kişilik haklarının
ihlâlinde sorumluluk
MADDE 34 – (1) Kişilik haklarının,
basın, radyo, televizyon gibi medya yoluyla, internet veya diğer
kitle iletişim araçları ile ihlâlinden doğan taleplere, zarar görenin
seçimine göre:
a) Zarar veren, zararın bu ülkede meydana geleceğini bilecek
durumda ise, zarar görenin mutad meskeni hukuku,
b) Zarar verenin işyeri veya mutad meskeninin bulunduğu
ülke hukuku veya
c) Zarar veren, zararın bu ülkede meydana geleceğini bilecek
durumda ise, zararın meydana geldiği ülke hukuku,
uygulanır.
(2) Kişilik haklarının ihlâlinde cevap hakkı, süreli yayınlarda,
münhasıran baskının yapıldığı ya da programın yayınlandığı ülke
hukukuna tâbidir.
(3) Maddenin birinci fıkrası, kişisel verilerin işlenmesi
veya kişisel veriler hakkında bilgi alma hakkının sınırlandırılması
yolu ile kişiliğin ihlâl edilmesinden doğan taleplere de uygulanır.
İmalâtçının sözleşme
dışı sorumluluğu
MADDE 35 – (1) İmal edilen şeylerin
sebep olduğu zarardan doğan sorumluluğa, zarar görenin seçimine
göre, zarar verenin mutad meskeni veya işyeri hukuku ya da imal edilen
şeyin iktisap edildiği ülke hukuku uygulanır. İktisap yeri hukukunun
uygulanabilmesi için zarar verenin, mamulün o ülkeye rızası dışında
sokulduğunu ispat edememiş olması gerekir.
Haksız rekabet
MADDE 36 – (1) Haksız rekabetten
doğan talepler, haksız rekabet sebebiyle piyasası doğrudan etkilenen
ülke hukukuna tâbidir.
(2) Haksız rekabet sonucunda zarar görenin münhasıran işletmesine
ilişkin menfaatleri ihlâl edilmişse, söz konusu işletmenin işyerinin
bulunduğu ülke hukuku uygulanır.
Rekabetin engellenmesi
MADDE 37 – (1) Rekabetin engellenmesinden
doğan talepler, bu engellemeden doğrudan etkilenen piyasanın bulunduğu
ülkenin hukukuna tâbidir.
(2) Türkiye’de rekabetin engellenmesine yabancı hukuk
uygulanan hallerde, Türk hukuku uygulansaydı verilecek tazminattan
daha fazla tazminata hükmedilemez.
Sebepsiz zenginleşme
MADDE 38 – (1) Sebepsiz zenginleşmeden
doğan talepler, zenginleşmeye sebep olan mevcut veya mevcut olduğu
iddia edilen hukukî ilişkiye uygulanan hukuka tâbidir. Diğer hallerde
sebepsiz zenginleşmeye, zenginleşmenin gerçekleştiği yer hukuku
uygulanır.
(2) Taraflar, sebepsiz zenginleşmenin meydana gelmesinden
sonra, uygulanacak hukuku açık olarak seçebilirler.
İKİNCİ KISIM
Milletlerarası Usul Hukuku
BİRİNCİ BÖLÜM
Türk Mahkemelerinin Milletlerarası Yetkisi
Milletlerarası yetki
MADDE 39 – (1) Türk mahkemelerinin
milletlerarası yetkisini, iç hukukun yer itibariyle yetki kuralları
tayin eder.
Türklerin kişi
hallerine ilişkin davalar
MADDE 40 – (1) Türk vatandaşlarının
kişi hallerine ilişkin davaları, yabancı ülke mahkemelerinde
açılmadığı veya açılamadığı takdirde Türkiye’de yer itibariyle
yetkili mahkemede, bulunmaması hâlinde ilgilinin sâkin olduğu
yer, Türkiye’de sâkin değilse Türkiye’deki son yerleşim yeri mahkemesinde,
o da bulunmadığı takdirde Ankara, İstanbul veya İzmir mahkemelerinden
birinde görülür.
Yabancıların kişi
hâllerine ilişkin bazı davalar
MADDE 41 – (1) Türkiye'de yerleşim
yeri bulunmayan yabancı hakkında vesâyet, kayyımlık, kısıtlılık,
gaiplik ve ölmüş sayılma kararları ilgilinin Türkiye'de sâkin olduğu
yer, sâkin değilse mallarının bulunduğu yer mahkemesince verilir.
Miras davaları
MADDE 42 – (1) Mirasa ilişkin
davalar ölenin Türkiye'deki son yerleşim yeri mahkemesinde, son
yerleşim yerinin Türkiye'de olmaması hâlinde terekeye dâhil malların
bulunduğu yer mahkemesinde görülür.
İş sözleşmesi ve iş ilişkisi davaları
MADDE 43 – (1) Bireysel iş sözleşmesinden
veya iş ilişkisinden doğan uyuşmazlıklarda işçinin işini mutaden
yaptığı işyerinin Türkiye’de bulunduğu yer mahkemesi yetkilidir.
İşçinin, işverene karşı açtığı davalarda işverenin yerleşim yeri,
işçinin yerleşim yeri veya mutad meskeninin bulunduğu Türk mahkemeleri
de yetkilidir.
Tüketici sözleşmesine ilişkin davalar
MADDE 44 – (1) 25 inci maddede
tanımlanan tüketici sözleşmelerinden doğan uyuşmazlıklarda, tüketicinin
seçimine göre, tüketicinin yerleşim yeri veya mutad meskeni ya
da karşı tarafın işyeri, yerleşim yeri veya mutad meskeninin bulunduğu
Türk mahkemeleri yetkilidir.
(2) Birinci fıkra uyarınca yapılan tüketici sözleşmeleri
hakkında tüketiciye karşı açılacak davalarda yetkili mahkeme,
tüketicinin Türkiye’deki mutad meskeni mahkemesidir.
Sigorta sözleşmesine ilişkin davalar
MADDE 45 – (1) Sigorta sözleşmesinden
doğan uyuşmazlıklarda, sigortacının esas işyeri veya sigorta sözleşmesini
yapan şubesinin ya da acentasının Türkiye’de bulunduğu yer mahkemesi
yetkilidir. Ancak sigorta ettirene, sigortalıya veya lehdara
karşı açılacak davalarda yetkili mahkeme, onların Türkiye’deki
yerleşim yeri veya mutad meskeni mahkemesidir.
Yetki anlaşması ve sınırları
MADDE 46 – (1) Yer itibariyle
yetkinin münhasır yetki esasına göre tayin edilmediği hallerde,
taraflar, aralarındaki yabancılık unsuru taşıyan ve borç ilişkilerinden
doğan uyuşmazlığın yabancı bir devletin mahkemesinde görülmesi
konusunda anlaşabilirler. Anlaşma, yazılı delille ispat edilmesi
hâlinde geçerli olur. Dava, ancak yabancı mahkemenin kendisini yetkisiz
sayması veya Türk mahkemelerinde yetki itirazında bulunulmaması
hâlinde yetkili Türk mahkemesinde görülür.
(2) 43, 44 ve 45 inci maddelerde belirlenen mahkemelerin
yetkisi tarafların anlaşmasıyla bertaraf edilemez.
Teminat
MADDE 47 – (1) Türk mahkemesinde
dava açan, davaya katılan veya icra takibinde bulunan yabancı gerçek
ve tüzel kişiler, yargılama ve takip giderleriyle karşı tarafın
zarar ve ziyanını karşılamak üzere mahkemenin belirleyeceği teminatı
göstermek zorundadır.
(2) Mahkeme, dava açanı, davaya katılanı veya icra takibi
yapanı karşılıklılık esasına göre teminattan muaf tutar.
Yabancı devletin
yargı muafiyetinden yararlanamayacağı hâller
MADDE 48 – (1) Yabancı devlete,
özel hukuk ilişkilerinden doğan hukukî uyuşmazlıklarda yargı muafiyeti
tanınmaz.
(2) Bu gibi uyuşmazlıklarda yabancı devletin diplomatik
temsilcilerine tebligat yapılabilir.
İKİNCİ BÖLÜM
Yabancı Mahkeme
ve Hakem Kararlarının Tenfizi ve Tanınması
Tenfiz kararı
MADDE 49 – (1) Yabancı mahkemelerden
hukuk davalarına ilişkin olarak verilmiş ve o devlet kanunlarına
göre kesinleşmiş bulunan ilâmların Türkiye'de icra olunabilmesi
yetkili Türk mahkemesi tarafından tenfiz kararı verilmesine bağlıdır.
(2) Yabancı mahkemelerin ceza ilâmlarında yer alan kişisel
haklarla ilgili hükümler hakkında da tenfiz kararı istenebilir.
Görev ve yetki
MADDE 50 – (1) Tenfiz kararları
hakkında görevli mahkeme asliye mahkemesidir.
(2) Bu kararlar kendisine karşı tenfiz istenen kişinin
Türkiye'deki yerleşim yeri, yoksa sâkin olduğu yer mahkemesinden,
Türkiye'de yerleşim yeri veya sâkin olduğu bir yer mevcut değilse,
Ankara, İstanbul veya İzmir mahkemelerinden birinden istenebilir.
Tenfiz istemi
MADDE 51 – (1) Kararın tenfiz
edilmesinde hukuki yararı bulunan herkes tenfiz isteminde bulunabilir.
Tenfiz istemi dilekçe ile olur. Dilekçeye karşı tarafın sayısı kadar
örnek eklenir. Dilekçede aşağıdaki hususlar yer alır:
a) Tenfiz isteyenle, karşı tarafın ve varsa kanunî temsilci
ve vekillerinin ad, soyad ve adresleri,
b) Tenfiz konusu hükmün hangi devlet mahkemesinden verilmiş
olduğu ve mahkemenin adı ile ilâmın tarih ve numarası ve hükmün özeti,
c) Tenfiz, hükmün bir kısmı hakkında isteniyorsa bunun hangi
kısım olduğu.
Dilekçeye eklenecek belgeler
MADDE 52 – (1) Tenfiz dilekçesine
aşağıdaki belgeler eklenir:
a) Yabancı mahkeme ilâmının o ülke makamlarınca usulen
onanmış aslı veya ilâmı veren yargı organı tarafından onanmış örneği
ve onanmış tercümesi,
b) İlâmın kesinleştiğini gösteren ve o ülke makamlarınca
usulen onanmış yazı veya belge ile onanmış tercümesi.
Tenfiz şartları
MADDE 53 – (1) Yetkili mahkeme
tenfiz kararını aşağıdaki şartlar dâhilinde verir:
a) Türkiye Cumhuriyeti ile ilâmın verildiği devlet arasında
karşılıklılık esasına dayanan bir anlaşma yahut o devlette Türk
mahkemelerinden verilmiş ilâmların tenfizini mümkün kılan bir kanun
hükmünün veya fiilî uygulamanın bulunması,
b) İlâmın, Türk mahkemelerinin münhasır yetkisine girmeyen
bir konuda verilmiş olması veya davalının itiraz etmesi şartıyla
ilâmın, dava konusu veya taraflarla gerçek bir ilişkisi bulunmadığı
hâlde kendisine yetki tanıyan bir devlet mahkemesince verilmiş olmaması,
c) Hükmün kamu düzenine açıkça aykırı bulunmaması,
ç) O yer kanunları uyarınca, kendisine karşı tenfiz istenen
kişinin hükmü veren mahkemeye usulüne uygun bir şekilde çağrılmamış
veya o mahkemede temsil edilmemiş yahut bu kanunlara aykırı bir şekilde
gıyabında veya yokluğunda hüküm verilmiş ve bu kişinin yukarıdaki
hususlardan birine dayanarak tenfiz istemine karşı Türk mahkemesine
itiraz etmemiş olması.
Tebliğ ve itiraz
MADDE 54 – (1) Tenfiz istemine
ilişkin dilekçe, duruşma günü ile birlikte karşı tarafa tebliğ edilir.
İhtilâfsız kaza kararlarının tanınması ve tenfizi de aynı hükme
tâbidir. Hasımsız ihtilâfsız kaza kararlarında tebliğ hükmü uygulanmaz.
İstem, basit yargılama usulü hükümlerine göre incelenerek karara
bağlanır.
(2) Karşı taraf ancak bu Bölüm hükümlerine göre tenfiz
şartlarının bulunmadığını veya yabancı mahkeme ilâmının kısmen
veya tamamen yerine getirilmiş yahut yerine getirilmesine engel
bir sebep ortaya çıkmış olduğunu öne sürerek itiraz edebilir.
Karar
MADDE 55 – (1) Mahkemece ilâmın
kısmen veya tamamen tenfizine veya istemin reddine karar verilebilir.
Bu karar yabancı mahkeme ilâmının altına yazılır ve hâkim tarafından
mühürlenip imzalanır.
Yerine getirme ve temyiz yolu
MADDE 56 – (1) Tenfizine karar
verilen yabancı ilâmlar Türk mahkemelerinden verilmiş ilâmlar gibi
icra olunur.
(2) Tenfiz isteminin kabul veya reddi hususunda verilen
kararların temyizi genel hükümlere tâbidir. Temyiz, yerine getirmeyi
durdurur.
Tanıma
MADDE 57 – (1) Yabancı mahkeme
ilâmının kesin delil veya kesin hüküm olarak kabul edilebilmesi yabancı
ilâmın tenfiz şartlarını taşıdığının mahkemece tespitine bağlıdır.
Tanımada 53 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi uygulanmaz.
(2) İhtilâfsız kaza kararlarının tanınması da aynı hükme
tâbidir.
(3) Yabancı mahkeme ilâmına dayanılarak Türkiye'de idarî
bir işlemin yapılmasında da aynı usul uygulanır.
Kesin hüküm ve kesin delil etkisi
MADDE 58 – (1) Yabancı ilâmın kesin
hüküm veya kesin delil etkisi yabancı mahkeme kararının kesinleştiği
andan itibaren hüküm ifade eder.
Yabancı hakem kararlarının tenfizi
MADDE 59 – (1) Kesinleşmiş ve icra
kabiliyeti kazanmış veya taraflar için bağlayıcı olan yabancı hakem
kararları tenfiz edilebilir.
(2) Yabancı hakem kararlarının tenfizi, tarafların yazılı
olarak kararlaştırdıkları yer asliye mahkemesinden dilekçeyle
istenir. Taraflar arasında böyle bir anlaşma olmadığı takdirde,
aleyhine karar verilen tarafın Türkiye'deki yerleşim yeri, yoksa
sâkin olduğu, bu da yoksa icraya konu teşkil edebilecek malların bulunduğu
yer mahkemesi yetkili sayılır.
Dilekçe ve inceleme usulü
MADDE 60 – (1) Yabancı bir hakem
kararının tenfizini isteyen taraf, dilekçesine aşağıda yazılı
belgeleri, karşı tarafın sayısı kadar örnekleriyle birlikte ekler:
a) Tahkim sözleşmesi veya şartının, aslı yahut usulüne göre
onanmış örneği,
b) Hakem kararının usulen kesinleşmiş ve icra kabiliyeti
kazanmış veya taraflar için bağlayıcılık kazanmış aslı veya usulüne
göre onanmış örneği,
c) (a) ve (b) bentlerinde sayılan belgelerin tercüme edilmiş
ve usulen onanmış örnekleri.
(2) Mahkemece hakem kararlarının tenfizinde, 54 üncü, 55
inci ve 56 ncı madde hükümleri kıyas yoluyla uygulanır.
Ret sebepleri
MADDE 61 – (1) Mahkeme,
a) Tahkim sözleşmesi yapılmamış veya esas sözleşmeye tahkim
şartı konulmamış ise,
b) Hakem kararı genel ahlâka veya kamu düzenine aykırı
ise,
c) Hakem kararına konu olan uyuşmazlığın Türk kanunlarına
göre tahkim yoluyla çözümü mümkün değilse,
ç) Taraflardan biri hakemler önünde usulüne göre temsil
edilmemiş ve yapılan işlemleri sonradan açıkça kabul etmemiş ise,
d) Hakkında hakem kararının tenfizi istenen taraf, hakem
seçiminden usulen haberdar edilmemiş yahut iddia ve savunma imkânından
yoksun bırakılmış ise,
e) Tahkim sözleşmesi veya şartı taraflarca tâbi kılındığı
kanuna, bu konuda bir anlaşma yoksa hakem hükmünün verildiği yer
hukukuna göre hükümsüz ise,
f) Hakemlerin seçimi veya hakemlerin uyguladıkları
usul, tarafların anlaşmasına, böyle bir anlaşma yok ise hakem hükmünün
verildiği yer hukukuna aykırı ise,
g) Hakem kararı, hakem sözleşmesinde veya şartında yer almayan
bir hususa ilişkin ise veya sözleşme veya şartın sınırlarını aşıyor
ise bu kısım hakkında,
h) Hakem kararı tâbi olduğu veya verildiği yer hukuku hükümlerine
veya tâbi olduğu usule göre kesinleşmemiş yahut icra kabiliyeti
veya bağlayıcılık kazanmamış veya verildiği yerin yetkili mercii
tarafından iptal edilmiş ise,
Yabancı hakem kararının tenfizi istemini reddeder.
(2) Birinci fıkranın (ç), (d), (e), (f), (g) ve (h) bentlerinde yazılı
hususların ispat yükü, hakkında tenfiz istenen tarafa aittir.
Yabancı hakem kararlarının
tanınması
MADDE 62– (1) Yabancı hakem kararlarının
tanınması da tenfizine ilişkin hükümlere tâbidir.
ÜÇÜNCÜ KISIM
Son Hükümler
Yürürlükten kaldırılan hükümler
MADDE 63 – (1) 20/5/1982 tarihli
ve 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun,
(2) 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun
866 ncı maddesinin ikinci fıkrası,
(3) 5/12/1951 tarihli ve 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri
Kanununun 88 inci maddesi,
yürürlükten kaldırılmıştır.
Yürürlük
MADDE 64 – (1) Bu Kanun yayımı
tarihinde yürürlüğe girer.
Yürütme
MADDE 65 – (1) Bu Kanun hükümlerini
Bakanlar Kurulu yürütür.
|
Recep Tayyip Erdoğan |
|
|
|
|
|
|
Başbakan |
|
|
|
|
|
|
Dışişleri Bak.
ve Başb. Yrd. |
Devlet Bak. ve
Başb. Yrd. |
Devlet Bak. ve
Başb. Yrd. V. |
|
|
|
|
A.
Gül |
A.
Şener |
C.
Çiçek |
|
|
|
|
Devlet Bakanı V. |
Devlet Bakanı |
Devlet Bakanı |
|
|
|
|
A.
Şener |
A.
Babacan |
M.
Aydın |
|
|
|
|
Devlet Bakanı |
Devlet Bakanı |
Adalet Bakanı |
|
|
|
|
N.
Çubukçu |
K.
Tüzmen |
C.
Çiçek |
|
|
|
|
Millî Savunma
Bakanı |
İçişleri Bakanı |
Maliye Bakanı |
|
|
|
|
M. V. Gönül |
A. Aksu |
K. Unakıtan |
|
|
|
|
Millî Eğitim
Bakanı |
Bayındırlık
ve İskân Bakanı |
Sağlık Bakanı |
|
|
|
|
H. Çelik |
F. N. Özak |
R. Akdağ |
|
|
|
|
Ulaştırma Bakanı |
Tarım ve Köyişleri
Bakanı |
Çalışma ve
Sos. Güv. Bakanı V. |
B. Yıldırım |
M. M. Eker |
A. Aksu |
|
Sanayi ve
Ticaret Bakanı |
En. ve Tab.
Kay. Bakanı |
Kültür ve
Turizm Bakanı |
|
|
|
|
A. Coşkun |
M. H. Güler |
A. Koç |
|
|
|
|
|
Çevre ve Orman
Bakanı |
|
|
|
|
|
|
O. Pepe |
|
|
|
|